"Schopenhauer`da Ölüm Ve Ölüm Korkusu Üzerine" s

Transkript

"Schopenhauer`da Ölüm Ve Ölüm Korkusu Üzerine" s
SCHOPENHAUER’DA ÖLÜM VE ÖLÜM KORKUSU ÜZERĐNE
Deniz Soysal *
Öz: Bu makalede Schopenhauer’un ölüm ve ölüm korkusu üzerine
düşünceleri incelenmiştir. Ölüm korkusunun ustan kaynaklanmayan bir
korku olduğunda diretir Schopenhauer. Schopenhauer’un felsefesinin
temel kavramı olan yaşama-istenci temele alınarak yalnızca us temelli
değerlendirmelerin yetersizliği ortaya konmuştur. Son olarak
Schopenhauer’un ölüm korkusunun temel nedeni olarak ortaya koyduğu
bilincin yok oluşu düşüncesi ve bu düşüncenin yaşama-istenci
metafiziğiyle yenilebileceği iddiası çözümlenmiştir.
Anahtar sözcükler: Schopenhauer, ölüm, yaşama-istenci, kötümserlik.
Abstract: In this article Schopenhauer’s ideas on death and fear of death
are evaluated. He insists that reason is not and cannot be the source of
that fear. Will-to-live, which is the central concept of his philosophy, is
used as the base of evaluation and by this way it is tried to show the
inadequacy of taking reason as the sole base of that fear. Lastly
Schopenhauers’s claim that the basic reason of the fear of death is
annihilation of consciousness and that it can be overcome by metaphysics
of will-to-live is analyzed.
Keywords: Schopenhauer, death, will-to-live, pessimism.
* * *
Her şeyden evvel hiçbir insan mutlu değildir; bütün
hayatı boyunca hayali bir mutluluk peşinde koşup
durur, onu nadiren ele geçirir ve ele geçirse bile,
geçirmesiyle birlikte bir yanılsamadan, bir düş
kırıklığından başka bir şey kalmayacaktır geride; ve
kural olarak sonunda bütün umutları suya düşecek ve
limana bir enkaz halinde girecektir. O halde yalnızca
her an değişip duran şimdiden ibaret olan ve şimdi
sona eren bir hayatta mutluluk olmuş mutsuzluk
olmuş hepsi birdir.1
Çağın en büyük kötümseridir Arthur Schopenhauer. Đnsan
yaşamında önemli olan her konuda düşünmüş ve yazmıştır. Önem verdiği
ve üstüne kendine has düşüncelerini geliştirdiği konulardan biri de
dolayısıyla ölümdür. Ölümün insan yaşamındaki yeri, ölüme nasıl
bakmamız gerektiği ve ölüm korkusuyla nasıl baş edeceğimiz gibi
*
1
Yrd. Doç. Dr., SDÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü.
Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Đstanbul: Say Yayınları, 2010, s. 66.
109
konular sadece sıradan insanın üstüne kafa yorduğu konular olmakla
kalmaz; ölüm gerçeği felsefenin merkezidir. Schopenhauer, Sokrates’in
felsefeyi “ölüm için hazırlık” olarak tanımlamasını onaylar ve “ölüm
2
olmasaydı herhangi bir felsefi uğraş neredeyse hiç olmazdı,” der. Felsefe
bilgelik sevgisi olarak tanımlanır ve bilgelik tüm korkuları yenmiş olmayı
gerektirir. Ölüm ise insanın en büyük korkusudur, dolayısıyla felsefe
zorunlu olarak ölüm korkusunu yenmeye yönelik bir etkinlik olarak
tanımlanmalıdır. “Tüm dinler ve felsefi sistemler,” der Schopenhauer,
“temelde bu hedefe [ölüm korkusunu dindirmeye] yönelmişlerdir ve bu
nedenle esas olarak düşünen usun [reflecting reason] kendi
3
kaynaklarından ürettiği ölümün kesinliğine karşı bir ilaçtırlar.” Peki
kötümserliğiyle tanınan bir filozof ölümü kucaklar mı, ölümü kötüler mi,
yoksa onu hafife mi alır? Başka bir biçimde söylersek hayatın kötülük
dolu, mutluluğa yer bırakmayacak kadar acı ve hayal kırıklıklarıyla dolu
olduğundan emin olan Schopenhauer ölümü acaba bekleneceği gibi bir
kurtuluş, korkulmaktan çok beklenmesi, özlenmesi gereken bir şey olarak
mı sunmuştur? Bu sorunun yanıtı doğrudan olumlu ya da olumsuz
olamayacak kadar karmaşıktır ve oldukça uzun bir incelemeyi
gerektirmektedir. Öncelikle söylenmesi gereken şey Schopenhauer’un
ölüme ilişkin kuramını bütünlüklü olarak anlayabilmek için onun istenç
metafiziğini bütünüyle ortaya koymak ve sonrasında ölüm kavramıyla
ilişkilerini ayrıntılarıyla betimlemek gerekir. Ancak Schopenhauer bu
metafizik aşamaya geçmemizin ilk adımı olarak öncelikle saf bir
“deneysel bakış açısı”nı ortaya koyar. Deneysel bakış açısı,
Schopenhauer’a göre her ne kadar “bir bilmecenin yerine başka birini
koyuyor” olsa da Schopenhauer bu bakış açısına büyük önem verir ve onu
4
tüm ayrıntılarıyla tartışır. Stoacı doğa ve ölüm anlayışıyla büyük
ortaklıklar içeren bu deneysel bakış açısının ortaya konması bu yazının
ana eksenini oluşturacaktır.
1. Ölüm Korkusu Ustan Kaynaklanmaz
Deneysel bakış açısının ilk adımı insana odaklanmadan önce tüm
canlı varlıklarda ölüm korkusunun var olup olmadığını değerlendirmektir,
böylece insanın durumunu ayırt etmeye çalışır Schopenhauer. Ölümün
kesinliğinin bilgisi yalnızca insanlarda vardır, hayvanlar da ölümü tanır
ve bilirler, ama insanın öleceğinin farkındalığıyla kurduğu özel ilişki
hayvanlarda görülmez. Bu da elbette soyut düşünme gücünün
sonuçlarından biridir: “Yalnızca insan, soyut kavramlar içinde, kendi
2
Arthur Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II,
New York: Dover Publications, 1969, s. 463.
3
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 463.
4
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 484.
110
5
ölümünün kesinliğini taşır.” Böylece insan, yaşamını sürekli bir ölüme
yaklaşma olarak görür, her geçen an onu ölüme yaklaştırmaktadır, bunu
her dakika bilinçli olarak düşünmese de ölüme giden bir varlık olduğu
bilgisi her zaman kendini göstermeden tüm eylemlerine eşlik eder. Đnsan
öleceğine inanmasa da, ölümü kafasında kurgulayamasa da, sanki
sonsuza kadar yaşayacakmış gibi hissetse de; yani ölüm insanın tüm
duyguları, inançları ve kurgularının ötesinde kalsa da, eninde sonunda
öleceğini bilen, bilinci bu bilgiyle belirlenen varlıktır. Ölümün
gerçekliğiyle
ya
da
somutluğuyla
başkalarının
ölümünü
gözlemlediğimizde karşılaşsak da, temelde bu bilgi soyuttur, soyut
düşünebilmenin ürünüdür, yani kuramsaldır, ama bir bilgi olarak her
zaman bilincimizin içindedir, “uygulamaya koyulamayan başka kuramsal
doğrular gibi” sürekli onu düşünmesek de ölümün kaçınılmazlığının
6
bilgisi bozulmaksızın usumuzdaki varlığını korur. Öte yandan ölüm
korkusu sadece insanlarda değil hayvanlarda da vardır: “hayvanlar
ölümden, gerçekte onun ne olduğunu bilmeksizin ve gerçekliği içinde
7
onunla asla yüz yüze gelmeksizin içgüdüsel biçimde kaçmaktadır.” Bu
nedenle insan da bir hayvan olduğuna göre onun duyduğu ölüm
korkusunun arkasında insanın ayırıcı özellikleri olarak görülen us ya da
bilgi olamaz: “Doğmuş olan her şey bu korkuyu dünyaya getirmiştir
8
zaten.” Kendini korumaya çalışan hayvanın tek derdi acıdan uzak olmak
değildir; “ölüm yok oluşa işaret eder” ve tüm organizmalar temelde
kendilerini yok oluştan korumaya çalışırlar. Bunun nedeni bütün
organizmaların yaşama-istencinden [will-to-live] ibaret olmaları ve
eninde sonunda ölüme yenik düşecekleri için ölümün karşısında “zaman
9
kazanmak istemeleri”dir. Đnsan da bir hayvan, bir organizma olduğu için
yukarıda söylenenlerin hepsi insan için de geçerlidir. Dolayısıyla,
Schopenhauer’a göre, insan da hayvan da yaşama-istenci olduklarından
yaşama sınırsız bir bağlılık duyarlar, onu ne pahasına olursa olsun
korumak isterler. Yani ölümden korkmak için ölümün bilgisine, başka bir
deyişle, öleceğimizin kesin olduğunu, ölümden kaçış olmadığını bilmeye,
onun bilincinde olmaya gerek yoktur.
Ölüm korkusu aslında tüm bilgiden bağımsızdır, çünkü
hayvan ölümü bilmemesine rağmen ölüm korkusuna
sahiptir… Đnsan da doğası gereği aynıdır. Kötülüklerin en
büyüğü, bizi her yerde tehdit eden en kötü şey ölümdür, en
büyük kaygı ölüm kaygısıdır. Başka hiçbir şey bizi
5
Arthur Schopenhauer, Đsteme ve Tasarım Olarak Dünya, Đstanbul: Biblos
Kitabevi, 2005, s. 219.
6
Schopenhauer, Đsteme ve Tasarım Olarak Dünya, s. 219.
7
Schopenhauer, Hayatın Anlamı, s. 22.
8
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 465.
9
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 465.
111
başkalarının yaşamının tehlikede olmasının yaptığı kadar
karşı konulmaz bir şekilde diri bir ilgiyi uyandırmaz; başka
hiçbir şey bir idam kadar dehşet verici değildir.10
Öyleyse insanların ölümden korkmalarının nedeni us yetisine
sahip olmaları, yani düşünüm yapabilmeleri ve ölümün kesinliğinin
bilgisine sahip olmaları değildir, aksine ölüm korkusu tüm canlı
varlıklarda olduğu gibi insanda da doğuştan vardır.
2. Usun Yaşama ve Ölüme Karşı Tavrı: Yaşam Istıraptır, Ölüm
Kurtuluştur
Peki insan usu, Schopenhauer’un deyişiyle, “bilgi ve düşünüm”
bu doğuştan gelen korku, bu yaşama sınırsız ve koşulsuz bağlılık ve
ölümün kesinliği karşısında nasıl bir tavır alır?
…yaşama bu sınırsız bağlılık bilgiden ve düşünümden
ortaya çıkmış olamaz. Aksine bu bağlılık bilgiye ve
düşünüme aptalca görünür, çünkü yaşamın nesnel değeri
pek belirsizdir ve en azından varoluşun var olmamaya tercih
edilmesi gerektiği kuşkuludur; aslında, eğer deneyim ve
düşünüme söz hakkı verilseydi var olmama kesinlikle
kazanırdı. Mezar taşlarının üstünü tıklatsak ve ölülere
yeniden doğmayı isteyip istemediklerini sorsak, başlarını iki
yana sallarlardı.11
Schopenhauer bu konuyla ilgili Voltaire’in şu cümlelerini aktarır:
“Yaşamdan hoşlanırız, ama gelgelelim hiçliğin de iyi yönleri vardır. …
Sonsuz yaşamın ne olduğunu bilmiyorum, ama bu mevcut yaşam kötü bir
12
şakadır.” Voltaire, Leibniz’in olanaklı dünyaların en iyisi kuramına
karşı yazdığı Candide adlı eserinde yaşamın kötülüklerini ve acılarını
ortaya serer. Savaşlar, açlıklar, masumların başına gelenler, aile
trajedileri, insanların ruhen çektikleri acılar, ıstıraplar ve sıkıntılar insan
yaşamının pek de mutlu ve keyifli bir şey olmadığını göstermeye elbette
yeterlidir. Öte yandan Schopenhauer bu tür kanıtların a posteriori kanıtlar
olduğunun farkındadır. Schopenhauer, Voltaire’den farklı olarak ve belki
de tamamen zıt bir sonuca ulaşmış olsa da Leibniz’in olanaklı dünyaların
en iyisi kuramının kuruluşuna benzer bir şekilde yaşamın kaçınılmaz
olarak acı verici olduğunu metafizik bir temele dayandırmıştır. Bu açıdan
ona göre yaşamın acı ve sıkıntı dolu olması a priori bir hakikattir; yani
yaşama istenci metafiziğinin kaçınılmaz sonucudur. Yaşamın
sürdürülmesi için mutlaka arzularımızın doyurulması gereklidir ve
10
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 465.
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 465.
12
Voltaire’den aktaran Schopenhauer, The World as Will and Representation,
s. 465.
11
112
doyurulma olduğunda duyulan mutluluk kısa süreli olmalıdır ve belli bir
süre sonra tümüyle anlamını ve etkisini yitirmelidir ki yeniden
yaşamımızı sürdürmemize olanak sağlayacak olan yeni bir arzu kendini
gösterebilsin. Bunu düzenli olarak acıkmamıza benzetebiliriz. Yediğimiz
yemek ne kadar lezzetli de olsa, karnımızı ne kadar doyursa da, belli bir
süre sonra yeniden acıkırız ve önceki yemeğin güzelliği ya da verdiği
tatmin ve tokluk tümüyle kaybolmaya mahkumdur. Bu bağlamda sürekli
bir çabalama olarak tanımlayabileceğimiz yaşam gerçekten kötü bir şaka
olarak görünür; ama tüm şakaların sonu gelir ve bu “kötü şaka”nın er ya
da geç sonu gelecektir ve kötü bir şakanın bitmesi belki de onun en iyi
yanıdır. Ancak yaşam bu a priori hakikati destekleyen sayısız a posteriori
örnekle doludur. Heredot’un, der Schopenhauer, “söylemiş olduğu şey o
zamandan beri çürütülmemiştir: bir sonraki günü asla yaşamamış olmayı
bir kereden fazla dilememiş olan hiçbir insan var olmamıştır. Bundan
dolayı, bu kadar sıkça kederlenilen yaşamın kısalığı büyük olasılıkla ona
13
ilişkin en iyi şeydir.” Yaşama istenci ne pahasına olursa olsun varlığını
sürdürme istencidir ve bu anlamda kördür. Schopenhauer var olmaya ya
da yaşıyor olmaya duyulan bu katışıksız bağlılık ve niteliğinden ya da
içeriğinden bağımsız olarak yalnızca varoluşu sürdürüyor olmaktan
duyulan tatminle ilgili şunları söyler: “Hayvanlar safi varoluştan (sadece
yaşıyor olmaktan) bizden daha fazla tatmin olurlar; bitkiler bütünüyle
14
tatmin olur, insan ise bönlük yahut bunluk derecesine göre.” Đşte bu
yüzden, Schopenhauer’a göre, bönlük derecesinin üstüne çıkabilmiş
düşünen insan için, bu kötü şakanın sona ermesinden korkmak ve bunu
ertelemek için olağanustü çabalar harcamak gülünçtür.
Yaşama bu güçlü bağlanış, sonuç olarak, usa aykırı ve
saçmadır; bu yalnızca bizim tüm kendinde-varlığımızın
yaşama istenci olduğu gerçeğine bakarak açıklanabilir.
Yaşam, yaşama istencine ne kadar acı, kısa ve belirsiz
olabilse de en yüksek iyi olarak görünmelidir ve bu istenç
özgün olarak ve kendinde bilgiden yoksundur ve kördür.
Aksine bilgi, yaşama bu bağlılığın kökeni olmak şöyle
dursun tam da bu bağlılığın karşısında durur, çünkü bilgi
yaşamın değersizliğini ortaya koyar ve bu yolla ölüm
korkusuyla savaşır.15
13
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume I, ss. 324325.
14
Schopenhauer, Hayatın Anlamı, s. 22.
15
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, ss. 465466.
113
3. Yaşama-Đstenci ile Us Arasındaki Savaş: Hangisi kazanmalı?
Özetle ölüme ilişkin bizi etkileyen iki güç vardır. Biri
varlığımızın, en azından doğal ya da bedensel varlığımızı oluşturan
yaşama istencidir; öbürü ise usumuz ya da düşüncedir. Đlki her koşulda
yaşamaya devam etmemizi, ölümden korkmamızı ve kaçmamızı
söylerken diğeri ölümün korkulacak bir şey olmadığını, onun bu acı dolu
yaşamdan bir kurtuluş olduğunu söyler. Bu iki güç savaşmaktadır ve eğer
yaşama istenci bir insan bilincinde her durumda ve her zaman bu savaşı
kazanıyorsa, bedellerini umursamaksızın yalnızca kendi yaşamını
korumaya çalışan bir insan portresi çıkar karşımıza. Schopenhauer böyle
insanların her ne kadar en derin doğalarını gerçekleştiriyor olsalar da
bizler tarafından genelde küçük görüldüklerini; yani böyle bir tavrın çoğu
insan tarafından haklı olarak onaylanmadığını söyler. Bu da usun yaşama
karşı tavrından kaynaklanmaktadır çünkü doğamız bize ölümden
korkmamızı söylüyorken, usumuz bize bu korkunun yersizliğini
hatırlatmaktadır.
Usun ölümle ilgili bu net ve açık tavrına rağmen en üst düzey
eğitim almış olanlar ve en zor ve karmaşık sorunların üstesinden gelenler
de dahil olmak üzere insanların çoğu ölümden korkmaya neden hala
devam ediyorlar? Đşte burada Schopenhauer usumuza rağmen ölümden
korkmaya devam etmemizi açıklanması gereken bir olgu olarak görüyor
ve çeşitli alternatifleri değerlendiriyor. Đlk olarak acaba, doğuştan
getirdiğimiz ölüm korkusunu bir yana bırakırsak, usumuz bize ölümden
korkmamamızı söylemesine rağmen ondan korkmaya ve kaçmaya devam
etmemizin nedeni “varolmama düşüncesi”nin bizde yarattığı endişe
olabilir mi diye soruyor Schopenhauer. Yani öldüğümüz zaman yok
olacağımızı düşünmemiz usumuzu yine de korkuya yönlendiriyor olabilir
mi? Sahip olduğumuz en değerli ve en temel şeyin bu dünyadaki
varoluşumuz olduğunu düşünürsek, bu ilk bakışta olanaklı gibi
görünüyor. Ancak Schopenhauer böyle bir temelin oldukça mantıksız
olduğunu basit bir karşılaştırma yaparak gösteriyor: “Ölümün bize bu
kadar korkunç görünmesine neden olan var-olmama düşüncesi olsaydı,
henüz var olmadığımız zamanı da mutlaka aynı korkuyla düşünmemiz
16
gerekirdi.” Varolmamaktan söz edeceksek bizim iki ayrı varolmama
durumuyla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Doğmadan önceki
varolmayışımız ve ölümden sonra içine düşeceğimizden korktuğumuz
varolmayışımız. Temelde iki varolmama durumu arasında herhangi bir
fark bulunmamaktadır. Biz doğumumuzdan, yani varoluşumuzdan önce
geçen sonsuz zamanı düşündüğümüz zaman ne korku ne de endişe
duyarız. O zaman varoluşumuzdan sonra geçecek olan sonsuz zamandan
neden korkalım ki? Demek ki, diye sonuçlandırıyor Schopenhauer, “var
16
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, ss. 466467.
114
olmama düşüncesi” us insanı ölümden korkmaktan alıkoyuyorken bu
korkunun yine de devam ediyor olmasını açıklayacak bir etmen olamaz.
Biz henüz var olmamışken tam bir sonsuzluk doğal akışını
sürdürmüştür ve bu hiçbir şekilde bizi rahatsız etmez. Öte
yandan, çok az süren geçici bir varoluşa ait oyunun ardından
bizim artık var olmadığımız bir ikinci sonsuzluğun gelecek
olması bize zor ve hatta dayanılmaz gelir. Şimdi varoluş için
duyulan bu istek onu tatmış ve onu çok zevkli bulmuş
olmamızdan ortaya çıkmış olabilir mi? Yukarıda kısaca
ortaya konduğu gibi, kesinlikle olamaz; kazanılmış deneyim
çok daha ziyade var olmayışın kayıp cenneti için sonsuz bir
özleme neden olmaya yeterli olmuştur. Ruhun ölümsüzlüğü
için duyulan umuda her zaman “daha iyi bir dünya” umudu
eklenir; bu da şimdiki dünyanın pek değerli olmadığının
göstergesidir.17
Ruhun ölümsüzlüğüne duyulan arzuyu incelediğimizde
Schopenhauer’un yaşamın değerine ilişkin değerlendirmesiyle
zorlanmaksızın yüz yüze geliyoruz. Eğer birisi ruhunun ölümsüz olmasını
istiyorsa, yok olmaktansa bir ruh olarak varlığını, yani bilincini
sürdürmeyi arzuluyorsa, aynı zamanda ölümünden sonraki yaşamının da
bu yaşamdakinden çok daha iyi olacağını, daha mutlu olacağını ya da tek
tanrılı dinlerin vaat ettiği gibi bir cennete gideceğini düşünüyor olduğu
içindir. Ruhun ölümsüzlüğüne inanan ya da onu arzulayan kişi için bile
içinde yaşadığı bu dünya her zaman ölümden sonra gideceğine inandığı,
umut ettiği dünyadan daha kötüdür. Yani insanların ruhun ölümsüzlüğü
arzusu temelde daha mutlu olacakları bir dünyada yaşama arzusudur. Bu
da bize ölümden sonra yok olacağımız düşüncesinin ölüm korkusunun
temelinde olamayacağını gösterir; çünkü ölüm gerçekten yok oluşsa,
yaşam temelde anlamsız bir çaba olarak görünür ve bu anlamsız çabanın
bitmesi kötü değil iyi bir şeydir. Peki o zaman neden hala ölümden
korkuyoruz? Ölümün bir yok oluş olduğu varsayımı olsa olsa bize
mutluluk vermelidir çünkü bu dünya kötüdür, acıdır ve değersizdir.
Üstüne üstlük var olmadığımız onca zaman için hiçbir endişe duymazken,
ölümden sonra var olmayacağımız sonsuz zamandan korkmak açık bir
çelişkidir: “Artık var olmayacağımız zaman için yas tutmak henüz var
18
olmadığımız zaman için yas tutmak kadar gülünçtür.”
Elbette Schopenhauer’un kötümserliği her noktada ölüme ilişkin
yargılarını etkiler. Yaşam acılar ve mutsuzluklarla dolu olduğu için
yaşamın “özlenmeyecek bir şey” olduğundan emindir. Daha önce
söylediğimiz gibi bunu hem a priori hem de a posteriori olarak
17
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, ss. 466467.
18
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 467.
115
kanıtlamakta zorlanmaz. Dolayısıyla özlem duyulamayacak kadar kötü
olan bu yaşamı “kaybetmiş olmak açıktır ki hiç kötü değildir; bu yüzden
var olmadığımız gerçeğinden ne kadar az rahatsız oluyorsak var
19
olmayacağımız gerçeğinden de o kadar az rahatsız olmalıyız.” Ancak
bu noktada Schopenhauer’un kötümserliğinin dünyanın ve yaşamın
mevcut durumunun kötü olduğu ama başka türlü olsaydı daha iyi
olabileceği üzerine kurulduğu düşünülmemelidir. Aksine insan yaşamının
acı ve ıstırap dolu oluşu, Schopenhauer’a göre bir zorunluluktur, başka
bir deyişle insan varoluşu acı ve ıstırabı zorunlu olarak içinde taşır.
Yaşama-istenci metafiziği yaşamın mevcut ve olanaklı tüm biçimlerinin a
priori olarak acıyla dolu olmasını gerektirir. Ussal, fiziksel, teknolojik ya
da bilimsel gelişmeler de dahil olmak üzere hiçbir gelişme yaşamı
iyileştirme ve insanların mutluluğunu arttırma ya da garantileme
olanağına sahip değildir. Đnsanların, diye sorar Schopenhauer, “bütün
arzuları, dilekleri daha doğar doğmaz yerine getirilmiş olsaydı eğer,
insanlar ne ile doldururlardı hayatlarını ve ne ile geçirirlerdi zamanlarını”
ve bu soruyu şöyle yanıtlar: “Ya can sıkıntısından ölürlerdi ya da
kendilerini asarlardı ya da olmadı birbirlerine düşer, kavga dövüş
birbirlerini boğup öldürürlerdi, böylece kendilerini şimdi tabiatın onlara
20
yazdığından daha büyük bir acı ve ıstıraba uğratırlardı.” Demek ki insan
varlığının özünde onun acı ve sıkıntıyla yaşaması bir zorunluluk olarak
bulunmaktadır, yaşam ıstırap demektir. Tüm isteklerin yerine
getirebilmiş, arzularını tatmin etmiş, aradığı her tür mutluluğa erişmiş bir
insan düşünsek bile, doğa bunun bedelini ona can sıkıntısıyla ödetir.
Mutsuzlukla başı dertte olmayan insan, çabalayacak herhangi bir hedefi
kalmayacağı için, bu sefer can sıkıntısı içine düşer, bu da onun yeni
sıkıntısı olur, ya can sıkıntısından patlayacak, yani acı çekecektir, ya da
can sıkıntısını geçirmek için yeni bir dert edinecek ve bu sefer onun
peşinden koşarken yeniden çabalama durumuna dönmüş olacaktır. Bu da
en derin doğamızın sonucudur; biz insanlar yaşama istencinin insan
organizması olarak biçimlenmiş şekli olduğumuzdan, doğanın bir parçası
olarak her koşulda yaşamımızı sürdürmek ve ölümden kaçmak isteriz.
Bilincin gösterdiği yola direnmemizin nedeni de budur.
…bilinç bilmekten oluşur ve bu nedenle bilinç için ölüm
kötü değildir. Üstüne üstlük ölümden korkan gerçekten
egomuzun bilen parçası değildir, fuga mortis [ölümden
kaçış] basitçe ve bütünüyle yaşayan her şeyi dolduran kör
istençten gelir. Ama zaten belirtildiği gibi tam da içsel
doğası yaşam ve varoluş için çabalamaktan oluşan yaşama
istenci olduğu için bu fuga mortis ona özseldir.21
19
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 468.
Schopenhauer, Hayatın Anlamı, s. 17.
21
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 468.
20
116
Tüm bunlar usumuzun yaşama-istencine yenilmesinin nedenini
henüz bulamadığımızı gösteriyor. Schopenhauer bu durumda başka bir
alternatifi incelemek gerektiğini düşünüyor. Çelişkiler varlığı olan insanın
yine de ölümden korkuyor olmasının nedeni organizmanın, yani
bedeninin parçalanacak, dağılacak olması olabilir mi? Đnsan kaçınılmaz
olarak bedensel bir varlığa sahiptir, doğumundan itibaren bir bedenin
sahibi ya da bir bedenin bizzat kendisi olarak düşünür kendisini.
Schopenhauer’un deyişiyle “organizma kendini beden olarak açığa
22
çıkarmış olan istencin kendisidir.” Ölüm ise bu bedenin işlemesinin
sona ermesi ve parçalanıp doğaya karışarak birliğini kaybetmesi
demektir. Dolayısıyla yaşama istenci olarak ben bedenimin işleyişinin
durmasıyla birlikte yaşamımı kaybetmiş olacağım ve kaçtığım tek şey
olan ölüme yenilmiş olacağım. Đşte bu nedenle biz insanlar bedenimizin
işleyişinin sonu olması açısından usumuza rağmen en temel doğamız olan
yaşama istencinin sonu olan ölümden korkmaya devam ediyor olabiliriz.
Ancak acaba temeli organizmanın sonu olan bu korkuyu duymakta haklı
mıyız ya da usumuz bu açıdan en temel doğasına yenilmeye mahkum
mu? Öldüğümüz zaman bir bilinç kaybıyla karşı karşıya kalacağımız
açıktır, çünkü bilinç ancak organizma bütünüyle canlılığını korurken
varlığını sürdürmektedir, beyin ölümü gerçekleştiğinde ise bilinç ortadan
kaybolur. Biz bilinç yokluğuyla yaşamımız sürerken de bazı durumlarda
karşılaşmaktayız; örneğin, derin uyku, baygınlık, koma hallerinde ve
narkoz etkisi altındayken olduğu gibi. Tüm bu bilinç yokluğu ya da kaybı
süresince ne bir acı, ne bir rahatsızlık hissederiz, tam tersine iyi ve kötü
tüm duyguların yokluğu demektir bilinç kaybı. O zaman organizma için
ölüm, insan için bilincin kaybolduğu anla örtüşür, o andan sonra hiçbir
duygunun varlığından bahsedemeyiz.
Bilinç, bireysel gövdeye bağlı bireysel bir bilinç olarak, her
gün mutlaka uykuyla kesilir. Derin uyku, sürdüğü sürece,
ölümden hiç de ayrı değildir. Gerçekten de, uyku, donmada
olduğu gibi kesintisiz ölüme geçer sık sık. Uyku ancak
gelecek bakımından, açıkçası uyanma bakımından ölümden
farklıdır. Ölüm, bireyliğin unutulduğu bir uykudur.
Bireylikten başka her şey yeniden uyanır ya da daha
doğrusu hiçbir zaman uyumamıştır.23
Dolayısıyla ölüm haliyle bütünüyle karşılaşmış olmasak da, ki bu
zaten olanaksızdır, yine de yukarıda bahsedilen durumlarda öldüğümüzde
olacaklarla kısa süreli olsa da tanışmış oluruz. O zaman bizim ölümden
korkmamızın nedeni acıdan korkuyor olmamız olamaz, korktuğumuz
yaşama-istenci tarafından bakıldığında organizmanın dağılması,
organizmanın canlılığını yitirmesidir, ancak us tarafından bakıldığında
22
23
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 468.
Schopenhauer, Đsteme ve Tasarım Olarak Dünya, ss. 214-215.
117
korktuğumuz bu olamaz çünkü, organizmanın canlılığını yitirmesi
durumuna uyku ya da baygınlık hallerinden alışık olduğumuz için bunun
herhangi bir acının hissedilmeyeceği bir durum olduğunu biliriz. Tüm
bunlar göz önüne alındığında ölümden hala korkuyor olmamızın nedeni
organizmanın çalışmasının durmasından başka bir şey olmalı. Yukarıdaki
alıntıdan da anlaşılacağı gibi bu sonucu uykudan uyandığımızda
kazandığımız şeyin ne olduğuna ve ölümün uyanılamayacak bir uyku
olduğunu düşündüğümüzde neyi kastettiğimize dikkatimizi yönelterek
bulabiliriz. Ölümde bizi korkutan şey ne varolmama düşüncesi ne de
bedenimizin canlılığını kaybedip dağılacak olmasıdır, “bizim ölümde
korktuğumuz, bireyin, bireysel olanın tutulmasıdır, ışığının
24
sönmesidir.”
4. Ölüm Korkusunun Gerçek Nedeni: Bilincin Yokoluşu
Biz insanlar ölümün kesinliğinin bilgisine sahibiz ancak ölümün
nasıl bir şey olduğuna ilişkin sahip olduğumuz tek tasarım bilincin
kaybolduğu anlara bakarak edindiğimiz bilinç yokluğu durumudur. Bu da
ölümün bireysel bilincin yok oluşundan dolayı acı ve ıstırabın da sonu
olduğu sonucunu haklı olarak çıkarmamıza neden olur. Bu anlamda
“yaşam-sürecinin tümüyle durması onun itici gücü için müthiş bir
rahatlama olmalıdır. Belki de ölülerin çoğunun yüzlerindeki tatlı
25
memnuniyet ifadesinden kısmen sorumlu olan budur.”
Ölümün
sıkıntılardan ve acılardan bütüncül bir kurtuluş olduğunu açıkça
görmemize karşın, yaşama-istencinin nesneleşmeleri olarak biz, insan
organizmaları, yaşamımızı korumak, ölümü mümkün olduğunca
geciktirmek için çaba harcamaya devam ederiz. Đşte insan yaşamının en
büyük çelişkilerinden biri budur. Ölüm Schopenhauer tarafından yaşamaistencinin karşısına bu çelişki temelinde yerleştirilir. Yani yaşama-istenci
olan bizler yaşamımıza uzaktan bakıp, onu tarafsızca değerlendirmeye
çalışırsak, aslında en doğrusunun bir an önce ölmek olduğunu kolayca
çıkarabilen varlıklarız. Đşte Schopenhauer felsefesinin inceliği tam da bu
nokta ortaya çıkar.
Başta söylediğimiz gibi Schopenhauer Antik Yunan felsefesiyle
tümüyle uyumlu bir şekilde felsefeyi ölüm için bir hazırlık olarak
tanımlamıştı. Felsefe dinlerle tek bir ortak zeminde buluşuyor ve ikisi de
insanın ölüm korkusunu yenmesini hedefliyordu. Felsefeyle dinleri ayıran
nokta ise felsefenin bunu insanın usuyla, tümüyle usunun gücüne ve
araçlarına dayanarak, yapacağını iddia etmesiyken, dinler (özellikle de
tek tanrılı vahiy dinleri) bunu ancak inanç yoluyla ya da bize ruhun
ölümsüzlüğünü vaat eden bir inanç sistemine dayanarak yapabileceğimizi
söylemeleridir. Schopenhauer sunduğu deneysel bakış açısını kendi
metafiziğiyle destekleyerek felsefenin bunu başardığını göstermek
24
25
Schopenhauer, Đsteme ve Tasarım Olarak Dünya, s. 221.
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 469.
118
istemektedir. Deneysel bakış açısı bize ölüm korkumuzun tek bir nedeni
olduğunu gösterdi: bilincimizi, bireyliğimizi kaybedecek olmamız. Tüm
diğer alternatifler açık çelişkiler içermektedir, us bunları kolayca
yenebilir, alt edilmesi en zor olan ise benliğimizi yitirme korkusudur.
Çünkü benliğimize varoluştan da bedenimizden de daha sağlam bağlarla
bağlıyızdır. Ancak Schopenhauer bu son ve en zor engelin usun
aşamayacağı bir engel olduğunu düşünmez, aksine us eğer
Schopenhauer’un metafiziğini tümüyle anlarsa korkuyu yaratan bu öğe,
ona göre, kolaylıkla aşılacaktır.
Bu noktada yukarıda bahsettiğim Schopenhauer felsefesinin
sergilediği inceliğini ortaya koymak gerekmektedir. Schopenhauer bizi
çözülmez bir karşıtlıkla karşı karşıya bırakmış gibi görünmektedir: usun
ölüme karşı takındığı net tavır ile en temel doğamızın, yani yaşamaistencinin ölüme karşı takındığı kör tavır. Aslında Schopenhauer’a göre
ortada böyle bir karşıtlık yoktur, bu yalnızca doğanın bir hilesidir. Eğer
bu karşıtlık gerçekten var olsaydı insanların tereddüt etmeden intihar
alternatifini kullanmaları kaçınılmaz olurdu. Ancak doğa bunu
istememektedir, yaşama istencinin galip gelmesini ama bilinç sahibi
varlıklar olan insanların da bu galibiyeti isyan ederek değil gönüllü olarak
kabul etmesini istemektedir.
Schopenhauer ölümün, kör yaşama-istencine sürekli yenik düşen,
yani ölümden korkmayı sürdüren bilince usanmadan şu soruyu sormaya
devam ettiğini söyler: “Bu kadarı yeter mi sana? Benden kaçmak istiyor
26
musun?” Usun yukarıda sunulan yaşama bakışı tümüyle doğrudur
ancak ölüme bakışını değiştirmek zorundadır. Yani ölümü bilinci
kovalayan, onları yakalamak için tuzaklar kuran, yaşamları çalmaya
çalışan, bilinçleri yok etme peşinde bir güç gibi kurgulayamayız, tersine
ölüm bilinçlerin yok oluşunun öncesinde, yani bilinç varken bir zafer
kazanmak peşinde olan bir güçtür. Đnsan ölüme yavaş yavaş yaklaşırken,
ölümün onun için belirlediği anı beklerken kaçınılmaz olarak yaşamın
sıkıntılarıyla boğuşmalıdır. Eğer yaşam böyle olmayıp, mutluluk ve haz
ile dolu olsaydı, ölüm kabullenilemez bir şey olur, insan öleceğinin
bilgisini edindiği andan itibaren tüm yaşamını ölümle uzlaşamaz bilinçli
ama nafile bir savaş içerisinde geçirirdi. Ölüm bizden yaşam içerisinde
sergilediğimiz çabalama durumumuzu kendimizin sonlandırmamızı, yani
intiharı seçmemizi istemez, çünkü intihar bizim ölümün ne kadar istenilir
bir şey olduğunu bize hissettirecek, ölümün kucağında yok olurken artık
tüm sıkıntıların sonuna geldiğimizi düşünerek ölümle barışık olmamızı
sağlamamıza yetecek kadar deneyimi biriktirmemize engel olmak
demektir.
…muhtemelen, eğer samimi olursa ve aynı zamanda tüm us
yetilerini koruyorsa, hiçbir insan yaşamının sonunda onu
yeniden geçirmeyi hiç istemeyecektir. Bundan daha ziyade,
26
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 609.
119
en çok tam bir var-olmayışı seçmeyi tercih edecektir.
Hamlet’in dünyaca ünlü monoloğunun özündeki iddiası,
özetlenmiş biçimiyle şöyledir: durumumuz o kadar
acınasıdır ki tam bir var-olmayış [hiç varolmamış olmak]
kesinlikle tercih edilir olandır. Şimdi eğer intihar bize bunu
[tam var-olmayışı] sunsaydı, “olmak ya da olmamak”
alternatifi sözcüklerin tam anlamıyla karşımızda duruyor
olurdu, o son derece arzulanır bir son olarak kayıtsız şartsız
seçilebilirdi. Gelgelelim, içimizde bunun böyle olmadığını,
bunun şeylerin sonu olmadığını, ölümün mutlak bir yok oluş
olmadığını söyleyen bir şey vardır.27
Felsefi düşünüm gerçekleştirmeyen insan ölümden korkar ama
bu korku hayvanlardaki gibi koşulsuz olamamaktadır ve aynı zamanda
hayatın acı ve ıstırap çekmek olduğunu anlayınca intiharı da seçmez.
Doğa bunu ölümün acı ve ıstırabın sonu olduğunu hissettirerek ama aynı
zamanda insan doğasına yaşama istencini hakim kılarak başarır. Filozof
olmayan insan hem yaşamak ister, ölmek istemez ve bunun için gerekli
çabayı durmaksızın gösterir hem de bunun bir sonu olduğunu bilerek, bu
çabalama ve acı çekme durumunun sonsuza kadar sürmeyeceğini, bir gün
öleceğini bilerek kısmi bir rahatlama hisseder. Bu insan eğer hiç ölüm
korkusu duymasaydı yaşamın zorlukları ve sıkıntıları biriktikçe kolaylıkla
intiharı seçerdi. Öte yandan eğer yaşam şimdiki olduğu gibi ıstıraptan
ibaret olmasaydı bu sefer öleceği gerçeğine tahammül edemezdi. “Yaşam
28
bir haz olsaydı, ölümün yalnızca düşüncesine bile kim dayanabilirdi?”
Demek ki felsefeye yabancı insanı doğa, yani yaşama-istenci, bireyi
yaşamdan tutmak için şu temel çelişkiyi kullanır ve başarılı olur: ıstırap
dolu yaşam ama yaşama duyulan doğal bağlılık karşısında ıstırabın sonu
ölüm ama ölümden duyulan doğal korku.
Filozofun durumu ise felsefeye yabancı insandan farklı olmalıdır:
Filozof ölümle tam bir barışıklığı gerçekten başarmalı, ölümden hiçbir
biçimde ve hiçbir oranda korkmamalıdır. Bunu da tümüyle usunun
gücüyle ve usunun yanını tutarak yapmalıdır. Bu felsefi çözümün tam
olarak
anlatılması
Schopenhauer’un
metafiziğinin
tümüyle
serimlenmesini gerektirmektir, dolayısıyla bu yazının sınırlarını aşar.
Ancak kısaca Schopenhauer’un iki çıkış yolu önerdiğini söyleyebiliriz:
Đntihar basit bir acıyı dindirme istenci olduğundan seçilemez, kişi
yaşamak zorundadır, böylece karşısında tek bir olanağın iki biçimi kalır.
Bu olanak istencin inkarıdır. Đstenci felsefi olarak reddedebilen ilk yaşam
olanağı kahramanca bir yaşamdır, ikincisi ise dünyevi tüm hazları
reddetmiş bir azizin ya da münzevinin yaşamıdır, ki bu da bir tür
kahramanca yaşamdır. “Mutlu bir yaşam olanaksız olduğu için,” der
27
28
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume I, s. 324.
Schopenhauer, The World as Will and Representation, Volume II, s. 579.
120
Schopenhauer, “bir insanın elde edebileceğinin en iyisi ‘kahramanca’ bir
29
yaşamdır.”
29
Arthur Schopenhauer, Parerge and Paralipomena, Volume II, New York:
Oxford University Press, 2000, p. 322.
121

Benzer belgeler

Kötülük Probleminden Schopenhauer Kötümserliğine

Kötülük Probleminden Schopenhauer Kötümserliğine doyurulma olduğunda duyulan mutluluk kısa süreli olmalıdır ve belli bir süre sonra tümüyle anlamını ve etkisini yitirmelidir ki yeniden yaşamımızı sürdürmemize olanak sağlayacak olan yeni bir arzu...

Detaylı

Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer man ne yaparlardı bu insanlar? Ya can sıkıntısından ölürlerdi ya da kendilerini asarlardı ya da olmadı birbir­ lerine düşer, kavga dövüş birbirlerini boğup öldürürler­ di, böylece kendilerini şimdi...

Detaylı