e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi

Transkript

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi
ATAUM
e-bülten
Yıl 7 - Sayı 79
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Avrupa Gündemi...
MAYIS 2015
'Tematik Öğretim' Modeli
Fin Eğitim Sistemi, Yeniden
Sadece Avrupa’da değil tüm dünyada en iyi eğitim sistemlerinden birine sahip olduğu söylenen Finlandiya’da Mart’ın sonunda
duyurulan eğitim reformu, neredeyse bütün Avrupa ülkelerinde tartışmalara yol açmış durumda. Gelenekselleşen eğitim
anlayışının ötesine geçen bu reform, diğer Avrupa ülkelerinde benzeri reformları tetikler mi henüz belli değil.
Yapılan reformla geleneksel "bir saat coğrafya, bir saat matematik" benzeri ders yapılandırması okul müfredatlarında daha az yer alacak. Bunun yerine getirilen ve “fenomen” öğretimi diye tanımlanan “tematik öğretim” sistemine göreyse, örneğin mesleki okullarda “kafeterya hizmetleri” şeklinde bir ders olacak, bu dersteyse hem matematik, hem dil eğitimi (yabancı müşterilere hizmet etmek için) hem de yazma ve iletişim becerileri öğretilecek.
DİSİPLİNLER YERİNE TEMALAR
Ayşe Elif YILDIRIM
Finlandiya, eğitim alanında yapılan en büyük reformlardan birine imza atmak üzere. Bu reforma göre geleneksel olarak verilen “disiplin” eğitiminin yanında artık “tematik” eğitimler de verilecek. Başkent Helsinki’nin genç ve yetişkin eğitiminden sorumlu ismi Liisa Pohjolainen, The Independent gazetesine, “bu Finlandiya’nın eğitim sistemi için
büyük bir değişiklik ve biz hala her şeyin başındayız” şeklinde konuştu. Amaç disiplinleri tamamen ortadan kaldırmak olmasa da, tematik eğitime daha fazla ağırlık verilmek isteniyor. Finlandiya’daki yetkililerin temel amacı,
insanları iş hayatına hazırlayabilmek için gerekli özellikleri almasını sağlayacak şekilde bir eğitim sistemi dizayn etmek. Yetkililere göre, gençler -mevcut işgücünden farklı olarak- teknolojik aletleri çok küçük yaşta kullanmayı
öğreniyorve bu da modern toplumun ve sanayinin ihtiyaçlarına uygun eğitim sistemi reformları yapmayı bir anlamda şart koşuyor. (devamı 3.sayfada)
Ben Bir
Göçmenim…
Rusya’dan Nükleer
Tehdit
Gazprom’a AB
Soruşturması
‘AİHM’in Gazabından
Korunma Reçetesi!’
Onur HAZNEDAR
sayfa 5
Aygün KARLI
sayfa 6
Emre YÜKSEL
sayfa 7
Yasemin KARADAĞ
sayfa 8-9
Fransa’nın Yeni Savaşı:
Siber Radikalizm
Fransa’nın Yeni
İstihbarat Yasası
H. Kardelen IŞIK
sayfa 10
Damla ÜNSEVER
sayfa 11
Portre:
Küreselleşme Karşıtlarına
Konstantinos P. Kavafis
AİHM Desteği
Elâ BİLGEN
sayfa 12-13
üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected]
Maria KONSTANTOPOULOU
sayfa 14-15
2
Kütüphaneden 'Ödünç' İsveçli
Aygün KARLI
MAYIS 2015
ATAUM
e-bülten
Kütüphaneden 'Ödünç' İsveçli
Aygün KARLI
Okuma yazma bilme oranları gün geçtikçe iyiye doğru gidiyormuş gibi gözükse de, hâlâ kimi ülkelerde istenilen seviyede değil. Özellikle Afrika
ve Ortadoğu ülkelerinde durum karşılaştırmalı olarak bir
hayli kötü. Elbette şu da bir
gerçek ki, dünyada yayınlanan akademik materyaller
ortalama sadece on kişi tarafından okunuyor. Bu da demek oluyor ki, oku(ma)mak
tüm dünyanın ortak sorunu.
Özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı günümüz-
de, insanlar sosyal medya
araçlarını kullanmaya daha
meyilli. Gazeteler, dergiler
ve haber bültenleri dahi sosyal medyanın gücünden
etkilenmiş gözüküyor. Tüm
bunların akabinde okuma
yazma oranı yüzde doksan
dokuzu bulan İsveç’in Hultsfred kentinde bir kütüphane,
hem ülkesindeki mültecilerin
İsveççe öğrenebilmelerini kolaylaştırmak için hem de
okuma meselesine katkı sağlamak için bir adım atmış durumda.
çirmek istediğini seçiyor. Ortak bir zaman belirleniyor ve
buluşma ayarlanıyor.
Projenin “fikir annesi” olan
Hultsfred Belediyesi yetkilisi
Linda Asgard, otuz beş yıldır
göçmenlerin ülkelerine entegrasyonunun mümkün kılınmadığını, bu sayede bir
nebze de olsa entegrasyona
katkı sağlayabileceğini düşünmüş. Nitekim İsveç’te
son dönemlerde göçmenlere
olan baskı artma eğilimine
girmiş, İsveç halkının bir kısmı göçmenlere taviz vereceğini düşündüğü partilere oy
vermeyeceğini beyan etmişti. Bu proje kapsamında İsveçlilerle göçmenler arasındaki buzların eriyeceğine dair beklentiler var.
“Ödünç” İsveçli alma süreci
İsveç’in Hultsfred kentinde ülkeye gelen göçmenlerin İsveççe öğrenmelerini sağlamak ve pratiklerini geliştirmek için kütüphaneye gönüllü kayıt yaptıran her kişiye, İsveçlilerden birini evinde
çaya, sinemaya veya yürüyüşe davet etme imkânı sunuluyor. Kültüren entegrasyonu hızlandırıcı etki yapacağı
düşünülen bu projede şu
ana kadar elliden fazla İsveçlinin “ödünç alındığı” belirtiliyor. Sistemse şu şekilde
işliyor. Kütüphanenin gönüllülük duyurusuna yanıt veren
İsçevliler kütüphaneye kayıt
yaptırıyor. Bir göçmenle politika, sanat, din vb. hangi konu olursa olsun konuşmak istediği konuyu belirtiyor, göçmen kişi de konu alanlarına
göre hangi İsveçliyle vakit ge-
Ödünç alınanlardan ilk tepkiler
Projeye destek veren ve
ödünç alınan bir İsveçli yapılan röportaj sırasında Suriyeli bir göçmenle tanıştığını,
kendisine Arap kahvesi ikram edildiğini ve değişik kültürleri öğrenmenin kendisine haz verdiğini belirtmiş. Uygulamanın, özellikle İsveç nüfusu içindeki “Doğulu” ön
yargısının kırılmasına ve
farklı kültürler arası tanışma
ve kaynaşmanın sağlanmasına katkı sunacağı görüşün-
de. Nitekim gönüllü ve göçmenler daha sonra da görüşeceklerine dair sözleşmekteler.
İsveç son zamanlarda diğer
İskandinav ülkeleriyle birlikte en çok mülteci çeken yer olmuş durumda. Bunun birçok
nedeni var. Ülkeye iş gücü
çekme ve insani yardımlarla
ülke prestijini arttırma bunların başında geliyor. Elbette
ülkeye sürekli yabancı göçünün önemli sonuçları da olu-
yor. Sağ eğilimli partiler ve sivil toplum kuruluşları mülteci alımının çoğalması halinde suç oranlarının artacağı
ve ülkenin etnik-kültürel yapısının bozulacağı kanaatinde. Öte yandan, daha sosyal
demokrat tabana yakın görüşlerse bunun bir insanlık
dramı olduğunu ve İsveç’in
bu drama hareketsiz kalarak
destek olacağı yönünde görüş bildiriyor. Özellikle İskandinav ülkelerinde şu sı-
ralar keskin sınırlarla olmasa
da bu tarz ayrımlar görülüyor. Geçtiğimiz aylarda yaşanan Charlie Hedbo saldırılarıysa demokratik tutumlarıyla dikkat çeken İskandinav ülkelerinde dahi sağ eğilimlere yaklaşmayı beraberinde getirdi. Bu nedenle,
kütüphaneden ödünç İsveçli
alması uygulamasını özellikle önemseyenler de var.
ATAUM
MAYIS 2015
e-bülten
Yapılan reformlar doğrultusunda, artık örneğin bir saat
coğrafya, bir saat matematik
gibi ders yapılandırması okul müfredatlarında daha az
yer alacak. Bunun yerine
Finlerin “fenomen” öğretimi
diye tabir ettikleri, “tematik
öğretim” olarak tanımlanabilecek bir eğitim sistemi getiriliyor. Buna göre, örneğin
mesleki okullarda “kafeterya hizmetleri” şeklinde bir
ders olacak, bu dersin içeriğinde hem matematik, hem
Fin Eğitim Sistemi, Yeniden
Ayşe Elif YILDIRIM
3
dil eğitimi (yabancı müşterilere hizmet etmek için) hem
de yazma ve iletişim becerileri öğretilecek. Daha yüksek eğitim öğrencilerineyse,
disiplinlerarası temalar öğretilecek; örneğin “Avrupa
Birliği” gibi. Bu konunun
içeriğindeyse ekonomi, üye
ülkelerin tarihi, diller ve coğrafya gibi disiplinlerin karışımı bir eğitim programı oluşturulacak.
İnteraktif eğitim
Eğitimdeki reformlar sadece
bununla sınırlı değil; ayrıca
öğrencilerin pasif, öğretmeninse aktif olduğu geleneksel eğitim tarzındaki eğitim
sistemi yerine öğrencilerin
küçük gruplar halinde belli
başlı bazı problemleri çözmeye çalıştığı ve iletişim becerilerinin geliştiği bir eğitim
sistemi geliştiriliyor. Çocukların tematik eğitimlerin
planlaması aşamasına da katılması, daha aktif bir rol alması isteniyor. Aynı zamanda eğitimin sonunda öğrencilerin kendi değerlendirmesini yapması, neyi iyi, neyi
kötü yaptıklarına kendilerinin karar vermesi isteniyor.
Böylece öğrencilerin kendi
gelişimlerini kontrol etmesinin destekleneceği öngörülüyor, umuluyor.
Bütün bunların yanı sıra, öğrencilerin müfredatın geliştirilmesine de katılması isteniyor. Yerel belediyelerle beraber çalışıp lokal gereksinimleri karşılayacak şekilde bir
müfredat oluşturulması ve
eğitim programının bu şekilde geliştirilmesi amaçlardan
bir diğeri.
Geleneksel eğitim metotlarının 1900’ların başındaki ih-
tiyaçlar için uygun olduğunu
düşünen yetkililer, 21. yüzyılın ihtiyaçlarının çok farklı olduğunu, dolayısıyla iletişim
becerilerinin geliştirilmesinin ön planda olduğunu vurguluyor ve söz konusu reformların arkasındaki amacı
da böylece açıklıyor. Buna göre esas olan, çocuklara güvenli, mutlu ve rahat bir eğitim ortamı sunmak.
Reform
süreci
Ancak bu reformları yapmak ancak bu yolda adımlar bir eden öğretmenler maaşla- adapte
kolay olmamış. Özellikle geleneksel disiplinleri öğretmek için eğitilmiş öğretmenler bu yeni metotlara adapte
olmakta çekingen ve isteksiz
davranmış. İlk adımın atılmasının her zaman zor olduğunu vurgulayan yetkililer,
kez atıldı mı geri dönmenin
de imkânsız olduğuna dikkat
çekiyor. Ayrıca Helsinki’deki
lise öğretmenlerinin yüzde
70’i yeni eğitim metotlarını
uygulamak için eğitilmiş durumda. Üstelik bu yeni metotları uygulamayı kabul
rında ufak bir artışla da destekleniyor.
Şu an için Finlandiya’daki
okullar tematik eğitimi yılda
en az bir kere modüller oluşturarak uygulamaya koymak
durumunda. Helsinki’de reformlar daha hızlı şekilde
edilmeye çalışılıyor
ve okullara yılda en az iki kez
tematik eğitim vermeleri şu
an için zorunlu. 2020’ye kadar bütün ülkede tematik eğitimin yerleşmesi öngörülüyor.
Finlandiya doğru yolda mı?
Uluslararası alanda eğitim
modeli olarak örnek gösterilen ülkelerden biri iken Finlandiya’nın bu alanda bu kadar dramatik bir değişikliğe
gitme ihtiyacını neden hissettiği sorulan sorular arasında. Ancak Fin yetkililer al-
dıkları kararların arkasında.
Amaçlarını da 21. yüzyıla
ayak uydurabilecek, toplumun sürdürülebilir gelişimine uyum sağlayacak ve katkıda bulunacak bir eğitim sistemi yaratma olarak açıklıyorlar. Dünya’da yaşanan de-
ğişimler, çocukları ve doğal
olarak okul yaşamlarını etkiliyor ve eğitimin hala eğlenceli olması ve çocukların
okula gitmekten zevk alması,
motivasyonlarının yüksek olması, bunun sonucunda da
öğrencilerin yüksek perfor-
mans göstermesi isteniyor.
Bütün bu reformların arkasındaki asıl amaçsa, sınav sonuçları yerine öğrenci eğitimine odaklanmak. Ancak reformun sonuçlarının ne olacağı henüz belirsizliğini koruyor.
lik ve iletişim becerilerini öne
çıkaracak bir eğitim sisteminin çocukları “sınav fabrika”
larına göndermekten çok daha iyi olacağını savunan İn-
giliz Sanayi ve İşçi Konfederasyonu Eğitim Sorumlusu
Tristam Hunt, şu an için pek
de sesini duyuramamışa benziyor.
Avrupa’daki tartışmalar
Finlandiya’da yapılan bu büyük eğitim reformu, Avrupa’daki diğer ülkelerde de
tartışmaya yol açmış durumda. Fransa ve İspanya’nın Ka-
talonya Bölgesi’nde reform
istekleri olumlu karşılansa
da her devlet de bu değişikliklere sıcak bakmıyor. Birleşik Krallık’ta karakter, esnek-
Portekiz: Tam tersi yönde reformlar
Portekiz’deyse tartışmalar biraz daha alevli, çünkü son yıllarda ülkede Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan reformlar, eğitim sistemiyle örnek gösterilen Finlandiya’
nın yaptıklarının nerdeyse
tam tersi yönde. Nitekim Portekiz’de yapılan son reformlarda temel eğitim müfredatına çok daha fazla konu
eklenmesi, Finlandiya’da benimsenen eğitim sisteminin
aksi bir anlayışa dayandırılıyor. Örneğin, bu reformların
bir parçası olarak temel matematik eğitimi müfredatının
altına 177 hedef ve 703 tanım yerleştirildi ve öğretmenlerin öğrencileri dakikada en az 90 kelime okumasını sağlayacak şekilde eğitilmeleri istendi.
Portekizli akademisyen ve öğ-
retmen eğitiminin önde gelen isimlerinden José Morgado, Publico gazetesine verdiği demeçlerde, Portekiz’de
yapılan değişikliklerle öğretmenlerin öğretim deneyiminin tamamen bir check-list’e
çevrildiğini söylüyor. Morgado, Finlandiya’da yapılan reformların bir modernizasyon
çalışması olduğunu ve sınıf
içi çalışmaları geliştirdiğini,
bu şekilde farklı disiplinleri
kullanarak çalışmalar yapılmasının öğrencilerin yeteneklerini geliştirmesine büyük katkı sağlayacağı söylüyor. Morgado, Finlandiya’da
yapılan reformların kilit hedefi olan öğretmeyi eğlenceli hale getirmek ve öğrencilerin kendi eğitim yollarını kendilerinin çizmelerinin önünü
açmak gibi unsurların her-
halde Eğitim Bakanlığı tarafından “şeytani” bir durum
olarak görüldüğünü ileri sürüyor. Üstelik, aksi yönde birçok reform yapıldığını ekleyerek Portekiz Eğitim Bakanlığı tarafından getirilen reformlara da hayli sert karşı çıkıyor.
Aynı şekilde, Uluslararası
Öğretmenler ve Eğitim Derneği’nin Başkanı ve Minho
Üniversitesi araştırmacısı
Asuncion Flores, Finlandiya’nın kabul ettiği müfredat
değişikliğinin disiplin eğitiminin getirdiği müfredat fazlalığı ve katılığından ve bunun yol açtığı basitlikten
uzaklaşması nedeniyle daha
karmaşık olduğunu ancak sonucun öğrencilerin yararına
olacağını söylüyor. Bir müfredatın disiplinlerden fazla-
sına sahip olması gerektiğini n altını çizen Flores,
Finlandiya’da yapılan değişikliklerin “değerlendirme
becerileri”ne önem verdiğini
ve yetenekleri geliştirmeye
odaklandığını, bunun sosyal
ve profesyonel hayat için büyük önem taşıdığını da tespitlerine ekliyor.
Ancak Ulusal Eğitim Konseyi
Başkanı ve bir önceki Eğitim
Bakanı David Justino, bu modelin nasıl sonuçlar yaratacağını ve özellikle de diğer ülkelerin nasıl sonuçlar alacağını bekleyip görmek gerektiğini söylüyor. Zaten eski
Eğitim Bakanı, düzenli disiplin eğitiminin en iyi öğretim
sistemi olduğunu savunanlar
arasında.
4
AB Ülkeleri Vatandaşı = Avrupa Vatandaşı (?)
Bilgesu BÜYÜKÇOLAK
MAYIS 2015
ATAUM
e-bülten
AB Ülkeleri Vatandaşı = Avrupa Vatandaşı (?)
Bilgesu BÜYÜKÇOLAK
AB Komisyonu Nisan içerisinde “Avrupa Vatandaşlık
Girişimi”ne ait bir rapor yayınladı. Girişimin kurulduğu
2012’den bu yana 3 yıl içerisindeki gelişmelere raporda
yer verildi. Buna göre yakla-
şık 6 milyon kişi girişime katkı sağladı ve yalnızca 2 girişim süreç boyunca aktif bir şekilde varlığını sürdürebildi.
Raporda 3 yıl içerisinde 51
projenin geliştirildiği, 22 tanesinin gerekli imza toplan-
madığından 20 tanesinin de
Avrupa Komisyonu tarafından geri çevrildiğinden uygulanamadığı belirtiliyor. Ayrıca girişime katkı sağlayan
ülke istatistikleriyle yaş aralığına da raporda yer verili-
yor. Sonuç olarak AB raporunda girişimi daha da geliştirmek adına yenilikler yapılması gerektiği vurgulanıyor.
“Avrupa Vatandaşlık Girişimi” nedir?
Avrupa vatandaşlığı kavramı
Maastrich Antlaşması’yla birlikte gündeme gelmiş ve
Avrupa'da yaşayan vatandaşların kullanabileceği
hakları içeren bir kavram. Bu
kavram, ulus-devlet üstü bir
vatandaşlık anlayışını ilkeleştiren ilk ve tek girişim durumunda. Amacı Avrupa bütünleşmesini ve vatandaş işbirliğini sağlamak kadar birliği hem bürokratik hem de
vatandaş boyutuyla güçlendirmek. Ancak kavram birçok tartışmayı da beraberinde getirmiş durumda. Özellikle de iki vatandaşlık türünün sınırlarının çizilmesi gerektiği yönünde eleştiriler
var. Maastrich Antlaşması’nın “üye ülke vatandaşlarının haklarının ve çıkarlarının korunmasını sağlamlaştırmak üzere AB yurttaşlığı
getirilmektedir” maddesine
dayanarak ve 1997’de Ams-
terdam Antlaşması'yla bu Bu nedenle, çoğu başvuru ya
ilkenin geliştirilmesi ve sağ- gerekli imzayı toplayamalamlaştırılmasıyla birlikte dığından ya Komisyon tara2009 Lizbon Antlaşması'yla fından reddedildiğinden ya
girişim çerçevesinde somut da başvuru sahipleri tarafınadımları atılmaya başladı. dan geri çekildiğinden uyguAntlaşmada AB üyelerinin lamaya konulamamış duvatandaşları aynı zamanda rumda. Başarıya ulaşan baş“Avrupa vatandaşı” olarak ka- vurularınsa Avrupa Komisyobul edilmekte. 1 Nisan 2012 nu tarafından Avrupa Konseitibariyle de bu antlaşmaya yi ve Avrupa Parlamentodayanarak “Avrupa Vatan- su'na yasa tasarısı olarak sudaşlık Girişimi” çalışmaları nulması ve kabul edilirse 2
başlamış durumda. Bu çer- yıl içerisinde yasalaştırılması
çevede, Avrupa vatandaşla- öngörülüyor. Ancak ne olurrına Avrupa Komisyonu'na sa olsun, bütün bu zor proseyasal düzenleme teklifi ha- düre rağmen vatandaşa AB
zırlama yolu açıldı. Ancak bu- gündemini etkileme şansı ninu yapabilmek için en az 7 hayetinde bu girişimle birlikAB üyesinde ülkelerin 12 ay- te ilk kez verilmiş durumda.
lık nüfusuyla orantılı şekilde Girişimde şeffaflığa önem ve1 milyon imza toplama koşu- rilmiş, buna göre yılda 500
lu aranmış, önkoşulları ba- Euro'nun üzerinde mali desşarıyla atlatan başvuruların tekte bulunan sponsorların ida Avrupa Komisyonu tara- simlerinin ve imza veren desfından kabul edilip kayıt altı- tekçilerin adreslerinin açıkça
na alınması şartı koşulmuş. belirtilmesi şartı koşulmuş.
Aynı zamanda bu prosedürlerle uğraşmamak ve rahatsızlıklarını belirtmek isteyenler için AB Ombudsmanı'na
yönlendirme yapılmış.
Avrupa Vatandaşlık Girişimi
'ne ilk başvuru geçtiğimiz sene Fransa'dan gelmiş ve talep “su hakkı” olarak belirtilmişti. Bütün Avrupa ülkelerinde temiz su ve kanalizasyon imkânlarının gerekliliğini vurgulayan başvuru sahipleri, sürecin daha sadeleştirilmesi ve bürokratik engellerin kaldırılması gerektiğini de yetkililere bildirmişti.
Görüldüğü üzere 3 yaşında
olmasına rağmen girişim
teorideki demokratikliğini uygulamada pek de başarıya
ulaştıramamış durumda. Ancak çalışmaların arttırılması
ve bürokrasinin kolaylaştırılması yoluyla başarıya daha
yaklaşılabileceği de belirgin
bir şekilde gözlemlenmekte.
ATAUM
e-bülten
MAYIS 2015
Ben Bir Göçmenim…
Onur HAZNEDAR
5
Ben Bir Göçmenim…
Onur HAZNEDAR
Avrupa’da göçmen olmak
zordur. Ancak Avrupa’da göçmen olmaya çalışmak daha
da zordur. Hele bir de insan
tacirleri aracılığıyla kaçak yollardan kıtaya ulaşmak istiyorsanız Akdeniz’in derin sularında boğularak can vermeyi baştan göze almanız gerekir.
Her geçen gün daha da
sıradanlaşan ve yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan
göçmen kazaları ne yazık ki
geçtiğimiz ay da Avrupa’nın
en önemli gündem maddesi
oldu. Dile kolay, sadece bir
hafta içerisinde bine yakın kişi Avrupa hayallerini geride
bırakarak hayata gözlerini
yumdu. Fakat günümüzün
Avrupası göçmenlerin hayallerini pek süsleyecek gibi de
gözükmüyor. Zira özellikle
son on yılda göçmen karşıtlığı her geçen gün artıyor. Da-
hası bunu siyasi bir malzeme
olarak etkin şekilde kullanmayı başaran aşırı sağ partiler halktan da büyük destek
alarak kıtadaki yükselişlerini
sürdürüyor.
Tüm bunlara rağmen, İngiltere geçtiğimiz ay ilginç bir
kampanyaya ev sahipliği yaptı. Göçmenlere yardımcı bir
hayır kuruluşu olan Göçmenlerin Refahı’nın (Welfare
of Immigrants) öncülüğünde
ve bir sivil toplum kuruluşu
olan Yabancı Düşmanlığı Karşıtı Hareket (Movement
Against Xenephobia) çatısı altında başlatılan ve halkın finansal desteğiyle hayata geçirilen bu kampanyayla İngiltere’nin dört bir yanı “Ben
Bir Göçmenim” posterleriyle
donatıldı. Bu posterlerde çeşitli meslek gruplarından ve
de dünyanın birçok bölgesinden İngiltere’ye göç etmiş
kişiler yer aldı. İtfaiyecisinden hemşiresine, öğretmeninden avukatına farklı mesleklerden 15 göçmenin yer
aldığı bu posterlerle göçmenlerin İngiliz toplumuna
ve ekonomisine katkılarına
vurgu yapıldı. Örneğin bir
posterde Polonya doğumlu
itfaiyeci bir göçmen, “ben bir
göçmenim, 7 yıldır hayat
kurtarıyorum. Bir sonraki siz
olabilirsiniz” ifadeleriyle yer
aldı. Yine bir başka posterde
Trinidad Tobago doğumlu akıl hastalıkları hemşiresi bir
göçmen, “ben bir göçmenim, 15 yıldır insanlara depresyona karşı mücadele konusunda destek oluyorum”
diyerek kampanyaya destek
verdi. Daha sonra bu posterler 400 metro ve 550 tren
istasyonuyla ülke genelindeki birçok billboardda sergilenmeye başladı. Ayrıca kam-
panya Twitter üzerinden de
#IAmAnImmigrant hashtagiyle dünyaya açıldı. Kampanyayı yürüten yöneticiler
dünya çapında oldukça
olumlu tepkiler aldıklarını,
hatta birçok sivil toplum örgütünün de bu kampanyayı
küresel hale getirmek için
kendileriyle çalışmak istediklerini belirtiyor. Welfare of
Immigrants yönetim kurulu
başkanı Habib Rahman da
yaptığı açıklamada kampanyanın halk nezdinde oldukça
destek gördüğünü dile getiriyor: “Sıradan insanlardan
gelen olağanüstü destek, birçok kişinin yabancı düşmanlığından ne denli bıkmış olduğunu gösteriyor. Binlerce
kişi hoşgörüsüzlüğü reddettiklerini ve farklılıklara açık,
kapsayıcı bir toplum istediklerini ortaya koyuyor.”
Yaklaşan seçimler ve göçmen karşıtlığı
İngiltere özelinde bu kampanya, yaklaşan genel seçimler öncesinde büyük
önem taşıyor. Zira Avrupa’
daki genel kanıyla benzer şekilde İngiltere’de de göçmenler, yaşanan ekonomik
krizin başlıca sorumlusu olarak görülüyor. Oxford Üniversitesi Göç Gözlemevi’nin
yapmış olduğu araştırmaya
göre, İngiltere halkının yaklaşık dörtte üçü göçün azaltılmasını savunuyor. Hal böyle olunca da hemen hemen
tüm partiler seçimlerde göçmen karşıtlığını bir koz olarak kullanıyor. Özellikle yabancı ve göçmen karşıtlığı bilinen UKIP bu konuda yürüttüğü siyasetle ülkede yükselişini yıllardır sürdürüyor.
Önümüzdeki ay yapılacak seçimlerde de göçmenlere yönelik politikasını açıkça ortaya koyan parti, sadece nitelikli göçmenlerin ülkeye giriş
yapmasına izin veren bir sis-
temin hayata geçirilmesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca şu
anda yıllık yaklaşık 300 bin
olan göçmen girişini 50 binle
sınırlamayı planlıyor. Niteliksiz göçmenlereyse 5 yıl yasak
getirmek istiyor. Tüm bunlar
içinse AB’den ayrılmanın elzem olduğunu belirten UKIP
lideri Nigel Farage, böylelikle İngiltere sınırlarının kontrolünün yeniden sağlanabileceğini ve etkili bir göçmen
politikasının uygulanabileceğini dile getiriyor.
Hâlihazırda 10 numaralı kapının anahtarını elinde bulunduran Başbakan David
Cameron da göçmen konusuna bu seçimlerde büyük
önem veriyor. Her geçen gün
artan göçmen sayısına bir çözüm arayan ve de iktidarda
olduğu sürede birçok kez ülkeye giren göçmen sayısını
100 binin altına indirecekleri
sözünü veren ancak bu konuda bir türlü başarıya ula-
şamayan Cameron’ın göçmenlere yönelik seçim vaatlerinin başında yine aynı şey
geliyor. Bu amaçla da AB’yle
sınırların daha sıkı bir şekilde
korunması konusunda ortaklaşa hareket etmeyi planlıyor.
İngiltere siyasetinin önde gelen partilerinden biri olan ve
de önümüzdeki seçimlerde
başarılı bir sonuç elde etmesi
beklenen İşçi Partisi de göçmen konusuyla yakından ilgileniyor. Bu noktada önceliği sınırların korunmasına veren parti, sınır bölgesine bin
yeni çalışan alınarak İngiltere sınırlarını daha kontrollü
hale getirmeyi arzuluyor. Bunun yanı sıra işverenlerin
göçmenleri daha düşük ücretle çalıştırarak İngiliz işçilerinin ücretlerini düşürmesine
mâni olacak yasal düzenlemeleri hayata geçirmeyi
planlıyor.
Tüm bunlar gösteriyor ki,
önümüzdeki dönemde de
İngiltere’de göçmen karşıtlığı siyaseten destek görmeye
devam edecek. Ancak bu
kampanyayla birlikte göçmenlik olgusu hiç değilse bir
kez olsun ülke çapında kutlanan bir unsura dönüşebildi. Aynı kaderi yaşayan binlerce kişi tek bir emel uğruna
bir araya gelebildi. En önemlisi de göçmenlere yönelik negatif retorikte az da olsa bir
kırılma yaşanabildi. Ama yine de seçimlerde bu hareketin seçmen üzerinde doğrudan bir etkisi olması beklenmiyor. Hatta kampanya yöneticilerine göre seçim sonrası göçmen karşıtlığının daha da artacağına kesin gözüyle bakılıyor. Bu nedenle
de göçmenlik konusunda
başlatılan bu farkındalık eğiliminin önümüzdeki dönemde de sürmesi gerektiği dile
getiriliyor.
6
Rusya’dan Nükleer Tehdit
Aygün KARLI
ATAUM
MAYIS 2015
e-bülten
Rusya’dan Nükleer Tehdit
Aygün KARLI
Geçtiğimiz aylarda ATAUM
E-Bülten’de de ele alındığı
üzere, Rusya gün geçtikçe
yalnızlaşıyor. Yalnızlığınıysa
siyasi tehditlerle ve askeri
operasyonlarla bastırmaya
çalışıyor. Özellikle Ukrayna
krizi ve sonrasında gelen “Kırım’ın işgali”, uluslararası sistemde Rusya’yı daha tehditkâr hale getirdi. Finlandiya’yla olan ilişkilerinde de
Büyükelçi tehdidi
Rusya’nın Danimarka Büyükelçisi Mikhail Vanin, Danimarka’nın ABD kontrolündeki NATO füze sistemine katılması hâlinde Danimarka
gemilerinin Rus nükleer
füzelerinin hedefi olacağını
belirtti. Ve bu açıklama da
“doğal olarak” Danimarka
hükümeti tarafından şaşkınlıkla ve kızgınlıkla karşılandı.
Venin’in açıklamalarının kabul edilemez olduğunu dile
getiren Danimarka Dışişleri
Bakanı Martin Lidegaard,
Rusya’nın NATO füze siste-
görebileceğimiz üzere, Rus- tehdit etti. En son Mart’ta Daya çevresinde ABD’yle ittifa- nimarka için söz konusu olka girmeye hazırlanan veya duğu gibi.
ittifaka girmeyi düşünen birçok ülkeye yaptırımlar uygulamaya çalıştı, hatta onları
minin kendilerini hedeflemediğinin tamamıyla farkında olduğunu, Rusya’yla birçok konuda görüş ayrılıklarına düşmüş olsalar da yapılan açıklamalardaki gerilim
tonunun kendilerini rahatsız
ettiğini de sözlerine ekledi.
Konunun bir diğer muhatabı
olan ABD’nin Danimarka Büyükelçisi Rufus Gifford ise,
Rusya’nın yaptığı bu açıklamayı kabul edilemez bulduklarını ve müttefikleri Danimarka’nın yanında olduklarını vurguladı.
nimarka, bölgenin Rusya’ya
olan bağlılığından kendini
kopardı. Bu bağlamda yakın
zamanda saldırgan politikalar sergileyen Rusya’nın
Danimarka’yı tehdit etmesine şaşırmamak gerek. Ancak
nükleer tehdit genelde Soğuk Savaş döneminde gördüğümüz bir olguydu. Rusya’
nın artık nükleer tehdidi de
kullanmasının yeni bir Soğuk
Savaş dönemine girildiğini
mi gösterdiği açıkçası henüz
net değil. Zira SSCB döne-
minde Rusya’yla ABD aynı gelişme ivmesindeydi fakat günümüzde ABD uluslararası
konjonktüre hâkim olan bir ideolojiye sahip ve bölgede
çok sayıda müttefik edinmiş
durumda. Rusya’ysa Soğuk
Savaş döneminde olduğu gibi birçok ülkenin lideri olmak
bir yana yalnızlaşmış durumda. Özellikle uygulanan ambargolarla Rusya’nın ekonomik gücü de gün geçtikçe
kırılmak isteniyor.
Dış basın ne diyor?
Dış basında da geniş ölçüde
yankı bulan bu gelişme,
Rusya’nın son dönemdeki ilk
vukuatı olmadığı için kimse
pek şaşırmamışa da benziyor. Özellikle “kendi coğrafi
alanı”nda hâkimiyet kurmak
isteyen Rusya’nın tehditleri,
uluslararası sistemde Rusya’nın boykot edilmesini de
beraberinde getirdi. ABD’yle
arası şu sıralar pek iyi olmayan ve kendi rejimine benzer
rejime sahip diğer ülkelerle
anlaşma isteği önümüzdeki
dönem Rusya’ya ne ölçüde
geri dönecek bu şimdilik tam
bir muamma.
Rusya-Danimarka ilişkileriyse Danimarka’nın NATO
üyeliğiyle birlikte krize girmiş, Rusya’nın bölgeye olan
hâkimiyetini azaltıcı etkiler
yapmıştı. Coğrafi açıdan
Rusya’ya İsveç ve Finlandiya’ya nazaran uzak olan Danimarka, ABD güdümündeki
konjonktüre razı gelmek durumunda kaldı. Bu bağlamda ABD’yle müttefik olan Da-
ATAUM
e-bülten
İletişim
Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)
Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara
Telefon: 0 (312) 362 07 62
Faks: 0 (312) 320 50 61
Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten
E-posta: [email protected]
Editör: Erdem DENK
Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK
* Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz.
* ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir.
* Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir.
* Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir.
Sahibi: ATAUM adına Çağrı ERHAN · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık)
2 ATAUM
e-bülten
MAYIS 2015
Gazprom’a AB Soruşturması
Emre YÜKSEL
7
Gazprom’a AB Soruşturması
Emre YÜKSEL
AB-Rusya ilişkisi sürekli sürüncemede olan bir ilişki.
Özellikle Sovyetler Birliği’nin
dağılmasının ardından ikili
arasında “Eski Sovyet” cumhuriyetleri üzerinde nüfuz
kurma rekabeti yaşanmaya
başladı. AB, Doğu Avrupa’
daki cumhuriyetleri Birlik’e
katarken, Rusya da Orta Asya’daki cumhuriyetler üzerinde etki kurmayı başarabil-
Tekelcilik soruşturması
İkili arasında patlak veren
son sorun da Avrupa Komisyonu Rekabet Komiserliği’
nin Gazprom’u rekabet kurallarının ihlaliyle suçlaması.
Zamanlaması açısından siyasi saikler olabileceği tartışmasını gündeme getirmiş olsa da, bu soruşturmanın temeli üç yıl öncesine dayanıyor.
Eylül 2011’de Avrupa Komisyonu yetkilileri Gazprom’
un Avrupa’daki tesislerinde
arama yapmış ve bu arama
sonucunda bulunan belgelere dayanarak da soruşturma
başlatmıştı. Burada Komisyon, Gazprom’u AB’nin İşleyişine İlişkin Anlaşma’nın
102. maddesini ihlalle suçluyor. Buysa doğalgaz arz pazarında hâkim konumunu kötüye kullanmak, Avrupa doğalgaz ihraç yollarının çeşitlenmesini engelleyici yöntemler izlemek ve doğalgaz
fiyatlarını petrol fiyatlarına
endeksleyerek adil olmayan
ücretlendirmede bulunmak
Gazprom ve AB
2012’de başlayan ve üç yıl
süren soruşturmanın nihayete erdirilmesiyle AB Komisyonu Gazprom’a hakim pozisyonunu kötüye kullanma
suçundan dava açmaya hazırlanıyor. Gazprom’un başta Polonya, Litvanya, Letonya, Estonya ve Bulgaristan olmak üzere bazı ülkelere doğalgazı çok yüksek fiyatlarla
sattığı belirtiliyor. Öyle ki, iddiaya göre, bu fiyat bazen
normal ücretin yüzde 40 fazlasına ulaşabiliyor. Ayrıca
Gazprom’un Ukrayna gibi ülkelerin gazı komşularına satmasını da engellediği belirtiliyor. Nitekim AB Komisyonu’nun Rekabetten Sorumlu
Komiseri Margrette Vestager, “Gazprom sebepsiz yere
yüksek olduğunu düşündüğümüz fiyatı beş farklı ülkeye
ödetiyor. Bu ülkeler Estonya,
Letonya, Litvanya, Polonya
ve Bulgaristan. Gazprom doğalgaz altyapı sektöründe
müşterilerinden bazı sözler alabilmek için fiyat arzında hakim gücünü de kötüye kullandı” açıklaması yaptı.
Avrupa enerji ihtiyacının yüzde 36’sını karşılayan Gazprom’unsa bu suçlamalara
cevap vermek için 12 haftası
bulunuyor. Eğer bu 12 hafta
sonunda Gazprom’un suçu
sabit görülüp kesinleşirse şirkete küresel gelirinin azami
yüzde 10’una kadar ceza
kesilebilecek. Küresel geliri
117.5 milyar dolar olan
Gazprom için bu ceza 17 milyara tekabül ediyor. Ancak
AB genellikle bu tür cezaları
verirken küresel gelirlerin yerine Avrupa’daki gelirlerini
göz önüne alıyor. Bu sebeple
verilebilecek cezanın tek hanede kalması bekleniyor.
Bu iddialara karşılık Gazprom cephesi yaptığı açıklamada şirkete yöneltilen suçlamaların asılsız olduğunu,
şirketin her türlü hukuk normuna ve mevzuatlara riayet
ettiğini ve faaliyetlerinin diğer ihracatçıların uydukları
standartlarla uyumlu olduğunu açıkladı.
Bu soruşturmayla ilgili olarak merak edilen bir diğer konu da AB’yle Rusya arasındaki ilişkinin ne şekilde devam
edeceği. Bilindiği üzere son
bir yıldır ikili arasında yoğun
restleşmeler yaşanıyor. Bu sebeple de Rusya tarafı Gazprom kararının “siyasi” olduğu görüşünü tartışıyor. Dışişleri Bakanı Lavrov, kararın kabul edilemez olduğu ve
AB’yle aralarında imzalanan
di. Kafkasya’daki Gürcistan
ve Ukrayna’ysa ikili arasında
derin sorunlara neden oldu.
Nitekim geçtiğimiz yıl Ukrayna’da yaşanan olaylar ve bunun sonucunda da Kırım’ın
Rusya’ya katılma kararı alması, AB'yle Rusya arasında
ciddi krizlere ve ekonomik
yaptırımlara sebep oldu.
üzere üç temel başlıkta ele
alınıyor. Bu açıdan en çok etkilenen ülkelerin Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya ve Slovakya
olduğu belirtiliyor.
AB enerji politikası temel
olarak sürdürülebilirlik, arz
güvenliği ve rekabetçilik ilkeleri üzerine bina edilmekte. Bir dizi önlemler alan ve
hedefler koyan AB, rekabet
ve arz güvenliği temelli bir iç
pazar oluşturma önündeki
e ngellerin kaldırılmasını
amaçlıyor. Gazprom soruşturması da bu dinamik üzerinden gerçekleşiyor. AB’nin
Batı Avrupalı üyeleri, Gazprom’la kendileri arasında
uygulanan rekabet hukukunun Birlik’e 2004 ve 2007’
de katılmış olan Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri için de uygulanmasını istemekte ve bu
da Gazprom’a açılan soruşturmanın en temelinde yatmakta.
Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması gereğince tarafların iş
koşullarını bozacak eylemlere geçmeyeceğinin yazılı taahhüt altında alındığı görüşünde. Komiser Vestager’se
eleştirilere “bunlar siyasi davalar değil ve ortak olan bir
şey var ki rekabet davaları
gerçeklere, gerçeklerin yorumlanmasına ve kanıta dayanıyor” sözleriyle yanıt veriyor. Ayrıca soruşturmanın Ukrayna krizinden önce 2012’
de başlatıldığına dikkat çekiliyor.
AB’nin daha önce verdiği kararlar da bu soruşturmanın siyasi olmadığı görüşünü destekler nitelikte görünüyor. Rekabet konusunu ciddiye alan
AB, daha önce de şirketlere
büyük cezalar vermişti. 2009
’da Intel’e “piyasadaki dominant konumunu kötüye
kullanmaktan” 1.06 milyar
Euro ceza veren AB, 2010’da
da Ram üreticilerine “aralarında anlaşarak fiyatları yüksek tutma” suçundan 331 milyon Euro ceza vermişti. En
son 2012’de Microsoft’a “rekabeti engellemekten” 860
milyon Euro ceza veren AB’
nin Gazprom’a çok daha yüksek bir ceza vermesi bekleniyor. Bu arada AB, Gazprom’a
dava açılması kararının hemen öncesinde de Google’a
“haksız rekabete yol açmaktan” soruşturma başlattı.
Hâlihazırda gerilimli bir
ilişkiye sahip olan AB ve Rusya’nın ilerleyen zamanda nasıl bir ilişkiye sahip olacakları
bilinmezliğini koruyor. Ukrayna krizinin yankıları hala
sürerken ve Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulanırken
aynı zamanda Rusya’nın en
önemli şirketi Gazprom’a
suçlamalar yöneltilmesi, ikili
arasındaki buzların hemen
erimeyeceğinin habercisi niteliğinde. Bununla birlikte
enerji konusunda Rusya’ya
bağımlılığın yüksek olması
hem AB’de ortak bir enerji
politikasının oluşmasını güçleştiriyor hem de Rusya’nın
bölge politikasında etkili olmasını sağlıyor. Bu sebeple
de olsa gerek, AB bir yandan
da alternatif çözümler bulmaya çalışıyor ve enerji sağlayıcılarını çeşitlendirmeye gidiyor. Nitekim Gazprom’un
AB piyasasındaki etkinliği de
azalmaya başladı. Ancak Avrupa hala Rus doğalgazına
büyük oranda ihtiyaç duyuyor.
82
‘AİHM’in Gazabından Korunma Reçetesi!’
Yasemin KARADAĞ
MAYIS 2015
ATAUM
e-bülten
‘AİHM’in Gazabından Korunma Reçetesi!’
Yasemin KARADAĞ
İngiltere’de faaliyet gösteren
ve Muhafazakâr kanada yakınlığıyla bilinen düşünce kuruluşlarından biri olan Policy
Exchange’in Nisan başında
“Clearing the Fog of Law:
Saving Our Armed Forces
from Defeat by Judicial
Diktat” adlı raporu uluslararası hukuk alanında pek çok
eleştiriye maruz kaldı. Eleştirilerin en başındaysa, Oxford
ve Cambridge Üniversitelerinde çalışan iki akademisyenle Mayıs’ta Muhafazakâr
Parti’den milletvekili seçilmesine garanti gözüyle bakılan Britanya ordusu komutanı tarafından hazırlanan
bu raporun sağlam temellere dayanmayan argümanlarla hazırlanmış “zorlama”
bir metin olması geliyor.
En genel ifadeyle rapor, Birleşik Krallık ordusunun ülke
dışındaki askeri operasyonları esnasında gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerinden
ötürü mağdurların Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’ne
(AİHS) dayanarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
(AİHM) ve 1998 İnsan Hakları Yasası’yla birlikte İngiliz
Mahkemelerine başvurabilme hakkına sahip olmalarını
eleştirmekte. (AİHS’in İngiliz
iç hukukunun bir parçası olmasına ilişkin tartışmalara,
ATAUM E-Bülten’in Kasım
2014 sayısında yer alan “Britanya’da AİHS Tartışmaları”
başlıklı yazıda yer verilmişti).
Rapora göre, aralarında kimi
zaman “düşman isyancıların” da olabileceği “yabancı
vatandaşların” her iki yargı
mekanizmasına başvuru hak-
kına sahip olmaları, “hukuki
emperyalizm”in (judicial imperialism) yeni bir formundan başka bir şey değil. Hukuki emperyalizmin nasıl
oluştuğuysa, raporda şu şekilde açıklanmakta: “AİHS,
savaş hukukunun cezai yaptırımlarının düzenlendiği
1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin ve Protokollerinin
uygulanmasının önüne geçmekte. Zira Sözleşme, savaş
sonrası Avrupa’da tesis edilen barış ortamının ve istikrarın korunması için dizayn
edilmişti. Ne Sözleşme’nin
taslağını hazırlayanlar ne de
Sözleşme’ye ilk olarak taraf
olan imzacı devletler Sözleşme’nin savaş zamanında
uygulanmasını öngörmüşlerdi.”
Görüldüğü üzere, raporu
hazırlayanlar AİHS’in sadece
“barış zamanında insan haklarını koruyan bir düzenleme” ve bu durumda AİHM’in
de taraf devletlerin yalnızca
barış zamanında Sözleşme
hükümlerini ihlal etmeleri halinde başvurulabilecek bir
yargı mekanizması olduğu
görüşünde. Birleşik Krallık
Hükümeti’nin Sözleşme’nin
uygulama alanının daraltılması hususunda hem Strazburg’u hem de kendi mahkemelerini ikna etmede başarısız olduğunu söyleyen rapor, Britanya birliklerinin asıl
olarak uluslararası insancıl
hukuk kurallarına göre hareket etmesi gerektiğini, bunun da Hükümet’in AİHS’in
15. maddesine dayanarak
“savaş zamanında Sözleşme’nin uygulanma zorun-
luluğunu askıya almasıyla”
mümkün olduğunu belirtmekte.
Bu noktada, raporu eleştiren
görüşlerin de belirttiği üzere,
raporu hazırlayanların Sözleşme’nin 15. maddesine
yaklaşımlarının hatalı olduğunu söylemek mümkün.
Söz konusu bu madde “savaş
ya da ulusun varlığını tehdit
eden genel bir tehlike olması
halinde, taraf devletlerin,
uluslararası hukuktan doğan
diğer yükümlülükleriyle ters
düşmemeleri koşuluyla, durumun gerektirdiği ölçüde
Sözleşme’de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler
alabileceklerini” söylemekte. Bu doğrultuda, Sözleşme’nin 15. maddesi uluslararası hukukta, Uluslararası
Adalet Divanı hâkimlerinden
Christopher Greenwood’un
da belirttiği üzere, “savaş zamanında Sözleşme’nin uygu lan ma zorunluluğunu
‘otomatik’ olarak ortadan
kaldırmazken, bu durumun
yalnızca ‘olasılık’ dâhilinde
olduğu” şeklinde yorumlanmakta. Rapora göre, AİHS’in
hem iç hukukta hem de
Strazburg’da yarattığı bu durum, Birleşik Krallık anayasal
sisteminde güçler dengesinin alt üst olmasına neden olduğu gibi Britanya askerlerinin “savaşma kapasitesi”ni
de oldukça olumsuz yönde etkilemekte. Bu doğrultuda raporun amacının, AİHS’in tarihi çok daha geriye giden ve
daha uygulanabilir olan
uluslararası insancıl hukukun, daha spesifik olaraksa
Cenevre Sözleşmelerinin
önemini azaltarak uygulamada nasıl üste geçtiğine dikkat çekmek olduğu belirtilmekte.
Bu doğrultuda da ilk olarak
raporda AİHS’in ve İnsan
Hakları Yasası’nın uygulanma alanının “gerektiğinden
fazla” genişlemesi eleştirilmekte. AİHS’in 1. maddesinde tanımlandığı üzere, taraf
devletler Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlükleri kendi yargı yetkilerinde (jurisdiction) bulunan herkese tanımak zorunda. Taraf devletlerin “yargı yetkisi”nin tespit
edilmesi, tahmin edileceği
üzere bu devletlerin ülke dışında gerçekleşen eylemleri
mevzubahis olduğunda tartışma konusu haline gelmekte. Nitekim bu maddenin ülke dışında uygulanmasına
ilişkin tutarlı bir Mahkeme
içtihadının olmaması, raporu hazırlayanların bu konudaki eleştirilerine oldukça elverişli bir zemin sunmakta.
2001’de hakkında kabul
edilemezlik kararı verdiği
Bankoviç davasında Mahkeme, taraf bir devletin yargı
yetkisinin asıl olarak ülkesel
olduğunu belirtmişti ve NATO çatısı altında Sözleşme
üyesi devletlerin Yugoslavya
Federal Cumhuriyeti’ni havadan bombalamasının taraf devletlerin yargı yetkisine
girmediğine hükmetmişti.
(Bkz. Bankovic and Others v.
Belgium and Ot hers 12.12.2001). İlgili bu raporda da AİHS’in ülke dışında
da uygulanmasının “yanlışlığı”, literatürde çok tartışılan
Bankoviç kararına dayanıla-
ATAUM
e-bülten
rak gerekçelendirilmekte.
Öte yandan, Mahkeme açık
bir şekilde hatalı olan Bankoviç yaklaşımını daha sonra
yargı yetkisine ilişkin önüne
gelen diğer davalarda tekrarlamaktan kaçınarak insan
haklarının korunması açısından çok daha makul kararlar
vermişti. Raporda da bahsi
geçen ve “ihtiyatlı” Bankoviç
yaklaşımından dönülerek ülke dışı yargı yetkisinin sınırlarını genişleten Al-Skeini
kararı bunlardan biri. Bu davada Mahkeme, 2003 Irak işgali sırasında Birleşik Krallık
askerlerinin bölgede gerçekleştirdikleri ihlallerinin Birleşik Krallık’ın yargı yetkisine
girdiğine karar vermişti. Mahkeme, bu kararında, Sözleşme üyesi bir devletin başka
bir devleti işgal etmesi durumunda, burada gerçekleşen
insan hakları ihlallerinden işgalci devletin sorumlu tutulması gerektiğini belirtmişti.
Rapora göre, AİHM’in Bankoviç yaklaşımından vazgeçerek Al-Skeini davasında
yargı yetkisi kavramının
sınırlarını bu şekilde açması,
Birleşik Krallık Mahkemelerini de yargı yetkisi kavramını bu şekilde yorumlamaya mecbur bırakmakta. Raporu hazırlayanlara göre, Birleşik Krallık’ın bu mecburiyetten kurtulmasıysa, savaş
zamanında AİHS’in 15. maddesine başvurarak Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerini askıya alma-
MAYIS 2015
sıyla mümkün olacak. Yine
raporu hazırlayanlara göre,
Birleşik Krallık 2003 Irak işgaline kadar Sözleşme’yi hiç
askıya almak zorunda kalmadı, çünkü AİHM’in Bankoviç yaklaşımına göre Sözleşme üyesi devletlerin ülke
dışı askeri operasyonları
AİHS çerçevesinde yargı yetkilerine girmiyordu.
Ne var ki, söz konusu bu yaklaşım oldukça tartışmalı. Zira
ülke dışı yargı yetkisine ilişkin Strazburg içtihadı Bankoviç kararıyla başlamamakta;
aksine konuyla ilgili davaların geçmişini 1970’lere kadar dayandırmak mümkün.
Daha da önemlisi, gerek Komisyon gerek Mahkeme, taraf devletin ülke dışında gerçekleştirdiği askeri operasyonlar sırasında söz konusu
devlet ülkesinde hukuka uygun olarak ya da olmayarak
etkili kontrol kurması durumunda veya kişiler üzerinde
kurulan otorite neticesinde
“yargı yetkisi”nin ortaya çıktığını tespit etmiş durumda.
(Bkz. Loizidou v. Turkey -18.
12.1996 ve Cyprus v. Turkey
- 26.5.1975). Dolayısıyla raporda belirtildiği gibi, “ülke
dışında gerçekleştirilen askeri operasyonların, AİHS’in
‘gereksiz yönlendirmesi’
nden kurtarılması için 15.
maddeye başvurulması zorunluluğu” oldukça temelsiz
argümanlarla gerekçelendirilmiş durumda.
Raporda “yanlışlığı” uzun
‘AİHM’in Gazabından Korunma Reçetesi!’
Yasemin KARADAĞ
uzun tartışılan bir diğer konu
da AİHM’in savaş zamanında AİHS ile uluslararası insancıl hukuk arasında kurduğu ilişkiye dair. Bu konuda
eleştirilen AİHM kararlarından biri olan Hassan v. the
UK (16.9.2014) kararında
Mahkeme, Irak’ta savaşın fiilen sürdüğü sırada Birleşik
Krallık askerlerinin bölgede
işlediği ihlallerin Birleşik
Krallık’ın yargı yetkisine girdiğine karar verdi. Mahkeme, Birleşik Krallık’ın “uluslararası insancıl hukuka göre
savaş zamanında uluslararası silahlı çatışmalarda gözaltına almaların hukuka uygun olduğunu belirterek
AİHS’den kaynaklanan yükümlülüğünün ortadan kalkması gerektiği” iddiasını reddetti ve uluslararası insancıl
hukukla insan hakları hukukunun bir arada uygulanması gerektiğine hükmetti. Raporda Mahkeme’nin bu konudaki yaklaşımı da “savaş
za ma nın da şüp he li le rin
alıkonulmasının ve gözaltında tutulmasının 3. ve 4. Cenevre Sözleşmeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken, AİHS’in özgürlük
ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddesinin uygulanmasının hatalı olduğu” gerekçesiyle eleştirilmekte. Rapora göre bu hatanın önüne
geçilmesi içinse, Sözleşme
tarafı devletlerin savaş zamanında AİHS’in 15. maddesine dayanarak Sözleşme’
den kaynaklanan yükümlülüklerini askıya almaları gerekmekte.
Yukarıda yer verilen Strazburg içtihadının yanı sıra konuya ilişkin Birleşik Krallık iç
hukukunda verilen pek çok
kararın da incelendiği rapor,
sonuç olarak hep aynı şeyi
söylemekte: “Birleşik Krallık
Hükümeti savaş zamanında
AİHS’den kaynaklanan yükümlülüklerini askıya almalı
ve savaş zamanında uluslararası insancıl hukuk kuralları uluslararası insan hakları hukukunun üstünde gelmeli.” Oldukça dikkat çekici
ve isyankâr bir başlıkla taçlandırılan bu rapor, raporu
hazırlayanların ve yayınlayan kurumun politik görüşleri göz önünde bulundurulduğunda, AİHS sistemini ve
yargı mekanizmasını kıyasıya eleştirmesi ve bu sayede
vardığı sonuçlarıyla çok da
şaşırtmıyor. Uzun bir süredir
Muhafazakârların dilinden
düşmeyen “AİHS’den kurtulma” planları ve hatta Muhafazakâr Parti’nin seçim vaadi
olarak AİHS’e taraf olmaktan vazgeçerek yeni bir insan
hakları dü zen le me si nin
öncüsü olacaklarını ilan ettikleri strateji belgesi gösteriyor ki, Muhafazakâr kanat
AİHS’in ve yargı mekanizmasının kendi tabirleriyle
“mağdurları” olmaktan kurtulmak için “her yol mubah”
düsturunu benimsemekte.
9
Fransa’nın Yeni Savaşı: Siber Radikalizm
10
2 H. Kardelen IŞIK
MAYIS 2015
ATAUM
e-bülten
Fransa’nın Yeni Savaşı: Siber Radikalizm
21. yüzyılda savaşlar bile
“kurşun geçirmiyor.” Öyle ki
bugün Ortadoğu’yu deyim
yerindeyse “hackleyen” IŞİD,
bir yandan da sanal dünyada si ber militanlarıyla
savaşıyor. Ocak’ta Charlie
Hebdo dergisine yapılan saldırıdan bu yana adeta diken
üstünde olan Fransız medyası şimdi de Siber Halife’nin
(“Cyberchaliphate”) hedefinde.
Fransız küresel yayın kuruluşu TV5 Monde ve bünyesin-
deki on bir televizyon kanalının yayınları 8 Nisan günü siber saldırı sonucu kesintiye
uğradı. Saldırıyı IŞİD adına
üstlenen hackerlar, televizyon yayınlarını kesmenin yanı sıra kanalın internet sitesiyle birlikte Facebook ve
Twitter hesaplarının da kontrolünü ele geçirerek propaganda mesajlarını gönderdi.
TV5 Monde ve bünyesindeki
on bir kanala karşı 8 Nisan
günü yerel saatle 22.00’de
başlayan siber saldırı, 9 Ni-
Guerre
Monde-iale
Columbia Üniversitesi’nden cılar” tarafından
Robert Jervis, 1978’te yayınladığı makalesinde çatışmaların nasıl ortaya çıktığını anlamak için bir model tanımlamıştı: Olası düşmanın savunmaya mı yoksa saldırıya
mı hazırlandığını ve silahların saldırı için bir avantaj sağlayıp sağlamadığını bilmediğinizde, bu ortam çatışmanın başlamasına en uygun
yerdir.
Fransa’nın Francois Hollande’la birlikte değişen Afrika
politikası, radikal İslamcılar
tarafından Charlie Hebdo
dergisine yapılan saldırı ve
hala cevaplanmayı bekleyen
soruları, tartışmalı yeni istihbarat yasası (özellikle medya
üzerinde baskı oluşturacağı
eleştirileri dolayısıyla) ve son
olarak TV5 Monde ve bünyesindeki 11 kanala yapılan saldırı özellikle de “siber” oluşuyla adeta bu modelin
sağlamasıydı.
Şöyle ki, siber saldırılar uzun
süredir Fransa’nın gündemindeydi. Charlie Hebdo katliamının hemen ardından
Fransa Savunma Bakanlığı Siber Savunma Ofisi’nden yapılan açıklamada yalnızca
bir haftada “radikal İslam-
19 bin
Fransız web sitesinin siber
saldırıya uğradığı belirtiliyordu. Yine de saldırıların ne
kaynağı ne de mesajı açıktı.
TV5 Monde’a yapılan saldırı,
Fransa’nın Afrika’daki “askeri başarılarına övgü”yle dolu günlerinin hemen ertesinde gerçekleşti. Saldırıdan yalnızca bir kaç gün önce Fransa komando kuvvetleri, İslami Mağrip El-Kaidesine karşı Mali’de düzenlediği operasyonda Hollandalı rehine
Sjaak Rijke’yi kurtarmayı başarmıştı. Bir önceki aysa Nijerya’daki teröristlere karşı
Çad liderliğindeki koalisyona destek için uluslararası
toplumu ikna etmişti.
Fransa uzun zamandır Afrika
politikasıyla ilgili konularda
iç politikasının bir uzantısı
olarak ifade özgürlüğüyle
ekonomik çıkarları arasında
ince bir çizgide yürüse de, radikal İslamcı gruplarla savaşta hiç olmadığı kadar ön
planda olduğu da yadsınamayacak bir gerçek. Öyle ki
TV5 Monde’un Facebook sayfasına saldırganların koyduğu mesajda birisi Irak’ta, diğeriyse Cezayir’de bulunan
Cybercaliphate hacktivistleri
‘Siber Savaş’: Sınırlar nerede?
Güç ve güç edinmenin amacının tanımlanması yüzyıllardır uluslararası ilişkilerin en
önemli konularından birisi.
“Gücün” hangi aktörlerin
elinde bulunduğu ya da bu
gücü hangi amaçlarla kullanacağı da öyle. 20. yüzyılın
önemli bir kısmında güç,
hard power (askeri güç) olarak tanımlanırken Joseph
Nye’la birlikte yanına bir de
soft power (yumuşak güç) eklendi. 1960’lardan günümüze kadar gelen süreçteyse
“bilgi”nin “güç” olup olmadığı tartışılıyor. Zira 21. yüzyılda siber güvenlik de ulusal
güvenliğin konularından birisi haline geldi. Öyle ki Westphalian dönemde merkezileşerek giderek yatay olarak
el değiştiren güç, içinde bulunduğumuz Post-Westpha-
san saat 01.00’e kadar devam etti. Saldırının kapsamıysa şimdiye kadar görülmemiş nitelikteydi. Nitekim
hacktivistler, kanalın ağını tamamen kapattı. Üç saat boyunca yayın yapamayan kanallar daha sonra ancak
bant yayınına geçebildi.
TV5 Monde saldırısından yalnızca bir kaç gün sonra bu
kez de Belçika medyası hedefteydi. Belçika’da Le Soir
ve Sudpresse gazetelerinin
internet siteleri siber saldırı-
H. Kardelen IŞIK
lar sonucu saatlerce erişilemez hale geldi. TV5 Monde’
a yapılan saldırıların aksine,
Belçika’daki saldırıları kimin
düzenlediğiyse henüz bilinmiyor.
Fransa için ne siber saldırılar
ne de aşırı gruplara karşı yürütülen harekâtlar yeni bir
durum. Yine de saldırı arka
planı ve zamanlamasıyla birlikte “siber terörizm”in ulaştığı boyutları göstermesi açısından oldukça dikkat çekici.
Charlie Hebdo saldırılarına
“Je suIS ISIS! (Ben IŞID’im)”
şeklinde gönderme yaparak
yani açıkça alaycı bir karşılık
verebildi. Ancak mesajlar bununla da kalmadı, siber saldır gan lar me saj la rın da
“Hollande, haksız bir savaşa
katılarak affedilmez bir hata
yaptın. Bu nedenle Parisliler,
Ocak'ta Charlie Hebdo ve koşer süpermarket hediyelerini
aldılar" diyerek IŞİD'e karşı
düzenlenen operasyonlara
katılan Fransız askerleri ve
yakınlarının kimlik kartlarını
da yayınladı.
Cybercaliphate’in saldırıları
yeni değil. Şubat 2015’te
ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM)
YouTube ve Twitter hesaplarına siber saldırı düzenleyerek profil fotoğraflarını “Siber Halife”, “Seni Seviyorum
IŞİD” yazılarıyla ve IŞİD
amblemiyle değiştirmişti.
Hatta “Amerikan askerleri,
biz geliyoruz. Kendinizi kollayın. IŞİD” mesajları da iliştirilmişti. Dolayısıyla, şimdi
yeni olan, IŞİD’in siber aktivizm kapasitesini yeni bir boyuta taşıması.
1984’te Fransız Hükümeti
desteğiyle kurulan TV5 Mon-
de, kendisini "dünya çapında
Fransız kültür kanalı" olarak
tanımlayan bir yayın kuruluşu. 2006’dan bu yanaysa sloganı “One World, Many Worlds”. Kanalın editoryal politikasıysa kültürel değişim ve
çoğulculuk üzerine bina ediliyor. Hal böyleyken, IŞID’in
Ortadoğu ve Afrika’da hayata geçirdiği hedefleriyle taban tabana zıt olduğunu söylemek ve TV5 Monde’u neden hedef seçtiğine dair bir
işaret koymak güç değil. Yine de teknik açıdan servis dışı bırakma saldırısı (Denial of
Service-DOS) olan ve saldırıyla ilgili soruşturma derinleştikçe ortaya çıkan “kolaylaştırıcıları” da belirtmek gerek. Saldırıdan bir kaç gün
önce kanal binası içinden yapılan yayınlardan birinde
arkada Facebook ve Twitter
hesaplarının şifrelerinin gözüküyor olması ve saldırganların password (şifre) ve
fishing (b alık av la mak)
sözcüklerinden gelen ve
yapılışı adında meal olan,
phishing e-postalarıyla kanal çalışanlarını “avlaması”,
siber terörizmin kapasitesini
göstermesi açısından çarpıcı.
lian dönemde bu kez adeta
“bilgi” üzerinden yeniden dikey olarak el değiştiriyor. Üstelik, artık savaşlarda sadece
devletler ve onların aktörleri
yok. Aksine, oyuna birçok yeni oyuncunun dâhil olmasıyla birlikte “savaş alanları” hiç
olmadığı kadar kalabalık. Nitekim siber uzay (cyberspace) kavramı, ilk kez internete
karşılık olarak kullanan Ka-
nadalı bilim kurgu yazarı William Gibson’ın anlattıklarından daha fazlası. Bir yandan
“siber bilginin” getirdikleriyle savaş sahnesi hiç olmadığı
kadar kalabalıkken, diğer
yandan da siber uzay ve yarattığı “saldırı olanakları” zaman ve mekân algısını kökünden sorgulatıyor.
ATAUM
e-bülten
MAYIS 2015
Fransa’nın Yeni İstihbarat Yasası
Damla ÜNSEVER
11
Fransa’nın Yeni İstihbarat Yasası
Damla ÜNSEVER
Küresel bir sorun halini alan
radikal İslamcı terör örgütleri
ve yaptıkları eylemler sadece
iç savaş veya etnik çatışmanın olduğu istikrarsız ve güçsüz devletleri değil, aynı zamanda gelişmiş olarak tanımlanan ülkeleri de etkiliyor. Özellikle Avrupa’dan
cihat için Suriye’ye giden
Müslüman gençlerin sayısı
hız la art ma ya baş la dı.
“Yabancı savaşçılar” (foreign
fighters) olarak adlandırılan
bu gençlerin ülkelerine geri
dönerek terörist eylemlerde
bulunması korkusuysa, Müslüman nüfusun yoğun olduğu Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika ve Hollanda’nın
yanı sıra tüm Avrupa ülkelerini sarıp sarmalıyor. Her ne
kadar AB, Radikalleşme Farkındalık Ağı oluşturulması,
hapishanelerde radikalleşmenin önüne geçmek için görevli imam sayısının artırılması, Schengen kurallarında
değişiklik yapılarak sınırlarda kontrollerin genişletilmesi gibi önlemler alsa da, terör
eylemlerinin engellenmesi
her zaman mümkün olmuyor. Nitekim devletler de geniş çaplı terörle mücadele eylemleri planlıyor. Öyle ki, 7
Ocak 2015’te gerçekleştirilen Charlie Hebdo saldırısı
ve ardından yaşanan diğer
iki saldırı sonucu can kayıplarıyla sarsılan Fransa, polis
birimleri ve istihbarat ajansına daha fazla yetki tanıyan
yeni bir yasa yürürlüğe koymayı planlıyor. Mart’ta Tunus’taki müze saldırısında iki
Fransız vatandaşının ölümünün de bu yasanın oluşturulmasında etkili olduğu görü-
lüyor.
Yoğun protestolara yol açan
ve son günlerde Fransa’da
önemli tartışma konularından biri olan yeni istihbarat
yasası, emniyet birimlerine
ve istihbarat teşkilatına geniş
yetkiler sunuyor. Yasa, internet üzerinden terör propagandası yapan sitelerin kapatılması, polisin ve istihbaratın savcılık kararına gerek
duymadan şüphelendikleri
kişilerin telefonlarını dinleyebilmesi ve hatta gerekli
gördükleri takdirde mikrofon
ve casus kameraları gibi teknolojileri kullanma yetkisine
sahip olması gibi maddeler içeriyor. Ayrıca tüm bu faaliyetlerin yönetimi için de
“Ulusal İstihbarat Kontrol
Komisyonu” adında yeni bir
yapı kurulması hedefleniyor.
Ancak terör saldırılarıyla sarsılan Fransız halkı bir yandan
bu tür terör eylemlerinin önlenmesi için gereken her türlü desteği vermeye hazırken
diğer taraftan böyle bir yasanın kendi kişisel hak ve özgürlüklerine zarar vermesi
endişesiyle ikilem içinde kalmış durumda. Kamuoyunda
sivil özgürlükleri sonlandıracağı ve ülkeyi antidemokratik bir yapılanmaya
doğru götüreceği endişesi yaratan bu yasa, sivil toplum kuruluşları tarafından da şiddetle eleştiriliyor. Örneğin,
bu kuruluşların bazıları böyle bir yasanın 11 Eylül saldırısından bir ay sonra Amerika’da çıkarılan Vatanseverlik Yasası’na benzerliğine dikkat çekiyor.
Bilindiği gibi 11 Eylül 2001
saldırısıyla birlikte kendi top-
rakları üzerinde ilk kez böy- diyan” anlamına gelen “Senlesine ağır bir terör saldırısıy- tirelle Planı”. Terörle mücala karşı karşıya kalan ABD, delede ordu ve Savunma Babir ay sonra terörle mücade- kanlığı’nın önemini vurgulale kapsamında Vatanseverlik yan Hollande, Savunma
Yasası’nı çıkarmıştı. Yasa, Bakanlığı’na bu yıl için 31.4
Ulusal Güvenlik Dairesi’ne milyar Euro bütçe ayrılacamahkeme kararı olmaksızın ğını, önümüzdeki dört yıl
telefon dinleme yetkisi ver- içinse 3.8 milyar avro ek bütmesi ve dairenin kişisel bilgi- çe vereceklerini açıkladı. Aylere erişimini kolaylaştırması rıca, ordudaki asker sayısının
nedeniyle bireysel özgürlük- artırılacağını ve bu askerlelere bir müdahale olarak rin yedi bin kadarının ülke içi
eleştirilmişti. Fransa’daki ya- güvenlikte görev alacak şesa da istihbarat birimlerine kilde eğitileceğini belirten
benzer şekilde terör örgütle- Cumhurbaşkanı Hollande,
riyle ilişkili olduğundan şüp- gözetim toplumu endişelerihelendikleri kişilerin bilgile- nin daha da artmasına nerine kolay erişim hakkı ver- den oldu.
mesi ve özel hayatın gizlili- Polis ve istihbarat birimlerine
ğiyle bireysel özgürlük ilke- geniş yetkiler tanıyacak olan
lerine aykırılık oluşturması tartışmalı yasa, 5 Mayıs’ta
nedeniyle yoğun tepkilere ne- parlamentoda oylanacak.
den oluyor. Diğer taraftan, Ancak meclisteki iki büyük
her ne kadar tüm bu endişe- partinin destek vermesi nelere cevaben kitlesel bir gö- deniyle yasanın meclisten
zetlemenin söz konusu ol- geçmesine kesin gözüyle bamadığını ve yasanın sadece kılıyor. Yeni istihbarat yasası
terör eylemlerinde buluna- ve Savunma Bakanlığı’nın socak kişilere yönelik olduğu- rumluluğunu artıran Sentinu vurgulasa da Fransa Baş- relle eylem planı, Başbakan
bakanı Michael Valls kamuo- Michael Vall’ın dediği gibi huyundaki itirazları tam anla- kuksuz bir durum içermeden
mıyla giderebilmiş değil. Ak- sadece terörist faaliyetlere
sine, yasadaki yetki genişliği yönelik uygulanarak halkın
“Fransız hükümeti bir göze- terör korkusunu bitirecek mi
tim toplumu mu yaratıyor” so- yoksa bu korkunun üstüne yerusunu gündeme getirmişe ni bir korku olarak devleti mi
benziyor.
ekleyecek bunu zaman gösSivil toplum kuruluşlarının ve terecek. Ancak bazılarına gökamuoyunun haklı endişele- re, giderek artan güvenlik önri tam olarak giderilememiş- lemleri güvensizliğin kendiken, tüm bu tepkiler ve tartış- sini yaratabilir ve bu da
maların ortasında Cumhur- Foucault’nun “modern iktibaşkanı François Hollande dar büyük gözaltıdır” cümleda terörle mücadele kapsa- sini hatırlatacak şekilde gömında yeni bir eylem planına zetim toplumuna doğru
geçeceklerini açıkladı. Eylem gidişin önünü açabilir.
planının adı Türkçede “gar-
Küreselleşme Karşıtlarına AİHM Desteği
12
2 Elâ BİLGEN
MAYIS 2015
ATAUM
e-bülten
Küreselleşme Karşıtlarına AİHM Desteği
Elâ BİLGEN
Batılıların Rusya’yla dargın
olup olmamalarına bağlı
olarak isimleri G7 ya da G8
(Group of 7/8) şeklinde değişen, IMF ölçümlerine göre
ekonomisi en fazla gelişmiş
ülkelerin devlet adamları,
her yıl bir araya geldikleri
“zirve”lerde dünyanın geri
kalanının dertlerini konuşup
kararlar alıyorlar. Kendileri
her fırsatta herkesi ilgilendiren sorunlara ortaklaşa çözümler bulmak için uğraştıklarını ifade etseler de, kararların alındığı güvenlikli duvarların ardı da her yıl binlerce öfkeli protestocuyla dolup
taşıyor. Bu yıl Zirveye ev sahipliği yapma sırası Almanya’da. Avrupa Merkez Bankası’nın Almanya’daki merkez binasının açılışında çıkan
olaylar henüz durulmuşken,
7-8 Haziran’da Bavyera’da
yapılacak 41. G7 Zirvesi için
ne şiddette güvenlik önlemleri alınacağı merak konusu.
Üstelik AİHM, zirveye günler
kala adeta uyarı niteliğinde
bir karara imza attı. 2001’de
İtalya’nın ev sahipliğini yaptığı 27. G8 Zirvesinde göstericilere yönelik uygulanan polis şiddetinden ötürü İtalya’yı
mahkûm eden Mahkeme,
protestolar sırasında meydana gelen işkence ve insanlık
dışı muameleler konusunda
da eleştirilerde bulundu.
1999’da Seattle’da düzenlenen Dünya Ticaret Örgütü
Bakanlar Konferansı sırasında gerçekleştirilen protestolar, sosyal medyanın da yardımıyla 50 bin kişilik bir
kalabalığı bir araya getirme-
si bakımından küreselleşme
karşıtı hareketlerin küreselleşmesinin başlangıcı olarak
kabul edilmekte. Bundan sadece 2 yıl sonra Cenova’da
200 bin kişiyle gerçekleştirilen protestolarsa Uluslararası Af Örgütü’nün ifadesiyle
“İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Batılı ülkelerden birinde yaşanan en ağır insan
hakları ihlallerine” sahne oldu.
20-22 Temmuz 2001’de yapılan G8 Zirvesi’nin George
W. Bush, Tony Blair, Vladimir
Putin gibi devlet başkanları
ve zirve toplantılarına 1981’
den beri eşlik eden AB Komisyonu Başkanı’ndan oluşan asli konuklarının ağırlığı
nedeniyle ev sahibi İtalya, güvenlik tedbirleri konusunda
gergindi. Üstelik zirvenin
gündemi yoksullukla mücadele ve dünyanın en yoksul
ülkelerinin borçlarının bir kısmının silinmesi olarak belirlendiğinden BM Genel Sekreteri, Dünya Bankası, IMF
ve Dünya Ticaret Örgütü temsilcileriyle yoksullukla mücadele eden pek çok ülkenin
devlet başkanı da toplantılara davet edilmişti. Gerçi İtalya’nın ev sahipliğinde 1994’
te gerçekleştirilen bir önceki
zirve sırasında Başkan Clinton’ın Napoli sahillerinde
yaptığı koşu yansımıştı objektiflere ama Seattle’da yaşananların etkileri hâlâ akıllardayken Silvio Berlusconi liderliğindeki hükümet, Cenova’yı olağanüstü güvenlik
önlemleriyle donattı. Toplantılar için şehrin merkezinde,
yerleşik olmayanların giriş çıkışına kapatılan bir “Kırmızı
Bölge” oluşturuldu. Alanın etrafına da protestocuların, zirveye katılan delegelerle iletişim kurmasını imkânsız kılan
barikatlar kuruldu. Ayrıca terörist saldırı endişesiyle uçuşa yasak bölge oluşturuldu
ve şehrin çevresine uçaksavar füzeler yerleştirildi. Tüm
bu tedbirlerin yanı sıra AB ülkelerinden gelen protestocuları kontrol altında tutmak
amacıyla Schengen Antlaşması’yla sağlanan hareket
serbestisi de zirve süresince
askıya alındı.
Tüm tedbirlere rağmen, zirve
öncesindeki hazırlık toplantılarının başladığı 18 Temmuz’da Cenova’da toplanan
200 bin kadar göstericiyle polis arasında çıkan çatışmalar
21 Temmuz’a kadar sürdü.
Olaylar sırasında genç bir
protestocu polis kurşunuyla
hayatını kaybederken yüzlerce gazeteci, gösterici ve
polis memuru da yaralandı.
Küreselleşme karşıtları sadece sekiz hükümet lideri tarafından dünyanın geri kalanının kaderini belirleyen kararların alındığı G8 zirvelerinin meşruiyetinin olmadığını
söylüyordu. Ucuz işgücü ve
hatta çocuk işçi kullanan
uluslararası şirketler, endüstrileşmiş ülkelerin çevreye verdiği zararlar, yoksul
devletler üzerinde kurulan
borç yüküne bağlı tahakkümler protesto edilen konular arasındaydı. Sekizler
Grubunun liderleriyse göstericilerle aynı amacı taşıdıkla-
rını ve tam da bu zirveler sayesinde yoksulluğun azaltılması, çevrenin korunması,
küresel ekonominin iyileştirilmesi gibi konularda çalışmalar yürüttüklerini dile getiriyordu. Berlusconi başta olmak üzere pek çok yetkili böyle bir toplantıyı ve demokratik biçimde seçilmiş hükümetlerin çalışmalarını engelleme girişiminin başlı başına
bir şiddet vakası olduğunu savunuyordu.
1999’daki G8 zirvesi sırasında düşük gelirli ülkelere yardım kapasitesinin arttırılması
amacıyla IMF’nin altın rezervlerinde satışa gidilmesi
konusu üzerinde durulmuş,
yıl sonunda da IMF Yönetim
Kurulu, “yoksul ülkelere yönelik borç affını finanse etmek üzere 14 milyon onsluk
altının piyasa dışı işlem
görmesini” onaylamıştı. Ancak hem IMF’nin, hem de ondan önce davranan İngiltere
ve Rusya gibi Grup üyelerinin
gerçekleştirdiği altın satışı sonucu, altın fiyatları düşmüş
ve bundan en kötü etkilenen
de aynı zamanda dünya altın
rezervlerinin birçoğuna sahip olan yoksul ülkeler olmuştu. Küreselleşme karşıtları Cenova Zirvesi kapsamındaki gösterilerde de bunu hatırlatıyor ve yoksul ülkelerin borç yükünün hafifletilmesi olarak duyurulan gündemi, basit bir halkla ilişkiler
politikası olarak yorumluyordu.
2 ATAUM
e-bülten
MAYIS 2015
Küreselleşme Karşıtlarına AİHM Desteği
Elâ BİLGEN
13
‘Barışçıl çatışmalar’a şiddetli çözüm
Polisle göstericiler arasında men binada bulunanlar vahgünlerce süren çatışmalar, şice dövüldü. Ağır biçimde yaRoma ve Milano’dan gönde- ralanan 60’tan fazla gazeterilen polis kuvvetleri ve jan- ci ve gösterici hastaneye kaldarma birlikleriyle destekle- dırıldı. Gözaltına alınan 100’
nen Cenova polisinin 21 Tem- e yakın kişi içinse dayak ve
muz gecesi, bazı gösterici ve cinsel taciz, Bolzaneto’da
gazetecilerin kaldığı okul bi- oluşturulan geçici gözaltı
nasına baskın yapmasıyla so- merkezinde devam etti. Bu ona erdi. Zirve nedeniyle şeh- lay sırasında Bolzaneto’da
rin anormal biçimde kala- hemşire olarak görev yapmış
balıklaşması sonucu otel ve bir tanığın daha sonra yaşapansiyonlar tam kapasiteyle dıklarının ağırlığına dayanaçalışmaktaydı ve Cenova Şe- mayarak kitaplaştırdığı anıhir Konseyi konaklama için ları, yapılan işkencelerin
Armando Diaz Lisesi’ni gös- dehşetini gözler önüne seriterici ve gazetecilere tahsis et- yor. Ancak hemşirenin anlatmişti. Okula ait binalardan tıkları arasında dikkat çeken
birinde göstericiler kalıyor, di- daha önemli husus, bunun
ğer binaysa bağımsız gaze- sistematikleştiği. Zira anlatıteciler ve gösteriler sırasında lana göre, en üst düzey yetyaşanan ihlallerle ilgili huku- kililer bile durumdan haberki destek sağlayan avukatla- dardı. Bolzaneto’da aktif görın geçici çalışma merkezi rev alan pek çok kişi daha
olarak kullanılıyordu. Baskın sonra yüksek mevkiler elde
bu iki binaya birden ve için- etmiş, ihbar ve engelleme gidekilerin çoğu uykudayken rişimleri üzerine vatan haini
gerçekleştirildi. Polise direnç olarak suçlanansa yine kengösterilmemesi ve saldırılara disi olmuştu.
karşılık verilmemesine rağ- İlerleyen yıllarda Armando
Diaz Baskını ve Bolzaneto
Karakoluyla ilgili pek çok soruşturma ve dava yürütüldü.
Hatta soruşturmalar sırasında baskını haklı göstermek
için polis tarafından olaydan
sonra binaya molotof kokteyli ve kesici aletler gibi sahte deliller yerleştirildiği de ortaya çıktı. Ancak karar verici
nitelikte üst düzey yetkililerden hiçbiri suçlu bulunmadı.
Suçluluğuna hükmedilen ancak zamanaşımından faydalanan polis memuru ve doktorlarınsa hiçbirine verilen ceza uygulanmadı. Üstelik
hem Silvio Berlusconi hem
de yaralan İngiliz vatandaşlarına rağmen Tony Blair,
İtalyan polisinin üzerine düşen zor görevin ifası için olması gerektiği ölçüde kuvvet
kullandığına inandıklarını
ifade etti.
Baskın sırasında yaralanan
göstericilerden Arnaldo Cestaro’nun 2011’de İtalya
aleyhine AİHM’e açtığı dava,
7 Nisan’da açıklanan kararla
sonuçlandı. AİHM, İtalyan güvenlik kuvvetlerince uygulanan şiddetin işkenceye vardığına ve AİHS’nin 3. maddesi olan işkence yasağının
ihlal edildiğine hükmederek
İtalya’nın Cestaro’ya tazminat ödemesine karar verdi.
Ayrıca İtalyan ceza kanunlarında işkencenin suç sayılmadığı hatırlatılarak, bu tür
olayların cezasız kalmasının
önlenmesi için mevcut hukuki düzenlemelerin gözden geçirilmesi gerektiği belirtildi.
Cestaro Kararı, barışçıl gösteriler sırasında uygulanan
polis şiddetinin işkence sayılabileceğini göstermesi bakımından bir ilk. Dolayısıyla
devletlerin, protestoculara
yaklaşımı konusunda da uyarı niteliğinde bir karar. Yaklaşan G8 Zirvesi ve hemen
öncesindeki 1 Mayıs eylemleriyse devletlerin kendilerini
sınayacakları ilk fırsatlar olacak.
Portre
Portre
Maria KONSTANTOPOULOU
Konstantinos P. Kavafis
Başbakanlığı döneminde Yunan devletinin modernleşmesi için köklü ıslahatlara imza attı. Bu ıslahatlar arasında Avrupa
odaklı dış politika yürütmek ve özellikle İngiltere’nin politikalarına destek vermek de vardı. Ülkedeki monarşi unsurlarıyla
çatışma içine girmekten kaçınmamıştı, çünkü dayandığı sosyo-politik ve sosyo-ekonomik taban burjuva sınıfıydı.
Ünlü Yunan şair Konstantinos Petros Kavafis, Mısır’ın
İskenderiye şehrinde 29 Nisan 1863’te doğdu. Kavafis’in ebeveynleri olan Petros
Kavafis ve Harikleya Fotiadi
İstanbul kökenliydi ama
1850’de Mısır’a yerleşmişlerdi. Kavafis ailesi, İskenderiye’de ticaret işleri sayesinde çok huzurlu ve güzel
günler yaşadı ancak Kavafis
7 yaşındayken babasının
ölümüyle ailenin mutluluğu
bozuldu. 1872’de Kavafis’in
annesi Harikleya, ciddi ekonomik sıkıntılar yaşadığı için
ailenin İngiltere’ye taşınmasına karar verdi. Konstantinos, eğitimini orada sürdürdü. Babadan kalan şirket erkek kardeşlerin tecrübesizliği sebebiyle 1876 bunalımında batınca, aile 1877’de
İskenderiye’ye geri döndü.
İngiltere’deyken ailenin nasıl bir yaşam sürdürdüğüne
dair herhangi bir bilgi yok. Aile İskenderiye’ye döndükten
sonra Kavafis’in kentin kütüphanesinde çalışmaya başladığı ve 18 yaşındayken tarih sözlüğü yazdığı biliniyor.
Ancak aile, sıcak milliyetçilik
ortamından dolayı, İstanbul’a gitmek zorunda kaldı.
Kavafis, İstanbul'da yaşadığı
1882-1885 yılları arasında
Bizans ve Helen tarihini inceledi, demotiki olarak bilinen
halk dilini burada tanıdı. İlk
sistematik şiirsel çabalarını
İstanbul’dayken gerçekleştirdi. Şehrin büyüleyici atmosferi, şairin ilham kaynağı
oldu. Nitekim bunu “Ο
Βεϊζαδές προς την ερωμένη του”O Veizades pros tin eromeni
tou (1884), “Dünya Güzeli”
(1884), “Νιχώρι”-Yeniköy
(1885) şiirlerinden çok açık
ve net bir şekilde görebilmekteyiz.
Ekim 1885’te Kavafis ailesiyle tekrar İskenderiye’ye taşındı. İlk olarak da Yunan vatandaşlığı almaya karar verdi. İskenderiye’de önce gazeteci ve sonra da simsar
olarak çalıştı.
1902’de Atina’ya ilk kez gitti.
Atina’ya olan seyahatini, bir
Müslüman’ın Mekke'ye giderek hacı olması durumunda
yaşadığı duygulara eşdeğer
tuttuğunu bir mektubunda
yazdı. Atina’ya olan bu ziya-
ATAUM
e-bülten
retinde, Grigorios Xenopoulos onu Yunan şiir severlerle
tanıştırdı.
1911΄de ünlü şiiri “İthaki”yi
yazdı ve 1914’te büyük İngiliz roman yazarı E.M. Forster ile birbirine iyi bir
dostlukla bağlandılar. Beş yıl
sonrasındaysa Forster Kava-
Portre: Konstantinos P. Kavafis
Maria KONSTANTOPOULOU
MAYIS 2015
fis’i İngiliz kamuoyuna tanıttı. Artık ünü oraya da yayılmıştı ve en önemli şiirlerini
40 yaşından sonra yayınladığı için kendisini “yaşlı
şair ” o la rak nitelendirmekteydi.
Kavafis΄in eserleri geç de olsa tüm dünyada büyük ilgi
“İthaki”
İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne lestrigonlardan kork,
ne kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.
Bunların hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlara rastlarsın,
ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.
Dile ki uzun sürsün yolun.
Nice yaz sabahları olsun,
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!
Durup Fenike'nin çarşılarında
eşi benzeri olmayan mallar al,
sedefle mercan, abanozla kehribar,
ve her türlü başdöndürücü kokular;
gördü. Şiir koleksiyonları tekrar tekrar yayınlanan Kavafis, bugün en ünlü modern
Yunan şair ve edebiyatçılarından biri olarak kabul
edilmekte. Şiirleri Fransızca,
İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Hollandaca,
Arapça, Japonca, Ermenice
ve Hintçe gibi birçok dile çevrildi. Ömrünün son yıllarında
gırtlak kanserine yakalanan
Kavafis, 29 Nisan 1933'de
İskenderiye'de yalnızlık içinde öldü.
bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;
nice Mısır şehirlerine uğra,
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.
Hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın.
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
sonundakocamış biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,
İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.
Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.
O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın.
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.
Onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini.
Geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki,
Artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini
İthakaların.
(Çeviren: Cevat Çapan)
21
15
Dizimizin bu bölümünde Baltık ülkesi mi yoksa İskandinav ülkesi mi olduğu süregelen bir tartışma konusu
olan, ancak vatandaşlarının
kendilerini İskandinavyalı
olarak kabul ettiği Finlandiya’nın başkenti Helsinki’yi
inceleyeceğiz. Finlandiya’
daki 19 idari bölgeden birisi
olan ve Yeni Toprak anlamına gelen Uusimaa’da yer
alan Helsinki, ülkenin en kalabalık kenti olup banliyölerinin de dâhil edilmesiyle
1.4 milyonluk bir nüfusa ulaşıyor. Bu durumda yaklaşık
olarak her dört Fin’den birinin başkent bölgesinde
yaşadığını söylemek mümkün. Ancak nüfusun başkentlerde yoğunlaşması durumu nüfusun çoğunlukla güney bölgelerinde ikamet ettiği Norveç ve İsveç için de hemen hemen aynı.
Dünya üzerinde kuzey kutup
dairesine en yakın başkentlerden biri olan Helsinki, ülkenin siyasi merkezi olmanın
yanı sıra ticaret, ekonomi ve
sosyo-kültürel başkent de olmak durumunda. Mobil
oyun üreticisi şirketleriyle,
çok yüksek kahve tüketimiyle
ve PISA araştırması sonuçlarına göre dünyadaki en iyi
eğitim sistemine sahip olmasıyla bilinen Finlandiya’nın
başkenti Helsinki, gayrı resmi olarak dünyanın metal
müzik başkenti olarak da kabul görmekte. Kentin yerleşim alanıysa Finlandiya Körfezi’nde Baltık Denizine doğru uzanan bir yarım ada ve
315 irili ufaklı ada şeklinde özetlenebilir.
Kentin isminin tarihine bakıldığındaysa, İsveç Kralı Gus-
taf Vasa’nın karşı kıyıdaki ticaret kenti Tallin’e rakip olmak üzere 1550’de kenti kurması nedeniyle kentin ilk isminin İsveççe Helsingfors olduğu kabul edilmekte. Helsingfors kelimesine kökenine ait iki teori mevcut. Birincisine göre kentin yakınlarındaki Helsinge ismindeki tarihi bir dini merkezle İsveçcede hızlı akan ırmak anlamına
gelen fors kelimesi birleşmiş
ve Helsinki ismini oluşturulmuş. İkinci teoriyse Helsinki
isminin bölgeye Ortaçağ’da
gelen İsveçli yerleşimcilerin
İsveç’de geldikleri bölge
olan Helsingland kelimesinden türediği yönünde. Her
ne olursa olsun şurası bir gerçek ki, Helsinki nüfusunun
yaklaşık olarak yüzde altısının ana dili, Finlandiya’nın
Fince dışındaki ikinci resmi dili olan İsveçce ve Helsinki’
deki İsveç etkisi hala hissedilebilmekte. Şehrin adının resmen Helsinki olarak kabul
edilmesi içinse 19. yüzyılın
başını beklemek gerekmiş.
İsveç’in kurucusu olarak kabul edilen Kral Gustaf Vasa
’nın kenti şenlendirme çalışmaları İsveç Krallığı’nın Livonya savaşı neticesinde Estonya’nın başkenti Tallin’i
zapt etmesiyle akamete uğramış. Şehrin deniz girişini
korumak üzere 18. yüzyılda
Suomenlinna a da sın da
tahkim edilen kale haricinde
Helsinki yüzlerce yıl süren bir
unutuluşa terkedilmiş; ta ki
doğudaki büyük bir ülke Baltık bölgesinde askeri ve siyasal gücünü hissettirene kadar.
Rus Çarlığı’nın İsveç Krallığını yenilgiye uğrattığı
DUBLIN
MAİNZ LEICESTER
PODGORİCA
PALMA DE MALLORCA
ZARAGOZAESPOO
BERN
LIVERPOOL
WARSAW
ANDORRA LA VALLA
BELGRADE
MURSIA
SALZBURGTIMIŞOARA
MUNICH
MANCHESTER
LUBLIN
DÜSSELDORF LONDON
SOFIA
MOSCOW COPPENHAGEN
FRANKFURT
Helsinki
BRATISLAVA
THESSALONIKI BERLIN
OSLO
GRAZ
LEEDS
MILAN
LISBON
ROME
BARI
PAMPLONA
EUROPE
TALLINN
COLOGNE
ATHENS LILLE
BONN ZARAGOZA
SAN MARINO
LÜBECK
NAPLESWUPPERTAL
BRUSSELS EINDOVEN
NAPLES AMSTERDAM KIEV
SARAJEVO DEN
STOCKHOLM BUCHAREST SHEFFIELD 7
HAGG VIENNA
GENOA
DORTMUD BOCHUM VALENCIA MADRID HELSINKI
KRAKOW MINSK TURN ZAGREB
CHIŞINAU
PARIS GDANSK BERN GDANSK TIRANA
Ahmet Miraç Sönmez
1808-09’daki Finlandiya birleştirilmesiyle kurulan
Savaşı’nın sonucu olarak Aalto Üniversitesi’ne adını
1812’de Çarlığa bağlı Fin- veren ve ünlü Fonksiyonalist
landiya Büyük Dükalığı ku- mimar Alvar Aalto’nun prorulmuş ve Finlandiya İsveç jesi olan Finlandiya Konser
hâkimiyetindekiyken baş- Salonu.
kent olan Turku’nun bu un- Nüfusun yüzde 82’sinin anavanı Helsinki’ye geçmiş. Dö- dili Fince, yüzde 6’sının İsneminde ülkedeki tek üni- veçce iken geri kalan ve Yeni
versite olan Turku’daki Krali- Finler adı verilen yüzde 12’
yet Akademisi’nin Helsin- sinin anadili ise Rusçadan
ki’ye taşınması da Helsinki Estoncaya, Afgancadan
Üniversitesi’nin temelini at- Arapça ve Kürtçeye 140 farkmış. Kentin Rus hâkimiyeti dö- lı lisan. Zira Helsinki, Finlanneminde St. Petersburg’a diya’nın dışarıya açılan kapıbenzer bir mimariye kavuş- sı.
turulması seferberliği kente Şişelenmiş şebeke suyunu Sudinamizm katmış ve kent böl- udi Arabistan’a satan Helgede bir çekim merkezi hali- sinki’nin ekonomisi daha çok
ni almış. Tabii Rus Çarı’nın hizmet sektörüne dayansa
unvanlarından birinin Fin- da, kent ülkenin toplam yurlandiya Büyük Dükü olduğu- tiçi hasılasının üçte birini
nu da hesaba katmak lazım. üretiyor. Ülkenin metro ve
Ama yine de 19. yüzyıldaki tramvay ağına sahip tek kenRus Çarlığı döneminin hayır- ti olan Helsinki, yılda 11 milla yâd edildiği bir gerçek, yon yolcuyla Avrupa’nın en
özellikle de “İyi Çar” olarak yoğun ikinci limanına sahip.
anılan ve Rusya’yla pek çok Bölgesel kader ortağı olan Sinişli çıkışlı olay yaşanması- tockholm, Tallinn ve St. Pena rağmen heykeli Helsin- tersburg kentlerine yüzyılki’nin en önemli mekânla- dan fazla bir süredir ferirından olan Senato Meydanı botlarla bağlı olan Helsin’nda 120 yıldır ayakta duran ki’den Polonya’nın kıyı kenti
II. Alexander dönemi.
Gdynia ve Almanya’nın RosHelsinki’de görülebilecek mi- tock kentine yolcu feribotmari tarzlar ve önemli bina- larıyla düzenli seferler buz kılarsa şöyle: Senato Meydanı’ rıcı gemiler sayesinde kış ayna hâkim bir şekilde yerleşti- ları dâhil tüm yıl yapılarilerek neo-klasik tarzda inşa bilmekte. Helsinki’yi dünya
olunmuş Hükümet Sarayı; çapında tanınır kılan olaysa
Evanjelik Lütheryan mezhe- 1952 yaz aylarında ev sahipbine ait Helsinki Katedrali ve liği yapılan Olimpiyatlar olHelsinki Üniversitesi binası; muş. 1940’da Olimpiyatları
her gün 200 bin insanın ge- düzenlemesi planlanan Hellip geçtiği ve BBC tarafından sinki, araya giren İkinci Dün2013’de dünyanın en güzel ya Savaşı sebebiyle bu şansı
garı seçilen Art Nouveau ancak 12 sene sonra yakalatarzdaki Helsinki Merkez yabilmiş.
Tren İstasyonu; 2010’da üç üniversitenin aynı çatı altında
Avrupa
Gündemi...
ATAUM
ATAUM-BİM (08-2011)
e-bülten
bulmak isteyene not:
sadece elektronik posta kutusunda bulunur...

Benzer belgeler

Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM

Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM Yapılan reformla geleneksel "bir saat coğrafya, bir saat matematik" benzeri ders yapılandırması okul müfredatlarında daha az yer alacak. Bunun yerine getirilen ve “fenomen” öğretimi diye tanımlanan...

Detaylı

Kaybolan Çocuklar - ATAUM

Kaybolan Çocuklar - ATAUM Finlandiya, eğitim alanında yapılan en büyük reformlardan birine imza atmak üzere. Bu reforma göre geleneksel olarak verilen “disiplin” eğitiminin yanında artık “tematik” eğitimler de verilecek. Ba...

Detaylı

Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM

Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM gerek. Bu ve benzer yöntemlerle dünyada her yıl 900 bin fok Kanada, Norveç, Grönland ve Namibya’da ticari amaçlarla avlanmakta, buysa ticari amaçlı bu faaliyetlerin ciddi tepki çekmesine neden olma...

Detaylı

Sayı 84 Ekim 2015 - ATAUM

Sayı 84 Ekim 2015 - ATAUM hukuku 2004’te yürürlüğe soktuğu düzenlemeyle, bilimsel amaçlarla bile olsa in vitro (yapay yollarla üretilen) embriyo üzerinde deneyler yapılmasına izin vermemekte ve yapanların da iki ila altı yı...

Detaylı