Sayı 84 Ekim 2015 - ATAUM

Transkript

Sayı 84 Ekim 2015 - ATAUM
ATAUM
e-bülten
Avrupa Gündemi...
Yıl 8 - Sayı 84
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
EKİM 2015
Bilimle Hayatın Kesiştiği Nokta
Yapay Embriyonun Statüsü
Kocasıyla tüp bebek yapmaya karar veren İtalyan kadın, kendisinden alınan embriyolar gerekli işlemlere tâbi
tutulamadan partnerinin ölmesi üzerine embriyolarını tedavisi zor hastalıkları araştıran bir bilim kurumuna
bağışlamaya karar verir. İtalyan iç hukuku buna izin vermediği için de konu AİHM’in önüne kadar gider.
AİHM Büyük Dairesi, davaya konu yasağın Sözleşme’de düzenlenen özel hayata saygı maddesini ihlal etmediğine karar
verse de, özellikle Yargıç Sajó’nun karşı görüşü oldukça dikkat çekici. Zira Sajó’yo göre, konu kişinin sahip olduğu selfdeterminasyon hakkıyla ilişkili ve davacı embriyosunu zaman içinde yok olması yerine yaşam süresini uzatan bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere bağışlama hakkına sahip. Ayrıca “ahlaki değerleri koruma” gerekçesi de yersiz.
ÖZEL HAYAT-BİLİM-DEVLET
Yasemin KARADAĞ
İtalya’da bir çift, 2002 yılında tüp bebek yapmaya karar verirler ve bu amaçla kadından beş adet embriyo alınır ve
saklanır. Ne yazık ki, bir yıl sonra, henüz embriyolar üzerinde işleme başlanmamışken, 2003’te kadının partneri vefat eder. Hal böyle olunca kadın hamilelik sürecinin hiç başlatılmamasına ve embriyoları da tedavisi zor olan hastalıkların araştırılması üzerine bilimsel araştırmalar yapan bir kuruma bağışlamaya karar verir. Gelgelelim, İtalyan iç
hukuku 2004’te yürürlüğe soktuğu düzenlemeyle, bilimsel amaçlarla bile olsa in vitro (yapay yollarla üretilen) embriyo üzerinde deneyler yapılmasına izin vermemekte ve yapanların da iki ila altı yıl arasında hapis cezasına çarptırılmasını öngörmektedir. (devamı 3.sayfada)
AB’de Günah Keçisi
Schengen!
Yunanistan Erken
Seçimleri
Finlandiya
Isınıyor
Portekiz’de
Eylül…
H. Kardelen IŞIK
sayfa 4-5
Melisa TEKELİ
sayfa 7
Aygün KARLI
sayfa 8
Ayşe Elif YILDIRIM
sayfa 9
İşçi Partisi’nde
'Corbyn' Dönemi
Katalonya’nın
‘Bağımsızlık’ Seçimi
Kimin Savaşı,
Kimin Silahı
‘Avrupa Süt Denizinde
Boğuluyor!’
Onur HAZNEDAR
sayfa 10-11
Esra AKGEMCİ
sayfa 12
Damla ÜNSEVER
sayfa 13
Elâ BİLGEN
sayfa 14
üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected]
2
Alaska İklim Zirvesi
Aygün KARLI
EKİM 2015
ATAUM
e-bülten
Alaska İklim Zirvesi
Aygün KARLI
Son yıllarda tüm ülkeleri ilgilendiren en önemli konulardan biri de şüphesiz ki iklim
değişikliği ve bunun insanlığa nasıl etki edeceği. Nitekim iklim değişikliği konusunda çeşitli konferanslar düzenleniyor. Muhtemelen bunların en önemlileri de ulusla-
rarası düzlemde bağlayıcılığı
sınırlı olsa da tüm ülkelerin
ortak karara varabildikleri
BM İklim Zirveleri. Bu zirveler
bir yana, özellikle iklim değişikliği açısından çok büyük
önem arz eden kimi bölgelerin iklimini kurtarmayı hedefleyen ve dünya iklimi ko-
nusunda fikir vermesi açısından önem taşıyan çeşitli organizasyonlar, araştırma
grupları ve zirveler de oluşturuluyor. Bunlardan sonuncusuysa, Alaska üzerinde
hak iddia eden devletlerin katılımıyla gerçekleştirilen
Alaska İklim Zirvesi. Zirve,
ABD başkanı Barack Obama’nın da katılımıyla ciddi
bir iklim platformu oluşturmaya gayret göstermişti. Fakat gerçekten öyle mi oldu,
bunu Aralık’ta Paris’te yapılacak Birleşmiş Milletler İklim
Zirvesi’nde gözlemleyeceğiz.
Paris öncesi Alaska İklim Zirvesi
Son zamanlarda Kuzey Avrupa ülkelerinin de dikkatini çeken ve iklim değişikliği konusunda hayli önem taşıyan
Alaska İçin Global Liderlik
Konferansı’na bilim insanları, aralarında Norveç Dışişleri Bakanı Borge Brende’nin
de olduğu politikacılar ve
Alaska’nın paydaşlarının
temsilcileri de katıldı. Daha
da önemlisiyse, bu konferansa Alaska’nın yerli halk liderlerinin de katılmış olması.
Güvenlik, acil durum hazırlığıyla iklim ve kaynak yönetimi alanında gerçekleştirilen bu konferans, Aralık’ta
Paris’te düzenlenecek BM
İklim Konferansı öncesi liderlerin ve devletlerin iklim
konusunu ne kadar önemse-
diğine dair bir gösterge olarak algılanıyor. Zira Alaska
bölgesi iklim değişikliğinin
gözle görülebilir oranda en
belirgin olduğu yer. ABD Başkanı Barack Obama da bu
konferansa katılarak geçtiğimiz senelerde iklim değişikliği konusunda atılan geri
adımları bir nebze de olsa Paris Konferansı’ndan önce ile-
ri götürmeye niyetli gözükmüşe benziyor. Ne var ki,
özellikle kendinden sonraki
parti adayı için bir yol açmayı
düşünen Obama’nın konferansta daha çok başkanlık seçimine oynadığı fikrini gündeme getirenler de var.
Alaska İklim Zirvesinin ‘Politikleşmesi’
Çeşitli bilimsel kuruluşların
öncülüğünde düzenlenen ve
hak iddia eden devletler açısından da büyük önem arz
eden Alaska İklim Zirvesi’nin
ABD Başkanı Obama’nın katılımıyla politikleştiğini öne
sürenlere göre, zirve araçsallaştırıldı ve konu ABD iç işlerine bir anlamda malzeme
yapıldı. Dahası, yaklaşan
başkanlık seçimleri öncesi
tüm dünyayı ilgilendiren bir
konu hakkında ve çeşitli hazırlıklarla gerçekleştirilen bu
konferansta Başkan Obama’
nın tavrı da Paris İklim Zirvesi
öncesi büyük hayal kırıklığı
yarattı. Geçtiğimiz yıllarda yine BM’nin öncülüğünde ger-
çekleştirilen ve taraf devletlerin anlaşmaya vardığı Rio
Konferansı da ABD özelinde
büyük bir hayal kırıklığı yaratmış, ABD hazırlıklarına katıldığı bu anlaşmayı onaylamayarak eleştiri çekmişti. Zira ABD dünyanın amiral gemisi olarak görülüyor ve sanayi yönünden çevreye en
çok zararı veren ülkenin Kyoto Protokolü’ne taraf olmaması imzacı devletlerle
ekolojistlerin yoğun eleştirisini çekecek kadar önemli bir
sorun. İşte Alaska’da da benzer bir senaryonun söz konusu olduğu fikri yaygın.
İklim açısından Alaska’nın önemi
International Arctic Science
Committee (IASC) adıyla bilinen Uluslararası Arktik Bilim Komitesi’nin yaptığı
araştırmalara göre, Arktik gelecekte ve şu anda iklim değişikliklerinin okyanus tabanlarındaki mercanlarla birlikte en belirgin olduğu yerlerden biri. Özellikle dünya
iklim değişiklikleri ve dünyanın yapısal tarihiyle alakalı
büyük araştırmaların çoğunluğu Arktik bölgesinde yapılıyor. Dünyanın önde gelen
ülkelerinin hükümet dışı organizasyon olarak parmağının bulunduğu bu komite de
iklim ve bunun gibi konuları
araştırmak için bölgeye istasyonlar ve araştırma komisyonları götürüyor. Özellikle el değmemiş tarihi eski
olduğu için yoğun bir petrol
kaynağı birikiminin olduğu
düşünülen Arktik üzerinde
birçok ülke hak iddia etse de,
uluslararası hukuk açısından
bölgede geçerli herhangi bir
anlaşma henüz yok. ABD’yse
bölgeyi hegemonyası altına
alma konusunda ısrarcı. Ancak çevreci kuruluşlar ve
ekoloji aktivistleri ABD’nin
ve petrol şirketlerinin bölge
üzerindeki “istismarlarını”
uluslararası kamuoyuyla
paylaşarak konuyu tüm dünyanın gözleri önüne sermeyi
planlıyor. Alaska’nın önemi
Paris İklim Zirvesi kapsamında da ele alınacağa benziyor. Ancak görüşmelerde alınacak kararların ABD nezdinde ne tip bir bağlayıcılık
yaratacağı şimdilik Beyaz
Saray’da gizli bir bilgi olsa
gerek. Öte yandan, Aralık’ta
yapılacak konferansın sonuçları en çok da üçüncü dünya ülkelerindeki hayatı etkileyecek. Mars’ta su kaynağının bulunmasıyla ütopya gibi
düşünülen başka bir gezegene taşınma fikri ileriki bir
zamanda ciddi ciddi gündeme gelirse, yaşadığımız dünyaya ne ölçüde önem vereceğiz, buysa belirsizliğini
koruyor.
ATAUM
e-bülten
Bahse konu embriyonun sahibi Adelina Parrillo, İtalya’
da iç hukuk yollarını tükettikten sonra 2011’de davayı
AİHM’e taşıdı. Parrillo, başvurusunda, bilimsel araştırma yapılması için embriyosunu bağışlamasının yasaklanmasının AİHS’in 1 No’lu
Protokolü’nün 1. maddesinde belirtilen mülkiyet hakkının ve AİHS’in 8. maddesinde düzenlenmiş olan özel hayata ve aile hayatına saygı
maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle şikâyetçi oldu. Büyük Daire tarafından görülen
davada mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına karşılık
Mahkeme, bu davada oldukça tartışmalı ve hassas bir ko-
EKİM 2015
Yapay Embriyonun Statüsü
Yasemin KARADAĞ
nu olan yaşamın nerede başladığı sorusunu tartışmaya
gerek olmadığını belirttikten
sonra bu hak çerçevesinde
embriyonun “mal” olarak kabul edilemeyeceğini belirterek, davanın bu maddeye
ilişkin kısmını kabul edilemez buldu. 8. maddenin ihlal edildiği iddiasına karşılıksa Büyük Daire, demokratik
bir toplumda böyle bir yasağın gerekli olup olmadığına
karar verirken, ahlaka ve etiğe ilişkin kritik hususları içeren böyle bir konuda İtalya’
nın geniş takdir yetkisi olduğuna, dolayısıyla 8. maddenin de ihlal edilmediğine karar verdi.
AB ve Konsey üyesi ülkelerde embriyonun statüsü
AİHM, embriyonun bağışlanmasının yasaklanmasına
dair İtalya’nın geniş takdir
yetkisi olmasına dayanak
olarak, Konsey üyesi ülkelerde bu konuda konsensüs olmamasını ve uluslararası düzenlemelerde de konunun
ele alış biçimini gösterdi.
Konsey üyesi ülkelerden yalnızca Belçika, İsviçre ve Birleşik Krallık insan embriyosu üzerinde bilimsel çalışma yapılmasına ve bu amaçla embriyo üretilmesine izin veren
yasal düzenlemelere sahip.
Üye ülkelerden Slovakya, Almanya ve Avusturya’ysa İtalya’da olduğu gibi embriyo üzerinde bilimsel çalışma yapıl ma sı nı ya sak lar ken,
embriyonun sağlığının korunmasının geliştirilmesi
üzerine yapılan çalışmalara
ya da yurt dışından getirilen
hücreler üzerinden çalışılmasına izin vermekte. Andora, Letonya, Hırvatistan ve
Malta’daysa embriyo üzerinde her türlü bilimsel çalışma
yapılması yasaklanmış dur um d a. Üye ül ke ler den
16’sının iç hukukunda bu konuda herhangi bir yasal düzenleme bulunmazken, bu ülkelerden Türkiye’nin ve Ukrayna’nın pratikte kısıtlayıcı
uygulamalara sahip olduğu,
Rusya’nınsa embriyo üzerinde bilimsel çalışma yapılmasını yasaklayan herhangi bir
uygulamasının bulunmadığı
bilinmekte.
Konuyla ilgili uluslararası düzenlemelere baktığımızdaysa, karşımıza Avrupa Konseyi’nin aldığı tavsiye kararları
çıkıyor. Bu metinlerde genel
olarak, doğrudan üzerinde
bilimsel çalışma yapılması
amacıyla in vitro (yapay olarak – tüpte üreme) ya da in
utero (uterus içinde) embriyo
ya da fetüs üretilmesinin yasaklanması gerektiği belirtilmekte. 4 Nisan 1997’de ka-
bul edilen, Avrupa’da biyoetik hukukunun oluşturulmasına öncülük eden ve “Oviedo Sözleşmesi” olarak da bilinen İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin 18. maddesine göre, kanunun in vitro embriyo üzerinde bilimsel
çalışma yürütmesine izin vermesi halinde, embriyo için
uygun koruma sağlanması
da zorunlu. Aynı maddeye
göre, salt bilimsel çalışma yürütülmesi için embriyo üretilmesi yasaklanmış durumda.
Konsey bünyesinde oluşturulan Biyoetik Gözlemci
Komitesi’nin 2003’te yayınladığı raporda da in vitro insan embriyosunun korunması gerekliliği üzerine
Avrupa’da geniş bir konsensüs olduğu ve fakat embriyonun statüsünün tanımına
ilişkin tartışmalarla birlikte
derin farklılıkların görüldüğü belirtilmekte. Bu çerçevede, ülkeden ülkeye in vitro
embriyonun yaratılması ve
kullanılmasına ilişkin farklılıkların olabileceği, ancak bu
işlemler sırasında embriyonun uygun koşullarda muhafaza edilmesi gerekliliği
hususunda da Konsey üyesi
ülkelerin hem fikir olduğu
vurgulanmakta. Bu konuya
ilişkin Birlik hukukunda da
Avrupa etiği, insanlık onuru,
çoğulculuk gibi kavramlar
çerçevesinde birtakım düzenlemeler bulunmakta. Birlik hukuku ve Avrupa Konseyi çerçevesinde konuya ilişkin gerçekleştirilen düzenlemelerin çoğunun, embriyonun statüsü, embriyo üzerine
araştırma yapılıp yapılamayacağı, yapılacaksa azami
ölçüde şartların neler olması
gerektiği ve meselenin etik
ve ahlaki boyutu çerçevesinde embriyonun yasal düzenlemelerle korunması gerekliliğine ilişkin olduğu görülmekte.
Büyük Daire’nin kararında Yargıç Sajó’nun karşı oyu
Başvurucunun in vitro embriyosunu bilimsel araştırma yapılması amacıyla bağışlamasının yasaklanmasının, Sözleşme’de düzenlenen özel
hayata saygı maddesini ihlal
etmediğine Büyük Daire, Yargıç Sajó’nun aleyhte oyuna
karşılık 16 lehte oyla karar
verdi. Bu noktada, Sajó’nun
karşı oyunda sunduğu argümanlar, meseleye bilimsel
açıdan yaklaşması sebebiyle
önemli nitelikte. İlk olarak
Yargıç, özel hayata saygı hakkının, tam da Mahkeme’nin
de vurguladığı üzere, kişinin
sahip olduğu self-determinasyon hakkıyla ilişkili olduğunu ve hatta bu hakkın bizzat uygulanması anlamına
geldiğini vurgulamakta. Bu
çerçevede, başvurucu embriyosunu zaman içinde yok olması yerine, yaşam süresini
uzatan bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere bağışlama hakkına sahip. Yargıç Sajó, davanın ebeveynlik
ya da fetüs hakkı tartışması
bile olmadığını, kişinin kendi
hücresine ilişkin otonom ve
özgür bir şekilde karar verebilmesine ilişkin olduğunu
vurgulamakta. Kaldı ki, başvurucu embriyosunu üremede kullanılması amacıyla
üçüncü kişilere bağışlamayacağını da bildirmişken,
bu durumda embriyonun süresiz olarak muhafaza edilmesi dışında seçenek kalmıyor.
Dahası Yargıç Sajó, başvurucunun kararının İtalyan iç
hukukunun ilgili düzenlemesi ni ih lal et ti ği ne da ir
Hükümet’in sunduğu ve
Mahkeme’nin de kabul ettiği
gerekçelerin dayanağının yetersiz olduğunu dile getirmekte. Zira İtalyan iç hukukunda gösterilen ve Mahkeme’nin de aynen benimsediği bu dayanaklar, ahlaki değerlerin ve “diğerlerinin” haklarının korunması olarak belirtilmiş. Gelgelelim Mahkeme, kararının gerekçesinde
embriyonun bağışlanma-
sının İtalya’da kamu ahlakının bozulmasına ne şekilde
yol açacağına dair herhangi
bir açıklama getirmemekte.
Ayrıca Mahkeme, davalı Hükümet’in “embriyonun sahip
olma olasılığının olduğu yaşam hakkının korunmasının,
‘diğerlerinin’ hak ve özgürlükleriyle ahlaki değerlerinin
korunması amacıyla eşdeğer tutulabileceği” argümanını benimserken “diğerleri”
kavramının diğer embriyoları mı yoksa insanları mı kapsadığını belirtmemekte. Kaldı ki, Mahkeme davanın mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin
kısmını kabul edilemez bulurken, embriyonun yalnızca
“mal” olmadığını belirtmekle yetinerek, embriyonun statüsüne dair herhangi bir
açıklamada da bulunmamakta. Son olarak Yargıç
Sajó, yurt dışından getirilen
embriyolarda bilimsel araştırma yapılmasına ve kürtaja
izin veren yasal düzenlemelere sahip olan İtalyan iç hu-
kukunun “potansiyel yaşama olasılığına sahip olduğu”
gerekçesiyle in vitro embriyo
üzerinde araştırma yapılmasını yasaklamasının mantıklı
bir açıklaması olmadığına
dikkat çekmekte. Bu durumsa, İtalyan iç hukukunda in
vitro embriyonun, insan içinde oluşmuş embriyonun sahip olduğu hukuki korumadan çok daha güçlü bir korumaya sahip olduğu anlamına gelmekte.
Sonuç olarak AİHM, in vitro
embriyonun bilimsel amaçla
kullanılmasını yasaklayan
hukuki düzenlemenin, Sözleşme’nin özel hayata saygı
hakkını ihlal etmediğine hükmetti. Bundan sonra konuyla
ilgili önüne gelen davalarda
Mahkeme, bu davadaki yaklaşımını takip edecek mi bilinmez ama gerek Avrupa
Konseyi gerekse Birlik düzenlemelerinin taşıdığı belirsizliklerden ve tartışmalardan AİHM kararları da nasibini alacak gibi duruyor.
3
42
AB’de Günah Keçisi Schengen!
H. Kardelen IŞIK
ATAUM
EKİM 2015
e-bülten
AB’de Günah Keçisi Schengen!
H. Kardelen IŞIK
Wolfgang Becker’in klasik
trajikomedisi “Good bye
Lenin!”de Doğu Almanya’
nın yıkılışına doğru bir kadın
kalp krizi geçirerek sekiz ay
komada kalır ve Berlin Duvarı’nın yıkılışını kaçırır.
Uyandığında yeni bir atağı
önlemek için çocuklarının
yarattığı yapay bir Doğu Almanya’da yaşamaya başlar.
En sonunda oğlu Alex, arkadaşıyla birlikte çektiği ve ilk
Alman kozmonotu Sigmund
Jähn'ın Doğu Almanya’nın
yeni başkanı olarak Duvar’ın
yıkıldığını açıkladığı haber videosuyla gerçekleri çoktan
fark etmiş olan annesine anlatır. Videoda başkan Sigmund Jähn'ın Duvar’ın neden kaldırılmaya karar verildiğini anlatır ve devam eder:
“duvarın yıkılmasından kısa
bir süre sonra, bir çok Federal Almanya Cumhuriyeti
vatandaşı Demokratik Alman Cumhuriyeti’ni ziyaret
etme fırsatı yakaladı, çoğu
kalmak istedi. (...) Herkes
kendi hayatı için savaşamayabilir. Bu insanlar farklı bir
hayat istediler. Arabalar,
videolar ve TV’ler her şey demek değil. Onlar aynı zamanda kalıcı bir barış hayal
ettiler. Sadece sağlıklı, dinç
ve umutlu bir yaşam isti-
yorlar.”
Berlin Duvarı’nın yıkılması,
çeyrek yüzyıl önce dünyanın,
ulusların, bireylerin ve hatta
ortak Avrupa projesinin
“kaderini” nasıl değiştirdiyse
bugün Avrupa’nın Schengen
duvarlarına dayanan mülteciler de bir yandan kendi kaderlerini değiştirmek isterken diğer yandan da önlerinde yeni Berlin Duvar’ları
örülüyor. Eylül’de yaz uykusundan mülteci kriziyle
uyanan AB, bugün sıklıkla dile getirildiği gibi İkinci Dünya
Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük mülteci krizinin sonuçlarını sadece İtalya
ve Yunanistan kıyılarında
kontrol altına almaya çalışarak saklayamıyor.
Özellikle “Arap Baharı”yla
birlikte Kuzey Afrika’dan gelen göçmenlerden bu yana
sorunu “ne şekilde olursa olsun durdurmaya çalışarak”
ya da “Avrupa’ya ulaşmış
olanları kontrol altına almaya çalışarak” ele almayı tercih eden Avrupa’da sığınmacı krizi, Eylül boyunca üst üste yapılan toplantılar ve birbiri ardına yapılan açıklamalarla oldukça sıcak geçti.
Almanya’nın bu yıl sonuna
kadar 800 bin göçmeni alacağını açıklayan Merkel, he-
men ardından AlmanyaAvusturya arasında sınır
kontrollerine yeniden başlana ca ğı nı da du yu ra rak
“mülteci krizinin Avrupa’nın
temel değerlerinin sorgulanmasına yol açabileceği” uyarısını teste koydu. Suriye’den
Almanya’ya ulaşabilenler
için göçmenlerin AB’ye ayak
bastığı ilk ülkeye geri gönderilmesini de içeren Dublin Anlaşması kriterlerinin uygulanmayacağını açıklayarak
bir anda sığınmacıların
“Merkel anasına” dönüşen
Angela Merkel’in Schengen
açıklamasıysa domino etkisi
yarattı. Nitekim halihazırda
Almanya-Avusturya ve Slovakya-Avusturya-Macaristan
arasında sınır kontrolleri yeniden yürürlükte. Hollanda
girişlerdeki noktalarda kontrollere başlarken, Polonya’ysa Schengen dahilinde
alınabilecek önlemleri tartışıyor. Avusturya’nın insan kaçakçılarının engellenmesine
yönelik olarak Macaristan’
dan gelen araçları kontrole
başlamasıysa Schengen uygulamasını zorlayan cinsten.
AB’nin Schengen sınırı olan
Macaristan-Sırbistan sınırındaysa mültecileri engellemek için tel örgüler çoktan çekilmiş durumda. Öyle ki, Sır-
bistan sınırına örülen tel duvar Macaristan’la Fransa
arasında Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’nun duvarın “Avrupa’nın temel değerlerine aykırı olduğunu”
söylemesi nedeniyle diplomatik krize yol açtı bile.
Eylül’de son olarak Avrupa
Komisyonu’nun “dayanışma
çağrısıyla” yaptığı zorunlu kota önerisine karşı çıkan
Macaristan’ın Polonya, Çek
Cumhuriyeti ve Slovakya’yla
görüş ayrılığı da giderek derinleşiyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı
Jean-Claude Junker’in Eylül’de AB’nin 2016 yılı için önceliklerini açıkladığı konuşmasında Schengen Antlaşması’nın Avrupa entegrasyonun özel sembolü olduğunu bir kez daha hatırlatması,
yine Juncker’in ağzından “AB
iyi durumda değil” cümlesiyle birlikte gündem getirdiği “21. yüzyılda ‘zamanın
ruhu’ nasıl bir Avrupa istiyor?” sorusu bir kez daha
gündeme oturtacak gibi görünüyor. Tabii, 20. yüzyılda
olduğu gibi 21. yüzyılda da
bu konudaki tavrıyla Almanya’nın atacağı adımların sonuçlarının belirleyici rolünü
de akıldan çıkarmamak gerek.
Krizler Avrupası: 'Siyaset bazen zor olabiliyor'
2008’de başlayan Euro krizinin kuzeyle güneyini ayrıştırdığı AB, mülteci kriziyle
birlikte sığınmacılara kapı-
ların açılmasına yönelik olarak Merkel’in “ahlaki zorunluluğu” yürürlüğe koyma
teşvikine karşılık Orban’ın
“ahlaki emperyalizm” suçlamasıyla bu kez de batı-doğu
ekseninde görüş ayrılıklarını
derinleştiriyor. AB’de siyasi
entegrasyonun iki gurur
kaynağından biri olan Euro’
nun ne yarattığı sonuçlar ne
de Almanya’nın tutumunun
2 ATAUM
e-bülten
EKİM 2015
sonuçları halihazırda aşılmış mek istese Almanya bunu ideğil; şimdiyse Almanya’nın dare edemez” şeklindeydi. Oyeniden sınır denetimlerine laydan yalnızca bir kaç hafta
başlayarak bir diğer kaza- sonra Almanya sığınmacılanım olan Schengen’i askıya ra çoktan kapılarını açmış
alması, “Merkel bu kez ne hatta ayrılacak bütçe ve enyapmak istiyor?” sorusunu tegrasyon konularına yogündeme taşıyor.
ğunlaşmıştı bile. Seçimlerin
Zira Temmuz’da Almanya yaklaştığı Almanya’da olası
Başbakanı Angela Merkel’in, yeni dönemine hazırlanan
“Bizim İçin Önemli Olan Merkel için siyasetin zor olAlmanya’da İyi Bir Yaşam” ad- duğu aşikar. Hele ki sığınlı etkinlik kapsamında Filis- macı kararının Avrupa’yı oltinli mülteci bir kızın iltica baş- duğu gibi Almanya’yı da bölvurusuyla ilgili söylediklerine düğü düşünüldüğünde. Buverdiği yanıt “siyaset bazen rada sorulması gereken sozor olabiliyor. Göçmenlerin ru, pragmatik oluşu ve kritik
hepsi Almanya'da ka-lamaz, kararlardaki ihtiyatlı tavrı nebazıları evlerine dönmek zo- deniyle hızlı reaksiyon verrunda. Hepsi buraya yerleş- meyişiyle ünlü olan Merkel’
in Schengen’le u dönüşünü
neden yaptığı. Nitekim bazıları bunu 2011’de Fukuşima’dan sonra Merkel’in nükleer enerjiden vazgeçtiğini açıklamasıyla karşılaştırırken
(yine seçimlerin o tarihte de
yakın olduğunu hatırlamak
gerek), diğerleriyse Almanya
ekonomisinin giderek azalan doğum oranları nedeniyle bir yandan göçmenlere
ihtiyacı olduğunu ancak Alman siyasetinde “göçmen fikrini kabul ettirmenin” geleneksel olarak kolay olmayışına yoruyor. İçerdeki etkilerinin sonuçlarını görmek için
henüz erken olsa da, Almanya’nın AB’nin geleceği i-
AB’de Günah Keçisi Schengen!
H. Kardelen IŞIK
çin planlarını öngörmede
Merkel’in Ağustos’ta yaptığı
bir basın toplantısında söylediği şu cümleler yeterli gözüküyor: “Eğer sığınmacıların adil dağılımı konusunda uzlaşamazsak bazıları da gündemine Schengen Antlaşması’nı alacaktır.” Böylelikle,
şimdilik göçmenler için Avrupa’da ortak tavır alınması ve
uygulamaya koyulması zor
gözüktüğüne göre, Almanya’nın Schengen hamlesiyle
bu krizi tek başına üstlenmeyeceği mesajı verildiğini
söylemek yerinde olsa gerek.
Schengen krizi: Ne ilk ne de son
Schengen Antlaşması, Soğuk Savaş’ın bitmesinden
sonra 1990’larda üye devletlerin kalıcı bir ekonomik refah umuduyla ulusal egemenliklerinden birçok hassas alandan vazgeçtiği bir ortamda hayata geçirilmişti.
Ancak son yıllarda 1990’
ların “zamanın ruhu” olan
iyimserliğinin kay bo lu şu
Avrupa’nın Euro krizi ve
onun siyasal alanda en büyük göstergesi olan ulusal
egemenlik kaygıları, aynı zamanda Avrupa-şüphecisi
olan sağ partilerin yükselişi
üzerinden kendini göster-
meye başladı bile. Nitekim
bu kriz anının faturası da
Schengen’e yeni kesilmiş değil.
1995’te uygulamaya koyulduktan sonra 2013’te değişikliğe uğrayan Schengen
Antlaşması, “güvenlik açısından bir kriz durumuyla karşı
karşıya kalındığında” serbest
dolaşımı kontrol etmeye olanak veriyor. Sınırları belirlenmiş ve zaman konusunda katı bir yelpazede olan bu
kontrollerse istisna ve başvurulacak son önlem olarak yer
alıyor.
Fransa 2005 Londra bomba-
lamalarından sonra sınır
kontrolleri başlatmış, Avusturya, Portekiz ve Almanya’ysa FIFA Dünya Kupası gibi spor karşılaşmalarında bu
istisnayı kullanmıştı. 2011’
deyse Danimarka’da hükümeti dışardan destekleyen
aşırı sağcı Danimarka Halk
Partisi’nin büyük çabasıyla
İsveç ve Almanya sınır kapılarına kontrol noktaları
koyulmuştu. Fransa’daysa
Schengen İtalya’yla 2007’de
yaşanan krizlerde Sarkozy’
nin aldığı tavırdan bu yana
gündemden düşmüyor. Nitekim daha Temmuz’da İtal-
5
ya üzerinden trenle Fransa’
ya giren mülteciler bağlamında Schengen tartışması
bir kez daha alevlendi. Ancak Schengen’i asıl tartışmaya açan, “Birliğin sınır bekçileri” Akdeniz ülkelerinin
2011’in ilk aylarından bu yana yaşadıkları mülteci krizlerinde Brüksel’den bekledikleri desteği görememeleri
oldu. Nitekim Ekim 2013’te
İtalya’nın Lampedusa sahilinde yaşananlar bu durumu
fazlasıyla gözler önüne sererken, Yunanistan’ın durumuysa çoktan kontrolden
çıkmış halde.
6
Tsipras'ın İkinci Zaferi
Maria KONSTANTINOPOULOU
ATAUM
EKİM 2015
e-bülten
Tsipras'ın İkinci Zaferi
Maria KONSTANTINOPOULOU
Yunanistan Başbakanı ve
Syriza lideri Aleksis Tsipras,
20 Ağustos 2015 tarihinde
hükümetinin istifasını cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos’a sunmuştu. Bu durum Tsipras’ın yedi aylık başbakanlık dönemi bitmiş gibi
gösteriyordu. Ancak Tsipras’
ın istifasının perde arkasına
bir göz atmak gerek.
Malum, Tsipras, Ocak 2015’
te seçimleri kazandı ve Bağımsız Yunanlılar Partisi Genel Başkanı Panos Kamenos’la anlaşarak koalisyon
hükümeti kurdu. Bu hükümet iki önemli olaya imza attı: 5 Temmuz referandumu
ve 3. memorandumun onaylanması.
5 Temmuz 2015’te yapılan
referandumda Yunan halkı
şöyle bir soruya karşı karşıya
geldi; 25 Haziran 2015 tarihinde Troyka tarafından sunulan anlaşma metni iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm
“Mevcut programın tamamlanması için reform ve ötesi”,
ikinci bölümse “Borç sürdürülebilirliği ön analizi”. Troykanın programına katılma-
yanlar (HAYIR) Troykanın
programına katılanlar (EVET)
Katılımın yüzde 62.50 olduğu referandumun sonunda
Yunan halkının yüzde 61.31
hayır, yüzde 38.69’uysa evet
dedi. Aslında bu seçimden
sonra Tsipras’ın Avrupa’ya
rest çekeceğini bekleniyordu. Ancak Tsipras, Avrupa zirvesine katıldı ve bu zirvenin
sonucu olan 3. memorandumu da meclise getirdi.
Tsipras’ın memorandumu
meclise getirilmesiyle SYRIZA içindeki fikir ayrılıkları da
su yüzüne çıktı. Parti içindeki
sol platform grubunun lideri
ve bakan Lafazanis, Tsipras’a karşı gelerek memorandumu kabul etmediğini
ve red oy vereceğini açıkladı.
Gerçekten de böyle oldu ve
Lafazanis’in grubu memoranduma hayır dedi. Fakat
memorandum, Altın Şafak
ve Kömünistler hariç diğer
partilerin desteğiyle meclisten geçti.
Bunun üzerinde Tsipras, parti
içindeki durumu toparlamak
amacıyla erken seçime gitmeye karar verdi. 20 Eylül’de
yapılan erken seçimlerden çı- nusu “alarm verici”, çünkü
kan tablo aslında büyük öl- kriz devam ederse partinin
çüde Tsipras’ın istediği gibi ol- daha da güçleneceği düşüdu. Hatta seçimlerin “tek” ga- nülüyor. Seçimlerden dörlibinin Tsipras olduğunu söy- düncü çıkan PASOK’un melemek mümkün. Tsipras’ın zardan döndüğü söylenebilir
kararlı tutumu ve sadece ye- çünkü Yorgo Papandreou sedi aylık başbakanlık döne- çime girmeme kararı vermişminde insanların gözünde ya- ti ve Demokratik Sol partiyle
rattığı mağdur imajı seçimle- işbirliği yaparak aslında parri tekrar kazanmasına yar- tisini resmen kurtarmış oldu.
dım etmiş gibi duruyor. Aynı Ama bu seçimlerin esas
zamanda Yunan halkı, yedi sürprizi Merkezcilerin Partisi’
aylık bir dönemin Tsipras’ın nden geldi. Partinin Genel
kendisini kanıtlaması için kı- Başkanı olan Vasilis Levedis,
sa bir süre olduğunu düşü- 20 senedir Atina’nın yerel kanüp, bir dönem daha şans nalına çıkıyor ve insanlar tavermek istemiş de olabilir.
rafından alay konusu yapılıYeni Demokrasi Partisi’nin yordu. Fakat şimdi Levedis’in
Genel Başkanı Adonis Sa- istikrarlı tutumunun “neden
maras’ın referandum gecesi olmasın” şeklinde düşünenistifa etmesiyle yeni genel ler tarafından desteklendiği
başkan seçilinceye kadar bu anlaşılıyor. Bu sonuçta , yılgörevi üstlenen Vagelis Mei- lardır meclise girenlerin vamarakis, kararsızları partinin atlerini pek de yerine getiretrafında toplanmayı bece- memiş olması da rol oynaremedi ve oylarını sadece mışa benziyor.
0.3 artırarak ikinci parti ola- Seçimlerin bir diğer galibiybildi. Son seçimlerde olduğu se, neredeyse yüzde 50’yi bugibi, Altın Şafak bu sefer de lan kararsızlar. Bu da aslında
oylarını artırdı ve parlamen- insanların yeni bir şey aratoda üçüncü parti konumuna dıklarını ve eski sistemden
geldi. Aslında Altın Şafak ko- bıktıklarını gösteriyor.
ATAUM
e-bülten
İletişim
Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)
Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara
Telefon: 0 (312) 362 07 62
Faks: 0 (312) 320 50 61
Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten
E-posta: [email protected]
Editör: Erdem DENK
Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK
* Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz.
* ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir.
* Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir.
* Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık)
2 ATAUM
e-bülten
EKİM 2015
Yunanistan Erken Seçimleri
Melisa TEKELİ
7
Yunanistan Erken Seçimleri
Melisa TEKELİ
Yunanistan'da Ocak 2015 seçimlerinden sonra bu kez de
20 Eylül'de erken seçimler
gerçekleştirildi. Alınan erken seçim kararı dışarıdan
bakıldığında fazlasıyla ilgi çekici görünse de bu, Yunanistan'da son 6 yılda düzenlenen beşinci erken seçim.
Eylül’de tekrar sandığa gidilmesiyse aslında SYRIZA'nın
meclis çoğunluğunu Ağustos’ta kaybetmesiyle neredeyse kaçınılmaz hale gelmişti.
Ocak’taki seçimler sadece
Yunanistan'ın değil tüm dünyanın gündemindeydi. Radikal Sol Koalisyon SYRIZA'nın
zaferi olarak değerlendirilen
seçimlerden sonra ülkenin
içinde bulunduğu ekonomik
sıkıntılar nedeniyle Aleksis
Tsipras tüm vaatlerini gerçekleştiremedi. Tsipras, Yunanistan'ın borçları konusunda AB’yle girdiği sıkı
pazarlığın ardından bazı reformların uygulanmasını
reddetmiş ve görüşmelerin
tıkanması üzerine referanduma gitme kararı almıştı. 5
Temmuz'da yapılan referandumdan sonra Yunanistan'
da hükümetin sermaye çıkışını önlemek için bankalardan para çekmeyi sınırlamasını gerektirecek kadar büyük bir korku ve panik havası
yaşandı. Bunun üzerine
Tsipras, AB ve IMF’yle yeni bir
kurtarma paketi üzerinde
anlaştı ve bazı reformların
parlamentodan geçirilmesini sağlayarak müzakerelerde bir sonuca ulaştı. Bu durumun SYRIZA içinde yarattığı bölünmeler sonucunda
Tsipras, bölünmüş bir halde
devam edilemeyeceğini belirterek erken seçim kararına
yöneldi. Ayrıca seçimlerden
önce Tsipras'ın AB ve IMF’yle
anlaşmasının SYRIZA'ya olan
desteği büyük ölçüde azalttığı da oldukça popüler bir argüman haline geldi.
Bu atmosferde gidilen erken
seçim kampanyalarına damgasını vuran konuysa doğal
olarak ekonomi oldu. Partiler arasında AB'nin talep ettiği reformları destekleyenler
ve bu reformlara karşı çıkanlar şeklinde bir bölünme vardı. 300 sandalyeden oluşan
Yunan parlamentosunda bir
partinin hükümeti tek başına
kurabilmesi için 151 sandalyeye ulaşmış olması gerekiyor. Ayrıca Yunanistan'da
aşılması ge re ken se çim
barajı da yüzde 3.
20 Eylül'de yapılan seçimin
sonuçlarına göre sandıktan
çıkan birinci parti Aleksis
Tsipras liderliğindeki SYRIZA
oldu. Ancak SYRIZA yüzde
0.8'lik de olsa bir düşüş
yaşadı ve aldığı yüzde 35.5
oyla parlamentodaki sandalyelerinden dördünü kaybederek 145 milletvekili çıkardı. Birinci partinin hükümeti tek başına kurabilmek
için 151 sandalyeye sahip
olması gerektiği için de seçimlerden önce tahmin edildiği gibi yine bir koalisyon süreci başladı.
Seçimlerden ikinci çıkan partiyse, Vangelis Meimarakis liderliğindeki Yeni Demokrasi.
Merkez sağı temsil eden Yeni
Demokrasi son seçimlere göre yüzde 0.3'lük bir yükseliş
yaşasa da aldığı yüzde 28.1
oyla 73 milletvekili çıkardı -ki
bu, öncesine göre bir eksik
sandalye anlamına geliyor.
Nikos Mihaloliakos liderliğindeki Altın Şafak’sa seçimlerden üçüncü çıkan parti oldu. Aşırı sağ görüşlü, aşırı
milliyetçi ve neo-Nazi bir çizgide ilerleyen Altın Şafak,
yüzde 0.7'lik yükselişle parlamentoda fazladan bir sandalye daha kazandı.
Seçimden dördüncü çıkan Fofi Gennimata liderliğindeki
PASOK (Panhelenik Sosyalist
Hareket), oy oranında yakaladığı 1.1 artışla parlamentoda dört yeni sandalye kazansa da, üçüncü parti pozisyonunu Altın Şafak'a kaptırdı. Aslında üçüncü parti pozisyonu için sosyalist PASOK
’la aşırı sağcı Altın Şafak arasında büyük bir yarış olacağı
seçimden önce epey konuşulmuştu ve son anketlerde
de bu iki partinin oy oranları
birbirine oldukça yakın görünüyordu. Seçim sonuçlarının
gösterdiği üzere, Altın Şafak
artık Yunanistan'da üçüncü
parti konumuna geçmiş durumda. Yunanistan'da giderek büyüyen göçmen krizi, Altın Şafak'a desteği arttıran
bir unsur olarak sahnede.
Tsipras'ın Euro bölgesiyle
olası bir anlaşma için Temmuz’da yapılan referandumda "Hayır" oyu çıkmasına rağmen krizi çözmek adına anlaşmaya varması ve ülkede çıkan isyanlar seçim sonuçlarını beklenildiği kadar çok
etkilememiş gibi görünüyor.
Tsipras'ı erken seçim kararına yönelten parti içindeki ve
ülke genelindeki isyanlar nedeniyle SYRIZA'ya desteğin
büyük ölçüde azalacağı ve
SYRIZA’yla Yeni Demokrasi'nin anketlerde baş başa gittiği yorumlarına rağmen
SYRIZA en yakın rakibi olan
Yeni Demokrasi'ye yüzde
7.4'lük bir fark attı. Üstelik,
Ocak 2015 seçimlerine göre
iki parti arasındaki fark sadece yüzde 1.1 azaldı.
Yunanistan'daki seçimleri büyük bir dikkatle takip eden aktörlerden biri de AB oldu.
SYRIZA'nın birinci parti olmaması durumunda yeni gelecek partinin reformları gözden geçirmesi gerekecekti.
Şu anda SYRIZA'nın oyunun
içinde olmaya devam etmesi
bu durumu ortadan kaldıran
bir unsur ancak SYRIZA'nın
da Yeni Demokrasi'nin de seçim vaatleri arasında ekonomik sorunları halletmek bulunuyordu. Üstelik iki partinin çalışma ve iş gücü gibi
bazı temel konularda derin
görüş ayrılıkları var. Şimdi
sandıktan birinci ve ikinci
olarak çıkan bu iki partinin
nasıl bir yol izleyeceği merak
konusu.
Yeni Demokrasi Partisi'nin lideri Vangelis Meimarakis'in
Tsipras öncülüğündeki hükümeti "Yunanistan'a çok pahalıya mâl olan bir deney" olarak yorumladığı da unutulmamalı. Meimarakis, seçimden yeniden SYRIZA'nın galip çıkması durumunda ülkenin kısa süre içinde yeniden
seçimlere gidebileceğini de
sözlerine eklemişti.
8
Finlandiya Isınıyor
Aygün KARLI
EKİM 2015
ATAUM
e-bülten
Finlandiya Isınıyor
Aygün KARLI
Finlandiya son günlerde hayli hareketli günler geçiriyor.
Ülkede bir yanda mültecileri
istemeyen gruplar, diğer yandaysa hükümetin ek ka-
zançlarıyla sağlık yardımlarını kestiği işçi sendikaları ve işçi örgütleri sokaklarda neredeyse her gün eylem yapıyor.
Tüm bunlar olurken, ülkenin
en önemli araştırma ensti- yüme sağlayacağını belirtülerinden The Labour Insti- tiyor.
tute for Economic Research
(LIER) ise Finlandiya’nın gelecek yıl yüzde birlik bir bü-
Mültecilere hoşgörü yok
İsveç-Finlandiya sınırında
bekleyen bir grup mülteci,
geçtiğimiz günlerde küçük
bir Fin grup tarafından protesto edildi. ATAUM EBülten’in bir önceki sayısında
ele alındığı üzere neo-Nazi
grubun öncülüğünde gerçekleştiği düşünülen bu protesto, Torneo kasabasındaki
mültecileri bir hayli rahatsız
etti. 150 kişilik bu grup döviz
ve pankartlarla mültecilerin
evlerine geri dönmesi gerek-
tiğini anlatan protestolarda
bulundu ve olası mülteci geçişine karşı bekleyişe geçti.
Finlandiya polisinin geniş güvenlik önlemleri eşliğinde
bekleyişlerini sürdüren gruba müdahale edilmezken,
İçişleri Bakanlığı’ysa mülteci
geçişinin polis kontrolüne tabi tutulacağını açıkladı. Aynı
kasabadan daha önceki günlerde yaklaşık bin kadar mülteci Finlandiya’ya geçmişti.
için beklenmedik riskleri de
beraberinde getirdiğini belirterek, ekonomi politikasına yön veren karar verici organların ve diğer makamların bu duruma özel ilgi göstermeleri gerektiğini" ifade
etmişti. Buna göre, özellikle
düşük faiz oranları ve hane
halkının iç borcu Finlandiya’nın ekonomik anlamda
öncelikli risklerini oluşturmakta. Son üç yılda yapılan
tasarruf planlarıysa bulunan
bu risklerin ne denli önem taşıdığını gösteren cinsten. Ancak Fin halkının ve özellikle
bu ekonomik krizden öncelikle etkilenen göçmenlerin
bu tasarruflar hakkındaki tepkileri Finlandiya hükümetini
zorlayacağa benziyor.
tolarda bulunmalarına neden oldu. Ülkede 1991’den
bu yana görülen en büyük iş
bırakma eylemi olan bu protesto yüzünden tren ve otobüs seferleri iptal oldu, bazı limanlar kapatıldı ve hava
ulaşımı da çok aza inmiş du-
rumda. Finlandiya hükümetinin geçtiğimiz aylarda yaptığı eğitim kesintileriyle birlikte bu kesintilerle nasıl başa çıkacağını ilerleyen günlerde göreceğiz.
Ekonomi alarm mı veriyor?
Finlandiya geçtiğimiz üç yılda ekonomisindeki daralma
eğilimine rağmen yoğun bir
ekonomik kriz tehlikesiyle
karşı karşıyaydı. Hükümetin
son dönemlerdeki önlemleriyse gerek halk nezdinde gerekse uluslararası sistem nezdinde büyük bir endişe yarattı. Finlandiya iyi yapılandırılmış sermaye gruplarına
ve son üç yıldaki daralmaya
karşın ekonomisini bir ölçüye kadar koruyabilmiş ancak
ekonomi son yıllarda alarm
vermeye başlamıştı. Finlandiya Merkez Bankası Başkan
Yardımcısı Pentti Hakkarainen, geçtiğimiz aylarda
yaptığı açıklamada, "olağanüstü mali piyasa durumlarının Finlandiya ekonomisi
Tasarruf planı kayaya çarptı
Finlandiya’da hükümet, çalışanların maaşlarından tasarruf planı çerçevesinde sağlık yardımlarını ve ek ücretlerini kesme kararı aldı. Finlandiya özellikle büyük şirketlerinin uluslararası pazarda değer kaybetmesi ve
Rusya’nın da uluslararası
bazda güç kaybetmesi nedeniyle son dönemde ekonomik anlamda bir hayli çıkmaza girmişti. Yapılan bu son
kesintilerse yaklaşık otuz bin
kişinin meydanlara inmesini
ve hükümet alehine protes-
Araştırma şirketleri ve koalisyon ümitli
Tüm bu gelişmelerin aksine
Finlandiya’nını en önemli
a raş tır ma şir ket le rin den
olan LIER, Finlandiya ekonomisinin gelecek yıl yüzde birlik artış sergileyeceğini açıkladı. Özel yatırım göstergelerinin negatiften pozitife evrileceğini öne süren enstitü,
işsizliğin de önceki senelere
göre azalacağını duyurdu.
Ancak Avrupa Komisyonu’nun yayımladığı son eko-
nomi raporuna göreyse Finlandiya, Güney Kıbrıs’tan
sonra AB’nin büyüme hızı en
düşük olan ikinci ülkesi. Söz
konusu rapor, Finlandiya’
daki son gelişmelerle birlikte
değerlendirildiğinde ülkedeki kemer sıkma politikalarının devam edeceği fakat bununla birlikte protestoların
da büyüyeceği anlaşılıyor.
Öte yandan, Finlandiya’da
koalisyon hükümetini kuran
yeni Başbakan Juha Sipila
da ekonomideki kötü gidişata son vermeye çalışacağını
açıkladı. Başbakan, istihdam
yaratıp bütçe açığını düşürerek büyümenin üç yıldır uğramadığı ülkeyi eski refah
günlerine taşımayı hedeflediğini söyledi. Daha iyi kararlar alınması gerektiğini
vurgulayan Başbakan, büyük bir kamu açığı olduğunu
ve bunu istihdam yaratarak
çözmeyi amaçladıklarını da
sözlerine ekledi. Yine de durumdan ümitli olduğunu belirten Sipila’nın son günlerde
gündem maddesi haline gelen mülteci sorununu nasıl
çözeceğini ve özellikle ekonomik anlamda dar boğaz
yaşayan ülkesine bu sorunu
nasıl aktarmaya çalışacağını
ise zaman gösterecek.
2 ATAUM
e-bülten
EKİM 2015
Portekiz’de Eylül…
Portekiz’de Eylül…
Ayşe Elif YILDIRIM
9
Ayşe Elif YILDIRIM
4 Ekim’de genel seçimlere gi- ti. Seçimlerin yanında ayrıca la ilgili görüşmelerle uğra- delerinden olan mülteci kridecek olan Portekiz’in Eylül İngiliz Başbakanı Cameron’ şan hükümet, diğer yandan zine yönelik çalışmalarını sürgündemi oldukça yoğun geç- ın ziyareti ve AB reformlarıy- da AB gündeminin ana mad- dürmeye çalışıyor.
Cameron’ın ziyareti
Mülteci sorununa yaklaşı- başarılı bir lider olduğunu anmıyla Avrupalıların antipati- lattı. Portekiz hükümetinin
sini kazanan ve Aylan Kurdi’ borçlarının kriz döneminde
nin fotoğrafının Avrupa’yı çok büyüdüğünü, ancak zor
baştan aşağı sarsmasıyla fi- kararlar veren hükümetin
kir değişikliğine gitmek du- ekonomiyi çevirdiğini de sözrumunda kalan David Ca- lerine ekledi. Cameron, komeron, Eylül başında AB’nin nuşmasını, iki liderin de orgeleceği hakkında görüşme- tak amacının ekonomiyi taler yapmak üzere Portekiz ve mamen düzeltmek ve ülkeleİspanya’yı ziyaret etti.
rinin büyümesi olduğunu söy4 Ekim’de genel seçimlere git- leyerek bitirdi.
meye hazırlanan Portekiz’ Cameron’ın bu ziyareti (ve erde, Cameron’ın seçimlerde te sin de yap tı ğı İspanya
şu anki Portekiz Başbakanı ziyareti), sadece Portekiz BaşPedro Passos Coelho’ya des- bakanına olan güvenini ve
tek verdiğini açıklaması gün- desteğini açıklamak için dedeme oturdu. Cameron, Por- ğildi elbette. Cameron’ın
tekiz Başbakanı’yla yaptığı ana gündemindeki asıl kogörüşmenin ertesinde verdi- nu, AB’ye yönelik reform paği basın demecinde, Passos ketine destekçi bulmaktı. Bu
Coelho’nun ülkenin ekono- konuda hakkındaysa Passos
misini düzeltmekte ne kadar Coelho’yla Cameron arasın-
da görüş ayrılıkları var gibi
duruyor.
Cameron’ın özellikle üstünde durduğu nokta, AB’nin vatandaşlarına tanıdığı kişilerin serbest dolaşım hakkının
kapsamını değiştirmek. İngiliz hükümeti, kişilerin serbest
dolaşım hakkının içeriğinin
sadece “bir iş için taşınma
özgürlüğü” olması gerektiğini ve “bir iş aramak için taşınma hakkı”nı içine almaması gerektiğini savunuyor.
Hükümetten yapılan açıklamaya göre, 2014 yılı içerisinde 63 bin AB vatandaşı İngiltere’ye herhangi bir iş teklifi
olmadığı halde taşınmış durumda. Bu durum, hükümetin yaptığı açıklamalara göre, hükümetin üzerinde baskı yaratmakta ve bu nedenle
de sadece herhangi bir iş teklifi alan AB vatandaşlarının
Büyük Britanya’ya taşınması
yerinde olacak. Ancak hükümetin yaptığı bu açıklamalar,
bazı uzmanlar tarafından uygun bulunmadı. Buna göre,
İngiltere’ye henüz taşınmamış bir AB vatandaşının işe
alınması firmalar açısından
sorunlar yaratabilir.
Portekiz Başbakanı Passos
Coelho’ysa, İngiltere’nin
AB’yi modernize etmek için
reformlar yapmak istemesini
desteklemekle birlikte, Cameron’ın AB değerlerinin çekirdeklerinden birini oluşturan kişilerin serbest dolaşımıyla alakalı görüşlerini
paylaşmadığını söyledi.
hükümeti, özellikle Yunanistan ve İtalya’da mültecilerin
parmak izlerinin ve kayıtlarının alınması için bazı birimler oluşturulması gerektiğini
ve böylece kimlerin yardıma
muhtaç olduğunun belirlenmesinin daha kolay olacağını açıkladı.
Portekiz hükümetiyse mülteciler konusuna Cameron’
dan daha farklı yaklaşıyor,
daha ılımlı çalışmalar yapılıyor. Temmuz’da Portekiz’in
bin 500 mülteciyi ağırlayabileceği açıklanmıştı ve bunun için ülkede bazı hazırlıklar başlamış durumda. Mültecilerin ihtiyaçlarını karşıla-
mak üzere 2 milyon Euro’luk
bir fon oluşturuldu. Bu fon,
geçici konaklama, yiyecek,
sağlık hizmetleri ve eğitim
hizmetleri için harcanacak.
Ayrıca ülkenin güney bölgesi
olan Algarve’da bir mülteci
kampı inşa edilecek. Ancak
bu kararın ne kadar doğru olduğu turizmciler tarafından
tartışılıyor. En önemli tereddütse, Portekiz’in gelirinin büyük bir kısmını turizmden sağlaması ve bahse konu Algarve’nin önemli bir turistik bölge olması. Bu endişelere yönelik açıklama yapan hükümetse, mülteci kampının
plajlara yakın bir bölgeye de-
ğil daha iç bölgelere inşa
edileceğini söylüyor.
Hükümet, ayrıca Portekiz’in
kabul etmeye söz verdiği bin
500 mülteciden daha fazlasını ağırlayabileceğini de söylüyor. Bunun için çeşitli çalışmalar da başlatılmış durumda. Bölgesel Gelişme Bakanı
Miguel Poiares Maduro,
Portekiz’in planlanan bin
500 mülteciden daha fazlasını ağırlayabilmek için sivil
toplum örgütleriyle birlikte
çalışılacağı demecini verdi.
Aynı zamanda Avrupa’nın
mülteci krizine yönelik olarak birlikte çalışması gerektiğini de sözlerine ekledi.
mokrat Parti (PSD) ve başına
eski Lizbon Belediye Başkanı’nın geçtiği merkez sola yakın Sosyalist Parti (PS). İki partinin de arkasındaki destek
büyük gibi duruyor; bu da
yarışı kızıştırıyor. Öyle ki, iki
büyük liderin birlikte katıldığı
bir televizyon programı halk
tarafından en çok izlenen
program oldu. 4 Ekim gecesi
muhafazakar kesimin mi (ve
pek tabii ki Avrupa içindeki diğer büyük liderlerin) yüzü-
nün güleceği yoksa Avrupa içinde yavaş yavaş başlayan
sol eğilimin mi zafer kazanacağını öğreneceğiz.
Mülteci krizi
Ancak İngiltere’nin göçle ilgili politikaları sadece AB vatandaşlarına yönelik değil. Bilindiği üzere Cameron,
İngiltere’nin daha fazla mülteci istemediğine yönelik bir
çok açıklama yapmış, ancak
Aylan Kurdi’nin fotoğrafının
büyük bir sansasyon yaratması üzerine toplum baskısı
nedeniyle daha fazla mülteci
alabileceklerini açıklamıştı.
Ancak İngiltere Başbakanı,
mültecilerin AB sınırları içine
girmesi ve pasaport kontrolü
olmadan sınırları geçmesi
hakkında da AB tarafından
bazı önlemler alınması gerektiği görüşünde. İngiltere
Seçimler
4 Ekim’de yapılacak seçimlerse gündemin bir diğer
önemli parçası. Portekiz’de
şu anda 2 önemli parti iktidar için yarışıyor. Şu anki Başbakan Pedro Passos Coelho’nun partisi Sosyal De-
10
2
İşçi Partisi’nde 'Corbyn' Dönemi
Onur HAZNEDAR
EKİM 2015
ATAUM
e-bülten
İşçi Partisi’nde 'Corbyn' Dönemi
Onur HAZNEDAR
İngiliz siyasetinin 1900’lerden bu yana en köklü siyasi
akımlarından biri olan İngiliz
İşçi Partisi’nde bugünlerde
hareketli günler yaşanıyor.
Bu hareketliliğin baş sebebiyse geçtiğimiz günlerde sonuçlanan genel başkanlık seçimlerini Jeremy Corbyn’in
büyük bir oy oranıyla kazanması. Ancak bu değişim öyle
bildiğimiz sıradan görev değişikliklerine hiç mi hiç benzemiyor. Çünkü Corbyn,
İngiliz ve dünya siyasetinde
“renkli” kişiliğiyle dikkat çekiyor ve böyle bir figürün
İngiliz İşçi Partisi’nin başında
olacak olması kimilerine göre büyük bir heyecana, kimi-
lerine göreyse büyük bir
korkuya yol açıyor. Hal böyle
olunca da bu görev değişikliğinin etkileri İngiltere dışına
taşarak hem Avrupa’da hem
de dünyada yakından hissediliyor.
Geçtiğimiz Mayıs’taki genel
seçimlerde iktidarı yine Muha fa za kâr la ra kap tı ran
İngiliz İşçi Partisi, seçim gecesinden itibaren bir yenilenme sürecine girmişti. Zira
seçimlerin akabinde Genel
Başkan Ed Miliband istifa etmiş, parti içinde bir başkanlık yarışı başlamıştı. İlk tahminlere göre bu yarışın Andy
Burnham, Yvette Cooper ve
Liz Kendall arasında geçmesi
bekleniyordu. Ancak mevcut
adaylar arasında soldan biri
olmadığını ileri süren Jeremy
Corbyn’in son anda devreye
girmesi tüm dengeleri bir anda değiştirdi. Adaylık için gereken 35 imzaya son dakikada ulaşsa da, Corbyn etkili
bir kampanya süreciyle
gençler başta olmak üzere
herkesin gönlünü fetheden
bir isim olarak ön plana çıktı.
İngiltere’nin en büyük işçi
sendikası olan UNITE, kamu
çalışanları sendikası UNISON ve iletişim işçileri sendikası CPU’nun desteğini arkasına alan Corbyn, partinin
eski başkanlarından Blair ve
Brown’un tüm eleştirilerine
rağmen etkinliğini her geçen
gün artırmayı bildi. Öyle ki,
partiyi sosyalist kökenlerine
döndürme sözü veren Corbyn’in konuşma yapacağı
salonlar bu dönemde hıncahınç doluyor, bu süreç 2008’
de ABD’de Obama’nın seçim
kampanyasında ortaya çıkan
“Obamamania” (Obama çılgınlığı) kavramına atıfla
“Corbynmania” olarak nitelendirilmeye başlıyordu. Bu
şekilde geçen adaylık süreci,
12 Eylül’de daha ilk turda oyların yüzde 59.5’ini alan
Corbyn’in genel başkan seçilmesiyle sonuçlandı.
ise Corbyn’i tebrik etmekle
birlikte İşçi Partisi’nin yeni liderinin göçmen politikaları
konusundaki endişelerini dile getiren bir açıklama yaptı.
Yeşiller Partisi lideri Natalie
Bennett ise Corbyn’le çalışmaktan mutluluk duyacağını
belirten bir açıklamayla
memnuniyetini dile getirdi.
Öte yandan Jeremy Corbyn’
in bu başarısına çeşitli ülkelerden birçok tebrik mesajı
geldi. Bu noktada özellikle
İspanya ve Yunanistan’dan
gelen mesajlara yakından
bakmakta yarar var. Zira
İspanya’da geçtiğimiz yerel
seçimlerde yaptığı büyük atılımlarla kendisinden oldukça söz ettiren Podemos Partisi’nin iki numaralı ismi Inigo
Errejon, “değişim dalgası
Avrupa’nın kuzeyine de
ulaştı. Halklar için bir Avrupa
Birliği inşa etmenin zamanıdır” şeklindeki açıklamasıyla Corbyn’in zaferini kutladı. Keza Yunanistan’daki
erken seçimlerden yine za-
ferle çıkan Syriza’dan da
Corbyn’e tebrik gecikmedi:
“Corbyn’in İşçi Partisi liderliğine, binlerce yeni üyeyi etkinleştirip neoliberal politikaların durdurulması ihtiyacına bağlılığını ilan ederek
seçilmesi Avrupa halklarına
umut mesajı olmuştur.” Bunun yanı sıra Arjantin Devlet
Başkanı Cristina Fernandez
de Kirchner de Latin Amerika’nın büyük dostu olarak nitelendirdiği Corbyn’e tebriklerini iletti.
İlk tepkiler
İşçi Partisi genel başkanı olmasıyla birlikte ana muhalefet lideri konumuna da gelen
Corbyn’e Başbakan David
Cameron’dan tepkiyse gecikmedi. Cameron, “İşçi Partisi artık ulusal güvenliğimiz,
ekonomik güvenliğimiz ve
ailenizin güvenliği için tehdit
oluşturmaktadır” şeklindeki
açıklamasıyla Corbyn’e bir
hoş geldin mesajı gönderdi.
İngiltere siyasetinin son dönemde sivrilen partilerinden
UKIP’in lideri Nigel Farage
2 ATAUM
e-bülten
EKİM 2015
Eski tüfek, aktivist, mütevazı…
1983 seçimlerinden bu yana
İngiltere siyaset sahnesinde
yer alan ve Londra’nın Kuzey
Islington bölgesinden devamlı olarak milletvekili seçilen 66 yaşındaki “eski tüfek”
siyasetçi Jeremy Corbyn, gerek siyasi geçmişi gerekse sivil yaşantısıyla ilgi çekici bir
sima. İlk olarak siyasi geçmişine ana hatlarıyla bakacak
olursak, Corbyn, 1980’lerden bu yana İşçi Partisi’nin
en soldaki isimlerinden biri
olarak karşımıza çıkıyor. Milletvekilliği kimliğinin yanı sıra sokakta da çeşitli kampanyalarda yer almasıyla bilinen ve ilk olarak 1980’lerde Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı kampan-
yada etkin rol almasıyla öne
çıkan Corbyn, 1984’te bir eylem sırasında gözaltına alınma tecrübesini de yaşamış.
Uluslararası Af Örgütü üyesi
de olan Corbyn, 1990’lı yıllarda Şili’nin eski diktatörü
Augusto Pinochet’nin yargılanması için yürütülen kampanyalarda aktif rol oynamış. Yine Filistin Dayanışma
Kampanyası üyesi olan Corbyn, Filistin meselesi üzerinde gerek sokakta gerekse
mecliste en etkin isimlerden
biri olmuş. Hatta bir televizyon kanalına verdiği röportajda Hamas ve Hizbullah’
tan “dostları” olarak söz etmesi kamuoyunda büyük tartışmalara neden olmuş. İran’
İşçi Partisi’nde 'Corbyn' Dönemi
Onur HAZNEDAR
11
a uygulanan yaptırımların
kaldırılması ve İsrail’in nükleer silahlanmasının önüne
geçilmesi konusundaki kampanyalarda da yer alan Corbyn, hayvan hakları ve LGBTİ
haklarının da sıkı savunucusu olmuş. Partisinin iktidarı
döneminde getirilen öğrenci
harçları uygulamasına parti
içinde karşı çıkan ve öğrencilerden bu konuda açıkça
özür dileyen Corbyn, daha
o zamandan gençlerin gönüllerini fethetmeyi başarmış. Yine partisinin 19972010 yılları arasındaki iktidarı dönemine denk gelen
Irak ve Afganistan müdahalelerine parti içerisinde muhalefet eden Corbyn, meclis-
te Irak Savaşı’yla ilgili bir soruşturma başlatılması çağrısı
yapan 12 milletvekilinden biri olmuş.
Bu şekilde özetlenebilecek siyasi geçmişinin yanı sıra
Corbyn, mütevazı yaşamıyla
da toplum tarafından beğeni
toplayan bir siyasetçi. Marka
kıyafetler yerine mahalle esnafını tercih eden ya da annesinin ördüğü kazağı giyecek kadar alçakgönüllü olan,
parlamentoya veya etkinliklere araba yerine bisikletle giden ve de en az harcama yapan milletvekili namına sahip bir lider Corbyn.
ğu’da barışın yeniden tesisi
için diyalog kanalının açılmasını, herkesle konuşulmasını ve İngiltere’nin IŞİD’e
yönelik hava operasyonları
dâhil bölgede herhangi bir
askeri oluşum içinde yer almamasını savunuyor. Bu noktada İngiltere’nin NATO’daki konumunun da sorgulanabileceği belirtiliyor.
Corbyn’in bu politikalarını
hayata ne denli geçirebile-
ceğiyse tam bir muamma.
Öyle ki, kendi partisinden seçim sonrası gelen açıklamalar da bu yolun zorluğunu
gözler önüne seriyor. Parti içerisinden NATO’dan çıkılmayacağı ve Trident projesine devam edileceğine dair
verilen güvenceler de bu durumu doğrular nitelikte.
ni de bir hayli canlandırmışa
benziyor. Daha ilk haftadan
Cameron’u terletmeye başlayan Corbyn, her hafta parla men to da ger çek le şen
“Başbakan’a Sorular” oturumu öncesi tabanına e-posta
göndererek Cameron’a sormaları istedikleri soruları
kendisine göndermelerini istedi. Daha sonra yapılan
açıklamada 40 binin üzerinde mesajın Corbyn’e geldiği
belirtildi.
Parti tabanına büyük önem
veren ve her konuda onlarla
birlikte hareket edeceği me-
sajını her fırsatta yineleyen
Corbyn, bu yaklaşımıyla
özellikle gençlerden büyük
takdir topluyor. Öyle ki,
Corbyn’le birlikte binlerce
gencin partiye üye olduğu belirtiliyor. Ancak bu durumun
partiyi iktidara taşıma noktasında ne denli etkili olacağı
sorusu varlığını korumaya devam ediyor. Ama her ne olursa olsun, İngiltere muhalefetine Corbyn’le yeni bir dinamizmin geldiği de apaçık bir
gerçek.
Savunduğu politikalar
Partiyi sosyalist kökenlerine
döndürme sözü veren yeni liderin hükümet programına
kabaca bakmak gerekirse,
ekonomiye ilişkin politikaların programda ağırlıklı olduğu söylenebilir. Kemer sıkma
politikalarının sonlandırılacağı, ödenmeyen vergilere
odaklanılarak zenginden daha fazla vergi alınması sağlanacağı, özelleştirmelerin
durdurularak demiryolu ve
enerji sektörlerinde yeniden
kamulaştırmaya gidileceği
ekonomi konusundaki ana
vaatlerden. Programda öne
çıkan diğer konularsa Trident
nükleer silahlı denizaltılarının yenilenmesi ve İngiltere’nin dış politikasıyla alakalı. Zira savunma harcamalarının azaltılmasıyla bağlantılı
olarak Trident projesinin durdurulmasını savunan Corbyn, dış politika da Orta Do-
Zor geçen ilk hafta
Seçildikten sonra attığı her
adımı olay olan yeni lider,
yaptığı gaflarla da gündemden bir türlü düşmüyor. Nitekim Britanya Hava Muharebesi’nin 75. yıldönümü etkinliklerinde İngiltere ulusal
marşı “God Save The Queen”i (Tanrı Kraliçe’yi Korusun) söylememesi ülkede büyük olay oldu. Eleştirilere önce marşı “saygı” ile dinlediğini belirten bir açıklamayla karşılık veren Corbyn, ileriki bir tarihte ulusal marşı
söyleyeceğini belirterek meseleyi şimdilik kapattı.
Corbyn’in seçildikten sonra
köşeye sıkıştırıldığı bir başka
konuysa AB’yle ilgili oldu.
AB’nin mevcut halinden hoşlanmadığını defalarca dile
getiren Corbyn’in zaferi sonrası AB karşıtlarını bir sevinç
kaplamış, 2017’de yapılması planlanan referandumda
Corbyn’in AB’den ayrışmadan (“Brexit”) yana olacağı
tahmin edilmişti. Fakat Corbyn, BBC’ye verdiği demeçte
böyle bir pozisyon takınmayacağını açıkça belirtti.
Corbyn’in İşçi Partisi’nin başına geçmesi İngiliz siyaseti-
12
2
Katalonya’nın ‘Bağımsızlık’ Seçimi
Esra AKGEMCİ
EKİM 2015
ATAUM
e-bülten
Katalonya’nın ‘Bağımsızlık’ Seçimi
Esra AKGEMCİ
İspanya’nın doğusundaki Ka- bir önem atfedilen seçimlere
katılım, bu defa rekor düzey27 Eylül’de yapılan bölgesel deydi. 5.5 milyon kayıtlı seçseçimlerde, bağımsızlık yan- menin 4.1 milyonu (yüzde
lısı ittifak Junts pel Si (Evet 77,4) sandık başına giderek
için Birlikte) ve yine bağım- “bağımsızlığı” oyladı. Katasızlık olan yanlısı radikal sol lonya’da bağımsızlık yanlısı
parti CUP (Halk Birliği Aday- girişimlere öncülük eden Kalığı) oyların toplam yüzde talonya Demokratik Amaç
47.7’sini alarak Katalonya Birliği (CDC) ile Katalonya
parlamentosunda çoğunluk Cumhuriyetçi Solu (ERC) parelde etti. Dört partinin birleş- tileri tarafından kurulan
mesiyle oluşan Junts pel Si “Junts pel Si” adlı ittifakın zayüzde 39.5 oy oranıyla 135 feriyle, Katalonya’da yeni bir
sandalyeli Katalan parla- süreç başlamış oldu. Seçimi
mentosunda 62 sandalye ka- kazanması halinde 18 ay
zanırken, yüzde 8.2 oy alan içinde tek taraflı olarak KataCUP’sa 10 sandalyeyle bek- lonya'nın bağımsızlığını ilan
lenenden fazla milletvekili çı- etme sözü veren Junts pel Si,
karttı.
parlemontada kazandığı çoUzun zamandır gözler, yerel ğunlukla bağımsızlık sürecini
seçimden çok bir bağımsızlık kurumsal bir zeminde gelişreferandumu havasına bü- tirmeyi hedefliyor.
rünen seçimlerin üzerindey- İspanya'nın 17 özerk yönetidi. Kasım 2014’te Katalonya mi arasında en büyük ekoÖzerk Yönetimi Başkanı Ar- nomik değere sahip olan
tur Mas’ın öncülüğünde dü- Katalonya'da son beş yılda
zenlenen ve 2.3 milyon seç- bağımsızlık yanlılarının oramenin katıldığı referandum- nında ciddi bir artış söz koda bağımsızlık için yüzde 80 nusu. 2010’da bağımsızlık is“evet” oyu çıkmış, ancak teyenlerin oranı yüzde 20
Madrid yönetimi tarafından iken, Kasım 2013’te bu oran
tanınmayan ve yasadışı ilan yüzde 48.5’e yükseldi. Buedilen referandum sembolik günse toplamda 72 milletvedüzeyde kalmıştı. Dolayısıyla kili çıkaran Junts pel Si ve
2015 yerel seçimleri, İspan- CUP, Katalanların yüzde
ya hükümetini resmi bir refe- 47.7’sinin desteğine sahip.
randumun önünü kesmekle Bu desteğin artmasına yol
suçlayan bağımsızlık yanlı- açan en önemli faktörlerden
ları için bir çeşit “fiili bağım- biri, son yıllarda ekonomik
sızlık referandumu” olarak krizle boğuşan İspanya’nın
yorumlanıyordu. Katalonya’ GSYİH’sının yüzde 2.4’üne
nın geleceği açısından tarihi denk gelen 26.7 milyar Euro’
Onur HAZNEDAR
talonya Özerk Yönetimi’nde
luk dev bütçe açığını kapatmak için Katalonya özerk bölgesinden yapılan kesintileri
ve vergileri artırması. Birçok
Katalan, Madrid hükümetine
gereğinden çok daha fazla
vergi ödediğini düşünüyor ve
bu yüzden daha fazla özerklik istiyor. Bununla birlikte
Junts pel Si liderlerinden
Raül Romeva, Junts pel Si koalisyonunun bir araya getirdiği bağımsızlık yanlıları içinde sosyal demokratlardan
mu ha fa za kâr la ra ka dar
geniş bir kitle olduğuna dikkat çekerek, İspanya devletinin son dönemdeki antidemokratik tavrının da bu kitlenin oluşmasında payı olduğunu vurguluyor. Son 10 yılda İspanya devletinin ülkenin çoğulcu yapısını yansıtmakta başarısız olduğunu
söyleyen ve İspanyol hükümetini “müzakere etmemek,
teklif getirmemek ve saygı
göstermemekle” suçlayan
Romeva, “şu anda bize karşı
hareket eden bir yapılanma
var. Bu yüzden İspanyol devletinden daha demokrat ve
daha adil bir devlet kurmak
istiyoruz” diyor.
Katalonya seçimleri öncesi
“Katalonya bağımsız olmayacak” açıklaması yapan ve
Katalanlardan bağımsızlık
karşıtı partilere oy vermelerini isteyen Başbakan Mariano
Rajoy, seçimlerden sonra da
tavrını koruyarak, “dinlemeye ve konuşmaya hazırım, an-
cak asla hukuku tasfiye edecek şekilde değil. İspanya’
nın ne bütünlüğünü ne de
egemenliğini tartışacak değilim” açıklamasında bulundu. Aralık’ta genel seçimlere
gidecek olan İspanya’da yükselişte olan sol parti Podemos ise, Katalanların bağımsızlık referandumu düzenleme ve kendi geleceklerine karar verme hakkı olduğunu savunsa da, bağımsızlık çabalarına destek vermiyor. Podemos lideri Pablo Iglesias,
“Katalonya’yı bölen şey, Evet
ya da Hayır oyu değil, Katalanların yüzde 30’unun yoksulluk riski altında olması,
gençliğin işsizlik problemi ve
Artur Mas yönetiminin kestiği sosyal hizmetler sebebiyle
yaşanan sorunlardır” diyerek sorunu ekonomik bir zeminde tartışmayı tercih ediyor.
Katalonya’da bağımsızlık tartışmaları -tek taraflı bağımsızlığı halinde AB içinde kalıp
kalamayacağı ve uluslararası yatırımların çekilip çekilmeyeceğinden Kalatan kulüp Barselona’nın ligden atılmasıyla La Liga’nın da İspanya’yla birlikte bölünüp
bölünmeyeceğine kadarson hızla sürerken, bağımsızlık girişimleri ayrılıkçıların
zaferinin ardından önümüzdeki dönemde daha güçlü ve
daha kurumsal bir zeminde
devam edeceğe benziyor.
ATAUM
e-bülten
EKİM 2015
Kimin Savaşı, Kimin Silahı
Damla ÜNSEVER
13
Kimin Savaşı, Kimin Silahı
Damla ÜNSEVER
Uluslararası silah ticaretini
konu edinen “Savaş Tanrısı”
filminin bir sahnesinde, filmin başından beri bu bizim
savaşımız değil mantığıyla
hareket eden ve Afrika’ya silah satmak için giden silah
kaçakçısı Yuri’nin karşısına
iki kız çocuğu çıkar ve çocuklardan biri arkadaşına beyaz
adama sor o bilir der. Diğer
çocuk Yuri’ye döner ve şöyle
der: Bayım, kolum yeniden çıkar mı?
Bu cevapsız kalmış ve dünyanın neresinde ve kime
sorulursa sorulsun büyük ihtimalle cevapsız kalacak olan soru, belki en basit ama
en anlamlı sözdür savaşın içine doğan, hiç bilmedikleri
düşmana karşı boylarından
büyük silahlarla çatışmalara
dahil edilen ve hiçbir zaman
kazananı olmayacak savaşların en büyük kaybedeni olma kaderini paylaşan çocukların durumunu anlatmak için. Bazıları etnik çatışmaların zorunlu askerleri olurken
bazıları da baskıcı rejimlerin
devlet terörüyle yüzleşir. Asker, şehit ya da gazi olurlar.
Vurulurlar, yaralanırlar ya da
sakat kalırlar yaşıtlarının
parklarda oynadığı ülkelerden gelen silahlarla. Öyle ki,
Afrika’da eşitlik isteyen bir çocuk da Suudi Arabistan’da
demokrasi isteyen bir genç
de İngiliz ya da Amerikan malı silahlarla vurulabilir. Oysa
kim bilir ne güzel yerlerdir o
eşitlik, özgürlük, demokrasi
kokan topraklar…
Batı felsefesi, hemen hemen
tüm dünyada arzulanan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin
yaratıcısı ve gerek Batı ülkeleri gerekse onların oluşturduğu AB bu ilkelerin en iyi uygulayıcısı ve koruyucusu
pozisyonundadır. Ancak onlar için insan hakları evrensel
mi yoksa sadece kendi
toplumlarına mı özgü sorusu
barış içinde bir dünya arzulayan çoğu sivil toplum kuruluşu ve destekçisi için de tartışmalı bir sorudur. Zira insan
hakları savunucularına göre
baskıcı rejimlerle yapılan silah ticareti anlaşmaları, maden ticaretleri vs. insan haklarına aykırılık teşkil etmektedir. O aykırılıklardan biri
de iki yılda bir Londra’da gerçekleşen dünyanın en büyük
savunma ve güvenlik donanımları fuarıdır.
Birleşik Krallık hükümeti tarafından iki yılda bir pek çok
ülkenin ve silah firmalarının
katılımıyla gerçekleşen ve
her seferinde protestolarla
karşılanan fuarın sonuncusu
geçtiğimiz ay yapıldı. 60’tan
fazla ülkenin davetli olduğu
fuara çoğunluğu İngiltere ve
ABD menşeli yaklaşık bin
500 firma katıldı. Türkiye de
14 şirketle katılımcılar arasında yer alarak “bu sektörde ben de varım” diyenler
kervanına katıldı. Ayrıca resmi davetli olarak katılan ülkeler arasında Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Cezayir,
Angola, Irak, Umman, Katar,
Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kolombiya ve Ukrayna da vardı. İsrail resmi davetli olmasa bile stant açan
ülkeler arasında yerini alırken, Rusya, Ukrayna krizi sebebiyle bu sene fuara katılamadı. Fuarı çarpıcı kılansa
çocukların asker olarak kullanıldığı, şiddetin kol gezdiği, bireysel özgürlüklerin kısıtlandığı ülkelerin davet
edilmesiydi. Öyle ki Child Soldiers International’ın araştırmasına göre Irak, Pakistan
ve Kolombiya çocuk askerlerin yoğun olarak görüldüğü
ülkeler arasında yer alıyor.
Angola, Azerbaycan ve Mısır
’sa bireysel özgürlüklerin kısıtlandığı ülkelerden sadece
birkaçı. İngiltere’nin sektörde en büyük ticari ortağı Suudi Arabistan’sa kendi toprakları üzerinde baskıcı bir rejim olmanın yanı sıra İran’la
birlikte Yemen iç savaşının
ana aktörlerinden birisi. Dolayısıyla askeri donanımlar
her ne kadar yasal olarak satışa sunulsa da kullanılacakları alanlar açıkça belli
ve çoğu sivil toplum kuruluşuna göre Batı’nın insan hakları, demokrasi ve hukukun
üstünlüğü ilkelerine ciddi bir
tezatlık oluşturmakta.
Diğer taraftan, yapılan araştırmalar da bu önermeyi destekler nitelikte. Zira konu
üzerinde en çok yoğunlaşan
gruplardan biri olan Campaign Against Arms Trade grubu nun ve ri le ri ne gö re
(https://www.caat.org.uk/re
sources/export-licences/region#region)
İngiltere’nin askeri ticaret
yaptığı ülkelerin başında Suudi Arabistan ve Birleşik
Arap Emirlikleri geliyor. Bölge bazındaysa en yoğun ilişkiler Ortadoğu ve Asya ülkeleriyle. The Guardian gazetesinin haberine göre, son
beş yılda İngiltere, BM’nin çocukların savaştırıldığı ve şid-
dete maruz kaldığı ülkeler
listesindeki 23 ülkeden 19’
una askeri ekipmanlar satmış durumda. Ayrıca, Haziran 2010-Mart 2015 tarihleri arasında çocuk haklarının
korunması konusunda zayıf
olmaları nedeniyle BM’nin
kara listesinde yer alan ülkelerle toplam 735 milyon
Euro’luk askeri anlaşma yapılmış. Konuyla ilgili diğer bir
kuruluş da Uluslararası Af
Örgütü. Hazırladığı bir videoyla fuarı eleştiren örgüt,
geçmişte Londra’daki bu fuarda yasadışı işkence aletlerinin satışa sunulduğunu ve
dokuz şirketin Birleşik Krallık
yasalarını ihlal ettiğini belirterek daha pek çok yasadışı
faaliyetlerin olabileceğine
dikkat çekiyor. Hepsinin ortak arzusuysa bu fuarların düzenlenmesine ve baskıcı rejimlere silah satışına artık bir
son verilmesi.
Tüm bu tepkilere rağmen silah ticareti, İngiltere başta olmak üzere birçok devlet için
milyon dolarlık anlaşmalarla
ekonomiye katkı sağlayan
bir sektör olarak görülüyor.
Bazı karşıt görüşlere göre durumu sadece ekonominin bir
parçası olarak görmek uluslararası politik düzenin aktörlerinin “iş başka arkadaşlık başka” mantalitesinden
öte bir şey değil. Bazılarına
göreyse “bu savaş bizim değil” diyenlerin aksine savaşlar hepimizin savaşı. Öyle ki,
Avrupa’da yaşanan göçmen
krizi de bir savaşın diğer ülkeleri nasıl etkileyeceğinin
en basit güncel örneği.
14
2
‘Avrupa Süt Denizinde Boğuluyor!’
Elâ BİLGEN
EKİM 2015
ATAUM
e-bülten
‘Avrupa Süt Denizinde Boğuluyor!’
Elâ BİLGEN
Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nun 70. dönem olağan toplantıları sırasında
yaptığı konuşmada ABD Başkanı Barack Obama, çiftçilerin, kapitalizmin sağladığı
zenginlik ve fırsatlar sayesinde en yoksul kesimleri doyuracak tarımsal üretimi gerçekleştirebilecek kapasitede
olduğunu ifade etti. Ancak
Avrupalı çiftçilerin Eylül başında Brüksel’de gerçekleştirdiği eylemler, işlerin ABD
Başkanı’nın kurduğu basit
mantıktan biraz daha karmaşık biçimde yürüdüğünü
gösteriyor. Zira bir yanda AB
ülkelerindeki aşırı süt üretimine dikkat çekmek isteyen
çiftçilerin taşıdığı “Avrupa süt
denizinde boğuluyor!” yazılı
pankartlar dururken, diğer
yanda BM Gıda ve Tarım
Örgütü’nün verileriyle son
yirmi yılda kişi başına düşen
süt ve süt ürünleri tüketimi
hızla azalan Sahra Altı Afrikalılar ve Avrupalıların tükettiği sütün beşte birine bile
erişemeyen Orta Afrikalılarla Doğu ve Güneydoğu Asyalılar duruyor.
Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun tarım sübvansiyon-
ları nedeniyle süt üretiminin
aşırı derecede artması sonucunda 1984’te süt üretimine
kota getirilmişti. 30 yıllık uygulamanın süresi bu sene başında doldu ve 31 Mart 2015
itibariyle Avrupa’da süt üretiminde serbestlik dönemi
başladı. Ürün kalitesi ve düşük maliyet sağlayan üretim
teknolojileri sayesinde uluslararası pazarlarda rekabet
gücüne sahip olduğu düşünülen Avrupalı çiftçiler için
birkaç yıl öncesine kadar kotaların kaldırılması hevesle
beklenen bir gelişmeydi.
Özellikle bebek mamalarında kullanılan yerli süt
ürünlerinin güvenilir bulunmadığı ve ambalajlarında
sağlıklı ve mutlu Avrupalı ailelerin görüldüğü Batı menşeli ürünlerin rağbet edildiği
Çin, hâlihazırda bekleyen
pazarların en önemlilerinden biriydi.
Ancak Çin’de geçen yılın ortalarından itibaren giderek
belirginleşen ekonomik durgunluk, Çin pazarının beklentileri karşılayamayacağının sinyallerini veriyor. Ukrayna Krizi’nin ardından
Rusya’ya yönelik AB yaptı-
rımlarına karşılık Rusya’nın
AB menşeli gıda ürünlerine
ambargo koymasıysa ihracata yönelik umutları iyiden
iyiye söndürdü. Dolayısıyla
kotaların kaldırılmasını Nisan’dan bu yana meydana
gelen çiftçi eylemleri takip
ediyor.
Nisan’da İrlanda, Hollanda
ve Almanya gibi ülkelerde,
kotaların kaldırılmasının sadece büyük gıda şirketleriyle
büyük çiftlik sahiplerine yarayacağını düşünen küçük
üreticiler sokak eylemleri gerçekleştirmişti. Temmuz boyunca da Fransız çiftçiler sokakları doldurdu. Et ve süt fiyatlarının üretim maliyetlerini karşılamadığından yakınan çiftçiler, üreticilerin kâr
marjlarının azalmasına neden olan dağıtımcılarla ucuz
mal ithal etmeyi tercih eden
süpermarketlere müdahale
edilmesini talep ediyor.
Temmuz’daki eylemin ardından Fransız hükümeti zor durumdaki çiftçiler için 600 milyon Euro değerinde bir acil
yardım paketi oluşturulduğunu ifade etti. Ayrıca devlet
okullarının yemekhaneleri
için yerli ürün tedarik edile-
Paris’ten Brüksel’e taşan traktörler
Fransa Başbakanı Manuel
Valls, acil yardım paketine
85 milyon Euro ilave yapılacağı, borç ödemelerinin bir
yıl erteleneceği, kesintilerin
azaltılacağı yönünde sözler
verdi. Ancak bir yandan da
sorunu tüm Avrupa’yı ilgilendiren bir kriz olarak nitelendirdi.
Fransız yöneticilerin isteğiyle
7 Eylül’de Brüksel’de AB tarım bakanları zirvesi yapılması kararlaştırılmıştı. Elbette buna karşılık Fransız çiftçiler de aynı gün Brüksel’deki
Parlamento binasının önünde Avrupalı meslektaşlarıyla
randevulaştı.
Besi hayvancılığı ve süt sektöründe yaşanan sorunları ele almak üzere olağanüstü
toplanan AB tarım bakanlarının Brüksel’de bulunan Avrupa Parlamentosu binasındaki görüşmeleri sürerken çoğu Belçika, Fransa ve
Almanya’dan gelen yedi bin
çiftçi de yine traktörleriyle
Parlamento binasına giden
yolları doldurdu. Göstericileri durdurmak için biber gazı
ve tazyikli suya başvuran Belçika polisi, sık rastlanmayan
biçimde Hollandalı güvenlik
güçlerinden destek almak du-
rumunda kaldı.
Özellikle et ve süt ürünleri
pazarları açısından oldukça
olumsuz bir durumla baş etmek zorunda olduklarını ifade eden çiftçiler, fiyat istikrarı
sağlanana dek geçici kota sistemi talep ediyor. Ancak 7
Eylül’deki toplantının ardından Avrupa Komisyonu’nun
Tarım ve Kırsal Kalkınmadan
Sorumlu Üyesi Phil Hogan kotaların yeniden uygulanmayacağını tekrar ederek önlerinde Asya ve Afrika gibi seçeneklerin olduğunu ve bunlardan “istifade etmeye” çalışacaklarını belirtti. Avrupa
ceğini açıkladı ve yerli et ve
süt tüketiminin arttırılmasına
yönelik kampanya başlattı.
Ancak çiftçiler bu tedbirleri
yeterli bulmuyor ve hükümetin alım fiyatlarını arttırmasını ve süpermarketlerde fiyat düzenlemeleri yapılmasını istiyor.
Kotaların kaldırılmasından
en fazla etkilenen Fransa, Eylül başında da bu yılın en çok
ses getiren çiftçi eylemlerinden birine sahne oldu. Daha
önce kamu binalarının önüne tonlarca gübre dökmek,
güvenlik güçlerine elma fırlatmak, koyun sürülerini
Louvre’da “kültürel geziye
çıkarmak” gibi dikkat çekici
eylemlerle gündeme gelmiş
olan Fransız çiftçiler, yine son
derece dikkat çekici ve oldukça gürültülü bir sokak
gösterisine imza attı. Düşük
fiyatlar ve yüksek vergi
oranlarından şikâyet eden
binlerce çiftçi, bin 500’den
fazla traktörle Paris sokaklarını trafiğe kapattı. Öfkeli
çiftçiler hükümetlerinden vergi indirimi ve AB’den de
standart fiyat uygulamalarına yönelik tedbirler almasını
talep etti.
Komisyonu da çiftçilere toplam 500 milyon Euro’luk destek sağlanacağını duyurdu.
Ancak bu yardımı yeterli bulmayan Avrupalı çiftçiler, zirai
gıda ürünlerinde yaşanan krizin ken di ha ta la rın dan
kaynaklanmadığını vurgulayarak AB’nin uluslararası politikalarının bedelini ödediklerini söylüyorlar. Kim bilir,
Obama’nın bahsettiği “aşırı
yoksullar”ın açlık çekmesinin sebebi de belki yetersiz
üretim değil, küresel karar alıcılar tarafından belirlenen
kapitalist ekonomi politikalarıdır?
DUBLIN
Atina
Atina, içinde bulunduğumuz
ay içerisinde son altı yılın beşinci genel seçimini yaşayan
ve yedi yıldır büyük ekonomik sorunlarla boğuşan
komşumuz Yunanistan’ın
başkenti. Ülkenin en büyük
kenti ve dünyanın da en eski
kentlerinden biri olan Atina’nın kayıtlı tarihi üç bin
400 yıl öncesine kadar giderken kentteki ilk insan varlığının milattan önce 11. yüzyıla kadar geri gittiği tahmin
edilmekte. Platon’un “Akademi”sine, Aristo’nun “Liseum”una, demokrasi kavramının ve felsefenin doğuşuna tanıklık etmiş bu kent, bugün sürekli grevlerle, sokak
gösterileriyle ve kemer sıkma politikalarıyla anılsa da
günümüz Batı medeniyetinin
nüvesini bünyesinde barındırmakta.
Avrupa’nın en güneybatısındaki başkentlerden biri olan
Atina’nın Metropolitan Bölge
nüfusu, banliyöleriyle birlikte bugün yaklaşık olarak 3.7
milyona ulaşmış durumda.
İsmini, Tanrı Poseidon’la yarışmasından galip çıkan Tanrıça Athena’dan alan kent,
milattan önce 1400 yıllarında Miken uy gar lı ğı nın
önemli bir merkezi haline
gelmiş ve Akropolün bulunduğu tepe bir kale halini almış. Merkezi konumu ve denize yakınlığı dolayısıyla her
zaman bir ticaret merkezi
olarak öne çıkan kent, Yunan
dünyasında önemli bir pozisyona gelerek komşuları Tebe
ve Sparta kentlerini geride bırakmış. Milattan önce 6. yüzyıldaki Solon reformları neticesinde yüz yıl sonraki Kleisthenes döneminde demok-
MAİNZ LEICESTER
PODGORİCA
PALMA DE MALLORCA
ZARAGOZAESPOO
BERN
LIVERPOOL
WARSAW
ANDORRA LA VALLA
BELGRADE
SALZBURGTIMIŞOARA
MUNICH
MANCHESTER
LUBLIN
DÜSSELDORF LONDON
SOFIA
MOSCOW COPPENHAGEN
FRANKFURT
MURSIA
BRATISLAVA
THESSALONIKI BERLIN
OSLO
GRAZ
LEEDS
MILAN
LISBON
ROME
BARI
PAMPLONA
EUROPE
TALLINN
COLOGNE
ATHENS LILLE
BONN ZARAGOZA
SAN MARINO
LÜBECK
NAPLESWUPPERTAL
BRUSSELS EINDOVEN
NAPLES AMSTERDAM KIEV
SARAJEVO DEN
STOCKHOLM BUCHAREST SHEFFIELD 7
HAGG VIENNA
GENOA
DORTMUD BOCHUM VALENCIA MADRID HELSINKI
KRAKOW MINSK TURN ZAGREB
CHIŞINAU
PARIS GDANSK BERN GDANSK TIRANA
Ahmet M. SÖNMEZ
rasiyle tanışılmış. Ama Atina akınına uğramış; ancak kendemokrasisi altın çağını, bü- tin esas büyümesi 1960’
yük filozoflar, oyun yazarları lardan sonra olmuş ve kent
ve tarihçilerin yaşadığı, Ak- güneydeki Pire’ye doğru büropol’ün inşa edildiği Perik- yüyerek birleşmiş. Kent ilk
les dönemiyle sonlandırmış. olimpiyat oyunlarından 98
Sırasıyla Makedonya, Roma, yıl sonra 2004’te de ikinci
Bizans ve Osmanlı İmpara- kez yaz oyunlarına ev sahiptorluklarının hâkimiyetinde liği yapmış.
geçirilen yüz yıllardan sonra Attika çanağında yer alan
1821-1832 yılları arasında düzlük ve tepelere kurulmuş
süren Yunan Bağımsızlık Sa- olan kent, dört dağın arasına
vaşı sonucunda kurulan Yu- sıkışmış durumda. Bu durum
nanistan Krallığı’nın 1834 yı- kent açısından çok önemli
lında başkenti haline getiri- bir sorun olan hava kirliliğilen Atina, o dönemde sadece nin etkisinin artmasına seAkropolün eteklerinde kuru- bep olan sıcaklık terselmelu mütevazı bir kentmiş. Bu- sini yaratmakta. Kentte aragün AB’nin siyaset sahnesin- lıklarla meydana gelen sıde yaşanan olaylar göz caklık terselmesinin neden olönünde bulundurulduğunda duğu olumsuz etkilerin önüironik bir biçimde dikkat çe- ne geçmek üzere 1990’lı yılkeceği üzere, Yunanistan’ın lar da alt ya pı ya yö ne lik
ilk kralı yapılan 1. Otto, Bav- önemli önlemler alınmış ve
yeralı bir Almandı. Büyük dev- belli bir başarı sağlanmış.
letlerin Krallık makamına ge- Kentin iklimiyse sıcak hava
tirdiği 1. Otto, Atina’nın mo- dalgaları dolayısıyla yazları
dern görünümlü bir başkent bunaltıcı derecede sıcak ve
olabilmesi için hemen kolları kuru olurken kış ayları olsıvamış. Bugün Yunanistan dukça ılıman yaşanmakta.
Parlamentosu olarak bilinen Kentin doğal konumu dolayapı Otto’nun sarayı olarak yısıyla meydana gelen yükinşa edilmiş. 19. yüzyıl Neo- sek sıcaklık yoğun kent trafiklasik mimari anlayışı dola- ği ve benzeri insan eseri seyısıyla Antik Yunan’dan izler bepler dolayısıyla da artış
taşıyan modern binalar inşa göstermekte. Öyle ki, Avrueden Yunan, Alman ve Fran- pa’da bugüne kadar kaydesız mimarların tasarladıkları dilen en yüksek sıcaklık 10
kamu binalarını bugün hala Temmuz 1977’de Atina’nın
görmek mümkün. 20. yüz- banliyöleri olan Tatoi ve
yıldaysa kent mimarisi Eklek- Elefsina’da 48 santigrat detisizme ve Bauhaus stiline rece olarak ölçülmüş.
meyletmiş; tıpkı Yunanistan’ Yunanistan’daki idari yöneın ikinci büyük kenti Selanik’ tim birimlerinden birisi olan
te olduğu gibi. 1896’da ilk tarihi Attika bölgesinin de
modern olimpiyat oyunları- merkezi konumunda olan
na ev sahipliği yapan kent, Atina’nın belediye başkanı,
21. yüzyıl başında olduğu gi- iktidarın en önemli ortağı kobi 20. yüzyıl başında da do- numunda olan Syriza’nın
ğudan önemli bir göçmen adayını yenerek geçen yıl
ikinci kez başkan seçilen bağımsız aday ve anayasa hukuku profesörü Giorgios Kaminis.
En güzel panoramik manzaranın deniz seviyesinden
300 metre yükseklikte Likavitos tepesinden görülebileceği Atina’nın kent merkezindeki semt, mahalle, cadde ve meydanlara oldukça
canlı ve hareketli bir kent kültürünün hâkim olduğu söylenebilir. Ağırlıklı olarak göçmenlerin ikamet ettiği ve pek
çok otelle hostelin bulunduğu kentin en eski meydanı niteliğindeki Omonia (Birlik)
Meydanı; önünde Evzon askerlerinin nöbet tuttuğu Parlamento binasına ev sahipliği yapan Sintagma (Anayasa) Meydanı; Akropol’ün hemen kıyısında, tavernalarıyla
meşhur Plaka semti ya da
rembetiko müziği sunan ancak bugün kentsel dönüşüme uğrayan restoranların bulunduğu Gazi ve Psiri mahalleleri bunlar arasında sayılabilir.
Kentin kendisi bir açık hava
müzesi olmakla birlikte kentte 17 arkeoloji enstitüsü yer
almakta. Kentteki en önemli
müzeler arasında Ulusal Arkeoloji Müzesi, Nümizmatik
Müzesi, Kermaikos Arkeoloji
Müzesi, Yunan Yahudi Toplumu Müzesi ve tabi ki Akropol
Müzesi var. Yaklaşık 150 gibi
oldukça yüksek sayıda aktif tiyatro sahnesine sahip olan
kent, 1955’den bugüne kadar her yıl mayıs ve ekim aylarında yapılan Atina Festivali’ne de ev sahipliği yapmakta.
içtimaiyat
Avrupa’nın Hapishaneleri
Betül DİNLER
Piyanonun ayakları nasıl gizleniyorsa, farklı insanlar da o
şekilde gizleniyor. En eski
toplumlardan beri iktidar,
kendi söylemini kabul ettirmek istiyor. İlk zamanlarda
bedenle hükmeden iktidar,
zamanla bunu insanların
ruhlarına getirdiği özgürlük
sınırlamasıyla uygulamaya
başladı çoğuna göre. Böylece de hapishaneler ya da modern kapatma mekânları
gündeme geldi. Roma Hukuku’nda karşımıza çıkan Homo Sacer yani “kutsal insan”,
öldürülebilen ama kurban
edilemeyen bir kategori olarak Avrupa literatüründe yerini aldı.
Avrupa’da hapishaneler,
Erving Goffman tarafından
total kurum, Michel Foucault
tarafından disipliner kurum,
Giorgio Agamben tarafından kamplar olarak ele alındı. Fransız düşünür Foucault,
‘’Büyük Kapatılma’’ adlı eserinde sembolik bir olaydan
bahseder ve der ki: “O dö-
nemde, hiç ayrım yapmadan
yaşlılar, sakatlar, çalışamayan veya çalışmak istemeyen
kimseler, eşcinseller, akıl hastaları, müsrif babalar, hayırsız evlatlar kapatılıyordu;
hepsi birden aynı yere
kapatılıyordu.” Bahsedilen
sembolik olay, 1656’da Paris’ te bulunan L’Hospital General (Genel Hastane) de, Paris nüfusunun yüzde 1’ine
denk gelen yaklaşık altı bin
kişinin gözetim altına alınmasıyla gerçekleşir. 17. yüzyılda başlayan kapatma pratiğinde 18. yüzyıl sonu ve 19.
yüzyıl başında yani Fransız
Devrimi döneminde önemli
bir değişim meydana gelir ve
kapatılanlar içinde ayrımlar
yapılmaya başlanır. Akıl hastaları tımarhaneye, gençler
ıslahevlerine ve suçlular hapishaneye gönderilir; böylece Avrupa’da modern anlamda hapishane dönemi
başlar.
Avrupa’da Ortaçağ’da hücreler bulunuyordu. Fakat
oraya insanlar, yargılanıncaya, fidye ödeyinceye veya infaz edilinceye kadar kapatılıyorlardı. Avrupa’daki ilk hapishanelerin Bizans İmparatorluğu dönemindeki Bizans
zindanları olduğu kabul ediliyor. Burada, kralların ve yakınlarının hoşuna gitmeyen
kimseler, istek ve ihtiyaçları
karşılanmayacak şekilde,
ölüme terkedilirlerdi. Ayrıca
ilk hapishaneler olarak kale
burçları kullanılırdı.
Avrupa’da resmi olarak ilk
hapishane, 1582’de İngiltere’de yapıldı. Ayrıca Londra Kulesi siyasi suçluların kapatıldığı yerlerdendi. Bir suç
tarihçisi olan Jonathon Atholl, Londra’daki ilk hapishanelerden birisi olan Newgate’deki yaşamı şöyle betimlemiştir: “Bu hapishane,
günün büyük bölümünde ziyaretçilerin eksik olmadığı
gürültülü, canlı bir yerdi.
1790’da tutuklananlardan
birisi, hapishanede bir balo
vermişti; öyle görünüyor ki,
pek de ender olmayan bir
olay. Öğleden sonra dörtte,
keman ve flütler eşliğinde
çay servisi yapıldı; bunun ardından davetliler soğuk yiyeceklerin sunulduğu akşam
sekize kadar dans ettiler. Parti hapishanenin genellikle kapandığı saat olan dokuzda
bitti.” İngiltere için hapishane, suçla hakka ve erdeme
geri dönüş arasında yani bir
anlamda “iki dünya arasında
bir mekân”dır ve devlete kaybettiği uyrukları iade edecek
olan bireysel dönüşümler
için bir bağ oluşturacaktır. Ruhun ve tavırların dönüşümü
amacıyla hapsetme medeni
yasalara girmeye başlar.
İngiltere’de çıkarılan 1575
tarihli bir yasa, ıslahevlerinden her kontlukta en azından bir tane kurulmasını hükme bağlamıştı. Daha sonra
bu alanda özel girişime izin
verilmiş ve isteyen istediği kadar kurum açmaya başlamıştı.
ATAUM
EKİM 2015
e-bülten
Avrupa’nın Hapishaneleri
Betül DİNLER
Modern devletlerle hapishanelerinin doğuşu
İngiltere’den sonra 1596’da
Hollanda’da (ki, Avrupa’da
bugünkü anlamda ilk hapishanedir), 1667’de de İtalya’
da hapishane inşa edilmiştir.
Avrupa’da 17. yüzyıldan itibaren, işlikler kurulmuştu. İş
bulamayan pek çok köylü,
serseri haline gelmişti. İşliklerde bulunanlara yemek veriliyordu; ancak bu insanlar,
zamanlarının çoğunu kurumda geçirmeye ve aşırı derecede çalışmaya zorlanıyordu. 1840’a doğru burjuvazi
proletaryayı fiilen kapatmaya çalıştı. Fransa, İsviçre ve
İngiltere’de hakiki hapishaneler olan “fabrika-manastırlar” vardı. Fransa’da kırk
bin genç kız bu “atölyeler”de
çalışıyordu. İzin verilmeden
dışarı çıkamıyorlardı; sessizliğe, gözetime, cezalara
tabiiydiler.
18. ve 19. yüzyıllarda hapishaneler yaygınlaştı. Büyük
küçük her kentte, yerel bir hapishane bulunuyordu, ancak
bunlar üç ya da dört mahkûm alabiliyordu. Buralar, gece bo yun ca sarhoşların
ayılması için ya da arada sı-
ra da suç la nan ki şi le rin
duruşmalarını beklediği yerler olarak kullanılıyordu. Daha büyük Avrupa kentlerindeyse büyük hapishaneler
bulunuyordu; buralarda tutulan insanların çoğu idamlarını bekleyen mahkûmlardı. Kimi zaman idam edilecek olanlar zindana atılır
ve gardiyanını ancak idama
götürülürken görürdü. Bazı
hapishanelerde tutuklular sürekli olarak birbirinden ayrı
tutuluyordu. Tutukluların birlikte çalışmalarına izin veriliyor ama konuşmaları yasaklanıyordu. Geceleri ayrı hücrelerde yatırılıyorlardı. Hücrede tek başına tutulan hükümlülerse, ancak ziyaretçisiyle ve hapishane görevlileriyle görüşebiliyordu. 1900’
lere gelindiğinde hücre cezası, yalnızca bir disiplin önlemi olarak kullanılmaya başladı.
Bastille Hapishaneleri/Kalesi, 18. yüzyılın ikinci yarısında kral aleyhine suç işleyen
siyasi suçluların konulduğu
meşhur yerlerdendi. 19. yüzyıl Fransasında Lettre de
Günümüzdeki durum
Günümüzde Avrupa’da ce- 148.4), Macaristan (yüzde
zanın infazından sonra hü- 144.9), Güney Kıbrıs (yüzde
kümlüyü rehabilite etmeye 137.7), Bel çi ka (yü zde
yönelik çalışmalar var. Avru- 134.4) ve Yunanistan (yüzde
pa Konseyi hüküm giymiş 133.9) başı çekiyor. Avrumahpusların bütün diğer pa’daki toplam tutuklu sayısı
haklarını değil sadece öz- 1 milyon 679 bin 217. Yani
gürlüklerini kaybettiklerini ortalama mahkûm oranı yüz
kabul etmekte. Nitekim Av- bin kişide 140. Cezaevleri en
ru pa Kon se yi İşkenceyi kalabalık ülkeler İtalya, MaÖnleme Komitesi (CPT) de ka- caristan, Güney Kıbrıs, Belçilabalık hücrelerde veya ko- ka, Makedonya, Portekiz,
ğuşlarda mahkûm başına en Fransa, Romanya, Hırvatisaz dört, tek kişilik hücrelerde tan ve Arnavutluk.
de en az yedi metre kare Avrupa hapishanelerinin en
alan olması gerektiğini belir- önemli sorunlarından biri de
tir. Ancak bazı hücrelerde çete düzeni. Örneğin Mayıs’
mahkûmlar sırayla uyumak ta isyan çıkan Atina’daki
zorunda kalıyor. Zira nerdey- Korydallos cezaevinde garse bütün Avrupa ülkelerinde diyanlar kontrol sağlamada
cezaevleri ve gözaltı merkez- o kadar zorlandı ki, olaylarleri aşırı kalabalık. Avrupa da iki mahkûm hayatını kayKonseyi’nin ya yın la dı ğı bederken 21 mahkûm da ya2013 Avrupa Yıllık Ceza ralandı. Yetkililer, cezaevi koİstatistikleri Raporu’na göre, şullarının da protesto edildiAvrupa’da cezaevi kapasite- ği olaylara Arnavut ve Pakislerinin aşıldığı ülkeler sırala- tanlı çete üyeleri arasındaki
ma sın da İtalya (yü zde bir hesaplaşmanın yol açtığı-
cachet (kaşeli mektup) uygulaması vardı. Lettre de cachet, Fransa'da Ancien Régime (eski rejim) döneminde,
özellikle bir kişinin tutuklanmasını sağlamak amacıyla
kullanılan ve altında kralla
birlikte bir bakanın imzası bulunan kral buyrultusuydu. Bir
kimseye Lettre de cachet
gönderildiğinde, bu kimse
ne asılır, ne damgalanır, ne
de bir ceza ödemek zorunda
bırakılırdı. Hapse atılırdı ve
orada önceden belirlenmemiş bir süre kalmak zorunda
bırakılırdı. Lettre de cachet,
bir kimsenin kaç yıl hapiste
kalması gerektiğini ender
olarak belirtiyordu. Kısacası,
bir kimsenin yeni bir emre kadar gözaltından kalması gerektiğini belirtiyordu ve yeni
emir, ancak Lettre de cacchet’i talep eden kimse hapse
atılmış kimsenin ıslah olduğunu belirttiğinde gündeme
geliyordu.
19. yüzyıl Avrupasına özgü,
İngiliz filozof Jeremy Bentham’ın ideal hapishanesi
olan Panapticon’daysa iktidar insanları sürekli kontrol
edebiliyordu. Panapticon, etrafında hücrelerin bulunduğu upuzun bir kuleydi ve hücrede kalan suçlular Panapticon’dan sürekli gözlendiklerine şartlanmışlardı. Kendiliklerinden “düzgün” davranmaya çalışırlardı. Nitekim Fransa’daki 1810 tarihli
Treilhard ceza yasası der ki:
“İmparator'un gözü devletin
en ücra köşelerine kadar
yönelecektir. Çünkü İmparator'un gözü başsavcıları denetleyecek, onlar da imparatorluk savcılarını denetleyeceklerdir, imparatorluk savcıları da herkesi denetleyecektir. Böylece, devlette hiçbir karanlık alan kalmayacaktır. Herkes gözetim altında olacaktır. Bentham'ın mimari düşü Napoléon devletinde hukuksal ve kurumsal
bir gerçeklik haline geldi, bu
da 19. yüzyıldaki bütün devletlere model olarak hizmet
etti. Mutlak anlamda genelleşmiş gözetim yapıları var
ve hapishane de bu parçalardan biridir.”
Görkem ÖZİZMİRLİ
nı duyurdu.
Bir diğer sorunsa, mahkûmların geçmişlerinde uyuşturucu kullanmaları. Temmuz
2012’de AİHM, Fransa’yı
uyuşturucu bağımlısı bir mahkûmun cezaevindeki intiharını engelleyemediği gerekçesiyle tazminata mahkûm
etti. 2013 Avrupa Yıllık Ceza
İstatistikleri Raporu’na göre
hapiste intihar oranı Almanya'da on binde 8.2, Avusturya'da 13.7, Belçika'da 10.6,
Danimarka'da 10.4, Fransa'
da 14.4, İsveç'te 10.9 ve İsviçre'de 13.6 kişi düzeyinde.
Hapishane ve benzeri yerlerdeki ihlaller AİHM içtihadında da kendine yer buluyor. Örneğin, hapishanelerle
karakol hücrelerinin ve gözaltı şartlarının başvuranı
olumsuz etkilemesi nedeniyle Yunanistan, Romanya,
Fransa ve Birleşik Krallık’ın
AİHS 3. maddeyi (işkence yasağı) ihlal ettiğine hükmedil-
di. İlgili başka kararlardaysa
hapishanede başvuranı koruyamama ve gerekli tıbbî
yardımı yapamamadan ötürü Romanya ve Birleşik Krallık AİHS 2. maddeyi (yaşam
hakkı), Belçika da ruh sağlığı
bozuk kişinin hapishanede
tutulması nedeniyle 2012’de
5. maddenin 1. fıkrasını
(özgürlük ve güvenlik hakkı)
ihlâlle cezalandırıldı.
Bu bağlamda belki de en dikkat çekici davaysa, Romanya’daki komünist rejim döneminde cezaevi müdürü
olarak görev yapan Alexandru Visinescu’nun Ey lül
2014’te başlayan yargılanması. 88 yaşındaki Visinescu, insanlığa karşı suçla itham ediliyor. Visinescu, idaresindeki cezaevinde mahkûmlara işkence uygulanmasından ve en az 14 siyasi
mahkûmun da ölümünden
sorumlu tutuluyor.
17
ABC
Avrupa Birliği'nin abece'si için
Temel Eğitim
Sertifika Programı
Uzmanlık programı daha özel konuları içerir:
ATAUM'un yürüttüğü eğitim programları
temel ve uzmanlık eğitimi kursları olarak
gerçekleş-tirilmektedir. AB Temel Eğitim
Programı'nda genel olarak AB'nin oluşum
süreci, kurumsal yapısı, işleyişi, politikaları, Türkiye-AB ilişkileri ve AB'deki
son gelişmelerle ilgili olarak temel bilgiler
verilmektedir.
ATAUM; Avrupa Birliği konularına yönelik
olarak 1987’den bu yana sertifika programları düzenlemektedir.
ATAUM
Ankara Üniversitesi
Avrupa Toplulukları
Arastırma ve Uygulama Merkezi
Başvuru ve Bilgi İçin
ATAUM Öğrenci İşleri
Ayrıca kurum ve kuruluşların istekleri ve
önerileri doğrultusunda AB ile ilgili
çeşitli konularda özel eğitim programları açılmaktadır.
Dahili: 2614 - 2615
www.ataum.ankara.edu.tr
Sertifika programları, bir akademik yıl iç[email protected]
risinde iki ayrı dönemde gerçekleşmekte, +90(312)362 07 62 - 362 07 80 faks:+90(312)320 50 61
Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü - ANKARA
her bir dönem ise yaklaşık 3 aylık (~100 saat) bir zaman dilimini kapsamaktadır.
Sertifika programlarına kurumsal başvuruların yanısıra bireysel başvurular da yapılabilir.
● Uluslararası İlişkiler
● Avrupa Birliği
●AB Sürecinde Türk Kamu Yönetimi
●Müzakere Teknikleri - Kültürlerarası
İletişim Teknikleri
Kurs Ücreti: 1350 TL'dir.
(Bireysel katılımlarda kurs ücreti 3 taksit
olarak ödenebilir)
Avrupa
Gündemi...
ATAUM
ATAUM-BİM (08-2011)
e-bülten
bulmak isteyene not:
sadece elektronik posta kutusunda bulunur...

Benzer belgeler

Mülteciler yalnız değil!

Mülteciler yalnız değil! Almanya-Avusturya ve Slovakya-Avusturya-Macaristan arasında sınır kontrolleri yeniden yürürlükte. Hollanda girişlerdeki noktalarda kontrollere başlarken, Polonya’ysa Schengen dahilinde alınabilecek...

Detaylı

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi hukukunun ilgili düzenlemesi ni ih lal et ti ği ne da ir Hükümet’in sunduğu ve Mahkeme’nin de kabul ettiği gerekçelerin dayanağının yetersiz olduğunu dile getirmekte. Zira İtalyan iç hukukunda göst...

Detaylı

Mevcut Sayının PDF Hali - ATAUM

Mevcut Sayının PDF Hali - ATAUM hukuku 2004’te yürürlüğe soktuğu düzenlemeyle, bilimsel amaçlarla bile olsa in vitro (yapay yollarla üretilen) embriyo üzerinde deneyler yapılmasına izin vermemekte ve yapanların da iki ila altı yı...

Detaylı

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi Finlandiya, eğitim alanında yapılan en büyük reformlardan birine imza atmak üzere. Bu reforma göre geleneksel olarak verilen “disiplin” eğitiminin yanında artık “tematik” eğitimler de verilecek. Ba...

Detaylı