Mevcut Sayının PDF Hali - ATAUM

Transkript

Mevcut Sayının PDF Hali - ATAUM
ATAUM
e-bülten
Yıl 8 - Sayı 91
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Avrupa Gündemi...
MAYIS 2016
Offshore Kıyıya Vurdu
Panama Belgeleri
Panama merkezli Mossack Fonseca firmasının 1977’den bu yana tuttuğu müşteri kayıtlarına ulaşarak yayınlamaya
başlayan Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu, pek çok kişi, banka ve şirketin vergilendirilebilir gelirlerini
gizlediğini ortaya çıkardı. Henüz küçük bir kısmı paylaşılan belgeler şimdiden Avrupa ve dünya siyasetini karıştırdı.
Vergi kaçakçılığıyla AB çapında mücadele yürütmesi beklenenlerin vergi hileleriyle anılan üyelerin hükümet mensupları
olduğunun Panama belgeleriyle ortaya çıkması, vergi kaçakçılığıyla etkin şekilde mücadele edilememesinin nedenini kısmen de olsa açıklıyor. Nitekim öteden beri gündemde olan bir AB düzenlemesi yapma fikri de artık bir öncelik.
İŞLER BÖYLE YÜRÜYOR(MUŞ)!
Elâ BİLGEN
Nisan başında patlak veren Panama belgeleri skandalı, küresel şirketlerin kârlarını arttırmak için maliyetleri düşürmek ve tüketimi arttırmak gibi geleneksel yollardan daha fazlasına başvurduklarını gösterdi. Hammadde ihtiyacının karşılanabilmesi için zengin kaynaklara sahip “az gelişmiş” ülkelerin hükümetleriyle uygun biçimde anlaşılması, işgücü maliyetinin azaltılabilmesi için de ayrımcılık yoluyla toplumun belirli bir kesiminin kayıt dışı ekonomiye itilmesi ya da yine “az gelişmiş” hükümetlerin çalışma haklarını işveren lehine düzenlemeye ikna edilmesi gerektiği bilinen yöntemlerdi. Panama belgeleriyse bu yöntemlerle elde edilen kazancın bir şekilde vergiden muaf
tutulabilmesini içeren son bir aşama daha olduğunu ve bu aşamanın nasıl gerçekleştiğini dünya kamuoyuna somut biçimde gösterdi. (devamı 3.sayfada)
Üniversitelere
Kemer Sıkma
Papa’nın
Yunanistan Ziyareti
Hollande
Ortadoğu’da
Brexit
Tartışmaları
Dicle KORKMAZ TEMEL
sayfa 4-5
Maria KONSTANTOPOULOU
sayfa 6
Onur HAZNEDAR
sayfa 7
Melisa TEKELİ
sayfa 8-9
Adios Siesta?
Tüfek, Mikrop
ve Çelik
Cittaslow
Portre:
Viktor Orbán
Ayşe Elif YILDIRIM
sayfa 10
Ayşe Elif YILDIRIM
sayfa 11
Betül DİNLER
sayfa 12-13
Elif TAHMİSCİOĞLU
sayfa 14-15
üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected]
22
Kuzey Avrupa Ekonomisi
Aygün KARLI
MAYIS 2016
ATAUM
e-bülten
Kuzey Avrupa Ekonomisi
Aygün KARLI
Tüm Avrupa’yı etkisi altına
alan mülteci krizi, son yirmi
yıldır gücünü iyiden iyiye arttıran Çin’in ucuz iş gücü,
Avrupa’da süregiden nüfusun artış hızının düşüklüğü
ve buna bağlı olarak beklenen ücretlerin fazlalığı, refah
devletlerin insani gelişimi
merkeze alan düşünüşünün
yerini alan yeni kamu yönetimi ve bunun devamında ge-
lişen yönetişim algılayışları liyetleri sıralaması ve buna
son dönemde Kuzey Avrupa karşıt olarak gelişen Finlanülkelerini de etkiledi. Bu bağ- diya’daki işsizlik sorunu.
lamda dikkat çeken bir diğer
konuysa, geçtiğimiz günlerde açıklanan AB iş gücü ma-
EUROSTAT istatistikleri açıklandı
Avrupa İstatistik Ofisi(EUROSTAT) AB’nin 2015 yılı işçi maliyetlerini açıkladı. Buna göre, AB üyesi ülkeler arasında
iş gücü maliyetlerinde büyük
farklılık söz konusu. Birlik’te
saatlik iş gücü maliyetleri ülkelere göre 4.1 Euro ila 41.3
Euro arasında değişiklik gösteriyor. Geçen sene AB’de or-
talama iş gücü maliyeti saatlik 25, Euro Bölgesi’ndeyse
29.5 Euro olarak gerçekleşmişti. Bu dönemdeyse, AB
üyesi ülkeler arasında en yüksek iş gücü maliyeti Danimarka’da oldu. Danimarka,
saatlik 41.3 Euro seviyesinde
olan iş gücü maliyetiyle AB
üyesi ülkelerin arasında ilk sı-
rada yer aldı. Onu en yakın
olansa 39.1 Euro ile Belçika,
37.4 Euro ile İsveç ve 36.2 Euro ile Lüksemburg. AB’nin
öncü ekonomisi Almanya’da
geçen yıl saatlik iş gücü maliyeti 32.2 Euro olurken, Fransa’da bu rakam 35.1 Euro,
İngiltere’deyse 25.7 Euro şeklinde gerçekleşti. Geçen yıl
AB’de en düşük saatlik iş
gücü maliyeti Bulgaristan’da
gö rül dü. Bulgaristan’da
2015 yılında ortalama saatlik iş gücü maliyeti 4.1 Euro
idi. Bu ülkeyi saatlik 5 Euro
olan iş gücü maliyetiyle Romanya, 6.8 Euro ile de Litvanya izledi.
Danimarka’da ücretler yüksek
Danimarka’yı AB içinde en
yüksek iş gücü maliyeti seviyesinde tutan şeyse kimi kesimler tarafından mültecilere
daha az yer vermesi olarak
yorumlandı. Buna göre, zaman zaman ırkçı söylemleri
dahi barındıran Danimarka
siyasetinde mültecilerin az
yer alması, iş çevrelerini Danimarka vatandaşlarına iş
vermeye zorluyor. Bu da yüksek hayat standartlarından
ödün vermeyen bu kişilerle
bir şekilde işçi çalıştırmak zorunda olanların çıkarlarını
çatıştırıyor. Son yıllarda nüfus artış hızının düşük olmasının büyük sorun olduğu
Danimarka’da -Danimarka
kamu spotlarında bebek yapmayı teşvik edici fazlaca argüman üretilmiş, ayrıca bebek sahibi olan çiftlere Akdeniz ülkelerinde tatil imkanının devletçe sağlanması gündeme gelmişti- bir de dışarıdan göçe karşı girişilen savaş
iş çevrelerinin ücretleri yükseltmelerinin önünü açtı. Ayrıca yaklaşık iki sene önce
gündemde epey yer tuttuğu
üzere, aralarında serbestlik
anlaşması olan üç İskandinav ülkesinin vatandaşları çeşitli nedenlerle her gün komşu ülkeye işe gidip geliyor.
Özellikle İsveç vatandaşları
yüksek ücretleriyle dikkati çeken Danimarka’ya günübirlik gidip, işten sonra da evlerine dönüyor. Öte yandan,
özellikle İsveç’teki fazla göçmen ve mülteci sayısı, bunu
takiben de yaşanan işsizlik
gözler önüne seriliyor. İsveç,
iş gücü maliyeti yüksek olan
bir diğer ülke olmasının yanı
sıra işsizlik açısından da dikkate değer bir sorun yaşıyor.
Danimarka’daysa bu maliyet
iş çevreleri açısından sorun
yaratıyor.
ğanüstü tedbirler almaları
gerektiğini söyledi. Dünya çapında da büro ve satış merkezlerini azaltma kararı alan
Nokia, iş deneyimi on beş yılı
aşan bu işçilerin yerini dolduramayacağa benziyor. Yapılan yorumlar, bu kişilerin
bilgi iletişim teknolojisi konusunda çok yetenekli olduğu ve küresel ölçekte karşılaştırıldığında yaptıkları işin
de fazlaca verimli olduğu yö-
nünde. Finlandiya’daki gizil
ekonomik kriz, Nokia’nın durumunun da ötesinde. Ünlü
ve tarihi çelik üreticisi Outokumpu şirketi de dünya çapında yaklaşık 600 işçisinin
ve çalışanının işine son verdi.
Bunu rekabet ve öz potansiyellerinin ortaya çıkması
için yaptıklarını söyleseler de
uzmanlar “tedbirli hareket”
gerekçesine hatta zorunluluğuna dikkat çekiyor.
Zirveden dibe: Finlandiya
Kuzey Avrupa ülkeleri içinde
iş gücü maliyetinin yüksekliği
ve şirketlerin ABD hegemonyasına giren alanlarda yetersiz kalması nedeniyle işsizlik
artmaya başladı. Son haftalarda yapılan iki haber, daha
önce Çin’den dahi işçi göçü
alan Finlandiya’nın gizil ekonomik krizden ne denli zararlı çıktığının göstergesi. Buna göre, Finlandiya’nın dünya çapında en tanınan mar-
kalarından biri olan Nokia, iş
gücünün yaklaşık beşte birini
kaybetmiş durumda. Geçtiğimiz aysa Nokia, bin 300 kişinin işine son vererek adeta
küresel iş gücü piyasasında
son demlerini yaşadığının
sinyallerini verdi. Finlandiya
Profesyonel Mühendisler Birliği Başkanı Pertti Porokari,
Nokia’yı ve onunla beraber
zirveden yere çakılan birçok
firmayı kurtarmak için ola-
14
2 ATAUM
e-bülten
Panama Belgeleri
Elâ BİLGEN
MAYIS 2016
Uluslararası Araştırmacı Ga- sack Fonseca’yla bağlantılı
zeteciler Konsorsiyumu’nun 500’den fazla banka arasınPanama merkezli bir hukuk da İngiltere menşeli HSBC,
firması olan Mossack Fonse- İsviçre menşeli Credit Suisse
ca’nın 1977’den bu yana ile Union Bank of Switzermüşterileriyle ilgili tuttuğu ka- land ve Fransa menşeli Soyıtlara ulaşması ve bunları ya- ciété Générale de yer alıyor.
yınlamaya başlamasıyla pek Belgeler kara para aklamak,
çok ünlü kişi, banka ve şirke- offshore şirketler aracılığıyla
tin Mossack Fonseca danış- vergiden kaçınmak ve yine
manlığında vergilendirile- bu şirketler yoluyla usulsüz
bilir gelirlerini gizlediği orta- satışlar gerçekleştirmek gibi
ya çıktı. Henüz küçük bir kıs- faaliyetlere işaret ediyor.
mının kamuoyuyla paylaşıl- Putin yönetiminin iddialara
dığı söylense de Panama bel- cevabı önce bunun Rusya’nın
gelerinin şimdiden Avrupa’ istikrarını bozmak üzere taya ciddi etkileri oldu. Zira sarlanmış bir ABD komplosu
açıklanan ilk belgeler ara- olduğunu açıklamak oldu.
sında Rusya Devlet Başkanı Fakat belgeleri açıklayan gaVladimir Putin’i, Ukrayna zetenin ABD bağlantısı kanıtCumhurbaşkanı Petro Poro- lanamayınca özür dilendi ve
şenko’yu, İzlanda (eski) Baş- gizli kapaklı işler yapıldıysa
bakanı Sigmundur Gunnla- bile bunun Rus halkının menugsson’u, İspanya (eski) Sa- faatleri uğruna gerçekleştinayi Bakanı José Manuel rildiği imalarında bulunulSoria’yı, İngiltere Başbakanı du.
David Cameron’ı ve Fransa’ Benzer bir refleksle İzlanda
daki Ulusal Cephe’nin lideri Başbakanı Gunnlaugsson
Marine Le Pen’i ilgilendiren da başta iddiaları yalanlabelgeler bulunuyor. Siyasile- ma yoluna gitti. Ancak 2008
rin dışında Barcelonalı fut- krizinin ardından hissedarı
bolcu Lionel Messi ve eski UE- olduğu offshore şirketi sayeFA yöneticisi, yeni FIFA baş- sinde ismini gizli tutarak kakanı Gianni Infantino gibi fut- mu fonlarıyla kurtarılan banbol camiasının ünlüleri de Pa- kalara yatırım yaptığı, başnama belgelerinde adı ge- bakan olduktan sonra da hisçenler arasında. Ayrıca Mos- selerini sembolik rakamlar-
3
la eşinin üzerine geçirdiği a- rine bir vergi cennetini seçtiçığa çıkınca ifşa olan bilgileri ği, Başbakan ve eşinin de söz
yalanla-maya devam ede- konusu şirkette hisselerinin
meyeceğini anladı. Buna rağ- bulunduğu açığa çıktı. Camen istifa çağrılarına direnç meron da diğerleri gibi istifa
gösterse de 330 binlik ülke- çağrılarını kulak ardı ederek
de binlerce kişi sokağa yanlış bir şey yapmadığını
dökülünce istifasını sunmaya söyledi.
mecbur kaldı.
Sadece siyasetçiler değil,
Mossack Fonseca danışman- kendini savunmak durulığında kurulan bir offshore munda kalan ünlülerin heşirketle bağlantısı olduğu or- men hepsi ya hukuksuz bir iş
taya çıkan İspanya Bakanı da yaptığını inkâr etti ya da aşatıpkı Gunnlaugsson gibi istifa ğı yukarı benzer ifadelerle
etmek zorunda kaldı. Ancak kendilerine karşı bir itibaronun tepkisi de farklı olmadı. sızlaştırma çalışması yürütülİstifa gerekçesinin sadece hü- düğünü iddia etti. Avrupa
kümeti korumak olduğunu bankalarıysa -içlerinden babelirterek yanlış bir şey yap- zılarının kötü sicillerine rağmadığını vurguladı.
men- yayınladıkları açıklaİngiltere Başbakanı Came- malarla vergi konusunu cidron’ın babasınınsa şirket kur- diye aldıklarını ve kaçakçılıkmak için vergilerini ödemek la mücadeleye önem verdikzorunda kalacağı İngiltere ye- lerini ifade ediyor.
Üye devletlerin yap(a)madığını AB yapabilir mi?
AB içinde vergi toplamak ve la pekişmiş olmasının Avruvergi kaçakçılığıyla mücade- pa halklarında yarattığı hule etmek üye ülkelerin ulusal zursuzluk, Komisyon’u yeni
makamlarının sorumlulu- bir kararlılık gösterisinde buğunda. Ancak Avrupa Ko- lunmaya itti. Skandalın armisyonu vergi suçlarının ço- dından Amsterdam’da yapığunlukla sınır ötesi gerçek- lan AB maliye bakanları topleştiği ve üye ülkelerin ayrı ay- lantısında önceki taslak pları aldıkları önlemlerin yeteriz na ek olarak şirketlerin vergi
olduğu gerekçesiyle bir süre- bilgilerinin kamuya açık hale
dir üye ülkeler arasında vergi getirilmesi ve bu şirketlerin
politikalarında işbirliğine gi- vergi cennetlerinde, yani şirdilmesi, bilgi paylaşımının ketlere ve bireylere vergilentam olarak sağlanması ve Bir- dirilebilir gelirlerini gizleme
lik bünyesinde ortak adımlar imkânı sağlayan yerlerdeki
atılması yolunda çalışmalar- faaliyetlerinin de kamuyla
da bulunmaktaydı. 2016 ba- paylaşılması teklif edildi.
şında AB’yle vergi cenneti Toplantıda ayrıca yaz sonuna
olarak ün yapmış Andora ve dek vergi cenneti ülkelerin
Monako arasında vergi ka- yer aldığı ortak bir liste oluşçakçılığıyla mücadele anlaş- turulması ve bu ülkelere karmaları imzalanmıştı.
şı ortak yaptırımlar uygulanOcak 2016’da da Komisyon ması konusunda anlaşıldı.
tarafından vergi kaçakçılı- Offshore şirketlerin ardındağıyla mücadele için bir taslak ki gerçek kişilerin isimlerine
plan hazırlanmış ve yıllık ulaşmak ve bu şirketler aracirosu 750 milyon Euro’nun cılığıyla müşterilerinin para
üzerinde olan şirketlerin Av- saklamasına yardım eden
rupa’daki faaliyetlerinden el- bankalarla vergi danışmande ettikleri gelir, ödedikleri larına karşı tedbirler geliştirvergi miktarı ve bu vergiyi ne- mek için de yeni düzenlemereye ödedikleri gibi bilgileri il- ler yapılması kararlaştırıldı.
gili AB ülkelerinin vergi ma- Ancak Avrupa Komisyonu
kamlarına bildirmeleri ön- ’nun açıkladığı önlemler kagörülmüştü. Ancak kesin bir muoyunu tatmin etmekten
karara varılamamıştı. Avru- uzak görünüyor. Örneğin
pa Komisyonu’nun verilerine vergide şeffaflık için mücagöre vergi kaçakçılığı nede- dele eden sivil toplum örgütniyle kamu gelirleri beşte bir leri yıllık cirosu 750 milyooranında kayba uğruyor. Bu nun altındaki şirketlerin de
gerçeğin Panama skandalıy- bilgi paylaşımında bulunma-
sı gerektiğini savunuyor. Buna karşılık planın muhatabı
olan şirketlerse bilgileri kamuyla paylaşmanın AB dışındaki rakip firmalar karşısında kendilerini güçsüz düşüreceği gerekçesiyle planı
eleştiriyor. Almanya, Malta
ve Belçika maliye bakanları
da bu şirketlerle hemfikir; şirket bilgilerinin yalnız ilgili
vergi makamlarıyla paylaşılması gerektiği görüşündeler.
Taslak planın yürürlüğe girmesinin tüm üye devletlerin
onayına bağlı olduğu gerçeği de toplantıların, planların
ve geleceğe yönelik önlemlerin kamuoyunu yatıştırma
hamlesi olabileceğini düşündürüyor. Nitekim Avrupa
Parlamentosu üyeleri arasında da Komisyonun gereken adımların atılmasını
ağırdan aldığı ve ulusal hükümetlerin üstlerine düşeni
yapmadığı eleştirileri duyuluyor. Benzer şekilde vergi
cennetleriyle ilgili bilgi paylaşımında bulunularak tek
bir AB kara listesi oluşturma
planı da uzun zamandır gündemde olmasına ve Panama
belgeleriyle yeniden söz konusu edilmesine rağmen hükümetler arasındaki uyuşmazlıklar yüzünden hayata
geçirilemiyor.
Vergi kaçakçılığıyla AB çapında mücadele yürütme çalışmalarını yapanların aynı
zamanda -Panama belgelerinin de ortaya koyduğu üzere- vergi hileleriyle anılan
üye devletlerin hükümet
mensupları olması, aslında
AB’nin vergi kaçakçılığını niçin etkin biçimde engelleyemediğini de açıklıyor.
İspanya’da Podemos’un, Yunanistan’da (ilk şekliyle) Syriza’nın, Almanya’da Blockupy’ın, Fransa’da Nuit Debout’nun ve destekçileri ülke
sınırlarını aşan DIEM-25’in
ortak bir talebi var: Avrupa’
da karar alma süreçlerine
tam katılımın sağlandığı ve
kamuyu ilgilendiren her bilginin erişilebilir olduğu gerçek bir demokrasinin tesis
edilmesi. Ortak tespitleriyse
küresel şirketler ve başları
her derde girdiğinde halkın
vergileriyle imdada koşan onlarla iç içe geçmiş hükümetlerin bu talebi gerçekleştiremeyeceği. Zira herkesin
işlediği günahın günah olmaktan çıkacağı inancını
kazımak istercesine dokunmadıkları kimse/şirket/ banka bırakmamaya kararlı olduklarını söylüyorlar. Uzun
zamandır “işler böyle yürüyor”u düstur edinmiş küresel
şirketler-hükümetler ortaklığının Panama belgelerine
verdiği tepkiler de Avrupa
halk hareketlerinin tespitini
haklı çıkarıyor gibi.
42
Üniversitelere Kemer Sıkma
Dicle KORKMAZ TEMEL
MAYIS 2016
ATAUM
e-bülten
Üniversitelere Kemer Sıkma
Dicle KORKMAZ TEMEL
Finlandiya’da hü kü met,
2019’a kadar yükseköğretimden 500 milyon Euro’luk
bütçe kesintisi yapmayı planlıyor. Bu kapsamda, araştırma projelerine finansal yardımda bulunan Finlandiya
Akademisi ve TEKES adlı iki
kuruluşun araştırma fonlarında kesintiye gidilmesi, enflasyondan doğan farkı üniversitelere ödeyen mekanizmanın dondurulması ve iki
üniversitenin faydalandığı
ilaç vb. giderlerin geri ödemesinin tamamen kaldırıl-
ması öngörülüyor. Esasen
2012’de başlayan bütçe kesintileri mevcut hükümetin
politikalarıyla arttığı gibi kesintilerin kapsamı da genişlemiş durumda. Bütçe kesintisinin ilk yansıması işten
çıkarmalarda görülüyor. Ha-
ber merkezi Yle’nin hesaplamalarına göre, 2012’den itibaren işten çıkarmalar da dâhil olmak üzere toplam rakam üniversiteler için üç bin
700, meslek okulları içinse
bin 500 kişi olacak.
ken vergileri artırmak yerine
kamu harcamalarında kesintiler yapmayı öngörüyor.
Seçim kampanyasında eğitim bütçesinde kesintiye gitmeyeceğini açıklayan Sipilä,
başbakan olduktan sonra
kampanya döneminde eğitimin tekrar yapılandırılacağı
konusunda söz verdiğini ve
kesintilerin uzun dönemli yapısal reformlar için gerekli olduğunu açıkladı. Eğitim Bakanı Sanni Grahn-Laasonen
ise önemli olanın bütçe kesintilerinin yükseköğretimdeki ve araştırma faaliyetlerindeki kaliteyi artıracak yapısal tedbirler için birikim elde etmede kullanılması olduğunun altını çiziyor. Grahn-Laasonen, araştırmaların
küçük birimlerce yapılmasının sorun oluşturduğunu,
üniversiteler arası işbirliğinin
artması gerektiğini ve birleşmelerle toplam üniversite sayısının azalabileceğini belirtiyor. Üniversitelerin de
2025’e kadar uzmanlaşarak
“dünyanın en iyisi” olmak
için çabalamaları gerektiğini
vurguluyor. Bakana göre
üniversiteler başarılı olmak
için bir alan belirlemeli ve
farklı yerlerdeki teknik bilgiyi
bir araya getirerek güçlü merkezler oluşturmalı. Kimsenin
bütçe kesintisi yapmaktan
hoşnut olmadığını ancak önceki hükümetlerin gerekli reformları yapmaması nedeniyle şimdi kemer sıkma politikalarının kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Eğitim Bakanı, ekonomik büyümenin
hâlâ zayıf olduğunu, işsizliğin arttığını, kredi kuruluşlarının Finlandiya’nın kredi notunu düşürdüğünü ve Avrupa Komisyonu’nun da uyarılarının olduğunu dile getiriyor. Akademinin ve politika
yapıcıların farklı dil konuştuklarını ifade eden Bakan,
kendilerinin akademiye saygı duyduğunu ve diyalog geliştirme sorumluluğunda olduklarını, akademinin de
Finlandiya’nın üzerindeki
ekonomik baskıyı anlamasını beklediklerini belirtiyor.
‘Avrupa’nın yeni hasta adamı’
Üniversitelere ve araştırmacılara yönelik bütçe kesintisi,
Mayıs 2015’te göreve gelen
hükümetin kemer sıkma politikasının bir parçası ve
2019 itibariyle kamu harcamalarında yapılması planlanan 4.5 milyar Euro’luk kesintinin yükseköğretime yansıması niteliğinde. Finlandiya, Dünya Ekonomik Forumu
tarafından dünyanın en rekabetçi dördüncü ekonomisi
olarak gösterilse de Fin ekonomisi son yıllarda ardı ardına sorunlar yaşadı. Aalto
Üniversitesi’nden Tuula Teeri, ilk şokun Nokia’yla yaşandığını ifade ediyor. Şirketin
değerinin ülkenin gayrisafi
yurtiçi hasılasının yüzde 4’
üne karşılık geldiği dönemler geride kalmış. Ormancılığın güneye kayması ve düşüşteki kâğıt endüstrisi, Finlandiya ekonomisini olumsuz etkilemiş. Her ne kadar
“bilgisayar/video oyunu endüstrisi” Finlandiya’nın artan
gücü olsa da, oyun şirketleri
toplamda iki bin 600 kişiyi is-
tihdam ediyor. Nokia’nınsa
125 binden fazla kişiyi istihdam ettiği zamanlar olmuş.
Bütün bunlara ek olarak,
Rusya’ya uygulanan yaptırımlar da Finlandiya’yı olumsuz etkilemekte. Finlandiya
Maliye Bakanı Alexander
Stubb’ın “Avrupa’nın yeni
hasta adamı” olarak nitelendirdiği ülke, uzun süredir resesyondaydı. Geçen yıl Avrupa’da en kötü ekonomik performansı gösteren (Yunanistan’dan sonra) ikinci ülke konumundaydı. İşsizliğin arttığı
ülkede bütçe açığı 1990’ların ortalarından itibaren ilk
defa gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 3’ünü aşmış durumda. Koalisyon partilerinin başkanlarının soyadlarından esinlenilerek “3S”
(Merkez Parti’den Juha Sipilä, Ulusal Koalisyon Partisi’
nden Alexander Stubb ve Finler Partisi’nden Timo Soini)
olarak adlandırılan hükümet, 2021 itibariyle Finlandiya’nın borçlarını sıfırlamayı istiyor. Ancak bunu yapar-
14
2 ATAUM
e-bülten
Hükümet, üniversitelerin organizasyon yapılarında öngörülen değişiklik kapsamında iki yarıyıldan oluşan
MAYIS 2016
akademik yılın da yaz tatillerini kısaltarak üç yarıyıla çıkarılmasını savunuyor. Maliye Bakanı Stubb, bu yaklaşı-
kesintilerinin araştırma ve üzerinden çevrimiçi kurs ya
eğitimin kalitesine ciddi bir da sınav düzenlemek için de
tehdit olduğuna, bunun da eğitimcilere ihtiyaç olduğuulusal başarı ve rekabet ede- na dikkat çekiliyor.
bilirliği etkileyeceğine dikkat Hükümet programı, bütçe keçekiyor. Muhaliflerin ortak fik- sintilerinin üniversitelerin
ri, hü kü me tin e ği tim de idari bölümlerini etkileyeceFinlandiya’yı lider ülke yap- ğini, araştırmanın ve eğitima ve araştırmaların kalite- minse etkilenmeyeceğini önsini artırma amacına azalan görürken muhalifler bu ifamali kaynaklar ve araştırma- deyi ikiyüzlülük olarak niteya ayrılan zamanın kısaltıl- lendiriyor. İdari birimlerde işmasıyla u la şa ma ya ca ğı. ten çıkarmalar yaşandığında
Genç araştırmacıların aka- araştırmacıların ve eğitimcidemik kariyer sahibi olmakta lerin idari işlere daha fazla
zorlanacaklarından ve bu du- zaman ayıracaklarını, dolarumun beyin göçüne yol aça- yısıyla eğitim ve araştırma facağından kaygılanılıyor. Büt- aliyetlerinin etkilenmesinin
çe kesintilerinin üniversitele- kaçınılmaz olduğunu dile geri küçük gruplara eğitim ve bi- tiriyorlar. Ayrıca, bu ölçekteki
reysel danışmanlık yerine bü- kesintilerin eğitimci ve araşyük kalabalıklara yönelik tırmacıların sayısında azaleğitime ve geniş katılımlı sı- maya gitmeden karşılananavlara yönlendireceği belir- mayacağı da dile getirilen entilip bu yöntemler de geri dişelerden. Stubb’ın profeadım olarak nitelendiriliyor. sörlerin yaz tatilleri için söyHükümetin finansal destekte lediği ifadeyi ise küçük düşübulunacağını ifade ettiği diji- rücü bulan Üniversite Profetalleşme projesi kapsamında sörleri Sendikası Başkanı
üniversitelerde teknoloji kul- Kaarle Hämeri, öğrencilerin
lanımı artsa da, bilgisayar tüm yıl eğitim alma seçene-
‘Tarihten alınacak dersler…’
Muhalifler, geçmiş resesyonların nasıl atlatıldığıyla ilgili
olarak tarihten ders almanın
gerektiğinin de altını çiziyor.
1990’ların başlarında yaşanan ekonomik küçülmede
dönemin hükümeti bilime yatırım yapmış ve araştırmaya
mali kaynak sağlayan TEKES’
in bütçesi artırılmış. Öyle ki,
krizin en derin hissedildiği dönemde TEKES’in bütçe artışı
üçte bir oranında gerçekleşmiş. Hatta 1993’te mali olarak desteklenen proje sayısı
bir önceki yıla göre 700 artarak bin 908’i bulmuş. 1997’
de de araştırma projeleri için
ayrılan mali kaynak bir önceki yıla göre yüzde 23 oranında artırılmış ve yine çok büyük bir bölümü TEKES aracılığıyla kullandırılmış. Tarihten alınacak dersler Finlan-
5
mı şu şekilde ifade ediyor: ağustos aylarıdır- gelecekte
“Profesör olmak için geçmiş- durum böyle olmayacak.”
te üç nedeniniz varsa -ki bunlar haziran, temmuz ve
‘Üniversite fabrika değildir’
Muhaliflerse hükümetin bütçe kesintilerinin hızıyla kapsamının genişliğinin Finlandiya’da daha önce görülmediğini ifade ediyor. Araştırma
ve yenilik içeren faaliyetleri
Fin ekonomisini dönüştürmede kullanmak yerine kemer sıkma politikalarının unsuru haline getirmenin ülke
için uzun vadeli sonuçları
olacağının altı çiziliyor. Tanınmış eğitimci Pasi Sahlberg, kesintilerin iki önemli
sonucuna dikkat çekiyor. Birincisi, bütün parti liderlerinin seçim öncesi kemer sıkma politikalarının gerekliliğini vurgularken eğitimi dışarıda tutmalarına rağmen
seçim sonrası tutum değiştirmeleriyle halkın eğitime,
eğitimcilere ve politikacılara
azalan güveni. İkincisi, eğitimde kalite düşüşü. Sahlberg, kesintilerin eğitimci başına düşen öğrenci sayısını
ve yarı zamanlı çalışan eğitimci sayısını artıracağını belirtiyor. Helsinki Üniversitesi
Rektörü Jukka Kola da bütçe
Üniversitelere Kemer Sıkma
Dicle KORKMAZ TEMEL
diya’nın benzer durumları nasıl atlattığıyla da sınırlı değil.
Aalto Üniversitesi’nden Teeri, beyin göçünün çok ciddi
bir tehdit olduğunu belirterek 1980’ler İngiltere’si ve
1990’lar Japonya’sında da
benzer durumların yaşandığını ve araştırmacıların ülkelerini terk ettiğini hatırlatıyor.
“Avrupa’nın yeni hasta adamı”nın hangi yöntemle iyile-
ğine sahip olduklarını, yaz
aylarınınsa profesörler için
araştırma projelerine odaklandıkları tek zaman dilimi olduğunun altını çiziyor.
Ekonomi Bakanı Olli Rehn’in
araştırmalar için kalite kriterleri belirleneceğini ifade
etmesiyse endişeleri daha da
artırmış durumda. Nitekim
Üniversite Araştırmacıları ve
Eğitimcileri Sendikası bu
a çık la ma nın hü kü me tin
araştırma projelerinin niteliğiyle ilgili fikir sahibi olmadığını gösterdiğini açıkladı. Beşeri ve sosyal bilimlerin bütçe
kesintilerinden çok daha fazla etkileneceği konusunda
görüş birliği mevcut. Hükümetin yaklaşımının “maliyetfayda” merkezli düşünceye
dayandığının altı çizilerek
üniversitelerin kârlı olmayan
üretim bantlarının kapatılıp
kârlı olanlarının sayısının artırıldığı fabrikalarla kıyaslanamayacağı vurgulanıyor.
Bu kapsamda işadamı kökenli Başbakan Sipilä’nın tarzı çok eleştiriliyor.
şeceği konusundaki farklı görüşler kemer sıkma politikalarının uygulandığı her alanda kendini gösteriyor. Taraflardan kimin haklı çıkacağının belli olması zaman alacaksa da, kesintilerin boyutunun tartışmaların daha çok
uzun süreceğine işaret ettiği
açık.
62
Papa’nın Yunanistan Ziyareti
Maria KONSTANTOPOULOU
ATAUM
MAYIS 2016
e-bülten
Papa’nın Yunanistan Ziyareti
Maria KONSTANTOPOULOU
Yunanistan son dönemde sadece ekonomik krizle boğuşmuyor, mülteci sorunu da ülke gündeminde çok önemli
bir yer edinmeye başladı. Neredeyse ana haberlerde mülteciler ve yaşadıkları sorunlar, dramlar ve çaresizlikler
hakkında da çok ayrıntılı röportajlar yapılıyor. Tabii ki sadece mülteciler değil hükümet de çok zor durumda kalmışken Batı dünyasındaki
hassasiyete dokunacak bir
hamle bulunması gerekiyordu ve bu hamlenin adı da Papa oldu. Yunan Ortodoks kilisesiyle ortaklaşa hareket eden Yunan hükümeti, Papa’
ya Midilli adasını ziyaret etmesi için davetiye gönderdi.
Papa davetiyeye olumlu cevap verince de ziyaret tarihi
belli oldu: 16 Nisan.
16 Nisan’da sabah saatlerinde özel uçakla Midilli’ye
inen Başbakan Aleksis Tsipras, Papa Francis, Patrik Bartholomeos ve Atina Başpiskoposu’yla gerçekleştirdiği görüşmede Papa’nın Midilli ziyaretini “kritik bir dönemde
önemli bir girişim” olarak nitelendirdi. Papa Francis’in ve
Patrik Bartholomeos’un ziyaretinin amacıysa mülteci krizine uluslararası alanda dikkat çekmekti.
Papa, Patrik ve Başpiskopos
daha sonra Moria’daki mülteci kampını ziyaret ederken,
Papa’yı gören Hristiyan mülteciler duygu dolu anlar yaşadı. Üç dini lider mülteci
kampında bulunan bütün
mültecilerle selamlaştı ve kısa bir sohbet etme fırsatı da
bulundu.
“Hotspot” olarak bilinen mülteci kayıt merkezinden ulus-
lararası kamuoyuna ortak
bir mesaj gönderen Papa,
Patrik ve Başpikopos, “büyük
insanlık krizi, zorunlu göç trajedisi ve bu trajedinin derin
nedenleriyle mücadele konusundaki diplomatik, siyasi
ve hayırsever girişimlerin gerek Ortadoğu’da gerekse de
Avrupa’da kolektif çabalarla
yapılması” çağrısında bulundu.
Papa Francis, Patrik Bartholomeos ve Başpiskopos İeronimos da Lesvos’taki mülteci
kampından gönderdikleri ortak mesajlarında “savaştan
zarar gören azınlıkların korunmasını, insan ticaretiyle
ve yasadışı ticaretle mücadele edilmesini, Ege ve Ortadoğu’daki güvenli olmayan
yolların ortadan kaldırılmasını ve güvenli bir şekilde yeniden yerleştirme sürecinin
geliştirilmesini” talep etti.
Kendi ekonomik zorluklarına
rağmen büyük bir cömertlikle bu krizde mülteci ve göç-
menlere destek çıkan Yunan
halkına dayanışma mesajı veren üç dini lider “Ortadoğu’
daki savaş ve şiddetin son
bulması, adil ve kalıcı barışın
sağlanması ve evlerini terk etmek zorunda kalan insanların onurlu bir şekilde yurtlarına geri dönmesi” mesajını
da verdi. Mültecilerle mütevazı bir öğle yemeği de yiyen
Papa, Patrik ve Başpiskopos,
daha sonra adadan ayrıldı.
Vatikan’dan yapılan açıklamaya göre, Papa’nın isteği
ve Vatikan, İtalya ve Yunanistan’dan yetkililer arasında
varılan anlaşma sayesinde
Midilli’deki mülteci kamplarında kalan 12 Suriyelinin de
İtalya’ya götürülmesi sağlandı.
Başbakan Tsipras ise daha
sonra “bu ziyaret hem Yunanistan hem de mülteci krizi
için çok önemli. Yunanistan
şu anda 50 bin göçmen ve
mülteciye ev sahipliği yapıyor ve onlara iyi yaşam ko-
şulları sağlamaya çalışıyor”
dedi. Barış mesajı vermenin
önemli olduğuna değinen
Tsipras, mülteci krizini engellemek için önce savaşın durdurulması gerektiğinin de altını çizdi. Patrik Bartholomeos ise, “savaş bitmediği sürece mülteci akınları devam
edecek” dedi.
Öte yandan, son günlerde
mülteciler konusunda yayınlanan bir ankete göre, şu anda Yunanistan sınırları içerisinde toplam 53 bin 824 göçmen ve mülteci bulunmakta.
Yunanistan Mülteci Krizi Yönetimi Koordinasyon Merkezi görevlisinin verdiği bilgiye
göre, Kuzey Yunanistan’da
29 bin 289, Idomeni Kampı’
nda 10 bin 323, Attika bölgesinde 14 bin 825, Yunan
adalarındaysa iki bin 357
göçmen ve mülteci bulunuyor. Bu rakamların gün geçtikçe arttığı da gözüküyor.
ATAUM
e-bülten
İletişim
Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)
Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara
Telefon: 0 (312) 362 07 62
Faks: 0 (312) 320 50 61
Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten
E-posta: [email protected]
Editör: Erdem DENK
Tasarım: Turan BACI - Erdem DENK
* Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz.
* ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir.
* Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir.
* Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir.
Sahibi: ATAUM adına Sanem BAYKAL · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) · Basım Yeri: Hermes
Ofset Ltd. Şti., Kazım Karabekir Cad. Murat Çarşısı 39/16 İskitler/ANKARA Tel: 0(312) 341 01 97 · Basım Tarihi: 10. 05. 2016
14
2 ATAUM
e-bülten
MAYIS 2016
Hollande Ortadoğu’da
Onur HAZNEDAR
7
Hollande Ortadoğu’da
Onur HAZNEDAR
İç politikada her geçen gün
güç kaybeden Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği üst düzey ziyaretlerle dikkatleri üzerine çek-
ti. Dört günlük Ortadoğu turuna çıkan Hollande, sırasıyla Lübnan, Mısır ve Ürdün’de
temaslarda bulundu. Suriye
ve Libya’da krizin devam ettiği bu dönemde Ortadoğu’da
etkin olmaya çalışan Hollan- vunma Bakanı Jean-Yves Le
de, silah ticareti konusunda Drian’la birlikte birçok iş
olanlar başta olmak üzere adamı eşlik etti.
bu seyahatlerden onlarca anlaşma ve kazançla geri döndü. Bu süreçte Hollande’a Sa-
İlk durak Lübnan
Suriye’deki iç savaştan en
çok etkilenen ülkelerin başında gelen Lübnan, Hollande’ın bu seyahatindeki ilk
duraktı. Bir milyonun üzerinde sığınmacıyı kabul eden ve
bu haliyle nüfusunun dörtte
birine tekabül eden sayıda
Suriyeliye kucak açan Lübnan’a yapılan bu seyahatte
gündem öncelikle sığınmacılardı. Bu bağlamda Fransa
Lübnan’daki sığınmacılar
için bu yıl için 50 milyon Euro
yardım yapacağını duyurdu.
Ayrıca önümüzdeki üç yıl boyunca 100 milyon Euro daha
yardım yapacaklarını belirten Hollande, Fransa’nın
önümüzdeki bir yıl içinde üç
bin göçmeni daha kabul
edeceği haberini de verdi.
Lübnan’daki Dalhamiye mülteci kampını da ziyaret eden
Hollande, burada sığınmacılarla sohbet etti.
Hollande’ın Lübnan’a yapmış olduğu bu seyahat, zamanlaması açısından da dikkat çekiciydi. Zira iki yılı aşkın zamandır cumhurbaşkanını toplantı yeter sayısına ulaşamadığı için bir türlü
seçeme-yen Lübnan Meclisi,
Hollan-de’ın ziyaretinin hemen ertesinde bu konu özelinde yine toplanacaktı. Zaten bu siyasi kriz nedeniyle
mevkidaşı olmadığı için
Hollande’ı Lübnan Savunma
Bakanı Semir Mukbel karşıladı. Cumhurbaşkanlığı süresince Lübnan ’a ikinci ziyare ti ni ger çek leş ti ren
Hollande’ın Meclis’te yaptığı
konuşma da bu sorun üzerineydi: “Lübnan’a yapacağım
bir sonraki ziyarette seçilmiş
cumhurbaşkanıyla da görüşmeyi arzuluyorum.
Ama
bunun cevabı bende değil,
siz milletvekillerinin elinde.”
Hollande’ın Lübnan gezisindeki bir başka dikkat çekici
noktaysa yapılan askeri yardımlardı. Bu yardım esasen
iki yıl önce varılan anlaşmayla Suudi Arabistan vasıtasıy-
Mısır’dan notlar
İki gün süren Lübnan gezisinin ardından Mısır’a geçen
Hollande, burada Cumhurbaşkanı Sisi tarafından büyük ilgiyle karşılandı. Mısır’a
otuzu aşkın iş adamıyla birlikte gelen Hollande, burada
askeri ve sivil birçok alanda
milyarlarca Euro değerindeki anlaşmalara imza attı. İlk
olarak askeri alanda yapılan
anlaşmalara baktığımızda,
Fransa’nın geçtiğimiz yıl
Mısır’a sattığı iki adet Mistral
savaş gemisiyle 5.2 milyar
Euro değerindeki 24 adet
Rafale savaş uçaklarına ek
olarak 16 helikopterle bin
mürettebat kapasiteli uçak
gemisi üzerine bir anlaşmaya vardığını görüyoruz. Bu ziyaret kapsamında askeri
olarak nitelendirilebilecek
bir başka anlaşmaysa, askeri
telekomünikasyon uydusu
inşası konusunda oldu. Söz
la gerçekleşecekti. Bu anlaşma çerçevesinde Fransa’dan
alınan yaklaşık 2.2 milyar Euro değerindeki silahı Suudi
Arabistan Lübnan’a teslim
edecekti. Ancak Hizbullah’ın
Lübnan iç siyasetinde artan
ağırlığı, Suriye’deki konumu
ve son olarak geçtiğimiz
Ocak’ta İran’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ne düzenlenen saldırıyı Lübnan yönetiminin kınamaması neticesinde iki ülke arasındaki
ilişkilerin bozulması ve Suudi
Arabistan’ın Hizbullah’ı terör
örgütü ilan etmesi sonucunda bu anlaşma geçtiğimiz
Mart’ta feshedilmişti. Hal
böyle olunca Fransa bu ziyaret çerçevesinde yeni bir askeri yardım anlaşması için
kolları sıvadı. Hollande, yapmış olduğu açıklamada, Savunma Bakanı Jean-Yves
Drian’i Lübnan ordusuna yönelik askeri destek konusunu
ele alması konusunda görevlendirdiğini belirtti. Askeri yardım anlaşmasının mahiyeti iki ülkenin savunma bakanlarının önümüzdeki süreçte gerçekleştireceği toplantılarından çıkan sonuçla
ortaya çıkacak.
konusu uydunun maliyetinin
600 milyon Euro civarında
olacağı tahmin ediliyor.
Sivil alanda imzalanan anlaşmalara baktığımızdaysa,
ulaşımdan çevreye birçok
alanda ortaklığa varıldığı
gözlemleniyor. Kahire metrosunun 1.2 milyar Euro’ya
genişletilmesi, İskenderiye’
ye kanalizasyon arıtma merkezi kurulması, Sina’ya güneş enerjisi santrali inşası,
Paris’te yapılması planlanan
Süveyş Kanalı fuarı organizasyonu gibi birçok konuda
anlaşmaya bu ziyaret çerçevesinde imza atıldı. Hollande’ın Mısır’la yaptığı bu anlaşmaların dışarıya yansımasıysa Fransa’nın Mısır’da yaşanan insan hakları ihlallerini ve darbeyi çabuk unuttuğu
şeklinde oldu.
Ürdün’de gündem sığınmacılar
Mısır’daki temaslarının ardından Ürdün’e geçen ve
Kral 2. Abdullah tarafından
karşılanan Hollande’ın buradaki gündemiyse ticaretten ziyade insani konulardı.
Hollande, 600 bini aşkın sığınmacıyı barındıran Ürdün’
e Lübnan’a benzer şekilde üç
yıl içerisinde bir milyar Euro’
luk maddi yardım sözü verdi.
Hollande, bu seyahat kapsamında ayrıca Fransa’nın Suriye ve Irak’taki hava harekâtları için kullandığı Prens
Hasan Hava Üssü’ne giderek
buradaki Fransız birliklerini
ziyaret etti. Suriye’de barışın
bir an önce tesis edilmesi gerektiğini belirten Hollande,
Cenevre’deki görüşmelerin
ertelenmesini ise son derece
endişe verici olarak nitelendirdi.
Bu şekilde özetlenebilecek
Ortadoğu turundan Hollande’a geriye kalansa ekonomik kazanımlarla birlikte bölgede aktif rol almak isteyen,
bölgeye yakın ilgi gösteren
bir lider imajı oldu. Fakat son
yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 17’lere düşen
iç politikadaki destekle ve
yaklaşan cumhurbaşkanlığı
seçimleriyle Hollande’ın bu
istekleri şimdilik bir hayalmiş
gibi gözüküyor.
82
Brexit Tartışmaları
Melisa TEKELİ
MAYIS 2016
ATAUM
e-bülten
Brexit Tartışmaları
Melisa TEKELİ
ATAUM E Bülten’in Ocak ve
Şubat sayılarında ele alınan
Brexit tartışmaları, yeni aktörlerin devreye girmesiyle
gündemdeki yerini koruyor.
Özellikle Barack Obama ve
Gordon Brown'un Brexit hakkında yaptığı açıklamalar konuyu yeniden güncel hale
getirmiş durumda.
Brexit tartışmalarını kısaca
hatırlamak gerekirse, Britain
(İngiltere) ve exit (çıkış) sözcüklerinin birleşimiyle oluşan Brexit kavramı, İngiltere'
nin AB'den ve onunla bağlantılı olarak Euro bölgesinden çıkış kararına işaret ediyor. 1973’ten bu yana AB
üyesi olan İngiltere'de, 2015
genel seçimlerini kazanan
David Cameron liderliğindeki Muhafazakâr Parti, AB
üyeliğinden çıkma kararını
2017 sonuna kadar referanduma sunmak istiyordu. Bu
“kararlılık gösterisi”, sonrasında AB’yle yapılan müzakerelere de damgasını vurdu
ve aslında Cameron bu sayede birçok “istisna” talebini
de kabul ettirdi. Öte yandan,
bu arada referandum tarihi
de belli oldu: Cameron
Şubat’ta yaptığı açıklamayla, İngiltere'nin 23 Haziran
günü AB'den ayrılıp ayrılmamaya karar vermek üzere re-
feranduma gideceğini duyurdu. Bu açıklamayı yaparken müzakerelerde AB’yle
anlaşma sağlandığını, İngiltere'nin "özel bir statü"ye sahip olacağını ve bakanlara
"yeniden düzenlenmiş" bu yapıda kalmayı tavsiye edeceğini de belirtmeyi de ihmal etmedi Cameron.
Genel olarak, AB ülkelerinin
Brexit tartışmalarından memnun olmadığı açık. Referandum tarihi belli olmuşken iki
ismin bu konudaki çıkışlarıysa konuyu farklı boyutlarıyla
bir kez daha ele almayı gerektiriyor: Gordon Brown ve
Barack Obama.
Şimdiye kadar Brexit bir nevi
bölgesel sorun gibi görüldüğü ve konuyla ilgili AB ve Avrupa ülkelerinden açıklamalar geldiği için öncelikle Gordon Brown'un açıklamalarına bakmak yerinde olacak.
Brown, İşçi Partisi'nin eski
başkanı ve İngiltere'nin eski
başbakanı. 1997-2007 yıllarında Blair hükümetinde
Maliye Bakanlığı yapan
Brown, 2007-2010 yıllarında Başbakanlık görevini
yürüttü ve daha sonra yerini
mevcut başbakan Cameron'a bıraktı. Aslında basit
bir akıl yürütmeyle Muhafazakâr Parti'nin savunduğu
Brexit'i, eski İşçi Partisi baş- rarı sonrası İngiltere için ilkanı bir ismin eleştirmesi ginç bir benzetme yapıyor:
mantıklı ge li yor. An cak Ona göre böyle bir durumda
Brown'un tavrının söylem dü- İngiltere, bir kaç dost ülkezeyinde kalmaması, kam- sıfır etki-az ticaret-az yatırım
panyalara verdiği destek ve ile Avrupa'nın Kuzey Kore'si
İngiltere devlet idaresinde olacak. Basın yayın organları
uzun süre yer almış bir isim ve anketler aracılığıyla ülke
olması, konuyu basit bir mu- geneline hâkim bir Avrupa
halefetin ötesine taşıyor.
karşıtlığı olduğu illüzyonu
Brown, Londra'da yaptığı bir oluşturulmaya çalışıldığını
konuşmayla, 23 Haziran re- belirten Brown, halkın buna
ferandumuna karşılık AB inanmaması gerektiğinin
yanlısı tavrını ortaya koydu. altını çiziyor.
Gordon Brown bu ayrılışı Bu konuda Brown'ı destekle"karışık ve bedeli yüksek bir yen isimlerden biriyse, Laboayrılma" olarak yorumluyor. ur In For Europe kampanyaBrown'a göre Yunanistan kri- sının liderliğini yürüten isim
zi, iklim değişikliği ve Ukray- olan Alan Johnson. Eski İşçi
na gibi konularda geri plan- Partisi parlamenterlerinden
da kalan İngiltere, AB içinde olan Johnson, İngiltere devşimdiye kadar hiç olmadığı let idaresinde farklı ve
kadar zayıf durumda. Ona önemli konumlarda yer
göre İngiltere, bu yapıdan ay- almış bir isim. Johnson yaprılmak yerine Avrupa'ya li- tığı görüşmelerde, Brown'ın
derlik yapmalı: Özellikle de e- des te ği nin son de re ce
konomik korumacılık ve ya- önemli olduğunun altını çizibancı karşıtlığının artarak yor. Johnson'ın Brown'a bu
izolasyona dönüştüğü bir denli güvenmesinin tek sedünyada. Küreselleşmiş bir bebi, aynı görüşe sahip oldünyada komşu ülkelerle iş maları değil. Ona göre
birliği yapmak dışında bir al- Brown'ın benzer bir oylamaternatif olmadığını öne sü- da büyük bir başarısı var:
ren Brown, ayrılma yönünde İskoçya'nın bağımsızlık refebir kararın sonuçlarının "sef- randumu. Brown'ın bu oylaalet dolu bir gelecek" ola- madan önce yürüttüğü İncağını söylüyor.
Hatta giltere yanlısı çalışmalar,
Brown olası bir ayrılma ka- Johnson'a göre, referandu-
ATAUM
e-bülten
mun sonuçlarını etkileyen en
önemli nedenlerden biri.
Johnson'ın destekleyici tavrına karşılık Vote Leave kampanyasını yürüten Matthew
Elliot ise Brown'ın açıklamalarını son derece mantıksız
bulduğunu açıkça dile getiriyor. Ona göre Brown, Lizbon
Anlaşması'nı imzalayarak İngiltere'nin birçok alandaki
gücünü ve maddi kaynağını
AB'ye aktardı. Ve bu durumdan kurtulmak için yapılması
gereken de ayrılma yönünde
oy kullanmak.
Yapılan tartışmaların ilginç
yanıysa, "gerçek" vatanseverlik kavramı üzerinden yürümesi. UKIP (Birleşik Krallık
Bağımsızlık Partisi) tarafından ayrılma yönünde oy kullanmak vatanseverlik olarak
sunulurken, Brown asıl vatanseverliğin AB'de kalma yönünde oy kullanmak olduğunu öne sürüyor. Brown bu konuyla ilgili olarak İngiltere
politikasının vatanseverlik izleri taşıdığını değil, Avrupa
ve göçmenler konusunda ne-
MAYIS 2016
redeyse bir "kültür savaşı"
başlattığını düşünüyor.
Konuyla ilgili bir başka
önemli gelişmeyse ABD Başkanı Obama'nın konuya dâhil oluşu. Basında Prens George'un fotoğraflarıyla öne çıkan Obama'nın İngiltere ziyaretin asıl içeriği son derece
önemli. İngiltere ziyaretinden önce konuyla ilgili Telegraph gazetesinde bir yazısı
yayımlanan Obama, yapılacak referandumda AB'de kalma yönünde oy kullanılması
çağrısı yaptı. Ancak bu yazı
ve çağrı, ülkenin iç işlerine
karıştığı gerekçesiyle bazı kesimler tarafından tepkiyle
karşılandı.
Obama, Brexit'in İngiltere'yi,
ABD ile olan ticari anlaşmalarında geri plana iteceğini
söyleyerek ABD'nin konuya
bakışını net bir şekilde dile
getirdi. İngiltere'nin güçlü bir
AB'nin yönetilmesine yardımcı konumundayken en iyi
durumunda olduğunu ve
üyeliğin İngiltere'yi dünya
sahnesinde daha büyük bir
oyuncu haline getirdiğini
öne sürdü. Bu konuşma da,
başta UKIP olmak üzere ayrılma yanlıları tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Öyle
ki, UKİP lideri Nigel Farage,
Obama'yı "gelmiş geçmiş en
İngiltere karşıtı ABD başkanı"
olarak bile tanımladı. Farage'ın Obama'nın İngiltere’
yle ilgili görüşlerini İngiliz kolonisi deneyimini yaşamış
Kenyalı büyükbabasının belirlediği ve bu nedenle Obama'nın İngiltere'ye kin duyduğu yönündeki açıklamasıysa son derece trajikomik
bulundu. Açıklamalar ve yazı, AB yanlıları isimler tarafından bile tepki gördü.
Adam Johnson, Obama ile
aynı fikirde olsa bile bunun
sadece İngilizler tarafından
tartışılması gereken bir konu
olduğunu söyledi.
Obama’yla birlikte basın toplantısı düzenleyen Cameron,
yapılacak seçimde tek söz sahibinin İngiliz halkı olduğunu vurgulasa da "dostlarımızın ne düşündüğünü de din-
Brexit Tartışmaları
Melisa TEKELİ
lememiz gerekiyor" diyerek
ılımlı bir tavır içindeydi. Elbette bu ılımlı durum Obama
için de geçerli. Obama'nın,
ABD'nin İngiltere'nin etkisinin daha da artmasını istediği yönündeki sözleri bunun
en büyük göstergesiydi. Ayrıca Obama da Cameron ile
aynı çizgide ilerleyerek tek
söz sahibinin İngiliz halkı olduğunu ancak özel ilişkileri
ve dost ülkeler olmaları
gereğiyle bu konunun ABD
için derin bir önemi olduğunu ve ne düşündüğünü dürüstçe söylediğini ifade etti.
Artık oylama tarihi belirlendi. 23 Haziran'da Brexit'in
gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kesinlik kazanacak. Her
yerde oylama sonucu üzerine derin tahminler yapılsa bile tek söyleyebileceğimiz aktörlerin etkisinin bu denli değişkenlik yarattığı bir olayda
24 Haziran sabahına kadar
hiç bir şeyin kesin olmadığı.
9
2
10
Adios Siesta?
Ayşe Elif YILDIRIM
MAYIS 2016
ATAUM
e-bülten
Adios Siesta?
Ayşe Elif YILDIRIM
İspanya Başbakanı Mariano
Rajoy, Nisan içerisinde yaptığı bir konuşmada, İspanya’
daki mesai bitiş saatinin
18.00’e çekilebileceğini ve
ülkenin diğer AB ülkeleriyle
aynı çalışma saatlerine sahip
olabileceğini duyurdu. Halihazırda İspanya’da çalışma
saatleri 9:00-19:00 arası. Bu
çalışma saatleri, 14:00-16:
00 arasında verilen iki saatlik öğle arasını içeriyor. Gün
içinde verilen bu ara, yabancılar arasında genelde “siesta” yani öğle uykusu zamanı
olarak da biliniyor.
Siesta kültürünün neden doğduğuna ilişkin farklı cevaplar
bulmak mümkün, her ne kadar İspanyollar bu konuda
konuşmaktan hoşlanmasa
da. Siesta, havanın oldukça
sıcak olduğu Güney Avrupa
ülkelerinde, özellikle de İspanya’da ve İspanya’nın etkisine girmiş kolonilerde (Filipinler gibi) ortaya çıkan bir
kültür. Öğle yemeğinin ağırlığından kurtulmak ve günün
en sıcak saatlerinde dışarıda
çalışmamak amacıyla böyle
kısa bir gün ortası uykusu kültürü doğduğu söyleniyor. Aynı zamanda, İspanya İç Savaşı sırasında gerileyen ekonomik durum nedeniyle iki
ayrı işte, biri gündüz biri gece olmak üzere, çalışmak zorunda olan işçilerin kaybettikleri uyku saatini gündüz
birkaç saat uyuyarak kazanmaya çalışmaları da bu kültürün temeli olarak gösteriliyor. Ancak İspanyollar, yabancılar tarafından siesta kültürüyle anılmaktan hoşnut
değil. Zira bu durumun kendilerini tembel gösterdiğini
aslında İspanyolların çok çalıştığını söylüyorlar.
Ekonomisi daha çok tarıma
dayalı İspanya’da siesta mantıklı görünebilir, ama modern İspanya’da durum biraz
daha farklı. 2009 verilerine
göre halkın yüzde 16.2’si hala öğlen uyuduğunu söylerken, yüzde 22’si bazen, yüzde 3.2’si sadece hafta sonları, yüzde 58.6’sıysa hiçbir zaman uyumadığını söyleyerek
aslında siestanın uzun zamandır İspanyolların hayatında olmayan geçmişte kalan bir kültür olduğunu kanıtlamış oluyor. Nitekim biraz da bu yüzden olsa gerek,
Başbakan Rajoy günlük çalışma saatlerinin değiştirilmesine ilişkin teklifleri açıkladığında özellikle büyük şehirlerde yaşayan İspanyolların tepkisinin olumlu olduğunu gözlemlemek mümkün.
Hatta özellikle çocuklu ebeveynlerin çalışma saatleri yüzünden çocuklarıyla zaman
geçirememesi de epey zamandır ciddi şikâyet nedeni.
Evle iş yeri arasında uzak mesafe olan ebeveynlerin öğle
yemeği için eve gelmesi söz
konusu olamazken, eve de
akşam oldukça geç geliniyor.
İspanyolların oldukça geç akşam yemeği yemesiyle ünlü
olmalarının bir sebebi de bu
olarak gösterilebilir. Ayrıca
evden çalışma olanağı sunmayan şirketlerde çalışanların çocuklarıyla ilgili etkinliklere katılamaması da işleri
daha da zorlaştırıyor.
Bazı İspanyol vatandaşlarıysa soruna kendi çapında çözüm bulmuş durumda. Bir
grup çalışan öğle yemeğinden tamamen vazgeçip, mesai bitimini daha erkene alıyor. Böylece hem trafikten
kurtulmuş oluyor, hem de çocuklarıyla vakit geçirebiliyor.
Ancak böyle bir değişikliği na da uygun olarak, zira
isteyebilen işçi oldukça az. Zi- Greenwich Meridyeni İspanra işsizlik oranının yüzde 21’i ya’nın doğusunda yer alan
bulduğu ülkede çalışanların Zaragoza’dan geçiyor. Buna
ellerindeki işi kaybetme kor- rağmen, 1942’de ülkenin
kusu yöneticilerden izin iste- diktatör lideri Francisco
meyi zorlaştırdığı gibi pek Franco, Hitler’e olan saygısıçok itirazı dillendirmeye dahi nı göstermek için ülkenin saengel oluyor. Bu nedenle atini Almanya’yla aynı zaİspanyollar, hem iş hem de ai- man dilimine geçirdi. Yani İsle hayatını dengeleyebilmek panya yıllardır aslında coğiçin söz konusu teklifin bir ön- rafi olarak uyumlu olmadığı
ce yasalaştırılmasını istiyor.
bir zaman dilimini kullanıBu süreçte gündeme gelen il- yordu.
ginç örneklerden birisi, bir Bu ve benzeri gerekçelerle
reklam şirketinde çalışan be- genelde olumlu karşılanan
kar bir İspanyol anneyle ilgi- tekliflere aksi tepkiler de yok
li. Müşterilerinin uzun saat- değil. Bazı vatandaşlar çalışler boyunca telefona cevap ma saatlerinin değişmesi duvermemesi nedeniyle bütün rumunda siesta kültürünün
toplantılarını akşam saatleri- tamamen yok olacağını ve ülne ayarlamak durumunda kenin albenisini yitireceğini
kaldığını, oysa bu vakti kızıy- söylüyor. Ebeveynlerin ailela geçirmeyi tercih edeceğini leriyle vakit geçirmek istesöylüyor. Herkesin bu du- mesinin doğal olduğunu anrumdan şikayetçi olduğunu cak İspanya’daki sıcakların
ancak çok az kişinin bir şey- bunun zaten akşam erken saler yaptığını eklemekten de atlerde olmasına engel olaçekinmiyor.
cağını, dolayısıyla bu değiİspanyol Çalışma Saatlerinin şikliğin mantıksız olduğunu
Rasyonelleştirilmesi Ulusal söyleyen vatandaşlar da var.
Komisyonu Başkanı Jose Luis Uzmanlarsa bu değişiklikleCasero, teklifin çok olumlu ol- rin yapılmasının hem çalıduğunu söyleyerek çalışma şanlar açısından hem de şirsaatlerini düzenleyen şirket- ketlerin uzun dönemli stratelerin vergi avantajlarıyla jileri açısından olumlu soödüllendirilmesini de savu- nuçları olacağı görüşünde.
nuyor. Ayrıca hükümetin kü- Bir çok uzman siesta kültürüçük yaştaki çocuklar için da- nün zaten modern İspanya
ha fazla anaokulu inşa et- ’da kalmadığını, uzun öğle
mesi gerektiğini de vurgulu- aralarının verimliliği oldukça
yor.
öldürdüğünü de ekliyor.
İspanya Başbakanı tarafın- Bu değişiklik, hem çalışanlar
dan önerilen bir diğer tek- hem de ülke ekonomisi açılifse, İspanya’nın saatini Mer- sından çift taraflı kazanç
kezi Avrupa Saati’nden bir sa- sağlayacakmış gibi duruyor.
at geriye çekerek İngiltere, Ancak son seçimlerde parlaİrlanda ve Portekiz’le uyum- mentodaki çoğunluğunu kaylaştırmak. Aslında İspanya’ beden Rajoy’un bu teklifini
nın zaman dilimi geçmişte gerçekleştirilebilme ihtimalibu ülkelerle zaten uyumluy- nin o kadar da yüksek olmadu. Hem de coğrafi durumu- dığını not etmek gerekiyor.
14
2 ATAUM
e-bülten
Tüfek, Mikrop ve Çelik
Ayşe Elif YILDIRIM
MAYIS 2016
11
Kitap Tanıtımı
Tüfek, Mikrop ve Çelik
Ayşe Elif YILDIRIM
Yeni Gine’de araştırma yapan Fizyoloji profesörü Jared
Diamond, araştırmaları sırasında tanıştığı yerli politikacı
Yali’nin sorusundan aldığı ilhamla 25 yıllık bir çalışma yaparak, yıllardır severek okunan kitabı kaleme alır:
“Tüfek, Mikrop ve Çelik”. Bu
kitap aslında gizliden gizliye
herkesin cevabını merak ettiği bir soruya ışık tutmaktadır:
“Neden Avrupalılar Amerika
’yı keşfetti de Amerikalılar
Avrupa’yı keşfetmedi?” Bu sorunun ardında yatan bir diğer soru da, neden Avrupa
bu kadar ilerledi de dünyanın geri kalanı ilerleyemedi?
Yıllardır bu sorunun cevabı
ırksal ve biyolojik farklılıklara dayandırılarak açıklanmaya çalışılmıştı. Jared Diamond’sa bu kitabı işte bu cevaplarla savaşmak için yazdığını söylüyor. Gerçekten
de, biyolojik olarak Avrupalıların diğer halklardan üstün
ya da daha zeki olduğu tarihte bir şekilde kanıtlanmaya çalışılmıştı. Ancak en
azından artık bugün bu sorunun cevabının biyolojik farklılıklarda yatmadığını kesin
olarak biliyoruz. Avrupa ırkından gelen bir insanla Asya ırkından gelen bir insan
arasında ne zekâ anlamında
ne de biyolojik anlamda bir
farklılık bulunmamakta.
Ancak tarih, yine de Avrupalıların nasıl olup da diğer
toplumları şekillendirdiğini
söyleyememekte. Buysa, ırkçılığın yanlış bir şey olduğunu söyleyip doğrusunun ne
olduğunu söyleyememek gibi bir durumuna yol açması
bile söz konusu ki, bu da aslında ırkçılığa olan eğilimin
artmasına neden oluyor. İşte
Jared Diamond, bu kitabı tarih biliminde yaratılan bu
boşluğu doldurmak için yazdığını söylüyor.
Kitap, insan ırkının dünyaya
yerleşmesinden yani M.Ö. 7
milyonuncu yıldan başlıyor.
İnsan ırkı ilk olarak Afrika kıtasında doğdu ve oradan
dünyanın her yanına dağıldı.
Bu dağılma ve yayılma da
M.S. 500 yılına kadar sürdü.
Ancak bu dağılımın nasıl olduğu hala biraz bulanık çünkü Avustralya ya da Yeni Zelanda gibi etrafı okyanusla
çevrili adalara insanların nasıl gittiği henüz tam olarak
açıklanabilmiş değil, çünkü
insanlar balıkçılık yapmaya
ve kayıklar inşa etmeye oldukça geç başladı. Ayrıca
Avustralya faunasında yer
alan bazı yabani hayvanların
MÖ 35.000 yılında yok olduğu da biliniyor -ki bu da insan ırkının Avustralya’ya
ayak bastığı dönemlere denk
geliyor.
Kitap daha sonra Avrupalıların “Yeni Dünya’yı keşfetmesi”nden ve Amerika kıtasını
şekillendirmesinden bahsediyor. Özellikle 168 İspanyol
askerinin Amerika’nın en
güçlü hükümdarı Atahualpa’
yı kendi evinde esir alması,
çağdaş tarihin en büyük çatışma anı ve aslında tarihin
akışının da belirleyicisi olarak kabul ediliyor. Bu esir
alınışın öyküsü gerçekten ilgi
çekici, çünkü oldukça az sa-
yıda olan İspanyolların sayıları yüz binleri bulan yerlilere
karşı nasıl bir avantaj sağladığı açık bir şekilde belli değil ve birçok farklı nedene dayandırılıyor. En fazla konuşulan nedense İspanyolların at
ve tüfek sahibi oluşu. Bir diğer neden olaraksa, Avrupalıların taşıdığı ve yerlilerin tanımadığı için bağışıklık sahibi de olmadığı mikropların
salgın hastalıklara yol açması olarak gösteriliyor. Ayrıca
Avrupalıların Atahualpa’yı
esir alarak bütün toplumun
hiyerarşik düzenini bozması
da önemli bir etken olarak
zikredilmekte. Şöyle ki, Atahualpa tanrısal bir liderdi ve
o olmadan toplum işleyemiyordu; esir alınışı da bütün
düzeni çökertti.
Diamond, bu esir alınış gerçeğinin Avrupa’nın dünyanın
diğer ülkelerini neden hükmü altına alabildiğini açıkladığını söylüyor ancak hala
Avrupa’nın neden aynı tarihsel dönem içerisinde yazıya
sahip olduğunu, bilgisel anlamda ilerlediğini, gemiler
yaptığını ve okyanuslara
açıldığını, ancak aynı tarihsel zaman döneminde yaşayan Atahualpa’nın ve halkının neden bunlara tenezzül
etmediğini açıklayamadığını
söylüyor.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu soruya verilen yanıtıysa Diamond tek cümleyle şöyle açıklıyor: “Tarih farklı
halklar için farklı yönde gelişti ama bu çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o
halkların biyolojik farklılıklarından dolayı değil.” Zaten
Avrupa da yazının, kent devletleriyle imparatorlukların,
tektanrılı dinler dâhil düşünsel hayatın, savaş teknolojisinin ve daha birçok şeyin
olgunlaşarak geliştiği geniş
Mezopotamya-Akdeniz-Asya medeniyetlerinin mirası
üzerinde oluşmuştu. “Tüfek,
Mikrop ve Çelik” hem okuma
zevki açısından hem de bilimsel arka planı açısından oldukça değerli bir kitap.
içtimaiyat
Cittaslow
Betül DİNLER
Temeli yaşam kalitesinin arttırılması felsefesine dayanan
Slow Moment (Yavaş Hareketi), günümüz hızlı modernleşmesine ve insanların tek
tipleştirilerek bir tüketim kalıbı içine sokulmasına tepki
olarak doğmuş kültürel nitelikli toplumsal bir hareket
niteleğinde. Yaşamın her
alanında yaptığımız faaliyetlerin keyfini çıkarmak, bir zaman kısıtlaması içinde olmamak anlamını taşıyor. Küreselleşme ve kapitalizmin
dayattığı “hız”, işte, yolda,
okulda, yemekte her alanda
karşımıza çıkıyor. Bu kapsamda “hız”, düşük kalitede,
sürdürülebilirliği olmayan,
eşitsiz bir yaşama neden oluyor. Bu minvalde Milan Kundera şöyle demekte: ‘’Yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlıkla anımsama, hızla
unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şey anımsamak
isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı
unutmaya çalışan insan elin-
de olmadan yürüyüşünü
hızlandırır.” Mevlana ise, “ey
tez canlı, aceleci, ham kişi!
Bir dama bile basamak basamak merdivenle çıkılır.
Tencereyi ocakta yavaş yavaş
ustaca kaynatmak gerekir.
Delice kaynayan tencerenin
pişirdiği yemekten hayır
gelmez” diyor.
İçerisinde Slow Food (Yavaş
Yemek), Slow Living (Yavaş
Yaşam), Slow Travel (Yavaş
Seyahat), Slow Traffic (Yavaş
Trafik), Slow Tourisim (Yavaş
Turizm) ve yazımızın konusunu oluşturan Cittaslow-Slow
City (Yavaş Şehir) oluşumlarını barındıran “Yavaş Hareketi” de insanlar üzerinde bu
konuda farklı açılardan bir
farkındalık yaratarak her şeye gerektiği kadar vakit ayırmalarını sağlamayı amaçlıyor.
Slow Food, önderliğini Carlo
Petrini’nin yaptığı bir grup eylemcinin gerçekleştirdiği protesto ardından kuruldu. Söz
konusu protesto, 1986’da Roma şehrine uluslararası bir
fastfood zincirinin açılmasıy-
la ortaya çıkacak küreselleşme, yemek alışkanlıklarının
tek tipleşmesi, hızlı tüketim
ve endüstriyel tarımın gelişimi gibi konulara karşı çıkmayı içeriyordu. İyi, temiz ve
adil kavramlarıyla gıda kalitesinin sağlanması amaçlanmıştı.
Slow Food felsefesinden
1999’da ortaya çıkan Cittaslow, dünyanın her yerinde
aynı kentlerin, kültürlerin ve
yaşam şekillerinin varlığına
karşı çıkan, yerel özellikleriyle tanınmak isteyen kentlerin
kurduğu uluslararası bir birliktir. Cittaslow, biri İtalyanca
biri İngilizce olan iki sözcüğün birleştirilmesiyle oluşturulan bir kavram. İtalyanca
“citta” sözcüğü tahmin edileceği gibi “şehir”, İngilizce
“slow” sözcüğüyse yine tahmin edileceği gibi “yavaş” anlamına geliyor.
Cittaslow hareketinin, Greve
in Chanti’nin eski belediye
başkanı Paolo Saturnini’nin
vizyonu doğrultusunda ortaya çıktığını biliyoruz. Paolo
Saturnini, yaşam kalitesini
yükseltmek amacıyla kentlerin kendilerini değerlendirmelerini ve farklı bir kalkınma modeli ortaya koymaları
fikrini ulusal boyuta taşıyarak, bu doğrultudaki ideallerini Bra (Francesco Guida),
Orvieto (Stefano Cimicchi)
ve Positano (Domenico Marrone) belediye başkanları ve
Slow Food başkanı Carlo
Petrini’ye de benimsetmiş.
Öyle ki, belediye başkanları
arasında Yavaş Şehirler Sözleşmesi akdedilmiş. Kurulduğu ilk yıllarda İtalyan
kentleri arasında yaygınlaşan harekete hâlihazırda 30
ülkede toplam 208 kent dâhil.
Cittaslow Birliği’nin organizasyon yapısında üç ana organ bulunuyor: Ulusal ağların temsilcilerinden oluşan
ve karar verici Koordinasyon
Komitesi, hareketin bilimsel
altyapısını oluşturan ve genel hatlarını çizen Bilim Komitesi ve birliğin operasyonel yanıyla sorumlu Sekreterya (Genel Merkez). Cittaslow Birliği ulusal ağlardan
2 ATAUM
e-bülten
oluşuyor. Bir ülkede üç Cittaslow olması durumunda ulusal ağ kurulabiliyor. Ulusal
ağlar kendi ülkelerindeki
adaylık sürecini yönetiyor ve
Genel Merkez’le kendi ülkelerindeki Cittaslowların iletişimini sağlıyor.
Birlik felsefesine göre, günümüz yaşam tarzı, modern insanda depresyon, kalp hastalıkları ve kanser gibi birçok
hastalığa neden olmasının
yanı sıra, kentleri de sürdürülemez hale getirdi. Hızlı yaşam tarzının oluştuğu kentler
artık kendi kendine yetmemekte. Bu kendi kendine
MAYIS 2016
yetmeyen kentler de, sadece
yakın çevresindeki değil, dünyanın birçok köşesindeki kaynakları, üstelik binlerce kilometre uzaklıktan getirterek
yok ederken, aynı zamanda
hem doğayı hem de insanları
tüketiyor. İnsanların daha
çok tüketmesi ve bir yerden
bir yere daha hızlı gitmesi
için tasarlanan kentler, insanları doğadan ve birbirlerinden koparmış ve tek alternatif haline gelmiş durumda.
Bakkal, manav ve terzi gibi
küçük esnaf yerine AVM’ler,
çocuk oyun alanları yerine
otoparklar, yeşil alan yerine
Cittaslow
Betül DİNLER
geniş otoyollar hayatımızda
yer alıyor. İnsanın en önemli
değeri olan kısıtlı yaşamını
sağlıksız yiyecekler, hava kirliliği, trafik, yalnızlık ve
tüketimle harcaması modern yaşamın vazgeçilmez
unsuru olarak sunuluyor. Popüler kültürün de desteklediği hayatı yaşamak için zamanı olmayan, işiyle arabasına hızla giden, oturup bir
kahve içecek yarım saati bile
olmadığı için yürürken kahvesini içen, yetişmesi gereken bir yerler olduğu için yemekten zevk almak yerine
ayakta hızlı şekilde besle-
nen, komşularını veya yerel
esnafı tanımayan modern insanlar oldukça fazlalaştı.
Tüm bunlar çerçevesinde yerel, özgün, geleneksel değerlerin korunması ve yaşatılması, birbirine benzeyen
kentler yerine kendine has
özellikleri öne çıkaran ve koruyan kentlerin desteklenmesi, uluslararası şirketlerle
restoran zincirleri gibi işletmeler yerine yerel işletmelerin varlığının sağlanması,
çevreyle barışık, sürdürülebilir kentler yaratılması bu
hareketin en temel hedefi.
go, birliğin felsefesini iki şekilde yansıtıyor: Birinci husus
salyangozun yavaş hareket
eden bir canlı olması. Böylece hızlı hareket edilerek yapılacak hata ve yanlışların
önüne geçilmesi hedefleniyor. İkinci husus olarak da logonun Cittaslow hareketinin
felsefesini anlatır biçimde
geçmiş ve gelecek arasında
köprü kurması gösteriliyor.
Cittaslow Uluslararası Birliği’
ne üye olmak isteyen kentlerin, birliğin belirlediği 70 kriter çerçevesinde projeler geliştirmesi ve bu projeleri belgeleyerek bir başvuru dosyası haline getirmesi gerekiyor.
Kentler, faaliyetleri üzerinden kriterlerin gerçekleştiril-
me oranına göre değerlendiriliyor ve puan alıyor. Üyelik kriterleri arasında çevre
politikaları, altyapı politikaları, kentsel yaşam kalitesi
politikaları, turizm, esnaf ve
sanatkârlara dair politikalar,
misafirperverlik, farkındalık
ve eğitim için planlar, sosyal
uyum ve ortaklıklar başı çekiyor. Kriterler sürdürülebilirlik felsefesini yansıtacak şekilde sürdürülebilirliğin 3 E’si
olarak ifade edilen economic
(ekonomiklik), environment
(çevre) ve equity (eşitlik) yaklaşımlarına uygun olarak hazırlanmış. Cittaslow olan bir
şehir bu özelliğini ömür boyu
koruyamayabilir. Kriterleri
karşılama konusunda belli
nispette bozulma tespit edildiğinde Cittaslow sertifikası
kentlerin elinden alınabiliyor. Bir kentin Cittaslow olabilmesi için, Cittaslow felsefesine uygun hareket etmesi,
nüfusunun 50 binin altında
olması, yenilenebilir enerji
kullanması, taşıt trafiğini azaltmaya ve yayalaştırmaya
özen göstermesi, gürültü ve
hava kirliliğini engellemesi,
şehrin dokusunu koruması,
organik tarımı tercih ederek
yerel ürünlerin tüketilmesini
desteklemesi ve birliğe sunduğu başvuru dosyası üzerinden yapılan değerlendirmeden geçer puan alması da
gerekiyor.
do, Novellara, Orsara di
Puglia, Orvieto, Pratovecchio, Preci, San Daniele del
Friuli, San Gemini, San Miniato, Santa Sofia, Scandiano,
Todi, Torgiano, Trani, Trevi ve
Zibello İtalya’daki; Eidskog,
Levanger ve Sokndal Norveç
’teki; Biskupiee, Reszel, Lidzbark, Bisztynek, Murowana
Goślina ve Nowe Miasto Lubawskie Polonya’daki; São
Brás de Alportel Silves, Tavira, Lagoa ve Vizela Portekiz’
deki yavaş şehirler. Türkiye’
dense Akyaka, Gökçeada,
Halfeti, Perşembe, Şavşat,
Seferihisar, Taraklı, Uzundere, Vize, Yalvaç ve Yenipazar
Cittaslow şehirler.
Logosu salyangoz
Cittaslow 28 madde ve beş
ek metinden oluşan bir tüzük
çerçevesinde idare ediliyor.
Tüzük’te Cittaslow örgütünün kuruluşu, organları ve
bu organların yapısı, birliğe
üye olmak için aday kentlerin yerine getirmesi gereken
şartlar, birliğin logosu ve
logonun kullanımına ilişkin
bilgiler yer alıyor. Tüzüğün
ilk maddesinden önce birliğin kurulmasıyla ilgili metne
yer verilerek birliğin logosu
ve sloganı belirtilmiş. Buna
göre, birliğin logosu salyangoz. Salyangozun kabuğunda tarihi özellikleri olan binalarla günümüz modern binalarının yer aldığı bir şehir
bulunuyor. Dolayısıyla bu lo-
Yavaşlayın
Hersbruck, Waldkirch, Überlingen, Schwarzenbruck, Lüdinghausen, Marihn, Deidesheim, Wirsberg, Nördlingen ve Bad Schussenried Almanya’daki; Enns, Hartberg
ve Horn Avusturya’daki;
Chaudfontaine, Enghien,
Lens ve Silly Belçika’daki; Aylsham, Berwick Upon Tweed,
Diss, Ludlow, Mold, Perth,
Cockermouth ve Sturminster
Newton Birleşik Krallık’taki;
Svendborg Danimarka’daki;
Kristinestad Finlandiya’daki;
Labastide-d’Armagnac ve
Segonzac Fransa’daki; Midden-Delfland, Alphen-Chaam ve Borger-Odoorn Hollanda’daki; Begur, Bigastro,
Lekeitio, Mungia, Pals ve Rubielos de Mora İspanya’daki;
Falköping İsveç’teki; Abbiategrasso, Amelia, Anghiari,
Bazzano, Borgo Val di Taro,
Bra, Casalbeltrame, Castel
San Pietro Terme, Castelnovo ne' Monti, Castelnuovo
Berardenga, Castiglione del
Lago, Castiglione Olona,
Cerreto Sannita, Chiavenna,
Chiaverano, Cisternino,
Città della Pieve, Città
Sant'Angelo, Civitella in Val
di Chiana, Francavilla al Mare, Guardiagrele, Levanto,
Massa Marittima, Monte
Castello di Vibio, Morimon-
13
Portre
Portre
Elif TAHMİSCİOĞLU
Viktor Orbán
Viktor Orbán, Avrupa'nın en
çok tartışılan liderlerinden biri. Mülteci krizinde ördüğü
tel örgüler, mülteci krizi Avrupa'nın değil Almanya'nın
sorunudur sözleri, liberal olmayan bir Macaristan yaratma projesi ve Riga'daki AB
Zirvesinde Juncker tarafından “merhaba diktatör” diye
karşılanmasıyla tanıyoruz
Orban'ı. Peki kimdir Viktor
Orbán ya da Macaristan'da
yazıldığı şekliyle Orbán Viktor?
Viktor Orbán, 31 Mayıs
1963'te doğdu. 1981'de Teleki Blanka Lisesi’ni bitirdi.
Bu dönemde Komünist Parti'
nin lisedeki gençlik organizasyonun (KISZ) sekreterliğini yaptı. Bir röportajında
1984’teki askerliği sırasında
siyasi görüşlerinin değiştiğini
ve komünist rejime bağlığını
yitirdiğini söyledi. Askerlikten sonra Budapeşte Eötvös
Loránd Üniversitesi’nde hukuk okudu ve 1987'de mezun oldu.
1988’de şu anda da lideri olduğu Fidesz Partisi’nin kurucularından biri oldu. Macarca “Genç Demokratlar Birliği” anlamına gelen Fiatal
Demokraták Szövetsége'nin
kısaltması olan Fidesz, kurulduğu yıllarda antikomünist
ve liberal bir çizgiye sahipti.
Partiye 35 yaşından büyükler
üye olamıyordu. Orbán'ın 16
Haziran 1989'da Imre Nagy'
ın yeniden gömülmesi sırasında yaptığı konuşma siyasi
olarak tanınmasını sağladı.
Konuşmasında serbest seçimlerin yapılması ve Sovyet
birliklerinin çekilmesi çağrısında bulunduğu gibi, komünistlerin geleceklerini ellerinden aldığını da söyledi.
1989 yazında Muhalefet Yuvarlak Masa Müzakereleri’
nde Fidesz'i temsil etti. 1990'
daki parlamento seçiminde
milletvekili oldu. 1992'deki
Liberal Enternasyonel Kong-
resi’nde başkan yardımcısı
seçildi. 18 Nisan 1993'teyse
kuruluşundan itibaren kolektif liderlikle yönetilen Fidesz partisinin ilk tek lideri oldu. Yine 1993'teki bu kongrede parti üyeliği için öngörülen 35 yaş sınırı kaldırıldı.
1994 seçimlerinde oy kaybeden Fidesz, Orbán liderliğinde politika değişikliğine gitti.
Parti orta sağ gruplarla ittifak
kurarak ortanın sağına kaydı. 1995’te partinin adına
“Macar Yurttaş Birliği” eklendi. Partideki bu değişim, partinin önemli isimlerden birkaçının ayrılmasına neden oldu. Öte yandan, bu siyasi
ATAUM
e-bülten
kayma partiye “başarı” getirdi ve 1998 seçimlerinde partinin parlamentodaki sandalye sayısı 20'den 148'e çıktı. Aldığı oy oranı açısından
Macar Komünist Partisi’nin
arkasından ikinci olan Fidesz, parlamentodaki sandalye sayısı açısındansa birinci oldu. Orbán, Macar Demokratik Forumu (MDF) ve
Bağımsız Küçük Çiftçiler, Tarım İşçileri ve Yurttaşlar Partisi (FKGP) ile koalisyon
kurmayı başardı. İlk başbakanlık döneminde Macaristan'ın serbest pazar ekonomisine adapte olmasına ilişkin politikalar izledi. Mart
1999'da ülkesi Macaristan
NATO üyesi oldu. 2000 yılındaki parti kongresinde başbakanlık ve parti liderliğinin
ayrılması kararı a lın dı.
Orbán artık partinin lideri değildi ama başbakan olmayı
sürdürdü. Aynı yıl Fidesz, partinin sağa kayışının bir göstergesi olarak Liberal Enternasyonal’den ayrılarak Avrupa Halk Partisi grubuna katıldı. 2002’ye kadar süren koalisyon, yolsuzluk skandallarıyla sarsıldı ve olaylar iki milletvekilinin istifasına kadar
gitti. 2001’e gelindiğinde koalisyon fiilen yıkılmıştı.
2002 seçimlerinde Fidesz
1998 seçimlerinde olduğu gibi oy oranı açısından ikinci,
sandalye sayısı açısındansa
birinci parti oldu ama bu sefer koalisyonu kurmayı Macar Sosyalist Partisi ile Özgür
Demokratlar Birliği başardı.
Orbán'ın partisi muhalefete
düştü. 1992'de Liberal Enter-
MAYIS 2016
nasyonel'in başkan yardımcısı olan Orbán, 2002 seçimlerinden kısa süre sonraysa
Avrupa Halk Partisi’nin başkan yardımcısı oldu. Bu değişim Orbán'ın siyasi hayatındaki evrimi anlamak açısından önemli. Nitekim Orbán'a sonraki yıllarda öğrenci olduğu günlerden bugüne
olan siyasi değişimi sorulduğunda "O zaman özgürlük
savaşçısıydım şimdi 25 yaş
daha yaşlıyım ve beş çocuğum var. Fikrimi ve davranışlarımı değiştirmesem asıl bu
sorumsuzca olurdu" dediği biliniyor. 2003’e dönersek Orbán'ın parti liderliğine döndüğünü ve 2004’te Fiesz'in
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde birinci parti olduğunu görüyoruz fakat partinin
2006 parlamento seçimlerinde aynı başarıyı gösteremeyip Macar Sosyalist Partisi’nin gerisinde kalması Orbán'ın liderliğinin yeniden
sorgulanmasına neden oldu.
Macar Sosyalist Partisi’nin ülkenin ekonomisine ilişkin
gerçekleri sakladığı anlaşıldığında başlayan protestolarla birlikte Orbán eski popülaritesini kazandı. Özellikle 2008 krizinin ülke ekonomisine verdiği zarar, 2009'da
Orbán'ı tekrar parti başkanı
ve 2010'da da yeniden başbakan yaptı. Parlamento'da
önemli bir çoğunluğa sahip
olan Fidesz, yeniden iktidara
gelişinin ilk yılında on anayasa değişikliği yaptığı gibi
2012'de de yeni bir anayasa
çıkardı. Anayasa’ya hem Macaristan muhalefeti hem de
AB ciddi eleştiriler getirdi.
Anayasanın ülkedeki demokratik hakları kısıtladığı
vurgulandı. Özellikle yargı
kurumlarında hükümet denetiminin artması, Anayasa
Mahkemesi’nin yetkilerinin
kısıtlanması, merkez bankasının bağımsızlığını yitirmesi
ve medyaya hükümet denetimi getirilmesi uygulamaları
çok eleştirildi. Aynı zamanda
anayasada yer alan muhafazakâr ve dini ifadeler de
çok tartışıldı. Otoriterleşme
ve ekonomi yönetimindeki
başarısızlık eleştirilerine rağmen 2014 seçimlerinde
Fiedsz yeniden birinci parti
oldu, tabii Orbán da yeniden
başbakan.
Orbán'ın üçüncü başbakanlık dönemi Nisan seçiminden iki ay sonra yaptığı ve şu
ifadeleri de içeren konuşmayla tekrar Avrupa'nın gündemine oturdu: “Bugünün
dünyasını anlamaya çalışırken en önemli olan konu liberal olmayan demokrasiler
hatta demokrasi olmayan sistemlerin uluslarını nasıl
başarılı kıldıklarıdır.” Orban,
bu duruma örnek olarak da
Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkeleri verdi. Konuşmasını
şöyle sürdürdü: “Liberal yöntemleri terk etmeliyiz, dünyaya da liberal bir açıdan
bakmamalıyız.” Orbán'ın liberal olmayan bir ülke kurma fikri Avrupa tarafından
büyük tepkiyle karşılandı.
Mülteci krizindeki tavrıyla da
çok konuşuldu Orbán. Mülteci akının başlamasıyla birlikte Sırbistan sınırına tel ör-
Portre: Viktor Orbán
Elif TAHMİSCİOĞLU
15
güler örüldü. Nihayetinde Orbán AB'nin mülteci politikasına en sert tepki gösteren liderlerden biriydi ve Visegrad ülkelerini yani Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya'yı yanına almayı başardı.
Orbán göçmenlerin “Avrupa’
nın Hıristiyan geleneğini tehdit ettiğini” dü şü nü yor:
“Brüksel’in kendini hukukun
üstünde görmesine izin veremeyiz. AB’nin kozmopolit
göç politikasının acı meyvelerini dayatmalarına izin vermeyeceğiz. Suç, terörizm, homofobi ve sinagogları ateşe
veren anti-semitizm ithal
etmeyeceğiz” gibi sözlerle
AB'nin mülteci politikasını
her fırsatta eleştiriyor. Türkiye’yle yapılan anlaşmayı
olumlu bulan Orbán, anlaşmada yer alan ve göçmenlerin gönüllü olarak AB devletleri tarafından alınacağına ilişkin maddenin kabulünün
Macaristan’ın diplomatik
başarısı olduğuna inanıyor.
Orbán, AB’de yükselen yabancı düşmanlığının, muhafazakâr sağ siyasetin ve Birlik
içindeki Almanya liderliğine
karşıtlığın en önemli temsilcisi. Önce komünist sonra liberal bir politikacı olarak başladığı siyasi hayatına muhafazakâr bir siyasetçi olarak
devam ediyor. Seçmen yönelimlerini iyi analiz edebilen
pragmatik bir lider olarak görülüyor. Ve bir zaman daha
Avrupa'nın tartışılan isimlerden biri olmaya devam edecek gibi gözüküyor.
Avrupa
Gündemi...
ATAUM
ATAUM-BİM
e-bülten
bulmak isteyene not:
sadece elektronik posta kutusunda bulunur...

Benzer belgeler

İsveç`te İslam Okulu - ATAUM

İsveç`te İslam Okulu - ATAUM tutulabilmesini içeren son bir aşama daha olduğunu ve bu aşamanın nasıl gerçekleştiğini dünya kamuoyuna somut biçimde gösterdi. (devamı 3.sayfada)

Detaylı

Kaybolan Çocuklar - ATAUM

Kaybolan Çocuklar - ATAUM kamu spotlarında bebek yapmayı teşvik edici fazlaca argüman üretilmiş, ayrıca bebek sahibi olan çiftlere Akdeniz ülkelerinde tatil imkanının devletçe sağlanması gündeme gelmişti- bir de dışarıdan g...

Detaylı

Sayı 84 Ekim 2015 - ATAUM

Sayı 84 Ekim 2015 - ATAUM tutulabilmesini içeren son bir aşama daha olduğunu ve bu aşamanın nasıl gerçekleştiğini dünya kamuoyuna somut biçimde gösterdi. (devamı 3.sayfada)

Detaylı

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi ve tarihi çelik üreticisi Outokumpu şirketi de dünya çapında yaklaşık 600 işçisinin ve çalışanının işine son verdi. Bunu rekabet ve öz potansiyellerinin ortaya çıkması için yaptıklarını söyleseler de

Detaylı

Sayı 64 Şubat 2014 - ATAUM

Sayı 64 Şubat 2014 - ATAUM Nisan başında patlak veren Panama belgeleri skandalı, küresel şirketlerin kârlarını arttırmak için maliyetleri düşürmek ve tüketimi arttırmak gibi geleneksel yollardan daha fazlasına başvurdukların...

Detaylı