Gerçek Zamanlı (Real-Time) - Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlükleri

Transkript

Gerçek Zamanlı (Real-Time) - Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlükleri
ISNN 2146-3743
ADANA VETERİNER
KONTROL ENSTİTÜSÜ
MÜDÜRLÜĞÜ
ADANA VETERİNER
KONTROL VE
ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ
DERGİSİ
Journal of Adana Veterinary Control
and Research Institute
ADANA-TURKEY
Cilt/Volume 3 ♦ Sayı/Number 1 ♦ 2013
Değerli Okurlarımız,
Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü’nün bilimsel yayın organı olan AVKAE
Dergisi’ni yeni boyut, şekil ve içeriği ile sunmaktan büyük mutluluk duymaktayız. Dergimizin
içeriğini Türkiye’de ve diğer ülkelerde yapılmış özgün sonuçları bulunan ve veteriner hekimlik,
biyoloji ve tıp alanlarında yeni katkılar oluşturacak bilimsel çalışmalarla sınırlı tutarak,
dergimizin bilimsel niteliğini ve saygınlığını Türkiye içinde ve dışında arttırmayı; Türkiye’de
büyük eksikliğini duyduğumuz bilimsel iletişime daha etkin biçimde katkı sağlamayı
amaçladık. Bu nedenle dergimizde önceliğini özgün çalışmalara vererek, Türk Veteriner
Hekimliği’ne bilimsel çalışma ve yayınları konusunda destek olacağımıza inanıyoruz. AVKAE
Hakemli Dergisi’nin bu sayısının yayımında dergimizin bilimsel düzeyini yükselten bilim
adamlarımıza, yazıları titizlikle inceleyen ve yazı sahiplerine bilimsel katkı sağlayan bilim
hakemlerimize, enstitü dergisinin her aşamasında çalışan değerli enstitümüz personeline
teşekkür ederim.
Süleyman ASLAN
Araştırma Makaleleri/ Researh Articles
Sayfa/
Page
Gerçek Zamanlı (Real-Time) Polimeraz Zincir Reaksiyonu ile Tavuk Trakealarında
Mycoplasma gallisepticum’un Tespiti ve Sayımsal Analizi
Real-time Polymerase Chain Reaction for the Qualitative and Quantitative Detection of Mycoplasma gallisepticum
in Chicken Trachea
Murat ÖZMEN, Süleyman ASLAN, S.Reyhan KARAKOÇ, Atila YOLDAŞ………................................................... 1-6
Adana Bölgesinde Görülen Neonatal Buzağı Enfeksiyonlarının Morbidite ve Mortaliteleri İle Bunları
Etkileyen Risk Faktörlerinin Belirlenmesi
Detection Morbidity And Mortality Of Infections Of Neonatal Calf And Risk Factors Which Affecting Them At
Adana Region
Berat Selim TOKGÖZ, Ramazan ÖZDEMİR, Nevin TURUT, Mehmet MİRİOĞLU, Hakan
İNCE, Bülent MAHANOĞLU………………………………………………………………………………………… 7-14
Balda Streptomisin Antibiyotiği Kalıntı Taraması
Antibiotic Streptomycin Residue Survey in Honey
Mansur Seymen SEĞMENOĞLU……………………………………………………………………………………... 15-17
Mesnevi’de Hayvan Karakterleri (Metaforları)
Animas Metaphors in Masnawi
İsmail Hakkı NUR…………………………………………………………………………………………………....... 18-30
Hatay Yöresi Süt İşletmelerindeki Ruminantlar ve Çoban Köpeklerinde Toxoplasma gondii Seroprevalansı
ile Kedi Dışkılarında T. gondii benzeri Ookist Tespiti
Seroprevalence of T. gondii in Dairy Ruminant Production Systems, Shepherd Dogs Among the Herds and
Detection of T. gondii-like Oocyst in Cat Feces in Hatay Region
Mustafa N. MUZ, Nuri ALTUĞ, Muhammet KARAKAVUK………………………………………………………... 31-37
Vitamini Bakımından Zengin Sebze ve Meyvelerin Beyaz Kan Hücreleri Artışı
Üzerine Etkilerinin Araştırılması
Invetigation of The Effect of Vegetables and Fruits which are Rich in Vitamin C on White Blood Cells
Proliferation
Abdulsamet KUBAT, Mehmet ÖZASLAN, Ayşe KARADUMAN, Işık Didem KARAGÖZ, İbrahim Halil
KILIÇ…………………………………………………………………………………………………………………... 38-45
Türkiye’de, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Bulunan, Şanlıurfa İlinde Visna-Maedivirus Üzerine Bir
Araştırma
Maedivirus infection in Şanlıurfa Province, Southeast Anatolia,Turkey
Metin GÜRÇAY, Ayşe PARMAKSIZ……………………………………………………………………………….... 46-50
Saanen Keçilerinde Caprine Arthritis-Encephalitis Virus Enfeksiyonunun Serolojik Araştırılması
Serologic Investigation of Caprine Arthritis Encephalitis Virus Infection in Saanen Goats
Orhan YAPICI, Oğuzhan AVCI, Irmak DİK, Kamil ATLI, Sibel YAVRU…………………………………………... 51-54
Vaka Takdimi/ Case Report
Dokuz Günlük Erkek Buzağıda Akut Babesiosis
Acute Babesiosis in A Nine-Day Old Male Calf
Mustafa N. MUZ, Aliye S. ÖZTÜRK, Muhammed KARAKAVUK……………………………………………….... 55-57
Derlemler/ Review
Kriptokokkozis
Crryptococcosis
Gamze Özge ÖZMEN, Hasan SOLMAZ…………………………………………………………………………….. 58-68
Veteriner Hekimlikte Oksidatif Stres Ve Bazı Önemli Hastalıklarda Oksidatif Stresin Etkileri
Oxidative Stress In Veterınary Medicine And Effects In Some Important Diseases
Ebru Tabakoğlu, Ramazan Durgut………………………………………………………………………………...........69-75
AVKAE Derg. 2013, 3 (1),1-6
Araştırma Makalesi/Research Article
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Gerçek Zamanlı (Real-Time) Polimeraz Zincir Reaksiyonu ile Tavuk
Trakealarında Mycoplasma gallisepticum’un Tespiti ve Sayımsal
Analizi*
Murat ÖZMEN 1 Süleyman ASLAN1 S.Reyhan KARAKOÇ1 Atilla YOLDAŞ 1
1
Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü
Geliş tarihi/Received: 17.6.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 6.9.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Tüm dünyada ve ülkemizde tavukçuluk endüstrisinde ciddi ekonomik kayıplara yol açan ve tavuklarda yaygın olarak
kronik solunum yolu hastalığına (CRD) sebep olan Mycoplasma gallisepticu'un tavuk trakelerinde gerçek zamanlı PZR yöntemi
ile kesin ve hızlı tanıları gerçekleştirilmiştir. Gerçek zamanlı PZR yöntemiyle saf Mycoplasma gallisepticum' un moleküler
düzeyde tespit limiti 10 CFU/mL'den daha az ve yapay kontamine edilmiş örneklerde ise tespit limiti 1.0x103 CFU/mL
olarak belirlenmiştir.
Canlı tavuklardan alınan 190 (5'li pasajlar halinde) trakeal svab örneği incelenmiştir. Mikrobiyolojik yöntemlerle 11
(% 5.8) svab örneğinde Mycoplasma spp. izolasyonu yapıldı. Gerçek zamanlı PZR yöntemi ile 43 (%22.6) örnekte Mycoplasma
gallisepticum DNA'sı tespit edilmiştir. Çalışmada Mycoplasma gallisepticum DNA düzeyleri 9.5x104 kopya/mL ile 2 kopya/mL
arasında değişim gösterdiği saptandı. Mycoplasma gallisepticum genomik DNA kopya sayıları ile bu örneklere ait crossing point
değerleri arasında önemli bir ilişki olduğu doğrusal regresyon analizi ile test edilmiştir (R2 = %95.1, p<0.01). Bu sonuçlar
gerçek zamanlı PZR yöntemiyle Mycoplasma gallisepticum infekte sürülerin belirlenmesinde, enfeksiyonun şiddetinin
belirlenmesinde ve rutin çalışmalarda kullanılabilecek hızlı (40- 45 dakika) ve güvenilir bir yöntem olduğunu göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Tavuk, Mycoplasma gallisepticum, Mgc2 geni, Gerçek zamanlı PZR
Real-time polymerase chain reaction for the qualitative and
quantitative detection of Mycoplasma gallisepticum in chicken trachea
Abstract
All over the world and in Turkey the poultry industry in our country and causing serious economic losses in chickens
as a common chronic respiratory disease (CRD) caused by Mycoplasma gallisepticum's chicken trachea Real-time PCR method
was accurate by and rapidly diagnosesed. Real-time PCR of Mycoplasma gallisepticum pure molecular level detection limit of 10
CFU / mL less than the detection limit and the samples were artificially contaminated with 1.0x103 CFU / mL respectively.
190 units (5 swabs per sample) tracheal swab samples which received live chickens were analyzed. Microbiological
methods 11(5.8%) swab samples were extracted Mycoplasma spp. Real-time PCR method 43 (22.6%) samples was detected
Mycoplasma gallisepticum DNA. Mycoplasma gallisepticum DNA levels in the study 9.5x104 copies/ml and 2 copies/mL was
found to change. Mycoplasma gallisepticum genomic DNA copy numbers of these examples are an important relationship
between crossing point values were tested with linear regression analysis (R2 = 95.1%, p <0.01). These results suggest that
the determination of the real-time PCR of Mycoplasma gallisepticum infected flocks, and routine studies to determine the
severity of infection a rapid (40 to 45 minutes) and that it was concluded that a reliable method.
Key Words: Chicken, Mycoplasma gallisepticum, Mgc2 gene, Real-time PCR
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------bir patojen olup tavuklarda kronik solunum yolu
Giriş
hastalığına (CRD) sebep olur. Mycoplasma
Mycoplasma gallisepticum en önemli tür olup,
gallisepticum enfeksiyonu sonucu ortaya çıkan hastalık
Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OIE) listesinde yer
almaktadır (1). Mycoplasma gallisepticum prokaryotik
Yazışma adresi/Correspondance: Murat Özmen, Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, TR-01170 Adana –
TÜRKİYE, E-posta:[email protected]
*Bu çalışma TAGEM/ HS/11/13/01/188 kodu ile Tarımsal Politikalar ve Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafında
tarafından desteklenmiştir.
Özmen M. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
sağlanması ve elde edilecek verilerle ilerde bu konu ile
ilgili
yapılacak
çalışmalara
katkı
sağlamayı
amaçlanmıştır.
tüm dünyadaki tavukçuluk endüstrisinde ciddi etkilere
sahiptir.
Mycoplasma gallisepticum, gram negatif,
hareketsiz, sporsuz, kapsülsüzdür. Hücre duvarından
yoksun olan bu mikroorganizma fakültatif anaerobtur
(2).
Mikoplazmaların
oldukça
zor
üreyen
mikroorganizmalar olmaları ve pasajlarla birlikte
yaklaşık 3-4 hafta gibi uzun bir inkübasyon süresine
ihtiyaç duymaları, kanatlı sürülerinde geçirilen diğer
enfeksiyonlara
karşı
kullanılan
antibiyotiklerin
mikoplazma etkenlerinin üremesini baskılaması gibi
olumsuzluklar, teşhis konulduğunda sürünün sağaltımını
ve etkili ve koruyucu önlemlerin alınmasını
engellemektedir (6,7)
Son yıllarda moleküler tekniklerin gelişmi bu tür
potojenlerin teşhisinde önemli yer tutmuştur.
Mycoplasma gallisepticum infeksiyonun teşhisi için çok
sayıda konvansiyonel PZR ve gerçek zamanlı PZR
yöntemi
kullanılmakta
ve
çalışmalarda
mikroorganizmanın teşhisi için 16S rRNA genini (8);
yüzey yapışma proteinlerini (pvpA, gapA, mgc2, LP)
(10,11,15,20), kodlayan çok sayıda primer çiftini
kullanmışlardır. Çarli ve Eyigör (4), tarafından yapılan
çalışmada tavuk trakeal svablarında Mycoplasma
gallisepticum infeksiyonunu, mga_0319 lipoprotein
primerlerini ve gerçek zamanlı PZR yönteminde
kullanılan sybr green 1 boyasını kullanarak tespit
etmişlerdir. Bu araştırmacılar çalışmalarında PZR'nin
belirleme limitleri saf Mycoplasma gallisepticum
kültürü ve yapay olarak kontamine edilmiş örnekler için
sırasıyla 3 CFU/mL ve 3000 CFU/mL bulduklarını
rapor etmişlerdir. Bunun yanında, Mekkes ve Feberwee
(20) tavuk trakeal svablarında gerçek zamanlı PZR
yöntemiyle 16S rRNA primerlerini ve sybr green 1
boyasını
kullanarak
konsantrasyonu
bilinen
Mycoplasma gallisepticum DNA’sı baz alarak, yaptıkları
çalışmada, etkenin gerçek zamanlı PZR ile saptama
limitini 10 CFU/mL olduğunu bununda hem klasik PZR
hemde kültür metodundan daha yüksek olduğunu rapor
etmişlerdir. Ayrıca, Grodio ve ark. (11), Mycoplasma
gallisepticum ile deneysel olarak infekte ettikleri
tavuklardan alınan svab örneklerinden gerçek zamanlı
PZR yöntemi ile mgc2 primerleri ve primerlere özgü
taqman probu kullanarak yaptıkları çalışmada, mgc2
primelerinin saptama limitlerini plazmid standartı için
reaksiyon başına 14 kopyadan az olduğunu Mycoplasma
gallisepticum genomik DNA standartı için ise reaksiyon
başına 10 kopyadan daha az olduğunu rapor etmişlerdir.
Bu çalışma ile Adana ve çevresindeki broyler
işletmelerindeki tavukların trakeal svab örneklerinden
gerçek zamanlı PZR yöntemi ile Mycoplasma
gallisepticum’un
DNA’nın
sayımsal
analizi,
infeksiyonunun teşhisinde gerçek zamanlı PZR
yönteminin rutin çalışmalarda kullanılabilirliğinin
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Materyal ve Metot
Bu çalışmada Adana ve çevresindeki 9 broyler
işletmesindeki tavuklardan toplam 950 trakeal svab
örneği alınmış ve örnekler 5’li pasajlar haline getirilerek
çalışmada kullanılmıştır.
Pozitif kontrol olarak kullanılan Mycoplasma
gallisepticum S6 suşu Pendik Veteriner Kontrol
Enstitüsü Mikoplazma Referans Laboratuvarında temin
edilmiştir.
Broyler işletmelerinden alınan trakeal svab
örnekleri soğuk zincir ile laboratuara getirilerek
laboratuarda örneklerden 5'li havuzlar yapıldı her 5
örnek 1-2 ml fosfat buffer-tuz tamponu (PBS) içerisine
alınarak vortekslendi. Daha sonra svablar tüplerin
çeperlerine iyice emdirildikten sonra atıldı. Toplanan
eksudat bir bölümümü bakteri izolasyonu için hemen
kullanılmıştır. Diğer bölümü ise DNA izolasyonunda
kullanılana kadar -80°C ‘de saklanmıştır.
Trakeal
svab
örneklerinde
Mycoplasma
gallisepticum izolasyonu Dünya Hayvan Sağlığı
Örgütünde
tanımalanan
mikoplazma
izolasyon
prosedürüne göre yapıldı (1). Etken İzolasyonu için
Frey’s broth ve Frey’s agar kullanıldı (5,17).
Kültür ve Trakeal Svab Örneklerinden DNA
İzolasyonu için DNA ekstraksiyonu High Pure PCR
template (Roche Katolog no: 11796828001) DNA
ekstraksiyon kiti kullanılarak yapılmıştır. İzolasyonu
gerçekleştirilen DNA’ların kalitesi ve miktarları
spektrofotometre ile (ASP3700) ölçümler yapılarak
belirlenmiştir.
Grodio ve ark. (11) yaptıkları yöntem modifiye
edilerek yapıldı. Bu amaçla örneklerin analizi için
Gerçek zamanlı PZR analizlerinde LightCycler 2,0
(Roche) cihazı, LightCycler (2.0) Taqman Master kiti
(Roche Katolog no:04535286001), primerler ve taqman
probu kullanıldı. H2O 9 µl, forward primer (10μM) 0.5
µl, rewerse primer (10μM) 0.5 µl FastStart mix 4 µl,
Taqman probe (4μM) 1µl ve kalıp DNA’dan 5µl olacak
şekilde PZR karışımı hazırlandı. Amplifikasyonda
aşaması için aşağıda verilen mgc2-F ve mgc2-R
primerleri ve primerlere özgü taqman probu kullanıldı
(11).
Forward
5’ggtcctaatccccaacaaagaat-3’
Rewerse
5’cttggttggttcatattaggcatt-3’
Taqman Prob 5’-6 Fam ccacaggctttggtggccca-Tamra 3’
2
Özmen M. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Nükleik asitlerin inkübasyon döngüsü 95°C 10
dakika ve 45 döngü 95°C 3 saniye, 60°C’de 30 saniye
ve 72°C 1 saniye olacak şekilde ayarlandı.
Gerçek zamanlı PZR'nin tüm aşamalarında
pozitif kontrol olarak Pendik Veteriner Kontrol
Enstitüsü Mikoplazma Referans laboratuvarından temin
edilen Mycoplasma gallisepticum S6 suşu ve negatif
kontrol olarak distile su kullanıldı.
Bulgular
Saf Mycoplasma gallisepticum S6 kültürünün Gerçek
zamanlı PZR Yöntemi ile Tespit limitinin
Belirlenmesi
Millitredeki yoğunluğu 1.0x 106CFU/mL olarak
belirlenen ana sulandırmadan 100’dan başlayarak 10
katlı seri sulandırmalar şeklinde 10-6’ya kadar
dilusyonlar yapıldı. Bu dilusyonlar hazırlanırken 900 μl
PBS içerisine stok kültürden 100 μl eklenerek dilue
edildi. 6 seri olarak hazırlanan örnekler ticari kit
kullanılarak (Roche: High Pure PCR Template Kit)
DNA izolasyonu yapıldı. İzole edilen DNA'lar
Mycoplasma gallisepticum mgc2 primerleri ve
primerlere özgü taqman probu kullanılarak çoğaltıldı.
Analiz sonuçlarına göre saf Mycoplasma gallisepticum
örneklerinde tespit limiti 10 CFU/mL’den daha az
olarak belirlenmiştir.
Şekil 1. Mycoplasma gallisepticum mgc2 genomik
DNA standart eğrisi
Yapılan sulandırım çalışmalarında bakteri
konsantrasyonundaki
azalmanın
doğrusallık
2
gösterdiği ve regresyon değeri R = %99,43 ve testin
verimliliği E= (10-1/slope-1)x100 eşitliğinden E= (10-1/3,278
-1)x100 = %100 olarak hesaplandı buda analizin
tekrarlanabilir olduğu ve sensitivetisinin yüksek
olduğunu göstermektedir (Şekil:1).
Saf Mycoplasma gallisepticum genomik DNA
standart eğrisinin çalışmalar arası üretkenliği standart
eğri döngüsünün 3 kez tekrarlanması sonucu oluşan
crossing point değerlerinin ortalamaları alınarak
bulunmuştur.
Yapay Kontamine Mycoplasma gallisepticum S6
Örneklerinden Gerçek Zamanlı PZR Yöntemi ile
Tespit Limitinin Belirlenmesi
Serum pleyt aglutinasyon testi ve kültür yöntemi
ile Mycoplasma gallisepticum negatif olduğu belirlenen
bir tavuktan trakeal svab örneği alındı. Trakeal svab,
Mycoplasma gallisepticum S6 kültürünün 10 katlı
dilusyonları ile yapay kontamine edilmiştir. Kontamine
edilmiş svab 1 ml steril PBS içeren eppendorf tüp
içerisine alınıp, vortekslenerek elde edilen sıvıdan ticari
kit kullanılarak (Roche: High Pure PCR template Kit)
DNA izolasyonu yapıldı. İzole edilen DNA'lar
Mycoplasma gallisepticum mgc2 primerleri ve
primerlere özgü taqman probu kullanılarak çoğaltıldı.
Analiz sonuçlarına göre yapay örneklerde tespit limiti
1.0x103 CFU/mL olarak belirlenmiştir.
Gerçek Zamanlı PZR ve Kültür Yöntemi Sonuçları
Çalışmada örnek alınan 1. işletmede gerçek
zamanlı PZR yöntemiyle (30/15) % 50’sinde
Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilirken
kültür yöntemi ile (30/6) %20’sinde bakteri izolasyonu
yapıldı. 2. işletmede gerçek zamanlı PZR yöntemiyle
(20/8) % 40’ında Mycoplasma gallisepticum DNA’sı
tespit edilirken kültür yöntemi ile (20/2) %10’unda
bakteri izolasyonu yapıldı. 3. işletmede gerçek zamanlı
PZR yöntemiyle (20/9) % 45’inde Mycoplasma
gallisepticum DNA’sı tespit edilirken kültür yöntemi ile
bakteri izolasyonu yapılamadı. 4. işletmede gerçek
zamanlı PZR yöntemiyle (20/11) % 55’inde
Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilirken
kültür yöntemi ile (20/3) %15’inde bakteri izolasyonu
yapıldı. 5,6,7,8 ve 9. işletmelerden alınan örneklerde
hem gerçek zamanlı PZR yöntemi ile hemde kültür
yöntemi ile Mycoplasma gallisepticum tespit
edilememiştir.
Çalışmada sayısal gerçek zamanlı PZR ile
Mycoplasma gallisepticum DNA’sı tespit edilen
örneklerin düzeyleri genomik DNA standartları
kullanılarak yapıldı (Tablo:1)
Standart Eğrinin Oluşturulması ve mgc2 Geninin
Üretkenliği
6
Mililitredeki konsantrasyonu 1.0x 10 CFU/
mL olan saf Mycoplasma gallisepticum S6
kültüründen elde edilen genomik DNA'nın 1/10,
1/100, 1/1000, 1/10000, 1/100000, 1/1000000
sulandırımları hazırlanarak PZR’e yapıldı. Bunlardan
elde edilen kopya sayıları standart eğrinin
oluşturulmasında kullanıldı.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
3
Özmen M. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
türe özgü spesifik primerler kullanılarak gerçek zamanlı
PZR ile mikoplazma kolonilerinin identifikayonu
yapıldı.
Callison ve ark. (3), tavuk trakeal svab
örneklerinde Mycoplasma gallisepticum’u tesbit etmek
için yaptığı çalışmada gerçek zamanlı PZR yöntemiyle
(171/265) % 64.91 ‘inde pozitif bulurken, kültür metodu
ile de (53/265) % 24’ünde bakteriyi izole etmişlerdir.
Bakteriyoloji ile düşük pozitivitenin tespit edilmesini
Mycoplasma gallisepticum’un tespit limitinin yüksek
olmasına, yavaş üreyen mikroorganizma olmasına ve
diğer
çabuk
üreyen
saprofit
mikoplazmalara
dayandırmışlardır. Ayrıca kanatlı sürülerinde geçirilen
diğer infeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotiklerin
mikoplazma etkenlerinin üremesini baskılaması, etken
izolasyonunu engelleyen faktörlerden biridir (7). Kahya
ve ark. (14), 31 seropozitif tavukta yaptıkları çalışmada
Mycoplasma gallisepticum’u kültür yöntemi ile % 16.1
(5/31) ve gerçek zamanlı PZR yöntemiyle % 29’unda
(9/31) tespit ettiklerini belirtmişlerdir.
Bu çalışmada örnek alınan 9 işletmede gerçek
zamanlı PZR yöntemiyle (43/100) % 43 ‘inde
Mycoplasma gallisepticum pozitif bulunurken, kültür
yöntemiyle (11/100) % 11’inde Mycoplasma spp. izole
edildi. Kültür yöntemiyle düşük pozitivitenin tespit
edilmesini Mycoplasma gallisepticum’un tespit limitinin
yüksek olmasına veya antibiyotik kullanılmış
olabileceğini düşündürmektedir. Bu sonuçlar gerçek
zamanlı PZR yönteminin duyarlılığının daha yüksek
olduğu göstermektedir.
Grodio ve ark. (11), gerçek zamanlı PZR
tekniğinin özgünlüğünü taqman problarının artırdığını
ve mgc2 genine spesifik bir taqman probu kullanılarak
yapılan çalısmada Mycoplasma gallisepticum’un
tespitinde ve 10 kopyadan daha az hassasiyetle tespit
edildiğini ve % 100 spesifite sağlandığını
belirtmişlerdir. Bu çalışmada da Mycoplasma
gallisepicum tespitinde mgc2 genine özgü taqman probu
kullanılmış literatürlere benzer şekilde deteksiyon limiti
10 CFU/mL’den daha az düzeyde tespit edilebildiği ve
% 100 spesifite sağlandığını görülmüştür.
Mikoplazma infeksiyonlarının teşhisi amacıyla
geliştirilen nükleik asit probları (22), ve daha spesifik
olduğu düşünülen rekombinant DNA probları (9) ile
kültür ve klinik örneklerden 800 pg Mycoplasma
gallisepticum DNA’sı (106 hücre) teşhis edebilmektedir.
Bu kadar çok Mycoplasma gallisepticum hücre sayısı
ancak infeksiyonun akut safhasında mevcut olmakla
beraber, subklinik seyreden infeksiyonlar gibi etkenin
çok düşük sayıda saçılım gösterdiği durumlarda teşhis
yapabilmek neredeyse imkansızdır (13,18). Bu
çalışmada geliştirilen gerçek zamanlı PZR tekniği ile
hassasiyet trakeal svab örneklerinde Mycoplasma
gallisepticum için 2 kopya/mL düzeyde olduğu
bulunmuştur. Bu da patojenin daha erken dönemde
Tablo 1. Gerçek Zamanlı PZR Yöntemiyle Tavuk
Trakeal Svablarında Mycoplasma gallisepticum DNA
Düzeyleri
Tartışma ve Sonuç
Mycoplasma gallisepticum’un neden olduğu
kanatlıların Kronik Solunum Sistemi Hastalığı (CRD)
genel olarak solunum sistemi bozuklukları ile seyreder.
Ülkemizde büyük kapasiteli işletmelerin ve damızlık
işletmelerinin sayısının giderek artması nedeni ile
işletmelerde ekonomik kayıplar daha da önem
kazanmıştır. Hastalıktan ölümler nadir olmasına rağmen
broylerlerde karkas ağırlığında düşme, yumurtacılarda
yumurta verim düşüklüğü ile ekonomik kayıplara neden
olan bir hastalıktır (2,24). Kronik solunum yolu
hastalığı indikatör bir hastalıktır. Tek başına önemli bir
klinik ve patolojik belirti oluşturmazken, sters faktörleri,
Newcastle Hastalığı ve Infeksiyöz Bronşitis viruslarıyla
doğal enfeksiyon veya bunların canlı aşıları, E. Coli
kompleks olaylarda klinik belirtilerin ortaya çıkışı ve
hastalığın şiddeti artmaktadır (24).
Mycoplasma gallisepticum’u üretmek için
zenginleştirilmiş besiyerlerine ihtiyaç duyulmaktadır.
Besiyerleri hazırlanırken genel olarak at veya domuz
serumu, maya ekstraktı, glikoz ve bakteri inhibitörleri
katılır (1,23). Kimi araştırıcılar (12,23) ve OIE (1)
tarafından PPLO broth ve agar kullanılırken bu
çalışmada bazı araştırıcılar (5, 17), tarafından
Mycoplasma gallisepticum izolasyonu için uygun
olduğu belirtilen Frey’s broth ve Frey’s agar kullanıldı.
Mikoplazma kolonilerinin identifikasyonunda PZR’nin
kullanıldığı bildirilmektedir (19). Yapılan bu çalışmada
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
4
Özmen M. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
teşhisi ve buna bağlı olarak da daha erken mücadele
yöntemlerinin uygulanması bakımından oldukça fazla
önem içermektedir.
Sonuç olarak gerçek zamanlı PZR tekniği ile
yaptığımız çalışmayla canlı tavuklardan alınan trakeal
svab örneklerinden bakteri tanısı hem kısa sürede
hemde duyarlı bir şekilde yapılmıştır. Mikrobiyolojik
testlerle kıyasla tespit limitinin düşüklüğü, uygulama
kolaylığı, yüksek spesifite ve kısa sürede kantitatif
sonuç vermesi avantajları olarak görülmüştür. Bu
araştırmanın ülkemizde bu konudaki çalışmalara bilgi
ve deneyim kaynağı oluşturacağını umarız.
methods for detection of Mycoplasma gallisepticum
infection in chickens. Avian Diseases, 49: 125-132.
9.
10. Goh M.S, Gorton T.S, Forsyth M.H, Troy K.E,
Geary S.J, (1998). Molecular and biochemical
analysis of a 105 kDa Mycoplasma gallisepticum
cytadhesin (GapA). Microbiology, 144: 29712978.
11. Grodıo J.L, Keılla V, Dhonht P.H, Karel O, Schat
A, (2008). Detection and quantification of
Mycoplasma
gallisepticum
genome
load
experimentally infected house finches (Copradacus
mexicanus) using real-time polymerase chain
reaction Avian Pathology, 37(4): 385-391.
Teşekkür
Katkılarından dolayı Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı’na teşekkür ederim.
Kaynaklar
1.
Anonim, (2008).
Avian
Mycoplasmosis
(Mycoplasma gallisepticum, Mycoplasma synoviae)
Chapter 2.3.5. in OIE Terrestrial Manuel online p.
482-492
htt//www.oie.
int/eng/normes/mmanual/2008 /pdf/2.03.05 _%20
AVIANMYCO.pdf. (Erişim tarihi: 25 Ocak 2010).
2.
Arda M, Mimbay A, Aydın N, Akay Ö, İzgür, M,
(1990). Kanatlı Hayvan
Hastalıkları Ankara
Üniversitesi Basınevi, Ankara.
3.
Callison S.A, Rıblet S.M, Sun S, Ikuta N, Hılt D,
Leıtıng V, Kleven S.H, Suarez D.L, Garcıa M,
(2006). Development and
validation of a realtime Taqman polymerase chain reaction assay for
the detection of Mycoplasma gallisepticum in
naturally infected birds. Avian Diseases, 50: 537544.
4.
5.
12. Güler L, (1995). Konya Bölgesinde Kanatlıların
Kronik Solunum Sistemi Hastalığı’nın Serolojik ve
Etken İzolasyonu ile Karşılaştırmalı Teşhisi Üzeine
Çalışmalar Konya Vet. Kont.ve Arş. Enst. Dergisi
6(1-2): 7-15.
13. Hyman H.C, Levisohn S, Yogev D, Razın S,
(1989). DNA Probes for Mycoplasma gallisepticum
and Mycoplasma synoviae: application in
Experimentally infected chickens. Vet. Microbiol.
20: 323-337.
14. Kayha S, Temelli S , Eyigör A, Carlı T, (2010).
Real-time PCR culture and Serology for the
diagnosis of Mycoplasma gallisepticum in chicken
breeder Flocks
Department of Microbiology,
Faculty of Veterinary Medicine,
Uludağ
Unıversıty, Gorukle Campus, 16059
Bursa,
Turkey.
Çarli K.T, Eyigör A, (2003). Real time polymerase
chain reaction for detection of Mycoplasma
gallisepticum in chicken trachea. Avian Diseases,
47: 712-717.
15. Keeler C.L, Hnatow L.L, WhetzelL P.L, Dohmns
J.E, (1996).
Cloning and characterization of a
putative cytadhesin gene (mgc1) from Mycoplasma
gallisepticum Infection and Immunity, 64: 15411547.
Dakman A, Günaydın E, Türkyılmaz M.A, Güleç
M, Coşar M, Özdemir Ü, (2009). Damızlık Tavuk
İşletmelerinde
Tespit
Edilen
Mikoplazma
infeksiyonları. Etlik Vet Mikrobiyoloji Derg. 20:
27-34.
6.
Esendal Ö.M, Türkyılmaz S, (2002). Poimeraz
zincir reaksiyonu ve mikrobiyolojide kullanım
alanları Kafkas Üniv. Vet. Fak. Dergisi 8(1):71- 75.
7.
7.Frey M. L, Hanson R.P, Anderson D.P, (1968).
A Medium for the Isolation of Avian Mycoplasmas.
Am J Vet Res. 29: 2163-2171.
8.
Garcıa M, Ikuta, N, Levısohn S, Kleven S.H,
(2005). Evaluation and comparison of various PCR
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Geary S.J, Intress R, Gabrıge M.G, (1988). Species
Specific Bioninylated Probe for the Detection of
Mycoplasma gallisepticum. Mol. Cell. Probes.
2:237-234.
16. Kleven S.H, (1998). Mycoplasmosis In: A
laboratory manual fort the isolatıon and
identification of avian pathogens. Fourth Ed. ,
Ed:Swayne, D:E: American Association of Avian
Pathologists Pennsylvanian, USA, 74-80.
17. Kleven S.H, (2003). Mycoplasmosis In: Diseases of
Poultry. Editor: Saif, Y.M. 11th edit., lowa State
Pres, USA.
18. Lıu T, Garcıa M, Levisohn S, Yogev D, Kleven
S.H,( 2001). Molecular Variability of the Adhesinencoding Gene pvpA Among Mycoplasma
5
Özmen M. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),1-6
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
gallisepticum Strains and Its Application in
Diagnosis. J. Clin. Microbiol. 39: 1882-1888.
19. Maroıs C, Dufour-Gesert F, Kempf I, (2002).
Polymerase chain reaction
for detection
Mycoplasma gallisepticum in environmental
samples. Avian Pathol., 31:163-168.
20. Mekkes D.R, Feberwee A, (2005). Real-time
polymerase chain reaction for the qualitative and
quantitative
detection
of
Mycoplasma
gallisepticum. Avian Pathology, 34: 348- 354.
21. Papazısı L, Frasca, S.J, Gladd M, Liao X, Yogev D,
Geary S.J, (2002). GapA and CrmA coexpression
is essential for Mycoplasma gallisepticum
cytadherence
and
virulence.Infection
and
Immunity, 70: 6839-6845.
22. Razın S, (1985). Molecular Epidemiology and
Genetıcs of Mycoplasma (Mollicutes). Microbiol.
Rev. 49: 419-455.
23. Türkaslan J, Salihoğlu H, (1989). Çeşitli besiyerleri
kullanılarak
Mycoplasma
gallisepticum’un
bakteriyolojik
yöntemlerle
izolasyon
ve
identifikasyonu. Pendik Hay. Hast.Mer. Araşt. Enst.
Derg. 20(2): 53-59.
24. Yoder H.W.JR, ( 1979). Serolgic response of
chickens vaccinated with inactivated Preparations
of Mycoplasma gallisepticum. Avian Dis.23(2):
493-506.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
6
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
Araştırma Makalesi/Research Article
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Adana Bölgesinde Görülen Neonatal Buzağı Enfeksiyonlarının
Morbidite ve Mortaliteleri ve Risk Faktörlerinin Belirlenmesi*
Berat Selim TOKGÖZ¹, Ramazan ÖZDEMİR1, Nevin TURUT¹, Mehmet MİRİOĞLU¹, Hakan
İNCE¹, Bülent MAHANOĞLU¹, Atila YOLDAS1, Nevin TUZCU²
¹ Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, ADANA
² Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, SİVAS
Geliş tarihi/Received: 15.5.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Bu çalışmada Adana ili ve çevresinde hayvancılık yapan, 20 baş ve üzerinde ineği bulunan çiftliklerin büyük
çoğunluğu ziyaret edilerek süt inekçiliği yapılan ve Adana ilinin tamamını yansıtacak şekilde seçilen 18 işletmede 2947 anaç
inek ve bu ineklerin 513 adet yeni doğan buzağısı çalışmaya dahil edilip çalışma süresince takip edildi. Çalışma esnasında her
işletmede ayrı ayrı anket uygulanarak ve rutin ziyaretler yapıldı ve çiftliklerin sevk ve idaresi, sütçü sığırların sağlık
problemleri ve neonatal buzağıların morbidite ve mortalite oranları belirlendi. Hasta ve sağlıklı buzağılardan alınan dışkı, kan
ve nasal swaplar bakteriyel, viral, paraziter hastalık etkenleri yönünden incelendi, ölen buzağılar ise otopsileri yapılarak
patolojik muayeneleri yapıldı. Bu proje, ilk defa Adana bölgesindeki çiftliklerin demografisi, verim özellikleri, sevk ve idare
yöntemleri (bakım, besleme, yetiştiricilik) belirlenerek yörede yaygın olan neonatal buzağı hastalıklarının, etiyolojileri ile kimi
risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirildi.
Anahtar Kelimeler: Neonatal buzağı enfeksiyonları, Morbidite, Mortalite, Risk faktörleri
Detection of Morbidity, Mortality and Risk Factors of Neonatal Calf
Infections in the Region of Adana
Abstract
At this study, were included and enrolled in the study 2947 mature cow and 513 neonatal calf of them at the 18
farms which selected to reflect the entire Adana city with visiting the majority of farms which engaged animal husbandry in
and around Adana city and had 20 and more cows. At the time of study, management and administration of the farms,
health problems of dairy cows and morbidity and mortality of neonatal calves rates were determined with the questionnaire
were did separately at the every farms and routine visiting made. Gaita, blood and nasal swabs which took from ill and
healthy calves were examined in terms of bacterial, viral, parasitic diseases factors, autopsies and pathological examinations
of dead calves were performed. This project were carried out with the aim of detection etiology and some risk factors of
diseases which was widespread at region of neonatal calf with identified first time demography, production characteristics,
administration methods (care, feeding, culturing) at region.
Key Words: Neonatal calf infections, Morbidity, Mortality, Risk factors
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------birisi olup ciddi ekonomik kayıplara neden olmaktadır.
Giriş
Ekonomik kayıp başlıca buzağının kaybı, ölümle
Neonatal dönem, doğumu takip eden 0 ile 28.
birlikte genetik materyalin kaybı, tedavi masrafları,
günler arasını kapsayan ve buzağı yetiştiriciliğinin en
iyileşmeye rağmen yaşamın ileriki dönemlerinde
kritik dönemidir (34). Bu dönem özellikle buzağı
performans geriliğinden kaynaklanmaktadır (21).
yaşamının ilk 15 günü hastalıkların en yaygın olduğu ve
Buzağılarda neonatal dönem hastalıklarını, enfeksiyöz
ölüm oranlarının en yüksek olduğu dönemdir. Neonatal
(bakteriyel, viral, paraziter ve mikotik) ve
buzağı hastalıkları ve ölümleri, sığır yetiştiriciliği
nonenfeksiyöz (vitamin, mineral madde, iz element
yapılan tüm işletmelerde önemli sağlık problemlerinden
Yazışma adresi/Correspondance: B. Selim TOKGÖZ, Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, TR-01170 Adana
– TÜRKİYE, E-posta: [email protected]
*Bu çalışma Tarımsal Politikalar ve Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafında tarafından desteklenmiştir.
Tokgöz B.S. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
% 11.9, coronavirus % 7.3 ve Salmonella spp. % 0.9
oranında belirlenmiş, buzağı ishallerinde genelde ilk
aydan itibaren % 21.9 ile % 89.8 oranları arasında
Eimeria spp. belirlendiği bildirilmiştir (35). Benzer
çalışmalarda (22, 33) ise, buzağı ishallerinde
Clostridium perfringens tip A, B, C, D ve bunların
eneterotoksinlerinin rolü belirlenmiştir.
Türkiye’de
ishalli
buzağılarda
yapılan
çalışmalarda rotavirus infeksiyonlarının prevalansı % 053 arasında (1, 6, 9, 10, 18) ve coronavirus
enfeksiyonlarının prevelansı ise % 13-18 arasında
bulunmuştur (1, 21). İshalli buzağılarda yapılan
çalışmalarda Eimeria spp. oranları % 59 - 90.8 arasında
(3, 15), Cryptosporidium spp. % 7.2 - 63.3 oranları
arasında belirlenmiştir (17, 28, 36, 37). E. coli ise birçok
çalışmada ishalin etkeni olarak belirlenmiştir (9, 18, 20).
Bu çalışmada, neonatal dönemde buzağıların
karşılaştığı hastalıkların morbidite, mortalite oranları,
etiyolojileri ve bazı risk faktörlerinin belirlenmesi
amaçlandı.
yetersizlikleri, konjenital anomaliler vs) olarak
sınıflandırmak mümkündür (3, 8).
Neonatal dönemde görülen hastalıklar ve
ölümlerle ilgili yapılan çeşitli derlemelerde hastalık ve
ölüme yol açan mikroroganizmalar olarak en çok; IBR,
rotavirus, coronavirus, astrovirus, BVDV, parvovirus,
adenovirus, E. coli, Salmonella, Clostridium perfiringes,
Campylobacter spp., Eimeria spp. ve Cryptosprodium
spp. bildirilmektedir (3, 7, 13).
Buzağı morbidite ve mortaliteleri ile ilgili
olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde, farklı yaş gruplarını
kapsayan epidemiyolojik çalışmalar yapılmış ve
buzağılarda görülen hastalıkların morbidite oranları %
20 -52.9 arasında bulunmuştur (16, 41, 42). Sivula ve
ark, ise inceledikleri 0-16 haftalık buzağılarda % 17.9
oranında enteritis ve % 9.4 oranında ise pnömoni
olgularına rastlamışlardır (41). Svensson ve ark, 0-90
günlük buzağıları kapsayan çalışmalarında ishal % 10.3,
solunum sistemi problemleri % 7.2, sindirim sistemi
problemleri (enfeksiyöz olmayan) % 1, anomali % 1.1,
actinomycosis % 0.5, travma % 0.6 ve yetersizlik
hastalıkları % 0.2 oranında bulmuşlardır (42).
Gelişmiş ülkelerde yapılan bazı çalışmalarda
buzağı mortaliteleri % 2 - 12 arasında bulunmuştur (14,
16, 41). Donovan ve ark, 0-6 aylık buzağılarda genel
mortalite oranını % 11.7 olarak bulmuşlar, bunun %
10’unun diyareden, % 55.4’ünün pnömoniden, %
21.9’unun septisemiden ve % 11.8’inin ise diğer
sebeplerden kaynaklandığını saptamışlardır (14). Dutil
ve ark. ise ishalden % 29 ve pnömonilerden % 18
oranında ölümlerin gerçekleştiğini tespit etmişlerdir
(16).
Buzağı morbidite ve mortalite etiyolojilerinin
belirlendiği çalışmalar da yapılmıştır. Sivula ve ark (41),
enteritis ve pnömoni olgularında Bovine Viral Diarrhea
Virus (BVDV), Infectious Bovine Rhinotracheitis
(IBR), Parainfluenza-3 (PI-3), Pasteurella hemolytica, P.
multicida, Haemophilus somnus, Rotavirus ve E. coli
mikroorganizmalarını izole etmişler. Yine Collery ve ark
(8), ölü buzağılardan Brucella abortus, Pasteurella
hemolytica, Salmonella dublin ve Leptospira hardjo
bakterilerini izole etmişledir. Blowey (5), Respiratory
Syncytial Virus (RSV), PI-3, BVDV, IBR, Pasteurella,
Haemophilus, Mycoplasma mikroorganizmalarının belli
başlı buzağı pnömonilerinin sebebi olduğunu
bildirmiştir. Blowey (5), rotavirus, coronavirus,
Cryptosporidium, E. coli (verotoksijenik veya
enterotoksijenik) ve Salmonella mikroorgnizmalarının
sırasıyla % 42, % 14, % 23, % 13 ve % 12 oranında
buzağı ishallerine sebep olduğunu bildirmiştir.
Rotavirus ve coronavirus yaygınlığı hakkında yapılan
çalışmalarda sırasıyla % 16 - 80 ve % 11 - 81 arasında
olduğu belirlenmiştir (25, 39). Neonatal ishalli
buzağılarda yapılan başka bir çalışmada ise
Cryptosporidium spp. % 52.3, rotavirus % 42.7, E. Coli
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Materyal ve Metot
Çalışma
çerçevesinde Adana
bölgesinde
hayvancılık yapan, TÜRKVET sistemine kayıtlı 20 baş
ve üzerinde ineği bulunan çiftliklerin büyük çoğunluğu
ziyaret edilerek süt inekçiliği yapılan ve Adana
bölgesinin tamamını yansıtacak şekilde seçilen 18
işletmede 2947 anaç inek ve bu ineklerin 513 adet yeni
doğan buzağısı çalışmaya dahil edilip çalışma süresince
takip edildi (41).
Çalışmanın başında çiftçilerle yüz yüze görüşme
usulü ile çiftlikteki hayvanlar ve çiftliğin sevk ve idaresi
hakkında bir anket uygulandı. Belirlenen çiftliklere
düzenli aralıklarla ziyaretler yapıldı ve işletmelerde
doğan neonatal buzağıların muayeneleri yapılarak
ishalli buzağılardan dışkı ve kan örnekleri, solunum
sistemi problemli hastalardan ise kan örnekleri ve nazal
swaplar alındı. Ayrıca kontrol amacıyla hasta buzağıyla
aynı yaş grubundaki bir sağlıklı buzağıdan da söz
konusu marazi maddeler alındı. Alınan örnekler soğuk
zincirle kısa sürede laboratuara getirildi.
Bakteriyolojik-Serolojik
Muayene:
Buzağılardan alınan marazi maddelerden uygun
vasatlara ekimler yapılarak, Pasteurella, Mycoplasma,
Haemophilus,
E.
coli,
Salmonella,
Yersinia,
Campylobacter ve Clostridium perfiringes yönünden
incelendi. Bu amaçla spesifik selektif zenginleştirme
buyyonları ile selektif agarlar kullanıldı (2, 38).
C.perfiringes türü bakterinin toksinin belirlenmesinde
fare testi ile kullanıldı (12,33).
Alınan dışkı örneklerinde Coronavirus'un varlığı
ticari ELISA kiti (BIO-X Coronavirus ELISA kit, Bio-X
Diagnostics, Belçika), Rotavirus enfeksiyonları ise ticari
latex agglutinasyon testi (Virotect-Rota, Omega
Diagnostics, DK) ile belirlendi.
8
Tokgöz B.S. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Neonatal buzağılardan alınan kan örneklerinde
hastalık etkenlerine karşı antikorların varlığı IBR için
BIO-X lnfectious Bovine Rhinotracheitis ELlSA kit
(BioX Diagnostics, Belçika), BVDV için BIO-X Bovine
Viral Diarrhoea Virus ELlSA kit (Bio-X Diagnostics,
Belçika), BRSV için BIO-X Bovine Respiratory
Syncytial Virus ELlSA kit (Bio-X Diagnostics, Belçika)
ve PI 3 için ise BIO-X Parainfluenza-3 virus ELlSA kit
(Bio-X Diagnostics, Belçika) ile tespit edildi.
Parazitolojik Muayene: Hasta ve kontrol
hayvanlardan alınan dışkı örnekleri, Cryptosporidium,
Eimeria ve gastrointestinal helmintler yönünden
incelendi (29,31).
Histopatolojik Muayene: Ölen buzağıların
sistemik otopsileri yapılarak alınan doku örnekleri rutin
doku işleme prosedürlerinden geçirildikten sonra
parafin blokları hazırlandı. Hazırlanan bloklardan alınan
kesitler Hematoksilen Eozin ile boyanarak ışık
mikroskobunda incelendi (40).
İstatistik Değerlendirmeler: Neonatal buzağı
hastalıklarının
buzağılama
oranları,
morbidite,
mortalite, vaka ölüm oranı ve nispi ölüm oranları
aşağıda belirtilen formüller yardımıyla hesaplandı (16,
19, 24, 30).
Buzağılama Oranı =Doğan
sayısı/Toplam inek sayısı X 100
toplam
buzağı
Çiftlik
prevelansı
=Hastalıklı
sayısı/Toplam çiftlik sayısı X100
çiftlik
Morbidite oranı =Hasta neonatal
sayısı/Toplam neonatal buzağı sayısı X100
buzağı
Mortalite oranı =Ölen neonatal
sayısı/Toplam neonatal buzağı sayısı X l00
buzağı
Çiftliklerin Sevk ve İdaresi: Barınma
döneminde sığırlara kaba yem olarak çiftliklerin
tamamında saman (%100, 18/18), çiftliklerin
tamamında kuru ot (%100, 18/18), çiftliklerin %
89.71’inde ise (15/18) silaj yedirildiği görüldü.
Çiftliklerin %16.67’si (3/18) konsantre yemi ve kaba
yemi kendileri üretirken diğerleri ticari yollardan temin
etmekteydi. Kolostrum yeni doğan buzağılara
çiftliklerin 72.21’inde (13/18) yeteri kadar veriliyorken,
%27.78’inde
ise
(5/18)
yeterli
kolostrum
verilmemekteydi. Çiftliklerin %33.32’si (6/18) içme
suyu olarak şebeke suyu kullanırken, geri kalan 12
çiftlik ise %66.67’si kuyu suyu kullanmaktaydı.
Çiftliklerin tamamında konsantre yemler kapalı alanda
depolanırken, %66.67’si kuru ot ve samanı kapalı
ortamda muhafaza etmekteydi. Çiftliklerin %50’si
(9/18) kapalı sistem olarak dizayn edilmişken,
%16.67’si yarı açık (3/18), %33.32’si (6/18) açık sistem
yetiştiriciliği kullanmaktaydı. Çiftliklerin %55.56’sında
yataklık kullanılmaktaydı. Bu çiftliklerden % 20’si
(2/10) yataklık malzeme olarak saman altlık
kullanmaktaydı. Çiftliklerin %38.89’unda (7/18) gübre
toplama sistemi bulunmaktaydı. Çiftliklerin %55.56’sı
(10/18) ayda bir,
%16.67’si (3/18) üç ayda bir
dezenfeksiyon yaparken, %11.10’u (2/18) nadiren
yapmaktaydı. İşletmelerin %0.5 (1/18) dezenfeksiyon
yapmamaktaydı. Çiftliklerin %66.67’sinde 12/18)
Vaka ölüm oranı =Ölen neonatal buzağı
sayısı/Toplam hasta neonatal buzağı sayısı X100
Nispi ölüm oranı =Spesifik bir hastalıktan ölen
neonatal buzağı sayısı/Toplam ölen neonatal buzağı
sayısı X100.
Bulgular
Çalışma süresince elde edilen bulgular tablo 1,
tablo 2 ve tablo 3 verilmiştir.
Çiftlik Özellikleri: Çiftliklerin önemli bir
bölümünde (%66.67, 12/18) veteriner hekim istihdam
edilmekteydi. Çiftliklerin %33.32’sinde (6/18) sürüye
dışarıdan hayvan alımı yapılmazken, geri kalanında
dışarıdan sürüye hayvan katımı yapılmaktaydı.
Çiftliklerin
%16.67’sinde
(3/18)
Esmer
ırk,
%94.43’ünde (17/18) Holstein, %11.10’unda (2/18)
yerli ırk sığırlar mevcuttu.
Tablo 1: Çiftliklerin genel özellikleri
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
9
Tokgöz B.S. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tablo 3: Alınan örneklerden yapılan mikrobiyolojik,
serolojik, parazitolojik ve patolojik inceleme sonuçları
buzağılama ünitesi bulunurken diğerlerinde mevcut
değildi. Çiftliklerin %72.21’inde (13/18) doğum ünitesi
kullanmakta iken geri kalanı kullanmamaktaydı.
Çalışmamızda en çok belirlenen klinik
problemler; solunum sistemi problemleri, pneumoenteritis ve ishal olarak sıralandı. Çalışmada belirlenen
mortalite oranı % 5,45 olarak bulundu. Ayrıca
çalışmamızda % 22,9 oranında ishalli vaka oranı
belirlenmiş; ishalli buzağı olgusu genellikle ilk iki
haftalık yaştaki buzağılarda tespit edilmiştir.
Çalışmamızda, ahır yoğunluğu kalabalık buzağı sürüleri
ile ishal arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. İshal
olgularında mortalite oranı % 3.03 olarak tespit
edilmiştir.
Çalışmamızda
solunum
sistemi
problemlerinin morbidite oranı % 6.9 olarak
belirlenmiştir.
Tablo 2: Çiftliklerin buzağı ve doğum bilgileri
Tartışma
Bu
epidemiyolojik
çalışmada,
Adana
bölgesinde faaliyet gösteren sığırcılık işletmelerinin
durumunun detaylı olarak ortaya konması amaçlandı.
Çalışma boyunca elde edilen bulgular, hem çiftlik sevk
ve idaresinin belirlenmesini hem de çiftliklerin sağlık
problemlerini karşılaştırmalı olarak ortaya konmasını
sağladı.
Çiftliklerde hayvan altlığı olarak genellikle sap
kullanıldığı çoğu zamanda altlık kullanılmadığı ve
gübre toplama sisteminin olmadığı belirlendi. Bu
durumlar çok ciddi sağlık riskleri taşımaktadır.
İşletmelerin büyük bir kısmında doğum bölmeleri yoktu
ve inekler bağlı bulundukları yerlerde doğumu
gerçekleştirmekteydi. Bu uygulama özellikle buzağı
sağlığı açısından sakıncalıdır, çünkü buzağıların hastalık
etkenlerini alması veya travma sonucu ölmesi dahi söz
konusu olabilmektedir.
Neonatal
buzağı
bakım
ve
besleme
koşullarında, üç noktada eksiklikler belirlendi. Bunlar;
ayrı bir doğum bölmelerinin olmaması, tüm işletmelerde
göbek bakımının yapılmaması ve buzağı barınaklarının
ergin sığırlarla aynı ortamda bulunmasıdır. Bu üç
Adana bölgesinin tamamını yansıtacak şekilde
seçilen 18 işletmede 2947 anaç inek ve bu ineklerin 513
adet yeni doğan buzağısı incelenerek, buzağıların %
45,03’ünde en az bir klinik problem belirlendi.
Çalışmamızda en çok belirlenen klinik problemler;
solunum sistemi problemleri, pneumo-enteritis ve ishal
olarak sıralandı. Çalışmada belirlenen mortalite oranı %
5,45 olarak bulundu. Ayrıca çalışmamızda % 22,9
oranında ishalli vaka oranı belirlenmiş; ishalli buzağı
olgusu genellikle ilk iki haftalık yaştaki buzağılarda
tespit edilmiştir. Çalışmamızda, ahır yoğunluğu
kalabalık buzağı sürüleri ile ishal arasında pozitif bir
ilişki bulunmuştur. İshal olgularında mortalite oranı %
3.03 olarak tespit edilmiştir. Çalışmamızda solunum
sistemi problemlerinin morbidite oranı % 6.9 olarak
belirlenmiştir.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
10
Tokgöz B.S. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rotavirus ve coronavirus çiftlik ortamında her
zaman bulunabilen mikroorganizmalar olduğu ve
bunların tek başına veya diğer enteropatojenlerle
beraber ishalin etiyolojisindeki rolleri de belirlenmiştir
(1, 43). Çalışmamızda ishalli buzağılarda rotavirus ve
coronavirusların ishalli buzağılarda hızlı test ile
belirlenmiş olması ve bununda diğer çalışmalarda da
belirtildiği gibi 21.9-% ishalin etiyolojisinde önemli rol
oynamış olabileceklerini göstermektedir (11, 39).
Paraziter etkenler olarak belirlenen C. parvum,
Eimeria spp. ve N. vitulorum diğer çalışmalarda da
ishalli buzağılarda etken olarak bildirilmiştir (4). Bu
ishalli buzağılarda belirlenen C. parvum dünyada (32)
ve ülkemizde (28, 36, 37) buzağılarda ishal etkeni
olarak ortaya konulmuştur. Bu çalışmada ishalli
buzağılarda belirlenen Eimeria spp. oranı dünyada
bildirilen % 21.9-% 89.8 sınırları içinde bulunmuştur
(35).
Yapılan çalışmalarda (4, 20) ishalli buzağılardan
yüksek oranlarda E. coli izole edilmiştir. Bu çalışmada
örnek alınan 18 çiftiliğin 12’sinde E.coli türü
bakterilerin tespiti yapılmıştır. E. coli pozitif buzağıların
yaş ortalaması 9.1 gün idi ve olguların büyük çoğunluğu
diğer çalışmalarda bildirildiği gibi ilk iki haftada
belirlendi (26).
Çalışmada solunum sistemi hastalıklarında
herhangi bir bakteriyel etken belirlenememesinin
nedeni;
etkenlerin
bakteriyel
olmamasından
kaynaklanabileceği gibi, alınan swaplarda patojenlerin
nazal normal flora tarafından baskılanması sonucu
üreyememeleri
sayılabilir.
Nitekim
deneysel
çalışmalarda veya hastane bazlı çalışmalarda
transtracheal lavaj veya bronkoalveolar lavaj tekniği
tercih edilmektedir. Eğer bu teknikler kullanılsaydı
teşhis yoluna gidilebilirdi, ancak saha şartlarında bu
denli geniş çaplı bir çalışmada pratik zorluklar söz
konusu olabilir.
Serolojik testler sonucunda önemli oranda
neonatal buzağının BVDV, BRSV, PI3 ve IBR’e karşı
antikor taşıması çiftliklerde bu viral hastalıkların yaygın
olduğu ve annelerin bu etkenlere karşı geliştirdikleri
antikorları kolostrum vasıtasıyla yavrulara geçirdiğini
düşündürmektedir. Bu ihtimal, solunum sistemi
hastalıklarının morbiditesinin düşük çıkmasındaki en
önemli faktör olabilir.
önemli husus direkt veya dolaylı bir şekilde buzağı
sağlığını olumsuz etkilemektedir.
Buzağıların % 45,03’ünde en az bir klinik
problem belirlendi. Bu oran yapılan diğer çalışmalarda
belirlenen % 20-% 30 arasındaki morbidite oranlarından
yüksek bulundu (26, 41, 42, 46). Çalışmamızda en çok
belirlenen klinik problemler; solunum sistemi
problemleri, pneumo-enteritis ve ishal olarak sıralandı.
Bu bulgular diğer çalışmalarla uyumlu bulundu(14, 37,
38, 40).
Çalışmada belirlenen mortalite oranı % 5,45,
Dutil ve ark.(1996) Virtala ve ark.(1996) ve Wells ve
ark.(1996) tarafından sırasıyla bildirilen % 5, % 5.6 ve
% 6.3 oranlarına benzer bulunurken, diğer çalışmalarda
belirlenen, % 11.8 (Sivula ve ark.,1996), % 11.7
(Donovan ve ark.,1998) ve % 35 (French ve ark., 2001)
oranlarından düşük bulundu.( 14, 16, 24, 41, 45, 46).
Çalışmada belirlenen % 22,9’luk ishalin oranı
diğer çalışmalarda belirlenen % 10.3- % 28.8 arası
oranlar ile uyumlu bulundu (37, 38, 40). İshalli
buzağılar için belirlenen ortalama yaş ve hastalığın
sıklıkla ilk iki haftada belirlenmesi daha önce yapılan
diğer çalışma (23,46) bulgularıyla uyumlu bulundu.
Frank ve Kaneene (23)’nin yaptıkları çalışmada
kalabalık sürülerde ishal görülme oranının daha yüksek
olduğu bildirilmiştir. Çalışmamızda da kalabalık buzağı
sürüleri ile ishal arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur.
İshal olgularında tespit edilen mortalite oranı % 3.03,
diğer çalışmalarda belirlenen % 6 (French ve ark.,2001)
ve % 10 (Donovan ve ark.,1998) oranlarından düşük
bulundu (14, 24). İshal belirlenen vakaların ölüm oranı
yine diğer çalışmalarda belirlenen oranlardan düşük
bulunmuştur (16, 41).
Çalışmada % 6.9 olan solunum sistemi
problemlerinin morbidite oranı Virtala ve ark (1996),
Sivula ve ark (1996), Wells ve ark (1996) ve Svensson
ve ark(2003) tarafından sırasıyla bildirilen % 25.6, %
8.4, % 9.4 ve % 7.2 oranlarından düşük bulundu.
Solunum sistemi hastalıklarından kaynaklanan mortalite
oranı ise diğer çalışma bulgularından düşük bulundu
(41, 45, 46).
Buzağı morbidite ve mortaliteleri üzerine yapılan
çalışmalarda, ishal ve solunum sistemi problemleri
üzerine daha fazla yoğunlaşılmış ve çok az çalışmada
ise diğer hastalıklar araştırılmıştır. Frank ve Kaneene
(23) tarafından yapılan çalışmada sürü büyüklüğü ile
ishal olguları arasında pozitif bir ilişki olduğu ortaya
konulmuştur.
Sağlıklı ergin sığırlar ve buzağılar rotavirusu
dışkılarıyla atarak çevresel kontaminasyona sebep
olurlar ve enfeksiyöz baskıyı arttırırlar (43). Ayrıca
kalabalık sürülerde hayvanların yakın temasta
olmalarından dolayı etkenin çabuk bulaşması da söz
konusudur. Ayrıca kalabalık barınmadan kaynaklanan
bir de stres durumu ortaya çıkar.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Sonuç
Bu çalışma ile sütçü sığır işletmelerinin sevk ve
idare (management), verim özellikleri, buzağı ve
sığırların sağlık problemleri belirlenerek çiftliklerin
genel bir görünümü ortaya konuldu. Bu özelliğiyle
çalışma bölgemizde bir ilkti.
Bölgede aşılamalar yüksek oranda yapılmakla
beraber, yörede çiftçilerin genel olarak aşılamanın
yararlarına olan inançları zayıf olması nedeniyle
11
Tokgöz B.S. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
çiftçilerin bu konuda da eğitilmesi gerektiği
düşünülmektedir.
Yörede doğan buzağıların çoğunluğu neonatal
dönemde en az bir sağlık problemi yaşamaktadır. Bu
çok ciddi bir orandır ve çiftlik verimliliğinin önünde en
büyük engellerden biridir. Kolostrum zamanında
verilmesine rağmen, yüksek morbidite oranının
görülmesi kolostrumun yeteri kadar verilmediğini veya
kalitesini iyi olmadığını göstermektedir. Nitekim birçok
çiftlikte gebeliğin son aylarında buzağılarda hastalıkları
önlemek amacıyla aşılama yapılmadığı belirlenmiştir.
Yörede ilk defa buzağı ishallerinde rotavirus,
coronavirus, Cl. perfringens ve E. coli belirlenmesi bu
ajanların sahadaki veteriner hekimler tarafından dikkate
alınması gerektiğini göstermiştir.
8.
COLLERY P, Bradley J, Fagan J, Jones P,
Redehan E, Weavers E, (1996). Causes of
perinatal calf mortality in the Republic of Ireland.
Irish Veterinary Journal. 49: 491-496.
9.
ÇABALAR M, Boynukara B, Gülhan T, Ekin IH,
(2001). Prevalence of Rotavirus, Escherichia coli
K99 and O157:H7 in healthy dairy cattle herds in
Van, Turkey. Turkish Journal of Veterinary and
Animal Science. 25: 191-196.
10. ÇABALAR M, Voyvoda H, Sekin S, (1998).
İshalli buzağılarda rotavirusların latex aglutination
(LA) ve polyacrylamide gel electrophoresis
(PAGE) teknikleri ile tanısı, III. Ulusal Veteriner
Mikrobiyoloji Kongresi, Bursa.
Teşekkür
11. DE VERDIER KK, Svensson L, (1998). Group A
rotavirus as a cause of neonatal calf enteritis in
Sweden. Acta Veterinaria Scandinavia. 39(2): 1959.
Katkılarından dolayı Tarım, Gıda ve Hayvancılık
Bakanlığı’na teşekkür ederiz.
Kaynaklar
1. ALKAN F, (1998). Buzağı ishallerinde rotavirus
ve coronavirusların rolü. Ankara Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Dergisi. 45, 29-37.
12. DE VİSSER NA, Breukink HJ, van Zijderveld FG,
de Leeuw PW, (1987). Enteric infections in veal
calves: a longitudinal study on four veal calf units.
Veterinary Quarterl. 9(4): 289-96.
2. ARDA M, Aydın N, Ilgaz A, Minbay A,
Kahraman M, İzgür M, Leloğlu N, Akay I, Diker
KS, (1999). Özel Mikrobiyoloji. 5. Baskı.
Medisan. Ankara.
13. DİKER KS, İstanbulluoğlu E, (1983). Sağlıklı ve
sürgünlü hayvanlardan C. fetus subsup. jejuni
izolasyonu üzerine çalışmalar. Ankara Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Dergisi. 30(1): 28-34.
3. ASLAN V, (1986). Buzağı ishalleri ve tedavileri,
Neonatal Buzağı Kayıpları Sempozyumu. S.Ü.
Veteriner Fakültesi. Konya. 59-69.
14. DONOVAN GA, Dohoo IR, Montgomery DM,
Bennett FL, (1998). Associations between passive
immunity and morbidity and mortality in dairy
heifers in Florida. USA. Preventive Veterinary
Medicine. 34: 31-46.
4.
5.
6.
7.
AYDIN F, Umur Ş, Gökçe G, Genç O, Güler
MA, (2001). Kars yöresindeki ishalli buzağılardan
bakteriyel ve paraziter etkenlerin izolasyonu ve
identifikasyonu. Kafkas Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Dergisi. 7(1): 7-14.
15. DUMANLI N, Güler S, Erdoğmuş Z, Köroğlu E,
Yılmaz H, Küçükerden N, (1993). Elazığ
yöresinde sığırlarda bulunan coccidia etkenleri ve
bunların yayılışı. Doğa Türk Veteriner ve
Hayvancılık Dergisi. 17: 223-227.
BLOWEY RW, (1993). A Veterinary Book for
Dairy Farmers. 2nd ed. Farming Press Ltd. Great
Britain. 15-77.
16. DUTIL L, Fecteau G, Bouchard E, Dutremblay D,
Pare J, (1999). A questionnaire on the health,
management, and performence of cow-calf herds
in Quebec. Canadian Veterinary Journal. 40: 649656.
BURGU İ, Akça Y, Alkan F, Özkul A, Karaoğlu
T, (1995). Yeni doğan ishalli buzağılarda
rotavirusların elektron mikroskopi (EM), enzyme
linked immunosorbent assay (ELISA) ve
polyacrylamide
gelelectrophoresis
(PAGE)
teknikleri ile çabuk teşhisi ve antijenik
karakterizasyonu. Ankara Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Dergisi. 42. 491-498.
17. EMRE Z, Alabay M, Fidancı H, Düzgün A, Çerçi
H, (1998). Prevalence of Cryptosporidium spp.
infection and its relation to other enteric pathogens
(Escherichia coli K 99 and rotavirus) in cattle in
Ankara. Turkey. Turkish Journal of Veterinary and
Animal Scienc. 22: 453-458.
BURGU İ, Öztürk F, (1986). Neonatal
dönemdeki buzağıların viral hastalıkları, Neonatal
Buzağı Kayıpları Sempozyumu, S.Ü. Veteriner
Fakültesi, Konya, sf: 50-59.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
18. EMRE Z, Fidancı H, (1998). Prevalence of mix
infections of Cryptosporidium spp., Escherichia
coli K99 and Rotavirus in the faeces of diarrhoeic
and healthy cattle in Ankara, Turkey and in vitro
12
Tokgöz B.S. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
resistance of Escherichia coli K99 to antimicrobial
agents. Turkish Journal of Veterinary and Animal
Science. 22: 175-178.
30. KIRKWOOD BR, (1988). Essentials of Medical
Statistics, Blackwell Scientific Publications.
London. 106-117.
19. ERGANİŞ O, Veteriner Epidemiyoloji. Mimoza
Yayınları. Konya. (1993). 23-37.
31. MAFF (Ministry of Agriculture, Fisheries and
Food),
(1986).Manuel
of
Veterinary
Parasitological Laboratory Techniques, Referance
Book. London, UK.
20. ERGANİŞ O, Ateş M, Çorlu M, Kaya O, (1989).
Konya bölgesindeki ishalli buzağılardan izole
edilen
E.
coli’lerin
biyokimyasal,
hemaglütinasyon,
mannoz
rezistan
hemaglütinasyon ve enteropatojenik özellikleri
üzerinde araştırmalar. Doğa Türk Veteriner ve
Hayvancılık Dergisi. 13(2): 108-122.
32. MALDONADO-CAMARGO S, Atwill ER,
Saltijeral-Oaxaca JA, Herrera-Alonso LC, (1998).
Prevalance of and risc factors for shedding of
Cryptosporidium parvum in Holstein Fresian Dairy
calves in central Mexico. Preventive Veterinary
Medicine. 36: 95-107.
21. ESKİİZMİRLİLER SN, Öncel T, Beyazıt A,
Mısırlıoğlu ÖZ, (2001). Türkiye’nin değişik
illerindeki
ishalli
buzağılarda
rotavirus,
coronavirus ve cryptosporidiosisin yayılışı.
Veteriner Hekimleri Mikrobioloji Dergisi. 1(2):
35-42.
33. MANTECA C, Daube G, Jauniaux T, Linden A,
Pirson V, Detilleux J, Ginter A, Coppe P,
Kaeckenbeeck A, Mainil JG, (2002). A role fort he
clostridium perfingens B2 toxin in bovin
enterotoxemia. Veterinary Microbiology. 86(3):
191-202.
22. FLEMING S, (1994). Enterotoxemia in neonatal
calves. The Veterinary Clinics of North AmericaFood Animal Practice. 10 (1): 509-514.
34. MICKELSEN WD, Evermann JF, (1994). In utero
infection responsible for abortion, stillbirth, and
birth of weak calves in beef cows. The Veterinary
Clinics of North America- Food Animal Practice.
10 (1): 1-14.
23. FRANK NA, Kaneene JB, (1993). Management
risk faktors associated with calf diarrhea in
Michigan dairy herds. Journal of Dairy Science.
76(5): 1313-1323.
35. ODA K, Nishida Y, (1990). Prevelance and
distribution of bovine coccidia in Japan. Japanese
Journal of Veterinary Science. 52(1): 71-77.
24. FRENCH NP, Tyrer J, Hırst WM, (2001).
Smallholder dairy farming in the Chikwaka
communal land, Zimbabwe:birth, death and
demographic trend. Preventive Veterinary
Medicine. 48(2): 101-112.
36. ÖZER E, Erdoğmuş SZ, Köroğlu E, (1990). Elazığ
yöresinde buzağı ve kuzularda bulunan
Cryptosporidium’un yayılışı üzerinde araştırmalar.
Turkish Journal of Veterinary and Animal
Sciences. 14: 439-445.
25. FUKAI K, Sakai T, Hirose M, Itou T, (1999).
Prevalence of calf diarrhea caused by bovine group
A rotavirus carrying G serotype 8 specificity.
Veterinary Microbiology. 66(4): 301-11.
37. ÖZLEM MB, Eren H, Kaya O, (1997). Aydın
yöresi
buzağılarında
Cryptosporidium’ların
varlığının araştırılması. Bornova Veteriner Kontrol
ve Araştırma Enstitüsü Dergisi. 22: 15-22.
26. GITAU GK, Perry BD, McDermott JJ, (1999).The
Incidence, Calf Morbidity and Mortality Due to
Theileria Parva Infections in Smalholder Dairy
Farms in Murang’a District. Kenya. Preventive
Veterinary Medicine, 39: 65-79.
38. QUINN PJ, Carter ME, Markey BK, Carter GR,
(1994). Clinical Veterinary Microbiology. Wolfe
Pub., London.
27. HAGGARD DL, (1994). Bovine enteric
colibacillosis. The Veterinary Clinics of North
America- Food Animal Practice. 10 (1): 495-508.
39. REYNOLDS DJ, Morgan JH, Chanter N, Jones
PW, Bridger JC, Debney TG, Bunch KJ, (1986).
Microbiology of calf diarrhoea in southern Britain.
Veterinary Record. 119(2): 34-39.
28. IRMAK K, Şahal M, (1993). Buzağılarda deneysel
cryptosporidiosis’de klinik bulgular ve sağaltım.
Turkish Jornal of Veterinary and Animal Sciences.
17: 81-88.
40. ROMEİS B, (1968). Microscopiche Technic.
München, Wien, R. Oldenburg Verlag.
41. SIVULA NJ, Ames TR, Marsh WE, Werdin RE,
(1996). Descriptive epidemiology of morbidity and
mortality in minnesota dairy heifer calves.
Preventive Veterinary Medicine. 27: 155-171.
29. KAUFFMAN J, (1996).Parasitic Infections of
Domestic Animals: a Diagnostic Manual,
Birkhauser Verlag Pub. Basel. Switzerland.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
13
Tokgöz B.S. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),7-14
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
42. SVENSSON C, Lundborg K, Emanuelson U,
Olsson SO, (2003). Morbidity in Swedish dairy
calves from birth to 90 days of age and individual
calf-level risk factors for infectious diseases.
Preventive Veterinary Medicine. 58: 179-197.
43. TORRES-MEDINA A, Schlafer DH, Mebus CA,
(1985). Rotaviral and coronaviral diarrhoea. The
Veterinary Clinics of North America- Food
Animal Practice. 1(3): 471-493.
44. VIRTALA A, Mechor GD, Grohn YT, Erb HN,
(1996a). Morbidity from nonrespiratory diseases
and mortality in dairy heifers during the first three
months of life. Journal of American Veterinary
Medical Association. 12: 2043-2046.
45. VIRTALA A, Mechor GD, Grohn YT, Erb HN,
Dubovi EJ, (1996b). Epidemiologic and pathologic
characteristics of respiratory tract disease in dairy
heifers during the first three months of life. Journal
of American Veterinary Medical Association. 12:
2035-2042.
46. WELLS SJ, Gerber LP, Hill GW, (1996). Health
Status of Preweaned Dairy Heifers in the United
States. Preventive Veterinary Medicine. 29: 185-
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
14
Araştırma Makalesi/Research Article
AVKAE Derg. 2013, 3(1),15-17
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ballarda Streptomisin Kalıntı Taraması
Mansur Seymen SEĞMENOĞLU1
1
Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü
Geliş tarihi/Received: 17.3.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 28.8.2013
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Doğal, temiz ve sağlıklı gıda denilince ilk olarak aklımıza bal ve arı ürünleri gelmektedir. Arı hastalıklarına bağlı olarak ilaç
kullanımı ve kullanılan ilacın kalıntı bırakmaması bugünde yarında çok önemli olacaktır. Bu bağlamda Ulusal Kalıntı Planı
çerçevesinde Enstitü laboratuvarımıza 2011 yılında gelen balların %90’ında, 2012 yılında gelen balların %96,2’sinde, yani iki
yılda analiz edilen 56 örneğin %92,8’inde streptomisin varlığına rastlanmadı. Son yıllarda streptomisin antibiyotiği yönünden
daha bilinçli bir kullanımın söz konusu olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bal, Kalıntı, Streptomisin
Streptomycin Residue Survey in Honey
Abstract
When the topic is natural, clean and healthy food, we immediately recognize honey and bee products. The use of
medicine because of the bee illnesses and the medicine not to leave any residue is very important today is also will be
tomorrow. So, from the view of the National Residue Plan, in the 90% percent of the honey coming to our institute in 2011,
and in the 96,2% percent of the honey in 2012; that is, in the 92,8% percent of 56 samples being analysed in two years, it is
seen the existence of streptomycin. In the last years, it is seen that antibitic streptomycin is used much more consciously.
Key Words: Honey, Residue, Streptomycin
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------veteriner ilaçlarının kalıntı problemi gelmektedir ki
Giriş
ihracatta da önemli engel teşkil etmektedir. Bal
Gıdalarda doğallık, temizlik ve sağlık denilince
arılarında görülen çeşitli hastalıkların önlenmesi
ilk olarak aklımıza bal ve arı ürünleri gelse de, farklı
maksadı ile kullanılan çeşitli ilaçların bal örneklerinde
kirletici kaynaklara bağlı olarak çevrenin kontamine
kalıntı problemine neden olduğu bilinmektedir. Bu
olması arı ürünlerini de etkilemiştir (1).
durum ülkemizin Amerika ve Avrupa’ya bal ihracatında
Ballarda ilaç kalıntıları başlıca iki yoldan
çok önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır (7).
kaynaklanır. Bunlardan ilki arı hastalıklarının sağaltımı
Antibiyotik kalıntıları genelde ‘Amerikan Yavru
amacıyla kovanda ilaç uygulanmasıdır. İlaç kalıntısının
Çürüğü’ veya ‘Avrupa Yavru Çürüğü’ gibi hastalıkların
diğer nedeni zirai mücadelede insektisit amaçla
tedavilerine bağlı olarak kullanılan antibiyotiklerden
kullanılan ilaçlardır (6).
oluşmaktadır. Avrupa Birliği antibiyotikle tedaviye izin
1997 yılında arı hastalıklarına karşı kullanılan bir
vermese de bazı Avrupa ülkeleri kullanmaktadır. Çoğu
antibiyotik
olan
streptomisinin
balda
tespit
Avrupa ülkesinde antibiyotikler için MRL düzeyi
edilmesinden sonra, kontaminasyon riski gündeme
yoktur, çünkü antibiyotik kalıntısına izin yoktur.
gelen bal, o tarihten itibaren komplike analizler
Bununla birlikte İsviçre, İngiltere, Belçika gibi
gerektiren bir ticari ürün haline gelmiştir (4).
ülkelerde ‘aksiyon limiti’ olarak 0,01-0,05 mg/kg
Türk ballarının dünya piyasalarındaki yeri
düzeylerindeki antibiyotik gruplarının kalıntısına izin
gelişme göstermekle birlikte bazı olumsuzlukları da
verilmektedir (1).
taşımaktadır. Bu olumsuzlukların başında balda
Yazışma adresi/Correspondance: Mansur Seymen SEĞMENOĞLU, Adana Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, TR01170 Adana – TÜRKİYE, E-posta: [email protected]
Seğmenoğlu M.S
AVKAE Derg. 2013, 3(1),15-17
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
markalı olmayan örneklerin %19,96’sında streptomisin
pozitif bulmuşlardır (8).
Belçika’da marketlerden toplanan, 2000-2002
yılları arasında üretilen, 248 adet bal numunesinde
yapılmış çalışmada 4 bal numunesinde (%1,6)
streptomisine rastlamıştır (5).
Edder ve ark. (2), 64 bal numunesi ile HPLC
metod ile yaptıkları çalışmada 29 örnekte (%42)
streptomisine rastlamışlardır.
İsveç’te Edder ve ark. (3)’nın topladıkları 483
bal numunesinde HPLC method ile streptomisin
taraması
yapmışlardır.
Örneklerin
445’inde
streptomisine rastlamamışlardır, 21 numunede MRL
değerinin altında streptomisine rastlamışlardır. 17
numunede ise MRL değerinin üzerinde streptomisine
rastlamışlardır (3).
Edder ve ark. (2)’nın, Reybroeck (5)’in, Sunay
(7)’ın, Zai ve ark. (8)’nın yaptıkları çalışmalardaki
streptomisin kalıntı oranları yapılan çalışma oranlarına
göre daha yüksek çıkmıştır. Yapılan çalışma ile Edder ve
ark. (3)’nın yaptığı çalışma paralellik göstermiştir.
2006 yılında Sunay (7)’ın çalışması ile 2011 ve
2012 yıllarında yapılan analizlere göre balda rastlanan
streptomisin varlığının her geçen yıl azaldığı
görülmektedir.
Sonuç olarak, son yıllarda arı hastalıklarına bağlı
olarak da ilaç kullanımı yaygınlaşmasına rağmen Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yaptığı eğitim,
denetim ve tarama analizleri ile streptomisin kalıntısı
yönünden ballarımız daha temiz ve güvenilir hale
gelmiştir.
Hastalığın kontrolü ve tedavisi amacına bağlı
olarak bilinçli, ‘hekim kontrolünde’ ve ‘Veteriner Hekim
Reçetesi’ne bağlı olarak ilaç kullanılmalı, ilaç
prospektüs bilgilerine, kalıntıdan arınma sürelerine,
ürünün tüketim için uygunluğuna çok dikkat edilmelidir.
“Ulusal Kalıntı Planı” çerçevesinde ülkemizin
farklı illerinden gelen bal örnekleri streptomisin kalıntı
yönünden enstitü laboratuvarında analiz edilmiştir. Bu
çalışmanın amacı, elde edilen verileri yayın yolu
araştırmacılara ve kamuya sunarak, ülkemizde bilinçli
ilaç kullanımı ve ürün denetimi ile her geçen yıl daha
sağlıklı ürünlerin son tüketiciye sunulduğunu
göstermektir.
Materyal ve Metot
Çalışma kapsamında, 2011 ve 2012 yıllarında
Türkiye’nin farklı bölgelerinden Adana Veteriner
Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü Toksikoloji ve Metabolik
Hastalıklar Laboratuvarına gönderilen toplam 56 adet
(2011 yılında 30 adet, 2012 yılında 26 adet) numune
analiz edildi. Bal numuneleri laboratuvara ulaştıktan
sonra 10 gün içinde analiz edilmiştir, bu süre içerisinde
ısı, ışık ve nemden korunarak kapalı bir ortamda
korundu.
Numunelerin analizleri Charm II metodu
kullanılarak,
numunelerin
analizleri
bir
hızlı
radioreceptör testi olan ve valide edilmiş (%95 güven
aralığı) Charm II metodu kullanılarak Charm II
cihazında
(CHARM
Sciences
Inc.,
USA)
gerçekleştirildi ve konfirmasyonları HPLC-FLD metodu
ile yapıldı. Charm II metoduna göre, öncelikle
numuneden
ekstraksiyon
elde
etme
işlemi
gerçekleştirildi, daha sonra elde edilen ekstraksiyon
Charm II Streptomisin Testi hazır antibiyotik kitleri ve
radioaktif madde (optiflour) ile metoda göre muamele
edildi, son olarak Charm II cihazında antibiyotik varlığı
taraması işlemi gerçekleştirildi.
Bulgular
Yapılan tarama ve konfirmasyon analizlerine
göre, 2011 yılında gelen 30 adet bal numunesinin
3’ünde; 2012 yılında gelen 26 adet bal numunenin
1’inde streptomisin kalıntısına rastlandı. 2011 yılında
gelen balların %90’ında, 2012 yılında gelen balların
%96,2’sinde, yani iki yılda analiz edilen 56 örneğin
%92,8’inde streptomisin kalıntısına rastlanmadı.
Tartışma ve Sonuç
Ballarda
“2013
Ulusal
Kalıntı
Planı”
çerçevesinde streptomisin antibiyotiği bulunmamalıdır.
Yaptığımız analizler sonucunda 56 adet bal
numunesinin %92,8’inde streptomisin varlığına
rastlanmamıştır.
Türkiye’de 2006 yılının ilk yarısında analiz
edilen 91 numunenin %75’inde streptomisin kalıntısına
rastlanmamıştır (7).
Pakistan’da marketlerden toplanmış 40’ı markalı,
60’ı markasız toplam 100 adet bal numunesinde TLC
metodu ve pozitif çıkan örneklerde de HPLC metodu
kullanarak streptomisin kalıntı taraması yapmışlardır.
Bu çalışma sonunda markalı örneklerin %12,5’inde,
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Kaynaklar
1. Bogdanov St. (2006). Contaminants of Bee Products.
Apidologie 37, 1–18.
2. Edder P., Cominoli, A., Corvi, C. (1999). Determination of
Streptomycin Residues in Food by Solid-phase Extraction
and
Liquid
Chromatography
with
Post-column
Derivatization and Fluorometric Detection, Journal of
Chromatography A 830 (1999) 345-351.
3. Edder P., D. Ortelli and C. Corvi (2010). Survey of
antibiotics residues in Honey on the swiss market, Service
de Protection de la Consommation, 22 Quai ErnestAnsermet, CH-1211 Genève 4, Switzerland.
4. Filodda F., Kirsch R.,Smidt, J.,Tuchel,P. (2002). “Use of
antibiotics in the production of honey–Risks and
perspectives for the honey importers and honey industry”,
16
Seğmenoğlu M.S
AVKAE Derg. 2013, 3(1),15-17
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Preventing Residues in Honey. APIMONDIA Symposium.
10 –11. Oct. Celle. Germany.
5. Reybroeck W. (2003). Residues of Antibiotics and
Sulphonamides in Honey on the Belgian Market,
APIACTA 38 (2003) 23-30.
6. Seğmenoğlu M.S., Baydan, E. (2012). Ballarda
Rastlanabilen İlaç Kalıntıları ve Bulaşanlar AVKAE Derg.
2012,2,24-28.
7. Sunay A.E. (2006). Balda Antibiyotik Kalıntısı Sorunu,
Uludağ Arıcılık Dergisi-Kasım 2006.
8. Zai I.U.M., Rehman, K., Hussain, A., Shafqatullah, A.
(2013). Detection and Quantification of Antibiotics
Residues in Honey Samples by Chromatographic
Techniques, Middle-East Journal of Scientific Research 14
(5): 683-687, 2013
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
17
Araştırma Makalesi/Research Article
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mesnevi’de Hayvan Karakterleri (Metaforları)
İsmail Hakkı NUR1
1
Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri
Geliş tarihi/Received: 15.4.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Bu çalışmada 24 (yirmidört) tür üzerinde bir değerlendirme yapılmaya çalışıldı. Bu çalışmanın amacı ünlü Türk
düşünürü Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (1207-1273)’nin ahlâkın temel kavramlarından olan iyi ve kötü kavramlarını hem nasıl
değerlendirdiğini ve Ahlaki öğretisini Hayvan hikayeleri ile insanı nasıl bir araya getirdiğini ortaya koymaktır. Aynı zamanda
Mevlana Mesnevi’de kullandığı hayvanlara bazı karakterler yüklemiştir. Bu çalışma hayvan karakterleri ile insan arasındaki
ilişkiyi ortaya koymaktır. Böylelikle düşünürümüzün ahlâk anlayışını ve ahlâkî yargıların belirlenmesi konusundaki yaklaşımını
belirginleştirmektedir. Bilindiği gibi düşünce tarihindeki ahlâkî ekollerin ve görüşlerin şekillenmesinde ve iyi-kötü gibi ahlâkî
terimlere içerik kazandırılmasında benimsenen anlayışlar önemli rol oynamıştır.
Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, İyi, Kötü, Ahlâk, İslam Ahlâkı, Mesnevi Hayvan,Metafor
Animal Metaphors in Mathnawi
Abstract
In this study, 24 species were assessed on. The aim of this study was the famous Turkish philosopher Mawlana
Jalaluddin Rumi (1207-1273) of the basic concepts of morality and how the evaluation is to examine the concepts of good
and evil, both ethical teachings to educate people with stories of animals. Mawlana attributed some characters the animals
used by in Mathnaw. The study was done about animal stories and animal metaphors in Mathnawi. This allows us to analyse
his understanding of his ethical and actiological views. As it is known that concepts of good and evil frame different
schools and views of ethical approaches in the history of thought.
Key Words: Mawlana,Good and Evil, İslamic Ethics, Ethics, Masnawi animals, Metaphor
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Giriş
Bir Veteriner hekim olarak Türk kültürünün
bilgesi Mevlana Celalettin Rumi’nin zengin bir hazinesi
olan Mesnevi’de kullandığı hayvan karakterlerini ortaya
koymak her Türk aydını gibi benimde amaçlarımdan biri
idi.
Bilindiği gibi Mevlâna Müzesi'nde teşhirde
bulunan 1278 tarihli, en eski Mesnevi nüshasına göre
beyit sayısı 25668 dir. 6 ciltlik abidevi bir eserdir.
Mesnevî'nin beyit sayısı çeşitli yazmalara göre
değişiklik göstermekte, 25585 ila 26600 arasında
değişmektedir. Hindistan bölgesindeki yazmalarda
30bin beyte çıkan Mesnevî'nin beyit sayısı en
güvenilir neşir olarak değerlendirilen Nicholson'un
hazırladığı metinde ise 25632 dir. Şu ana kadar tespit
edilen en eski nüsha özelliğine sahip 677/1278 tarihli
Mevlana Müzesi teşhir salonunda sergilenen Mesnevî
ise 25668 beyittir. 1259 yılında yazılmaya başlanan eser
1268 tarihinde tamamlanmıştır. Onda fert ve toplumu
ilgilendiren hemen her türlü konu yer almaktadır.
Mevlâna, bu büyük eserinde dinî ve ahlâkî vazifelerden,
devlet yönetimine, iş hayatından sağlığa, alışverişten
savaşlara, felsefe ve ilâhiyattan psikolojik ve sosyolojik
analizlere, evrenin yaratılışından atomların yapısına
kadar her çeşit mevzuyu en güzel yorumlarla, eşsiz
benzetiş ve misallerle, en etkili ve ikna edici delillerle
okuyucuya sunar; meseleleri son derece akıcı,
sürükleyici, edebî bir üslûpla enine boyuna tahlil eder.
Kitabına masal denilmesini eleştirir.
Bu kitap, masal diyene masaldır; fakat bu
kitapta halini gören, bu kitap vasıtasıyla kendini
tanıyan, anlayan da er kişidir.
Mesnevî, Nil ırmağının suyudur; Kıptiye kan
görünür, ama Musa kavmine sudur
Yazışma adresi/Correspondance: İsmail Hakkı NUR, Erciyes Üniversitesi. Veteriner Fakültesi. Anatomi Anabilim Dalı
.Kayseri – TÜRKİYE, E-posta: [email protected], [email protected]
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
düşüncelerinden
bütün
bir
insanlığın
yararlanmasını amaç edinerek belirli bir insan
kesimine değil duygu, düşünce, görgü, eğirim,
kültür, örf ve âdet farklılıkları bulunan çok geniş
bir topluma seslenmiştir. Bunu da hepsinin
ortak tanıdıkları olan hayvanlar vasıtası ile
yapmıştır. Sahip olduğu öğreticilik yeteneği onu,
hayvan hikâyelerinde aşılama etkisinin daha
güçlü olduğuna inandırmıştır. Bu durumlar göz
önüne alınacak olursa Mevlânâ’ nın biraz da
zorunluluk karşısında bu kadar çok hayvanı ele
almış olduğu düşünülebilir. Esasen bir insana
olduğu kadar bir hayvana da işkence yapmamak,
kendisini bir hayvandan üstün görmemek
sûfilerin uymaları gereken bir kaidedir(4).
Mevlânâ'nın gayesi; “güzel ve ulvî
duyguları insanlara aşılamak, onları kötülükten
kurtarmak, iyiyi ve doğruyu'" gösterip; doğru
yola sevk etmek, yani insanları hayvanlıktan
kurtarıp, insanlığa erişmelerini sağlamak(5),
İnsanlara bir ahlak dersi vermek ve nasihat etmek, ya da
tasavvufi sırları açıklamak amacıyla bu tür hikâyelerle
anlatım yoluna başvurmuştur. Hayvanlar, insanlardan
daha alt mertebededirler. İnsanların akıl ve idrak sahibi
olması, onları hayvanlardan ayıran en büyük özelliktir.
İnsan, aklını ve iradesini kullanabildiği sürece insanlık
mertebesindedir. Ancak nefsinin ve hayvanî isteklerinin
peşinden sürükleniyorsa hayvandan bir farkı kalmamış
demektir (6).
Mevlânâ’nın eserlerini okurken, anlatılan
olayların ve düşüncelerin, kaynağı tabiatta bulunan
dinamizmden doğan bir canlılıktan geldiği hemen
dikkatimizi çekmektedir. Düşüncesi benzetmeler
(metafor) vasıtasıyla berraklaşıyor. . Sözü, durmadan,
sürçmeden söylüyor. Tekrar varsa sıkmıyor. Şöyle
diyor: “Ben kafiye düşünürüm; Sevgili bana der ki:
Yeryüzünde başka bir şey düşünme! Ey benim kafiye
düşünenim rahatça otur, benim yanımda devlet kafiyesi
sensin. Harf ne ölüyor ki sen onu düşünesin! Harf
nedir? Üzüm bağının çitten duvarı. Harfi, sesi sözü
birbirine, vurup parçalayayım da seninle bu üçü de
olmaksızın konuşayım”(7).
Taşıdıkları
nitelikler
bakımından,
Mevlânâ'nın aşılamak istediği fikirlere en uygun
olup eserde en geniş ölçüde yer alan hayvanlar
aslan, eşek, deve, köpek ve kuşlardır.
Mesnevinin çeşitli ciltlerinde bu hayvanlarla
ilgili toplam olarak otuz kadar hikâye vardır.
Daha az sayadaki at, ayı, balık, ceylân, çakal
fare, fil, karınca, kedi, koç, kurbağa, kurt, öküzinek-buzağı, sinek-sivrisinek, tavşan, yılanejderha hikâyeleri ile birlikte Mesnevideki
Bu sözün (Mesnevî’nin) düşmanı, gözüme
cehennemde tepe taklak olmuş bir halde görünüyor
(Mesnevî, IV, b. 32,34).
Mesnevi’yi incelerken Abdulbaki Gölpınarlı’nın
(1) Mesnevi Tercemesi ve Şerhi (İnkılap ve Aka
Kitapevi, 1985) ile Süleyman Nahifi’nin (2) Mesnevî-i
Şerîf Tam Metin Tercümesi (Timaş Yay.2007)
kullanılmıştır.
Ünlü düşünürlerimizden Hilmi Ziya Ülken"in
deyişiyle “Bin yıllık kültür tarihimizin en büyük
simalarından biridir. Yalnız büyük bir şair, bir tarikat
kurucusu, derin bir sûfi, etraflı bir âlim değil, aynı
zamanda Anadolu"daki kültürümüzün unsurları arasında
büyük bir kaynaşma ve birleşme temin eden derin bir
ruh ve hamle adamıdır. Türk düşünce tarihinde önemli
bir yer tutan Mevlana, mesnevisinde Türk’ün sağ
oldukça bir otağ sahibi olacağını (1/1) demekle devlet
kurmanın karakterini taşıdığını, savaşmanın Türklerin
işinin olduğunu (1/2), Kafire, düşmana karşı çetin
olduğu kadar dosta gül olabilen (1/3),eti yarı pişmiş
yiyen ve Türklerle Şamanizm’i yer yer birlikte anan
Mevlânâ nın İslam öncesi Türk din ve kültürüne
yakından vakıf olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan,
Mesnevi"de “kindar Oğuz Türk"ünden de söz edilirken
kan dökmekten çekinmeyen (1/4) tabiri de
kullanmaktadır. Ölümün yüzünü gösteren aynanın
Türk’e güzel göründüğünü ölümden korkmadığını (1/5),
gücün ve kudretin temsilcisi olan Türkler için, Mevlana
“kullukta nasıl ben köpekten aşağı değilsem, Allah da
hayat ve kudrette Türk’ten aşağı kalmaz” (3, 1/6)
diyerek övgüyle söz ederken Mevlânâ “güzel”
kavramının karşılığına “Türk”ü yerleştirir. “Türk”
demek, aynı zamanda güzel demektir. “O zamanları
hatırla ki ben put gibi güzeldim, sen de karşımda puta
tapan şamana benzerdin” derken, güzelliği şamanın
algılamasıyla ölçmektedir (Mesnevi, C.I. b. 2416-2420).
Türk’e ait hayati unsurları mesnevi’sinin çeşitli
yerlerinde övgüyle bahsettiği görülmektedir.
Mesnevi incelenecek olursa düşüncelerini
açıklamak, fikirlerini aşılamak amacı ile
Mevlânâ’nın pireden deveye sivrisinekten file
varana kadar irili ufaklı pek çok hayvanı
kullanmış olduğu görülür. Fakat Mevlânâ'nın
yaratıcılığında önemli bir rol oynayan bu
hayvanların eserde aldıkları yer, gerek hacim ve
gerek ehemmiyet açısından, aynı ölçüde değildir.
Bazıları tek bir hikâye veya motifte geçer,
bazıları ise hikâye ve motif olarak çok daha fazla
yer kaplar. Acaba Mevlânâ malzemeleri arasında
bu kadar çeşitli hayvana neden bu kadar çok yer
vermiştir, düşüncelerini hayvanları kullanarak
açıklamak zorunda mı dır?
Mesnevî'sinde bol sayıda hayvan hikâye ve
motiflerine yer vermiş ve doğruluğuna inandığı
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
19
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
hayvan
hikâyelerinin
sayısı
altmış'ı
bulmaktadır.
Bütün bu canlılar ve olaylar âlemi, hep Tanrı
sevgisi, insan sevgisi, tabiat sevgisi motiflerini taşırlar.
İnsanlara, bu sonsuz hazinede alınacak dersleri, duyular
alemi olan tabiat ve canlılardan seçmek, Mevlânâ’nın
başvurduğu en uygun usuldür(8) .
Bilindiği gibi Hayvanlar ya da cansız varlıklar
arasında geçen bir olayı, çoklukla manzum olarak
anlatan ve öğüt veren yazılara fabl denir. Hayvanlar ya
da cansız varlıklar arasında geçen bir olayı, çoklukla
manzum olarak anlatan ve öğüt veren yazılara fabl denir.
Fabllar insan belleğinde çok kolay saklanabilen ve
ortaya çıkarılabilen özelliklere sahip olduğu için sözlü
gelenek içinde de yaşatılabilmektedir. Fabllarda sadece
hayvanlar ve bitkiler yer almaktadır ve bunlar
konuşabilmektedir. Masallarda ise genelde kahramanlar
hep insandır. Hayvanlarda vardır ama bunlar masallarda
konuşamaz. Fabl ve masal arasındaki en büyük fark
fablın öğretici yönü olmasıdır, masallar öyle değildir.
Fablın sonu genelde küçük bir hayat dersi verir. Masalda
ise klasik "mutlu son" vardır, kötü iyiye karsı
yenilmiştir.
Fabllar mutlaka öğretici bir gaye taşırlar.
Okuyucuya ahlak dersi verirler. Genellikle konu kısadır.
Verilmek istenen mesaj eserin sonunda ya
kahramanlardan birinin ağzından ya da sanatçının
dilinden açıklanır. Görüldüğü üzere doğa ile iç içe
yaşamış uzun zaman konar göçerliğini sürdürmüş olan
Türkler, bu yaşantının bir sonucu olarak hayvanlarla
birlikte yaşamış, koyun keçi sürüleriyle göç edip
geçimini sağlamış, yırtıcı hayvanları çok yakından
tanıma imkanı bulmuş ve onlarla mücadele etmeyi
öğrenmiştir. Öyle ki, bu hayvan unsuru Türkçe’nin
deyim ve atasözlerinin içine kadar girmiştir. Aslan gibi
olmak, kurt gibi acıkmak, kartal gibi uçmak, kedi gibi
kıvrılmak, akrep gibi sokmak vb. bunlardan
bazılarıdır(9).
Eski Türk Edebiyatında kıssadan hisse adı verilen
bu türün örneklerine Sadi’nin Bostan ve Gülistan ve
Mevlana’nın Mesnevisinde de çokça rastlanır. Bu türde
Dünya Edebiyatında bu türün tanınmış isimleri Ezop ve
Lafonten’dir (La Fontaine). Hint yazarı Beydaba’nın
fabl türündeki önemli ve tanınmış eseri Kelile ve
Dimne’dir (10).
Mevlana, hikâye ve motiflerde bir çok konulara
temas etmiş, tasavvufi, dini, felsefi, ahlaki ve terbiyevi
düşüncelerini, görüşlerini, bazen başlı başına bir hikaye
ile remzi olarak, bazen de bir veya birkaç beyitten ibaret
motiflerle
telmih
ve
insanhayvan,
iç-dış
benzerliklerinden ve münasebetlerinden faydalanarak
yaptığı teşbihlerle açıklamıştır(4). Mesnevi’de geçen
hayvan hikayelerinden bir kısmının Kelile ve Dimne’den
alınmıs olduğu bilinmekle beraber(11), Hıristiyanlıkla
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
ilgili hikayelerin alındığı kaynaklar hakkındaki
bilgilerimiz yeterli değildir(12).
Bazı kıssalar, Kelile ve Dimne’de ders verici
küçük bir hikâyecikken; Mevlânâ, hikayeyi yayarak
onun içini, çeşitli gözlem ve bunların üzerine bina ettiği
duyu ve fikirlerle doldurur. Bu hikâyecikleri kullanarak
basit-somut bir anlam tabakasından, derin-soyut bir
anlam tabakasına doğru, derinleşen bir anlatım
oluşturur. Eserinin anlatım gücünü bu şekilde, çeşitli
anlam tabaklarıyla zenginleştirip güçlendirir. Örnek
olarak; Mesnevî’nin ilk cildinde, anlatımda kullanılan
aslanla
tavşan
hikâyeciğini
bu
bakımdan
inceleyebiliriz(13). Bu hikâyecik, Kelile ve Dimne’den
alınmıştır (14). Hikâyecikte kısaca şu olay anlatılır:
Sürekli aslana avlanma korkusu yaşayan hayvanlar,
onunla anlaşıp her gün bir hayvanı aslanın yiyeceği
olarak vererek bu korkudan kurtulmaya karar verirler.
Bu tekliflerini aslana iletirler. Aslan çalışmaya büyük
önem verdiğinden, bu teklifi önce kabul etmek istemese
de sonunda kabul eder. Yiyecek olma sırası zayıf bir
tavşana geldiğinde tavşan, çeşitli hilelerle aslanı
kandırıp bir kuyuya doğru sürükler ve hileyle onu
kuyuya düşürür. Hayvanlar bu şekilde aslandan
kurtulmuş olurlar. Bu konuda, tavşanın başarısından
dolayı tavşanı överler. Kelile ve Dimne’de yaklaşık iki
sayfaya yakın bir yer tutan bu hikâyecik, kurnazlıkla
başarılı olunabileceğinin bir örneği olarak anlatılır.
Mesnevî’de bu hikâyecik, 900 –1390 beyitleri arasına
yayılmıştır. Bu hikâyecik anlatılırken aralara başka
kıssalar da serpiştirilmiştir. Yazar anlatmak istediklerini,
bu hikâyecikleri bir alt anlatım basamağı olarak
kullanarak anlatılır. Somut olaylardan, soyut ve derinlik
taşıyan duygu, değer ve olguların anlatımına geçer.
Hikâyecik başladığında, öncelikle aslana avlanma
korkusundan kurtulmak isteyen av hayvanları,
tevekkülü temsil ederler. Bunun karşılığında aslan
çalışmayı temsil eder. Yazar burada bu iki konuyu
genişçe bir şekilde tartışır ve kendi düşünce yaklaşımına
uygun olarak tevekkülü, üstün bir durumda gösterir.
Zaten hikâyeciğin sonunda da tevekkülü temsil eden
tavşan galip gelir (15).
Mesnevî'nin bu tarzı, Mevlânâ'nın insan tabiatı
hakkındaki derin bilgisini ve onun psikolojik kavrayışını
ortaya koyar. O, hikâyelerinde çeşitli yollarla insanın
zayıf yönleri kadar, fazilet ve erdemini de ustalıkla
meydana çıkarır. İnsanın ahlâkî, sosyal ve insanî yönü,
ahlâkî öğütler, tasavvufî kavramlar, çeşitli hayvan
karakteri kullanılarak metaforik bir üslupla ifade
edilmektedir(16). Böylelikle soyut kavramlar, ifade
edilmesi güç tasavvufî ve felsefî meseleler bu metotla
daha anlaşılabilir bir zemine kavuşturulmuştur(17).
Mesela bir hikâyede, bir gramerci, yetenekleriyle
o kadar gururludur ki gramer okumayan (nahivci) bir
kayıkçıya 'ömrünün yarısının boşa gittiğini' söyler (1/7);
20
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mevlânâ, ahlâkî öğretisinin temel kavramlarını
çeşitli hayvan metaforları içersinde aktarmaktadır.
Mevlânâ’nın bu metodu kullanmasında Kur’an ve
Sünnetin büyük etkisi bulunmaktadır. Örnek olarak
Bakara sûresi 260. ayette geçen “Kuşlardan dördünü al,
onları kendine alıştır” ayetinin yorumunu gösterebiliriz.
Düşünürümüz, insanın tabiatında fıtraten kuvve halinde
var olduğunu düşündüğü ve kötü fiillerinin kaynağı
olarak tanımladığı dört tabii huydan bahsederken bunları
yol kesici manevî dört kuş ifadesiyle dile getirmektedir.
etmektedir: “...Bu yol kesen dört kuşu öldür!...Çünkü bu
ten dört huyun durağıdır, o huyların adları, dört fitneci
kuştur...Halkın ebedî olarak diriliğini istersen bu dört
şom ve kötü kuşun başlarını kes... Dört yol kesen mânevî
kuş, halkın gönlnü yurt edinmiştir...Bu kuşlar, kaz,tavus,
kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de
dört huydur. Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa
benzer, kuzgun dileğe.”(1/11). Mevlânâ, insanı kötü
eylemlere sürükleyen şehvet, kibir, hırs, çok yaşama
arzusu gibi kötü huyların ortadan kalkmasıyla insanda
kanaat, sabır, alçak gönüllük gibi ahlâkî erdemlerin
ortaya çıkacağını ifade etmektedir. Böylelikle insanın
yetkinleşmesi, insan-ı kamil olmasıdır. Mevlânâ insanın
eğitimle ahlâkî güzellikleri kazanabileceği görüşündedir.
Bu eğitimin temel kaynağı ise Mevlânâ’ya göre bu dini
merkezli bir eğitimdir: “Bütün Kur’an, nefsin
kötülüklerini anlatmadadır. Mushafa bak da, gör, fakat
sende o göz nerde?”(1/12) etme, kötü davran da
alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim
olsun.”(1/13).
“Şunu bil ki safları bozup dağıtan aslanla
savaşmak kolaydır, asıl aslan nefsini mağlup
edendir”(1/14). Görüldüğü gibi Mevlânâ Nefse karşı
verilecek bu mücadelenin zorluğunu ifade etmek için
insanın bu çabasını aslanla yapılacak bir savaşa
benzetmektedir. İnsanın kötülüklere duçar olması,
kişinin ruhunu kirleten, ahlâkî yetkinliğe ulaşmasına
engel olan bir unsur olarak tanımlanmıştır. Fakat kişi
sadece bir tane kötü huy sahibi olsa bu onun ahlâkî
yetkinliğine engel olabilir mi? Mevlânâ bunu metaforik
bir ifadeyle tıpkı temiz, beyaz bir kâğıt üzerine yazılan
yazıya benzetmektedir: “Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan
o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur. Yazılı kâğıda bir
yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan
yanılabilir. Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı
yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir mânası kalmaz.
O kâğıda üçüncü defa bir şey yazarsan kâfirlerin canı
gibi tamamıyla kapkara olur”(1/15). Görüldüğü gibi iyi
huyların azalması, kötü huyların, vasıfların artması
kişinin var olan iyiliklerinin de görülmesini
engellemekte ve onu ahlâkî olarak olumsuz bir duruma
sokmaktadır. Bu husus Mesnevi’nin bir başka yerinde
ayna metaforuyla tekrar ele alınmaktadır: “Nitekim
aynanın yüzüne bir şey yazar yahut bir şekil yaparsın,
diğer bir hikâye de “dudaklarını ve bıyığını yağlı bir
koyun kuyruğu ile yağladıktan sonra, arkadaşları arasına
'şunu bunu yedim' diyerek gelen geveze bir adamın nasıl
gösteriş yaptığını” (1/8) gözler önüne serer. Yine, bir
fikri insanların kafasına sokmanın etkisini göstermek
için, “çocukların öğretmene hasta olduğunu nasıl
düşündürdükleri” (1/9) ile ilgili ilginç bir misal vardır.
Başka bir yerde, aç gözlü bir adamın sırt çantası
ekmekle dolu olduğu halde, köpeği açlıktan ölüyor.
Adam köpeğine ağlıyor, şiir okuyor, hıçkırıyor ve başına
vuruyor. Ancak, çantasından bir lokma çıkarıp köpeğe
vermeyi esirgiyor ve şöyle diyor: “Ekmek, yoldaki bir
yolcudan parasız alınamaz. Fakat su, pınarlardan
parasızdır” (1/10).
Mesnevi, düşünürümüzün ahlâk anlayışını ve
ahlâkî yargıların belirlenmesi konusundaki yaklaşımını
belirginleştirmektedir. Bu konuda kullandığı hayvan
karakterlerini inceleyerek bir sonuca varmaktır. Ahlâkî
alanı belirginleştiren en önemli yönlerden biri insan
doğasında olana değil, olması gerekene işaret eden
normatif bir ilim dalı olmasıdır. Bu yönüyle değer
bilinci kişinin bilinçli ve özgür olarak, kendi vicdanıyla,
iradesiyle katıldığı bir değerler sistematiğini ifade eder.
Olması gerekenle olan arasındaki karşıtlık insanın ahlâkî
sorumluluğunu, katılımının belirginleştiği ve böylece
ahlâkî gerilimin yaşandığı bir sahadır. Bu yönüyle ahlâk
bir insan başarısıdır. İnsan, seçen, davranışı belirleyen,
iyiye doğru, değere doğru yönelen bilinçtir(10). Ahlâkî
değerler, genel bir ifadeyle insan davranışlarını iyi veya
kötü olarak tanımlamamızı sağlayan değerlerdir. Değer
felsefesi Grekçe değer anlamına gelen axios
kelimesinden gelen aksiyoloji (axiology) olarak ifade
edilmekte ve değerlerin doğasını, ölçütlerini ve
metafiziksel statüsünün ne olduğunu inceleyen bir
felsefe disiplini olarak tanımlanmaktadır (18,19).
Ahlâkî değerler temelde iyi ve kötü kavramları
üzerinde odaklanmaktadır. Bu yaklaşım bize iyi ve
kötü’nün mahiyeti üzerinde bilgi vermekten ziyade
ahlâk
felsefesinin
üzerinde
farklı
teorilerin,
tanımlamaların şekilleneceği mümbit bir çalışma alanını
belirginleştirmektedir(20). İyi ve kötünün ne olduğu
üzerinde; haz, fayda, mutluluk, ödev, vb şeylerle mi
tanımlanabileceği tarihi gelişim süreci içersinde pek çok
ahlâk felsefesiyle ilgilenen düşünürün üzerinde teoriler
geliştirdiği bir alandır. “Değer tür olarak insanın varlığa
kattığı bir bilinç boyutudur...değer’le bir şeyin aynı
türden şeyler arasında özel yerinin kastedildiği ve bu
değer’in genellikle olumlu bir renk taşıdığı görülür. Bu
yerin saptanması doğru bir değerlendirme sonucu
bilgisel olarak yapılabildiği gibi, ezbere ve birbirinden
çok farklı ‘ölçütler’ kullanılarak yapılmaya çalışıldığı
da görülüyor...değer, eylemlerin ve kişilerin bir özelliği
olarak karşımıza çıkar.”(21).
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
21
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
sonra temizlesen de yine bir iz kalır. Bedende Nefsi
Mutmainne’nin yüzünü, düşünce tırnakları tırmalayıp
yaralar. Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak,
derinleştikçe
canın
yüzünü
tırmalar
”(1/16).
Mevlânâ’nın iyi ve kötü kavramı konusundaki temel
tezlerden biri iyinin bilinmesi için zaruri olarak kötünün
varlığına ihtiyaç duyulmasıdır. Öztürk Mevlana’nın bu
yaklaşımını vurgulamaktadır: “zıtları birlikte tanımadan
onların her hangi bir kutbunu sevmek körlüktür. İki
kutbu da tanımak gerekir. Tanımadan sevmek
tabuculuktur; tabunun olduğu yerde ise beyyine
olmaz.”112 Mevlânâ’ya göre iyi ve kötü kavramları iç
içedir: “...kötülük iyilikten ayrılamaz. İyilik de kötülüğü
bırakmaktır. Kötülük olmadan, kötülüğü terk etmek
imkansızdır. Yani bu iyilik, kötülüğü bırakmaktır
demektir.”(22).
Mevlânâ’ya göre insan yeryüzünde Allah’ın
halifesi olarak yaratılmıştır. Bundan dolayı kendi ideal
değerini keşfedip ona göre amel etmesi beklenmektedir.
“İnsanın iyisini, kötüsünü bırakıp, onun şahsiyetinin
aslına nüfuz etmek lazımdır ki bakalım, o kimsenin nasıl
bir cevher ve özü vardır, anlaşılsın. İşte görmek ve
bilmek böyle olur.”(22/1) İnsana düşen Tanrı’nın
ahlâkıyla ahlâklanmaktır: “Şu renklerden sıyrılır, İsa’nın
küpüne girer, “Tanrı boyası” belirir, artık Tanrı,
dilediğini yapar. Kötülüklerden kurtulur, hayadan da;
dönüp dolaşmaktan da uzaklaşır, konup göçmekten de
”(23).
Mesnevî’de geçen hikâye ve metaforların belli
başlı özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1.Mevlânâ her bir hikâye ve motifte telkin etmek
istediği fikre göre, maksadına en uygun olan hayvanı
seçmiştir.
2. Hikâyelerini ne sadece kupkuru bir tasavvuf ve
ahlak dersi vermek, ne de sadece şiir söylemek ihtiyacını
tatmin etmek için anlatmıştır. Bu hikâyelerde tasavvufî,
dinî, ahlakî, terbiyevî, felsefî birçok meseleleri ele almış,
bu meseleler üzerinde ısrarla durmuş, sade dili, akıcı
üslubu, büyük telkin kabiliyeti ve sanat kudreti ile
düşüncelerini en mükemmel ve veciz bir şekilde ifade
etmiş ve öğretmiştir.
3. Mevlânâ’nın üzerinde durduğu bu hikaye ve
metaforlarda ele aldığı hayvanlar için belirli bir kalıbı
yoktur. Hayvan hikâyelerinden faydalanan diğer
yazarlar gibi bir hayvan muhakkak belli bir modelin
temsilcisi değildir. Değişik fikirlerin izahında aynı
hayvanı ele almış, fakat aynı esasa bağlı kalmayarak,
onları konularına uygun olarak vasıflandırmıştır.
4. Mevlânâ’nın anlatmak istediği fikirler için bazı
hayvanlar sadece birer misaldir ki, arada hala
değişmemiş adetlere, geleneklere, darb-ı mesellere işaret
etmiş ve bu misalleri tamamen realiteden almıştır. Bu
yönüyle hayvan hikaye ve metaforlarının folklor
bakımından da bir değer taşıdığı söylenebilir.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
5. Mevlânâ tekrarlardan kaçınmamıştır. Fakat bu
onun dar bir çerçeve içinde kalmış olması demek
değildir. Bilakis muhayyilesi çok geniş, misalleri pek
bol ve çeşitlidir. Yaptığı tekrarlar bir hatırlatma
mahiyetinde olup, telkin kuvvetini arttırmak içindir.
6. Hikaye ve hayvan metaforlarında Mevlânâ yer
yer kuvvetli ruh tahlilleri yapmış, insanların basit
şeylere düşkünlüğünü, menfaatleri icabı alçalıp
dalkavukluk etmelerini, birbirleri ile anlaşamama
sebeplerini, toplumların durumunu son derece kudretli
bir şekilde işlemiştir.
7. Hikayelerden çıkan neticeler ve metaforlara
yüklenen anlamlar sabit değildir. Mevlânâ’nın bizzat
çıkardığı neticelerden başka her çeşit insan kültür
seviyesine göre, bunlardan tasavvufî, dinî, ahlakî, felsefî
bir netice çıkarabilir. Bu hikâye ve tasavvurlardan
Mevlânâ’nın
çeşitli
meselelerdeki
görüş
ve
düşüncelerini, tasavvuf anlayışını idrakimiz ölçüsünde
görebiliyoruz. Mutlak Varlık, Akl-ı Küll, Evliyâ, Aşk,
Mürit-Mürşit, Dünya-Ahiret, Nefs, Akıl, Ruh, Tevekkül,
Tesilmiyet, Cehd, Rıza hakkındaki görüş ve
düşüncelerini bu hikâyelerde çeşitli yönleriyle bulmak
mümkün olmaktadır.
8. Hikâyelerde bazen, metaforlarda genellikle,
hayvanlar birer teşbih unsurudur. Son derece sevimli,
renkli, canlı ve yer yer orijinal olan bu teşbihler aynı
zamanda Mevlânâ’nın, bir tezi olduğunu gösterir. Tezini
ifade ve ispat etmek için, büyük bir maharetle en
münasip hayvanları seçmeğe çalışmış ve muvaffak da
olmuştur.(5).
METAFORLAR
1-ASLAN METAFORU: Mesnevî’de aslan, genellikle
mürşid ya da İnsan-ı Kamil’i simgeler. Mürşidin görevi
bir avcı gibi avlanıp, bela ve nefsinin oyunları içinde
kendi özünü kaybetmiş insana, kendi özünü hatırlatmak
onu şer çukurlarından kurtarmaktır. Yiğitliğin, cesaretin,
çalışmanın, kendi işini kendinin halletmesinin, mertliğin
ve hakikate teslim olmanın simgesidir. Bu
tanımlamalarını: Suretten kurtulmuş (1/17) nefsini
yenmiş Hakkı’ın
aslanı olmuş kişi (1/18, 2/1),
nefsindeki gücün farkında olan, bunu ancak iradenin
akıllı kullanılmasıyla alt edebileceğinin farkında olan
(1/19), çalışmaktan kaçınmayan çalışmanın tevekkülden
üstün olduğunu bilen (1/20) ve çalışanın Allah sevgilisi
şuurundaki düşünce ve fikriyata sahip (1/21) kişidir.
Aslan aynı zamanda sahibinde ululanmaya neden
olmaktadır (1/22). Allah’ın aslanı öyle bir kimsedir ki
cesaretin simgesi (1/23,1/24,1/25), mert (1/26,1/27) ve
tevekkül sahibi olarak gayretten geri durmayan çalışkan
(1/28) kişi olarak da tanınır. Kendi işini kendi halleden
(1/29), çeşitli sırlara sahip bunları ifşa etmeyen murat
sahibi (1/30), etrafına karşı menfaat peşinde koşmayan
(1/31),hakikatin temsilcisi ve Hakk’a teslim olan (1/32),
22
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
kafirlerin gözünde mümin kimselerden olduklarını
(1/67) tasvir eder. Fil yavrularının yenilmesi olaylarında
ise :
Gıybet etmeye (Sakın noksanlarını bulup
aleyhlerine gıybet etme. Allah onların canı için senden
intikam alır) ve gıybetin sonu eden hakkında iyi
olmadığını (2/12, 1/68), hem rüşvet almaya “Ey rüşvet
yiyen, fil yavrusunu yiyorsun! Sana düşman olan fil
kökünü kazır, yok eder.”(2/13,1/69) hemde kötü
insanlarda var olan kötü huyların mânevî kokusu
(2/14,1/70) etrafa yayıldığını resmetmektedir.
7-ÖKÜZ METAFORU: Mevlana Öküz metaforunu
genelde; saf, kalın kafalı, kābiliyetsiz, görgüsüz,
beceriksiz (26) kişi olarak tasavvufta ki ise metaforik
olarak genellikle “yeme, içme, uyku ve cimâ” gibi
hayvânî ve nefsânî sıfatlar’ı
ifâde etmek üzere
kullanılan bir terimdir (27). Mevlana, öküz metaforunu
dünya malına doymak bilmez aç gözlü, nefsine tapan
kimse
manasına (28, 2/15,2/16, 1/71,1/72,1/73)
kullanmıştır.
Öküz metaforu aynı zamanda; Allah’tan bi haber
(1/74,1/75), yersiz hak hukuk arayan (dâvaya) kalkışan
(1/76), menfaat peşinde koşan (1/77,1/78), münâfık /
İkiyüzlü (Teğabün:64/2, 2/17), insanların inançlarıyla
oynayan sahte şeyhlere(2/18), tasavvufî hakikatlerden
habersiz (2/19) ve Allah’ın seçkin kullarını kendi gibi
sanan cahilleri (2/20) temsil etmektedir. Mesnevi’de
öküz metaforu “Öküzün bâzı yerleriyle (kuyruğuyla)
ölüye vurun!”( Bakara, 2/67-73.) hitâbı geldi; vurdular.
O öldürülmüş adam, dirildi, fırlayıp kalktı.” vurdular. O
öldürülmüş adam, dirildi, fırlayıp kalktı.” Mevlânâ’nın
öküzün kuyruğuyla dirilen adam
metaforunu
kullanmasıyla ayrıca öküz metaforu hakkın ve adaletin
simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır (28, 2/21) .
Gölpınarlı bu beyitlerle ilgili şunları ifade etmektedir:
Mevlânâ bu beyitlerde beden, yani “nefs” öldürülürse
sırların
dirileceğini,
her
şeyin
görüleceğini
kastetmektedir. İnek kesmek, yani benlikten geçmek ise
bu yolun şartıdır (Mesnevi,Gölpınarlı, a.g.e., C. II., s.
227.).
8-KÖPEK METAFORU: Mesnevî’de oldukca geniş
yer tutan köpek metaforu daha çok yaratıcısını
tanımayan, nefsinin heva ve hevesine takılıp kalmış, dini
ve manevi değerlere saldıran insan tipini karakterize
etmek için kullanılmıştır. Aşağıdaki satırlarda
görüleceği üzere sadakatten, Allah’ı tanımamaya,
öfkenin, hilenin, haddini aşmanın nefsinin peşinde
koşanın ,azgın kişiliğin resm edilmesinde köpek
metaforu kullanılmıştır.
Mesnevî’de köpek metaforu az olmakla birlikte
sadakatin, bağlılığın simgesi olarak da karşımıza
çıkmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de Ashab-ı
Kehf’in köpeği sadakatinden ötürü Ashab-ı Kehf’le
beraber 309 yıl uyumuştur da o lütufla ilk uyuduğu
şekliyle uyanmıştır(Kehf:18/18, 2/22,1/79,1/80) ,
teslimiyetinde
dolayı
nimetlerinde
eksilme
olmayacağına inanan kişidir (1/33).
2-TİLKİ METAFORU: Tilki Metaforu Mesnevî’de
kurbanlarını kandıran (1/34,1/35,1/36, 1/37), tamahkar
(1/38), korkakların karşısında eğilmesi secde eden (1/39)
menfaat peşinde koşanları (1/40) sembolize etmiştir.
3-EŞEK METAFORU: Mesnevî’de oldukça geniş bir
bir yer tutan bu metaforda eşek genellikle; ahmaklığın,
kıt anlayışın (1/41,1/42) ve bunun farkında olmayan
(1/43), duygularının esiri olan (1/44), tembel (1/45),her
işe koşturulabilen (1/46), fikir âleminden uzak akıldan
gafil (1/47,1/48,1/49) akıl yürütmeyen fikirsiz
(1/50,1/51,1/52), bedeni zevkleri peşinde koşan, aşağı
tabiatlı (1/53), şehvet düşkünü (1/54), böbürlenip
ululanan /1/55), Allah’ın hakkını tanımayan gafili (1/56)
, haddini aşan (1/57), aşkı idrakten aciz insan aklı (24,
2/2, 2/3), mürşidini imtihan etmeye kalkan (2/4),nefsinin
esiri kafir kimse (24, 2/5, 2/6) kimsedir. Eşek artık öyle
kimsedir ki; hakikate kulak vermeyen (2/7) şeytanlarla
dost olmuş (2/8) kimsedir.
4-SU KURBAĞASI METAFORU: Mesnevî’de
kurbağa metaforuna, en geniş şekliyle fareyle
kurbağanın hikayesinde yer verilmiştir. Mevlânâ’nın
yorumlarından çıkardığımız bir görüş de su ehli ile kara
ehlinin durumudur. Biliyoruz ki Mesnevî’de su ehli
rahmanî kimseleri, kara ehli de şeytanî kimseleri
simgelemektedir. Kurbağa, su ehli olduğu için ruhaniyet,
mana alemini Fare ise suret alemini temsil etmektedir
(2/9).
Fare toprak ehli olduğu için cismaniyet
alemindendir ve kurbağayı da cismaniyet alemine
çağırmaktadır (25).
5-FARE METAFORU: Mesnevî’de fare genellikle
karga ile yada su kurbağası ilen olan hikayede remz
edilmiştir. Fare, hilekarlığı (1/58), bilgisizliğin getirdiği
korkak (1/59,1/60), hakikatten mahrum (1/61), kısa
görüşü ile halden hale giren (1/62),ahmak (1/63) tır.
Fare öyle bir aç gözlüdür ki bütün alem nimetle dolu
olsa doymayıp yine toprak yediğini (1/64), hırsız
tabiatlı (1/65), taklit bilgisiyle aydınlığa çıkamayan
karanlıkta kalan kimseyi temsil etmektedir (1/66).
6-FİL METAFORU: “Fil” Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde
en çok üzerinde durduğu hayvan metaforlarından biridir.
İri görünümleriyle ve o asırlardaki işlevleriyle,
savaşlarda üstlendikleri görevlerle fillerin, insan
hayatında önemli bir yeri bulunmaktaydı. Mesnevî’de fil
metaforu Kabe’ye saldırmak üzere yola çıkan Ebrehe
ordusu dışında müspet anlamlarda kullanılmış, güç ve
masumiyetin sembolü olmuştur Mesnevî’de
filleri
Hakk’ın erleri olan evliyaullaha dil uzatmak, Zâhirde
Kalıp Bâtını İdrak Edemeyen Kişilerin nasıl bir bakış
açılarına sahip olduğunu (2/9), gücüne güvenip
kibirlenen kimseleri Ebrehe’ nin fillerine benzetmesi
(2/10) , Peygamber’in sözüyle alay eden nasipsizlere
inananları ve surete aldananları (2/11), bu kimselerin
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
23
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
nimetini yediği yere sadakat, bekçi oluşu (2/23) yanında
savunmasız zayıflara saldıracak kadar gözü dönmüşlüğü
de (1/81) sembolize eder. Vefakarlık göstermesi (1/82),
yanında dirilik içinde olan kimse için “ kullukta bende
köpekten aşağı değilim ya; Tanrı da dirilikte bir
Türk’ten aşağı değildir” ( 1/83), diyerek hayat sahibi
olmanın hayata kıymet veren bir milletin karakterinden
bahsetmektedir. Köpekler sadakatin de örneğini teşkil
ederler. Bu öyle bir sadakattir ki “Kafirlere şiddetlidir',
dosta gül gibidir, düşmana diken gibi” (1/84) davranan
koruyucu karakteri (1/85) ile olumlu yönleri
vurgulanmaktadır.
Mesnevî’de köpek metaforu daha çok yaratıcısını
tanımayan, nefsinin heva ve hevesine takılıp kalmış, dini
ve manevi değerlere saldıran bir insan tipini karakterize
etmek için kullanılmıştır. Bu öyle bir karakterdir ki;
Allah ilhamını tanımaktan yoksun (1/86), haddini
bilmeyip aşan (1/87), nefsine düşkün (2/24, 1/88,1/89),
acıkınca azgınlaşan ve geçimsiz kimse (2/25, 1/90),
azgın kişiliği (1/91) sembolize etmektedir.Ayrıca;
hakikatten uzak (1/92), zavallılara, zayıflara saldıran,
ondan
menfaatlanen (1/93,1/94), hilekar (1/95),
öfkesiyle hareket eden (1/96) ve öfkenin çirkinleştirdiği
(2/26),
ululuk ve hasetlik besleyen (1/97), Hak
kapısındaki en aşağılık varlık (1/98) olan köpek ,
Mesnevî’de, insanın hayatın akışı içerisinde Allah’ı
unutması ve yalnızca başına bir musîbet, bir hastalık ,
bir felaket geldiğinde Hakk’ı hatırlayan gafil
hali
anlatır (2/27).
9-KURT
METAFORU:
Mesnevî’’de
köpek
metaforuna yakın, kanaat sahibi olmayan (1/99,1/100),
tamahkar (1/101,1/102,1/103),bencilliği yok edecek
kadar hırs sahibi (1/104) olan yırtıcı huyla bezenen
(1/105), haset sahibi olan, hatta bu öyle bir hasetliktir ki
haset sahiplerinin kurt şeklinde haşredilecek olan
(1/106), hakikatten mahrum, kendi kendini yiyen
bilgisiz (1/107), peygamber sünnetini bırakan, menfaat
peşinde koşan (1/108), tilki gibi kurnazlık eden (1/109),
hırsın sesi (1/110), kötü tabiat sahibi (1/111) ve şeytanın
kurtlaşmış şeklidir (1/112).
10-TAVŞAN METAFORU: Tavşan
metaforu
genellikle nefsini yenerek galip gelen hür olan akıl
(2/28) ile geleceği kavrayan akıl olarak karşımıza
çıkmaktadır. Tavşan geleceği kavrayan aklı (akl-ı
mead) ile nefs-i emmâre aslanını kışkırtıp gururuna
dokunacak sözler
söyleyerek
onu emmârelik
makamından ayırarak götürüp mücahede ve riyazat
kuyusuna atmak, bu vesile ile de bedendeki ruhanî ve
cismanî kuvvetleri nefsin tahakkümünden kurtaran (29)
varlığı temsil etmektedir.
11-BALIK ve DENİZ METAFORU: İzzet ve ikram
karşısında secde eden (1/113), Allah’ı yunus kıssasında
olduğu gibi tespih eden (1/114), kainatın bir deniz,
ten’in(insanların) balık, hakikate götüren ruhu
(1/115,1/116), hakikati görebilen (1/117), hırs sahibini
(1/118) remiz eder. Balık öyle bir varlıktır ki
yöneticilerin topluma tesir ettiğini (Balık baştan kokar,
kuyruktan değil) (1/119), pisboğazlığın, tamahkârlığın
kör edişine kadar (1/120), aslından gafil olan sağır ve
dilsizliğin (1/121) yanı sıra Allah’ın “Birliğinde fani
olmuş hak dostu” oluşunu ortaya koyarken Vahdet-i
Vücud görüşünü açıklamak için balık ve deniz metaforu
da kullanır. Denizdeki balıkları Allah’ın erleri veliyullah
olarak, denizi de vahdetin sembolü olarak tanımlar. “
Ululuk sahibi Hakk’ın temiz deryasının balıkları gibi
olan
peygamberlerin
halleri
Kur’an’a
göre(ayarlanmıştır)dir. Fakat okur da dediğini
tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün
(inanmadıktan)onlara uymadıktan sonra ne fayda
!”(2/29) demektedir.
Balık aynı zamanda ruh ve akıl anlamında da
kullanılmıştır; “Hele her gece, bütün ruhlar, bütün
akıllar, o uçsuz bucaksız derin denizde batar, yok
olurlar. Yine sabah vakti, o Tanrı’ya mensup ruhlar ve
akıllar, balıklar gibi denizden baş çıkarırlar.”(2/30).
İnsanın, bedeni ruha benzetilmektedir. Mesnevî’de
Yunus Peygamber ruhu, balık ise beden olmuştur (25/1).
Balık dünya malına aldanışlığı “Dünya seni de balık
gibi oltasına takmıştır... şehzade bir yıl kaldı, sense
altmış yıldır o oltadasın! Tam altmış yıldır onun
oltasında mihnetler içindesin... ne bir hoşluğum var,ne
bir sünnete uyarsın!”(2/31) ile Akıllı, Yarım akıllı ve
aklını kullanamayan mağrur, ahmak kimselere de
benzetilmiştir (2/32).
12-DUDU (PAPAĞAN) METAFORU: Mesnevî’’de
konuşurken latife, nükte sahibi olan (1/122),
mana olarak ölmeden önce ölerek kurtuluşa varan,
ariflerin sözünü dinleyerek kurtuluşa eren mümini
(1/123, 2/33) kişiliği temsil eder. Dudu kuşunun sesi
vahiy’den geldiği (1/124), gibi zaman zaman evliyanın
işini kendi aklınca kıyasen anlamaya çalışan kimselerin
halini de remiz eder. İşte papağan, bizim gibi ariflerin
sözlerinin manasını idrak edemeyerek papağan gibi
söylemeye benzer. Biz bu aciz halimizle onları tartmaya
kalkarız (2/34). Dış görünüşe bakmanın hakikati
görmeye engel olduğunu vurgulanır. Ahmet Avni
Konuk, eserinde konuya şöyle açıklık getirmiştir: “Ey
nâkıs olan insan, insan-ı kâmilin fiillerini ve halini
kendine kıyas etme. Görünüşte kamil insanla nâkıs insan
birdir. Fakat manalarında fark vardır (25/2) diyerek
aralarındaki farkı ortaya koyar.
13-AYI METAFORU: Mevlânâ Mesnevî’sinde sadece
bir hikayede geçmekle beraber ayı metaforuna da yer
verir. Bu metaforu ahmak, ince düşünemeyen ve
etrafındakilere zarar verecek kimselerin halini ve
ahmaklarla dostluk eden kimsenin düşeceği durumları
izah etmek için kullanmaktadır. Zira mecazî olarak bu
hayvanın dilimizdeki karşılığı da “ kaba saba, hoyrat
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
24
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
tarif etmek için kullanmışsa da şeytan tabiatlı kimseleri
de anlatmak için yine aynı metaforu kullanmıştır. İnsan-ı
Kamil olup mana kapısında dolaşan Doğan, bilgisiz ve
gafletinde sahibi olabilmektedir. insan-ı Kamil’e (2/40,
25/4). mana kapısını çalıp akıl kapısını terk eden
(1/139), gayp idrakini fark eden (1/140, 1/141) kişiyi
temsil etmektedir. Bunun yanı sıra Doğan, bilgisiz ve
gaflet sahibi (1/142), şeytan tabiatlı kimseleri de
anlatmak için yine aynı metaforu kullanmıştır (1/143).
Hakk’tan ayrı düşen bir mü’min nefsinin eline
düşmesini (30) ile kazlarla doğanın hikâyesinde bu kez
de doğanı Allah’ın kullarını yoldan çıkarmaya çalışan
kimse olarak görmekteyiz. Ancak şeytanın gücü
Allah’ın ihlaslı kullarına yetmediği gibi doğanın hileleri
de kazları oyuna getirmeye yetmemiştir (2/41).
18-DEVE METAFORU: Mesnevî’de yer alan
metaforlardan biri de “deve” metaforudur. Allah’ın
liyakatli, şerefli, temiz mü’minlerini daha çok bu
metaforla anlatır. Deve’nin Mesnevî’de taşıdığı manaları
şöyle sıralayabiliriz:
“Deve” metaforu, Hz. Mevlânâ’nın eserinde hep güzel
ahlaklı, sabırlı olgun ve mertebe sahibi ( 2/42, 1/144),
hakikate teslim olan (1/145), hakitatin, güzel ahlakın,
temiz ruhun simgesi, salihlerden olan,( Salih’in Devesi,
Salih (a.s.)’ın devesi Mesnevî’de iyilerin cismaniyetine
benzetilir. Ruh, Salih gibidir, ten de deveye benzer. Ruh
vuslattadır ten ihtiyaç içindedir. Salih’in ruhu afetlerden
kurtulmuştur. Yaralanan devedir. Salih sanma.” )
(2/43,1/146,1/147) , mülayim tabiatlı (1/148), İlimde
liyakat sahibi (2/44) ve kalp gözü açılmış (29/1)
kimseleri deve sembolüyle ifade edilmiştir. Bu olumlu
benzetmelerin yanında ender de olsa olumsuzlukları
ifade etmek içinde kullanılmıştır. Örn: Aklın insanı deve
gibi sürükleyen (1/149), nefsinin peşinden giden
(1/150), kendini beğenip böbürlenen “Sonra ben,
yukardan bakmaktayım, bu sebeple hiç yüzüstü
düşmem” diyebilen (1/151), başına bir darlık zorluk
geldiğinde yok olan kişilik sahiplerine de (1/152)
benzetilmiştir.
19- CEYLAN METAFORU:
Mesnevî’de çok sık
başvurulmamakla birlikte önemli metaforlardan biri de
ceylan metaforudur. Ceylan; masumiyetin, nazikliğin ve
hak terbiyesi almış kişilerin simgesidir. Ehli dünyanın
halinden bizar ehli ukbayı temsil etmektedir (1/153).
Eşek ve Ceylan hikayesinde: koku almayan, bunları
nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır.
Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahlûklara
miski nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu
yüzden “İslam dünyada gariptir”(Müslim, İmam: 232)
remzini söylemiştir. Çünkü meleklerle hem dem olmakla
beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun
suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki
kokuyu duymaz.”(2/45) diyerek garipli sembolize
etmektedir. Hz. Mevlânâ bu beyitlerdeki ceylanı insan-ı
kimse”dir (2/35), Aynı aynı zamanda mesnevi’de hırs
sahibi (1/125), güvenilmeyen (1/126),kindar öyle bir
kindar dır ki “kini sevgi,sevgisi de kin olan” (1/127),
çevresine yardım etmeyen bencil (1/128) karakterini
temsil etmektedir.
14-İBRAHİM’İN KUŞLARI: Bu kuşlar, kaz, tavus,
kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de
dört huydur. Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa
benzer, kuzgun dileğe (2/36,1/129). Mevlânâ hırs
bakımından iki kuşu karşılaştırıyor: “Kazın hırsı,
tavusun hırsı. Kazın hırsı boğaz ve şehvet hırsı idi...
Tavus ise baş olma iddiasındadır ve bu hırs berikinden
kat kat büyüktür. Bunlardan biri yılansa öbürü ejderha
gibidir (2/37).
15-KARGA METAFORU: Mevlânâ Mesnevî’sinde
kargayı; bitmek bilmeyen emeller, kader ve kazayı inkar
edenlerin, hakikat bilgisinden uzak olanların, nefsinin
peşinden koşanların, kendi kötü huyunun farkında
olmayanların sembolize edildiği varlıktır. Bitmek
bilmeyen istek ve emelleriyle karga tabiatlı kimse “Ya
Rab, bana uzun ömür ver ki, bu uzun ömür bana senin
huzurundan kovulmuşluğun alakası ve nişanesi olsun”
der ve ömrünü gübre mesabesinde olan dünya
lezzetlerine harcar. Çünkü karga nasıl pislik yemek için
uzun ömrü arzularsa o gafil de dünyalıkla midesini tıka
basa doldurmak için yaşamak isteyen kimseyi (25/3)
temsil etmektedir. Karga ayrıca; kaza kaderi inkar eden
(1/130), kendi çirkinliğinin(kötü huyunun) farkında
olmayan (1/131), Allah’ı bilmekten uzak (1/132) ,
Bilgisizliğin, aklı tutsak edenlerin şom şom konuşanların
(1/133), nefsinin, isteklerinin peşinde koşan (1/134)
karga, aynı zamanda hilekardır (1/135).Haset sahibi olan
edebini de aşacaktır (1/136).
16-HOROZ METAFORU: Hz. Mevlânâ horozu,
iblisin Allah’ın kullarını aldatmak için kullanacağı en
büyük silahı olan şehvetin simgesi olarak görür. Çünkü
şehvet öyle güçlü bir silahtır ki karşı koyabilmek ve başa
çıkabilmek çok zordur (2/38).
Mevlânâ Hazretleri Hz. Musa’dan kuşların ve
hayvanların dilini öğrenmek isteyen insanın hikayesinde
horozu kullanarak, onun köpekten farklı olarak, ilerde
vuku bulacak bazı olayları algıladığını kaydetmiştir.
Gayba ait bazı konuları bilme hususunda horoz,
evliyaullahı kastetmek için kullanılan bir “mecaz”
olabileceği gibi, hakikat de olabilir yani bizzat horozlara
ait bir gerçekliğe işaret ediliyor olabilir (2/39). Horoz,
yersiz konuşmanın, böbürlenmenin, kibir ve hırsın
(1/137) sahibi olduğu gibi “Allah, bizi namaz vaktini
bildirmek üzere Âdemoğluna hediye etti” (1/138)
diyerek insanlığa hizmet eden varlığı da temsil
etmektedir.
17-DOĞAN METAFORU: Doğan kuşu, genelde
yüceliği, hâkimiyeti ve gücü temsil eder. Mevlânâ
Hazretleri, doğanı çoğu yerde üstün nitelikli insanları
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
25
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
münafık dersen... o aşağılık ad, içini akrep gibi dağlar”
(1/169), hakikatten uzak aklın (ilmin) akıl olmadığını, o
aklın aldatmasıyla ilmin insana yılan akrep olduğu
“Aklın, insanlara ayak köstegi olunca o akıl, akıl
değildir, yılan ve akreptir” (1/170), yoksulların elinden
rızıklarını çalmak için hileye düzene sapanları akrep
olarak temsil etmiştir (1/171).
Mevlana, Varlık ağacına çıkılarak yer yüzüne
bakıldığında (varlık ağacının üstüne oturup aşağıya
baktığında) dünyanın gerçekte pislik bir yer olduğu,
kızgın akreplerler yılanlarla dolu olduğu, o ağaçtan
inildiğinde
güllük
gülistanlık
aldatmacasına
kapılanıldığını “O ağacın üstünde oldukça âlem pis bir
dikenlik, kızgın akreplerle, yılanlarla dopdolu bir yer
görünür”(1/172), Peygamber nuruna sahip kimselerin
emin kimseler olduğunu (1/173) , kötü kem söz sahibi
olanların bir gün kendi sözlerinin kendilerine geleceğini
akrep gibi kendisini sokacağını “O yılana, akrebe
benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni
kuyruğundan yakalar” (1/174) fark etmesi için bu
metaforu kullanmıştır.
Aynı zamanda Mevlana kelimelerle inanışları bir araya
getirerek sanat yapmaktadır. Şöyleki:
“Yıldızlar, Şeytana akrep gibidirler, fakat müşteriye en
yakın bir dosttur onlar “(1/175), Bu beyitlerdeki akrep
kelimesi, hem akrep, hem de akrep burcu manasınadır.
Kavis hem yay, hem de kavis burcudur. Tir, hem oktur,
hem Utarit yıldızı. Müşteri, hem bildiğimiz bir şey satın
almak isteyen, hem de müşteri yıldızı, delv, hem kova,
hem delv burcu, Hut hem balık, hem Hut burcu, Sevr de
hem öküz, hem de Sevr burcudur. Müslümanlıkta,
gökten haber çalmak üzere gökyüzüne çıkan şeytanlar,
şahaplarla yakılır, bir teşehhüt hâdisesi olan bu hâdiseye
halk yıldız aktı der. Aynı zamanda ay, akrep
burcundayken o saat kutsuzdur ve sefere gitmek, iyi
değildir. Hâsılı Mevlânâ, bu kelimelerini ki mânalariyle
ve bu inanışlarla bir sanat yaparak "Yıldızlar, şeytanlara
birer akrep gibidirler ama kutlu bir yıldız olan müsteri
için en yakın akraba kesilirler. Kavs, tir'le şeytanı
oklarsa da delv, ekini ve meyvaları yetiştirmek için
suyla doludur. Hut, azgınlık gemisini kırıp parçalarsa da
dost için sevr gibi tarla sürer" diyor (31).
24-KOYUN METAFORU: Mesnevi’de Koyun
metaforu sınırlarını aşmayan (1/176), birlikte hareket
eden, bencillikten yoksun ve akıl yürütmeyen “Sürüden
bir koyun yürüyüp dereyi atlayınca öbür koyunlar da
birer, birer o tarafa atlarlar (1/177)”, Azrail’in yanına
kendi ayağı ile gidebilen (1/178), hakikate teslim olan,
bu nedenle “Madem ki aslan değilsin, ileriye ayak atma.
Çünkü ecel kurttur, canınsa koyun! Yok… eğer
Abdal’dan olmuşsan, koyunun aslan haline gelmişse
korkma, emin bir halde gel ileri, ölümün sana mağlûp
olur, bir şey yapamaz! ” Ölümün bile mağlup
edemeyeceğini” (1/179), “Koyunlar, sayıya sığmayacak
kâmil ile ona tabi olanlara, dünyayı ahıra, ve ehli
dünyayı da eşeklere benzetmiştir. Nitekim ehli heva
insan-ı kâmillerle ve onlara tabi olanlarla alay ederler ve
bunlar kendilerini dünya zevklerinden mahrum eden
budalalar derler. Bazen onlarla münazara edip ehli iman
kimseleri yenerler. O sebeple her asırda cismaniyetin
yükseldiği yerlerde İslam ve ehli iman garip kalmıştır
(25/5). Ahırda eşeklerin arasındaki ceylan, kendi
cinsleriyle beraber olmadığı için gariptir. Etrafındaki
eşekler onun halinden anlamadığı, onunla alay ettikleri
için mahzundur. Çünkü hemcinslerinden ayrı bulunmak
elem verici bir haldir. Süleyman Peygamber de hüdhüdü
ordunun içinde göremeyince kendisine böyle bir ceza
vereceğini söylemişti. O ceylan yavrusu aradığı gıdayı
orada bulamadığı için de bitkindir. Halinden
anlaşılmayan garip insanı remz etmektedir.
20-YILAN/EJDERHA METAFORU: Yılan metaforu
Mesnevî’de nefsi ifade etmek için kullanılmıştır. Çünkü
nefs sinsidir. Dilimizde de “yılan” sinsice kötülük yapan
kimselerdir (26, 1/154). Nitekim Hz. Mevlana şöyle
demiştir: “Putların kaynağı ve anası nefsinizdir. Diğer
putlar yılan ise, nefs ejderhadır.”(2/46, 1/155).
Kötülüğün
yılanda
gizlenmiş
olması
”Yılanı
anlatsaydım, korkudan canın çıkıverirdi”(1/156), mala
düşkünlüğü “Yılan, güzel mal gibi görünür. ki gözünü
de ovuştur da iyice bak “ (1/157,1/158), şehvete
meyilliliği (1/159,1/160), müminlerin bal arsısı gibi,
kafirliğin ise yılan hükmünde oluşu (1/161,1/162) ile
halim, selim sevgilinin bile zıt oldumu yılanlaştığını
(1/163) ifade etmektedir.
21-SİVRİSİNEK
METAFORU:
Mesnevî’de
sivrisinek, çok sık rastlanmamakla beraber önemli
metaforlardan biridir. Küçüklüğü, ilahlık taslayan
Nemrud’u mahvetmesi bakımından önemlidir. Dilerse
Allah küçücük şeylerle kendilerini erişilmez görenleri
helak eder, rezil eder. “Tek kanatlı bir sivrisinek
Nemrud’u baş ağrısıyla helak etti.”(2/47, 1/164) diyerek
benzetme yapmaktadır. Sivri sinek aynı zamanda mala
mevkiye üşüşme, düşkünlüğü (1/165) ve zayıflığın
misalidir (1/166).
22-KARINCA METAFORU: Mevlânâ’nın kullandığı
metaforlardan biri de karınca metaforudur. Bu metafor
da çok sık kullanılmamakla beraber önemli bir yer
sahiptir. İnsanların her birinin mertebe olarak diğerinden
farkını ortaya koymak ve her akıldan daha üstün bir
aklın olduğunu ifade etmek ve hatta bunların içinde de
en üstünün akl-ı mead olduğunu (2/48), nimetlerin
rızkının peşinden koşan (1/167, 1/168) kişileri ifade
etmek için kullanmıştır.
23-AKREP
METAFORU: Mesnevi’de akrep
metaforu, kötülüğün her türlü fenalığın temsil resimi
olarak karşımıza çıkmaktadır. İki yüzlü karakter
sahiplerine bu karakterleri yüzlerine vurulduğunda iç
yangınlarının nefretlerinin ortaya çıkışıyla yanan “Ona
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
26
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
kadar çok olsa kasap, onların çokluğundan korkar mı
hiç? Hepiniz de çobansınız… peygamber de çobandır.
Halka gelince sürüye benzer… Peygamber, onların
çobanıdır, onları sürer durur. Çoban koyunlarla savaşa
girişmekten korkmaz… Bilâkis onları soğuktan, sıcaktan
korur. Kızar, kahreder de koyunlara bağırırsa bu
bağırışı sevgisindendir, hepsini de sever de ondan
bağırır! Her an yeni bir talih kulağıma söyleyip
duruyor: Seni gamlandırsam bile gamlanma (1/180)
diyerek peygamberin halka çoban oluşu ile halkı
korumaya yönelik ikazları zaman zaman kahredici olsa
bile sonuçta halkı korumaya yönelik olduğu için
gamlanılmamasını, korkulmamasını tavsiye ettiği insan
tipidir.
Mesnevî şârihi Tâhirü’l-Mevlevî hikayedeki metaforları
şöyle izah ediyor: “Buradaki aslandan maksat hakikat ve
marifet aslanı olan veliyy-i kâmildir. Kurttan murat ise
hayvanlık sıfatından kurtulamamış insanlardır. Tilki ise
insan-ı kâmilin tasarrufunun farkına varıp kendisini ona
teslim etmiş mürittir. Aslanın kurtla münasebetinin
hikmeti ise Evliyâullah’ın bazen böyle hayvan sıfatlı
insanlarla da beraber bulunmasıdır (29/2).
Sonuç olarak: Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde kullandığı
metaforların en dikkat çekicileri hayvan metaforlarıdır
diyebiliriz. Konuşturduğu hayvanların karakteristik
özelliklerini de önemseyen Mevlânâ, bu metaforlar
üzerinden her yaştan her kesime ve topluluğa istediği
ikaz ve eleştiriyi yapabilmektedir. Konuyu sıkıcılıktan
kurtarması açısından etkilidir Mevlânâ, hikâyelerinde
kullandığı hayvanları seçerken karakteristik özelliklerini
önemseyerek, o özellikleri insan karakterleriyle
bağdaştırması esere özgün bir içerik katmıştır.
Kullandığı metaforların hayvan olması hasebiyle de
üzerine tepki çekmeden, rahatça eleştirilerini ortaya
koyabilmektedir. Ancak onun hayvan metaforlarına
bakış açısı motamot bir şekilde değildir. Mevlânâ, aslan
metaforunu peygamberi, veliyullahı kastetmek için
kullandığı gibi azgın nefsi ifade etmek için de
kullanmıştır. Yani aslanın yiğitliğinden yola çıkarak
farklı kimselere, yırtıcılığından yola çıkarak da farklı
şeylere ve kimselere atıfta bulunmuştur.
5.
6.
Furkan Abdulgaffar AKYAZI. Mevlana Celalettin
Rumi’nin Mesnevi’sinde Geçen hayvanların
Metaforik Anlatımı.. Fârâbî e-dergi, Yıl: 1, Sayı: 1
/ Aralık 2011. Sayfa: 122-139.
7.
Çev: Veled Çelebi İzbudak, Mevlâna, Mesnevî,
Önsözü C: I, İst. 1973.
8.
Prof. Dr. İsmet KAYAOĞLU,Mevlana’da tabiat
sevgisi.U VIII. Millî Mevlâna Kongresi, Tebliğler,
S. Ü. Selçuklu Araştırmaları Merkezi Yay., Konya,
1996, s. 115-123)
9.
Serpil YILMAZ,Mesnevide Geçen Hayvan
Metafor’larının Tasavvufi yorumu. Yüksek Lisans
Tezi.S.Ü.Sosyal Bilimler Ens. Temel İslam
Bilimleri ABD.Tasavvuf Bilim Dalı. 2011,Konya.
10.
Nejdet DURAK.Mevlana’nın Ahlak öğretisinde
iyi ve kötü kavramları.. Süleyman Demirel
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:
2007/2, Sayı: 6. Sayfa.1-24.
11.
Saim SAKAOĞLU,, “Mesnevi’deki Hikayelerin
Kaynakları ve Tesirleri”, I. Milli Mevlana
Kongresi (3-5 Mayıs 1985) Tebliğler, Konya 1985,
s.105-113.
12.
İsmail GÜLEÇ, Mesnevi’de Gecen “Taassup
Yuzunden Hıristiyanları Olduren Yahudi Padisahın
Hikayesi”ndeki Vezir, Aziz Pavlus mudur? Essays
in Momery of Hazel E. Heughan, ed. Ismail
Erunsal vd., Edinburgh: Hazel E. Heughan
Educational Trust, 2007, s. 113-134.
13.
Çev. Veled İzbudak. Mevlânâ,: Mesnevi I. 5.
Baskı. İstanbul 1966,s 71 – 111.
14.
BEYDABA. Kelile ve Dimne. Çeviren: Ömer
Rıza Doğrul 1985, Ankara.
15.
Mustafa AKSOY ‚ Mevlânâ Mesnevi’sinin
Yaygın Olarak Okunmasına Ontolojik Bir
Yaklaşım‛, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi, Yazı 2007, S. 42, s. 123-136.
16.
Nejdet DURAK, “Mesnevi'de Metaforik
Anlatımlarda Kullanılan Hayvan Motifleri ve
Felsefî Değerlendirmesi” Uluslararası Düşünce ve
Sanatta Mevlânâ Sempozyumu, Çanakkale 2006,
ss. 155–165.
Kaynaklar
1.
Gölpınarlı, Abdülbâki, Mesnevî Tercemesi ve
Şerhi, II. Basım. İnkılap ve Aka Kitapevi
Basımevi, İstanbul.1984.
2.
Nahîfî, Süleyman, Mesnevî-i Şerîf Tam Metin
Tercümesi, Timaş Yay., İstanbul,2007.
3.
Çev:Veled Çelebi İZBUDAK, Mevlānā, Mesnevi,.
Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları:60,
İstanbul-2004, C.I/Beyit No. 825-835.
4.
Özgün BAYKAL.1985. Mevlana’nın
mesnevisinde hayvan hikayeleri.Atatürk kültüri Dil
ve tarih Yüksek Kurumu Basım evi.Sayı:3.
Cilt:1,Sayfa:601-620.
Özgün BAYKAL.1964.. Mevlana’nın
mesnevisinde hayvan hikaye ve motifleri.Şarkiyat
Mecmuası, İ.Ü.Edebiyat Fak. Yayınları.
Cilt:5.Sayfa:24-30
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
27
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
17. Nihat KEKLİK, “Mevlânâ’da Metafor Yoluyla
Felsefe”, Felsefe Arkivi, S. 26, İstanbul 1987,
s.19–55, s. 48.
18. William L. REESE, Dictionary of Philosophy and
Religion: Eastern and Western Thought, Humanity
Books, New York 1996, s. 58.
19. Ahmet CEVİZCİ, Paradigma Felsefe Sözlüğü,
Paradigma Yayınları, İstanbul 1999, 203.
20. Ahmet ARSLAN, Felsefeye Giriş, Adres
Yayınları, Ankara 2007, s. 129.
27.
21. İoanna KUÇURADİ, Etik, Türkiye Felsefe
Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s. 181.
22. Mevlânâ, Fîhi MâFih, Hazırlayan:Abdulbaki
Gölpınarlı. Remzi Kitapevi.Yükselen Matbaası,
İstanbul, 1959. s. 198-199
22/1- Mevlânâ, Fîhi
MâFih, s. 59.
23. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, Hazırlayan: Abdulbaki
Gölpınarlı. Remzi Kitapevi.Yükselen Matbaası,
İstanbul, 1957. Cilt: I, s. 16, b. 104-105.
24. Ahmet ÖĞKE, “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde ‘Hâr
(eşek) Metaforu”, Tasavvuf İlmî ve Akademik
Araştırma Dergisi, S. 18, Erkam Yay., Ankara,
2007. “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde ‘Hâr (eşek)
Metaforu” , s.23-25.
1-Gölpınarlı, Abdülbâki, Mesnevî Tercemesi ve Şerhi,
II. Basım. İnkılap ve Aka Kitapevi Basımevi,
İstanbul. 1984.
1/1- Gölpınarlı.a.g.e. (C.II./455-457
1/2-Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3610-3615, C.V/3780
1/3-Gölpınarlı.a.g.e., C.V/2940-2963
1/4-Gölpınarlı.a.g.e., C.III./3750,C.II/ 3050-3060
1/5-Gölpınarlı.a.g.e., C.III./3441
1/6- Gölpınarlı.a.g.e., C.I./838,C.III./525-530
1/7- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2847-2850
1/8- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1550-1560
1/9- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./2894
1/10- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./486
1/11- Gölpınarlı.a.g.e.,C. V./31-49
1/12- Gölpınarlı.a.g.e.,C. VI./4874
1/13- Gölpınarlı.a.g.e.,C. III./ 3010.
1/14- Gölpınarlı.a.g.e.,C. I./ 1394
1/15- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./ 3390–3400
1/16- Gölpınarlı.a.g.e.,C. V./550-560
1/17- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 3978
1/18- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 1427.
1/19-Gölpınarlı.a.g.e.,-C.I./1360-1395
1/20- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./917-919
1/21- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 2921
1/22- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 3034
1/23- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 2971, 3734-3735
1/24- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./927
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Ahmet, Avni KONUK, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, (
haz. Prof. Dr. Mehmet Demirci, Prof Dr. Mustafa
Tahralı, Süleyman Gökbulut), Kitabevi Yay.,
İstanbul, 2008.
25/1- Ahmet Avni Konuk, a.g.e.,C.IV.s.348
25/2- Ahmet Avni Konuk. a.g.e.,C. I., s. 164-165.
25/3- Ahmet Avni Konuk.a.g.e., C. IX., s. 268
25/4- Ahmet Avni Konuk, a.g.e.,C. III., s. 321-322.
25/5- Ahmet Avni Konuk.a.g.e., C. IX., s.287
26. Mehmet DOĞAN, Büyük Türkçe Sözlük, İz.Yay.,
11. Baskı, İstanbul, 1996, s. 874.ve 1416.
25.
28
Ahmet ÖĞKE, Elmalı Erenlerinde Mana Dili,
Elmalı Belediyesi Yay. Ankara, 2007, s. 120.,
28. Ahmet ÖĞKE, “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde
Öküz Metaforu”, Tasavvuf İlmî ve Akademik
Araştırma Dergisi, S. 22, Erkam Yay., Ankara,
2008.
29. Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Selam Yay.,
Konya, 1967.C.I.Kitap.III.s.641
29/1- Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî
.age.c.III.kitap.II.s.454
29/2-Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî. a.g.e., C.
I., Kitap V., s. 1412.
30. Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî Dersleri, C. II., Kısım,
I., Işıl Matbaası, İstanbul, 1951, s. 1659, 1662.
31.http://www.halveti.net/Mesnevi.asp?mc=5&mid=30
1/25- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1942,
1/26- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3003
1/27- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./420-422
1/28- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./915-920
1/29- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./261,
1/30- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./ 1502
1/31- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./ 3979
1/32- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./ No: 3675-2680
1/33- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2243
1/34- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1034
1/35- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3070,
1/36- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2228-2231
1/37- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./472
1/38- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3038
1/39- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3117
1/40- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2728
1/41- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1033,
1/42- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./472,3103
1/43- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3060-3061, 3326-3330,
1/44- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./48,
1/45- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./230-240
1/46- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./727
1/47- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1042,1860-1862
1/48- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3742,
1/49- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./374
1/50- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1850-1855
1/51- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2736
1/52- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1520-1530
1/53- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1503
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1/54- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./ 4025-4035
1/55- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3474
1/56- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./329
1/57- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1010
1/58- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./375-380,
1/59- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1030-1040
1/60- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3008, 3978
1/61- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./438-440,
1/62- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2430-2438,
1/63- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3278-3280
1/64- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1987-1990
1/65- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./302
1/66- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2433-2438
1/67-Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./70-104,2740-2755
1/68- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./70-80
1/69- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./158-160
1/70- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./150-153
1/71- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1440-1445
1/72- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2505-2510
1/73- Gölpınarlı.a.g.e., C.V./2856-2860
1/74- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3088,
1/75- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./1790-1800
1/76- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./685
1/77- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1485-1488,
1/78- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./2066-2069
1/79- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1027
1/80- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2368
1/81- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./285-295, 315-320
1/82- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./322-323
1/83 Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./836-840
1/84- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./2940-2945
1/85- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1427
1/86- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./235
1/87- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./877
1/88- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./475
1/89- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2546-2549
1/90- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2885
1/91- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./639
1/92- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1465-1470
1/93- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2438-2439
1/94- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1045-1050
1/95- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1052
1/96- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./632-635
1/97- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./2677
1/98- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./2940
1/99- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./218
1/100- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1050-1060
1/101- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3038
1/102- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./2832
1/103- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./2536-2540
1/104- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./3181
1/105- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./221
1/106- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1412-1415
1/107- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1872-1875,
2537-2539
1/108- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./504
1/109- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./1427
1/110- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1960
1/111- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./142-1424
1/112- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./502
1/113- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./509
1/114- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3142-3145
1/115- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3147
1/116- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1342
1/117- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3146
1/118- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1696
1/119- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3081
1/120- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1078
1/121- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./860-861
1/122- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./248-249
1/123- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1556-1610,1830-1860
1/124- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I/1726-1730
1/125- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1148
1/126- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2010-2020, 2035
1/127- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2131
1/128- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1988
1/129-Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./ 40-45
1/130-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1234
1/131-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2340-2350
1/132-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3968-3970
1/133-Gölpınarlı.a.g.e.,-C.III./396
1/134-Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1310-1313
1/135- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1700
1/136-Gölpınarlı.a.g.e., C.I./1226
1/137- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./120-125,2169
1/138- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3333-3336
1/139- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2883, 3797-3800
1/140- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./3763
1/141- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1930-1932
1/142- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./324-333
1/143- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./434
1/144- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./1970-1980
1/145- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2236-2237
1/146- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2519-2530
1/147- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2525-2526
1/148- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3448-3449
1/149- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2505-2510
1/150- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./1323
1/151- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1750-1753
1/152- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./4033-4035
1/153- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./160-165
1/154- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./156-160,257-260
1/155- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1054
1/156- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./1911
1/157- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./2951
1/158- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./782-785,1010-1015
1/159- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3483
1/160- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./515-520
1/161- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3293
1/162- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3290-3295
1/163- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./3788
1/164- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./785-790
1/165- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./1055-1060
1/166- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./4625-4640
1/167- Gölpınarlı.a.g.e.,C.II./3715
1/168- Gölpınarlı.a.g.e.,C.VI./809
1/169- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./290-300
1/170- Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./2325-2330
1/171- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III./475
1/172- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./3540-3545
1/173- Gölpınarlı.a.g.e.,C.IV./609
1/174- Gölpınarlı.a.g.e.,C.III /3470-3476
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
29
Nur İ.H
AVKAE Derg. 2013, 3(1),18-30
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1/175- Gölpınarlı.a.g.e.,C.V./4230-4235
1/176-Gölpınarlı.a.g.e.,C.I./758,860
1/177- Gölpınarlı.a.g.e.C.II./3249
1/178- Gölpınarlı.a.g.e.C.III./1050
1/179- Gölpınarlı.a.g.e.C.III./3999-4000
1/180- Gölpınarlı.a.g.e.C.III./4146-4150
2/23- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/3120 – 3127,
3130 – 3132.
2/24- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/2980- 2984.,
2/25- Nahîfî, a.g.e., C. IV./1065, 1068.
2/26- Nahîfî, a.g.e., C. IV./3278- 3281.
2/27- Nahîfî, a.g.e., C. III.,/ 2901- 2912
2/28- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1405-1406
2/29- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1603.
2/30- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1961 -1962.
2/31- Nahîfî, a.g.e., C.IV./ 3220-3223.
2/32- Nahîfî, a.g.e., C. IV./2223-2230, 2250-2254, 22572263, 2286-2305
2/33- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1610-1622, 1650-1655, 17151722, 1758-1763,
1892-1899
2/34- Nahîfî, a.g.e., C. I.,/270-280
2/35- Nahîfî, a.g.e., C. II.,/ 1950-1953,1988-1990, 20282050, 2144-2151
2/36- Nahîfî, a.g.e.,C.V., / 31vd.
2/37- Nahîfî, a.g.e.,C.V., / 532-524
2/38- Nahîfî, a.g.e.,C.V.,/ 945 vd.
2/39- Nahîfî, a.g.e.,C.III./3288 vd.
2/40- Nahîfî, a.g.e.,C.II., / 1145-1146
2/41- Nahîfî, a.g.e.,C.III.,/ 435-441.
2/42- Nahîfî, a.g.e.,C.II.,/ 3472 vd
2/43- Nahîfî, a.g.e.,C.I.,/ 2613-2620
2/44- Nahîfî, a.g.e.,C.VI.,/ 2481 vd
2/45- Nahîfî, a.g.e.,C.V.,/ 840-932
2/46- Nahîfî, a.g.e.,C.I.,/802
2/47- Nahîfî, a.g.e.,C. I., /1241
2/48- Nahîfî, a.g.e.,C.IV.,/ 3744 vd.
2- Nahîfî, Süleyman, Mesnevî-i Şerîf Tam Metin
Tercümesi, Timaş Yay., İstanbul, 2007
2/1-Nafihi.a.g.e.,C. I.,/ 4077 – 4079
2/2-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/ 160-162.
2/3-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/ 3422-3425
2/4- Nahîfî, a.g.e. C. IV./ 382 – 386
2/5-Nahîfî, a.g.e., C. VI./ 163- 164
2/6-Nahîfî, a.g.e., C. II.,/ 1917-1918
2/7-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/ 1069
2/8-Nahîfî, a.g.e. C. II.,/ 156 –158,
206 –222, 240–248 vd.
2/9-Nahîfî, a.g.e., C. III./ 1261-1270,
2/10-Nahîfî, a.g.e., C. I.,/1368
2/11-Nahîfî, a.g.e., C. III./ 2750-2765.
2/12-Nahîfî, a.g.e., C. III.,/78-79
2/13- Nahîfî, a.g.e. C. III.,/ 157
2/14- Nahîfî, a.g.e. C. III.,/ 108
2/15- Nahîfî, a.g.e. C., III./ 2515- 2523
2/16- Nahîfî, a.g.e. C. IV.,/418-422
2/17- Nahîfî, a.g.e., C., II.,/ 610-614.
2/18- Nahîfî, a.g.e., C. III.,/ 686-687, 692-697
2/19- Nahîfî, a.g.e., C. VI.,/ 2960, 2963 – 2964
2/20- Nahîfî, a.g.e., C. V.,/ 936- 941
2/21- Nahîfî, a.g.e., C. III./ 3917-3920
2/22- Nahîfî, a.g.e., C. II.,/2385-2388.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
30
AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37
Araştırma Makalesi/Research Article
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
C Vitamini Bakımından Zengin Sebze ve Meyvelerin Beyaz Kan
Hücreleri Artışı Üzerine Etkilerinin Araştırılması
Abdulsamet KUBAT1, Mehmet ÖZASLAN1, Ayşe KARADUMAN1, Işık Didem KARAGÖZ1,
İbrahim Halil KILIÇ1
1
Gaziantep Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Gaziantep
Geliş tarihi/Received: 17.8.2013, Kabul Tarihi/Acepted: 28.8.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Bitkiler aleminde en önemli C vitamini (askorbik asit) kaynakları yeşil sebze ve meyveler, domates, acısız kırmızı biber
olan paprika ve turunçgillerdir. C vitamini antioksidan özellik gösterir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Bu çalışmada
normal dokularda ve oksijenli ortamda güçlü bir antioksidan bileşik olan doğal C vitaminin beyaz kan hücreleri artışı üzerine
olan etkileri araştırılmıştır. Çalışmada 25-30 g ağırlığında ve 10-12 haftalık olan toplam 54 adet Mus musculus türü erkek deney
faresi kullanılmıştır. Bu fareler, biri kontrol grubu olmak üzere toplam 6 gruba ayrılmıştır (n=9). Deney gruplarına C vitamini
bakımından zengin olan nar, maydanoz, biber, limon ve mandalina özütleri gavaj yoluyla verilmiştir. Çalışmanın 14. ve 28.
gününde kan örnekleri alınarak her denekten üç preparat hazırlanmıştır. Giemsa ile boyandıktan sonra lökosit hücreleri
sayılmıştır. Çalışmada, 28. günün sonunda deney hayvanları sakrifiye edilerek gastrointestinal sistem organlarına ait
dokulardan örnekler (mide, ince bağırsak, karaciğer, böbrek) alınmış ve patoloji laboratuarında toksisite açısından
incelenmiştir. Gastrointestinal sistem organlarında anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir. Lökosit hücre sayımlarında deney
farelerinin lökosit hücrelerinden; lenfosit ve nötrofil oranı artarken monosit, eozinofil ve bazofil oranın azaldığı
belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Beyaz Kan Hücreleri, C Vitamini, Yeşil Sebzeler ve Meyveler
Invetigation of The Effects of Vegetables and Fruits which are Rich in
Vitamin C on White Blood Cells Proliferation
Abstract
The most important sources of vitamin C (ascorbic acid) in the realm of plants are green vegetables and fruits,
tomatoes, paprika that painless red pepper and citrus fruits. Vitamin C indicates antioxidant property, strengthens the
immune system. In this study, effects on white blood cells proliferation of natural vitamin C as a powerful antioxidant
compund were investigated in normal tissues and oxygenated medium. For this study was used totally 54 Mus musculus
species that they were male experiment mice at weight of 25-30 g and grown for 10-12 weeks. These mice were divided into
6 groups, moreover one of them was used as a control group (n:9). They were feed by gavage fresh juice of pomegranate,
parsley, pepper, lemon and tangerine that they are rich in respect to vitamin C. After blood samples were collected in 14th
and 28th days, tree preparations were prepared. They were stained by Giemsa dye. In end of 28th days, experiment animals
were sacrificed and the samples taken from tissues of the gastrointestinal system (stomach, small intestine, liver, kidney)
were examined for toxicity in the pathology laboratory. In tissues of the gastrointestinal system were not observed a
significantly change. It was determined that ratios of lymphocyte and neutrophil from the leukocyte cells of the mice
increased whereas ratios of monocyte, eosinophil and basophil decreased.
Key Words: White Blood Cells, Vitamin C, Green Vegetables and Fruits
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------üretilmedikleri ya da yeterli miktarda yapılamadıkları
Giriş
için besinlerle dışarıdan alınmaları gerekir. (21).
Sağlıklı yaşamın sürdürülmesi için proteinler,
Vitaminler, mikro-besin öğeleri grubunun bir alt
yağlar, karbonhidratlar gibi makro besleyicilerin yanı
dalı
olup,
büyüme ve gelişme, sinir ve sindirim
sıra vitaminler gibi mikro besleyicilere de gereksinim
sistemlerinin
normal
işlevlerinin
sürdürülmesi,
vardır (1). Vitaminler, insan vücudu tarafından
Yazışma adresi/Correspondance: İbrahim Halil KILIÇ,Gaziantep Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji
Bölümü,Gaziantep-TURKİYE, E-posta: [email protected]
Kubat A. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
bağışıklık sistemi işlevlerine destek gibi önemli rolleri
olan ve sağlığın korunmasında ve yaşamın
sürdürülmesinde gerekli organik bileşiklere verilen
ortak
addır.
Normal
hücre
fonksiyonlarının
sağlanmasında da görevlidirler (26).
Suda çözünen C vitamini (askorbik asit)
antioksidan özellik gösterir. C vitamini, kan
damarlarının büyük bir kısmı, kemikler, eklemler, dişler
ve diş etlerinin oluşumunda rol oynar ve başlıca rolü
doku bağlarını tutan ana protein maddesi olan kollajeni
üretmek ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarına destek
olmaktır (8).
İnsan, maymun, kobaylar, yarasalar ve bazı balık
türleri askorbik asidi sentezleyemezler ve dışarıdan
almak zorundadırlar (18). Bunun sebebi bunlarda
askorbik asit biyosentezinin son reaksiyonunu
katalizleyen
gulonolakton
oksidaz
enziminin
olmamasıdır
(5).
C
vitamini
sentezini
gerçekleştiremeyen canlıların C vitamini bakımından
zengin meyve ve sebzeleri tüketmeleri gerekir. Kara ve
ark. (2008) tarafından çeşitli sebze ve meyvelerin tespit
edilmiş askorbik asit değerleri dikkate alındığında 100g
maydanozda 0,180 g, yeşil sivri biberde 0,100 g,
limonda 0,050 g, mandalinada 0,030 g, narda 0,010 g
askorbik asit bulunduğu bildirilmiştir (13)
Lökositler
(beyaz
kan
hücreleri)
sitoplazmalarında bulunan granüllerin türüne ve
nukleuslarının şekline göre iki tiptir: sitoplazmalarında
granül içeren lökositlere granülositler (nötrofil,
euzinofil, bazofil olmak üzere 3 tip) ve
sitoplazmalarında granül bulunmayan lökositlere
agranülositler (lenfosit, monosit olmak üzere 2 tip) adı
verilir (9). Lökositler vücudun yabancı maddelere karşı
hücresel ve hümoral yollarla korunmasından
sorumludur. Yabancı bir nesne ile karşılaştıklarında,
şekil değiştirirler ve hareketlenirler.
Askorbik asidin önemli fonksiyonlarından biri de
infeksiyon hastalıklarına karşı organizmanın direncini
artırıcı rolünün bulunmasıdır. Bundan başka bazı
bakterilerin (boğmaca, difteri) etkilerini engelleyici
veya yok edici etkisi de vardır (12). Lökositlerdeki
yüksek askorbat konsantrasyonu ve bunun enfeksiyon
ve fagositoz sırasında hızla harcanması, C vitaminin
fagositoz için önemli olduğunu ve immün sistemde de
etkili olduğunu göstermektedir (3, 10). Bu çalışmada C
vitamin bakımından zengin sebze ve meyvelerin beyaz
kan hücrelerinin artışı üzerine etkilerinin belirlenmesi
amaçlanmıştır.
limon;
meyvelerden ise
nar ve mandalina
oluşturmaktadır. Seçilen sebze ve meyveler günlük taze
alınıp blendırla parçalanarak pulp haline getirilmiş ve
daha sonra süzülerek bitki özütleri elde edilmiştir.
Fare Gruplarının Oluşturulması ve Beslenme
Şekilleri
Çalışmada kullanılan erkek deney fareleri
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim
Dalı Deney Hayvanları Ünitesi’nden alınmıştır.
Uygulanan deneyler ve kullanılan deney fareleri için
Gaziantep Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik
Kurulu’ndan Etik Kurul Onayı alınmıştır. Çalışmada,
25-30 gr ağırlığında ve 10-12 haftalık toplam 54 adet
Mus musculus türü erkek deney faresi kullanılmıştır.
Deney fareleri ideal oda sıcaklığında (20-25 0C)
kafeslerde muhafaza edilmiştir. Biri kontrol grubu
olmak üzere toplam 6 grup oluşturulmuştur (n=9).
Uygulama toplam 28 gün sürdürülmüştür.
Deney grupları aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur.
Grup 1: Kontrol grubu / İzotonik su gavaj yoluyla
Grup 2: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Nar suyu
gavaj yoluyla
Grup 3: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Maydanoz
suyu gavaj yoluyla
Grup 4: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Biber suyu
gavaj yoluyla
Grup 5: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Limon suyu
gavaj yoluyla
Grup 6: Standart fare yemi ve 100 µl /gün Mandalina
suyu gavaj yoluyla
Deney aşamalarına geçilmiş ve deney süresince
gavaj yoluyla 100 µl özüt verilmiştir. Kontrol
grubundaki farelerin de aynı stresi yaşaması için gavaj
yoluyla 100 µl izotonik su verilmiştir.
Deney çalışması boyunca deneklere verilmek
üzere kullandığımız sebze ve meyvelerin yetiştiği iklime
ve özütlerdeki saf C vitamini miktarına bakılmamıştır.
Bunun nedeni, insanların günlük yaşantılarında bu
meyve ve sebzeleri tükettiği şekle en yakın bir
uygulamayı hedeflemektir.
Kan Örneklerinin Alımı ve Kan Hücre
Tiplerinin Sayısal Belirlenmesi
Sebze ve meyve özütlerinin lökosit hücre sayıları
üzerine etkilerini belirlemek amacıyla deney
farelerinden 14. ve 28. günlerde kan örnekleri alınmıştır.
Çalışmanın 14. gününde farelerin facial veninden kan
örnekleri alınırken, 28. gününde intrakardiak yolla kan
örnekleri alınmıştır. Bu kan örnekleri periferik yayma
yöntemine göre May Grunwald-Giemsa boyama işlemi
ile boyanmıştır. Mikroskopta alan taraması yapılarak
Materyal ve Metot
Bitkisel Özütlerin Hazırlanması
Bu çalışmanın materyalini C vitamini
bakımından zengin sebzelerden maydanoz, yeşil biber,
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
32
Kubat A. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
100 lökosit hücre sayılmıştır. Lenfosit, monosit, nötrofil,
eozinofil ve bazofil yüzdeleri saptanmıştır.
Grafik2: Lenfosit % değişimleri
Şekil.1: Periferik Kan Yayma
Doku Örneklerinin Patolojik Açıdan İncelenmesi
Çalışma sonunda deney fareleri derin eter
anestezisi ile sakrifiye edilmiştir. Mide, ince barsak,
karaciğer ve böbrek doku örnekleri alınarak % 10’luk
formaldehit içinde korunmuştur. Histolojik inceleme
için Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim
Dalı
laboratuarlarına
gönderilmiştir.
Kesitler
hemotoksilen-eozin ile boyanarak ışık mikroskobunda
(Olympus, BX51, Japan) incelenmiştir.
İstatistiksel Analizler
İstatistiksel analizler; tüm grupların kan
parametrelerinin karşılaştırılması için, Kruskal-Wallis
Testi; kendi aralarında karşılaştırılması için, MannWhitney Testi ve kan parametrelerinin her bir grup için
ikinci ve dördüncü hafta ölçümlerinin karşılaştırılması
için Wilcoxon Signed Ranks testi kullanılarak
yapılmıştır. Kan değerlerinin p<0.05 seviyesindeki
sonuçları anlamlı olarak kabul edilmiştir.
Grafik2: Monosit % değişimleri
Grafik3:Nötrofil % değişimleri
Bulgular
Lökosit Değerleri
Uygulamanın 14. ve 28. gününün sonunda,
grupların lökosit sayılarını gösteren değerler Tablo.1 de
verilmiştir.
Tablo.1 Grupların 14 ve 28. günlere ait Lökosit
Değerlerinin Ortalamaları
Grafik4:Eozinofil % değişimleri
Grafik5:Bazofil % değişimleri
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
33
Kubat A. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Şekil 2: Kontrol grubuna ait normal
histolojiye sahip mide dokusu kesiti (HE,
X200).
Şekil 3: Maydanoz grubuna ait mide
dokusu örneklerinde düzenli yapı
izlenmektedir(HE, X200).
Şekil 4: Kontrol grubuna ait normal
histolojiye sahip ince barsak dokusu kesiti
(HE, x100)
Şekil 5: Maydanoz grubuna ait ince
barsak dokusu kesitlerinde düzenli yapıda
barsak dokusu görülmektedir (HE,
X100).
Şekil.6: Kontrol grubu farelerde alınan
karaciğer dokusu örneklerinden hazırlanan
kesitlerde portal alan ve merkezi venleri
içeren normal karaciğer histolojisi
görülmektedir (HE, X400).
Şekil.7: Maydanoz grubuna ait karaciğer
dokusu örneklerinde düzenli yapıda
portal alan dikkati çekmektedir (HE,
X400).
14. güne ait tüm grupların
lenfosit yüzdeleri karşılaştırıldığında,
kontrol grubuna göre en fazla artış
gösteren grubun nar özütü verilen
grup olduğu tespit edilmiştir
(p<0.05).
Çalışmanın 28. gününde
deney grupları kendi aralarında
karşılaştırıldığında sadece eozinofil
yüzdesi anlamlı çıkmıştır (p<0.05).
Nar, maydanoz, biber, limon ve
mandalina özütü verilen gruplarda
kontrol grubuna kıyasla lenfosit ve
nötrofil yüzdesinin arttığı, monosit,
eozinofil ve bazofil yüzdesinin
azaldığı tespit edilmiştir (p<0.05).
Histopatolojik Değerlendirme
Doku kesitleri incelendiğinde
deney gruplarının doku kesitlerinde
C vitaminin herhangi bir toksisitesi
olmadığı görülmektedir.
Tartışma ve Sonuç
C vitamini çok sayıda
metabolik
süreçte
aktif
rol
oynamaktadır. Kollajen üretimi, kan
damarlarını
güçlendirme,
hemoglobin üretimi, adrenal hormon
sekresyonu, viral ve bakteriyel
enfeksiyonlara karşı koruma, doğal
anti-histamin üretimi ve serbest
radikal nötralizasyonu gibi olaylarda
önemli fonksiyonları bulunmaktadır
(17).
C vitamini eksikliği; skorbüt
(diş
eti
kanaması)
hastalığı,
eklemlerde şişme, kan duvarlarının
kolay
zedelenmesi,
iştahsızlık,
immün baskılama ve enfeksiyonlara
karşı duyarlılık gibi problemlere
neden olmaktadır (4,14).
C
vitamini
fonksiyonlarını
belirlemeye
araştırma
yönelik
çok
yapılmıştır
sayıda
(23,
26).
Araştırmalar özellikle C vitaminin
antioksidan
Şekil.8. Kontrol grubuna ait böbrek
dokusu kesitlerinde düzenli yapıda
glomerüller ve tübüller izlenmektedir (HE,
X400).
Şekil.9. Maydanoz grubuna ait böbrek
dokusu kesitlerinde düzenli yapıda
glomerülle ve tübüller izlenmektedir
(HE, X400).
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
34
aktivitesi,
bağışıklık
sistemi ve besinlerin C vitamin
içeriğinin
belirlenmesi
üzerine
yoğunlaşmıştır (7, 11, 15, 19, 24).
Kubat A. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
grubun lenfosit yüzdesinin yüksek olduğu saptanmıştır.
En az askorbik asit miktarına sahip nar bitkisinin
lenfosit yüzdesini artırması; nar özütündeki bazı
kimyasal bileşenlerin (alkoloit, tanen, flavonoitler,
alkanlar
v.s.)
alerjik
etki
oluşturmasından
kaynaklanabilir.
Nötrofil sayısındaki değişimler incelendiğinde
ikinci ve dördüncü hafta sonunda meyve özütlerinin
verildiği gruplarda artış gözlenmiş ancak sebze özütü
verilen gruplarda bir fark saptanamamıştır. Buna göre
meyve özütlerinin nötrofil proliferasyonu veya kan
dokusuna katılımları üzerine etkisi olabileceği
söylenebilir.
Çalışmamızda periferik kanda monosit, eozinofil
ve bazofil yüzdelerinin düşük olma nedeni; mikroskopta
alan taraması yapıldığında lenfosit ve nötrofil
yüzdesinin yüksek olmasından dolayı monosit, eozinofil
ve bazofil hücrelerine sıkça denk gelmeme durumlarına
da bağlanabilir.
Çalışmamızda C vitaminin etki ettiği dokular
(mide, ince barsak, karaciğer, böbrek) patolojik olarak
incelendiğinde herhangi bir toksisitenin olmadığı
görülmüştür. Özaslan ve ark. (2004) nın yaptığı
çalışmada da C vitamini takviyesinin dokular üzerinde
bir etkisinin olmadığı tespit edilmiştir (22). Ancak
Öğütücü ve ark. (2007) nın erkek sıçanlar üzerinde
yaptığı çalışmada, metil parathionun bazı dokularda
(ince
bağırsak)
meydana
getirdiği
patolojik
değişiklikleri C vitaminin önleyemediği gözlenmiştir
(20). Bu sonuçlara göre çalışmamızda elde edilen
histopatolojik veriler Özaslan ve arkadaşlarının
çalışmasıyla paralellik gösterirken Öğütücü ve
arkadaşlarının
yaptığı
çalışma
sonuçlarıyla
örtüşmemektedir.
C vitaminin bağışıklık sistemini güçlendirdiğini
bildiren çalışmaların yanı sıra bağışıklık sistemi
üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını bildiren
çalışmalar da bulunmaktadır (2, 11, 15, 25).
C vitamini bağışıklık sistemi elemanlarından olan
beyaz kan hücrelerinin yapısı ve miktarı üzerine etkisi
bazı çalışmalarda farklı yorumlanmıştır.
Özaslan ve ark. (22) yaptıkları çalışmada ticari
amaçlı kullanılan saf askorbik asiti (Redoxon, Roche
Pharmaceuticals) farklı miktarlarda intraperitonal yolla
farelere belli aralıklarla vermişler ve deney grupları
arasında lenfosit, monosit ve nötrofil yüzdelerinde
anlamlı bir farklılık gözlemlememişlerdir. Ancak deney
grupları
verileri
kontrol
grubu
verileri
ile
karşılaştırıldığında saf askorbik asit verilen gruplarda
lenfosit yüzdeleri anlamlı artış göstermiş olup bu artışın
askorbik asit dozajıyla paralel olduğu gözlenmiştir (22).
Çalışmamızda ise C vitamini bakımından zengin nar,
maydanoz, biber, limon mandalina özütleri deneklere
verilmiş ve Özaslan ve ark. (2004) nın yaptıkları
çalışma sonuçlarıyla uyumlu olarak lenfosit sayılarının
anlamlı şekilde arttığı tespit edilmiştir.
Ancak yaptığımız deneyde saf askorbik asit
enjeksiyonu yerine doğal sebze ve meyve özütleri gavaj
yoluyla verilmiştir. Bunun sonucu lenfosit artışı en çok
maydanoz verilen grupta saptanırken, en az artışın ise
biber verilen grupta olduğu gözlenmiştir. Biber verilen
grupta sadece bazofil sayısında anlamlı derecede azalma
saptanırken diğer deney gruplarında hem bazofil hem de
monosit yüzdeleri düşüş göstermiştir. Bu azalma,
deneklere verilen meyve ve sebzelerdeki C vitamini
dışındaki diğer bileşenlerin etkisi sonucu gözlenmiş
olabilir.
Khassaf ve ark. (2003) nın yaptıkları çalışmada;
C vitamini takviyesi yapılan bireylerde kontrol grubuna
göre lenfosit sayısında artış gözlenmiştir (16).
Hardie ve ark. (1990) nın çalışmalarında, C
vitamini diyetinin Salmo salar L. balıklarının bağışıklık
sistemi üzerine etkisini araştırmışlardır. Çalışma
sonunda lökosit sayısının, C vitamini takviyesiyle bir
değişikliğe uğramadığı bildirilmiştir (11).
Görüldüğü üzere C vitamin takviyesi yapılan
bazı omurgalılarda (insan, fare, v.s.) lenfosit sayıları
artmış ancak balıklarda herhangi bir değişiklik
gözlenmemiştir.
C vitamini içeriği bakımından incelendiğinde en
fazla askorbik asit miktarı içeren sebze ve meyveler;
maydanoz, yeşil biber, limon, mandalina ve nar şeklinde
sıralanmaktadır (6, 7, 27, 28). Çalışmamızda da C
vitamini içeriği yüksek olan maydanoz özütü verdiğimiz
grubun lenfosit yüzdeleri diğer gruplara kıyasla daha
yüksek düzeyde; sonrasında nar özütü verdiğimiz
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Sonuç
C vitamini bakımından zengin sebze ve
meyvelerin vücudun gereksinim duyduğu miktarda
tüketilmesinin, metabolizma ve dokular için herhangi
bir olumsuzluk meydana getirmediğini ve lökosit
miktarına
etki
ederek,
bağışıklık
sisteminin
güçlenmesini ve enfeksiyonlara karşı metabolizmayı
koruyarak dirençli olmasını sağladığını söyleyebiliriz.
Ayrıca C vitaminin doğrudan temas ettiği sindirim ve
dolaşım sistemi organlarına patolojik ve anatomik
açıdan herhangi bir etkisinin olmaması C vitaminin
günlük vücut savunması için yeterli miktarda alınması
gerektiğini ve bunun sonucu olarak dokulardaki
askorbik asit dengesinin sağlandığı görülmektedir.
35
Kubat A. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
15. Kennes B, Dumont I, Brohee D, Hubert C, Neve P
(1983). Effect of vitamin C supplements on cellmediated immunity in old people. Gerontology, 29,
305-310.
Kaynaklar
1. Akkan AG, (1999). İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
sürekli tıp eğitimi etkinlikleri. Akılcı İlaç Kullanım
Sempozyumu, İstanbul, 45-57.
16. Khassaf M, McArdle A, Esanu C, Vasilaki A,
McArdle F, Griffiths RD, Brodie DA ve Jackson
MJ (2003). Effect of vitamin C supplements on
antioxidant defence and stress proteins in human
lymphocytes and skeletal muscle. The Journal of
Physiology, 549, 645-652.
2. Altınsaat Ç, Hatipoğlu FŞ (2008). Effects of vitamin
C and ACTH applications on phagocytic activity of
neutrophil leukocytes in sheep. Veteriner Cerrahi
Dergisi, 14 (1), 5-8.
3. Başpınar N, Baş AL, Haliloğlu S, Elmas M, Yazar E
(1998). The effects of intracellular vitamin C
concentrations on bovine neutrophilis functions in
vitro. Revue de Medicine Veterinaire, 149,931-938.
17. Levin A, DeSouza C, Zaarour C, Walsh W, Chan
MK, Verjee Z, McIntyre S, Adeli K (2010).
Pediatric reference intervals for lymphocyte vitamin
C (ascorbic acid). Clinical Biochemistry, CLB07494; pages: 4; 4C.
4. Bender AE (1978). Food processing and nutrition.
Academic Press, London and New York.
5. Binney EG, Jeness R, Ayuz KM (1976). İnability of
bats to synthesise L-ascorbic acid. Nature, 260, 626628.
18. Machlin LJ, Garcia F, Kuenzing W, Richter CB,
Spiegel HE, Brin M (1976). Lack of anti-scorbutic
effect of ascorbate-2-sulphate in the rhesus monkey.
American Journal Clinical Nutrition, 29, 825-831.
6. Cooker JR, Moxon RED (1981). The detection and
measurement of vitamin C. In: Vitamin C (Ascorbic
Acid). J.N. Counsell and D.H. Hornig, eds., pp. 167198. Applied Science: London.
7.
Cunnigham J, Milligan G, Trevisan L (2003).
Minerals in Australian fruits and vegetables-a
comparison of levels between the 1980s and 2000.
Food Standards Australlia New Zeland (FSANZ).
8.
Ely JTA (1996). Glycemic modulation of tumor
tolerance. Journal Orthomol Medicine, 11(1); 23-34.
19. Odabaşoğlu F (1999). Antioksidan vitaminler.
Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Konferans
Kitapçığı, Erzurum.
20. Öğütcü A, Ulusoy Y, Kahraman K, Uzunhisarcıklı
M, Uzun FG, Taştan H (2007). Metil parathion’un
sıçanların ince bağırsak dokusu üzerine etkisi ve
vitamin C ve E’nin koruyucu rolü. Etlik Veteriner
Mikrobiyoloji Dergisi, 18, 21 – 26
21. Öz G (2008). Vitaminlerin Yaşamımızdaki yeri
nedir, ne olmalıdır? Hacettepe Üniversitesi.
9. Gartner LP, Hiatt JL (2006). Color Textbook Of
Histology, third edition. Saunders elsevier, 592.
22. Özaslan M, Aytekin T, Kılıç İH, Bozkurt AI, Güldür
ME, Cengiz B, Bağcı C (2004). The Effect of
vitamin C suplementation on leucocyte counts and
exercise performance. An International Electronic
Journal, 7, 1097-9751.
10. Goetzl EJ, Wasserman SI, Gigli I, Austen KF
(1974). Enhancement of random migration and
chemotactic response of human leukocytes by
ascorbic acid. Journal of Clinical Investigations, 53,
813-818.
23. Papas AM, (1998). Antioxidant Status, Diet,
Nutrition and Health. CRC Series in Contemporary
Food Science, 159-650.
11. Hardie LJ, Fletcher TC, Secombes CJ (1990). The
effect of dietary vitamin C on the immune response
of the Atlantic salmon (Salmo salar L.).
Aquaculture, 95, 201-214.
24. Perdue SL, Thaxton JP, Brake J (1985). Role of
ascorbic acid in chicks exposed to high
environmental temperature. J. Applied Physiol, 58,
1511-1516.
12. Iqbal K, Khan A (2004). Biological significance of
ascorbic acid in human health. Pakistan Journal
Nutrition, 3: 5-13.
25. Shilotri PG, Bhat KS (1977). Effect of mega doses of
vitamin C on bactericidal ativity of Leukocytes. The
American Journal of Clinical Nutrition. 30, 10771081.
13. Kara C, Okyay N, Şahin U (2008). Bazı Sebze ve
Meyvelerde C Vitamini Tayini. Tübitak Eğitimde
Bilim Danışmanlığı Projesi.
26. Siddique YH (2006). Effect of vitamin C on
cyproterone acetate ınduced genotoxic damage in
14. Kayaalp O (1989). Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi
Farmakoloji. Feryal Matbaacılık Ltd. Şti., Ankara.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
36
Kubat A. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),31-37
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
mice. Research Journal of Biological Sciences 1,
(1:4): 69-73.
27. Tee ES, Young SI, Ho SK, Siti Mizur S (1988).
Determination of vitamin C in fresh fruits and
vegetables
using
the
dye-titration
and
microfluorometric methods. Pertanika, 11 (1), 39-44.
28. Wills RBH, Wimalasiri P, Greenfield H (1983).
Liquid chromatography, microfluorometry, and dyetitration determination of vitamin C in fresh fruit
and vegetables. Journal Association of Official
Analytical Chemists, 66,1377-1379.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
37
AVKAE Derg. 2013, 3 (1),38-45
Araştırma Makalesi/Research Article
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hatay Yöresi Süt İşletmelerindeki Ruminantlar ve Çoban
Köpeklerinde Toxoplasma gondii Seroprevalansı ile Kedi Dışkılarında
T. gondii benzeri Ookist Tespiti
Mustafa N. MUZ1, Nuri ALTUĞ2, Muhammet KARAKAVUK3
1
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Hatay.
Kırıkkale Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale.
3
Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
2
Geliş tarihi/Received: 17.6.2013, Kabul Tarihi/Acccepted: 3.9.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Bu çalışmada Hatay yöresinde süt üretimi yapan koyun, keçi, sığırcılık işletmeleri ile bu sürülerin çoban
köpeklerindeki Toxoplasma gondii seroprevalansının belirlenmesi amaçlandı. Bu amaçla anti-Toxoplasma gondii IgG antikorları
ELISA metodu ile araştırıldı. Ayrıca bu işletmelerdeki sahipli ve sahipsiz kedilerin dışkılarında T. gondii benzeri ookist
yaygınlığının araştırılması amacıyla flotasyon metodu kullanıldı. Böylece Hatay yöresindeki süt işletmelerinde beş farklı evcil
hayvan türünün T. gondii yönünden epidemiyolojik değerlendirilmesi yapıldı. Yapılan ELISA testi sonuçlarına göre T. gondii
seroprevalansı sığırlarda % 60.9 (112/184), koyunlarda % 53.8 (99/184), keçilerde % 35.9 (66/184) ve çoban köpeklerinde
% 58.7 (27/46) olarak tespit edildi. Kedi dışkılarında ise T. gondii benzeri ookistlere % 8.3 (3/36) oranında rastlandı. Buna
göre yörede Toksoplazmozis riskine karşı epidemiyolojik kontrol ve tedbirler alınması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Toxoplasma gondii, Ruminant, Köpek, Kedi, Hatay.
Seroprevalence of T. gondii in Dairy Ruminant Production Systems,
Shepherd Dogs among the Herds and Detection of T. gondii-like
Oocyst in Cat Feces in Hatay Region
Abstract
This study was aimed to investigate the seroprevalance of Toxoplasma gondii in dairy ruminant production system and
shepherd dogs by ELISA test. Also we determine the Toxoplasma gondii – like oocyst by the floatation method in feces of
owned and stray cats living around the farms to make an epidemiologic comparison. Toxoplasma gondii seropositivity was
found 60.9% (112/184) in cattles, 53.8% (99/184) in sheeps, 35.9% (66/184) in goats and 58.7% (27/46) shepherd dogs by
the ELISA test. Toxoplasma gondii like oocyst were detected 8.3% 3/36 in the cat feces by the floatation. Epidemiological
steps were offered against to risk of Toxoplasmosis among the region.
Key Words: Toxoplasma gondii, Ruminant, Dog, Cat, Hatay
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------konak canlıları ve kedileri enfekte eder. Etkenin
Giriş
bradizoit ya da takizoitlerini içeren kas ve iç organların
Toxoplasmatidae ailesindeki önemli zoonoz
çiğ veya yeterince pişirilmeden tüketilmesi bulaşmada
parazitlerden olan Toxoplasma gondii, dünyanın çeşitli
önemli rol oynar. Ayrıca, oküler bulaşma, doku ve kan
yerlerindeki omurgalı canlılarda sistemik enfeksiyon
nakli ile cerrahi yollara bağlı bulaşmalar da
oluşturabilen zorunlu hücre içi parazitidir (1). Parazitin
bildirilmektedir (4). Koç katımı esnasında sperma,
enfektif şekilleri özellikle beyin ve kas dokusunda
gebelik döneminde transplasental ve süt emen
bulunan takizoit, bradizoit ve Felidae ailesine özgü
yavrularda galaktojen yolla bulaşma gerçekleşebilir (5,
ookist formlarıdır. Enfeksiyonun akut fazında konağın
6).
yumurta, semen, tükürük ve süt gibi sekret ve
Toksoplazmozisin koyun ve keçilerin en önemli
ekstretlerinde enfektif takizoitler bulunur (2, 3). Enfekte
paraziter
abortus ve neonatal ölüm nedeni olduğu
kedigillerden dışkıyla atılan ookistler sporlanarak ara
Yazışma adresi/Correspondance: Mustafa N . Muz, Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji
Anabilim Dalı, Hatay-TÜRKİYE, E-posta: [email protected]
Muz M.N. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
edilmiştir. Koyunlarda Samsun yöresinde %49 (28),
Yozgat yöresinde %45 (29), Şanlıurfa yöresinde %55,66
(30), Elazığ yöresinde %47 (31), Yalova yöresinde %42
(32), Afyon yöresinde %94 (33) oranlarında
seropozitiflik saptanmıştır. Niğde yöresi kedilerinde
Toksoplasma seroprevalansı hakkında yapılan bir
araştırmada muayene edilen dışkı örneklerinde T. gondii
ookistlerine rastlanmadığı ancak serum örneklerinde
%76.4
oranında
seropozitiflik
tespit
edildiği
bildirilmiştir (34).
Tıp ve veteriner hekimliğindeki önemi nedeniyle
çok sayıda araştırmaya konu olan toksoplazmozis,
Sağlık Bakanlığı’nın bildirime esas bulaşıcı hastalıklar
listesinde Grup C hastalıklar” bölümünde yer alırken
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında canlı
hayvanlar açısından her hangi bir yaptırımı tabi değildir.
Toksoplazmozisin zoonoz özelliği, bu hastalıkla
mücadelede insan ve hayvanlarda ortak mekanizmaların
işletilmesini gerektirmektedir. Bu araştırma Hatay
bildirilmektedir
(7-10).
Bağışıklık
sisteminin
baskılandığı durumlarda ölümcül sonuçlar oluşmaktadır
(11). Evcil enfekte ruminantların süt ve etleri vasıtasıyla
kedigillerin ise dışkıları aracılığıyla ömür boyu hastalık
kaynağı olabileceği bildirilmiştir. Entansif çiftlik
hayvanı yetiştiriciliğinde rasyonların ve içme sularının,
ekstantif yetiştiricilikte ise yaban hayatına komşu çayır,
mera ve su kaynaklarının kedigillere bağlı ookist
kontaminasyonu sonucunda sürü enfestasyonuna neden
olabileceği ifade edilmektedir (4).
Kedilerin toksoplazmanın değişik formlarını
aldıktan sonra yaşamlarında genellikle bir defa nadiren
birden fazla defa ookist saçtıkları, fekal atılımın etkenin
bradizoit formunda alımından 3 - 10 gün, takizoit
formunda alımından 13 gün ve ookist formunda
alımından 18 gün sonra başlayabilir ve 7 - 20 gün
sürebilir. Her bir kedi bu sürede 105-108 adet ookist
çıkarabilir. Dışkıda bulunan ooksitler dış ortam
şartlarına bağlı olarak genellikle bir ile beş gün
içerisinde, bazen 21 güne kadar uzayabilen sürelerde
enfektif hale gelebilir. Sporlanmış ookistlerin dışkı
yumaklarında en fazla 334 gün, deneysel şartlarda ise
410 güne kadar canlılıklarını korudukları bildirilmiştir.
Sporlanan ookistler toprakta 18, suda 54 ay ve -21
°C’de ise dört hafta süre enfektivitelerini koruyabilirler.
Sporlanmamış ookistler ise doğada bir kaç haftadan
uzun süre canlılıklarını koruyamazlar (12, 13).
Çeşitli salyangoz, toprak solucanı, artropoda
(Ixodes scapularis) türlerinin de bulaşmada rolü olduğu
bildirilmektedir (14). Köy, çiftlik ve bahçelerde yaşayan
kedilerin özellikle avlanma yolu ile rodent kontrolüne
doğal fayda sağladıkları ancak bu yolla toksoplazma
enfeksiyonuna kaynaklık yaptıkları bildirilmektedir.
Sonuç olarak doğada ne kadar fazla enfektif kedi ve
buna bağlı olarak sporlanmış Toksoplasma ookisti varsa
insan ve diğer canlıların enfekte olma riskinin de o
oranda fazla olabileceği bildirilmektedir (15).
Toksoplasma ooksitlerinin dışkı muayenesi yolu
ile tanısı Besnoitia darlingi ve Hammondia hammondia
ooksitlerine benzerliği sebebi ile kesin olarak
yapılamamaktadır (16). Doğrudan tanının zaman alması
ve bu yolla etkene her zaman rastlanamaması nedeniyle
serolojik tanı metotlarından ELISA, IFAT ve Sabin
Feldman gibi testler kullanılmaktadır.
Bu konuda yapılan araştırmalara göre Türkiye de
bu etkene köpeklerde Kars yöresinde %96 (17),
Diyarbakır yöresinde %94 (18), Sivas yöresinde %92
(19), Kocaeli yöresinde %70 (20), Van yöresinde %57
(21) ve Kırıkkale yöresinde %54,3 (22) oranlarında
rastlanmıştır.
Sığırlarda Kars yöresinde %93,5 (23), Elazığ
yöresinde %86 (24), Aydın yöresinde %78 (25),
Kırıkkale yöresinde %53 (26) ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde %34 (27) oranında seropozitiflik tespit
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
yöresinde ruminant yetiştiriciliği yapılan işletmelerde
prenatal ve postnatal dönemlerde yaşanan yavru
kayıplarının artması üzerine sütçü damızlık hayvanlarda
T. gondii taşıyıcılığının araştırılması amacıyla
planlanmıştır. Türkiye’de toksoplazma seroprevalansı
ile ilgili farklı hayvan türlerinde değişik bölgelerde
yapılmış çalışmalar olmasına rağmen, aynı yörede
hastalığın epidemiyolojisinde yer alan beş değişik evcil
hayvan türünde (koyun, keçi, sığır, köpek ve kedi) ve
aynı
zaman
diliminde
yapılan
çalışmaya
rastlanmamıştır. Bu nedenle çalışmada Hatay yöresinde
39
Muz M.N. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kan örnekleri köpeklerde (n=46) Vena cephalica,
ruminant türlerinde ise (her birinde n=184) V.
jugularis’ten vakumlu serum tüplerine alınmıştır. Sütçü
ruminant sürülerinden birer adet damızlık erkek
örneklenmiştir. Tüplerdeki kan örnekleri 2500 rpm/dk
da, 20 dk santrifüj edilerek serum ayırma işlemi
gerçekleştirilmiştir. Serum örnekleri porsiyonlara
ayrılarak testler yapılına kadar -25 °C de saklanmıştır.
ELISA testinin yapılması
Bu araştırmada, anti-Toksoplasma IgG spesifik
ticari ELISA kiti (ELISA T. gondii serum screening,
Institut Pourquier, Montpellier, France) kullanılmıştır.
Toxoplasma gondii antijeni ile kaplanmış hazır
kuyucuklara, buffer solüsyonu ile dilüe edilmiş (1/20
oranında) 200 µl serumlar eklenerek olası Toksoplasma
antikorlarının antijenlere bağlanması amacıyla 37 °C de
60 dk süre enkübasyona bırakılmıştır. Bağlanmayan
materyalin uzaklaştırılması amacıyla üç defa yıkama
yapılmıştır. Antijen-antikor kompleksine bağlanacak tür
spesifik enzim konjugatı (IgG-peroksidaz konjugat)
eklenerek, 37 °C de 30 dk süre bekletilmiştir. Yıkama
işleminin ardından substrat solüsyonu eklenerek oda
ısısında 20 dk bekletilerek reaksiyon durdurma
solüsyonu
ilave
edilmiştir.
Reaksiyonun
tamamlanmasının ardından, plakalar optik dansiteleri
450 Nm dalga boyunda (Biotek, Almanya)
okutulmuştur. Değerlendirme kitin kullanım kılavuzuna
göre gerçekleştirilmiştir
evcil ruminantlar ve sürülerin çoban köpeklerinde T.
gondii IgG seroprevalansı ile bu çiftliklerdeki kedi
dışkılarında T. gondii benzeri ookist yaygınlığı birlikte
araştırılmıştır.
Materyal ve Metot
Çalışma alanlarının özellikleri
Hatay ili ılıman iklime sahip Doğu Akdeniz
bölgesinde,
36°14
kuzey
ve
36°10
doğu
koordinatlarında yaklaşık 6000 km2 yüzölçümüne
sahiptir.Güney ve doğuda Suriye, batıda Akdeniz, kuzey
batıda Adana, kuzey doğuda Gaziantep ve Kilis ile
komşudur. Biocoğrafik olarak Asi nehrinin içinde yer
aldığı Amik ovası, Amanos ve Kızıl Dağlar ile
kuşatılmaktadır. Dört mevsimin yaşandığı yörede
bitkisel vejetasyon ve çeşitlilik yüksek seviyededir.
Hatay ili sahip olduğu ekocoğrafik özellikleri ile
hayvancılık
yapılmasına
oldukça
müsait
bir
konumdadır. Türkiye’nin 13. en büyük nüfusuna sahip
olan Hatay’da 2012 genel sayımlarına göre 1.480.571
kişi yaşamakta, 12 adet ilçesi ve 362 adet köyü
bulunmaktadır. Yörede ihtiyaç duyulan hayvansal
gıdaların üretilmesi ve gelir sağlanması amacıyla bölge
halkı tarafından gittikçe artan düzeylerde hayvancılık
yapılmaktadır. 2011 TÜİK verilerine göre yaklaşık
130.000 adet sığır, 127. 000 adet koyun ve 115.000 adet
keçi yetiştirilmektedir (35). Çalışma alanı olarak
belirlenen Hatay ilinin Dörtyol, İskenderun, Kırıkhan,
Reyhanlı ve Samandağ ilçeleri ziyaret edilerek
örneklenmiştir. Bu amaçla her ilçeden üç farklı köy
olmak üzere toplam on beş farklı köyde, ikişer adet
işletme ziyaret edilerek toplam otuz adet işletme ve
civardaki meralar yerinde incelenmiştir. Bu çiftliklerden
onunda sadece keçi, sekizinde koyun, altısında inek,
dördünde koyun ve keçi, ikisinde ise karma üreticilik
yapılmaktadır. İşletmelerin tümünde 1-3 adet köpek
beslendiği tespit edildi. Bu işletmelerdeki sahipli ve
yakın çevredeki doğal hayatta yaşayan sahipsiz
kedilerin çiftlik ve meralardaki sürüngen, kemirgen,
böcek ve bazı kanatlıları avladıkları, çevredeki su
kaynaklarından yararlanarak işletmelerin gözden uzak
korunaklı
yerlerini
yavrulama
dönemlerinde
kullandıkları belirlendi.
Dışkı toplanması
Kedilerden dışkı örneklerinin toplanması
amacıyla süt işletmesi sahiplerinden ve çobanlardan
kedilerin yavruladıkları yerleri tespit etmeleri istenerek,
her işletmeden yaklaşık iki adet olmak üzere toplam 36
adet farklı dışkı örneği toplandı.
Dışkının floatasyon metodu ile muayenesi
Kedi dışkıları doymuş çinko klorür (262 mg/ml
ZnCl2) solüsyonunda flotasyon metodu ile incelendi
(36). Büyüklüğü 9–14 mm aralığındaki ookistleri içeren
kedi dışkıları şüpheli kabul edilerek fotoğrafları çekildi.
Kan alımı ve işlenmesi
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Bulgular
Hatay yöresinde T. gondii seroprevalansının
hayvan türü, yaş ve cinsiyete göre dağılımı Tablo 1’de
verilmiştir. Yapılan ELISA testi sonuçlarına göre
ineklerin %60,9’u (112/184), köpeklerin %58,7’si
(27/46) koyunların % 53,8’i (99/184), ve keçilerin
%35,9’u (66/184) anti-T. gondii IgG antikorları
bakımından seropozitif bulunmuştur. Dışkı örneklemesi
yapılan 36 adet kedi dışkısının üçünde (%8,3) T. gondii
benzeri ookist tespit edilmiştir (Şekil 2).
Tablo 1: Hatay Yöresinde T. gondii seroprevalansının
hayvan tür, yaş, cinsiyet dağılımı
40
Muz M.N. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
elde
edilebilmektedir
farklılıklar
başlıca
(42).
kullanılan
Sonuçlar
arasındaki
tekniğe,
örnekleme
metotlarına, hayvan türü ve sürü özelliklerine, parazitin
biyolojik evresine, suşun virulansına ve araştırıcıların
deneyimine
bağlı
olarak
araştırmada
hayvanlardaki
değişebilmektedir.
taşıyıcılık
amacıyla,
belirlenmesi
Bu
durumlarının
Türkiye’deki
diğer
araştırmalarda da tercih edilen tanı metodu olarak
Şekil 2: Kedi dışkısında tespit edilen T. gondii benzeri
Ookist
ELISA ve dışkı flotasyonu tekniği kullanılmıştır.
Tartışma ve Sonuç
seropozitifliği önceki araştırmalarda %53.0 - 93,5
İnsan ve hayvan sağlığının korunmasında yer alan
arasında
önemli epidemiyolojik basamaklar arasında, enfeksiyöz
koyunlarda
patojenlerin kaynaklarının belirlenmesi gelmektedir
araştırmada %53.8; köpeklerde %54.3-96 aralığında
(37). Toksoplazmozisin bulaşmasında rol oynayan
bildirilirken
patojen formlar toprak, su ve çeşitli besin maddelerinde
edilmiştir. Buna göre toksoplazmozis seropozitifliğine
(ör: çiğ süt ve et) fazlasıyla bulunmaktadır. Doğada
dair keçi dışındaki bulgularımız daha önceki veriler ile
bulunan T. gondii ookistlerinin belirlenmesinde çevresel
uyumludur.
örneklerin toplanması, etraftaki sayısız habitat göz
hakkında
önüne
olarak
araştırmalarda keçilerde en az %41 en fazla %82.5
çevredeki
oranında seropozitifliğe rastlanmıştır (50-54). Mevcut
deyişle
araştırmada ise keçilerde %35,9 oranında seropozitiflik
alındığında
görülmemektedir.
toksoplazmozis
analitik
Bu
riskinin
kontaminasyon
bir
yaklaşım
nedenle,
ya
durumunun
da
başka
belirlenmesinde
Türkiye’de
araştırılması
pratik
ve
önemli
bildirilirken
mevcut
araştırmada
aralığında
%42-94
çalışmamızda
Türkiye’de
yapılan
Toksoplasma
bildirilirken
%58,7
olarak
keçilerde
araştırma
%60.9;
bu
tespit
toksoplazmozis
sayısı
azdır
Bu
tespit edilmiştir.
çiftlik
hayvanları, çoban köpekleri ve kedilerdeki Toksoplasma
taşıyıcılığının
sığırlarda
Hatay
yöresi
seroprevalansının
bir
diğer
keçilerinde
T.
gondii
araştırmalara
göre
düşük
bulunmasında, keçilerin dağ köylerinde beslenmesi,
indikatör olarak kabul edilmektedir (12, 38-40).
eden
yöredeki kayalıklarda sık görülen maki bitki örtüsüne
hayvanlardaki toksoplazmozis tanısında farklı metotlar
sadece keçilerin erişebilmesi, koyun ve sığırların ise
kullanılmaktadır. Serolojik tanıda kullanılan Sabin
genellikle
Feldman Dye testine ticari olarak erişilememesi,
değerlendirilmektedir. Bu yetiştiricilerin sütten kesme
deneyimli
laboratuar
dönemi sonrası sürüde yaptıkları seçimle en iyi dişi
olarak
oğlakları kendilerine ayırdıkları, geri kalanları sattıkları
uygulanabilen ELISA testlerinin tercih edilmesine
anlaşılmıştır. Üreticiler doğum öncesi ve sonrası yaşam
neden olmaktadır (41). Enfeksiyonların akut tanısında
sıkıntısı çeken ya da düşük verimli hayvanlarını satarak
hayvan türlerine göre değişmekle birlikte ilk 2-4
olası hastalıklara karşı kısmi tedbir sağladıklarına
haftadan 10-12 haftalık sürece kadar anti-T. gondii IgM
inanmaktadırlar. Bu durumda sürüde en sağlıklı keçiler
antikorları,
kalacağı için hastalıklara rastlanma oranları da düşük
İnsanlar
güvenliğine
için
hayati
araştırıcılara
ihtiyaç
ayrıca
ve
risk
yüksek
duyulması
ileri
teşkil
pratik
taşıyıcılık
durumunun
beslenmesinin
rolü
olabileceği
olacaktır.
belirlenmesi amacıyla anti-T. gondii IgG antikorları
araştırılmaktadır.
yerden
enfeksiyonun
Kedilerde T. gondii benzeri ookist tespiti
özellikle gebeliğin hangi döneminde şekillendiğinin
hakkında yapılan araştırma sayısı azdır. Bu konuda
araştırılmasında kullanılmaktadır. Bu tetkiklere göre
yapılan bir araştırmada Kaliforniya, Amerika’da %0,96
yapılan araştırmalarda farklı oranlarda seropozitiflik
oranında pozitiflik bulunduğu bildirilmektedir (39).
Avidite
testi
ise
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
41
Muz M.N. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mevcut araştırmamızda bu oran %3,3 olarak tespit
yapılmalıdır.
edilmiştir. Oranlar arasındaki farkın örnekleme sayıları
yetiştirilmesi, laktasyon eğrilerinin yükselmesi ve üstün
arasındaki farktan ve değişik ekocoğrafik nedenlerden
özellikte sağlıklı yavrular vermeleri ile doğru orantılıdır.
kaynaklanabileceği bilimsel olasılıklar arasındadır.
Bu
Sütçü
şekilde
çayır
hayvanların
ve
verimli
meralarda
şekilde
otlatılan
sütçü
Bu araştırmada sütçü hayvanlarda T. gondii
hayvanlarının üretim maliyetleri de önemli oranda
seropozitifliğinin yaş ile doğru orantılı olarak arttığı
düşmektedir. Ancak bu meraların sporlanmış T. gondii
tespit edilmiştir (Tablo 1). Süt üretiminde kullanılan
ookistleri
hayvanların ortalama yavru ve süt verimlerinin bakım
dolayısıyla
ve beslemeye bağlı olarak belli bir yaşa kadar sürekli
arttırmaktadır. Benzer olarak üretim maliyetlerini
artması sürülerin bir yaşın üzerindeki dişi hayvanlardan
azaltan, verim artışı sağlayan silajlık mısırın hasadı
oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle sütçü
esnasında konak tarla farelerinin biçerdöver tarafından
sürülerde yaşlı hayvan oranı daha fazladır. Gebelik ve
parçalanarak T. gondii kistlerini içeren doku ve
laktasyon dönemleri gibi immün sistemi kısmi olarak
organların silaja karışabileceği bilinmektedir. Silaj
baskılayan fizyolojik olaylar dişi hayvanları erkeklere
depolarının hasat döneminde T. gondii kistlerini içeren
göre daha fazla riske sokmaktadır. Bu durumda yaşlı ve
ölü farelere ait doku ve enfekte kedi dışkıları ile
dişi hayvanların sayısı arttıkça taşıyıcılığın artması da
kontamine olabileceği bilinmekte, pratik bir çözüm yolu
normal olarak kabul edilmektedir.
bulunamamaktadır.
ile
bulaşık
insanlarda
olması
ruminantlarda
Toksoplazmozis
riskini
ve
de
Bu araştırmada T. gondii taşıyıcılığının Hatay
Sonuç olarak üretilen sütün ve etin birim
yöresi süt hayvanlarında ve köpeklerde yoğun olarak
maliyetini düşüren avantajlı hayvan besleme usulleri,
bulunduğunu göstermiştir. Ancak yörede T. gondii
hastalıkların bulaşmasında rol oynayan vektör ve
enfeksiyonlarına bağlı yavru kayıpları ile verim
etkenler
düşüklüğünün ekonomik boyutları hakkında yapılmış
doğurmaktadır. Bu amaçla atık yavrular, ölü hayvanlar,
her hangi bir araştırmaya rastlanmamıştır. Serolojik
kesim artıkları gibi materyaller, çevredeki doğal ara
olarak yüksek bulunan araştırma sonuçlarına “ Tek tıp,
konak kemiricilerin ulaşamaması için gömülmek yerine
Tek sağlık” penceresinden bakıldığında, durumun
mutlaka yakılarak imha edilmelidir (43, 44).
ile
mücadele
etme
zorunluluğunu
toplum ve çevre riski nedeniyle önemli olduğu
Bunun yanında hayvan pazarlarından satın
anlaşılmaktadır. Bu gibi hayvanların et ve sütlerinin
alınarak ya da ithal edilerek sürüye dışarıdan katılan
mutlaka
tüketilmesi
hayvanların önce Toksoplasma varlığı yönünden kontrol
gerekmektedir. Evcil ruminantların başlıca oral yolla
edilmesi, atık yapan gebe hayvanların ve aşımda
enfekte oldukları düşünüldüğünde çevredeki ookist
kullanılan erkeklerin aşım mevsimi öncesi mutlaka test
kirliliğinin de yüksek düzeyde olduğu bu durumun halk
edilmesi ve pozitif bulunan hayvanların sürüden
sağlığını doğrudan ilgilendiren biyolojik bir risk
çıkarılması gerekmektedir (45, 46).
usulüne
uygun
olarak
oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Sürülerdeki çoban köpeklerinin tüm gece merada
Hatay yöresinde üretilen keçi sütleri çiğ olarak
çobanların yanında sürüyü bekledikleri, bazen kırsal
özellikle dondurma üreticilerine satılmaktadır. Bunun
alandaki
dışında kalan koyun ve keçi sütlerinin ise halk elinde
öğrenilmiştir. Köpeklerde cinsel üreme, transplasental
yöreye özgü taze peynir, lor, çökelek ve yoğurt
ve galaktojen yollar ile bulaşma gerçekleşebilmektedir
üretiminde
(48,
kullanıldığı
belirlenmiştir.
İnek
49).
sahipsiz
Sahipli
köpekler
çoban
ile
temas
köpeklerinin
kurdukları
çayır
ve
yetiştiricilerinin genellikle çevredeki mandıralara çiğ süt
meralardaki sahipsiz köpeklerle çiftleşmesi ya da
tedarik ettikleri tespit edilmiştir. İnsan tüketimi için
köpeklerin ara konakları avlaması ile parazitin silvatik
üretilen sütlerin
mutlaka
uygun
ısıl işlemlerden
döngüdeki suşları şehir döngüsüne karışmaktadır. Bu
geçirildikten sonra tüketilmesi için bilinçlendirme
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
42
Muz M.N. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
durum parazite karşı gelişen bağışıklığı ve etkenin
işlemlerinin kedi odasında yapılması, bu odalarda
virulansını değiştirmektedir (44).
kullanılan
Evcil
kediler
bakımlarının
kolay,
malzemelere
özellikle
yüksek
risk
insancıl
gurubundaki gebe bayanların ve çocukların çıplak el ile
özelliklerinin fazla olması sebebiyle popüler hobi
dokunmamaları, hijyen kurallarına riayet etmeleri
hayvanları arasına girmiştir. Ancak evde yaşayan
gerekmektedir. Kedilerin hazır mamalar ile beslenmesi,
kedilerin ara sıra sokak kedileri ile, sokak kedilerinin de
et ürünlerinin mutlaka yeterince pişirilerek yedirilmesi
yaban hayatındaki kediler ile temas kurması olası
ve ev dışına çıkarılmadan önce yeterince beslenmeleri
Toksoplazmozis riskini arttırmaktadır. Bu çiftliklerde
sağlanmalıdır. Sahiplenilen kedilerin ise parazitolojik
barınaklara ve evlere girip çıkan kedilerin bulunduğu,
kontrol,
hayvanların yemlik ve suluklarında gezindikleri ve
kaybedilmeden yaptırılması gerekmektedir (50-54).
doğal avlanma yoluyla beslendikleri tespit edilmiştir.
Kaynaklar
Kemirgen ve böceklere karşı doğal mücadele aracı
1.
Dubey J.P. (2009). Toxoplasmosis of animals and
humans. Second editiom. CRC press. Boca Raton,
USA.
2.
Montoya
J.G.,
Liesenfeld
O.
Toxoplasmosis. Lancet. 363:1965–76.
3.
Tenter A.M., Hcekeroth A.R., Weiss L.M. (2000).
Toxoplasma gondii: from animals to humans. Int.
J. Parasitol. 30:1217-1258.
4.
Lelu M., Langlais M., Poulle M.L., Gilot-Fromont
E. (2010). Transmission dynamics of Toxoplasma
gondii along urban – rural gradient. Theor. Popul.
Biol. 78:139-147.
5.
Dubey J.P. (2009). Toxoplasmosis in sheep--the
last 20 years. Vet Parasitol. 7;163 (1-2) :1-14.
6.
Moreaes E. (2010). Toxoplasma gondii detection
in the semen of naturally infected sheep. Vet. Bras.
30 : (11) 915-917.
7.
Marques P.X., O'Donovan J., Williams E.J.,
Markey B.K., Nally J.E. (2012). Detection of
Toxoplasma gondii antigens reactive with
antibodies from serum,amniotic, and allantoic
fluids from experimentally infected pregnant ewes.
Vet Parasitol. 30;185(2-4):91-100.
8.
Gutierrez J., O'Donovan J., Williams E., Proctor
A., Brady C., Marques P.X. (2010). Detection and
quantification of Toxoplasma gondii in ovine
maternal and foetal tissues from experimentally
infected regnant ewes using real-time PCR. Vet
Parasitol. 27;172(1-2):8-15.
9.
Duncanson P., Terry R.S., Smith J.E., Hide G.
(2001). High levels of congenital transmission of
Toxoplasma gondii in a commercial sheep flock.
Int J Parasitol. 31(14):1699-703.
olarak benimsenen kedilerin çiftliklerdeki samanlıklar,
yem depoları, silaj havuzları ve su kaynakları gibi
alanlarında gezinmeleri engellenmelidir (44). Bu kediler
yırtıcılardan korunabilmek ve mevsim şartlarından
etkilenmemek amacıyla çiftliklerdeki gözden uzak
korunaklı yerlerde yavru doğurup besleyebilmektedir.
Bu gibi yerlerin tespit edilerek dışkıların toplanması ve
yakılarak
imha
edilmesi
kedilerin
dışkılarını
gerekmektedir.
meyve
sebze
Erişkin
bahçelerine
gömmeleri, toprak bakım zamanı ve sulama esnasında
kontaminasyona neden olmaktadır. Bahçe işlerinde
çalışan insanların çıplak el ile çalışmamaları, meyve ve
sebzelerin
etkili
olacak
şekilde
yıkanmaları
gerekmektedir. Ayrıca dışkısını gömme alışkanlığı
bulunmayan kedi dışkılarının su, rüzgar, böcekler ve
hayvan hareketleri ile çevreye yayılması enfeksiyon
riskini arttırmaktadır. Kedilerin dışkı partiküllerinin
vücudun farklı yerlerine bulaşıp kuruması, birikmesi,
kedilerin yalanma ve boğuşmaları esnasında bu gibi
ookistleri
birbirlerine
ve
çevreye
bulaştırmaları,
insanların bu gibi kedileri okşayarak sevmesi ancak
hijyen kurallarını ihmal etmesi, kedilerin yemek yenilen
yerlere doğrudan erişmeleri hastalığın bulaşmasında
olası riskleri arttıran faktörlerdir (13, 40, 49).
Sahipli kedilerin kum küvetlerinin defekasyonu
takiben usulüne uygun şekilde dezenfekte edilerek yeni
kum
ile
doldurulması,
taze
dışkıların
çevresel
kontaminasyon riski nedeniyle mutlaka usulüne uygun
uygulaması
ve
aşılarının
vakit
(2004).
10. Owen M.R., Clarkson M.J., Trees A.J. (1998).
Diagnosis of toxoplasma abortion in ewes by
şekilde ve bekletilmeden imha edilmesi gerekmektedir.
Tüy döken kedilerin temizlik, bakım ve taranma
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
ilaç
43
Muz M.N. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rec.
Testi İle Toxoplasma gondii’nin Seroprevalansı.
YYÜ Vet Fak Derg.18(2):1-4
11. Ferreira M.S. (2000). Infections by protozoa in
immunocompromised hosts. Mem Inst. Oswaldo
Cruz.;95 Suppl 1:159-62.
22. Yıldız K., Duru S.Y., Babür C., Karaca S. (2009).
Seroprevalence of Neospora caninum and
Coexistence with Toxoplasma gondii in Dogs.
Türkiye Parazitoloji Dergisi, 33 (2): 116 – 119.
polymerase
chain
25;142(17):445-8.
12.
reaction.
Vet
Dumtre, A., Darde M.L. (2003). How to
detect
Toxoplasma
gondii
oocysts
in
environmental samples? FEMS Microbiology
Reviews 27:651-661.
23. Akca A., Mor N. (2010). Seroprevalance of T.
gondii in cattle in the province of Kars, Turkey as
determined by ELISA. Journal of Animal and
Veterinary Sciences. 9(5)876-878.
13. Robert-Gangneux F., Dardé M.L. (2012).
Epidemiology of and diagnostic strategies for
toxoplasmosis. Clin Microbiol Rev. 25(2):264-96.
24. Aktaş M., Babür C., Karaer Z., Dumanlı N.
(2000). Elazığ yöresinde sığırlarda Sabin-Feldman
(SF)
Testi
ile
Anti-Toxoplasma
gondii
Antikorlarının Belirlenmesi. Turk J Vet Anim Sci.
24 535-538.
14. Miller M.A., Conrad P.A., Melli A.C., Harris M.,
Worcester K, Grigg M.E., (2008). Type X
Toxoplasma gondii in a wild mussel and terrestrial
carnvivores from coastal California: New linkages
between terrestrial mammalsi runoff and
toxoplasmosis of sea otters. Int. J. Parasitol.
58:928-937.
25. Karagenç T., Ertabaklar H., Ulutaş B., Aypak S.,
Ertuğ S. (2005). Aydın Yöresinde Sığırlarda
Toxoplasma gondii´nin Seroprevalansı. Yüzüncü
Yıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi. 16
,67-70.
15. Elmore S.A., Jones J.L., Conrad P.A., Patton S.,
Lindsay D.S., Dubey J.P. (2010). Toxoplasma
gondii: epidemiology, feline clincial samples and
prevention. Trends parasitol. 26:190-196.
26. Öcal N., Babür C., Çelebi B., Kılıç S. (2008).
Kırıkkale Yöresinde Süt Sığırlarında Brusellozis,
Listeriozis veToksoplazmozis’in Seroprevalansı ve
Birlikte Görülme Sıklığı. Kafkas Üniv Vet Fak
Derg. 14 (1): 75-81.
16. Dubey, J. P. (1997). Toxoplasma, Hammondia,
Besnotia, Sarcocystis, and other tissue cystforming coccidia of man and animals, p. 101–237.
In J. P. Krier (ed.), Parasitic protozoa, vol. 3,
Academic Press, New York, N.Y.
27. Nalbantoğlu S., Vatansever Z., Deniz A., Babür
C., Çakmak A., Karaer Z., Korudağ E. (2002).
Türk Cumhuriyetinde Sabin-Feldman (SF) ve
Indirekt Floresan Antikor (IFA) Testleri ile
Sığırlarda Toxoplasma gondii’nin Seroprevalansı.
Turk J Vet Anim Sci. 26: 825-828.
17. Gıcık Y., Sarı B., Babür C., Çelebi B(2010). Kars
Yöresinde Köpeklerde T. gondii ve L.
monocytogenes’in Seropozitifliği. Parazitoloji
Dergisi, 34(2):86-90.
18. İçen H., Babür C., Çelebi B., Özkan
Diyarbakır Bölgesindeki Sahipsiz
Toxoplasmozis, Leishmaniasis ve
seroprevalansı.
Türkiye
Dergisi,34(1):6­10.
28. Acici M., Babur C., Kilic S., Hokelek M.., Kurt M.
(2008). Prevalence of antibodies to Toxoplasma
gondii infection in humans and domestic animals
in Samsun province, Turkey. Trop Anim Health
Prod. 40(5):311-5.
A.T. (2010).
Köpeklerde
Listeriozisin
Parazitoloji
29. Babür C., Esen B., Bıyıkoğlu G. (2001). Yozgat’ta
Koyunlarda
Toxoplasma
gondii’nin
Seroprevalansı. Turk J Vet Anim Sci. 25: 283-285.
19. Kılıç S., Babür C., Özkan A.T., Mamak N. (2008).
Investigation of Anti-Toxoplasma gondii and AntiLeishmania infantum Antibodies among Sivas
Kangal Dogs. Turk. J. Vet. Anim. Sci. 32(4): 299304.
30. Sevgili M., Babür C., Nalbantoğlu S., Vatansever
Z. (2003). Determination of Seropositivity for
Toxoplasma gondii in Sheep in Şanlıurfa Province.
Turk J Vet Anim Sci. 29 : 107-111.
20. Şimşek S., Ütük A.E., Babür C., Köroğlu E.
(2006). Kocaeli Yöresi Köpeklerinde Toxoplasma
gondii Seroprevalansı. Türkiye Parazitoloji
Dergisi, 30 (3): 171-174.
31. Aktaş M., Babür C., Karaer Z., Dumanlı N.
(2000). Elazığ yöresinde sığırlarda Sabin-Feldman
(SF)
Testi
ile
Anti-Toxoplasma
gondii
Antikorlarının Belirlenmesi. Turk J Vet Anim Sci.
24:535-538.
21. Babür C., Göz Y., Altuğ N., Özkan A.T., Kılıç S.
(2007). Van İli Köpeklerinde Sabin-Feldman Boya
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
44
Muz M.N. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),37-45
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
32. Öncel T., Vural G., Babür C., Kılıç S. (2005).
Detection of Toxoplasma gondii Seropositivity in
sheep in Yalova by Sabin Feldman Dye Test and
Latex Agglutination Test. Türkiye Parazitoloji
Dergisi, 29 (1): 10-12.
45. Kellar J.A. (1993). The application of risk analysis
to international trade in animals and animal
products. Rev. sci. tech. Off. int. Epiz. 12 (4):
1023-1044.
46. Hauser R., Breidenbach E., Thür B., Griot C.,
Engels M., Stärk K. (2004). Import risk analysis in
animal disease control. Berl Munch Tierarztl
Wochenschr. 117(5-6):188-92.
33. Çiçek
H.,
Babür
C.,
Eser
M.(2011).
Seroprevalence of Toxoplasma gondii in Pırlak
Sheep in the Afyonkarahisar Province of Turkey.
Turkiye Parazitol Derg. 35: 137-9.
47. Bresciani K.D., Costa A.J., Toniollo G.H.,
Luvizzoto M.C., Kanamura C.T., Moraes F.R.,
Perri S.H., Gennari S.M. (2009). Transplacental
transmission of Toxoplasma gondii in reinfected
pregnant female canines. Parasitol Res.
104(5):1213-7.
34. Karatepe B., Babür C., Karatepe M., Kiliç S.
(2008). Prevalence of Toxoplasma gondii
antibodies and intestinal parasites in stray cats
from Nigde, Turkey. Ital. J. Anim. Sci. 7:113-118.
35. Türkiye İstatistik Kurumu. (2011). Seçilmiş
göstergelerle Hatay. TÜİK matbaası. Ankara.
48. Arantes T.P., Lopes W.D., Ferreira R.M., Pieroni
J.S., Pinto V.M., Sakamoto C.A., Costa A.J.
(2009) Toxoplasma gondii: Evidence for the
transmission by semen in dogs. Exp Parasitol.
123(2):190-4.
36. Schares G., Pantchev N., Barutzki D., Heydorn
A.O., Bauer C., Conraths F.J. (2005). Oocysts of
Neospora caninum, Hammondia heydorni,
Toxoplasma gondii and Hammondia hammondi in
faeces collected from dogs in Germany. Int J
Parasitol. 35(14):1525-37.
49. Hough R.L. (2007). Soil and Human Health. An
epidemiological review. European Journal of Soil
Science. 58, 1200–1212.
37. Beaglehole R., Bonita R., Kjellstrom T. (1993).
Basic Epidemiology. Geneva: WHO.
50. Babur C., Piskin F.C., Bıyıkoğlu G., Dundar B.,
Yarali C. (1999). Eskisehir Cifteler harasi Ankara
Kecilerinde Anti-Toxoplasma gondii antikorlarının
Sabin-Feldman Dye Test (SFDT) ile araştirilmasi.
Turkiye Parazitol Derg. 23(1):72-74.
38. Yan C., Fu L.L., Yue C.L., Tang R.X., Liu Y.S.,
Zheng K.Y. (2012). Stray dogs as indicators of
Toxoplasma gondii distributed in the environment:
the first report across an urban-rural gradient in
China. Parasit Vectors. 5:5-15.
51. Yagci S., Babur C., Karaer Z., Cakmak A. (1997).
Ankara yoresinde kecilerde Toxoplasmosis. Etlik
Vet Mikrobiyol Derg. 1(9): 94-98.
39. Dabritz H.A., Miller M.A., Atwill E.R., Gardner
I.A., Leutenegger C.M., Melli A.C., Conrad P.A.
(2007). Detection of Toxoplasma gondii-like
oocysts in cat feces and estimates of the
environmental oocyst burden. J Am Vet Med
Assoc.231(11):1676-84.
52. Karatepe B., Babur C., Karatepe M., Cakmak A.,
Nalbantoglu S. (2004). Seroprevalance of
toxoplasmosis in sheep and goats in the Nigde
province of Turkey Indian Vet J 81: 974-976.
53. Babur C., Inci A., Karaer Z. (1997). Çankırı
yöresinde koyun ve kecilerde Toxoplasma gondii
seropozitifliğinin Sabin-Feldman boya testi ile
saptanmasi. Türkiye Parazitol Derg. 21(4): 409412.
40. Dabritz H.A., Conrad P.A. (2010). Cats and
Toxoplasma: implications for public health.
Zoonoses Public Health. 57(1):34-52.
41. Robert-Gangneux F., Dardé M.L. (2012).
Epidemiology of and diagnostic strategies for
toxoplasmosis. Clin Microbiol Rev. 25(2):264-96.
54. Ural K., Çelebi B., Babür C., Kılıç S. (2009).
Seroprevalence of Listeriosis, Toxoplasmosis and
Brucellosis in Saanen X Kilis and Angora Goats in
Ankara. F.Ü.Sağ. Bil.Vet.Derg. 23 (2): 79 – 82.
42. Yazar S., Yaman O., Şahin İ. (2005). Toxoplasma
gondii
Seropozitif
Gebelerde
IgG-Avidite
Sonuçlarının Değerlendirilmesi. Acta Turcica
Parasitologica. 29(4) 221-223.
43. Opsteegh M. (2011). Toxoplasma gondii in animal
reservoirs and the environment. Dissertation.
RIVM, Bilthoven. Netherlands.
44. Djakovic D.O. (2012). Toxoplasmosis – Recent
Advances. Intech prepress. Croatia.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
45
AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50
Araştırma Makalesi/Research Article
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
An investigation of Visna-Maedivirus Infection in Şanlıurfa Province,
Southeast Anatolia,Turkey
Metin GÜRÇAY1
Ayşe PARMAKSIZ1
¹ Elazığ Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, Elazığ
Geliş tarihi/Received: 15.7.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 10.9.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Abstract
Visna/maedi virus (VMV) infection is a problematic infection in sheep, and presence of the infection has been
detected all over Turkey in different proportions. Nearly a quarter of the sheep population are bred in the South-East
Anatolia region, and Şanlıurfa is the biggest province in this region. The aim of this study is to investigate VMV infection in
both ordinary traditional small enterprises and stud animal flocks. Out of 13 investigated private small enterprises using
indirect ELISA, positivity was detected in only 5, with rates between 11.5% and 66.6%. In total, 9.8% (15/153) was found
to be positive. In an organised flock where VMV symptoms were observed for one year, all of the animals that were older
than 6 months were sampled and 23.2% of them (199/858) tested positive. Positivity proportion showed a regular increase
by age. In total, out of 1,011 sheep samples, 214 (21.1%) were found to be positive. As a result, distribution of VMV was
determined to be more widespread than expected. Preventive studies were started in the stud flock after the study.
Anahtar Kelimeler: South-East anatolia, Sheep,Visna-Maedi Virus, Turkey
Türkiye’de, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Bulunan, Şanlıurfa
İlinde Visna-Maedivirus Üzerine Bir Araştırma
Özet
Visna/maedi virus (VMV) enfeksiyonu koyunların problemli bir enfeksiyonudur. Türkiye’de enfeksiyonun varlığı
değişik bölgelerde ve değişik oranlarda ortaya konulmuştur. Türkiye’de koyun yetiştiriciliğinin yaklaşık dörtte biri Güneydoğu
Anadoluda yapılmaktadır. Bölgede yetiştiriciliğin yapıldığı en büyük il Şanlıurfa dır. Araştırmanın amacı, bölgede geleneksel
özel küçük işletmeler ve damızlık işletmelerde VMV enfeksiyonunu araştırmaktır. 13 geleneksel özel küçük işletme indirect
ELİSA test ile incelendi 5 inde %11.5 ile %66.6 arasında değişen oranlarda pozitiflik bulundu. Toplamda %9.8 (15/153)
pozitiflik bulundu. Bir yıl VMV semptomları gösteren ve 6 aylıkdan büyük hayvanların bulunduğu organize bir sürüden
numuneler alındı ve test edildi. %23.2 (199/858) pozitif bulundu. Pozitiflik oranlarının yaşın artmasıyla düzenli olarak arttığı
görüldü. Toplamda 1011 koyun numunesinden 214 (%21.1) Bu sonuçlara göre VMV enfeksiyonu umulandan daha yüksek
oranda yaygın olduğu ortaya konuldu. Damızlık sürülerde hayvanlar damızlığa ayrıldıktan sonra, koruyucu önlem çalışmaları
başlatılmalıdır.
Key Words: Güneydoğu anadolu, Koyun, Visna-Maedi virus,Türkiye
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------accomplished in 1957 by Sigurdsson (5). The agent is a
Introduction
lentivirus in the Retroviridaefamily. VMV and the very
Visna-Maedi virus (VMV) infection in sheep has
similar Caprinearthritisencephalitis virus (CAEV) are
been the cause of important economic loss due to
classified
as
small
ruminant
lentiviruses
wasting and health disorders (1,2) in many countries of
(SRLV).Comparison of gag and pol sequences of SRLV
the world, especially where organised dairy breeding is
has revealed the presence of four new types (A-D).
performed (3) . Very few countries are free from
There
are at least 7 subtypes in group A, and group B
infection like Australia and New Zealand (4).This fatal
contains two subtypes. Until now, subtypes A5, A7, B1
infection was first described in 1954 by Bjorn
and groups C and D have been isolated only from goats.
Sigurdsson in Iceland, later Maedi-Visna virus was the
Subtypes A1 and A2 have been isolated only from
first lentivirus to be isolated and characterized,
Yazışma adresi/Correspondance: Metin GÜRÇAY, Elazığ Veteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü, Elazığ – TÜRKİYE,
E-posta: [email protected]
Gürçay M. ve Parrmaksız A.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
weakness in the back legs were clearly observed in the
affected sheep of every age, and particularly the 6month-old and 3-year-old ones. Animals were died after
2-3 days up to nearly 1 month after showing the
symptoms. Post-mortem macroscopic examination had
previously been applied to some sheep and the
prominent affected organ was the lungs. The colour of
the lung had become grey-black and mostly only one
lob was affected. VM-related clinical findings were
observed in some sheep during sampling. All of the 6month-old and above sheep were sampled in this flock
(n=858).
The body condition scores (BCS) of the sampled
sheep were not recorded individually in this flock but
nearly 10-15% of the sheep were at lower levels which
were clinically normal. All sampled sheep from the
small flock’s BCS values were within normal
measurements.
Totally, 1011 sheep were sampled during this
study.
Serological test
A commercial indirect ELISA kit for MaediVisna/CAEVSero-diagnosis
(anti-p28
protein)
(InstitutPourquier, France) was utilized for to test the
serum samples. The test was performed according to the
manufacturer’s instructions and plates were read with an
ELISA reader (ELX800 Absorbance Microplate Reader
Bio-Tek) at 450 nm.The results were calculated
according to the instructions.
sheep, while subtypes A3, A4, A6, and B2 have been
isolated from both species (6,7).
SRLV leads to persistent infection like all other
retroviruses that have many unique features and
complex replicative characteristics.They are known to
create slow, progressive and fatally lymphoproliferative
diseases in target organs, mainly in the joints, lungs,
mammary glands and brain (8). Most cells, especially
lymphocytes, contain viral genomes but do not produce
infectious virus for a long time. Eventually, increased
viremia, more severe disease and death are inevitable.
The infections are mostly transmitted via lymphocyte
transfer. Incubation can be prolonged up to 6-7 years but
the main factor determining the incubation period is
age. Characteristic clinical signs of the diseases like
chronic weight loss and exercise intolerance leading
eventually to respiratory distress and death could be
seen generally after 2-3 years after the infection of virus
(2,9).
VMV is a prevalent disease in many parts of the
world (3,10,11,12,13).
Presence of VMV has been known since the
mid1970’s in Turkey (14). In the latest studies VMV
presence has been reported to be 26.7% (168/628) in
different locations in Anatolia (15), 23.5% (137/583) in
northern Turkey (16) and 15.3% in Istanbul province
(17).
The South-east Anatolia region is one of the
prominent places in terms of sheep breeding due to its
geographical features. The aim of this study was to
investigate the VMV infection in private small-medium
scale farms in the Şanlıurfa, which is one of the
provinces with intensive sheep farming in South-east
Anatolia, Turkey.
Results
According to the results of the serological tests
of 13 private small flocks, positivity was detected in
only 5, at rates between 11.5% and 66.6%. In total, a
9.8% (15/153) value was detected.
Materials and Methods
Table 1. Test results for Visna-Maedi Virus infection in
small private enterprises
Tablo
1.Küçük
özelişletmelerdekiVisna-Maedi
infeksiyonu test sonuçları
Sampled Animals
To determine the prevalence of the VisnaMaedivirus infection in private flocks, blood serum
samples were collected from 13 different small-medium
scale sheep flocks and 1 stud flock. In family type
flocks, the numbers of breeding sheep were between 4
and 150 in the sampled flocks, and in total 153 sheep
were sampled in summer 2010. All the sheep were
clinically normal at the time of sampling. According to
the information obtained from the flock owners, VMV
infection-related symptoms had not been observed
before.
VM-related typical symptoms were detected
from the largest flock investigated in this study. Health
records for this flock were kept for last one and half
years. According to the records, 4 to 6 sheep died every
month for nearly the lastone year. Progressive
weakness, coordination disorders, cough, fur loss and
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
In the only organised flock, out of 858 sheep
samples 199 (23.2%) were determined as positive. As
47
Gürçay M. ve Parrmaksız A.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
related disorders had not been observed in these animals
before.
The infection was also investigated in terms of
typical VMV symptoms observed in an organised stud
animal breeding flock. All animals above 6 months old
were sampled for serological screening and 23.2%
(199/858) positivity was detected. Proportions were
shown to increase relative to age, 3.5%was determined
in the animals between 6 months old and 1 year old,
21.4% in the 2-year-old group, and 44.9% in the 3years-old and above group. This dramatic distribution
was also supported by statistical analysis. Maternal
antibody presence creates false results so test results of
these animals were accepted as unreliable. Therefore
animals younger than 6 months old were not tested in
this flock.
Flock records were retrospectively investigated;
all animals from a bigger stud flock which had been
positive were collectedand no any other sheep entered
the flock later on. The source of the infection was
clarified and eradication was proposed for these flocks.
Many European countries have reported the
infection with different proportions. Presence of SRLV
has been known since 1862 in the Netherlands (12) .
VMV has been quite prevalent in North America.
According to a survey conducted in the United States
and Canada, seropositivity was determined in 61% of a
flock of 575. Out of 46,817 tested sheep, 27% were
reported to be positive (3). In Germany, in total 2,229
blood samples from 70 farms were tested and 28.8% of
the animals and 51.2% of the herds were reported as
positive(11). There is quite limited information for the
neighbouring countries of Turkey. The infection has
been reported in Iran(13). In Syria, 6% of 1,445 sheep
were detected to be positive(10).
There is no definite information about the first
entrance of the VMV infection into Turkey but the first
report refers to 1975(14).Virus isolation and
classification have not been reported so far in Turkey
but the latest reports show that the infection is
widespread in nearly the whole country even though
proportions are not very high. Albayrak et al. (16)
testeda total of 583samples in the northern provinces.
Positivity rates were 19.4% in Samsun, 15.4% in Sinop,
25.8% in Ordu, 26.7% in Trabzon, 36.7% in Rize,
69.0% in Amasya, 35.0% in Tokat, while all of the
samples (n=153) were negative from Giresun
province.A total rate of 23.5% (137/583) was detected.
In another study carried out in Central Anatolia (18), out
of 279 sheep, 54 (19.4%) were found to be positive,
while 5 sheep were also detected as being antigenpositive. Preziuso et al. (17) reported a VMV infection
rate of 15.3% in Istanbul province, and the positivity
proportion in adult sheep (1≥) was found to be 5 time
can be seen in Table 2, positivity distribution according
to the age group shows dramatic changes. While a value
of only 3.5% (14/395) was observed in the first group (6
mo.- 1 years old), the proportion reached 21.4% (21/98)
in the sheep nearly 2 years old. As can be expected, the
proportion was highest (44.9%) in the oldest group of
sheep.
Table 2. Test results for Visna-Maedi Virus infection in
the organised flock
Tablo 2. Organize sürüde Visna-Maedi infeksiyonu test
sonuçları
Statistical analysis
The test results of the animals from organised
farms were statistically analysed. According to the chisquare method, differences between sheep under 1 years
old and those above were found to be significant (χ2
=158.65; p<0.001, 95% CL). Another data evaluation
was made for 3 groups (6 mo-1 year old, nearly 2 years
old, and 3 year old and above). Significant differences
was also determined among these 3 groups (Table 2) (χ2
=182.60; p<0.001, 95% CL).These results show that
VMV positivity increased with age.
Discussion
The South-East Anatolia region has been one of
the prominent are as for small ruminant breeding,
especially sheep farming for centuries. Nearly a quarter
of the sheep flocks are in this region. Climatictopographical features and the presence of large rural
areas render the region very suitable for sheep breeding,
as do consumption trends in this area as well. Şanlıurfa
province is the largest province in this region. In this
study, VMV infection was investigated both in small
family type flocks and an organised enterprise in
Şanlıurfa province. For this purpose, 153 blood serum
samples were obtained from 13 randomly selected small
private sheep flocks and 1 organised farm with typical
VMV symptoms observed for nearly one year period.
According to the results of the indirect ELISA test, out
of 13 small farms, 5 were found to be positive with rates
between 11.5% (3/26) and 66.6% (2/3). Totally 15
(9.8%) were detected to be positive. All animals were
clinically normal at the time of sampling, despite the
absence of regular health records. According to
information received from the flock owners, VMV-
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
48
Gürçay M. ve Parrmaksız A.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
shigher than in young animals. Karaoglu et al. (15)
checked 825 sheep samples from small private
enterprises in 8 provinces in Anatolia and VMV
positivity was detected in 5 provinces, in total 2.6% of
the samples were positive.
Eradication programs have been established in
many countries of the world (19,20) . A national
eradication program has not been implemented in the
countries like Turkey; herd- based control studies have
emerged as the only option. Understanding the
transmission dynamics is crucial in order to implement
control strategies (19). VMV is mainly transmitted from
mother to offspring through milk. It has also been
suggested that prolonged contact between adult animals
facilitates VMV transmission. Two-meter separation
between animal pens is sufficient to prevent SRLV
transmission in goats (21). In addition, fomite exposure
through the oronasal cavity during feeding and drinking
water also carries risks (9,22) . All of the studied flocks
had been grazing in the field virtually all years so
contact transmission also creates a contamination risk.
Furthermore, uncontrolled animal participation in the
flocks is an almost routine practice in non-organized
flocks. If these two conditions are ignored, flock-based
eradication will not get very far.There is no vaccine or
fully successful treatment against infection. The most
important point is to give necessary information and
extensive support to herd owners. There are many small
family type flocks in the region. It seems that the
control of the VMV infection in the region cannot be
accomplished without countrywide eradication actions.
However, especially considering especially the mid- and
long-term future economic losses, getting VMV under
control is an obligation.
References
1. Dohoo IR, Heaney DP, Stevenson RG, Samagh BS,
Rhodes CSİ (1987). The effects of maedi-visna virus
infection
on
productivity
in
ewes.
PreventiveVeterinaryMedicine., 4, 471–484.
2. Keen JE, Hungerford LL, Littledike ET, Wittum TE,
Kwang J (1997). Effect of ewe ovine lentivirusinfection
on ewe and lamb productivity. Preventive Veterinary
Medicine 30, 155–169.
3. Keen JE (1994). The epidemiology of ovine progressive
pneumonia (ovine lentivirus): diagnosis, risk factor
analysis, and production effects in sheep at the US Meat
Animal Research Center. Ph.D. Dissertation.University
of Illinois, Urbana–Champaign.
4. Brodie SJ, de la Concha-Bermejillo A, Snowder GD,
Demarquest J(1998). Current concepts in the
epizootiology, diagnosis, and economic importance of
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
ovine progressive pneumonia in North America: a
review. Small Ruminant Research 27, 1–17.
5. Straub OC (2004). Maedi-Visna virus infection in
sheep. History and present knowledge. Comp.
Immunol.Microbiol. Infect. Dis., 27: 1-5.
6. Shah C, Huder JB, Böni J, Schönmann M, Mühlherr J,
Lutz H, Schüpbach J (2004) a. Direct evidence for
natural transmission of Small-Ruminant Lentiviruses of
subtype A4 from goats to sheep and vice versa.Journal
of Virology, 78, 7518-7522.
7. Shah CA, Böni J, Huder JB, Vogt HR,Mühlherr J,
Zanoni R, Miserez R, Lutz H, Schüpbach J: (2004) b.
Phylogenetic analysis and reclassification of caprine and
ovinelentiviruses based on 104 new isolates:
evidencefor regular sheep-to-goat transmission and
world-wide propagation through livestock trade.
Virology 319,12–26.
8. Radostits OM, Gay CC, Blood DC, Hinchcliff KW
(2000). VeterinaryMedicine.W.B. Saunders, London.
9. Houwers
DJ
(1990).Economic
importance,
epidemiology and control. In: MaediVisna and Related
Diseases, pp. 83–117.
10. Giangaspero M, Tabbaa D, Nishikawa H.,
Vanopdenbosh E (1993): Epidemiological survey of the
MaediVisna(MV)
virus
in
Syrian
Awassi
sheep.RevueD'élevageet
de
MédecineVétérinaireDesPaysTropicaux., 46:431-434.
11. Hüttner K, Seelmann M, Feldhusen F (2010).
Prevalence and risk factors for Maedi-Visna in sheep
farms
in
Mecklenburg-Western-Pomerania.Berl.
Munch.Berl Munch TierarztlWochenschr, 123,463-467.
12. Van Maanen C, Brinkhof JM, Moll L, Colenbrander B,
Houwers DJ (2010). Aspects of the epidemiology,
research, and control oflentiviral infections of small
ruminants and their relevance to Dutch sheep and goat
farming.Tijdschr.Diergeneeskd., 135,600-603.
13. Azizi S, Tajbakhsh E, Fathi F, Oryan A, Momtaz H,
Goodarzi M (2012). Maedi in slaughtered sheep: a
pathology and polymerase chain reaction study in south
western Iran. Tropical Animal Health and Production.,
44:113-118.
14. Alibaşoğlu
M,
Arda
M
(1975).
Koyun
pulmoneradenomatosis’inin Türkiye’de durumu ile
patolojisi ve etiyolojisinin araştırılması.Tubitak-VGAH
Yayınları, 273/4,111.
15. Karaoglu T, Alkan F, Burgu I (2003). Küçük aile
işletmelerindeki
koyunlarda
maedi-visna
enfeksiyonunun seroprevalansı. Ankara Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Dergisi, 50, 123-126.
49
Gürçay M. ve Parrmaksız A.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),46-50
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
16. Albayrak H, Yazici Z, OkurGumusova S, Ozan E
(2012). Maedi-visna virus infection in Karayaka and
Amasya Herik breed sheep from provinces in northern
Turkey.Tropical Animal Health and Production. DOI
10.1007/s11250-011-9996-9.
17. Preziuso S, Or ME, Giammarioli M, Kayar A, Feliziani
F, Gonul R, Farneti S, ParkanYaramış C, Valente C,
Cuteri V (2010). Maedi-visna virus in Turkish sheep: a
preliminary serological survey using ELISA tests.
TurkishJournal of Veterinary and AnimalSciences,
34:289-293.
18. Azkur AK, Gazyagcı S, Aslan ME (2011). Serological
and epidemiological investigation of Bluetongue,
Maedi-Visna and Caprine Arthritis Encephalitis Viruses
in small ruminant in Kırıkkale district in Turkey.Kafkas
Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 17: 803-808.
19. Peterhans E, Greenland T, Badiola J, Harkiss G, Bertoni
G, Amorena B, Eliaszewicz M, Juste RA, Krassnig R,
Lafont JP, Lenihan P, Petursson G, Pritchard G, Thorley
J, Vitu C, Mornex JF, Pepin M (2004). Routes of
transmission and consequences of small ruminant
lentiviruses(SRLVs) infection and eradication schemes.
Veterinary Research 35, 257–274.
20. Reina R, Berriatua E, Luján L, Juste R, Sánchez A, de
Andrés D,Amorena B (2009). Prevention strategies
against small ruminantlentiviruses: an update.
TheVeterinary Journal, 182, 31-37.
21. Adams DS, Klevjer-Anderson P, Carlson JL, McGuire
TC, Gorham JR (1983). Transmission and control of
caprine arthritis–encephalitis virus.American Journal of
Veterinary Research.44, 1670–1675.
22. Berriatua E, Alvarez V, Extramiana B, González L,
Daltabuit M, Juste R (2003).Transmission and control
implications of seroconversion to Maedi-Visnavirus in
Basquedairy-sheep
flocks.PreventiveVeterinaryMedicine. 60:265-279.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
50
AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54
Araştırma Makalesi/Research Article
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Saanen Keçilerinde Caprine Arthritis-Encephalitis Virus
Enfeksiyonunun Serolojik Araştırılması
Orhan YAPICI1, Oğuzhan AVCI2, Irmak DİK2, Kamil ATLI2, Sibel YAVRU2
1
2
Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Bişkek, Kırgızistan
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye
Geliş tarihi/Received: 1.9.2013, Kabul Tarihi/Acepted: 29.9.2013
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Caprine arthritis encephalitis enfeksiyonu keçilerde caprine arthritis encephalitis virus (CAEV) tarafından meydana
getirilen viral bir enfeksiyondur. Bu çalışmada Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde bulunan Adana’daki Saanen keçilerinde
CAEV enfeksiyonunun seroprevalansının belirlenmesi amaçlandı. 150 adet Saanen keçisinden kan serum örnekleri
toplandı. Serum örnekleri CAEV’ye karşı gelişen antikor varlığı yönünden ticari olarak temin edilen competitive-inhibition
enzyme linked immunsorbent assay kiti ile incelendi. İncelenen serum örneklerinin 4 (%2.66)’ünde CAEV’ye karşı oluşan
antikor varlığı tespit edildi. Bu çalışma sonuçları Adana ilinde yetiştirilen Saanen keçilerinde CAEV enfeksiyonunun düşük
prevalansda olduğunu ortaya koydu. Sonuç olarak Saanen keçi popülasyonlarında görülebilecek yeni enfeksiyonların
kontrol edilebilmesi için CAEV prevalansı ile birlikte risk faktörlerini de kapsayan daha fazla çalışma yapılması
gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Caprine Arthritis Encephalitis Virus, Saanen Keçisi, ELISA
Serologic Investigation of Caprine Arthritis Encephalitis Virus
Infection in Saanen Goats
Abstract
Caprine arthritis encephalitis is a viral disease of goats that is caused by the caprine arthritis encephalitis virus
(CAEV). The aim of this study is to define seroprevalence of CAEV infection in Saanen goats in Adana in
the Mediterranean region of Turkey. Blood serum samples were collected from 150 Saanen goats. Sera samples were
analyzed for presence of antibodies against CAEV by commercially available competitive-inhibition enzyme linked
immunosorbent assays. Antibodies to CAEV were detected in 4 (2.66%) of the examined sera samples. Results of this
study carry out that CAEV has a low prevalence in Saanen goats in Adana. In conclusion, further studies should be
conducted on explaining the risk factors associated with CAEV prevalence in Saanen goat populations in an attempt to
control new infections.
Key Words: Caprine Arthritis Encephalitis Virus, Saanen Goat, ELISA
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------virusun virionları 80-100 nm çapındadır. Lentivirus’lar
Giriş
lipid eriticilere, fenol içeren dezenfektanlara,
formaldehit ve düşük pH (<4.2)’a karşı duyarlıdır (9).
Caprine arthritis encephalitis (CAE), keçilerde
Çeşitli koyun hücre kültürlerinde cytopathogenic effect
karpal arthritis, memelerin sertleşmesi ve büyümesi,
(CPE) oluşturmadan çoğalabilmektedirler (24). CAEV,
akut encephalitis veya kronik pneumoni ile karakterize
mononüklear hücreleri özellikle de meme bezi, merkezi
seyreden viral bir enfeksiyondur (3). Caprine arthritis
sinir sistemi, eklem sıvısı ve akciğerin doku
encephalitis virus (CAEV) Retroviridae familyasının
makrofajlarına affinite gösterir (15, 18, 30). CAEV
Lentivirus genusunda yer almaktadır (18). Zarlı olan bu
enfeksiyonunun bulaşmasında enfekte keçi sütü ve
Yazışma adresi/Correspondance: Oğuzhan AVCI, Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı,
Alaeddin Keykubat Kampusu,Tr-42250 Konya – TÜRKİYE, E-posta: [email protected]
* Bu araştırmanın özeti 5. Avrupa Viroloji Kongresi’nde (2013) sunuldu ve özet kongre kitapçığında basıldı.
Yapıcı O. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
kolostrumun önemli rol oynadığı bildirilmiştir (22).
Ayrıca aerosol, intrauterin, direkt kontakt ve semen
aracılığı ile de bulaşma gerçekleşebilmektedir (1, 16,
25). Enfekte hayvanların solunum sekresyonları
enfeksiyonun sürekli olarak yayılmasında etkilidir (3,
28).
Bulgular
Enfeksiyonun teşhisinde özellikle yetişkinlerde
şekillenen klinik belirtiler (poliarthritis ve mastitis),
yavrularda gözlenen felçler CAEV enfeksiyonunu akla
getirmektedir. Görülen klinik semptomlar listeriosis,
polioencephalomalacia ve kuduz ile karışabildiği için
ayırt edilmesi gerekir. Kesin teşhis laboratuvar
bulguları ile mümkün olmaktadır. Süt ve kan serumu
örneklerinden antikor tespit edilerek enfeksiyonun
serolojik tanısı konulabilmektedir (23). Canlı
hayvanlardan alınacak eklem sıvısı, kan ve süt
örnekleri ile otopsi sırasında alınacak akciğer, sinoviyal
membran, beyin, omurilik ve meme dokusu örnekleri
kullanılarak
enfeksiyonun
virolojik
teşhisinin
yapılabildiği rapor edilmiştir (2). Agar jel
immundifuzyon testi (AGID) ve Enzyme Linked
Immunosorbent Assay (ELISA) CAEV’ye karşı gelişen
spesifik antikorların tespiti amacıyla kullanılan testler
arasında yer almaktadır (5, 7, 8). Competitive ELISA
(c-ELISA)’nın CAEV’nin serolojik teşhisinde oldukça
spesifik bir test olduğu bildirilmiştir (13).
Lentivirus’ların neden oldukları enfeksiyonlarda
hayvanlar yaşamları boyunca enfekte kaldıkları için
antijen tespiti yapılabilmektedir (30). İndirekt teşhisin
yanı sıra son yıllarda hem süt hem de kan serumu
örneklerinden etkenin direkt teşhis edilebilmesi amacı
ile
polymerase
chain
reaction
(PCR)
da
kullanılmaktadır (21).
Süt veriminde azalmaya ve süt kalitesinde
düşüşe yol açan, keçilerin slow virus enfeksiyonları
arasında bulunan CAEV; kronik interstitial pneumonia,
arthritis, meningoencephalitis, induratif mastitis,
nonsuppurative arthritis, kilo kaybı, nadiren gebe
keçilerde abortlara yol açması nedeni ile keçi
yetiştiriciliğinde
ekonomik
kayıplara
neden
olabilmektedir (10, 11). Tüm dünyada görülen
CAEV’nin diğer Lentivirus’lar gibi hayat boyu devam
eden persiste enfeksiyonlara neden olduğu bildirilmiştir
(22). Virus ile enfekte olan hayvanlar yaşam boyu
virusu taşımalarının yanı sıra enfeksiyonun sürü
içerisinde yüksek prevalansa ulaşmasına da yol
açmaktadırlar (7).
İncelenen 150 adet keçi kan serumu örneğinin 4
adedi (%2.66) CAEV’ye karşı gelişen antikor varlığı
yönünden seropozitif tespit edildi.
Tartışma ve Sonuç
Bu çalışmada Saanen keçilerine ait 150 serum
örneğinden 4 tanesi CAEV’ye karşı gelişen antikor
varlığı yönünden pozitif (%2.66) belirlendi. CAEV
seropozitivitesi ile süt üretimi arasında herhangi bir
ilişki olmadığını ifade eden çalışmaların (19, 27) yanı
sıra seronegatif hayvanlar ile karşılaştırıldıklarında
laktasyon periyodu ile birlikte artış gösteren süt üretimi
ve sütteki yağ miktarı fazla olan hayvanlarda
seropozitivitenin yüksek olduğu rapor edilmiştir (12,
26). Ayrıca CAEV’nin meme dokusuna affinite
duymasından dolayı meme lezyonlarının genç
hayvanlara göre yaşlı hayvanlarda daha sık görüldüğü
ifade edilmiştir (17). Bu çalışmada örnekleme yapılan
hayvanların 2-3 yaşlarında ve laktasyon periyotlarının
çok uzun olmaması elde edilen düşük seropozitivite
oranlarının nedenleri arasında değerlendirilmiştir.
Bu çalışma önceki yıllarda ülkemizin çeşitli
illerinden bildirilen CAEV enfeksiyonunun diğer
illerde de görülme ihtimali hipotezinden yola çıkarak,
Adana’daki Saanen keçilerinde CAEV enfeksiyonunun
prevalansının belirlenmesi amacı ile yapıldı.
Plaza ve ark (23) 66 adet sütçü keçiden elde
ettikleri kan ve süt örneklerini CAEV’ye karşı gelişen
antikor varlığı yönünden ELISA ile inceledikleri
çalışmada her iki örneğin de paralel sonuç verdiğini
(%56.06) ifade etmişlerdir. Bu çalışmada süt örnekleri
elde edilemediği için CAEV enfeksiyonunun teşhisinde
süt serum örneklerinin kan serum örneklerinin yerine
kullanılıp kullanılamayacağı yönünden herhangi bir
değerlendirme yapılamamıştır. Bununla birlikte bu
çalışma ile Adana’da Saanen keçilerinde CAEV
enfeksiyonun varlığı serolojik olarak ortaya
konulmuştur.
Materyal ve Metot
Adana’da bulunan bir keçi işletmesindeki 150
adet Saanen ırkı sütçü keçiden (2-3 yaş) kan örnekleri
V. jugularis’den (10mL) steril kaolinli (BD,
Vacutainer®, ABD) tüplere alındı. Elde edilen
numuneler soğuk zincir altında Selçuk Üniversitesi,
Veteriner
Fakültesi,
Viroloji
Anabilim
Dalı
laboratuarına getirildi. Kanlar 3000 devirde 10 dk
santrifüj edilerek serumlar steril eppendorf tüplere
aktarıldı. Elde edilen serum örnekleri 56 °C’de 30 dk
bekletildikten sonra inaktive edilerek CAEV’ye karşı
gelişen antikor varlığı yönünden ticari competitiveinhibition ELISA kiti (cELISA; ID Screen, Fransa) ile
incelendi.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
Keçi yetiştiriciliğinin yaygın olarak yapıldığı
ülkelerde
(ABD,
Norveç,
İsviçre)
CAEV
enfeksiyonunun varlığı bildirilmiştir (6, 14, 20).
Türkiye’de Burgu ve ark (4) kan serumu örneklerini
AGID ile araştırdıkları çalışmalarında %1.9-3.2
52
Yapıcı O. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
arasında pozitiflik oranı elde ettiklerini rapor
etmişlerdir. Yavru ve ark (29) ise Konya ve Yozgat’dan
topladıkları 190 adet keçi kan serum örneğini ELISA
ve AGID testleri ile karşılaştırmalı olarak inceledikleri
çalışmada sırasıyla %1.57 ve %3.68’lik bir
seropozitiflik
tespit
ettiklerini
bildirmişlerdir.
Araştırmacılar (29) CAEV’nin teşhisinde ELISA’nın
AGID’e göre daha spesifik olduğunu rapor etmişlerdir.
Bu çalışmada örneklerin sadece cELISA ile incelenmiş
olması diğer testlerin CAEV enfeksiyonunun
teşhisindeki sensitivitesi ve spesifiteleri hakkında bilgi
elde edilememiştir. Ayrıca örneklenen hayvanların
hepsinin aynı ırk olması nedeni ile enfeksiyonun farklı
ırklarda görülme ihtimali ortaya konulamamıştır.
Bundan sonraki yıllarda kan örneklerinin yanı sıra süt
örneklerinin de dahil edileceği, farklı ırk ve yaşlar
üzerinde
araştırmalar
yapılarak
ırk-yaş
predispozisyonunun da ortaya konulması gerekliliği
düşünülmüştür. Örnekleme yapılan işletmede ortak süt
havuzu yerine bireysel süt tüketiminin bulunması
belirlenen düşük seropozitivitenin nedenleri arasında
değerlendirilmiştir.
Brazilian caprine lentiviruses indicate affiliations
to both caprine arthritis-encephalitis virus and
visna-maedi virus. J. Gen. Virol. 80: 1583-1589.
CAEV enfeksiyonu yönünden sürülerin
durumlarının belirlenmesi oldukça önemlidir. Altıncı
aydan itibaren sürüde bulunan tüm hayvanlar 6 ayda bir
CAEV enfeksiyonu yönünden test edilmeli, seropozitif
hayvanlar ayrılmalı ve kesime sevk edilmelidir.
3.
4.
5.
7.
Dawson M, Wilesmith JW, (1985). Serological
survey of lentivirus (maedi-visna/Caprine arthritis
encephalitis) infection in British goat herds. Vet.
Rec. 117: 86-89.
8.
de Andres D, Klein D, Watt NJ, Berriatua E,
Torsteinsdottir S, Blacklaws BA, Harkiss GD,
(2005). Diagnostic tests for small ruminant
lentiviruses. Vet. Microbiol. 107: 49-62.
9.
Fenner F, Bachmannp A, Gibbs EPJ, Murphy FA,
Studdert MJ, Whited O, (1987). Retroviridae. In
Veterinary Virology. Fenner F, Bachmann PA,
Gibbs EPJ, Murphy FA, Studdert MJ, White DO.
eds. Academic Pres, New York. pp. 549-576.
11. Gjerset B, Jonassen CM, Rimstad E, (2007).
Natural transmission and comparative analysis of
small ruminant lentiviruses in the Norwegian
sheep and goat populations. Virus Res. 125(2):
153-161.
Kaynaklar
2.
Cutlip RC, Lehmkuhl HD, Sacks JM, Weaver AL,
(1992). Prevalence of antibody to caprine
arthritis-encephalitis virus in goats in the United
States. J. Am. Vet. Med. Assoc. 200: 802-805.
10. Giangaspero M, Vanopdenbosch E, Nishikawa H,
(1992). Lentiviral arthritis and encephalitis in
goats in North-west Syria. Revue. Elev. Med. Vet.
Pays. Trop. 45(3-4): 241.
Öneriler
1.
6.
Adams DS, Klevjer-Anderson P, Carlson JL,
McGuire TC, Gorham JR, (1983). Transmission
and control of caprine arthritis encephalitis virus.
Am. J. Vet. Res. 44: 1670-1675.
12. Greenwood PL, (1995). Effects of caprine arthritis
encephalitis virus on productivity and health of
dairy goats in New South Wales, Australia. Prev.
Vet. Med. 22: 71-87.
Barlough J, East N, Rowe JD, Vanoosear K,
Derock E, Bigornia L, Rimstad E, (1994). Doublenested polymerase chain reaction for detection of
caprine arthritis encephalitis virus proviral DNA
in blood, milk, and tissues of infected goats. J.
Virol. Methods. 50(1-3): 101-113.
13. Herrmann LM, Cheevers WP, McGuire TC,
Adams DS, Hutton MM, Gavin WG, Knowles DP,
(2003). Competitive-inhibition enzyme-linked
immunosorbent assay for detection of serum
antibodies to caprine arthritis-encephalitis virus:
diagnostic tool for successful eradication. Clin.
Diagn. Lab. Immunol. 10(2): 267-271.
Blacklaws BA, Berriatua E, Torsteinsdottir S,
Watt NJ, de Andres D, Klein D, Harkiss GD,
(2004). Transmission of small ruminant
lentiviruses. Vet. Microbiol. 101: 199-208.
14. Krieg A, Peterhans E, (1990). Caprine arthritisencephalitis in Switzerland: epidemiological and
clinical studies. Schweiz. Arch. Tierheilkd. 132:
345-352.
Burgu I, Akça Y, Özkul A, Karaoğlu T, Çabalar
M, (1994). Antibody prevalence of caprine
arthritis encephalitis virus (CAEV) in goats in
Turkey. Dtsch. Tierarztl. Wochenschr. 101: 390391.
15. Lamara A, Fieni F, Mselli-Lakhal L, Tainturier D,
Chebloune Y, (2002). Epithelial cells from goat
oviduct are highly permissive for productive
infection with caprine arthritis-encephalitis virus
(CAEV). Virus Res. 87: 69-77.
Castro RS, Greenland T, Leite R, Gouveia A,
Mornex JF, Cordier G, (1999). Conserved
sequence motifs involving the tat reading frame of
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
53
Yapıcı O. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),51-54
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
eradication program in Italian farm. Small Rumin.
Res. 57: 73-79.
16. Le Jan C, Bellaton C, Greenland T, Mornex JF,
(2005). Mammary transmission of caprine arthritis
encephalitis virus: a 3D model for in vitro study.
Reprod. Nutr. Dev. 45: 513-523.
28. Villoria M, Leginagoikoa I, Lujan L, Perez M,
Salazar E, Berriatua E, Juste RA, Minguijon E,
(2013). Detection of small ruminant Lentivirus in
environmental samples of air and water. Small
Rum. Res. 110: 155-160.
17. Lerondelle C, Godet M, Mornex JF, (1999).
Infection of primary cultures of mammary
epithelial cells by small ruminant lentivirus. Vet.
Res. 30: 374-476.
29. Yavru S, Şimşek A, Kale M, Bulut O, (2006). An
investigation of caprine arthritis encephalitis virus
infection in goats. Veterinarium. 17(1): 4-7.
18. Narayan O, Clements JE, (1989). Biology and
pathogenesis of lentiviruses. J. Gen. Virol. 70:
1617-1639.
30. Zink MC, Yager JA, Myers JD, (1990).
Pathogenesis of caprine arthritis encephalitis
virus. Cellular localization of viral transcripts in
tissues of infected goats. Am. J. Pathol. 136: 843854.
19. Nord K, Adnoy T, (1997). Effects of infection by
caprine arthritis-encephalitis virus on milk
production of goats. J. Dairy Sci. 80: 2391-2397.
20. Nord K, Rimstad E, Storset AK, Loken T, (1998).
Prevalence of antibodies against caprine arthritisencephalitis virus in goat herds in Norway. Small
Rum. Res. 28: 115-121.
21. Oem JK, Chung JY, Byun JW, Kim HY, Kwak D,
Jung BY, (2012). Large scale serological survey
of caprine arthritis-encephalitis virus (CAEV) in
Korean black goats (Capra hircus aegagrus). J.
Vet. Med. Sci. 74(12): 1657–1659.
22. Peterhans E,Greenland T, Badiola J, Harkiss G,
Bertoni G, Amorena B, Eliaszewicz M, Juste RA,
Krassnig R, Lafont JP, Lenihan P, Petursson G,
Pritchard G, Thorley J, Vitu C, Mornex JF, Pepin
M, (2004). Routes of transmission and
consequences of small ruminant lentiviruses
(SRLVs) infection and eradication schemes. Vet.
Res. 35: 257-274.
23. Plaza M, Sanchez A, Corrales JC, De la Fe C,
Contreras A, (2009). Caprine arthritis encephalitis
virus diagnosed by ELISA in lactating goats using
milk samples. Small Rumin. Res. 81: 189-192.
24. Robinson WF, Ellis TM, (1986). Caprine arthritisencephalitis virus infection: from recognition to
eradication. Aust. Vet. J. 63(8): 237-241.
25. Rowe JD, East NE, (1997). Risk factors for
transmission and methods for control of caprine
arthritis-encephalitis virus infection. Vet. Clin. N.
Am. Food Anim. Pract. 13: 33-53.
26. Smith MC, Cutlip R, (1988). Effects of infection
with caprine arthritis-encephalitis virus on
milkproduction in goats. JAVMA. 193: 63-67.
27. Turin L, Pisoni G, Giannino ML, Antonini M,
Rosati S, Ruffo G, Moroni P, (2005). Correlation
between milk parameters in CAEV seropositive
and negative primiparous goats during an
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
54
AVKAE Derg. 2013, 3(1),55-57
Vaka Takdimi/ Case Report
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dokuz Günlük Erkek Buzağıda Akut Babeziozis
Mustafa N. MUZ1, Aliye S. ÖZTÜRK1, Muhammet KARAKAVUK2
1
2
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı, Hatay.
Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Geliş tarihi/Received:17.8.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 28.8.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Araştırma ve Uygulama Hastanesine yüksek ateş, öksürük, düzensiz
solunum ve depresyon şikayeti ile getirilen dokuz günlük Holştayn ırkı erkek buzağının genel muayenesi yapılarak periferik
kan örneği alındı. Parazitolojik kan muayenesi amacıyla yapılan giemsa boyama sonucuna göre yavruda ve daha sonra
örneklenen annede Babesia sp. tespit edildi. Sonuçta klinik olarak akut babeziozis septomları göstermeyen dokuz günlük bir
buzağı ve annesi yapılan konsültasyona göre parazitolojik kan muayenesi ile erken teşhis edilerek imidokarb etken madde
içeren preparat başarı ile sağaltıldı. Klinisyenlerin benzer olgularda yapacakları konsültasyonun asemptomatik piroplazmozis
vakalarının erken tanı ve tedavisindeki önemi gösterildi.
Anahtar Kelimeler: Akut babesiosis, Buzağı, Tedavi.
Acute Babesiosis in A Nine-Day Old Male Calf
Abstract
The nine days old Holstein bred male calf suffering from fever, coughing, irregular breathing and depression was
brought to the Applied & Research Center in Mustafa Kemal University, Faculty of Veterinary Medicine in Hatay, Turkey.
Peripheral blood sample took for parasitic examination. Calf and the mother cow found infected with Babesia sp. according
to giemsa dye result. Animals were treated with active ingredient the imidocarp containing preparation with supportive
cares. In conclusion clinical consultation and impact of the parasitological blood examination is well understood and it is an
effective way to discard pathologic effects among the asymptomatic animals with piroplasmosis like Babesia sp.
Key Words: Acute babesiosis, Calf, Treatment
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------erkek buzağı ve annesinin, konsültasyon neticesinde
Giriş
yapılan parazitolojik kan muayenesi ile erken teşhisi ve
Babeziozis, omurgalı konaklara vektör keneler
tedavisinin klinik sonucu gösterilmiştir.
yoluyla nakledilen ekonomik yönden önemli paraziter
bir hastalıktır. Türkiye’de sığırlarda yaygınlığı bildirilen
kan protozoonları arasında ön sıralarda gelir (1-12).
Evcil çiftlik hayvanlarında subklinik ya da akut
enfeksiyon şeklinde seyreder (14-16). Babeziozisi
önceden atlatan ineklerin yavruları 4-6 ay kadar
korunabilir. Aksi halde buzağılarda ilk üç aya kadar
ölümcül babeziozis vakaları görülebilir. Sığırlarda
Babeziozis enfeksiyonu için kuluçka süresi genellikle 714 gündür. Hastalığın semptomları arasında yüksek ateş,
anoreksi, hemoglobinemi, anemi, hemoglobinüri,
sarılık, konstipasyon, diyare, abortus, merkezi sinir
sistemi bozuklukları, depresyon, hipotansif şok ve ölüm
görülebilmektedir. Yüksek ateş 2-7 gün sürebilir ve en
fazla 41-42ºC’ye ulaşır.
Bu
araştırmada,
kliniğimize
getirilen
piroplazmozis yönünden asemptomatik dokuz günlük
Olgu
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,
Araştırma ve Uygulama Hastanesinin İç Hastalıkları
Kliniğine, 30 Ağustos 2012 tarihinde dokuz günlük
Holştayn ırkı erkek bir buzağı getirildi. Hasta buzağının,
Hatay’a üç ay önce getirilen gebe bir ineğin yavrusu
olduğu tespit edildi. Hayvanın anamnezinde 40,5 °C
yüksek ateş, öksürük, hırıltılı solunum ve depresyon
kayıt edildi. Buzağının normal şekilde gerçekleşen
doğumunu takiben yeterli düzeyde kolostrum aldığı
belirlendi. Yavrunun altıncı gün itibariyle süt emmediği,
ahırın bir köşesine çekilerek sık aralıklarla kısa, hırıltılı
solunum yaparak öksürdüğü, son gün devamlı yattığı ve
su içmediği öğrenildi. Buzağının ektoparaziter dış
muayenesinde kene enfestasyonuna rastlanmadı. Lenf
yumrularında her hangi bir şişlik görülmedi. Periferik
Yazışma adresi/Correspondance: Mustafa N . Muz, Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji
Anabilim Dalı, Hatay-Türkiye, E-posta: [email protected]
Muz N. M. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),55-57
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
kandan yapılan sürme, ince kan frotisi, giemsa boyama
yapılarak x100 büyütmede parazitolojik yönden
muayene edildi. Buna göre eritrositler içerisinde
ortalama 1,3-2,4 µm ebatlarında piroplazmlara rastlandı
(Şekil 1). Etkenlerin eritrositlere genellikle tek ve
merkezi konumda yerleştikleri tespit edildi. Tedavi
amacıyla imidokarb etken madde içeren preparat, Vit
B12, Vit C kullanıldı, bir hafta sonra yapılan
parazitolojik kontrolde tedavinin başarılı olduğu tespit
edildi.
çok önemli yeri bulunan vektör kenelere karşı
mücadelede kullanılan akarasitlerin usulüne uygun
şekilde kullanılması gerekmektedir (21, 22). Sonuç
olarak klinik piroplazmozis şüphesi uyandırmayan,
dokuz günlük erkek bir buzağıdaki akut babeziozis
olgusu, konsültasyon kararı ile yapılan giemsa boyama
sonucuna göre erken teşhis edilerek klasik babeziozis
tedavisi ile sağaltılmıştır.
Kaynaklar
Şekil 1: Giemsa boyama yapılan kan frotisinde farklı
alyuvarlar içerisinde Babesia sp.
Tartışma ve Sonuç
Erken tanıda hassas moleküler biyolojik metotlar
altın standart olarak, serolojik metotlar ise rutin klinik
tanı ve takipte tercih edilmektedir. Ancak bir
laboratuarda her hastalık için çok sayıda primer ve
pozitif kontrol örneğin bulunması, optimizasyon
işlemlerinin önceden yapılması, ELISA kiti ve
okuyucusu, floresan ataçmanlı mikroskop, işaretli
antikor ve konjugatların stokta hazır bulundurulması
pratikte ekonomik değildir. Bu araştırmada periferik kan
örneğinden hazırlanan kan frotisi, giemsa ile boyanarak
eritrositler x100 büyütmede muayene edilmiştir. Buna
göre alyuvarlar içerisine yerleşen piroplazmların
Babesia sp. oldukları yaklaşık bir saat içerisinde
mikroskobik olarak tespit edilmiştir.
Türkiye’de sığırlarda babeziozis hakkında
yapılan farklı araştırmalar bulunmaktadır. Bu
araştırmalarda değişik tanı metotları kullanılmıştır (1719), örneklenen farklı bölgelerdeki etken türlerine
değişik oranlarda rastlanmıştır. Hatay yöresi sığırlarında
babeziozis prevalansını araştıran bir çalışmada %0,91
oranında B. bigemina seropozitifliği tespit edilmiştir
(13). Türkiye’de buzağılarda görülen babeziozis
hakkında ise nadir araştırma bulunmaktadır. 2006
yılında Konya Selçuk Üniversitesi İç Hastalıkları
kliniğine getirilen on bir günlük holştayn ırkı buzağıda
akut babeziozis tespit edilmiştir (20).
Türkiye’nin
sahip
olduğu
koşullar
düşünüldüğünde sığır babeziozisinin epidemiyolojisinde
1.
İnci A, Düzlü Ö, İça A, (2010) Babesiiade.
Dumanlı K, Karaer Z. Ed. Veteriner Protozooloji.
Ankara. Medisan Yayınları. No: 70
2.
Tüzer E (1981) İstanbul ili ve çevresinde sığırlarda
görülen Babesia, Theileria, ve Anaplasma türleri ve
bunlardan oluşan enfeksiyonların yayılışı üzerine
araştırma. İst Üni Vet Fak Derg, 9(1) 97-110.
3.
Dumanlı N, Özer E (1987) Elazığ yöresinde
sığırlarda görülen kan parazitleri ve yayılışları
üzerine araştırmalar. SÜ Vet Fak Derg. 3:1 (159166).
4.
İnci A (1992) Ankara’nın Çubuk ilçesinde
sığırlarda babesiosis’in seroinsidensi üzerine
araştırmalar. AÜ Vet Fak Derg. 39:1-2 (153-167).
5.
Eren H (1993) Ankara yöresinde sığır
babesiosisinin sero-prevalansı. AÜ Vet Fak Derg
40, 1, 23-27.
6.
Açıcı M (1995) Samsun ve yöresi sığırlarında kan
parazitlerinin yayılışı. Etlik Vet Mik Der, 8, 1-22
271-277.
7.
Sayın F, Dinçer Ş, Karaer Z, Çakmak A, İnci A,
Yukarı BA, Eren H, Friedhoff KT, Müler I (1996)
Studies on seroprevalance of Babesia infection of
cattle in Turkey. Ed. Özcel MA. New dimensions in
parasitology. 20,1, 505-516.
8.
Sevinç F, Sevinç M, Birdane MF; Altınöz F (2001)
Prevalance of Babesia bigemina in cattle. Revue de
Med Vet. 152, 5, 395-398.
9.
Aktaş M, Dumanlı N, Karaer Z, Çakmak A, Sevgili
M (2001) Elazığ, Malatya ve Tunceli illerinde
sığırlarda Babesia tür seroprevalansı. Turk J Vet
Anim Sci. 25, 4, 447-451.
10. İça A, Vatansever Z, Yıldırım A, Duzlu O, Incı A
(2007) Detection of Theileria and Babesia species
in ticks collected form the cattle. Veterinary
Parasitol 148:2(156-160).
11. İnci A, Çakmak A, Karaer Z, Dinçer Ş, Sayın F, İça
A (2002) Kayseri yöresinde sığırlarda Babesiosisin
seroprevalansı. Turk J Vet Anim Sci. 26:13451350.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
56
Muz N. M. ve ark.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),55-57
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
12. Karatepe B, Karatepe M, Nalbantoğlu S, Karaer Z,
Çakmak A (2003) Niğde yöresinde sığırlarda
babesiosisinin seroprevalansının belirlenmesi. T
Parazitol Derg, 27, 4, 243-246.
13. Kaya G, Çakmak A, Karaer Z (2006)
Seroprevalance of theileriosis and babesiosis of
cattle. MedycynaWet. 62,2,156-158.
14. Ekici ÖD, Sevinç F (2011) Babesia bigemina’nın
endemik durumu. AVKAE dergisi. 1:24-29.
15. İnci A, Uyanık F (2009) Babesia türlerinin
moleküler biyolojisi. In: Moleküler Parazitoloji.
Özcel M, Tanyüksel M, Eren H, Eds: İzmir.
Türkiye Parazitoloji Derneği Yayınları, No:22.
Pp:549-582
16. İnci A, İça A, Albasan H (2007) Babesia
enfeksiyonlarında immunite. Özcel MA, İnci A,
Turgay N, Köroğlu E. ed. Tıbbi ve Veteriner
İmmunoparazitoloji. İzmir. Türkiye Parazitoloji
Derneği Yayınları, No:21. Pp:508-515.
17. İça A (2004) Sığırlarda bazı Babesia türlerinin
IFAT ve RLB yöntemi ile karşılaştırmalı tanısı. Erc
Univ Vet Fak Derg, 1:2 (77-85).
18. Altay K, Aydın MF, Dumanlı N, Aktaş M (2008)
Molecular detection of Theileria and Babesia
infections in cattle. Vet Parasitol. 158: (295-301).
19. İça A, İnci A, Yıldırım A (2007) Parasitological
and Molecular Prevalance of Bovine Theileria and
Babesia Species in the Vicinity of Kayseri.
20. Sevinç F, Özdemir Ö, Çoşkun A (2005) On bir
günlük bir buzağıda akut babesiosis olgusu. Erc
Üniv Sağ Bil Derg. 2, 131-135.
21. Tanyüksel M, Vatansever Z, Karaer Z, Araz E,
Haznedaroğlu T, Yukarı BA, Açıcı M (2002) Sığır
babesiosinin epidemiyolojisi ve zoonotik önemi. T
Parazitol Derg. 26, 1, 42-47
22. Keles İ, Değer S, Altuğ N, Karaca M, Akdemir C
(2001) Tick-borne diseases in cattle: Clinical and
haematological findings, diagnosis, treatment,
seasonal distribution, breed, sex anda ge factors and
the trasnmitters of the diseases. YYU Vet Fak
Derg. 12(1-2):26-32.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
57
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
Derleme/ Review
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kriptokokkozis
Gamze Özge ÖZMEN1
1
2
Hasan SOLMAZ2
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji ABD, Hatay,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Mikrobiyoloji ABD, Van, Türkiye
Geliş tarihi/Received: 15.4.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Cryptococcus neoformans, hem bitki hem de hayvanlarda yaşayabilen, kapsüllü, maya tipli bir mantar (fungus) türüdür.
Mikroorganizma sağlıklı ve immun sistemi baskılanmış insanlarda ve hayvanlarda enfeksiyonlar oluşturur. Cryptococcus
türleri genellikle güvercin dışkısı ile bulaşmış toprakta ve ağaçların çürüyen oyuk ve yarıklarından izole edilmiştir. Cryptococcus
neoformans insanda, meningoensefalit ve akciğer enfeksiyonları başta olmak üzere çok değişik klinik tablolar oluşturabilen bir
mantardır. Oluşturduğu hastalık kriptokokkoz olarak adlandırılır. Ayrıca hayvanlarda, merkezi sinir sistemi ve solunum
sistemi organlarıyla bunlara bağlı bölgesel lenf yumrularında nodüllerin oluşumuyla karakterizedir.
Anahtar Kelimeler: Kriptokokkozis, Cryptococcus neoformans
Crryptococcosis
Abstract
Cryptococcus neoformans is an encapsulated yeast that can live in both plants and animals. Microorganism make
up infections in healthy and medically compromised humans and animals. Cryptococcus species generally were isolated in
soil contaminated with pigeon droppings and from decaying tree slits and cavities. Cryptococcus neoformans is a fungus
that can create meningoencephalitis and pulmonary infections in the wide variety of clinical conditions in humans.
Constituted disease called cryptococcosis. Also in animals, depending on the central nervous system and respiratory organs,
regional lymph nodes with them is characterized by the formation of nodules.
Key Words: Crryptococcosis, Cryptococcus neoformans
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Giderek sayısı ve çeşitliliği artan
Giriş
transplantasyon
uygulamaları
Mantarlar (Latince; Fungi), çok hücreli ve tek
Yeni
ve
daha sık uygulanan protezler
hücreli olabilen ökaryotik canlıları kapsayan bir
- İntravenöz ilaç bağımlığındaki artış
canlılar alemidir. Latince Fungus mantar, Fungi ise
Parenteral
beslenme
olanakları
ve
mantarlar anlamındadır.
uygulamadaki
gelişmeler
Mayalar ise, genellikle tek hücreli bazı türleri
- Yoğun olarak uygulanan yeni ve geniş etki
çok hücreli ökaryot yapılı mantarlardır.
spektrumlu antibiyotikler
Mantar Enfeksiyonları
- Gelişen ulaşım ağı ile birçok endemik mantar
Mantarlar ve mantarlara bağlı hastalıklar
ile temas
giderek artan bir ilgi ve önemle ele alınmaktadır.
- Edinilmiş bağışıklık yetmezliği sendromu
Günden güne mantar enfeksiyonlarının sayısı artmakta
(AIDS)
ve gereken önem verildikçe Candida sendromu ve
Bilinen yaklaşık 250.000 mantar türü arasından
alerjik aspergillus sinüziti gibi yeni ve ilginç tablolar
insanda hastalık yapanlar 200 civarındadır. Fakat
tanımlanmaktadır(16,49).
duyarlı insan sayısındaki artış, daha birçok mantarın da
Mantar enfeksiyonlarının sıklığı giderek
insanlarda hastalık yapabileceğini göstermektedir.
artmaktadır. Bunun en önemli sebebi olan mantar
Daha önce, normal flora veya kirlenme etkeni olarak
enfeksiyonuna yatkın kişilerin sayısındaki belirgin
değerlendirilen pekçok mantar, bugün etken olarak
artışın sebepleri şöyle özetlenebilir(16):
tanımlanmaktadır. Bunlara Fusarium, Penicillum,
- Daha sık ve yoğun uygulanan kemoterapi
Yazışma adresi/Correspondance: Hasan SOLMAZ, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik
Mikrobiyoloji ABD, Van-Türkiye, E-posta: [email protected]
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
belirgin sıklığı dikkat çekicidir(40,49). Cryptococcus
neoformans'ın toprakta bulunduğunu da ilk kez
Emmons(20) göstermiştir. Emmons(20) ve diğer
araştırmacılar(3,6,10,59,63),
Cryptococcus
neoformans'ın özellikle güvercin başta olmak üzere,
kanatlı dışkısı ile kirlenmiş alanlarda yoğun olarak
bulunduğunu belirlemişlerdir ve dünyanın farklı
yerlerinden alınan örneklerde farklı yoğunluklarda
Cryptococcus neoformans saptamışlardır. Farklı
yoğunluklarda oluşunun sebebi, toprağın yapısı,
içerdiği mikroorganizmaların bileşimi ve coğrafya
özellikleri ile açıklanmaktadır(3,21,63,67,68). Rosario
ve arkadaşları(51,52) ile Costa ve arkadaşları(13)
güvercin dışkısıyla karışan ortamda C. neoformans’tan
başka diğer kriptokok türlerinin de (C. albidus, C.
laurentii, C. uniguttulatus vb) bulunabileceğini
göstermişlerdir.
Alternaria, Drechsilera, Saccharomyces cerevisiae, gibi
örnekler verilebilir(8,49,68).
Mantar enfeksiyonlarının patogenezi yeterince
tanımlanamamıştır. Konağın direnci en belirleyici
özelliktir. Mantarın hastalandırıcılık gücü, miktarı ve
özellikleri de önemlidir. 37°C'de üreyebilme, düşük
oksidasyon-redüksiyon
potansiyellerine
uyum
sağlayabilme mantarın insanda derin dokuları tutan
enfeksiyon
oluşturabilmesini
sağlayan
temel
özelliklerdir. Tüm bu bilgiler ışığında, mantar
enfeksiyonları gerçek mantar enfeksiyonları ve firsatçı
mantar enfeksiyonları olarak ayrılmaktadır. Son
yıllardaki belirgin artış özellikle firsatçı mantar
enfeksiyonlarında olmaktadır(68).
Gerçek mantar enfeksiyonları: Bu gruptaki
mantarlar endemik olarak belli bölgelerde bulunur. Bu
bölgedeki insanların çoğunu enfekte ederek genelde
sessiz enfeksiyona yol açarlar. Bağışıklık sistemi
baskılanmış kişilerde, ağır hastalık tabloları
oluşturabilirler. Bu mantarlar da "termal dimorfizm"
vardır. 37°C'de ve insan vücudunda maya kolonileri
oluştururken, 26°C'de, besiyerlerinde küf kolonileri
oluştururlar. En bilinen örnekler Coccidioides immitis
ve Histoplasma capsulatum'dur(68).
Tarihçe
Kriptokokkozun etkeni olan C.neoformans'ın
1894 yılından beri insanlarda patojen olduğu
bilinmekle birlikte, son yıllara kadar bu etkenin
oluşturduğu klinik hastalıkların ender olarak gözlendiği
düşünülmekteydi(25).
Daha
sonradan
Cryptococcus
olarak
adlandırılacak olan etken ilk kez 1894 yılında patolog
Busse ve cerrah Buschke tarafından 31 yaşındaki bir
hastanın tibiasından izole edilmiştir. "Neoformans"
sözcüğü, etkenin deride yerleşerek kutanöz ülserlere ve
bölgesel lenfadenopatiye neden olduğu olgularda,
şişliğin ortaya çıkmasından esinlenip kansere
benzetilerek kullanılmıştır(29). Sanfelice ilk kez 1894
yılında meyva suyundan, daha sonra da domuz
akciğerinden etkeni izole etmiştir(20,25,33,53). 1901
yılında Fransız mikolog P. Vuille çeşitli araştırıcıların
bildirdiği maya hücrelerinin kültürlerini ayrıntılı bir
şekilde incelemiş ve Saccharomyces cinsinin özelliği
olan askosporları görmediğini gerekçe göstererek
Busse ve Curtis'in suşunu C.hominis, Sanfelice' nin
suşunu da C. neoformans olarak adlandırmıştır(26,29).
İnsan ve hayvan örneklerinden izolasyonunun
yanı sıra, 1950'li yıllara gelindiğinde Emmons(20)
mantarın doğal kaynağı olarak toprağı ve güvercin
dışkılarını belirlemiştir. Daha sonra Staib'in öncü
çalışmaları(61,62),
Seeliger(56),
Ajello(2,
3),
Shields(57)
gibi
araştırmacıların
katkılarıyla
Cryptococcus neoformans'ın kolayca tanımlanabildiği
besiyerleri geliştirilmiştir. 1901 yılında Klein, 1950
yılında da Carter ve Young ise etkeni sütten izole
etmiştir(23,29). Lodder ve Kreger-Van Rij(35) 1952
yılında bu konuda yapılan çalışmaları değerlendirerek,
kriptokokkoz etkeni olarak C. neoformans'ın
geçerliliğini devam ettirdiğini bildirmişlerdir.
1960’ların sonların da yapılan çeşitli genetik,
ekolojik ve bazı biyokimyasal çalışmalar sonrasında
Fırsatçı mantar enfeksiyonları: Bu gruba
giren mantarlar normalde her zaman ortamda yaygın
olarak bulunurlar. Bağışıklığı baskılanmış insanları
hastalandırırlar. Bu mantarlarda termal dimorfizm
yoktur. En bilinen örnekleri Candida albicans,
Aspergillus fumigatus, Cryptococcus neoformans ve
zigomisetlerdir. Daha önceleri insan için hastalandırıcı
sayılmayan pek çok mantarın hastalık etkeni
olabileceği gösterilmiştir(8).
Bulaşma çeşitli araçlarla deri, mukoza ve
solunum yollarından olabilir. İnsandan insana bulaşan
mikozlar genelde yüzlek olanlardır. İç organları
hastalandıran mantarların ise insandan insana
bulaşmadığı,
bunların
çevreden
edinildiği
anlaşılmaktadır. Toprak, hayvanlar ve insanlar
mantarların başlıca kaynağını oluştururlar. Fırsatçı
mantarların büyük çoğunluğu (Aspergillus spp,
Pseudoallescheria boydii, Cryptococcus neoformans
gibi) toprakta bol miktarda bulunmaktadır(3,67,68).
Toprağın mantarlar için önemli bir kaynak
olduğu konusunda öncü çalışmalar Emmons'a (20,21)
aittir. Bazı mantarlar için toprağın özellikleri belirleyici
olmaktadır. Örneğin Coccidioides immitis ancak belli
toprak yapısına sahip bölgelerde saptanabilen endemik
bir mantardır. Histoplasma capsulatum kuş, tavuk ve
yarasa dışkıları ile kirlenmiş toprakta; Cryptococcus
neoformans ise özellikle güvercin dışkıları ile kirli
alanlarda yoğun olarak bulunur(3,56,68).
Kriptokokkoz sıklığı ve önemi giderek artan
firsatçı bir mantar enfeksiyonudur. AIDS hastalarındaki
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
59
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Türkiye’de yapılan araştırmalarda doğadan en
yüksek ayırım oranı Ordu ilinden toplanan örneklerde
% 35 olarak bulunmuş(1), en düşük oranlar ise
İstanbul’da yapılan çalışmalarda % 1,0 olarak
bildirilmiştir(5,55).
Cryptococcus
neoformans
insanda,
meningoensefalit ve akciğer enfeksiyonları başta olmak
üzere çok değişik klinik tablolar oluşturabilen bir
mantardır. Oluşturduğu hastalık kriptokokkoz olarak
adlandırılır. Ayrıca torulozis, Busse-Buschke hastalığı
ve Avrupa blastomikozu gibi isimler de verilmiştir.
Ayrıca hayvanlarda, merkezi sinir sistemi ve solunum
sistemi organlarıyla bunlara bağlı bölgesel lenf
yumrularında nodüllerin oluşumuyla karakterizedir.
özellikleri farklı olan C. neoformans var. neoformans
ve C. neoformans var. gattii olmak üzere iki varyetesi
ve bunların da kapsül antijenlerine, aglütinasyon ve
immunofluoresans deneylerine göre farklılıklar
gösteren var. neoformans’da serotip A, D ve AD, var.
gattii’de ise serotip B ve C olmak üzere serotipleri
bulunduğu ortaya konmuştur(34,75). Kwon-Chung’ın
öncü çalışmalarıyla(31,33) mantarın eşeyli şekli
tanımlanmıştır. Son zamanlarda ortaya çıkarılan iki
genotip farklılığı ve daha önce bildirilen fenotip
ayrılıkları dikkate alınarak C. neoformans var. grubii
olarak yeni bir varyete önerilmiştir(12,24). Buna göre
serotip A ve D izolatlarının grubii ve neoformans
olarak
bilinen
iki
varyeteye
ayrılması
kararlaştırılmıştır(12). 1980’li yıllarda serotip A ve D
kökenleri çaprazlandığında gelişen telemorf şekil
Filobasidiella neoformans var. neoformans, B ve C
kökenleri çaprazlandığında Filobasidiella neoformans
var. bacillispora olarak adlandırılmaktadır(14,75).
1990 yılında var. gattii’nin doğal kaynağının
Eucalyptus
camaldulensis
ağaçları
olduğu
saptanmıştır(22,35). Daha sonra mitokondriyal DNA
polimorfizmi gibi yöntemlerle karyotip haritaları
oluşturulmuştur(19).
Türkiye'deki ilk olgu Soysal, Unat ve
Tahsinoğlu tarafından 1953 yılında bildirilmiştir(60).
Anğ ve arkadaşlarının(4) 1973 yılında pankreas
kanserli bir hastanın balgamından izole ettikleri
Cryptococcus neoformans yurdumuzda ilk defa
incelenen tür olmuştur. Doğal kaynaklarından
Cryptococcus neoformans araştırılması konusundaki
ilk çalışma ise 1965 yılında Unat ve Yücel'in
İstanbul'da yaptıkları "Konak dışında Histoplasma
capsulatum ve Cryptococcus neoformans araştırmaları"
isimli çalışmadır(68). Araştırmacılar her iki mantarın
da
inceledikleri
örneklerde
bulunmadığını
bildirmişlerdir. Daha sonraki çalışmalarda 1977'de
Tümbay(63) İzmir’de, 1980'de Karaman, Tümbay ve
Demir(28) Bursa'da güvercin dışkılarından mantarı
izole etmişlerdir. Sivrel ve Tümbay(58), 1993 yılında
İzmir’de yaptıkları bir başka çalışmada güvercin
dışkılarından Cryptococcus neoformans izole etmişler
ve bu kökenlerin in vitro amfoterisin B duyarlılıklarını
araştırmışlardır.
Cryptococcus neoformans’ın yurdumuzda ilk
defa insan kanından ve idrarından üretilmesi Vural ve
ark.(70) tarafından, bir menenjit olgusundan ilk
izolasyonu ise Meço ve ark.(42) tarafından ve kütanöz
lezyonlardan ayrılarak üretilmesi ile ilgili ilk bildirim
Kantarcıoğlu ve ark.(27) tarafından yapılmış, aynı olgu
bildiriminde belli Avrupa ülkelerinde dağılım
gösterdiği bilinen serotip D’nin Türkiye’ deki
varlığı(27) da gösterilmiştir.
Etiyoloji
Cryptococcus neoformans maya benzeri,
kapsüllü, fırsatçı patojen mikotik bir etkendir.
C. neoformans'ın iki varyetesinden var.
neoformans'ın
seksüel
formuna
(teleomorph)
Filobasidiella neoformans, var. gatti’nin seksüel
formuna
ise
Filobasidiella
bacillispora
adı
verilmektedir.
Morfolojik Yapı ve Çoğalma
C. neoformans insan, sığır, at, kedi, köpek,
koyun, keçi, domuz gibi çeşitli hayvanların enfekte
dokularında küçük ve dar tabanlı bir şekilde
tomurcuklanmış yavru hücreleri bulunan maya
hücreleri şeklinde görülür. Yuvarlak ve 5-10 µm
çapındadır. Etrafı az ya da çok kalın bir kapsülle
çevrilidir ve kapsül ile birlikte çapı genellikle 10-15
µm kadar olabilir. Kapsülün kalınlığı 1-30 µm arasında
değişebilir. Uygun örneklerin ve kültürlerin
incelenmelerinde çini mürekkebi ile ortamın
boyanması, kolay ve iyi bir şekilde kapsülü belirler.
Gram yöntemiyle boyandıklarında kapsül boyanmadan
kalır, hücreler ise kristal viyoleyi tutar ve gram pozitif
olarak görülürler(65,74). Doğadan izole edilmiş suşlar
daha küçük ve ince kapsüllü olma eğilimindedir(40).
Bazı hücreler tomurcuklanır ve ana hücreye dar
bir boyunla bağlanırlar. Bunun dışında yalancı hif,
klamidospor ve çimlenme borusu oluşturmazlar. Bazen
küçük çıkıntılar yapabilirler. Elektron mikroskopu ile
incelemelerde hücre duvarında iç ve dış tabakalar ayırt
edilir ve kapsül 20 µm'lik parçalar halinde izlenir.
Eşeyli şekillerde eşleşen hücrelerin iki çekirdeği farklı
yönlerden hareketle yeni oluşan hücrelere doğru yol
alır ve basidiyumlar üzerinde basidiyosporlar oluşur.
Basidiyosporlar eşeyli dönemi tamamlarlar ve maya
hücrelerine dönüşürler. Bu dönüşüm sonucu
kriptokoklar oluşur ve varyeteler ayırt edilebilir.
Varyetelerin ayrımında
monoklonal
antikorlar,
biyokimyasal farklılıklar, üreme ve yaşama özellikleri
kullanılabilir(40). Ayrımda kullanılmak üzere bazı özel
besi yerleri de tanımlanmıştır(31).
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
60
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Staib besiyerinde(62) kahverengi pigment oluşturan
kapsüllü maya hücreleri hemen daima C.
neoformans'dır. C. laurentii’nin birçok suşu yeşil
pigment yaparken, nadir suşları ve birçok var. gattii
izolatı kahverengi pigment oluşturabilir. Kesin bir
tanımlama için izolatların laktoz negatif, üreaz pozitif
olmaları ve 37°C'de üremeleri gereklidir. Az sayıda C.
neoformans izolatının fenol oksidaz içermemeleri
sebebiyle beyaz ve kapsüllü maya kolonileri dikkate
alınmalıdır(33).
C. neoformans türlerinin ayrımında pulsed-field
jel elektroforezi(40) ve polimeraz zincir reaksiyonu
yolu ile DNA fingerprinting(43) metotları da
kullanılmaktadır.
C. neoformans aerop olup bazı karbohidratları
fermente etmeksizin oksidasyon yolunu kullanır.
Karbohidratlara etkisi kökenlere göre değişkendir.
Çoğu glukozu, bazıları ise galaktoz, mannoz, fruktoz,
sakkaroz ve maltozu asit oluşturarak, ancak gaz
oluşturmadan parçalayabilmektedir. Etken, potasyum
nitrat ve laktozu asimile etmezken, pepton, üre ve
kreatinini azot kaynağı olarak kullanır. Üreaz
enziminin gösterilmesi Torulopsis glabrata'dan
ayırımında faydalı olmaktadır(74). Ancak C.
neoformans'ın
nadir
suşları
üreaz
negatif
olabilmektedir(40).
Son zamanlara kadar C. neoformans'ın aseksüel
olarak çoğalan bir maya olduğu düşünülüyordu. Ancak
Kwon-Chung (33) çiftleşen tipleri identifiye etmeyi
başarmış ve organizmanın miçelyal forma dönüşümünü
göstermiştir. Bu forma ait basidiyosporlar rutin kültür
ortamına ya da fareye inoküle edildiklerinde, birkaç
gün içinde tipik kapsüllü hale dönmektedirler.
C. neoformans'ın doğada miçelyal form halinde
bulunup
bulunmadığı
belli
değildir(25).
Basidiyosporlar, çaplarının 1-3 µm olması nedeniyle
alveolar yolla enfeksiyon oluşturmak için daha
uygundurlar(40).
C. neoformans, genellikle bu cinsin diğer
türlerinden ve birçok mayadan farklı olarak
kreatininden yararlanır. Bu nedenle başta güvercin
olmak üzere, kreatininden zengin kanatlı hayvan
dışkılarının
bulunduğu
yerlerde
bol
olarak
bulunabilir(74).
Üremesi için Sabouraud Dekstroz Agar (SDA)
yeterli olur ve bu besiyerinde oda sıcaklığında veya
37°C'de ürer. C. neoformans'ın 37°C'de üremesi, diğer
Cryptococcus
türlerinin
bu
ısı
derecesinde
üretilememesi nedeniyle önem kazanır. Etken, 37°C'de
genellikle 38-72 saat içinde ürer. Ekilen miktar az ise
üreme 7 gün veya daha fazla sürebilir(65,74). Bunun
dışında, Unat'ın balıklı buyyonu ile hazırlanan
çukulatamsı agar, % 5 koyun kanlı agar, adi jelöz
besiyerlerinde Cryptococcus neoformans'ın 48-72 saat
içinde saydam, küçük, düzgün yüzeyli koloniler
oluşturduğu, birkaç gün içerisinde de sarımsı-mat
kolonilere dönüştüğü izlenmiştir(66,68) . LöwensteinJensen besiyerinde 10-14 günde sarı, mukoid koloniler
oluşturduğu da gözlenmiştir.
SDA’da maya kolonisi özelliğinde üreme
gözlenir. Oluşan kolonilerin rengi başlangıçta beyazkremimsi iken, kültürler eskidikçe koyulaşır ve
sarımsı-bronz renge döner. Oluşan kapsülün
polisakkaridleriyle ilgili olmak üzere koloniler kabarık
ve mukoid görünümlüdürler. Kapsüllü etkenlerin
oluşturduğu koloniler, eğimli besiyeri yüzeyinde üst
kısımlardan aşağıya doğru akarak dipte bir kitle
oluşturacak şekilde toplanabilirler. Sıvı besiyerlerinde
üstte zar yapmadan ürerler. Gerek in vivo ve gerekse in
vitro koşullarda hangi besiyerinde üremiş olurlarsa
olsun, aseksüel üreme dönemindeki kriptokoklar
klamidospor, çimlenme borusu (germ tube) ve hif
oluşturmazlar(2, 65,73).
Çoğu C. neoformans izolatı cycloheximide'in 616 µg/ml konsantrasyonuna duyarlıdır. Bu sebeple
besiyerlerine katılmamalıdır. Kontamine örneklerden
izolasyon için besiyerlerine antibiyotik ve bifenil
katılması ve pigment oluşumunu engellediği veya
geciktirdiği
için
besiyerindeki
glukoz
konsantrasyonunun da %0.1'i geçmemesi önerilir(33).
Antijenik Yapı ve Serotipler
C.
neoformans'ın
antijen
tiplerinin
belirlenmesinde, bu mantarın mannoz, ksiloz,
glukronik asit ve O-acetyl'den oluşmuş bir polimer olan
kapsülü büyük rol oynar(11,17,74). Kapsüler
polisakkaridi
oluşturan
"glucurono-xylomannan
(GMX)" tabakadaki küçük yapısal farklılıklara göre 4
serotip (A, B, C ve D) saptanmıştır(11,17,26). Bu 4
serotip üzerinde yapılan çalışmalarda A ve D
serotiplerinin benzer özellikler taşıdığı, ekolojik,
epidemiyolojik, biyokimyasal ve genetik yönlerden B
ve C serotiplerinden farklılık gösterdiği ortaya
konmuştur. A ve D serotipleri C. neoformans var.
neoformans, B ve C serotipleri ise C. neoformans var.
gattii olarak sınıflandırılmıştır(7,26,32).
DNA hibridizasyon çalışmalarında iki varyete
arasında sadece %55-63 homoloji saptanmıştır(7).
Kapsülsüz mutantların tiplendirilemez oluşu GMX’in
serotiplendirmedeki önemini ortaya koymaktadır(11).
Bazı suşlar ise hem A hem de D antiserumları ile
reaksiyon verir ve serotip AD olarak ifade edilir(40).
Serotiplendirme, çeşitli poliklonal hiperimmün
serumların yada kapsüler polisakkaride spesifik
monoklonal antikorların kullanılmasıyla yapılmaktadır.
Serotipler arasındaki farklılığa yol açan antijenik
yapılar, kapsülün esas polisakkarid komponenti olan
GMX’de yer almaktadır. Değişik serotiplerde, α (1-3)
mannoz çatısı etrafındaki yan zincir ve O-acetyl
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
61
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
gruplarının
miktarlarında
farklılıklar
söz
konusudur(18).
Serotiplere
ait
GMX
polisakkaridlerinin esterleşme derecesi (O-acetyl
içeriği) ve moleküler ağırlıkları Tablo 1’de
gösterilmiştir(7).
etkenin proteolitik etkinliklerinin de bir virülens
özelliği olabileceği bildirilmiştir(9).
Epidemiyoloji
Hastalık genellikle 30-60 yaşları arasında
görülürken daha ileri yaşlarda bulunan olgular da
vardır. Hastalıkta erkek kadın oranı 3/1’dir ve ırklar
arası farklılık yoktur(69).
AIDS'in epidemik hale gelişine kadar
kriptokokkoz hem insan hem de hayvanlarda sporadik
olarak izlenmekteydi. 1955 yılına kadar Zimmermann
ve Littmann (76) tüm dünyada hepsi teyit edilmemiş
300 vaka belirlemişken, sadece 1976 yılında A.B.D.'de
teyit edilmiş vaka sayısı 338'dir. C. neoformans, son
yıllarda AIDS olan hastalarda ortaya çıkan
enfeksiyonlardan
sorumlu
etkenler
arasında
Pneumocystis
carinii,
sitomegalovirüs
ve
mikobakterilerin ardından hayatı tehdit eden dördüncü
enfeksiyon etkeni olarak ön sıralarda yer
almaktadır(17,47). Bu hasta grubunda %7.5-10
arasında görülmektedir(47). A.B.D.'de bildirilen tüm
kriptokokkoz vakalarının yarısından fazlası AIDS olan
hastalardır(33).
AIDS için Batı Avrupa ülkelerinden bildirilen
prevalans değerleri ise daha düşüktür. Örneğin
İngiltere’de %3,2, Fransa’da %5,8, Belçika’da %5,4,
Almanya’da %5, Hollanda’da %6,1'dir. Prevalansın en
yüksek olduğu yöre ise tropikal Afrika'dır. Belçika’da
incelenen Afrika kökenli AIDS hastalarında bu oran
%20,4 iken, Belçika kökenlilerde %5,4 olarak
saptanmıştır(33).
AIDS epidemisi öncesi yapılan çalışmalar var.
neoformans'a bağlı enfeksiyonların tüm dünyada
yaygın olmasına karşın var. gattii enfeksiyonlarının
tropikal ve subtropikal bölgelerde lokalize olduğunu
göstermekte idi. AIDS hastalarındaki artışın aksine var.
gattii’nin neden olduğu enfeksiyonlarda belirgin bir
azalma görülmüştür. Ancak bu azalma var.
neoformans'a göre göreceli bir azalmadır. Çünkü AIDS
olmayan popülasyonda var. gattii’nin prevalansı AIDS
öncesi ve sonrası dönemde aynı kalmıştır(35). Ellis ve
Pfeiffer (22) bu göreceli azalmayı, AIDS olan
hastaların var. gattii’nin bilinen tek rezervuarı olan
Eucalyptus camaldulensis ile daha az temaslarının
olmasına bağlamışlardır. AIDS öncesi dönemde
kriptokokkozlu erkek/kadın oranının 3/1 olması da
erkeklerin doğal kaynak ile daha fazla karşılaşmaları
ile açıklanmaktadır. Çünkü tropikal Afrika'da AIDS
öncesi ve sonrası dönemde kadın/erkek oranında
değişme olmamıştır.
Kriptokokkoz insidansında mesleğe bağlı
belirgin
değişiklik
saptanmamıştır.
Güvercin
besleyenler, C. neoformans ile temasın büyük bir
oranda gerçekleştiği gruptur. Ancak bu insanlarda
kriptokokkoz tablosu çok ender gelişmekle birlikte, bu
Tablo 1: GMX polisakkaridlerinin esterleşme derecesi
ve molekül ağırlıkları
Serotipler
arası
antifungal
duyarlılık
farklılıklarının araştırıldığı çalışmalar vardır. Yapılan
bir çalışmada serotipler arası antifungal duyarlılık farkı
bulunamazken, retrospektif incelemeler sonucunda iki
varyetenin klinik seyir açısından farklılıklar gösterdiği
ve var. gattii’nin daha uzun süre tedavi gerektirdiği
saptanmıştır(7). Var. gattii daha çok sağlıklı
populasyonda, var. neoformans ise immün sistemi
baskılanmış hastalarda belirlenmiştir. Var. gattii daha
virulent olmakla birlikte, var. neoformans ile kişiler
daha sık karşılaşmaktadırlar(40).
Virülens Faktörleri
Polisakkarid kapsül: Kapsül yapısı en önemli
virülens faktörüdür. Kapsülsüz hücrelerin hızla fagosite
edilmesi, kapsülün fagositozu önleyerek etkili
olduğunu göstermiştir. Mutasyonla kapsül yapıcı
özelliğini
kaybeden
türler
hastalık
oluşturamamaktadırlar. Kapsül büyüklüğü ile virülens
arasında belirgin bir ilişki kurulamamıştır(39).
Fenol oksidaz: Fenol oksidaz mantarın dipolifenol yapılarının varlığında boya oluşturmasını
sağlar. Bu özelliği selektif besiyeri oluşturulmasında
kullanılmıştır. Bu enzim aynı zamanda önemli bir
virülens faktörüdür ve bu enzim etkinliği kaybolan
Cryptococcus neoformans'lar farelerde hastalık
oluşturamazlar. Fenol oksidazın etkisi ile oluşan
melaninin, mantarı konağın oksidatif sistemlerinden
koruduğu sanılmaktadır. Ayrıca, fenol oksidazın
noradrenalin, DOPA, dopamin gibi katekolaminleri
substrat olarak kullanabilmesi, klinikte en sık olarak
meningoensefalit yapmasında kolaylaştırıcı faktör
olduğu kabul edilmektedir(40).
37°C'de üreyebilme: 37°C'de üreyemeyen
mantarlar kapsülleri ve fenol oksidaz etkinlikleri
bulunsa bile farelerde hastalık oluşturamamaktadırlar.
Doğal kaynaklardan izole edilen türler daha geç ürerler
ve daha düşük virülense sahiptirler. Bunlardan başka
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
62
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rüzgarın mekanik etkisiyle toprak ile birlikte havaya
karışan C. neoformans havadan da izole edilmiştir.
Eskimiş güvercin dışkılarında mantar daha bol bulunur.
Bunun sebebi mantarın kuruluğa dayanıklı olmasıdır.
Fekal materyalin gramında yaklaşık 5x107 maya
hücresi mevcuttur. Taze ve yaş dışkılarda bu miktar
daha düşüktür. Çünkü ıslak dışkıdaki bakterilerin sebep
olduğu alkalinizasyon mantarın üremesini inhibe
etmektedir(33). Ruiz ve arkadaşları (53) kuru dışkının
yaş olandan 300 kat daha fazla canlı kriptokok
içerdiğini göstermişlerdir. Şimdiye kadar, güvercin
dışkılarından sadece var. neoformans izole edilmiş
olup, birçok bölgede serotip A serotip D’den daha
yaygındır. Walter ve Coffee(72), inceledikleri çeşitli
kuş türlerine ait 189 örneğin hepsinin serotip A
olduğunu bildirmişlerdir. Ancak, Danimarka ve
İtalya’da daha çok serotip D izole edilmiştir. C.
neoformans'ın dış ortamda yaygın olarak bulunmasında
güvercinlerin taşıyıcı olarak rol oynadığı kabul edilmiş,
ancak güvercinlerin vücut ısıları 42°C olduğundan
hastalanmadıkları
da
vurgulanmıştır(29,33).
Kriptokokların kırsal bölgelerde kuru ot yığınları,
samanlıklar gibi güneş ışığı almayan rutubetli yerlerde
bulunduğu belirlenmiştir. Meyve kabuğu, meyve suyu,
süt ve topraktan da izole edilmiştir(29,40).
C. neoformans normal ağız ve bağırsak
florasında bulunmaz(29). Solunum sistemi ve deride
geçici, asemptomatik olarak kolonize olabilecekleri
bildirilmiştir(33,41).
Var. neoformans'ın güvercin dışkılarından
sıklıkla izole ediliş sebebi dışkının kreatinin içeriğine
bağlanmıştır. Ancak var. gattii’nin de azot kaynağı
olarak kreatinini kullanması sebebiyle bu hipotez
ekolojik dağılımdaki önemini yitirmiştir. Var. gattii
Eucalyptus camaldulensis ağacının çiçeklenme
döneminde izole edilmiştir. Çiçeklenme dönemi çok
kısa sürmekte olup ilkbahar sonu ve yaz başı
arasındadır. Ancak çiçeklenme ve var. gattii üremesi
arasındaki ilişki bilinmemektedir(35). Muhtemelen C.
neoformans var. gattii’nin dikaryotik miçelyumu kış
aylarını bitkinin erkek veya dişi organlarında
geçirmekte, çiçeklenme ile birlikte infeksiyöz yapılar
olan basidiosporlar oluşarak çevreye saçılmaktadır.
Duyarlı konakta uygun sporu bularak eşleşme sonucu
dikaryotik miçelyum oluşmakta ve enfeksiyona yol
açmakta, ya da duyarlı olmayan konakta kapsüllü maya
şekline dönüşmektedir. İnfeksiyöz basidiosporların
çevrede bulunma süresi sadece birkaç gün olarak
tahmin edilmektedir. Var. gattii'nin bir bitki patojeni mi
yoksa flora üyesi mi olduğu da açıklığa
kavuşturulmamıştır. Diğer Eucalyptus türlerinden
etkenin izole edilememiş olması da bir diğer karanlık
noktadır.
kişilerde
toplumdan
daha
yüksek
antikor
titrasyonlarının bulunması da bu meslek veya hobi
grubunda immün baskılanma varlığında enfeksiyon
riskinin yüksek olduğunu düşündürmektedir(25,33,64).
Laboratuvar çalışanlarında, organizmanın aerosollerine
sıklıkla maruz kalmalarına rağmen henüz laboratuvar
kaynaklı pulmoner veya dissemine kriptokokkoz
olgusu bildirilmemiştir(17).
Genelde, insanlarda gözlenen hastalıklarda A
serotipi sorumlu bulunmaktadır(25). Serotiplerin
izolasyonunda belirgin coğrafik farklılıklar da
görülmektedir(35,47). İngiltere ve Güney Kaliforniya
hariç, Avrupa ve A.B.D. 'de enfeksiyon etkeni olarak
var. neoformans hakimiyeti mevcuttur(32,40). Avrupa
ve A.B.D.'nin doğu kıyılarında birçok enfeksiyon A
serotipiyle ilişkilidir. Japonya ve Arjantin’de de serotip
A hakimiyeti vardır(32). D serotipi ise Avrupa'daki
olgularda
daha
fazla
görülmektedir(32,47,48).
Avrupa'da Danimarka, İtalya ve İsviçre serotip D'nin
hakim olduğu ülkelerdir(32,40). B ve C serotipleri,
Avustralya ve Güney Kaliforniya'da dahil olmak üzere
özellikle tropikal ve subtropikal bölgelerde yüksek bir
enfeksiyon prevalansı sergilemektedirler(47). Brezilya,
var. gattii’nin hakim olduğu diğer bir yöredir(32).
Avustralya'da gerçekleştirilen bir çalışmada(48) izole
edilen tüm C. neoformans var. gattii izolatları serotip B
olarak tespit edilmiştir. Avrupa'da var. gattii’nin izole
edildiği tek ülke İngiltere'dir(40). Kriptokokkoz ile
ilgili epidemiyolojik çalışmaların önemi, özellikle
AIDS pandemisi başladığından bu yana artmıştır(18).
İnsanlar arasında veya hayvanlardan insana
bulaşma tartışmalıdır. Ancak literatürde korneal
transplantasyonla ve kontamine kan inokülasyonu ile
laboratuvar bulaşması sonucunda gerçekleşen vakalar
bildirilmiştir (40). Solunum yolu dışında, enfekte
hayvan derilerini sokan sineklerle ve hasta hayvanlara
ait tımar ve koşum takımları yoluyla hayvandan
hayvana bulaşma mümkündür.
Ekoloji
C. neoformans tüm dünyada serbest yaşayan bir
ajan olarak bulunmakta ve belirgin bir endemik alan
dağılımı göstermemektedir(17,25). C. neoformans'ın,
ilk kez Sanfelice tarafından 1894 yılında meyve
suyundan izole edilmesine karşın bilinen en önemli
doğal kaynağı güvercin gübresi ve çeşitli kuş dışkıları
ile bulaşık topraktır(20,25,33,53). C. neoformans’ın
normalde toprakta bulunmamasının bir sebebi toprak
mikrobiyotasında bulununan Basillus subtilis ve
Pseudomanas aureginosa başta olmak üzere çeşitli
bakterilerin(50,67,68) ve toprakta bulunan bir amip
olan Acanthamoeba polyphaga ile etkileşimi sonucu
sindirilmesidir. Topraktaki yaşamını olumsuz etkileyen
diğer faktörler yüksek sıcaklık, düşük pH, direkt güneş
ışığına maruz kalma ve anaerobik ortamdır(33,40).
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
63
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Akciğerlerde ortaya çıkan enfeksiyondan sonra
mantar kan yoluyla merkezi sinir sistemine,
meninkslere, kemiklere, deriye ve diğer iç organlara
yayılabilir. Nadir olarak inokülasyon sonucu deri yolu
ile vücuda girebildiği gösterilmiştir(26,69).
C. neoformans'ın fenoloksidaz aktivitesi ve bazı
katekolamin prekürsörlerinden melanin üretmesi,
katekolaminlerden zengin merkezi sinir sistemine
ilgisini açıklamada bir mekanizma olarak ifade
edilmektedir(40).
Elimizde daha yeni anti-fungal ajanlar
bulunmasına rağmen C. neoformans'ın oluşturduğu
enfeksiyonlar, immün yetmezlikli hastalarda önemli
derecede morbidite ve mortalite kaynağı olmaya devam
etmektedirler. Tedavide flucytosine ile birlikte veya
yalnız başına amphotericin B etkilidir. Triazoller de
etkin tedavi sağlamaktadır(47).
Avustralya’da yapılan bir çalışmada, Eucalyptus
camaldulensis ağacından izole edilen 131 var. gattii
izolatının
tamamının
B
serotipi
olduğu
bildirilmiştir(48).
Avustralya'
dan
Eucalyptus
camaldulensis'in ihraç edildiği yörelerden San
Francisco’da var. gattii izole edilebilmiştir(22,33). Var.
gattii ekolojisi ile ilgili olarak ileri sürülen bir
hipotezde, etkenin ilk izole edildiği hayvan olan
koala’nın tercih ettiği bitki türünün 6 Eucalyptus
türünden Eucalyptus camaldulensis olmasıdır. Bu
şekilde koalanın sindirim sistemine ve daha sonra da
dışkısına geçtiği ifade edilmekte, aynı mekanizmanın
güvercinler ve güvercinlerin beslendiği bitkiler ile C.
neoformans
var.
neoformans
arasında
da
bulunabileceği ifade edilmektedir. Epidemiyolojik
açıdan iki varyetenin sebep olduğu enfeksiyonlar
arasındaki farklılık güvercinlerin tüm dünyada yaygın
olmasına karşın koalaların sadece coğrafik olarak
sınırlı bir alanda yaşamalarına bağlanabilir(22). Lazera
ve arkadaşları (57) var. neoformans’ı Syzyguim
jambolana ağacındaki bir oyuktan, odun ve diğer bitki
artıklarından ve yarasalarca istila edilmiş bir ev
enkazından izole ettiklerini bildirmişlerdir. Lazera ve
ark. yaptığı bir diğer çalışmada (38), 7 farklı ağaç
kovuğundan alınan 31 örneğin 8’inden C. neoformans
var. neoformans izole etmiştir. Ancak yukarıdaki her iki
çalışmada da ağaç kovuklarından yapılan izolasyon, bu
kovukların buraları barınak olarak kullanan kanatlılarca
kontamine edilmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Hayvanlarda Kriptokokkoz
Cryptococcus neoformans'ın at, sığır, keçi,
leopar, kedi, köpek, gelincik, ceylan, fare, kobay,
maymun gibi birçok hayvanda hastalık yaptığı
bilinmektedir. Hayvanlara bulaşma genelde solunum
yoluyla olmaktadır. Deri ve meme dokusu da giriş yeri
olabilmektedir. Genel olarak hayvanlarda solunum,
sinir sistemi ve deri formu görülür. Sığır, koyun, keçi
gibi hayvanlarda Cryptococcus neoformans’tan ileri
gelen
mastitis
sık
rastlanan
bir
klinik
tablodur(15,33,46,54,68,74).
Kedilerde, hastalık çeşitli organ ve sistemlerde
görülebilir. Ateş her durumda ortaya çıkar. Belirtiler
haftalar veya aylar boyunca sürer ve yavaş yavaş daha
şiddetli hale gelebilir(45). Üst solunum yolu hastalığı
(unilateral veya bilateral kronik rinit veya sinüzit)
kedilerde kriptokokkozisin en yaygın şeklidir.
Belirtileri hapşırma, horlama ve burun akıntısı şeklinde
olabilir. Polip benzeri kütleler, bir veya her iki burun
deliklerinde görülebilir. Servikal lenf düğümleri
büyümüş ve ülseratif veya proliferatif lezyonlar bazen
dil, gingiva veya damakta bulunabilir. Pulmoner
belirtiler nadirdir(45). C. neoformans özellikle yüz ve
cilt lezyonlarına neden olabilir. Tipik olarak, bir veya
birden fazla sert, nodüler, kutanöz veya cilt altı şişlikler
baş, özellikle yüz, burun, yan köprü ve üst dudakta
bulunur. Bazı lezyonlar ülserleşebilir. Lezyonlu
bölgede kaşıntı çok az veya hiç görülmez(45).
Kriptokokkoz, çoğu köpekte ciddi yaygın bir
hastalıktır. Nörolojik formu hastalığın köpeklerde en
sık görülen formudur ve kedilerdeki hastalığa benzer.
Oküler lezyonlar yaygındır ve granülomatöz
koriyoretinit ve optik nevrit içerebilir. Hastalık aynı
zamanda diğer organlarda meydana gelebilir ve nadiren
köpeklerde burun boşluğunu etkiler(45).
Kriptokoksik mastitis salgınları ineklerde
meydana gelir. İştahsızlık, azalmış süt üretimi ve meme
İnsanlarda Kriptokokkoz
Cryptococcus türleri içinde insanda enfeksiyona
yol açabilen ve patojen olarak kabul edilen tek tür C.
neoformans’dır(36,71). Nadir durumlarda C .albidus ve
C. laurentii de izole edilmiştir(40,44). Doğada yaygın
bir şekilde bulunması nedeniyle insanların C.
neoformans ile sık sık enfeksiyona uğramalarının
mümkün
olduğu
düşünülebilir.
Asemptomatik
enfeksiyonların varlığının bilinmesi de bu görüşü
güçlendirmektedir. Ancak duyarlı ve doğru sonuç veren
testlerin henüz elde bulunmaması, enfeksiyonu
geçirmiş
olan
kişilerin
oranının
bilinmesini
engellemektedir(69).
C. neoformans sıklıkla immün yetersizliği olan
kişilerde
enfeksiyona
yol
açmaktadır(26,69).
Lökozların birçok değişik türünde, Hodgkin lenfoma,
sarkoidoz, multipl myelom, tüberküloz, diyabet, böbrek
hastalıkları, uzun süreli kortikosteroid tedavisi, uzun
süreli
antibiyotik
tedavisi
ve
doku/organ
transplantasyonu gibi durumlarda hastalık sık
görülmektedir(7,17,25,26,33,69).
Bulaşma genellikle mantarı içeren toprak, toz ve
kuş gübrelerinin inhalasyonuyla oluşur. Bunun yanında
Vidinel( 69 ) tarafından, mantarın plasenta yolu ile
bulaştığı bir yeni doğan enfeksiyonu bildirilmiştir.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
64
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
üstü lenf düğümlerinin büyümesi gibi semptomlar
görülebilir. Hasta hayvan sütleri; yapışkan, mukuslu ve
grimsi-beyaz olabilir(45).
Koyun ve keçilerde akciğer hastalığı ve mastitis
belirlenmiştir. Bir çalışmada, C. neoformans alopesik
eksüdatif cilt lezyonu ve kafada da eksüdatif cilt
lezyonu ile ilişkili bulunmuştur(45).
Atlarda meningoensefalit, akciğer hastalığı,
frontal sinüs ve paraorbital bölgeyi etkileyen üst
solunum yolu hastalıkları ve yavru atmalar görülen
klinik belirtiler arasındadır. Burun boşluklarında
obstrüktif büyümelerde sıklıkla yer almaktadır(45).
Kanatlıların vücut ısıları yüksek olduğu için
etkene
dirençlidir(29,33).
Bununla
birlikte,
kriptokokkoz kuşlarda çok nadir olmakla birlikte
mikotik rinit ve sinüzite neden olmaktadır. Ayrıca,
etken özellikle güvercinlerin dışkısında bulunabilir(45).
Laboratuvar hayvanları içinde fareler; kobay,
sıçan ve tavşanlara göre etkene daha duyarlıdır. Periton
içi, damar içi ve beyin içi yollarla bulaştırma ile duyarlı
hayvanlarda hastalık oluşturabilir. Genelde bu mantar
ile infekte edilen hayvanlar 4 hafta içinde ölürler.
Tavuk embriyonları da damar içi yolla enfekte
edilebilirler(30).
Açıkgöz Aksu Ö, (2001). İstanbul ve çevresindeki
kuş dışkılarında Cryptococcus neoformans
görülme sıklığı. Uzmanlık Tezi, İÜ İstanbul Tıp
Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji
ABD, İstanbul.
2.
Ajello L, (1955). Recent advances in medical
mycology. Bull of National Association of Clin
Lab, 7: 11-16.
Boday GP, (1993). What’s new in fungal
infection in leukamic patients leukemia and
lymphoma , 11: 127- 35.
9.
Brueske CH, (1986). Proteolytic activity of a
clinical isolate of Cryptococcus Neoformans. J
Clin Microbial, 23:631-33.
10. Castanon-Olivares LR, Lopez-Martinez R, (1994).
Isolation of C. neoformans from pigeon (Columba
livia) droppings in Mexico City. Mycoses, 37(910): 325- 327.
11. Cherniak R, Morris LC, Anderson BC, Wleyer
SA, (1991). Facilitated isolation, purification, and
analysis of glucuronoxylomannan of C.
neoformans. Infection and Immunity, 59: 59-64.
12. Cleare W, Brandt ME, Casadevall A, (1999).
Monoclonal antibody 13F1 produces annular
fluorescens patterns on Cryptococcus neoformans
serotype AD isolates. J Clin Microbiol 37: 3080.
13. Costa AK, Sidrim JJ, Cordeiro RA, Brilhante RS,
Monteiro AJ, Rocha MF, (2010). Urban pigeons (
Columba livia) as a potential source of pathogenic
yeast: a focus on antifungal susceptibility of
Cryptococcus
strains in Norheast Brazil.
Mycopathologia 169:207-213.
Kaynaklar
1.
8.
14. Cox GM, Perfect JR, (2000). Cryptococcus
neoformans var. neoformans and gattii and
Triichosporon species. In: Coklier L, Balows A,
Sussman M. Topley and Wilson’s Microbiology
and Microbial Infections. 9th ed. Vol 4 Ajello L,
Hay RJ vol eds. Medical Mycology 461-486.
15. Davis CE, (1986). Cryptococcus in infectious
Disaese Medical Mikrobiology. 2 Baskı (Ed.
Braude A.I, Fierer J, Davis C.E) W.B Saunders
Comp. Philadelphia, pp. 564-71.
3.
Ajello L, (1967). Comparative ecology of
respiratory mycotic disease agents. Bact Rev,
31:6- 24.
4.
Anğ Ö, Tümbay E, Büget E, Güvener Z, (1973).
Balgamdan izole edilen Cryptococcus neoformans
suşu. İstanbul Tıp Fak. Mec 36:850.
16. Denning DW, (1991). Epidemiology and
pathogenesis of systemic fungal infections in the
immunocompromised host J Antimicrobiol
Chemother, 28 (Suppl B) 1-16.
5.
Aygün G,
(1996).
İstanbul’ da doğal
kaynaklardan
Cryptococcus
neoformans
araştırılması. Uzmanlık Tezi. İÜ Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik mikrobiyoloji
ABD. İstanbul.
17. Diamond RD, (1990). C. neoformans. Principles
and Practise of Infectious Diseases, (Eds) Mandell,
G.L., Douglas, R.G., Bennett, J.E. 3rd Ed., New
York, Edinburgh, London, Melbourne, Churchill
Livingstone, 1980-1989.
6.
Bergman F, (1963). Occurrence of Cryptococcus
neoformans in Sweden Acta Med Scan , 174:65155.
7.
Bhattacharjee AK, Bennett JE, Glaudemans CPJ,
(1984).
Capsular polysaccharides of C.
neoformans. Review of Infectious Diseases, 6:
619-624.
18. Dromer F, Gueho E, Ronin O, Dupont B, (1993).
Serotyping of C. neoformans by using a
monoclonal antibody specific for capsular
polysaccharide. Journal of Clinical Microbiology,
31: 359-363.
19. Dramer F, Varma H, Ronin O, Mathoulin S,
Dupont B, (1994). Molecular typing of
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
65
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Cryptococcus neoformans serotype D clinical
isolates. J Clin Microbio, 32:2364-71.
infected
intravenously
with
Cryptococcus
neophormans (Torula histolytica) 221:273-78.
20. Emmons CW, (1951). Isolation of Cryptococcus
neoformans from soil. J Bacteriol, 62:685- 90.
31. Kwon-Chung KJ, Polacheck I, Bennet EJ, (1982).
Cryptococcus neoformans Improved diagnostic
medium for separation of Cryptococcus
neoformans var neoformans (serotypes A and D)
and Cryptococcus neoformans var gattii (serotypes
B and C). J din Microbiol, 15:535-37.
21. Emmons CW, (1958). Environmental sources of
infection in the mycoses. 6th international
Congresson Tropical Medicine and Malaria,
September 5-13.
32. Kwon-Chung
KJ,
Bennett
JE,
(1984).
Epidemiologic Differences Between The Two
Varieties of C. neoformans. American Journal of
Epidemiology, 120: 123- ISO.
22. Ellis DH, Pfeiffer TJ, (1990). Natural habitat of
Cryptococcus neoformans var. gattii. J Clin
Microbiol, 28:1642-44.
23. Franzoit SP, Fries B, Hamdan JS, Casadevall A,
(1996). Analysis of electrophoretic karyotypes of
Cryptococcus neoformans strains from temperate
and tropical regions. 96th general meeting of the
American Society for Microbiology, New Orleans,
Louisiana (Abstract), F-8, p:28.
33. Kwon-Chung KJ, Bennet EJ,
(1992).
Cryptococcosis. In Medical Mycology, 4. baskı,
Lea&Fabiger, Philedelphia, pp. 397-446.
34. Kwon-Chung KJ, Edman JC, Wickes BL, (1992
a). Genetic association of mating types and
virulence in Cryptococcus neoformans. Infect
Immun; 60: 602-605.
24. Franzot SP, Salkin IF, Casadeval A, (1999).
Cryptococcus neoformans var. grubii separate
varietal status for Cryptococcus neoformans
serotype isolates. J Clin Microbiol 37: 838-840.
35. Kwon-Chung KJ, Kozel TR, Edman JC, Polacheck
I, Ellis D, Shinoda T, Dromer F, (1992 b). Recent
advances in biology and immunology of
Cryptococcus neoformans. Journal of Medical and
Veterinary Mycology, 30(Supplement 1): 133-142.
25. Graybill JR, (1992). C. neoformans. Infectious
Diseases, (Eds) Gorbach, S.L., Bartlett, Y.G.,
Blacklow, N.R., Philadelphia, W.B. Saunders Co,
1895- 1899.
36. Kwon-Chung KJ, Chang YC,
(1999).
Cryptococcus and cryptococcosis. 5th Congress of
the Eurupean Confederation of Medical Mycology
(June 3-6 1999, Dresden, Germany) Abstracts,
142-143.
26. Hay RJ, (1991). Clinical manifestations and
management
of
cryptococcosis
in
the
compromised patient. Fungal infections in the
compromised patient, (Eds) Warnock
DW,
Richardson MD. England, John Willey & Sons
Ltd. 85-115.
37. Lazera MS, Wanke B, Nishikawa MM, (1993).
Isolation of both varieties of Cryptococcus
neoformans from saprophytic sources in the city of
Rio de Janeiro, Brazil. Journal of Medical and
Veterinary Mycology, 31: 449-454.
27. Kantarcıoğlu AS, Yücel A, (2001). Deri
lezyonlarından
ayrılan
bir
Cryptococcus
neoformans kökeni: Laboratuvar tanımı, deney
farelerinde enfeksiyon oluşturulması ve NCCLS
M27-A makrodilüsyon yöntemi ile yedi
antifungale duyarlılığının belirtilmesi. Cer tıp fak
derg. 4: 205-211.
38. Lazera MS, Pirez FDA, Camillo-Coura L,
Nishikawa MM, Bezerra CF, Trilles L, Wanke B,
(1996). Natural habitat of Cryptococcus
neoformans in decaying wood forming hollows in
living trees. Journal of Medical and Veterinary
Mycology, 34: 127-131.
28. Karaman A, Tümbay E, Demir O, (1980). Bursa'da
güvercin ve çeşitli kuş dışkısı örneklerinde
Cryptococcus neoformans aranması. Türk Mik
Cem Der, 10:31-37.
39. Leblebicioğlu H, Saniç A, Günaydın M, Emirler
N, Özdemir Ş, (1995). Bir Cryptococcus
neoformans meninjiti olgusu. Mik Bül, 29:203-7.
29. Kasımoğlu Ö, (1988). C. neoformans' ın ekolojisi,
dağılımı ve kriptokokkoz epidemiyolojisi. C.
neoformans ve Kriptokokkoz, (Eds) Tümbay, E.,
Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Yayınları No: 12,
İzmir, Bilgehan Basımevi 1-8.
40. Levitz SM, (1991). The ecology of C. neoformans
and the epidemiology of cryptococcosis. Reviews
of Infectious Diseases, 13: 1163-1169.
41. Lucho VJ, Ginsburg V, Krivan HC, (1990). C.
neoformans, Candida albicans, and Other Fungi
Bind Specifically to the Glycosphingolipid
Lactosylceramide (Gaipi-4Glcpi-1Cer) a Possible
30. Kligman AM, Crane AP, Norris RF, (1951). Effect
of temperature on survival of chick embryos
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
66
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
54. Safrin RE, Lanchester LA, Davis CE, Braude AI,
(1986).
Differentiation
of
Cryptococcus
neoformans
serotypes
by
isoenzym
electrophoresis. Am J Clin Pathol, 86:204-8.
Adhesion Receptor for Yeasts. Infection and
Immunity, 58: 2085-2090.
42. Meço O, Bayraktar M, Erkmen H ve ark, (1980).
Bir
subakut
Cryptococcus
neoformans
meningiosefalitis olgusu. Mikrobiyoloji Bült. 14:
309.
55. Saraçlı MA, Yildiran ST, Sener K, Gonlum A,
Dogancı L, (2003). Karyotyping of Turkish
environmental Cryotococcus neoformans varient
neoformans isolates by pulsed-field gel
electrophoresis. 13th European Congress of
Clinical Microbiology and Infectious Diseases
ECCMID (Glasgow, UK, 10-13 may 2003 ) Clin
Microbiol Infect 9 ( Suppl 1): 221.
43. Meyer W, Mitchell TG, Freedman EZ, Vilgalys R,
(1993). Hybridization probes for conventional
DNA fingerprinting used as single primers in the
polymerase chain reaction to distinguish strains of
Cryptococcus neoformans. Journal of Clinical
Microbiology, 31(9): 2274-2280.
56. Seeliger HPR, Tümbay E, (1974). Mykosen der
Lunge unter besonderer Berücksichtigung der
opportunistischen Infektionen. Immun und Infek,
2:138-45.
44. Mitchell TG, Perfect JR, (1995). Cryptococcosis
in the era of AIDS-100 years after the discovery of
Cryptococcus neoformans. Clin Microbiol rev 8:
515-548.
45. Oie . Cryptococcosis, (2005). Erişim adresi:
http;//www.cfsph.iastate.edu. may 1,2005.
57. Shields AB, Ajello L, (1966). Medium for
selective isolation of Cryptococcus neoformans.
Science, 151:208-9.
46. Palmer AC, Herrtage M, Kaplan W, (1981).
Cryptococcus infection of the central nervous
system of a dog in the U.K J Small Anim. Prac.
22:579-86.
58. Sivrel A, Tümbay E, (1993). İzmir’de güvercin
dışkısından izole edilen Cryptococcus neoformans
suşlan ve bunların amfoterisin B’ye in vitro
duyarlıkları. İnfek Der, 7:107-13.
47. Patterson TF, Andriole VT, (1989). Current
Concepts in Cryptococcosis. European Journal of
Clinical Microbioliology and Infectious Diseases,
8: 457- 465.
59. Sotgiu G, Mazzoni A, Manyovani A, Ajello L,
Palmer J, (1966). Survey of soil spor human
pathogenic fungi from thr Emilia-Ramagna region
of Italy. Am J Epidemiol, 83:329- 37.
48. Pfeiffer TJ, Ellis DH, (1993). Serotypes of
Australian Environmental and Clinical Isolates of
C. neoformans. Journal of Medical and Veterinary
Mycology, 31: 401-404.
60. Soysal ŞS, Unat EK, Tahsinoğlu M, (1953). Bir
Cryptococcus vakası. Türk Tıp Encümeni Arşivi,
4:115.
61. Staib F, (1962 a). Cryptococcus neoformans beim
Kanarienvogel. Zbl f Bakt Orig (Abstr), 185:129.
49. Richardson MD, Wamock DW, (1994). Fungal
infection: Diagnosis and management, 2. baskı,
Blackwell Scientific Pub, London, Paris,
Edinbourgh, Boston, Melboum, Berlin, Vienna.
62. Staib F, (1962 b). Kreatinin Assimilation ein neues
Spezifikum für Cryptococcus neoformans. Zbl f
Bakt Orig, 186:274.
50. Rippon JW, (1988). Medical Mycology. The
pathogenic
fungi
and
the
pathogenic
actinomycetes, 3.baski, W.B. Saunders Comp,
Philadelphia, pp 582-609.
63. Tümbay E, (1977 a). İzmir yöresinde
Cryptococcus neoformans ve kriptokokkoz.
Birinci kısım: Cryptococcus neoformans 'ın doğal
kaynaklarından izolasyonu. TÜBİTAK 6. Bilim
Kongresi, Tıp Araştırma Grubu Tebliğleri
Tutanağı, sayfa 839(17-21 Ekim, 1977, Ankara).
51. Rosario I, Hermosa de Mendoza M, Deniz S, Soro
G, Alamo I, Acosta B, (2005). Isolation of
Cryptococcus species including C. neoformans
from cloaca of pigeons. Mycoses 48:421-424.
64. Tümbay E, (1977 b). İzmir yöresinde
Cryptococcus neoformans ve kriptokokkoz. II.
Kısım. Hasta materyalinde ve normal görünüşlü
kişilerin serumunda indirekt-floresan antikor (IFA)
yöntemi ile Cryptococcus neoformans’ a karşı
antikor araştırılması. Tübitak 6. Bilim Kongresi
Tıp Araştırmaları Tebliğleri, s. 785, Ankara.
52. Rosario I, Deniz S, Soro G et al, (2010).
Presences of C. albidu, C. laurentii and C.
uniguttulatus in crop and droppings of pigeon lofts
( Columba livia) . Mycopathologia 169:315-319.
53. Ruiz A, Fromtling RA, Bulmer GS, (1981).
Distribution of C. neoformans in a natural site.
Infection and Immunity, 31(2): 560-563.
65. Tümbay E, (1983). Pratik Tıp Mikolojisi. 1. baskı.
Bilgehan Basımevi, 49- 50 İzmir.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
67
Özmen G.Ö. ve Solmaz H.
AVKAE Derg. 2013, 3(1),58-68
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
66. Unat EK, Yücel A, (1965). Konak dışında
Cryptococcus neophormans ve Histoplazma
capsulatum araştırmaları İ.Ü. Tıp Fak. Mec. 28:47.
67. Unat EK, (1993). Temel Mikrobiyoloji 2. Baskı,
İ.Ü. CTF Yayınları Rektörlük NO: 3749, Fak. NO:
176, Doyuran Matbaası , İstanbul.
68. Unat EK, Yücel A, Altaş K, Samastı M, (1995).
Tıp parazitolojisi, insanın ökaıyonlu parazitleri ve
bunlarla oluşan hastalıkları. 5.baskı, İ.Ü. CTF
vakfı Yayınlar,15, Doyuran Matbaası, İstanbul.
69. Vidinel İ, (1988). İnsanda kriptokokkoz. C.
neoformans ve Kriptokokkoz, (Ed) Tümbay, E.,
Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Yayınları No: 12,
Bilgehan Basımevi, İzmir, 25-28
70. Vural T, Özbek H, Anğ Ö, (1978). Septisemi ile
seyreden jeneralize bir kriptokokkoz vakası. 18.
Türk Mikrobiyoloji Kongresinde bildirilmiştir, 2426 Ekim 1978, İstanbul.
71. Walker TS, (1998). Cryptococcosis and
Cryptococcus neoformans. Microbiology London,
WB Sounders 313-319.
72. Walter JE, Coffee EG, (1968). Distribution and
epidemiologic significance of the serotypes of
Cryptococcus neoformans. American Journal of
Epidemiology, 87(1): 167-172.
73. Warren NG, Shadomy HJ, (1991). Yeasts of
medical importance. Manual of Clinical
Microbiology, (Eds) Balows, A, Herrmann KL,
Isenberg HD, Shadomy HJ, 5th Ed, Washington
DC, American Society for Microbiology 617-662.
74. Yücel A, (1988). C. neoformans' ın mikolojisi. C.
neoformans ve Kriptokokkoz, (Ed) Tümbay, E.,
Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Yayınları No:12,
Bilgehan Basımevi, İzmir, 9-21.
75. Yücel A, (2001). Kriptokok ve Diğer Maya
formundaki mantarlar. İnfeksiyon Hastalıklar’ ında
2nci baskı. Ed. Wilke A, Söyletir G, Doğanay M.
76. Zimmerman LE,
Littman ML, (1956).
Cryptococcosis. Grune&Stratton, New York.
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
68
AVKAE Derg. 2013, 3(1),69-75
Derleme/ Review
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Veteriner Hekimlikte Oksidatif Stres ve Bazı Önemli Hastalıklarda
Oksidatif Stresin Etkileri
Ebru TABAKOĞLU1
1
2
Ramazan DURGUT2
Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hatay
Mustafa Kemal Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Hatay
Geliş tarihi/Received: 15.4.2013, Kabul Tarihi/Accepted: 15.8.2013
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Özet
Oksidatif stres veteriner hekimlikte araştırmaların aktif bir sahasıdır ve sepsis, mastitis, asidozis, ketozis, enteritis,
pnömoni, solunum ve eklem hastalıklarının dahil olduğu pek çok hastalıkta olguya dahil olmaktadır. Bu derlemede,
oksidatif stres ve bazı hastalıklardaki etkileri son yayınların ışığı altında değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Oksidatif stres, Oksidan, Antioksidan.
Oxidatıve Stress in Veterınary Medicine and Effects in Some
Important Diseases
Abstract
Oxidative stress is an active field of research in veterinary medicine and has been implicated in numerous disease
processes including sepsis, mastitis, acidosis, ketosis, enteritis, pneumonia, respiratory, and joint diseases. In this review,
oxidative stress effects in some diseases was evaluated in the light of current literatures.
Key Words: Oxidative stres, Oxidant, Antioxidant.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------lipid peroksidasyonu ve serbest radikal/reaktif oksijen
Giriş
ürünlerinin açığa çıkması sonucu organizmada hücresel
Serbest radikallerden reaktif oksijen ve nitrojen
hasar oluşumudur. Oksidatif strese karşı organizmanın
türleri (ROS ve RNS) normal hücre metabolizmaları
savunma mekanizmaları (antioksidan mekanizmalar)
tarafından üretilir. Serbest radikaller lipidler,
yetersiz
kalırsa, hücrelerde oksidatif hasar gelişerek
karbonhidratlar, proteinler ve nükleik asitler gibi
fonksiyonlar
önemli oranda aksar. Pek çok hastalığın
makromolekülleri etkileyerek oksidatif hasara neden
patogenezinde kritik bir öneme sahip olduğundan
olabilen, reaktif kimyasal ürünlerdir. Normal koşullarda
hastalığın şiddeti artar. Bu mekanizma, yaşlanma süreci
serbest oksijen radikalleri ve radikal toksisitesi ile
ve kardiyovaskuler hastalıklar, kanser, sepsis,
koruyucu antioksidan sistem üretiminde bir denge
dejeneratif nörolojik hastalıklar, böbrek yetmezliği,
vardır. Antioksidan ve oksidanlar arasında ki bu
infertilite, kas ve karaciğer hastalıkları gibi pek çok
dengenin oksidanlar lehine bozulması oksidatif stres
hastalığın etiyolojisinden sorumludur (13,16).
olarak bilinir. Oksidatif stres hastalıklarda hücresel ve
Aerobik organizmaların normal metabolizma
moleküler doku hasarı oluşum mekanizmalarının bir
basamaklarında, besinlerin oksijen kullanılarak enerjiye
parçasıdır (13,16).
dönüşümü sırasında oksijen molekülü indirgenir ve yan
Bu derlemede oksidatif stres ve veteriner
ürün olarak hidroksil, süperoksit, nitrik oksit ve lipid
hekimlikte bazı hastalıklarda oksidatif stres değişimleri
peroksit gibi değişik serbest radikaller ve reaktif oksijen
literatür verileri ışığında sunulmuştur.
türleri meydana gelir (15). Serbest radikaller, reaktif
Oksidatif Stres
oksijen (reactive oxygen species-ROS) ve reaktif
Oksidadatif stres, oksidan ve antioksidanlar
nitrojen türleri (reactive nitrogen species-RNS) olarak
arasındaki dengenin oksidan sistem lehine bozulması,
sınıflandırılır. ROS olarak adlandırılan moleküller;
Yazışma adresi/Correspondance: Ebru TABAKOĞLU, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, HatayTÜRKİYE E-posta: [email protected]
Tabakoğlu E. ve Durgut R.
AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ve nötrofiller aktive olduklarında sahip oldukları
NADPH oksidaz kompleksi ile superoksit radikalleri ve
hidrojen peroksit üretirler. Nötrofil miyeloperoksidaz
(MPO) enzimi ise güçlü oksidan kaynaklarından
birisidir ve hipoklorik asit üretimini katalizler (17, 26).
Oksidan yan ürünler, karaciğerde detoksifikasyon ve
eliminasyonda görevli olan sistemin aktivasyonu sonucu
da oluşurlar. Yağ asitlerinin yıkılmasından sorumlu olan
peroksizomlarda, yan ürün olarak hidrojen peroksit
oluşur (17). Ekzojen faktörler ise, ilaç toksikasyonları,
hava kirliliği yapan fitokimyasal maddeler, sigara
dumanı, solventler gibi çevresel faktörler, antineoplastik
ajanlar, metalik katyonlar, iyonize radyasyon,
ultraviyole ışınlar, pestisidler, ozon, diyet olarak
sınıflandırılabilir (10, 35).
Reaktif oksijen türleri reaktif nitrojen türleri gibi
normal hücresel metabolizma ürünleridir. ROS ve
RNS’ler organizmada düşük konsantrasyonlarda yararlı
etkilere sahiptir. ROS’lar hücresel cevap ve uyarı
mekanizmalarında görev alırken, serbest radikaller
sayısız enzimatik reaksiyon ve biyolojik fonksiyon için
gereklidir. Serbest radikaller vücut için gerekli ve
dengeli olduğu miktarı aşınca, yakın çevrelerindeki
lipid, protein ve nükleik asitler gibi makromoleküllerle
etkileşerek dengeli hale gelir. Ancak bu esnada hücre
yapı ve organallerinde bozukluklara neden olur (32).
ROS’lar, mutasyonlara ya da kansere neden olacak
şekilde nükleik asit fonksiyonunun bozulmasında, geri
dönüşümsüz DNA hasarı oluşmasında, enzim
aktivitelerinde değişikliklere, proteinlere zarar vererek,
yeni immunolojik yapıların oluşması gibi organizmada
çok sayıda zarara neden olmaktadır (4,17).
ROS’lar
özellikle
hücre
membranındaki
doymamış
yağ asitlerine
etki ederek lipid
peroksidasyonunu oluştururlar. Lipid peroksidasyonu
serbest radikaller tarafından başlatılan membran
yapısındaki yağ asitleri zincirinden bir hidrojen atomu
uzaklaştırılması ile başlayarak membran lipid yapısını
değiştiren ve dolaylı olarak da reaktif aldehitler üreterek
diğer hücre bileşenlerinin yapı ve fonksiyonlarına zarar
veren çok zararlı kimyasal bir zincir reaksiyonudur (1,
4). Bu reaksiyon otokatalitik olarak bir kez başladığında
zincirleme olarak devam eder ve eğer engellenmezse
hücre membranını harap eder, organelleri parçalayarak
lizozomal enzimlerin salınmasına ve otolize neden olur
(4, 17).
Üç veya daha fazla çift bağ içeren çoklu
doymamış yağ asitlerinin bölünmesiyle lipid
peroksidasyonun en önemli göstergelerinden biri üç
karbonlu bir dialdehid olan molondialdehit (MDA)
oluşur (15). Oluşan MDA; deformasyon, iyon
transportu, enzim aktivitesi ve hücre yüzey
bileşenlerinin agregasyonu gibi zar özelliklerinin
değişmesine yol açar (9).
superoksit anyon radikali (O2-), hidrojen peroksit
(H2O2), hidroksil radikalleri (HO-), hipoklorik asit
(HOCl), singlet oksijen (O2), ozon (O3), alkil radikali
(R), peroksil radikali (POO-), organik peroksit radikali
(RCOO-), perhidroksil radikali (HO2-), alkoksil radikali
(RO-)’dir. RNS molekülleri ise nitrik oksit (NO-),
peroksinitrit (ONOO-) olup, vücudun normal metabolik
reaksiyonları sırasında az miktarda üretilirler (15,17,
20).
Tablo 1: Oksijenin indirgenmesi
O2 + e + H+ → HO2˙ Hidroperoksil radikali
H O2˙ → H+ + O2˙
Süperoksit radikali
O2˙ + 2H+ + e → H2O2 Hidrojen peroksit
H2O2 + e → OH- + ˙OH Hidroksil radikali
˙OH + e + H+ → H2O
Nitrik oksit (NO-), bir adet eşlenmemiş elektronu
olan küçük bir moleküldür. Nitrik oksit muskarinik veya
histamin reseptörleri gibi çeşitli reseptörlerin
aktivasyonu sonucu L-arjinin ve oksijenden, nitrik oksit
sentaz
enzimi
etkisiyle
sentezlenir.
NOnörotransmisyon, kan basıncı regülasyonu, savunma
mekanizmaları, düz kas gevşemesi ve immun
regulasyon gibi süreçlerde biyolojik sinyal molekülü
olarak tanımlanan hem fizyolojik hem patofizyolojik
süreçlerde önemli role sahip bir serbest radikaldir (17,
37). Nitrik oksit, superoksit radikalinin reaksiyonu
sonucu, dokular için son derece zararlı bir radikal olan
peroksinitrit’e dönüşür. Peroksinitritin proteinlere
doğrudan zararlı etkileri vardır (37).
Organizmada oluşan serbest radikaller endojen
ve ekzojen kaynaklı olarak gruplandırılır. Endojen
faktörler arasında, egzersiz, stres, yaşlılık, kronik
hastalıklar,
enfeksiyon,
malabsorbsiyon
gibi
antioksidanların alınmasını engelleyen durumlarda
serbest radikaller açığa çıkmasıyla birlikte hücresel
düzeyde de meydana gelirler. Normal aerobik
mitokondiriyal solunum zincirine bağlı olarak
superoksit, hidrojen peroksit ve hidroksil radikali oluşur.
Reaktif oksijen türleri, ksantin oksidaz (XOD),
nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADPH)
oksidaz, nötrofil miyeloperoksidaz (MPO) gibi birçok
enzimin aktivitesinin bir sonucu olarak üretilmektedir
(17). Ksantin oksidaz canlı sistemde ROS oluşturan
başlıca enzimatik kaynaklardan biridir. Ksantin
oksidazın beyinde ödem, iskemi, damar geçirgenliğinde
değişkenlik gibi oksidatif hasarlara neden olduğu ayrıca
hepatit ve beyin tümörü olgularında da XOD’ın serum
düzeylerinin artış meydana gelir. NADPH oksidaz,
nötrofillerin plazma zarında bulunmaktadır. Makrofajlar
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
70
Tabakoğlu E. ve Durgut R.
AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
azalması, hidrojen peroksitin artmasına ve şiddetli hücre
hasarına yol açar (19). CAT ise demir içeren, özellikle
karaciğerde ve eritrositlerde olmak üzere bütün
organlarda bulunan ve SOD aracılığı ile oluşmuş olan
hidrojen peroksitin oksijen ve suya parçalanmasında
GSH-Px ile birlikte etkiyen önemli bir enzimdir. Her iki
enzim vücuttaki hücresel korunmada önemli rol
oynadığından, oksidatif strese bağlı olaylarda GSH-Px
ve CAT aktivitelerinde değişmelerin oluştuğu
bildirilmektedir (17, 18).
Glutasyon, düşük molekül ağırlığa sahip, vücutta
direk olarak sistein, glutamik asit ve glisin
aminoasitlerinden oluşmuş bir tripeptit olup, en önemli
çözünebilir
antioksidandır
(24,
38).
Hücre
metabolizmasına katılır ve hücre bütünlüğünün
korunmasında esansiyel bir bileşiktir (21). Enzimatik
olmayan antioksidan olarak oksidatif hasara ve serbest
radikallere karşı etkinlik gösteren glutasyon, doğrudan
reaksiyona girerek serbest radikallerin toksisitelerini
düşürmektedir. Hidroksil radikalleri ile singlet oksijenin
temizlenmesinde yararlıdır (7). Doğrudan serbest
radikalleri temizlemesinin yanı sıra; GSH-Px ile birlikte
enzimatik olarak da etki gösterir. Ayrıca, pek çok
koruyucu enzimin kofaktorü olarak işlev görür. E ve C
vitaminleri gibi önemli antioksidanların rejenere
olmasına ve tekrar aktif formlarına dönüşmesini sağlar
(38). Glutasyon, hücrelerde aminoasit transportunda,
DNA ve protein sentezinde de önemli fonksiyonlara
sahiptir (7). En çok karaciğerde sentezlenir ve karaciğer
vücut GSH içeriğinin en önemli kaynağını oluşturmakla
birlikte yaklaşık % 40’ı safra ile atılır (21).
E vitamini ile GSH-Px serbest radikallere karşı
birbirlerini tamamlayıcı etkilere sahiptir. E vitamini
tokoferol yapısında olup α, β, γ ve δ olarak adlandırılan
dört tokoferol karışımıdır. Antioksidan etkisi en fazla
olan α-tokoferol’dür (39). Alfa-tokoferol biyolojik
membranlardaki lipoproteinleri oksidasyondan koruyan
ve yağda çözünen ana antioksidan vitaminlerdendir.
Vitamin C ise güçlü indirgeyici aktivitesinden dolayı en
güçlü suda eriyen antioksidandır ve birçok enzimin
kofaktörüdür. C Vitamini, oksidatif hasara neden olan
serbest radikallerin yan etkilerini büyük miktarda
azaltır. Lipid peroksidasyonu önlemede vitamin C,
vitamin E’nin organizma düzeylerin azalmasını önleyip
yeniden kazanılmasını sağlamaktadır (24, 12).
Ruminantlar ihtiyaçları kadar vitamin C sentezlerler
ancak ruminal mikroflora tarafından vitamin C yıkıma
uğradığında
zaman
zaman
yetersizlikler
oluşabilmektedir. Askorbik asid düzeyinin düşük olması
tüm kronik yangısal hastalıklarda ve lipid
peroksidasyonun arttığı durumlarda önemli rol oynar
(24). β-Karoten bitkiler ve mikroorganizmalar
tarafından sentezlenen doğal pigmentleri olan
maddelerdir ve vitamin A öncülleri olarak antioksidan
Oksidan/antioksidan
dengesi;
Serbest
radikallerin üretiminin artması, antioksidanların inaktif
ya da yetersiz olması gibi nedenlerle bozulması
“Oksidatif Stres” oluşturarak, hücresel yapı ve
moleküllerde oksidan maddeler birikimine ve çeşitli
fizyolojik olayların aksamasına neden olur. ROS’ların
yararlı ve zararlı etikleri arasındaki hassas dengenin
korunması çok önemlidir. Aerobik organizmalarda
serbest radikallerin açığa çıkması sonucu, organizmada
bunların oluşturduğu hasarı önlemek için, radikal
oluşumunu engelleyen ve oluşan zararı azaltan,
antioksidan
olarak
bilinen
çeşitli
savunma
mekanizmaları geliştirilmiştir (38). Antioksidanlar
düşük konsantrasyonlarda oksidan maddelerle karşılaşır
ve hedef molekülün oksidasyonunu geciktirir ya da
inhibe eder
(17). Antioksidan enzimler serbest
radikalleri indirgeyerek oluşacak hasarı önlemede rol
oynar (23). Bunlar serbest radikalleri tutarak veya daha
zayıf yeni bir moleküle dönüştürerek aktivitelerini
azaltır veya serbest radikalleri kendilerine bağlayıp
reaksiyon zincirini kırma/onarma şeklinde etki
gösterirler (34). Antioksidanların sınıflandırılması farklı
şekillerde yapılabilmektedir; yapılarına göre enzimatik
ve enzimatik olmayan, kaynaklarına göre endojen ve
eksojen, çözünürlüklerine göre suda çözünenler ve
yağda çözünenler ve organizmada yerleşimlerine göre
intraselluler ve ekstraselluler olarak sınıflandırılır.
Organizmanın antioksidan olarak tanımlanan
serbest radikallere karşı savunma sisteminde öncelikle
hücrelerdeki enzim sistemleri etkilidir. Superoksit
dismutaz (SOD), glutatyon peroksidaz (GSH- Px),
katalaz (CAT) serbest radikallerin birikmesini ve lipid
peroksidasyonunun başlamasını önleyen en önemli
enzimatik antioksidanlardandır (17, 18, 38). Enzimatik
olmayan antioksidanlar ise askorbik asit (Vitamin C),
alfatokoferol (Vitamin E), glutatyon (GSH), β-Karoten
(Vitamin A) ve diğer antioksidanlardan oluşur. Normal
koşullarda organizmada antioksidanların miktarları ve
aktiviteleri arasındaki mevcut denge organizmanın
yaşaması ve sağlığı için gereklidir (17, 38).
Serbest radikallere karşı organizmadaki ilk
savunma işlemi superoksit dismutaz (SOD) enzimiyle
gerçekleşir. SOD,
endojen olarak üretilen ve
organizmayı oluşturan her hücre için esansiyel bir enzim
olup peroksinitrit oluşumunu engelleyici ve hücre
hasarına yol açan süperoksit radikalini, daha az zararlı
hidrojen peroksite ve moleküler oksijene dönüştürücü
etkisi nedeniyle organizmayı oksidanların zararlı
etkisinden korur (18).
Lipid peroksidasyona karşı oluşan korunma
mekanizmasında GSH-Px ve CAT birincil antioksidan
enzimler olarak bilinirler (21). GSH-Px aracılığıyla
hidrojen peroksitin ve lipid hidroperoksitlerin
indirgenmesi sağlanır (21, 18). GSH-Px aktivitesinin
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
71
Tabakoğlu E. ve Durgut R.
AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
artırmaktadır (29). Yılmaz ve Bahçecioğlu, yapmış
oldukları bir çalışmada karbonteraklorür (CCl4) ile
karaciğer sirozu oluşturulan ratlarda, karaciğer
dokusunda
MDA,
GSH-Px,
glukoz-6-fosfat
dehidrogenaz
ve
pirüvat
kinaz
aktivitelerini
ölçmüşlerdir. Sirozlu grubun karaciğer MDA
düzeylerinin kontrollere göre yüksek, GSH-Px ve
glukoz-6-fosfat dehidrogenaz aktivitelerinin ise düşük
olduğunu bulmuşlardır. Bu çalışma sonucunda sirozun
antioksidan savunma sisteminde değişikliklere ve
dolayısıyla oksidatif stres ve peroksidasyona yol
açabileceği belirlenmiştir (40). Deneysel olarak alkolik
yağlı karaciğer oluşturulan ratlarda ise karaciğer GSHPx aktivitesi ve lipid peroksidasyonu ölçülmüştür.
Karaciğer lipid peroksidasyon içeriğinin 4-6. haftalarda,
GSH-Px aktivitesinin ise 4. haftada arttığı ve karaciğer
GSH-Px aktivitesindeki artışın lipid peroksid üretimiyle
ilgili olabileceği belirlenmiştir (27). Alkole bağlı
olmayan karaciğer yağlanması sonucunda oluşan
hepatitisde, oksidatif stresin etiyolojik mekanizması ile
ilişkili olabilecek lipid peroksidasyon, karaciğer demir
seviyesi ve hiperinsilunemi olmak üzere 3 faktör öne
sürülmektedir (29).
Sütçü
ineklerin
karaciğerlerinde
lipid
peroksidasyon ve doğal antioksidan vitamin olan
vitamin E durumunu değerlendirmek için yapılan bir
çalışmada karaciğer yetmezliği olan ineklerde hepatik
ensefalopatinin klinik bulguları görülerek kan değerleri
AST > 80 U/l, serum GLDH > 15 U/l ve venöz plasma
amonyak >35 mmol/l olduğu belirlenmiştir. Karaciğer
yetmezliği
olan
ineklerde
hepatik
lipid
peroksidasyonunun arttığı ve antioksidan durumun
azaldığı belirlenmiştir (28). Avcı ve Kızıl (2012) geçiş
dönemdeki ineklerin oksidatif stres parametreleri
üzerine selenyum, bakır, çinko ve mangan içeren
enjektabl bir mineral solüsyonunun etkilerini araştırmak
üzere yaptıkları bir çalışmada doğumuna yaklaşık 3
hafta kala ileri gebe ineklerde tek doz mineral solüsyonu
neticesinde
doğum
sonrası
dönemde
MDA
düzeylerindeki azalmalar ile GSH-Px ve CAT
düzeylerindeki artışlar deney grubunda oksidatif stresin
azalma eğiliminde olduğunun göstergesi olarak kabul
edilmiştir. Sonuçta, özellikle selenyum, bakır, çinko ve
mangan içeren bir mineral solüsyonunun geçiş
döneminin başlangıcında uygulanmasının oksidatif
stresi önlemede etkili olabileceği kanaatine varılmıştır
(3).
Koyun
karaciğer
MDA konsantrasyonu,
enzimatik antioksidanların aktiviteleri (GPx, Cu, ZnSOD, CAT) ve enzimatik olmayan antioksidanların
konsantrasyonu (redükte GSH, vitamin C, β-karoten)
üzerine doğal distomatosis’in etkilerini değerlendirmek
üzerine yapılan bir çalışmada Fasciola hepatica,
Fasciola gigantica ve Dicrocoelium dentriticum ile
etkiye sahiptir. β-Karoten antioksidan etkisini, singlet
oksijeni ve peroksil radikallerini temizleyerek sağlar
(31). Melatonin, beyin epifizinden salgılanan bir
hormon olup biyolojik ritmin düzenlenmesine yardımcı
olur. Güçlü bir antioksidandır ve serbest radikaller
üzerine negatif etkilidir (24).
Hayvanlarda Oksidatif Stresin Etkili Olduğu
Bazı Önemli Hastalıklar
Antioksidan ve oksidanlar arasındaki dengenin
bozulması
olarak
tanımlanan
oksidatif
stres
hastalıklarda hücresel ve moleküler doku hasarı
oluşturmakta ve günümüzde hastalıkların patogenezi ve
prognozunun
belirlenmesinde
oksidatif
stres
parametrelerin
değerlendirilmesi
popülarite
kazanmaktadır.
Köpeklerin önemli bir deri hastalığı olan
piyoderma ile antioksidatif metabolizma arasındaki
ilişkinin incelenmesi ve oksidatif hasarın boyutunun 8hidroksi-2’-deoksiguanozin
(8-OHdG)
üzerinden
gösterilmesi amacıyla yapılan çalışmada piyoderma
tanısı konmuş köpeklerde MDA ve 8-OHdG
düzeylerinin yükseldiği saptanmıştır. Piyodermanın
yalnızca deride hasara yol açmadığı, piyodermalı
hayvanlar tedavi edilmediği takdirde hasarın hücresel
boyutta ve DNA üzerinde değişimlere yol açabileceği
belirlenmiştir (13). Şahin ve ark, rottweiler ırkı
ekzemalı bir köpekte yaptıkları bir çalışmada eritrosit
GSH-Px seviyelerinin azaldığı ve plazma lipit
peroksidasyon (MDA) seviyelerinin yükseldiğini
saptamışlardır (33).
Çiftlik hayvanlarında taşıma işlemi, verim
kayıplarına yol açması ve hayvan refahını olumsuz
etkilemesi ile strese ve bu durum oksidan/antiokisan
dengenin radikaller lehine bozulmasına neden
olmaktadır (15). Çetin ve ark, 10 ve 24 saat süreyle
taşınan koyunlarda oksidatif stres parametrelerini
değerlendirilmiş ve fiziksel zorlanma sebebiyle kas
kasılmalarının, enerji üretimini ve organizmaya oksijen
girişini artırdığı ve taşıma sonrasında MDA, NO, SOD
ve GSH-Px aktivitelerinin yükseldiğini tespit
etmişlerdir. Bu durum oksijen kaynaklı serbest
radikalleri ve birçok reaktif oksijen türlerini
artırmaktadır (11). Taşıma sırasında artan serbest
radikallerin hücre lipid membranlarının peroksidasyonu
sebebiyle plazma NO düzeyleri yükselmektedir (15).
Chirase ve ark, sığırlarda taşıma stresine bağlı olarak
laktik asit, laktat dehidrogenaz, kreatin fosfokinaz gibi
enzim aktivitelerinin yükselmesi ile oksidatif stres
parametrelerinin artırdığını bildirmiştir (8). Sıcaklık
stresi de hücrelerde reaktif oksijen türleri oluşumunu
artırarak oksidatif stresi uyardığı bildirilmektedir (6).
Karaciğer hastalıklarında, hem ROS/RNS artışı
hem de hücrelerde lipid peroksidasyonu, DNA ve
proteinlerin yıkımınına yol açtığından karaciğer hasarını
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
72
Tabakoğlu E. ve Durgut R.
AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
enfekte sığırlarda CAT, GSH-Px, vitamin E ve Vitamin
C’ nin azalmasını ve MDA düzeylerinde artışları
hastalıkta oksidatif stresin geliştiğinin göstergesi olarak
belirlemişlerdir (22). Yaşları 2 hafta ile 6 ay arasında
değişen ve dışkı numunelerinde Eimeria spp. oosistleri
gözlemlenmiş koksidiozisli buzağıların plazma MDA
düzeyi ile eritrosit SOD, CAT ve GSH-Px enzim
aktivitelerinin değerlendirilmesi üzerine yapılan
çalışmada, plazma MDA düzeyinin önemli derecede
daha yüksek olduğu, buna karşın, eritrosit SOD, CAT ve
GSH-Px aktiviteleri önemli oranda daha düşük
bulunmuştur.
Bu
durum
koksidiozisin
lipid
peroksidasyonuna yol açtığı ve koksidiozisli
buzağılarda oksidan ve antioksidanlar arasındaki
dengenin oksidan lehine bozulduğunu göstermiştir (36).
Bütün bu bilgiler ışığında oksidatif stres
parametrelerinde hayvanlarda bazı hastalıklarda bir
takım değişiklikler meydana gelmekte ve bu
hastalıkların tedavisinde çeşitli antioksidanların etkili
olabileceği yukarıdaki çalışmalarda gösterilmektedir.
Kaynaklar
doğal enfekte koyunlarda MDA konsantrasyonu ve GPx
aktivitesi ve ALT ve AST serum aktiviteleri kontrol
grubundan önemli derecede yüksek olup Cu/Zn-SOD,
CAT aktiviteleri ve GSH, vitamin C konsantrasyonları
kontrol grubundan önemli oranda düşük olduğu
belirlenmiştir. β-karoten konsantrasyonu açısından
gruplar arasında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır.
Bu çalışmada distomatosisli koyunların karaciğerinde
lipid peroksidasyonunda artış ve antioksidan aktivite
konsantrasyonlarında önemli değişiklikler olduğu
kanısına varılmıştır (12). Bu çalışmanın aksine Fasciola
hepatica ile enfekte koyunlarda yapılan bir diğer
çalışmada MDA düzeyleri, antioksidan enzimlerden
katalaz ve glutatyon peroksidaz aktiviteleri ile nitrik
oksit düzeyleri değerlendirilmiş, fasciolasisli grubun
plazma MDA düzeyleri, eritrosit katalaz, glutasyon
peroksidaz aktiviteleri ile serum nitrik oksit düzeyleri
kontrol grubuna göre istatistiksel olarak farklı
bulunmamıştır. Fasciolasisli grubun karaciğer MDA
düzeyi, CAT aktivitesi ile NO düzeyi kontrol grubuna
göre önemli derecede düşerken, glutasyon peroksidaz
aktivitesi ise önemli derecede artmıştır. Fasciola
hepatica’ nın sebep olduğu sirotik karaciğer dokusunda
MDA düzeyleri, antioksidan enzim aktiviteleri ve nitrik
oksit düzeylerinde değişiklikler meydana gelirken,
kanda herhangi bir değişiklik meydana gelmediği ve
karaciğer dokusunun ileri derecede fibrotik olması ve
hücre membran yapısının bozulmuş olması sebebiyle,
lipid perosidasyonuna karşı direnç olabileceği
belirlenmiştir (5).
Önemli zoonozlardan biri olan ekinokokkozisin
sığırlarda serum MDA, serbest oksijen radikallerinin
oluşumunu ve lipid peroksidasyonunu engelleyerek,
dokularda ve plazmada bulunan oksidanların zararlarını
engelleyen seruloplazmin (CER) ve bütün vücut
sıvılarında yer alarak, lenfositlerin çoğalmasında ve
farklılaşmasında rol oynayan, immun sistem
baskılandığında azalan, aktive olduğunda artan adenozin
deaminaz (ADA) konsantrasyonlarının araştırılması
amacıyla bir çalışma yapmışlardır (30). Kistik
ekinokokozis ile enfekte ve sağlıklı gruplar arasında
serum MDA ve ADA düzeyleri yönünden fark önemli
bulunurken, CER istatiksel olarak önemsiz bulunmuştur.
Sonuç olarak kistik ekinokokkozisli sıgırlarda lipid
peroksidayonun artması sonucu MDA seviyesinde artış
meydana geldiği, bu artışa paralel olarak CER de
antioksidan savunma için arttığı, belirlenmiştir (30).
Anaplasmozisli sığırlarda oksidatif stres ve
etkenin konak savunma sisteminin uyarılması sonucu
immun sistem değişimleri ve bu esnada oluşan yangı ile
birlikte oksidatif stres meydana geldiği MDA, NO,
HSP 27 (ısı şok proteni) ve interlökin (IL)-6 ile
değerlendirilmiş ve bunların düzeyleri yüksek
bulunmuştur (14). Kızıl ve ark, Theleria annulata ile
1. Akkuş
İ, (1995). Serbest radikaller ve
fizyopatolojik etkileri. Mimoza Basım, Yayım ve
Dağıtım, Konya.
2. Arslan HH, Nisbet C, Sarıpınar D, Çenesiz S,
Çenesiz M, (2008). Sığırlarda Asetilmetiyonin, LKarnitin,
Vitamin
E
Ve
Vitamin
B12
Kombinasyonunun Bazı Klinik, Hematolojik Ve
Biyokimyasal Parametreler Üzerine Etkisi. Yyü Vet
Fak Derg. 19(1): 9-14
3. Avcı C, Kızıl Ö. Geçiş Dönemindeki İneklerde
Stres Parametreleri Üzerine Mineral Uygulamasının
Etkileri F.Ü.Sağ. Bil. Vet. Derg. 2012, 26 (2): 87 –
91
4. Basaga HS, (1990). Biochemical aspects of free
radicals. Biochem Cell Biol. 68: 989-998.
5. Benzer F, Ozan ST, (2003). Fasciola hepatica ile
Enfekte Koyunlarda Lipid Peroksidasyonu,
Antioksidant Enzimler ve Nitrik Oksit Düzeyleri.
Turk J Vet Anim Sci 27: 657-661
6. Bernabucci U, Ronchi B, Lacetera N, Nardone A,
(2005). Influence of body condition score on
relationships between metabolic status and
oxidative stress in periparturient dairy cows. J.
Dairy Sci. 88: 2017-2026.
7. Bucak MN, Satılmış M, Kızıl S, Karaşahin T,
Akyol N, (2010). Sığır Embriyolarının in vitro
Gelişiminde
Kültür
Medyumlarına
Katılan
Antioksidanların Etkisi. Kafkas Univ Vet Fak Derg.
16 (1): 69-74
8. Chirase NK, Greene LW, Purdy CW, Loan RW,
Auvermann BW, Parker DB, Walborg EF,
Stevenson DE, Xu Y, Klaunig JE, (2004). Effect of
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
73
Tabakoğlu E. ve Durgut R.
AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
transport stress on respiratory disease, serum
antioxidant status, and serum concentrations of
lipid peroxidation biomarkers in beef cattle. Am. J.
Vet. Res. 65: 860-864.
23. Kleczkowski M, Klucinski W, Sikora J, Zdanowicz
M, Dziekan P, (2003). Role of antioxidants in the
protection against oxidative stress in cattle
nonenzymatic mechanism. Pol J. Vet. Sci. 6: 301308.
9. Cighetti G, Duca L, Bortone L, Sala S, Nava I,
Fiorelli G, Cappellini M.D, (2002). Oxidative Status
and Malondialdehyde in β-thalassaemia Patients.
Eıropean Journal of Clinical İnvestigation. 32: 55601
24. Kohen R, Nyska A, (2002). Oxidation of biological
10. Çaylak E, (2011). Hayvan ve bitkilerde oksidatif
25. Lacetera N, Bernabucci U, Ronchi B, Nardone A,
systems: oxidative stres phenomena, antioxidants,
redox reactions, and methods for their
quantification. Toxicol Pathol. 30(6): 620-650.
stres ile antioksidanlar. Tıp Araştırmaları Dergisi. 9
(1) : 73-83
(1996). Effects of selenium and vitamin E
administration during a late stage of pregnancy on
colostrum and milk production in dairy cows, and
on passive immunity and growth of their offspring.
Am J Vet Res. 57(12):1776-80
11. Çetin E, Çetin N, Küçük O, (2011). Toklularda
Karayolu ile taşımanın oksidan- antioksidan sistem
üzerine etkisi. Atatürk üniversitesi Vet. Bil. Derg.
6(2): 103-109
26. Lavelli V, Peri C. Rizzola A, (2000). Antioxidant
12. Değer Y, Ertekin A, Değer S, Mert H, (2008). Lipid
activity of tomato products as studied by model
reactions
using
Xanthine
oxidase,
Myeloperoxidase, and copper-induced lipid
peroxidation. J. Agric. Food Chem. 48(5): 14421448
Peroxidation and Antioxidant Potential of Sheep
Liver Infected Naturally with Distomatosis. Türkiye
Parazitoloji Dergisi. 32 (1): 23-26.
13. Ercan N, Fidancı UR, (2012).
Piyodermalı
köpeklerde idrarda 8-hidroksi-2’-deoksiguanozin
(8-OHdG) düzeyleri. Ankara Üniv Vet Fak Derg.
59: 163-168.
27. Lizuka J, Sato J, Sugimoto M, (1991). Glutathione
S-Transferase in Alcoholic Fatty Liver. Arukuro
Kenkyuto Yakabutsu Ison. 26: 428-446.
14. Ergönül S, Aşkar KT, (2009). Anaplasmosisli
28. Mudron
P, Rehage J, Qualmann K, Sallmann
H.P, Scholz H, (1999).
A Study of Lipid
Peroxidation and Vitamin E in Dairy Cows with
Hepatic Insufficiency. Journal of Veterinary
Medicine Series. 46 (4): 219–224.
Sığırlarda Isı Şok Protein (HSP), Malondialdehit
(MDA), Nitrik Oksit (NO) ve İnterlökin (IL-6, IL10) Düzeylerinin Araştırılması. Kafkas Univ Vet
Fak Derg. 15 (4): 575-579.
15. Freeman BA, Crapo JD, (1982).
Biology of
disease: free radicals and tissue injury. Lab. Invest.
47: 412-426
29. Muriel P, (2009). Asian Pacific Association for the
16. Gutteridge JMC, (1993). Free radicals in disease
Kistik
Ekinokokkozisli
Sığırlarda
Serum
Malondialdehit, Seruloplazmin ve Adenozin
Deaminaz Düzeylerinin Belirlenmesi. Erciyes Üniv
Vet Fak Derg. 5(1): 1-4
Study of the Liver. Hepatol Int. 3: 526–536
30. Nisbet C, Çenesiz S, Açıcı M, Umur Ş, (2008).
processes: A compilation of cause and consequence.
Free Radic Res Commun. 19(3): 141-158.
17. Gutteridge JMC, (1995). Lipid peroxidation and
31. Paiva S, Russell RM, (1999). Beta-carotene and
antioxidants as biomarkers of tissue damage. Clin
Chem. 41: 1819-1828
other carotenoids as antioxidants. JAm Coll Nutr.
18: 426-433
18. Halliwell B, Gutteridge JMC, (1999).
Free
Radicals in Biology and Medicine, 3rd ed, Oxford
University Pres, Newyork. 246-351.
32. Pekcan Z, Çınar M, Gürkan M, Kumandaş A,
(2011). Ankara Keçilerinde Propofol ve İzofluran
Anestezisinin Oksidatif Stres Üzerine Etkileri.
Atatürk Üniversitesi Vet. Bil. Derg. 6(3): 217-222
19. Halliwell B, Gutteridge JMC, (1989). Free Radicals
in Biology and Medicine. Clarendon Press, Oxford.
33. Şahin T, Şındak N,
Yaralıoğlu Gürgöze S,
Çamkerten İ, (2004). Rottweiler Irkı Bir Köpekte
Ekzema Olgusu. YYÜ Vet Fak Derg. 15 (1-2):7982
20. Halliwell B, (1994). Antioxidants and Human
Disease: curiosity, cause or consequence? Lancet,
344:721-724.
21. Kehrer JP, (1993). Free radicals as mediators of
34. Traber M.G, Packer L, (1995). Vitamin E. Beyond
tissue injury and disease. Crit Rev Toxicol. 23 (1):
21-48.
antioxidant function. Am. J. Clin. Nutr. 62: 15011509
22. Kızıl M, Baydar E, Kızıl Ö, (2011). Tayleriyozisli
35. Trimarchi JR, Liu L, Porterfield DM, Smith PJ,
Sığırlarda
Antioksidan
Parametrelerdeki
Değişiklikler. F.Ü.Sağ. Bil. Vet. Derg. 25 (2): 53 –
56
Keefe DL, (2000). Oxidative phosphorylationdependent and -independent oxygen consumption
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
74
Tabakoğlu E. ve Durgut R.
AVKAE Derg. 2013, 3(1)69-75
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
by individual preimplantation mouse embryos. Biol
Reprod. 62: 1866-1874
36. Tufan A, Çam Y, (2008). Buzağı koksidiozisinde
lipid peroksidasyon düzeyi ve antioksidan enzim
aktiviteleri. Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of
Health Sciences). 17(3): 131-136,
37. Tunçtan B, Abacıoğlu N, (1998). Biyolojik
örneklerde nitrik oksit ölçümü: Diazotizasyon
yöntemi. FABAD J. Pharm. Sci. 23: 161-170.
38. Valko M, Leibfritz D, Moncol J, Cronin M, Mazur
M, Telser J, (2007). Free radicals and antioxidants
in normal physiological functions and human
disease. Int J Biochem Cell Biol. 39: 44–84.
39. Vinson J, Hsu C, Possanza C, Drack A, Pane D,
Davis R, Klock C, Graser K, Wang X, (1994). Lipid
peroxidation and diabetic complications: effect of
antioxidant vitamins C and E. Adv Exp Med Biol.
366: 430-432.
40. Yılmaz
S,
Bahçecioğlu
İH,
(2000).
Karbontetraklorür İle Siroz Olusturulmus Ratlarda
Lipid Peroksidasyonu, Antioksidant Enzim Ve
Pirüvat Kinaz Aktiviteleri. Turk J Vet Anim Sci.
24: 25–28
http://www.adanavet.gov.tr/tr/e-dergi.php
75

Benzer belgeler