Yün Deposundan Yaşayan Müzeye ÇENGELHAN

Transkript

Yün Deposundan Yaşayan Müzeye ÇENGELHAN
Yün Deposundan Yaşayan Müzeye
ÇENGELHAN
Duvarların dili olsa da konuşsa… Neler anlatırlar kim bilir. Kolay değil,
hikâyesi beş yüz yıl önce başlıyor. Beş yüz yıl ayakta durmayı başarmış bir
yapı. Bu yapının adı Çengelhan. Her yeri buram buram tarih kokan bu yer
insanı içine çekiyor, heyecanlanıyor. İnsanı adeta zaman içinde yolculuğa
çıkarıyor. Bu yolculukta yün ve tiftik deposundan yaşayan bir müzeye kadar
birçok şey karşınıza çıkabiliyor. Çengelhan’ın bir yün deposundan yaşayan
müze olma hikâyesini Müze Sorumlusu Mine Sofuoğlu’undan dinledik.
Öncelikle bizimle röportaj yapmayı kabul
ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
Biz teşekkür ederiz ilginize.
Çengelhan’ı sizden dinlemeden önce bize
kendinizden kısaca bahseder misiniz? Mine
Sofuoğlu kimdir?
Aslen arkeologum ve 2005 yılında müzenin
açılışından beri müze sorumlusu olarak
görev yapmaktayım.
Mine Hanım öncelikle böyle bir yerde çalıştığınız
için çok şanslı olduğunuzu belirtmek isterim. Çok
güzel bir mekân. Bize Çengelhan’ın mimari
yapısından, restore edilmeden önceki halinden
biraz bahseder misiniz?
Müzemizin içerisinde yer aldığı Çengelhan, 1522
yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde
yapılmış ve Kanuni’nin damadı Damat Rüstem
Paşa’nın vakfına bağlı olduğu bilinmektedir. O
yıllarda tipik bir Anadolu kervansarayı olarak
kullanılmış. Üst kattaki odalar yolculuk yapan
tüccarların konaklaması için oluşturulmuş küçük
otel odaları şeklinde, alt kat yani şu anda
bulunduğumuz alan orijinalinde üstü açık bir orta
avlu kısmıymış ve pazar yeri olarak da
kullanılmaktaymış. Çevresinde ufak bazı dükkânlar yer almaktaymış. En alt katta,
bodrum katında binek hayvanlarının bağlandığı develik kısmı, at ve develerin
konaklaması için oluşturulmuş.
“Çengelhan En Önemli Dört Handan Biri”
Bildiğiniz gibi ipek yolu üzerinde yer alıyor olması sebebiyle Ankara o yıllarda bir
ticaret merkezi. Çengelhan da o dönemin bu bölgedeki en büyük ve en pahalı dört
hanından bir tanesi olarak biliniyor. Uzun yıllar bu işlevini sürdürdükten sonra 19.
Yüzyılda, daha ziyade ham deri ve tiftik satışının özellikle yapıldığı bir toptancı
merkezi haline geliyor ve Han’ın ismi de çok büyük olasılıkla oradan geliyor diye
düşünüyoruz; çünkü bildiğiniz gibi o deri ve tiftikler hep çengellere asılıp satılırmış.
Daha sonra hanın ismi de “Çengel Han” olarak kalmış. Dolayısıyla Çengelhan’ın ticari
yaşamla çok önemli bir yeri var.
“Kitabesini Koruyabilen Tek Han”
Han’ın bir diğer önemli özelliği de Ankara’daki diğer hanlara baktığınızda pek çoğu
kitabesini koruyamamıştır; ancak Çengelhan’ın girişinde görecek olduğunuz kitabe
Han’ın yapılış tarihi hakkında bize net olarak bilgi vermektedir, o anlamda da Han
gerçekten önem arz ediyor. Böyle bir geçmişten sonra hem kervansaray işlevini
sürdürüp hem ticaret hayatının devam ettiği bir merkez olmuş. Ancak 20. yüzyıl
ortalarına, hatta sonlarına kadar daha ziyade hububat satışının yapıldığı bir merkez
haline geliyor. 1990’larda ise tamamen terk edilmiş. Biz de Koç Grubu olarak 2003
yılında Çengelhan’ı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden kiraladık. Aynı yıl restorasyon
çalışmalarına başlandı. 14 ay süren restorasyon çalışmaları neticesinde 2005 Nisan
ayında Ankara’nın ilk, Türkiye’nin ikinci sanayi müzesi olarak ziyarete açıldı. İlki
İstanbul’daki Rahmi Koç Müzesi, ikincisi de burası oldu.
“Vehbi Koç İş Hayatına İlk Çengelhan’da Atıldı”
Tabi Han’ın Koç Ailesi açısından tarihi öneminin yanı sıra çok büyük manevi önemi
de var. Arkamızda gördüğümüz yapı, avluda yer alan bölüm Vehbi Koç’un iş hayatına
başladığı mekân. Vehbi Bey henüz on yaşındayken bu dükkânda Aktarzadelerin
yanında yaklaşık beş ay kadar çalışmış. Dolayısıyla Koç Holdingin temelleri burada
atılmış diye biliriz.
Bu restorasyon çalışmalarında nelere dikkat edildi; çünkü Ankara’da hanlar
bölgesinde dört hanın en önemlilerinden biri, günümüzde kadar da gelebilmiş. Koç
Grubu’u sayesinde çok da güzel restore edilmiş. Bu restorasyon çalışmalarından biraz
bahsedebilir misiniz? Nelere dikkat edildi, geçmişten hangi izler taşınmaya çalışıldı?
Bu konuda mimarlarımıza teşekkür borçluyuz. Çok başarılı bir restorasyon örneği her
zaman olduğu gibi. Çengelhan’da ve yaptığımız diğer restorasyon örneklerinde her
zaman bizim prensibimizdir, aslına sadık kalınarak her şey yenilendi. Sadece bir
takım sonradan eklenen unsurlar mevcut. Müze olarak işlev verildiği için avlu kısmı
çelik ve cam korsisyonla kapatıldı. Koruma altına alınması açısından tırabzanlar
sağlam bir şekilde yeniden derlendi. Bir de engelli vatandaşlarımız için asansör
eklendi.
Müze olma sürecinde elinize gelen objeler nasıl kazandırıldı, nereden temin edildi?
“Müzede 4 Binin Üzerinde Obje Var”
Bizim koleksiyonumuzu çok büyük bir kısmı kurucumuz Sayın Rahmi Koç’un
sanayiye duyduğu ilgiyle gelişen, kişisel gelişimleri sonucu elde edinilmiştir. Şöyle ki
zaten Rahmi Bey henüz çocuk yaşlarda koleksiyon biriktirmeye başlıyor ve şu anda
çok zengin bir koleksiyon var. İstanbul Rahmi Koç Müzesi’nde bir kısmı
sergilenmekteydi; ancak depolarda saklanan bir bölüm obje vardı. Dolayısıyla yeni bir
müzenin açılmasıyla beraber o objeler de burada sergilenmeye başlandı. Ancak şunu
da söylemek gerekir diye düşünüyorum: 2005 yılında müzemiz açıldığında 800 obje
vardı, şu anda obje sayımız 4 binin üzerinde.
Tabii bunun birkaç nedeni var. Bir tanesi Rahmi Bey’in hala biriktirmeye devam
ediyor olması, bir diğeri İstanbul Rahmi Koç Müzesi ile sürekli aramızda bir obje
sirkülasyonu var; çünkü bizim isteğimiz ziyaretçilerimiz her gelişinde farklı objelerle
karşılaşması. Dolayısıyla zaman zaman obje değişimleri yapıyoruz. Bunun yanı sıra
bir takım şahıslar ve kurumların bizlere verdiği, müzemize hibe ettikleri objeler var.
Ankaralılar bu konuda çok büyük destek oldular.
Ziyaretçilere gösterilmeyi bekleyen objeleriniz var mı?
Var; ama mekân konusunda çok sıkıntı yaşamaya başladık. Hepsini bir anda
sergileyemiyoruz. Dolayısıyla kimi zaman depolara kaldırıp depolardan çıkartıyoruz.
Sergileme konusunda çok dinamik olduğumuzu düşünüyorum. Ziyaretçilerimiz
aldığımız yorum da bu şekilde. Mutlaka yıl içerisinde sergileme değişiyor, cömertlikle
her birini ziyaretçilerimizle paylaşıyoruz.
Mine Hanım burası müze olmadan ve restorasyon çalışmaları yapılmadan önce tiftik ve
yün deposu olarak da kullanılıyormuş. Şimdi çok güzel bir müze olarak kullanılıyor ve
Ankaralılar da eminim ilgi gösteriyordur. Müzeye İlgi oranı nasıl?
Ziyaretçi sayılarımız gayet güzel. Yıllık yaklaşık yüz bin ziyaretçi alıyoruz. Tabi bizim
için önemli olan ziyaretçi sayısının artmasından ziyade ziyaretlerin sıklığını
arttırabilmek. Bu yüzden de artık dünyada yeni trend budur. Müzelerin kültür merkezi
olması yönünde artık çalışmalar yapılıyor, biz de bu yönde kendi bünyemizde olumlu
çalışmalar yaptığımızı düşünüyorum.
Şöyle ki ziyaretlerin sıklığını arttırabilmek için geçici sergi salonumuzda bir takım
sergilere ev sahipliği yapıyoruz. Onun yanı sıra yine Divan grubunun işlettiği bir
restoranımız mevcut. Bu restoranda da yine bir takım mini konserler, büyük
organizasyonlar yapılabilmektedir. Dolayısıyla sürekli bir dinamizm var. Bunun yanı
sıra öğrenci grupları bizim için çok ciddi bir potansiyel. Kesinlikle müzeyi gezip
görmeleri lazım.
“Öğrenciler İçin Eğitim Paketleri Var”
Onu da belirtmeden geçmeyelim bizim ilkokul ve ortaokul için hazırlamış olduğumuz
bir eğitim paketi mevcut. Bu da tamamen onların müfredatına göre hazırlanmış bir
paket ve öğretmenlerimiz bu paketi internetten indirebiliyorlar. Paket içerisinde
öğretmenler için ayrı öğrenciler için ayrı oluşturduğumuz sayfalar mevcut. Dolayısıyla
burayı ziyaret ettiklerinde hangi ünitedeler ise o ünite ile bağlantılı bir takım etkinlikleri
müzede objeleri kullanarak öğrenebilme şansı ediniyorlar. Yaşayarak, eğlenerek
öğreniyorlar. Dolayısıyla eğitimcilerimizden de öğrencilerimizden de çok büyük rağbet
görüyoruz.
Tam bir kültür merkezi. Buraya gelenler müzeyi gezip çok kısa sürede çıkamıyorlar.
Mistik ve ihtişamlı bu havada, restoranda dinlenerek daha uzun zaman kalıp, güzel
vakit geçiriyorlar.
Eskiden müze kavramı insanların aklında hep sıkıcı, “ses yapmayın”, o olmasın
buna dokunmayın, o şekildeydi; ama artık gerçekten çağdaş müzecilik, müzeciliği çok
farklı boyutlara taşıdı.
Ana koleksiyonunuzda yer alan objeleri bize tanıtabilir misiniz?
Ben özetle koleksiyondan da genel olarak bahsedeyim. Biz sanayi müzesi
olduğumuz için müzedeki en eski objeler 1600’lerden kalma; ama çoğunluğu 19. ve
20. yüzyıl objeleri. Tabi bu bir arkeoloji müzesiyle ya da bilim tarihi müzesiyle, bir
doğa müzesiyle karşılaştırılabilecek bir periyot değil, daha kısa bir periyotu kapsıyor.
1800’lerde artık sanayi devriminin gelişmesi, hızlanmasıyla beraber seri üretim
sürecini ve fabrikasyonu düşününce koleksiyonu çok zengin bir çeşitliliğe ait olduğu
rahatlıkla görülebilir. Boyut olarak değerlendirdiğinizde de müze içerisinde yine küçük
objelerden, küçük minyatürlerden, gemi modellerinden tutun da büyük buhar
makinelerine ya da otomobillere kadar pek çok obje mevcut. Toplamda da 17
seksiyonumuz var. Karayolu ulaşımından havacılığa, tıptan mühendisliğe kadar pek
çok bölüm var.
Müzede yer alan en önemli bölümlerden biri “Esnaf Sokağı”dır. Ankara
Hanlar Bölgesinde yer alan Hanlar 16. ve 17. yüzyılda inşa edilmiştir. O
dönemde Ankara Kalesi ve civarı ticaret merkezi olarak kullanılıyordu.
Ticaret merkezinde tüccar, esnaf ve zanaatkârların çoğalması han ve
bedestenlerin yapılmasını sağlamış, Hanlar Bölgesi de bu şekilde
oluşmuştur. Müzede yer alan “Esnaf Sokağı” da o dönemde bulunan
dükkânları günümüze taşımıştır.
Müzemizin girişinde yer alan bölüm “Esnaf
Sokağı” olarak adlandırdığımız bölümdür.
Esnaf
Sokağı’nda
da
daha
ziyade
Cumhuriyetin ilk yıllarını canlandırmaya
çalıştık. Hemen girişte ziyaretçilerimizi körüklü
bir fotoğraf makinesiyle beraber fotoğraf
çekilmek üzere hazırlamış bir perdeyle
karşılıyoruz.
İlk dükkânımız da bir bakırcı dükkânı “Bakırcı Osman”. İçeriye girdiğimizde bir bakırcı
figürüyle karşılaşıyoruz, kalaycı tezgâhımız burada, yine kumlama köşemiz mevcut.
Videoda da sürekli gösterimde olan yine kale civarında hala bakırcılığa ve kalaycılığa
devam etmekte olan esnafın videoları yer almakta. Burayı yaparken bize en çok
ilham verende 1920’li yıllarda hemen müzenin bulunduğu Koyun Pazarı yokuşundaki
dükkânların fotoğraflarıdır. Burada bulunan fotoğrafa dikkatle baktığınızda “Bakırcı
Osman” tabelasını görürsünüz, bakırcının ön cephesi fotoğrafta göründüğü gibiymiş
biz de onun anısını yaşatmak adına bu dükkânımızın ismini “Bakırcı Osman” koyduk.
Hemen karşıda Cumhuriyet’in ilk yıllarında şapka devrimini anımsatmak ve tekrar
hatırlatmak üzere oluşturduğumuz bir şapkacı dükkânı mevcut. Şapkacı
dükkânımızda fonda Atatürk’ün sevdiği şarkılar çalar, solda yer alan vitrinde Vehbi
Bey’in şapkaları bulunur. Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi’nin bize süreli
olarak verdiği şapkalardır. Sağda yer alan şapkalar da bayan şapkaları, yine kendi
müzemizin koleksiyonlarından.
Konuşmamızın başında da belirtmiş olduğumuz gibi Vehbi Bey’in çalıştığı dükkâna
geliyoruz. Vehbi Bey çocuk yaşlardayken bu dükkânda 5 ay kadar çalışmış. O
dönemde bildiğiniz gibi küçük yerlerde her türlü ihtiyacı karşılamak üzere böyle
dükkânlar oluşturulurmuş; baharattan tutun da manifaturaya kadar her türlü malzeme
mevcut. Vehbi Bey beş ayını geçirmiş bu dükkânda. Dolayısıyla Koç Holding’in
temelleri bu dükkânda atılmış.
Esnaf Sokağı’nda bir diğer
dükkânımız
Bulgurluzade
Ticarethanesi, tiftik ürünlerinin
satıldığı bir dükkândır. İçeriye
girdiğinizde Ankara tiftiğinden
örülmüş bir takım çorapları
görürsünüz.
Tiftik
keçilerini
kırkmak için kullanılan kırkım
makasları, üreke gibi bir takım
tiftiği ipliğe çevirmek için kullanılan malzemeler ya da ip eğirmek için kullanılan
malzemeler, bir tiftik keçisi gravürü görüyoruz. Bir tiftik dokuma tezgâhının parçası
yer alıyor. Tümünü bulmak günümüzde neredeyse çok zor artık ne yazık ki tiftikçiliği
de tiftik keçilerini de kaybettik.
Burada yer alan aslen orijinali Hollanda’da
sergilenen bir Ankara tasviridir. Yine burada
kırkım sahnesi ve tiftik keçilerini ve tüccarlarını
görmek mümkün. Diğer bir atölyemiz Ali Rıza
Marangozhanesi
içeride
1920’li
yıllarda
marangozluk yapmış Ali Rıza Erkan’ın atölyesini
görüyoruz. Ali Rıza Erkan Hamamönü’nde
marangozluk yapmış ve pek çok bankada Merkez
Bankası, İş Bankası gibi bankaların inşaatında
çalışmış. Oğlu yıllarca kullandığı eşyaların
birçoğunu saklamış Prof. Dr. İlhan Erkan sağ
olsun müzemize bağışladı. Biz de bir takım
eklemeler yaparak böyle bir birim oluşturduk.
Müzemizin hemen karşısındaki alan At Pazarı
Meydanı olarak bilinir, o yüzden saraçları da, at
binek malzemelerini de unutmayalım. Buraya
bir saraç dükkânı oluşturduk. Biniş takımları,
yemler gibi pek çok malzemeyi bulmak
mümkün. Esnaf Sokağı’nın sonunda yine bu
vitrinde geleneksel esnaf figürleri sergiliyoruz.
Bunlar da Rahim Bey’in siparişi üzerine özel
olarak yapılmış figürler, heykeltıraş Sayın
Savcettin
Savaş
tarafından
yapılmıştır.
Simitçimiz, mısırcımız, macuncumuz gerçekten
eski esnaf tamamen burada yer alıyor. Yine
aynı döneme rastlayan 1920’lerden hemen
sonra 1930’lara tekabül eden kitre bebek
sanatı. Türkiye’deki ilk kitre bebek sanatçısı
Zehra Müfit Saner’dir ve Zehra Müfit Saner
1930’lu yıllarda kitre bebek yapmaya başlamış
ve çocuk yaşlardayken Rahmi Bey ve ablası
Semahat Hanım da Zehra Hanım’dan ders almışlar. Yer alan tüm figürler Zehra
Hanım tarafından yapılmışken aldığı eğitimler neticesinde Rahmi Bey de henüz sekiz
yaşındayken kadın figürünü, Semahat Hanım ise köpek figürünü yapmışlar.
Türkiye’nin ikinci, Ankara’nın ilk sanayi müzesini olan Rahmi M. Koç
Müzesi’nde “Esnaf Sokağı” dışında birçok bölüm yer alıyor. Müze
Sorumlusu Mine Sofuoğlu’nun tanıttığı bu bölümleri ve bölümlerde yer alan
objeleri aşağıdaki dosyalarda bulabilirsiniz.
Raylı Ulaşım Bölümü
Oyuncak Bölümü
İletişim Bölümü
Raylı ulaşım odamızda en çok ilgi
çeken objelerden bir tanesi Medart
modelidir. Bu lokomotif 1938 yılında
İngiltere’de üretilmiş. Bu lokomotifin
özelliği de şu: 1938 yılında üretildiği
dönemde saatte 202 km hız yapmaktaymış. Dolayısıyla o dönem için muazzam bir
teknoloji ve hala buharlı çekiciler arasında hız rekorunu elinde tutar bu lokomotif.
Bir diğer objemiz sandık. Üzerindeki yazıtı da
okuyabilirsiniz
“OTTOMAN
RAİLWAY
SMYRNA
AİDIN
SERAIKENT”
diye
bildirmişler. Bildiğiniz gibi Anadolu’nun ilk
demiryolu hattı İzmir/Aydın demiryolu
hattıdır. Bu sandık da demiryolu hattının
yapıldığı fonların saklandığı sandıkmış, o da
yine müzemizde raylı ulaşım bölümüne en
ilgi çeken objelerden bir tanesi.
“Koleksiyonlarımızı en çok rağbet ettiği model tren markasıdır”
Raylı ulaşımla ilgili bir diğer odamızda da
Marklin modellerimiz var. Marklin aslen
1800’lü yıllarda Almanya’da açılmış bir
oyuncak firmasıdır. İlk zamanlarda ev ve
bahçe dekorasyonu üzerine bir takım
oyuncaklar üretiyorlarmış; ancak daha sonra
küçük ölçekli tren modelleri konusunda çok uzmanlaşmışlar. Marklin için dünyada
gerçekten rakipsizdir diyebiliriz. Koleksiyonlarımızı en çok rağbet ettiği model tren
markasıdır.
Koleksiyonumuzun nadide parçalarından
Hindistan’da yapılmış fildişi lokomotifler
var. Burada yine oyuncak trenlerin gelişini
gösteren bir vitrinimiz var, 1700’lü yıllardan
başlayıp 1900’lü yılların ortalarına kadar
oyuncak trenlerin yer alıyor.
Koleksiyonumuzda Orient Ekspres ile ilgili
objelerimiz mevcut. Devlet Demir Yolları logolu
bazı objeler var. Örneğin kondüktör düdüğü
Orient Ekspres’te kullanılmış bir kondüktör
düdüğüdür. Yine çok ilginç bir obje Osmanlı
demiryollarından kestane fişeğidir. Kestane
fişeğinin de özelliği şu: Biliyorsunuz iletişim
eskiden şimdi olduğu kadar kolay değil.
Demiryolu üzerinde yol yapım çalışması varsa eğer ya da herhangi bir kaza olduysa
trenin emniyetli fren mesafesi öncesinde raya bağlarlarmış tren bunun üzerinden
geçince fişek patlarmış ve makinist fren yapması gerektiğini anlarmış ve fren
yaparmış. Dolayısıyla oluşabilecek bir kaza ihtimali böylece engellenmiş oluyormuş.
Müzede yer alan tablolar Rahmi Bey’in koleksiyonundan mı?
Evet, Rahmi Bey’in koleksiyonundan.
Bu odalarımız da oyuncaklarla ilgili odalar. Sağ
tarafta gördükleriniz dikiş makineleridir. Kimisi
oyuncak ancak kimisi işlevsel olarak da
kullanılmış. Eskiden seyahatlerde bu tip
makineleri acil ihtiyaca karşılık yanlarında
taşırlarmış. Diğerleri yine buhar makinesi
modelleri, buhar kazanı modelleri, daha ziyade
okullarda
kullanılan
makinelerin
çalışma
prensibinin anlatıldığı modellerdir.
Vitrinde görülen ahşap objeler tamamen
oyuncak ve tütsü kapları bize Türkiye’de
yaşayan Amerikalı bir ziyaretçimiz tarafından
bağışlandı. Bunların da özelliği şudur: Bunlar
Saksonya bölgesinde yapılır. Saksonya
bölgesinde eskiden halk madencilik ile
uğraşırmış,
Güney
Afrika’daki
maden
yatakları keşfedilince madencilikten artık yavaş yavaş çekilmişler ve artık kendilerini
ormancılık ve hayvancılığa vermişler. Hayvanlarını da kışın soğuktan korumak için
evlerinin bodrum katlarına saklarlarmış. Bu evlerde kötü bir kokuya sebep olduğu
için tütsü yakma geleneği başlamış; ancak başta çok sıradan tütsü kapları varmış, bir
gün Topkapı Sarayı’ndan bir takım diplomatlar
Saksonya kralıyla görüşmeye gidiyor. Oradaki yöre
halkı Türklerin giyim tarzını ve tütün kültürünü
öğreniyorlar ve Türk formülü tütsü kapları yapmaya
başlıyorlar. Bunun da mantığı şudur: Bunların her biri iki
parçadan oluşur. Alt parça ve üst parça. Alt parçanın üzerine
o komik formadaki tütsüyü yerleştirirler yakarsınız ve bunu
üzerine kapattığınızda da her biri dumanı ağzından vererek
tütün içen adam görüntüsü verir. Çok keyifli el yapımı
objeler, hala gelenekseldir ve üretimine devam edilmektedir.
Tabi ilk figürleri Türk figürü ama daha sonra yavaş yavaş
kendi figürlerinin yaratmışlar. Örneğin ormancılık çok yaygın
olduğundan ormancı figürü çok, Noel babalar, kardan adamlar özellikle Noel’de
bunları hep evlerine dekoratif olarak kullanırlar, hala bu da müzemize renk katan çok
keyifli bir bölüm.
Burada yine porselen bebeklerimiz var. Bunların da çoğu Almanya’dan. Yine bize
bağış yoluyla intikal eden objelerden bir bölümü. Merhum Ulviye Tüzün anısına
kardeşi Nuran Arık tarafından bize bağışlandı. Bunların hepsi bizde, anılarını
yaşatmaya çalışıyoruz. Kapı girişleri alçaktır; çünkü o dönemde Arifler arasında saygı
ifadesi eğilerek girip eğilerek geriye doğru çıkılırmış. Birbirlerine olan saygılarını ifade
etmek için.
Müzemizde geleneksel kostümler giymiş,
çeşitli ülkelerden toplanmış oyuncaklar
vardır. Bunlarda yine bize bağış yoluyla
gelen objelerdendir. Bize Sevim Güvenç
tarafından bize bağışlandı.
Müzecilik aslında korumayı gerektiriyor.
Görevimiz artık bugünü korumak ya da
geçmişi korumak değil, tüm bunları geleceğe teslim edebilmek olmalı. O yüzden ne
kadar iyi bakarsak o kadar güzel. Tüm bu objeler müzeye gelmeden sergilemeden
önce bizim İstanbul’daki müze atölyelerimizde mutlaka bir bakımdan geçiriliyorlar. Bir
restorasyon işlemi gördükten sonra müzede sergilenmeye başlıyorlar. Ayrıca
sergilenmeye başlandıktan sonra da periyodik takipleri bakımları yapılıyor.
Dolayısıyla müze olarak o konuda çok şanslıyız, arkada çok ciddi bir ekibimiz var.
Müzede oyuncaklar bölümünün en ilginç objelerinden biri
gördüğünüz “Teddy Bear”lardır. Onun hikâyesi de çok
ilginçtir. Eski Amerikan başkanı Theodore Roosevelt bir gün
Mississippi nehri kenarında ava çıkıyor; ancak akşama kadar
avlanamıyor. Yanındakiler de başkanın keyfi yerine gelsin
diye küçük bir ayı buluyorlar ve getiriyorlar, “siftahını yapın da
öyle gidelim” diye. Tabi Başkan çok sinirleniyor, “ben nasıl
vururum savunmasız bir hayvanı?” diyerek “hemen annesinin
yanına götürün” talimatı veriyor. Götürüyorlar; ancak ertesi
gün bu heyet içerisinden birisi gazeteciymiş ve Washington Post gazetesinde olayı
karikatürize ediyorlar. Bunu Amerika’da oyuncaklar üreten bir çift karı koca görüyor
ve dükkânlarının vitrinine bu karikatürle birlikte bir oyuncak ayı sergiliyorlar. Bu halkın
inanılmaz ilgisini çekiyor. Daha sonra başkana bir mektup yazıyorlar, biz böyle bir
şey yaptık, çok rağbet gördü, bize izin verir misiniz? Oyuncakları “Teddy Bear”
ismiyle, sizin isminizle üretebilir miyiz? diye. “Teddy” Theodore kısaltılmışı. Başkan
tabi onay veriyor ve ürettikleri tüm ayılar “Teddy Bear” ismiyle üretiliyor. Ancak daha
sonra tüm dünyada bu oyuncak ayılara bu isim verilmiş.
Böyle bir özelliği var.
Oyuncak ulaşım araçları var. Oyuncak otomobiller. Bu
bölümde en çok önem arz eden Rahmi Bey’in bizzat kendi
çocukluğundan kalma oyuncağıdır; üç tekerlekli bisiklet
üzerindeki çocuk figürü. Dolayısıyla çok önemli bizim için.
Burada yer alan Anadol önemlidir. Bu da 1969 yılında Milli
Eğitim Bakanlığı onaylı üretilmiş. Anadol’un ilk üretildiği
dönemler, ilk yerli otomobilimiz; kıl testere yardımıyla o
parçaları kesip birleştirirlermiş, bataryası da mevcut. O şekilde bir model
oluştururlarmış. Yine sürat teknelerimiz Marklin’in üretmiş olduğu gemiler.
Bu ev nedir Mine Hanım?
Bu da 19. yüzyılda üretilmiş bir oyuncak ev. İçerisini
daha sonra aldığımız malzemelerle biz dekore ettik.
İşitsel iletişimle ilgili objelerden oluşan bu odamızda
eski radyolar, gramofonlar, telefonlar mevcut.
Bunların içerisinde yine en önemlisi Nevtron’dur;
çünkü ilk Türk radyo markasıdır. 1952’de üretime
başlıyorlar, o açıdan önemli.
Yine burada yer alan Telerapit çok
enteresandır. Bu da bir otomatik
telefon arayıcıdır. Arkadaki kapıyı bu
mekanizmanın üzerine kapatırsınız
ve ortadaki topuzu da aramak istediğiniz ismin yanına getirirsiniz ve bu kola
bastığınızda da hafızadan otomatik arama yapar. Bu da Vehbi Bey’in eski iş
ortaklarından Reşit Katipoğlu’na ait bir obje. Daha sonra Reşit Mehmet Erol
tarafından bize bağışlandı.
Yine teknolojinin nasıl geliştiğini gösteren bir örnek; Ericson’un 1895’te ürettiği telefon
ve yanındaki de 1995’te ürettiği telefon, yüz yıl sonra ürettiği bir telefon.
Edison fonografı, dünyada sesi kaydedip dinletebilen ilk
cihaz özelliğini taşır. 1878 yılında Edison tarafından icat
edilmiş ve buradan da dünyanın ilk ses kaydını Edison’un
sesinden dinleyebiliyoruz. Bu tip interaktif uygulamalar da
müzemizde mevcut. Dolayısıyla çalışan bir makine
modelini, neyin ne şeklide fayda sağladığını öğrenciler
görebiliyorlar. O da çok keyifli tabi.
Öğrenciler eminim burada çok eğleniyorlardır. İletişim araçlarını, ulaşım araçlarını
burada gezerek görmek daha keyifli olacaktır.
Kesinlikle öyle. Bir de müze kavramı çok yakın geçmişe kadar çok farkıydı, hele de
çocuklar uyarılarla dolu bir mekân gibi görüyorlardı. Dolayısıyla burası tüm müzelere
alışmaları için çok güzel bir başlangıç noktası; çünkü burada müzeyle tanışan
öğrenciler bir arkeoloji müzesini bir etnografya müzesini çok daha rahat
gezebiliyorlar. Çünkü içerisinde kendi yaşamlarından çok fazla iz, çok fazla parça var.
Aileler de çocuklarını buraya getirirken çok tereddüt etmeyecekler. Normalde müzelere
gidince “dur yapma, dokunma” tarzında şeyler olacağı için burada öyle bir şey yok,
çok rahat gezebilecekler, onlar da geldikleri zaman eğelenebilecek.
Ufak tefek sınırlamalarımız olsa da yine çok daha rahat. Tabi çocuklarımız için biz
hafta sonu etkinlikleri yapıyoruz. Aileleri kayıtlarını yaptırıyorlar, çocuklarımız için
doğum günü partileri de hazırlıyoruz.
Söylediğiniz gibi yaşayan bir müze.
Evet, artık müzelerin öyle olması gerekiyor.
Müzemizde daktilolar ve bilgisayarlarımız mevcut.
Örneğin burada gördüğünüz daktilo ilk taşınabilir
portatif daktilolardandır. 1897 yılında Amerika’da
üretilmiş. En büyük özelliği de şu: Diğerlerinde
şerit sistemi varken bunda bir baskı kafası
görürsünüz ve o baskı kafasından yüz adet
verirler, satın aldığınızda o silindiri değiştirerek müzik notaları dahil her türlü yazı
karakterini basabilirsiniz. Müzik notaları, Arap alfabesi aklınıza ne gelirse basma
yetisine sahip.
Kronolojik sıra içerisinde diğer versiyonları yer
alıyor. Teleks yer alıyor, fakstan önce
kullanılmış, faksla hemen hemen aynı işleve
sahip. Diğeri de elektronik daktilodur.
Bir
diğer
odamızda
iletişim
cihazlarımız devam ediyor. Film ve
slayt projektörlerimiz var. En özeli ve
en eskisi de projektörlerdir. Bunlar
gaz
lambasıyla
çalışan,
slayt
göstericiler. Sağ taraftaki daha
eskidir, 1800’lü yıllarda kullanılmıştır.
İçerisinde bir gaz lambası olurmuş ve
duvara yansıyan slayt, fotoğrafta
gördüğünüz gibi, merceğin arkasına
yerleştirirlermiş ve gaz lambası da
görüntüyü duvara yansıtırmış.10 yıl içerisinde filmin icadıyla beraber fotoğrafta sol
taraftaki gibi makineler çıkarmışlar ki bu makineler hem film hem de slayt
gösterebilecek yetenektedir.
Eski televizyonlar 1950’lerde İngiltere’de
üretilmiş, Bush TV, artık radyodan televizyona
geçiş aşaması. Son derece küçük 9 inçlik şirin
bir televizyon. Türk markası Nevtron’un
üretmiş olduğu televizyonlardan. 1930’lu
yıllarda Amerika’da üretilmiş bir radyo var. Alt
kısım hoparlör sistemi, asıl üst kısımda da
radyo tesisatı bulunuyor.
Kart basma saatlerimizden bir örnek. Fabrikada çalışan işçilerin
giriş-çıkış saatlerini kaydediyorlarmış. Bu tip makinelerle her bir
işçinin kartı var, kartı basıyor girişini çıkışını kaydediyor ve ona
göre ücretlendiriliyor.
Bir diğer odamızda da fotoğraf
makinelerimizin mevcut. Fotoğrafta
görmüş olduğunuz en eski fotoğraf
makinesidir.
1900’lü
yılların
başında Amerika’da stüdyo tipi
üretilmiş.
En ilgi çekici olanlardan bir tanesi de
casus kamerasıdır. Diğerleri herkesin az
çok aşina olduğu fotoğraf makineleri,
babadan,
dededen
mutlaka
görmüşlüğümüz vardır. Bu gerçekten
enteresan, 1938 yılında Letonya’da
Walter Zapp isminde bir mucit bir fotoğraf makinesini ne kadar küçültebilirim diye
deneylere başlıyor. Daha sonra fotoğraf makinesini bu şekle getiriyor. Bu mikro filmle
çalışıyor ve tabi bu bahsettiğimiz yıllarda İkinci Dünya Savaşı patlak veriyor ve o
yıllarda Letonya Rus ve Alman işgaline uğruyor. Bu fotoğraf makinesine sahip
olabilmek hem Rus ajanları tarafından hem de Alman Nazi subayları tarafından
inanılmaz bir prestij sembolü haline geliyor. Daha sonra 1950’li yıllarda fabrikayı
tamamen Almanya’ya taşıyorlar Almanya’da üretimine devam ediyor. Bu gördüğümüz
örnek 1950’li yıllarda üretilenlerdir.
Aşağıda yer alanlar polaroid fotoğraf makineleri. Artık dijitallerde var müzemizde;
çünkü dijital teknolojisi de çok ilerledi. Hatırlıyorum, yüksek lisans tezimi yaparken
nümismatik çalışmıştım, onların makro çekimlerini yapmam lazım, dijital fotoğraf
makinesine ihtiyacım var. Daha yeni çalışmaya başlamışım, bir hevesle Nikon
fotoğraf makinesi aldım 4,1 mp. Hatta çok iyi hatırlıyorum bir hocam konferans için
Almanya’ya gitmişti, oradan dönüşte bana almıştı, nasıl mutlu olmuştum. Şimdi
bakıyorum gerçekten teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki… Ama tabi teknolojinin bu
kadar hızlı ilerlemesiyle beraber doyumsuzluğumuz arttı. Az önce fotoğraf
makinelerinin olduğu oda da duvarda bir takım fotoğraflar gördük. Çünkü o zamanlar
insanlar için bir seronomiymiş fotoğraf çektirmek, şık giyinip aileleriyle beraber özel
olarak giderlermiş. Şimdi ne yazık ki iletişim bölümünde gördüğümüz bütün cihazları
artık cebimizde taşıyoruz. Fotoğraf makinesi, bilgisayar ne arasanız artık cebimizdeki
akıllı telefonlarda ve fotoğrafları bastırmaya bile çoğu zaman tenezzül etmiyoruz, bir
kenara köşeye atılıyor, onlar tabi acı verici, teknolojinin olumsuz taraflarından bir
tanesi.
Bilimsel Aletler Bölümü
Denizcilik Bölümü
Su altı Bölümü
Günlük Yaşam Bölümü
Bilimsel aletler odasında hesap makineleri, fasitler, bizim kuşağın da çocukluğundan
hatırladığı daha eski sürgülü makineler mevcut. Diğerlerinden çok farklı olan
Addıator, bu da yalnızca toplama ve çıkarma
işlemi yapmak için kullanılır. Ön taraf
toplama arka tarafta da çıkarma işlemi
yapılıyor. Sürgülü bir sistem vardır ve
yandaki çubukla o sürgülü sistemi hareket
ettirirsiniz, belli formüllerle sizi sonuca
ulaştırır.
1950’li
yıllarda
Almanya’da
üretilmiş.
Bir diğer obje alternatif akımı direk
akıma çevirmek için kullanılan bir alettir.
İstanbul Moda Kadıköy tramvayında
kullanılmış.
Müzenin en esiklerinden sayılabilen usturlaplar 1600’lerde Araplar
tarafından kullanılmış astronomik gözlem aletleri de diyebiliriz.
Bunlar da bize Kandilli Rasathanesi’nden süreli olarak verilmiş
objelerdendir. Yakından incelediğinizde üzerinde Arapça
taksimatlar var, yıldızların ve güneşin birbirine olan konumunu ölçmek için
oluşturulmuş; ancak o dönemde günlük hayatta da bu usturlapları çok kullanırlarmış,
hatta bir dağın yüksekliğini, bir kuyunun derinliğini bile bu aletlerle ölçerlermiş.
Bir diğer ilgi çekici obje de zaman göstergesidir. Bu da 1700’lerde Almanya’da
kullanılmış, burada bir cetvel görebilirsiniz, bir lamba yanıyor, bir fitili var içerisine de,
gaz yağı dolduruyorsunuz o lamba yandıkça gaz yağı azalıyor ve iz bırakıyor.
Örneğin saat 12.00’de çalışmaya başlayan birisi saat 05.00’de çalışmayı bırakacağım
deyip yağ 05.00’e geldiğinde oradan göreceli bir hesaplama biçimi oluşturmuş oluyor.
Bir diğer odamız denizcilikle ilgili. Denizcilikle ilgili altı
adet odamız var. Fotoğrafta gördükleriniz parakete
pervaneleri, denizde geminin hızını ve kat ettiği
mesafeyi ölçmek için kullanılan aletlerdir. Bunların da
en primitif örneği makara sistemidir.
Şöyle ki bir kum saati tutarlarmış bir taraftan bir
alanda kum saati akarken bunu denize atarlarmış
gemi hareket edince makara çözülmeye başlıyor tabii,
şöyle de bir mantıkları var: Her altı fitte yani 1.82
metrede markanın üzerine bir düğüm atıyorlar,
dolayısıyla bu çözülmeye başlayınca bir dakikada ne
kadar düğüm gittiyse bir saatte şu kadar gider gibi bir
hesaplama yapıyorlar. Denizin hız birimi Knot’tır.
Knot, buradaki düğümden geliyor.
Gemi pencereleri, işaret tabancaları ve fenerleri.
Denizcilikle ilgili bir diğer odamızda
eski
gprs
cihazları
olarak
nitelendirebiliriz
seksstant
ve
oktantlar
denizde
bulunduğunuz
koordinatları ölçmek için kullanılırmış.
Denizciler ufka paralel bir çizgide
tutarak bir takım hesaplamalarla
enlem ve boylamı belirleyebiliyor.
Pusulalarımız, İngiliz donanmasından
bir subaya ait eserler, Türk donanmasından bir subayımıza ait aksesuarlar mevcut.
Müzemizde kapı üzerinde yer alan gemi baş figürleri, bilirsiniz bunlar genelde büyük
figürler olur, o figürlerin ölçekli kopyalarıdır ve bize süreli olarak verilmiş
objelerdendir.
Denizcilikle ilgili bir diğer odamızda çok özel bir vitrinimiz var. Bu vitrinde atış
hesaplama diskleri ve Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılmış Türk gemilerinin parçaları
mevcut. Aynı şekilde topçu hedef dürbünü, Yavuz’dan Sultanhisar’dan, Hamidiye’den
ve Gelibolu’dan parçalar. Sultan Osman’ın da hikâyesi şudur: Birinci Dünya Savaşı
öncesinde Osmanlı Hükümeti İngiltere’ye gemi siparişinde bulunuyor. Bunlardan bir
tanesi Sultan Osman, bir tanesi Reşadiye’dir; ancak Osmanlı heyeti zaten çok büyük
zorluklarla geminin alınması için para ve bağışlar topluyor. Paraları önceden
yatırıyorlar; ancak İngiltere’ye gittiklerinde paranızı iade etmiyorum geminizi de
vermiyorum derler ve Osmanlı heyeti çok büyük bir hayal kırıklığıyla geri dönüyor.
Ancak zaten tarihte şöyle geçer: Bu olaydan sonra “Osmanlı Almanya’nın yanında
savaşa girmeye karar vermişti” derler, ama İngilizler de “Osmanlı’nın zaten savaşa
Almanya’nın yanında gireceği belliydi, o yüzden gemiyi teslim etmedik” der.
Dolayısıyla müzemizde bulunan ipek mendil, o dönem bağışta bulunan şahıslara
üzerinde Sultan Osman tasvirinin olduğu mendiller hediye edilirmiş. Bu da günümüze
ulaşabilmiş örneklerden bir tanesidir. Yine yönetim kurulu üyemiz, hem İstanbul
müzemizin hem Ankara müzemizin kuruluşunda çok büyük emekleri olan Bülent
Bulgurlu tarafından bize bağışlanmıştır.
“İsmini deniz çapasından alan bir şehrimiz var”
Ziyaretçilerimiz deniz çapasını müzede sıklıkla görebilir. Müzenin girişinde, çıkışında,
odalarda; çünkü deniz çapası Ankara’nın bir simgesidir. En yaygın olanı şudur:
Gordion buraya çok yakın bir antik kent. Gordion kralı Milas rüyasında ilahi bir sesin
deniz çapası bulduğu yerde bir şehir kurmasını emrettiğini görüyor ve bugünkü
Ankara Kalesi civarında bir deniz çapası buluyorlar. “Anküra” ismiyle Ankara şehrini
kuruyorlar. “Anküra” deniz çapası demektir. Daha sonra Angora, Engürü ve en son
Ankara olarak günümüze geliyor. Dolayısıyla deniz kıyısında olmasak da ismini deniz
çapasından alan bir şehrimiz var.
Burada da gemi telgrafları
kaptan
ve
mürettebatın
haberleşmesi için gemilerde
yön bulmak için kullanılan
anten mevcut. Deniz çapasını
kaldırmak için kullanılan deniz
ırgatı denilen bir alet var.
Buranın kuruluş aşamasında
büyük bir emek harcandığı o
kadar belli ki, bu objelerin dar
odalara yerleştirilmesi çok
zor.
Tarihi binada olmak çok keyifli ama sanayi müzesi olarak bir takım zorlukları da
beraberinde getiriyor. Çünkü çok küçük odalarda verimli bir sergileme yapmaya
çalışıyoruz. Bir bakımdan avantaj, bir bakımdan dezavantaj. Çok büyük ölçekli
objeleri sergileyemiyoruz ne yazık ki ama seksiyonların daha net anlaşılabilmesi
açısından çok da derli toplu bir sergileme biçimi oluşuyor.
Bir diğer odamızda daha ziyade gemi modelleri mevcut. Örneğin burada gördükleriniz
şişe içinde gemiler. Türkiye’de Sinop tarafında yaygındır. Dünyada da pek çok yerde
örneği görülür.
Müzemizde bulunan önemli bir gemi
modeli, Cutty Sark modelidir. Bu model
İngiltere ve Çin arasında yıllarca çay
ticaretinde kullanılmış bir gemi; ancak
görevi sona erince kıyıya sabitliyorlar ve
müze olarak ziyarete açıyorlar. Gemi
2007 yılında çok büyük bir yangın geçirdi
restorasyon aşamasında, neyse ki çok
başarılı bir restorasyon neticesinde 25
Nisan 2012’de tekrar kraliçe Elizabeht tarafından ziyarete açıldı. Cutty Sark için
oluşturulmuş bir vakıf da var. Bu vakfın başkanı da prens Philip’tir. Prens Philip
bağışçılardan olduğu için Sayın Rahmi Koç ile birlikte resepsiyonda çekilmiş bir
fotoğrafı vardır.
Bir diğer odamızda su altı bölümümüz yer alıyor. Denizaltı
modellerini görüyoruz. Bu Jules Verne’nin “Denizler Altında Yirmi
Bin Fersah” isimli romanında geçen hayali denizaltının Nautilus
modeli.
Bir başka objemiz dünyanın
ilk denizaltılarından biridir.
Onun üstünde Fransız Eros
isimli denizaltının modelini
görmek mümkün.
Diğerleri de yine dalış elbiseleri, dalış aksesuarları, ayakkabılar ve başlık. Bu dalış
elbisesi 1983’te Rusya’da üretilmiştir.
Bir diğer odamız günlük yaşam bölümümüz. Burada bastonlar yine çok ilgi çekicidir.
Sol tarafta bulunanlar Avrupa menşei bastonlar, sağdakiler de Anadolu menşei
bastonlardır. Yine çok değerli bir bağışçımız tarafından müzemize hibe edildi. Prof.
Dr. İlhan Erkan’ın bağışlarındandır. Kendisi yıllarca koleksiyonu yapmış, daha sonra
hepsini müzemize bağışladı. Yine günlük yaşamda kullanılan bir takım objeler
mevcut. Örneğin ilk ev tipi makarna kesme aleti, Amerika’da üretilmiş. Ahşap oymak
için kullanılan küçük el aletleri, arkadaki ahşap yakmak için kullanılan bir pirograf.
Çorap örme makinesi. Bayanlar için, ince çorap örmek için kullanılırmış. 1900’lü
yılların başında Amerika’da üretilmiş özel bir çeşit iğne takılarak
yapılıyor.
Yine eski çay kutuları, porselen çaydanlıklar. Tartı çok enteresandır,
yazılar tersten yazılmıştır. Onun üzerine çıkarsınız, aynadan düz
şekilde görürsünüz. Dolayısıyla çok akıllıca.
Dökme demir eski sobalar, eski elektrik
süpürgeler,
dükkân
tabelaları.
Çamaşır
makinelerinin atalarından diyebiliriz 18.ve 19.
yüzyılda kullanılmış, sadece merdaneden
oluşuyor. Altına bir leğen koyarlarmış suyunun
akması için ama ev hanımlarına çamaşır
makinesi henüz yokken çok büyük bir kolaylık
sağlamış icatlardan.
Singer dikiş makineleri, soldaki tiyatro
sanatçımız Güven Hokka’nın bize bağışıdır,
annesine aittir.
Kapı kilitleri, ahşap baskı kalıpları tokat yazmalarını bilirsini
üzerlerinde desenler vardır, işte o desenler bu kalıplarla
oluşturulmaktaymış. Bu tokmakların da her biri ayrı hikâye.
Örneğin benim çocukluğumda da hatırlarım, ilginçtir bu el figürü,
misafirperverliğin simgesiymiş. Ev sahibi kendi elini uzatmadan
önce kapıda el sıkışma gerçekleşsin, evim size açıktır hoş
geldiniz evime diyebilmeleri için, onu sembolize etmek için o
şekilde tokmaklar yapılmış.
Ankara ve Atatürk Bölümü
Havacılık Bölümü
Önemli odalarımızda biri de Ankara ve Atatürk bölümümüzdür. Bu bölümde
Atatürk’ün vefatının ardından basılmış 11, 12, 13, 14 ve 15 Kasım 1938 tarihli Ulus
gazeteleri
mevcut.
Bu
bölümümüzde Atatürk’ün kullanmış
olduğu bir takım kişisel eşyalar
sergilenmekte.
Çok büyük bir
kısmını
Atatürk’ün
silah
arkadaşlarından Halil Yurdakul’un
oğlu Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul
bağışladı.
Atamızın bize yadigârlarından ve yine Atatürk’ün emriyle
dikilmiş ilk Türk bayraklarındandır. Cumhuriyetin ilanı
kutlamaları için dikilmiş. Gerçekten o dönemin nasıl yokluklar
içerisinde olduğunu, zorluklarını en güzel gösteren “obje”
diyemeyeceğim çok yetersiz kalır, manevi bir değer. Bu çok
özel bayrak bize o dönem Milli Savunma Bakanlığı yapmış olan
Zekai Apaydın’ın ailesinden bize bağışladırlar. Sayın Nilüfer ve
Kemal Çavuşoğlu çiftinin bağışıdır.
Yine Atatürk’ün kullandığı kılıçlardan örnekler, tören kılıcı
ve Trablusgarb’da kullandığı kılıç mevcut. Ankara’nın eski
fotoğrafları 1920’li yıllarda çekilmiş. Bir diğer odamızda da
merhum İsmet İnönü’nün kullandığı tüfekleri sergiliyoruz.
Sayın Özen Toker Hanımefendinin izinleriyle burada
ziyaretçilerimize sunma şansını edindik. Burada bulunan
iki tüfek Türk yapımı tüfeklerdir, diğerleri Avusturya yapımı
yine İngiliz , Rus ve Almanya yapımı tüfekler mevcut.
Burada İsmet İnönü ve silah arkadaşları tarafından Yunan
ordusundan ele geçirilen makineli tüfeklerden. ilginçtir
üzerinde aziz George tasviri vardır. Yine Kırıkkale
mavzeri, Kırıkkale silah fabrikası çalışanları tarafından 1944 yılında İsmet İnönü’ye
hediye edilmiş.
Bir diğer odamız kurucumuz Rahmi M. Koç’a sunulmuş olan bir takım plaketler ve
belgelerden oluşuyor. Sayın Cumhurbaşkanımızla katıldıkları bir yemekten fotoğraf
yer alıyor. Özbekistan Hükümeti tarafında Sayın Rahmi Bey’e sunulmuş bir kaftan
bulunuyor. Bir diğer odamızda Rahmi M. Koç galerisinin devamı yer alıyor. Rahmi
Bey’in balmumu modeli ve yine bir takım modeller mevcut. Günümüzde Vehbi Koç ve
Ankara Araştırmaları Merkezi olarak hizmet veren Koç ailesinin yaşadığı ev. Rahmi
Bey ve tüm kardeşleri bu evde doğmuşlar ve yine bağ evi evlerine çok yakın bir yerde
konumlanmış şu anda Ankara Araştırmaları Merkezi’nin bünyesinde yer almaktadır.
Hem etnografik bir müze kıvamında hem de bir takım etkinliklerin yapıldığı bir alan
oldu. Burası da Kont Ostrorog yalısının modeli Rahmi Bey’in İstanbul’da şu anda
yaşadığı yalı.
İki odamızda havacılıkla ilgili. Burada yine en önemli sergi ürünlerinden bir tanesi bu
vitrindir. Bunun hikâyesi şu: Liberator 1943 yılında Romanya’daki petrol rafinerilerini
bombalayan uçaklardan bir tanesi. Kıbrıs’daki İngiliz üssüne dönerken Alman uçağı
tarafından bombalanıp denize düşürülüyor ve 1990’larda İstanbul Rahmi Koç Müzesi
açılınca denizde bir kurtarma çalışması düzenliyor müzemiz ve uçağı denizden
çıkarıyor. Şu anda uçak İstanbul Rahmi Koç Müzesi’nde sergilenmektedir, bunlar da
aynı uçağa ait bir takım parçalar ve enkazda bulunmuş bir paraşüt mevcut.
Bir diğer odada da uçak modellerimiz var. Bunlarda Fransız Hava Kuvvetleri’nde
kullanılmış uçaklardan birinin modeli. Atatürk ve Sabiha Gökçe’nin birlikte çekilmiş
fotoğrafları mevcut. Türk Hava Kuvvetleri’nde kullanılmış uçakların modelleri
yoğunlukta.
Bu atölyemizde İsmail Atsürer’in atölyesi. Ne yazık ki hayatta değil; ancak yaşamı
süresince demiryollarına gönül vermiş bir insan. İlk tren lokomotif modelini henüz
çocuk yaşlardayken yapmış, çok da ilgi çekmiş ama daha sonra tabi hayat
mücadelesi derken bir müddet uzaklaşmak durumunda kalmış. Darphanede çalışmış,
emekli olduktan sonra hobisine tekrar devam etmek üzere Üsküdar’daki evinin
bodrum katını atölyeye çevirmiş. Burada da yer alan çalışabilir durumda lokomotif
modelleri yapmaktaymış, İsmail Atsürer ve işinin en şahane en güzel tarafı da tüm bu
modelleri hiç elektrik kullanmaksızın babadan dededen kalma mekanik aletlerle
yapmış. İlkokul mezunu bir amcamız. Biz “İsmail amca” diyoruz, ziyaretçilerimize de
tanıtırken ama adeta mühendislik dehası gibi onu da rahmetle anıyoruz. Vefatından
sonra biz de anısını yaşatmak için atölyesini ailesinin izniyle müzemize taşıdık.
Böylece ziyaretçiler de burada İsmail Atsürer ile tanışma fırsatı buluyorlar.
Karayolu Ulaşım Bölümü
Sergi Bölümü
Tarım Bölümü
Ali Rıza Eczanesi
Karayolu ulaşımı bölümümüzdeyiz. Burada da yine eski motosikletlerimiz, arabalar
bir takım karayolu ulaşım araçları sergilenmektedir. Burada yer alan motosiklet
özellikle İkinci Dünya Savaşı filmlerinde sıkça rastladığımız türden sepetli
motosikletlerden Jawa ve BMW üretimi motosikletlerimiz. Yine 19. yüzyıldan
bisikletler mevcut. Daha modern olarak nitelendirebileceğimiz bisikletler mevcut, aynı
model ve aynı marka bisikletin restorasyon öncesi ve sonrası halini görebiliyorsunuz.
Bunu da özellikle bu şekilde sergiledik ki az önce de bahsettiğim gibi arkamızda çok
ciddi bir restorasyon ekibimiz var. Dolayısıyla objeler mutlaka bir bakımdan
geçiyorlar, bize geldikleri zaman bu pozisyondaysalar bile orijinal haline
getirilebiliyorlar. Bizde atölyemizin yeteneğini ve marifetini göstermek için böyle bir
sergileme biçimi tercih ettik.
Müzemizde çok güncel objeler de yer almakta. Örneğin bu bölümde yer alan
motosiklet son derece modern, birkaç sene öncesinin bisikleti. Bunun öyküsü çok
enteresandır. Gürkan Genç isminde gerçekten Türkiye’nin gururu sayılabilecek bir
bisikletçi arkadaşımız. Bu bisikletle Samsun’dan Japonya Tokyo’ya kadar yolculuk
yapmış. Toplamda 11 ay süren bir yolculuk ve pek çok ilke imza atmış. Gobi çölünü
bisikletiyle geçen ilk Türk, Kuzey Asya’nın tamamını bisikletle geçen ilk Türk olma
özelliğini taşıyor. Daha pek çok ilk sıralayabiliriz. Hatta ilginçtir Moğolistan basınında
bu yolculuğu yaparken şöyle anılmış: “Çekik gözlü atalarının atlar üzerinde terk ettiği
vatanına badem gözü ve demir atıyla geri döndü” demişler. Son derece etkileyici.
Sloganı da “doğa içi pedallıdır” biz de doğa için bir şeyler yapmak istedik, özellikle
minik ziyaretçilere bu bilinci aşılamak amacıyla Gürkan Genç’in bisikletini de burada
müzemizde sergiliyoruz. Kendisi bağışladı. Gürkan Genç’te şu anda yaklaşık yedi yıl
sürmesi planlanan dünya turunda. Bu sefer “Türkiye için pedallı” sloganıyla yola çıktı
ve dünyanın en iyi bisikletli gezgini ünvanını almak için mücadele veriyor. Biraz daha
ilerlediğimizde çocuk bisikletlerini görüyoruz, 3 tekerlekli çocuk bisikletleri ve burada
yer alan kırmızı Austin marka otomobil Galler’de engelli maden işçilerini istihdam
etmek için açılmış bir fabrikada yerliler tarafından üretilmiş.
Bebek arabalarını da müzede görebiliriz.
arabaları da 1950’li yıllara kadar uzanıyor.
Bebek
Bir engelli arabası, protez bacağıyla
birlikte.
Otomobil koleksiyonumuz mevcut. 1960’larda
üretilmiş bir Mercedes mevcut. Bu bölümde yer
alan “çek çek” diye adlandırılan özellikle
Uzakdoğu’da çok yaygın olan bir ulaşım aracı
var. Bir kişi oturuyor, diğer kişinin arabayı
çekmesiyle hareket ediyor.
Bu gördüğünüz siyah renkteki otomobil de 1918
model bir Ford T ancak Ford T’nin üretimi aslen
1908 yılında başlar ve dünyada seri üretimi
yapılan ilk otomobil olma özelliğini taşır. Ford T
otomobil dünyasında bir devrimdir. Henry Ford’un
en büyük başarısıdır; çünkü seri üretim bandını
hayata geçirmiştir. Bununda en büyük amacı
otomobil kullanımını yaygınlaştırmak ve maliyetini düşürmek amacıyla orta halli
kesime de ve her türlü bütçeye uygun hale getirebilmek için yapılmıştır.
Küçük bir otomobilimizi mevcut. Bir uçak firmasına aittir; ancak İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra uçak üretimi yasaklanınca firma elindeki parçalarla otomobil
üretmeye başlıyor. Bu otomobilimiz de zaten kokpiti andıran görüntüye sahip.
Bu bölümün bir diğer objesi 1968 yılında üretilmiş Arçelik Triportör. Arçelik ve bir
İtalyan firmasının ortaklığıyla üretilmiştir. Hem beyaz eşya dağıtımında hem de ticari
pek çok malzemenin sevkiyatında kullanılmış bir araç tipidir. Yine Arçelik’in üretmiş
olduğu merdaneli çamaşır makinelerinden bir örnek mevcut.
Bu bölümde çok nadide bir model
mevcut. Bu model de bir Alman
model
yapımcısı
tarafından
yapılmış,
tamamen
çalışabilir
durumda bir otomobil modeli.
Toplamda dört bin parçadan
oluşmaktadır.
Bu bir deniz motoru modelidir.
Bu da çalışabilir durumda, bas
çalıştır
özelliğini
taşıyan
objelerimizdendir. Dolayısıyla
çocuklar makinelerin çalışma
prensiplerini
rahatlıkla
görebiliyorlar.
Müzemizin bodrum katına iniyoruz, yani develik dediğimiz kısım, 16. 17 yüzyılda
binek hayvanlarının bağlandığı. Sağlı sollu eski Ankara ve İstanbul fotoğraflarını
görebilirsiniz. Sergi salonumuzu geçici sergiler için kullanıyoruz. Söylediğim gibi
develik olarak geçen kısım burasıdır; ancak müze işlevini gördükten sonra burayı
sergi salonu olarak kullanmaya başladık. Bugünlerde yine çok güzel bir sergiye ev
sahipliği yapıyoruz Estonya Cumhuriyeti’nin 95. kuruluş yıldönümü sebebiyle
düzenlenen bir fotoğraf sergisi. Sergimiz Nur Sağma’nın Estonya fotoğraflarından
oluşuyor. Çok keyifle gezilebilir.
Ziyarete açık bir başka alanımız da
burada gördüğünüz makine modelleri
atölyesidir. Ersan Doğan isminde bir
model yapımcısı ki Türkiye’de tek örnektir.
İsmail Atsürer sağlığındayken lokomotif
modelleri yapardı işte İsmail Atsürer’den sonra bu hobinin tek temsilcisi Türkiye’de
Ersan Doğan. Ersan Bey de burada gördüğünüz gibi çalışabilir durumda. Buharlı
lokomotif modelleri yapmakta, tabii bunun yanı sıra diğer modelleri de mevcut. Buhar
makinesi modelleri, gemi makinesi modelleri
gibi pek çok model mevcut. Burası da
ziyaretçilere açık bir alan, dolayısıyla burada
modeller yapılırken hem öğrenciler hem
ziyaretçiler modellerin yapımı hakkında fikir
edindikleri gibi makinelerle ilgili de modeller
üzerinden detaycı fikir sahibi olabiliyorlar.
Müzemizde tarım bölümü de bulunuyor. Anadolu’da patos diye adlandırılan buğdayla
sapı birbirinden ayırmak için kullanıla bir alet, hemen yanında yeşil bir makine
buğday öğütme aletidir. O da Alman yapımıdır.
Bu traktörümüz özellikle çok
özeldir, 1955 yılında üretilmiş
Türkiye’nin ilk traktörlerinden.
Amerikan ortaklığıyla üretiliyor ve
o dönme seri no:1 Adnan
Menderes tarafından önce hediye
edilmiş daha sonra kendisi
hediyeyi kabul etmeyip satın
almış. Hala Türk Traktör fabrikasının bahçesinde sergilenir. Bu da aynı üretim
bandından çıkan altı no’lu traktördür. Dolayısıyla Türk sanayi tarihi açısından çok
önemli bir objedir. Yine bu bölümde Alman üretimi, 1949 yılında üretilmiş olan bir
Farmall model traktör mevcut. Bu da 1951 yılında Almanya’da üretilmiş Hanomag
traktörümüz. Bahçede tarım bölümümüz devam ediyor. Zirai ilaçlama uçağı var.
Uçağın kanatlarının altında spreyleri görebilirsiniz ilaçlama yapmak için kullanılıyordu;
ancak artık ekolojik dengeyi bozduğu için havadan ilaçlama yasaklandı. Dolayısıyla
artık zirai ilaçlama uçakları da müzelerdeki yerini aldılar.
Orta Anadolu’nun ilk eczanelerinden bir tanesi olarak bilinen Ali Rıza Eczanesi 1906
yılında Sivas’ta kurulmuş ve üç kuşak boyunca aktif
devam etmiş bir eczanedir. Ve en son artık mesleğe
devam etmedikleri için babaları Mustafa Demir Peker’in
vefatından sonra Nazire İdil Peker Hanımefendiler
eczaneyi tüm ekipmanları ve mobilyaları ile birlikte bize
bağışladı. Eski ilaç şişeleri, Ali Rıza Eczanesi’nin orijinal
vitrini pek çok detayı görmek mümkün. Yine eczanenin
sahiplerine ait diplomalar, bir takım belgeler aynen kendilerinin koyduğu şekliyle
sergileniyor. Yine ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken örneklerden bir tanesi burada
gördüğünüz tablodur “insan vücudu bir fabrikaya benzer” Bayer’in basmış olduğu bir
poster. İnsan vücudunu bir fabrika şeklinde betimlemişler, gerçekten çocuklar için çok
eğitici öğretici poster olmuş.
Ecza vitrinlerinden bir tanesi mevcut. Eczacımızın çalışma masası, yine duvarlarda
eski fotoğraflarını yer alıyor. Bizim koleksiyonumuzdan reçete örmekleri ve zehir
dolabımız. O dönemde bu tarz zehir dolapları olurmuş. Hafif zehirler, şiddetli zehirler;
çünkü zehirler de ilaç yapmak için kullanılırmış. Bir atasözü vardır “Neyin zehir neyin
panzehir olacağına dozu karar verir” diye hakikaten öyle eczacılık da zehirde çok
önemli bir ilaç aslında.
Bir diğer bölümümüz göz
muayenesiyle ilgili. Bize Ankara
Üniversitesi Vehbi Koç Göz
Hastanesi’nin
bağışlarıdır.
Tamamen göz muayenesiyle
ilgili bir takım teçhizatlar,
kitaplar
da
yine
Ankara
Üniversitesi’nin bize bağışıdır;
tarihsel olarak 1800’lü yıllardan
1950’lere kadar uzanıyor.
Koleksiyonun en ilgi çekici objelerinden bir tanesi de 19. yüzyılda gül ağacından
yapılmış piyanodur. Müzemiz pazartesi günü hariç her gün açık, hafta içi 10.00-17.00
hafta sonu 10.00-18.00 arasında açık, ilgi duyan tüm ziyaretçilerimizi bekliyoruz.

Benzer belgeler