Yün Deposundan Yaşayan Müzeye ÇENGELHAN
Transkript
Yün Deposundan Yaşayan Müzeye ÇENGELHAN
Yün Deposundan Yaşayan Müzeye ÇENGELHAN Duvarların dili olsa da konuşsa… Neler anlatırlar kim bilir. Kolay değil, hikâyesi beş yüz yıl önce başlıyor. Beş yüz yıl ayakta durmayı başarmış bir yapı. Bu yapının adı Çengelhan. Her yeri buram buram tarih kokan bu yer insanı içine çekiyor, heyecanlanıyor. İnsanı adeta zaman içinde yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta yün ve tiftik deposundan yaşayan bir müzeye kadar birçok şey karşınıza çıkabiliyor. Çengelhan’ın bir yün deposundan yaşayan müze olma hikâyesini Müze Sorumlusu Mine Sofuoğlu’undan dinledik. Öncelikle bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Biz teşekkür ederiz ilginize. Çengelhan’ı sizden dinlemeden önce bize kendinizden kısaca bahseder misiniz? Mine Sofuoğlu kimdir? Aslen arkeologum ve 2005 yılında müzenin açılışından beri müze sorumlusu olarak görev yapmaktayım. Mine Hanım öncelikle böyle bir yerde çalıştığınız için çok şanslı olduğunuzu belirtmek isterim. Çok güzel bir mekân. Bize Çengelhan’ın mimari yapısından, restore edilmeden önceki halinden biraz bahseder misiniz? Müzemizin içerisinde yer aldığı Çengelhan, 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmış ve Kanuni’nin damadı Damat Rüstem Paşa’nın vakfına bağlı olduğu bilinmektedir. O yıllarda tipik bir Anadolu kervansarayı olarak kullanılmış. Üst kattaki odalar yolculuk yapan tüccarların konaklaması için oluşturulmuş küçük otel odaları şeklinde, alt kat yani şu anda bulunduğumuz alan orijinalinde üstü açık bir orta avlu kısmıymış ve pazar yeri olarak da kullanılmaktaymış. Çevresinde ufak bazı dükkânlar yer almaktaymış. En alt katta, bodrum katında binek hayvanlarının bağlandığı develik kısmı, at ve develerin konaklaması için oluşturulmuş. “Çengelhan En Önemli Dört Handan Biri” Bildiğiniz gibi ipek yolu üzerinde yer alıyor olması sebebiyle Ankara o yıllarda bir ticaret merkezi. Çengelhan da o dönemin bu bölgedeki en büyük ve en pahalı dört hanından bir tanesi olarak biliniyor. Uzun yıllar bu işlevini sürdürdükten sonra 19. Yüzyılda, daha ziyade ham deri ve tiftik satışının özellikle yapıldığı bir toptancı merkezi haline geliyor ve Han’ın ismi de çok büyük olasılıkla oradan geliyor diye düşünüyoruz; çünkü bildiğiniz gibi o deri ve tiftikler hep çengellere asılıp satılırmış. Daha sonra hanın ismi de “Çengel Han” olarak kalmış. Dolayısıyla Çengelhan’ın ticari yaşamla çok önemli bir yeri var. “Kitabesini Koruyabilen Tek Han” Han’ın bir diğer önemli özelliği de Ankara’daki diğer hanlara baktığınızda pek çoğu kitabesini koruyamamıştır; ancak Çengelhan’ın girişinde görecek olduğunuz kitabe Han’ın yapılış tarihi hakkında bize net olarak bilgi vermektedir, o anlamda da Han gerçekten önem arz ediyor. Böyle bir geçmişten sonra hem kervansaray işlevini sürdürüp hem ticaret hayatının devam ettiği bir merkez olmuş. Ancak 20. yüzyıl ortalarına, hatta sonlarına kadar daha ziyade hububat satışının yapıldığı bir merkez haline geliyor. 1990’larda ise tamamen terk edilmiş. Biz de Koç Grubu olarak 2003 yılında Çengelhan’ı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden kiraladık. Aynı yıl restorasyon çalışmalarına başlandı. 14 ay süren restorasyon çalışmaları neticesinde 2005 Nisan ayında Ankara’nın ilk, Türkiye’nin ikinci sanayi müzesi olarak ziyarete açıldı. İlki İstanbul’daki Rahmi Koç Müzesi, ikincisi de burası oldu. “Vehbi Koç İş Hayatına İlk Çengelhan’da Atıldı” Tabi Han’ın Koç Ailesi açısından tarihi öneminin yanı sıra çok büyük manevi önemi de var. Arkamızda gördüğümüz yapı, avluda yer alan bölüm Vehbi Koç’un iş hayatına başladığı mekân. Vehbi Bey henüz on yaşındayken bu dükkânda Aktarzadelerin yanında yaklaşık beş ay kadar çalışmış. Dolayısıyla Koç Holdingin temelleri burada atılmış diye biliriz. Bu restorasyon çalışmalarında nelere dikkat edildi; çünkü Ankara’da hanlar bölgesinde dört hanın en önemlilerinden biri, günümüzde kadar da gelebilmiş. Koç Grubu’u sayesinde çok da güzel restore edilmiş. Bu restorasyon çalışmalarından biraz bahsedebilir misiniz? Nelere dikkat edildi, geçmişten hangi izler taşınmaya çalışıldı? Bu konuda mimarlarımıza teşekkür borçluyuz. Çok başarılı bir restorasyon örneği her zaman olduğu gibi. Çengelhan’da ve yaptığımız diğer restorasyon örneklerinde her zaman bizim prensibimizdir, aslına sadık kalınarak her şey yenilendi. Sadece bir takım sonradan eklenen unsurlar mevcut. Müze olarak işlev verildiği için avlu kısmı çelik ve cam korsisyonla kapatıldı. Koruma altına alınması açısından tırabzanlar sağlam bir şekilde yeniden derlendi. Bir de engelli vatandaşlarımız için asansör eklendi. Müze olma sürecinde elinize gelen objeler nasıl kazandırıldı, nereden temin edildi? “Müzede 4 Binin Üzerinde Obje Var” Bizim koleksiyonumuzu çok büyük bir kısmı kurucumuz Sayın Rahmi Koç’un sanayiye duyduğu ilgiyle gelişen, kişisel gelişimleri sonucu elde edinilmiştir. Şöyle ki zaten Rahmi Bey henüz çocuk yaşlarda koleksiyon biriktirmeye başlıyor ve şu anda çok zengin bir koleksiyon var. İstanbul Rahmi Koç Müzesi’nde bir kısmı sergilenmekteydi; ancak depolarda saklanan bir bölüm obje vardı. Dolayısıyla yeni bir müzenin açılmasıyla beraber o objeler de burada sergilenmeye başlandı. Ancak şunu da söylemek gerekir diye düşünüyorum: 2005 yılında müzemiz açıldığında 800 obje vardı, şu anda obje sayımız 4 binin üzerinde. Tabii bunun birkaç nedeni var. Bir tanesi Rahmi Bey’in hala biriktirmeye devam ediyor olması, bir diğeri İstanbul Rahmi Koç Müzesi ile sürekli aramızda bir obje sirkülasyonu var; çünkü bizim isteğimiz ziyaretçilerimiz her gelişinde farklı objelerle karşılaşması. Dolayısıyla zaman zaman obje değişimleri yapıyoruz. Bunun yanı sıra bir takım şahıslar ve kurumların bizlere verdiği, müzemize hibe ettikleri objeler var. Ankaralılar bu konuda çok büyük destek oldular. Ziyaretçilere gösterilmeyi bekleyen objeleriniz var mı? Var; ama mekân konusunda çok sıkıntı yaşamaya başladık. Hepsini bir anda sergileyemiyoruz. Dolayısıyla kimi zaman depolara kaldırıp depolardan çıkartıyoruz. Sergileme konusunda çok dinamik olduğumuzu düşünüyorum. Ziyaretçilerimiz aldığımız yorum da bu şekilde. Mutlaka yıl içerisinde sergileme değişiyor, cömertlikle her birini ziyaretçilerimizle paylaşıyoruz. Mine Hanım burası müze olmadan ve restorasyon çalışmaları yapılmadan önce tiftik ve yün deposu olarak da kullanılıyormuş. Şimdi çok güzel bir müze olarak kullanılıyor ve Ankaralılar da eminim ilgi gösteriyordur. Müzeye İlgi oranı nasıl? Ziyaretçi sayılarımız gayet güzel. Yıllık yaklaşık yüz bin ziyaretçi alıyoruz. Tabi bizim için önemli olan ziyaretçi sayısının artmasından ziyade ziyaretlerin sıklığını arttırabilmek. Bu yüzden de artık dünyada yeni trend budur. Müzelerin kültür merkezi olması yönünde artık çalışmalar yapılıyor, biz de bu yönde kendi bünyemizde olumlu çalışmalar yaptığımızı düşünüyorum. Şöyle ki ziyaretlerin sıklığını arttırabilmek için geçici sergi salonumuzda bir takım sergilere ev sahipliği yapıyoruz. Onun yanı sıra yine Divan grubunun işlettiği bir restoranımız mevcut. Bu restoranda da yine bir takım mini konserler, büyük organizasyonlar yapılabilmektedir. Dolayısıyla sürekli bir dinamizm var. Bunun yanı sıra öğrenci grupları bizim için çok ciddi bir potansiyel. Kesinlikle müzeyi gezip görmeleri lazım. “Öğrenciler İçin Eğitim Paketleri Var” Onu da belirtmeden geçmeyelim bizim ilkokul ve ortaokul için hazırlamış olduğumuz bir eğitim paketi mevcut. Bu da tamamen onların müfredatına göre hazırlanmış bir paket ve öğretmenlerimiz bu paketi internetten indirebiliyorlar. Paket içerisinde öğretmenler için ayrı öğrenciler için ayrı oluşturduğumuz sayfalar mevcut. Dolayısıyla burayı ziyaret ettiklerinde hangi ünitedeler ise o ünite ile bağlantılı bir takım etkinlikleri müzede objeleri kullanarak öğrenebilme şansı ediniyorlar. Yaşayarak, eğlenerek öğreniyorlar. Dolayısıyla eğitimcilerimizden de öğrencilerimizden de çok büyük rağbet görüyoruz. Tam bir kültür merkezi. Buraya gelenler müzeyi gezip çok kısa sürede çıkamıyorlar. Mistik ve ihtişamlı bu havada, restoranda dinlenerek daha uzun zaman kalıp, güzel vakit geçiriyorlar. Eskiden müze kavramı insanların aklında hep sıkıcı, “ses yapmayın”, o olmasın buna dokunmayın, o şekildeydi; ama artık gerçekten çağdaş müzecilik, müzeciliği çok farklı boyutlara taşıdı. Ana koleksiyonunuzda yer alan objeleri bize tanıtabilir misiniz? Ben özetle koleksiyondan da genel olarak bahsedeyim. Biz sanayi müzesi olduğumuz için müzedeki en eski objeler 1600’lerden kalma; ama çoğunluğu 19. ve 20. yüzyıl objeleri. Tabi bu bir arkeoloji müzesiyle ya da bilim tarihi müzesiyle, bir doğa müzesiyle karşılaştırılabilecek bir periyot değil, daha kısa bir periyotu kapsıyor. 1800’lerde artık sanayi devriminin gelişmesi, hızlanmasıyla beraber seri üretim sürecini ve fabrikasyonu düşününce koleksiyonu çok zengin bir çeşitliliğe ait olduğu rahatlıkla görülebilir. Boyut olarak değerlendirdiğinizde de müze içerisinde yine küçük objelerden, küçük minyatürlerden, gemi modellerinden tutun da büyük buhar makinelerine ya da otomobillere kadar pek çok obje mevcut. Toplamda da 17 seksiyonumuz var. Karayolu ulaşımından havacılığa, tıptan mühendisliğe kadar pek çok bölüm var. Müzede yer alan en önemli bölümlerden biri “Esnaf Sokağı”dır. Ankara Hanlar Bölgesinde yer alan Hanlar 16. ve 17. yüzyılda inşa edilmiştir. O dönemde Ankara Kalesi ve civarı ticaret merkezi olarak kullanılıyordu. Ticaret merkezinde tüccar, esnaf ve zanaatkârların çoğalması han ve bedestenlerin yapılmasını sağlamış, Hanlar Bölgesi de bu şekilde oluşmuştur. Müzede yer alan “Esnaf Sokağı” da o dönemde bulunan dükkânları günümüze taşımıştır. Müzemizin girişinde yer alan bölüm “Esnaf Sokağı” olarak adlandırdığımız bölümdür. Esnaf Sokağı’nda da daha ziyade Cumhuriyetin ilk yıllarını canlandırmaya çalıştık. Hemen girişte ziyaretçilerimizi körüklü bir fotoğraf makinesiyle beraber fotoğraf çekilmek üzere hazırlamış bir perdeyle karşılıyoruz. İlk dükkânımız da bir bakırcı dükkânı “Bakırcı Osman”. İçeriye girdiğimizde bir bakırcı figürüyle karşılaşıyoruz, kalaycı tezgâhımız burada, yine kumlama köşemiz mevcut. Videoda da sürekli gösterimde olan yine kale civarında hala bakırcılığa ve kalaycılığa devam etmekte olan esnafın videoları yer almakta. Burayı yaparken bize en çok ilham verende 1920’li yıllarda hemen müzenin bulunduğu Koyun Pazarı yokuşundaki dükkânların fotoğraflarıdır. Burada bulunan fotoğrafa dikkatle baktığınızda “Bakırcı Osman” tabelasını görürsünüz, bakırcının ön cephesi fotoğrafta göründüğü gibiymiş biz de onun anısını yaşatmak adına bu dükkânımızın ismini “Bakırcı Osman” koyduk. Hemen karşıda Cumhuriyet’in ilk yıllarında şapka devrimini anımsatmak ve tekrar hatırlatmak üzere oluşturduğumuz bir şapkacı dükkânı mevcut. Şapkacı dükkânımızda fonda Atatürk’ün sevdiği şarkılar çalar, solda yer alan vitrinde Vehbi Bey’in şapkaları bulunur. Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi’nin bize süreli olarak verdiği şapkalardır. Sağda yer alan şapkalar da bayan şapkaları, yine kendi müzemizin koleksiyonlarından. Konuşmamızın başında da belirtmiş olduğumuz gibi Vehbi Bey’in çalıştığı dükkâna geliyoruz. Vehbi Bey çocuk yaşlardayken bu dükkânda 5 ay kadar çalışmış. O dönemde bildiğiniz gibi küçük yerlerde her türlü ihtiyacı karşılamak üzere böyle dükkânlar oluşturulurmuş; baharattan tutun da manifaturaya kadar her türlü malzeme mevcut. Vehbi Bey beş ayını geçirmiş bu dükkânda. Dolayısıyla Koç Holding’in temelleri bu dükkânda atılmış. Esnaf Sokağı’nda bir diğer dükkânımız Bulgurluzade Ticarethanesi, tiftik ürünlerinin satıldığı bir dükkândır. İçeriye girdiğinizde Ankara tiftiğinden örülmüş bir takım çorapları görürsünüz. Tiftik keçilerini kırkmak için kullanılan kırkım makasları, üreke gibi bir takım tiftiği ipliğe çevirmek için kullanılan malzemeler ya da ip eğirmek için kullanılan malzemeler, bir tiftik keçisi gravürü görüyoruz. Bir tiftik dokuma tezgâhının parçası yer alıyor. Tümünü bulmak günümüzde neredeyse çok zor artık ne yazık ki tiftikçiliği de tiftik keçilerini de kaybettik. Burada yer alan aslen orijinali Hollanda’da sergilenen bir Ankara tasviridir. Yine burada kırkım sahnesi ve tiftik keçilerini ve tüccarlarını görmek mümkün. Diğer bir atölyemiz Ali Rıza Marangozhanesi içeride 1920’li yıllarda marangozluk yapmış Ali Rıza Erkan’ın atölyesini görüyoruz. Ali Rıza Erkan Hamamönü’nde marangozluk yapmış ve pek çok bankada Merkez Bankası, İş Bankası gibi bankaların inşaatında çalışmış. Oğlu yıllarca kullandığı eşyaların birçoğunu saklamış Prof. Dr. İlhan Erkan sağ olsun müzemize bağışladı. Biz de bir takım eklemeler yaparak böyle bir birim oluşturduk. Müzemizin hemen karşısındaki alan At Pazarı Meydanı olarak bilinir, o yüzden saraçları da, at binek malzemelerini de unutmayalım. Buraya bir saraç dükkânı oluşturduk. Biniş takımları, yemler gibi pek çok malzemeyi bulmak mümkün. Esnaf Sokağı’nın sonunda yine bu vitrinde geleneksel esnaf figürleri sergiliyoruz. Bunlar da Rahim Bey’in siparişi üzerine özel olarak yapılmış figürler, heykeltıraş Sayın Savcettin Savaş tarafından yapılmıştır. Simitçimiz, mısırcımız, macuncumuz gerçekten eski esnaf tamamen burada yer alıyor. Yine aynı döneme rastlayan 1920’lerden hemen sonra 1930’lara tekabül eden kitre bebek sanatı. Türkiye’deki ilk kitre bebek sanatçısı Zehra Müfit Saner’dir ve Zehra Müfit Saner 1930’lu yıllarda kitre bebek yapmaya başlamış ve çocuk yaşlardayken Rahmi Bey ve ablası Semahat Hanım da Zehra Hanım’dan ders almışlar. Yer alan tüm figürler Zehra Hanım tarafından yapılmışken aldığı eğitimler neticesinde Rahmi Bey de henüz sekiz yaşındayken kadın figürünü, Semahat Hanım ise köpek figürünü yapmışlar. Türkiye’nin ikinci, Ankara’nın ilk sanayi müzesini olan Rahmi M. Koç Müzesi’nde “Esnaf Sokağı” dışında birçok bölüm yer alıyor. Müze Sorumlusu Mine Sofuoğlu’nun tanıttığı bu bölümleri ve bölümlerde yer alan objeleri aşağıdaki dosyalarda bulabilirsiniz. Raylı Ulaşım Bölümü Oyuncak Bölümü İletişim Bölümü Raylı ulaşım odamızda en çok ilgi çeken objelerden bir tanesi Medart modelidir. Bu lokomotif 1938 yılında İngiltere’de üretilmiş. Bu lokomotifin özelliği de şu: 1938 yılında üretildiği dönemde saatte 202 km hız yapmaktaymış. Dolayısıyla o dönem için muazzam bir teknoloji ve hala buharlı çekiciler arasında hız rekorunu elinde tutar bu lokomotif. Bir diğer objemiz sandık. Üzerindeki yazıtı da okuyabilirsiniz “OTTOMAN RAİLWAY SMYRNA AİDIN SERAIKENT” diye bildirmişler. Bildiğiniz gibi Anadolu’nun ilk demiryolu hattı İzmir/Aydın demiryolu hattıdır. Bu sandık da demiryolu hattının yapıldığı fonların saklandığı sandıkmış, o da yine müzemizde raylı ulaşım bölümüne en ilgi çeken objelerden bir tanesi. “Koleksiyonlarımızı en çok rağbet ettiği model tren markasıdır” Raylı ulaşımla ilgili bir diğer odamızda da Marklin modellerimiz var. Marklin aslen 1800’lü yıllarda Almanya’da açılmış bir oyuncak firmasıdır. İlk zamanlarda ev ve bahçe dekorasyonu üzerine bir takım oyuncaklar üretiyorlarmış; ancak daha sonra küçük ölçekli tren modelleri konusunda çok uzmanlaşmışlar. Marklin için dünyada gerçekten rakipsizdir diyebiliriz. Koleksiyonlarımızı en çok rağbet ettiği model tren markasıdır. Koleksiyonumuzun nadide parçalarından Hindistan’da yapılmış fildişi lokomotifler var. Burada yine oyuncak trenlerin gelişini gösteren bir vitrinimiz var, 1700’lü yıllardan başlayıp 1900’lü yılların ortalarına kadar oyuncak trenlerin yer alıyor. Koleksiyonumuzda Orient Ekspres ile ilgili objelerimiz mevcut. Devlet Demir Yolları logolu bazı objeler var. Örneğin kondüktör düdüğü Orient Ekspres’te kullanılmış bir kondüktör düdüğüdür. Yine çok ilginç bir obje Osmanlı demiryollarından kestane fişeğidir. Kestane fişeğinin de özelliği şu: Biliyorsunuz iletişim eskiden şimdi olduğu kadar kolay değil. Demiryolu üzerinde yol yapım çalışması varsa eğer ya da herhangi bir kaza olduysa trenin emniyetli fren mesafesi öncesinde raya bağlarlarmış tren bunun üzerinden geçince fişek patlarmış ve makinist fren yapması gerektiğini anlarmış ve fren yaparmış. Dolayısıyla oluşabilecek bir kaza ihtimali böylece engellenmiş oluyormuş. Müzede yer alan tablolar Rahmi Bey’in koleksiyonundan mı? Evet, Rahmi Bey’in koleksiyonundan. Bu odalarımız da oyuncaklarla ilgili odalar. Sağ tarafta gördükleriniz dikiş makineleridir. Kimisi oyuncak ancak kimisi işlevsel olarak da kullanılmış. Eskiden seyahatlerde bu tip makineleri acil ihtiyaca karşılık yanlarında taşırlarmış. Diğerleri yine buhar makinesi modelleri, buhar kazanı modelleri, daha ziyade okullarda kullanılan makinelerin çalışma prensibinin anlatıldığı modellerdir. Vitrinde görülen ahşap objeler tamamen oyuncak ve tütsü kapları bize Türkiye’de yaşayan Amerikalı bir ziyaretçimiz tarafından bağışlandı. Bunların da özelliği şudur: Bunlar Saksonya bölgesinde yapılır. Saksonya bölgesinde eskiden halk madencilik ile uğraşırmış, Güney Afrika’daki maden yatakları keşfedilince madencilikten artık yavaş yavaş çekilmişler ve artık kendilerini ormancılık ve hayvancılığa vermişler. Hayvanlarını da kışın soğuktan korumak için evlerinin bodrum katlarına saklarlarmış. Bu evlerde kötü bir kokuya sebep olduğu için tütsü yakma geleneği başlamış; ancak başta çok sıradan tütsü kapları varmış, bir gün Topkapı Sarayı’ndan bir takım diplomatlar Saksonya kralıyla görüşmeye gidiyor. Oradaki yöre halkı Türklerin giyim tarzını ve tütün kültürünü öğreniyorlar ve Türk formülü tütsü kapları yapmaya başlıyorlar. Bunun da mantığı şudur: Bunların her biri iki parçadan oluşur. Alt parça ve üst parça. Alt parçanın üzerine o komik formadaki tütsüyü yerleştirirler yakarsınız ve bunu üzerine kapattığınızda da her biri dumanı ağzından vererek tütün içen adam görüntüsü verir. Çok keyifli el yapımı objeler, hala gelenekseldir ve üretimine devam edilmektedir. Tabi ilk figürleri Türk figürü ama daha sonra yavaş yavaş kendi figürlerinin yaratmışlar. Örneğin ormancılık çok yaygın olduğundan ormancı figürü çok, Noel babalar, kardan adamlar özellikle Noel’de bunları hep evlerine dekoratif olarak kullanırlar, hala bu da müzemize renk katan çok keyifli bir bölüm. Burada yine porselen bebeklerimiz var. Bunların da çoğu Almanya’dan. Yine bize bağış yoluyla intikal eden objelerden bir bölümü. Merhum Ulviye Tüzün anısına kardeşi Nuran Arık tarafından bize bağışlandı. Bunların hepsi bizde, anılarını yaşatmaya çalışıyoruz. Kapı girişleri alçaktır; çünkü o dönemde Arifler arasında saygı ifadesi eğilerek girip eğilerek geriye doğru çıkılırmış. Birbirlerine olan saygılarını ifade etmek için. Müzemizde geleneksel kostümler giymiş, çeşitli ülkelerden toplanmış oyuncaklar vardır. Bunlarda yine bize bağış yoluyla gelen objelerdendir. Bize Sevim Güvenç tarafından bize bağışlandı. Müzecilik aslında korumayı gerektiriyor. Görevimiz artık bugünü korumak ya da geçmişi korumak değil, tüm bunları geleceğe teslim edebilmek olmalı. O yüzden ne kadar iyi bakarsak o kadar güzel. Tüm bu objeler müzeye gelmeden sergilemeden önce bizim İstanbul’daki müze atölyelerimizde mutlaka bir bakımdan geçiriliyorlar. Bir restorasyon işlemi gördükten sonra müzede sergilenmeye başlıyorlar. Ayrıca sergilenmeye başlandıktan sonra da periyodik takipleri bakımları yapılıyor. Dolayısıyla müze olarak o konuda çok şanslıyız, arkada çok ciddi bir ekibimiz var. Müzede oyuncaklar bölümünün en ilginç objelerinden biri gördüğünüz “Teddy Bear”lardır. Onun hikâyesi de çok ilginçtir. Eski Amerikan başkanı Theodore Roosevelt bir gün Mississippi nehri kenarında ava çıkıyor; ancak akşama kadar avlanamıyor. Yanındakiler de başkanın keyfi yerine gelsin diye küçük bir ayı buluyorlar ve getiriyorlar, “siftahını yapın da öyle gidelim” diye. Tabi Başkan çok sinirleniyor, “ben nasıl vururum savunmasız bir hayvanı?” diyerek “hemen annesinin yanına götürün” talimatı veriyor. Götürüyorlar; ancak ertesi gün bu heyet içerisinden birisi gazeteciymiş ve Washington Post gazetesinde olayı karikatürize ediyorlar. Bunu Amerika’da oyuncaklar üreten bir çift karı koca görüyor ve dükkânlarının vitrinine bu karikatürle birlikte bir oyuncak ayı sergiliyorlar. Bu halkın inanılmaz ilgisini çekiyor. Daha sonra başkana bir mektup yazıyorlar, biz böyle bir şey yaptık, çok rağbet gördü, bize izin verir misiniz? Oyuncakları “Teddy Bear” ismiyle, sizin isminizle üretebilir miyiz? diye. “Teddy” Theodore kısaltılmışı. Başkan tabi onay veriyor ve ürettikleri tüm ayılar “Teddy Bear” ismiyle üretiliyor. Ancak daha sonra tüm dünyada bu oyuncak ayılara bu isim verilmiş. Böyle bir özelliği var. Oyuncak ulaşım araçları var. Oyuncak otomobiller. Bu bölümde en çok önem arz eden Rahmi Bey’in bizzat kendi çocukluğundan kalma oyuncağıdır; üç tekerlekli bisiklet üzerindeki çocuk figürü. Dolayısıyla çok önemli bizim için. Burada yer alan Anadol önemlidir. Bu da 1969 yılında Milli Eğitim Bakanlığı onaylı üretilmiş. Anadol’un ilk üretildiği dönemler, ilk yerli otomobilimiz; kıl testere yardımıyla o parçaları kesip birleştirirlermiş, bataryası da mevcut. O şekilde bir model oluştururlarmış. Yine sürat teknelerimiz Marklin’in üretmiş olduğu gemiler. Bu ev nedir Mine Hanım? Bu da 19. yüzyılda üretilmiş bir oyuncak ev. İçerisini daha sonra aldığımız malzemelerle biz dekore ettik. İşitsel iletişimle ilgili objelerden oluşan bu odamızda eski radyolar, gramofonlar, telefonlar mevcut. Bunların içerisinde yine en önemlisi Nevtron’dur; çünkü ilk Türk radyo markasıdır. 1952’de üretime başlıyorlar, o açıdan önemli. Yine burada yer alan Telerapit çok enteresandır. Bu da bir otomatik telefon arayıcıdır. Arkadaki kapıyı bu mekanizmanın üzerine kapatırsınız ve ortadaki topuzu da aramak istediğiniz ismin yanına getirirsiniz ve bu kola bastığınızda da hafızadan otomatik arama yapar. Bu da Vehbi Bey’in eski iş ortaklarından Reşit Katipoğlu’na ait bir obje. Daha sonra Reşit Mehmet Erol tarafından bize bağışlandı. Yine teknolojinin nasıl geliştiğini gösteren bir örnek; Ericson’un 1895’te ürettiği telefon ve yanındaki de 1995’te ürettiği telefon, yüz yıl sonra ürettiği bir telefon. Edison fonografı, dünyada sesi kaydedip dinletebilen ilk cihaz özelliğini taşır. 1878 yılında Edison tarafından icat edilmiş ve buradan da dünyanın ilk ses kaydını Edison’un sesinden dinleyebiliyoruz. Bu tip interaktif uygulamalar da müzemizde mevcut. Dolayısıyla çalışan bir makine modelini, neyin ne şeklide fayda sağladığını öğrenciler görebiliyorlar. O da çok keyifli tabi. Öğrenciler eminim burada çok eğleniyorlardır. İletişim araçlarını, ulaşım araçlarını burada gezerek görmek daha keyifli olacaktır. Kesinlikle öyle. Bir de müze kavramı çok yakın geçmişe kadar çok farkıydı, hele de çocuklar uyarılarla dolu bir mekân gibi görüyorlardı. Dolayısıyla burası tüm müzelere alışmaları için çok güzel bir başlangıç noktası; çünkü burada müzeyle tanışan öğrenciler bir arkeoloji müzesini bir etnografya müzesini çok daha rahat gezebiliyorlar. Çünkü içerisinde kendi yaşamlarından çok fazla iz, çok fazla parça var. Aileler de çocuklarını buraya getirirken çok tereddüt etmeyecekler. Normalde müzelere gidince “dur yapma, dokunma” tarzında şeyler olacağı için burada öyle bir şey yok, çok rahat gezebilecekler, onlar da geldikleri zaman eğelenebilecek. Ufak tefek sınırlamalarımız olsa da yine çok daha rahat. Tabi çocuklarımız için biz hafta sonu etkinlikleri yapıyoruz. Aileleri kayıtlarını yaptırıyorlar, çocuklarımız için doğum günü partileri de hazırlıyoruz. Söylediğiniz gibi yaşayan bir müze. Evet, artık müzelerin öyle olması gerekiyor. Müzemizde daktilolar ve bilgisayarlarımız mevcut. Örneğin burada gördüğünüz daktilo ilk taşınabilir portatif daktilolardandır. 1897 yılında Amerika’da üretilmiş. En büyük özelliği de şu: Diğerlerinde şerit sistemi varken bunda bir baskı kafası görürsünüz ve o baskı kafasından yüz adet verirler, satın aldığınızda o silindiri değiştirerek müzik notaları dahil her türlü yazı karakterini basabilirsiniz. Müzik notaları, Arap alfabesi aklınıza ne gelirse basma yetisine sahip. Kronolojik sıra içerisinde diğer versiyonları yer alıyor. Teleks yer alıyor, fakstan önce kullanılmış, faksla hemen hemen aynı işleve sahip. Diğeri de elektronik daktilodur. Bir diğer odamızda iletişim cihazlarımız devam ediyor. Film ve slayt projektörlerimiz var. En özeli ve en eskisi de projektörlerdir. Bunlar gaz lambasıyla çalışan, slayt göstericiler. Sağ taraftaki daha eskidir, 1800’lü yıllarda kullanılmıştır. İçerisinde bir gaz lambası olurmuş ve duvara yansıyan slayt, fotoğrafta gördüğünüz gibi, merceğin arkasına yerleştirirlermiş ve gaz lambası da görüntüyü duvara yansıtırmış.10 yıl içerisinde filmin icadıyla beraber fotoğrafta sol taraftaki gibi makineler çıkarmışlar ki bu makineler hem film hem de slayt gösterebilecek yetenektedir. Eski televizyonlar 1950’lerde İngiltere’de üretilmiş, Bush TV, artık radyodan televizyona geçiş aşaması. Son derece küçük 9 inçlik şirin bir televizyon. Türk markası Nevtron’un üretmiş olduğu televizyonlardan. 1930’lu yıllarda Amerika’da üretilmiş bir radyo var. Alt kısım hoparlör sistemi, asıl üst kısımda da radyo tesisatı bulunuyor. Kart basma saatlerimizden bir örnek. Fabrikada çalışan işçilerin giriş-çıkış saatlerini kaydediyorlarmış. Bu tip makinelerle her bir işçinin kartı var, kartı basıyor girişini çıkışını kaydediyor ve ona göre ücretlendiriliyor. Bir diğer odamızda da fotoğraf makinelerimizin mevcut. Fotoğrafta görmüş olduğunuz en eski fotoğraf makinesidir. 1900’lü yılların başında Amerika’da stüdyo tipi üretilmiş. En ilgi çekici olanlardan bir tanesi de casus kamerasıdır. Diğerleri herkesin az çok aşina olduğu fotoğraf makineleri, babadan, dededen mutlaka görmüşlüğümüz vardır. Bu gerçekten enteresan, 1938 yılında Letonya’da Walter Zapp isminde bir mucit bir fotoğraf makinesini ne kadar küçültebilirim diye deneylere başlıyor. Daha sonra fotoğraf makinesini bu şekle getiriyor. Bu mikro filmle çalışıyor ve tabi bu bahsettiğimiz yıllarda İkinci Dünya Savaşı patlak veriyor ve o yıllarda Letonya Rus ve Alman işgaline uğruyor. Bu fotoğraf makinesine sahip olabilmek hem Rus ajanları tarafından hem de Alman Nazi subayları tarafından inanılmaz bir prestij sembolü haline geliyor. Daha sonra 1950’li yıllarda fabrikayı tamamen Almanya’ya taşıyorlar Almanya’da üretimine devam ediyor. Bu gördüğümüz örnek 1950’li yıllarda üretilenlerdir. Aşağıda yer alanlar polaroid fotoğraf makineleri. Artık dijitallerde var müzemizde; çünkü dijital teknolojisi de çok ilerledi. Hatırlıyorum, yüksek lisans tezimi yaparken nümismatik çalışmıştım, onların makro çekimlerini yapmam lazım, dijital fotoğraf makinesine ihtiyacım var. Daha yeni çalışmaya başlamışım, bir hevesle Nikon fotoğraf makinesi aldım 4,1 mp. Hatta çok iyi hatırlıyorum bir hocam konferans için Almanya’ya gitmişti, oradan dönüşte bana almıştı, nasıl mutlu olmuştum. Şimdi bakıyorum gerçekten teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki… Ama tabi teknolojinin bu kadar hızlı ilerlemesiyle beraber doyumsuzluğumuz arttı. Az önce fotoğraf makinelerinin olduğu oda da duvarda bir takım fotoğraflar gördük. Çünkü o zamanlar insanlar için bir seronomiymiş fotoğraf çektirmek, şık giyinip aileleriyle beraber özel olarak giderlermiş. Şimdi ne yazık ki iletişim bölümünde gördüğümüz bütün cihazları artık cebimizde taşıyoruz. Fotoğraf makinesi, bilgisayar ne arasanız artık cebimizdeki akıllı telefonlarda ve fotoğrafları bastırmaya bile çoğu zaman tenezzül etmiyoruz, bir kenara köşeye atılıyor, onlar tabi acı verici, teknolojinin olumsuz taraflarından bir tanesi. Bilimsel Aletler Bölümü Denizcilik Bölümü Su altı Bölümü Günlük Yaşam Bölümü Bilimsel aletler odasında hesap makineleri, fasitler, bizim kuşağın da çocukluğundan hatırladığı daha eski sürgülü makineler mevcut. Diğerlerinden çok farklı olan Addıator, bu da yalnızca toplama ve çıkarma işlemi yapmak için kullanılır. Ön taraf toplama arka tarafta da çıkarma işlemi yapılıyor. Sürgülü bir sistem vardır ve yandaki çubukla o sürgülü sistemi hareket ettirirsiniz, belli formüllerle sizi sonuca ulaştırır. 1950’li yıllarda Almanya’da üretilmiş. Bir diğer obje alternatif akımı direk akıma çevirmek için kullanılan bir alettir. İstanbul Moda Kadıköy tramvayında kullanılmış. Müzenin en esiklerinden sayılabilen usturlaplar 1600’lerde Araplar tarafından kullanılmış astronomik gözlem aletleri de diyebiliriz. Bunlar da bize Kandilli Rasathanesi’nden süreli olarak verilmiş objelerdendir. Yakından incelediğinizde üzerinde Arapça taksimatlar var, yıldızların ve güneşin birbirine olan konumunu ölçmek için oluşturulmuş; ancak o dönemde günlük hayatta da bu usturlapları çok kullanırlarmış, hatta bir dağın yüksekliğini, bir kuyunun derinliğini bile bu aletlerle ölçerlermiş. Bir diğer ilgi çekici obje de zaman göstergesidir. Bu da 1700’lerde Almanya’da kullanılmış, burada bir cetvel görebilirsiniz, bir lamba yanıyor, bir fitili var içerisine de, gaz yağı dolduruyorsunuz o lamba yandıkça gaz yağı azalıyor ve iz bırakıyor. Örneğin saat 12.00’de çalışmaya başlayan birisi saat 05.00’de çalışmayı bırakacağım deyip yağ 05.00’e geldiğinde oradan göreceli bir hesaplama biçimi oluşturmuş oluyor. Bir diğer odamız denizcilikle ilgili. Denizcilikle ilgili altı adet odamız var. Fotoğrafta gördükleriniz parakete pervaneleri, denizde geminin hızını ve kat ettiği mesafeyi ölçmek için kullanılan aletlerdir. Bunların da en primitif örneği makara sistemidir. Şöyle ki bir kum saati tutarlarmış bir taraftan bir alanda kum saati akarken bunu denize atarlarmış gemi hareket edince makara çözülmeye başlıyor tabii, şöyle de bir mantıkları var: Her altı fitte yani 1.82 metrede markanın üzerine bir düğüm atıyorlar, dolayısıyla bu çözülmeye başlayınca bir dakikada ne kadar düğüm gittiyse bir saatte şu kadar gider gibi bir hesaplama yapıyorlar. Denizin hız birimi Knot’tır. Knot, buradaki düğümden geliyor. Gemi pencereleri, işaret tabancaları ve fenerleri. Denizcilikle ilgili bir diğer odamızda eski gprs cihazları olarak nitelendirebiliriz seksstant ve oktantlar denizde bulunduğunuz koordinatları ölçmek için kullanılırmış. Denizciler ufka paralel bir çizgide tutarak bir takım hesaplamalarla enlem ve boylamı belirleyebiliyor. Pusulalarımız, İngiliz donanmasından bir subaya ait eserler, Türk donanmasından bir subayımıza ait aksesuarlar mevcut. Müzemizde kapı üzerinde yer alan gemi baş figürleri, bilirsiniz bunlar genelde büyük figürler olur, o figürlerin ölçekli kopyalarıdır ve bize süreli olarak verilmiş objelerdendir. Denizcilikle ilgili bir diğer odamızda çok özel bir vitrinimiz var. Bu vitrinde atış hesaplama diskleri ve Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılmış Türk gemilerinin parçaları mevcut. Aynı şekilde topçu hedef dürbünü, Yavuz’dan Sultanhisar’dan, Hamidiye’den ve Gelibolu’dan parçalar. Sultan Osman’ın da hikâyesi şudur: Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Hükümeti İngiltere’ye gemi siparişinde bulunuyor. Bunlardan bir tanesi Sultan Osman, bir tanesi Reşadiye’dir; ancak Osmanlı heyeti zaten çok büyük zorluklarla geminin alınması için para ve bağışlar topluyor. Paraları önceden yatırıyorlar; ancak İngiltere’ye gittiklerinde paranızı iade etmiyorum geminizi de vermiyorum derler ve Osmanlı heyeti çok büyük bir hayal kırıklığıyla geri dönüyor. Ancak zaten tarihte şöyle geçer: Bu olaydan sonra “Osmanlı Almanya’nın yanında savaşa girmeye karar vermişti” derler, ama İngilizler de “Osmanlı’nın zaten savaşa Almanya’nın yanında gireceği belliydi, o yüzden gemiyi teslim etmedik” der. Dolayısıyla müzemizde bulunan ipek mendil, o dönem bağışta bulunan şahıslara üzerinde Sultan Osman tasvirinin olduğu mendiller hediye edilirmiş. Bu da günümüze ulaşabilmiş örneklerden bir tanesidir. Yine yönetim kurulu üyemiz, hem İstanbul müzemizin hem Ankara müzemizin kuruluşunda çok büyük emekleri olan Bülent Bulgurlu tarafından bize bağışlanmıştır. “İsmini deniz çapasından alan bir şehrimiz var” Ziyaretçilerimiz deniz çapasını müzede sıklıkla görebilir. Müzenin girişinde, çıkışında, odalarda; çünkü deniz çapası Ankara’nın bir simgesidir. En yaygın olanı şudur: Gordion buraya çok yakın bir antik kent. Gordion kralı Milas rüyasında ilahi bir sesin deniz çapası bulduğu yerde bir şehir kurmasını emrettiğini görüyor ve bugünkü Ankara Kalesi civarında bir deniz çapası buluyorlar. “Anküra” ismiyle Ankara şehrini kuruyorlar. “Anküra” deniz çapası demektir. Daha sonra Angora, Engürü ve en son Ankara olarak günümüze geliyor. Dolayısıyla deniz kıyısında olmasak da ismini deniz çapasından alan bir şehrimiz var. Burada da gemi telgrafları kaptan ve mürettebatın haberleşmesi için gemilerde yön bulmak için kullanılan anten mevcut. Deniz çapasını kaldırmak için kullanılan deniz ırgatı denilen bir alet var. Buranın kuruluş aşamasında büyük bir emek harcandığı o kadar belli ki, bu objelerin dar odalara yerleştirilmesi çok zor. Tarihi binada olmak çok keyifli ama sanayi müzesi olarak bir takım zorlukları da beraberinde getiriyor. Çünkü çok küçük odalarda verimli bir sergileme yapmaya çalışıyoruz. Bir bakımdan avantaj, bir bakımdan dezavantaj. Çok büyük ölçekli objeleri sergileyemiyoruz ne yazık ki ama seksiyonların daha net anlaşılabilmesi açısından çok da derli toplu bir sergileme biçimi oluşuyor. Bir diğer odamızda daha ziyade gemi modelleri mevcut. Örneğin burada gördükleriniz şişe içinde gemiler. Türkiye’de Sinop tarafında yaygındır. Dünyada da pek çok yerde örneği görülür. Müzemizde bulunan önemli bir gemi modeli, Cutty Sark modelidir. Bu model İngiltere ve Çin arasında yıllarca çay ticaretinde kullanılmış bir gemi; ancak görevi sona erince kıyıya sabitliyorlar ve müze olarak ziyarete açıyorlar. Gemi 2007 yılında çok büyük bir yangın geçirdi restorasyon aşamasında, neyse ki çok başarılı bir restorasyon neticesinde 25 Nisan 2012’de tekrar kraliçe Elizabeht tarafından ziyarete açıldı. Cutty Sark için oluşturulmuş bir vakıf da var. Bu vakfın başkanı da prens Philip’tir. Prens Philip bağışçılardan olduğu için Sayın Rahmi Koç ile birlikte resepsiyonda çekilmiş bir fotoğrafı vardır. Bir diğer odamızda su altı bölümümüz yer alıyor. Denizaltı modellerini görüyoruz. Bu Jules Verne’nin “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” isimli romanında geçen hayali denizaltının Nautilus modeli. Bir başka objemiz dünyanın ilk denizaltılarından biridir. Onun üstünde Fransız Eros isimli denizaltının modelini görmek mümkün. Diğerleri de yine dalış elbiseleri, dalış aksesuarları, ayakkabılar ve başlık. Bu dalış elbisesi 1983’te Rusya’da üretilmiştir. Bir diğer odamız günlük yaşam bölümümüz. Burada bastonlar yine çok ilgi çekicidir. Sol tarafta bulunanlar Avrupa menşei bastonlar, sağdakiler de Anadolu menşei bastonlardır. Yine çok değerli bir bağışçımız tarafından müzemize hibe edildi. Prof. Dr. İlhan Erkan’ın bağışlarındandır. Kendisi yıllarca koleksiyonu yapmış, daha sonra hepsini müzemize bağışladı. Yine günlük yaşamda kullanılan bir takım objeler mevcut. Örneğin ilk ev tipi makarna kesme aleti, Amerika’da üretilmiş. Ahşap oymak için kullanılan küçük el aletleri, arkadaki ahşap yakmak için kullanılan bir pirograf. Çorap örme makinesi. Bayanlar için, ince çorap örmek için kullanılırmış. 1900’lü yılların başında Amerika’da üretilmiş özel bir çeşit iğne takılarak yapılıyor. Yine eski çay kutuları, porselen çaydanlıklar. Tartı çok enteresandır, yazılar tersten yazılmıştır. Onun üzerine çıkarsınız, aynadan düz şekilde görürsünüz. Dolayısıyla çok akıllıca. Dökme demir eski sobalar, eski elektrik süpürgeler, dükkân tabelaları. Çamaşır makinelerinin atalarından diyebiliriz 18.ve 19. yüzyılda kullanılmış, sadece merdaneden oluşuyor. Altına bir leğen koyarlarmış suyunun akması için ama ev hanımlarına çamaşır makinesi henüz yokken çok büyük bir kolaylık sağlamış icatlardan. Singer dikiş makineleri, soldaki tiyatro sanatçımız Güven Hokka’nın bize bağışıdır, annesine aittir. Kapı kilitleri, ahşap baskı kalıpları tokat yazmalarını bilirsini üzerlerinde desenler vardır, işte o desenler bu kalıplarla oluşturulmaktaymış. Bu tokmakların da her biri ayrı hikâye. Örneğin benim çocukluğumda da hatırlarım, ilginçtir bu el figürü, misafirperverliğin simgesiymiş. Ev sahibi kendi elini uzatmadan önce kapıda el sıkışma gerçekleşsin, evim size açıktır hoş geldiniz evime diyebilmeleri için, onu sembolize etmek için o şekilde tokmaklar yapılmış. Ankara ve Atatürk Bölümü Havacılık Bölümü Önemli odalarımızda biri de Ankara ve Atatürk bölümümüzdür. Bu bölümde Atatürk’ün vefatının ardından basılmış 11, 12, 13, 14 ve 15 Kasım 1938 tarihli Ulus gazeteleri mevcut. Bu bölümümüzde Atatürk’ün kullanmış olduğu bir takım kişisel eşyalar sergilenmekte. Çok büyük bir kısmını Atatürk’ün silah arkadaşlarından Halil Yurdakul’un oğlu Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul bağışladı. Atamızın bize yadigârlarından ve yine Atatürk’ün emriyle dikilmiş ilk Türk bayraklarındandır. Cumhuriyetin ilanı kutlamaları için dikilmiş. Gerçekten o dönemin nasıl yokluklar içerisinde olduğunu, zorluklarını en güzel gösteren “obje” diyemeyeceğim çok yetersiz kalır, manevi bir değer. Bu çok özel bayrak bize o dönem Milli Savunma Bakanlığı yapmış olan Zekai Apaydın’ın ailesinden bize bağışladırlar. Sayın Nilüfer ve Kemal Çavuşoğlu çiftinin bağışıdır. Yine Atatürk’ün kullandığı kılıçlardan örnekler, tören kılıcı ve Trablusgarb’da kullandığı kılıç mevcut. Ankara’nın eski fotoğrafları 1920’li yıllarda çekilmiş. Bir diğer odamızda da merhum İsmet İnönü’nün kullandığı tüfekleri sergiliyoruz. Sayın Özen Toker Hanımefendinin izinleriyle burada ziyaretçilerimize sunma şansını edindik. Burada bulunan iki tüfek Türk yapımı tüfeklerdir, diğerleri Avusturya yapımı yine İngiliz , Rus ve Almanya yapımı tüfekler mevcut. Burada İsmet İnönü ve silah arkadaşları tarafından Yunan ordusundan ele geçirilen makineli tüfeklerden. ilginçtir üzerinde aziz George tasviri vardır. Yine Kırıkkale mavzeri, Kırıkkale silah fabrikası çalışanları tarafından 1944 yılında İsmet İnönü’ye hediye edilmiş. Bir diğer odamız kurucumuz Rahmi M. Koç’a sunulmuş olan bir takım plaketler ve belgelerden oluşuyor. Sayın Cumhurbaşkanımızla katıldıkları bir yemekten fotoğraf yer alıyor. Özbekistan Hükümeti tarafında Sayın Rahmi Bey’e sunulmuş bir kaftan bulunuyor. Bir diğer odamızda Rahmi M. Koç galerisinin devamı yer alıyor. Rahmi Bey’in balmumu modeli ve yine bir takım modeller mevcut. Günümüzde Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi olarak hizmet veren Koç ailesinin yaşadığı ev. Rahmi Bey ve tüm kardeşleri bu evde doğmuşlar ve yine bağ evi evlerine çok yakın bir yerde konumlanmış şu anda Ankara Araştırmaları Merkezi’nin bünyesinde yer almaktadır. Hem etnografik bir müze kıvamında hem de bir takım etkinliklerin yapıldığı bir alan oldu. Burası da Kont Ostrorog yalısının modeli Rahmi Bey’in İstanbul’da şu anda yaşadığı yalı. İki odamızda havacılıkla ilgili. Burada yine en önemli sergi ürünlerinden bir tanesi bu vitrindir. Bunun hikâyesi şu: Liberator 1943 yılında Romanya’daki petrol rafinerilerini bombalayan uçaklardan bir tanesi. Kıbrıs’daki İngiliz üssüne dönerken Alman uçağı tarafından bombalanıp denize düşürülüyor ve 1990’larda İstanbul Rahmi Koç Müzesi açılınca denizde bir kurtarma çalışması düzenliyor müzemiz ve uçağı denizden çıkarıyor. Şu anda uçak İstanbul Rahmi Koç Müzesi’nde sergilenmektedir, bunlar da aynı uçağa ait bir takım parçalar ve enkazda bulunmuş bir paraşüt mevcut. Bir diğer odada da uçak modellerimiz var. Bunlarda Fransız Hava Kuvvetleri’nde kullanılmış uçaklardan birinin modeli. Atatürk ve Sabiha Gökçe’nin birlikte çekilmiş fotoğrafları mevcut. Türk Hava Kuvvetleri’nde kullanılmış uçakların modelleri yoğunlukta. Bu atölyemizde İsmail Atsürer’in atölyesi. Ne yazık ki hayatta değil; ancak yaşamı süresince demiryollarına gönül vermiş bir insan. İlk tren lokomotif modelini henüz çocuk yaşlardayken yapmış, çok da ilgi çekmiş ama daha sonra tabi hayat mücadelesi derken bir müddet uzaklaşmak durumunda kalmış. Darphanede çalışmış, emekli olduktan sonra hobisine tekrar devam etmek üzere Üsküdar’daki evinin bodrum katını atölyeye çevirmiş. Burada da yer alan çalışabilir durumda lokomotif modelleri yapmaktaymış, İsmail Atsürer ve işinin en şahane en güzel tarafı da tüm bu modelleri hiç elektrik kullanmaksızın babadan dededen kalma mekanik aletlerle yapmış. İlkokul mezunu bir amcamız. Biz “İsmail amca” diyoruz, ziyaretçilerimize de tanıtırken ama adeta mühendislik dehası gibi onu da rahmetle anıyoruz. Vefatından sonra biz de anısını yaşatmak için atölyesini ailesinin izniyle müzemize taşıdık. Böylece ziyaretçiler de burada İsmail Atsürer ile tanışma fırsatı buluyorlar. Karayolu Ulaşım Bölümü Sergi Bölümü Tarım Bölümü Ali Rıza Eczanesi Karayolu ulaşımı bölümümüzdeyiz. Burada da yine eski motosikletlerimiz, arabalar bir takım karayolu ulaşım araçları sergilenmektedir. Burada yer alan motosiklet özellikle İkinci Dünya Savaşı filmlerinde sıkça rastladığımız türden sepetli motosikletlerden Jawa ve BMW üretimi motosikletlerimiz. Yine 19. yüzyıldan bisikletler mevcut. Daha modern olarak nitelendirebileceğimiz bisikletler mevcut, aynı model ve aynı marka bisikletin restorasyon öncesi ve sonrası halini görebiliyorsunuz. Bunu da özellikle bu şekilde sergiledik ki az önce de bahsettiğim gibi arkamızda çok ciddi bir restorasyon ekibimiz var. Dolayısıyla objeler mutlaka bir bakımdan geçiyorlar, bize geldikleri zaman bu pozisyondaysalar bile orijinal haline getirilebiliyorlar. Bizde atölyemizin yeteneğini ve marifetini göstermek için böyle bir sergileme biçimi tercih ettik. Müzemizde çok güncel objeler de yer almakta. Örneğin bu bölümde yer alan motosiklet son derece modern, birkaç sene öncesinin bisikleti. Bunun öyküsü çok enteresandır. Gürkan Genç isminde gerçekten Türkiye’nin gururu sayılabilecek bir bisikletçi arkadaşımız. Bu bisikletle Samsun’dan Japonya Tokyo’ya kadar yolculuk yapmış. Toplamda 11 ay süren bir yolculuk ve pek çok ilke imza atmış. Gobi çölünü bisikletiyle geçen ilk Türk, Kuzey Asya’nın tamamını bisikletle geçen ilk Türk olma özelliğini taşıyor. Daha pek çok ilk sıralayabiliriz. Hatta ilginçtir Moğolistan basınında bu yolculuğu yaparken şöyle anılmış: “Çekik gözlü atalarının atlar üzerinde terk ettiği vatanına badem gözü ve demir atıyla geri döndü” demişler. Son derece etkileyici. Sloganı da “doğa içi pedallıdır” biz de doğa için bir şeyler yapmak istedik, özellikle minik ziyaretçilere bu bilinci aşılamak amacıyla Gürkan Genç’in bisikletini de burada müzemizde sergiliyoruz. Kendisi bağışladı. Gürkan Genç’te şu anda yaklaşık yedi yıl sürmesi planlanan dünya turunda. Bu sefer “Türkiye için pedallı” sloganıyla yola çıktı ve dünyanın en iyi bisikletli gezgini ünvanını almak için mücadele veriyor. Biraz daha ilerlediğimizde çocuk bisikletlerini görüyoruz, 3 tekerlekli çocuk bisikletleri ve burada yer alan kırmızı Austin marka otomobil Galler’de engelli maden işçilerini istihdam etmek için açılmış bir fabrikada yerliler tarafından üretilmiş. Bebek arabalarını da müzede görebiliriz. arabaları da 1950’li yıllara kadar uzanıyor. Bebek Bir engelli arabası, protez bacağıyla birlikte. Otomobil koleksiyonumuz mevcut. 1960’larda üretilmiş bir Mercedes mevcut. Bu bölümde yer alan “çek çek” diye adlandırılan özellikle Uzakdoğu’da çok yaygın olan bir ulaşım aracı var. Bir kişi oturuyor, diğer kişinin arabayı çekmesiyle hareket ediyor. Bu gördüğünüz siyah renkteki otomobil de 1918 model bir Ford T ancak Ford T’nin üretimi aslen 1908 yılında başlar ve dünyada seri üretimi yapılan ilk otomobil olma özelliğini taşır. Ford T otomobil dünyasında bir devrimdir. Henry Ford’un en büyük başarısıdır; çünkü seri üretim bandını hayata geçirmiştir. Bununda en büyük amacı otomobil kullanımını yaygınlaştırmak ve maliyetini düşürmek amacıyla orta halli kesime de ve her türlü bütçeye uygun hale getirebilmek için yapılmıştır. Küçük bir otomobilimizi mevcut. Bir uçak firmasına aittir; ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uçak üretimi yasaklanınca firma elindeki parçalarla otomobil üretmeye başlıyor. Bu otomobilimiz de zaten kokpiti andıran görüntüye sahip. Bu bölümün bir diğer objesi 1968 yılında üretilmiş Arçelik Triportör. Arçelik ve bir İtalyan firmasının ortaklığıyla üretilmiştir. Hem beyaz eşya dağıtımında hem de ticari pek çok malzemenin sevkiyatında kullanılmış bir araç tipidir. Yine Arçelik’in üretmiş olduğu merdaneli çamaşır makinelerinden bir örnek mevcut. Bu bölümde çok nadide bir model mevcut. Bu model de bir Alman model yapımcısı tarafından yapılmış, tamamen çalışabilir durumda bir otomobil modeli. Toplamda dört bin parçadan oluşmaktadır. Bu bir deniz motoru modelidir. Bu da çalışabilir durumda, bas çalıştır özelliğini taşıyan objelerimizdendir. Dolayısıyla çocuklar makinelerin çalışma prensiplerini rahatlıkla görebiliyorlar. Müzemizin bodrum katına iniyoruz, yani develik dediğimiz kısım, 16. 17 yüzyılda binek hayvanlarının bağlandığı. Sağlı sollu eski Ankara ve İstanbul fotoğraflarını görebilirsiniz. Sergi salonumuzu geçici sergiler için kullanıyoruz. Söylediğim gibi develik olarak geçen kısım burasıdır; ancak müze işlevini gördükten sonra burayı sergi salonu olarak kullanmaya başladık. Bugünlerde yine çok güzel bir sergiye ev sahipliği yapıyoruz Estonya Cumhuriyeti’nin 95. kuruluş yıldönümü sebebiyle düzenlenen bir fotoğraf sergisi. Sergimiz Nur Sağma’nın Estonya fotoğraflarından oluşuyor. Çok keyifle gezilebilir. Ziyarete açık bir başka alanımız da burada gördüğünüz makine modelleri atölyesidir. Ersan Doğan isminde bir model yapımcısı ki Türkiye’de tek örnektir. İsmail Atsürer sağlığındayken lokomotif modelleri yapardı işte İsmail Atsürer’den sonra bu hobinin tek temsilcisi Türkiye’de Ersan Doğan. Ersan Bey de burada gördüğünüz gibi çalışabilir durumda. Buharlı lokomotif modelleri yapmakta, tabii bunun yanı sıra diğer modelleri de mevcut. Buhar makinesi modelleri, gemi makinesi modelleri gibi pek çok model mevcut. Burası da ziyaretçilere açık bir alan, dolayısıyla burada modeller yapılırken hem öğrenciler hem ziyaretçiler modellerin yapımı hakkında fikir edindikleri gibi makinelerle ilgili de modeller üzerinden detaycı fikir sahibi olabiliyorlar. Müzemizde tarım bölümü de bulunuyor. Anadolu’da patos diye adlandırılan buğdayla sapı birbirinden ayırmak için kullanıla bir alet, hemen yanında yeşil bir makine buğday öğütme aletidir. O da Alman yapımıdır. Bu traktörümüz özellikle çok özeldir, 1955 yılında üretilmiş Türkiye’nin ilk traktörlerinden. Amerikan ortaklığıyla üretiliyor ve o dönme seri no:1 Adnan Menderes tarafından önce hediye edilmiş daha sonra kendisi hediyeyi kabul etmeyip satın almış. Hala Türk Traktör fabrikasının bahçesinde sergilenir. Bu da aynı üretim bandından çıkan altı no’lu traktördür. Dolayısıyla Türk sanayi tarihi açısından çok önemli bir objedir. Yine bu bölümde Alman üretimi, 1949 yılında üretilmiş olan bir Farmall model traktör mevcut. Bu da 1951 yılında Almanya’da üretilmiş Hanomag traktörümüz. Bahçede tarım bölümümüz devam ediyor. Zirai ilaçlama uçağı var. Uçağın kanatlarının altında spreyleri görebilirsiniz ilaçlama yapmak için kullanılıyordu; ancak artık ekolojik dengeyi bozduğu için havadan ilaçlama yasaklandı. Dolayısıyla artık zirai ilaçlama uçakları da müzelerdeki yerini aldılar. Orta Anadolu’nun ilk eczanelerinden bir tanesi olarak bilinen Ali Rıza Eczanesi 1906 yılında Sivas’ta kurulmuş ve üç kuşak boyunca aktif devam etmiş bir eczanedir. Ve en son artık mesleğe devam etmedikleri için babaları Mustafa Demir Peker’in vefatından sonra Nazire İdil Peker Hanımefendiler eczaneyi tüm ekipmanları ve mobilyaları ile birlikte bize bağışladı. Eski ilaç şişeleri, Ali Rıza Eczanesi’nin orijinal vitrini pek çok detayı görmek mümkün. Yine eczanenin sahiplerine ait diplomalar, bir takım belgeler aynen kendilerinin koyduğu şekliyle sergileniyor. Yine ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken örneklerden bir tanesi burada gördüğünüz tablodur “insan vücudu bir fabrikaya benzer” Bayer’in basmış olduğu bir poster. İnsan vücudunu bir fabrika şeklinde betimlemişler, gerçekten çocuklar için çok eğitici öğretici poster olmuş. Ecza vitrinlerinden bir tanesi mevcut. Eczacımızın çalışma masası, yine duvarlarda eski fotoğraflarını yer alıyor. Bizim koleksiyonumuzdan reçete örmekleri ve zehir dolabımız. O dönemde bu tarz zehir dolapları olurmuş. Hafif zehirler, şiddetli zehirler; çünkü zehirler de ilaç yapmak için kullanılırmış. Bir atasözü vardır “Neyin zehir neyin panzehir olacağına dozu karar verir” diye hakikaten öyle eczacılık da zehirde çok önemli bir ilaç aslında. Bir diğer bölümümüz göz muayenesiyle ilgili. Bize Ankara Üniversitesi Vehbi Koç Göz Hastanesi’nin bağışlarıdır. Tamamen göz muayenesiyle ilgili bir takım teçhizatlar, kitaplar da yine Ankara Üniversitesi’nin bize bağışıdır; tarihsel olarak 1800’lü yıllardan 1950’lere kadar uzanıyor. Koleksiyonun en ilgi çekici objelerinden bir tanesi de 19. yüzyılda gül ağacından yapılmış piyanodur. Müzemiz pazartesi günü hariç her gün açık, hafta içi 10.00-17.00 hafta sonu 10.00-18.00 arasında açık, ilgi duyan tüm ziyaretçilerimizi bekliyoruz.