Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Transkript
Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Kıymetli Okuyucu, Tebessüm dergimizin 4. Sayısı ile tekrar karşınızdayız. Tebessüm dergimiz henüz hafızalarımızda fikir aşamasında iken, hatta ismi bile belli değilken, Rabbimize hamdolsun 4. sayısını çıkarma heyecanını yaşıyoruz. ‘‘Marifet iltifata tâbidir’’ düsturu ile ilk sayımızda duyduğumuz aşkı, sevinci bu ve bundan sonraki sayılarımızda da duyacağız. Hizmet bir bayrak yarışına benzer. Bayrağı hedefe ulaştırmak için bir dönem bizler, başka bir dönemde arkamızdan gelen insanlar bayrağı taşır. Aslolan bizim yaşadığımız zaman zarfında bu hizmet nimetinden istifade edebilme gayretinde olmamızdır. Hak-Batıl mücadelesi insanın yaratılışı ile başlar. Her zaman bir “iyi” vardır bir de “kötü.” Bir “doğru” vardır bir de “yanlış.” Nem mutlu bizlere ki, Rabbimiz bizi iyilerin yanında ve iyi işler yapmakla görevlendirmiş. Müminin hayatının gayesi, Efendimizin hayatında olduğu gibi, ‘‘Emr-i bil maruf, Nehy-i anilmünker’’ olmalı. Hangi konum ve görevde olursak olalım bu, bizim varlığımızın ve dünyaya gelişimizin yegâne gayesidir. Bu bilinç ve idrakle hayatımızı dizayn etmeli ve istidatlarımıza göre işin bir ucundan tutmalıyız. Muhterem Okuyucularımız, Tebessüm Dergimize emeği geçen mütebessim arkadaşlarımızın bu sayıya omuz verirken yaşadıkları heyecanları bu satırlarda ifade etmek takdir edersiniz ki mümkün değildir. Ancak, bir kelime ile bir cümle ile yeri geldiğinde bir şiir ile derdimizi anlatma gayretinin verdiği heyecan ve sürur hiçbir şeye değiştirilemez. Dergimizin yazar kadrosunun Kur’an hizmetlerini ifa ettikleri Gürpınar Kur’an Kursumuzda geçtiğimiz dönem göz dolduran bir eğitim dönemi geçirdik. Onlarca öğrencimiz bu hizmet kervanından payına düşen hisseyi alarak uzak diyarlara, yine hizmet için kanat çırptılar. Kimileri memleketlerine, kimileri de gurbet ellerde hizmet etmeye başladılar. Ve yeni yürekler fethetmek için deryalar gibi geniş yüreklerini açtılar kendilerini bekleyen kardeşlerine. Beylikdüzü Müftülüğümüzün destekleri ile muhtelif seminerler ve konferanslar tertip edildi. Daha nitelikli bir hizmet anlayışı için gerekli olan bu faaliyetler her zaman bizlerin gelişimine katkıda bulundu. Ve bu hizmet kervanının yoluna devam etmesi için üzerine en çok yük alan Gür-Der (Gürpınar Kur’an Kursu Derneği) ve onun gönüllüleri… Kermesler, hayır toplantıları, geziler… Hepsi bir insan kazanma adına yapılan ve içinde zerre kadar farklı niyetlerin olmadığı halisane hizmetler. Rabbimizden bizleri de bu hizmetlerden ahirette hissedar eylemesini niyaz ediyoruz. Şimdi arkada biz yaz eğitimi bıraktık. Yürekleri bir üveyik gibi pır pır eden minik yavrucaklar. Her birinin kuran öğrenme aşkını görmelisiniz. Ve onlardaki bu samimiyet ve saflık bizlere hep cesaret verdi. İyi ki Gürpınar Kur’an Kursunda bu hizmetlerin içindeyiz diye sevindik, iftihar ettik. Yeni Tebessümlerle, mütebessim çehrelerle, bir sadaka kabilinden hep birbirimizin yüreğine dokunan sevgi ve sıcaklıklarla buluşmak üzere hep Tebessümle kalın… Şefika Kaya Meriç Gönlü Rahmet Dergahı Kılmak Sevgi Ahmet Mukdat Ziylan Osman Nûri Topbaş 20 16 Gürpınar’dan Damlalar Gürpınar Kur’an Kursumuzda Neler Yapıyoruz? Zeynep Nalbant 3 4 Gürpınar Denilince 26 Sorular... 10 Rahmet Peygamberi 27 Benim Dualarım 12 Hasbihal 28 Münacat 14 Merhamet 29 Merhamet 30 Bunları Biliyor musunuz? 32 Affın Affı 8 19 22 25 Şefika Kaya Meriç Ayşe Erbalcı Rabia Yelimlibağ Cennet Kervanına Katılmak Süleyman Küçük Bezmiâlem Valide Sultan Fatma Zehra Esen Hatice Şahin Zekiye Koyun Mehmet Emin Erbalcı Kevser Karasaç Fatma Zehra Esen Özlem Özler Vesilelerle Tefekkür Tefekküre Vesile Cafer Durmuş SAHİBİ: GÜR-DER adına sahibi Adnan Saraçoğlu Yazı İşleri Müdürü: Salih Zeki Meriç Grafik-Mizanpaj: Altınolukgrafik / Bilal İlkay Baskı, Cilt: Erkam Matbaası Tel:(0212) 671 07 00 Organize Sanayi Bölgesi, Turgut Özal Caddesi No: 117/2-A-D İkitelli/İstanbul Tel: (0212) 671 07 00 • Faks: (0212) 671 07 17 Posta Çeki: Altınoluk 1653101 YAYIN KURULU: Şefika Kaya Meriç, Hilal Küçük, Tuba Doğramacı, Rabia Yelimlibağ, Kübra Topal, Feyza Yazar İrtibat Adresimiz: Dereağzı Mah. Halaskargazi Cad. Gürpınar Kız Kur’an Kursu Gürpınar-Beylikdüzü/İSTANBUL Tel: 0 212 855 83 16 Gürpınar’dan Damlalar Zeynep Nalbant Toprağına merhamet tohumu serpilmeyen ülkeler, nice Fatihlere matem ülkesi olmuştur. Yeryüzünde merhamet, şefkat ve muhabbetle fetholunmayacak belde yoktur. “… Merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilakis bütün mahlûkata şamil olan merhamettir.” Hadis-i Şerif Şefkat merhamette güneş gibi ol! Başkalarının kusurlarını örtmekte gece gibi ol! Sehâvet cömertlikte akarsu gibi ol! Hiddet asabiyette ölü gibi ol! Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol! Olduğun gibi görün; göründüğün gibi ol! Hz. Mevlana Uğradığın dertlerden mahlûkata şikâyeti kes! Merhametliyi merhametsize şikâyet etmiş olursun” Hz. Hüseyin (r.a.) “Cennetlikler 3 gruptur. Bunlar; Adil ve başarılı devlet başkanı Yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi. Ailenin İzzet-i Nefsini Düşünmek Sultan ikinci Abdülhamit zamanında bir gün yüksek seviyede bir memurun, Çırağan Sarayı önünden geçerken güya; “ Ah sultan Murat Efendimiz! Sen başımızda olsaydın, böyle mi olurdu?” manasında bir söz söylemiş olduğu yolunda bir ihbar alınmış ve bundan dolayı da o memurun Fizan’a sürgün edilmesi hususunda ferman çıkartılmıştı. Duruma itiraz eden Sadrazam Said Paşa’nın, “Efendimiz! Bu ne haldir, anlayamıyorum! Bu memurun takriben altı ay önce işlediği hırsızlık ve rüşvet suçu sabit olduğu halde kendisini affetmiştiniz. Şimdi ise, çok hafif ve sıradan bir habere dayanarak onu sürgüne gönderiyorsunuz!” demesi üzerine, 2. Abdülhamit Han, Sadrazam’a şu cevabı vermiştir: Hayır Paşa! Ben onu bu ihbardan dolayı sürgüne göndermiyorum! Asıl sebep, bahsettiğin o hırsızlık ve rüşvet suçudur. Ayrıca bu ihbarı da kendim kasten verdirttim. Lakin onu, altı ay evvel böyle bir şeye başvurmadan cezalandırsaydım yalnız kendisini değil, çoluk çocuğunu da akrabalarını da cezalandırmış olurdum. Onlarda eş ve dostlarına karşı mahcup olurlardı. Şimdi ise bu adamı güya benim sultanlığıma karşı çıkmış bir insan sıfatıyla kahraman bilecekler. İnsanların kendi aleyhinde düşünmelerine razı olarak bir ailenin izzet-i nefsini düşünmek; ne büyük bir insanlık, fazilet ve merhamet numunesidir. 3 Eylül -Ekim-Kasım Gürpınar Kur’an Kursumuzda Faaliyetler “Allah“ diyor... Bir Mekan DŸşŸnŸn Ki Orada GŸnahsızYavrular Bir mekân düşünün ki, daha dünyanın bin türlü kirlerine bulaşmamış tertemiz yürekler bir araya gelerek Allahın kelamını öğreniyorlar. Cıvıl cıvıl, pırıl pırıl yüzleri ile ve dünyaya sığmayan heyecanları ile. Ülkemizin dört bir yanında ve dünyanın muhtelif ülkelerinden gelen bu yavrularımız Yaz kursumuzda Gürpınar Kuran Kursumuzu şenlendirdiler. Kapasitemizin çok üstünde talebin olması ve bu talebe cevap verebilmek için kursumuzun seferber oluşu. Bir yavrumuz daha bu kısa zaman diliminde Allahın kelamını öğrensin, bir yavrumuz daha bu güzel mekândan evine, mahallesine, köyüne bu manevi havayı taşısın. Bütün gayret bu yavrularımızı geleceğe manevi şahsiyetleri güçlü bir şekilde hazırlamak. Bu yaz sıcaklarında hem bu yavrularımızı buraya gönderen anne-babalara, burada hizmet eden personelimize ve ilim ehli hocalarımıza teşekkür ediyor, Rabbimizden bu yavrularımızın bir hizmet ömrü yaşamalarını niyaz ediyoruz. 4 Eylül-Ekim-Kasım Gürpınar Kur’an Kursumuzda Faaliyetler Gaziantep Gezimiz Hoca Hanımlarla beraber Anadolumuzun güzel şehri olan Gaziantep’e bir ziyaretimiz oldu. Orada hizmet eden arkadaşlarımızla yakından tanışmamız, fikir alışverişinde bulunmamız ve yeni dostluklar oluşturmamız bizim için en büyük kazanç oldu. Bizlere bu ziyaretimizde destek olan ve büyük bir misafirperverlik gösteren başta İşadamı Ahmet Ziylan Bey’e ve Gür-Der Sorumlusu Ayşe Erbalcı Hanımefendiye teşekkür ediyoruz. 5 Eylül-Ekim-Kasım Gürpınar Kur’an Kursumuzda Faaliyetler Geleneksel Panayırımız Her yıl olduğu gibi bu yılda Mayıs ayında gerçekleşen hayır panayırımız yine dopdolu idi. Hayır sahibi insanların kaygıları ve ümmetin dertleri ile dertlenmeleri neticesinde geleneksel hayır panayırımızdan elde edilen gelirler yine kursumuz başta olmak üzere muhtelif ihtiyaç sahibi insanlara ve kurumlara ulaştırıldı. Bu Hayır çarşılarının sayılarının çoğalması ve herkesin “benim de bir kaşık tuzum olsun” kabilinden desteklerinin olması, bu çalışmalara ayrı bir mana katıyor. Dileriz Gür-Der Hayır Panayırı yetimlerin, öksüzlerin, kimsesizlerin derdine kendi imkânları ölçüsünde derman olur. 6 Eylül-Ekim-Kasım Gürpınar Kur’an Kursumuzda Faaliyetler Öğrencilerimizi geleceğe daha nitelikli bir insan ve daha şuurlu bir Müslüman olarak hazırlamak adına müfredatımızdaki derslere ilaveten muhtelif aktiviteler yapmaktayız. Bu öğrencilerimiz İslami ilimler öğrenmenin yanında, el işi yapmayı, yemek yapmayı, dikiş nakış yapmayı öğreniyorlar. Güzel sanat dallarında kendilerini geliştirmeleri için ve sosyal yönlerini geliştirici programlar düzenliyoruz. Burada okudukları zaman zarfında onların alması gereken ne varsa Kursumuz olarak vermeye çalışıyoruz. Dileriz, bu emeklerin karşılığında toplumda daha bilinçli annelerin sayısı artarak ortaya çıkmış olur. 7 Kursumuzda Yapılan Programlardan Bazıları Eylül-Ekim-Kasım Derleyen: Fatma Zehra Esen [email protected] Gürpınar Denilince; Gürpınar Deyince; Sevgi, mutluluk, merhamet ve en güzeli de doğru yolu bulma geliyor aklıma. Yaşıtlarımızın tatil yaptıkları bu günlerde ben ve arkadaşlarım bu güzel mekâna geldik, ilim aşkıyla yandık, namazımıza sımsıkı bağlandık. Bu yüzden iyi ki varsın Gürpınar. Emine Altun Gürpınar Denilince; Gürpınar deyince aklıma sevgi, saygı, hoşgörü kısaca tüm güzellikler geliyor. Hayatımda ilk defa Kur’an Kursuna geldim ve ilkim Gürpınar oldu ve hiç unutmayacağım, Allah herkesten razı olsun. Fatma Kafadar Gürpınar Denilince; İmana teşvik, Allah sesiyle çağlayan ırmak, maddiyattan öte maneviyata önem veren bir kurs. Namazda devam üzerinde ısrarla durulan bir eğitim yuvası. Hatice Nur Uyar Gürpınar Denilince; Gürpınar Denilince; Daha iyi düşünen bir insan olmaya başladığımı fark ettim. Hocaların bize karşı ilgileri ile Şükretmeyi öğrendim. Düzenli yaşamayı öğrendim. Anne babaya saygıyı ve onların kıymetini daha iyi anladık. Nefsin bana verdiği zararı daha iyi anladım. Rabbimiz kazandıklarımızı kaybettirmesin.(Âmin) Saliha Albayrak Burası aile sıcaklığını veren bir mekân, Paylaşmayı öğrendim Gürpınar’da, eğlenerek öğrenmeyi, öğrenerek hayatı kaliteli yaşamayı öğrendim. Ufak şeylerden de mutlu olabilmeyi öğrendim. En önemlisi bir gün bütün bu güzelliklerin biteceğini, yani üzülmeyi öğrendim. Saliha Türk Gürpınar Denilince; İmana teşvik, Allah sesiyle çağlayan ırmak, maddiyattan öte maneviyata önem veren bir kurs. Namazda devam üzerinde ısrarla durulan bir eğitim yuvası. Hatice Nur Uyar Gürpınar Denilince; Dersleriyle, hocalarıyla hem dünya için hem de ahiret için bize yararlı bilgiler veren bir ilim yuvası. Hak yolunu bilen, bildiren; İslam ve ibadet ile süslenmiş bu güzel mekânı bizlere sunanlardan Allah razı olsun. Feyza Elif Arslan 8 Eylül -Ekim-Kasım Gürpınar’a Veda Ederken Gürpınar’ a Veda Ederken... Gürpınar’a geldiğim ilk günden itibaren her günüm, her haftam çok güzel ve bereketli geçti. Aldığımız eğitim çok kaliteliydi. Hocalarımızla bir aile gibiydik. Burası hayatımın unutulmayacak olan hatırası olarak kalacak. Sizleri seviyorum Gürpınar Ailesi. Sümeyye Dinek Gürpınar’ a Veda Ederken... Gürpınar deyince, aklıma sımsıcak bir yuva geliyor, dopdolu bir yıl geçirdim, inşallah bu bilgileri değerlendirebilirim. Burayı anlatmaya kelimeler yetmez. Cemile Atik Gürpınar’ a Veda Ederken... Gürpınar’ a Veda Ederken... Sevgiyi, ilgiyi, yardımlaşmayı tüm güzellikleri burada gördüm. En güzel, bereketli günlerimi burada geçirdiğimi düşünüyorum o yüzden çok mutluyum. Kübra Sümeyye Güven Sözlerin bittiği yer burası. Sadece konuşan o hüzün dolu gözler. Geride kalan güzel anılar, Seni unutmayacağız Gürpınar. Ayşenur Akçay Gürpınar’ a Veda Ederken... Bir nimetti Gürpınar, en iyi şekilde istifade edebilmişizdir inşallah. Hiç unutulmayacak bir mekân burası; hocalarımız, yemekhanedeki teyzeler, sınıflar, kütüphanemiz, bahçemiz, kamelyamız… Rabbim emeği geçen herkesten razı olsun. Zeynep Atik Gürpınar’ a Veda Ederken... Burada çok şey öğrendim, tüm hocalarımdan Allah razı olsun. Esma Yağmur Gürpınar’ a Veda Ederken... Gürpınar’ a Veda Ederken... Gürpınar gelince aslında boş olduğumu anladım, çok şey öğrendim. İnşallah istifade edebilmişizdir. Uzun lafın kısası, özleyeceğim seni Gürpınar… Zeynep Çimen Hayatıma hayat katan bir yer, çok şey öğrendim burada, hüzünlerin mutlulukların paylaşıldığı bir yer, burası hayatımda dönüm noktam. Büşra Acar Gürpınar’ a Veda Ederken... Gürpınar denilince aklıma kardeşlik geliyor. Elveda derken de vefa. Burada çok şey kattık hayatımıza, emeği geçen herkesten Allah razı olsun. Gelirken şaşkındım, şimdi ise buruk bir sevinç var içimde. İyi ki tanışmışız GÜRPINAR. Nurgül Korkut 9 Eylül -Ekim-Kasım Şefika Kaya Meriç | [email protected] Merhamet UmmanıÕnın Rahmet Peygamberi H uzeyfe ibnu’l-Yemân radıyallahu anh rivâyet ediyor; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Ben Muhammed’im, Ben Ahmed’im. Ben Rahmet peygamberiyim, Tevbe Peygamberiyim, Hâşir’im, Mukaffî’yim, Savaşlar peygamberiyim.”( Ahmed b. Hanbel, V, 405) Huzeyfe radıyallahu anhden gelen bir başka rivayetinde diyor ki, ben Medine sokaklarından birinde yürüyordum. Bir de baktım Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de yürüyor. O’nu bu yürüyüşü sırasında “Ben Muhammed’im, ben Ahmedim, ben rahmet peygamberiyim. Ben, tevbe peygamberiyim. Ben, (Allah’ın insanları izinde toplayacağı) Haşir’im. Ben, (kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan) Mukaffî’yim. Ben, savaşlar peygamberiyim.” buyururken işittim. Başlı başına rahmet vesilesi olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bildirdiğine göre, her şeyden önce peygamberlik bir rahmet müessesesidir. Hz. Muhammed’in peygamber olarak görevlendirilmesini, Kur’an’ın ona indirilmesini, kendi akıllarınca isabetsiz bulan ve “bu Kur’an, şu iki şehirden (Mekke ve Taif) bir büyük adama indirilseydi ya!”(ez-zuhruf,32) diyen Mekkeli müşrikleri “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?”( ez-Zuhruf ,33) diye cevaplayan âyet, peygamberliğin rahmet olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca ve özellikle Hz. Peygamber’in âlemlere rahmet olarak gönderildiği de bir âyette şöylece ilân edilmektedir: “ Ve biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”( el-Enbiya,107) Hz. Peygamberin nasıl ve ne ölçüde bir rahmet olduğunu anlamak için ondan önceki dünyanın durumunu gözden geçirmek gerekir. Hz. Peygamber, Allah’ın birliği inancının inananlara kazandırdığı yepyeni bakış açısıyla, hukuk bakımından herkesin aynı ve eşit olduğunu, kimilerinin doğuştan haklı, kimilerinin de doğuştan haksız olmadığını, bitki, hayvan, tabii çevre gibi insanla alakalı diğer yaratıkların da belli haklara sahip ve şefkatle muameleye lâyık varlıklar olduklarını ilân etmiştir. Mü’minlerin hidayetinden sevinmiş, onların sıkıntıya düşmelerin10 Eylül -Ekim-Kasım den son derece mahzun olmuş, onlara büyük bir şefkat göstermiş, münafıkları kendisini rahatsız eden faaliyetlerine rağmen öldürtmemiş, Müslümanlarla aynı muameleye tabi tutmuştur. “Muhammed ashabını öldürtüyor” propagandasına asla imkân ve fırsat vermemiştir. İman etmeyenler onun için sürekli ızdırap kaynağı ve davet konusu olmuştur. Hatasını anlayıp pişman olan ve tövbe eden herkesin tövbesini kabul etmiş, asla geçmişini başına kakmamış, insanların arınmasını ve düzelmesini kolaylaştırmış, böylece tövbe peygamberi olmanın gereklerini yerine getirmiştir. “Savaş peygamberi” oluşu, O’nun “Rahmet Peygamberi” vasfına asla ters düşmemiştir. Zira O, savaşı da rahmet eylemi haline getirmiş, yakma, yıkma, yok etme, keyfî öldürme, uzuvları kesme, yıldırma, dehşet salma hareketi olmaktan çıkarmış, ilâyı kelimetullah için son bir çağrı vesilesi ve uygulaması şekline dönüştürmüştür. Savaşı sadece İslam olma davetini veya Müslümanların hâkimiyetini kabul etmeyen ve Müslümanlara silah çekenlere karşı yapmış, muharip sınıf olmayan kadın, çocuk ve ihtiyarlara yani sivil halka aslâ dokunmamış ve dokundurmamıştır. İman ettiğini söyleyenlerin hangi hal ve şartta olursa olsun öldürülmemelerini ilke haline getirmiştir. Cihadı bir kahramanlık gösterisi veya çapul vasıtası olmaktan çıkarmış, insanların hakkı görebilmeleri ve kabullenmeleri için son bir vesile olarak uygulamıştır. Hemen işaret edelim ki, bazılarının sandığı gibi cihad, asla bir din değiştirme ya da zorla İslâmlaştırma ilke ve hareketi değildir. Adalet, her konunun hakkını vermek, her şeyi yerli yerinde kullanmak ise, bunu İslâm başarmıştır. İnsan haklarını insan özüne en uygun şekilde belirlerken, cezaları da cezadan beklenen sonuçlara en uygun tarzda tayin ve tespit etmiştir. Bu konulardaki beşeri sapmaları da “Allah’ın koyduğu sınırlar konusunda sizi (anlamsız) bir acıma almasın” (en-Nur,2) buyurarak önlemiş ve asla Allah’dan daha merhametli olunamayacağını bildirmiştir. Kısaca, İslam’ı geçmişte “kılıç dini” olmakla suçlayanlar, şimdi onu terör kaynağı olarak gösterme yarışındadırlar. Oysa sevgili Peygamberimizin kendisini tanıtırken söylediği hadisimizdeki sözler ve tarihi gerçekler, İslam’ın bir şefkat sistemi, Hz. Peygamber’in de bir “rahmet önderi” olduğunu gözler önüne sermektedir. Tarih içinde müslümanların ya da Müslüman hükümdar veya devletlerin yapmış oldukları rahmet’e ters düşen hareket ve uygulamalar hiç bir zaman İslâm’ın ana karakterine ve onun Peygamberi’nin rahmet peygamberi niteliğine gölge düşüremez. Sorumluluk, hatalı davrananlara aittir. Bu sebeple şimdi, bütün bir dünya, yeniden Rahmet Peygamberi’ne, onun uygulamalarına hasret... * *Bu Yazının hazırlanmasında Erkam Yayınları, İmam Nevevi, Riyazü’s Salihin (8 Cilt) adlı eserden İstifade edilmiştir. 11 Eylül -Ekim-Kasım Y Hasbihal Ayşe Erbalcı eni bir ‘‘Tebessüm’’ le tekrar beraberiz kıymetli okuyucular… Hayatın bütününü şekillendiren, temel kurallar ışığında hareket etmeye gayret gösteren bir toplulukla yaşamanın güveni ve sevinci içerisinde Yüce Rabbime şükrediyor, iyilik yapmak için bir araya gelmeye çalışan tüm hizmet arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Hizmet gayesi ile yaşayan ve bu dert ile Rabbinin huzuruna varan Müslümanların ahrette rıza-i ilahiyi kazanacaklarına inandığım gibi bu hizmetler sayesinde dünyada da huzur bulduklarına ve çevresindekilere huzur verdiklerine inanıyorum. Esasları Kuran’la belirlemek, Peygamberimizin örnek hayatına bakarak hayatı şekillendirmek, ne yapacağını, neden yapacağını, nasıl yapacağını bilmek, insanı mutlu, huzurlu ve güvende kılıyor. Gürpınar Kız Kur’an Kursu, her geçen gün daha kaliteli ve daha çok insana ulaşma gayretiyle hizmet etmeye devam ediyor. ‘‘Daha iyi nasıl yaparız? Daha çok hizmet için nelere dikkat etmeliyiz? Daha verimli çalışmalar için hangi yöntemleri benimsemeliyiz?’’ sorularının cevabını aramakta- yız. Hizmet ettiğimiz varlık eşref-i mahlûk olan insan, hizmet konumuz ise din eğitimi… Böyle olunca, her sözümüz farklı bir önem arzediyor, her davranışımız farklı bir örnek teşkil ediyor. Öğrenmeye, anlamaya, uygulamaya gelmiş/ gönderilmiş olan o kadar öğrenci, işimizin önemini, hassasiyetini belirliyor. Ama kafamız hiçbir zaman, hiçbir noktada karışmıyor. Zira ölçümüz belli, örneğimiz tek… Kur’an Kursları eğitimlerinde Efendimizin hayatından önemli örnekler var; Efendimizin Suffa Ashabı olarak isimlendirilen eğitim gönüllüleri, bizler için zirve misallerdir. Efendimiz, Suffa Ashabının ilk öğretmeni, ilk hocası, ilk rehberi idi. Bizler de aynen Suffa Ashabı gibi Efendimizin ‘‘Hikmet’’ çağlayanından kana kana ‘‘Hakikati’’ içmek, Kur’anın feyizli ikliminde neşv-ü nemâ bulmak ve O’nun çorak toprakları dirilten nefesinden bir zerre nasiplenebilmek gayesi ile bu hizmet kervanında kendimize bir yer bulmaya çalışıyoruz. Rabbimiz liyakatimiz artırsın. Ashab-ı Suffa ki, bütün zamanlarını Kur’an ve Sünnet-i Rasûlullah’ı öğrenmeye hasretmiş, gerektiğinde gâzâlara da katılmış mümtaz şahsi- 12 Eylül -Ekim-Kasım yetler… Hayatlarıyla, mütevazı fakat feyizli bir yaşantıya sahip güzide Sahabîler… Bir irfan ordusu… Gönül gözüyle baktığımızda, düşünce dünyamıza huzur veren örnek hayatlarıyla, Efendimiz (s.a.v.) ve ashabını anlamak, onları sevmek, onları örnek almak her müslümanın temel vazifelerinden biridir. Onlar, Kur’an ilimlerini tahsil ederler, Rasûli Ekrem (s.a.v.) Efendimizin va’z ve nasihatlerini dinleyerek hayatlarına şekil verirlerdi. Vakitlerini Rasûlüllah (sav)’ın huzurunda geçiren bu mübârek zümre, Efendimiz (s.a.v.)’den feyz alır, çevrelerindeki insanlara bu ilmin öğretilmesi için gayret gösterirlerdi. Onlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından tespit edilen muâllimler, Müslüman olan kabilelere Kur’an öğretmek ve Sünnet-i Rasûlullahı beyân etmek için gönderilirlerdi. İşte bu yaşananlar ışığında biz de eğitim kurumumuzda İslamı idrak etmeye çalışan talebelerimizin yetişmesi için gayret gösteriyor, onların çevrelerine ışık tutmaları için özel eğitimler veriyoruz. Onların Kur’anın içeriğini en doğru şekilde anlamalarına ve uygulamalarına, verdikleri kararlarda İslam’ın imzasının olmasına, bu temel üzerinde yetiştirilmelerine gayret ediyoruz. *** İçerisinde bulunduğumuz yaz dönemi için, kursumuza kayıt yaptıran öğrencilerimizin kontenjanın üstündeki yoğun talepleri heyecanımızı artırdı. Ramazan ayına rastlayan ikinci 5 haftalık yaz döneminde de aynı talep yoğunluğu bizleri sevindirdi. Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen öğrencilerimizin kaynaşmaları, dünya hayatlarında unutulmayacak dostluklara vesile olduğunu gördük. Eğitimin yanı sıra sosyal etkinliklerle sıcak yaz günlerinde, serin, huzurlu, manzaralı, tatil kıvamında bir dönem geçirdiklerini dile getirdiler. Arzu ederek, ya da kendileri istemeden anne-babalarının arzusu ile gelen öğrencilerimiz, kurs süresi bitip ayrılırken samimi itiraflarıyla duygularını ifade ederek ayrıldılar. Kursumuzda doğru bilgiler verip, uygulamasında doğru örnek olan değerli hocalarımız gerektiğinde anne, gerektiğinde abla-kardeş şefkati ile öğrencilerle ilgilenmekteler. Evlerinden ilk defa ayrılan öğrencilerimize ev sıcaklığını aratmamak gayretiyle, yoğun çaba sarfettiler. Aşçılarımızın pişirdiği bol çeşitli ve lezzetli yemekler öğrencilerimiz ve aileleri tarafından takdir edildi. Mübarek gün ve geceler nedeniyle tertip edilen programlara öğrencilerin yanı sıra aileleri de davet ederek, manevi atmosferden birlikte istifade ettik. Gezi ve pikniklerle yaz kursunu eğlenceli hale getirdik. Daha önce olduğu gibi, bu yaz döneminde de bizleri yalnız bırakmayan tüm hizmet gönüllüsü dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Zira güç, inanç birlikteliğindedir. Hakikat meşalesinin yanmasına hizmet verenler, bunun bu dünyada da ahrette de mükâfatını görecektir. Tarih, birlikte çıkılan yollarda gösterilen gayretler ölçüsünce, samimi niyetlerin oluşturduğu başarılarla doludur. İyi şeyler yapıyor olmak, daha iyisine aday olmak yaşamı anlamlı kılıyor. Evet, daha iyisini başarmak için her türlü destek bizi daha da güçlü kılacaktır. Öğrencilerimizin ilgisini devam ettirmenin yanı sıra, çevre, dost ve duyarlı insanların maddi ve manevi destekleri, bu hizmetlerin artarak devam etmesine vesile olacaktır. İyiliklerin sayısını arttırmaya kararlı, zor da olsa hakikatten vazgeçmeyen istikrarlı insanlarla yürümenin huzuruyla, diyorum ki: Rabbim bizlere rehberlik eden muhterem büyüklerimizden razı olsun, hizmet sevdalılarının sayısını artırsın, öğrencilerimize idrak zenginliği, öğrenme azmi ve öğrendiklerini hayatlarına yansıtma gücü versin… ÂMİN… 13 Eylül -Ekim-Kasım Rabia Yelimlibağ | [email protected] Merhamet Rahmetin kaynağı, Rahman ve Rahim olan Allah(c.c) Seni âlemlere rahmet olarak gönderdiğinde, aslında her zerreyi kuşatan ve hiç azalmayan rahmetiyle bize lütfediyordu. Ve senin ellerinle gösteriyordu, çökmüş, ruhunu kaybetmiş; her beldenin, her devletin ve her milletin; vurmadan, öldürmeden nasıl çağları aşacağını. merhametli olan her kalbi sevsin! Rahmana giden yol bu! Bütün peygamberlerin attığı adım bu! Ülkeleri fetheden tılsım bu! Yüreklere yol açan kapı bu; Merhamet... Her nebinin sesiyle yükselttiği bu çağrı her asırda unutulduğu gibi yine unutulmuşken o karanlık asırda; kızlarını elleriyle toprağa atan, kölesini hayvanıyla bir tutan karanlık yüzlü insanların asrında. Güneş gibi doğandı O. Merhametti O. Ve asırlarca batmayacak, solmayacak insanlığı ayakta tutacak nurdu O.Ve her asırda O Güneşin halesinden nasiplenen her yiğit, tuttuğu elin rahmetini, önce kalbinde, sonra gördüğü her canlının nefesinde yaşatır. Yaşarken de öldüğünde de O güneşin halesini, O merhametli elin nefesini hissettirir her anda her bir yana. Rahman ve Rahim olan Allah! Senin ellerinle, Senin merhametli ellerinle yüceltiyordu insanlığın ruhunu... Bilinen gerçekler, her söylendiğinde sadece biliniyor ya, işte en bilinen ama en çok unutulan gerçektir merhamet! Ama Rahmana giden yol bu! Yoksa niye her “Kitab”ı açtığımızda, Rahman ve Rahim isimlerini zikrettirsin bize. Niye âlemlere “rahmet” olarak göndersin Sevgiliyi (s.a.v).Ve niye 14 Eylül-Ekim-Kasım Hissettirir, yüreği her güzel, kalbindeki güzeller güzelini. O’nu seven O’na benzer ya işte seveninin yanında da O’nun varlığını hissedersiniz... ğini de çeken kaybedilmiş köprü altı çocuklarının yanında ve kalbi üşüyenlerin, korkutulanların hatta korkutanların civarında, merhamet dolu ellerin! İşte ben, kuytu bir tepede, yürüdükçe çatırdayan ahşap yapılı türbenin hoş kokulu havasında, renkli avizelerine dalmışken hissediyorum Seni! Kalabalık caddelerin, sokakların, kaldırımların arasından, huzura ulaşan bir yokuşun sonunda, denizin kucakladığı bu kuytu tepede evet işte tam burada yine anıyorum Seni! Keşkelerin ve memnuniyetsizliklerin sıkıştırdığı gafil ömürlerimizden uyanıp, daracık benliğimizden sıyrılıp, ummanından bir damla, ışığından bir hale alabilirsek eğer; kararan ellerimize, evlerimize yüreklerimize, depresif tavırlarımıza, memnuniyetsiz söylemleri-mize amaçsız ömrümüze bir ışık bulacağız altın çağından. Gönlüne düştüğün her kişiyi seçkin kılıyor ya Rabbim, işte ben de bu renkli avizelerin altındaki bu seçkin kulun makamında hissediyorum; narin ve merhametli ellerini! Eşine, evladına, elinin altındaki hizmetkârına hatta sahip olduğu hayvanına zulmeden katı kalpli bir toplumu, altın nesil yapan merhametli ellerini göreceğiz karşımızda. Eşinin hakkını gözeten, evladına ve bütün âleme merhametle bakan, incitmeyen, incinmeyen bir nesil hayal gibiyken şimdilerde; O bu hayali gerçek yaptı! Ve o altın nesil de bizim gibi insandı! Narin ve merhametli ellerin! İpekten bir dokunuş gibi değiyor asırlardır yüreklerimize. Bizi sarıyor, ıstıyor, yaşatıyor, yakıyor, bizi biz yatıyor. Bizi insan yapıyor. İnsan kılıyor bizi. Unutulan gerçek bu. Ve bizi insan yapacak gerçek de bu. Narin ve merhametli ellerini asırlardır üzerimizde hissettiren Sevgili; seni anlayan bir gönül olmak ve bu gönülle yürekleri fetheden seçkin kullardan olabilmek için aslında Rahmana ulaşan yol bu. Seni sevdikçe anlıyoruz, sevdikçe yaklaşıyoruz, sevdikçe merhametin sınırsızlığını izliyoruz, hayatının her anında. Uçsuz bucaksız maviliğinde denizlerin, her gemiyi taşıdığı gibi ve her canlıyı barındırdığı gibi toprağın, sığıyor senin de her yaratılmış ummanına! Ellerin, merhametli ellerin! Geziyor; okşanmamış bir yetim başın üstünde, kırgın ve yalnız bir yürekte, sahipsiz ve mazlum milletlerin yanında, bombalar altında inleyenlerin ‘ah’ında, şiddetle kalkan elin altındaki çaresiz yüzde, huzurunu kaybetmiş, amaçsız bir adamın düşüncelerinde, iffetini kaybetmiş, savrulan bir kadının kalbinde, nefesiyle beraber içine terkededilmişli- Ey Rabbimiz bizi rahmetinle kuşat! Merhametinle oldur yüreklerimizi! Çünkü biliyoruz ki merhametten mahrum olan her hayırdan mahrum olur! 15 Eylül-Ekim-Kasım www.osmannuritopbas.com Dergahı Kılmak GÖNLÜ RAHMET ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm: “–Yâ Rasûlâllah! Biz hepimiz merhametliyiz.” dediler. İslâm’ın hikmet ve hakikatlerinden mahrum bir insan, dünya hayatının imtihan hâdiseleri içinde, sürekli değişen şartlar sebebiyle, rûhâniyet ve nefsâniyet arasında bocalar durur. Bu hâliyle o tıpkı; Karanlık, fırtınalı ve girdaplı bir okyanustaki dümeni kırık bir gemi gibidir. Rûhunun muhtaç olduğu mânevî rotayı kaybetmiş olduğundan, nefsin hangi girdabında helâk olacağı, meçhuller arasındadır. Hayat yolculuğunun girift koridorlarında dolaşan insanın, kulluk haysiyet ve şerefini kaybetmemesi, ebedî saâdetini mahvetmemesi ve diğer taraftan da İslâm’ın incelik ve zarâfetini idrâk edebilmesi için tâkip etmesi gereken yolu, sırf âciz aklıyla keşfedebilmesi mümkün değildir. Bu ebediyet yolculuğunda ilâhî irşad kânunlarının hükümranlığına ve rehberliğine şiddetle ihtiyaç vardır. Allah Rasûlü r buyurdular ki: “–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, (evet) bütün şâmil merhamet!..” (Hâkim, IV, 185/7310) Yani Rasûlullah Efendimiz’in şefkat ve merhameti, cihânşümûl bir vasfa sahipti. Zira O’nun mübârek gönlü, bütün mahlûkâta Hâlık’ın nazarıyla bakış tarzı kazanmıştı. Bunun içindir ki O, düşmanına bile merhametle bakabilen bir ruh asâletine sahipti. Nitekim Bedir Gazvesi’nde ordular karşı karşıya gelmiş, Rasûlullah Efendimiz, savaş yapmadan anlaşmak için müşriklere elçiler göndererek son îkazlarını yapmaktaydı. Bu esnâda Hakîm bin Hizâm’ın da aralarında bulunduğu bâzı müşrikler, müslümanların havuzundan su içmeye geldiler. Müslümanlar onlara mânî olmak istedikleri zaman Allah Rasûlü: “–Bırakınız içsinler!” buyurdu. Gelip içtiler. Daha sonra ise Hakîm hâriç bu müşriklerin hepsi, kılıç çektikleri İslâm ordusu tarafından öldürüldü. Hakîm ise ileride hidâyetle şereflenecekti.3 Yine müslümanlara yıllarca her türlü zulmü revâ gören Mekke müşrikleri açlık ve kıtlığa mâruz kaldıklarında Rahmet Peygamberi Efendimiz r onlara erzak göndermişti. Böylece vaktiyle ambargo uygulayıp kendilerini açlıktan ölüme terk etmiş olanlara, İslâm’ın ne kadar yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olduğunu tebliğ etmişti. MERHAMET UFKU İslâm ahlâkı, gerektiğinde kendi ihtiyacından fedâkârlık ederek bir din kardeşinin gönlünü hoşnud etmekle huzur bulan, böylesine mükemmel bir gönül kıvâmı inşâ etmiştir. Bu kalbî olgunluğa ulaşanlar; “Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan değildir.”1 “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”2 hadîsi şerîflerini bütün mânâ ihtişâmıyla kavramışlardır. Yani ellerinin ulaşabileceği her yerden ve her şeyden sorumlu olduklarını anlamışlardır. Açlığınsa sadece mîdenin acıkmasından ibâret olmadığını, asıl ruhların aç kalmasının insanı çok daha ciddî hastalık ve buhranlara sürükleyebileceğini idrâk etmişlerdir. Emsalsiz örnek şahsiyetimiz Hazret-i Muhammed Mustafa r Efendimiz ashâbına bir gün: “–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim 16 Eylül -Ekim-Kasım Yine Efendimiz r , her fırsatta Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, nezâket ve bilhassa gönül kırmama ve kırılmama hassâsiyetini telkin ediyordu. Bu sâyede kalpler inceliyor, nezâket ve zarâfet zirveleşiyor, İslâm’ın güler yüzünü temsîl edecek bir gönül kıvâmı inşâ ediliyordu. Hattâ Rasûlullah r hayvanların bile bakımı ve temizliği husûsunda pek çok tavsiyelerde bulunuyor, bilhassa koyun ve keçilerin üzerindeki kir ve tozların temizlenmesini istiyordu.4 Bir yılan veya zararlı bir hayvan öldürüleceği zaman bile ona eziyet edilmeden, tek vuruşta öldürülmesini emrediyordu. İslâm ahlâkı, gerektiğinde kendi ihtiyacından fedâkârlık ederek bir din kardeşinin gönlünü hoşnud etmekle huzur bulan, böylesine mük-emmel bir gönül kıvâmı inşâ etmiştir. Sahâbeden Ebu’d-Derdâ t develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve, yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ t hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sahiplerine şöyle dedi: “–Eğer Allah Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyetleri affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Rasûlullah r Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim: Cuayl bin Sürâka t’ı yanına çağırarak onu bu köpek ve yavrularının başına nöbetçi dikti. Onların İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte bulundu.6 «Allah Teâlâ bu konuşamayan hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir arâziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsâade edin! Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»” Bir ara Efendimiz r ateşe verilmiş bir karınca yuvası gördü. Bu hâli kabullenemedi; karıncaların yanık yuvası, onun rakik kalbini dehşete sevk etti. Büyük bir teessürle: “Kim yaktı bunu? Ateşle azap vermek sadece ateşin Rabbine mahsustur.” buyurdu.7 (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 226/1978) Yine Rasûlullah r bir koyunu sağmakta olan bir şahsa rastlamıştı. Ona: “–Ey filân! Hayvanı sağdığında yavrusu için de süt bırak!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 196) Yine Peygamber Efendimiz r, hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüştü. Yanındakilere: «–O bedevîyi bana getirin, ancak ona yumuşak davranın, onu korkutmayın!» buyurdu. Bedevî yanına geldiğinde nâzik bir üslûpla: «–Ey bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!» buyurdu. (İbnü’l- Sevâde bin Rebî t şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder: “Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp kendisinden bir şeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da bana şu tavsiyede bulundu: «–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle, hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Beyrut 1417, VI, 378) Yaş bir dalın bile gereksiz yere kırılmasına gönlü râzı olmayan Efendimiz r, ümmetini her fırsatta ve her şeye karşı nezâket, zarâfet, letâfet ve merhamete dâvet ediyordu. Nebâtâta karşı bile hassas davranmamız gerektiğini ifâde sadedinde şöyle buyuruyordu: “Yerde bitmiş olan hiçbir bitki yoktur ki, onu nezâretçi bir melek kanatlarıyla korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hasad edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiye basıp ezerse, melek ona lânet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196) Yine Efendimiz r ashâbıyla Mekke’ye giderken yolları üstünde kıvrılmış uyuyan bir ceylana rastladılar. Âlemlere Rahmet Efendimiz, ashâbından bir şahsa, herkes geçinceye kadar ceylanın yanında bekleyip kimseye hayvanı tedirgin ettirmemesini emretti.5 On bin kişilik orduyla Mekke fethine gidilirken de, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görüldü. Efendimiz r ashâbından 905/9122) 17 Eylül -Ekim-Kasım YARATAN’DAN ÖTÜRÜ!.. Hak dostlarından Ahmed er-Rufâî Hazretleri, hayvanlara karşı çok merhametli idi. Bir köpek, cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Köpeği görenler, ondan tiksiniyor ve onu hiç kimse kapısına koymuyordu. Köpek, bu şekilde kapılardan kovula kovula, Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin kapısına geldi. Dermansız ve yara-bere içindeydi. Köpeğin bu hâlini gören Ahmed er-Rufâî, onu alıp şehrin dışında bir yere götürdü. Ona bir gölgelik yaptı. Köpeği orada tedâviye başladı. Temizledi, yarasına merhem sürüp karnını doyurdu. Kırk gün bu şekilde tedâvi gören köpek sıhhate kavuştu. Cüzzamdan eser kalmadı. Sonra köpeği güzelce yıkayıp şehre getirdi. Kendisine: Yine Efendimiz r ashâbıyla Mekke’ye giderken yolları üstünde kıvrılmış uyuyan bir ceylana rastladılar. Âlemlere Rahmet Efendimiz, ashâbından bir şahsa, herkes geçinceye kadar ceylanın yanında bekleyip kimseye hayvanı tedirgin ettirmemesini emretti. “–Efendim! Bu köpekle çok alâkadar oldunuz, acaba hikmeti nedir?” diye sordular. Onlara şu karşılığı verdi: “–Kıyâmet günü Rabbimin bana, «Bu köpeğe niçin acımadın? Onu uğrattığım bu belâdan niçin kurtarmadın? Aynı belâya senin de düşebileceğin ihtimâlini niçin düşünmedin?» diye sormasından korktum. Ey insanlar! Kalplerinizi Allah Teâlâ’nın yarattıklarına karşı merhamet hissiyle doldurunuz. Cenâb-ı Hakk’ın sizi de onlarla aynı derde müptelâ kılmasından korkunuz!” İşte Hak dostları, âdeta meleklerin letâfetinden hisse alma gayreti içinde, rakik bir gönülle yaşamışlardır. İnsanları incitmek, kul hakkı yemek, hakkı olmayan bir şeye el uzatmak şöyle dursun, sahip oldukları nîmetlere bile Hakk’ın bir emâneti nazarıyla bakıp derin bir mes’ûliyet hissiyâtı içinde, son derece nâzik ve titiz ölçülerle davranmışlardır. KARINCAYI BİLE İNCİTME!.. İşte mü’min gönüllere en büyük örnek olan nebevî ahlâkın bereketiyledir ki bir çiçeği bile koparmaya kıyamayan, bir karıncaya bile ulu nazarla bakan rakik kalpli, ince düşünceli ve derin duygulu insanlar yetişti… Şu hâdise bunun şâheser misallerinden biridir: Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetvâ istedi: Dırahta8 ger ziyân etse karınca, Zararı var mıdır ânı kırınca? Pâdişâh’ın bu fetvâ talebine, Ebussuûd Efendi de bir beyitle cevap verdi: Yarın Hakk’ın dîvânına varınca; Süleyman’dan hakkın alır karınca!.. Bir karıncayı bile incitmekten çekinecek kadar mükemmel bir mânevî terbiye ile gönülleri yoğrulan kâmil mü’minler, bütün mahlûkâta rahmet pınarı oldular. Şefkat ve merhametleri bütün mahlûkâtı kucaklayacak kadar genişledi. Gölgesi her yere ulaşan rahmet bulutları hâline geldiler. Bereketli nisan yağmurları gibi bütün mahlûkâtın gönül bahçelerini yeşertip ihyâ ettiler. Her şeye karşı güzel ahlâkın incelik, nezâket ve zarâfeti içinde yaşadılar. Unutmamak gerekir ki Cenâb-ı Hak, mü’minleri her vesîle ile Dâru’s-selâm’a, yani cennete dâvet ediyor. Bunun için de gönül âlemlerinin dâimâ; • Cenâb-ı Hak’la beraber olup her an ve her vesîleyle Allah rızâsını aramasını, • Allah Rasûlü’ne muhabbetle itaat hâlinde olmasını, • Din kardeşliği mes’ûliyetini unutmamasını, • Hâlık’ın nazarı ile mahlûkâta şefkat, merhamet ve muhabbetle bakış tarzı kazanmasını istiyor. Rabbimiz, bu hassâsiyetleri gönüllerimizden eksik etmesin! Yüreklerimizi, içinde bütün mahlûkâtın huzur ve sükûn bulduğu bir şefkat sığınağı ve rahmet dergâhı eylesin! Âmîn!.. Dipnotlar: 1) Hâkim, Müstedrek, IV, 352; Heysemî, Mecmau’zZevâid, I, 87. 2) Hâkim, II, 15/2166a. 3) İbn-i Hişâm, II, 261. 4) Heysemî, IV, 66-67. 5) Muvatta, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78. 6) Vâkıdî, II, 804. 7) Bkz. Ebû Dâvud, Cihâd 112/2675, Edeb 163-164/5268. 8) Dıraht: Ağaç. 18 Eylül -Ekim-Kasım Süleyman Küçük Cennet Beylikdüzü İlçe Müftüsü R ize ili Çayeli İlçesi Kaptanpaşa köyünde 1956 yılında doğdum. İlkokulu aynı köyde okuduktan sonra 2 sene medrese tahsili gördüm. 1976 Trabzon İmam-Hatip Lisesi mezunuyum. 1985 yılı Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldum. 1977 yılında inegöl’de İmam-Hatip olarak beş (5) yıl çalıştım. 1981 yılından itibaren sırası ile Bayburt- Aydıntepe, Ordu- Aybastı, Giresun- Görele, Yalova- Çınarcık ilçelerinde Müftülük yaptım. Halen Ağustos 2008 yılında başladığım Beylikdüzü İlçe Müftülüğüm devam etmekte olup evli ve 4 çocuk babasıyım. Kervanına Katılmak Müslüman buğz eden değil bağışlayan olmalıdır. Ta ki kişi mukaddesatımıza saldırmasın. Unutulmamalıdır ki; Bağışlayan bağışlanır. Seven sevilir. Ama yeren de yerilir. Biliriz ki sırtını dönen değil, yüzünü dönen, sözünü söyleyen ve söyleneni dinleyip değer veren kazanmıştır. Müftülüğümüze bağlı Gürpınar Yatılı Kız Kur’an Kursu’muz bizim değerlerimizle kolej gibi hatta fakülte gibidir. Orada olmak eğitim almak ayrıcalıktır. Bu hizmet katarında görev almak cennet kervanına katılmaktır. Bu vesile ile Kur’an Kursu’muzdaki hangi kademe de olursa olsun hizmet verenlerden HAK razı olsun dilerim. Eğitim alanların-verenlerin nimetinin kıymetini bildiklerini düşünüyor şükreden olduklarını ümit ediyorum. Sözlerimi sonlandırırken; Tebessümümüzün ve sevginizin daim, dualarının makbul olmasını dilerim. Sevgilerimle Saygılarımla… Herhangi bir ayırıma tabi tutulmadan Âlemlerin ifade edilmiş olması, her can için Rahmet ifade eden bir peygamberin ümmeti olduğumuzun göstergesidir. O halde her birimizin ihtiyaç duyduğu rahmet sunanı tanımak ve O’na ulaşmak için gerekeni yapmak kurtuluşumuza vesile olacağı kanaatindeyim. Gün geçtikçe ayrışan, birbirinden haberdar olmayı, birbiri ile yardımlaşmayı ve paylaşmayı adeta unutan toplumumuzun günümüzdeki en büyük ihtiyacı MERHAMET olmuştur. Merhametsiz merhamet olunmayacağını bilmek gerekir. Yaratılanı sevmek kişiyi YARADAN’A götürür 19 Eylül -Ekim-Kasım Sevgi S evgi muhabbetin türkçesidir. Sevgi, halk dilinde çok söylenen bir sözcüktür. Söylenmesi, kulağa gelişi, her hali ile güzeldir. Şair ne güzel söylemiş: ‘‘Sevmek mi güzel, yoksa sevilmek mi? Ne dersin ?’’ Bazen sohbetlerde sorarım, bazıları ‘ikisi de güzel’, bazısı ‘sevilmek’, bazısı da ‘sevmek’ derler. Kendi kendime de sorarım: -Hangisi güzel? Hepsi haklı. Sevmek ve sevilmek gibi var mı? Hepsi güzel de, sevmeden sevilmeyi istemek biraz haksızlık olmuyor mu? İnsan önce sevmeyi öğrenmeli, çünkü seven sevdiğinin emrinden çıkmaz, ona fedakârlıktan kaçınmaz. Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamız sık sık ifade ederler; ‘‘Sevginin ölçüsü fedakârlıktır’’. Ne kadar fedakârlık yapıyorsan, ne kadar özveri ile mukabelede bulunuyorsan, o kadar çok seviyorsun demektir. İnsan sevdiğini üzmez. En çok sevgimiz Allah’a (C.C.) olmalıdır. Sorulunca: -Allah’ı seviyor musun? -Elbette. Ahmet Mukdat Ziylan Pekâlâ, Allah’ın emirlerini yapıyor, haramlarından kaçıyor musun? Dediğinde, -Eh, Allah (c.c.) affı sever, affeder diye, ümit ederler. İyi de Rabbim sana gereken her şeyi vermiş. Örneğin, sen olmazsa olmaz, namazı bile ihmal ediyorsan bu nasıl sevgidir. Şair söyler; ‘‘Ezanlar okundu niçin duymadın? Allah rızası için, alnını yere koymadın Beş vakit namazı ihmal edip, kılmadın Bende seni cennetime koymadım !’’ Derse Allah (c.c.) sen ne cevap verirsin? -Ben namaz kılmayı, namaz surelerini okumayı bilmiyorum. Bu, mazeret değil tabii ki. Mutlaka bir hoca bul, ondan ders al. Veya kitaplar var: onlardan al, utanma, çekinme ve nefsine ağır gelmesin. Ne yap, et öğren ve sevdiğine mahcup olma. Allah’tan (c.c.) sonra en çok Peygamberimiz Muhammed Mustafa(s.a.v)’i sev! Her şeyden daha çok sev! O’nu yeterince sevmezsen, Yaratan Mevla’mızı sevmiş olmazsın. O yüce Peygamberin yolundan gitmezsen, söylediklerini yapmazsan, nasıl seviyorsun? Bir düşün… O’ndan şefaat bekliyorsun. O sevdiğine şefaat eder. Sen O’nu yeterince sevmiyorsan, O seni nasıl sevsin? Demek ki, önce hakkı ile sevmek lazım, sonra hakkı ile sevilmeyi beklemek gerekir. Allah’ın (C.C.) bütün yarattıklarını da sevmek lazım. İnsanları, kardeşlerimizi, ana-babalarımızı da sevmek lazım. Onların eksik yanlarını değil, daima iyi taraflarını görmeli; hürmette kusur etmemeli, fedakârlıktan kaçınmamalıdır. Bir gün Anneme: ‘‘- Anne, sen ne güzelsin, ne tatlısın, Allah’ın nuru yüzüne vurmuş, ’’ diye iltifatta bulundum. O da: ‘‘- Oğlum, asıl sen güzelsin. Sen seviyorsun da, sana güzel görünüyor. Yoksa yaşlı kadının güzelliği mi olur? ’’ diye cevap verdi. Ona tekrar sordum: ‘‘- Anne, sen herkesi sevdiğini söylersin; Hiç sevmediğin var mı? ’’ Biraz düşündü, ‘‘- Yok, yavrum, hatırıma gelmiyor. ’’ Herkesi sevince kalpte kin, haset, nefret, kötü hasletten eser kalır mı? Hani, derviş Yunus ne güzel söylemiş; ‘‘ Yaratılanı sev, Yaratandan ötürü.’’ Cenab-ı Mevla’m, bütün canlı mahlûkata yavrularını sevdirmiş, üresinler çoğalsınlar diye. İnsanlara da yavrularını sevdirmiş. Eğer o sevgi olmazsa, çocuğun meydana gelmesinin, büyümesinin kolay olmadığını hepimiz biliyoruz. O sevgi, bütün zorlukları unutturur. Ben 50 yaşlarında iken, anama sordum. ‘‘Ana, bebekken, ne yaptığımı bilmediğim zamanlarda seni çok üzdüm mü? Üzdüm ise hakkını helal et.’’ dedim. -‘‘Yavrum, üzülmeden çocuk büyür mü? Sen biraz fazla eziyetliydin ve çok ağlardın. Her halde biraz rahatsızdın, ama ben hepsini unuttum. Şu güzel sözlerin, davranışın var ya, bana yeter ve hakkımı çoktan helal ettim. Yinede tekrar helal ediyorum’’ dedi. Hülasa çocuğunu herkes çok sever, onu Allah sevdirmiş. Çocuğun sana bir emanet. Acaba çocuklarımızı seviyoruz da, nasıl sevmemiz gerektiğini biliyor muyuz? Çocuğumuza önce güzel bir isim vermeliyiz. Çocuğumuzu helal gıda ile beslemeliyiz. Haram gıda ile beslenen çocuklara ne yapsan nafiledir. Bunun sorumlusu biziz. Çocuğumuzun eğitimine, ahlakına önem vermeliyiz. Çocuk yaramazlık yaptı, söz dinlemedi diye, basit sebeplerden dolayı dövülmemeli; hele çocuk niçin dövüldüğünü bilmiyorsa, onu huysuzlaştıran şeyin ne olduğu araştırmalı, hareketlerine tahammül ve sabır göstermeli, güzellikle, sevgi ile eğitmelidir. Çocuğun her isteği, her dediği olmamalı, her arzusu yerine getirilmemelidir. Güzel davranışlarından dolayı mükâfatlandırılmalı, yanlışları için güzelce ve yumuşak sözcüklerle anlatmalı, eğitilmelidir. Çocuğa hiç yalan söylememeli, kendisinin de yalan söylemesine izin verilmemelidir. Normal eğitimine önem verdiğimiz kadar, dini eğitimine de önem verilmelidir. Çocuğumuzun eline veya başka bir yerine sıcak çay dökülse, yansa, Allah göstermesin, ne kadar telaşlanır, heyecanlanır, hangi hastane yakın ise oraya ulaştırmak için, nasıl çaba sarf ederiz. Bundan doğal bir hareket olur mu? Çünkü çocuğumuz, ciğerparemiz, onun acı çekmesine asla tahammül edemeyiz. Pekâlâ, çocuğumuza Allah (c.c.)’ı Peygamber (s.a.v.)’i dinimizi sevdirdik mi? Dinimizin kurallarını öğrettik mi? Bu dünyada, haklı olarak, elinin biraz yanmasına bile tahammül edemediğimiz sevgili yavrumuzun, cehennem ateşine atılmasına nasıl tahammül ederiz? Hele ahirette, o zor günde, çocuğumuz bütün suçu, anne ve baba olarak bize yüklerse, -‘‘Bunlardan davacıyım, bunlar beni bu hale getirdi, beni eğitmediler, bana doğruları öğretmediler, ’’ derse; düşünelim, ne yaparız? Şu yaz tatilinde, camilerde, kuran kurslarında eğitimler veriliyor, çocuklarımızı oraya göndermeli, vazifemizi ihmal etmemeliyiz. Görevimizi yapıp onlara gerçek sevgimizi ispat etmeliyiz. Dilediğimiz gibi bir evlat olmaları için Mevlamıza çok çok dualar etmeliyiz. Dileriz ki çocuklarımız, seven, sevilen, uyumlu, çalışkan, cömert, fedakâr, merhametli, hünerli, Hakka-adalete saygılı, Allah’ı seven, Allah’ın sevgisinden mahrum olmaktan korkan, Peygamberini seven, dinini seven, İslam’ı aşkla yaşayan; ailesine, memleketine, devletine, İslam’a faydalı, hayırlı bir evlat olur. Rabbim hiç kimseyi hayırsız evlatla imtihan etmesin. 21 Eylül -Ekim-Kasım Fatma Zehra Esen [email protected] Merhamet åbidesi Bezmiâlem Valide Sultan S Bezm-i âlem Valide Sultan’ın Mührü Bezmiâlem Valide Sultan, son derece cömert, eli açık, şefkat ve merhametli birisiydi. O, bu özelliğiyle oğlu Sultan Abdülmecid’in israf ve gösteriş tutkusuna karşı bir dereceye kadar engel olmuştu. Devlet işlerine zaman zaman müdahil olmasına rağmen, mevkiini hiçbir zaman olumsuz bir tarzda kullanmamıştır. Yaşadığı sürece pek çok hayır eserler meydana getirmiştir. Özellikle mahalle mahalle dolaşarak fakir, muhtaç ve kimsesizlere yardım eli uzatarak yetim ve kimsesiz kızları evlendirmesi, borcunu ödeyemeyenlere ve tutuklu bulunanlara maddî yardımlarda bulunması onun ne kadar şefkat ve merhamet sahibi bir insan olduğunun delilleridir. Ayrıca Bezm-i âlem Vâlide Sultan hakkında şöyle bir menkıbe anlatılır: “Vâlide Sultan, yağmurlu bir havada faytonla saraya giderken bir su birikintisi içersinde boğul- ultan II. Mahmud’un hanımı ve Sultan Abdülmecid’in annesidir. Hayatıyla ilgili bilgiler çok azdır. Doğum yeri ve tarihi tam olarak bilinmemektedir. Küçük yaşta esirciler tarafından saraya câriye olarak getirilen bir Gürcü kızı olduğu bilinmektedir. Sarayda terbiye edilip yetiştirildikten sonra Sultan II. Mahmud’la evlendi. Daha sonra Osmanlı tahtına geçecek olan Şehzade Abdülmecid’i dünyaya getirdi. Böylece “ikinci kadın”lığa yükseltildi (Nisan 1823). Sultan Mahmud’un ölümünden sonra on altı yaşında bulunan oğlu Abdülmecid tahta çıkınca, Bezmiâlem de “Valide Sultan” unvanını aldı (Haziran 1839) Sultan Abdülmecid’in çocuk yaşta bulunmasından ötürü devlet işlerindeki tecrübesizliği, Bezmiâlem Valide Sultan’ın devlet ve hükümet işlerinde önemli görevler üstlenmesine sebep oldu. Bunda da başarılı oldu. 22 Eylül -Ekim-Kasım ma tehlikesi ile başbaşa kalmış, çırpınmakta olan bir kedi yavrusu görür. Hemen faytonu durdurur. Ve titremekte olan kedi yavrusunu alır, üzerindeki suları elleriyle silerek ayaklarının arasına alır ve onu büyük bir anne şefkatiyle ısıtmaya çalışır. Daha sonra saraya geldiklerinde kediyi güzelce doyurur ve ona gereken bütün ihtimâmı gösterir; böylece zavallı kediciğin ölümden kurtulmasına vesile olur. Vefâtından sonra sevenlerinden biri, kendisini rüyâsında görür. Merakla sorar: “Vâlide Sultanım, siz dünyâ hayâtında büyük hayır-hasenât sâhibi bir kimseydiniz. Kimbilir Cenâb-ı Hakk, sizlere ne büyük ikrâm ve ihsânlarda bulunmuştur!” Vâlide Sultan şöyle cevap verir: “Evet, yaptığım bu hayır ve hasenâta karşılık Cenâb-ı Hakk, bana büyük ikrâmlarda bulundu. Fakat asıl büyük ikrâmı, boğulmakta olan bir kedi yavrusuna gösterdiğim şefkat dolu hizmetimden dolayı bahşetti.” Ayrıca, Bezm-i âlem Vâlide Sultan’ın sık sık kullanmış olduğu mühründe kazınmış olan aşağıdaki ibâre, O’nun bu mânevî şahsiyetininin kaynağını ortaya koyan güzel bir örnektir: “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl? Zuhûrundan Bezm-i âlem oldu vâsıl!..” Bezmiâlem Valide Sultan ülkenin birçok yerinde tesis ettiği vakıf hayır eserlerinin devamlılıklarını sağlamak ve hizmetlerinin güzel bir şekilde görülmesini temin etmek üzere yeni kurduğu vakıflar aracılığıyla sürekli gelirler bağlamıştır. Ayrıca harap olan veya tamamen ortadan kalkan pek çok hayır eserlerini de onarıp yeniden ihya ettirmiştir. yapılmıştır. Hastanenin yapılış sebebi, 1843 yılında İstanbul’da ortaya çıkan çiçek ve kolera salgınıdır. İstanbul’da mevcut sağlık kuruluşlarından Üsküdar Toptaşı’nda Nurbanu Sultan Bimarhanesi, Haseki Bimarhanesi, Süleymaniye Darüşşifası ve Fatih Darüşşifası’nın tamamen dolmasıyla birlikte yeni bir hastaneye ihtiyaç hissedilmiştir. Hastane, bu tarihten iki sene sonra, yani 4 Nisan 1845’te tamamlanarak Sultan Abdülmecid ve devlet ileri gelenlerinin de katılımıyla açılışı yapılmıştır. Daha önceki yıllara kadar darüşşifa, bimarhane, şifahane gibi isimlerle anılan bu tür vakıf sağlık kuruluşları için hastane tabiri ilk kez bu müesseseyle birlikte kullanılmıştır. Hastanenin resmî adı “Yenibahçe’de kâin Bezm-i Âlem Gureba-i Müslimîn Hastanesi” iken, halk kısa isimleri tercihle “Bezmiâlem Hastanesi”, “Valide Sultan Hastanesi”, “Gurebâ-i Müslimîn Hastanesi” adlarını kullanmıştır. Mekke’de Gurebâ-yı Müslimîn Hastanesi Yapımına Bezmiâlem Valide Sultan hayatta iken başlanan bu hastane, vefatından sonra yarıda kalmışsa da vatandaşlarının sağlığına büyük önem veren Sultan II. Abdülhamid tarafından tamamlanmıştır. Okullar Dârülmaarif (Valide Mektebi) 1850’de hizmete girmiştir. İstanbul’da Cağal oğlu’nda II. Mahmud Türbesi’nin yanındadır. Devlet dairelerine memur kadrosu hazırlayan ve Dârülfünun’a talebe yetiştiren bir kurum idi. Söz konusu bina, günümüzde İstanbul Kız Lisesi olarak hayatiyetini devam ettirmektedir. Hayır eserlerinden en önemlileri şunlardır: Hastaneler: Gurebâ-yı Müslimîn Hastanesi (Vakıf Gureba Eğitim Araştırma Hastanesi) İstanbul’da Şehremini semtinde Yenibahçe’de inşa edilmiştir. Zamanına göre modern bir tarzda Bezmiâlem Valide Mektebi Beykoz Çubuklu’da yaptırılmıştır. 23 Eylül -Ekim-Kasım Bezmiâlem Sıbyân Mektebi 1844’de inşa edilmiştir. İstanbul’da Edirnekapı’da Molla Aşkî Mahallesi’ndedir. Bezmiâlem Sıbyân Mektebi (Yeşil Mektep) Dârülmaarif Mektebi’nin yayındadır. Onunla birlikte 1850’de açılmıştır. Yeşil Mektep olarak bilinir Camiler Dolmabahçe Camii Gureba Hastanesi Camii Köprüler Galata Köprüsü Çeşmeler Beşiktaş-Maçka’da Valide Çeşmesi Silivrikapı’da Uzunyusuf Mahallesi’nde Bez miâlem Çeşmesi Sultanahmet’te Üçler Çeşmesi Topkapı’da Bezmiâlem Çeşmesi Gurebâ-yı Müslimîn Hastanesi Çeşmesi Beşiktaş Cihannümâ Mahallesi’nde Bezmiâlem Çeşmesi Tarabya’da Bezmiâlem Çeşmesi Alibeyköyü’nde Bezmiâlem Çeşmesi Silivrikapı’da Abdullah Ağa-Bezmiâlem Çeşmesi Kasımpaşa’da Bezmiâlem Çeşmesi Topkapı’da Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan Çukur Çeşme Galata Kulesi yanındaki Bereketzâde Çeşmesi Sebiller Medine’de Bezmiâlem Sebili: Hz. Hamza Tür besi’ne giden yol üzerindedir. Medine’de Bezmiâlem Sebili: Şam Kapısı’nın dış tarafında. Kerbelâ’da Bezmiâlem Sebili Bunların dışında gerek İstanbul ve gerekse Osmanlı ülkesinin pek çok yerinde Bezmiâlem Valide Sultan tarafından yaptırılan, tamir ve yeniden ihya ettiren hayır eserleri bulunmaktadır. Söz gelimi, Terkos Gölü ve civarı, binlerce dönüm tarla ve araziler, çiftlik ve köyler, dükkân, eve, han ve değirmenler gibi gelirleri yüksek mülkler ile vakıflar bu cümledendir. Valide Sultan, ayrıca Kâbe ve Hz. Muhammed (s.a.v)’in türbesi ile İstanbul’da Eyüp Sultan Vakfı’na da çeşitli hizmetlerde bulunmuştur. İstifade Edilen Kaynaklar: ATASAVEN Asaf, “Bezm-i Alem Valide Sultan Gureba Hastahanesinde Son Yıllardaki Gelişmeler”, I. Türk Tıp Tarihi Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler–, İstanbul 17-19 Şubat 1988, s. 261-265. BAYRAM Sadi, “Sağlık Hizmetlerimiz ve Vakıf Guraba Hastahanesi”, Vakıflar Dergisi, sayı XIV, Ankara 1982, s. 101-11 KÂHYA Esin-Ayşegül D. Erdemir, Bilimin Işığında Osmanlıdan Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları, Ankara 2000, s. 242-245. ŞENTÜRK M. Hüdai, “Bezmiâlem Vâlide Sultan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 108-113. YILDIRIM Nuran, “Darüşşifalardan Modern Hastanelere”, Tarihi Sağlık Kurumlarımız: Darüşşifalar, 4. Bölüm, Sanovel İlaç Sanayii ve Ticaret A.Ş., c. II, İstanbul 2010, s. 145-146. Cafer Durmuş Vesilelerle TefekkŸr Tefekküre Vesile “Tefekkür: Düşünmek, bir şeyin inceliklerini anlamak için akıl yormaktır ve hayatı, hâdiseleri doğru okuyup, her şeyi yerli yerine oturtmak için mutlaka gereklidir… “Dünyanın ahvali ne garip” diye mırıldanıyorum. “Nesnelere bakış açına göre görüşün değişiyor. Hiçbir şey, ilk bakışta göründüğü gibi değil. Gölge varlıklardan gerçek manada uzaklaşabilirsem eğer; hakiki varlığa yakınlığın kapısına yol bulabilirim. Nesnelerin büyüklüğünü ve hakiki değerini bu mantıkla sorgulayabilirim… Tefekkürün, bilinçsizce yapılan nafile ibadetten efdal sayılması sebepsiz değildir…” Ulu mabetler kenti Bursa’da, teleferikle Uludağ’a çıkarken böyle düşünüyorum. Olup bitenleri isabetle yorumlamak için, ömür törpüsüne dönüşen şehirlere bazen dışarıdan bakmalı diyorum. Gözümün önünde uzayıp giden bereketli ovalara bakıyorum. Oraları karış karış paylaşma isteğinin insanları nasıl da kemirdiğini düşünüyorum. Bu muhteşem dağlara yukarıdan bakabilsem, nasıl düşünürdüm acaba? Aynı şekilde dünyayı seyretme imkânım olsa neler hissederdim? “Dikkat edin” diyorum yanımdakilere. “İnsanların ‘‘hayat mücadelesi’’ dedikleri şey bu şehirde ve böylesi yerlerde cereyân ediyor. Kavgalar bu yerlerde, bu yerler uğruna yapılıyor. Kinler buralarda bileniyor. İhtiras olup gönülleri kavuran aşklar buralarda alevleniyor. Bir karış yer uğruna cinayetler işleniyor bu mekânlarda. Kalpler kırılıyor, davalar açılıyor; mahkemeler kuruluyor. Hâlbuki Allah’ın hazinesi geniş; yerin içinde ve üstünde herkese yetecek miktarda rızık mevcut. Şu kadar var ki, kaderin cilvesi nasipleri yazan kalemin mürekkebinde tecellî etmiştir; nimetler deryasından herkese, ancak nasibine yazılan miktar verilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de; “dağlar, yer yüzünü tutan kazıklar(çiviler) dır” (Bk. Nebe’ 78/7) deniyor. “Bu nasıl kudret Allah’ım; bunlar ne muazzam çiviler?” diye önümde heybetle yükselen Uludağ’a hayret ediyorum. İnsanlar teleferikle ilgili teknik ayrıntıları merak ediyorlar. Üzerinden uçup geçtiğimiz ağaçların yapraklarını konuşuyorlar... Benim derdim bambaşka; yükselen bedenimle birlikte fikriyatımın da şehrin dışına çıkmasını istiyorum. Dilerse, Uhud dağının kendisi için altın kılınacağı teklifine “istemem” diyen Peygamberimizin büyüklüğü geliyor aklıma. Yerin altında ve üstünde bulunup bizce sayısı bilinmeyen hazinelerin genişliğini düşünüyorum. Hâdiselere her zaman bu bilinçle bakabilsek, diye hayıflanıyorum. O zaman hiç bir şeyi hırsla talep etmezdik. Gözlerde, büyütülen iğreti nesneler uğruna gönül kırmazdık... Kur’ân-ı Kerim’de; “düşünmeyi/akletmeyi” hatırlatan vurgular belli aralıklarla tekrar ediliyor. Hayat mücadelesinin verildiği alanları yukarıdan izleme fırsatı sunan bu tür seyahatlerin, Allah Kelâmı’ndaki bunca ihtara cevap bulmaya birer vesile teşkil edebileceğine inanıyorum. Birinci aktarma mevkiine vardığımda; “Allah katında sineğin kanadı kadar kıymeti olmayan dünya ve içindekiler ne ki” diye mırıldanıyorum. Uçsuz bucaksız uzay boşluğu ve oradaki milyarlarca galaksiler var daha… İkinci kez yükselirken, yönümü şehre dönüp bir daha bakıyorum; an be an gözümde küçülmekte olan devasa hanları, iş merkezlerini kuş bakışı seyrediyorum. Zirveye yaklaştıkça her şey iyice küçülüyor gözümde. Koca bir şehir, ayaklarımın altına serilmiş halı gibi. Bize de kısmet olan bu vesileye binaen diyeceğimiz şudur ki: Her halükarda inancıyla dik durabilenler, dünyaya kuş bakışı bakabilenlerdir ancak. Fizikî yükselişler, fikrî açılımlara basamak olabildiği ölçüde değerlidir. 25 Eylül -Ekim-Kasım Sorular... İ Hatice Şahin nsan bazı şeyleri yaşayarak öğrendiği zaman o bilgi daha kalıcı hale geliyor. Çocuk eğitiminde onların bitip tükenmek bilmeyen sorularına karşı ne kadar sabırlı olunması gerektiği bilgisinde olduğu gibi. İlmin anahtarı sorudur. Çocuk gördüklerini ve duyduklarını soru sorarak anlamlandırmaya çalışır. Aslında çocukluğa ait birçok güzel hususiyetin ileri yaşlarda da devamı gerekir. Mesela saflık, kin tutmamak, affedicilik, çok soru sormak, fitne ve fesattan uzak olmak… 6 yaşını daha tamamlamamış kızım bazen işlerimin en sıkışık zamanında gelir; her kelime başında “anne” sözünü mutlaka tekrarlayarak bir şeyler sorar ve benden cevap beklerdi. Eğer cevap vermezsem sorusunu cevaplayana kadar yenilerdi. İnsanlık hali bazen dayanamaz “yeter artık sürekli anne deyip durma” diye kızdığım olurdu. Taki internette bir annenin sözlerini okuyana kadar: ‘‘Üç yaşındaki çocuğum sürekli anne diyerek sorular sorardı, bir gün sabrım taştı ve bir daha bana anne sözünü söyleme” dedim. O günden sonra çocuğuma anne sözünü söyletmek için uğraşıyorum ama nafile.” Aslında çocuğumuzun soruları bizi sevindirmeli. Çünkü onların soru sorması demek zekâ seviyelerini gösterir ve bizim verdiğimiz doğru cevaplar sayesinde gelişmelerini sağlar. Bazen bu sorular bize yeni ufuklar açabilir. Yazar Fatih Erdoğan da olduğu gibi; Yazar, ilk ansiklopedisini dört yaşlarındaki bir çocuğun sayesinde 26 Eylül -Ekim-Kasım hazırlamıştır. Olayı kendi ifadeleriyle aktaralım: “Bir kitap fuarında iken dört yaşlarında bir çocuk geldi “bana bir kitap ver ki içinde her şey olsun.”Yazar “ve ben o gün karar verdim içinde her şey olan kitaplar yazmaya” diyor, bir cildini dahi o ufaklığın taşıyamayacağı ansiklopedilerin fikir babası, bu çocuk oluyor. Soran çocuk iş çıkaran, üreten çocuk demektir. Bizim vereceğimiz cevaplarla bağlantı kurarak zekâlarının işlevselliği daha da artar. Bu sorulara da bıkmadan usanmadan cevap vermek her kişinin değil er kişinin işidir. Bu er kişilerden birinin hikâyesi de şöyledir: Seksen yaşlarına merdiven dayamış bir baba ve onu ziyarete gelmiş kırk yaşlarında saygın bir işi olan oğlu ile salonda otururlar. Hoş-beşten sonra bir sessizlik olur ve oğlu tarafından ayrılık sinyalleri verilmeye başlar. Tam o sırada oturdukları divanın yanındaki pencerenin pervazına bir karga konar. Yaşlı adam gülümseyerek kargaya bakar ve oğluna, -Oğlum bu ne? Oğlu şaşkın, cevaplar: -O bir karga baba. Yaşlı baba hiç istifini bozmadan kargaya bakar ve yine sorar: -Oğlum bu ne? Oğlu daha da şaşkın bir halde: -Baba o bir karga. Karga hala pencerenin önünde sanki konuşulanları dinlemektedir. Yaşlı baba üçüncü defa sorar: -Bu ne? Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa döner ve birazda sert bir ses tonuyla cevaplar: -O bir karga baba, karga tamam mı? Diyerek cevaplar. Baba yine yüzünde tebessümle, ayağa kalkar kitaplarla dolu rafa doğru yavaş adımlarla ilerleyerek eski bir defter çıkarır. Defteri alarak oğlunun yanına oturur. Oğlu şaşkın bir halde olanlara anlam veremez. Babası bir sayfa açar ve okumaya başlar. Üç yaşındaki oğlumla oturuyorduk. Pencerenin önüne bir karga kondu. Oğlum kargaya bakarak sordu: -Baba bu ne? Bende: -Karga. Dedim 0ğlum tam yirmi üç defa “bu ne?”diye sordu ve ben yirmi üç defa “bu karga” diyerek sorusunu sevgiyle sarılarak cevaplıyordum. Bıkmak ne kelime her soruşunda kalbim sevgiyle doluyordu. Bütün annelerin bu kıssadan gereken hisseyi çıkararak er kişilerden olması arzusu ile... 27 Eylül -Ekim-Kasım Zekiye Koyun Benim Dualarım Allah diyelim her an Hızla geçiyor zaman Sevdiğin kullarından Eyle bizi YARADAN Helal rızık ver bana Günler geçsin huzurla Şükrederim daima Sana ulu YARADAN Hep iyilik dilerim Minnete koyma derim Canımdan çok severim Sengi yüce YARADAN Günahlarımızı affet Peygambere komşu et Mutluluğu daim et Bize ulu YARADAN Kaza ve belalardan Şeytanın fesadından Cehennem azabından Koru bizi YARADAN Cennetine girmeyi Cemalini görmeyi İman ile ölmeyi Nasip eyle YARADAN Kevser şarabın içir Mizan tartıdan geçir Sırat köprüden uçur Bizi yüce YARADAN Münacat Bir nazar kıl asi kulun halına ahvanına Günahkarım boynu bükük geldim senin babına Kulu affetmek yaraşır senin yüce şanına Bağışla bizi Ya Rab ol Nebiyyi zişanına Göstermedik ahdimizde sözümüzde bir vefa Acı bize halimizi sen arzeyle Allah’a Senin duan redolunmaz ol hüdanın yolunda Rahmetenlül aleminsin Ya Muhammed Mustafa İman ile Kur’an ile göçebilsek ukbaya Hangi yüzle çıkacağız mahkeme-i Kübraya Günahlarım sevaplarım dökülünce ortaya Ayan olur halimiz şefaati Mustafa’ya Secdelere kapandı o hep ağlaya ağlaya Ümmetinin affı için çok yalvardı Mevla’ya Bağışladım ümmetini hem de istediğin kadar Müjdesini verdi Mevla’m Muhammed Mustafaya Ne büyük lutuf Ya Rab Habibine ümmet olmak Şefaati sayesinde cehennemden kurtulmak Eğer bizler O’na layık ümmet olabilirsek Milyarlarca selam olsun Habib-i Kibriya’ya Gayet eyle Mehmet Emin sadık ümmet olmaya o peygamber sandağının altında toplanmaya Kadir mevlam rahmetiyle lutfu ihsan ederse Habibimin hürmetine gir cenneti âlâya Mehmet Emin Erbalcı 28 Eylül-Ekim-Kasım Merhamet... N Kevser Karasaç edir? Merhamet Annenin yavrusuna gösterdiği sevgi mi? Bir kuşun bile yavrusu için rızkını araması mı? Yoksa her gün hiç birşey yapmamamıza rağmen önünüze nimetlerin eksiksiz gelmesi mi? Ne kadar geniş bir konu değil mi merhamet; ne kadar derin… İçine dalanların birçok sırrı keşfedebileceği bir nükte… Ne kadar çok merhamete muhtacız, ne kadar çok merhamet istiyoruz, istiyoruz ama ona değer miyiz? Bir hadis-i Şerif’te Efendimiz “Merhamet edin ki merhamet olunasınız” buyuruyor. Gerçekten merhamet ediyor muyuz ki merhameti istemeye yüzümüz olsun. Bizim insanlara karşı gösterdiğimiz merhamet, koskoca okyanusta bir katre. Rabbimizin bize karşı merhameti, o koskoca okyanusu geçen bir umman ve biz o ummanın içinde kaybolan meçhuller… Bizim her yönden örnek aldığımız Efendimiz bir merhamet abidesidir. Hayatında o kadar çok merhamet örneği vardır ki bizim bunları söylemeye ne sözlerimiz, ne de mürekkebimiz yeter. Her vasfıyla ayrı bir merhamet ve incelik. Bir baba olarak ayrı, bir başkan olarak ayrı ve en önemlisi bir peygamber olarak apayrı. Ne kadar geniş değil mi? Bir hayvana bile merhameti çok başka. Yeri gelir koskoca orduyu sırf bir hayvanı rahatsız etmemek için geri çeviren bir örnek şahsiyet… Bir defasında Peygamberimizin yanındakilerden bazıları “Ey Allah’ın Rasul’ü, yani hayvanlara karşı yaptığımız iyilikler içinde sevap var mıdır?” diye sordular. Peygamberimiz “Evet, yaptığınız her iyilik için sevap vardır” buyurdular. İşte böyle dünyaya nâm salmış, emsali olmayan muazzam bir örnek… “Rasulallah (s.a.v.) kulu Cenab-ı Hak’a götüren yegâne rahmet ve vuslat köprüsüdür.”diyen Osman Nuri Topbaş hocamız aynı zamanda “bir mü’minde imanın ilk meyvesi rahmet ve merhamettir” demiştir. Bizde bu sözü- esas alarak Rasulallah (s.a.v.)’i Allah Teâlâ’ya karşı vuslatımıza son vermek için bir köprü mesabesinde görmeliyiz. Merhamet… Bir ucu görünmeyen derya… Aslında nedir merhamet biliyor musunuz? Gözyaşıdır. Gerekirse seher vakitlerine kadar gözyaşı döküp Rabbine yalvarmaktır Merhamet sevgidir hiç bıkmadan, usanmadan, yolun sonuna kadar sevebilmektir. Merhamet fedakârlıktır. Bu uğurda gerekirse canını bile ortaya koymaktır… 29 Eylül -Ekim-Kasım [email protected] Fatma Zehra Selçuk Esen SÜLEYMANİYE CAMİİ Süleymaniye camiinin 4 minaresi olmasının sebebinin, Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah; bu dört minaredeki on şerefenin de Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işareti anlamına gelmektedir. NEDEN ATEŞİMİZ ÇIKTIĞINDA ÜŞÜRÜZ? Ateş vücudun termostatının ısısını yükseltmesiyle ortaya çıkar. Ancak kişi terlemediği ya da kan basıncı yükselmediği için üşür. ÇAY İÇMEK HARARETİ ALIR MI? Evet, sıcak içecekler vücudun kendini olduğundan daha sıcak hissetmesine yol açar. Vücut daha çok terler ve bu da ısı kaybına neden olur. PARFÜMLERİN ÜSTÜNDE NEDEN ‘EAU DE TOILETTE’ YAZAR? Avrupa tuvalet, temizlik kültürünü 18. y.y.’da Osmanlıdan öğrenmiştir. Fransızların parfümleri icat etmesi de buna bağlıdır derler. Dikkat ederseniz her parfümde “EAU DE TOILETTE” yazısı var. Anlamı tuvalet suyu demektir. Avrupalı tuvaletten çıktıktan sonra parfüm kullanırmış yani “yıkanmıyoruz ama biraz güzel kokalım” diyorlarmış. 30 Eylül-Ekim-Kasım ® Avrupa sabun kullanma ve tuvalet kültürünü Osmanlıdan almıştır ve bunun en bariz delillerinden biri Paris’teki Versailles Sarayı’nın 1300 odası olması ve hiç tuvaletinin olmamasıdır. ® (Şuan yaşayan) 135 yaşındaki Ali Muhammed Hüseyin, yeryüzünün en yaşlı insanı olarak biliniyor. ® Atların kırılan kemikleri geri kaynamaz. Ayağı kırılan atların hayatı da biter. ® Uyurken, TV izlerken olduğundan iki kat daha fazla kalori harcarız. ® ABD’de Cola üreten firmaların şoförlerinin, kimyasal madde taşıma lisansı olması gerekiyor. ® Dünyanın uydusu ayın hacmi, Pasifik Okyanusu’nun hacmi ile aynıdır. ® Maymunlar her yıl uçak kazalarından daha fazla insan ölümüne neden oluyor. ® Dünya ahalisi gece gündüz satranç oynasa ve her saniyede bir hamle yapılsa, satrançta tüm oyunları tecrübeden geçirebilmek için asırlara ihtiyaç vardır. ® Bir çift sineğin sadece Nisan-Mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksa idi, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplardı. ® Bir insandaki toplam damar uzunluğu 150 bin km.dir. Dünya ile güneş arasındaki mesafe ise 150 milyon km.dir. ® Bir futbolcunun topa her kafa vuruşunda, beyninden 1000 (bin) hücresi ölmektedir. ® Ortalama bir insanda 30.000-100.000 adet saç vardır ve her gün yaklaşık 100 tanesi dökülmektedir. ® İnsan vücudu her 7 yılda -ölen hücrelerin yerine yenisi gelerek- tamamen yenilenmektedir. ® Satranç tarihinin en uzun oyunu 1950 yılında Mardel Plato’da yapılmış dünya satranç turnuvasında gerçekleşmiştir. Pilkin ve Çernyak arasında yapılan bu maç 22 saat devam etmiş ve 191. hamle sonrası berabere bitmiştir. ® Dünyanın en kokulu camisi Tebriz şehrindedir. Mescit inşa edilirken çamuruna misk kokusu ilave edilmiştir ve 600 sene geçmesine rağmen hala mescit misk kokmaktadır. ® Dünyada en tehlikeli hayvan sivrisinektir. Çünkü insanların ölümüne en fazla sebep olan hayvandır. ® En eski alfabe Suriye’nin Akdeniz sahilindeki Lattakiya limanı yakınlığında yapılan kazım sonucu bulunmuştur. Alfabe 32 harften oluşur. ® Güneş yerden 149 milyon 600 bin km. mesafededir. Hacmi yerden 1300 defa büyüktür. ® Çocuklar baharda daha fazla büyüyor. ® Sigara çakmağı kibritten önce bulundu. ® Uranüs çıplak gözle görülen bir gezegendir. ® Dünyadaki tavuk sayısı insanlardan fazladır. ® Salyangozların 25.000 civarında dişi vardır. ® Bir doğumda yaşayan en çok çocuk sayısı 6’dır. ® Bir kadının sahip olduğu en fazla çocuk sayısı 69’dur. ® İlk kule saati 1404 yılında Moskova’da yapılmıştır. ® Hawai alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır. ® Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar. ® Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat uzundur. ® Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0,7 derece arttı. ® Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur. ® “Düello” uygulaması hala Uruguay ve Paraguay’da devam etmektedir. 31 Eylül-Ekim-Kasım Affın Affı Özlem Özler Mekke’nin fethinden sonra ne yapacağını merak eden Kureyş’liler “Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin” diye hitap ettiler. Onlarda inanmasalar bile O’nun Rahmet Peygamberi olduğundan haberdarlardı. Efendimiz onlara Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi “sizi bugün kınamak, başa kakmak yok” dedi. Rahmet peygamberi kimseden intikam almamış, O’na düşmanlık yapanları bile affetmiştir. Asla kötülüğe kötülükle karşılık vermemiştir. Merhametinin en büyüğü örnek şahsiyet Uhud dağında dişini kırılan, yüzü kanlar içinde kalan Peygamberimiz Ashabı, Kureyş müşriklerine beddua etmesini istiyor. Efendimiz “ben lanetleyici değil doğru yola ileten Rahmet Peygamberim” diye ifade etmişti. Ve onlara “Ey Allah’ım! Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar bilselerdi yapmazlardı” diye dua ediyor. “ eğer Sen katı ve sert olsaydın etrafına kimse toplanmazdı (Al-i İmran 159). Efendimiz yaptığı merhametle bize örnek ve Onlara o merhametiyle merhametlenmeleri istiyor. Efendimiz katı ve set davrananları uyarmıştır. Merhamet edilmeyene merhamet dilmez diye buyurmuştur. Müminler merhamet sahibi olmalı diye anlamıştır. (“Ey Mü’minler!) Andolsun ki, içinizden size sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.” Efendimiz kendisi iftarsız Savm-ı Davut orucunu tutmuş ama ümmeti için yasaklıyor. “Rabbim bana yediriyor, içiriyor siz dayanamazsınız” buyuruyor. Tutturmuyor bize. Zor geldiği için istemiyor.. o kalbinde taşıdığı ümmetin olan bitmez sevgisi ve merhametindendir. Peygamber Efendimizi daha iyi tanımak ahlakı ile ahlaklanmamızı O’nun bize duyduğu merhameti muhabbeti bizde ümmeti olarak O’na duymamızı nasip eyle, amin... M erhamet bütün yaratılmışlara sevgiyle yaklaşma kötülükten uzaklaştırma zor durumda kurtarma, bağışlama. Bunun kaynağı Allah’tır. İnsanlardaki merhamet Allah’ın rahmet ve merhametinin bir tecellisidir. Allah’ın en önemli niteliklerden biri merhametidir. Kur’an’da Allah ve Rab’den sonra anılan adlar Rahman ve Rahim olan O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır. (Araf 156) Rabbimiz Af’ı büyük Affetmeyi seven ve kullarının da merhametli olduğunu belirtiyor. “ sonra inanıp kendilerine sabır tavsiye edenlerden, merhametli olmayı tavsiye edenlerden olmaktır”. (Beled 17) Müminlerinde merhametleriyle kurtuluşa erdiğini anlatıyor. “Ey Mü’minler! Andolsun ki, Rasulallah’ta sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikreden için bir örnek vardır” (Ahzab 21). Peygamber Efendimiz bütün insanlık alemi için en büyük şahsiyettir. Hz. Hamza’yı şehit eden ve ciğerlerini kininden dolayı ısıran Vahşi, Efendimizin huzuruna sahabe kılığında gelip “Vahşi Müslüman olsa ne yaparsınız” Efendimiz “ affederiz” buyuruyorlar. Çok sevdiği amcasının ciğerini yiyen yaptığı dayanılmaz acımasız durumda bile Rahmet peygamberi olduğunu unutmamış, karşılaştığı olumsuzluklara Rahmet ile bakmıştır. 32 Eylül -Ekim-Kasım