ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi

Transkript

ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ
ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
Journal of the Agricultural Faculty
of Gaziosmanpasa University
ISSN: 1300 – 2910
CİLT: 22
SAYI: 1
YIL: 2005
Sahibi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Adına
Prof.Dr. Cevdet AKDAĞ
Dekan
Yayın Kurulu
Prof.Dr. Kemal ESENGÜN
Prof.Dr. Sabri GÖKMEN
Doç.Dr. Gazanfer ERGÜNEŞ
Doç.Dr. Zeliha YILDIRIM
Yrd.Doç.Dr. Metin SEZER
Yayına Hazırlayan
Dr. Murat SAYILI
BU SAYIDA HAKEMLİK YAPAN BİLİM ADAMLARI
Prof.Dr. Alper DURAK
Prof.Dr. Murat GÖRGÜLÜ
Prof.Dr. Ergin DURSUN
Prof.Dr. Mustafa ÇÖLKESEN
Prof.Dr. Ergün DEMİR
Prof.Dr. Osman KARKACIER
Prof.Dr. Erkal DEMİRCİ
Prof.Dr. Ruhsar YANMAZ
Prof.Dr. Ö. Faruk TAŞER
Prof.Dr. Şükrü İsmail İPEK
Prof.Dr. Fazlı ÖZTÜRK
Prof.Dr. Zehra SARIÇİÇEK
Prof.Dr. Güngör YILMAZ
Prof.Dr. Zeki ACAR
Prof.Dr. Harun BAYTEKİN
Doç.Dr. Fatih KILLI
Prof.Dr. İbrahim AK
Doç.Dr. Mehmet GÜLDÜR
Prof.Dr. İsmail GÜVENÇ
Doç.Dr. Selahattin İPTAŞ
Prof.Dr. İzzet KADIOĞLU
Doç.Dr. Şerafettin AŞIK
Prof.Dr. Kazım ÇARMAN
Doç.Dr. Yaşar AKÇAY
Prof.Dr. Mahmut EROĞLU
Doç.Dr. Zekeriya AKMAN
Prof.Dr. Mahmut YÜKSEL
Yrd.Doç.Dr. Ahmet ŞEKEROĞLU
Prof.Dr. Mehmet KARA
Yrd.Doç.Dr. Ali ECE
Prof.Dr. Mehmet KILINÇ
Yrd.Doç.Dr. Halit ÇAM
Prof.Dr. Mehmet SEREZ
Yrd.Doç.Dr. Metin AKAY
Yazışma Adresi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı
(Yayın Kurulu Başkanlığı)
60240 Taşlıçiftlik Yerleşkesi – TOKAT
Dizgi ve Baskı: GOÜ Matbaası, 60240 Taşlıçiftlik Yerleşkesi - TOKAT
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
YAYIN VE YAZIM KURALLARI
A. YAYIN KURALLARI
1. GOÜ Ziraat Fakültesi Dergisinde, tarım bilimleri alanında öncelikle orijinal araştırmalar ile
özgün derlemeler, kısa bildiri ve editöre mektup türünde Türkçe ve İngilizce yazılar yayınlanır.
2. Yapılan çalışma bir kurum/kuruluş tarafından desteklenmiş ya da doktora/yüksek lisans tezinden
hazırlanmış ise, bu durum ilk sayfanın altında dipnot olarak verilmelidir.
3. İlk başvuruda eser, biri orijinal ve üçü yazar isimsiz olmak üzere toplam dört kopya halinde,
imzalanmış “Telif Hakkı Devri Formu’’ ile birlikte Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Yayın Kurulu Başkanlığı’na gönderilmelidir.
4. Hakemler tarafından yayınlanmaya değer bulunan ve son düzeltmeleri yapılarak basılmak üzere
yayın kuruluna teslim edilen makalelerin basım ücreti ve posta giderleri makale sahiplerinden
alınır. Bu ödeme yapılmadan makalelerin son şekli teslim alınmaz ve basım işlemlerine geçilmez.
5. Basımına karar verilen ve düzeltme için yazarına gönderilen eserde, ekleme veya çıkartma
yapılamaz.
6. Yayına kabul edilen makalelerin son şekli, bir disket ile birlikte bir nüsha halinde
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın Kurulu Başkanlığına iletilir. Yayın süreci
tamamlanan eserler geliş tarihi esas alınarak yayınlanır.Yayınlanmayan yazılar iade edilmez.
7. Bir yazarın derginin aynı sayısında ilk isim olarak bir, ikinci ve diğer isim sırasında iki olmak
üzere en fazla üç eseri basılabilir.
8. Dergide yayınlanan eserin yazarına 10 (on) adet ücretsiz ayrı baskı verilir.
9. Yayınlanan makalelerdeki her türlü sorumluluk yazar(lar)ına aittir.
10. Hakemlere gönderilme aşamasından sonra iki defa makalesini geri çeken araştırıcıların
makaleleri bir daha dergide yayınlanmaz.
11. Yukarıda belirtilen kurallara uymayan eserler değerlendirmeye alınmaz.
12. Hazırlanan makaleler, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi Yayın Kurulu
Başkanlığı, 60250 TOKAT adresine gönderilmelidir.
B. YAZIM KURALLARI
1. Dergiye gönderilecek eser, A4 (210 x 297 mm) boyutundaki birinci hamur kağıda üst 3.5, alt 2.5,
sol 3.0, sağ 2.5 ve cilt payı 0 cm olacak şekilde, makale başlığı, yazar ad ve adresleri, özet, abstract,
anahtar kelimeler ve keywords bölümleri tek sütun halinde; metin ve kaynaklar bölümü ise ortada
0,5 cm boşluk bırakılarak 7,5 cm’lik iki sütun halinde hazırlanmalıdır. Makaleler, Word 7 kelime
işlemcide, Times New Roman yazı tipinde ve tek satır aralığı ile yazılmalı ve makale toplam 10
sayfayı geçmemelidir.
2. Makale başlığı (Türkçe ve İngilizce) kısa ve konuyu kapsayacak şekilde olmalı, kelimelerin baş
harfi büyük olmak üzere küçük harflerle, 13 punto ve bold olarak yazılmalıdır. Yazar adları makale
başlığından sonra bir satır boş bırakılarak 11 punto ile kelimelerin baş harfi büyük olacak şekilde
yazılmalıdır. Yazar adları ortalı yerleştirilmeli ve ünvan kullanılmamalıdır. Adresler kelimelerin ilk
harfi büyük olacak şekilde adların hemen altında ortalı olarak 10 punto olarak yazılmalıdır.
Makalelerin metin bölümlerindeki ana başlıklar ile alt başlıklar numaralandırılmalıdır (1. Giriş, 2.
Materyal ve Metot, 3. Bulgular ve Tartışma, 3.1. Tane Verimi vb.).
Başlıklar paragraf başından başlamalı, kelimelerin ilk harfi büyük olmak üzere küçük harfle
yazılmalıdır. Tüm başlıklar bold olmalıdır. Başlıklarda üstten bir satır boş bırakılmalıdır. Parağraf
girintisi 0.75 cm olmalıdır.
3. Dergiye gönderilecek eser özet, abstract, giriş, materyal ve metot, bulgular ve tartışma, sonuç,
teşekkür (gerekirse) ve kaynaklar bölümlerinden oluşmalıdır. Makalelerin metin bölümleri tek satır
aralığında ve 11 punto olarak yazılmalıdır.
4. Özet ve abstract 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde 10 punto ve bir aralık ile yazılmalıdır. Türkçe
yazılan makalelerde İngilizce, İngilizce yazılan makalelerde de Türkçe özetin başına eserin başlığı
aynı dilden yazılmalıdır. Beş kelimeyi geçmeyecek şekilde Türkçe özetin altına anahtar
kelimeler, İngilizce özetin altına da keywords yazılmalıdır.
5. Eserde yararlanılan kaynaklar metin içinde yazar ve yıl esasına göre verilmelidir. Üç veya daha
fazla yazarlı kaynaklara yapılacak atıflarda makale Türkçe ise ‘ark.’, İngilizce ise ‘et al.’
kısaltması kullanılmalıdır. Aynı yerde birden fazla kaynağa atıf yapılacaksa, kaynaklar tarih
sırasına göre verilmelidir. Aynı yazarın aynı tarihli birden fazla eserine atıfta bulunulacaksa, yıla
bitişik biçimde ‘a, b’ şeklinde harflendirme yapılmalıdır. Yararlanılan eserlerin tümü ‘Kaynaklar’
başlığı altında alfabetik sıraya göre numarasız ve 9 punto olarak verilmelidir.
Yararlanılan kaynak makale ise;
Avcı, M., 1999. Arazi Toplulaştırmasında Blok Öncelik Metodunu Esas Alan Yeni
Dağıtım Modeline Yönelik Bir Yaklaşım. Türk Tarım ve Ormancılık Dergisi, 23, 451-457.
Yararlanılan kaynak kitap ise;
Düzgüneş, O., Kesici, T., Kavuncu, O., ve Gürbüz, F., 1987. Araştırma ve Deneme
Metotları (İstatistik Metotları II). Ankara Üniv. Zir. Fak. Yay. No. 1021, 381 s., Ankara.
Yararlanılan kaynak kitaptan bir bölüm ise;
Ziegler, K.E. and Ashman, B., 1994. Popcorn. in: Specialty Corns. Edited Arnel R.
Hallauer. Publ. By the CRS Press, 189-223.
Yararlanılan kaynak bildiri ise;
Uzun, G., 1992. Türkiye’de Süs Bitkileri Fidanlığı Üzerinde Bir Araştırma. Türkiye I.
Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi, 13-16 Ekim 1992, İzmir, Cilt 2: 623-628.
Anonim ise;
Anonim, 1993. Tarım istatistikleri Özeti. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik
Enstitüsü,Yayın No:1579, Ankara.
İnternet ortamından alınmışsa;
http://www.newscientist.com/ns/980228/features.html
olarak verilmelidir.
6. Çizelge halinde olmayan tüm görüntüler (fotoğraf, çizim, diyagram, grafik, harita vb.) şekil
olarak adlandırılmalı ve ardışık biçimde numaralandırılmalıdır. Her bir çizelge ve şekil metin
içinde uygun yerlere yerleştirilmeli, açıklama yazılarıyla bir bütün sayılıp üst ve altlarında bir satır
boşluk bırakılmalıdır.
Şekil ve çizelgeler iki veya tek sütun halinde verilebilir. Ancak genişlikleri, tek sütun
kullanılması halinde 15 cm’den, iki sütun olması durumunda ise 7.5 cm’den fazla olmamalıdır.
Şekil ve çizelge adları şekillerin altına, çizelgelerin ise üstüne, ilk kelimelerin baş harfi büyük
olacak şekilde küçük harf ve 9 punto ile yazılmalıdır. Çizelge ve şekil içerikleri en fazla 9 punto,
varsa altlarındaki açıklamalar 8 punto olmalıdır.
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
Bahçe Bitkileri Bölümü
Samsun Ekolojik Koşullarında İlk Turfanda Taze Fasulye Yetiştiriciliğinde Bazı Çeşitlerin
Performanslarının Belirlenmesi Üzerinde Bir Araştırma ……….........................................................
H.KAR, A.BALKAYA, A.APAYDIN
1
Bitki Koruma Bölümü
Giresun, Ordu ve Samsun İllerinde Fındık Bahçelerinde Zarar Yapan Yazıcıböceklerin (Coleoptera:
Scolytidae) Zarar Seviyeleri…………………………………………………………………………..
K.AK, M.UYSAL, C.TUNCER
9
Tokat İklim Koşullarında Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) De Bary‘un Sclerotium Canlılığı Üzerine
Solarizasyonun Etkisi…………………………………………………………………………………
Y.YANAR
15
Tarım Ekonomisi Bölümü
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları..…….......
O.PARLAKAY, K.ESENGÜN
21
Tarım Makinaları Bölümü
İkinci Ürün Yetiştiriciliğinde Farklı Toprak İşleme Sistemlerinin Toprağın Bazı Fiziko-mekanik
Özelliklerine Etkisi……………………………………………………………………………………
M.ÇETİN, E.ÖZGÖZ, R.GÜRHAN
31
Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü
Regional Frequency Analysis of Maximum Daily Rainfalls Based on L-Moment Approach ……….
K.YÜREKLİ
Detection of Whether The Autocorrelated Meteorological Time Series Have Stationarity by Using
Unit Root Approach: The Case of Tokat...............................................................................................
K.YÜREKLİ, O.ÇEVİK
37
45
Tarla Bitkileri Bölümü
Diyarbakır Ekolojik Koşullarında Farklı Azot ve Fosfor Uygulamalarının Pamukta Verim ve Lif
Teknolojik Özelliklere Etkisi…..………………………………………………………………….......
Ç.KARADEMİR, E.KARADEMİR, İ.DORAN, A.ALTIKAT
55
Tokat Kazova Koşullarında Bazı Ekmeklik Buğday Çeşit ve Hatlarının Verim ve Verim Unsurları
Yönünden Değerlendirilmesi …………………………………………………………………………
A.YILDIRIM, M.A.SAKİN, S.GÖKMEN
63
Samsun İlinde Kaba Yem Üretimini Sınırlayan Problemlerin Belirlenmesi………………………….
A.YULAFÇI, M.PUL
73
Toprak Bölümü
Toprak Taksonomisine Göre Toprak İklim Rejimleri ve Türkiye Toprakları İçin Örnekler…………
L.BAŞAYİĞİT, U.DİNÇ
83
Zootekni Bölümü
Deterjan Lif Sistemi …………………………………………………………………………………..
M.YAVUZ
93
Bazı Ruminant Yemlerinin Nispi Yem Değeri ve İn vitro Sindirim Değerlerinin Belirlenmesi……..
M.YAVUZ
97
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 1-7
Samsun Ekolojik Koşullarında İlk Turfanda Taze Fasulye Yetiştiriciliğinde
Bazı Çeşitlerin Performanslarının Belirlenmesi Üzerinde Bir Araştırma*
Hayati Kar1
Ahmet Balkaya2
Aydın Apaydın1
1
2
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Samsun
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü, Samsun
Özet: Bu araştırma, ısıtmasız seralarda ilk turfanda taze fasulye yetiştiriciliğinde, fasulye çeşitlerinin
erkencilik, verim ve kalite yönünden performanslarının belirlenebilmesi amacıyla 2001-2003 yılları arasında
yürütülmüştür. Denemede, bodur formlu 4 çeşit (Gina, Tina, Romano ve Balkız) ile sırık formlu 5 çeşit
(Alman Ayşe, Dade, Özayşe 16, 4F-89 ve Zondra) olmak üzere toplam 9 çeşit kullanılmıştır.Bodur çeşitler
aynı sürelerde hasada gelmişlerdir. Sırık formlu çeşitlerde ise Zondra çeşidi her iki yılda da en erken hasada
gelen çeşit olmuştur. 4F-89 çeşidi ise diğer çeşitlere göre daha geç sürelerde hasada gelmiştir. Çeşitler
arasında bakla verimi (kg/da) yönünden istatiksel olarak çok önemli farklılıklar olduğu saptanmıştır. En
yüksek ortalama verim, bodur formlu çeşitlerde; Gina çeşidinden (2.104 kg/da), sırık formlu çeşitlerden ise
Zondra çeşidinden (2.884 kg/da) elde edilmiştir. Erkencilik, verim ve bakla kalite özellikleri yönünden genel
bir değerlendirme yapıldığında bodur çeşitlerden Gina, sırık formlu çeşitlerden ise Zondra çeşitlerinin ilk
turfanda yetiştiriciliğindeki performanslarının diğer çeşitlerden daha üstün oldukları belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Karadeniz Bölgesi, ilk turfanda , sera, taze fasulye, çeşit
A research on the Performance of Some Green Bean Cultivars in Unheated
Glasshouse During Early Spring Season in Samsun Ecological Conditions
Abstract: This research was carried out to determine the early period, yield and quality performances of
some green bean cultivars grown under unheated glasshouse conditions during early spring season between
2001-2003 years. In this research, four dwarf type (Gina, Tina, Romano and Balkız) and five runner type
cultivars (Alman Ayşe, Dade, Özayşe 16, 4F-89 and Zondra) were used as experiment material. Duration
between first and last harvest dates for dwarf type cultivars was the same. However, Zondra cultivar, one of
the runner type cultivars, was harvested earlier than the others in two years. 4F-89 cultivars was the latest
harvested one in two years. There were significant differences among the cultivars regarding to pod yields.
According to years, the highest mean pod yield was obtained from Gina (2.104 kg/da) and Zondra (2.884
kg/da) cultivars. As a result of the experiments, it was concluded that Gina (dwarf type) and Zondra (runner
type) cultivars performed well if they were compared to the others during early spring season.
Key words: Black Sea region, early spring season, glasshouse, green bean, cultivar
1. Giriş
Seracılık birim alandan yüksek verim
alınmasına olanak sağlayan ve böylelikle küçük
arazilerin
bile
en
karlı
biçimde
değerlendirilmesini mümkün kılan bir üretim
şeklidir. Bu özelliği nedeniyle seracılık
ülkemizde son yıllarda hızlı bir şekilde
yaygınlaşmıştır.
Ülkemizdeki
seraların
%95.6’sında sebze, %1.2’sinde meyve ve
%3.2’sinde ise süs bitkileri yetiştiriciliği
yapılmaktadır (Aybak, 2002). Örtüaltı sebze
üretim deseni içerisinde ise en fazla domates
(%47), hıyar (%32), biber (%9) ve patlıcan
(%7) yetiştirilmektedir (Titiz, 2004). Bu
ürünlerin dışında üreticilerin son yıllarda serada
alternatif sebze arayışı içerisine girmeleri, kış
aylarında taze fasulyenin yüksek fiyatlarla
satılabilmesi ve buna ilave olarak ihracat
olanaklarının da artmaya başlaması nedeniyle
son yıllarda sera ürün deseni içersinde taze
fasulyenin de payı artmaya başlamıştır (Ercan
ve ark., 1994; Balkaya ve ark., 2003). Türkiye
örtüaltı fasulye üretimi 1997 yılında 9.093 ton
iken 2000 yılında bu değer 40.435 ton’a
yükselmiştir. 2001 yılında ise bu değer, 24.370
ton olarak gerçekleşmiştir (Titiz, 2004).
Seracılık ülkemizde iklim koşullarının uygun
olduğu özellikle güney ve batı sahil kuşağında
yoğunlaşmıştır. Ancak son yıllarda Karadeniz
Bölgesinde de örtüaltı sebze üretim alanlarının
arttığı ve yetiştirme tekniği yönünden de hızlı
gelişmeler olduğu görülmektedir. Bölgede
örtüaltı sebzeciliği konusunda ilk çalışmalar
1977 yılında başlamıştır (Apan, 1986). Bölge
ekolojik
özellikleri
yönünden
örtüaltı
yetiştiriciliği için elverişlidir. Özellikle kıyı
* Bu çalışma, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Projesi (TAP) Fonu tarafından desteklenmiştir.
Samsun Ekolojik Koşullarında İlk Turfanda Taze Fasulye Yetiştiriciliğinde Bazı Çeşitlerin Performanslarının
Belirlenmesi Üzerinde Bir Araştırma
kesiminde gece gündüz sıcaklık farkının az
olması ve donlu gün sayısının çok az oluşu
önemli bir avantaj oluşturmaktadır (Apan,
1986).
Bölgede
örtüaltı
sebzeciliğinin
geliştirilmesine yönelik olarak Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Ziraat Fakültesi tarafından DPT
tarafından desteklenen kapsamlı bir proje
yürütülmektedir (Uzun, 2004).
Karadeniz Bölgesinde ısıtma masraflarının,
toplam girdilerinin büyük bir kısmını
oluşturması üreticileri ilk ve son turfandacılığa
yöneltmiştir. Bu şekilde çok kısa periyotlarla
ısıtma yapılarak bölgenin iklim değerlerinden
yararlanılma yoluna gidilmektedir (Uzun ve
ark., 1999). Karadeniz Bölgesi’nde ısıtmasız
plastik serada yürütülen bir çalışmada yapılan
ürün karlılık analizinde, ilkbahar döneminde en
karlı sebze türünün taze fasulye, sonbahar
döneminde ise taze fasulyenin domates ve hıyar
ile birlikte yine en karlı sebze türleri oldukları
belirlenmiştir (Apaydın ve ark., 2000). Aynı
araştırıcıların yürüttükleri başka bir çalışmada,
ısıtılmayan serada taze fasulye yetiştiriciliğinde
Samsun ekolojik koşullarında ilkbahar dönemi
için en uygun ekim zamanının şubat ortası-mart
başı, sonbahar dönemi için ise temmuz ortası–
ağustos başı olduğu saptanmıştır (Apaydın ve
ark., 2002). Ülkemizde farklı lokasyonlar da
örtüaltı taze fasulye yetiştiriciliği için uygun
ekim dönemleri ve çeşitlerin belirlenmesine
yönelik bazı çalışmalar yapılmıştır. Ege
Bölgesinde ısıtmasız sera koşullarında ilkbahar
fasulye yetiştiriciliği için en uygun ekim
tarihinin 26 Şubat olduğu belirlenmiştir (Tüzel
ve ark., 1992). Tokat koşullarında yüksek
plastik tünellerde yürütülen bir araştırmada ise
ilkbahar dönemi için en uygun ekim zamanı, 15
Mart olarak önerilmiştir (Sağlam ve Yazgan,
1994). Samsun
ekolojik koşullarında son
turfanda
taze
fasulye
yetiştiriciliğinde,
erkencilik, verim ve bakla kalite özellikleri
yönünden bodur çeşitlerden Gina, sırık formlu
çeşitlerden
ise
Zondra
çeşitlerinin
performanslarının diğer çeşitlerden daha üstün
oldukları belirlenmiştir (Balkaya ve ark., 2003).
Bölge’de Samsun İlinin dışında son yıllarda
Ordu ilinde de örtüaltı sebze üretim alanları
hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. Uğur
(2001), Ordu İlinde örtüaltı üretim deseni
içerisinde taze fasulyenin de payının artmaya
başladığını ve yörede daha çok Yalova 17, 4F-
2
89 ve Atlanta çeşitlerinin yetiştirildiğini
bildirmiştir.
Bu araştırmada halen gerek bölgemizde
üretilen çeşitler ve gerekse diğer bölgelerden
temin edilen bazı taze fasulye çeşitlerinin ilk
turfanda yetiştiriciliğindeki performanslarının
belirlenmesi ve elde edilen sonuçlara göre
bölge için uygun olan çeşitlerin önerilmesi
amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Metot
Bu
araştırma
Karadeniz
Tarımsal
Araştırma Enstitüsüne ait olan ısıtmasız plastik
serada,
2001-2003
yılları
arasında
yürütülmüştür. Laboratuvar çalışmaları ise
OMÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri
Bölümünde yapılmıştır.
Denemede ülkemizde ticari olarak üretimi
yapılan bodur formlu 4 çeşit (Gina (Ç1), Tina
(Ç2), Romano (Ç3) ve Balkız (Ç4)) ile sırık
formlu 5 çeşit (Alman Ayşe (Ç5), Dade (Ç6),
Özayşe16 (Ç7), 4F-89 (Ç8) ve Zondra (Ç9))
olmak üzere toplam 9 çeşit kullanılmıştır.
Zondra çeşidi, denemenin ilk yılı sonunda
temin edilmiştir. Bu nedenle bu çeşit ilk olarak
2002 yılında denenmiştir. 2003 yılı ilkbahar
döneminde de diğer sırık formlu çeşitlerle
birlikte yetiştirilerek iki yıllık verim değerleri
alınmıştır.
Tohum ekimleri, her 3 deneme yılında da 1
Mart tarihinde yapılmıştır. Bodurlarda 50x25
cm ve sırık formlu çeşitlerde ise 70x25x 100
cm sıra arası ve sıra üzeri aralıklarla çift sıra
olacak şekilde tohum ekimleri yapılmıştır
(Günay, 1992). Deneme tesadüf blokları deneme deseninde 3 tekerrürlü olarak yürütülmüş ve
her bir tekerrürde 24 bitki yetiştirilmiştir.
Denemeden elde edilen verilerin analizi ve
grafiğin yapılmasında MSTAT ve Excel 7.0
paket programlarından yararlanılmıştır.
2.1. Fenolojik Gözlemler
Bitkilerde tohum ekiminden itibaren
aşağıda
belirtilen
fenolojik
gözlemler
yapılmıştır.
a. İlk çiçeklenme ve %50 çiçeklenme
tarihleri (Balkaya, 1999).
b. Erkencilik durumu: Fasulye çeşitlerinde
taze bakla hasatı için yeme olumu olarak
meyvelerin çeşide özgü iriliklerinin 2/3’üne
ulaştıkları tarih, “ilk hasat tarihi” olarak tespit
edilmiştir (Balkaya, 1999).
H.KAR, A.BALKAYA, A.APAYDIN
c. Hasat süresi: İlk ve son hasat tarihleri
arasındaki süre (gün) olarak belirlenmiştir.
2.2. Morfolojik İncelemeler
Çeşitler arasındaki morfolojik farklılıkların
belirlenebilmesi amacıyla Çizelge 1’de
belirtilen özellikler yönünden gözlem ve
ölçümler yapılmıştır.
2.3. Verimle İlgili ölçümler
Bakla Verimi (kg/da): Hasat döneminde
bitkilerden hasat edilen baklaların ağırlıkları
0.1 g’a duyarlı terazide tartılarak bitki başına
bakla verimleri hesaplanmış elde edilen
değerler
dekara
verime
dönüştürülerek
verilmiştir. Bodur ve sırık formlu çeşitlerin
verim analizleri (Tosun, 1991) yıllara göre
birleştirilerek yapılmıştır.
Çizelge 1. Taze Fasulye Çeşitlerinin Değerlendirilmesinde Kullanılan Özellikler ve Değerlendirme Şekilleri
İncelenen Özellikler
Değerlendirilmesi
a. Bakla boyu (cm)
Çiçek sapı ucundan itibaren dijital bir kumpasla ölçüm yapılmıştır.
b. Bakla eni (mm)
Baklanın orta kısmından dijital bir kumpas yardımıyla ölçülmüştür.
Enine kesilen baklalarda bir kumpas yardımıyla bakla eti kalınlığı
c. Bakla eti kalınlığı (mm)
ölçülmüştür.
d. Kılçıklılık durumu
Var, az ve yok şeklinde belirlenmiştir (Balkaya ve Demir, 2003)
e. Bakla rengi
Açık yeşil, yeşil, koyu yeşil ve çok koyu yeşil olarak tanımlanmıştır
f. Kıvrılma düzeyi
Yok, az, orta, fazla ve çok fazla şeklinde yapılmıştır (Balkaya ve Demir, 2003)
oranda ilk çiçeklenme tarihi ile bundan bir gün
önceki ve sonraki sıcaklıklara bağlıdır
(Wallace ve Enriques, 1980). Çünkü, ilk açan
çiçeklerin bakla tutma oranları sonradan
açanlardan daha yüksektir. Bodur formlu
çeşitlerde her iki yılda da en erken çiçeklenme
Balkız (Ç4) çeşidinde yıllara göre 58 ve 57 gün,
sırık formlu çeşitlerde ise Özayşe 16 ve Zondra
çeşitlerinde denemenin ikinci yılında 59 gün
olarak belirlenmiştir.
80
80
60
60
Gün Sayısı
Gün Sayısı
3. Bulgular ve Tartışma
Serada ilk turfanda döneminde yetiştirilen
taze fasulye çeşitlerinin tohum ekiminden
itibaren ilk çiçeklenme ve %50 çiçeklenmeye
kadar geçen süreleri Şekil 1’de verilmiştir.
Şekil 1 incelendiğinde ilk çiçeklenme tarihleri
yönünden yıllara göre çeşitler arasında belirgin
bir farklılık oluşmamakla birlikte taze fasulye
çeşitleri arasında ilk çiçeklenme süreleri
bakımından 2-3 günlük farklılık olduğu
görülmüştür. Romano (Ç3) çeşidinde ise ilk
çiçeklenme her iki yılda ekimden 60 gün sonra
meydana gelmiştir. Fasulyelerde verim büyük
40
20
0
Ç1 Ç2 Ç3 Ç4
Ç5 Ç6 Ç7 Ç8
Çeşitler
2001 Yılı
İlk Çiçeklenme
%50 Çiçeklenme
40
20
0
Ç1 Ç2 Ç3 Ç4
2002 Yılı
Ç5 Ç6 Ç7 Ç8 Ç9
Çeşitler
İlk Çiçeklenme
%50 Çiçeklenme
Şekil 1. Taze fasulye çeşitlerinin ilk çiçeklenme ve %50 çiçeklenme süreleri
Taze fasulye çeşitlerinin ilk hasat
tarihlerine ilişkin veriler ise Çizelge 2’de
verilmiştir. Bodur formlu çeşitlerde her iki
deneme yılında da çeşitlerin ilk hasat tarihleri
genellikle benzer sürelerde olmuştur. 2002
yılında bodur formlu çeşitler, 73-76 gün
arasında hasada gelmişlerdir. Romano ve
Balkız çeşitleri diğer çeşitlerden 3 gün daha
erken hasat edilmiştir. Sırık formlu çeşitlerde
ise
üç
yıllık
sonuçlar
birlikte
3
Samsun Ekolojik Koşullarında İlk Turfanda Taze Fasulye Yetiştiriciliğinde Bazı Çeşitlerin Performanslarının
Belirlenmesi Üzerinde Bir Araştırma
değerlendirildiğinde Özayşe 16 ve Zondra
çeşitleri en erken sürelerde hasat edilen çeşitler
olmuştur (Çizelge 2). 2003 yılında yetiştirme
döneminde Samsun İlinde iklim koşullarının
çok olumsuz olması ve sıcaklıkların uzun süre
10°C’den daha düşük sıcaklıklarda devam
etmesi (Anonim, 2003)
nedeniyle tüm
çeşitlerde ilk iki yıla göre hasat süreleri
yaklaşık 20 gün daha geç olmuştur. 4F-89
çeşidi ise her üç deneme yılında da diğer
çeşitlere göre daha geç sürelerde hasada
gelmiştir. Sera üretiminde, ekonomik yönden
yüksek gelir elde edilebilmesi için çeşitlerin
hasat sürelerinin uzun olması istenir. Bu süre
bodur çeşitlerde 53-58 gün arasında olmuştur.
Sırık formlu taze fasulye çeşitlerinde ise bu süre
yıllara göre, iklim koşullarına bağlı olarak
azalmıştır (Çizelge 2). İlk yıl 63-68 gün
arasında olan hasat süresi denemenin üçüncü
yılında 40-48 gün olmuştur. İlkbahar
döneminde düşük sıcaklıkların süresi erkencilik
ve toplam verim üzerine direkt etkili olmuştur.
Çizelge 2. Taze Fasulye Çeşitlerinin Erkencilik Durumu ve Hasat Süreleri
İlk Hasat Tarihi (gün)
Hasat
Çeşitler/Yıllar
2001
2002
2001
BODUR
Gina
76
76
58
53
Tina
76
76
58
56
Romano
76
73
58
56
Balkız
76
73
58
56
Çeşitler/Yıllar
SIRIK
A.Ayse
Dade
Özayşe 16
4F-89
Zondra
2001
81
81
76
81
-
İlk Hasat Tarihi (gün)
2002
2003
80
104
80
101
73
101
83
108
76
97
Hasat
2001
63
63
68
63
-
Çizelge 3. Taze Fasulye Çeşitlerinin Bakla Boyutları
Bakla boyu (cm)
Bakla eni (mm)
Çeşitler/Yıllar
2001
2002
2001
2002
BODUR
Gina
12,0
12.8
14,0
14.4
Tina
12,5
12.1
13,8
13.3
Romano
12.0
12.4
15,4
15.3
Balkız
11.0
11.3
14,4
13.0
SIRIK
A.Ayse
Dade
Özayşe16
4F-89
Zondra
Bakla boyu (cm)
2001 2002 2003
17.7
17.7
17.6
16.8
16.9
16.1
11.4
11.3
11.0
15.9
16.3
16.1
18.3
18.2
Bakla eni (mm)
2001
2002
2003
12.1
12.7
12.9
10.6
10.5
11.6
14.5
15.6
15.5
127
13.8
13.8
16.0
16.6
Bakla
uzunluğu
yönünden
yapılan
değerlendirmede, sırık formlu çeşitlerin
Özayşe 16 çeşidi dışında, diğer bodur formlu
çeşitlerden daha uzun oldukları görülmüştür
(Çizelge 3). Denemede yer alan tüm bodur
4
Süreleri (gün)
2002
Süreleri (gün)
2002
2003
52
40
56
42
59
48
52
46
56
47
Bakla eti kalınlığı (mm)
2001
2002
7,6
7,4
6,3
6,2
Bakla eti
2001
6,7
7,0
7.7
6.6
-
7.8
7.1
6.8
6.3
kalınlığı (mm)
2002
2003
7.0
7.2
7.1
7.4
7.8
8.2
6.4
6.7
6.0
6.2
formlu çeşitlerin baklalarının orta uzunlukta ve
yassı özellikte oldukları belirlenmiştir. Sırık
formlu çeşitlerde en uzun bakla boyu, Zondra
(yıllara göre 18.3, 18.2 cm) ve Alman Ayşe
(17.7, 17.6cm) çeşitlerinde ölçülmüştür. Özayşe
H.KAR, A.BALKAYA, A.APAYDIN
16 çeşidinin baklalarının ise diğer sırık formlu
çeşitlerden daha kısa olduğu (sırasıyla 11.4,
11.3, 11.0 cm) saptanmıştır (Çizelge 3).
Bodur formlu çeşitlerde her iki yılda da
bakla genişliği en fazla Romano çeşidinde
ölçülmüştür. Zondra (16.0 ve 16.6 cm) ve
Özayşe 16 (15.6-15.5 cm) çeşitlerinde sırık
formlu diğer çeşitlere göre bakla genişliği en
fazla olan çeşitler olarak belirlenmiştir (Çizelge
3). Tüm çeşitler içerisinde bakla genişliği en az
olan çeşidin
ise Dade çeşidi olduğu
belirlenmiştir. Dade dışındaki tüm çeşitlerin
yassı baklalara sahip olduğu, Dade çeşidinin
ise bakla enine kesitinin yuvarlak şekilli
olduğu saptanmıştır. Karadeniz Bölgesinde
yassı şekilli çeşitler tüketiciler tarafından daha
çok tercih edilmektedir (Balkaya, 1999). Bu
durum bu çeşidin örtüaltı üretiminde
yaygınlaşmasını olumsuz yönde etkileyecektir.
Bakla eti kalınlığı yönünden yapılan
değerlendirmede ise bodur formlu Gina ile
sırık formlu Özayşe 16 çeşitlerinin bakla et
kalınlıklarının daha fazla olduğu belirlenmiştir.
Taze fasulyede önemli kalite kriterlerinden
birisi de çeşidin kılçıklılık özelliğine sahip
olmamasıdır. Özellikle sera üretiminde kılçıksız
taze fasulyelerin üretilerek pazara sunulması
büyük bir önem taşımaktadır. Denemede yer
alan tüm çeşitlerin kılçıklılık durumu yönünden
istenilen özelliğe sahip oldukları belirlenmiştir
(Çizelge 4).
Çizelge 4. Taze Fasulye Çeşitlerinin Bazı Bakla Özellikleri
Kılçıklılık Durumu
Kıvrılma Düzeyi
Çeşitler/Yıllar
2001
2002
2001
2002
BODUR
Gina
Yok
Yok
Yok
Yok
Tina
Yok
Yok
Az
Yok
Romano
Yok
Yok
Yok
Yok
Balkız
Yok
Yok
Yok
Az
SIRIK
A.Ayse
Kılçıklılık durumu
2001
2002
2003
Yok
Yok
Yok
Kıvrılma düzeyi
2001
2002
2003
Az
Az
Az
Bakla Rengi
2001
2002
Yeşil
Koyu yeşil
Yeşil
Koyu yeşil
Yeşil
Yeşil
Yeşil
Koyu yeşil
2001
K. Yeşil
Bakla rengi
2002
Yesil
2003
Yesil
Dade
Az
Yok
Yok
Az
Az
Az
K. Yeşil
K.yeşil
K.yeşil
Özayşe16
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yeşil
Yeşil
Yeşil
4F-89
Yok
Yok
Yok
Az
Orta
Orta
A.Yeşil
A.yeşil
A.yeşil
Zondra
-
Yok
Yok
-
Yok
Yok
-
Yeşil
K.yeşil
Taze fasulye üretiminde
çeşitlerde
istenilen bir diğer özellikte uniform, kıvrılma
olmayan düzgün şekilli baklalara sahip
olmalarıdır. Tüketiciler, özellikle baklaların
düzgün şekilli olmasını istemektedirler. Yapmış
olduğumuz incelemede bodur formlu çeşitlerin
baklalarında kıvrılmanın hemen hemen hiç
olmadığı (Tina çeşidinde az kıvrık) ve düzgün
şekilli oldukları saptanmıştır (Çizelge 4). Sırık
formlu çeşitlerde ise Özayşe 16 ve Zondra
çeşitlerinin baklalarında hiç kıvrılma olmadığı
ve düzgün şekilli bakla yapısına sahip oldukları
belirlenmiştir. 4F-89 çeşidinin genetik yapısından dolayı belirgin şekilde orta düzeyde kıvrık
baklalara sahip oldukları saptanmıştır. Dade ve
Alman Ayşe çeşitlerinde ise bakla kıvrılma
düzeyinin az olduğu bulunmuştur. Karadeniz
Bölgesinde, tüketiciler özellikle yeşil ve koyu
yeşil renkli fasulye çeşitlerini tercih
etmektedirler (Balkaya, 1999). Araştırmada,
fasulye çeşitlerinin kendilerine özgü yeşil ve
yeşil tonlarında oldukları saptanmıştır. Çeşitler
içerisinde sadece 4F-89 çeşidinin baklalarının
açık yeşil renk tonuna sahip olduğu, diğer
çeşitlerin ise yeşil ve koyu yeşil renk tonlarında
oldukları belirlenmiştir (Çizelge 4).
Isıtılmayan serada ilk turfanda döneminde
yetiştirilen taze fasulye çeşitlerinin verimlilik
durumları Şekil 2 ve Şekil 3’de gösterilmiştir.
Bodur formlu çeşitlerin iki yıllık verim
değerlerini birlikte incelediğimizde denemenin
ilk yılında çeşitlerden elde edilen verim
değerlerinin ikinci yıla göre daha fazla olduğu
belirlenmiştir. Bodur formlu çeşitler arasında
verim değerleri bakımından istatiksel olarak
çok önemli farklıklar olduğu saptanmıştır. En
5
Samsun Ekolojik Koşullarında İlk Turfanda Taze Fasulye Yetiştiriciliğinde Bazı Çeşitlerin Performanslarının
Belirlenmesi Üzerinde Bir Araştırma
yüksek ortalama verim, Gina (Ç1) çeşidinden
(2.104 kg/da) elde edilmiştir. Bunu Tina (Ç2)
verim (kg/da)
2500
ve Balkız (Ç4) çeşitleri izlemiştir (Şekil 2).
a
2000
ab
ab
b
1500
2001 yılı
2002 yılı
1000
Ortalamalar
500
0
Ç1
Ç2
Ç3
Ç4
çeşitler
CV %10.57 P<0.01Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark istatistiki açıdan önemli değildir
Şekil 2. İlkbahar dönemi bodur taze fasulye çeşitlerinin verim değerleri
Verim (kg/da)
Zondra çeşidinin denemenin ilk yılında yer
almaması nedeniyle istatiksel olarak verim
analizleri 2002 ve 2003 yılları baz alınarak
yapılmıştır. Sırık formlu çeşitler arasında verim
değerleri bakımından istatiksel olarak önemli
düzeyde farklıklar olduğu belirlenmiştir. Her iki
yılda da en yüksek verim, yıllara göre sırasıyla
2.192 kg/da ve 3.471 kg/da olarak Zondra
çeşidinden elde edilmiştir. Bunu Özayşe 16
çeşidinin (yıllara göre 1.878 kg/da, 2.645 kg/da)
izlediği görülmüştür (Şekil 3). Ege Bölgesinde
ilkbahar döneminde yapılan çeşit verim
denemesinde de en yüksek verim Zondra (6.477
kg/da) ve Selka (6.249 kg/da) çeşitlerinden elde
4000
3500
3000
2500
2000
1500
1000
500
0
edilmiştir (Tüzel ve ark. 1992). Ilıman iklim
sebzesi olan taze fasulyenin optimum gelişme
sıcaklığı araştırmacılar tarafından 16-30°C
olarak bildirilmektedir (Duke, 1983; Şehirali,
1988, Günay, 1992). Bölgemizde denemenin
yürütüldüğü dönemlerde iklim koşullarının
olumsuz geçmesi çeşitlerin verimliliğinin daha
düşük olmasına neden olmuş olabilir. Ayrıca
sonbahar yetiştiriciliğinde son dönemlerde
düşen sıcaklıklar (Tüzel ve ark., 1990; Balkaya
ve ark., 2003), ilkbaharda ise son dönemlerde
yükselen sıcaklıklar da verimde azalmalara
neden olmaktadır (Tüzel ve ark., 1992).
a
b
2002
c
c
2003
c
Ort
Ç5
Ç6
Ç7
Ç8
Ç9
Çeşitler
CV %14.01 P<0.05 Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark istatistiki açıdan önemli değildir
Şekil 3. İlkbahar dönemi sırık formlu taze fasulye çeşitlerinin verim değerleri
Serada
ilk turfanda
taze fasulye
yetiştiriciliği üzerinde yürütülen bu araştırma
sonucunda erkencilik, verim ve bakla
özellikleri yönünden genel bir değerlendirme
6
yapıldığında bodur çeşitlerden Gina, sırık
formlu çeşitlerden ise Zondra çeşidinin diğer
çeşitlere göre daha üstün performans
gösterdikleri belirlenmiştir. Gina çeşidi, açıkta
H.KAR, A.BALKAYA, A.APAYDIN
yapılan taze fasulye üretiminde bölgede yaygın
olarak kullanılan çeşitlerden birisidir. Serada
ilk turfanda olarak üretimde bodur fasulye
yetiştirilmesi planlanıyorsa Gina çeşidi, bu
dönem için üreticilere tavsiye edilebilir.
Zondra
çeşidi,
Karadeniz
Bölgesinde
yetiştiriciliği
yapılmayan
ve
üreticiler
tarafından fazla tanınmayan bir çeşittir. Bu
Kaynaklar
Anonim, 2003. Samsun Meteoroloji Bölge Müd. Kayıtları.
Apan, H., 1986. Karadeniz Bölgesinde örtüaltı
yetiştiriciliği potansiyeli. Türkiye 3. Seracılık
Sempozyumu. 60-84s.
Apaydın, A., Kaplan, N., Kar, H., Özdemir, C., 2000.
Karadeniz Bölgesinde ısıtmasız plastik serada bazı
sebzelerin verim, erkencilik ve kalite kriterleri.
OMU. Zir. Fak. Dergisi. 15(3):22-26 s.
Apaydın, A., Kar, H., Özdemir, C., 2002. Karadeniz
Bölgesi örtüaltı yetiştiriciliğinde en uygun ekim
zamanının tespiti üzerinde araştırmalar. OMU. Zir.
Fak. Dergisi. 17(2):10-16 s.
Aybak, H.Ç., 2002. Seracılık Raporu (1). Hasad Dergisi.
29-32 s.
Balkaya, A., 1999. Karadeniz Bölgesindeki Taze Fasulye
(Phaseolus vulgaris L.) Gen Kaynaklarının
Toplanması, Fenolojik ve Morfolojik Özelliklerinin
Belirlenmesi ve Taze Tüketime Uygun Tiplerin
Teksel Seleksiyon Yöntemi İle Seçimi Üzerinde
Araştırmalar. O.M.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü
Doktora Tezi (Yayınlanmamış), 199 s. Samsun.
Balkaya, A., Demir, E., 2003. The effect of growing bag
culture on yield, earliness and quality characteristics
in snap bean growing under unheated glasshouse
during late autumn season. Biological Sci. 3 (12):
1084-1094.
Balkaya, A., Kar, H., Apaydın, A., 2003. Samsun ekolojik
koşullarında
son
turfanda
taze
fasulye
yetiştiriciliğinde bazı çeşitlerin performans-larının
belirlenmesi üzerinde bir araştırma. OMÜ Zir.
Fak.Dergisi. 18 (3): 56-62.
Duke, J.A., 1983. Phaseolus vulgaris L. Handbook of
Energy Crops. Unnpublished
Ercan, N., Akıllı, M., Polat, E., 1994. Ayşe Kadın
fasulyesinde (Phaseolus vulgaris L.) tohum ekim
yöntemi ve fide dikimi ile tek ve çift sıra yetiştirme
yöntemlerinin verim üzerine etkileri. Akdeniz Üniv.
Zir. Fak. Dergisi. 47-52 s.
çeşit daha çok Ege Bölgesinde yaygın olarak
yetiştirilmektedir. Araştırma sonuçlarına göre
bu dönem için Zondra ve Özayşe 16 çeşitlerinin
kullanılması üreticilere tavsiye edilebilir. Bu
çeşitlerin, öncelikle bölgede Tarım İl ve İlçe
Müdürlüğü ve özel tohum firmaları elemanları
tarafından
üreticilere
tanıtılarak
yaygınlaştırılması yararlı olacaktır.
Günay, A., 1992. Özel Sebze Yetiştiriciliği. Serler. Cilt II.
92 s. Ankara.
Sağlam, N., Yazgan, A., 1998. Sırık fasulyenin verim ve
erkenciliğine
ekim
zamanı
ve
yetiştirme
yöntemlerinin etkileri. 2.Sebze Tarımı Sempoz. 205207. Tokat.
Şehirali, S., 1988. Yemeklik Dane Baklagiller. Ankara
Üniv. Ziraat Fak. Yayın:1089. Ankara.
Titiz, K.S., 2004. Modern Seracılık. Yatırımcıya Yol
Haritası.124 s.
Tosun, F., 1991. Tarımda Uygulamalı İstatistik Metodları.
OMÜ Ziraat Fak. Ders Notu:1. Samsun.
Tüzel, Y., Gül, A., Yoltaş, T., Sevgican, A., 1990. Farklı
tohum ekim tarihlerinin
sonbahar sera
yetiştiriciliğine etkileri. Türkiye 5. Seracılık Sempoz.
525-530. İzmir.
Tüzel, Y., Gül, A., Sevgican, A., 1992. Farklı tohum ekim
tarihlerinin ve farklı çeşitlerin ilkbahar sera fasulye
üretiminde verime etkileri. Türkiye 1. Ulusal Bahçe
Bitkileri Kongresi. 319-323.
Uğur, A., 2001. Ordu ili sera potansiyeli ve seracılık
faaliyetleri üzerine bir araştırma. 6. Ulusal Seracılık
Sempozyumu.7-12 s.
Uzun, S. Demir, Y., Cemek, B., 1999. Samsun ekolojik
koşullarında son turfanda olarak plastik seralarda
yetiştirilen bazı sebzelerin büyüme ve gelişmesi
üzerine farklı sera havalandırma açıklıkları ve plastik
tipinin etkisi. OMU. Zir. Fak. Dergisi. 13(3): 151166 s.
Uzun, S. 2004. Karadeniz Bölgesinde Örtüaltı Sebzeciliği
Geliştirme Projesi. DPT Projesi (Devam ediyor)
Wallace, D.H., Enriques, G.A., 1980. Daylenght and
temperature effection days to flowering of early and
late maturing beans (Phaseolus vulgaris L.) J.
Amer. Soc. Hort. Sci. 105.
7
GOÜ. Ziraat Fakültesi, 2005, 22 (1), 9-14
Giresun, Ordu ve Samsun İllerinde Fındık Bahçelerinde Zarar Yapan
Yazıcıböceklerin (Coleoptera: Scolytidae) Zarar Seviyeleri
Kibar Ak1
Meryem Uysal2
Celal Tuncer3
1
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Gelemen, Samsun
Selçuk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Konya
3
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Samsun
2
Özet: Türkiye’de fındığın yoğun olarak yetiştirildiği Karadeniz Bölgesi’nin Giresun, Ordu ve Samsun
illerinde fındık bahçelerinde giderek zararı artan yazıcıböceklerin en önemli türlerinin Lymantor coryli
Perris ve Xyleborus dispar (Fabricius) (Col.: Scolytidae) olduğu bilinmektedir. 2002 ve 2003 yıllarında
yürütülen bu çalışmada bu böceklerin sözkonusu illerdeki toplam zarar seviyelerinin belirlenmesi
amaçlanmıştır. Mart-Ekim ayları arasında yapılan aylık gözlemlerde her bir bahçede rastgele alınan 10 ocakta
bütün dalların gövdeleri incelenerek zarar seviyesi delikli dal/ocak olarak belirlenmiştir. Takip edilen tüm
fındık alanlarında zarar seviyesinin 2003 yılında daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu yıldaki en yüksek
zarar seviyeleri; 9.5, 6.7 ve 6 delikli dal/ocak [sırasıyla Ordu (Fatsa, Güvercinlik), Samsun (Terme, Bafraçlı)
ve Giresun (Piraziz Merkez)] olarak belirlenmiştir. Arar seviyesi sahil kuşakta orta kuşağa göre belirgin
şekilde daha yüksek olmuştur. Çalışmanın yapıldığı bütün bahçelerde, yazıcıböceklerin zarar seviyesinin
nisandan itibaren arttığı, asıl belirgin artışın ise temmuz ve ağustosta olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yazıcıböcekler, Scolytidae, Lymantor coryli, Xyleborus dispar, Giresun, Ordu, Samsun
The Injury Level of Bark Beetles (Coleoptera:Scolytidae) in Hazelnut
Orchards in Giresun, Ordu and Samsun Provinces of Turkey
Abstract: Lymantor coryli Perris and Xyleborus dispar (Fabricius) are the dominant bark beetle (Col.:
Scolytidae) species of hazelnut in Giresun, Ordu and Samsun. Where is the main hazelnut production areas of
Turkey. This study was carried out (during 2002-2003 groving season) to determine the total injuriy levels of
scolytids in these provinces. The orchards were monthly surveyed between March-October. The injury level
was determined as infested branch/ocak by means of counting of the all infested branches in 10 ocak
randomly selected in per orchard. It was higher in 2003 than that of 2002 in all the localites. In 2003, the
highest injury levels were 9.5, 6.7 and 6 infested branch/ocak in Ordu (Fatsa, Güvercinlik), Samsun (Terme,
Bafraçalı) ve Giresun (Piraziz Centre), respectively. The injury was more serious in coastal localities of
surveyed area than that of inner parts. In both 2002 and 2003 the damage began to increase at April and then
the main drastic increase occured in July and August in all surveyed orchards.
Key words: Bark Beetles, Scolytidae, Lymantor coryli, Xyleborus dispar, Giresun, Ordu, Samsun
1.Giriş
Fındık, tarımsal gelir ve ihracat
bakımından Türkiye’nin stratejik ürünlerinden
biridir. Türkiye’de fındık tarımı yaklaşık olarak
650 bin hektar alanda yapılarak 600 bin ton
ürün elde edilmekte ve 700 milyon ABD’lık
döviz girdisi sağlamaktadır (Anonymous,
2002).
Türkiye’de fındık bahçelerinde verimin
düşmesine neden olan birçok faktör vardır. Bu
faktörlerden biri de fındık zararlılardır. Fındık
zararlıları kalite ve verime direkt etki
yapmaktadır. Fındık üretim alanlarında yaklaşık
olarak 150 böcek türü tespit edilmesine rağmen
bunlardan yalnız 10-15 tanesi bölgelere ve
yıllara bağlı olarak önemli zararlar yapmaktadır
(Işık ve ark.,1987; Ecevit ve ark., 1995; Tuncer
ve Ecevit 1996a,b; Saruhan ve Tuncer 2001;
Tuncer ve ark.,2002).
Birçok araştırıcıya göre Türkiye’de
fındığın en önemli zararlısının Fındık kurdu
(Balaninus nucum L.) (Col.:Curculionidae)
olduğu bildirilmektedir. Ancak son yıllarda
yapılan çalışmalar ve gözlemler ürün veren
kaynağı kurutarak verimi azaltan ve fındık
bahçelerinde
yoğun
olarak
bulunan
yazıcıböceklerden Xyleborus dispar (Fabricius)
ve Lymantor coyli Perris (Col:.Scolytidae)
ninde önemli zararlı grubunu oluşturduğu
görülmüştür ( Ak, 2004; Ak ve ark.,2004).
Yazıcıböcekler sert ve yumuşak çekirdekli
meyve ağaçlarında ve çalı formundaki süs
bitkilerinde beslenen polifag bir zararlı grubu
olarak bilinmektedir. Ancak son yıllarda Orta
ve Doğu Karadeniz Bölgesindeki fındık
alanlarında özellikle sahil ve orta kuşakta
populasyonu hızla artarak önemli zararlar
Giresun, Ordu ve Samsun İllerinde Fındık Bahçelerinde Zarar Yapan Yazıcıböceklerin (Coleoptera: Scolytidae) Zarar
Seviyeleri
yaptığı belirlenmiştir. Önceleri Çarşamba
Ovası’nda taban suyu yüksek olan kısımlarda
zararlı olan yazıcıböceklerin zamanla fındık
üretiminin yoğun olarak yapıldığı Doğu
Karadenize doğru yayıldığı tespit edilmiştir. Bu
alanlarda fındığın en önemli ekonomik girdiyi
oluşturması ve fındık dışında bölgeye alternatif
olarak yerleştirilmeye çalışılan kivi ve
trabzonhurması ağaçlarına saldırması bu zararlı
grubunun önemini daha da artırmaktadır.
Bunun yanında yaşamlarının önemli bir
bölümünü konukçusunun odun dokusu içindeki
galerilerde geçirmeleri nedeniyle fındıktaki
diğer zararlılara göre bunlarla başarılı bir
kimyasal mücadele yapılamamaktadır.
Bu zararlıların populasyonlarının yüksek
olması, geniş alanlarda yayılması ve ergin çıkış
zamanının tam
olarak belirlenememesi
nedeniyle bu zararlılara karşı kimyasal
mücadelede
istenen
başarı
elde
edilememektedir. Yazıcıböceklere karşı etkili
bir mücadelenin geliştirilmesinden önce yayılış
alanlarının, bu alanlardaki zarar seviyelerinin ve
mücadele
amaçlı
çıkış
zamanlarının
belirlenmesi gerekir. Bu çalışmada öncelikle
yayılış alanı, zarar seviyeleri ve zarar
seviyesinden yararlanarak çıkış zamanlarının
belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu şekilde
yazıcıböceklerle
mücadelede
temel
oluşturabilecek veriler toplanmaya çalışılmıştır.
2.Materyal ve Metot
Çalışmanın ana materyalini; çalışma
sahasındaki fındık bahçeleri ve buralarda
bulunan Xyleborus dispar ve Lymantor coyli
(Col.:
Scolytidae)
(yazıcıböcekler)
oluşturmuştur.
Yazıcıböceklerin
zarar
seviyelerinin
belirlenmesi 2002 ve 2003 yıllarında mart-ekim
ayları arasında Samsun (Çarşamba, Salıpazarı
ve Terme), Ordu (Merkez, Fatsa ve Ünye) ve
Giresun (Merkez, Bulancak ve Piraziz) il ve
ilçelerinde mart-ekim ayları boyunca aylık
periyotlarla gidilen bahçelerin her birinde rast
gele belirlenen 10’ar ocakta bütün dalların
gövdeleri incelenerek yapılmıştır. Saruhan ve
Tuncer (2001)’e göre ocakların gövdelerinde
delik olan (bulaşık dallar) sayılmış ve böylece
ocak başına düşen delikli dal sayısı
belirlenmiştir.
Çalışma sahasını oluşturan Samsun, Ordu
ve Giresun illerinde fındık bahçeleri sahil ve
orta kuşak olmak üzere iki kısım olarak
seçilmiştir. 250 m’ye kadar sahil kuşak, 250
m’den 500 m’ye kadar olan orta kuşak olarak
değerlendirilmiştir.
Çalışma
alanındaki
lokasyonların tanımlayıcı özellikleri Çizelge
1’de verilmiştir.
Çizelge 1. 2002 ve 2003 yıllarında çalışmaların yürütüldüğü fındık bahçelerine ait bazı özellikler
Köy/Mahalle
İl
Giresun
Ordu
Samsun
10
İlçe
2002 Yılı
Merkez sahil kuşak
Gedikkaya mah.
Bulancak sahil kuşak
Bulancak orta kuşak
Yükselti
2003 Yılı
Yükselti
120
Eriklimanı köyü
50
Sanayi mah
30
Bahçelievler mah.
80
Kızıl ot köyü
260
Saracık köyü
330
Piraziz sahil kuşak
Merkez mah.
30
Merkez mah.
30
Merkez sahil kuşak
Kayabaşı mah.
42
Kayabaşı mah.
45
Merkez orta kuşak
Ocelli köyü
210
Dedeli köyü
215
Fatsa sahil kuşak
Güvercinlik mah.
30
Güvercinlik mah.
130
Fatsa orta kuşak
Ilıca Bld. Uzundere mah.
300
Korucuk mah.
295
Ünye sahil kuşak
Bayramca mah.
40
Karşıyaka mah.
82
Çarşamba sahil kuşak
Ömerli köyü
30
Ömerli köyü
30
Çarşamba orta kuşak
Çelikli köyü
70
Çelikli köyü
70
Salipazarı merkez
Merkez
210
Merkez
210
Terme sahil kuşak
Emiryusuf köyü
30
Bafraçalı köyü
45
Terme orta kuşak
Söğütlü bld.
85
Söğütlü bld.
80
K.AK, M.UYSAL, C.TUNCER
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Samsun İli
Samsun ilinde Xyleborus dispar ve
Lymantor coyli (Col.: Scolytidae)’nin zarar
durumunun belirlenmesi için 2002 ve 2003
yıllarında Çarşamba ve Terme’de iki farklı
kuşakta (sahil ve orta kuşak) birer bahçede
ve Salıpazarı merkezde bir bahçe olmak üzere
toplam 5 bahçede sayım yapılmıştır. Buna göre
yazıcıböcekler ile Samsun ilinde 2002 ve 2003
yıllarındaki zarar seviyeleri Şekil 1’de
verilmiştir.
2002 Yılı
Terme-ort.kuşak
Çarşamba-sahil
Çarşamba-ort.kuşak
Salıpazarı-merkez
5
4,5
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
10
.10
05
.09
06
.08
05
.07
06
.06
08
.05
05
.04
0,5
0
20
.03
Zarar Seviyesi (Delikli
dal/Ocak)
Terme-sahil
2003 Yılı
Zarar Seviyesi (Delikli
dal/Ocak)
Terme sahil kuşak
Terme orta kuşak
Çarşamba sahil kuşak
Çarşamba orta kuşak
Salıpazarı merkez
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
3
.0
13
4
.0
17
5
.0
21
6
.0
18
7
,0
16
8
.0
20
9
.0
18
0
.1
22
Şekil 1. Samsun ilinde 2002 ve 2003 yıllarında yazıcıböcekler ile zarar görmüş dal sayısı (delikli dal/ocak).
2002 ve 2003 yıllarında Çarşamba ve
Terme’de sahil kuşakta yazıcıböceklerin zarar
oranı yüksek iken, orta kuşakta biraz daha
düşük olduğu belirlenmiştir.
2002 yılında sahil kuşakta zarar seviyesi
Çarşamba’da (Ömerli köyü), en yüksek olurken
(4.6 delikli dal/ocak) 2003 yılında Terme’de
(Bafraçalı köyü) en yüksek olarak (6.7 delikli
dal/ocak) belirlenmiştir. Orta kuşakta ise her iki
gözlem yılında da en yüksek zarar seviyesi
Terme (Söğütlü Beldesi)’de görülmüştür
(sırasıyla 2.4 ve 4.1 delikli dal/ocak).
Bunların yanında 2002 yılında Samsun’da
sahil kuşakta zarar oranı Çarşamba’da (Çelikli
köyü) en düşük seviyede (1.8 dal/ocak)
bulunmuş ve bunu Salıpazarı merkez (2.2
delikli dal/ocak), Terme orta kuşak (söğütlü
beldesi) (2.4), Terme sahil kuşak (Emiryusuf
köyü) (4.6) ve Çarşamba sahil kuşağın (Ömerli
köyü) (4.6 delikli dal/ocak) takip ettiği tespit
edilmiştir. 2003 yılında ise Samsun’da
Çarşamba orta kuşakta (Çelikli köyü) en düşük
seviyede (1.8 delikli dal/ocak) bulunmuşken
bunu Salıpazarı merkez (3.5 delikli dal/ocak),
Terme orta kuşak (Söğütlü beldesi) (4.1 delikli
dal/ocak), Çarşamba sahil kuşak (Ömerli köyü)
(4.3 delikli dal/ocak) ve Terme sahil kuşağın
11
Giresun, Ordu ve Samsun İllerinde Fındık Bahçelerinde Zarar Yapan Yazıcıböceklerin (Coleoptera: Scolytidae) Zarar
Seviyeleri
(Bafraçalı köyü) (6.7 delikli dal/ocak) takip
ettiği belirlenmiştir (Şekil 1).
Ünye’de sahil kuşak, Fatsa’da sahil ve orta
kuşak ve Ordu merkezde sahil ve orta kuşakta
olmak üzere toplam 5 bahçede sayımlar
yapılmıştır. Yazıcıböcek
zarar durumu
Şekil2‘de verilmiştir.
3.2. Ordu İli
Ordu ilinde Xyleborus dispar ve Lymantor
coyli (Col.: Scolytidae)’nin zarar seviyesini
belirlemek amacıyla 2002 ve 2003 yıllarında
2002 Yılı
Ordu-ort.kuş.
Fatsa-sahil
Fatsa-ort.kuş.
Ünye-merk.
21
.10
17
.09
16
.08
14
.07
11
.06
14
.05
12
.04
5.5
5
4.5
4
3.5
3
2.5
2
1.5
1
0.5
0
22
.03
Zarar Seviyesi (Delikli
dal/Ocak)
Ordu-merk.
2003 Yılı
Ordu sahil kuşak
Ordu orta kuşak
Fatsa sahil kuşak
Fatsa orta kuşak
Ünye sahil kuşak
Zarar Seviyesi (Delikli
dal/Ocak)
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
30
.1
0
25
,0
9
28
.0
8
24
.0
7
25
.0
6
29
.0
5
24
.0
4
20
.0
3
0
Şekil 2. Ordu ilinde 2002 ve 2003 yıllarında yazıcıböcekler ile zarar görmüş dal sayısı (delikli dal/ocak).
Ordu’da zarar seviyesi takibinde, 2002
yılında sahil kuşakta Ünye’de (Bayramca mah.)
(4.8 delikli dal/ocak), 2003 yılında ise Fatsa
(Güvercinlik mah.) (9.5 delikli dal/ocak)’da
zararın en yüksek olduğu belirlenmiştir. Orta
kuşakta ise 2002 yılında Ordu (Ocelli köyü)
(5.1 delikli dal/ocak), 2003 yılında ise Fatsa’da
(Korucuk mah.) en yüksek zarar (3.3 delikli
dal/ocak) tespit edilmiştir.
Bunların yanında 2002 yılında Ordu’da ve
ilçelerinde sahil kuşakta zarar seviyesi Ordu
merkezde (Kayabaşı mah.) en düşük bulunmuş
(0.7 delikli dal/ocak), bunu Fatsa orta kuşak
12
(Ilıca beldesi Uzundere mah.) (1.8 delikli
dal/ocak), Fatsa sahil kuşak (Güvercinlik mah.)
(3.8 delikli dal/ocak), Ünye sahil kuşak
(Bayramca mah.) (4.8 delikli dal/ocak) ve Ordu
orta kuşağın (Ocelli mah.) (5.1 delikli dal/ocak)
takip ettiği belirlenmiştir. 2003 yılında Ordu il
ve ilçelerinde ise orta kuşakta zarar seviyesi
Ordu merkez orta kuşakta (Dedeli köyü) en
düşük seviyede bulunmuş (Korucuk mah.) (1.7
delikli dal/ocak), bunu Ordu sahil kuşak
(Karşıyaka mah.) (2.2 delikli dal/ocak), Fatsa
orta kuşak (Korucuk mah.) (3.3 delikli
dal/ocak), Ünye sahil kuşak (Karşıyaka mah.)
K.AK, M.UYSAL, C.TUNCER
(6.3 delikli dal/ocak) ve Fatsa sahil kuşağın
(Güvercinlik mah.) (9.5 delikli dal/ocak) takip
ettiği belirlenmiştir (Şekil 2).
3.3. Giresun İli
Giresun ilinde Xyleborus dispar ve
Lymantor coyli (Col.: Scolytidae)’nin zarar
durumunu belirlemek amacıyla 2002 ve 2003
yıllarında Piraziz sahil kuşak, Bulancak sahil ve
orta kuşak ve Giresun merkez sahil kuşak
olmak üzere toplam 4 bahçede sayımlar
yapılmıştır. Yazıcıböcek zarar seviyeleri Şekil
3’de verilmiştir.
2002 Yılı
Giresun-mrkz.
Bulancak-mrkz.
Bulancak-ort.kuş.
Piraziz-mrkz.
4,5
Zarar Seviyesi (Delikli
dal/Ocak)
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
21
.10
17
.09
16
.08
16
.07
11
.06
14
.05
12
.04
22
.03
0
2003 Yılı
Bulancak sahil kuşak
Bulancak orta kuşak
Piraziz sahil kuşak
31
.1
0
26
,0
9
29
.0
8
25
.0
7
26
.0
6
30
.0
5
25
.0
4
6,0
5,5
5,0
4,5
4,0
3,5
3,0
2,5
2,0
1,5
1,0
0,5
0,0
21
.0
3
Zarar Seviyesi (Ddelikli
dal/Ocak)
Giresun sahil kuşak
Şekil 3. Giresun ilinde 2002 ve 2003 yıllarında yazıcıböcekler ile zarar görmüş dal sayısı (delikli dal/ocak).
Giresun ilinde zarar seviyesinin takibinde,
2002 ve 2003 yıllarında sahil kuşakta Piraziz
merkezde zararın en yüksek olduğu (sırasıyla
4.5 delikli dal/ocak, 6 delikli dal/ocak)
belirlenmiştir. Orta kuşakta ise 2002 yılında
Bulancak Kızılot köyünde (0.9 delikli dal/ocak)
ve 2003 yılında ise yine Saracık köyünde (1.5
delikli dal/ocak) düşük oranda zarar tespit
edilmiştir.
Bunların yanında 2002 yılında Giresun il
ve ilçelerinde sahil kuşakta zarar Bulancak
merkezde Sanayi mah. (0.5 delikli dal/ocak) en
düşük seviyede bulunmuş ve bunu Giresun
merkez Gedikkaya mah. (2.9 delikli dal/ocak)
ve Piraziz merkez (4.5 delikli dal/ocak)
kuşağının takip ettiği belirlenmiştir. 2003
yılında ise Bulancak orta kuşakta Saracık mah.
(1.5 delikli dal/ocak) en düşük seviyede
bulunmuş ve bunu Bulancak sahil kuşakta
Bahçelievler mah. (4.4 delikli dal/ocak),
Giresun sahil kuşakta Eriklimanı köyü (5.5
delikli dal/ocak) ve Piraziz Merkezin (6.0
13
Giresun, Ordu ve Samsun İllerinde Fındık Bahçelerinde Zarar Yapan Yazıcıböceklerin (Coleoptera: Scolytidae) Zarar
Seviyeleri
delikli dal/ocak) takip ettiği belirlenmiştir
(Şekil 3).
Zarar durumunun izlenmesinde ile
Samsun’da en yüksek bulaşma 2002 yılında
Çarşamba Ömerli köyünde (4.6 delikli
dal/ocak), 2003 yılında Terme Bafraçalı
köyünde (6.7 delikli dal/ocak) tespit edilmiştir.
Salıpazarı merkezde bir bahçede zarar durumu
takip edilmiş ve 2002 yılında 3.2 delikli
dal/ocak, 2003 yılında ise 3.5 delikli dal/ocak
olarak belirlenmiştir. Ural ve ark. (1973); Kurt
(1982); Işık (1984), Işık ve ark. (1987); Tuncer
ve Ecevit (1996a,b,c) ve Tuncer ve ark. (2001),
yazıcıböceklerin Samsun’da ve Karadeniz
bölgesinde bulunduğunu, fındık dallarında
önemli
zararlar
yaptığını,
Terme
ve
Salıpazarında üreticilerin şikayetçi olduklarını
bildirmişlerdir. Saruhan (1998) ve Saruhan ve
Tuncer (2001), 1997-1998 yıllarında Çarşamba
3.7-7.4 delikli dal/ocak, Terme 3.2-4.3 delikli
dal/ocak, Ondokuzmayıs
0.2-0.4 delikli
dal/ocak ve Salıpazarı 0.6-1.1 delikli dal/ocak
ilçelerinde bulaşıklık durumunu tespit etmişler
ve giderek arttığını bildirmişlerdir. Bu
çalışmada da zararın takip edildiği il ve
ilçelerde yoğunluğun belirgin bir şekilde yıldan
yıla arttığı saptanmıştır.
2002 ve 2003 yıllarında çalışmanın
yürütüldüğü Samsun, Ordu ve Giresun il ve
ilçelerindeki bütün bahçelerde yazıcıböcek
zarar seviyesinin takibi sonucunda zararın
nisandan itibaren arttığı ve en belirgin artışın
temmuz ve ağustosta olduğu, eylül ve ekim
aylarında sabit kaldığı veya azaldığı tespit
edilmiştir. Eylülden itibaren sayım yapılmasına
rağmen zarar seviyesinde meydana gelen
azalmanın veya sabit kalmanın en önemli
nedeninin fındık bahçelerinde hasat sırasında
veya rüzgar nedeniyle bulaşık dalların kırılıp
ocaklardan
uzaklaştırılması
olduğu
düşünülmektedir. Bunun yanında genel olarak
bahçelerdeki zarar oranının giderek artış
gösterdiği
bu
çalışmadan
da
açıkça
görülmüştür.
Kaynaklar
Ak, K. 2004. Giresun, Ordu ve Samsun illerinde fındık
bahçelerinde zarar yapan yazıcıböcek (Coleoptera:
Scolytidae) türlerinin tespiti ve kitlesel yakalama
yöntemi üzerinde araştırmalar. Selçuk Üniv.Fen
Bil.Enst. Doktora tezi, Konya. 92 s.
Ak, K., Uysal, M., Tuncer, C. 2004. Giresun, Ordu ve
Samsun İllerinde Fındık Bahçelerinde Zarar Yapan
Yazıcıböcek (Coleoptera: Scolytidae) Türleri ve
Bulunuş Oranları. Türkiye I. Bitki Koruma Kongresi
Bildirileri, 8-10 Eylül 2004, Samsun. 255s.
Anonymous, 2002. Türkiye’de uygulanan fındık
politikaları ve fındığın geleceği paneli. 2002. 19
Mayıs Üniv. Ziraat Fak. 109s.
Ecevit, O., Tuncer, C. ve Hatat, G., 1995. Karadeniz
Bölgesi Bitki Sağlığı Problemleri ve Çözüm Yolları.
OMÜ. Ziraat Fak. Dergisi, 10 (3): 191-206.
Işık, M. 1984. Karadeniz bölgesi fındık bahçelerinde zarar
yapan Dalkıran, Xyleborus (Anisandrus) dispar
Fabr. (Coleoptera, Scolytidae) böceğinin biyolojisi
ve mücadele metotları üzerinde araştırmalar. Tarım,
Orman ve Köyişleri Bakanlığı, Zirai Mücadele ve
Zirai Karantina Genel Müdürlüğü, Samsun Bölge
Zir. Müc. Araş. Enst. Müdürlüğü, Araştırma Eserleri
Serisi, No:30. 63s.
Işık, M., Ecevit, O., Kurt, M.A. ve Yücetin, T. 1987. Doğu
Karadeniz bölgesi fındık bahçelerinde Entegre
Savaş olanakları üzerinde araştırmalar. OMÜ.
Yayınları, No: 20, 95s.
Kurt, M.A., 1982. Doğu Karadeniz Bölgesinde fındık
zararlıları, tanınmaları, yayılış ve zararları,
yaşayışları ve savaşım yöntemleri. T.C. Tarım ve
Orman Bakanlığı, Zir. Müc. Zir. Kar. Gen. Müd.,
Samsun Bölge Zir. Müc. Araş. Enst., Mesleki
Kitaplar Serisi, No: 26, Ankara. 75s.
Saruhan, İ. 1998. Samsun ilinde önemli fındık
zararlılarının yayılışı ve mücadelelerine yönelik
araştırmalar. Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs
Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü, Samsun, 97s.
Saruhan, İ. ve Tuncer, C., 2001. Population densities and
seasonal fluctiations of Hazelnut pests in Samsun,
Turkey. Proc. V. Int. Congress on Hazelnut. Ed.
S.A. Mehlenbacher. Acta Horticulture 556. ISHS
2001. 495-502.
Tuncer, C. ve Ecevit, O., 1996a. Fındık Zararlıları ile
mücadelede entegre model tasarımı. Fındık ve Diğer
Sert Kabuklu Meyveler Sempozyumu, OMÜ. Ziraat
Fak., Samsun, 40-54.
Tuncer, C. ve Ecevit, O., 1996b. Samsun ili fındık üretim
alanlarındaki zararlılarla savaşım faaliyetlerinin
mevcut durumu üzerinde bir araştırma. Fındık ve
Diğer Sert Kabuklu Meyveler Sempozyumu, OMÜ.
Zir. Fak, Samsun, 286-292.
Tuncer, C. ve Ecevit, O. 1996c. Current status of
Hazelnut pests in Turkey. Fourth International
Symposium on Hazelnut, Ordu, Turkey, Acta
Horticulture, 545-552.
Tuncer, C., Akça, İ. ve Saruhan, İ. 2001. Integrated pest
manegement in Turkısh Hazelnut Orchards. Proc. V.
Int. Congress on Hazelnut. Ed. S.A. Mehlenbacher.
Acta Horticulture 556. ISHS 2001. 419-429.
Tuncer, C., Saruhan, İ. ve Akça, İ., 2002. Karadeniz
Bölgesi fındık üretim alanlarındaki önemli zararlılar.
Eko-Kalite. Samsun Ticaret Borsası Yayın organı
yıl:2, Sayı: 2, 43-54.
Ural, İ., Işık, M. ve Kurt, M. 1973. Doğu Karadeniz
bölgesi fındık bahçelerinde tespit edilen böcekler
üzerine bazı incelemeler. Bitki Koruma Bülteni, 13
(2): 55-66.
14
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 15-19
Tokat İklim Koşullarında Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) De Bary‘un
Sclerotium Canlılığı Üzerine Solarizasyonun Etkisi
Yusuf Yanar
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü, Tokat
Özet: Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) DeBary kültür bitkilerinde beyaz çürüklük, gövde ve meyve çürüklüğü
olarak adlandırılan hastalıklara neden olan önemli bir fungal patojendir. Tokat ilinde de özellikle örtüaltı
hıyar yetiştiriciliğinde hastalık sorun olmaya başlamıştır. Bu etmenin kimyasal kontrolünün zor olması
nedeniyle Temmuz ve Ağustos ayları arasında altı hafta yapılacak solarizasyon uygulamasının S.
sclerotiorum’un kontrolünde kullanılabilirliği araştırılmıştır. Muameleler kontrol, solarizasyon, tavuk gübresi
ve tavuk gübresi + solarizasyon şeklinde yapılmıştır. Bu uygulamaların dört farklı toprak derinliğinde
Sclerotinia sclerotiorum’un sklerotiumlarının canlılıkları üzerine etkileri belirlenmiştir. Solarizasyon yapılan
parsellerdeki ortalama sıcaklıklar 0, 2, 5 ve 10 cm de sırasıyla 45.73, 44.80, 40.53 ve 36.38 0C olmuştur. Bu
da solarizasyon uygulanmayan parsellere göre yaklaşık 10 0C bir sıcaklık artışı oluşturmuştur. Çalışma
sonucunda solarizasyon uygulanan parsellerden elde edilen sklerotiumların canlılık oranı ile kontrol
parsellerinden elde edilen sklerotiumların canlılık oranları arasında önemli derecede farklılık gözlenmiştir
(P=0.05). Sklerotium canlılık oranı kontrol parsellerinde %90-100 arasında değişirken solarizasyon
uygulanan parsellerdeki sclerotiumların hepsi canlılığını kaybetmiştir. Solarizasyon uygulanan parsellerle
Tavuk gübresi+solarizasyon uygulanan parseller arasında önemli bir fark gözlenmemiştir. Bu bulgular
doğrultusunda Tokat’ta sera koşullarında solarizasyonun S.sclerotiorum’un kontrolünde etkin bir mücadele
yöntemi olduğu ortaya çıkarılmıştır.
Anahtar kelimeler: Toprak solarizasyonu, Beyaz küf, Sclerotinia sclerotiorum, Tokat (Turkey)
Effects of Soil Solarization on Sclerotia Viability of Sclerotinia sclerotiorum
(Lib.) De Bary Under Tokat Climatical Conditions
Abstract: Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) De Bary, the causal agent of white mold, stem and fruit rot diseases
of different plant species has caused serious damage to cucumber grown in greenhouses in Tokat. Control of
this disease with chemical is difficult. The possibility of controlling S. sclerotiorum by using soil solarization
during the months of July and August was examined. The soil was covered with transparent polyethylene
sheets for six weeks. Treatments included un treated control,solarization, poultry manure and solarization
incombination with poultry manure. Effects of these treatments on sclerotial viability of S. sclerotiorum
were evaluated at four different soil depth (0, 2, 5, 10 cm). Mean soil temperatures in solarized plots recorded
at 0, 2, 5 and 10 cm depth were 45.73, 44.80, 40.53 and 36.38 0C respectively. These temperatures were
about 10 0C higher than temperatures recorded in non-solarized plots. Viabitiy of sclerotia recovered from
solarized plots was significantly different than the sclerotia recovered from non-solarized plots (P=0.05).
Mean sclerotial viability changed between 90-100% in non-solarized plots while all the sclerotia recovered
from solarized plots were lost their viability. There was not any significan difference between solarization
and solarization+poultry manure treatments. From these results it was concluded that solarization can be an
effective control method of S. sclerotiorum under greenhouse conditions in Tokat.
Key words: Soil solarization, White mold, Sclerotinia sclerotiorum, Tokat (Turkey)
1.Giriş
Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) De Bary
kozmopolitan bir patojen olup, farklı
familyalardan 278 cinse ait yaklaşık 408 bitki
türünde beyaz çürüklük, gövde çürüklüğü ve
meyve
çürüklüğü
olarak
adlandırılan
hastalıklara neden olmaktadır (Boland and Hall,
1994). Fungusun hayatta kalmasında ve bir
sonraki yıla geçmesini sağlayan en önemli
yapısı kalın çeperli dinlenme formu olan
sclerotiumları olup sekiz yıla kadar toprakta
canlılıklarını
kaybetmeden
kalabildikleri
belirtilmektedir (Hugerford and Pitts, 1953). S.
sclerotiorum’un enfeksiyon oluşturmasında
birinci derecede önemli olan askosporların
büyük çoğunluğu yüzeyden itibaren toprağın ilk
5 cm’sinde bulunan sklerotiumlardan oluşmakta
dır (Steadman, 1974). Patojenin bitkiden bitkiye
yayılması ise ancak bitkiden bitkiye temas yolu
ile gerçekleşebilmektedir. S. sclerotiorum’un
diğer fungal patojenlerden farklı olan bir
özelliği de; askosporlarının çimlenip konukçu
bitki dokusuna giriş yapabilmesi için mutlaka
bir ekstra besin kaynağına ihtiyaç duymalarıdır.
Tokat İklim Koşullarında Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) De Bary‘un Sclerotium Canlılığı Üzerine Solarizasyonun Etkisi
Bu nedenle enfeksiyonu gerçekleştirebilmek
için ya yaralı dokuya yada solmak üzere olan
çiçek taç yaprakları gibi ölmek üzere olan bitki
dokularına ihtiyaç duyarlar. Önce bu dokularda
kolonize olduktan sonra diğer sağlıklı
dokularda
enfeksiyon
gerçekleştirebilirler
(Abawi and Grogan, 1975). Bu konuda
yürütülen bir çok çalışmada görüldüğü gibi
birinci derecede askospor enfeksiyonlarının
gerçekleştiği dokular bitkilerin çiçekleri
olmaktadır (Abawi et al. 1975; Cook et al.
1975).
Sclerotinia sclerotiorum’un kontrolünde
yaygın olarak kullanılan yöntemler ;Kültürel,
kimyasal ,biyolojik mücadele ve dayanıklı çeşit
kullanımıdır. Kimyasal mücadelede kullanılan
ilaçların büyük çoğunluğu konukçu bitkinin
çiçek kısımları başta olmak üzere toprak üstü
aksamını askospor enfeksiyonundan korumayı
hedeflemektedir. Bu nedenle de etkin bir
kimyasal mücadele için uygulama zamanı ve
yeşil aksamın en iyi şekilde ilaçla kaplanması
gerekmektedir (Oliveira et al. 1995). Bu amaçla
kullanılan
fungisitlerden
Benomyl
ve
Thiophanate-methyl’in bazı kültür bitkilerinde
etkin bir
hastalık
kontrolü
sağladığı
belirlenmiştir (Oliveira et al. 1995).
Otuzdan fazla fungus ve bakteri türünün S.
sclerotiorum’a karşı antagonistik etki gösterdiği
bilinmektedir (Huang et al., 1993; Yuen et al.,
1991). McQuilken et al.(1995) doğal koşullarda
Coniothrium minitans’ın topraktaki sklerotium
oranını büyük oranda düşürdüğünü fakat bunun
hastalık
şiddetine
önemli
bir
etki
göstermediğini belirtmişlerdir. Diğer bir çok
biyolojik kontrol etmeni ile yürütülen
çalışmalar laboratuar koşullarında başarılı
sonuçlar verirken tarla koşullarında istenilen
etkinlik sağlanamamıştır.
Topraktaki sklerotium oranını düşürmeye
yönelik mücadele yöntemlerinden biriside
toprak solarizasyonudur. Solarizasyon, toprak
yüzeyinin şeffaf plastik örtüyle kapatılarak
solar radyasyonla toprak sıcaklığını toprak
kökenli patojenleri öldürücü düzeye getirme
yöntemidir. Toprak sıcaklığının artırılması
toprak kökenli bir çok patojen, nematod,
yabancı ot ve böceklerin ölümüne neden olarak
onların popülasyonlarını ekonomik zarar
seviyesinin altında tutmaya yardımcı olur
(DeVay, 1991; Katan, 1981). Solarizasyon bir
çok zararlı ve hastalık etmeninin de içinde
bulunduğu mezofilik organizmalari hedef
16
aldığından termofilik funguslar ve Bacillus spp.
üzerinde herhangi bir etkisi yoktur (Stapleton
and DeVay, 1984). Önemli bir biyolojik
mücadele etmeni olan Trichoderma spp.
üzerine solarizasyonun her hangi bir olumsuz
etkisi olmadığı çalışmalarla ortaya konmuştur
(Ben-Yephet et al., 1987; DeVay, 1991).
Yürütülen çalışmalarda Fusarium oxysporum f.
sp. vasinfectum’un topraktaki popülasyonunun
solarizasyon uygulamasını takiben üç yıl süre
ile kontrol edildiği (Katan et al., 1983) ve
yüzeyden itibaren ilk 12 cm toprak içerisinde
bulunan Verticillium dahliae’nın yok edildiği
belirtilerek
solarizasyonun
kontrol
mekanizmasının
sadece
ısı
artışından
kaynaklanmadığı, aynı zamanda bitki gelişimini
ve faydalı
mikroorganizma
aktivitesini
artırması sonucu solarizasyon uygulanan
topraklar da patojenlerin daha çok baskılandığı
belirtilmiştir (Ashworth and Gaona, 1982; BenYephet et al., 1987; DeVay, 1991; Katan et al.,
1983). Türkiye’de özellikle batı ve güney
bölgelerde solarizasyon topraktaki zararlı,
hastalık etmenleri ve yabancı otların
kontrolünde kullanılırken, sebze üretiminin ve
özellikle son yıllarda örtüaltı sebze üretiminin
yaygınlık kazanması ile S .sclerotiorum başta
olmak üzere bir çok toprak kökenli patojenler
Tokat İlinde sorun olmaya başlamıştır.
Bu çalışmada Tokat İli ve çevresinde
özellikle örtüaltı hıyar üretim alanlarında sorun
olan
S.
sclerotiorum’un
kontrolünde
solarizasyonun bir mücadele yöntemi olarak
etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
2.1. Sklerotium Üretimi
Çalışmada kullanılacak sklerotiumların
üretimi için steril havuç diskleri kullanılmıştır.
Havuçlar çeşme suyunda yıkandıktan sonra
yaklaşık 10 mm genişliğinde diskler elde
edilecek şekilde kesilerek 90 mm’lik cam petri
kapları
içerisine
tek
tabaka
halinde
yerleştirilmiştir. Bu şekilde hazırlanan besi
ortamı birer gün arayla iki kez 121 oC de 30
dakika süreyle otoklav edilerek steril edilmiştir.
Tokat İlinde plastik seralarda üretimi yapılan
hastalıklı hıyar bitkilerinden elde edilmiş olan
S. sclerotiorum HT1 izolatının Patates dekstroz
agar (PDA) besi ortamı üzerinde geliştirilmiş
olan taze kültürlerinin gelişmekte olan kenar
kısımlarından alınan 5 mm çapındaki disklerden
her bir petri kabına 5 adet disk aktarılarak
Y.YANAR
inokule edilen steril havuç diskleri 20±2 oC de
inkubasyona bırakılmıştır. Bir aylık bir
inkübasyon süresi sonucunda havuç ortamında
olgun sclerotiumlar oluşmuştur. Bu ortamda
gelişen sclerotiumlar çeşme suyunda yıkanarak
havuç ve miselyum artıkları uzaklaştırıldıktan
sonra laboratuarda kağıt havlu üzerinde bir gece
süreyle kurutulduktan sonra kullanılıncaya
kadar 4 oC de buzdolabında plastik poşetler
içerisinde saklanmıştır (Yanar and Miller,
2003).
2.3. Solarizasyon Uygulaması
Çalışma
2003-2004
yıllarında
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
deneme arazisinde yürütülmüştür. Deneme
alanı parselizasyon yapılmadan önce 30-40 cm
derinlikte sürüm yapıldıktan sonra kesekler
kırılmış ve tesviye yapılmış ardından salma
sulama ile doyum noktasına kadar sulanmıştır.
Toprak nemi yaklaşık tarla kapasitesine
ulaşınca parselizasyon yapılarak 3×4 m2 lik 16
parsel oluşturulmuştur. Deneme tesadüf bloklar
deneme desenine göre 4 tekerrürlü olarak
kurulmuş olup; kontrol, solarizasyon, tavuk
gübresi (1kg/m2 taze tavuk gübresi) ve
solarizasyon+tavuk gübresi olmak üzere dört
farklı uygulama yapılmıştır. Tavuk gübresi
toprak sıcaklığı üzerine olabilecek etkisini
belirlemek amacıyla kullanılmıştır. Laboratuar
koşullarında steril havuç diskleri üzerinde
üretilen sklerotiumlar onarlı gruplar halinde tül
perde parçalarına sarılarak 0, 2, 5 ve 10 cm
derinliklere
gömülmüştür.
Solarizasyon
uygulanan parseller 0.02 mm seffaf plastik örtü
ile kaplanarak 5 Temmuz-15 Ağustos tarihleri
arasında 6 hafta süreyle solarizasyona tabi
tutulmuştur. Solarizasyon süresince her gün
öğlen 1300-1400 saatleri arasında dijital toprak
termometresi ile her bir derinlikteki toprak
sıcaklığı ölçülerek kaydedilmiştir.
2.2. Sklerotium Canlılık Testleri
Altı haftalık solarizasyon süresi sonunda
bulundukları
derinliklerden
çıkarılan
sklerotiumlar çeşme suyunda yıkanarak toprak
parçalarından ayrıldıktan sonra %95’lik etil
alkolde 90 sn. süreyle yüzey sterilizasyonuna
tabi tutulduktan sonra steril kabin içerisinde 15
dakika süreyle kurumaya bırakılmıştır (Huang
and Kozub, 1989). Steril edilen sklerotiumlar
steril koşullarda iki parçaya ayrılarak her bir
parça dörderli gruplar halinde PDA besi
ortamlarına yerleştirilmiş ve 20±2 oC de 5 gün
süreyle inkübasyona bırakılmıştır. Çalışma
tesadüf parseller deneme desenine göre 5
tekerrürlü olarak kurulmuştur. İnkübasyon
süresi sonunda çimlenen sklerotiumlar sayılarak
ortalama çimlenme oranları belirlenmiştir. Elde
edilen değerler SAS istatistik programı
kullanılarak varyans analizine tabi tutulmuş ve
LSD
testine
göre
istatistiki
olarak
karşılaştırılmıştır.
3. Bulgular
Tokat iklim koşullarında 5 Temmuz-15
Ağustos tarihleri arasında iki yıl (2003-2004)
süreyle
tekrarlanan
solarizasyon
uygulamalarının farklı toprak derinliklerindeki
sıcaklık ortalamaları Tablo 1 de verilmiştir.
2003 ve 2004 yılları arasında elde edilen
sıcaklık değerleri açısından büyük bir farklılık
olmadığından sıcaklık değerleri iki yılın
ortalaması olarak alınmıştır. Farklı toprak
derinliklerinde
kontrol
ile solarizasyon
uygulamaları arasında yaklaşık 9 ile 14 oC
arasında değişen bir sıcaklık farkı elde
edilmiştir. Solarizasyon parsellerine taze tavuk
gübresi ilavesinin de tek başına solarizasyon
uygulamasına göre 2-3 oC lik sıcaklık artışına
neden olduğu gözlenmiştir (Tablo 1).
Solarizasyonun sklerotiumların canlılıkları
üzerine etkileri ile ilgili bulgular Tablo 2 de
verilmiştir. Farklı toprak derinliklerindeki
sklerotiumların canlılıkları üzerine solarizasyon
ve
solarizasyon
+
tavuk
gübresi
uygulamalarının etkisi kontrole göre önemli
düzeyde farklı bulunmuştur. Fakat tavuk
gübresi uygulaması ile kontrol arasındaki fark
istatistiki olarak önemsiz çıkmıştır. Diğer
taraftan solarizasyon ile solarizasyon+tavuk
gübresi uygulamaları arasında önemli bir fark
görülmemiştir. Her iki uygulamada da
sklerotiumlar 0-10 cm toprak derinliklerinde
%100 oranında canlılıklarını kaybetmişlerdir.
17
Tokat İklim Koşullarında Sclerotinia sclerotiorum (Lib.) De Bary‘un Sclerotium Canlılığı Üzerine Solarizasyonun Etkisi
Tablo 1. Tokat iklim koşullarında 6 haftalık solarizasyon süresince uygulamalara ait 20032004 yılı ortalama toprak sıcaklık değerleri
Derinlikler
Uygulamalar
0 cm
2 cm
5 cm
10 cm
Kontrol
34.35
33.87
30.45
27.37
Tavuk Gübresi
35.85
34.94
31.37
28.25
Solarizasyon
45.73
44.80
40.53
36.38
Solarizasyon+Tavuk Gübresi
48.20
47.08
42.15
37.94
Tablo 2. Tokat iklim koşullarında 6 haftalık solarizasyon uygulamasının 2003-2004 yılı
ortalamalarına göre Sclerotinia sclerotiorum’un sklerotium canlılığı üzerine etkileri
Canlı sclerotium sayısı / Derinlikler
Uygulamalar
… 0 cm
2 cm
. 5 cm
..
10 cm
Kontrol
10.00 a*
9.38 a
9.38 a
9.13 a
Tavuk gübresi
8.75 a
8.88 a
8.75 a
8.88 a
Solarizasyon
0.00 b
0.00 b
0.00 b
0.00 b
Solarizasyon+Tavuk gübresi
0.00 b
0.00 b
0.00 b
0.00 b
LSD
1.74
1.56
1.51
1.29
*Aynı sütünda farlı harfler ile gösterilen değerler birbirinden istatistiki olarak önemli
derecede farklıdır (P=0.05)
4. Tartışma
İki yıl süreyle 5 Temmuz-15 Ağustos
tarihleri arasında yürütülen solarizasyon
çalışmaları
Tokat
iklim
koşullarında
solarizasyonun Sclerotinia sclerotiorum’un ilk
10 cm’lik toprak derinliğinde sklerotiumların
çimlenme
kabiliyetini
%100
oranında
kaybetmesine
neden
olduğunu
ortaya
çıkarmıştır. Adams (1986) Sclerotinia minor’ın
sklerotiumlarının %70 lik bir bölümünün
toprağın ilk 8 cm sinde yer aldığını bunlarında
%50 den fazlasının ilk iki santimetrede yer
aldığını bildirmiştir. Benzer şekilde S.
sclerotiorum’un askosporlarının üretildiği
apotesiyumları
oluşturan
sklerotiumların
tamamının toprakta ilk 5 cm derinlikte
bulundukları bildirilmektedir (Steadman, 1974
). Bu bulgular bir sonraki yılın ürününde
ekonomik düzeyde kayıp oluşturabilecek
inokulum kaynağının ortadan kaldırılmasında
ilk 10 cm’lik toprak derinliğinde sıcaklığın
sklerotiumların
çimlenme
yeteneğini
kaybetmesine neden olabilecek düzeylere
çıkarılmasının hastalığı kontrol etme ve ürün
kaybını minimuma indirme açısından yeterli
olabileceğini
ortaya
koymaktadır.
Bu
çalışmada, farklı toprak derinliklerinde kontrol
ile solarizasyon uygulamaları arasında yaklaşık
9 ile 14 oC arasında değişen bir sıcaklık farkı
18
elde edilmiştir. Diğer taraftan solarizasyona
ilave olarak toprağa taze tavuk gübresi
uygulaması da 2-3 oC’lik bir sıcaklık artışına
neden olmuştur. Solarizasyonun sağladığı bu ısı
artışı etmen fungusun sklerotiumlarının %100
oranında canlılıklarını kaybetmesi için yeterli
olmuştur. Benzer etkiler önceki çalışmalarda da
ortaya konmuştur. Cartia ve Asero (1994),
toprak sıcaklığının 30 günlük bir solarizasyon
uygulaması ile kontrole göre 6-7 oC
yükseltilmesinin topraktaki sklerotiumların
büyük bir çoğunluğunu öldürerek gelecek
üretim dönemindeki hastalık riskini büyük
oranda
azatlığını
ortaya
koymuşlardır.
Austuralya’da yürütülen bir çalışmada, dört
haftalık solarizasyon uygulaması ile toprak
sıcaklığı 30-33 oC den 41-45 oC lere kadar
yükseltilmiş ve S. sclerotiorum’un ilk 10 cm’lik
toprak derinliğindeki sklerotiumlarının büyük
bir bölümü yok edilmiştir (Porter and
Merriman,
1985).
Bunun
sonucunda
solarizasyonu takip eden üretim döneminde
marulda etmenin oluşturduğu hastalık oranında
%74’lük
bir
düşüş
gerçekleşmiştir.
Swaminathan et al. (1999) Yeni Zelanda’da iki
farklı bölgede yürüttükleri çalışmada 4-8
haftalık solarizasyon uygulamalarında ilk 10
cm’lik toprak derinliğinde ortalama sıcaklığın
33-35 oC
arasında olduğu ve kontrol
Y.YANAR
parsellerine göre 8-10 oC’lik bir fark elde
edildiğini belirtmişlerdir. Bu sıcaklık farkının
da topraktaki sclerotiumların %92 oranında
canlılığını kaybetmesine neden olduğu ortaya
çıkarmışlardır.
Bu çalışmadan elde edilen bulgular
doğrultusunda solarizasyonun Tokat şartlarında
S. sclerotiorum’un topraktaki inokulum
miktarını azaltarak gelecek üretim döneminde
oluşabilecek hastalık düzeyini minimuma
indirebilecek bir mücadele yöntemi olduğu
belirlenmiştir. Bu çalışma, solarizasyon sonrası
etmenin konukçusu olan bitkilerde ortaya
çıkabilecek hastalık düzeylerin ve ürün kalite
ile miktarındaki değişmeleri belirlemeye
yönelik çalışmalara ışık tutacaktır.
Kaynaklar
Abawi, G. S., and Grogan, R. G., 1975. Source of primary
inoculum and effects of temperature and moisture on
infection of beans by Whetzelinia sclerotiorum.
Phytopathol. 65:300-309.
Abawi, G. S., Polach, F. J., and Molin, W. T., 1975.
Infection of bean by Whetzelinia sclerotiorum.
Phytopathol. 65:673-678.
Adams, P. B., 1986. Production of sclerotia of Sclerotinia
minor on lettuce in the field and their distribution in
soil after disking. Plant Dis. 70:1043-1046.
Ashworth, L. J. Jr., and Gaona, S. A., 1982. Evaluation of
clear
polyethylene
mulch for
controlling
Verticillium wilt established pistachio nut groves.
Phytopathol. 72:243-246.
Ben-Yephet, Y., Stapleton, J. J., Wakeman, R.J., and
DeVay, J. E., 1987. Comparative effects of soil
solarisation with single nad double layers of
polyethylene film on survival of Fusarium
oxysporum f.sp. vasinfectum . Phytoparasitica
15:181-185.
Boland, G. J., and Hall, R., 1994. Index of planthosts of
Sclerotinia sclerotiorum. Can. J. Plant Pathol. 16:93108.
Cartia, G., and Asero, C., 1994. The role of temperature
regarding Sclerotinia sclerotiorum in the soil
solarisation method. Acta Hort. 366:323-330.
Cook, G. E., Steadman, J. R., and Boosalis, M.G., 1975.
Survival of Whetzelinia sclerotiorum and initial
infection of dry edible bean in Western Nebraska.
Phytopathol. 65.250-255.
DeVay, J. E., 1991. Historical review principles of soil
solarisation. Page, 1-15 in;soil solarisation. DeVay,
J. E., Stapleton, J. J., and Elmore, C. L., eds. FAO
Plant Prot. Bull.
Huang, H. C., and Kozub, G. C. 1989. A simple method
for production of apothecia from sclerotia of
Sclerotinia sclerotiorum. Plant Prot. Bull. 31:333345.
Huang, H. C., Yanke, L. J., and Phillippe, R. C., 1993.
Bacterial suppression of basal pod rot and end rot of
dry peas caused by Sclerotinia sclerotiorum. Can. J.
Microbiol. 39:227-233.
Hugerford, C. W., and Pitts, R., 1953. The sclerotinia
disease of beans in Idaho. Phytopathol. 43:519-521.
Katan, J. 1981. Solar heating (solarisation) of soil for
control of soil borne pests. Annu. Rev. Phytopathol.
19:211-236.
Katan, J., Fisher, G., and Grinstein, A., 1983. Short- and
long-term effects of soil solarisation and crop
sequence on Fusarium wilt and yield of cotton in
Israel. Phytopathol. 73:1215-1219.
McQuilken, M. P., Mitchell, S. J., Budge, S. P. Whippes,
J. M., Fenlon, J. S. and Archer, S. A. 1995. Effects
of on sclerotial survival and apothecial production
of Sclerotinia sclerotiorum in field-grown oilseed
rape. Plant Pathol. 44:883-896.
Oliveira, S. H. F., Recco, C. A., Sugahara, E. and Oliveira,
D. A., 1995. Comparative evaluation of fungicides
and conventional spray of fungicides to bean
Sclerotinia
sclerotiorum
control.
Summa
Phytopathol. 21:249-252.
Porter,I. J., and Merriman, P. R., 1985. Evaluation of soil
solarisation for control of root diseases of row crops
in Victoria. Plant Pathol. 34:108-118.
Steadman, J. R., 1974. Survival of sclerotia of Whetzelinia
(Sclerotinia) sclerotiorum in Western Nebraska.
Ann. Rep. Bean Improv. Coop. 17:83-84.
Stapleton, J. J., and DeVay, J. E. 1984. Thermal
components of soil solarisation as related to
exchange in soil and root microflora and increased
plant growth response. Phytopathol. 74:255-259.
Swaminathan, J. McLead, K. L., Pay, J. M., and Stewart,
A., 1999. Soil solarisation. A cultural practice to
reduce viability of sclerotia of Sclerotinia
sclerotiorum in New Zealand soils.New Zealand J.
Crop Hort. Sci. 27:331-335.
Yanar, Y., and Miller, S. A., 2003. Resistance of pepper
cultivars and accessions of Capsicum spp. to
Sclerotinia sclerotiorum. Plant Dis. 87:303-307.
Yuen, G. Y., Craig, M. L., Kerr, E. D., and Steadman, S.
R., 1991. Epiphytic colonization of dry edible bean
by bacteria antagonistic to Sclerotinia sclerotiorum
and potential for biological control of white mold
disease. Biol. Control 1:293-301.
19
Patates Çeşitlerinin Rhizoctonia solani Kühn’nin Neden Olduğu Siyah
Kabukluluk Hastalığına Karşı Reaksiyonlarının Belirlenmesi
Yusuf, Yanar1
1
2
Güngör Yılmaz2
Şinasi Coşkun2
İbrahim Çeşmeli1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Tokat
Özet: Rhizoctonia solani Kühn (AG-3), patateste gövde kanseri ve siyah kabukluluk olarak adlandırılan
hastalığa neden olan önemli bir fungal patojendir. Patojen Tokat İlinde patates üretimini olumsuz yönde
etkilemektedir. Çalışma, patateste siyah kabukluluk olarak adlandırılan hastalığa neden olan R. solani’ye
karşı 12’si yerel, 16’sı tescilli olmak üzere toplam 28 adet patates çeşidinin reaksiyonlarını belirlemek
amacıyla 2003- 2004 yıllarında Tokat-Kazova koşullarında yürütülmüştür. Çalışma sonuçlarına göre, Jaerla,
Moreno ve Batum patates çeşitlerinde siyah kabukluluk oranı sırasıyla %37.9, 30.3 ve 29.7 ile diğer çeşitlere
göre önemli düzeyde yüksek bulunurken Aybasti Beyazı, Agria, Trabzon Yaylabaşı ve Gürgentepe Sarısı
çeşitlerinde sırasıyla %0.2, 1, 1.4 ve 1.5 olarak belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan diğer çeşitlerde ise
hastalık oranı % 2.4 ile %16 arasında değişmektedir. Bu çalışmada elde edilen bulgular doğrultusunda
özellikle hastalığa dayanıklılık gösteren çeşitlerin hastalığın sorun olduğu yerlerde üretilmesi ve yapılacak
ıslah çalışmalarında R. solani’ye karşı dayanıklılık için gen kaynağı olarak kullanılmaları önerilebilir.
Anahtar kelimeler: Siyah kabukluluk, Patates, Rhizoctonia solani
Evaluation of Potato Cultivars for Resistance to Black Scurf Caused by
Rhizoctonia solani Kühn
Abstract: Rhizoctonia solani Kühn the causal agent of stem canker and black scurf diseases is an important
pathogen of potato. This study was conducted to determine the reaction of 28 local and commercial potato
cultivars against black scurf disease caused by Rhizoctonia solani Kühn under field conditions during 20032004. Based on the results; cultivars Jaerla, Moreno and Batum had significantly higher black scurf rate
(37.9, 30.3 and 29.7 %, respectively) compared to the other cultivars tested, while black scurf rate of the
cultivars Aybastı Beyazı, Agria, Trabzon Yaylabaşı, and Gürgentepe Sarısı were 0.2, 1.0, 1.4, and 1.5%
respectively. Blac scurf rates of the other cultivars were between 2.4 % and 16 %. Results of this study may
help build genetic resources to be used for breeding programs to obtain cultivars resistant to black scurf.
Key words: Black scurf, Potato, Rhizoctonia solani
1.Giriş
Tarımsal üretimde patates önemli bir yere
sahip olup, FAO’nun 2004 yılı verilerine göre
Türkiye’de 200 000 ha dikim alanından 4.8
milyon ton ürün alınmıştır (Anonim, 2004a).
Bu üretim miktarı içerisinde Tokat İlinin payı
küçümsenemeyecek düzeyde olup, 2004 yılında
9 310 ha alanda patates üretimi yapılarak, 198
000 ton ürün elde edilmiştir (Anonim, 2004b).
Dünya patates üretim alanlarında olduğu
gibi ülkemizde de patates üretimini sınırlayan
hastalıklardan birisi de Rhizoctonia solani’nin
neden olduğu gövde kanseri ve siyah
kabukluluk hastalığıdır (Banville, 1989; Carling
et al., 1989; Otrysko and Banville, 1992).
Hastalık etmeni fungus geniş bir konukçu
dizisine sahip olup, ülkemizde patates
üretiminin yoğun olarak yapıldığı İç ve Doğu
Anadolu bölgelerinde yaygınlık göstermektedir
(Demirci and Doken, 1993, Tuncer and Erdiler,
1990). Hastalıkğın Tokat İli patates üretim
alanlarında da sorun oluşturduğu bilinmektedir
(Çeşmeli, 2003).
Etmen olan fungus, patatesin verim ve
kalitesi üzerinde etkili olup, %5-34 arasında
değişen oranlarda verim kayıplarına neden
olmaktadır (Banville, 1989, Hide et al., 1989;
Hodgson et al., 1974, Turkesteen ve Eraslan,
1985). Etmenin yumru enfeksiyonu sonucu
oluşan siyah kabukluluk devresinde yumrularda
çatlamalar, renk ve şekil bozuklukları
görülmektedir (Baker, 1970; Banville, 1989).
Hastalığın kontrolünde sertifikalı tohumluk
kullanımı, dengeli sulama, gübreleme, ekim
nöbeti ve tohumluk ilaçlaması önemli bir yer
tutmaktadır (Errampalli et al. 1999; Erampalli
and Johnston, 2001).
R. solani’nin geniş bir konukçu çevresine
sahip olması patatesle ekim nöbetine
girebilecek
kültür
bitkisi
sayısını
sınırlamaktadır.
Tohumluk
ilaçlamasında
kullanılan kimyasalların çevre kirliliğine neden
olmaları, dayanıklı veya tolerant çeşitlerin
kullanılması
gibi
alternatiflerin
diğer
yöntemlerle entegrasyonuyla daha az kimyasal
kullanımını mümkün kılmaktadır.
Türkiye’de halen 25 kadarı üretim izinli,
50-55 kadarı tescilli olmak üzere yaklaşık 80
kadar patates çeşidi üretim alanlarında değişik
oranlarda yetiştirilmektedir (Anonim, 2005).
Buna ilaveten yine Türkiye’nin değişik
bölgelerinde çok sayıda yerel çeşitlerin de
patates üretiminde yer aldığı bildirilmektedir
(Yılmaz ve Yılmaz, 2003). Bu çeşitlerin büyük
çoğunluğunun R. solani’ye reaksiyonları
hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Dünya’da da bu konuda sınırlı sayıda çalışma
bulunmaktadır (Leach and Webb, 1993;
Anonim, 2001; Kehoe et al. 2000).
Bu çalışma ile bazı yerel ve tescilli patates
çeşitlerinin tarla koşullarında siyah kabukluluk
hastalığına karşı reaksiyonları saptanmış ve
dayanıklılık gösteren çeşitler belirlenmiştir
2. Materyal ve Yöntem
Bu araştırma Tokat-Kazova koşullarında
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
deneme alanlarında 2003-2004 yıllarında
yapılmıştır. Araştırmada 12’si yerel, 16’sı
tescilli olmak üzere toplam 28 patates çeşidi
kullanılmıştır (Tablo 1).
2.1. İnokulum hazırlanması
Daha
önceki
çalışmada
yürütülen
patojenite testleri sonucu virülanslığı en yüksek
olan Rhizoctonia solani TP-2 (AG-3) izolatı
(Yanar et al., 2005) 2000-ml erlenmayerler
içerisinde 600 g steril yulaf tohumları üzerinde
üretilmiştir (Mazzola et al., 1996). Yulaf
tohumları sterilizasyondan önce bir gece suda
ıslatıldıktan sonra 48 saat aralıkla 121 oC’de 60
dk süreyle iki kez otoklav edilmiştir. Patates
Dekstroz Agar (PDA) besi ortamı içeren 9 cm
çapındaki petri kapları içerisinde geliştirilen
TP-2 izolatı kültürlerinden her bir erlenmayer
içerisine petri kabı içerisindeki kültürün yarısı
aktarılarak inokulasyon gerçekleştirilmiş ve 22
o
C’de 22 gün süreyle inkübasyona bırakılmıştır.
Yulaf tohumlarının etmen fungus tarafından
homojen bir
şekilde kolonizasyonunun
sağlanması
için
inkübasyon
süresince
erlenmayerler 3 günde bir elle çalkalanarak
karıştırılmışlardır.
2.2. Çeşit reaksiyonlarının belirlenmesi
Denemeler tesadüf blokları deneme
desenine
göre
üç
tekerrürlü
olarak
yürütülmüştür. Toprak hazırlığı yapıldıktan
sonra dikim işlemleri her iki yılda da Nisan
ayının ilk yarısında yapılmıştır. Yumrular
70x40 cm sıklıkla dikilmiş olup, bloklar
arasında 1.50 m mesafe bırakılmıştır. Dikim
esnasında 15 kg NPK/da olacak şekilde
kompoze gübre uygulanmış daha sonra yumru
oluşum başlangıcı döneminde de 5 kg/da azot
hesabıyla
amonyum
nitrat
verilmiştir.
Denemede sağlıklı ve sklerotium içermeyen
yumrular kullanılmış olup, dikim öncesi
yumrular 2 dk süreyle %2’lik sodyum
hipoklorid solusyonuna bandırılarak, yüzeysel
sterilizasyonuna tabi tutulmuşlardır. Yumrular
elle dikilmiş ve dikim sırasında 10 g R. solani
TP-2 izolatı ile kaplı yulaf tohumları yumrunun
bulunduğu bölgeye konularak inokulasyon
gerçekleştirilmiştir.
Bitkilerin
gelişmeleri
süresince, ihtiyaç duyulduğunda sulama
yapılmıştır.
Hasat 22 Ağustos tarihinde yapılmış olup,
her çeşide ait yumrular ayrı ayrı etiketlenerek
laboratuvara getirilmişlerdir. Yumrular çeşme
suyunda yıkanarak, üzerlerindeki toprak ve
diğer artıklar uzaklaştırıldıktan sonra James ve
Mc Kenzle (1972) tarafından belirtilen
diyagramatik skala (0-4 skalası) kullanılarak
siyah kabukluluk oranları belirlenmiştir.
Buradan
elde
edilen
skala
değerleri
kullanılarak, çeşitlerin % hastalık oranları
aşağıda verilen Tawsend-Heuberger formülü ile
hesaplanmıştır,
Tawsend-Heuberger formülü:
% hastalı oranı: (n.V)/Z.Nx100
n : Skalada farklı hastalık derecelerine
isabet eden örnek adedi.
V: Skala değeri
Z: En yüksek skala değeri
N: Gözlem yapılan toplam örnek sayısı.
Elde edilen değerler SAS istatistik paket
programı kullanılarak tesadüf blokları deneme
desenine göre varyans analizine tabi tutulmuş
ve ortalamalar Duncan çoklu testine göre
karşılaştırılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Bu çalışmada kullanılan patates çeşitlerinin
R. solani’nin neden olduğu siyah kabukluluk
hastalığına gösterdikleri reaksiyonlar, yumru
enfeksiyon oranlarına göre belirlenmiştir.
Hastalık
oranları
açısından
denemenin
yürütüldüğü her iki yılda elde edilen veriler
arasında istatistiki olarak önemli bir fark
olmadığından yıllar birleştirilerek ortalamaları
değerlendirilmiştir. Çeşitlerin R. solani’ye olan
reaksiyonları Tablo 1 de verilmiştir.
Tablo 1. Patates çeşitlerinin Rhizoctonia solani’nin
neden olduğu siyah kabukluluk hastalığına
karşı gösterdikleri reaksiyon
% Hastalık
Çeşitler
Oranı
Jaerla
37.9 a*
Moreno
30.3 a
Batum
29.7 a
Victoria
16.1 b
Aleddiyan Beyazı
14.9 bc
Tomensa
12.0 bc
Consul
11.0 bc
Başçiftlik Beyazı
10.4 bc
Aleddiyan Sarısı
7.9 bc
Hermes
7.3 bc
Provento
7.1 bc
Gürgentepe Beyazı
6.0 bc
Van Gogh
5.4 bc
Carlita
5.1 bc
Liseta
4.7 bc
Cosmos
4.4 bc
Sante
4.0 bc
Aybastı Sarısı
3.9 bc
Kadıoğlu
3.2 bc
Latona
3.2 bc
Maranka
2.6 bc
Gölköy
2.6 bc
Romanya Beyazı
2.5 bc
Arnova
2.4 bc
Gürgentepe Sarısı
1.5 bc
Trabzon Yaylabaşı
1.4 bc
Agria
1.0 bc
Aybastı Beyazı
0.2 c
*Aynı sütunda farklı harflerle gösterilen değerler
Duncan göre birbirin den istatistiki olarak önemli
derecede farklıdır (P=0.05)
Tablo 1’de de görüleceği üzere
yumrulardaki siyah kabukluluk oranları %0.2
(Aybastı Beyazı) ile %37.9 (Jaerla) arasında
değişmiştir. En yüksek siyah kabukluluk oranı
gösteren Jaerla çeşidini, Moreno ve bir yerel
çeşit olan Batum izlemiştir. Bu üç çeşidin
hastalık oranları değerlendirmeye alınan diğer
25 çeşitten istatistiki olarak önemli düzeyde
farklı bulunmuştur (Tablo 1). Jaerla ve Batum
çeşitleri gövde kanserine de aşırı düzeyde
hassas olan çeşitlerdir (Yanar et al., 2005).
Diğer çeşitlerde siyah kabukluluk oranı %0.2
ile %16 arasında değişmektedir. Bunlar
arasında
Gürgentepe Sarısı, Trabzon Yaylabaşı,
Agria ve Aybastı Beyazı hastalığa yüksek
düzeyde dayanıklılık gösteren genotipler
olmuştur (Tablo 1). Agria ve Jaerla çeşitleri ile
ilgili bulgular önceki çalışmaları destekler
niteliktedir (Anonim, 2001).
Bu çalışmada Aybastı Beyazı siyah
kabukluluğa yüksek düzeyde dayanıklılık
gösterirken, Yanar et al. (2005) tarafından aynı
patojen izolatı kullanılarak yapılan çalışmada
gövde kanserine aşırı hassas bulunmuştur.
Bunun yanında Victoria çeşidi gövde
kanserine
yüksek düzeyde dayanıklılık
gösterirken (Yanar et al. 2005), bu çalışmada
yumru enfeksiyonuna duyarlı bulunmuştur
(Tablo 1). Çeşitlerin R. solani’nin neden olduğu
sürgün (gövde kanseri) ve yumru (siyah
kabukluluk) enfeksiyonlarına karşı gösterdikleri
reaksiyonlar
farklı
olabilmektedir.
Bu
çalışmada olduğu gibi bir patates çeşidi gövde
enfeksiyonuna
duyarlı
iken,
yumru
enfeksiyonuna daha dayanıklı olabilmekte veya
bunun tersi de söz konusu olabilmektedir (
Simons and Gilligan,1997; Kehoe et al. 2000).
Nitekim Kehoe et al. (2000), 27 patates çeşidi
ile yürüttükleri benzer bir çalışmada kullanılan
çeşitlerden Slaney ve Orla çeşitleri yumru
enfeksiyonuna dayanıklılık gösterirken sürgün
enfeksiyonuna
hassas
olduklarını
bildirmişlerdir. Aynı çeşidin gövde kanseri ve
yumruda siyah kabukluluk hastalığına karşı
gösterdiği farklı reaksiyonlar göstermesinde
erkenci, geçci veya orta erkenci olmasıda etkili
olabilir (Demirci ve Eken, 1995).
Yanar et al., ( 2005), gövde kanserine
yüksek düzeyde dayanıklılık gösteren yerel
patates çeşitlerinden Kadıoğlu, Aybastı Sarısı,
Romanya Beyazı ve Gölköy aynı zamanda
yumru enfeksiyonuna da (siyah kabukluluk)
dayanıklılık göstermişlerdir. Bu çeşitler
Türkiye’de R. solani’nin sorun oluşturduğu
yerlerde
yetiştirilebileceği
gibi,
ileride
yapılacak ıslah çalışmalarında da R. solani’ye
dayanıklılık bakımından gen kaynağı olarak
kullanılabilirler.
R.
solani’ye
dayanıklı
oldukları belirlenen çeşitlerin bir başka
çalışmayla dayanıklılık mekanizmalarının da
araştırılması yararlı olacaktır.
Kaynaklar
Anonim , 2001. European Cultivated Potato Database.
Web
site:http://194.128.
220.6/
web0/aweb/database.htm
Anonim, 2004a. FAO İstatistik verileri. Web site:
http://apps.fao.org
/faostat/
collections?version=ext&hasbulk=0&subset=agricul
ture
Anonim, 2004b. Tokat Tarım İl Müdürlüğü istatistik
şubesi verileri, Tokat-2004.
Anonim, 2005. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Tohumluk
Tescil ve Sertifikasyon Müdürlüğü verileri. Web
site: www.kkgm.gov.tr/Genel/index. asp?Prm=/
Kurumlar /Kurum List. htm
Baker, K. F. 1970. Types of Rhizoctonia disease and their
occurence. In Rhizoctonia solani: biology and
pathology. Ed. By J. R. Parmeter Jr. University of
California Pres, Berkeley. Pp.125-148.
Banville, G. J. 1989. Yield losses and damage to potato
plants caused by Rhizoctonia solani Kühn. Am.
Potato J. 66:821-834.
Carling, D. E., Leiner, R. H., and Westphale, P. C. 1989.
Simptom signs and yield reduction associated with
Rhizoctonia disease of potato induced by tuberborne
inoculum of Rhizoctonia solani AG-3. Am. Potato
J. 66:693-702.
Çeşmeli, İ. 2003. Tokat yöresi patates üretim alanlarından
izole edilen Rhizoctonia solani Kühn.’nin yayılışı,
patojenizitesi
ve
anastomosis
gruplarının
belirlenmesi üzerinde çalışmalar. Yüksek lisans
tezi,Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,
Tokat. s 48.
Demirci, E., and Doken, M. T. 1993. Anastomosis groups
and pathogenicity of Rhizoctonia solani Kühn
Isolates from patatoes in Erzurum-Turkey. J. Turk.
Phytopathol. 22:95-102.
Demirci, E., ve Eken, C. 1995. Patateste Rhizoctonia
solani
Kühn’nin topraktan
ve
yumrudan
kaynaklanan inokulumunun hastalık hastalık
şiddetine etkisi. VII. Türkiye Fitopatoloji Kongresi,
26-29 Eylül 1995; Adana, 39-43.
Errampalli, D., Arsenault, W., and MacIsaac, K. A. 1999.
Efficacy of seed piece treatment fungicide, Maxim
(fludioxonil)
and
Dividend/Maxim
(difenaconazole/fludioxonil)
and
Easout
(thiophanate-methyl) on black scurf, silver scurf,
and dry rot of potatoes, 1998-1999. Agric. AgriFood Can. 1999. Pest management Res. Rep. No:
113. pp.305-307.
Errampalli, D., and Johnston, H. W. 2001. Control of
tuber-borne black scurf (Rhizoctonia solani) and
common scab (Streptomyces scabies) of potatoes
with a combination of sodium hypochlorite and
thiophanate-methyl preplanting seed tuber treatment.
Can. J. Plant Pathol. 23:68-77.
Hide, G. A., Read, P. J., Firmager, J. P., and Hall, S. M.
1989. Stem canker (Rhizoctonia solani) on five early
and seven maincrop potato cultivars. II. Effects on
growth and yield. Ann. App. Biol. 114:267-277.
Hodgson, W. A., Pond, D. D., and Munro, J. 1974.
Diseases and pests of potatoes. Department of
Agriculture Publication, Canada, p 64 .
James, W. C., and McKenzie, A. R. 1972. The effect of
tuber-borne sclerotia of Rhizoctonia solani Kühn On
the potato crop. Am. Potato J. 49: 296-301.
Kehoe, H. W., Dowley, L. J. and Sullivan, E. O. 2000.
Breeding, disease resistance screening and seed
production of new potato varieties. Web site:
http://www.teagasc.ie/research/reports/crops/0216/e
opr0216.htm
Leach, S. S., and Webb, R. E. 1993. Evaluation of potato
cultivars, clones and a true seed population for
resistance to Rhizoctonia solani. Am. Potato J.
70:317-328.
Mazzola, M., Wong, O. T., and Cook, R. J. 1996.
Virulence of Rhizoctonia oryzae and Rhizoctonia
solani AG-8 on wheat and detection of R. oryzae in
plant tissue by PCR. Phytopathology 80:784-788.
Otrysko, B. E., and Banville, G. J. 1992. Effect of
infection by Rhizoctonia solani on the quality of
tubers for processing. Am. Potato J. 69:645-652.
Simons, S. A., and Gilligan, C. A. 1997. Relationships
between stem canker, black scurf (Rhizoctonia
solani) and yield of potato (Solanum tuberosum)
under different agronomic conditions. Plant
pathol.46:651-658.
Tuncer, G., and Erdiler, G. 1990. The identification of
Rhizoctonia solani Kuhn. Anastomosis groups
isolated from potato and some other crops in Central
Anatolia. J. Turk. Phytopathol. 19:89-93.
Turkesteen, L. J., ve Eraslan, F. 1985. Türkiye fungal ve
bakteriyel patates hastalıkları surveyi. Ege Bölge
Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü Yayını İzmir, 20
p.
Yanar, Y., Yılmaz, G., Ceşmeli, İ. and Coskun, S., 2005.
Characterisation of Rhizoctonia solani isolates
collected from potatoes in nort-east of Turkey and
screening potato cultivars for resistance to AG-3
isolate (TP-2). Phytoparasitica (In press).
Yılmaz,G., ve Yılmaz, K., 2003. Karadeniz Bölgesinde
Yetiştirilen Bazı Yerel Patates Genotiplerinin Çeşitli
Özellikler Bakımından Tanıtımı. Türkiye 5. Tarla
Bitkileri Kongresi Bildiri Kitabı ss.266-270 Sunulu
13-17 Ekim 2003, D.Ü. Ziraat Fakültesi, Diyarbakır.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 21-30
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik
Sorunları
Oğuz Parlakay
Kemal Esengün
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, Tokat
Özet: Bu araştırmada Tokat İli Merkez İlçesinde Arıcılık faaliyeti yapan işletmelerin ekonomik analizi
yapılarak bunların mevcut durumları ve karşılaştıkları sorunlar belirlenmiştir. Araştırmada kullanılan veriler
yörede arıcılık faaliyeti yapan 72 adet işletmeden anket yöntemi ile elde edilmiş ve örnek hacminin
belirlenmesinde tabakalı tesadüfi örnekleme yöntemi kullanılmıştır. İncelenen işletmeler 1-19, 20-49 ve 50
ve üzeri koloniye sahip işletmeler olmak üzere üç büyüklük grubuna ayrılmıştır. İşletmeler ortalaması dikkate
alındığında işletme başına 17 623,85 milyon TL (10 686,52 $) brüt hasıla, 6 741,03 milyon TL (4 087,54 $)
net hasıla, 9 330,13 milyon TL (5 657,48 $) tarımsal gelir, 12 824,92 milyon TL (7 776,60 $) toplam aile
geliri hesaplanmıştır. Ayrıca 1 kg balın üretim maliyeti 3,09 milyon TL (1,87 $) olarak hesaplanmıştır.
Üreticilerin üretim, pazarlama, hastalık ve zararlılarla mücadele ve diğer bazı sorunlarla karşılaştıkları
belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlardan Tokat Merkez İlçesinde yapılan arıcılık faaliyetinin işletmeler
açısından gelir artırıcı bir faaliyet kolu olduğu söylenilebilir.
Anahtar Kelimeler : Arıcılık, Ekonomik Analiz, İşletmecilik Sorunları
Economic Analysis and Managerial Problems of Beekeeping in Central District
of Tokat Province
Abstract: This study covers economic analysis of beekeeping (apiculture) farms in the Central District of
Tokat Province. In addition, current situation of farms and problems they have faced were determined. Data
were collected from 72 apiculture farms by direct personal interview. The Method of Stratified Random
Sampling was used in the determination of sample size. Farms were divided into three size groups as having
less than 20 beehives (first group), between 20 and 49 beehives (second group), and 50 and more beehives
(third group). Gross margin, net profit, farm income and total family income were determined as
TL 17 623,85 million ($ 10 686,52), TL 6 741,03 million ($ 4 087,54), TL 9 330,13 million ($ 5 657,48) and
TL 12 824, 92 million ($ 7 776,60), respectively. In addition, cost of production of 1 kg honey were
determined as TL 3,09 million ($ 1,87). It was determined that beekeepers have faced some problems in
production, marketing, disease and pest management, etc. It can be said that beekeeping is an activity
increasing the income of farms in the Central District of Tokat Province.
Key words : Beekeeping, Economic Analysis, Managerial Problems
1. Giriş
Günümüzde
gerek
gelişmiş
gerek
gelişmekte olan ülkelerde arıcılık, değişik
amaçlarla da olsa, önem verilen bir hayvancılık
dalıdır.
Arıcılık
Avrupa’da
genellikle
geleneksel bir uğraşı, İspanya, Polonya,
Macaristan, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerde
kırsal geliri artırıcı bir araç, Uzak Doğu, Orta ve
Güney Amerika ülkelerinde önemli bir dış gelir
kaynağı ve Amerika Birleşik Devletleri,
Kanada, Japonya gibi ülkelerde ise ağırlıklı
olarak
bitkisel üretimde tozlaştırmada
kullanılmak amacıyla yapılmaktadır. Özellikle
A.B.D.’de arı tozlaştırmasına gereksinim duyan
ürünlerin değerinin 24 milyar dolar ve ticari
olarak tozlaşmanın gerçekleştirildiği ürünlerin
toplam değerinin 10 milyar dolar olduğu
belirtilmektedir (Anonim, 2001a).
Türkiye’de arıcılık büyük bir potansiyel
olmasına rağmen kurumsallaşma ve sektör
haline
gelme
durumunu
henüz
tamamlayamamıştır ve veriler henüz tam olarak
güvenilir değildir. Devlet kurumları, bir çok
arıcılık ve ürün standartlarını belirlemesine
karşın arıcıların örgütlenememesi ve eski
arıcılardan edindikleri tecrübelerle hareket
etmeleri, arı hastalıkları ile mücadelede yanlış
ve/veya
eksik
mücadele
yöntemlerini
uygulamaları ülke arıcılığına ve ekonomiye
zarar vermektedir (Çakmak ve ark., 2003).
Tokat ili arıcılık için uygun iklim, zengin
flora yapısına sahiptir. Ancak yörede arıcılığın
yapısına, mevcut durumuna ve arıcılığın
gelişmesi için alınabilecek önlemlere yönelik
yeterli bilgi yoktur. Yapılacak çalışmalar,
arıcılığın; yöre ekonomisine katkılarının
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları
belirlenip,
geliştirilmesi
için üretilecek
politikalara yön göstermesi açısından önem arz
etmektedir. Bu araştırmanın amaçları şöyle
özetlenebilir: İşletmelerin; nüfus, işgücü, eğitim
durumu gibi sosyal yapısı ile sermaye, tarımsal
üretim
durumu
gibi
ekonomik
yapı
özelliklerinin ortaya konulması, işletmelerin
2001-2002 üretim yılı itibariyle yıllık faaliyet
sonuçlarının bulunması ve analiz edilmesi,
işletmelerin üretim, pazarlama vb. gibi teknik
ve ekonomik sorunların belirlenmesi ve bu
sorunların çözümlenmesine yönelik öneriler
sunmaktır.
2. Materyal ve Yöntem
2.1. Materyal
Tokat ili Merkez ilçedeki arıcılık
işletmeleri ve arıcılar araştırmanın ana
materyalini oluşturmaktadır. Bu işletmelerden
anket yoluyla sağlanan bilgiler ise araştırmada
analiz edilen materyali oluşturmaktadır.
Çalışmada kullanılan anket formlarının
hazırlanmasında Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi ve Zootekni
bölümleri’nde geliştirilmiş anket formları esas
alınmıştır, ancak formlarda bilgilerin amaca
uygun derlenebilmesi için gerekli bazı
düzenlemeler yapılmıştır. Araştırmanın yazım
ve yorum aşamalarında istatistiki verilerden ve
daha önce değişik yörelerde yapılmış araştırma
ve inceleme sonuçlarından faydalanılmıştır.
Araştırma bölgesine ait bilgiler Tarım İl
Müdürlüğü ve Tokat İlindeki diğer kamu kurum
ve kuruluşları kayıtlarından temin edilmiştir.
2.2. Yöntem
Öncelikle, Tokat Tarım İl Müdürlüğü ve
Arı Yetiştiricileri Birliği kayıtlarından, Tokat İli
Merkez İlçe’ye bağlı köy ve mahallelerde
arıcılık faaliyeti yapan arıcıların ve tarım
işletmelerinin listesi çıkarılmıştır. Bu listeden
209 adet arıcı ve işletmenin olduğu
belirlenmiştir. Koloni sayısı bakımından
varyasyon
katsayısının
yüksek
olduğu
görüldüğünden tabakalara ayırma zorunluluğu
ortaya çıkmıştır. Koloni sayısına göre
işletmelerin grafiği çizilmiştir.
Kırılma
noktasına göre işletmeler 1-19, 20-49, 50 koloni
ve daha fazla olanlar olmak üzere üç tabakaya
ayrılmıştır. Her bir tabakadan kaç işletmenin
örneğe çıkacağı tabakalı tesadüfi örnekleme
yöntemine göre bulunmuştur. Tabakalandırma
işleminden sonra her tabakadan örneğe çıkacak
işletme sayısının yada örnek hacminin
belirlenmesinde Neyman yöntemi kullanılmıştır
(Çiçek ve Erkan, 1996).
Belirlenen örnek hacimlerinin tabakalara
dağıtılmasında oransal yöntem kullanılmıştır. I.
tabaka için 41 adet, II. tabaka için 14 adet, III.
tabaka için 17 adet olmak üzere toplam 72
anket tabakalara göre dağıtılmıştır. Örnek
hacmi belirlendikten sonra, tesadüfi sayılar
tablosu kullanılarak tesadüfi örnekleme
yöntemi ile anket yapılacak işletmeler
belirlenmiştir. İşletmelerde oğul alma veya yeni
koloni satın alma gibi yollarla koloni
sayılarında artış olabileceği gibi hastalık ve
zararlılar, kışlatma esnasında kolonilerin aç
kalması gibi nedenlerden ve satışlardan dolayı
koloni
sayılarında
azalış
meydana
gelebilmektedir. Bu nedenlerle örneğe çıkan
işletmelerde hali hazırdaki (anket yapma
esnasındaki) koloni sayıları dikkate alınmış ve
buna göre işletmelerin tabakalara dağılımı
aşağıdaki gibi değişmiştir. I. tabakada 25 adet,
II. tabakada 23 adet, III. tabakada 24 adet
olmak üzere toplam 72 adet anket yapılmıştır.
Araştırmada materyalin toplanması aşamasında
Direkt Mülakat (Personal Interwiew) yöntemi
kullanılmıştır. Bu yöntemde anket formları
önceden hazırlanmış ve üreticilerin mahallinde
bizzat araştırıcı tarafından doldurulmuştur.
İşletmelerde
doldurulan
anket
formları
incelenip gerekli kontrol ve düzenleme
işlemleri yapılarak, bu bilgiler işletme büyüklük
grupları ve işletmeler ortalaması itibarı ile
özetlenerek ortalama değerler hesaplanmış ve
böylece veriler analiz ve değerlendirmeye hazır
hale getirilmiştir. Ekonomik analiz ve
değerlendirmeler bu ortalama değerlendirmeler
üzerinden yapılmış ve işletme bir bütün olarak
incelenmiştir. İşletmelerde; nüfus, yaş grupları,
cinsiyet ve eğitim durumları da incelenmiştir.
Nüfus miktarı belirlenirken, işletmeci ve ailesi
ile birlikteki mevcut insan sayısı ele alınarak
bunların cinsiyetine ve yaş gruplarına göre
dağılımı ortaya konulmuştur. Aile işgücü
potansiyelinin belirlenmesinde Erkek İşgücü
Birimi (EİB) esas
alınmıştır. Tarım
işletmeciliği araştırmalarında sermaye daha çok
fonksiyonlarına göre
incelendiğinden bu
araştırmada da işletmelerin sermaye miktar
birleşimlerinin
ortaya
konulmasında
sermayenin fonksiyonlarına göre sınıflandırma
şekli esas alınmıştır. İşletmelerin yıllık faaliyet
sonuçlarına ilişkin analizler, iki aşamada
30
O.PARLAKAY, K.ESENGÜN
gerçekleştirilmiştir. Birinci aşamada üretim
dalları düzeyinde analizler yapılmış, ikinci
aşamada da işletme bir bütün olarak ele alınarak
faaliyet sonuçları ortaya konulmuştur. Üretim
dalları düzeyinde yapılan analizlerde Brüt marj
yöntemi kullanılmıştır. Bir bütün olarak ele
alınan işletmelerde üretim dönemine ait yıllık
faaliyet sonuçları olarak, Brüt Hasıla (Gayri
Safi Hasıla), İşletme Masrafları ve Gerçek
Masraflar, Net Hasıla (Saf Hasıla), Tarımsal
Gelir (Net Çiftlik Geliri), Harcanabilir Tarımsal
Gelir ve Toplam Aile Geliri değerleri
hesaplanarak yorumlanmıştır. İncelenen üretim
döneminde 1 kg balın maliyeti;
Birim Maliyet = (Üretim masrafları toplamı İşletmenin yan ürün geliri) / Ana ürün üretim
miktarı
formülü kullanılarak hesaplanmıştır (Açıl,
1977). Bal maliyet çizelgesi çıkarılarak değişen
ve sabit masraf unsurları belirlenmiştir. Değişen
ve sabit masraf unsurları toplamından üretim
masrafları toplamı bulunmuştur. Sabit masraf
unsurlarından; arı sermayesi faizi ve aletmakine sermayesi faizi aşağıdaki formüller
yardımıyla hesaplanmıştır:
Arı Sermayesinin Faizi = [(DD – KD) / 2 + KD] . i
Burada; DD : Damızlık değeri, KD: Kalıntı
Değeri, i: Faiz oranıdır.
Faiz = Alet-makine Değeri / 2 x Faiz Oranı
(Kıral ve ark., 1999).
Alet-makine
amortismanının
hesaplanmasında amortisman oranı %10, faiz
oranları %5 olarak alınmıştır. İncelenecek
işletmelerin işletmecilik sorunları belirlenirken
işletmecilerle yapılan görüşme sonucunda
üretimde verimliliği etkileyen önemli sorunlar
tespit edilip tasnif edilmiştir.
3. Araştırma Bulguları ve Tartışma
3.1. İncelenen İşletmelerin Sosyal ve
Ekonomik Durumu
3.1.1. Nüfus ve İşgücü Durumu
İncelenen işletmelerde, işletme başına
düşen nüfus miktarının 4,52 kişi olduğu
belirlenmiştir. Nüfusun cinsiyete göre dağılımı
ve faal nüfus oranı incelendiğinde; erkek
nüfusun oranının %49,78, kadın nüfusun
oranının %50,22 olduğu, faal nüfus oranının ise
%77,87 olduğu belirlenmiştir. (Faal nüfus oranı
15 - 64 yaş grubuna giren aile fertleri sayısının
toplam nüfusa bölünmesiyle belirlenmiştir.)
İncelenen işletmelerde yedi ve daha yukarı
yaştaki bireylerin okur-yazarlık durumu
incelenmiş ve okur-yazarlık oranının %93,81
olduğu, bu oranın erkeklerde %97,39
kadınlarda ise %90,24 olduğu belirlenmiştir.
İncelenen işletmelerde işletme yöneticisinin yaş
ortalaması 49,33 yıl, eğitim düzeyi ise ortalama
8,69 yıl olarak belirlenmiştir.
İncelenen işletmelerde işgücü mevcudu ve
kullanım durumu işletme grupları itibariyle
çizelge 3.1’de düzenlenmiştir. Çizelgeden
görüldüğü gibi oransal olarak, işletmede
kullanılabilir
aile
işgücü
mevcudunun
%27,19’unun
işletmede
kullanıldığı,
%9,60’ının işletme dışında kullanıldığı,
%63,21’inin ise kullanılmadığı belirlenmiştir.
Çizelge 3.1. İncelenen İşletmelerde İşgücü Mevcudu ve Kullanım Durumu (Erkek İşgünü) ve Oransal Dağılımı (%)
İşletmede kullanılabilir aile işgücü
İşletme dışında kullanılan aile
Tarımda
işgücü
Tarım dışında
İşletmede kullanılan aile işgücü (A)
Kullanılmayan (atıl) aile işgücü
İşletmede kullanılan geçici ücretli işgücü (B)
İşletmede kullanılan devamlı ücretli işgücü (B)
İşletmede kullanılan toplam işgücü (A+B)
İşletme dışında kullanılan aile
Tarımda
işgücü
Tarım dışında
İşletmede kullanılan aile işgücü
Kullanılmayan (atıl) aile işgücü
İşletmede kullanılabilir aile işgücü
- İşletmede kullanılan aile işgücü
- İşletmede kullanılan geçici ücretli işgücü
- İşletmede kullanılan toplam işgücü
1. Grup (25)
Değer
1 050,00
0,00
48,00
465,00
537,00
3,60
0,00
468,60
%
0,00
4,57
44,29
51,14
100,00
99,23
0,77
100,00
İŞLETME GRUPLARI
2. Grup (23)
3. Grup (24)
Değer
Değer
1 018,26
1 067,50
0,00
0,00
108,48
145,63
205,87
171,88
703,91
749,99
1,09
3,33
0,00
0,00
206,96
175,21
%
%
0,00
0,00
10,65
13,64
20,22
16,10
69,13
70,26
100,00
100,00
99,47
98,10
0,53
1,90
100,00
100,00
İşl. Ort. (72)
Değer
1 046,25
0,00
100,42
284,51
661,32
2,71
0,00
287,22
%
0,00
9,60
27,19
63,21
100,00
99,06
0,94
100,00
29
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları
3.1.2. Sermaye Miktarı ve Bileşimi
Bitkisel üretim ağırlıklı üretim yapan
işletmelerde arazi sermayesi, özelliklede toprak
varlığı aktif sermayenin büyük bir kısmını
oluştururken, hayvansal üretim ağırlıklı üretim
yapan işletmelerde; işletme sermayesi, aktif
sermayenin önemli kısmını oluşturur.
3.1.2.1. Aktif Sermaye
Tarımsal üretimde kullanılan tüm sermaye
unsurlarını kapsayan aktif sermaye; arazi ve
işletme sermayesinden oluşmaktadır. İncelenen
işletmelerde işletme başına düşen aktif sermaye
çizelge 3.2’de sunulmuştur. Çizelgeden
görüleceği gibi toplam aktif sermayenin
%72,22’sini arazi sermayesi, %27,78’ini ise
işletme sermayesi oluşturmaktadır.
Aktif sermaye toplamı incelendiğinde;
oransal olarak %39,87’lik payla ilk sırayı
toprak varlığı alırken, ikinci sırayı %28,28 ile
bina varlığı almaktadır. İşletme arazisi dekarına
düşen aktif sermayenin 2 147,91 milyon TL
olduğu belirlenmiştir.
Toplam işletme sermayesinin büyük bir
kısmını (%81,44) alet makine varlığı ve hayvan
varlığından oluşan sabit işletme sermayesi
oluşturmaktadır. İşletme sermayesi toplamının
17 581,70 milyon TL olduğu belirlenmiştir.
Çizelge 3.2. İncelenen İşletmelerde İşletme Başına Düşen Aktif Sermaye (Milyon TL) ve Oransal Dağılımı (%)
İŞLETME
SERMAY
ESİ
ARAZİ
SERMAYESİ
Toprak Varlığı
Arazi Islahı Varlığı
Bina Varlığı
Bitki Varlığı
Tarla Demirbaşı Varlığı
Arazi Sermayesi Toplamı
Alet-Makine Varlığı
Sabit işletme
Varlığı
Hayvan Varlığı
Malz.Mühim. Varlığı
Döner İşletme
Varlığı
Para Varlığı
İşletme Sermayesi Toplamı
AKTİF SERMAYE TOPLAMI
İşletme Arazisi Dekarına Düşen Aktif Sermaye
İŞLETME
SERMAY
ESİ
ARAZİ
SERMAYESİ
Toprak Varlığı
Arazi Islahı Varlığı
Bina Varlığı
Bitki Varlığı
Tarla Demirbaşı Varlığı
Arazi Sermayesi Toplamı
Alet-Makine Varlığı
Sabit işletme
Varlığı
Hayvan Varlığı
Malz.Mühim. Varlığı
Döner İşletme
Varlığı
Para Varlığı
İşletme Sermayesi Toplamı
AKTİF SERMAYE TOPLAMI
1. Grup (25)
Değer
23 066,00
126,00
12 080,00
2 593,60
633,76
38 499,36
6 473,00
7 942,20
16,00
2 700,00
17 131,20
55 630,56
1 023,37
%
41,46
0,23
21,71
4,66
1,14
69,20
11,64
14,28
0,03
4,85
30,80
100,00
3.1.2.2. Pasif Sermaye
İncelenen işletmelerde pasif sermaye;
yabancı sermaye ile özsermayenin toplamı
olarak ele alınmış ve incelenmiştir.
Yabancı sermayeyi oluşturan unsurlar;
işletmelerin borçları ile kiraya tutulmuş toprak
değeri toplamından oluşmaktadır. İncelenen
işletmelerde işletme başına düşen pasif sermaye
çizelge 3.3’de sunulmuştur. Çizelgeden de
görüleceği gibi incelenen işletmelerde pasif
İŞLETME GRUPLARI
2. Grup (23)
3. Grup (24)
Değer
Değer
27 289,13
25 527,08
204,34
45,83
17 565,22
24 291,67
2 550,44
1 346,88
91,87
123,38
47 701,00
51 334,84
5 866,52
8 093,75
6 244,87
8 236,67
44,35
201,67
1 978,26
4 822,92
14 134,00
21 355,01
61 835,00
72 689,85
3 946,08
4 339,69
%
%
44,13
35,12
0,33
0,06
28,41
33,42
4,12
1,85
0,15
0,17
77,14
70,62
9,49
11,13
10,10
11,33
0,07
0,29
3,20
6,63
22,86
29,38
100,00
100,00
İşl. Ort. (72)
Değer
25 235,42
124,28
17 902,78
2 164,24
290,53
45 717,25
6 819,52
7 498,16
86,94
3 177,08
17 581,70
63 298,95
2 147,91
%
39,87
0,19
28,28
3,42
0,46
72,22
10,77
11,85
0,14
5,02
27,78
100,00
sermayenin büyük bir kısmını özsermaye
oluşturmaktadır. Özsermayenin %99,02’lik pay
aldığı görülmektedir.
3.1.3. İncelenen İşletmelerde Arazi Mevcudu
İncelenen işletmelerde ortalama işletme
arazisi miktarı 29,47 da olarak bulunmuştur.
Toplam işletme arazisi içerisinde en yüksek
orana mülk arazi sahiptir, ortağa tutulan araziye
rastlanmamıştır.
30
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları
Çizelge 3.3. İncelenen İşletmelerde İşletme Başına Düşen Pasif Sermaye (Milyon TL) ve Oransal Dağılımı (%)
YABANCI
SERMAYE
TCZB
Kooperatifler
Borçlar
Tüccarlar
Şahıslar
Toplam (A)
Kiraya ve Ortağa Tutulan
Arazi Değeri (B)
Toplam (A+B)
ÖZSERMAYE
PASİF TOPLAMI
1. Grup
Değeri
0,00
740,00
0,00
270,00
1 010,00
123,20
1 133,20
54 497,36
55 630,56
İŞLETME GRUPLARI
2. Grup
3. Grup
Değeri
%
Değeri
0,00
0,00
0,00
181,74
0,29
72,93
0,00
0,00
208,33
13,04
0,02
128,34
194,78
0,31
409,60
0,00
0,00
87,50
%
0,00
1,33
0,00
0,49
1,82
0,22
2,04
97,96
100,00
194,78
61 640,22
61 835,00
İşletmelerde parsel sayısı 4,74 adet,
ortalama parsel alanı ise 6,22 da olarak
belirlenmiştir. İncelenen işletmelerde arazi
nev’ilerinin dağılımı incelendiğinde; %91,04 ile
tarla arazisi birinci sırada yer alırken, onu
sırasıyla; %4,51 ile meyvelik arazi %4,17 ile
sebze arazisi, %0,28 ile ağaçlık arazinin izlediği
belirlenmiştir.
3.1.4. İncelenen İşletmelerde Hayvan Varlığı,
Hayvansal Ürünler Üretim Durumu ve
Kullanılış Şekli
İncelenen işletmelerde, işletme büyüklük
grupları itibariyle ortalama hayvan sayısını
0,31
99,69
100,00
497,10
72 192,75
72 689,83
%
0,00
0,10
0,29
0,17
0,56
0,12
0,68
99,32
100,00
İşl. Ort.
Değeri
%
0,00
0,00
339,31
0,54
69,44
0,11
140,69
0,22
549,44
0,87
71,94
0,11
621,38
62 677,57
63 298,95
0,98
99,02
100,00
ortaya koymak ve bunları birbirleri ile
kıyaslayabilmek için ortak birim olarak
Büyükbaş Hayvan Birimi (BBHB) esas
alınmıştır. İncelenen işletmelerde sahip olunan
ortalama hayvan miktarları, sayı ve BBHB
cinsinden çizelge 3.4’de verilmiştir. İncelenen
işletmeler, arıcılık faaliyeti yapan işletmeler
olduğundan, hayvan varlığının büyük bir
kısmını arı varlığı oluşturmaktadır. İşletme
başına 36,33 adet koloni düştüğü tespit
edilmiştir.
Çizelge 3.4. İncelenen İşletmelerde Ortalama Hayvan Sayısı (Adet ve BBHB)
BÜYÜKBAŞ
HAYVANLAR
İnek (K, M)
İnek (Y)
Buzağı(K, M)
Buzağı(Y)
Dana (K, M)
Dana (Y)
Düve-Tosun (Y)
Boğa (K, M)
Boğa (Y)
Manda
Toplam
KÜÇÜKBAŞ
HAYVANLAR
Koyun
KÜMES HAY.
VE
KANATLILAR
Tavuk
Hindi
Arı (Koloni)
Toplam
TOPLAM
1. Grup (25)
Adet
BBHB
1,12
1,12
2,76
1,38
0,64
0,10
0,92
0,11
0,60
0,30
1,04
0,26
0,00
0,00
0,12
0,17
0,04
0,03
0,04
0,06
7,28
3,53
İŞLETME GRUPLARI
2. Grup (23)
3. Grup (24)
Adet
BBHB
Adet
BBHB
0,57
0,57
1,38
1,38
1,00
0,50
0,00
0,00
0,22
0,03
0,17
0,03
0,30
0,04
0,00
0,00
0,26
0,13
0,71
0,35
0,26
0,07
0,00
0,00
0,09
0,03
0,00
0,00
0,00
0,00
0,00
0,00
0,09
0,06
0,00
0,00
0,13
0,20
0,00
0,00
2,92
1,63
1,01
0,51
İşl. Ort. (72)
Adet
BBHB
1,03
1,03
1,28
0,64
0,35
0,06
0,42
0,05
0,53
0,26
0,44
0,11
0,03
0,01
0,04
0,06
0,04
0,03
0,06
0,08
4,22
2,33
2,20
0,22
0,00
0,00
0,00
0,00
0,76
0,08
8,28
1,32
9,76
19,36
28,84
0,03
0,01
0,00
0,04
3,79
2,09
1,00
26,00
29,09
32,01
0,01
0,01
0,00
0,02
1,65
1,54
0,00
73,92
75,46
76,47
0,01
0,00
0,00
0,01
0,52
4,06
0,78
36,33
41,17
46,15
0,02
0,01
0,00
0,03
2,44
K : Kültür, M : Melez, Y : Yerli
3.1.4.1. Hayvansal Ürünler, Verim Durumu
ve Kullanılış Şekli
İncelenen işletmelerde üretilen hayvansal
ürünler; bal, balmumu, polen, süt, yumurta,
yapağı ve gübreden oluşmaktadır. İncelenen
işletmelerde hayvansal ürünler üretimi ve verim
durumu çizelge 3.5’de verilmiştir. İşletme
başına üretilen bal miktarı; 1 260,35 kg, üretilen
balmumu miktarı 21,71 kg olarak belirlenmiştir.
30
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları
Çizelge 3.5. İncelenen İşletmelerde Ortalama Hayvansal Ürünler Üretimi (kg, adet) ve Verim Durumu (kg/baş, koloni)
İŞLETME GRUPLARI
1. Grup (25)
2. Grup (23)
3. Grup (24)
İşl.Ort. (72)
kg/(baş,
kg/(baş,
kg/(baş,
kg/(baş,
Kg/işletme
Kg/işletme
kg/işletme
Kg/işletme
koloni)
koloni)
koloni)
koloni)
İnek (K,M)
4 140,00 3 696,43
2 304,35 4 042,72
5 333,33 3 864,73
3 951,36 3 836,27
İnek (Y)
5 440,00 1 971,01
1 760,78 1 760,78
0,00
0,00
2 451,39 1 915,15
SÜT
Manda
100,00 2 500,00
369,57 2 842,85
0,00
0,00
152,78 2 546,33
Koyun
200,00
90,91
0,00
0,00
0,00
0,00
69,44
91,37
Toplam
9 880,00
-4 391,30
-5 333,33
-6 625,00
-Yumurta (Adet)
812,00
98,07
208,70
99,86
114,58
74,40
386,81
95,27
Petekli
230,40
23,61
752,17
28,93
2 707,92
36,63
1 222,92
33,66
BAL Süzme
26,00
2,66
29,35
1,13
57,08
0,77
37,43
1,03
Toplam
256,40
26,27
781,52
30,06
2 765,00
37,40
1 260,35
34,69
Balmumu
5,70
0,58
15,78
0,61
44,06
0,60
21,71
0,60
Polen
0,00
0,00
0,24
0,01
0,20
0,00
0,15
0,00
Yapağı
1,20
0,55
0,00
0,00
0,00
0,00
0,42
0,55
Gübre
9 840,00
-4 478,26
-5 708,33
-6 750,00
-K : Kültür, M : Melez, Y : Yerli
İşletmelerde üretilen toplam üretilen süt
miktarı; 6 625,00 kg olduğu belirlenmiştir.
Üretilen yumurta miktarı; 386,81 adet olarak
tespit edilmiştir.
İncelenen
işletmelerde,
hayvansal
ürünlerin verim durumu incelendiğinde; koloni
başına bal verimi işletmedeki koloni sayısının
artışına paralel olarak artış göstermektedir.
34,69 kg olarak tespit edilmiştir. Tespit edilen
bu değer geçmiş yıllarda Tokat İli bal verimi
değerlerinden yüksek çıkmıştır.
Bunun
nedenleri araştırıldığında aşağıdaki sonuçlara
ulaşılmıştır.
Bal üretiminde kolonilere verilen şekerin
verimi artırdığı üreticiler tarafından ifade
edilmiştir, verilen şeker miktarı arttıkça elde
edilen bal miktarının da arttığı ifade edilmiştir.
İklim ve çevresel şartlar da bal verimi üzerinde
etkili önemli faktörlerdendir. Son yıllarda,
ilkbahar geç donlarının verdiği zararla,
araştırma bölgesinde bulunan şeftali gibi erken
çiçeklenen ağaçların çiçeklerinin büyük bir
kısmının
yanmasından
dolayı
ilaçlama
yapılmaması sonucu oluşan zararlıların
salgıladığı salgıların arılar tarafından bal
yapımında kullanılması bal veriminin artışına
neden olmuştur. Ordu ve Sivas İlleri arıcılıkta
önde gelen illerdendir. Terör nedeniyle gezginci
arıcılara Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan
illerde kolonileri konaklatma izni verilmemesi
nedeniyle Ordu ve Sivas İllerindeki gezginci
arıcılar kolonilerini Tokat İlinde konaklamış,
bunun neticesinde birim alanda konaklatılan
koloni sayısı fazla olmuş ve birim alandaki
koloni sayısındaki fazlalık verimi olumsuz
etkilemiştir. 2001 yılında Doğu Anadolu
Bölgesine gezginci arıcıların gitmesine izin
verilmiş ve bu yıldan itibaren Tokat İlinde
kolonisini kışlatan gezginci arıcı sayısında
düşüş olmuş, bu da Tokat İlinde bal veriminin
artmasında etkili olmuştur. Ayrıca Tokat
Valiliği’nin arıcılığa verdiği önem ve destekle
birlikte Tokat Tarım İl Müdürlüğü tarafından
verilen kurs ve düzenlenen toplantılar da
artmıştır,
bununla
birlikte
incelenen
işletmelerde arıcıların eğitim seviyesinin
yüksek olması da verimde artışa neden
olmuştur.
Balmumu verimi koloni başına 0,6 kg
olarak belirlenmiştir.
2002 yılı verilerine göre Tokat İli ve
Türkiye geneli hayvansal ürünler verim durumu
incelendiğinde; Tokat İlinde süt verimi, inek 1
108,90 kg/baş, manda 1000,72 kg/baş, koyun
52,00 kg/baş, yumurta verimi incelendiğinde
145,42 adet/baş olarak gerçekleşmiştir, Türkiye
genelinde ise süt verimi, inek 1 705,30 kg/baş,
manda 986,42 kg/baş, koyun 48,21 kg/baş,
yumurta verimi incelendiğinde 202,22 adet/baş
olarak gerçekleşmiştir (Anonim, 2002a).
Üretilen balın, %79,08’i satılmakta,
%3,76’sı ailede tüketilmekte ve %17,16’sı bir
sonraki
üretim
döneminde
işletmede
kullanılmakta olduğu belirlenmiştir. Bu
sonuçtan balın ticari amaçla üretildiği
söylenebilir. Ayrıca üretilen balın %97,03’ü
petekli,
%2,97’si
süzme
olarak
değerlendirilmektedir. Üretilen balmumunun
tamamı işletmede kullanılmakta, üretilen
polenin tamamı ise satılmaktadır.
30
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları
3.1.5. İncelenen İşletmelerde Yıllık Faaliyet
Sonuçları
Araştırmalarda yıllık faaliyet sonuçları iki
farklı yaklaşımla ortaya konulmuştur. İlkinde,
üretim dalları düzeyindeki ekonomik bulgular
sergilenmiş ve yorumlanmış, ikinci yaklaşımla
da işletme bir bütün olarak ele alınarak işletme
sonuçları irdelenmiştir.
3.1.5.1. Üretim Dalları İtibariyle Faaliyet
Sonuçları
İncelenen işletmelerde üretim dalları
düzeyindeki analizlerde önce bitkisel ürünlerin
ve daha sonra hayvancılık şubesinin Brüt
Üretim Değerleri, Değişen Masrafları ve Brüt
Marjları tespit edilmiştir.
3.1.5.1.1. Bitkisel Üretim Dallarının Brüt
Üretim Değerleri, Değişen Masrafları ve
Brüt Marj’ları
Tarla ürünleri brüt üretim değerleri
incelendiğinde; işletme başına tahıllarda
1 237,28 milyon TL ile buğdayın, endüstri
bitkilerinde 1 367,11 milyon TL ile şeker
pancarının, yem bitkilerinde 704,86 milyon TL
ile yoncanın, yumru bitkilerde ise 16,68 milyon
TL ile soğanın ilk sırada yer aldığı
belirlenmiştir.
Değişen masraflar incelendiğinde; işletme
başına tahıllarda 321,63 milyon TL ile
buğdayın, endüstri bitkilerinde 488,78 milyon
TL ile şeker pancarının, yem bitkilerinde 70,45
milyon TL ile fiğin, yumru bitkilerde ise 7,81
milyon TL ile soğanın ilk sırada yer aldığı
belirlenmiştir. Brüt marjlar incelendiğinde;
işletme başına tahıllarda 915,65 milyon TL ile
buğdayın, endüstri bitkilerinde 878,33 milyon
TL ile şeker pancarının, yem bitkilerinde
647,88 milyon TL ile yoncanın, yumru
bitkilerde ise 8,86 milyon TL ile soğanın ilk
sırada yer aldığı belirlenmiştir.
Sebzeler brüt üretim değerleri; işletme
başına domateste 645,03 milyon TL, biberde
165,76 milyon TL ve hıyarda 5,22 milyon TL
olarak belirlenmiştir. Değişen masraflar;
işletme başına domateste 491,21 milyon TL,
biberde 135,08 milyon TL, hıyarda ise 1,25
milyon TL olarak belirlenmiştir. Brüt marjlar;
işletme başına domateste 153,82 milyon TL,
biberde 30,68 milyon TL, hıyarda ise 3,96
milyon TL olarak belirlenmiştir.
Meyveler brüt üretim değerleri; elmada
122,78 milyon TL, armutta 8,68 milyon TL,
şeftalide 301,46 milyon TL, kirazda 84,38
milyon TL, vişnede 228,13 milyon TL, üzümde
ise 1,04 milyon TL olarak belirlenmiştir.
Değişen masraflar; elmada 5,69 milyon TL,
armutta 0,46 milyon TL, şeftalide 32,82 milyon
TL, kirazda 4,55 milyon TL, vişnede 11,90
milyon TL, üzümde ise 0,85 milyon TL olarak
belirlenmiştir. Brüt marjlar; elmada 117,09
milyon TL, armutta 8,22 milyon TL, şeftalide
268,64 milyon TL, kirazda 79,83 milyon TL,
vişnede 216,23 milyon TL, üzümde ise 0,19
milyon TL olarak belirlenmiştir.
3.1.5.1.2. Hayvancılık Üretim Dalı Brüt
Üretim Değeri, Değişen Masrafları ve Brüt
Marj’ı
Hayvancılık üretim dalı brüt üretim değeri;
işletme başına 11 289,04 milyon TL olarak
belirlenmiştir, bu değerin 8 590,27 milyon
TL’sinin arıcılık faaliyetinden elde edildiği
belirlenmiştir. Değişen masraflar; işletme
başına 4 328,53 milyon TL olarak
belirlenmiştir, bu değerin 2 608,75 milyon
TL’si arıcılık faaliyetinin değişen masraflarıdır.
Brüt marj; işletme başına 6 960,51 milyon TL
olarak belirlenmiştir, bu değerin 5 981,52
milyon TL’sinin arıcılık faaliyetinden elde
edildiği belirlenmiştir. Hayvancılık üretim dalı
içerisinde arıcılık faaliyetinin önemli bir paya
sahip olduğu ve işletmelerin brüt marj’larını
artırmada önemli bir faaliyet kolu olduğu
açıkça görülmektedir.
3.1.5.2. İşletmelerin Bir Bütün Olarak Yıllık
Faaliyet Sonuçları
Üretim dönemine ait yıllık faaliyet
sonuçları olarak Brüt Hasıla, İşletme
Masrafları, Gerçek Masraflar, Net Hasıla,
Tarımsal Gelir (Net Çiftlik Geliri) ve Toplam
Aile Geliri gibi ekonomik göstergeler
hesaplanarak yorumlanmıştır.
Brüt hasıla; bir üretim dönemi faaliyeti
sonunda yaratılan nihai mal ve hizmetlerin
değer toplamı olarak tanımlanmaktadır (Aras,
1988). Brüt hasıla; 17 623,85 milyon TL (10
686,52 $) olarak hesaplanmıştır (T.C. Merkez
Bankasının 29.08.2002 tarihindeki kuru 1 $ = 1
649 167 TL olarak dikkate alınmıştır). Brüt
hasıla içerisinde en büyük payı %48,45’lik oran
ile Hayvansal ürünler satış tutarının aldığı
belirlenmiştir. Envanter kıymet artışları
hesaplanırken arının payı hesaba katılmamıştır.
Bunun nedeni meydana gelen kış kayıpları
30
O.PARLAKAY, K.ESENGÜN
bahar döneminde alınan oğullarla karşılanmakta
ve böylece arı sermayesi artış ve eksilişleri
birbirine dengelenmektedir (Kabukçu ve ark.,
1998).
İşletme masrafları; işletmecinin, brüt
hasılayı elde etmek için işletmeye yatırılan aktif
sermayenin faizi hariç, yapmış olduğu her türlü
masrafların toplamı şeklinde tanımlanmaktadır
(Açıl, 1956). İşletme masrafları; 10 882,82
milyon TL olarak belirlenmiştir. İşletme
masrafları içerisinde en büyük payı %46,87’lik
oran ile materyal masraflarının aldığı
belirlenmiştir.
İşletmelerde bir üretim dönemlerinde
işletmeciler tarafından ödenen giderlere gerçek
giderler denilmektedir (Aras, 1988). İşletme
masrafları ile gerçek masraflar arasındaki fark;
işletme masrafları içerisinde aile işgücü ücret
karşılığının varlığı, buna karşın gerçek
masraflarda ise ödenen arazi kirası ve borç
faizlerinin yer almış olmasıdır. İşletmelerde
tarımsal
geliri
(net
çiftlik
geliri)
hesaplayabilmek amacıyla gerçek masraflar
tespit edilmiştir. Gerçek masraflar; 8 293,72
milyon TL olarak belirlenmiştir.
Net hasıla, brüt hasıladan işletme
masraflarının çıkarılması ile elde edilmiştir. Net
hasıla, işletmelerin bir üretim dönemi içerisinde
iyi işletilip işletilmediğini, üretim dalları
arasındaki
organizasyonun uygun
olup
olmadığını ve işletme sonucunu bir bütün
olarak göstermesi bakımından objektif bir ölçü
olarak ele alınmakta ve kullanılmaktadır (Açıl
ve Köylü, 1971). İncelenen işletmelerde elde
edilen net hasıla 6 741,03 milyon TL (4 087,54
$), aktif sermayenin normal faiz karşılığı ise 3
164,95 milyon TL olarak hesaplanmıştır (faiz
oranı % 5 olarak alınmıştır). Bu sonuçtan
işletmelerin iyi işletildiği söylenilebilir.
Tarımsal gelir; sermayesi yanında fikri ve
bedeni işgücü ile katıldığı ve sorumluluğunu
yüklendiği tarımsal faaliyetten, işletmecinin ve
ailesinin temin ettiği ve işletmenin üretim
kapasitesini daraltmadan tüketebileceği nakdi
ve
ayni
değerler
toplamı
olarak
tanımlanmaktadır (Talim, 1974). Tarımsal gelir,
brüt hasıladan gerçek masrafların çıkarılması ile
elde edilmektedir (Aras, 1988). Tarımsal gelir
9 330,13 milyon TL (5 657,48 $) olarak hesap
edilmiştir. Tarım işletmelerinde üretim dönemi
sonunda elde edilen tarımsal gelirin en azından
işletmeci ve ailesinin işçilik karşılığı ile
işletmeye yatırılan özsermayenin normal faiz
karşılığı
toplamını
karşılaması
istenen
durumdur. Hatta sağlanan tarımsal gelirin yeni
yatırımlara imkân verebilmesi bakımından
özsermaye faiz karşılığı ile çalışan aile fertleri
için hesaplanan ücret toplamından daha fazla
olması gerekmektedir. Toplam aile geliri;
tarımsal gelir ile tarım sektörü dışından elde
edilen gelirlerin toplamından oluşmaktadır.
Tarım sektörü dışı gelir; aile işgücünün tarım
sektörü dışında çalışmasından elde ettiği gelir,
kiraya verilen arazi karşılığı sağlanan gelir ve
diğer servet gelirleri toplamından elde
edilmiştir. Toplam aile gelirinin %72,75’ini
tarımsal gelir, %27,25’ini ise tarım dışı gelir
oluşturmaktadır. Toplam aile gelirinin 12
824,92 milyon TL (7 776,60 $) olduğu
belirlenmiştir.
3.1.6. Bal Üretim Maliyeti
İncelenen işletmelerden elde edilen
bulgulara göre bal maliyet çizelgesi çıkarılarak
1 kg balın üretim maliyeti bulunmuştur. Arıcılık
faaliyetinde ana ürün olarak bal, yan ürün
olarak da balmumu ve polen üretimi
yapılmaktadır. Sabit masraf unsurlarından arı
sermayesi faizi, alet-makine amortismanı ve
alet-makine sermayesi faizinin hesap şekli
yöntem kısmında verildiğinden burada tekrar
verilmemiştir. Bal maliyet hesabı için gerekli
masraf unsurları ve üretim maliyeti Çizelge
3.6’de sunulmuştur. Çizelgeden de görüldüğü
gibi 1 kg balın maliyeti 3,09 milyon TL (1,87 $)
olarak hesaplanmıştır. İşletme grupları itibariyle
1 kg balın maliyeti 1. gruptaki işletmelerde 3,20
milyon TL (1,94 $), 2. gruptaki işletmelerde
3,60 milyon TL (2,18 $), 3. gruptaki
işletmelerde ise 2,96 milyon TL (1,79 $) olarak
hesaplanmıştır.
3.2. İşletmecilik Sorunları
3.2.1. Üretim ile İlgili Sorunlar
Arıcılık yapılan işletmelerde üretim ile
ilgili sorunlar olarak; teknik bilgi eksikliği,
pahalı girdi masrafları ve ana arı desteği
ihtiyacına rastlanılmıştır (sorunlar kısmındaki
sorulara birden fazla cevap verilmiştir).
İncelenen işletmelerde üretimle ilgili sorunlar
incelendiğinde, ilk sırayı %45,83’lük oran ile
pahalı girdi masrafları sorunu almaktadır, onu
sırasıyla, %25,00’lık oran ile teknik bilgi
eksikliği ve %19,44’lük oran ile ana arı desteği
ihtiyacı duyan işletmeler izlemektedir. Üretimle
ilgili sorunun olmadığını bildiren işletmelerin
oranı ise %27,78 olarak belirlenmiştir.
29
O.PARLAKAY, K.ESENGÜN
Çizelge 3.6. İncelenen İşletmelerde Bal Maliyet Çizelgesi (Milyon TL)
BAL MALİYET ÇİZELGESİ
MASRAF UNSURLARI
1. Grup (25)
A. DEĞİŞKEN MASRAFLAR
1. Yem (şeker)
395,80
2. İlaç
31,00
3. Nakliye
8,00
4. Petek
41,92
5. Ambalaj
3,58
6. Arazi Kirası
0,00
7. Çerçeve
9,66
Değişken Masraflar Toplamı (A)
489,96
B. SABİT MASRAFLAR
1. Genel İdari Giderler (A*0.03)
14,70
2. Aile İşgücü Ücret Karşılığı
245,00
3. Arı Sermayesi Faizi
27,10
4. Alet-Makine Amortismanı
61,40
5. Alet-Makine Sermayesi Faizi
15,35
Sabit Masraflar Toplamı (B)
363,55
1.Üretim Masrafları Toplamı (A+B)
853,51
2. İşletmenin Yan Ürün (Balmumu+Polen) Geliri
33,72
3. Bal Üretim Miktarı (Kg)
256,40
4. 1 Kg Bal Üretim Maliyeti
3,20
(1 – 2 ) / 3
3.2.2. Pazarlama Sorunları
İncelenen arıcılık işletmelerinde pazarlama
sorunları; pazar bulma zorluğu, ambalajlama,
bilinçsiz tüketici ve piyasada sahte bal
bulunması
sorunlarından
oluşmaktadır.
İncelenen işletmelerde pazarlama sorunları
incelendiğinde işletmeler ortalamasında ilk
sırayı %54,17’lik oran ile pazar bulma zorluğu
alırken, onu sırasıyla %9,72’lik oran ile
bilinçsiz tüketici, %2,78’erlik oranlar ile
ambalajlama sorunu ve piyasada sahte bal
bulunması sorunu izlemektedir, pazarlama
sorunun olmadığını bildiren işletmelerin oranı
ise %37,50 olarak belirlenmiştir.
3.2.3. Hastalık ve Zararlılar ile İlgili
Sorunlar
Hastalık ve zararlılarla ilgili sorunlar
incelendiğinde; ilk sırayı %88,89’luk oran ile
varroa paraziti almaktadır. Onu sırasıyla
%47,22’lik oran ile yavru çürüklüğü hastalığı,
%29,17’lik oran ile arı kuşu, %23,61’lik oran
ile eşek arısı, 20,83’lük oran ile bitkisel
ürünlerin ilaçlanması, %19,44’lük oran ile
teknik bilgi eksikliği, %9,72’lik oran ile kirpi,
%8,33’lük oran ile kireç hastalığı ve %6,94’lük
oran ile de ishal hastalığı takip etmektedir.
3.2.4. Diğer sorunlar
İncelenen işletmelerde, üretimle ilgili
sorunlar, pazarlama sorunları, hastalık ve
İŞLETME GRUPLARI
2.Grup (23)
3.Grup (24)
İşl. Ort. (72)
1 444,78
58,70
56,96
104,35
4,13
16,09
25,87
1 710,88
5 043,54
140,63
88,96
269,38
9,38
60,83
63,54
5 676,26
2 280,14
76,39
50,63
137,68
5,69
25,42
32,80
2 608,75
51,33
735,00
51,78
296,22
74,05
1 208,38
2 919,26
106,33
781,53
3,60
170,29
1 750,00
131,98
572,92
131,98
2 757,17
8 433,43
252,64
2 764,99
2,96
78,26
903,19
74,97
291,92
72,98
1 421,32
4 030,07
129,89
1 260,35
3,09
zararlılar ile ilgili sorunlar dışında sorunlarda
tespit edilmiştir. İncelenen işletmelerde diğer
sorunlar incelendiğinde ilk sırayı %43,06’lık
oran ile göçer arıcılara karşı alınan tedbirlerin
yetersizliği, ikinci sırayı %19,44’lük oran ile
ucuz kredi temini sorunu, üçüncü sırayı
%15,28’lik oran ile
konaklama sorunu
almaktadır. Sorun yok diyen işletmelerin oranı
%34,72 olarak belirlenmiştir.
4. Sonuç ve Öneriler
Tokat İli Merkez İlçede arıcılık faaliyeti
yapan 72 adet işletmenin 2001-2002 cari üretim
dönemi verilerini kapsayan bu araştırmada, söz
konusu
işletmelerin
yapısal
özellikleri
belirlenmiş, üretim dönemi sonuçları ile üretimi
ve pazarlamayı etkileyen nedenler ortaya
konulmuştur. Gerek araştırma bölgesinde
yapılan gözlemler ve gerekse araştırma
bölgesinde elde edilen bulgular ışığında bazı
önemli sonuç ve önerler aşağıda sunulmuştur.
Arıcılığın işletmeler için lokomotif görevi
yapan bir faaliyet kolu olduğu belirlenmiştir.
İncelenen
işletmelerde
arıcılık
yapan
işletmecilerin eğitim durumunun yüksek ve
işletmecilerin asıl mesleği
çiftçilik olan
arıcıların az olması bu faaliyet kolunun tarımla
uğraşan yani asıl mesleği çiftçilik olanlar
arasında yaygın olmadığını göstermektedir.
Bunun nedeni olarak da 1. gruptaki işletmelerin
arıcılığı ikinci planda tutarak, alışkanlıklarından
29
Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları
dolayı ağırlıklı olarak bitkisel ve hayvancılığın
diğer
kollarında
üretimlerini yapmaları
söylenebilir. 2. ve bilhassa 3. gruptaki
işletmelerde üreticiler daha profesyonelce
davranarak
üretimlerini
gerçekleştirirken
verimlerini artırabilmek için gerekli tedbirleri
alarak gerektiğinde teknik elemanlarla irtibat
halinde olmaktadırlar. Bununla birlikte bu
üreticiler, flora takibi yaparak yılda bir veya iki
kez kolonilerini çiçeklenmenin son bulduğu
yerden yeni çiçeklenen alanlara taşımaktadır.
Bu nedenle de hem üretim miktarı hem de
verim artmaktadır. Tokat ili gerek florası
gerekse iklimi açısından arıcılık için büyük bir
önem taşımaktadır. Bunun için arıcılara
yardımcı olacak Arıcılık Enstitüsü kurulabilir.
Bu enstitü bölge şartlarına uygun, arı ırkları
geliştirebilir, ana arı üretebilir, arıcıların
karşılaştığı hastalık ve zararlılara karşı gerekli
çalışmalar yapabilir. Güçlü birlikler kurularak
hem ilaç, şeker, petek gibi girdileri alırken hem
Kaynaklar
Açıl, F., 1956. Samsun İl Tütün İşletmelerinde Rantabilite.
A.Ü. Ziraat Fak. Yayınları No: 105 S.44, Ankara.
Açıl, F., 1977. Tarım Ürün Maliyetlerinin Hesaplanması
ve Memleketimiz Tarımsal Ürün Maliyetindeki
Gelişmeler. A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları: 665,
Bilimsel Araştırma ve İncelemeler: 91, Ankara.
Açıl, F., Köylü, K. 1971. Zirai Ekonomi ve İşletmecilik
Dersleri. A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları No: 465 S.
360, Ankara.
Anonim, 2001a. DPT, 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı
(Hayvancılık). Özel İhtisas Komisyonu Raporu, s.112, Ankara.
Anonim, 2002a. Tarımsal Yapı (Üretim, Fiyat, Değer).
Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları, Ankara.
Aras, A., 1988. Tarım Muhasebesi. E.Ü. Ziraat Fakültesi
Yayınları No: 486, İzmir.
Çakmak, İ., Aydın, L., Seven, S., Korkut, M., 2003.
Güney Marmara Bölgesi’nde Arıcılık Anket
Sonuçları. Uludağ Bee Journal Dergisi, sayı : Şubat
2003, Bursa.
de ürünleri pazarlarken piyasa da güç
sağlanabilir. Üretilen balın kalitesi kontrol
edilerek sahte ve ilaçlı bala karşı hem üretici
hem
de
tüketici
korunabilir.
Balın
paketlenebilmesi için bal poşetleme ve süzme
bal için bal şişeleme ve paketleme tesisleri
kurulabilir. Ayrıca bu paketlenen balı yurt içi
ve yurt dışında pazarlayabilecek kooperatif ve
müteşebbisler kredilerle teşvik edilebilir.
Böylece pazarlama sorununa bir çözüm
sağlanmış olur. Kurulan birlikler tüketici için
arı ürünlerini tüketmeye teşvik edecek
programlar düzenleyebilir. Bu programlar
sayesinde tüketici de bilinçlendirilebilir. Tokat
ili Merkez ilçede yapılan arıcılık, işletmeler
gelirine oldukça önemli katkılar sağlamaktadır.
Alınacak tedbirler sonucunda arıcılık için
gerekli potansiyel bulunan Tokat ilinde, arıcılık
gelişerek Tokat ili ve Türkiye ekonomisine
önemli katkılar sağlayacaktır.
Çiçek, A., Erkan, O., 1996. Tarım Ekonomisinde
Araştırma ve Örnekleme Yöntemleri, G.O.Ü. Ziraat
Fakültesi Yayınları No: 12, Ders Notları Serisi No:
6, Tokat.
Kabukçu, M.A., Oğuz, C., Direk, M., Aksoyak, Ş., 1998.
Konya İlinde Arıcılık İşletmelerinin Ekonomik
Faaliyet Sonuçları ve Üretici Sorunları. S.Ü.
Araştırma Fonu, Proje No: Z.F. 96/146, Konya.
Kıral, T., Kasnakoğlu, H., Tatlıdil, F.F., Fidan, H.,
Gündoğmuş, E., 1999. Tarımsal Ürünler İçin
Maliyet Hesaplama Metodolojisi Ve Veri Tabanı
Rehberi. T.E.A.E. Yayınları, Proje Raporu 1993-13,
Yayın No: 37, s.22,23,29, Ankara.
Talim, M., 1974. Tarımsal Gelir Hesabında Bazı Teknik
ve Metodolojik Esaslar ve Sorunları. E.Ü. Ziraat
Fakültesi Dergisi, Seri A, Cilt: 11 Sayı: 2, s.347367,İzmir.
30
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 31-36
İkinci Ürün Yetiştiriciliğinde Farklı Toprak İşleme Sistemlerinin Toprağın
Bazı Fiziko-mekanik Özelliklerine Etkisi
Mustafa Çetin1 Engin Özgöz1
1
Recai Gürhan2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Makinaları Bölümü, Tokat
2
Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Makinaları Bölümü, Ankara
Özet: Bu çalışmada, Kazova içerisinde yer alan Gaziosmanpaşa Üniversitesi Araştırma ve Uygulama
Çiftliğinde ikinci ürün tarımı için farklı toprak işleme sistemleri kullanılarak yapılan tohum yatağı
hazırlığının toprağın bazı fiziksel özelliklerine etkileri araştırılmıştır. Bu amaçla; S1 (Kulaklı pulluk +
Diskli tırmık), S2 (Çizel + Diskli tırmık), S3 (Rototiller) olmak üzere üç farklı sistem uygulanmıştır.
Denemede, toprağın fiziko-mekanik özelliklerinin belirlenmesi amacıyla 0-10 cm ve 10-20 cm derinlikten
alınan örnekler ile toprak işleme yöntemlerine ait toprağın gravimetrik nem içeriği, hacim ağırlığı,
penetrasyon direnci ve kesilme direnci değerleri karşılaştırılmıştır.
Anahtar kelimeler: Toprak işleme sistemi, ikinci ürün, hacim ağırlığı, penetrasyon direnci, kesilme direnci
The Effect of Different Tillage Systems on Some Physico-mechanical
Properties of the Soil at Second Crop Production
Abstract: In this study, the effects of different tillage systems on some physico-mechanical properties of
soil for seed bed preperation at second crop farming investigated in the research and application farm in
GOP university in Kazova area. With this purpose, three different tillage systems were applied as S1
(Mouldboard plow + disc harrow), S2 (Chisel + disc harrow), S3 (Rototiller). In this study, to determine
physical properties of soil, samples are collected in 0-10 cm and 10-20 cm depths. Values of gravimetric
moisture content, penetration resistance and share strength were obtained from soil samples. Measure
results were then compared.
Key words: Soil tillage systems, second crop, bulk density, penetration resistance, share strength
1. Giriş
Üretimde kullanılan tarım teknolojilerinin
etkinliğini artırmak, ekonomikliğini sağlamak ve
çalışma koşullarını iyileştirmek açısından gerekli
olan tarımsal mekanizasyon uygulamalarında;
uygun alet makine kombinasyonlarıyla yapılacak
tohum yatağı hazırlama işlemlerinin önemli bir
yeri olmaktadır (Yalçın ve Sungur, 1991;
Öztürk ve Bastaban, 1993).
Kültür bitkilerinin yaşayabilmeleri için
toprağın yumuşak, su alma ve su tutma
yeteneğinin yüksek olması ve de içinde yeteri
miktarda
besin maddelerinin bulunması
gerekmektedir. Toprağı uygun duruma getirmek
ve bu durumunu sürdürmek işlemekle
olanaklıdır. Bu nedenle üretimi artıracak agroteknik önlemlerin başında toprak işleme
gelmektedir (Mutaf, 1984). Toprak işleme
yöntemleri; devirme, kabartma, parçalama,
karıştırma ve düzeltme vb. işlemlerden
oluşmaktadır (Demir ve ark., 2000). Son
yıllarda tahıl üretimi için gerekli çalışma
süresinin yarıdan fazlasının toprak işlemede
kullanılması ve bunun da ürün verimine
% 25’ e ulaşan oranlarda etki yapması, tahıl
üretiminde tohum yatağı hazırlama işlerine
ayrıcalıklı bir önem kazandırmıştır (Doğan ve
Çarman, 1997). Ayrıca yoğun tarla trafiğinden
dolayı toprak sıkışması oluşmakta, bundan
dolayı
bitki
gelişimi
olumsuz
yönde
etkilenmektedir (Özgüven ve Aydınbelge, 1990).
Toprağa verilen ilave maddelerin ve bitki
artıklarının işlenen toprak derinliğinde homojen
bir
şekilde
karışımının
sağlanmaması
durumunda, toprağın su geçirgenliği önemli
ölçüde azalmakta ve bitkilerin değişik oranlarda
besin maddelerini absorbe etmelerine neden
olmaktadır. Bu nedenle toprağın homojen
karıştırılması önem taşımaktadır (Öztürk ve Bal,
1992).
Tohum yatağı hazırlarken, tohumun
çimlenmesini sağlayacak gevşek bir ortam
hazırlamak, bitki köklerinin gelişmesine uygun
su ve hava düzenine sahip bir toprak durumu
sağlamak amacıyla toprak işlenmektedir. Diğer
bir deyişle bitkinin gelişmesine uygun bir
strüktür temin edilmektedir (Adam and Erbach,
İkinci Ürün Yetiştiriciliğinde Farklı Toprak İşleme Sistemlerinin Toprağın Bazı Fiziko-mekanik Özelliklerine Etkisi
1992). İyi bir strüktür elde etmek amacıyla
toprak işlemenin çok sık yapılması da toprak
yapısı üzerine olumsuz etki yapmaktadır.
Gereğinden fazla toprak işleme, ürünün
maliyetini
artırmakla
kalmayıp
organik
maddelerin fazlasıyla parçalanmasıyla da
olumsuz etki yapmaktadır (Kayışoğlu ve ark.,
1996).
Ülkemizde pulluk altına alınan alanların
büyüklüğü, traktör parkı ve uygulanan toprak
işleme yöntemleri göz önüne alındığında enerji
tutumu sağlayan yöntemlerin uygulamaya
sokulmasının ekonomimize önemli katkıda
bulunacağı açıkça görülmektedir. Bu da tüm
tarımsal işler içerisinde toprak işleme ve ekim
işlemi için en ekonomik ve etkili yöntemleri
seçmekle olmaktadır (Gökçebay, 1983).
Tohum yatağının hazırlığında kullanılan
tarım alet ve makinalarının bir arada
kullanılması toprak işleme yöntemlerinin
oluşturulmasını sağlamıştır. Tohum yatağı
hazırlamada kullanılan yöntemler iklim, toprak
koşulları ve bitki çeşidine göre farklı
olabilmektedir (Mutaf, 1984; Khalilian ve ark.,
1984).
Toprak işleme uygulamalarının bitkinin
yaşam alanını oluşturan yüzeydeki toprak
özelliklerine etkilerini belirlemek amacıyla bir
çok araştırma gerçekleştirilmiştir (Kanwar,
1989; Meek et al., 1992; Cresswell et al., 1993;
Waddell and Weil, 1996; Xu and Mermoud,
2001). Bu araştırmalar sonucunda; bu toprak
işleme uygulamalarının penetrasyon direnci,
hacim ağırlığı, kesilme direnci ve nem gibi
toprağın fiziko-mekanik özelliklerini değiştirdiği
ortaya konulmuştur (Tapela and Colvin, 2002;
Ishaq et al., 2002; Barzegar et al., 2003).
Bu çalışmada, farklı toprak işleme
sistemlerinin toprağın bazı fiziko-mekanik
özelliklerine etkileri, bu özelliklerin aralarındaki
etkileşimlerinin ortaya konulması ve bölgede
yapılacak ikinci ürün tarımına yönelik tohum
yatağı hazırlığı için alternatif yöntemin ortaya
konulması amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
Deneme Kazova içerisinde yer alan
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Araştırma ve
Uygulama Çiftliğinde, 2003 yılında killi-tınlı
toprak bünyesine sahip tarlada yürütülmüştür.
32
Yörenin rakımı 600 m, aylık ortalama yağış
miktarı 37 mm ve yıllık ortalama yağış miktarı
443.8 mm’dir. Deneme alanında uzun yıllar
buğday ve II. ürün mısır rotasyonu
uygulanmıştır. Deneme, buğday anızlı arazide
tesadüf blokları deneme deseninde üç tekrarlı
olarak düzenlenmiştir. Deneme her biri 10 m
genişliğinde ve 60 m uzunluğunda olan üç
bloktan oluşmaktadır.
Araştırmada üç farklı toprak işleme sistemi
uygulanmıştır. Uygulanan toprak işleme
sistemleri ve işleme derinlikleri;
S1 : Kulaklı pulluk (20 cm) + Diskli tırmık(10
cm)
S2 : Çizel (20 cm)+ Diskli tırmık (10 cm)
S3 : Rototiller (10 cm)’dir.
Güç kaynağı olarak 65 BG’de ve 2528 kg
ağırlığında standart tarım traktörü kullanılmıştır.
Toprak işleme sistemlerinin toprağın nem
içeriği, hacim ağırlığı, penetrasyon direnci ve
kesilme direncine etkilerini belirlemek amacıyla
toprak işleme öncesi ve toprak işleme sonrası iki
farklı derinlikte ölçümler yapılmıştır. Deneme
alanından toprak işleme öncesi elde edilen
değerler Çizelge 1’de verilmiştir.
Toprağın hacim ağırlığı, Blake and Hartge
(1986) tarafından bildirilen yönteme göre
belirlenmiştir. Hacim ağırlığı ve gravimetrik nem
içeriği 0-10 cm ve 10-20 cm derinliklerden 100
cm3’lük silindirlerle alınan bozulmamış toprak
örneklerini 105°C sıcaklıkta etüvde 24 h
bekletilerek belirlenmiştir.
Çizelge 1. Deneme alanı topraklarının toprak işleme
öncesindeki bazı fiziko-mekanik özellikleri
Derinlik
Fiziko-mekanik özellikler
0-10 cm
10-20 cm
Nem içeriği
10.84
12.83
Hacim Ağırlığı (g/cm3)
1.172
1.454
Penetrasyon direnci (MPa)
1.766
3.862
Kesilme direnci (kPa)
49.04
99.93
Toprağın düşey yönde alet ve makinalara
gösterdiği toprak penetrasyon direnci, elle itmeli
maksimum 5 MPa ve 80 cm derinlikte ölçüm
yapabilen
penetrometre
kullanılarak
ölçülmüştür. Ölçümlerde, açısı 30° ve taban
alanı 1 cm² olan konik uç kullanılmıştır.
Penetrasyon direnci değerleri her bir parselde 3
M.ÇETİN, E.ÖZGÖZ, R.GÜRHAN
farklı noktadan 20 cm toprak derinliğine kadar 1
cm aralıklarla alınmıştır.
Toprağın yatay yönde alet ve makinalara
gösterdiği direnç Geonor marka kanatlı kesme
direnci ölçme aleti ile belirlenmiştir. 50 cm
boyunda uzatma milleri ile 300 cm’ye kadar
ölçüm yapabilen bu alet üzerinde farklı
büyüklüklerde 3 kanat kullanılmaktadır.
Denemelerde döndürme çapı 16 mm, yüksekliği
ise 32 mm olan ve 0-260 kPa aralıkta ölçüm
yapabilen uç kullanılmıştır. Toprak işleme
öncesi ve toprak işleme sonrası yapılan kesilme
direnci ölçümleri, her parselden 3 tekrarlı olmak
üzere 0-10 cm ve 10-20 cm derinliklerden
yapılmıştır.
Çalışmada uygulanan toprak işleme
sistemlerinin toprağın bazı fiziko-mekanik
özelliklerine etkilerini değerlendirmek için
varyans analizi ve ortalama değerleri
karşılaştırmak amacıyla da LSD testi
yapılmıştır. İstatistiksel analizlerde SPSS paket
programı kullanılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Toprak nem içeriği, hacim ağırlığı,
penetrasyon direnci ve kesilme direncine toprak
işleme sistemleri ve örnekleme derinliğinin (0-10
cm ve 10-20 cm) etkilerini görmek için yapılan
varyans analizi sonuçları Çizelge 2’de
görülmektedir. Varyasyon kaynağı olarak alınan
faktörlerin ölçülen parametreler üzerine etkisi
istatistiksel olarak p<0.01 seviyesinde önemli
bulunmuştur.
Toprak işleme sistemlerinin işleme sonrası
ölçülen nem içeriği, hacim ağırlığı, penetrasyon
direnci ve kesilme direnci üzerine etkisini
belirlemek amacıyla her bir ölçüm derinliği için
yapılan LSD testi sonuçları Çizelge 3’de
verilmiştir.
Toprak işleme uygulamalarına bağlı olarak
0-10 cm derinlikte ölçülen gravimetrik nem
içeriği değerleri % 5.83-% 6.93, hacim ağırlığı
1.112-1.143 g/cm3, penetrasyon direnci 0.4680.723 MPa ve kesilme direnci 4.00-12.07 kPa ve
10-20 cm derinlikte ise bu değerler sırasıyla %
7.65-% 12.34, 1.389-1.462 g/cm3, 2.278-3.405
MPa ve 23.6-47.87 kPa arasında değişmiştir
(Çizelge 3 ve Şekil 1).
Gravimetrik nem içeriği değerleri açısından
0-10 cm toprak derinliğinde işleme öncesine göre
en büyük azalmanın rototillerin kullanıldığı S3
sisteminde % 46.22 oranında olduğu
belirlenmiştir. Bu derinlikte, S1 ve S2 sistemleri
arasında önemli bir fark olmamasına rağmen
çizelin kullanıldığı sistemde (S2) değişimin daha
düşük olduğu belirlenmiştir. Çizelin kullanıldığı
sistemin, özellikle
10-20 cm toprak
derinliğinde yörede yoğun olarak kullanılan S1
sistemine göre daha yüksek nem tutumu
sağladığı görülmektedir. Raper et al. (1993),
Doğan ve Çarman (1997) ve Yavuzcan
(2000)’de yaptıkları çalışmalarda, çizelin
kullanıldığı yöntemlere göre rototillerin yüzeysel
derinlikte daha yüksek oranda nem kaybı
meydana getirdiğini belirtmektedirler.
Tüm parsellerde en küçük hacim ağırlığı
değeri 0-10 cm derinlikte S3 sisteminde, (1.112
g/cm3) ve 10-20 cm derinlikte S1 sisteminde
(1.389 g/cm3) elde edilmiştir. S3 sisteminde
toprak işleme öncesine göre
0-10 cm
derinlikte % 5.12 oranında azalma olurken 1020 cm derinlikte önemli sayılabilecek bir değişim
olmamıştır.
Uygulanan
toprak
işleme
sistemlerinin hiçbirinde, toprak sıkışmasını
ortaya çıkarabilecek bir hacim ağırlığı değerine
rastlanmamıştır. Hacim ağırlığı 1.5-1.6 g/cm3’ü
aştığı
zaman
bitki
kök
büyümesi
engellenmektedir (Raper et al., 1993). İkincil
toprak işleme aleti olarak diskli tırmığın
kullanıldığı S1 ve S2 sistemlerinde 0-10 cm
derinlikte hacim ağırlığının yüksek çıkmasında
diskli tırmığın sıkıştırma etkisi ve rototillerin
kullanıldığı S3 sisteminde düşük çıkmasında ise
yüzey artıklarının rototiller tarafından tarla
yüzeyine yakın katmanlara karıştırılması etkili
olmuştur (Zeren ve ark., 1992; Doğan ve
Çarman, 1997; Yavuzcan 2000).
Ortalama penetrasyon direnci değerleri
karşılaştırıldığında,0-10 cm toprak derinliğinde
S2 ve S3 sistemleri arasında önemli bir farkın
olmadığı belirlenmiştir. İşleme öncesine göre
penetrasyon direnci değerleri S1, S2 ve S3
sistemlerinde sırasıyla % 59.06, % 73.50 ve %
72.99 oranında azalmıştır. Bu değerler
10-20
cm derinlikte sırasıyla % 41.02, % 26.90 ve %
11.83’dür. S3 sisteminde işleme derinliğinin
düşük olması nedeniyle 10-20 cm derinlikte ki
penetrasyon direncinin işleme öncesine yakın
olmasına neden olmuştur. S1 yönteminde ise
yüzey
artıklarının
derine
gömülmesi,
33
İkinci Ürün Yetiştiriciliğinde Farklı Toprak İşleme Sistemlerinin Toprağın Bazı Fiziko-mekanik Özelliklerine Etkisi
penetrasyon direncinin diğer sistemlere göre
daha yüksek oranda azalmasına etkili olmuştur
(Doğan ve Çarman, 1997). Penetrasyon direnci
değerlerinin (S3 sisteminde 10-20 cm derinlikte
ölçülen penetrasyon direnci değeri hariç) bitki
büyümesini engelleyici sınır olarak belirlenen 3
MPa değerini aşmadığı görülmüştür.
En düşük kesilme direnci değeri 0-10 cm
derinlikte S3 sisteminde, 10-20 cm derinlikte S1
sisteminde elde edilmiştir. S3 sistemi
010 cm derinlikte toprak işleme öncesine göre
kesilme direncini % 91.84 azaltırken S2 sistemi
% 75.39 oranında azaltmıştır. Bu oranlar
10-20 cm derinlikte S1 de % 76.38 ve S3 de
% 52.10 olmuştur.
4. Sonuç
Toprak işleme sistemlerinin nem içeriği,
hacim ağırlığı, penetrasyon direnci ve kesilme
direncine etkileri incelenmiştir.
Deneme
sonuçları; S1 ve S2 sistemlerinin 0-10 cm
derinlikte ölçülen nem içeriği, hacim ağırlığı ve
kesilme direnci değerleri üzerine etkilerinin
benzer olduğunu, penetrasyon direncinin ise S2
sisteminde daha düşük olduğunu göstermiştir.
Rototillerin kullanıldığı S3 sisteminde incelenen
toprak özelliklerinin 0-10 cm derinlikte diğer
sistemlere
göre
daha
düşük
olduğu
belirlenmiştir. Toprak işleme sistemlerinin 10-20
cm derinlikte ölçülen değerler üzerine etkisi
incelendiğinde işleme derinliğinin düşük
olmasından dolayı en yüksek değerler S3
sisteminde, en düşük değerler ise S1 sisteminde
elde edilmiştir.
İncelenen toprak özellikleri dikkate
alındığında, kulaklı pulluğun kullanıldığı toprak
işleme sisteminde elde edilen değerlerin bitkinin
çimlenmesi ve gelişimini olumsuz etkileyecek
büyüklükte olmadığı açıktır. Özellikle ikinci
ürün tarımı için yapılan toprak işlemede çizelin
kullanılması ile kök gelişimi için daha uygun
tohum yatağı hazırlandığı ve ürün veriminin
daha iyi olduğu farklı araştırmacılar tarafından
ifade edilmektedir (Mrabet, 2000; Abu-Hamdeh,
2003; Barzegar et al., 2003).
Bu tip çalışmalarda bir toprak işleme
sistemini önerebilmek için toprak özellikleri
yanında ürün verimi ve sistemlere ilişkin maliyet
analizlerinin de incelendiği çok yıllık çalışmalar
yapılmalıdır. Bu yüzden; daha farklı toprak
işleme sistemlerini
de dikkate alarak
çalışmaların devam ettirilmesi önerilebilir.
Çizelge 2. Toprağın fiziko-mekanik özelliklerine toprak işleme sistemleri ve derinliğin etkisi ile ilgili varyans analizi
sonuçları
Varyasyon Kaynağı
Nem İçeriği
Hacim Ağırlığı
Penetrasyon Direnci
Kesilme Direnci
Toprak durumu (Z)
**
**
**
**
Toprak işleme sistemi (S)
**
**
**
*
Derinlik (D)
**
**
**
**
ZxS
**
*
**
**
ZxD
**
ns
**
**
SxD
**
**
**
**
ZxSxD
**
**
**
*
** : 0.01 seviyesinde önemli * : 0.05 seviyesinde önemli ns : İstatistiksel olarak önemsiz
Z : Toprak işleme öncesi ve toprak işleme sonrasını ifade etmektedir.
Çizelge 3. Toprak işleme sistemleriyle etkilenen toprağın fiziko-mekanik özelliklerinin ortalamalarının karşılaştırılması
Toprak
Nem İçeriği
Hacim Ağırlığı
Penetrasyon Direnci
Kesilme Direnci
İşleme
(%)
(g/cm3)
(Mpa)
(kPa)
Sistemi 0-10 cm 10-20 cm
0-10 cm
10-20 cm
0-10 cm
10-20 cm
0-10 cm
10-20 cm
S1
6.93 a
7.65 a
1.142 a
1.389 a
0.723 a
2.278 a
7.27 a
23.6 a
S2
6.95 a
8.61 b
1.143 a
1.405 b
0.468 b
2.823 b
12.07 a
36.93 ab
S3
5.83 b
12.34 c
1.112 b
1.462 c
0.477 b
3.405 c
4.00 ab
47.87 b*
Sütunlarda aynı harfle isimlendirilen ortalamalar arasında istatistiksel olarak p<0.05 seviyesinde önemli bir fark yoktur.
S1 : Kulaklı pulluk + diskli tırmık S2 : Çizel + diskli tırmık S3 : Rototiller
* Hatalı veri
34
M.ÇETİN, E.ÖZGÖZ, R.GÜRHAN
1,6
14
1,4
3
Hacim Ağırlığı, g/cm
Nem İçeriği, %
12
10
8
6
4
2
1,2
1
0,8
0,6
0,4
0,2
0
0
0-10 cm 10-20 cm 0-10 cm 10-20 cm
S1
İÖ
S2
İS
Toprak İşleme Sistemi
S3
0-10 cm 10-20 cm 0-10 cm 10-20 cm
S1
Kesilme Direnci, kPa
Penetrasyon Direnci, MPa
120
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
80
60
40
20
0
0-10 cm 10-20 cm 0-10 cm 10-20 cm
0-10 cm 10-20 cm 0-10 cm 10-20 cm
S3
100
0,5
0
S2
İS
Toprak İşleme Sistemi
S3
4,5
S1
İÖ
S2
İÖ
İS
Toprak İşleme Sistemi
S1
İÖ
İS
S2
Toprak İşleme Sistemi
S3
Şekil 1. Farklı toprak işleme sistemlerindeki gravimetrik nem içeriği, hacim ağırlığı, penetrasyon direnci ve
kesilme direnci değerlerinin değişimi (İÖ: İşlemeden önce, İS : İşlemeden sonra)
Kaynaklar
Abu-Hamdeh, N. 2003. Soil compaction and root
distribution for okra as affected by tillage and
vehicle parameters. Soil and Tillage Research, 74:
25-35
Adam, K. M. and D. C. Erbach, 1992. Secondary tillage
tool effect on soil aggregation. Transaction of the
ASAE, 35(6)1771-1776.
Barzegar, A.R., M. A. Asoodar, A. Khadish, A. M.
Hashemi and S.J. Herbert, 2003. Soil physical
characteristics and chickpea yield responses to
tillage treatments. Soil and Tillage Research, 71:
49-57.
Blake, G. R. and K. H. Hartge, 1986. Bulk density. In:
Klute, A. (Ed.), Methods of soil analysis. Part I.
Physical and mineralogical methods, 2nd ed.
Agronomy monograph No: 9. ASA and SSSA,
Madison, WI, pp: 363-375.
Cresswell, H. P., Painter, D. J. and K. C. Cameron, 1993.
Tillage and water content effects on surface soil
hydraulic properties and shortwave albedo. Soil Sci.
Soc. Am. J., 57, 816-824.
Demir, F., H. Hacıseferoğulları ve H. Doğan, 2000.
Düşey milli frezeli pulluğun toprağın bazı fiziksel
özelliklerine ve güç gereksinimine etkilerinin
belirlenmesi. Tarımsal Mekanizasyon 19. Ulusal
Kongresi, s: 95-101, Erzurum.
Doğan, H. ve K. Çarman, 1997. Konya bölgesinde
hububat tarımında tohum yatağı hazırlama
uygulamalarının toprağın bazı fiziksel özellikleri ve
yakıt tüketimine etkileri. Tarımsal Mekanizasyon
17. Ulusal Kongresi, cilt 1, s: 337-347, Tokat.
Gökçebay, B. 1983. Minimum Toprak İşleme Tekniği.
TZDK Mesleki Yayınları, Ankara.
Ishaq, M., M. Ibrahim and R. Lal, 2002. Tillage effects
on soil properties at different levels fertilizer
application in Punjab, Pakistan. Soil and Tillage
Research, 68: 93-99.
Kanwar, R. S., 1989. Effect of tillage systems on the
variability of soil water tension and soil water
content. Transaction of the ASAE 32(2) 605-610.
35
İkinci Ürün Yetiştiriciliğinde Farklı Toprak İşleme Sistemlerinin Toprağın Bazı Fiziko-mekanik Özelliklerine Etkisi
Kayışoğlu, B., L. Taşeri ve Y. Bayhan, 1996. İkinci sınıf
toprak işleme aletlerinin toprağın bazı fiziksel
özellikleri ve agregat stabilitesine etkisi. 6.
Uluslararası Tarımsal Mekanizasyon ve Enerji
Kongresi, s: 594-603, Ankara.
Khallian, A., T. H. Garner, H. L. Musen, R. B. Dodd and
S. A. Hale, 1988. Energy for conservation tillage in
coastal plain soils. Transaction of the ASAE, 31(5),
1333-1337.
Meek, B. D., Rechel, E. A., Carter, L. M., DeTar, W. R.
and A. L. Urie, 1992. Infiltration rate of a sandy
loam soil: Effects of traffic tillage and plant roots.
Soil Sci. Soc. Am. J., 56, 908-913.
Mrabet, R. 2000. Differantial response of wheat to tillage
management systems in a semiarid area of
Morocco. Soil and Tillage Research, 66: 165-174.
Mutaf, E. 1984. Tarım Alet ve Makinaları. Cilt 1, E.Ü.
Ziraat Fakültesi Yayınları, No: 218, İzmir.
Özgüven, F. ve M. Aydınbelge, 1990. İkinci ürün tohum
yatağı hazırlığında kullanılan toprak işleme
aletlerinin toprak sıkışlığına etkisi üzerinde bir
araştırma. 4. Uluslararası Tarımsal Mekanizasyon
ve Enerji Kongresi, s: 166-173, Adana.
Öztürk, İ. ve H. Bal, 1992. Tohum yatağı hazırlamada
kullanılan bazı toprak işleme aletlerinin karıştırma
etkileri
üzerine
bir
araştırma.
Tarımsal
Mekanizasyon 14. Ulusal Kong., s:37-47, Samsun.
Öztürk, İ. ve S. Bastaban, 1993. Tohum yatağı
hazırlamada kullanılan bazı toprak işleme alet ve
makinalarının toprağın parçalanması, gözenek
hacmi ve yüzey profiline etkileri üzerine bir
araştırma. 5. Uluslararası Tarımsal Mekanizasyon
ve Enerji Kongresi, s: 111-118, İzmir.
36
Raper, R. L., D. W. Reeves, E. C. Burt and H. A.
Torbert, 1993. Conservation tillage and traffic
effects on soil condition. Transaction of the ASAE,
37, 763-768.
Tapela, M. and T. S. Colvin, 2002. Quantifying seedbed
condition using soil physical properties. Soil and
Tillage Research, 64, 203-210.
Waddell, J. T. and R. R. Weil, 1996. Water distribution
in soil under ridge-till and no-till corn. Soil Sci.
Soc. Am. J., 60, 230-237.
Xu, D. and A. Mermoud, 2001. Topsoil properties as
affected by tillage practices in north China. Soil and
Tillage Research, 60, 11-19.
Yalçın, H. ve N. Sungur, 1991. İkinci ürün mısır
tarımında iki farklı tohum yatağı hazırlama
yönteminin verime etkileri üzerine bir araştırma.
Tarımsal Mekanizasyon 13. Ulusal Kongresi, s:
213-222, Konya.
Yavuzcan, H. G. 2000. Wheel traffic impact on soil
conditions as influenced by tillage system in central
Anatolia. Soil and Tillage Research, 54, pp: 129138.
Zeren, Y., A. Işık ve Ö. F. Özgüven, 1993. GAP
bölgesinde ikinci ürün tane mısır yetiştirmede farklı
toprak işleme yöntemlerinin karşılaştırılması. 5.
Uluslararası Tarımsal Mekanizasyon ve Enerji
Kongresi, s: 43-54, İzmir.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 37-44
Regional Frequency Analysis of Maximum Daily Rainfalls Based on
L-Moment Approach
Kadri Yürekli
Gaziosmanpasa University, Faculty of Agriculture, Department of Farm Structure and Irrigation, 60250 Tokat
Abstract: The main goal of the study is to perform regional frequency analysis of maximum daily rainfalls
selected for each year among daily rainfalls measured over Tokat region by using L-moment approach.
Initially, using Runs and Mann-Whitney statistics to detect whether the conditions of randomness and
homogeneity were implemented were applied to the maximum daily rainfalls. Thereafter, the most suitable
distribution among the selected various statistical distributions whose parameters were predicted via Lmoment approach for four hydrologic homogeneous regions of Tokat region, which was divided into four
hydrologic homogeneous region as West-W, Central North-CN, Central South-CS and East-E, was
determined according to the mean absolute deviation index (MADI) and mean square deviation index
(MSDI) measures. The results of MADI and MSDI showed that the most suitable statistical distributions
were, generalized logistic (GLO) for W and CN, generalized pareto (GPA) for CS, and generalized extreme
value type I (GEV) for E.
Key Words: Maximum rainfall, hydrologic homogeneous region, L-moment
L-Moment Yaklaşımı ile Maksimum Günlük Yağmurların Bölgesel
Frekans Analizi
Özet: Bu çalışmanın ana amacı, Tokat bölgesinde ölçülen günlük yağmurlar arasından her yıl için seçilen
maksimum günlük yağmurların bölgesel frekans analizini yapmaktır. Öncelikle, rasgelelik ve homojenlik
şartlarının yerine getirilip getirilmediğini saptamak için Runs ve Mann-Whitney istatistikleri maksimum
günlük yağmurlara uygulandı. Daha sonra, Batı-W, Orta Kuzey-CN, Orta Güney-CS ve Doğu-E olarak dört
hidrolojik homojen bölgeye ayrılan Tokat bölgesinin bu homojen yöreleri için parametreleri L-moment
yöntemi ile tahmin edilen seçilmiş değişik dağılımlar arasından en uygun olanı, “the mean absolute deviation
index (MADI) ve mean square deviation index (MSDI)” ölçütlerine göre belirlendi. MADI ve MSDI
sonuçları, W ve CN için genelleşmiş logistic (GLO), CS için genelleşmiş pareto (GPA) ve E için
genelleşmiş extreme value type I (GEV)’in en uygun olasılık dağılım olduklarını gösterdi.
Anahtar Kelimeler: Maksimum yağmur, hidrolojik homojen bölge, L-moment
1. Introduction
Knowledge related to distributions of
extreme rainfall depths has a great important on
flood estimation, the design of water-related
structure, erosion, and agriculture. Therefore,
the main goal should be to specify the most
suitable probability distribution fit to the
observations. But, a common problem
encouraged in many aspects of water resources
engineering is that of estimating the return
period of rare events such as extreme flood and
precipitation for a site or a group of sites. The
selected quantile of under-or over design
criterion concerning with hydraulic structures is
exposed to risk as the return period is
determined according to cost and economicstrategic significance of the structure. Selecting
a reliable design quantile, which affect on
design, operation, management and maintain of
a hydraulic structure, considerably depends on
statistical methods used in parameter estimation
belonging to probability distribution (Hosking
and Wallis, 1993).
Past observations is fit with a probability
distribution used to predict the exceedance
probability of future events. But, defining a true
distribution for hydrological and meteorological
observations continues to be major question
facing researchers. However, many extreme
event series are too short for a reliable
estimation of extreme events. This condition
complicates both the identification of
appropriate statistical distribution for describing
the observations and the estimation of the
parameters of a selected distribution. But, the
most popularized method to frequency analysis
in recent time is that L-moment approach
introduced by Hosking (1990). The advantages
of this method over conventional moments are
that they are relatively insensitive to outliers
and do not have sample size related bounds.
Regional Frequency Analysis of Maximum Daily Rainfalls Based on L-Moment Approach
Moreover, the parameter estimations are more
reliable than the conventional method of
moment estimates, particularly from small
samples, and are usually computationally more
tractable than maximum likelihood estimates.
On the other hand, estimators of L-moments are
virtually unbiased (Hosking, 1990; Park et al.,
2001).
The main purpose of this article is to fulfill
the identification of a suitable probability
distribution, including normal (N), twoparameter lognormal (LN), three-parameters
lognormal (LN3), logistic (LOG), generalized
logistic (GLO), extreme value type I (EV),
generalized extreme value type I (GEV),
generalized pareto (GPA) by L-moment
technique commonly used in recent time for
maximum daily rainfalls selected for each year
among daily rainfalls measured over Tokat
region.
2. Material and Method
Tokat region, selected as the study region,
is bounded by latitudes 39º 45' N and 40º 45' N,
and longitudes 35º 30' E and 37º 45' E, covering
10,160.7 km2. About 30% of the region is
occupied by cropland. Wheat is the major food
crop (the average sowing area is 68.5% of the
total cropped area) not only in the district, but
in all of Turkey. The major sources of irrigation
are rainfall, canals and groundwater.
Rainfall amounts vary spatially within the
region covered by a given storm. Therefore, this
region should be divided into hydrologically
homogeneous regions in which rainfall amounts
recorded at the rain gauges are assumed to be
identical to obtain reliable results in hydrologic
studies related to rainfall (Okman, 1994). For
this reason, the studied region was divided into
four hydrologically homogeneous regions, West
(W), Central North (CN), Central South (CS)
and East (E), considering the mean, standard
deviation and standard error of monthly rainfall
recorded from the rain gauges and altitudes of
the rain gauges in Tokat region. These four
regions are separated from each other by
Thiessen polygons. Average annual rainfall
levels associated with these four regions are
415.8, 479.6, 413.3, and 557.2 for W, CN, CS,
and E, respectively (Figure 1) (Yürekli, 1999).
Considering the similarity principle of rainfall
amounts from rain gauges in a hydrologically
homogeneous region, a rain gauge with the
longest observation period was selected for
each hydrologically homogeneous region.
N
1:15000 km
TOKAT (CN)


Resadiye
(E)

Zile (W)
Sulusaray
(CS)

 Rain gauge
Figure 1. Hydrologically Homogeneous Regions of the Study Area.
The observations from hydrologic
events should be come from the same
population to be able to accurately perform
frequency analysis related to the events.
38
Therefore, the data used in frequency analysis
should be random and homogeneous (Okman,
1975).
K.YÜREKLİ
2.1 Testing of Randomness
The runs test can be used to decide if a
data set is from a random process. A run is
defined as a series of increasing values or a
series of decreasing values. The number of
increasing (or decreasing) values is the length
of the run. In a random data set, the probability
that the (i + 1)th value is larger or smaller than
the ith value follows a binomial distribution,
which forms the basis of the runs test. The first
step in the runs test is to compute the sequential
differences (Yi - Yi-1). Positive values indicate
an increasing value, whereas negative values
indicate a decreasing value. In other terms, if Yi
> Yi-1 a 1 (one) is assigned for an observation
and a 0 (zero) otherwise. The series then has an
associated series of 1s and 0s. To determine if
the number of runs is the correct number for a
series that is random, let T be the number of
observations, TA be the number above the
mean, TB be the number below the mean and R
be the observed number of runs. Then, using
combinatorial methods, the probability P(R)
can be established and the mean and variance of
R can be derived (Cromwell et al., 1994;
Gibbons, 1997). When T is relatively large
(>20) the distribution of R is approximately
normal.
E(R) 
T  2TA TB
T
2T T (2T T  T
V(R)  A B2 A B
T (T  1)
ZN 
R  E(R)
V(R)
 N(0,1)
(1)
(2)
(3)
The null hypothesis is rejected if the
calculated ZN value is greater than the selected
critical value obtained from the standard normal
distribution table at 0.05 significance level. In
other words, the x(t) series is decided to be nonrandom.
2.2 Testing of Homogeneity
The occurrence of non-homogeneity in a
hydrologic data set can result from gradual
natural or man-induced changes in the
hydrologic environment producing the data
sequences. Changes in watershed conditions
over period of several years and urbanization on
a large scale may result in corresponding
changes in streamflow characteristic, and
changes in precipitation amounts, respectively
(Huff and Changnon, 1973). Besides, natural
events such as earthquakes, large forest fires
and landslide that quickly and significantly alter
hydrologic regime of an area cause jumps in the
time series. Also, jumps in the time series
results from man-made changes such as a new
dam construction, and the beginning or
cessation of pumping of ground water (Bayazit,
1981). Mann-Whitney U statistic is commonly
used to decide whether observations of a
hydrologic variable are comes from the same
population. In order to apply the MannWhitney test, the raw data sequences with N
elements should be divided into two samples P
and Q groups, which have nP and nQ elements,
respectively. The raw data set is then ranked
from lowest to highest, including tied rank
values where appropriate. The equations related
to Mann-Whitney U statistic (|u|) are as follows
(Bobee and Ashkar, 1991):
V
W
μU
= R – p(p + 1) / 2
= pq – V
= pq / 2
(4)
(5)
(6)

 pq   N 3  N
S 
 T 


 N ( N  1   12

(7)
= (J3 - J) / 12
= |(U - μU) / [SU2]1/2|
(8)
(9)
2
U
T
|u|
The null hypothesis,
which has
homogeneity, for the observations is rejected if
the calculated |u| statistic is greater than the
selected critical value (1.96 at 0.05 significance
level) obtained from the standard normal
distribution table.
2.3 The Method of L-Moments
L-moments, as defined by Hosking (1990),
are linear combinations of probability weighted
moments (PWM). Greenwood et al. (1979)
summarizes the theory of PWM and defined as


β r  E XFX (x)
(10)
th
Where β r is the r order PWM and
FX (x) is the cumulative distribution function
r
(cdf) of X. Hosking and Wallis (1997) defined
39
Regional Frequency Analysis of Maximum Daily Rainfalls Based on L-Moment Approach
unbiased sample estimators of PWMs as (bi)
and, obtained unbiased sample estimators of the
first four L-moments by PWM sample
estimators. Unbiased sample estimates of the
PWM for any distribution can be computed
from;
 
  x
n j
r
n 1
r
n r
br  n
1
j1
4= 20b4 - 30b3 + 12b2 - b1 (12)
Hosking (1990) defines the L-moment
ratios (L-coefficient of variation, L-skewness
and L-kurtosis, respectively)
2 = 2/1,
3 = 3/2,
4 = 4/2
(13)
Parameters belonging to statistical
distributions used in the study, connection of
these parameters to the L-moments and Lmoment ratios are given in the Table 1
(Hosking, 1990; Stedinger, et al., 1993;
Hosking and Wallis, 1997; Sankarasubramanian
and Srinivasan,1999).
(11)
j
Where xj is an ordered set of observations
x1  x2  x3  …xn. For any distribution the first
four L-moments are easily computed from
PWM using;
1 = b1,
2 = 2b2 - b1,
3= 6b3 - 6b2 + b1,
Table 1. L-Moments and L-Moment Ratios Associated with the Distributions
SDis*
N
LN3
Quantile Function
L-moments and L-moment Ratios
X     1 F 

1   ,
1
X  c  exp a  b ( F )

 2   ( ) 1 / 2  3  0 ,
 4  0.1226
  s (0.999281  0.006118s  0.000127 s 4 ,   b ,   be a
2
s  (8 / 3)1 / 2  1 (1   3 ) / 2 , 1     1 (1  e  
 2   (e
LO
GLO
X     ln F /(1  F )
EV
GEV
X     ln  ln F 
GPA
X     1 1  1  F 

X    

/ 1  2 (   2
1   ,  2   ,  3  0 ,
X     1 1  (1  F ) / F 
1
  2 / 2)


1
1 / 2
 ,  c  e
/2
)
a
 4  6 1
    1 1   (1   )(1   ) ,  2   (1   )(1   ) ,  3  
1    0.5772 ,  2   ln 2 ,  3  0.1699 ,
1  ( ln F ) 
2
 4  0.1504




1     1 1  (1   ) ,  2   1 (1  2   )(1   ) ,  3 
1   

(1   )

, 2 
,3 
(1   )
(3   )
(1   )( 2   )
2(1  3   )
3
(1  2  )
,
*Statistical Distribution used in the study
2.4 Goodness of Fit Criteria for Comparison
of Probability Distributions
For comparison of the probability
distributions of fitting the data used in the
study, two indices (mean absolute deviation
index and mean square deviation index), which
were proposed by Jain and Sing (1987),
measured the relative goodness of fit were
taken into account. The mean absolute
deviation index (MADI) and mean square
deviation index (MSDI) can be calculated by
N
MADI  N 1 
İ 1
x i - zi
xi
N
 x -z
MSDI  N 1   i i
xi
i 1 
40
(14),




2
(15)
Where xi and zi are observed and predicted
low flows, respectively, for successive values
of empirical probability of exceedence given by
the Gringorten plotting position formula. Jain
and Singh (1987) claimed that Gringorten
formula ensures to maintain unbiasedness for
different distributions. Therefore, they suggest
the plotting position formula for comparison of
the probability distributions of fitting the data.
3. Results and Discussion
The test results (runs and Mann-Whiney
tests) related to randomness and homogeneity
of the maximum daily rainfalls on four
hydrologic homogeneous regions (W, CN, CS
and E) of Tokat region are given in Table 2.
These tests imply that the maximum daily
K.YÜREKLİ
rainfalls belonging to the hydrologic
homogeneous regions are random and
homogeneous.
Performance of the normal (N), 2parameter lognormal (LN2), 3-parameter
lognormal (LN3), logistic (LOG), generalized
logistic (GLO), extreme value type I (EV),
generalized extreme value type I (GEV) and
generalized
pareto
(GPA)
probability
distributions used in the study for fitting the the
maximum daily rainfall data of the hydrologic
homogeneous region were tested by mean
absolute deviation index (MADI) and mean
square deviation index (MSDI). For this reason,
estimations calculated by using the mentioned
statistical distributions for the probabilities
from Gringorten formula of each data point in
the increasingly ordered data was made.
Performance results based on MADI and MSDI
were presented in Table 3 and 4. The MADI
and MSDI results showed that the maximum
daily rainfalls related to W, CN, CS and E
hydrologic homogeneous regions is best fitted
to GLO, GLO, GPA and GEV statistical
distributions, respectively. The MADI and
MSDI measures of GLO, GPA and GEV
distributions were less than the measures of the
other distributions used in the study. But, as can
be seen in Table 3 and 4, the MADI and MSDI
measures concern with the statistical
distributions taken into consideration in the
study is not significantly different from each
other. However, although there is an
insignificance difference among the estimates
produced by the distributions up to 50 %
probability level, this difference shows an
increase for probability levels above 50 %. This
may be seen in Table 5, which daily maximum
rainfalls were computed for some selected
probabilities
by
various
distributions.
Therefore, a conclusion related to performing
frequency analysis of maximum daily rainfalls
belonging to Tokat region could be given about
being able to be used of the mentioned
statistical distributions up to 50 % probability
level. Figure 2 presents comparison of the
maximum daily rainfalls from the selected
distributions (GLO, GLO, GPA and GEV) for
hydrologic homogeneous regions by using
probabilities from Gringorten formula to the
observed
maximum
daily
rainfalls
corresponding to the probabilities of the
formula. The figure shows that maximum daily
rainfalls from the selected statistical
distributions are accurately predicted.
Table 2. Test Results Related to Randomness and Homogeneity of Maximum Daily Rainfalls
Runs Test
ZN
ZTable
W
-0.543
± 1.96
CN
-0.333
± 1.96
CS
-0.779
± 1.96
E
-1.461
± 1.96
R, observations are random
H, observations are homogeneous
Region
Decision
R
R
R
R
Mann-Whitney Test
UT
UTable
-0.804
± 1.96
-0.942
± 1.96
-1.675
± 1.96
-1.471
± 1.96
Decision
H
H
H
H
Table 3. The MADI Results of Statistical Distributions Used in the Study
Region
N
LN2
LN3
W
0.05642 0.52228 0.16174
CN
0.06019 0.52606 0.17084
CS
0.02344 0.02771 0.11427
E
0.05780 0.03297 0.13421
* The best fitted distribution to the data
Statistical Distributions
LO
GLO
EV
0.05091 0.02344* 0.02980
0.05913 0.02210* 0.02391
0.02696 0.02733 0.03767
0.05598 0.03122 0.03175
GEV
GPA
0.03093 0.05300
0.02330 0.04362
0.02319 0.02313*
0.03071* 0.03951
41
Regional Frequency Analysis of Maximum Daily Rainfalls Based on L-Moment Approach
Table 4. The MSDI Results of Statistical Distributions Used in the Study
Region
N
LN2
LN3
W
0.00573 0.64306 0.05097
CN
0.00565 0.57283 0.05486
CS
0.00094 0.00120 0.02023
E
0.00498 0.00195 0.03072
* The best fitted distribution to the data
Statistical Distributions
LO
GLO
EV
0.00535 0.00133* 0.00215
0.00570 0.00089* 0.00101
0.00132 0.00129 0.00194
0.00566 0.00179 0.00163
GEV
GPA
0.00212 0.00543
0.00099 0.00318
0.00088 0.00078*
0.00161* 0.00229
Table 5. Computed Daily Maximum Rainfalls for Selected Probabilities by Various Distributions
Region Distribution
W
CN
CS
E
42
N
LN2
LN3
LO
GLO
EV
GEV
GPA
N
LN2
LN3
LO
GLO
EV
GEV
GPA
N
LN2
LN3
LO
GLO
EV
GEV
GPA
N
LN2
LN3
LO
GLO
EV
GEV
GPA
99
53.95
60.82
44.93
56.50
67.65
63.03
64.87
58.03
52.11
58.43
43.47
54.60
65.76
61.00
63.13
56.96
39.73
42.89
31.40
41.20
41.81
45.00
39.68
36.48
46.63
50.32
39.91
48.56
57.33
53.50
55.24
50.30
95
47.44
49.57
39.97
47.60
50.16
50.35
50.70
50.68
45.74
47.63
38.51
45.89
48.42
48.58
48.99
49.32
35.95
37.17
30.08
36.04
36.22
37.64
36.20
35.54
41.68
42.72
36.05
41.79
43.78
43.86
44.22
44.38
Cumulative Probability, %
80
50
20
10
39.77
31.73
23.69
19.49
38.96
30.27
23.51
20.61
35.63
32.36
30.04
29.10
39.20
31.73
24.26
19.89
38.08
30.03
23.88
20.99
38.91
30.09
23.54
20.75
38.67
29.87
23.57
20.95
40.04
29.56
22.74
20.84
38.22
30.34
22.46
18.34
37.43
29.08
22.59
19.80
34.20
30.98
28.70
27.79
37.66
30.34
23.02
18.74
36.53
28.64
22.66
19.85
37.38
28.74
22.32
19.59
37.12
28.49
22.37
19.83
38.56
28.21
21.56
19.72
31.49
26.82
22.15
19.71
31.40
26.31
22.05
20.10
28.58
27.06
25.59
24.84
31.16
26.82
22.48
19.94
31.11
26.71
22.43
19.99
30.99
25.87
22.06
20.44
31.59
26.70
22.06
19.78
32.42
26.67
21.22
19.44
35.84
29.72
23.60
20.40
35.23
28.79
23.52
21.17
32.71
30.21
28.45
27.74
35.40
29.72
24.04
20.71
34.52
28.40
23.77
21.60
35.17
28.48
23.50
21.38
34.98
28.29
23.54
21.58
36.06
28.05
22.90
21.48
2
12.12
16.34
27.81
10.75
16.23
16.63
17.15
19.42
11.12
15.70
26.54
9.79
15.26
15.56
16.16
18.35
15.42
17.09
23.56
14.64
15.01
18.04
16.01
18.03
14.79
17.59
26.78
13.76
18.06
18.25
18.74
20.42
1
9.51
15.06
27.45
6.96
14.67
15.36
16.00
19.25
8.57
14.47
26.19
6.08
13.76
14.31
15.05
18.19
13.91
16.14
23.12
12.44
13.00
17.31
14.74
17.86
12.81
16.47
26.51
10.88
16.91
17.28
17.88
20.29
K.YÜREKLİ
Obs.
West
GLO
100
80
60
40
20
0
80
Rainfall (mm)
Rainfall (mm)
Obs.
GLO
60
40
20
0
0,01
0,01 0,17 0,33 0,48 0,64 0,80 0,96
Obs.
60
0,17 0,33
0,48
0,64
0,80
0,96
Emprical Probability
Emprical Probability
Obs.
Central South
40
20
East
GEV
60
GPA
Rainfall (mm)
Rainfall (mm)
Central North
40
20
0
0
0,02
0,24
0,46
0,68
0,91
Emprical Probability
0,02
0,19
0,35
0,52
0,69
0,85
Emprical Probability
Figure 2. Comparison of the Maximum Daily Rainfalls Belonging to Hydrologic Homogeneous
Regions with Rainfalls Predicted by Using the Selected Distributions
4. Conclusion
Knowledge related to distributions of
rainfall amounts are of a great important on the
design of water-related structure. Therefore, the
main goal should be to specify the most suitable
probability distribution fit to the observations.
But, a reliable design quantile estimate is
commonly impossible. In the study, the Lmoment approach introduced by Hosking
(1990), which is widely popularized to
frequency analysis in recent time, was used for
parameter estimation belonging to statistical
distributions. Performances of the statistical
distributions taken into consideration in the text
5. Nomenclature
a
mean of the logarithmic values
b
standard deviation of the logarithmic
values
c
location parameter
F
probability level
R
sum of ranks belonging to first
group (P)
J
number of the tied observations in the
raw data set
for the maximum daily rainfall data of the
hydrologic homogeneous region were evaluated
by mean absolute deviation index (MADI) and
mean square deviation index (MSDI). The
MADI and MSDI results showed that the
maximum daily rainfalls of W, CN, CS and E
homogeneous regions are best fitted to GLO,
GLO, GPA and GEV statistical distributions,
respectively. Yürekli (1999) found LN2 as best
fit distribution for the mentioned homogeneous
regions by using moment method in parameter
estimation.
Greek Symbols

mean of the x series
σ
standard deviation of the x
series
1
 (F )
the inverse standard normal
distribution function
ξ
location parameter
Κ
shape parameter
α
scale parameter
43
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 37-44
References
Bayazıt, M., 1981.Hidrolojide İstatistik Yöntemler.
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yayın No : 1197, 223
s., İstanbul.
Bobee, B. ve Ashkar, S., 1991. The Gamma Family and
Derived Distribution Applied in Hydrology. Water
resources Publication, 203 s, Colorado.
Cromwell, J.B., Labys, W.C. and Terraza, M., 1994.
Univariate Tests for Time Series Models. A Sage
Publications, Series/number: 07-99, 96 p., London.
Gibbons, J.D., 1997. Nonparametric Methods for
Quantitative Analysis. American Sciences Press,
Inc.,537 p., Ohio-USA.
Greenwood, J.A., J.M. Landwehr, N.C. Matalas and J.R.
Wallis, 1979. Probability Weighted Moments:
Definition and Relation to Parameters of Several
Distributions Expressable in Inverse Form. Water
Resources Research, 15, 1049-1054.
Hosking, J.R.M., 1990. L-Moments: Analysis and
Estimation of Distributions Using Linear
Combinations of Order Statistics. Journal of The
Royal Statistical Society Series B, 52, 105-124.
Hosking, J.R.M. and Wallis, J.R. 1993. Some Statistics
Useful in Regional Frequency Analysis. Water
Resources Research, 29, 271-281.
Hosking, J.R.M. and Wallis, J.R., 1997. Regional
Frequency Analysis: An Approach Based on LMoments. Cambridge University Press, 224 p.,
USA.
Huff, F.A. and Changnon, S.A., 1973. Precipitation
Modification by Major Urban Areas. Bulletin
American Meteorological Society, 54, 1220-1232.
Jain, D. and Singh, V.P., 1987. Comparison of Some
Flood Frequency Distributions Using Empirical
Data. “ Ed. V.P. Singh. Hydrologic Frequency
Modeling”, D. Reidel Publishing Company, p 467485, The Netherlands.
Stedinger J.R., Vogel, R.M. and Georgiou, E.F. 1993.
Frequency Analysis of Extreme Events. “Ed. D.R.
Maidment, Handbook of Hydrology”, McGraw-Hill,
Inc., Chapter 18 (1-66), New York.
Okman, C., 1975. Tekrarlanma Analizlerinde Hidrolojik
Verilerin Seçimi, Topraksu Teknik Dergisi, 40-41,
54-58. (in Turkish).
Okman, C., 1994. Hydrology. University of Ankara
Faculty of Agriculture, Publication No, 1388, 359p,
Ankara. (in Turkish).
Park, J.S., Jung, H.S., Kim, R.S. and Oh, J.H., 2001.
Modelling Summer Extreme Rainfall over the
Korean Penissula Using Wakeby Distribution.
International Journal of Climatology, 21, 1371-1384.
Sankarasubramanian, A. and Sirinivasan, K., 1999.
Investigation and Comparison of Sampling
Properties of L-Moments and Conventional
Moments. Journal of Hydrology, 218, 13-34.
Yürekli, K., 1999. Hydrologic Characteristics of Amasya
and Tokat Provinces. PhD. Thesis, University of
Ankara, Graduate School of Natural and Applied
Sciences, Department of Farm Structures and
Irrigation, 207p, Ankara. (Unpublished) (inTurkish).
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 45-53
Detection of Whether The Autocorrelated Meteorological Time Series Have
Stationarity by Using Unit Root Approach: The Case of Tokat
1
Kadri Yürekli1
Osman Çevik2
Gaziosmanpasa University, Faculty of Agriculture, Department of Farm Structure and Irrigation, 60250 Tokat
2
Gaziosmanpaşa University, Faculty of Economic and Administrative Sciences, 60250 Tokat
Abstract: This paper presents methodologies on detecting nonstationarity and removing nonstationarity by
differencing for the autocorrelated time series. For this purpose, 5-year daily temperature, light intensity and
relative humidity data from weather station in Tokat were used as materials. Since 5-year daily data
sequences include many records, the new data sequences were constituted by averaging daily average
temperature and relative humidity (average of records at 7.00, 14.00 and 21.00 in a day) and daily light
intensity of five years. The existence of serial correlation between the averages from the mentioned climatic
components was examined by using graphical approach, Ljung-Box Q and Runs tests. These three approaches
imply that the averages have serial correlation. Unit root test (augmented Dickey and Fuller, ADF) was
applied to test whether the averaged daily data sequences are nonstationary. The results of ADF emphasis the
existence of nonstationarity in the daily data sequences. Similarly, the autocorrelation function graphs
(correlogram) show nonstationarty, because of slowly decay in the autocorrelation functions for the daily data
sequences. The first differencing was applied to remove nonstationary. After taking the first differencing, the
ADF test results and the correlograms of the daily data sequences showed stationary.
Key Words: Unit root, Dickey and Fuller test, Ljung-Box Q statistic, runs test.
Bağımlı Meteorolojik Zaman Serilerinde Durağanlığın Birim Kök Yaklaşımı
ile Belirlenmesi: Tokat Örneği
Özet: Bu çalışmanın amacı, bağımlı zaman serilerindeki değişimin saptanması ve bu değişimin fark
dönüşümüyle giderilmesi ile ilgili metodolojileri sunmaktadır. Bu amaçla, Tokat meteoroloji istasyonunda
ölçülen 5 yıllık günlük sıcaklık, güneşlenme şiddeti ve bağıl nem verisi materyal olarak kullanıldı. 5 yıllık
ölçümler çok fazla veri içerdiğinden, günlük ortalama sıcaklık ve bağıl nem (7.00, 14.00 ve 21.00
ölçümlerinden elde edilen) ve 5 yıllık günlük güneşlenme şiddetinin ortalamaları alınarak yeni veri serileri
oluşturuldu. Adı geçen bu iklim elemanlarından elde edilen ortalamalar arasındaki otokorelasyonun varlığı
grafiksel yaklaşım, Ljung-Box Q istatistiği ve Runs test ile incelendi. Bu üç yaklaşım, ortalamaların
otokorelasyona sahip olduğunu göstermektedir. Ortalama günlük veri serilerindeki değişimi test etmek için
Birim kök testi (augmented Dickey and Fuller, ADF) uygulanmıştır. ADF test sonuçları günlük veri
serilerinde değişimin olduğunu belirtmektedir. Benzer şekilde, günlük veri serileri için elde edilen
otokorelasyon fonksiyonları yavaş azalım gösterdiğinden dolayı, otokorelasyon grafikleri (korrelogram)
değişimi belirtiyor. Günlük veri serilerindeki değişimi gidermek için birinci fark dönüşümü uygulandı.
Birinci fark dönüşümünden sonra, günlük veri serilerinin ADF test sonuçları ve korrelogramları durağanlığı
göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Birim kök, Dickey and Fuller test ,Ljung-Box Q istatistiği, runs test.
1. Introduction
The series have been referred as the
autocorrelated time series if there is dependence
between observations of a given series.
Especially, there is a significant dependence in
observations recording of many hydrologic
phenomena. As known, observations of daily
discharges do not change appreciably from one
day to another. There is a tendency for the
values to cluster, in the sense that high values
tend to follow high values and low values tend
to follow low values. Thus, the daily discharges
are not independently distributed in time. The
dependence among monthly discharges is less
than that among daily discharges, and the
dependence among annual discharges is less
than that among monthly discharges. Thus, the
dependence between hydrologic observations
decreases with an increase in the time base. If
there is a linear dependence between the values
of a series, the correlation between the values
may be taken as dependence criterion (Chow,
1964).
Many hydrologic time series processes
may
be
stationary
or
nonstationary.
Nonstationary time series can occur in many
different ways. They could have nonconstant
Detection of Whether The Autocorrelated Meteorological Time Series Have Stationarity by Using Unit Root Approach:
The Case of Tokat
means, time varying second moments such as
nonconstant variance, or have both of these
properties (Wei, 1990).
The occurrence of nonstationary in a
hydrologic time series can result from gradual
natural or man-induced changes in the
hydrologic environment producing the time
series. Changes in watershed conditions over
period of several years can result in
corresponding
changes
in
streamflow
characteristic that show up as trends in time
series of streamflow data. Urbanization on a
large scale may result in changes in
precipitation amounts that show up as trends in
precipitation. (Huff and Changnon, 1973).
Besides, natural events such as earthquakes,
large forest fires and landslide that quickly and
significantly alter hydrologic regime of an area
cause jumps in the time series. Also, jumps in
the time series results from man-made changes
such as a new dam construction, and the
beginning or cessation of pumping of ground
water (Bayazit, 1981).
Especially, in stochastic modeling studies,
nonstationarity is a fundamental problem.
Therefore, a time series, which has
nonstationarity, should be converted to a
stationary time series. A nonstationary time
series may be transformed to a stationary time
series by using linear difference equation. But,
it is needed to detect whether a given series is
nonstationary before transforming. For this
reason, there are alternative approaches as
graphical method, nonparametric tests and unit
root test. In addition to than, the autocorrelation
function (ACF) is very important tool for the
autocorrelated series. Enders (1995) expresses
that inspection of ACF serves as a rough
indicator of whether nonstationarity is present
in a series. Wei (1990) states that if the sample
ACF decays very slowly, it indicates that
differencing is needed. This inspection of ACF
implies that the sample is nonstationary.
In time series analysis, the most commonly
used transformations are variance–stabilizing
transformations and differencing. Since
differencing may create some negative values,
variance–stabilizing transformations should be
applied before taking differencing (Cromwell et
all., 1994)
Wilson (1990) expresses that the
hydrology of a region depends primarily on
climate of the region and, climate is
46
significantly affected by the geographical
position on the earth’s surface. Therefore,
having information about the conditions related
to the hydrology of a region in future is very
important for hydrologists. For this reason,
especially, modeling studies on climatic
components are rather needed. The present
study is an attempt to detect whether time series
data related to temperature, light intensity and
relative humidity as known climatic
components are nonstationary and, to remove
nonstationarity by differencing.
2. Material and Method
2.1 Study Area
Tokat province selected as study area is
located between 39º 45' N and 40º 45' N
latitudes, 35º 30' E and 37º 45' E longitudes,
covering approximately 10160.7 km2. About
30% of the area is occupied by cropland. Wheat
is the major food crop (average sowing area is
68.5% of the total cropped area) not only in the
district, but in the entire Turkey. The major
sources of irrigation are rainfall, canal and
groundwater.
In this study, 5-year daily temperature,
light intensity and relative humidity data from
weather station in Tokat-TURKEY were used
as materials. Since 5-year daily data sequences
include many records, the new data sequences
were constituted by averaging daily average
temperature and relative humidity (average of
records at 7.00, 14.00 and 21.00 in a day) and
daily light intensity of five years.
2.2 Testing for Nonstationarity
Nonstationarity is the first fundamental
statistical property tested in time series analysis.
A nonstationary time series has no long-run
mean and its variance is time-dependent. If
nonstationarity is present in a given time series,
it is possible to transform the series to a
stationary series. Because of most time series
data are nonstationary, transformation is needed
in stochastically modeling. In this sense, the
most common transformation is differencing,
that is, subtracting a past value of a variable
from its current value (Greene, 2000). But, it is
necessary to detect whether nonstationarity is
present in a series before differencing.
To detect whether a given series has
nonstationarity, lets assume that the relationship
between current value (in time t) and last value
K.YÜREKLİ, O.ÇEVİK
(in time t-1) in the time series is as following
(Enders, 1995):
y t  a 1 y t 1  ε t
(1)
Where, εt is a white noise process. This
model is a first order autoregressive process. In
the process, if |a1| < 1, the series is referred as
stationary. The yt series is nonstationary if |a1| =
1 or >1. The series has a unit root and such
processes are called as random walk. Having a
unit root means that the effect of past shocks
continues.
Greene (2000) stated that a nonstationary
time series could be converted to a stationary
time series by taking first or higher order
difference. If yt-1 is subtracted from the right
and left sides of the above equation, the new
equation is yielded as following:
Δy t  (a 1  1)y t 1  ε t
(2)
This equation is expressed as a first order
difference equation. If a1 is taken one (1) in the
equation, the effect of unit root can be removed
from the actual series that has nonstationarity
via a first differencing.
The series that is
stationary with the first difference is said to be
integrated of order one and, is denoted by I (1).
If the series becomes stationary after being
differenced d times, the nonstationary series is
integrated of order d, and is denoted by I (d).
Although there are different approaches to test
unit root, Dickey and Fuller test is the most
popular.
2.3 Dickey and Fuller Test
One of unit root approaches commonly
used to explain whether a time series is
nonstationary is Dickey and Fuller test by
Dickey and Fuller (1981). There are three types
of equation to test for unit root in Dickey and
Fuller, which are:
A pure random walk, (if α1 is taken, instead
of a1-1 in Equation 2)
Δy t  1 y t 1  ε t
(3)
A random walk with drift (constant),
Δy t   0  1 y t 1  ε t
A random walk with drift and linear time
trend,
Δy t   0  1 y t 1  t  ε t
(5)
Where α0 and β are the coefficients of
constant and time trend, respectively. The null
hypothesis related to the above equations is
Ho: y(t) is random walk, if α1= 0, because of |a1 |
= 1. The associated alternative hypothesis for
null hypothesis of each equation is H1: α1≠ 0.
For each case, the test statistic related to
the null hypothesis is calculated as (Cromwell
et all., 1994):
τ cal  (α 1  0)/SE(α1 )
(6)
Where SE (α1) refers to standard error of
α1. The calculated statistic, (τcal), is compared
with τ-critical value from McKinnon (1990) at
the chosen significance level and, if τcal is
greater than τ-critical value, the null hypothesis
is rejected.
Enders (1995) stated that residuals were
assumed to be independent and to have a
constant variance in Dickey and Fuller test.
Under the conditions that residuals have serial
p 1
correlation,
θ j  Δy t  j term
should
be
j1
augmented to remove serial correlation in
residuals to Dickey and Fuller test regressions
(3, 4 and 5). This approach is called as
augmented Dickey and Fuller Test. Where p is
the number of lags chosen for dependent
variable (residuals). The test variations related
to the augmented Dickey and Fuller regressions
are as given above. Gujarati (2002) suggested
that the existence of autocorrelation in the
residuals could be achieved by Durbin-Watson
(DW) test.
Besides, the unit root approach in detecting
nonstationarity, it is possible to visually
determine via the autocorrelation function
(ACF) from an autocorrelated series. Wei
(1990) expresses that a slowly decaying ACF is
indicative of a large characteristic root. This
indicates that differencing is needed to convert
series to stationary series.
(4)
47
Detection of Whether The Autocorrelated Meteorological Time Series Have Stationarity by Using Unit Root Approach:
The Case of Tokat
2.4 Inspection of Autocorrelation Function
Autocorrelation refers to the correlation of
a time series with its own past and future
values. Autocorrelation is called as serial
correlation. Many hydrologic time series
exhibit significant serial correlation. That is, the
value of random variable under consideration at
one period is correlated with the values of the
random variable at earlier time periods.
Positively autocorrelated series represent that
high values tend to follow high values and low
values tend to follow low values. Negatively
autocorrelated series is characterized by
reversals from high to low or from low to high
(Box and Jenkins, 1976). The kth order
autocorrelation coefficient of a given series is
denoted as rk and defined as:
x x
t
x
2
(9)
(7)
2
t
t 1
Hipel et al. (1977) suggest that the ACF
for a series should not exceed a maximum lag
of approximately n/4. If the autocorrelations
function (ACF) of a given time series, x(t), is
significantly different from zero, this implies
that there is dependence between observations.
Therefore, ACF is a powerful complementary
beneficial tool for testing independence
(Ferguson et al., 2000). For this reason, the
corrologram is drawn by plotting rk against lag
k. If the autocorrelation coefficients from a
given series fall in the confidence interval at
5%, the series is referred as independent.
Controversially, if more than 5% of the serial
correlation coefficients fall outside the limits,
the series is called as dependent. This emphasis
that the observations are correlated (Janacek
and Swift, 1993).Salas et al. (1980) suggest that
the confidence limits on the correlogram of a
series can be calculated from the following
equation.
 1  1.96 n  k  1
nk
(8)
Additional to graphical approach to render
whether a series is autocorrelated, Ljung-Box Q
statistic and runs tests were used as alternative
48
m
Q (r )  n(n  2) (n  k ) 1 rk
Where m is the number of lags.
t k
t  k 1
n
CL 
2.4.1 Ljung-Box Q (LBQ) Statistic
The Ljung-Box Q or Q (r) statistic (Ljung
and Box, 1978) can be employed to check
independence instead of visual inspection of the
sample autocorrelations. A test of this
hypothesis can be done for serial dependence
by choosing a level of significance and then
comparing the value of calculated χ2 with χ2table of critical value. If the calculated χ2 value
is smaller than the χ2-table critical value, there
is no serial dependence on the basis of available
data. The Q (r) statistic is calculated by using:
k 1
n
rk 
approaches in this study. The approaches are
given as following, respectively.
2.4.2 Runs Test
The runs test can be used to decide if a
data set is from a random process. A run is
defined as a series of increasing values or a
series of decreasing values. The number of
increasing, or decreasing, values is the length of
the run. In a random data set, the probability
that the (I+1)th value is larger or smaller than
the Ith value follows a binomial distribution
which forms the basis of the runs test. The first
step in the runs test is to compute the sequential
differences (Yi - Yi-1). Positive values indicate
an increasing value whereas negative values
indicate a decreasing value. In other term, if Yi
> Yi-1, a 1 (one) is assigned for an observation
and a 0 (zero) otherwise. The series then has an
associated series of 1’s and 0’s. A run is a
consecutive sequence of 0’s or 1’s. A run’s test
check if the number of runs is the correct
number for a series that is random. To figure
this out, let T be the number of observations, TA
be the number above the mean and TB be the
number below the mean. Let R be the observed
number of runs. Then using combinatorial
methods, the probability P(R) can be
established and mean and variance of R can be
derived: (Gibbons, 1997; Cromwell et al.,
1994). When T is relatively large (>20), the
distribution of R is approximately normal.
K.YÜREKLİ, O.ÇEVİK
E(R) 
T  2TA TB
T
(10)
V(R) 
2TA TB (2TA TB  T
T 2 (T  1)
(11)
ZN 
R  E(R)
V(R)
 N(0,1)
(12)
The null hypothesis is rejected if the
calculated ZN value is greater than the selected
critical value obtained from standard normal
distribution table. In other words, x(t) series is
decided to be non-random.
3. Results and Discussion
The autocorrelation function (ACF)
graphs, which is known as corrrelogram, of the
data were taken into consideration to visually
detect the existence of nonstationarity in the
averaged daily temperature, light intensity and
relative humidity data from 5-year daily records
at weather station in Tokat-TURKEY (Figure
1). The figure indicates that ACFs decline
gradually implying nonstationary. Especially,
slowly decay in ACFs related to the averaged
daily temperature and light intensity data
sequences is more obvious than the ACF of the
averaged daily relative humidity data
sequences. Also, the ACFs show that the
averaged daily data sequences have rather high
serial correlation. Similarly, Ljung-Box Q
(LBQ) and Runs test results emphasize rather
high serial correlation between the averages of
the daily data sequences (Table 1). The LBQ
statistic calculated for each of three daily data
sequences were rather high compared with 2
critical values at 5% significance level. Because
the LBQ statistics are greater than the 2 critical
values, the null hypothesis of independence
between the averages is rejected. Addition to
LBQ statistic, runs test results show serial
correlation between the averages. ZN values
obtained for each data sequences are greater
than Z critical value from standard normal
distribution table at 5% significance level. This
implies rejection of the null hypothesis related
to no serial correlation. Because the ACFs
attenuate very slowly, nonstationarity in the
daily data sequences should be counteracted for
performing
stationary
data
sequences.
Therefore, the most common transformation,
differencing, was applied to the averaged daily
data sequences. Figure 2 illustrates that the first
differencing removes nonstationary pattern for
each daily data sequences.
Unit root test (augmented Dickey and
Fuller, ADF,) was applied to the averaged daily
data sequences to test the nonstationary of data
sequences. Test results were given in Table 2.
The ADF test statistics, (τcal), for the daily data
sequences were smaller than the critical values
obtained from MacKinnon (1990) at 0.01, 0.05
and 0.10 significance levels, except 10%
significance level for the averaged daily
humidity data. According to these results, the
null hypothesis, which has a unit root, for the
data sequences should be accepted at 0.01, 0.05
and 0.10 significance levels, except daily
relative humidity data at 10% significance
level. For each of the averaged daily data
sequences from 5-year daily temperature, light
intensity and relative humidity data, maximum
lag lengths for ADF test were selected as 6, 9
and 5, respectively. Maximum lag lengths of
ADF test were selected by taking into
consideration Akaike Information Criterion
(AIC) given by Wei (1990). The model in
which the AIC is the lowest is chosen for
maximum lag length. AIC for maximum lag
lengths (6, 9 and 5, respectively) related to
temperature, light intensity and relative
humidity data are calculated, respectively, as
0.847, 4.732 and 1.546. Whether the existence
of autocorrelation in the residuals from the
regression models with the lowest AIC obtained
for the daily data sequences was fulfilled by
Durbin-Watson (DW) test. The DW test values
related to temperature, light intensity and
relative humidity data are 2.004, 2.012 and
1.995, respectively. Gujarati (2002) expresses
that if DW statistic is 2, there is no serial
correlation in the residuals. There is no serial
correlation between the residuals, because the
DW statistics for the residuals from the
regression models with the lowest AIC are very
close to 2. The values (V) of the parameter
associated the standard errors (SEV), t-ratios
(tcal) for drift (constant) and trend parameters in
regressions of the daily data sequences were
given in Table 2. These t-ratios (tcal) related to
constant and trend coefficients were compared
with critical value of 1.96 obtained from t-
49
Detection of Whether The Autocorrelated Meteorological Time Series Have Stationarity by Using Unit Root Approach:
The Case of Tokat
distribution at 0.05 significance level. Only, tratios (tcal), of constant and trend coefficients
related to light intensity data and constant
coefficient of relative humidity data were
greater than critical value (Table 2). Therefore,
these parameters concerning with light intensity
and relative humidity data should be involved
in its regressions.
Table 1. Test Results of Serial Correlation from Actual Data
Ljung-Box Q Test
Runs Test
k=90
Variable
Decision
Q(r)
χ 2Table
ZN
ZTable
Temp.
11037.2
NR
-17.9
Light Int.
9513.4
NR
-16.2
112.02
± 1.96
Rel.Hum.
2406.4
NR
-10.2
NR, the variable are dependent
Temp., Temperature
Light Int., Light Intensity
Rel.Hum., Relative Humidity
Table 2.Unit Root Test Results for The Actual Data Sequences
Test Critical Value
Constant
ADF
Variable
Statistic
0.01
0.05
0.10
V
SEV
Temp.
-0.735
0.104
0.054
Light Int.
-1.095
-3.988 -3.424 -3.135 1.625
0.666
Rel.Hum.
-3.215
1.894
0.602
ADF test was applied to detect whether the
differenced series are stationary after
performing the first differencing to the
averaged daily data sequences. Test results
were given in Table 3. The ADF test statistics
of the daily data sequences were greater than
the MacKinnon critical values at 0.01, 0.05 and
0.10 significance levels. According to these
results, the null hypothesis, which has a unit
root, should be rejected at 0.01, 0.05 and 0.10
significance levels. For each of the averaged
daily data sequences, maximum lag lengths of
ADF test were 5, 8 and 4, respectively. The
lowest AIC for maximum lag lengths (5, 8 and
4, respectively) related to the differenced
temperature, light intensity and relative
humidity data were calculated, respectively, as
0.843, 4.730 and 1.569. DW test values
concerning with whether serial correlation in
V
-0.0003
-0.0054
0.0003
NR
NR
NR
Trend
SEV
0.0002
0.0014
0.0002
t-ratio
-1.656
-3.817
1.017
the residuals from the regression models
selected for the differenced data sequences is
present, were calculated, respectively, as 2.005,
2.013 and 2.002. The values (V) of the
parameter associated the standard errors (SEV),
t-ratios (tcal) for drift (constant) and trend
parameters in regressions for the differenced
data sequences were given in Table 3. These tratios (tcal) related to constant and trend
coefficients of the differenced temperature and
light intensity data (except constant parameter
of temperature data) were greater than critical
value of 1.96 obtained from t-distribution at
0.05 significance level. Therefore, these
parameters concerning with the differenced
temperature and light intensity data should be
present in its regressions.
Table 3. Unit Root Test Results for The Differenced Data Sequences
Test Critical Value
Constant
ADF
Variable
Statistic
0.01
0.05
0.10
V
SEV
Temp.
-11.034
0.077
0.040
Light Int.
-9.968
-3.988 -3.424 -3.135 0.971
0.295
Rel.Hum.
-13.501
-0.033 0.057
50
t-ratio
1.919
2.440
3.147
Decision
t-ratio
1.922
3.288
-0.577
Trend
V
SEV
-0.0004 0.0002
-0.0053 0.0014
0.0001 0.0003
t-ratio
-1.998
-3.735
0.500
K.YÜREKLİ, O.ÇEVİK
Temperature
1.0
ACF
.5
0.0
-.5
-1.0
1
9
17
25
33
41
49
57
65
73
81
89
57
65
73
81
89
57
65
73
81
89
Lag Number
Light Intensity
1.0
ACF
.5
0.0
-.5
-1.0
1
9
17
25
33
41
49
Lag Number
Relative Humidity
1.0
ACF
.5
0.0
-.5
-1.0
1
9
17
25
33
41
49
Lag Number
Figure 1. ACF-The Actual Data
51
Detection of Whether The Autocorrelated Meteorological Time Series Have Stationarity by Using Unit Root Approach:
The Case of Tokat
Temperature
1.0
ACF
.5
0.0
-.5
-1.0
1
9
17
25
33
41
49
57
65
73
81
89
57
65
73
81
89
57
65
73
81
89
Lag Number
Light Intensity
1.0
ACF
.5
0.0
-.5
-1.0
1
9
17
25
33
41
49
Lag Number
Relative Humidity
1.0
ACF
.5
0.0
-.5
-1.0
1
9
17
25
33
41
49
Lag Number
Figure 2. ACF-The Differenced Data
52
K.YÜREKLİ, O.ÇEVİK
4. Conclusion
One of the fundamental problems in
stochastic modeling is nonstationarity of a
given time series. Therefore, nonstationary time
series should be transformed to a stationary
time series. There are different ways to detect
whether a given series is nonstationary. Unit
root test (Augmented Dickey and Fuller test) is
one of the most commonly used approaches.
In this study, Augmented Dickey and
Fuller (ADF) test was applied to 5-year daily
temperature, light intensity and relative
References
Bayazıt, M., 1981.Hidrolojide İstatistik Yöntemler.
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yayın No : 1197, 223
s., İstanbul.
Box, G.E.P., and Jenkins, G.M., 1976. Time Series
Analysis Forecasting and Control. Holden-Day, 575
p., San Francisco-USA.
Chow, V.T. 1964. Handbook of Applied Hydrology.
McGraw-Hill Book Company, New York.
Cromwell, J.B., Labys, W.C. and Terraza, M., 1994.
Univariate Tests for Time Series Models. A Sage
Publications, Series/number: 07-99, 96 p., London.
Dickey, D.A. and Fuller, W.A., 1981. Likelihood Ratio
Statistics for Autoregressive Time Series With A
Unit Root. Econometrica, 49, 1057-1072.
Enders, W., 1995. Applied Econometric Time Series. John
Wiley and Sons, Inc., 435 p., New York.
Ferguson T.S., Genest, C. and Hallin, M., 2000. Kendal’s
Tau for Serial Dependence. The Canadian Journal of
Statistics, 28, 587-604.
Gibbons, J.D., 1997. Nonparametric Methods for
Quantitative Analysis. American Sciences Press,
Inc.,537 p., Ohio-USA.
Greene, W.H., 2000. Econometric Analysis. Prentice Hall
International, Inc., 1004 p., New Jersey-USA.
humidity data from the weather station in Tokat
province. The ADF test showed that the daily
data sequences are nonstationary. To remove
nonstationarity in the daily data sequences, first
differencing was applied to the daily data
sequences. ADF test was applied to detect
whether the differenced series are stationary
after the first differencing. The ADF test results
showed that the first differencing helped to
remove nonstationary from the data.
Gujarati, D.N., 2002. Basic Econometrics. McGraw-Hill,
N.Y., Fourth Edition, 912 p., New York-USA.
Hipel, K.W., McLeod, A.I. and Lennox, W.C., 1977.
Advances in Box-Jenkins Modeling 1. Model
Construction. Water Resources Research, 13, 567575.
Huff, F.A. and Changnon, S.A., 1973. Precipitation
Modification by Major Urban Areas. Bulletin
American Meteorological Society, 54, 1220-1232.
Janacek, G., and Swift, L., 1993. Time Series Forecasting,
Simulation, Application. Ellis Horwood, 331 p.,
New York-USA.
Ljung, G.M. and Box, G.E.P., 1978. On a Measure of
Lack of Fit in Time Series Models. Biometrika, 65,
297-303.
McKinnon, J.G., 1990. Critical Values for Co-Integration
Tests. UC San Diego Discussion Paper, 90-4.
Salas, J.D., Delleur, J.W., Yevjevich, V.M. and Lane,
W.L., 1980. Applied Modeling of Hydrologic Time
Series. Water Resources Publications, 484 p,
Littleton, Colarado.
Wei, W.W.S., 1990. Time Series Analysis. AddisonWesley Publishing Company, Inc., 478 P., New
York-USA.
Wilson, E.M., 1990. Engineering Hydrology. Macmillan
Press Ltd., 348 P., London.
53
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 55-61
Diyarbakır Ekolojik Koşullarında Farklı Azot ve Fosfor Uygulamalarının
Pamukta Verim ve Lif Teknolojik Özelliklere Etkisi*
Çetin Karademir1
1
Emine Karademir1
İlhan Doran2
Ahmet Altıkat1
Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü PK: 72, 21110 Diyarbakır
2
Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Diyarbakır
Özet: Bu araştırma, Diyarbakır ekolojik koşullarında farklı azot ve fosfor dozlarının pamuğun verim ve lif
teknolojik özellikleri üzerine etkisini belirlemek amacıyla, Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma
Enstitüsü deneme alanında, 2002 ve 2003 yıllarında yürütülmüştür. Tesadüf bloklarında bölünmüş parseller
deneme desenine göre, 3 tekrarlamalı olarak yürütülen çalışmada, Maraş 92 çeşidi kullanılmış ve azotun 5 (0,
6, 12, 18, 24 kg/da), fosforun 4 farklı dozu (0, 4, 8, 12 kg/da) uygulanmıştır. Araştırma sonucunda, kütlü
pamuk verimi üzerine azot dozları ve NxP interaksiyonun, lif uzunluğu üzerine azot dozlarının etkileri
önemli bulunurken, çırçır randımanı, lif inceliği, lif kopma dayanıklılığı, lif kopma uzaması, lif üniformite
oranı, kısa lif oranı özellikleri üzerine azot ve fosfor dozlarının etkili olmadıkları belirlenmiştir. En yüksek
kütlü pamuk verimi N18P12 (18 kg N/da+12 kg P2O5/da) kombinasyonundan elde edilmesine rağmen, en
ekonomik uygulamanın N12P8 (12 kg N/da+8 kg P2O5/da) kombinasyonu olduğu belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Pamuk, Azot, Fosfor, Verim, Teknolojik Özellikler
The Effects of Different Nitrogen and Phosphorus Applications on Yield and
Fibre Technological Properties of Cotton in Diyarbakır Ecological Conditions
Absract: This study was carried out to determine the effects of different nitrogen and phosphorus
applications on cotton yield and fiber technological properties in experimental area of Southeast Anatolia
Agricultural Research Institute during 2002 and 2003 in Diyarbakır ecological conditions. The field
experiment was conducted using a split plot design with three replications. Maraş 92 cotton variety was
used as a plant material. The treatments consisted of five different nitrogen doses (0, 6, 12, 18, 24 kg/da) and
four phosphorus doses (0, 4, 8, 12 kg/da). In this study it was found that seed cotton yield were significantly
affected from nitrogen and nitrogen x phosphorus doses interactions also fiber length was affected from
nitrogen doses, while ginning percentage, fiber fineness, fiber strength, fiber elongation, fiber üniformity and
short fiber index were not affected from nitrogen and phosphorus doses. The result showed that the best
economical treatment was N12P8 kg/da although the highest seed cotton yield was obtained from the N18P12
kg/da treatment
Key words: Cotton, Nitrogen, Phosphorus, Yield, Technological Properties
1.Giriş
Türkiye’ de pamuk tarımı Ege, Çukurova,
Antalya ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde
yapılmaktadır. Türkiye pamuk ekim alanı
694.760 ha olup, bu alanlardan 963.998 ton’
luk bir lif üretimi gerçekleştirilmektedir
Türkiye pamuk üretiminin % 45’ i GAP
bölgesinden karşılanmaktadır. Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde Diyarbakır ili Şanlıurfa’
dan sonra en büyük pamuk üretim alanına
sahiptir (Özüdoğru, 2004)
Pamukta gübreleme en önemli kültürel
uygulamalardan biri olup, verim ve kalite
üzerinde önemli bir etkide bulunmaktadır. Fazla
verilen azot üretim maliyetini arttırmakla
kalmayıp,
bitkinin
vejetatif
aksamının
artmasına, olgunlaşmanın gecikmesine, yaprak
dökümünün daha zor yapılmasına, yavaş
meyvelenmeye,
hastalık
ve
zararlı
problemlerinin artmasına ve lif kalitesinin
azalmasına neden olurken, azotun eksikliği
durumunda
ise
bitkinin
gelişememesi,
olgunlaşma eksikliği ve verimde azalmalara
neden olmaktadır (Albers ve ark., 1993)
Fosfor ise pamukta tohum ve lif
oluşumunda önemli rol oynamakta ve erken
olgunlaşmayı teşvik ederek hasadın erken
yapılmasını sağlamaktadır (Albers ve ark.,
1993). Bu nedenle pamukta dengeli bir
gübreleme optimum verim ve yüksek kalitenin
yanı sıra ekonomik bir üretim içinde gereklidir.
Harran Ovası Koşullarında yapılan
çalışmalarda pamuk tarımında en ekonomik
azot dozunun 13 kg/da, fosfor dozunun 7 kg/da
olduğu (Özer ve Dağdeviren, 1986; Özer,
1992), yine aynı koşullarda yürütülen diğer bir
araştırmada ise maksimum verimin 16 kg N/da
57
Ç.KARADEMİR, E.KARADEMİR, İ.DORAN, A.ALTIKAT
uygulamasından elde edildiği, ancak en
ekonomik azot dozunun 14 kg/da olduğu
(Haliloğlu ve Oğlakçı, 2000) bildirilmiştir. Azot
gübrelemesi ile ilgili yapılan çalışmalarda en
yüksek verimin 12 kg/da N uygulamasından
elde edildiği (Hibberd ve ark., 1990), azot
dozunu arttırmanın pamuk veriminde artışa
neden olduğu, bu artışın koza sayısı ve koza
ağırlığı ile ilişkili olduğu, lif kalite kriterleri
arasında sadece lif oranının bu artıştan
etkilendiği (Setatou ve Simonis, 1994)
belirtilmiştir.
Ege
bölgesi
koşullarında
yürütülen bir çalışmada dekara 10 kg N
uygulaması ile en yüksek verimin elde edildiği,
fosforlu gübrenin lif uzunluğu ve lif kopma
dayanıklılığını olumlu yönde etkilediği, ancak
lif inceliği üzerine önemli bir etkisinin olmadığı
belirtilmektedir (Tozan, 1990). Lif uzunluğu,
lif inceliği ve olgun lif yüzdesinin azot ve fosfor
uygulamasından etkilendiği (Mukundan ve ark.,
1992), NxP interaksiyonunun kütlü pamuk
veriminde önemli olduğu, en yüksek verimin 16
kg N/da ve 8 kg P2O5/da uygulanmasından elde
edildiği (Berberoğlu ve Karaaltın, 2001), azot
dozlarının çırçır randımanı, meyve dalı sayısı
ve kütlü pamuk verimi üzerinde etkili olduğu
(Gençer ve Oğlakçı., 1983), 0-12 kg/da P205
uygulamasının lif kopma dayanıklılığı, lif
inceliği ve lif olgunluğu üzerine önemli bir
etkisinin olmadığı (Subrahmanyam ve ark.,
1989), azot oranını artırmanın çırçır randımanı
üzerinde önemli bir etki yapmadığı, ancak lif
uzunluğu ve lif inceliğini artırdığı, lif kopma
dayanıklılığı ve olgunluk katsayısını azalttığı
(Vireshwar ve Nagwekar, 1989) bildirilmiştir.
Bu durum pamukta azot ve fosfor
uygulamalarının bölge ekolojik koşullarına,
uygulama zamanına, miktarına ve şekline bağlı
olarak değişebileceğini, pamuk tarımının
yapıldığı her alt bölge için uygun gübre
dozlarının belirlenmesinin gerekliliğini ortaya
koymaktadır.
Bu çalışma, Diyarbakır koşullarında
pamuk bitkisinin verim ve lif teknolojik
özellikler yönünden uygun azot ve fosfor
dozlarını belirlemek amacı ile yürütülmüştür.
2. Materyal ve Metot
Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma
Enstitüsü deneme alanında 2002 ve 2003 yılları
arasında yürütülen bu araştırmada, bölgenin
standart pamuk çeşitlerinden birisi olan Maraş
92 (Gossypium hirsutum L.) çeşidi kullanılmış,
azotun 5 (N0, N6, N12, N18, N24 kg/da) ve
fosforun 4 farklı dozu (P0, P4, P8, P12 kg/da)
uygulanmıştır. Deneme, tesadüf bloklarında
bölünmüş parseller deneme desenine göre 3
tekrarlamalı olarak yürütülmüş, ana parselleri
azot dozları, alt parselleri ise fosfor dozları
oluşturmuştur. Azot dozlarının yarısı ile fosfor
dozlarının tamamı ekim esnasında makine ile,
azot dozlarının geri kalan bölümü ise ekimden
45 gün sonra, yani ilk sulama öncesi
uygulanmıştır. Azot, ekim esnasında amonyum
sülfat, üst gübrelemede amonyum nitrat, fosfor
ise triple süper fosfat olarak uygulanmıştır.
Pamuk ekimi 2002 yılında 13 Mayıs, 2003
yılında ise 12 Mayıs tarihinde mibzerle
yapılmıştır. Denemede ana parseller 12 m
uzunluğunda 16 sıradan (134.4 m2), alt parseller
ise 12 m uzunluğundaki 4 sıradan (33.6 m2)
oluşturulmuştur.
Parsellerin
farklı
azot
uygulamalarından etkilenmemeleri amacıyla
ana parseller arasında 2.1 m' lik boşluklar
bırakılmıştır. Denemede 7 kez karık usulü
sulama yapılırken, 2002 yılında yabancı otlara
karşı ekim öncesi ilaçlama yapılmış, zararlılara
karşı her iki yılda da ilaçlı mücadeleye gerek
duyulmamıştır. Hasat elle 2 defada yapılarak
tamamlanmış ve her parselin ortadaki iki sırası
hasat edilmiştir. Pamuk hasadı denemenin
birinci yılında 18 Ekim ve 13 Kasım, ikinci
yılında ise 10 Ekim ve 5 Kasım tarihlerinde
yapılmıştır. Teknolojik özellikler Akyıl Tekstil
AŞ. tarafından HVI 900 A aleti yardımı ile
belirlenmiştir. İstatistiksel analizlerde MSTATC
paket
programı,
ortalamaların
karşılaştırılmasında ise LSD testi kullanılmıştır.
Araştırmanın yürütüldüğü deneme alanının
toprak yapısı killi-tınlı olup, pH’ sı 7.6’ dır.
Organik madde kapsamı % 1.53, fosfor
kapsamı ise % 4.00 dür. Bu alanların kireç
(CaCo3) kapsamı % 9.5, yararlı K20 kapsamı
1.53 olup, toplam tuz oranı % 0.092’ dir.
(Laboratuar Analiz Sonuçları, GATAE., 2002)
Araştırmanın yürütüldüğü 2002 ve 2003
yılı iklim değerleri ile uzun yıllara ilişkin iklim
değerleri Tablo 1’ de verilmiştir. Tablodan
maksimum ve ortalama sıcaklıkların uzun
yıllara ilişkin sıcaklık değerlerine paralel
seyrettiği, 2002 yılında haziran, 2003 yılında
ise mayıs ayında oldukça düşük miktarda
yağışın kaydedildiği, her iki yılda da temmuz
ayında hiç yağışın düşmediği görülmektedir.
61
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 55-61
Tablo 1. Diyarbakır İli Denemenin Yürütüldüğü 2002 ve 2003 Yılı ile Uzun Yıllara İlişkin İklim Verileri
Max. Sıcaklık ( ºC )
Ort. Sıcaklık ( ºC )
Toplam Yağış (mm)
Ort. Nispi Nem (%)
AYLAR
2002
2003
UY
2002 2003
UY
2002
2003
UY
2002
2003 UY
Mart
16.6
11.8
14.2
9.4
6.5
8.3
73.0
80.7
66.2
64
64.5
66
Nisan
17.8
19.5
20.3
12.2
13.4
13.9
65.0
80.6
73.5
69
66.1
63
Mayıs
26.0
28.5
26.5
17.9
20.4
19.3
34.9
5.4
40.8
49
45.0
56
Haziran
33.6
33.9
33.2
26.3
26.4
25.9
1.3
26.9
7.2
30
24.5
36
Temmuz
38.4
38.3
38.2
31.0
31.5
31.0
0.7
20
14.0
27
Ağustos
36.7
39.2
38.0
29.8
31.5
30.3
0.3
0.6
22
14.6
27
Eylül
33.4
32.8
33.3
25.0
25.0
24.9
5.5
0.9
2.6
28
21.8
31
Ekim
26.9
27.3
25.2
18.6
19.0
8.3
15.7
33.3
30.8
42
40.0
48
Kaynak: Meteoroloji İşleri Müdürlüğü, Diyarbakır
3. Bulgular ve Tartışma
Çalışmada incelenen özelliklere ait iki
yıllık veriler bir arada değerlendirilmiş ve
bulgular, Çizelge ve Grafikler şeklinde
verilmiştir.
3.1. Kütlü Pamuk Verimi
Kütlü pamuk verimi 368.00 ile 407.63
kg/da arasında değişmiş olup, azot dozları, NxP
interaksiyonu ve yılların kütlü pamuk verimi
üzerine etkilerinin önemli olduğu, fosfor
dozlarının ise önemli bir etkide bulunmadığı
belirlenmiştir (Çizelge 1). Azot dozlarındaki
artışa paralel olarak kütlü pamuk verimi artmış
ve 18 kg N/da dozunda en yüksek verim
(407.63 kg/da) elde edilmiştir. Azot dozunun 24
kg N/da’a çıkması ile verimde 18.7 kg/da’lık bir
azalma gerçekleşmiştir. Yapılan regresyon
analizinde quadratik bir ilişkinin olduğu (R2 =
0,742) görülmektedir (Çizelge 1; Grafik 1).
Çizelge 1. Azot ve Fosfor Uygulamalarının Kütlü Verimine ve Çırçır Randımanına Etkisi
Uygulama
Kütlü Pamuk Verimi (kg/da)
Çırçır Randımanı (%)
Azot
2002
2003
Ortalama
2002
2003
Ortalama
N0
412.64
323.37
368.00 b
39.79
41.20
40.49
N6
413.19
329.00
371.09 b
40.43
41.89
41.16
N12
425.19
387.08
406.13 a
39.67
40.81
40.24
N18
443.99
371.27
407.63 a
39.73
41.04
40.39
N24
433.38
344.36
388.87 ab
39.92
40.94
40.43
Fosfor
P0
415.13
350.21
382.67
40.06
41.29
40.67
P4
436.38
344.67
390.53
39.89
41.46
40.67
P8
426.19
353.92
390.05
40.08
41.12
40.60
P12
425.01
355.26
390.14
39.57
40.83
40.20
Ort.
425.68 a
351.01 b
39.89 b
41.17 a
Yıl (LSD)
16.84 **
0.496 **
N
26.62 *
Ö.D
P
Ö.D
Ö.D
NxP
39.08 *
Ö.D
Kütlü Verimi (kg/da)
Grafik 1. Kütlü Pamuk Verimi Üzerine Azot Dozlarının Etkisi
420
410
400
390
380
370
360
350
340
330
406,14
407,63
388,87
371,09
368
y = -5,5186x 2 + 40,939x + 326,23
R2 = 0,742
N0
N6
N12
N18
N24
dozları
Kütlü Pam uk VerimAzot
i
Polinom (Kütlü Pam uk Verim i)
57
Ç.KARADEMİR, E.KARADEMİR, İ.DORAN, A.ALTIKAT
Kütlü pamuk verimine ilişkin NxP
interaksiyonu önemli bulunmuş, en yüksek
verim N18P12 (442.40 kg/da) uygulamasından
elde edilirken, en düşük verim N0P8 (347.29
kg/da) uygulamasından elde edilmiştir (Çizelge
2; Grafik 2). Kütlü pamuk verimi üzerine
azot dozlarının
etkisinin önemli, fosfor
dozlarının etkisinin önemli olmadığını ve azot-
fosfor uygulamaları arasında interaksiyonun
bulunduğunu belirten bulgularımız Setatou ve
Simonis., (1994); Berberoğlu ve Karaltın,
(2001); Raghuwashı ve ark., (1989)’ının
bulguları ile paralellik arz etmektedir. Kütlü
pamuk verimi yönünden fosfor dozları arasında
önemli bir farklılığın olmayışı önceki yıllarda
toprakta bulunan fosfor ile ilişkili olabilir.
Çizelge 2. Kütlü Pamuk Verimi Yönünden NxP İnteraksiyonu
Azot Dozu
(kg/da)
P0
377.05 b-e
365.82 c-e
385.67 b-e
380.79 b-e
404.03 a-d
382.67
N0
N6
N12
N18
N24
Ortalama
Fosfor Dozu (kg/da)
P4
P8
390.44 a-e
347.29 e
390.63 a-e
374.91 c-e
407.67 a-d
432.22 ab
395.72 a-e
411.60 abc
368.17 c-e
384.25 b-e
390.53
390.05
P12
357.24 c-e
353.02 de
398.98 a-e
442.40 a
399.03 a-e
390.14
Ortalama
368.00
371.09
406.13
407.63
388.87
---
b
ab
a
a
ab
Grafik 2. Kütlü Pamuk Verimi Yönünden N x P İnteraksiyonu
500
Kütlü Verimi (kg/da)
450
400
350
300
250
P0
200
P4
150
P8
100
P12
50
0
N0
N6
N12
N18
N24
Azot Dozları (kg/da)
3.2. Çırçır Randımanı
Çırçır randımanı değeri ortalama % 40.20
ile % 41.16 arasında değişmiş, çalışmanın her
iki yılında da azot ve fosfor uygulamalarının
çırçır randımanı üzerinde önemli bir etkisinin
olmadığı, ancak yıllar arasında önemli bir
farklılığın oluştuğu saptanmıştır (Çizelge 1).
Çırçır randımanı 2002 yılında ortalama % 39.89
ve 2003 yılında % 41.17 oranında gerçekleşmiş
olup, yıllar arasındaki bu farklılık iklim ve
çevre koşullarından kaynaklanmış olabilir;
2003 yılı haziran ayında, 2002 yılına göre 25
mm daha fazla yağış düşmüştür. Bu durum
2003 yılı çırçır randımanı üzerine olumlu etki
yapmış olabilir.
Bulgularımız, Mert ve ark., (1999) ile Taş
ve Gençer, (2002)' in çırçır randımanı üzerine N
dozlarının etkisinin önemli olmadığını bildiren
bulgularıyla uyum gösterirken, Karaltın ve ark.,
(2000)' nın en yüksek çırçır randımanının 12 kg
N/da dozundan elde edildiğini ve P dozlarının
etkili olmadığını bildiren bulgusu ve
Karthıkeyan ve Jayakumar., (2002)’ ın çırçır
randımanının azot dozlarının artması ile birlikte
azaldığını bildiren bulguları ile uyum
göstermemektedir.
3.3. Lif İnceliği
Lif inceliği değeri ortalama 3.95 ile 4.27
micronaire arasında değişim göstermiş, bu
özellik üzerine azot ve fosfor uygulamalarının
ve NxP interaksiyonu etkisinin önemli
olmadığı, ancak yılların lif inceliği üzerine
önemli bir etkiye sahip olduğu belirlenmiştir.
61
Ç.KARADEMİR, E.KARADEMİR, İ.DORAN, A.ALTIKAT
2003 yılında 2002 yılına göre daha kalın lifler
elde edilmiştir. (Çizelge 3).
Lif inceliği üzerine N ve P dozlarının
önemli bir etkisinin olmadığını bildiren
bulgularımız, El-Dababi ve ark., (1995),
Karaltın ve ark., (2000), ile paralellik, azot
dozlarının artması ile micronaire değerinin
arttığını bildiren Vireshwar ve Nagwekar
(1989)’ un bulgusu ile zıtlık göstermektedir.
Ancak
fosfor
ile
ilgili
bulgumuz,
Subrahmanyam ve ark., (1989); Tozan, (1990)
ile paralellik arzetmektedir.
Çizelge 3. Azot ve Fosfor Uygulamalarının Lif İnceliği ve Lif Uzunluğuna Etkisi
Uygulama
Lif İnceliği (mic.)
Azot
2002
2003
Ortalama
2002
N0
4.06
4.02
4.04
29.61
N6
4.07
4.17
4.12
29.74
N12
4.02
4.53
4.27
29.76
N18
3.67
4.23
3.95
29.43
N24
3.95
4.53
4.24
29.42
Fosfor
P0
3.90
4.33
4.11
29.55
P4
4.03
4.28
4.15
29.52
P8
3.97
4.27
4.12
29.58
P12
4.07
4.29
4.18
29.76
Ort.
3.97 b
4.29 a
29.60 a
Yıl (LSD)
0.165 **
0.270 **
N
Ö.D
0.426 *
P
Ö.D
Ö.D
Nx P
Ö.D
Ö.D
3.4. Lif Uzunluğu
Lif uzunluğu değeri 28.87 ile 29.49 mm
arasında değişmiş, bu özellik üzerine N dozları
ve yılların etkisinin önemli, P dozlarının ve
NxP
interaksiyonunun önemsiz olduğu
belirlenmiştir. N6 ve N12 dozlarında en yüksek
lif uzunluğu, N24 dozunda en düşük lif uzunluğu
değeri izlenmiştir (Çizelge 3).
Lif uzunluğu 2002 yılında 29.60 mm, 2003
yılında ise 28.82 mm olarak saptanmıştır.
Bulgularımız Karthıkeyan ve Jayakumar
(2002)’ın bulguları ile uyum göstermekte olup,
Mert ve ark., (1999)' ın lif uzunluğunun azot
uygulamalarından, Setatou ve Simonis, (1994)'
in
azot
ve
fosfor
uygulamalarından
etkilenmediğini belirten bulguları ile uyum
göstermemektedir.
3.5. Lif Kopma Dayanıklılığı
Lif kopma dayanıklılığı değeri ortalama
30.65 ile 31.75 g/tex arasında değişmiştir.
Azot ve fosfor uygulamalarının lif kopma
dayanıklılığı üzerine önemli bir etkisinin
olmadığı, ancak yıllar arasındaki farklılığın
önemli olduğu Çizelge 4’ de görülmektedir. Lif
kopma dayanıklılığı 2002 yılında 32.58 g/tex,
Lif Uzunluğu (mm)
2003
Ortalama
28.83
29.22 ab
29.19
29.49 a
29.01
29.39 a
28.73
29.08 ab
28.32
28.87 b
28.81
28.58
28.98
28.85
28.82 b
29.18
29.05
29.28
29.32
2003 yılında ise 30.29 g/tex olarak belirlenmiş
olup, benzer bulgular Wankhade ve ark.,(1994),
El-Dababi ve ark., (1995), Mert ve ark.,(1999),
Subrahmanyam ve ark., (1989), Setatou ve
Simonis, (1994) tarafından da bildirilmiştir.
3.6. Lif Kopma Uzaması
Lif kopma uzaması değeri ortalama % 5.75
ile 5.85 arasında değişmiştir. Çalışmanın her iki
yılında da lif kopma uzaması değeri N ve P
dozlarından etkilenmemiş, yıllar arasındaki
farklılık da önemli olmamıştır (Çizelge 4)
3.7. Lif Üniformite Oranı
Lif üniformite oranı ortalama % 83.49 ile
84.03 arasında değişmiştir. Bu özellik üzerine
azot ve fosfor uygulamalarının önemli bir
etkisinin
olmadığı
Çizelge
5’
den
izlenebilmektedir. Yıllar arasındaki farklılık
önemli bulunmuş ve lif üniformite oranı 2002
yılında % 84.22, 2003 yılında ise % 83.29
olarak saptanmıştır. Benzer bulgular Wankhade
ve ark., (1994), Setatou ve Simonis., (1994), ElDababi ve ark., (1995), Karthıkeyan ve
Jayakumar., (2002) tarafından da bildirilmiştir.
61
Ç.KARADEMİR, E.KARADEMİR, İ.DORAN, A.ALTIKAT
Çizelge 4. Azot ve Fosfor Uygulamalarının Lif Kopma Dayanıklılığı ve Lif Kopma Uzamasına Etkisi
Uygulama
Lif Kopma Dayanıklılığı (gtex)
Lif Kopma Uzaması (%)
Azot
2002
2003
Ortalama
2002
2003
Ortalama
N0
32.15
29.14
30.65
5.77
5.73
5.75
N6
32.73
30.77
31.75
5.77
5.78
5.77
N12
32.75
30.65
31.70
5.81
5.76
5.78
N18
32.32
30.36
31.34
5.86
5.75
5.80
N24
32.93
30.52
31.73
5.95
5.76
5.85
Fosfor
P0
32.63
30.47
31.55
5.84
5.73
5.77
P4
32.16
30.13
31.14
5.79
5.78
5.78
P8
32.65
29.97
31.31
5.85
5.71
5.78
P12
32.87
30.57
31.72
5.83
5.77
5.81
Ort.
32.58 a
30.29 b
5.83
5.75
Yıl (LSD)
0.958 **
Ö.D
N
Ö.D
Ö.D
P
Ö.D
Ö.D
Nx P
Ö.D
Ö.D
Çizelge 5. Azot ve Fosfor Uygulamalarının Lif Üniformite ve Kısa Lif Oranına Etkisi
Uygulama
Lif Üniformite Oranı (%)
Kısa Lif Oranı (%)
Azot
2002
2003
Ortalama
2002
2003
N0
83.82
83.22
83.52
9.54
11.32
N6
84.35
83.21
83.78
8.93
11.19
N12
84.49
83.57
84.03
8.81
10.88
N18
84.12
83.20
83.66
9.49
10.89
N24
84.33
83.00
83.66
9.43
11.38
Fosfor
P0
84.19
83.21
83.70
9.31
10.92
P4
84.12
82.85
83.49
9.41
11.85
P8
84.39
83.27
83.83
8.96
10.76
P12
84.19
83.81
83.90
9.27
11.00
Ort.
84.22 a
83.29 b
9.24 b
11.13 a
Yıl (LSD)
0.393 **
0.481 **
N
Ö.D
Ö.D
P
Ö.D
Ö.D
Nx P
Ö.D
Ö.D
3.8. Kısa Lif Oranı
Kısa lif oranı değeri % 9.85 ile % 10.63
arasında değişmiş olup, bu özellik üzerine azot
ve fosfor dozlarının önemli bir etkisinin
olmadığı belirlenmiştir (Çizelge 5). Yıllar
arasındaki farklılık önemli bulunmuş ve 2002
yılında ortalama % 9.24, 2003 yılında ise %
11.13 oranı elde edilmiştir. Bulgularımız
Mukundan ve ark., (1992), Wankhade ve ark.,
(1994) ile paralellik göstermektedir.
4. Sonuç
Farklı azot
ve fosfor dozlarının
uygulandığı bu araştırmada, azot dozlarının
kütlü pamuk verimi ve lif uzunluğu üzerine
etkisinin önemli olduğu, fosfor dozlarının ise
Ortalama
10.43
10.06
9.85
10.19
10.40
10.12
10.63
9.86
10.14
incelenen hiçbir özellik üzerine etkili olmadığı,
NxP interaksiyonunun ise sadece kütlü pamuk
verimi için önemli olduğu, lif kopma uzaması
dışında incelenen diğer özelliklerin tamamının
yıllardan
önemli
derecede
etkilendiği
belirlenmiştir.
Araştırmanın iki yıllık sonuçlarına göre en
yüksek
kütlü
pamuk
verimi
N18P12
uygulamasından (442.40 kg/da) elde edilmiş
ancak en ekonomik uygulamanın N12P 8 olduğu
(432.22 kg/da) belirlenmiştir. Çalışmanın tek
bir pamuk çeşidi ile tek bir lokasyonda
yürütülmüş olması, elde edilen sonuçların
kullanılan çeşidi ve benzer iklim koşullarını
temsil edebileceği unutulmamalıdır.
61
Ç.KARADEMİR, E.KARADEMİR, İ.DORAN, A.ALTIKAT
Kaynaklar
Albers, D.W., Hefner, S., Klobe, D., 1993. Fertility
Management of Cotton. Cotton Physiology Today.
Vol: 2, No:3, National Cotton Council Memphis,
Tennessee.
Berberoğlu, F., Karaaltın, S., 2001. Farklı Azot ve Fosfor
Dozlarının Maraş 92 Pamuk Çeşidinde (Gossypium
hirsutum L.) Verim ve Fizyolojik Özelliklere Etkisi.
Türkiye 4. Tarla Bitkileri Kongresi, 17-21 Eylül,
Cilt:2, 345-349, Tekirdağ
El-Dababi, A.S., Hammam, G.Y., Nagib, M.A., 1995.
Effect of Planting Date, N and P Application Levels
on Seed Index, Lint Percentage and Technological
Characters of Giza 80 Cotton Cultivars. Annals of
Agricultural Science, Moshtocor, 33:2, 455-464
Gençer, O., Oğlakçı, M., 1983. Farklı Sıra Arası Uzaklığı
ve Azot Gübrelemesinin Pamuk Bitkisinin Verim ve
Kalite Unsurlarına Etkisi Üzerinde Araştırmalar.
Ç.Ü. Ziraat Fakültesi Yıllığı, Sayı: 3-4, 179-192,
Adana
Haliloğlu, H., Oğlakçı, M., 2000. Effects of Different
Nitrogen Rates on Earliness, Yield and Yield
Distribution of Cotton. The Interregional
Cooperative Research Network on Cotton. A Joint
Workshop and Meeting of the All Working Groups
20-24 September, Adana/TURKEY
Hibberd, D.E., Ladewig, J.H., Hunter, M.N., Blight, G.W.,
1990. Responses in Cotton Yields to Nitrogen and
Phosphorus Fertilizers in the Emerald Irrigation
Area, Central Queensland. Australian Journal of
Experimental Agriculture, 30, 661-667
Karaaltın, S., Berberoğlu, F., Yılmaz, A., 2000. The Effect
of Different Levels of Nitrogen (N) and Phosphorus
(P2O5) Fertilizers on Yield and Fiber Characteristics
of Cotton. The Interregional Cooperative Research
Network on Cotton. A Joint Workshop and Meeting
of the All Working Groups 20-24 September,
Adana/TURKEY
Karthıkeyan, P.K., Jayakumar, R., 2002. Effect of
Nitrogenous Fertilisers and Plant Growth Regulator
on Cotton Cultivar (MCU-7), 17th WCSS, 14-21
August, Thailand, Paper No: 368
Mert, M., Çalışkan, M.E., Günel, E., 1999. Farklı Azot
Dozlarının Pamuğun (Gossypium hirsutum L.)
Tarımsal ve Teknolojik Özelliklerine Etkisi. Türkiye
3. Tarla Bitkileri Kongresi, 15-18 Kasım, Cilt:1,
109-114, Adana
Mukundan, S., Janardhanam, K.V., Reddy, B.M., Reddy,
A.S., 1992. Effect of Nitrogen and Phosphorus on
Fibre Quality of Cotton. Field Crop Abstracts.
Vol:45, No:4, pg 314
Özer, M.S., Dağdeviren, İ.,1986. Harran Ovası
Koşullarında Pamuğun Azotlu Gübre İsteği. Köy
Hizmetleri
Araştırma
Enstitüsü
Müdürlüğü
Yayınları No:25, Şanlıurfa
Özer, S.M., 1992. Harran Ovası Koşullarında Pamuğun
Fosforlu Gübre İsteği, Köy Hizm. Araştırma Ens.
Müd., Yayın No: 25, Rapor Serisi No:17, Şanlıurfa
Özüdoğru, T., 2004. Pamuk Durum ve Tahmin: 20032004, TEAE, Ankara
Raghuwanshı, R.K.S., Gupta, R.K., Paradkar, V.K.,
Dubey,D.D. 1989. Response of Cotton to Nitrogen
and Phosphorus Grown in a Sodic Clay Soil. Indian
Journal of Agronomy. 34 (1) 18-20
Setatou, H.B., Simonis, A.D., 1994. Response of Cotton
to NPK Fertilization the Greek Experience.
Proceedings of the World Cotton Research Conf-1,
Brisbane Australia, February 14-17, 147-155
Subrahmanyam, Y., Mehta, N.P., Patel, P.G. 1989. Does
the Application of Phosphorus Improve the Fibre
Quality of Cotton. Journal of the Indian Society for
Cotton Improvement.14 (1) 57-59
Taş, M. A., Gençer, O., 2002. Gap Bölgesi Harran Ovası
Koşullarında Farklı Azot Gübre Dozlarının ve
Büyüme Düzenleyicilerinin Pamuğun (Gossypium
hirsutum L.) Önemli Tarımsal ve Teknolojik
Özelliklerine Etkisi ve Bunlar Arasındaki İlişkiler
Üzerine Bir Araştırma. Türkiye V. Pamuk, Tekstil
ve Konfeksiyon Sempozyumu Bildirileri, 28-29
Nisan, 210-218, Diyarbakır
Tozan, Ş., 1990. Büyük Menderes Havzası Topraklarında
Azot, Fosfor ve Potasyum Gübrelerinin Pamuğun
Topraktan Kaldırdığı Besin Maddesi Miktarları ve
Bazı Lif Kalitesi Üzerine Etkileri. Ege Üniv. Fen
Bilimleri Ens, Toprak Anabilim Dalı, Doktora Tezi
Wankhade, S.T., Deshpande, R.M., Kene, H.K., 1994.
Effect of Different Forms of Fertilizers on Yield of
Cotton. PKV Research Journal, 18:1, 33-34
Vireshwar S., Nagwekar, S.N., 1989. Effect of Weed
Control and Nitrogen Levels on Quality Characters
in Cotton. Journal of Indian Society for Cotton
Improvement, 14 (1): 60-64
61
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 63-72
Tokat Kazova Koşullarında Bazı Ekmeklik Buğday Çeşit ve Hatlarının Verim
ve Verim Unsurları Yönünden Değerlendirilmesi
Ahmet Yıldırım
Mehmet Ali Sakin
Sabri Gökmen
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Buğday üretiminin artırılması için değişen çevre koşullarında verim potansiyeli sabit bir düzeyde kalan
yeni çeşitlerin kullanılması gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı; bölgeye uygun verim ve kalitesi yüksek
yeni ekmeklik buğday genotiplerini belirlemek, Tokat’ta ve benzer ekolojilere sahip bölgelerdeki toplam
buğday üretimini artırmaktır. Araştırma, 1999-2000 ve 2001-2002 vejetasyon dönemlerinde Tokat-Kazova
koşullarında yürütülmüştür. Araştırmada, ICARDA’dan sağlanan 20 ileri hat ve Cham-6, Cham-4 ve
Mexipak-65 uluslar arası çeşitlerle birlikte ulusal çeşit olarak bölgede yaygın olarak yetiştirilmekte olan
Bezostaja-I çeşidi kullanılmıştır. Denemeler alfa-latis deneme desenine göre üç tekerrürlü olarak
kurulmuştur. İncelenen tüm özellikler bakımından genotipler arasında önemli farklar elde edilmiştir. Elde
edilen sonuçlara göre; Tokat-Kazova bölgesinde yüksek tane verimine sahip KAUZ*2/YACO//KAUZ,
CHIL/2*SATR, KAUZ/STAR, ATTILA (21) ve FOW-2//NS732/HER hatları ve Mexipak-65 çeşidinin bazı
verim ve kalite unsurları bakımından da iyi performans göstermeleri bu genotiplerin bölgede başarıyla
kullanılabileceğini göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Ekmeklik buğday, genotip, tane verimi, verim özellikleri
Evaluation of Some Common Bread Wheat Cultivars Advanced and Breeding
Lines for Yield and Yield Components
Abstract: New wheat cultivars which provide certain yield level under diverse ecological conditions should
be grown for increasing production amount. The aim of this study were to determine new wheat genotypes
with higher yield and better quality properties and to increase overall wheat production in Tokat and
surrounding regions with similar ecology. Experiments were conducted under Tokat-Kazova conditions in
1999-2000 and 2001-2002 vegetation periods. In the research, 20 advanced breeding lines and Cham-6,
Cham-4 and Mexipak-65 international cultivars obtained from ICARDA and local check cultivar Bezostaja-I
were evaluated. Experiments were organized as alfa-latis design with three replications. There were
significant differences among genotypes for all evaluated characters. According to the results,
KAUZ*2/YACO//KAUZ, CHIL/2*SATR, KAUZ/STAR, ATTILA (21) and FOW-2//NS732/HER lines and
Mexipak-65 cultivar could be successfully grown in the Tokat-Kazova region because of their higher yield
and better performances for the most yield and quality components.
Key words: Bread wheat, genotype, grain yield, yield components
1. Giriş
İnsanların temel besin kaynağı olan tahıllar
içerisinde buğday en fazla tarımı yapılan
üründür. Kuru tarım sisteminin uygulandığı
Tokat bölgesinde buğday genellikle çevre
koşullarının pek elverişli olmadığı alanlarda
yetiştirilmekte ve düşük verimler alınmaktadır.
Buğday, Tokat ilinde yetiştirilen tarla bitkileri
içerisinde % 55 ve tahıllar içerisinde ise %
79’luk bir pay ile en fazla ekim alanına sahip
kültür bitkisidir (Anonim, 2000a). Bu veriler
buğday tarımının bölge için önemini açıkça
ortaya koymaktadır.
Ülkemizde buğdayda verim artışı 1970
yılından 1990 yılına kadarki 20 yıllık dönemde
% 67’ye ulaşmış, ancak son on yılda herhangi
bir artış kaydedilmemiştir. Tokat’ta da benzer
şekilde 1992-2002 yılları arasında önemli bir
verim artışı görülmemiştir (Anonim, 2002).
Bölgede buğday verimini sınırlayan faktörlerin
başında çeşit gelmektedir ve halen yetiştirilen
çeşitlerin
verimlerinde
azalmalar
görülmektedir. Ağdağ ve ark. (1997) da geçit
bölgelerinde bulunan bazı illerde yaptıkları
çalışmada 80’li yılların başında yüksek verim
veren
çeşitlerin
artık
aynı
düzeyde
olmadıklarını
belirlemişlerdir.
Yağışların
yetersiz ve düzensiz olduğu yıllarda kuraklık
sorunu ortaya çıkmakta ve bu durumda kurağa
hassas çeşitlerde verim kayıpları görülmektedir.
Ayrıca bölgede buğdaya özellikle sarı ve
kahverengi pas ile külleme büyük ölçüde zarar
vermektedir.
Geçit bölgeleri iç bölgelere nispeten daha
ılıman iklim karakterlerine sahip olduğundan
hem kışlık hem de alternatif çeşitlerin
ekilebileceği alanlardır. Bu yüzden bölgeye
tavsiye edilen ve tohumluk dağıtımı yapılan
67
Tokat Kazova Koşullarında Bazı Ekmeklik Buğday Çeşit ve Hatlarının Verim ve Verim Unsurları Yönünden Değerlendirilmesi
çeşitler bakımından diğer bölgelere göre bir
zenginlik söz konusudur. Kalitesi belli olmayan
çeşitlerin bölgeye getirilmesi ve çiftçi
düzeyinde çeşit karışımının çok çabuk
olmasıyla kalitesi iyi olan çeşidi de olumsuz
yönde etkilemektedir. Bu yüzden üreticilerin
çeşit seçimi ve uygun yetiştirme tekniklerini
kullanmada
daha dikkatli davranmaları
gerekmektedir.
Kurak bölgelerde verimin bugünkü
düzeyin üzerine çıkarılmasında ekolojik şartlara
uygun yüksek verimli çeşitlerin belirlenerek
üreticilere aktarılması gerekmektedir. Çevre
koşullarının yıllara göre değişkenlik göstermesi
nedeniyle ıslah materyalleri ve mevcut
çeşitlerin iyi ve kötü yılları kapsayacak şekilde
denenerek stabil ve ortalama verimi yüksek
olan genotipler belirlenmelidir. Kün ve ark.
(1995) uygun çeşit ve kaliteli tohumluk ile
buğdayda verimin kuru tarım sisteminde %
30’lara
kadar
artırılabileceğini
bildirmektedirler.
Yeni
çeşitlerin
geliştirilmesi
için
introdüksiyon buğday çeşitleri de ıslahta
kullanılmaktadır. Yeni buğday genotipleri bazı
uluslararası
kuruluşlardan
(CIMMYT,
Çizelge 1. Deneme yerinin iklim özellikleri*
İklim
Yıllar
Faktörleri
Kasım Aralık Ocak
1999-2000
24.5
37.6
58.8
Yağış
2001-2002
73.4
50.5
45.1
(mm)
Uzun Yıllar
50.1
47.2
41.7
Ortalama 1999-2000
5.6
3.6
- 1.2
Sıcaklık 2001-2002
7.4
5.1
- 4.5
(°C)
Uzun Yıllar
7.1
3.1
1.3
Şubat
73.6
20.4
33.4
- 0.1
4.1
2.9
ICARDA) temin edilmektedir. Bu yeni buğday
genotiplerinin genetik tabanları daha geniş
olduğu için hastalık, zararlı, kuraklık ve
yatmaya dayanıklılık genlerinin bulunduğu
saptanmıştır (Yüce ve ark., 2001). Son yıllarda
seçilen genotiplerin potansiyel verimlerinde bir
ilerleme kaydedildiği ve bu potansiyelin daha
da artırılabileceği bildirilmektedir (Toklu ve
ark., 2001). Bu çalışmanın amacı; bölgeye
uygun verim ve kalitesi yüksek yeni ekmeklik
buğday genotiplerini belirlemek, Tokat’ta ve
benzer ekolojilere sahip bölgelerdeki toplam
buğday üretimini artırmaktır.
2. Materyal ve Metot
Araştırma, 1999-2000 ve 2001-2002
yetiştirme
dönemlerinde
Tokat-Kazova
koşullarında yürütülmüştür. Bölge, 40°13' 40°22' kuzey enlemleri 36°1' - 36°40' doğu
boylamları arasında yer almaktadır ve denizden
yüksekliği 623 m’dir. Deneme alanının çok
yıllık ve denemelerin yapıldığı yıllara ait bazı
iklim
verileri
Çizelge
1’de,
deneme
alanlarından alınan toprak örneklerine ait analiz
sonuçları ise Çizelge 2’de verilmiştir.
Aylar
Mart
41.8
29.2
40.2
4.6
9.3
7.1
Nisan
93.4
68.4
63.7
14.7
11.1
12.5
Toplam/
Mayıs Haziran Temmuz Ortalama
82.8
12.8
0.0
425.3
16.8
57.6
37.6
399.0
60.3
39.4
11.2
387.2
14.2
17.6
22.4
9.0
15.6
18.8
23.2
10.0
16.3
19.5
21.9
10.2
* Köy Hizmetleri Araştırma Enstitüsü, Tokat
Çizelge 2. Deneme tarlalarının toprağına ait fiziksel ve kimyasal özellikler
Yıllar
İşba
Total tuz (%)
pH
Kireç (%) P2O5 (kg/da)
1999-2000
Killi-tın
0.036
7.8
7.9
2.98
2001-2002
Killi-tın
0.029
7.9
10.9
3.44
Araştırmada, ICARDA’dan sağlanan 20
ileri hat ve Cham-6, Cham-4 ve Mexipak-65
uluslar arası çeşitlerle birlikte ulusal çeşit
olarak bölgede yaygın olarak yetiştirilmekte
olan Bezostaja-I çeşidi kullanılmıştır (Çizelge
3). Denemeler alfa-latis deneme desenine göre
üç tekerrürlü olarak kurulmuştur.
Ekim denemenin ilk yılında 03.11.1999,
ikinci yılında ise 31.10.2001 tarihlerinde sıra
arası 30 cm olacak şekilde elle yapılmıştır. Her
64
K2O (kg/da)
74.3
37.6
Organik madde (%)
2.28
1.81
bir parsel 2.5 m uzunluğunda 6 sıradan
oluşmuştur. Dekara saf 10 kg N ve 6 kg P2O5
hesabıyla gübre verilmiştir. Azotun yarısı
ekimle birlikte, diğer yarısı sapa kalkma
döneminde fosforun ise tamamı ekimle birlikte
verilmiştir. Denemede bakım işleri Kün
(1996)’e göre yapılmıştır. Parsellerin her iki
başından 25 cm ve kenarlardan birer sıra kenar
tesiri atıldıktan sonra geri kalan 2.4 m2’lik
alandaki bitkiler hasat edilmiştir. Hasat birinci
A.YILDIRIM, M.A.SAKİN, S.GÖKMEN
Çizelge 3. Denemede kullanılan ekmeklik buğday genotipleri
Genotip İsim
Pedigri
1
TEVEE’S/KAUZ’S’
ICW91-0102-5AP-OAP-1AP-OL-OBR-OAP
2
AO41/EMU’S’//TEVEE’S’
ICW90-0135-OAP-OBR-2AP-OL-OAP
3
TEVEE’S/KAUZ’S’
ICW91-0231-OTS-2AP-OTS-2AP-OL-OAP
4
TOWPE
CM 59443-4AP-1AP-4AP-1AP-OAP
5
KAUZ*2/YACO//KAUZ
CRG873-3Y-010M-OY-OAP
6
SERI 82/SHUHA’S’
ICW91-0030-OBr-5AP-OTS-4AP-OL-1AP-OAP
7
CHIL/2*SATR
CM 112973-OTOPY-22M-020Y-010M-3Y-010M-OY-OAP
8
CHAM 4/SHUHA’S’
ICW91-0005-3AP-OTS-1AP-OL-OAP
9
KAUZ/STAR
CMBW90Y3058-74M-015Y-015M-1Y-OB-OAP
10
TEVEE’S/KAUZ’S’
ICW91-0295-4AP-OTS-6AP-1AP-OL-OAP
11
BOW’S’/BUC’S’//SUDAN#1
ICW89-0258-1AP-OAP-OBr-2AP-OTS-OAP
12
TUI//CMH76-252/PVN’S’
ICW92-0214-OAP-1AP-3AP-OAP
13
SHUHA-6//TJB368.251/BUC’S’
ICW92-0712-2AP-OL-1AP-OAP
14
BEZOSTAJA-I (Ulusal Kontrol)
Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Eskişehir
15
TEVEE-7/FOW-2
ICW93-0073-2AP-OL-4AP-OL-OAP
16
CHAM-6 (Uluslararası kontrol)
CM39992-8M-7Y-OM-OAP
17
CHAM-4 (Uluslararası kontrol )
CM39816-1S-1AP-OAP
18
MAYON-1/3/TI/TOB//ALD’S’
ICW92-0635-OAP-5AP-OL-1AP-OL-OAP
19
ATTILA
CM85836-4Y-OM-OY-6M-OY-4PZ-OY-2SJ-OY-OAP
20
MAYON’S’//CROW’S’/VEE’S’
ICW90-0382-5AP-OTS-OBR-2AP-OL-OAP
21
ATTILA
CM85836-4Y-OM-OY-14M-OY-5M-OY-1SJ-OY-OAP
22
TEVEE’S’//BOL’S’/PVN’S’
ICW91-0233-OTS-6AP-1AP-2AP-OAP
23
MEXIPAK 65 (Uluslararası kontrol)
118156-OPAK
24
FOW-2//NS732/HER
ICW93-0403-1AP-OL-4AP-OL-OAP
yıl 11 Temmuz 2000, ikinci yıl 10 Temmuz
2002 tarihlerinde elle yapılmıştır. Ölçüm ve
gözlemler Kırtok ve ark. (1988)’nın kullandığı
yöntemler
dikkate alınarak yapılmıştır.
Verilerin
analizi
MSTATC
istatistik
programından yararlanılarak yapılmış ve
ortalamalar arasındaki farklar Duncan testine
göre saptanmıştır (Düzgüneş ve ark., 1987).
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Başaklanma Süresi
Başaklanma süresine ilişkin ortalama
değerler Çizelge 4’de verilmiştir. Çizelgeden de
görüleceği
üzere
başaklanma
süreleri
genotiplerde ilk yıl 196.0-203.0 gün, ikinci yıl
ise 194.0-201.3 gün arasında değişmiş ve
genotipler arasındaki farklılıklar her iki yılda da
% 1 düzeyinde önemli bulunmuştur. Birinci ve
ikinci yıl en yüksek değer veren sırasıyla 11 ve
9 ve ikinci yıl en düşük değeri veren 19 nolu
genotiplerin iki yıllık ortalamalara göre yine en
yüksek ve en düşük değerleri vermişlerdir.
Denemede kullanılan genotiplerin farklı
biyolojik
karakterlere
sahip
olmaları
başaklanma sürelerinin değişmesinin nedeni
olabilir. İki yıllık ortalamalar incelendiğinde 5,
10, 12, 13, 19 ve 21 nolu genotiplerin
başaklanma sürelerinin kontrol çeşitlerine göre
önemli bir şekilde azaldığı bulunmuştur. Erken
başaklanan
genotiplerde
başaklanmaolgunlaşma süresi daha uzun olduğundan
(Simane et al., 1993), tanede daha fazla
asimilant birikmekte ve verim artmaktadır
(Sharma, 1994). Aynı zamanda erkencilik
başaklanma-olgunlaşma döneminde yüksek
sıcaklar, kuraklık ve kuru rüzgarların verimde
ciddi azalmalara neden olduğu bölgelerde
önemli avantajlar sağlamaktadır (Klatt et al.,
1973). Araştırmada başaklanma süreleri
bakımından yıllar arasında % 5 düzeyinde
farklar bulunmuştur. İlk yıl genotiplerin
ortalama başaklanma süresi 199.8 gün iken
denemenin ikinci yılında bu süre 198.0 güne
düşmüştür. İkinci yılın daha kurak geçmesi
(Çizelge 1) başaklanma sürelerinin daha kısa
olmasına neden olmuştur. Bu durum
başaklanma süresinin genotip yanında çevre
şartlarının da etkisi altında olduğunu
göstermektedir (Gebeyehou et al., 1982).
3.2. Bitki Boyu
Denemeye alınan genotiplerin bitki boyları
ilk yıl 86.3-113.3 cm, ikinci yıl ise 82.9- 113.5
cm arasında değişmiş ve genotipler arasındaki
fark % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur
(Çizelge 4). Denemede en yüksek bitki boyları
her iki yılda da standart çeşit Bezostaja-I ile 24
nolu genotipten elde edilmiştir. Genotiplerin
65
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 63-72
Çizelge 4. Ekmeklik buğday genotiplerinin başaklanma süresi ve bitki boyu değerleri
Başaklanma süresi (gün)
Gen.
1999-2000
2001-2002
Birleşik Yıllar
1999-2000
1
200.7
abc** 200.0
abc**
200.3
a-d**
91.8
f-ı **
2
199.7
bcd
196.7
d-h
198.2
efg
86.3
ı
3
199.0
cde
197.3
c-g
198.2
efg
91.4
f-ı
4
199.0
cde
197.3
c-g
198.2
efg
98.0
c-g
5
196.0
f
196.0
fgh
196.0
h
90.1
hı
6
200.3
abc
198.0
b-f
199.2
c-f
91.7
f-ı
7
202.3
ab
199.0
a-e
200.7
a-d
89.9
hı
8
202.3
ab
199.3
a-d
200.8
abc
92.9
e-ı
9
202.3
ab
201.3
a
201.8
a
96.4
d-h
10
196.3
ef
196.3
e-h
196.3
gh
86.5
ı
11
203.0
a
200.7
ab
201.8
a
102.8
bcd
12
198.7
c-f
195.0
gh
196.8
gh
86.9
ı
13
197.0
def
194.3
h
195.7
h
86.4
ı
Bez 200.0
bc
199.7
abc
199.8
b-f
108.2
ab
15
201.0
abc
200.0
abc
200.5
a-d
86.8
ı
Ch-6 203.0
a
200.0
abc
201.5
ab
86.8
ı
Ch-4 202.3
ab
199.3
a-d
200.8
abc
86.7
ı
18
198.3
c-f
198.0
b-f
198.2
fg
105.0
bc
19
197.0
def
194.0
h
195.5
h
94.0
e-ı
20
200.7
abc
199.3
a-d
200.0
a-e
90.5
ghı
21
198.3
c-f
195.0
gh
196.7
gh
92.7
e-ı
22
200.0
bc
197.7
c-g
198.8
def
98.4
c-f
Mex 200.3
abc
200.0
abc
200.2
a-d
99.9
cde
24
198.3
c-f
197.7
c-g
198.0
fg
113.3
a
Ort. 199.8
a*
198.0
b
198.9
93.9
V.K.
0.6
0.6
0.6
3.3
Bitki boyu (cm)
2001-2002
88.5
efg**
89.8
d-g
89.3
d-g
93.5
d
87.7
fg
91.0
def
85.5
gh
91.7
def
88.2
efg
89.6
d-g
92.3
de
90.0
d-g
87.3
fg
113.5 a
89.0
d-g
85.7
gh
82.9
h
98.3
c
92.4
de
86.5
gh
89.6
d-g
98.5
c
97.9
c
106.6 b
91.9
1.9
Birleşik Yıllar
90.1
e-ı**
88.1
f-j
90.4
e-ı
95.7
cd
88.9
e-j
91.4
efg
87.7
g-j
92.3
def
92.3
def
88.0
f-j
97.6
c
88.4
f-j
86.9
hıj
110.8
a
87.9
f-j
86.3
ıj
84.8
j
101.7
b
93.2
de
88.5
f-j
91.2
e-h
98.5
bc
98.9
bc
109.9
a
92.9
2.7
*,**: Farklı harf grubuna giren değerler arasında sırasıyla % 5 ve % 1 olasılık sınırına göre fark vardır.
çoğunun bitki boylarının Bezostaja-I ve
Mexipak-65’den önemli ölçüde kısa olduğu
görülmektedir. Cham-4 ve Cham-6 çeşitleri ise
en düşük bitki boyu değerlerini vermişlerdir.
Yürür ve ark. (1987) da yurtdışından gelen
genotiplerin öncekilere göre daha kısa
olduklarını bildirmişlerdir. Kısa boyluluk
genlerinin (Rht1, Rht2) her ikisine birden sahip
olan çeşitler, bu genlere sahip olmayan veya
birisine sahip olan çeşitlere göre daha kısa
boyludurlar (Allan, 1983). Bezostaja-I’e göre
daha kısa olan 1, 2, 3, 5, 7, 8, 9, 11, 15, 20 ve
21 nolu genotiplerin önemli olmasa da yüksek
tane verimi vermesi (Çizelge 8), bitki boyu ile
tane verimi arasında olumsuz bir ilişki
olduğunu göstermektedir (Jaradat et al., 1996).
Bununla birlikte, bitki boyu uzun 24 nolu
genotipin Mexipak-65 çeşidinden sonra en
yüksek
tane
verimine
sahip
olduğu
görülmektedir (Çizelge 8). Demir ve ark.
(1987) da, yatmadığı takdirde uzun boylu
çeşitlerden kısa boylulara göre daha yüksek
verim alınabileceğini, ancak kısa boylu
çeşitlerin yatmaya dayanıklı olması nedeniyle
yüksek azot dozunun uygulandığı durumlarda
veya verimli topraklarda daha stabil olduklarını
bildirmektedirler. Yıllara bağlı olarak bitki
boyu bakımından genotipler arasındaki farklılık
ise önemsiz bulunmuştur.
3.3. Metrekarede Başak Sayısı
Buğday genotiplerinin metrekarede başak
sayısı birinci yıl 563.3-920.0 adet, ikinci yıl
470.0-770.0 adet arasında değişmiş ve
genotipler arasındaki fark ilk yıl % 1 düzeyinde
önemli, ikinci yıl ise önemsiz bulunmuştur
(Çizelge 5). Birinci yıl en yüksek değeri veren 8
ve en düşük değeri veren 6 nolu genotipler iki
yıllık ortalamaya göre yine en yüksek ve en
düşük değerleri vermişlerdir. Genotipler
arasında ortaya çıkan varyasyon, kardeşlenme
yetenekleri ile kışa ve kurağa dayanma
kabiliyetlerindeki
farklılıktan
kaynaklanmaktadır (Sade ve ark., 1999).
Denemenin ikinci yılında Şubat, Mart ve Nisan
aylarının birinci yıla göre daha kurak
geçmesiyle kurağa hassas olan Bezostaja-I
(Anonim, 2000b) ile birlikte 4, 5, 9 ve 18 nolu
genotiplerin son sıralarda
yer
aldığı
görülmektedir. İlk yıl ise bu genotiplerin başak
sayıları diğer genotiplere göre daha yüksek
bulunmuştur. Tane verimini belirleyen önemli
verim unsurlarının başında metrekarede başak
sayısı gelmektedir (Toklu ve ark., 2001).
67
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 63-72
Çizelge 5. Ekmeklik buğday genotiplerinin metrekarede başak sayısı ve başak uzunluğu değerleri
Gen.
Metrekarede başak sayısı (adet)
Başak uzunluğu (cm)
1999-2000
2001-2002
Birleşik Yıllar
1999-2000
2001-2002
Birleşik Yıllar
1
656.7
c-f**
673.3
665.0
bcd**
8.6
bcd**
11.2 abc** 9.9
b-e**
2
630.0
def
625.0
627.5
cd
8.4
bcd
10.5 b-f
9.5
c-h
3
653.3
c-f
626.7
640.0
bcd
8.5
bcd
10.2 b-f
9.3
c-h
4
855.0
ab
546.7
700.8
a-d
8.1
bcd
11.3 abc
9.7
b-f
5
815.0
a-e
533.3
674.2
a-d
8.2
bcd
11.0 a-d
9.6
c-g
6
563.3
f
660.0
611.7
d
7.7
cd
10.5 b-f
9.1
d-h
7
676.7
b-f
613.3
645.0
bcd
9.0
a-d
10.2 b-f
9.6
c-g
8
920.0
a
746.7
833.3
a
8.2
bcd
10.6 a-e
9.4
c-h
9
806.7
a-e
470.0
638.3
bcd
10.4 a
11.6 ab
11.0
a
10
646.7
def
643.3
645.0
bcd
9.6
ab
11.2 abc
10.4
abc
11
756.7
a-f
671.7
714.2
a-d
9.2
abc
12.2 a
10.7
ab
12
646.7
def
660.0
653.3
bcd
8.7
bcd
9.4
def
9.1
d-h
13
623.3
ef
615.0
619.2
cd
8.0
bcd
9.7
c-f
8.8
e-h
Bez 850.0
abc
590.0
720.0
a-d
9.0
a-d
10.5 b-f
9.8
b-f
15
826.7
a-d
741.7
784.2
abc
8.5
bcd
10.0 b-f
9.2
d-h
Ch-6 910.0
a
696.7
803.3
ab
7.6
d
9.4
def
8.5
gh
Ch-4 846.7
abc
625.0
735.8
a-d
8.2
bcd
9.5
def
8.9
e-h
18
751.7
a-f
508.3
630.0
cd
8.2
bcd
9.9
b-f
9.1
d-h
19
761.7
a-e
660.0
710.8
a-d
7.5
d
9.3
ef
8.4
h
20
661.7
b-f
620.0
640.8
bcd
8.3
bcd
9.4
def
8.9
e-h
21
753.3
a-f
770.0
761.7
a-d
7.9
bcd
10.2 b-f
9.1
d-h
22
756.7
a-f
748.3
752.5
a-d
8.9
a-d
10.3 b-f
9.7
c-f
Mex 733.3
a-f
626.7
680.0
a-d
9.1
a-d
11.2 abc
10.2
a-d
24
876.7
a
678.3
777.5
a-d
8.5
bcd
8.9
f
8.7
fgh
Ort. 749.1
a*
639.6 b
694.3
8.5
b**
10.3 a
9.4
V.K.
10.2
16.1
13.1
7.3
6.1
6.6
*,**: Farklı harf grubuna giren değerler arasında sırasıyla % 5 ve % 1 olasılık sınırına göre fark vardır.
Denemenin ikinci yılında metrekarede başak
sayısının önemli ölçüde azalması vejetasyon
döneminde düşen toplam yağışın daha düşük
olmasından kaynaklanabilir (Çizelge 1). Sencar
ve ark. (1998), birim alandaki başak sayısının
genetik yapının dışında çevre faktörlerinden de
etkilendiğini bildirmişlerdir.
3.4. Başak Uzunluğu
Başak uzunlukları genotiplerde ilk yıl 7.510.4 cm, ikinci yıl ise 8.9-12.2 cm arasında
değişmiş ve her iki yılda da genotipler arasında
% 1 düzeyinde fark bulunmuştur (Çizelge 5).
İki yıllık ortalamalar incelendiğinde 9, 10 ve 11
nolu genotipler ve Mexipak-65 en yüksek
değerleri vermişlerdir. Bunlardan 9 ve 10 nolu
genotiplerin metrekarede başak sayılarının daha
az olduğu ve bu nedenle başak uzunluklarının
arttığı söylenebilir. Çünkü, az kardeşlenen
çeşitlerde başak uzunlukları genellikle daha
uzundur (Grignac, 1973). Başak uzunluğu
bakımından genotipler arasında görülen
varyasyonun en önemli nedeni, denemede
kullanılan materyallerin genetik yapısının farklı
olmasıdır (Akman ve ark., 1999). Başak
uzunluğu ile tane verimi arasında olumlu ve
önemli bir ilişkinin olması nedeniyle uzun
başaklı genotiplerin ıslah çalışmalarında
kullanılması önemlidir (Karademir ve Sağır,
1999). Ortalama başak uzunluğu ilk yıl 8.5 cm,
ikinci yıl ise 10.3 cm olarak gerçekleşmiş ve
yıllar arasında % 1 düzeyinde fark bulunmuştur.
Genotiplerde ikinci yıl başak uzunluklarının
artışı metrekarede başak sayısının azalmasından
kaynaklanabilir. Genotiplerin farklı yıllarda
benzer sıralama göstermesi nedeniyle başak
uzunluğunun çevre şartlarından çok genetik
yapı tarafından belirlendiği söylenebilir (Sade
ve ark., 1999).
3.5. Başakta Tane Sayısı
Başakta tane sayısı genotipler arasında her
iki yılda da % 1 düzeyinde farklılıklar
göstermiştir (Çizelge 6). Başakta tane sayısı en
fazla ilk yıl 7 nolu genotipten, ikinci yıl ise 5 ve
9 nolu genotiplerden, en az ilk yıl 19 ikinci yıl
ise Bezostaja-I çeşidinden elde edilmiştir. İki
yıllık ortalamalar incelendiğinde 4, 5, 7, 9, 10,
11 ve 22 nolu genotiplerin Bezostaja-I’den
önemli ölçüde fazla, Mexipak-65’e ise yakın
başakta tane sayısı değerlerine sahip oldukları
saptanmıştır. Genotiplerin değişen çevre
şartlarına farklı tepki gösterdikleri ve bu
tepkinin farklı seviyede olduğu görülmektedir
67
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 63-72
Çizelge 6. Ekmeklik buğday genotiplerinin başakta tane sayısı ve tek başak verimi değerleri
Gen.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
Bez
15
Ch-6
Ch-4
18
19
20
21
22
Mex
24
Ort.
V.K.
Başakta tane sayısı (adet)
1999-2000
2001-2002
Birleşik Yıllar
38.9
c-f** 57.8 abc**
48.4
a-f**
41.9
b-f
57.7 abc
49.8
a-d
42.5
b-f
55.9 abc
49.2
a-e
44.2
a-f
61.3 ab
52.7
ab
39.8
b-f
63.7 a
51.8
abc
42.2
b-f
47.8 a-d
45.0
b-f
53.5
a
48.7 a-d
51.1
abc
38.0
def
48.0 a-d
43.0
c-f
49.3
abc
62.8 a
56.0
a
48.1
a-d
57.3 abc
52.7
ab
44.7
a-f
60.9 ab
52.8
ab
39.1
c-f
48.2 a-d
43.7
b-f
37.7
def
53.4 a-d
45.5
b-f
40.4
b-f
39.5 d
40.0
ef
47.3
a-e
55.6 a-d
51.4
abc
39.1
c-f
55.2 a-d
47.2
a-f
38.8
c-f
51.1 a-d
44.9
b-f
47.4
a-e
49.4 a-d
48.4
a-f
35.7
f
42.7 cd
39.2
f
41.3
b-f
47.9 a-d
44.6
b-f
36.7
ef
45.7 bcd
41.2
def
50.5
ab
52.2 a-d
51.4
abc
49.6
abc
55.1 a-d
52.3
abc
41.9
b-f
49.2 a-d
45.5
b-f
42.9
b**
52.8 a
47.8
9.7
11.7
11.0
1999-2000
1.82
cde**
1.91
b-e
2.11
b-e
2.25
bcd
1.73
de
2.24
b-e
3.09
a
1.87
b-e
2.48
b
2.16
b-e
1.91
b-e
1.92
b-e
1.86
b-e
2.25
bcd
2.37
bc
1.71
de
1.62
e
2.22
b-e
2.00
b-e
2.02
b-e
2.00
b-e
2.28
bcd
2.09
b-e
2.04
b-e
2.08
b**
11.5
Tek başak verimi (g)
2001-2002
Birleşik Yıllar
2.75 ab**
2.28
b-f**
2.74 ab
2.32
b-f
2.55 abc
2.33
b-f
2.76 ab
2.51
a-d
2.96 a
2.34
b-f
2.34 abc
2.29
b-f
2.74 ab
2.92
a
2.30 abc
2.09
c-f
2.72 ab
2.60
ab
2.49 abc
2.33
b-f
2.38 abc
2.14
b-f
2.14 bc
2.03
ef
2.30 abc
2.08
c-f
1.92 c
2.08
c-f
2.73 ab
2.55
abc
2.40 abc
2.06
def
2.23 abc
1.93
f
2.59 abc
2.41
b-e
2.28 abc
2.14
b-f
2.27 abc
2.16
b-f
2.42 abc
2.21
b-f
2.35 abc
2.32
b-f
2.75 ab
2.42
b-e
2.19 bc
2.11
c-f
2.47 a
2.28
11.4
11.5
**: Farklı harf grubuna giren değerler arasında sırasıyla % 1 olasılık sınırına göre fark vardır.
(Akman ve ark., 1999). Döllenmeden sonraki
dönemde taneye yeterli miktarda fotosentez
ürününün biriktiği başakta tane sayısı fazla olan
çeşitlerde tek başak veriminin artmasıyla daha
yüksek tane verimi elde edilmiştir (Genç ve
ark., 1993). Bu nedenle, Grignac (1973) verimli
arazilerde başakta tane sayısı fazla olan
çeşitlerin yetiştirilmesini tavsiye etmektedir.
İkinci yıl başakta tane sayısı ilk yıla göre
önemli bir şekilde artış göstermiştir. Bu artış
genotiplerin başak uzunluklarının fazla
olmasından kaynaklanmaktadır. Artan başak
uzunluğunun başakta tane sayısını artırdığı
başka araştırıcılar tarafından da bildirilmektedir
(Sharma et al., 1989).
3.6. Tek Başak Verimi
Denemeye alınan genotiplerin tek başak
verimlerine ilişkin ortalama değerler Çizelge
6’da verilmiştir. Çizelgeden de görüleceği üzere
tek başak verimleri ilk yıl 1.62-3.09 g, ikinci yıl
ise 1.92-2.96 g arasında değişmiş ve genotipler
arasındaki fark her iki yılda da % 1 düzeyinde
önemli bulunmuştur. Birinci yıl en yüksek
değeri veren 7 nolu genotip ve en düşük değer
veren Cham-4 çeşidi iki yıllık ortalamalara göre
aynı sıralamayı korumuşlardır. İkinci yıl en
düşük değer standart çeşit Bezostaja-I’den elde
edilmiştir. Tek başak veriminin genotiplere
göre değiştiği yapılan başka çalışmalarda da
belirlenmiştir (Yağbasanlar ve ark., 1990).
Araştırmanın ikinci yılında birim alanda azalan
başak sayısıyla birlikte başakta tane sayısının
artmasıyla genotiplerin tek başak verimleri de
yükselmiştir (Gökmen ve ark., 2001). Tek
başak verimi başakta tane sayısı ve bin tane
ağırlığı tarafından belirlenmekte olup (Korkut
ve ark., 1993) tane verimini olumlu yönde
etkileyen unsurlardan biridir. Nitekim, her iki
yılda da tek başak verimi yüksek olan
genotiplerin tane verimleri de yüksek
bulunmuştur (Çizelge 8).
3.7. Bin Tane Ağırlığı
Genotiplerin bin tane ağırlıkları ilk yıl
39.5-54.1 g, ikinci yıl 33.7-46.2 g arasında
değişmiş ve genotipler arasındaki fark her iki
yılda da % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur
(Çizelge 7). Birinci ve ikinci yılda en yüksek
veya en düşük bin tane ağırlığı değerleri
genellikle aynı genotiplerden elde edilmiştir.
Bu da bin tane ağırlığının çevreden daha çok
genetik yapıdan etkilendiğini göstermektedir
(Blue et al., 1990). Genellikle, stres şartlarında
tane doldurma hızı yüksek olan genotiplerin
67
A.YILDIRIM, M.A.SAKİN, S.GÖKMEN
Çizelge 7. Ekmeklik buğday genotiplerinin bin tane ağırlığı ve hektolitre ağırlığı değerleri
Gen.
Bin tane ağırlığı (g)
Hektolitre ağırlığı (kg)
1999-2000
2001-2002
Birleşik Yıllar
1999-2000
2001-2002
Birleşik Yıllar
1
44.5 d-g **
41.7
def**
43.1 cde**
81.4 hı**
75.4 f-ı**
78.4 gh**
2
43.9 d-g
41.2
d-g
42.6 c-g
82.8 e-h
76.6 d-ı
79.7 d-g
3
45.7 c-f
41.5
def
43.6 cd
82.3 f-ı
75.7 f-ı
79.0 e-h
4
51.4 ab
43.0
a-e
47.2 b
83.9 b-f
79.0 ab
81.5 ab
5
43.2 e-h
37.0
hı
40.1 g-j
86.6 a
77.4 b-f
82.0 a
6
51.5 ab
43.3
a-d
47.4 b
81.7 ghı
74.5 ı
78.1 h
7
54.1 a
45.3
abc
49.7 a
83.4 c-g
77.1 b-h
80.3 b-e
8
43.6 e-h
37.2
hı
40.4 f-ı
80.6 ı
75.7 f-ı
78.1 h
9
47.6 cd
39.6
e-ı
43.6 cd
85.4 ab
78.0 b-e
81.7 a
10
41.6 ghı
36.7
ıj
39.1 hıj
85.3 ab
77.3 b-g
81.3 ab
11
42.0 f-ı
33.7
j
37.8 j
85.5 ab
78.7 a-d
82.1 a
12
45.7 c-f
41.9
c-f
43.8 cd
81.9 ghı
75.1 hı
78.5 gh
13
44.4 d-g
41.1
d-g
42.7 c-f
82.2 f-ı
75.2 ghı
78.7 fgh
Bez
45.6 c-f
43.4
a-d
44.5 c
83.3 d-g
80.6 a
82.0 a
15
44.5 d-g
39.0
f-ı
41.7 d-g
84.8 bcd
77.2 b-g
81.0 abc
Ch-6
39.5 ı
37.8
ghı
38.7 hıj
83.4 c-g
76.5 e-ı
80.0 c-f
Ch-4
40.2 hı
36.1
ıj
38.2 ıj
83.7 b-f
76.2 e-ı
80.0 c-f
18
45.5 c-f
43.8
a-d
44.6 c
84.6 bcd
78.3 b-e
81.4 ab
19
48.7 bc
45.8
ab
47.2 b
85.2 abc
77.9 b-e
81.6 ab
20
45.9 cde
42.5
b-f
44.2 cd
84.6 bcd
76.8 c-h
80.7 a-d
21
52.1 ab
46.2
a
49.1 ab
84.2 b-e
78.0 b-e
81.1 abc
22
42.0 f-ı
39.3
f-ı
40.7 e-h
83.8 b-f
78.9 abc
81.3 ab
Mex
40.9 ghı
40.2
d-h
40.6 f-ı
84.0 b-f
78.9 abc
81.4 ab
24
44.0 d-g
41.0
d-g
42.5 c-g
84.1 b-e
78.7 a-d
81.4 ab
Ort.
45.3 a**
40.8
b
43.1
83.7 a**
77.2 b
80.5
V.K.
3.2
3.5
3.4
0.8
1.1
1.0
**: Farklı harf grubuna giren değerler arasında sırasıyla % 1 olasılık sınırına göre fark vardır.
Frohberg, 1987). İki yıllık ortalamalara göre 4,
6, 7, 19 ve 21 nolu genotipler kontrol
çeşitlerinden yaklaşık 5-11 g’lık önemli bir artış
göstermişlerdir. Ayrıca 4 ve 7 nolu genotiplerin
bin tane ağırlıklarıyla birlikte tane sayılarının
da yüksek olması ıslah çalışmalarında
kullanımları için önemlidir. Çünkü başakta tane
sayısı ve bin tane ağırlığının ikisinin de bir
genotipte yüksek değerlere ulaşması oldukça
zordur. Birinci yıl genotiplerin ortalama bin
tane ağırlıkları 45.3 g olarak saptanırken, ikinci
yılda 40.8 g’a inmiştir. Bu durum bin tane
ağırlığı ile başakta tane sayısı arasındaki
olumsuz ilişkiden kaynaklanmaktadır (Sharma
et al., 1989). Zira başakta tane sayısının fazla
olması tanelerin daha cılız olmasına neden
olmaktadır. İkinci yıl özellikle başak
oluşumunun başlangıcında (Mayıs 16.8 mm)
bitkilerin su gereksiniminin tam olarak
karşılanamaması da bin tane ağırlığını önemli
ölçüde azaltmış olabilir (Genç ve ark., 1987).
Bu yüzden daha kurak geçen ikinci yılda bin
tane ağırlığı tane verimini belirleyici bir etken
olmuştur (Grignac, 1973; Blue et al., 1990).
3.8. Hektolitre Ağırlığı
Hektolitre ağırlığı genotiplerde her iki
yılda da % 1 düzeyinde farklılıklar göstermiştir.
Hektolitre ağırlıkları ilk yıl 80.6-86.6 kg ikinci
yıl ise 74.5-80.6 kg arasında değişmiştir
(Çizelge 7). Denemenin birinci yılında hatların
standart çeşitlere yakın, ikinci yıl genellikle
Bezostaja-I ve Mexipak-65’den daha düşük
hektolitre
ağırlıklarına
sahip
oldukları
belirlenmiştir. İki yıllık sonuçlara göre hatların
birçoğunun hektolitre ağırlıklarının standart
çeşitlerinkine yakın olduğu görülmektedir. Bazı
çalışmalarda da, denemede kullanılan 5, 19 ve
21 nolu genotiplerin hektolitre ağırlıklarının
standart çeşitlerden daha yüksek değerlere sahip
oldukları saptanmıştır (Demir ve ark., 1999;
Dokuyucu ve ark., 1999; Başer ve ark., 2001).
Tanenin şekli, yoğunluğu, büyüklüğü ve
homojenliği genotiplerin hektolitre ağırlığını
belirleyen en önemli özelliklerdir (Özkaya ve
Kahveci, 1990). Hektolitre ağırlığı standart
çeşitlerinkine yakın ve aynı zamanda tane
verimi yüksek genotiplerin ıslah programlarına
katılması önemlidir. Çünkü hektolitre ağırlığı
ile verim arasında olumlu ilişkiler saptanmıştır
(Kırtok ve ark., 1988). İkinci yıl hektolitre
69
Tokat Kazova Koşullarında Bazı Ekmeklik Buğday Çeşit ve Hatlarının Verim ve Verim Unsurları Yönünden Değerlendirilmesi
ağırlığının düşmesi genotiplerde tane sayısının
artışı ve buna bağlı olarak da üründeki cılız tane
oranının
yükselmesinden
kaynaklanabilir
(Finney et al., 1987). Ayrıca, ikinci yıl generatif
devrenin sıcak ve kurak geçmesi tanelerin
yeterince dolgun olmamasına bunun sonucunda
da hektolitre ağırlığının düşmesine neden
olabilir (Genç ve ark., 1999). Çevrenin
hektolitre ağırlığına etkisinin önemli olduğu
başka araştırıcılar tarafından da bildirilmiştir
(Schuler et al., 1994).
3.9.Tane Verimi
Tane verimine ilişkin ortalama değerler
Çizelge 8’de verilmiştir.
Çizelge 8. Ekmeklik
değerleri
Gen
1999-2000
1
642.2 b-f**
2
626.9 c-f
3
654.2 b-f
4
600.8 ef
5
708.5 a-e
6
635.8 c-f
7
789.2 a
8
753.9 ab
9
799.9 a
10
617.2 def
11
735.8 abc
12
667.1 b-e
13
549.5 f
Bez 699.7 a-e
15
709.6 a-e
Ch-6 662.4 b-f
Ch-4 704.8 a-e
18
671.0 b-e
19
642.8 b-f
20
708.9 a-e
21
668.9 b-e
22
608.7 def
Mex 726.1 a-d
24
692.7 a-e
Ort.
678.2
V.K.
6.6
buğday genotiplerinin tane verim
2001-2002
680.9 a-d**
690.9 a-d
669.6 a-d
587.6 cd
719.6 a-d
650.1 a-d
601.7 bcd
563.8 d
635.6 a-d
657.9 a-d
654.3 a-d
629.3 a-d
686.7 a-d
615.6 a-d
669.3 a-d
695.4 a-d
668.0 a-d
606.0 bcd
594.2 cd
715.0 a-d
759.0 ab
731.3 abc
739.7 abc
766.8 a
666.2
9.0
Birleşik Yıllar
661.5 abc**
658.9 abc
661.9 abc
594.2 c
714.1 ab
642.9 abc
695.5 ab
658.9 abc
717.8 a
637.6 abc
695.1 ab
648.2 abc
618.1 bc
657.7 abc
689.4 abc
678.9 abc
686.4 abc
638.5 abc
618.5 bc
712.0 ab
713.9 ab
670.0 abc
732.9 a
729.7 a
672.2
7.9
**: Farklı harf grubuna giren değerler arasında sırasıyla % 1
olasılık sınırına göre fark vardır.
Çizelgeden de görüleceği üzere tane
verimleri genotiplerde ilk yıl 549.5-799.9
kg/da, ikinci yıl ise 563.8-766.8 kg/da arasında
değişmiş ve genotipler arasındaki fark her iki
yılda da % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur.
İlk yıl en yüksek tane verimi sırasıyla 9 ve 7, en
düşük 13 nolu genotiplerden; ikinci yıl ise en
yüksek tane verimi 24, en düşük 8 nolu
genotiplerden elde edilmiştir. İki yıllık
ortalamalara bakıldığında en yüksek tane verimi
70
sırasıyla Mexipak-65, 24, 9 ve 5 nolu
genotiplerden en düşük 4 nolu genotipten elde
edilmiştir. Verim bitkinin genetik potansiyeli,
çevre faktörleri ve yetiştirme tekniklerinin
birlikte etkileri sonucu ortaya çıkmaktadır. İlk
yıl 7, 8, 9 ve 11 nolu genotipler kontrol
çeşitlerine göre yüksek tane verimi değerlerine
sahip olmasına rağmen ikinci yıl Cham-6,
Cham-4 ve Mexipak-65 çeşitlerinden daha
düşük değerler vermişlerdir. Bu durum bazı
genotiplerin ekolojik koşullara hassasiyetlerinin
diğerlerine göre daha yüksek olmasından
kaynaklanabilir. Her iki yılda 5 ve 20 nolu
genotipler yüksek tane verimi değerlerine sahip
olmuşlardır.
Bu
genotiplerin
çevresel
farklılıklardan
daha
az
etkilendikleri
söylenebilir. Tane veriminin belirlenmesinde
esas belirleyici faktör genetik yapıdır
(Gebeyehou et al., 1982; Akman ve ark., 1999).
Yüce ve ark. (2001), Ege bölgesinde farklı
lokasyonlarda yaptıkları bir çalışmada 5 ve 9
nolu genotiplerin standart çeşitlerin üstünde
verim verdiklerini saptamışlardır. Farklı
bölgelerde (Ege ve Geçit) aynı genotiplerin
yüksek tane verim değerlerine sahip olmaları bu
genotiplerin Türkiye’nin değişik bölgelerinde
kullanılabileceğini göstermektedir. İkinci yılda
ortalama tane verimi önemsiz de olsa
azalmıştır. Bu durum ikinci yılda özellikle
verimin
belirlendiği büyüme ve gelişme
dönemlerinde (Şubat-Mayıs) yağışın ilk yıla
göre daha düşük ve aynı zamanda artan
sıcaklıklarla açıklanabilir (Çizelge 1). Çetin ve
ark. (1999), buğdayda verim açısından
vejetasyon döneminde düşen yağış miktarından
çok, yağışın yetişme dönemine dağılımının
önemli olduğunu bildirmektedirler. Denemenin
ikinci yılında genotiplerin başakta tane sayısı ve
tek başak verimlerinde artış olmasına rağmen
metrekarede başak sayısı ve bin tane
ağırlıklarındaki azalmalara bağlı olarak tane
verimi de azalmıştır. Bu yüzden tane veriminin
belirlenmesinde en önemli verim unsurunun
metrekarede başak sayısı olduğu söylenebilir.
Benzer sonuç başka araştırıcılar tarafından da
bildirilmiştir (Aydın ve ark., 1999). İki yıllık
sonuçlara göre en yüksek tane verimine sahip 5,
7, 9, 11, 15, 20, 21 ve 24 nolu genotiplerin
erkencilik, metrekarede başak sayısı, tek başak
verimi, bin tane ağırlığı ve hektolitre ağırlığı
gibi özellikler bakımından ilk sıralarda yer
aldıkları görülmektedir.
A.YILDIRIM, M.A.SAKİN, S.GÖKMEN
4. Sonuç
Araştırmada incelenen tüm özellikler
bakımından genotipler arasında önemli farklar
elde edilmiştir. Tokat ekolojik koşullarında
yüksek tane verimine sahip 5, 7, 9, 11, 15, 20,
21 ve 24 nolu genotiplerin verim unsurları
bakımından da iyi performans göstermeleri bu
genotiplerin bölge koşullarında başarıyla
yetiştirilebileceğini göstermektedir. Verim
artışının önemli ölçüde verim unsurları yanında
çeşitlerin hastalık, sıcaklık ve kuraklık gibi
biyotik ve abiyotik faktörlere daha dayanıklı
olması
gibi
genotipik
özelliklerden
kaynaklanmış olması beklenir. Araştırmada
kullanılan genotiplerin içerisinde yüksek verim
veren
KAUZ*2/YACO//KAUZ
ve
KAUZ/STAR hatlarının Ege bölgesinde de
standart çeşitlerin üstünde yüksek verime sahip
olmaları bu genotiplerin ülke geneli için de
önerilebileceğini ortaya çıkarmıştır. Verimin
yanında bin tane ve hektolitre ağırlıkları gibi
kalite
özellikleri
bakımından
da
KAUZ*2/YACO//KAUZ, CHIL/2*SATR ve
ATTILA (21) genotiplerinin, kalitesi yüksek
Bezostaja-I’e yakın olması değirmencilik
açısından da önemlidir. Bu yüzden bu
genotiplerin diğer kalite analizleri de yapılarak
Tokat bölgesi için yeni çeşit adaylarının
belirlenmesi
ve
üreticilere
sunulması
sağlanmalıdır. Yüksek verim ve kaliteye sahip
olan yeni çeşit ve hatların kullanılmasıyla
bölgede ekmeklik buğdayın üretimi artacaktır.
Kaynaklar
Ağdağ, M.İ., Dok M. ve Doğan, H.M., 1997. Orta
Karadeniz Geçit bölgesi için uygun buğday
çeşitlerinin belirlenmesi üzerine bir araştırma.
Türkiye II. Tarla Bitkileri kongresi, 22-25 Eylül
1997, Samsun, 21-25.
Akman, Z., Yılmaz, F., Karadoğan, T. ve Çarkçı, K.,
1999. Isparta ekolojik koşullarına uygun yüksek
verimli buğday çeşit ve hatlarının belirlenmesi.
Türkiye 3. Tarla Bitkileri Kongresi, 15-20 Kasım
1999, Adana, Cilt I, Genel ve Tahıllar, 366-371.
Allan, R.E., 1983. Harvest indexes of backcross-derived
wheat lines differing in culm height. Crop Sci. 23:
1029- 1032.
Anonim, 2000-I. T.C. Başbakanlık İstatistikleri, Tarımsal
Yapı ve Üretim, Ankara
Anonim, 2000-II. Tohumluk Katalogu. Tarım İşletmeleri
Genel Müdürlüğü, Ankara.
Anonim, 2002. Tokat Tarım İl Müdürlüğü, Tokat.
Aydın, N., Tuğay, M.E., Sakin, M.A. ve Gökmen, S.,
1999. Tokat-Kazova koşullarında makarnalık buğday
çeşitlerinin verim ve kalite özelliklerinin belirlenmesi
üzerine bir araştırma. Orta Anadolu’da Hububat
Tarımının Sorunları ve Çözüm Yolları Sempozyumu,
8-11 Haziran 1999, Konya, 621-625.
Başer, İ., Korkut, K.Z. ve Bilgin, O., 2001. İleri ekmeklik
buğday hatlarının (T.aestivum L.) tane verimi ve bazı
agronomik karakterler yönünden değerlendirilmesi.
Türkiye 4. Tarla Bitkileri Kongresi, 17-21 Eylül
2001, Tekirdağ, 99-104
Blue, E.N., Mason, S.C. and Sander, D.H., 1990. Influence
of planting date, seeding rate and phosphorus rate on
wheat yield. Agron. J. 82: 762-768.
Bruckner, P.L. and Frohberg, R.C., 1987. Rate duration of
grain fill in spring wheat. Crop Sci. 27: 451-455.
Çetin, Ö., Uygan, D., Boyacı, H. ve Öğretir, K., 1999.
Kışlık buğdayda sulama-azot ve bazı önemli iklim
özellikleri arasındaki ilişkiler. Türkiye 3. Tarla
Bitkileri Kongresi, 15-20 Kasım 1999, Adana, Cilt I,
Genel ve Tahıllar, 151-156.
Demir, İ., Yüce, S, Tosun, M., Sekin, Y., Köse, E. ve
Sever, C., 1999. İleri ekmeklik buğday hatlarının bazı
kalite özelliklerinin belirlenmesi üzerinde bir
araştırma. Türkiye 3. Tarla Bitkileri Kongresi, 15-20
Kasım 1999, Cilt I, Genel ve Tahıllar, 354-356.
Dokuyucu, T., Akkaya, A, Nacar, A. ve İspir, B., 1999.
Bazı ekmeklik buğday (Triticum aestivum L.)
genotiplerinin Kahramanmaraş koşullarında verim ve
verim unsurlarının incelenmesi. Türkiye 3. Tarla
Bitkileri Kongresi, 15-20 Kasım 1999, Adana, Cilt I,
Genel ve Tahıllar, 127-132.
Düzgüneş, O., Kesici T., Kavuncu O. ve Gürbüz, F., 1987.
Araştırma ve Deneme Metotları II. Ankara Üniv. Zir.
Fak. Yay. No: 1021, 381 s., Ankara.
Finney, K.F., Yamazaki, W.T., Youngs, V.L. and
Rubenthaler, G.L., 1987. Quality of hard, soft and
durum wheats. p. 677-748 in E.G.Heyne (ed.). Wheat
and Wheat Improvement. 2nd ed. Agron. Monogr. 13.
ASA. CSSA and SSSA. Madison. WI.
Gebeyehou, G., Knott, D.R. and Baker, R.J., 1982.
Relations among durations of vegetative and grain
filling phases, yield Components and grain yield in
durum wheat cultivars. Crop Sci. 22: 287-290.
Genç, İ., Kırtok, Y., Ülger, A.C. ve Yağbasanlar, T.,
1987. Çukurova koşullarında ekmeklik (T.aestivum
L.) ve makarnalık buğday (T.durum Desf.) hatlarının
başlıca tarımsal karakterleri üzerinde araştırmalar.
TÜBİTAK Türkiye Tahıl Simpozyumu, 6-9 Ekim
1987 TOAG, Bursa, 71-83.
Genç, İ., Yağbasanlar, T., Özkan, H. ve Kılınç, M., 1993.
Seçilmiş bazı makarnalık buğday hatlarının
Güneydoğu Anadolu Bölgesi sulu koşullarına
adaptasyonu üzerinde araştırmalar. Makarnalık
Buğday ve Mamulleri Sempozyumu, 30 Kasım-3
Aralık 1993, Ankara, 261-274.
Genç, İ., Kırtok, Y., Yağbasanlar, T., Özkan, H. ve
Toklu, F., 1999. Ç.Ü. Ziraat Fakültesi tarafından
geliştirilen Ka’’S’’/Nac ekmeklik buğday çeşidinin
başlıca özellikleri. Türkiye 3. Tarla Bitkileri
Kongresi, 15-20 Kasım 1999, Adana, Cilt I, Genel ve
Tahıllar, 357-359.
71
Tokat Kazova Koşullarında Bazı Ekmeklik Buğday Çeşit ve Hatlarının Verim ve Verim Unsurları Yönünden Değerlendirilmesi
Gökmen, S., Sakin, M.A., Yıldırım, A. ve Tuğay, M.E.,
2001. Makarnalık buğdayda azot dozu ve uygulama
zamanının verim, verim unsurları ve kaliteye etkisi.
Türkiye 4. Tarla Bitkileri Kongresi, 17-21 Eylül
2001, Tekirdağ, 247-252.
Grignac, P., 1973. Relations between yield, components of
yields of durum wheat and certain morphological
characters. Proc. of the Symp. on Genetics and
Breeding Durum Wheat, Univ. di Bari, 14-18
Maggio, 275-283.
Jaradat, A.A., Ajluni, M.M. and Karaki, G., 1996. Genetic
structure of durum wheat landraces in a center
diversity. 5th Int. Wheat Conference Abs. June. 1014.
Karademir, Ç. ve Sağır, A., 1999. Güneydoğu Anadolu
bölgesinde makarnalık buğday (Triticum durum)
genotiplerinde kimi bitkisel özelliklerin değişim
sınırları. Türkiye 3. Tarla Bitkileri Kongresi, 15-20
Kasım 1999, Adana, Cilt I, Genel ve Tahıllar, 360365.
Kırtok, Y., Genç, İ., Yağbasanlar, T. ve Çölkesen, M.,
1988. Tescilli Ekmeklik ve Makarnalık Buğday
Çeşitlerinin Çukurova Koşullarında Başlıca Tarımsal
Karakterleri Üzerine Araştırmalar. Çukurova
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 3(3). 98-106.
Klatt, A.R., Dinçer, N. and Yakar, K., 1973. Problems
associated with breeding spring and winter durums in
Turkey. Proc. of the Symp. on Genetics and Breeding
Durum Wheat, Univ. di Bari, 14-18 Maggio, 327335.
Korkut, K., Başer, İ. ve Bilir, S., 1993. Makarnalık
buğdaylarda korelasyon ve path katsayıları üzerine
çalışmalar. Makarnalık Buğday ve Mamulleri
Sempozyumu, 30 Kasım-3 Aralık 1993, Ankara, 183187.
Kün, E., Avcı, M., Uzunlu, V. ve Zencirci, N., 1995.
Serin İklim Tahılları Tüketim Projeksiyonları ve
Üretim Hedefleri. TMMOB Ziraat Müh. Odası, IV.
Türkiye Ziraat Müh. Teknik Kongresi 9-13 Ocak,
Ankara, 417-429.
Kün, E., 1996. Tahıllar-I (Serin İklim Tahılları).Ankara
Üniv. Zir. Fak. Yay. No: 1451, s., 322, Ankara.
Özkaya, H. ve Kahveci, B., 1990. Tahıl ve ürünleri analiz
yöntemleri. Gıda Teknolojisi Derneği yayınları No:
114, Ankara.
72
Sade, B., Topal, A. ve Soylu, S., 1999. Konya sulu
koşullarında yetiştirilebilecek makarnalık buğday
çeşitlerinin belirlenmesi. Türkiye 3. Tarla Bitkileri
Kongresi, 15-20 Kasım 1999, Adana, Cilt I, Genel ve
Tahıllar, 91-96.
Schuler, S.F., Bacon, R.K. and Gbur, E.E., 1994. Kernel
and spike character influence on test weight of soft
red winter wheat. Crop Sci. 34: 1309-1313.
Sencar, Ö., Gökmen, S. ve Sakin, M.A., 1998. Tokat
Artova koşullarında triticale, buğday, ve çavdarın
verim ve verim unsurları üzerinde bir araştırma.
Gaziosmanpaşa Üniv. Zir. Fak. Dergisi, 15 (1): 187199.
Sharma, S.K., Randhawa, A.S. and Dualıwal, H.S., 1989.
Field association analysis under spaced and dense
sowings in wheat. Indian Journal of Genetics and
Plant Breeding, 49 (3): 423-426.
Sharma, R.C., 1994. Early generation selection for grainfilling period in wheat. Crop Sci. 34: 945-948.
Simane, B., Struik, P.C., Nachit, M.M. and Peacock, J.M.,
1993. Ontogenetic analysis of yield component and
yield stability of durum wheat in water-limited
environments. Euphytica 71: 211-219.
Toklu, F., Genç, İ., Yağbasanlar, T., Özkan, H. ve
Yıldırım, M., 2001. Çukurova koşullarında son 21
yıllık dönemde (1980-2000) yetiştirilen ticari
ekmeklik buğday çeşitleri ve seleksiyon hatlarında
verim potansiyelindeki değişimin belirlenmesi
üzerine bir araştırma. Türkiye 4. Tarla Bitkileri
Kongresi, 17-21 Eylül 2001, Tekirdağ, 53-59.
Yağbasanlar, T., Çölkesen, M., Genç, İ., Kırtok, Y. ve
Kaynak, M.A., 1990. Çukurova ve Şanlıurfa
koşullarına uygun buğday çeşitlerinin saptanması
üzerinde araştırmalar, II. Makarnalık Buğday
(T.durum Desf.) Çeşitleri. Çukurova Üniv. Zir. Fak.
Dergisi: 5 (2):17-32.
Yüce, S., Konak, C. Demir, İ., Tosun, M., Turgut, İ. ve
Akçalı, R.R., 2001. Ege bölgesinde bazı ekmeklik
buğday çeşit ve hatlarında verim ve kimi özellikler
üzerinde araştırmalar. Türkiye 4. Tarla Bitkileri
Kongresi, 17-21 Eylül, Tekirdağ, 29-35.
Yürür, N., Turan, Z.M. ve Çakmakçı, S., 1987. Bazı
ekmeklik ve makarnalık buğday çeşitlerinin Bursa
koşullarında verim ve adaptasyon yeteneği üzerine
araştırmalar. TÜBİTAK Türkiye Tahıl Sempozyumu,
6-9 Ekim 1987 TOAG, Bursa, 56-69.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 73-81
Samsun İlinde Kaba Yem Üretimini Sınırlayan Problemlerin Belirlenmesi
Ahmet Yulafçı
Mustafa Pul
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Samsun
Özet: Bu çalışma Samsun İlinde kaba yem üretimini sınırlayan problemleri belirlemek amacıyla 1996 yılında
yürütülmüştür. Bu çalışmada Samsun İli iklim özellikleri dikkate alınarak iki farklı bölüme ayrılmış ve
bilgiler bu iki bölümdeki 88 işletmeden anket yoluyla elde edilmiştir. Araştırma alanında yem bitkilerine
ayrılan alan % 3 civarındadır. Hayvansal ürün fiyatlarının düşük olması, arazi ve alet-makine yetersizliği,
sulanan alanların yetersizliği, finansman sorunları, tohumluk teminindeki güçlükler, eğitim ve bilgi
noksanlıkları yem bitkisi üretimini olumsuz yönde etkilemektedir. Meralarla ilgili olarak; mera alanı ve bitki
örtüsünün yetersizliği, su kaynağı olmaması, bakımsızlık ve drenaj gibi bazı problemler mevcuttur.
Anahtar Kelimeler: Samsun, kaba yem, çayır, mera, hayvancılık
Determining of the Problems Limiting Roughage Production in Samsun
Abstract: This survey was conducted to determine problems limiting roughage production in Samsun, in
1996. In this study, Samsun province was divided two different zones according to climate conditions and
data was collected from 88 farms by way of questionnaire. The area assigned for fodder crops is 3 % in
research area. Low animal product prices, insufficient field and mechanization, not enough irrigated area,
financial problems, difficulties connected with seed getting, education and information deficiency effects
negatively fodder crops production. There are several problems, such as inadequate field and flora, not
enough water sources, neglect, drainage about pasture.
Key Words: Samsun, forage, meadow, pasture, stockbreeding
1. Giriş
Yem bitkileri gerek hayvan besleme
değerleri, gerek toprağı ıslah edici vasıfları ve
gerekse erozyonu önlemedeki rolleri sebebiyle
sürdürülebilir tarım açısından büyük bir öneme
sahiptir.
Ülkemiz hayvancılığının en önemli
sorunlarından biri yeterli miktarda kaliteli kaba
yem üretilememesidir. Kaliteli kaba yemin
üretildiği iki kaynaktan biri olan doğal çayır ve
meralarımız uzun yılardır devam eden erken ve
aşırı otlatmalar nedeni ile verim güçlerini
kaybetmişlerdir. 1950 yılında 1 BBHB
(büyükbaş hayvan birimi)’ne ortalama 1,64 ha
mera alanı düşmesine karşılık 1980 yılında bu
alan 0,84 ha’a gerilemiştir. Karadeniz
Bölgesi’nde ise 1 BBHB’ne düşen mera alanı
0,47 ha’dır. Ülkemizin %28’ini kaplayan çayırmera alanları hayvancılığı ileri gitmiş ülkelerde
en az tarım alanları kadar geniş olmakta ve bu
ülkelerin
%40-50’sini
kaplayabilmektedir
(Avcıoğlu, 2001).
Kaliteli kaba yemin diğer kaynağı olan
yem bitkileri tarımına gereken önem
verilmediğinden tarla topraklarında yetiştirilen
bu bitki grubu fazla gelişme gösterememektedir
(Kendir ve Tahtacıoğlu, 2001). Hayvancılıkta
ileri olan ülkelerde yem bitkileri tarımı toplam
ekili alanın %25-30’unu teşkil ederken,
78
ülkemizde bu oran %3,25 düzeyindedir
(Anonim, 2001a). Bu da yem bitkileri
kültürünün ülkemizde ne kadar az geliştiğinin
açık bir göstergesidir.
Çayır-mera ve yem bitkileri ekilişlerinden
sağlanan kaba yem mevcut hayvanlarımızın
ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır. Devlet
İstatistik Enstitüsü’nün 1998 yılı verileri esas
alınarak yapılan bir hesaplamada mevcut kaba
yem üretiminin ihtiyacın ancak %50’sini
karşıladığı tespit edilmiştir (Anonim, 2001a).
Sığır varlığı yönünden Türkiye’deki tarım
bölgeleri içinde birinci, hayvan varlığı
yönünden ise ikinci sırada yer alan Karadeniz
Bölgesinde yıllık olarak 6 milyon ton ilave kaba
yeme ihtiyaç vardır (Acar ve ark., 1995a).
Gerek çayır meralar üzerindeki baskının
kalkması gerekse hayvanların ihtiyacı olan
kaliteli kaba yemin karşılanması için yem
bitkileri ekim alanlarının artırılması gereklidir.
Bu çalışmanın amacı; Samsun İlinde kaba yem
üretimini sınırlayan problemleri belirlemek
suretiyle araştırmacı, yayımcı ve karar alıcılara
yapacakları çalışmalarda ışık tutmaktır.
2. Materyal ve Yöntem
2.1.Materyal
Bu araştırmanın materyalini üretici
düzeyinde anket yoluyla toplanan orijinal
Samsun İlinde Kaba Yem Üretimini Sınırlayan Problemlerin Belirlenmesi
verilerle, konu ile ilgili olarak yayınlanmış
istatistik, araştırma ve incelemelerden oluşan
ikincil veriler oluşturmuştur.
2.2. Yöntem
Araştırma 1996 yılında Samsun İlinin
rakım itibarıyla daha yüksek ve iklimi daha
soğuk olan iç kesimleri ile daha düşük rakım ve
ılıman iklim şartlarına sahip olan sahil
kesimlerinde olmak üzere iki farklı bölgede
yürütülmüştür. Yüksek rakım kuşağında Ladik,
Vezirköprü ve Kavak İlçelerinde 46; sahil
kuşağında ise Terme, Çarşamba, Tekkeköy ve
Bafra İlçelerinde 42 adet olmak üzere toplam
88 işletmede üreticilerle anket yapılmıştır.
Anket çalışmalarında hayvancılık faaliyetinin
yoğun olduğu köy ve işletmelerin seçilmesine
dikkat edilmiştir. Değerlendirmeler her iki
kuşak için ayrı ayrı yapılmıştır.
Araştırmada işletmelerin altyapı sorunları,
bitkisel ve hayvansal üretimde karşılaştıkları
güçlükler, yem bitkisi ekilişleri, hayvan
besleme alışkanlıkları, meraların durumu ve
kaba yem üretimi gibi konular incelenerek kaba
yem üretiminde karşılaşılan sorunların tespitine
çalışılmıştır. Elde edilen veriler basit
tanımlayıcı istatistikler (ortalama, yüzde vb.)
kullanılarak özetlenmiş ve yorumlanmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. İşletmelerin Altyapısı
3.1.1. Arazi Varlığı
Yüksek rakım kuşağında işletme başına
ortalama 64 da arazi düşerken, sahil kesiminde
işletme başına düşen arazi varlığı ortalama 51
da’dır (Çizelge 1). Bu arazi büyüklüğü sahil
kuşağında 26,26 dekar olan Karadeniz Bölgesi
ortalamasının iki katı, yüksek kuşakta ise iki
katından fazladır. Diğer taraftan sahil kuşağında
işletme başına düşen arazi varlığı (ort. 51 da)
Türkiye ortalamasından (61 da) daha azdır
(Anonim, 2004a). Sulanan arazi oranı yüksek
rakım kuşağında %9 iken sahil kuşağında
%41’dir. Bu oran yüksek rakım kuşağında,
Türkiye ortalamasının (%19) altında iken, sahil
kuşağında ülke ortalamasının yaklaşık 2 katı
nispetindedir (Anonim, 2004a). Sulamalar
büyük ölçüde çiftçilerin kendi imkanları ile
yapılmaktadır. Çarşamba ve Bafra Ovalarındaki
sulama yatırımları tamamlandığında hem
sulanan alanların artması hem de sulama
maliyetinin düşmesi ile verimde önemli artışlar
olabilecektir.
Toprak derinliği fazla, eğimi az arazileri
temsil eden taban araziler yüksek rakım
kuşağında %26 iken sahil kuşağında %42’dir.
Sahil kuşağında taban arazinin fazla, iklimin
daha ılıman olması, birim alandan daha fazla
ürün alma ve yılda iki ürün alma gibi imkanları
da beraberinde getirmektedir.
3.1.2. Hayvan Varlığı
Anket yapılan işletmelerin %14’ünde
küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapılmakta olup,
bu yönden iki bölge arasında önemli bir
farklılık yoktur. Genel olarak küçükbaş hayvan
varlığının %99,7’sini koyun, %0,3’ünü ise keçi
oluşturmaktadır. Koyunculuğun meraya ihtiyaç
gösteren bir faaliyet kolu olması ve mera
alanlarının da giderek azalması, işgücü
yetersizliği
gibi
sebeplerle
koyunculuk
faaliyetinin oldukça az olduğu görülmektedir.
İşletmelerdeki büyükbaş hayvan varlığının
%93’ünü sığır, %7’sini ise manda türü
oluşturmaktadır (Çizelge 2). Anket sonuçlarına
göre sığır varlığının %43’ünü yerli, %45’ini
melez, %12’sini de kültür ırkları teşkil
etmektedir.
Genel olarak çiftçilerin %36,4’ü hayvan
sayısını arttırmayı planlamaktadır. Hayvan
sayısını arttırmak istemeyen çiftçiler ise en
önemli neden olarak, yem fiyatlarının yüksek
buna karşılık et ve süt fiyatlarının düşük
olmasını göstermektedir. Diğer önemli nedenler
ise; çiftçilerin ekonomik bakımdan canlı hayvan
alabilecek ve ahır yaptırabilecek durumda
olmamasıdır.
Çizelge 1. İşletmelerin Arazi Varlığı ve Arazilerin Özellikleri
İşletme başına
Bölgeler
arazi varlığı (da)
Kıraç (%)
Yüksek rakım kuşağı
64
65
Sahil kuşağı
51
17
Genel
58
44
80
Arazilerin özellikleri
Taban (%)
26
42
33
Sulanan (%)
9
41
23
Samsun İlinde Kaba Yem Üretimini Sınırlayan Problemlerin Belirlenmesi
Çizelge 2. İşletme Başına Düşen Hayvan Sayıları (adet)
Bölgeler
Sığır
Yüksek rakım kuşağı
6.4
Sahil kuşağı
9.6
Genel
8
3.1.3. Tarımsal Alet ve Makine Varlığı
Yüksek rakım kuşağında ziyaret edilen
çiftçilerin %76’sı, sahil kuşağında ise %74’ü
tarımsal alet ve makine varlığı yönünden
kendilerini yetersiz bulmaktadırlar. Her iki
kuşakta da tarımsal alet ve makine yönünden
yetersiz olduğunu belirten çiftçiler, alet ve
makine ihtiyaçlarını büyük ölçüde kiralama
yoluyla karşılamaktadırlar. Sahil kuşağındaki
tarımsal faaliyetler içinde önemli bir yer tutan
fındık tarımı tamamen insan işgücüne
dayanmaktadır.
İşletmelerin
büyük
çoğunluğunda arazi kıt ve sermaye yetersiz
olduğu için insan işgücü büyük önem arz
etmektedir.
3.1.4. Bina Varlığı
Yüksek rakım kuşağında görüşülen
çiftçilerin %46’sı, sahil kesiminde ise %31’i
ahır, ambar, konut ve ağıl durumunun yetersiz
olduğunu bildirmişlerdir. Hayvan barınaklarının
çoğu hijyenik vasıflara haiz değildir. Köylerde
yaşanan göç olgusu ve işletmelerin mali
imkanları bu tür ünitelere yatırım yapılmasını
engellemektedir. Köylerde atıl vaziyette duran
birçok bina mevcuttur.
3.2. Bitkisel Üretim
Yüksek rakım kuşağında ekim alanlarının
%69’unu buğday ağırlıklı tahıllar, %24’ünü
endüstri bitkileri, %3,7’sini yem bitkileri,
%3’ünü ise yemeklik baklagil ve diğer ürünler
oluşturmaktadır. Sahil kuşağında ise ekim
alanlarının %72’sini buğday, çeltik ve mısır
gibi tahıllar, %11’ini endüstri bitkileri, %2,5’ini
yem bitkileri, %13’ünü ise sebze ve yemeklik
baklagiller teşkil etmektedir.
İklim
şartlarının
sert,
dolayısıyla
vejetasyon süresinin kısa olduğu yüksek rakım
kuşağında ikinci ürün uygulaması yapabilen bir
çiftçiye rastlanmamıştır. İklim şartları elverişli
olan sahil kuşağında ise ziyaret edilen
işletmelerin %33’ünde 2. ürün uygulaması
yapılmaktadır. Acar ve ark. (1995b), yağışın
yeterli olduğu veya sulama imkanının olduğu
yerlerde tahıl hasadından sonra 2. ürün mısır ve
80
Manda
0.7
0.6
0.6
Koyun
11.1
15.0
13
Keçi
0.08
0.04
sorgum yetiştiriciliğinin başarılı bir şekilde
yapılabileceğini bildirmektedirler.
Yüksek rakım kuşağında ziyaret edilen
işletmelerin %35’inde nadas uygulaması tespit
edilirken, sahil kesiminde nadas uygulayan
çiftçiye rastlanmamıştır. İç kesimlerde tamamen
terk edilen araziler de mevcuttur. Bu
uygulamanın
nedenleri;
mekanizasyonun
yetersiz olması ve tarımsal faaliyetlerin büyük
ölçüde insan işgücüne dayalı olması; tarlaların
köye uzak olması; arazinin kıraç, toprak
verimliliğinin düşük olması; hasattan sonra
tarlayı bir yıl ot üretimi için bırakma ve
çiftçiliğin ticari amaçla yapılmamasıdır.
Bitkisel üretim faaliyetlerinde genel olarak
karşılaşılan sorunlar aşağıda maddeler halinde
ifade edilmiştir:
 Arazi yetersizliği,
 Arazilerin engebeli ve makineli tarıma
uygun olmaması,
 Gübre, tohum, akaryakıt ve zirai mücadele
ilacı gibi girdi fiyatlarının yüksekliği,
 Tarımsal mekanizasyon yetersizliği, insan
işgücü yetersizliği ve pahalılığı,
 Tohumluk teminindeki güçlükler,
 Ürün taban fiyatlarının düşük olması,
ödemelerin zamanında yapılmaması,
 Nakit temininde güçlük, devlet desteğinin
yetersizliği,
 Sulama ve drenaj sorunları,
 Eğitim ve teknik bilgi eksikliği .
3.3. Hayvansal Üretim
3.3.1. Süt Sığırcılığı
Yüksek rakım kuşağında toplam süt
üretiminin %91’i, sahil kuşağında ise %86’sı
büyükbaş hayvanlardan elde edilmektedir. Süt
üretimi hayvanların doğumlarına bağlı olarak
ilkbahar ve yaz aylarında fazla olmakta üretim
daha sonra giderek azalmaktadır. Süt sığırcılığı
küçük aile işletmeleri şeklinde yapılmakta olup,
ailenin ihtiyacından fazla olan süt; yoğurt,
tereyağı, peynir ve taze süt olarak satılmaktadır.
Türkiye
genelinde
yapılan
istatistikler
işletmelerde
üretilen
sütün
%19’unun
pazarlandığını göstermektedir (Anonim, 2001b)
Samsun İlinde Kaba Yem Üretimini Sınırlayan Problemlerin Belirlenmesi
Samsun’da sığırların yıllık ortalama süt
verimi 1366 kg, mandanın 913 kg, koyunun 35
kg, kıl keçisinin 56 kg; Türkiye ortalaması ise
sırasıyla 1669 kg, 967 kg, 49 kg ve 60 kg’dır
(Anonim, 2001b). Görüldüğü gibi Samsun
İlindeki hayvanların süt verimi Türkiye
ortalamasının altındadır. Hayvanların ırk
özellikleri ve bakım şartları süt verimleri
üzerinde doğrudan etkili olan hususlardır.
Hayvancılığın daha ziyade aile ihtiyacı için
yapılması, süt fiyatları, sütün pazarlamasında
yaşanan güçlükler bu konuda atılacak adımların
önündeki
en
önemli
engeller
olarak
görülmektedir.
Öztek ve Alpkent (1995), Karadeniz
Bölgesinde süt üretimiyle ilgili sorunları 3
grupta toplamıştır. Bunlar; üretim yetersizliği,
üretim dengesizliği ve kalite bozukluğudur.
3.3.2. Besicilik
Yüksek rakım kuşağında anket yapılan
işletmelerin %34’ü, sahil kuşağında ise %45’i
besicilik işletmesidir. Bu işletmeler küçük
ölçekli işletmeler olup ortalama hayvan sayıları
adet olarak yüksek rakım kuşağında 12, sahil
kuşağında ise 16’dır. Bu işletmelerde değişik
ırklardan besi amacıyla toplanan genç erkek
hayvanlar, belirli bir süre beslendikten sora
kasaplık olarak satılmaktadır. İşletmelerin
%5’inde kapalı ahır şartlarında sığır besiciliği
yapılmakta olup, diğer işletmelerde bu faaliyet
ya tamamen merada ya da ahır ve mera karışık
olarak yapılmaktadır. Et fiyatlarının düşük
olması, pazarlama problemleri, yem yönünden
dışarı bağımlı olma ve dolayısıyla yem girdisi
maliyeti gibi sebeplerle pek çok besicinin bu
işten zarar ederek faaliyetini durdurduğu ya da
azalttığı üreticiler tarafından ifade edilmektedir.
Yüksek rakım kuşağında küçükbaş hayvan
yetiştiriciliği yapan işletmelerin %71’inde, sahil
kuşağında ise %60’ında kuzu besiciliği
yapılmaktadır. Yüksek rakım kuşağında kuzu
besiciliği yapan işletmelerin %80’i, sahil
kuşağında ise %67’si kuzuları ağılda beslerken,
kalan
işletmeler
meralardan
da
yararlanmaktadır.
3.3.3. Hayvancılıkta Karşılaşılan Problemler
Hayvancılıktaki en önemli şikayet
konularının başında pazarlama problemleri
gelmektedir. Yüksek rakım kuşağında anket
yapılan çiftçilerin %72’si, sahil kuşağında ise
%62’si hayvansal ürünlerin pazarlamasında
80
sorunlarla karşılaşıldığını ifade etmişlerdir.
Canlı hayvanların pazarlamasında karşılaşılan
sorunlar sırasıyla; canlı hayvan fiyatlarının
düşük olması, alıcı bulunamaması, pazara
taşımada
güçlükler
ve
peşin
ödeme
yapılmaması olarak belirlenmiştir. Canlı hayvan
pazarlama işi komisyoncuların elinde olup, esas
geliri komisyoncuların elde ettiği ifade
edilmektedir.
Süt
ve
mamullerinin
pazarlamasında karşılaşılan sorunlar ise
sırasıyla; süt fiyatlarının düşük olması, pazara
taşıma ve alıcı bulamama olarak belirlenmiştir.
Hayvansal
üretimde
genel
olarak
karşılaşılan diğer sorunlar aşağıdaki şekilde
ifade edilmektedir:
 Ahır ve ağıl gibi altyapıların yetersizliği,
 Arazinin yetersizliğinden dolayı yem bitkisi
üretimi yapılamaması,
 Yem bitkisi üretiminin yetersizliği,
 Meraların yetersizliği veya hiç olmaması,
 Yemlerin pahalılılığı,
 Alet- makine ve insan işgücü yetersizliği,
 Kültür ırkı hayvan fiyatlarının yüksekliği,
 Yerli sığırların süt verimlerinin düşüklüğü,
 Finansman yetersizliği,
 Hayvan sağlığı problemleri,
 Eğitim ve teknik bilgi eksikliği.
Efil ve ark. (1999), Orta ve Doğu
Karadeniz Bölgesi’nin hayvancılık sektörünün
gelişmesi bakımından yeterli ekolojik şartlara
ve doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen, bu
mevcut potansiyelin uzun yıllar gerektiği gibi
kullanılamadığını, hayvan başına üretimin
gelişmiş ülkelere göre oldukça geri olduğunu,
bunun en başta gelen sebeplerinin ise; hayvan
populasyonunun et ve süt verimi bakımından
düşük yerli ırklardan oluşması, çayır ve
meraların düşük verimli olması, yem bitkileri
ekimine gerekli önemin verilmemesi, bakım ve
besleme yetersizlikleri, hastalık kontrol ve
mücadelesinin
ve
hayvancılık
organizasyonlarının yetersiz düzeyde olması
olduğunu kaydetmektedirler.
Kaymakçı
(2001),
Türkiye’de
hayvancılığın başlıca sorunlarının damızlık,
besleme, barınakların yetersizliği, sağlık,
pazarlama, destekleme, örgütlenme ve eğitim
konularında yoğunlaştığını vurgulamıştır. Son
yıllarda birçok işletmenin besicilikten zarar
ettiği üreticiler tarafından ifade edilmektedir.
A.YULAFÇI, M.PUL
3.4. Kaba Yem Kaynakları
3.4.1. Yem Bitkileri
Araştırma alanında yem bitkisi ekiliş oranı
işletme ekiliş alanlarının %3,1'i düzeyinde olup
(Çizelge 3) Türkiye
ortalaması (%3) ile
paralellik arz etmektedir (Anonim, 2001b).
Kaba yem üretiminin bu şekilde sınırlı olması
sonucunda bilhassa ticari manada çok sayıda
hayvan besleyen besicilik işletmeleri ihtiyaç
duydukları yemi dışarıdan satın almakta, bu ise
maliyeti yükseltmektedir. Buna bir de canlı
hayvan fiyatlarındaki düşüş eklenince, bu
işletmelerin çoğu zarar etmekte ve faaliyetine
ara vermek zorunda kalmaktadır.
Bölgede mısır, arpa ve yulaf ekilişleri
önemli bir yer tutmakla birlikte, bu ürünler
daha
ziyade
dane
üretimi
amacıyla
yetiştirilmekte, harman sonrası kalan sap ve
saman kaba yem olarak hayvan beslemede
kullanılmaktadır. Ayrıca bu ürünlerden mısır
başlangıçta sık olarak ekilmekte ve daha sonra
seyreltme yapmak suretiyle hayvanlara
yedirilmektedir. Anket sonuçlarına göre;
üreticilerin gelecekte yem bitkisi yetiştirme
eğilimini etkileyen faktörlerin en önemlileri
arazi varlığı, üretim maliyeti, hayvan sayısı ve
hayvancılıkta
kârlılık
oranı
olarak
belirlenmiştir. Az sayıda hayvan besleyen
işletmeler kaba yem ihtiyaçlarını büyük ölçüde
arazilerinde yetişen doğal bitki örtüsü ve
yetiştirdikleri diğer bitkilerin artıklarından
karşılamakta (tahıl, baklagil, şeker pancarı,
sebze vb.) bu yüzden yem bitkisi yetiştirmeye
fazla ihtiyaç duymamaktadırlar. Diğer bir ifade
ile ellerinde bu kaynaklarla besleyebilecekleri
kadar hayvan bulundurmaktadırlar. Bu yönüyle
kaba yem açığı daha ziyade hayvancılık
faaliyetini ticari olarak yapan ve hayvan sayısı
fazla olan işletmelerde ortaya çıkmaktadır.
Ortalama işletme arazisi küçük olduğundan
üreticiler öncelikli olarak daha çok gelir getiren
ürünlere yönelmektedirler. Girdi fiyatlarının
yüksek hayvansal ürün fiyatlarının düşük
olması, alet-makinenin yetersiz olması,
sulamanın olmaması, tohumluk teminindeki
güçlükler, bitkilerde yatma ve yabancı ot gibi
problemler yem bitkisi ekilişini olumsuz yönde
etkilemektedir.
Yem bitkileri uzun yıllar boyunca diğer
tarla ürünlerine karşı olumsuz bir rekabetle
karşı karşıya kalmıştır. Genel olarak, doğrudan
nakit bir gelir getirmemesi ve doğrudan insan
beslenmesinde kullanılmaması, uygulanan
tarım politikaları içinde bu önemli bitki
grubunun göz ardı edilmelerine yol açmıştır.
Özellikle hayvansal ürünlerin pazarlamasında
karşılaşılan sorunlar gelişmeyi engellemiştir
(Kendir ve Tahtacıoğlu, 2001).
Geçmişte yapılan ücretsiz tohum dağıtımı
vb. destekler bir tarafa bırakılırsa, uzun
yıllardan buyana yem bitkileri üretimine
herhangi bir teşvik verilmemiştir. Bu eksikliği
gidermek amacı ile
Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı tarafından yem bitkileri ekilişlerinin
geliştirilmesi
çalışmaları
kapsamında;
2000/467 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
“Hayvancılığın
Desteklenmesi
Hakkında
Karar” yürürlüğe konulmuştur. Bu karara göre,
yem bitkileri üretiminde yatırım giderlerinin ve
üretim maliyetlerinin bir bölümü üreticiye
teşvik olarak ödenmektedir. Bu teşvik sistemi,
yem bitkileri üretimini olumlu yönde
etkilemiştir Kararın alındığı 2000 yılında
538.000 da yem bitkisine destekleme
yapılmasına karşılık, bu rakam 2003 yılında 2,7
milyon dekarı aşmıştır (Anonim, 2005a).
3.4.2. Çayırlar
Çayırlar taban suyu yüksek düz alanlarda
oluşmuş, yer yer sulama imkanına sahip özel
mülkiyete konu olan doğal bitki örtüsü ile kaplı
alanlardır. Yüksek rakım kuşağında işletmelerin
%23,9’unda, sahil kuşağında ise %38,1’inde
ortalama 3 dekar genişliğinde hayvanların
otlaması için ayrılmış, doğal bitki örtüsü ile
kaplı araziler bulunmaktadır. Bunlar meralardan
farklı olarak işletmelerin mülkiyetinde olan
arazilerdir.
Çizelge 3. Yetiştirilen Yem Bitkilerinin İşletme Arazileri İçindeki Oranı (%)
Yem bitkisi türleri
Yüksek rakım kuşağı
Sahil kuşağı
Fiğ
0,8
0,4
Yonca
0,7
2,1
Korunga
0,1
Silaj mısır
0,5
Fiğ + Yulaf
1,6
Toplam
3,7
2,5
Genel
0,6
1,4
0,05
0,25
0,8
3,1
81
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 73-81
Bu arazilerden işletmelerin %22,2’si
biçme, %40,7’si hayvan otlatma, %37,1’i ise
hem biçme hem de hayvan otlatma suretiyle
yararlanmaktadır. Bu arazilere bitkilerin daha
iyi gelişmesi için belli bir ölçüde gübre de
tatbik edilmektedir.
3.4.3. Meralar
Meralar mülkiyeti kamuya kullanım hakkı
ise vatandaşa bırakılmış, esas itibariyle hayvan
otlatmak suretiyle istifade edilen tabii bitki
örtüsü ile kaplı alanlardır. Çayır ve otlak
arazilerinin oranı Samsun’da %4,62 iken
Türkiye’de bu oran 2,30’dur (Anonim, 2004a).
Meralar üzerinde hayvanlar ortalama 8-9 ay
süre ile otlamakta ve yapılan araştırmalarda
Karadeniz Bölgesinde kaba yem üretiminin
%40’a yakın bir bölümünü karşılamaktadır
(Uzun ve Aydın, 1997).
Her iki kuşakta da küçükbaş hayvanlar
mart ayından aralık ayına kadar geçen 9 ay
boyunca meralardan yararlanabilmektedir.
Büyükbaş hayvanlar ise sahil kuşağında mart
ayı başında, yüksek rakım kuşağında ise mart
ayı ortasında meraya çıkmakta olup otlatma
mevsimi kasım ayı sonuna kadar devam
etmektedir. Böylece büyükbaş hayvanlar da
meralardan ortalama 8 ay yararlanmaktadırlar.
Genellikle yüksek rakımlı çayır ve mera
arazileri olan yaylalardan küçükbaş hayvan
yetiştiriciliğinde
büyükbaş
hayvan
yetiştiriciliğine göre daha yaygın ve daha uzun
süreli istifade edilmektedir. Küçükbaş hayvan
yetiştiricileri her iki kuşakta da nisan ayının
sonlarında yaylalara çıkmakta ve eylül ayı
sonuna kadar burada kalmaktadırlar. Büyükbaş
hayvan yetiştiricileri ise mayıs ayı ortalarında
yaylalara çıkmakta ve ağustos ayı sonlarında
geri dönmektedirler.
Yörede hayvan beslemede bu kadar önemli
bir yeri olan mera alanlarının genişlik ve kalite
yönünden
istenilen
düzeyde
olduğu
söylenemez. Çiftçiler tarafından meralarla ilgili
birçok sorun ifade edilmiştir. Bunlardan bazıları
şunlardır:

Köy merasının bulunmaması bu yüzden
orman arazilerinin mera olarak kullanılması,

Mera alanlarının sarp ve kayalık olması,

Ot veriminin düşüklüğü,

Mera alanlarının taş, diken ve çalılarla
kaplanmış durumda olması,

Mera alanlarının darlığı,
78

Yılın belirli zamanlarında mera arazisini
su basması,

Mera arazilerinin köyden çok uzak
olması,

Mera arazisi köyün ortak arazisi
olduğundan bakım yapılmaması,

Mera arazisinden bazı hanelerin daha
fazla yararlanması,

Mera arazisi üzerinde hayvanlar için
içme suyu olmaması.
Yüksek rakım kuşağında mülakata katılan
çiftçilerin %61’i, sahil kuşağında ise %31’i
meraların ıslahı için yapılabilecek çalışmalara
gönüllü
olarak katılabileceklerini
ifade
etmişlerdir. Diğer çiftçiler ise köylerinde mera
arazisi olmaması veya çok küçük olması,
meranın uzak olması ve hayvan sayılarının az
olması gibi sebeplerle bu çalışmalara
katılamayacaklarını belirtmişlerdir.
Meraların korunması ve kullanımıyla
ilgili uzun yıllardan beri beklenen Mera
Yasası 1998 yılında kabul edilmiştir. Yasaya
bağlı olarak hazırlanan yönetmelik ve
yönergelerin uygulamaya alınması, meraların
tespiti ve sınırlarının belirlenmesi 7 yıldır
sürdürülmektedir. Ancak bu süre içerisinde
toplam mera varlığımızın sadece % 20’si yasa
kapsamında kayda alınabilmiştir (Anonim,
2005b)
3.4.4. Fındık ve Diğer Bahçe Alanları
Samsun İlinde
fındık bahçelerinin
kapladığı alan 88.428 ha olup (Anonim, 2004b),
sahil kuşağında anket yapılan çiftçilerin %45’i
fındık üreticisi durumundadır. Sahil kuşağında
fındık bahçeleri hem küçükbaş hem de
büyükbaş hayvanlar için önemli otlatma
kaynakları durumundadır. Bu alanlarda
hayvanlar 5-6 ay süre ile otlamakta ayrıca kuru
ot
üretimi
de
yapılmaktadır.
Fındık
bahçelerinden
otlatma
kaynağı
olarak
yararlanılan gün sayısı iklim faktörleri yanında,
fındık hastalık ve zararlılarına karşı yapılan
kimyasal mücadele tarafından sınırlanmaktadır.
Fındık yapraklarının dökülmesi ile birlikte
otlatma kaynağı olarak fındık bahçelerinin
değeri de azalmaktadır. Fındık bahçelerinde
daha fazla ve daha kaliteli kaba yem üretmek
için yapılabilecek çalışmaların neler olduğunu
belirlemek amacıyla fındık üreticilerine
yöneltilen soruya verilen cevaplara göre; fındık
bahçelerinde kaba yem üretimini etkileyen en
Samsun İlinde Kaba Yem Üretimini Sınırlayan Problemlerin Belirlenmesi
önemli faktör gübreleme olarak tespit
edilmiştir. Bunu sulama ve fındık bahçelerinin
dikenlerden arındırılması gibi çalışmalar
izlemektedir.
Acar ve ark. (1995b), fındık bahçelerinde
yetişen otların biçilerek hayvan beslemede
kullanıldığını, özellikle yeni kurulan ve eğimin
fazla olmadığı fındık bahçelerinde ocak
aralarına gölgeye dayanıklı yem bitkisi
karışımlarının ekilmesi ile bu alanlardan elde
edilecek ot verimi ve kalitesinin artacağını
kaydetmektedirler.
Diğer meyve bahçeleri ve kavaklık gibi
alanlar da fındık bahçeleri gibi hayvanların
yararlandıkları otlatma kaynaklarıdır.
3.4.5. Anızlar
Otlatma kaynağı olarak tahıl anızı, hem
küçükbaş
hem
de
büyükbaş
hayvan
yetiştiriciliğinde önemli bir yer tutmaktadır.
Tahıllar hasat edilir edilmez hayvanlar anız
üzerinde otlamaya başlamakta ve tarla
sürülünceye kadar otlatma devam etmektedir.
Yılda bir ürün yetiştirmeye dayalı sistemlerde
tahıl
anızından
daha
uzun
süre
yararlanılmaktadır. Sonbahar toprak işlemesi
yapılmadığı taktirde anızlar üzerinde hayvanlar
5-6 ay süre ile otlayabilmektedir.
3.5. Hayvan Beslemede Kullanılan Kaba
Yem Çeşitleri ve Kullanan İşletme Oranı
Hayvanların
otlamak
suretiyle
faydalandıkları çayır ve mera gibi kaba yem
kaynaklarının yanında işletme sahipleri
tarafından hayvanlara hazır olarak verilen kaba
yemler ve bunları kullanan işletmelerin oranı
Çizelge 4‘te görülmektedir. Bunlar içerisinde
gerek büyükbaş gerekse küçükbaş hayvan
beslemesinde en fazla kullanılan kaba yem tahıl
samanıdır. Bunu çayır otu ve mısır sapı takip
etmektedir. Şeker pancarı yaprakları ve posası
da hayvan beslemesinde oldukça yaygın olarak
kullanılmaktadır. Kaliteli bir kaba yem olan fiğ
otu belli bir ölçüde kullanılmakla birlikte yonca
ve korunga gibi kaliteli kaba yemlerin
kullanımı oldukça sınırlıdır. Bunun yanında
bahçe otları ve sebze artıkları özellikle sahil
kuşağında hayvan beslemede önemli bir yer
tutmaktadır. Uzun ve Aydın (1997), Karadeniz
Bölgesinde kaba yem üretiminin %56’sının
başta tahıl samanı olmak üzere baklagil
artıkları, sebze ve meyve artıkları, şeker pancarı
posa ve yaprağı gibi artıklardan oluştuğunu
belirtmektedir.
Çizelge 4. Hayvan Beslemede Kullanılan Kaba Yem Çeşitleri ve Kullanan İşletme Oranı (%)
Büyükbaş
Küçükbaş
Yemin cinsi
Yüksek rakım kuşağı
Sahil kuşağı
Yüksek rakım kuşağı
Sahil kuşağı
Tahıl samanı
66
79
57
100
Çayır otu
30
41
71
40
Mısır sapı
30
69
40
Ş. pancarı yaprağı (kuru)
25
3
29
Fiğ
16
10
14
20
Mısır silajı
14
5
Ş. pancarı posası
14
21
29
20
Baklagil kesi
9
5
14
Yulaf
7
3
Yonca
7
Ş.Pancarı yaprağı silajı
7
14
Fiğ+ yulaf karışımı
5
Bahçe otu
5
23
14
Korunga
2
Fiğ+yulaf+arpa
2
Fiğ kesi
14
Ayçiçeği samanı
14
Sebze artıkları
18
Tarla yabancı otları
3
-
80
Samsun İlinde Kaba Yem Üretimini Sınırlayan Problemlerin Belirlenmesi
3.6. Kaba Yem Ticareti
Yüksek rakım kuşağında hayvansal üretim
faaliyetlerinde bulunan çiftçilerin %20'si, sahil
kuşağında ise %71’i her yıl veya en azından
bazı yıllar kaba yem satın almaktadır.
En yaygın olarak ticareti yapılan kaba
yemler
saman
ve
kuru
ot
olarak
belirtilmektedir. Sahil kuşağında saman ve kuru
ot fiyatları, yüksek rakım kuşağına göre daha
yüksek olup bu durum genellikle ticarete konu
olan kaba yemlerin iç kesimlerde üretilmesi ve
sahil kesimine gelirken üzerine aracı kârı,
nakliye masrafı vb. unsurların eklenmesinden
kaynaklanmaktadır.
Yeterli kaba yemi olmayan çiftçiler kaba
yem ihtiyaçlarını kışa girmeden önce saman ve
kuru ot ticareti yapan tüccarlardan ve diğer
köylerden karşılamaktadır.
4. Öneriler
 Sulanan alanların artması ve sulamanın
daha ucuza yapılması bakımından Samsun
İlindeki sulama ve drenaj yatırımları bir an
evvel tamamlanmalıdır. Bu durum yem bitkisi
üretimini de olumlu yönde etkileyecektir.
 İşletmelerin
altyapı
eksikliklerinin
giderilmesi için uygun şartlarda kredi desteği
sağlanmalıdır.
 Sahil kuşağında ikinci ürün olarak silajlık
mısır ve sorgum gibi bitkilerin yetiştirme
imkanları üzerinde durulmalıdır.
 Kuru tarım uygulanan iç kesimlerde nadas
alanlarından, yağışı yeterli olan sahil
bölgelerinde de kış döneminde boş olan
alanlardan bir yıllık yem bitkisi karışımları
ekilerek yararlanılmalıdır
(Acar ve ark.,
1995b).
 Çiftçiler, yem bitkisi üretimi ve mera
kullanımı konusunda bilgilendirilmelidir.
 Yem bitkisi üretiminin temel unsurlarından
biri olan yem bitkisi tohumluğu üretimi teşvik
edilmelidir.
 Tahıl ve endüstri bitkileri gibi diğer ürün
gruplarına karşı rekabet gücü az olan yem
bitkilerine
yapılan
teşvikler
devam
ettirilmelidir.
80
 Sahil kuşağında kaba yem sorununun
çözümüne yardımcı olabilmek için fındık
bahçelerinde daha bol ve kaliteli ot üretme
imkanlarının araştırılması gereklidir.
 Hayvancılıkta yaşanan pazarlama ve fiyat
problemleri yem bitkileri tarımını da olumsuz
yönde etkilemektedir. Hayvan borsalarının
kurulması, atıl vaziyetteki mevcut kombina ve
süt işleme tesislerinin işler hale getirilmesi,
hayvansal ürün ihracatının artırılması, süt
tüketim
alışkanlığı
yönünde
halkın
bilinçlendirilmesi bu konuda alınabilecek
tedbirlerden
bazılarıdır.
Hayvancılıkta
sağlanacak olumlu gelişmeler yem bitkileri
tarımını da olumlu yönde etkileyecektir.
 Hayvancılığın karlı olmadığı durumlarda
yem bitkileri
tarımının karlı olması
olanaksızdır.
Halen
ülkemizde
yapılan
hayvancılık; genelde ana tarımsal üretim
faaliyeti bitkisel üretim olan ve büyük
çoğunluğu (toplam işletmelerin %67’si) 50
dekarın
altında
araziye
sahip
küçük
işletmelerde yan faaliyet alanı olarak
yürütülen ekstansif bir hayvancılıktır. Her
şeyden önce, çok küçük işletmelerde yan
faaliyet
olarak
sürdürülmekte
olan
hayvancılığın ekonomik
hale getirilmesi
gerekir. Bu üretim faaliyetinin ekonomik
olabilmesi
için;
öncelikle
işletme
büyüklüğünün yeterli hale getirilmesi gerekir.
Genelde her biri, 2-3 inek veya 20-30
koyuna sahip üreticilerin her birini yeterli
işletme büyüklüğüne getirmek olanaksızdır.
Bu nedenle küçük işletmeleri birlikler veya
kooperatifler gibi karşılıklı ekonomik çıkar
birlikleri halinde birleştirmek zorunludur
(Anonim, 2005).
 Meralarda gerekli olan bakım işlemleri
yerine getirilmelidir. Bunun için 1998 yılında
çıkarılan Mera Kanununda yer alan hususlar
titizlikle uygulanmalıdır.
A.YULAFÇI, M.PUL
Kaynaklar
Acar, Z., Ayan, İ., Manga, İ., Işıker, Ü. 1995a. Karadeniz
Bölgesinde Kaba Yem Sorununun Çözümü
Bakımından Silajın Önemi. Karadeniz Bölgesi
Tarımının Geliştirilmesinde
Yeni
Teknikler
Kongresi, 10-11 Ocak 1995, Samsun, 89-96.
Acar, Z., Manga, İ., Ayan, İ., Tiryaki, İ. 1995b. Kaba
Yem Üretimi ve Çevre Açısından Karadeniz
Bölgesinde Çayır-Mera ve Yem Bitkilerinin Durumu
ve İyileştirme Olanakları. Karadeniz Bölgesi
Tarımının Geliştirilmesinde
Yeni
Teknikler
Kongresi, 10-11 Ocak 1995, Samsun, 316-323.
Anonim, 2001a. http://e-kutup.dpt.gov.tr/
Anonim, 2001b. Tarımsal Yapı 2001.T.C. Başbakanlık
Devlet İstatistik Enstitüsü, Yayın No: 2758, Ankara.
Anonim 2004a. 2001 Genel Tarım Sayımı Köy Genel
Bilgileri, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik
Enstitüsü, Yayın No: 2898, Ankara.
Anonim, 2004b. Samsun Tarım İl Müdürlüğü Kayıtları.
Anonim, 2005a. http://www.zmo.org.tr/etkinlikler/6
tk05/024esvet.pdf
Anonim, 2005b. http://www.zmo.org.tr/etkinlikler/ 6tk05/
011aservettekeli.pdf
Avcıoğlu, R. 2001. Çayır-Mera ve Yaylakların Korunması
Hedefleri. Türk Tarımında 2010 Yılı Hedefleri
Sempozyum 21-23 Şubat 2001, İzmir, 55-66.
Efil, H., Bozkurt, Y., Ulutaş, Z., 1999. Orta ve Doğu
Karadeniz Bölgesi Süt ve Besi Sığırcılığı
Sektörünün
Geliştirilmesinde
Alternatif
Yaklaşımlar.Karadeniz Bölgesinde Tarımsal Üretim
ve Pazarlama Sempozyumu, 15-16 Ekim Samsun,
71-79.
Kaymakçı, M. 2001. Türkiye Hayvancılığının Başlıca
Sorunları ve Çözüm Yolları. Türk Tarımında 2010
Yılı Hedefleri Sempozyum, 21-23 Şubat 2001,
İzmir, 171-177.
Kendir, H., Tahtacıoğlu, L. 2001. Yem Bitkileri, Çayır ve
Meralar.Cumhuriyetimizin 100. Yılında Tarımın
Hedefleri Sempozyumu, 30 Nisan-01 Mayıs 2001,
Ankara, 180-202.
Öztek, L. ve Alpkent, Z., 1995. Karadeniz Bölgesinin
Sütçülük Durumu, Sorunları ve Çözüm Önerileri.
Karadeniz Bölgesi Tarımının Geliştirilmesinde Yeni
Teknikler Kongresi, 10-11 Ocak 1995, Samsun, 134146.
Uzun, F., Aydın, İ., 1997. Karadeniz Bölgesinin Kaba
Yem Üretiminde Çayır Mera ve Yem Bitkilerinin
Yeri ve Önemi. Ziraat Mühendisliği Dergisi, 312,
24-27.
81
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 83-91
Toprak Taksonomisine Göre Toprak İklim Rejimleri ve Türkiye Toprakları
İçin Örnekler
1
Levent Başayiğit (1)
Ural Dinç (2)
Süleyman Demirel Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Çünür/Isparta
2
Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Balcalı/Adana
Özet: Bu çalışmada, toprakların 7. tahmin sistemine göre sınıflandırılmasında anahtar görevi yapan toprak
iklim rejimlerinin incelenmesi ve bu bilgilerin sınıflandırma sistemi içerisinde kullanımı yer almaktadır. Bu
amaçla, iklim rejimlerinin toprak sınıflandırma sisteminin hangi aşamalarında yer aldığı ve kullanım durumu
incelenmiş ve Türkiye’de bulunan farklı toprak sıcaklık ve nem rejimleri için örnekler verilmiştir. Çalışma
sonunda toprak iklim rejimlerinin kullanımı tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler:Toprak sıcaklık rejimi, toprak nem rejimi, toprak taksonomisi
Soil Climate Regimes According to Soil Taxonomy and Presentation of Turkey
Soils
Abstract: In this study, there is an investigation of soil climate regime that plays a role in 7. approach of soil
taxonomy and using for this taxonomy. For this purpose, the different soil moisture and temperature regimes
of Turkey was obtained and investigated in which steps of use in taxonomy. End of study, a conclusion for
soils of Turkey was presented.
Key words: Soil temperature regime, soil moisture regime, soil taxonomy.
1.Giriş
Kapsamlı bir sınıflandırma sistemi olan
Toprak Taksonomisi, sınıflama yaklaşımlarının
veya stratejilerinin doruk noktasındadır. Toprak
taksonomisi, toprak yapan işlem ve faktörlerin
teriminden çok toprağın ölçülebilen ve
gözlenebilen özelliklerini esas almaktadır.
Toprak taksonomisi toprak oluşumunun
yansıması olan morfolojiyi belirten yapıdadır.
Diğer bir değişle pedogenetik sınıflandırma
sistemlerinin tam aksine gerçeklere dayanan
genetik-morfometrik özellikler taşımaktadır
(Smith, 1983; Dinç ve ark., 1997). Bu sistem
çok kategorili olup bir piramit yapısına
benzemektedir. Sınıflamanın üst düzeyinden alt
düzeyine doğru ordo, altordo, büyük gurup ve
alt gurup sıralamasıyla dizilmektedir (Dinç ve
ark., 1997). Bugün 12 ordo, 64 altordo , 317
büyük gurup ve 2430 alt gurup seviyesinde
kullanıcılara hizmet vermektedir (Soil Survey
Staff, 1999). Toprak oluşumu ile nem ve
sıcaklık rejimleri arasında ilişki kurmak
mümkün olabilmektedir (Almaraz and Eswaran,
1997).
Toprak nem ve sıcaklık rejimleri farklı
katagorilerde farklı derecelerde sınıflamayı
etkileyen bir faktör olarak kullanılmaktadır.
Örneğin; Aridisollerin sınıflandırılmasında
Aridic toprak nem rejimi ordo seviyesinde
sınıflandırmayı etkileyen bir faktör olarak
kullanılmakta
iken
Gelisollerin
sınıflandırılmasında ise gerek nem gerekse
sıcaklık rejimleri özel bir sınıflandırma ile
değerlendirilmiştir (Tablo-1). İklim toprak
oluşum faktörlerinden biridir. Toprak nem ve
sıcaklık rejimleri de iklimden doğrudan
etkilenir. Ancak toprak nem rejimlerinin
Aridisollerin
sınıflandırılmasında
ordo
seviyesinde etkileyici bir faktör olması yada
nem
rejimlerinin
Gelisollerin
sınıflandırılmasında özel bir kullanıma sahip
olması, nem ve sıcaklık rejimlerinin bu
toprakların oluşmasında etkili olması yada
olmaması anlamında düşünülmemelidir. Burada
temel esas sıcaklık ve nem rejimlerinin
sınıflandırıcı özellik olarak kullanıldığı
kategorinin gereklerine uygun olup olmadığıdır.
Yani, yukarıdan aşağıya doğru genişleyen
piramit yapılı sınıflandırma sistemi içerisinde
bu yapıya uygun içeriğe sahip olması göz önüne
alınmıştır. Bu amaçla toprak nem ve sıcaklık
rejimleri, iklime ait özellikler ile bitkisel üretim
için etkili toprak derinliği içinde gerekli olan
minimum
şartlar
birleştirilerek
belirlenmektedir. Böylece iklim-bitki-toprak
ilişkilerine uygun yorumları kapsayan bir
strateji sağlanmıştır. Burada iklimin toprak
oluşum sürecindeki etkisi değil günümüzdeki
etkisi göz önüne alınmıştır. Bu yaklaşım
91
Toprak Taksonomisine Göre Toprak İklim Rejimleri ve Türkiye Toprakları İçin Örnekler
taksonominin
gözlenebilen-ölçülebilen
değerlere göre sınıflandırma ilkesiyle uyumlu
olmaktadır. Bu ilke doğrultusunda altı farklı
nem rejimi ve beş farklı sıcaklık rejimi ile
sıcaklık rejimlerinin beşfarklı yan gurubu
hazırlanmıştır.
Çizelge-1: Toprak nem ve sıcaklık rejimlerinin toprak taksonomisinde kullanım aşaması
ORDO
Sıcak.
Nem
ALTORDO
Sıcaklık
Nem
BÜYÜKGURUP
Sıcaklık
Nem
ALTGURUP
Sıcaklık
Nem
Thermic, mesic, Aridic,
frigid, isomesic, Xeric,
hyperthermic
Ustic
Alfisol
-
-
Cryic,
İsofrigid
Andisol
-
-
Cryic
Aridic,
Xeric, Ustic
Cryic
Ustic
-
Xeric
Aridisol
-
Aridic
Cryic
-
-
-
-
Xeric,
Ustic
Ustic, Xeric Cryic, Frigid
Entisol
-
-
Cryic
-
Cryic
Gelisol
(*)
-
-
-
-
-
-
Thermic, mesic,
Aridic,
frigid, isomesic,
Xeric, Ustic hyperthermic,
isolar
-
Thermic, mesic,
frigid, isomesic,
hyperthermic,
isolar
Thermic, mesic,
frigid, isomesic,
hyperthermic,
isolar
Aridic,
Xeric,
Ustic
Aridic,
Xeric,
Ustic
İnceptisol
-
-
Cryic
Xeric, Ustic,
Udic
Mollisol
-
-
Cryic
Xeric, Ustic,
Cryic Frigid
Udic
Oxisol
-
-
-
Aridic,
Ustic,
Perudic
-
-
-
-
Spodosol
-
-
Cryic
-
Cryic
-
-
-
Histosol
-
-
-
-
Cryic
Xeric, Ustic,
Udic
-
-
Cryic
-
-
Ultisol
-
-
-
Udic, Ustic
-
-
Vertisol
-
-
Cryic
Aridic,
Xeric, Ustic
-
-
Thermic, mesic,
isomesic,
hyperthermic,
isolar
Thermic, mesic,
frigid
Aridic,
Xeric,
Ustic
-
-
* Özel kullanım grubu
2. Toprak nem rejimleri
Toprak nem rejimleri, yıl boyunca toprağın
profilinde veya belirli horizonlarında taban
suyunun yada, 14 bardan daha az bir
tansiyonluk kuvvetle tutulan suyun bulunması
veya bulunmamasının ifadesidir. Eğer toprakta
bulunan su 15 bar veya daha fazla bir
tansiyonluk kuvvet ile tutuluyorsa ortamda
mezofitik bitkilerin çoğunun hayatta kalması
olanaksızdır. Aynı zamanda, suyun elverişliliği
ortamda
bulunan
çözünmemiş
tuzların
varlığıyla da ilişkilidir.
Sonuç olarak, toprak profilinde veya
horizonun birinde su 15 bar yada daha fazla bir
tansiyonluk kuvvetle tutuluyorsa toprak kuru,
84
15 bardan daha düşük bir tansiyonluk kuvvetle
tutuluyorsa toprak nemlidir. Normal bir yıl
boyunca veya yılın bazı dönemlerinde toprağın
tüm profili yada bazı horizonları kuru veya
nemli olabilir. Profilin tamamı veya horizonları
kış aylarında nemli, yaz aylarında kuru veya
bunun tam terside olabilir. Kuzey yarım kürede
Haziran, Temmuz, Ağustos ayları yaz, Aralık,
Ocak, Şubat ayları kış dönemi olarak
tanımlanır. Toprak taksonomisine göre 5 farklı
nem rejimi sınıflandırılmıştır. Bunlar: Aquic,
Udic, Ustic, Aridic ve Xerictir. Bu nem
rejimlerinin tanımlanmasında normal yıl, toprak
nemi kontrol kesidi ve toprak nem rejimi
sınırları kavramları temel alınmıştır.
L.BAŞAYİĞİT, U.DİNÇ
Normal Yıl: Burada belirtilen normal bir
yıl ifadesi, iki kavramı kapsamaktadır.
Bunlardan ilki; yıllık yağış toplamı uzun yıllar
için belirlenen ortalamanın standart sapması
içerisinde yer alması, ikincisi ise normal bir yıl
süresince 8-12 aylık süreçte düşen yağışı için
hesaplamanın yapılmasıdır. Çoğu kısımlar için
normal yıllar ortalama yıllık yağıştan
hesaplanabilmektedir. Bir yıl boyunca afet
olduğu zaman aylık ortalama standart sapması
hesaplanmalıdır. ”Normal Yıl” terimi Toprak
Taksonomisinin 1975 baskısında kullanılan
”Çoğu yıllar” ve ”6-10 yıl” terimi yerine
kullanılmıştır.
Toprak Nemi Kontrol Kesiti: Toprak
nemi kontrol kesitinin tanımlanmasındaki
maksat iklim verilerinden toprak nem
rejimlerinin
hesaplanmasına
olanak
sağlamaktır. Kontrol kesiti, solma noktasına
kadar kurumuş bir toprağa 2.5 cm
yüksekliğinde su eklendikten 24 saat sonra
nemlenen sınır (üst sınır) ile solma noktasına
kadar kurumuş bir toprağa 7.5 cm
yüksekliğinde su eklendikten 48 saat sonra
nemlenen sınır (alt sınır) arasında kalan
bölümdür. Eğer densic, lithic, paralithic veya
petroferric kontak yada petrocalcic, petrogypsic
veya duripan var ise alt ve üst sınırlar daha
yüzeyde olacaktır. Eğer zerre büyüklüğü sınıfı
ince tınlı, kaba siltli, ince siltli veya killi ise
nem kontrol kesiti üst ve alt sınırı 10-30 cm,
kaba tınlı ise 20-60 cm, kumlu ise 30-90 cm
olmaktadır. Eğer toprak kaya veya kaya
parçalarını içeriyorsa su tutmadaki azalma
nedeniyle nem kontrol kesitinin sınırları daha
derinde olacaktır. Nem kontrol kesitinin
sınırları yalnızca zerre büyüklüğünden değil
aynı zamanda strüktürdeki farklılıklar veya
gözenek
büyüklüğü
dağılımından
da
etkilenmektedir. Toprak suyunun hareket
etmesi veya tutulması da bu sınırı
etkilemektedir.
Toprak nem rejimi sınırları: Toprak nem
rejimleri nem kontrol kesitinde taban suyunun
varlığı veya yokluğu ve 15 bardan daha az bir
tansiyonluk kuvvetle tutulan su ifadesiyle
şekillenmektedir. Bu tanımlama, tarımsal
ürünler, çayır veya doğal vejetasyon gibi
herhangi bir bitki türü için mevcut suyun yeterli
olduğu ve sulamayla depolanan nem miktarının
artmıyor ve taban suyu seviyesinin yükselmiyor
olduğu var sayımını kabul etmektedir.
Aquic Nem Rejimi: Aquic nem rejimi
doymuş taban suyu nedeniyle elverişli oksijenin
çözünmesini hemen hemen imkansız yapan
nem rejimini belirtir. Aerob canlıların yaşamını
sürdürebileceği kadar çözünmüş oksijen içeren
suyla doygun topraklar Aquic olarak
değerlendirilmezler. Fakat Aquic koşullarda
suda çözünmüş oksijenin tamamının tüketilmesi
için gerekli zamanın geçmiş olması ve
sıcaklığın bu dönem için biyolojik 0 (sıfır)
üzerinde olduğu dönemde bulunmasının
gerektiği düşünülmektedir. Biyolojik 0 (sıfır)
taksonomide 5 C°’ye karşılık gelmektedir.
Yaygın bir şekilde taban suyu seviyesi mevsime
bağlı olarak dalgalanır. Eğer soğuk hava
evapotransprasyonu
hemen
hemen
durduruyorsa bu durum kış ve sonbaharda en
yüksek seviyededir. Bu topraklarda taban suyu
yüzeyde veya yüzeye çok yakındır. Kıyı
bataklıkları, gelgit bataklıkları ”Peraquic”
olarak adlandırılır.
Udic Nem Rejimi: Udic nem rejimi nem
kontrol kesitinin herhangi bir kısmının normal
yıllarda toplam 90 gün süre ile kuru kalmadığı
toprakları kapsar. Eğer yıllık ortalama toprak
sıcaklığı 22 C°’den daha az ve 50 cm derinlikte
ortalama yaz sıcaklığı ile ortalama kış sıcaklığı
arasındaki fark 6 C° veya daha fazla ise, normal
bir yılda nem kontrol kesitinin tamamı yaz gün
dönümünden sonra 4 ay içerisinde ardışık 45
günden daha az bir süre kurudur. Ayrıca Udic
nem rejimi toprak sıcaklığı 5 C° nin üzerinde
olduğu zamanlar en az bir kısmı (kısa dönemler
hariç) katı, sıvı, gaz fazlarının birlikte
bulunması gerekir. Udic nem rejimi yağışın yıl
içerisinde iyi dağıldığı, yaz aylarında yeterli
düştüğü ve böylece biriken toplam nem
miktarının yaklaşık olarak evapotransprasyona
eşit olduğu yada yeterli kış yağışlarının toprağa
döndüğü kıyı alanlar gibi serin sisli yazların
olduğu humid iklimlerde yaygındır.
Her ne kadar depolanan nemin bir kısmı
kullanıldığı zaman kısa dönemli periyotlar
oluşuyorsa da normal yılın tüm ayları için
yağışın evapotransprasyonun üzerine çıktığı
iklim için nem kesitinde nemin tutulma değeri
nadiren 1 bara ulaşmaktadır. Eğer donma
oluşmuyorsa su bütün yıl boyunca toprak
içerisinde hareket eder. Bu gibi son derece uçta
yer alan ıslak nem rejimi ”Perudic” olarak
adlandırılır.
Ustic Nem Rejimi: Ustic nem rejimi
Aridic nem rejimi ile Udic nem rejimi arasında
85
Toprak Taksonomisine Göre Toprak İklim Rejimleri ve Türkiye Toprakları İçin Örnekler
yer alır. Topraktaki nemde kısıtlama vardır
fakat koşullar bitki gelişimi için uygun olduğu
zaman toprak genellikle nemlidir. Ustic nem
rejimi don oluşan topraklarda veya Cryic
sıcaklık rejiminde uygulanamaz.
Eğer 50 cm derinlikte yıllık ortalama
toprak sıcaklığı 22 C° veya daha yüksek ve
ortalama yaz sıcaklığı ile ortalama kış sıcaklığı
arasındaki fark 6 C°’den az ise toprak nemi
kontrol kesitinin bir kısmı veya tamamı normal
yıl içerisinde toplam 90 gün veya daha fazla bir
süre kuru kalır. Fakat toprak nem kontrol
kesitinde toplam 180 gün veya daha fazla
nemlidir, yada ardışık 90 gün nemlidir. Eğer 50
cm derinlikte yıllık sıcaklık ortalaması 22
C°’den daha düşük ve ortalama yaz sıcaklığı ile
ortalama kış sıcaklığı arasındaki fark 6 C° veya
daha fazla ise, Ustic nem rejimindeki topraklar
nem kontrol kesitinin bazı kısımlarında veya
tamamında normal yıl için 90 gün yada daha
fazla bir süre için kurudur. Fakat bu derinlikte
sıcaklık 5 C°’den daha fazla olduğu zaman
toplam günlerin yarısından daha fazla bir süre
için tüm kısımları kuru değildir. Eğer normal
yıllarda nem kontrol kesiti kış gün dönümünden
sonraki 4 aylık bir sürede ardışık 45 gün veya
daha fazla bir süre için nemli ise, nem kontrol
kesiti yaz gün dönümünden sonraki 4 aylık bir
sürede 45 günden daha az bir süre tüm kısımları
kurudur. Bir veya iki kuru mevsime sahip
muson iklimdeki tropik ve subtropik bölgelerde
yaz ve kış sezonları karmaşıktır. Eğer bu
bölgelerde 3 ay veya daha fazla bir sürede en az
1 ay yağışlı ise nem rejimi Ustic tir. Subhumid
veya semiarid iklimlerdeki sıcak bölgelerde
yağışlı mevsim genellikle ilkbahar veya yaz
ayları yada ilkbahar veya sonraki dönemlerdir.
Asla kış ayları yağışlı dönem değildir. Doğal
bitkiler genellikle tek yıllıktır veya kış dönemi
durağan peryoda giren bitkilerdir.
Aridic Nem Rejimi: Aridic nem rejminde,
nem kontrol kesiti normal yıllar içerisinde
toprak yüzeyinden 50 cm derinlik içerisinde
toprak sıcaklığı 5 C°’nin üzerinde olduğu
zaman yılın günlerin toplamının yarısından
daha fazla bir süre toprağın bütün kısımları
kuru ve toprak yüzeyinden 50 cm derinlik
içerisinde, toprak sıcaklığının 8 C°’nin üzerinde
olduğu ardışık 90 günden daha az bir sürede
toprağın bütün kısımları veya bazı kısımları
nemlidir. Aridic nem rejmine sahip topraklar
genellikle arid (kurak) iklimlerde oluşurlar. Çok
az bir kısmı semiarid (yarı-kurak) iklimlerde
86
oluşmuştur. Semiarid iklimlerde oluşmuş
topraklar ya suyun infiltrasyonunu engelleyen
geçirimsiz yüzeyler gibi kurumaya sebep olan
fiziksel toprak özelliklerine sahip, yada ana
kaya üzerinde yer alan çok sığ topraklardır. Bu
tip topraklarda yıkanma çok az veya hiç yoktur.
Eğer bu topraklar tuzca zengin ana materyale
sahipseler, eriyebilir tuz birikimi oluşacaktır.
Bu nem rejmi içerisine çok soğuk kuru kutup
bölgeleri ve yüksek rakımlı alanlar dahil
edilmezler. Bu bölgelerin toprakları için
kullanılabilecek veriler parçalı ve sürekli elde
edilemezler. Toprak sıcaklığı için sınırlayıcı
kriter yüksek rakımlardaki ve çok soğuk ve
kuru kutup bölgelerindeki nem rejimlerinde yer
alan topraklar dışındadır. Bu topraklar susuz
şartlara sahip anlamında olan ”Anyhdrous”
olarak adlandırılırlar.
Xeric Nem Rejimi: Xeric nem rejmi,
kışları nemli ve serin, yazları sıcak ve kurak
geçen Akdeniz ikliminin tipik nem rejimidir.
Kış boyunca potansiyel evaprasyon çok az
olduğu için toprak nemi yıkanmanın oluşması
için yeterlidir. Xeric nem rejminde; toprak nemi
kontrol kesidinde normal yıllarda veya yaz
gündönümünden sonra (21 Haziran) 4 ay içinde
ardışık en az 45 gün toprağın tamamen kuru, kış
gündönümünden sonra (21 Aralık) 4 ay içinde
ardışık en az 45 gün toprağın bir kısmı
nemlidir. Aynı şekilde normal yıllarda nem
kontrol kesitininde toprak yüzeyinden 50 cm
içerisinde toprak sıcaklığının 8 C’nin üzerinde
olduğu ardışık en az 90 gün için veya 6 C°’den
yüksek olduğu zaman yılın yarısından fazlası
için toprak kısmen de olsa nemlidir. Toprağın
ortalama yıllık sıcaklığı 22 C’den az ve yaz ile
kış toprak sıcaklıkları ortalamaları farkı 6
C°’den fazladır (Soil Survey Staff, 1999).
3. Toprak sıcaklık rejimleri
Yıllık ortalama toprak sıcaklığı ortalama
hava sıcaklığı ile ilişkilidir. Ayrıca bir çok
toprak
özelliği
toprak
sıcaklığındaki
değişimden etkilenmektedir. Toprak sıcaklığı
bitki toprak ilişkisi üzerinde etkili bir faktördür.
Bu nedenle toprakların sınıflandırılmasında
etkili olmaktadır. Toprak sıcaklığı 50 cm
derinlikte ölçülen sıcaklık değerleri ile ifade
edilmektedir. Toprak sıcaklık rejimleri; Cryic,
Frigid, Mesic, Thermic ve Hyperthermic olmak
üzere 5 ana şekilde tanımlanmakta ve iso ön eki
ile bu ayırımlar artırılmaktadır. Şekil 1’de
L.BAŞAYİĞİT, U.DİNÇ
toprak sıcaklık rejimleri ve mevsime bağlı
değişimlerinin
yer
aldığı
diyagramlar
verilmiştir.
Cryic Sıcaklık Rejimi: Bu sıcaklık
rejiminde topraklarda yıllık sıcaklık ortalaması
8 C°’den daha az fakat 0 C°’den daha fazladır.
I- Mineral topraklarda yaz sıcaklığı ortalaması
50 cm için veya densic, lithic, paralithic
kontak var ise daha az derinlikte,
a)Yaz aylarının bazı dönemleri süresince
toprak suyla doygun değilse
1- O horizonunun olmadığı şartlarda 15
C°’den daha az veya
2- O horizonunun olduğu şartlarda 8
C°’den daha az veya
b) Yaz aylarının bazı dönemleri süresince
toprak suyla doygun ise
1- O horizonunun olmadığı şartlarda 13
C°’den daha az veya
2- O horizonunun olduğu şartlarda 6
C°’den daha az veya
II- Organik topraklarda sıcaklık ortalaması 50
cm için 6 C°’den daha azdır.
Frigid Sıcaklık Rejimi: Frigid sıcaklık
rejimine sahip topraklar yaz aylarında Cryic
sıcaklık rejiminden daha ılıktır. Fakat yıllık
sıcaklık ortalaması 8 C°’den daha düşük ve yazkış sıcaklık ortalamaları farkı 50 cm derinlik
içerisinde 6 C°’den daha fazladır.
Mesic Sıcaklık Rejimi: Yıllık sıcaklık
ortalaması 8 C° veya daha fazladır. Fakat 15
C°’den daha azdır. Yaz-kış sıcaklık ortalamaları
farkı 50 cm derinlik içerisinde 6 C°’den daha
fazladır.
Thermic Sıcaklık Rejimi: Yıllık sıcaklık
ortalaması 15 C° veya daha fazladır. Fakat 22
C°’den daha azdır. Yaz-kış sıcaklık ortalamaları
farkı 50 cm derinlik içerisinde 6 C°’den daha
fazladır.
Hyperthermic Sıcaklık Rejimi: Yıllık
sıcaklık ortalaması 22 C° veya daha fazladır.
Yaz-kış sıcaklık ortalamaları farkı 50 cm
derinlik içerisinde 6 C°’den daha fazladır.
Iso kavramı: Yaz-kış sıcaklık ortalamaları
farkı 50 cm derinlik içerisinde 6 C°’den da az
ise ”ISO” ön eki kullanılır.
Türkiye topraklarında yer alan nem
rejimleri; Xeric, Ustic, Udic, Aridic, Perudic,
Türkiye topraklarında yer alan sıcaklık
rejimleri;
Thermic,
Cryic,
Frigid,
Hyperthermictir.
Gelisoller için sıcaklık ayırımı: Yıllık
toprak sıcaklığı ortalaması -10 C° veya daha
düşük ise; Hypergelic, -4 ile -10 C° arasında ise
Pergelic ve +1 ile -4 C° arasında ise; Subgelic
olarak tanımlanır (Soil Survey Staff, 1999).
4. Toprak taksonomisine uygun olarak iklim
rejimlerinin belirlenmesi
Toprağın sahip olduğu nem durumu,
havanın aylık sıcaklık ve nem şartları göz
önünde bulundurularak modellenmektedir. Bu
modelde toprak sıcaklığı hava sıcaklığından
hesaplanmaktadır (Newhall, F, 1972; Eswaran,
et al, 1998).
Veri kaynakları
Meteoroloji istasyonlarından elde edilenler:
1- Yıllık toplam yağış miktarı (mm),
2- Aylık yağış miktarı (mm),
3- Havanın yıllık ortalama sıcaklığı (C),
4- Havanın aylık ortalama sıcaklığı (C),
5- Enlem ve boylam,
6- Rakım (m)
Bilgisayarla türetilen veriler. ( 1,2,3 için
yüzeyden 50 cm derinlik içerisinde)
1- Toprağın ortalama yıllık sıcaklığı (C)
(hava sıcaklığından 2 C’den fazla),
2- Yaz ayları için toprağın ortalama sıcaklığı
(C),
3- Kış ayları için toprağın ortalama sıcaklığı
(C),
4- Bitki gelişme sezonu (tarih ve gün),
Hesaplamalar: (yüzeyden 50 cm derinlik
içerisinde)
1- Yıl içindeki kurak günlerin toplam sayısı
(gün),
2- Yıl içindeki yarı-kurak günlerin toplam
sayısı (gün),
3- Yıl içindeki nemli günlerin toplam sayısı
(gün),
4- Toprak sıcaklığının 5 C’den fazla olduğu
günlerin sayısı,
5- Toprak sıcaklığının 5 C’den fazla olduğu
dönemde kurak günlerin sayısı,
6- Toprak sıcaklığının 5 C’den fazla olduğu
dönemde yarı-kurak günlerin sayısı,
7- Toprak sıcaklığının 5 C’den fazla olduğu
dönemde nemli günlerin sayısı,
8- Ardışık nemli ve yarı-kurak günlerin
toplam sayısı (gün),
87
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 83-91
Thermic Sıcaklık Rejimi
Cryic Sıcaklık Rejimi
Hyperthermic Sıcaklık Rejimi
Frigid Sıcaklık Rejimi
İso kavramı
Mesic sıcaklık rejimi
Şekil-1: Toprak sıcaklık rejimlerinin mevsime bağlı değişim diyagramı
9- Bitki gelişim sezonu boyunca toprak
sıcaklığının 8 C’den fazla olduğu ardışık
günlerin sayısı (gün),
10- Yaz gündönümü (21 Haziran) sonrası yaz
dönemi (4 ay) süresince ardışık kurak gün
sayısı (gün),
11- Kış gündönümü (21 Aralık) sonrası kış
dönemi (4 ay) süresince ardışık nemli gün
sayısı (gün),
Formülleştirilenler:
1- Toprak nemi stresi şiddet indeksi (MSSI):
Bu indeks, bitki gelişimi için yeterli suyun
elverişli
olarak
bulunmadığı
şiddeti
derecelemektedir.
Toprağın tamamen kuru olduğu dönemin
ve yarı-kurak dönemin yıl içindeki durumları
farklı
derecelerde
etkilendirilerek
hesaplanmıştır. Yani;
MSSI=Kurak gün sayısı/360 + (Yarı kurak gün
sayısı/360) * 1/3
2- Toprak sıcaklık şiddeti stres indeksi (TSSI):
Bu indeks bitki gelişimini sınırlandıran sıcaklığı
dereceler. Toprak sıcaklığının 5 C°’den fazla
olduğu günlerin yılın günleri sayısına oranından
hesaplanır.
TSSI= Toprak sıcaklığının 5 C’den fazla
olduğu günlerin toplam sayısı/360
3- İklim stresi şiddet indeksi: Yukarıda
hesaplanan iki indeksin toplamıdır.
CSSI=MSSI + TSSI
91
L.BAŞAYİĞİT, U.DİNÇ
Aridic
ve
Xeric
nem
rejimlerini
tanımlamada kullanılanlar:
1. Toprak sıcaklığının 5 C’den fazla olduğu
günlerin sayısı,
2. Toprak sıcaklığının 5 C’den fazla olduğu
dönemde kurak günlerin sayısı,
3. Bitki gelişim sezonu boyunca toprak
sıcaklığının 8C’den fazla olduğu ardışık
günlerin sayısı (gün),
4. Yaz gündönümü (21 Haziran) sonrası yaz
dönemi (4 ay) süresince ardışık kurak gün
sayısı (gün),
5. Kış gündönümü (21 Aralık) sonrası kış
dönemi (4 ay) süresince ardışık nemli gün
sayısı (gün),
6. Toprağın ortalama yıllık sıcaklığı (C),
7. Yaz-kış ayları için toprağın sıcaklık
ortalamaları farkı (C),
Türkiye toprakları için belirlenen tipik iklim
rejimlerinin veri kaynakları ve veri üretimi
yönüyle örnekleri çizelge 2’de yer almaktadır.
5. İklim rejimlerinin ayrılması
Bitki faaliyetleri için birinci derecede
önemli toprak derinliği 0-50 cm dir. Bu yüzden,
toprak nem rejimlerinin belirlenmesinde
kullanılan toprak koşullarının tamamı yüzeyden
50 cm derinlik içerisinde değerlendirilmektedir.
Toprak nem rejimlerinin en etkili belirteci
bitki gelişim döneminde toprağın sahip olduğu
nem ve sıcaklık koşullarının sürekliliğidir. Bitki
gelişim döneminde toprak şu şartlara sahip
olmalıdır:
1- Bitkilerin fotosentez yapabilmesi ve toprak
çözeltisinden yararlanabilmesi için gerekli olan
ortalama bir sıcaklık (8 C),
2- Bitkilerin kullanabileceği 33-1500 kPa arası
tansiyonluk su içeriği,
3- Bitki generasyonunu devam ettirebilmesi
için uygun nem ve sıcaklık koşullarını içeren
optimum süre (en az 90 gün).
Burada amaç, bitkinin gelişim döneminde
su stresine uğramadan gelişimi için gerekli olan
süre
boyunca
metabolik
faaliyetlerini
sürdürmesidir. Burada yalnızca
yüksek
sıcaklıktan ve nem azlığından kaynaklanan
olumsuz etkiler düşünülmemeli, aynı zamanda
bitki gelişim döneminde düşük sıcaklıktan
kaynaklanan olumsuzluklarda göz önünde
bulundurulmalıdır. Ayrıca bitki gelişim dönemi
için gerekli olan nemin yıl içindeki diğer
günlerde depolanması da gereklidir. Toprak,
sıcaklığı 5 C’nin üzerine çıktığı zaman
evaprasyon başlar. Eğer toprak yıl içindeki
toprak sıcaklığının 5 C’den fazla olduğu
günlerin yarısından daha fazla bir süre kuru
kalıyorsa
toprakta
nem
depolanması
oluşmayacaktır. Böylece mezofitik bitkilerin
gelişmesi olanaksız hale gelecektir. İşte bu
koşullara sahip toprakların nem rejimleri Aridic
olarak tanımlanmıştır. Türkiye’de Arid nem
rejimi için en tipik örnek Karapınardır.
Eğer toprak, bitki gelişim döneminde bitki
gelişimi için gerekli olan şartları taşıyan
optimum süreye sahipse, toprak sıcaklığı,
toprağın yaz ve kış aylarındaki sıcaklık
ortalamaları farkı ve yıl boyunca toprağın
içerdiği nem koşullarına göre diğer nem
rejimlerine sokulur.
Yaz dönemi ardışık 45 gün toprağın kuru
kalması, maksimum sıcaklıkta maksimum
evaprasyonla gelişimin minimuma düşmesi
demektir. Sonuçta bitki gelişimi yılın bu
döneminde kesilecektir.
Kurak geçen bu dönemden sonra bitki
gelişimi için nem yeterli olmakta ancak bu
seferde sıcaklık yeterli olmamaktadır. Kış
dönemi ardışık 45 gün nemli olması minimum
sıcaklıkta minimum evaprasyona neden
olmaktadır.
Toprakta yeterli nem olmasına rağmen
sıcaklıktaki
düşüş
bitki
gelişimini
kısıtlamaktadır. Yaz dönemi kuraklığı ile bitki
gelişiminin kısıtlanması ve kış dönemi nemin
depolanarak bitki gelişme döneminde elverişli
nemin sağlanması Xeric nem rejmini gösterir.
Adana Xeric nem rejimi için iyi bir örnektir.
Yıl boyunca hiç bir dönem nem ve sıcaklık
stresinin olmadığı toprak nem rejmi Udictir.
Ustic nem rejminde ise toprağın nem içeriği
Udicteki kadar fazla olmamakla birlikte nem
stresi oluşmayacak kadar iyidir. Ayrıca, sıcaklık
şartları hem Xeric hemde Aridicten daha
uygundur.
Ustic nem rejminde sıcaklığın düşük
olmasından kaynaklanan gelişim problemi söz
konusu olmamaktadır. Buna göre; Bozkurt Udic
nem rejiminde, Düzce ise Ustic nem rejiminde
yer almaktadır.
89
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 83-91
Çizelge-2: Türkiye toprakları için belirlenen tipik iklim rejimleri
Toprak sıcaklığının
5 C°’den büyük
olduğu ve
Yarı kurak günler toplamı
Nemli günler.toplamı
T< 5 C°
T> 5 C°
MSSI (Kurak/360+yarı kurak/360*1/3)
TSSI (T>5 C° / 360)
CSSI (MSSI+TSSI)
Gelişim sezonu süresince
T> 8 C° ve yarı kurak+nemli olduğu günler toplamı
22 Haziran sonrası yaz dönemi kurak gün sayısı
22 Aralık sonrası kış dönemi nemli gün sayısı
51
78
176
184
0.20
0.49
0.69
96
55
120
Erzurum
Kas.16-Tem.1
122
63
122
63
175
0
360
0.40
0.00
0.40
226
104
120
Adana
628 11.4 14.3
Nis.28-Tem.4
111
42
111
33
76
140
220
0.34
0.39
0.73
87
96
120
Göksun
277
679 13.2 13.2
Nis.14-Tem.4
161
52
153
22
73
112
248
0.44
0.31
0.76
81
116
105
Karapınar
Xeric
714
764 16.3
9.5
Eki.16-Tem.30
51
80
51
80
229
0
360
0.21
0.00
0.21
117
45
120
Samsun
Akçakale
Xeric
331 1014 20.1 15.2
Ara.16-Haz.17
178
33
178
33
149
0
360
0.52
0.00
0.52
103
120
117
Akçakale
Ankara
Xeric
365
707 13.7 13.9
Nis.15-Tem.18
147
147
143
21
82
114
246
0.42
0.32
0.73
94
102
110
Ankara
Van
Xeric
368
620 10.9 15.3
May.5-Tem.20
85
79
85
57
65
155
205
0.29
0.43
0.72
76
85
120
Van
Bozkurt
Udic
1217
Tüm yıl
0
50
0
50
310
0
360
0.04
0.00
0.05
278
0
120
Bozkurt
Düzce
Ustic
845
Nis. 4-Ağu.12
25
91
25
91
194
50
310
0.15
0.14
0.29
129
22
120
Düzce
Xeric
444
552
7.9 16.4 May.15-Agu.20
Adana
Xeric
639
992 20.7 11.1
Göksun
Aridic
597
Karapınar Aridic
Samsun
738 15.7
9.1
741 15.3 10.8
Gelişme sezonu tarihi
Erzurum
Yaz- kış sıcaklık farkı (C°)
Ort.alama toprak sıcaklığı (C°)
55
Evapotransprasyon (mm)
87
Yıllık yağış toplamı (mm)
55
İstasyon
Nem rejimi
Kurak günler toplamı
Ardışık Günlere Ait
Bilgiler
Yarı kurak günler toplamı
Yıl boyunca
sıcaklık
Kurak günler toplamı
Bir yıl içindeki günlerin toplamı
İstasyon
91
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 83-91
Aynı miktarda yağış alan, buharlaşma
gösteren ve aynı sıcaklık değerlerini içeren iki
farklı alanda yağış dağılımındaki bir haftalık
farklılık, bitki gelişim dönemini etkileyerek
alanlardan birisinin Aridic bir diğerinin ise
Xeric olmasına neden olabilir.Türkiye’de en
çarpıcı örnek Göksundur. Göksun 597 mm
yıllık yağış ortalamasına sahip olmasına rağmen
Aridic nem rejminde yer almaktadır.
Ancak toprak sıcaklığı, toprak nemi ve
bitki gelişim sezonu iklim ögelerinin her biri ile
doğrudan ilişkilidir. Toprak taksonomisine
uygun olarak toprak iklim rejimlerini belirleme
metodunda kullanılan modelde iklime ait
verilerinin bu tip karışıklığa neden olmayacak
şekilde etkilendirildiği olasıdır.
Toprağın ısısal özellikleri toprak bilimi ve
bitkisel
üretim
için
gerekli
olan
parametrelerdendir. Topraktaki su ve ısı
dengesi sulu tarımda toprak ve suyun
Kaynaklar
Almaraz, R., Eswaran, H., 1997. Soils with a xeric soil
moisture regime in north Africa. 4.th International
conference on Mediterrannean soils, Plovdiv,
Bulgaria. May 26-31, 1997.
Altınbaş, Ü., 2000. Toprak genesisi ve sınıflandırma, Ege
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları
Dinç, U., Kapur, S., Özbek, H., Şenol, S., 1997. Toprak
Genesisi ve Sınıflandırması, Ç.Ü. Ziraat Fak. Yay.
No: 130, Adana.
Eswaran, H., Kapur, S., Reich, P., Akça, E., Şenol, S.,
Dinç, U., 1998. Impact of global climate change on
soil resource condition: A study of Turkey. M.Şefik
Yeşilsoy International Symposium on Arid Region
Soil, 21-24 September Menemen-İzmir,TURKEY.
korunmasına yardım etmektedir. Çimlenme,
köklenme, filizlenme ve toprak yüzeyinden
çıkış
sıcaklıktan
etkilenen
fizyolojik
özelliklerdir.
Beslenme
ve
besinlerin
elverişliliği, sıcaklığın toprak ve bitki ile
arasındaki ilişkinin ifadesidir. Ayrıca toprağın
organik kompozisyonu toprak sıcaklığına
bağlıdır. Van’da göre, 10 C°’nin üzerindeki her
bir birim sıcaklık artışı kimyasal reaksiyonu iki
kat etkilemektedir (Tenge ve ark., 1998).
Atmosferin sıcaklık koşulları ile toprak
koşulları arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Sıcaklık arttıkça topraktaki toplam azot ve
organik madde içeriği azalır. Buna karşın soğuk
iklimi içeren bölgelerde mikroorganizmaların
işlevleri duracağından organik madde birikimi
görülmez. Ayrıca sıcaklık artışı ile yağışın
artışına bağlı olarak kil oluşumu da artar
(Altınbaş, 2000).
Newhall, F., 1972. Calculation of soil moisture regimes
from climatic records. Soil conservation service,
USDA. Rev 4, Washington, D.C.
Soil Survey Staff, 1999. Keys to Soil Taxonomy. USDA.
SMSS. Technical Monograph No:19.
Smith, G. D. 1983. Historical development of soil
taxonomy. P 23-29. In L. P. Wilding et. (ed)
Pedogenessis and soil taxonomy: Concepts and
interactions Developments in soil science Elsevier
Science Pub. Newyork.
Tenge A.J., Kaihura F.B.S., Lal R., Singh B.R. 1998.
Diurnal soil temperature fluctuations for different
erosion classes of an oxisol at Mlingano, Tanzania
Soil & Tillage Research 49 (1998) 211±217.
91
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 93-96
Deterjan Lif Sistemi
Musa Yavuz
Gaziosmanpasa Üniversitesi, Ziraat Fakultesi, Zootekni Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu makalede yemde lifin (hemiselüloz, selüloz ve lignin) tespitinin geviş getiren hayvanlar
(ruminantlar) açısından önemi açıklanmıştır. Yemde ham selülozun tesbiti için kullanılan ve en eski metod
olan Ham selüloz (HS) metodu uzun yıllardan beri kullanılmakta olan bir metod olmasına rağmen sadece
ham selülozu tesbit ettiği için eksik bir metoddur. Daha sonraki labaratuvar çalışmalarında HS’nin yerini,
Van Soest tarafından geliştirilen deterjan lif sistemi almıştır. Bu makalede, nötr deterjanda çözünmeyen lif
(NDF) ve asit deterjanda çözünmeyen lif (ADF) özellikleri ve bu analizler yapılırken sonucun değişmemesi
için dikkat edilmesi gerekli hususlar özetlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Ham fiber, deterjan fiber sistemi, NDF, ADF
Detergent Fiber System
Abstract: In this paper, importance of feed fiber (hemicellulose, cellulose and lignin) determining for the
ruminants were explained. Crude fiber (CF) was the oldest procedure to determine feed fiber, however there
were a number of problems with this procedure. Detergent fiber sytem were developed by Van Soest and
replaced the CF procedure for feed fiber analyses. In this system, neutral detergent fiber (NDF) and acid
detergent fiber (ADF) analyses were used to differentiate feed fiber compenents. Some prequations shold be
taken to get better results for ADF and NDF procedures. These prequations were summarized in this paper.
Key Words: Crude fiber, detergan fiber system, NDF, ADF
1. Giriş
Bitki hücresinde bulunan karbonhidratların
yapısı çok çeşitlilik gösterir. Bu yapıda şeker,
nişasta, pektin, hemiselüloz, selüloz, ve lignin
bulunur
(Sniffen et
al.
1999).
Bu
karbonhidratların bitki içersindeki miktarları
bitki çeşidine, bitki aksamına (kök, gövde,
yaprak ve meyve), bitki olgunluğuna, hasat
zamanı, kimyasal ve fiziksel muameleye göre
farklılık arz eder. Hayvanlar tarafından
kullanım
özelliğine
göre
karbonhidrat
parçalarını iki kısma ayırabiliriz. Tek mideli ve
geviş getiren hayvanlar, hücre içeriğinde olan
şeker ve nişastayı parçalayacak enzimleri
üretebilmektedirler. Bununla beraber bitki
hücre duvarında olan pektin, hemisellüloz,
sellüloz, ve lignini sindirebilecek enzim bu
hayvanlar tarafından üretilemez (Şekil 1,
Belyea ve Ricketts, 1980).
Hayvanlarda sadece geviş getirenlerde
selülotik bakteriler ve bazı mantarlar tarafından
üretilen enzimler bitki hücre duvarını
sindirebilmektedirler. Rumendeki selülotik
bakteriler, suda cözünen seker, nişasta ve
pektini hızlı bir şekilde fermente edebilirler.
Bununla beraber hücre duvarı yapısında olup,
suda çözünmeyen karbonhidrat parçaları (lif)
olan hemiselüloz ve selüloz yavaş fermente olur
fakat lignin fermente olmaz. Bu özelliğinden
dolayı yemlerdeki lif fazlalığı rumende diğer
besinlerin
fermentasyonunu
yavaşlatır.
Ruminantların, lifi sindirebilmesi için geviş
getirerek hücre duvarını fiziksel olarak
parçalaması gerekir. Yem lifi uzun süre
rumende yer kapladığı için hayvanın yem
alımına etki eder. Ruminantların rasyonunda
kullanılan kaba yenlerde lif oranı %90 nı
bulabilmektedir. Yeme bağlı olarak rasyon
hazırlanırken lif oranının bilinmesi önemlidir.
Şekil 1. Bitki hücre içeriği ve duvarı
İkincil hücre duvarı
Birincil hücre duvarı
HÜCRE İÇERİĞİ
(protein, nişasta,
şeker, yağ)
İkincil hücre duvarı
Birincil hücre duvarı
selüloz
Lignin- ADL
hemiselüloz
ADF
NDF
Yaklaşık yüz yıldan fazla bir zamandır
yem lifi miktarını ölçmek için ham selüloz
(Crude fiber, CF) metodu kullanılmıştır. Bu
metodda 30 dakika asit ortamda yem örneği
Deterjan Lif Sistemi
kaynatılır. Daha sonra 30 dakikada baz ortamda
kaynatılıp geriye kalan miktar ham selüloz (lif)
olarak nitelendirilir. Bu metodda asit ortamda
hemiselüloz ve baz ortamda lignin sindirilir.
Geriye sadece sellüloz kalır. Ham selüloz
metodu deterjan fiber sisteminin gelişmesiyle
geçerliliğini
kaybetmiştir.
Ruminantların
verimine direk etki eden bitkilerde lif miktarını
ölçmeye ve lif parçalarını birbirinden
ayırmamıza yarayan deterjan lif sistemi Van
Soest tarfından 1960’da ortaya atılmıştır
(Belyea ve Ricketts, 1980).
Bu sistemdeki analizler ve analiz sonucu
ölçülen lif parçaları sıralarsak.
1. Nötr Deterjan Çözünmeyen Lif (hemiselüloz,
selüloz ve lignin).
2. Asit Deterjan Çözünmeyen Lif (selüloz ve
lignin).
2. Nötr Deterjanda Çözünmeyen Lif (NDF)
Nötr deterjanda çözünmeyen lif, kimyasal
olarak hücre duvarı ve hücre iceriğini ayrıştıran
bir metoddur (Şekil 1). Nötr deterjan (pH 7)
solüsyonuna konulan sodium lauryl sulfate’le
proteinleri,
ethylediaminetetraacetic asitle
(EDTA) pektini, triethylene glycol’la lif
olmayan diğer maddeleri ve amilaz’la nişastayı
yani hücre içeriğinde olan maddeleri çözünür
hale getirerek
hücre duvarını oluşturan
hemiselüloz, selüloz ve lignine bağlı maddeleri
hücre içeriğinden ayrıştırır (NFTA, 2004). Bu
ayrıştırma sonunda hücre duvarına bağlı olan
protein, nitrojen ve mineral gibi moleküller
hücre duvarı yapısı ile birlikte kalır. Bu işleme
nötr deterjanda çözünmeyen lif ismi verilmiştir
(Van Soest 1994). Nötr deterjanda çözünmeyen
lif zaman içerisinde geliştirilerek önemli
değişiklikler yapılmıştır. Nötr deterjanda
çözünmeyen lifde, örneğin kimyasal yapısına
bağlı olarak solüsyonda kullanılan sodium
lauryl sulfate veya amilaz enzimi kullanımı
değişebilmektedir.
NDF analizinde dikkat edilmesi gereken
önemli bir husus solüsyonun asit düzeyinin
ayarlanmasıdır. Solüsyon hazırlandıktan bir gün
sonra asit düzeyi pH metre ile ölçülmelidir.
Solüsyon içerisine konulan maddeler ölçülerek
konulmuşsa pH 6.95 – 7.05 arasında olmalıdır.
Asit veya baz olma durumuna göre baz veya
asit ilave edilerek nötürlük sağlanmalıdır. Bir
araştırmada yapılan deneylerde nötr olmayan
solüsyonlarda, lignin baz ortamda çözülürken
hemiselülozun ise asit ve baz ortamlarda farklı
94
düzeylerde cözüldüğü görülmüştür (Van Soest,
1994). Selüloz ise normal asit veya baz
düzeyinde
çözülmez.
Solüsyonun
asit
olmasında hemiselüloz, eğer baz olursa hem
hemiselüloz hem lignin kaybı olur. Sadece nötr
ortamda hücre duvarını oluşturan maddelerin
çözülmesi gerçekleşmez.
Bununla beraber nişasta, hayvansal keratin
ve toprak minerallerinin bir kısmı olan silika,
demir, aliminyumlu bileşikler gibi maddeler
çözülmeyenler arasındadır. NDF den sonra kül
tayini ile mineral bileşenleri tesbit edilebilir ve
NDF de kül miktarı çıkartılarak düzeltme
yapılabilir. Özellikle nişastalı ürünlerde sıcağa
dayanıklı olan amilaz enzimi kullanılarak,
nişastanın parçalanması ve solüsyon içersinde
çözülmesi sağlanır. Aksi takdirde solüsyondaki
örnek süzdürülürken filtre gözeneklerinin
tıkanmasına ve analiz sonucun değişmesine
sebeb olmaktadır (Van Soest et al., 1991).
Amilaz enzimiyle karışık diğer enzimler hücre
duvarını parçalayabilirler. Bu yüzden sıcakta
aktif olan amilaz enzimi kullanılarak diğer
enzimlerin etkisi minimuma indirilir (Van
Soest, 1994).
Hayvanlar tarafından sindirilmiş yemlerde,
rumende ve dışkıdaki örneklerde hayvansal
protein içeren saç (keratin), sindirim
sistemindeki dokulardan kopan hücre ve
rumenden gelen bakteriyel hücreler bulunabilir
(Van Soest, 1994). Yem bitkisi örneğine ait
olmayan bu protein veya nitrojen içeren
parçalar nötr deterjanda çözünmeyen lifdeki
protein yüzdesini artttırmaktadır. Bu tür
örneklerde sodyum sülfit kullanımı ile disülfit
bağları peptidler arasından koparılır. Buda
solüsyon içersindeki örnekten bu tür
proteinlerin çözülmesini sağlar. Disülfit bağları
normal yemlerde de bulunabilir ve bu bağların
biyolojik olarak normal yemden koparılması
mümkün değildir (Licitra et al.,1996). Bu
yüzden normal örnekler için hazırlanacak NDF
solüsyonlarında sodyum sülfit kullanılırken
dikkat edilmelidir.
Normal laburatuvar sıcaklığında NDF
solüsyonu çözünürlüğünü muhafaza eder fakat
özellikle kış aylarında sıcaklığın 20◦C altına
düşmesiyle beraber solusyondaki maddeler
ayrışır ve beyaz bir tortu halinde solusyonun
altına doğru birikir. Bu durumun analiz
sonucuna zarar vermemesi için kullanılmadan
önce solüsyon ısıtılarak ve karıştırılarak
çözülme yeniden sağlanmalıdır.
M.YAVUZ
Laburatuarda örneklerin analizleri çift
olarak yapılmalı ve buna bağlı olarak muhakkak
standart sapmalar hesaplanmalıdır. NDF
oranına bağlı olarak kabul edilebilir standart
sapmaları şöyledir
Örnekte NDF Standart Sapma
%0 - 40
± 0.35 – 0.60
%40 -70 ± 0.70 – 1.20
Kontrol için kullanılan ve NDF düzeyi
bilinen örneklerde, analizler sırasında standart
sapma ± 1.05 – 1.80 arasında kabul edilebilir
(NFTA, 2004).
Kontrol için kullanılan ve ADF düzeyi
bilinen örneklerde, analizler sırasında standart
sapma ± 0.60 - 1.05 arasında kabul edilebilir
(NFTA, 2004).
Animal Feed Science and Technology
dergisi, yayınlayacağı yazılarda, ADF ve NDF
metodlarını tanımlamak için aşağıda gösterilen
kısaltmaların kullanılmasını önermiştir. Bu
kısaltmalar, metodlar içerisindeki
farklılıklarının kesin tanımlanması için
gereklidir (Uden et al., 2005). Bu kısaltmaları
ve özelliklerini özetlersek;
3. Asit Deterjanda Çözünmeyen Lif (ADF)
Asit deterjanda çözünmeyen lif solüsyonu,
sülfirik asit ve cetyl trimethylammonium
aNDFom –NDF’de amilaz kullanılarak ve
NDF’deki kül düzeltilerek
NDFom –NDF’de amilaz kullanılmadan
ve NDF’deki kül düzeltilerek
aNDF –NDF’de amilaz kullanılarak ve
NDF’deki kül düzeltilmeden
NDF –NDF’de amilaz kullanılmadan ve
NDF’deki kül düzeltilmeden
ADFom –ADF’deki kül düzeltilerek
ADF –ADF’deki kül düzeltilmeden
bromide (CTAB) deterjanı ile birlikte
kullanıldığında hücre içeriğinde bulunan
maddeleri ve hücre duvarı yapısında bulunan
hemiselülozu ve proteinleri çözülür hale getirir.
Geriye sadece selüloz,
lignin,
kutin,
sindirilmeyen azot, ve silika çözülmeyen
maddeler olarak kalır. Bu metod uzun süre
kullanılan ham selüloz analizinin yerini
almıştır. ADF’den sonra örneklerde yapılacak
kül tayini ile ADF içindeki mineral maddeler
düzeltilebilir.
ADF solüsyonu hazırlanırken dikkat
edilmesi gereken bazı hususları söyle
sıralıyabiliriz. ADF solüsyonu hazırlanırken
sülfirik asitin normalitesi 0.995 – 1.005
arasında olmalıdır.
ADF solüsyonuyla örnek kaynamaya
başladıktan sonra kaynatma süresi 60 ± 5
dakikayı geçmemelidir.
Genellikle kaynatma sonunda asit, sıcak su
ile iyi yıkanmazsa kurutma esnasında örnek
asitden dolayı yanar ve kahverengi bir renk alır.
Bu durumda analizin yeniden tekrarlanması
gerekir.
Yıkamak için kullanılan saf suyun sıcaklığı
95 ◦C nin altına düşerse pectin ve bazı
proteinler örnekten kolayca yıkanmaz ve bu
durum sonucu etkileyebilir (NFTA, 2004).
Laburatuvarda örneklerin analizleri çift
olarak yapılmalı ve buna bağlı olarak muhakkak
standart sapmalar hesaplanmalıdır. ADF
oranına bağlı olarak kabul edilebilir standart
sapmaları şöyledir:
Örnekte ADF Standart Sapma
%20
± 0.20 – 0.35
%40
± 0.40 – 0.70
Yonca bitkisinde kesim zamanı, yaş veya
kuru olmasına bağlı olarak HS, ADF ve NDF
oranları görülmektedir (Çizelge 1, NRC 1984).
Günümüzde HS yerine ADF ve NDF değerleri
daha yaygın bir şekilde ruminant beslemede
kullanılmaktadır. Genellikle ADF metodunun
sonuçları, yemin sindiriminde biyolojik bir
değer taşımaz. Fakat
istatistiki olarak
sindirimle ilişkisi bulunduğundan formüllerde
kullanılmaktadır (Van Soest, 1994). ADF’nin
en önemli kullanım alanlarından birisi, sıcaktan
etkilenerek yapısı değişen ve dolayısıyla
sindirilemeyen protein miktarının ölçümüdür.
Çizelge 1. Yonca bitkisinde kesim zamanı ve yaş kuru
olmasına bağlı olarak HS, ADF, NDF oranları
Yonca kesim dönemi
Erken çiçeklenmede, yaş
Orta ciçeklenme, yaş
Tam çiçeklenme, yaş
Erken çiçeklenme, kuru
Orta ciçeklenme, kuru
Tam çiçeklenme, kuru
%HS
25
28
31
23
26
32
Yöntemin adı
%ADF %NDF
31
40
35
46
37
52
31
42
35
46
39
52
HS = ham selüloz (selüloz), ADF = Asit deterjanda çözünmeyen
lif (selüloz ve lignin) ve NDF = Nötr deterjanda çözünmeyen lif
(hemiselüloz, selüloz ve lignin)
95
Deterjan Lif Sistemi
Kaynaklar
Belyea R. L. and R. E. Ricketts. 1980. New method of
determining energy content and evaluating heat
damage in forages for dairy cattle. University of
Missouri. Extension: EC931.
NFTA, National forage testing association. 2004.
http://www.foragetesting.org/
NRC, National Research Councils. 1984. Nutrition
requirements of beef cattle. Natl. Acad. Sci.,
Waşhington, DC.
Licitra, G., T. M.Hernandez, and P. J.Van Soest. 1996.
Standardization of procedures for N fractionation of
ruminant feeds. Anim. Feed Sci. and Technol.
57:347
Sniffen C. J., J. D. O’Conner, P. J. Van Soest, D. G. Fox
and J. B. Russell. 1994. A net carbohydrate and
protein system for evaluating cattle diets: II.
Carbohydrate and protein availability. J. Anim Sci.
70:3562 – 3577.
96
Uden P., P.H. Robinson and J. Wiseman 2005. Use of
detergent system terminology and criteria for
submission of manuscripts on new, or revised,
analytical methods as well as descriptive
information on feed analysis and/or variability.
Anim. Feed Sci. and Technol. 118: 181–186.
Van Soest, P. J. 1994. Fiber and physicochemical
properties of feeds in: Nutritional ecology of the
ruminant. Second edition. Cornell University press.
140-155.
Van Soest, P. J., J. B. Robertson and B. A. Lewis. 1991.
Methods for dietery fiber, neutral detergent fiber,
and non starch polysaccharides in relation to animal
nutrition. J. Dairy Sci. 74:3583-3597.

Benzer belgeler