terzi baba (2015 umre dosyası)

Transkript

terzi baba (2015 umre dosyası)
1
GÖNÜLDEN ESİNTİLER
TERZİ BABA
(2015 UMRE DOSYASI)
97
NECDET ARDIÇ
(BİRİNCİ BÖLÜM)
İRFAN SOFRASI
NECDET ARDIÇ
TASAVVUF SERİSİ (97)
2
ÖN SÖZ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
2013 umresinden geldikten sonra bizimle umreye gelemeyen
kardeşlerimizden bâzılarıyla daha sonra başka bir tarihte kendileriyle
tekrar umreye gitmek için bir karar almıştık. Nihâyet sene içerisinde
umreye gelecek kardeşlerimiz belirlenmeye başladı. Bizde onlarla, 31
ocak 2015 cumartesi çıkış, tarihi olarak belirlemiş idik, bu günün
seçilmesi ise, okulların
şubat tatiline girmiş olmalarından dolayı o
süreden istifade etmek için idi. Böylece umre sürelerimiz, (9-14-ve-20)
günlük olarak düzenlenmişti.
Bu umremize birlikte gelmek isteyen (68) kişi olmuştu, bunların
isimleri ve bilgileri “Sıla Tur” şirketimize bildirildi, onlarda gereken
muameleleri yaptırdılar ve belirlenen tarihte her hangi bir olumsuzluk
olmadan yola çıktık. Ve sürelerimiz dolunca bölüm bölüm, geriye
döndük. Rabb’ımıza şükrederiz, ve şirketimize de çalışmalarından dolayı
teşekkür ederiz.
NOT= Umreye gelen kardeş ve evlâtlarımızdan, hatıralarını yazmaya
hareket gününden birkaç gün evvel başlamalarını ve yazabildikleri kadar
hatıra ve duyuşlarını hemen kaleme almalarını ve dönüşte düzenleyerek
bana göndermelerini istemiştim.
Dönüşten bir müddet sonra bu hatıralar gelmeye başladı bende
onları geliş sırası ile kaydetmeye başladım böylece onlardan gelen
hatıraları ile, bende yazdığım yazılarım ve bazı ilâvelerim ile, bu hatıra
dosyasını meydana getirmeye çalıştım. İnşeallah okuma fırsatını
bulanlar, bizlerle beraber gıyabende olsa oralarını gezmiş olurlar Cenâb-ı
Hakk arzu eden her kese nasib etsin İnşeallah.
NOT= Umre hatıra yazılarımıza geçmeden evvel umre hakkında,
diğer umre dosyalarında da olduğu gibi, bilgiler vermeyi uygun buldum,
bu yüzden daha evvelce yazılmış olan yazılardan bölümler aktarmayı
uygun buldum. Daha sonra da, Umreye bizimle gelen kardeş ve
evlâtlarımızın gönderdiği yazılarını ve sonun da da benim umre
hatıralarımı ilâve edeceğim İnşeallah.
NOT= Bu yazıların devamı ileride “Terzi Baba Umre hatıraları”
bölümünde gelecektir.
-------------------
3
Bismillâhirrahmânirrahîm.
(31 ocak 2015 cumartesi) Umre programının gidiş dönüş hareket
saatleriyle birlikte özet bilgileri faydalı olur düşüncesiyle aktarmak
istedim
Selâmün aleyküm. Kardeşlerimiz evlâtlarımız. İnşeallah herkes iyidir.
Yapılacak umre yolculuğu için bazı bilgileri sizlere bildirmek istedim.
Aşağıda şirketimizden gelen, gidiş dönüş bilgileri vardır.
Mübarek yolculuğumuzda, gidiş ve dönüşlerimizde herhangi bir aksilik
olmadan tekrar evlerimize döneriz, İnşeallah. Cenâb-ı Hakk şimdiden
kabul etsin. Amin.
------------------Terzi Baba, Gurubu.
31 ocak 2015 cumartesi çıkış tarihli Umre yolcuları.
------------------İz…. Ar….
Öz…. Ar….
Ca…. Em…. Ar….
Ay…. Gü….
Gü…. Ar….
Ce…. C…. Ar….
Si…. Ar….
Ca…. Ar….
Ce…. Ar….
Şa…. Ço….
Pe…. Se…. Ço….
Fa…. Ek…. Sa….
De…. Sa….
Be…. Sa….
Ce…. De….
Al…. Çe….
Yu…. Ya…. Ka…. Sa….
Ab…. Al…. Ha…. Sa….
Mu…. Do….
4
Ah…. Al….
Mu…. İs…. Al….
Mü…. Sa….
Mu…. En….
Ha…. Ne…. Tü….
Kü…. Tü….
Ce…. Tü….
Cü…. Ok….
Na…. Os….
İr….
Ak….
Em…. Ak….
Al….
Ak….
Fa…. Şe…. Şe…. Ak….
Ne…. Yü….
Me…. Fa…. Bu….
Ab…. Çe….
Me…. Ul…. Ak….
Er…. Or….
Oz…. Sa…. Şe….
Al…. Ca…. Er….
As…. Be….
Ka…. Do….
Ay…. Tü….
Ze…. Ay…. Se….
Ma…. He…. An….
Si…. Se….
Tu…. Er….
Se….
Ni…. Se….
Gö…. Em….
Şa…. Em….
Ed…. Em….
Eg…. Em….
Ad…. Sa….
5
So…. Sa….
Ha…. Öz….
Sa…. Ün….
Öz….
Hü…. Öz….
Şa…. Öz….
Ad…. Ök….
Ay…. Ök….
Ve…. Ceylan
Sü…. Ceylan
Le…. Ye….
On…. Ye….
Üm….Ar….
Er…. Ay….
Ha…. Nu….
Ay….
Ne…. Ar….
Nü…. Ar….
------------------Hayırlı günler hayırlı cumalar Musâcığım, gelecek yolcuların, birlikte
kalacakları kimseleride belirledik, ancak daha sonra oda arkadaşları
arasında bir iki değişiklik olabilir. Herkesin telefon numaralarınıda verdim
gerektiğinde kendilerine ulaşabilirsiniz. (7 aralık Pazar günü) İstanbul
kavacıktaki sohbette bütün pasaportları ve ücretlerini toplayacağız
bazıları daha şimdiden vermeye başladılar. Sizin içinde uygunsa o
tarihten bir gün sonra size ulaştırırız. Eğer Türkiyede olursanız işinizde
uygun olursa gelebilirseniz, doğrudan size de takdim edebiliriz. Cenâb-ı
Hakk dünya ahret bütün işlerinizde kolaylıklar ve başarılar nasib etsin
İnşeallah. Selâmlar hoşça kalın. İnşeallah bu Umremizden de sağlık ve
başarı ile çıkarız. Cenâb-ı Hakk yardımcımız olsun. Sorulacak bir şeyler
olursa her zaman arayabilirsiniz. T.B.
------------------TO
TEL
Mail
: SN. TERZİ BABA
: 0 533 774 39 37
: [email protected]
UMRE PROGRAMI / 2015
Telefon görüşmemize (31) Ocak 2015 tarihinde gidiş şekli ile
Medine’de 2/3 gece geriye kalan konaklama Mekke olmak üzere
program detaylarımız aşağıdaki gibidir.
6
Bilginize sunar çalışmalarınızda başarılar dileriz.
5* Yıldız Otel
MEKKE : AJYAD MAKAREM OTELİ
HAREM OTELİ
.
İkili Oda
- 9 GÜN / 8 GECE
: 1400 €
Üçlü Oda
1350 €
- 14 GÜN / 13 GECE
: 1790 €
1750 €
- 20 GÜN / 19 GECE
: 2250 €
2200 €
NOT
MEDİNE :
: Fiyatlarımız belirtilen odalarda kişibaşıdır.
NOT 1 : İllerden uçak bağlantısı düşünüldüğünde fiyatlara 50€ - 70€
ilave edilir. (şu an belli değil.)
NOT 2 : : Programın ağırlığı Mekke de düşünüldüğünden Mekke fiyatları
medine ye kıyasen daha yüksektir. Bu durumda fiyatlar negatif olarak
etkilenmektedir.
NOT 3 Fiyatlar henüz net olmadığından, geçen dönemin fiyatları
ile mukayese edilerek yaklaşık olarak hazırlanmıştır. Yaklaşık
olarak Ekim ayı sonu veya Kasım ayının başında fiyatlar
netleşmiş olacaktır. Pozitif veya negatif şekli ile fiyatlar
etkilenecek olsa da bu miktarın çok yüksek olacağını
düşünmüyoruz.
VİZE İÇİN GEREKLİ BELGELER
- En az 1 yıl geçerli pasaport
- 2005 Yılından sonra alınmış pasaport
- Nüfus cüzdan fotokopisi ( önlü arkalı)
- Eşi ile gidecekler için nüfus kayıt örneği
- 2 Adet vesikalık fotoğraf
- Akrabası ile gidecek bayanlar için
noterden akrabalık belgesi
- Menenjit aşı kartı
HEDİYELERİMİZ
Bagaj ve El Çantası,
5 lt Dolu Zemzem Bidonu
Umre Rehber Kitapçığı
ÜCRETLERE 15 YTL. YURT DIŞI ÇIKIŞ VERGİSİ DAHİL DEĞİLDİR
HİZMETLERİMİZ / Fiyatlarımıza : Gidiş Dönüş Uçak bileti,
Havalimanı vergileri, Vize Alımı, Otellerde Belirtilen şekilde Konaklama,
Bütün Transferler (lüx araçlarla), Mekke ve Medine’deki Ziyaretler ve
Sıla Turizm Rehberliği dahildir.
Musa BİÇKİOĞLU
-------------------
7
Terzi Baba Grupları ve Uçak saatleri... Fa… Bu…
Umreye Gidecek Kardeşlerimiz için;
31 Ocak 2015 Cumartesi saat 09:30'DA ATATÜRK HAVAALANI'nda "B
KONTUARI" önünde buluşuyoruz.
31 Ocak 2015 Cumartesi saat 12:15'te THY ile İstanbul - Medine seferimiz var.
Dönüşler:
9 Günlük Giden Kardeşlerimizin dönüşü: 8 Şubat'ı 9 Şubat'a bağlayan gece
02:50 Cidde - İstanbul
14 Günlük Giden Kardeşlerimizin dönüşü: 13 Şubat Cuma akşamı 18:00 Cidde
- İstanbul
20 Günlük Giden Kardeşlerimizin dönüşü: 19 Şubat Perşembe akşamı 18:00
Cidde - İstanbul
İzmir - İstanbul aktarması ise;
Gidişte: 31 Ocak sabah 07.45 İzmir - İstanbul uçağı ile,
Dönüşte: 13 Şubat akşam 23.15 İstanbul - İzmir uçağı ile yapılacaktır.
---------------------B-Kon-Tu-ArıBirçok
değişikliklerden
sonra
nihayet
son
(31/01/2015/Cumartesi) umre yolcuları listesi hazır.
halini
alan
----------------------------Hacc; hakikat-i İlâh-îyye de cemâlullahı seyr,
Umre; hakikat-i muhammediyye de cemâlullahı seyrdir.
Hac kelimesi ha ve 2 tane de cim ile yazılıyor.
Ha; hakikat-i İlâh-î,
(8)
1. Cim; Cemâli İlâh-î, (3) (8+3=11)
2. Cim; Cemâli beşer. (3) (8+3+3=14)
------------------BİSMİLLâHİRRAHMâNİRRAHîM:
Ûmreye gittiğimiz zaman çevremizdeki kardeş ve evlâtlarımızdan bir
istekte bulunmuştum. O da burada yaşadıkları güzellikleri zuhurat-larını
ve eğer olursa diğer tecellilerini yazmalarını istememdi. Onlarda eksik
olmasınlar, döndüklerinden sonra ilk fırsatta hatıralarını yazıp
gönderdiler ben de onları ve kendi hatıralarımı da birleştirerek bu kitabın
8
ortaya çıkmasına sebeb oldular. Okuyanlarında, bizlerin yaşadığı duygu
ve güzellikleri lisânen de olsa kendilerine aktarabilirsek bizim için sevinç
vesilesi olacaktır.
------------------Daha evvel (1990) senesi hacc farizasında yazdığım (2 Hacc divanı)
isimli kitabımdan birkaç diziyi gene aynı veya benzeri halleri yaşayarak
duygusal düzeyde faydalı olur düşüncesiyle hatırası bakımından ilâve
etmeyi uygun buldum.
Bunları Uçaktan inip Medine ye giderken okuduk.
Essalâtu vesselâm aleyke ya Rasûlüllah,
Essalâtu vesselâm aleyke ya Habibellah,
Essalâtu vesselâm aleyke ya seyyidel evveline vel âhirin,
velhamdülillâhi Rabb’il âlemîn.
------------------15 / 6 / 1990
Cuma MEDİNE
MEDET YA RASÛLÜLLAH
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
Medet
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
ya
RASÛLİ SAKALEYN medet
RASÛLİ EKRAMEYN medet
HADİMİ HARAMEYN medet
SAHİBİ DAREYN medet
VARLIĞI ALEMEYN medet
İMAM'I KIBLETEYN medet
SAHİBİ MAKAM'I MAHMUT medet
SAHİBİ KEVSER'İ HAVZ medet
SEBEB'İ NÜZÜLÜ KUR'AN medet
FATİHİ MEKKEİ MÜKERREME medet
HACİRİ MEDİNEİ MÜNEVVERE medet
İNSANLARIN ÜSTÜNÜ medet
CANLARIN CAN'I medet
RUHLARIN KAYNAĞI medet
İKİ CİHAN SERVERİ medet
ALLAH'IN PEYGAMBERİ medet
AŞIKLARIN KIBLESİ medet
ZAKİRLERİN ZİKRİ medet
ŞAKİRLERİN ŞÜKRÜ medet
ARİFLERİN FİKRİ medet
SULTANLARIN SULTANI medet
HACILARIN NAZARGAHI medet
GARİPLERİN SIĞINAĞI medet
HASTALARIN ŞİFAĞI medet
9
Medet ya UMUTSUZLAR ŞAFAĞI medet
Medet ya ZAYIFLAR SIĞINAĞI medet
Medet ya SAHİBİ LİVA'İL HAMD medet
Medet ya EHLİ BEYT OCAĞI medet
Medet ya ÇARESİZLER KUCAĞI medet
Medet ya SEYYAHLAR BUCAĞI medet
Medet ya TAHA VE YASİN medet
Medet ya MÜZEMMİL MÜDDESSİR medet
Medet ya ABDULLAH HABİBULLAH medet
Medet ya SAKI'İ İLİM medet
Medet ya NUMUNEİ HİLM medet
Medet ya İLÂHİ KELİM medet
Medet ya GELENİ, CİBRİL'İ EMİN medet
Medet ya FAKİRİ ALEMEYN medet
Medet ya BÜLBÜLÜ DAREYN medet
Medet ya SIRLARI BAHREYN medet
Medet ya SAHİBİ FATİHEYN medet
Medet ya VERİLEN SEB'UL MESANİ medet
Medet ya HAKİKAT'İ Mİ'RAC medet
Medet ya SIRRI HACC medet
Medet ya İLÂHİ CEMÂL medet
Medet ya HER YÖNDEN KEMÂL medet
Medet ya SUREİ MUHAMMED medet
Medet ya SUREİ İNŞİRAH medet
Medet ya SUREİ VEDDUHA medet
Medet ya NÜBÜVVET MÜHRÜ medet
Medet ya RUHLAR BABASI medet
Medet ya ZİNCİRİN SON HALKASI medet
Medet ya KERAMETLER MENBAI medet
Medet ya GÜZELLİKLER KAYNAĞI medet
Medet ya HUZUR LİMANI medet
Medet ya İKİ CİHAN GÜNEŞİ medet
Medet ya SAHİBİ KüBA medet
Medet ya AHMED'İ MAHMUD medet
MUHAMMEDİNİL MUSTAFA
SALLÂLLAHU ALEYHİ VESELLEM
SALLÂLLAHU ALÂ MUHAMMED
SALLÂLLAHU ALEYKE AHMED medet
------------------MEDİNE-İ MÜNEVVERE
( 4.10.1982 )
YA RASULÛLLAH
Yüzüm yok iken geldim kapına.
Gönül rüzgârı savurdu katına.
Binmiş idim ben sevgi atına.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah.
10
Senin ismin ile çarpar kalbim.
Gözetmessen nolur benim halim.
İsmini anmadan durursa kalbim.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Ravzana aldın bu günahkârı.
Yitirmiştim ben ezelden arı.
Günahımı yüzüme vurma bari.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah.
Sana lâyık olamadım bir türlü.
Ağlar gözlerim geceli gündüzlü.
Kalbim temizlenmedi pürüzlü.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Gönlüm köşesinden çıktı bir ışık.
Ben sana belki ezelden aşık.
Sensin bütün cihanda tek maşuk.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
İsmini anmadan geçmez anım.
Sana kendimden daha yakınım.
Gönülden gönüllere akanım.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Sevgin kalbimde yanıyor her an.
Gözlerimden akan yaş değil kan.
Cemâlini gösterdiğin zaman.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Senin çün bu âlemde cümbüş var.
Cümleler dosttur kalmamış ağyar.
Sana kâinat olur hep bakar.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Huzuruna vardım girdim ravzana.
Anlayamassam seni vah bana.
Feda olsun varlığım hep sana.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah.
Gafletle geçiyor şamu seher.
Seni bilmek ne zormuş meğer.
Seni anlamadan gidersem eğer.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Hicret ettin Mekkeden Medineye.
Bende ederim Hicret içeriye.
Kazancımız kalmassa geriye.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
11
Başımı koydum ezelde önüne.
Hesabım kalmasın mahşer gününe.
Yüzümü tuttum hep senin yönüne.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Kölen olsam, hep kapında kalsam.
Lutfundan manâ gülleri alsam.
Varlığımla seni anamassam.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Aciz ve de naçiz biçareyim.
Baştan aşağı harab yareyim.
Ciğerim delik pare pareyim.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Lütfetmezsen nolur benim halim.
Yalvaracak güçte değil kalim.
Geçiyor günler gafletle daim.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Görüpte cemalin veririm can.
Sana Salât'u selâmlar her an.
Aşkındır yine gönlümde yanan.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Bir nefes ayrılsam ona yanarım.
Mecnunum yine kalmadı kararım.
Gönlümdesinde neden ararım.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Seni anmak hayat verir bana.
İçeyim aşkını kana kana.
Eylerim niyaz kalmasın sona.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
Davetin ile Ravzana geldim.
Lâyık değil iken selâm verdim.
Zahirde olsa lutfuna erdim.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah.
Sensin âlem de varlığa sebeb.
Ey gönül darılma edeb edeb.
Düşersemde bir gün gaflet edip.
Boş çevirme ellerimi ya Rasulûllah
-------------------
12
18 / 6 / 1990
Pazartesi MEDİNE
MAKAM’I MUSTAFADIR BU
Hoş geldin müslüman kardeş,
Ruh ve nefsi ediver haldeş,
Tazim et yavaşça yerleş,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Ziyaret eyle huşu ile,
Seyreder seni Melekler bile,
Dualar söyleterek dile,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Vahyin indiği yerlerde,
Göz yaş döker seherlerde,
Sende gir eğil secdelerle,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Kimsenin kusuruna bakma,
Kafana türlü şeyler takma,
Yanılıp gaflete dalma,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Nasılsa kısmet olup geldin,
Huzurda biraz eğildin,
Belki sende hep sevildin,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Salâvat-ı eksik etme dilden,
Çıkarma Peygamberi gönülden,
Dönme sakın ha sözünden,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Asrı saadeti hatırla,
Kur'an yazılırken satırla,
Görevlenmiş eshabı suffa,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Bütün sırların ifşası,
Boyun büker evliyası,
Huzurda durur enbiyası,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Dalga dalga iner manâ,
Ümmedleri eder danâ,
Doldurur kevseri cana,
13
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
Levlake levlâk sırrıdır bu,
Rahmeten lil alemiyn sırrıdır bu,
Gelin diyelim cümlemiz huuu,
Makam'ı Mustafadır bu İlâh-î nazargahtır bu.
------------------18 / 6 / 1990
Pazartesi MEDİNE
İHTİŞAM'I RASULÛLLAH'I GÖR
Medineye gelen kardeş,
Hemen temizlen paklaş,
Ravzaya doğru yaklaş,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Yollar dolup taşıyor,
Akıl buna şaşıyor,
Gayret neler aşıyor,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Bab'üsselâmdan içeri,
Nasıldır sevgi mahşeri,
Çekiyor kendine beşeri,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Huzura doğru gidince,
Ağlanır hep ince ince,
Gözün aç vakti gelince,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Varınca o kutlu yere,
Cümlemize aşkını vere,
Selâm eyle Peygambere,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Acele duanı eyle,
Eziyet olmasın gayriye,
Yavaşça yürü ileriye,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Selâm gönder ruhuna,
Kayda geçer adına,
Sebeb olur şefeatına,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
14
Onu ziyaret her zaman,
Yaşadığı gün gibidir,
Çünkü varlığı ebedidir,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Dolaşıyor ruhu içerde,
Sanki zaman asrı saadet’te,
Ey gönül bunları yadette,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Ayrılmak zor o makamdan,
Nasıl çıkılır huzurdan,
Canları aşk ile kavuran,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Cennet bahçesi beyaz direkli,
Ümmetinin hepsi yürekli,
Bunu yaşamak cidden gerekli,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Minberin zinetlerle bezenmiş,
Ustalar yaparken özenmiş,
Emsalsiz bir hünermiş,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Eshab'ı suffa okur yerinde,
Öyle olmak varmış kaderinde,
Ne varsa çıkardılar derinde,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Cibril kapısıda yukarda,
Âşık dururmu bir kararda,
Dostlar kalmayalım zararda,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Kimi siyah kimi beyaz,
Kimi dua kimi niyaz,
Kimi neş'e duyar kimi haz,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Kimi ağlar gözü yaşlı,
Kimi genç ihtiyar yaşlı,
Hepsi'de akıllı başlı,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Dalga dalga içerde sevgi,
Bu hale sebeb neydi neydi,
İnsan baş koyup gönül eğdi,
15
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Kimi Kur'an okur sessizce,
Kimi yaş döker gizlice,
Rasulu düşünürken yalnızca,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Doldukça dolunca harem,
Ne sırlar açılır mahrem,
Kerem ediyor Nebi kerem,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Ezan okununca ümmete,
Gelir cemaat gayrete,
Nasıl varılmaz hayrete,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
Bu hâl söze gelmez kat'iyyen,
Mahrum olursun ebediyyen,
İstiyorsan dünya gözüynen,
İhtişam'ı Rasulûllah'ı gör Muhteşem Rasulûllah'ı gör.
------------------19 / 6 / 1990
Salı MEDİNE
KAYBETTİM KENDİMİ
Sardı ufkumu Rasul güneşi,
Olmaz diyerek bu halin eşi,
Nasıl kalmaz hayal gibi kişi,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Varlığım galiba çıktı benden,
Sıyrıldı ruhum burda bedenden,
Şaşkın dolaşırım ne gelir elden,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Yürürüm sokaklarda ben garip,
Nefsin bağını yerlere serip,
Dünya'yı hemen bir pula verip,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Oldum bu günler bir garip yolcu,
Acaba kim hancı kim yolcu,
İçimde vardı bir büyük sancı,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Sûretim güya benim gibidir,
16
Bilmiyorum kendimi nicedir,
Aşk denilen bir güzel hecedir, (Ah…….Med….)
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Başımda eser sevda yelleri,
Coşturur bazan can gönülleri,
Bulup Muhammed'i erenleri,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Rasulin pervanesi olarak,
Yeni yeni taze can bularak,
İçin için buhur gibi yanarak,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Canımın can'ı burdadır burda,
Gelmişim canım, güzelim yurda,
Ey, canlar can'ı bana buyur'da,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Bu hal ne hâldir yüce keremkâr,
İçim sızlıyor yine zari zar,
Müflisim kalmadi sermaye kâr,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
Ravzanda nasıl fırtına eser,
Seni seven elbet mecnun gezer,
Kalmadı benden böylece eser,
Kaybettim kendimi Medine'i Münevvere'de.
------------------19 / 6 / 1990
Salı MEDİNE
VAKTİ FİRAK
Dikkat et an'ını değerlendir,
Ruh'unu iyice sebeblendir,
Yavaş yavaş can'ını demlendir,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Sağda solda geçirme vakit,
Hani yapmıştın güzel bir akit,
Kalmadı'mı? içinde yakıt,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Canlan kalk aç gönlünü Rasul'e,
Yazar belki seni'de sırayle,
Salâvat'ı şerifle yadeyle,
17
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Zikir fikir tefekkür'e dal,
Aman yarabbi ne güzel bir hâl,
Ağzından çıkarmadan kîl'u kâl,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Mümkün olunca kıl namazları,
Tekrar tekrar yaşa bu hazları,
Bulansın Medine tozları,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Seneler sonra nihayet geldin,
Böylece belki arzuna erdin,
Biraz daha çok gayret edeydin,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Sen sana bugün yar olmadıkça,
Çalış istersen ömür boyunca,
Neler kaçar gaflete dalınca,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Düşün tefekkür eyle olanları,
Hesapla elinde kalanları,
Pişman olma sakın sonraları,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Her şey gibi günler geçecek,
Herkes yerli yerine dönecek,
Yok ise ne bulur anlatacak,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
Gözden geçir tekrar kendini,
Kopar başından kemendi'ni,
Coş gönülden yık varlık bendini,
Vakti firak yaklaşıyor be canım.
------------------22 /06 / 1990
Medine Harem Cuma
HOŞÇA KAL YA RASûLULLAH
Duyura bildikse sesimizi,
Kıyamette arat izimizi,
Nurunla aç gözümüzü,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Hoş gör gafletlerimizi,
18
Coştu içimizde aşk denizi,
Bağışla sen bu çaresizi,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Gafletle geçti gündüzler,
Uykuyla geçti geceler,
Gönül ismini heceler,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Ayrılmak istemez gönül yardan,
Vakti firaktır ne gelir elden,
Hasret başladı daha bu günden,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Uzağında bulunsak bile,
Bize her dem himmet eyle,
Bizleri zaman zaman yadeyle,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Boşalıyor Ravza yavaş yavaş,
Nasıl kalabalık müslim kardaş,
Hepsi'de Muhammed'i yoldaş,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Oturdum seyr için son def'a,
Suçum oldu ise bağışla,
Biraz geri kaldım yarışta,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Günahım çok yüzüm kara,
Hatırla ben'i ara sıra,
Hoş gör bizi bakma kusura,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Son def'a yine geçtim önünden,
Gözyaşı sel oldu gözümden,
Ayrılamadım huzurundan,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Sanki Ravza geldi benimlen,
Belki ben kaldım onundan,
Ayrılamadım huzurundan,
Hoşça kal ya Rasulûllah.
Hoşça kal ya Rasulûllah.
------------------Yine buraya yukarıda belirttiğimiz kitabımızdan vaktiyle
Mekke’de yazılmış, ilgili duygusal bir şiiri de ilâve edelim
19
27 / 6 / 1990
Çarşamba MEKKE
İŞTE KARŞIMDA MUHTEŞEM KÂ’BE
Nihayet vardık Mekke şehrine,
Şükr ettik Rabbul Âlemiyn'e,
Yaklaştık sevgili Haremine,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Dua etmek için durduk biraz,
Gönüller'de her dem bin bir niyaz,
Durma gayret et yaz kalemim yaz,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Çevrende tavaf ediyor canlar,
Bu öyle sırdır'ki ehli anlar,
İçlerinde var nasıl yananlar,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Beytül atik bir ismi'de onun,
Anlarsan bak ona varır yolun,
İnsandan gider ona bu yolun,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Selâm eder Hacer'ül Esved'de,
İade eder Rab ahiret'de,
Korkma çalış kalmassın firkat'te,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Yedi def'a dönüyor hacılar,
Her kes bir, dost analar bacılar,
Kimler kimi acaba hatırlar,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Sevenler sevgilisi ortada,
Yarab cemalin açık burada,
İdrak edip öyle dur huzurda,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Sanki gördüğüm o ezeli dost,
Pek yeni değil sırtımdaki post,
Her makamda istediğim bu kast,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Bu gün yaşım belki elli iki,
Aslında yedi bin elli iki,
20
İnsan ve Kâ'be kardeş ikisi,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
Göz nurum görüyor hep özünü,
Anlarsam bu garibin sözünü,
Çok görme bu neş'eli günümü,
İşte karşımda muhteşem Kâ'be.
------------------Az yukarıda belirtildiği gibi, Medîne-i Münevvere’deki ziyaret
yerlerinin (11-09-2001) ikibin bir Ûmremizde yazdığım ve “Kelime-i
Tevhid”
isimli kitabımızda bulunan bu bölümü de faydalı olur
düşüncesiyle ilâve ediyorum.
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
1. “HİCRET” - Hicret’in hakikati
2. “Gar-ı Sevr” - Sevr mağarası hakikati
3. “Küba Mescidi” ve hakikati
4. “Cum’a Mescidi” hakikati
5. “Mescid-i Nebevi”
6. Kaybettim Kendimi (Şiir)
7. “Mescidi Nebevi”de bulunan bazı mevkiler
8. İhtişam-ı Rasulullahı gör (Şiir)
9. “Mescidi Nebevi”nin diğer bazı özellikleri
10. 1. Ağlayan Hurma kütüğü
11. 2. Hz. Aişe sütunu
12. 3. Hz. Lübabe’nin tevbe sütunu
13. 4. Serir sütunu
14. 5. Muharras sütunu
15. 6. Vüfud sütunu
16. 7. Teheccüd sütunu
17. 8. Halen imamın namaz kıldırğı mihrab
18. 9. Efendimiz (sav.)’in namaz kıldırdığı mihrab
19. 10. Halen hutbelerin okunduğu minber
20. 11. Müezzinlik
21. 12. İç kapı
22. 13. İç kapı
23. 14. Hz. Peygamber (sav.) Efendimizin kabri
24. 15. Hz. Ebubekir Sıddık (RA)’ın kabri
25. 16. Hz. Ömer’ül Faruk (RA)’ın kabri
26. 17. Üzerinde Ahzab suresi 40. ayet yazılı 1. pencere
27. 18. Üzerinde Hucerat suresi 3. ayet yazılı 2. pencere
28. 19. Üzerinde Hucerat suresi 2. ayet yazılı 3. pencere
29. 20. Cibril Makamı
30. 21. Baki kapısı
31. 22. Cibril kapısı
32. 23. Nisa/kadın kapısı
21
33. 24. Eshab-ı Suffa
34. 25. Mihrab
35. 26. Bab-üs Selam
36. Mescid-i Gamame (Bulut mescidi)
37. Ebubekir Sıddık mescidi
38. Ömer’ul Faruk mescidi
39. Ömer’ul Faruk mescidi
40. Hz. Ali (k.a.v.) mescidi
41. Ehli Beyt
42. Bilali Habeşi mescidi
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
HİCRET
Hicret’in hakikati
11-09-2001
Medine-i Münevvere
“Kelime-i Tevhid”in mutlak kemâlde son zuhur mahalli olan
“Muhammediyyet” Hakikati Muhammedi mertebelerini ne kadar iyi tanır
ve idrak edebilirsek, kendimizi de o derece koruyup idrak etmemiz
mümkün olacaktır. Bu yaşam ise, Medine’de meydana gelen, zuhura
çıkan yaşamdır. Bunları tanımak seyri süluk yolunda bizlere çok şeyler
kazandıracaktır.
(
 ) “lâ ilâhe illâ allahü” Mekke-i Mükerreme’de
“uluhiyyet”in zuhuru;
( ) “muhammedin resul allahü” Medine-i
Münevvere’de “Risalet-i Muhammedi”nin zuhurudur.
O halde “tevhid bayrağı” Mekke’ye, “risalet ve tebliğ bayrağı” da
Medine’ye asılarak her iki şehre de manevi olarak mutlak bir muhtariyet
verilmiştir.
Eğer Rasullullah Medine’ye hicret ettirmeyip Mekke’de kalsa idi ikinci
derecede bir ziyaret yeri olup, Kâ’be-i Muazzama’nın gölgesinde
kalacaktı. İşte bu yüzden Cenâb-ı Hakk oluşumun bilindiği üzre “Hicret
hadisesi ni gerçekleştirdi, yoksa bir kaç kendini bilmezin Hz. Rasulullah’ı
Mekke’den çıkarması mümkün değildir.
22
Bunu daha iyi anlayabilmemiz için evvelâ “Medine” kelimesinin ne
olduğunu anlamaya çalışalım. Lügat manası, şehir olan bu kelime; batın
manası itibariyle medeni yani göçebelikten, taşralı olmaktan, vahşetten
kurtulmuş, eğitilmiş, öz cevher madenine ulaşmış ve kendini tanımış
insanların oturdukları yer, demektir.
İşte sen de bulunduğun yerde bu vasıflara sahipsen şüphesiz “Medine”
halkına mensupsun demektir.
Eğer bu vasıfların yoksa, hemen bulunduğun yerden hicret ederek
“medeni” olmaya bak.
Mertebe-i Risaletin Hz. Rasulullah’ın hakikatinin daha iyi anlaşılması için
Medine-i Münevver’e ve oradaki ziyaret yerlerinin sembolik ve gerçek
ifadelerinin ne olduğunu anlamamız gerekmektedir. İşte bu yoldan bizim
de “medeni” yani “Medine”li olmamız imkan dahiline girecektir.
İslamiyet’in gelişinin 13 üncü senesi “Hicret” hadisesi meydana gelmiştir. Bu tarih rastlantı değildir; bilindiği gibi 13 sayısı Hz. Rasululah’ın şifre rakkamı’dır. Birçok oluşum bu sayı ile ilgilidir, yeri geldikçe
kısa, kısa ifade etmeye çalışıyoruz.
Zati tecellinin kaynağı olan “Mekke-i Mükerreme”de Hz. Rasulullah’a ait
olan Mir’ac, Kadir ve diğer geceler ile ilahi tecelliler, zat şehri olan
“Mekke”de tamamlandığından, bundan sonraki zamanın da bu tecellilerin
başkalarına ulaştırma işine başlanabilmesi için “Hicret” hadisesi oluşmuş.
“Mertebe-i Muhammedi” bunları anlayabilecek “Medeni İnsanları”
eğitmek ve risalet hakikatini ortaya koymak, medeni olmaya kabiliyyetleri olan “Yesrib”li (eski Medine)nin insanları kendisini daveti üzerine
“hicret” hadisesi meydana gelmiştir.
Şu noktaya gerçek manada dikkat etmemiz lazım gelmektedir. Hz.
Resulullah’ın hicreti, zat mertebesinden, sıfat, esma ve ef’al
mertebesine, o mertebelerde “Hakikat-i Muhammediyye”yi ilan ve eğitim
esasına dayanmaktadır.
Eğer Hz. Resulullah Mekke’de kalmış olsaydı, bizler de “Kelime-i Tevhid”i
sadece
()
(
)
“lâ ilâhe illâ allah” olarak bilecek, oradan
“muhammedin
resul
allahü”
bölümüne
geçemeyecektik ve böylece de İslâmiyetin “ef’al âlemi” tatbikatı
olamıyacaktı.
Şimdi gelelim bizlerin hicretine; aleyhisselatu vesselam Efendimiz hayatın da nasıl bir seyr çizmişse, biz de onun bu seyrini gerçekçi olarak
takib etmemiz gerekmektedir, ancak bu yolla ona en yakın idrake
ulaşmamız mümkün olabilecektir.
23
Şöyle ki; her müslümanın da “manen” hicret etmesi gerekmektedir,
ancak bu hicretin “maddi” manada olması gerekmektedir.
Hicret, zahiren bir yöreden bir yöreye yerleşmek olduğu gibi, batınen
de aklımızda olan eski ve yanlış bilgileri asılları ile değiştirmek de bir
hicrettir ve bu en büyük hicrettir.
Gaflet ile yaşanan taşralı hayatından kurtulup “Medeni” olmaya “can
Medinesi”ne ulaşmaya çalışmak en makbul hicrettir.
Bir sefer ile oraya hicret edersen ondan sonraki hayatın da düzene
girerek kemalat yolunda hayatını sürdürürsün.
Özet olarak, Hz. Rasulüllah’ın hicreti, “Hakk’tan halka” Rahmet olarak,
bizlerin hicreti ise “halktan Hakk’a” kendimizi tanımamız içindir.
Eğer Hakk nasib ederse Mi’rac ile Hicret, kemal bulduğunda, Hakk o
kimseleri de Hz. Rasulullah’ın Hicret’i gibi benzer bir şekilde tekrar
Hakk’tan halka döndürerek beşeriyyetine risâlet elbisesi giydirip onların
arasına hicret ettirir, böylece Hakk’tan halka, halktan Hakk’a olan hicret
devam eder gider.
Özet olarak “Hicret”, beşeriyetinden hakikatine dönüştür.
Bunu gerçekleştiremeyenler nefisleriyle birlikte Hakk’tan taşrada çok
uzaklarda vahşice bir yaşam içinde olurlar, kravat takıp lüks odalarda ve
her türlü lüks ile yaşamak onları bir bâtın cehaletinden kurtaramaz.
“Gar-ı Sevr”
Sevr mağarası hakikati
Hz. Muhammed (sav) ile Ebubekir sıddık R.A. Hazretlerinin girdikleri o
mağara gizlenebilecek gönül mağarasıdır, orada korkulmaz.
Cenab-ı Hakk; Kûr’ân-ı Keriym Tevbe 9/40 ayetinde,
“la tahzen innellahe meana”
mealen,
“mahzun olma Allah bizimledir” diyordu.
Allah’ın kendileriyle birlikte, Hz. Rasulüllah da zatıyla mevcud olduğunu
bildirmiştir. Zararlı nefsi güçlerden korunmak için bir müddet “gönül
mağarasında” gizlenmek gerekmektedir.
Dışarıda ise, iki aciz varlık onları korumuştur, ki bunların biri örümcek,
“yer ehli” diğeri de, güvercin “gök ehli”dir.
Her ne kadar bunlar zahiren “nefs-i emmare” hükmünde iseler de,
onlarda bulunan zati tecelli dolayısıyla zararları değil faydaları olmuştur.
24
İşte sen de Rabb’ınla gönül mağaranda gizlenirsen ne gök, ne yer
ehlinden kimse sana kötülük yapamadığı gibi, yardımcı da olurlar.
“Sevr”in rakkam değeri:
() “se” 500
() “vav”
() “rı”
6
200
= 500 (500+6+200) = 706 eder,
ki bunun da toplamı (7+0+6)=13 tür.
Burada da Hakikat-i Muhammedinin tesiratı açık olarak görülmektedir.
“Küba Mescidi” ve hakikati
Vakti gelince Sevr’den çıkıldı, hicret devam ediyordu, nihayet gelmekte
olan yolcular Medine’nin dış taraflarında bulunan “Küba” köyünden
görüldüler ve herkes “talaal bedrü aleyna.....” diyerek , karşılandılar.
Acaba onlara hakikaten gelenin “bedri münir” (nurlu kamer) ilâhiyat
güneşinin yansıtıcısı olduğunu kim bildirmişti?....
İşte sen hicret yolunda medeni olmaya doğru gidersen o nurlu gönül
nağmelerini duymaya başlarsın.
Bilindiği gibi “Mescid” secde yeri, ibadethane demektir. Hicret ehlinin ilk
yapması lazım gelen şey, gönlünde bir ibadethane kurmasıdır. Şöyle ki,
daha evvelce gönlü her türlü menfaat ve dünyalıkla dolu olduğundan ne
zamanı ve ne de mekanı mescid yapmaya imkan vermiyordu.
Belli bir aşamadan sonra bunu anlayarak gönlünden kendine hiç faydası
olmayan bir çok şeyleri çıkararak, onlardan boşalan yere de bir mescid
yaparak, buna da “Küba” (Kudret Mescidi) demesi, kendisine çok şey
kazandıracaktır.
Orada ibadetiyle gücünü daha da arttırarak nefsine hakim olması imkan
dahiline girmiş olacaktır.
O “Mescid”in yapılmasında muhacir, ensar ve Hz. Rasulullah (sav.)
Efendimiz dahi çalışmaktadır. Yani içten ve dıştan gelen yardımcı güçler
ve “Hakikati Muhammedi”den gelen yardımla sen de gönül “küba”nı
oluşturmaya çalış.
“Küba Mescidi” Medine-i Münevvere’nin ilk zat tecellisi, “Kâ’be”si
hükmündedir.
Nasıl ki, Mekke’de “Beytül Atik” (eski/ilk ev)de “Kelime-i Tevhid” zuhura
geldi; Medeni Münevvere’de de ilk resmi “Kelime-i Tevhid” “Küba
25
Mescidi”nde telaffuz edildi. Bu yüzden değeri çok yüksek ve Medine’nin
“Ka’be”si hükmündedir.
“Küba” harf değerleri itibariyle;
() “kaf” 100
() “vav”
6
() “be”
2 = 108
(1+0+8) =18 eder,
ki bu mescidin hakikati 18000 alemi toplamış demektir.
“Cum’a Mescidi” hakikati
“Küba”da bir müddet kaldıktan sonra yola çıkan Rasulullah az ileride bir
yerde “Cum’a Namazı”nın farz olması ile orada da bir mescid yaparak ilk
cum’ayı da orada kıldırmıştır.
Bu oluşum ile de “fark’ta cem’i” (çoklukta tekliği) yaşama hakikati
faaliyete geçirilmiştir.
Bilindiği gibi Mekke devri “ilimlendirme/eğitim” Medine devri ise, hem
“tatbikat”
ve
yine
hem
de
“ilimlendirme/eğitim”
hakikatini
belirtmektedir. Farzlar daha ziyade bu sürelerde gelmişlerdir.
Bugün yaptığımız yanlışlık, ilim vermeden amel tavsiyesinde bulunmamızdır.
Cuma 16, Mescid 17 sayı değerindedir. Toplarsak (16+17)= 33 sayısı
çıkmaktadır, ki bu da sonra yapılacak olan “Mescidi Nebi”nin ilk direk
sayısıdır.
“Mescid-i Nebevi”
Medineye girme zamanı gelmiştir. Kafile rebi’ül evvelin 12. Cuma günü
Medine şehrine doğru yola çıkar ve Medine’ye girilir. Böylece “Medeni”
hayata geçiş başlamış olmaktadır.
Medineliler yani ensarın herbiri Rasulullah’ı evlerine davet etmekteydi,
fakat o hiçbirini kırmak istemiyordu ve devesinin yularını serbest bıraktı,
deve durursa orada bir müddet ikamet edecekti. Yavaş yavaş yürüyen
kafilenin önündeki deve nihayet bir yerde durdu ve oturdu ancak az
sonra kalkarak, tekrar yürümeye başladı; herkes heyecanlıydı, az sonra
deve tekrar bir evin önünde durdu, oturdu ve orada kaldı.
26
Bu ev Eba Eyyübül Ensari’nin eviydi; bu arada Hz. Rasulullah (sav.)
deveye hiç müdahale etmemiş, kararı “deveyi yönetene” bırakmış idi.
Devenin ilk durduğu yere Mescidil Nebevi’nin yapılması, ikinci durduğu
yerde de kalınması kararlaştırıldı.
Böylece Cenabı Hakk, habibinin mekân yerlerini hayvanların en
hayırlılarından olan bir deveden tespit ettirmiş oldu.
Musa (as.)’na ağaçtan konuşan Allah (cc.) Muhammed (sav.) Efendimize
de bir hayvandan mekân tespiti yaptırmıştır.
Burada nebati tecelliden, hayvani tecelli daha üstündür.
Ayrıca Hz. Rasulullah’a Cenabı Hakk her mertebeden tecelli etmiştir.
“Çakılların konuşması,” maden mertebesinden;
daha sonraları üzerinde hutbe okuduğu “hurma kütüğünün ağlaması,”
bitki mertebesinde;
“devenin yer tespiti yapması,” hayvanlık mertebesinden;
“insanlık tasdiği,” insanlık mertebesinden;
“cinlerle konuşması,” cinlik mertebesinden O’na hitabı ve o mertebelerin
de O’nu tasdiğidir.
Böylece her mertebedeki varlıkların O’nu tanıması, O’nun âlemlere
rahmet olması yönündendir.
Az geriye dönerek bir izah yapmaya çalışalım; şöyle ki, eğer sen de
peygamberinin yolundan gidip, O’nun hayatını yaşamak istiyorsan, nefsi
benliğinden, “medeniyyet”e hicret etmen gerekecektir; eğer zaten yola
çıkmışsan, sana “Medine” şehrine girmenin yollarını göstererek
kolaylaştırırlar.
Seni yolda taşıyan, “vücud” devendir.
“Medine”ye girdiğinde devenin ilk çöktüğü yer, “gönül meydanı”dır, ki
orada “gönül mescidi”ni kurmalısın.
Daha sonra devenin çöktüğü ve oturup kaldığı evin önü de “sabır
evi”dir. Çünkü Eyyub-el Ensari “sabır ile yardımı” ifade etmektedir.
Eskilerden beri “Eyyub” ismi “sabır” ile özdeşleşmiştir.
Nitekim, “Allah sabredenlerle beraberdir.” “Sabreden zafere erer.”
“Sabredersen hakikate erersin,” gibi birçok şekilde belirtilen bu güzel
haslet ile vasıflanmamız lâzım geldiğini bilmemiz gerekmektedir.
Nihayet “Medine Mescidi” “Mescidi Nebevi”nin inşaatına başlandı, yanına
“Hane-i Saadet” inşa ediliyordu.
Bu hadise bize, Kur’anı Keriym Bakara 2/127 Âyetindeki,
“ve iz yerfe’u ibrahimül kavaide minel beyti ve ismailü”
mealen,
“o vakti hatırla ki, hani ibrâhîm ile ismâîl beytin duvarlarını
yükseltiyorlardı.” oluşumunu hatırlatmaktadır.
27
Bu ayet ile bizlere “gönül kâ’be”mizin
(
 )
“lâ ilâhe illâ
allah” “zat mertebesi” itibariyle yapılmasının gerekliliği bildiriliyorken,
“Medine
Mescidi”nin
yapılmasıyla
da
gönlümüzde
“Hakikati
Muhammedi”nin gelişmesini sağlayacak faaliyete geçmesi ile (
) “muhammedin
resul
allahü”
sırrının
açılacağı
mekân
bildirilmektedir.
Mekke’de, “Kâ’be-i Muazzama”
Medine’de, “Mescidi Nebevi”
(
 ) “lâ ilâhe illâ allah”
( ) “muhammedin resul
allahü” dır.
İşte Hakk celle ve ala Hazretleri “Zati Zuhuru”nu her mertebesi itibariyle
tecelli ettireceği mahalline müstakil bir bayrak “liva-il hamd” (hamd
sancağı) vererek “medeniyyet yolunu” yani “kendini tanıma” yolunu bu
mahalden açmıştır.
Eğer Hz. Rasulullah (sav.) Mekke-i Mükerreme’de kalsa idi ikinci
derecede bir ziyaret yeri olacaktı, ki bu da onun şanına yaraşmaz ve
sisteme de uygun olmazdı.
Senaryo gereği zahirde bazı zorlamalar ile “hicret” ettirilmiş ise de,
hicret’in mutlak ifadesi, Hz. Allah (cc.)’ın habibine mutlak bir saltanat
vermesi için Medineyi seçerek, O’na sancak vermesidir. “Hilafeti”nin ve
“Muhtariyeti”nin tasdiğidir.
Hacc ve Ûmre’ye gidenler, eğer azıcık dikkat etmişler ise, Medine-i
Münevvere de kendilerini “Muhammed (sav.) sevdası” kapladığında,
hatırlarında hiç birşey kalmaz.
Çünkü orası
( )
“muhammedin resul allahü” dır. Orada O’nun saltanatı vardır. Orası,
O’nun muhabbetiyle o kadar doludur, ki oraya hiç birşey giremez.
Fazla ileriye gitmemek şartıyle söyleyeyim, ki (beni lütfen hoş görün)
orada “allah” lafzı celil dahi sadece ezanlarda, kametlerde, tekbirlerde
ve lafızlarda kalır. Medine’de “muhammed” isminin tecellisi zahir,
“allah” isminin tecel-lisi batın’dır.
Bu yüzden herşey “muhammed” ismini zikreder. Bu Allah (cc.)’nin
habibine verdiği bir haktır; beşer cinsinden hiçbir insana nasip
olmamıştır; çünkü “levlâke levlâk” (eğer sen olmasaydın, olmasaydın)
sancağı merkez olan “Medeni” olarak “Medine”de açılmıştır.
Böylece bilinse de, bilinmese de bu böyledir, vesselam.
Buraya mevzu ile ile ilgili bir şiirimi ilave ediyorum.
28
19-06-1990 Salı
Medine
Kaybettim Kendimi (Şiir)
Sardı ufkumu Rasul güneşi
Olmaz diyerek bu halin eşi
Nasıl kalmaz hayal gibi kişi
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Yürürüm sokaklarda ben garip
Nefsin bağını yerlere serip
Dünyayı hemen bir pula verip
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Varlığım galiba çıktı benden
Sıyrıldı ruhum burda bedenden
Şaşkın dolaşırım ne gelir elden
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Oldum bu günler bir garip yolcu
Acaba kim hancı kim yolcu
İçimde vardı bir büyük sancı
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Suretim güya benim gibidir
Bilmiyorum kendimi nicedir
Aşk denilen bir güzel hecedir
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Canımın canı burdadır burda
Gelmişim canım güzeli yurda
Ey canlar canı bana buyur da
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Başımda eser sevda yelleri
Çoşturur bazan can gönülleri
Bulup Muhammedi erenleri
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Bu hal ne haldir yüce keremkar
İçim sızlıyor yine zari zar
Müflisim kalmadı sermaye kar
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
Rasûlün pervanesi olarak
Yeni yeni taze can bularak
İçin için buhur gibi yanarak
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’d
Ravzanda nasıl fırtına eser
Seni seven elbet mecnun gezer
Kalmadı benden böylece eser
Kaybettim kendimi
Medine-i Münevvere’de
O yüce “Serdar”a “Sultan”a kendi makamında, bu fakirden olsun binlerce
salât ü selâm.
12-09-2001
Medine-i Münevvere
Şu satırları yazdığım anlarda akşam namazı için ezanı muhammedi
okunduğunda kağıt ve kalemi yerine koyup namazı eda etmek için
29
imama uyduğumda birinci rek’atta imam efendi, “el hamd”dan sonra
zammı sure yerinde,
Kûr’ân-ı Keriym Rahmân sûresi 55/46 - 47 Âyetindeki,
“ve limen hâfe mekame rabbihi cennetani”
“febieyyi alâi rabbikü ma tükezzibani”
mealen,
“rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır. Öyleyken
rabbınızın nimetlerinden hangisini yalanlarsınız.” diye iki rek’atte sonuna
kadar okuyarak namazı bitirdi. (17)
(Not: (17) Geniş bilgi isteyenler “Errahman” isimli kitabımıza müracaat
edebilir.)
Rabbim imam efendinin dilinden yazdıklarımızı tasdik ettiğini, “hadi
bunları inkar edin,” diyerek, inkar edebilecekleri, böylece baştan uyarmış
olduğunu bildirmekteydi.
Bu güzel hisler içinde gözlerimden yaşlar dökülerek, namazlarımız
bittikten sonra kaldığım yerden yazılarıma tekrar devam etmeye
başladım. Rabbim kolaylaştırır, ilhamlarını kesmez inşeallah.
13-09-2001
Medine-i Münevvere
Mescidi Nebevi Milâdi 622 tarihinde Efendimiz (sav.)’in de bilfiil
çalışmalarıyle inşa edilmiştir. Genişliği 1.050 m 2 ve yüksekliği 3.25 m
idi ve bugün yerlerinde beyaz mermer sütunlar olan 33 direği var idi.
Sonradan yapılan 9 genişletme ile bugünkü halini almıştır. Bugünkü
genişliği toplam 98.326 m 2 dir ve aynı anda 698.000 kişi namaz
kılabilmektedir.
Bu hususta bilgi isteyenler, ilgili kitaplara bakabilirler. Gayemiz bu
mekân’ın zâhiri özelliklerini saymak değil, bâtıni özelliklerini imkân
dahilinde dile getirmeye çalışmaktır.
Bugün sütun sayısı 2.014, kubbe sayısı 27, minare sayısı 10 dur.
“Mescidi Nebevi”de bulunan bazı mevkiler
Alt sahifede verilen krokideki yerleri, aşağıda verilen numaralar ile
takip ederek tanımak mümkün olacaktır.
1. Ağlayan hurma kütüğü.
2. Aişe sütunu.
3. Hz. Lübabe’nin tevbe sütunu.
30
4. Efendimiz (sav.)’in itikafta iken yanına yataklarını koydukları
“serir/yatak” sütunu.
5. Efendimiz
(sav.)’in
korumalığını
(muharese)
yapan
(muharras) sahabelerin beklediği sütun.
6. Efendimiz (sav.) yanında heyetleri kabul ettiği “vüfud/elçi”
sütunu.
7. Efendimiz
(sav.)’in
teheccüd
namazlarını
kıldığı
“teheccüd/gece namazı” sütunu.
8. Halen imamın namaz kıldırdığı mihrab.
9. Efendimiz (sav.)’in namaz kıldırdığı mihrab.
10. Halen hutbelerin okunduğu minber.
11. Müezzinlik.
12. İç kapı.
13. İç kapı.
14. Hz. Peygamber (sav.)’in mübarek kabri.
15. Hz. Ebubekir (RA)’ın kabri.
16. Hz. Ömer (RA)’ın kabri.
17. Üzerinde Ahzab suresi 40 ıncı ayet yazılı 1. pencere.
18. Üzerinde Hucurat suresi 3 üncü ayet yazılı 2. pencere.
19. Üzerinde Hucurat suresi 2 incü ayet yazılı 3. pencere.
20. Cibril makamı.
21. Baki kapısı: Baki kabristan çıkışı. “Cennetül Baki.”
22. Cibril Kapısı.
23. Nisa/hanım kapısı.
24. Ashabı Suffa
25. Mihrab (sonradan yapılan)
26. Babüs Selam (1 nolu selâm giriş kapısı)
Not: Efendimiz, “Kabrim ile evim arası cennet bahçelerinden bir
bahçedir,” buyurdukları
Ravza-ı Mutahhara”, bugün 33 adet beyaz
sütunun bulunduğu krokide (o) işaretli alandır.
İçi dolu (@) yuvarlak ile işaretlenen kayısı renkli sütunlar ise, Hz.
Peygamber devrinde ilk genişletmede ilâve edilen 21 adet direklerdir.
Yukarıda bahsedildiği ve aşağıda görüldüğü gibi, Mescid-i
Nebevî’nin ilk kurulduğunda (33) adet direk üzerine İnşa edildiği
bildirilmektedir. Zâhir ve bâtın bu sayının mutlaka çok özellikleri vardır
ayrı bir araştırma konusu olacak kadar geniştir. Ancak yeri gelmişken biz
birkaç bâtın mânâsını düşünmeye çalışalım.
Bilindiği gibi (33) iki adet (3) ten oluşmaktadır. (3) ise tek sayıların
ilkidir. (1) kaynak olduğundan sıraya girmez, o halde ilk tek sayı (3) tür,
ve âlemde ne zuhur ediyorsa (3) asıl ile zuhur ettiğinden (3) aynı
zamanda (1) dir. Belirtilen üç husus, (Zât, irâde, kavil) dir. Zât, Zât-ı
mutlak. İrâde, Zât-ı Mutlağın kudret sıfatı. Kavil ise, kelâm sıfatı ile
(Kün) “ol” emridir. İşte gerek birey işlerimiz gerek âlemler hakkında
kudreti İlâhiyyenin muradının meydana gelmesi bu üç aslın faaliyete
31
geçmesi ile mümkün olabilmektedir. Bu İlâh-î hüküm ile çıkılan yolun
sonunda ulaşılan (Yesrib) “yemen serabı,” ondan sonra iki kelime ile
ifade edilen ve başlarına iki (m) ilâve edilerek (Medîne-i Münevvere)
“Nûrlu şehir” (Hakikat-i Muhammediyy) nûrun bütün âlemlere yayıldığı
zaman ve zemini olacaktır.
İşte orada inşa edilen “Mescid-i Nebevî” de bu hakikate bağlı
olarak, zâhir ve bâtın olmak üzere iki, üçlü ve yan yana gelince (33)
direkli olacaktır. Mânâya, zâmana, ve ihtiyaçlara göre direk sayıları
artacaktır. Bu gün ulaşılan direk sayısı ise, (2104) olduğu bildirilmiştir.
Aşağıda (33) hakkında kısa bazı ilgiler daha vardır sırası gelince
görülecektir, Biz şimdilik bu kadar hatırlatma ile bırakalım. Vakit olursa
aşağıdaki resim ve krokiyi inceleyelim.
Yukarıda ki yeşil alan (Cennet bahçesi) diye ifade edilen mübarek yerdir.
Hakikat-i Muhammed-î namazının kılınma makamı ise, krokide (24)
sayısı ile belirtilen ve eshab-ı Suffa diye tabir edilen yerdir. Ancak
kalabalık olması dolayısı orada kılma imkân-ı olmaz ise daha arkalarda
uygun bir yerde de kılınabilir. Allah (c.c.) kabul ve sırrını müşahede
ettirsin. Âminnn.
18-06-1990 Pazartesi
Medine
32
İhtişam-ı Rasûlüllah-ı gör (Şiir)
Medîne’ye gelen kardaş.
Memen temizlen paklaş.
Ravzaya doğru yaklaş.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Yollar dolup taşıyor.
Akıl buna şaşıyor.
Gayret neler aşıyor.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Bab’üsselâm’dan içeri.
Nasıldır sevgi mahşeri.
Çekiyor kendine Beşeri.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Huzura doğru gidince.
Ağlanır hep ince, ince.
Gözün aç vakti gelince.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Varınca o kutlu yere.
Cümlemize aşkını vere.
Selâm eyle Peygamere.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Acele duanı eyle.
Eziyet olmasın gayriye.
Yavaşça yürü ileriye.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Selâm gönder ruhuna.
Kayda geçer adına.
Sebeb olur şefeatına.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
O nu ziyaret her zaman.
Yaşadığı gün gibidir.
Çünkü varlığı ebedidir.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Dolaşıyor ruhu içerde.
Sanki zaman asr-ı saadette.
Ey gönül bunları yadette.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
33
Ayrılmak zor o makam’dan.
Nasıl çıkılır huzurundan.
Canları aşk ile kavuran.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Cennet bahçesi beyaz direkli.
Ümmetinin hepsi yürekli.
Bunu yaşamak cidden gerekli.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Minberin zinetlerle bezenmiş.
Ustalar yaparken özenmiş.
Emsalsiz bir hünermiş.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Eshab-ı Suffa okur yerinde.
Öyle olmak varmış kaderinde.
Ne varsa çıkardılar derinde.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Cibril kapısı da yukarda.
Aşık dururmu bir karar da.
Dostlar kalmayalım zarar da.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Kimi siyah, kimi beyaz.
Kimi dua. Kimi niyaz.
Kimi neş’e duyar. Kimi nâz.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Kimi ağlar gözü yaşlı.
Kimi genç, ihtiyar, yaşlı.
Hepsi de akıllı başlı.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Dalga, dalga, içerde sevgi.
Bu hâle sebeb, neydi, neydi.
İnsân baş koyup, gönül eğdi.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Kimi Kûr’ân okur sessizce.
Kimi yaş döker gizlice.
Rasûl-ü düşünürken yalnızca.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
Doldukça dolunca harem.
Ne sırlar açılır mahrem.
Kerem ediyor Nebî Kerem.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
34
Ezan okununca ümmet’e.
Gelir cemaat gayrete.
Nasıl Varılmaz hayrete.
İhtişâm-ı Rasûlüllah-ı gör. Muhteşem Rasûlüllah-ı gör.
------------------Aciz ifadelerimizle belirtmeye çalıştığımız yukarıda ifadeler çok
yetersizdir. Mescid-i Nebevi’nin şu andaki zâhir hâlini dahi anlatmak
adeta imkânsızdır; daha iyi anlaşılması için kişinin mutlaka kendinin
gelip görmesi lâzımdır.
“Mescid-i Nebevi”nin diğer bazı özellikleri
Orta yerinde göğe açılan 2 hava boşluğu vardır
kapanır şemsiyeler ile gölge temin edilmektedir. Çok
soğutma sistemi vardır. Dünyada Ka’be’den sonra
yükseklikte bir eşi daha yapılabilecek bir mekan
mümkün değildir.
altışar adet açılır
muazzam ses ve
bu büyüklük ve
tasavvur etmek
Biz yine kısaca özelliklerine temas etmeye çalışalım.
“Mescidi Nebevi”nin sayı değeri 13 tür.
Bilindiği gibi Hz. Rasulüllah (sav.)’ın doğum tarihi 571 toplandığında
(5+7+1) = 13 tür. Hakka yürüme tarihi 634 yine toplandığında (6+3+4)
= 13 tür.
İlgili o kadar çok hadise ve oluşumlar vardır ki, hayret etmemek
mümkün değildir; mevzumuzla ilgili yerlerde belirtmeye çalışıyoruz.
Peki 13 ün aslı nedir? diye sorarsan şudur:
Bilindiği gibi
“Ahadiyyet”in başında olan () “elif” harfi iki (2) bölümden meydana
gelmiştir. Bunların biri 5 bölüm, ikincisi ise 7 bölümdür. Toplandığında
12 bölüm eder.
Her bölüm bir mertebeyi ifade etmektedir.
5 bölüm “Hazret”
mertebelerini, 7 bölüm de “nefis” mertebelerini ifade etmektedir.
Bu () “elif” çok değerli elif’tir. Zahir ve batın yönden harflerin
başbuğudur.
“Ahad”, “Allah”, “Ahmed”, “Adem”, “İnsan” hep bu ()
“elif” ile başlayarak yazılır ve bu isimlerde () “elif”in bütün hakikatleri
mevcuttur.
İşte bütün bu mertebeleri batından zahire çıkararak, yaşam
sahnesinde onlara “ayna” olarak yansıtan ve kemaliyle zuhur etmelerini
sağlayan ilk “İnsanı Kamil”, “Peygamber”, “Rasul”, “Nebi”, “Veli”,
“Alemlerin Sultanı” bütün bu mertebeleri zahir ve batın kendisinde
toplayan “Muhammed Mustafa” (sav.) Efendimiz ile sayı 13 olmaktadır.
35
Böylece () “elif” harfi 12’si zahir 1’i batın olmak üzere 13 makam yani
13 noktadan meydana gelmektedir.
Batılıların uğursuz dedikleri, gerçekten de onlar için uğursuz olan
bu sayı müslümanlar için son derece uğurlu ve değerlidir.
Batılılarca çok değer verilen İstanbul 1453 te alınmıştır; sayı değerleri
toplandığında yine (1+4+5+3) =13 tür.
13-09-2001
Medine-i Münevvere:
Ravza-i Mutahhara:
Bu sayı Hz. Rasûllüllah (sav.)’e has bir sayıdır. Ayrı bir yönden de
baktığımızda 13 ü kendi içinde toplarsak 4 eder ki, bu da İslâm’ın simge
sayısıdır, o halde 13 = 4 ve 4 = 13 olur.
Kûr’ân da 13 yerde “fakr” kelimesi geçmektedir. Bilindiği gibi
efendimiz bir çok hadislerinde fakirlikle iftihar ettiğini bildirmiştir.
“Sevr”in da sayı değeri 13 tür.
113 Sûre’nin başında “besmele-i şerif” vardır. Bu şu demektir, ki
113 ün önündeki 1 i ileriye alırsak, ki o “Ahadiyyet”tir; böylece
“Ahadiyyet”e 13 ün “ayna” olup, onun bütün özelliklerini ortaya çıkaran
“Ahmed” olduğunu; “Ahad”ın
batın
ve bir () “mim”
ilâvesiyle
“Ahmed”in zâhir olduğunu anlamamız zor olmayacaktır.
İşte bu yüzden 114 Sûre’den sadece 1 nin başına besmele
gelmemiştir. O besmele ise, “Neml Sûresi”nin 30. Âyetinde yer almıştır.
113 sayısının başındaki 1 i alıp 30 ilâve ediver, o zaman 31 olur; tersine
çevirirsen yine ulaşacağın sayı 13 tür.
İşte bütün bu gerçeklerden yola çıkarak “Ahmed”in Hakk’ın indinde
niye bu kadar çok değeri olduğunu ve habiblik ile vasfedildiğini düşün de
hürmetini, saygını ona göre göster.
“Mescidi Nebevi” ilk yapıldığında 33 direği olduğu ilgili kitaplarda
belirtilmektedir. Bunu azıcık incelersek şunları görebiliriz.
3 ü 3 ile (3+3) toplarsak 6 eder, ki bu da imân’ın şartıdır.
6 dan 1 i çıkarırsak 5 eder, ki İslâm’ın şartıdır, ki birincisi “kelime-i
şehadet”tir.
33 ün birinci 3 ü, genel anlamda hadiseleri “ilmel yakiyn”, “aynel
yakiyn”, “hakkel yakiyn” mânâda idrak etmektir.
33 ün ikinci 3 ü, “mevalidi selâse” yani (üç doğurgan), ki bunlar
“maden”, “nebat”, “hayvan” olduğunu anlamamız zor olmayacaktır.
36
Ayrıca cennet ehli erkeklerin de 33 yaşlarında olacakları
bildirilmiştir. Efendimiz kendisi de, orasının cennet bahçesi olduğunu
bildirmiştir.
Yüz ölçümünün o dönemde 1050 m2 olması da bu hakikatleri
destekler hükmündedir; çünkü toplarsak (1+0+5+0) = 6 eder, ki hangi
yönden bakılsa gerek harf, gerek rakam, gerek zahir, gerek batın bütün
sistemleriyle mutlak bir uyum sağlanmaktadır.
Aslında mezuumuz bu tür araştırma yapmak olmadığından çok belirgin
olanlarını ifade etmeye çalışıyoruz.
Daha derinlemesine araştırma
yapıldığında hayretimizin ne kadar çok artacağı ortadadır.
“Mescid-i Nebevi”nin içinde kıble istikametinde 6 sıra beyaz
mermer sütun bulunmaktadır ve bunların aralarında 5 boşluk vardır.
Kıbleyi arkamıza alarak içerde “Mescidi Nebevi”ye karşı durduğumuzda 1
inci boşlukta Efendimizin Hz. Ebubekir Sıddık ve Hz. Ömer (RA)’ın etraf
ve üstü kapalı kabirlerinin bulunduğu yerini görürüz. Sağdan sola doğru
bu mekan dışa kapalı özel haller dışında içeriye girmeye izin yoktur.
İşte bu makam medine şehrindeki “Makamı Mahmud”dur.
İkinci (2.) direkler arasındaki boşluk ise, “zat cenneti”dir, zatiyyun’a
hastır.
Üçüncü (3.) direkler arasındaki boşluk ise, “sıfat cenneti”dir.
Burası ise, sıfatıyyun’a mahsustur.
Dördüncü (4.) direkler
esmaiyyun’a mahsustur.
arası
boşluk
ise,
“esmâ
cenneti”dir,
Beşinci (5.) direkler arası boşluk ise, “ef’âl cenneti”dir, ef’âliyyun’a
mahsustur.
Bu cennetler, “Rahmân Sûresi”nde bildirilen tevhid cennetleridir.
Amel ve fi’il cennetleri değildir. (17)
Not : (17) Bu hususta daha geniş bilgi isteyenler “errahman” isimli
kitabımıza bakabilirler.)
Şimdi yukarıda verilen krokiden takip ederek sıra ile “Mescidi
Nebevi”nin diğer özel mahallerini ( ) “muhammedin
resul allahü” hükmü gereği
()
“lâ ilâhe illâ allah”
“Kelime-i Tevhid’in zuhuru ile anlamaya çalışalım. Çünkü bütün bu
mahallerde “Kelime-i Tevhid’in zuhur hakikatleri mevcuttur.
1. Ağlayan Hurma kütüğü
37
Mescid’de önceleri minber yoktu, Efendimiz bir hurma kütüğüne
yaslanarak cema’ate hitap ederdi. Daha sonra üç (3) basamaklı bir
minber yapıldı ve peygamberimiz hutbelerini bu minberde iradetti.
Minberin üç (3) basamaklı olması “ilmel yakiyn”, “aynel yakiyn”,
“hakkel yakiyn” ilimlerinin menbaı ve zuhur yeri olmasındandır.
Bu sırada bir de mu’cize meydana geldi, şöyle ki, Efendimiz bir cum’a
günü hutbesini bu minberden iradetmeye başlayınca daha önce
dayanarak hutbe okuduğu hurma kütüğünün peygamberimizden ayrı
kaldığı için yavrusundan ayrı kalan bir devenin feryadı gibi inlemeye
başladığı duyuldu, görüldü. Bunun üzerine Peygamberimiz minberden
inerek bu hurma kütüğünü kuçaklayıp okşadı ve kütüğün inlemesi
kesildi.
Peygamberimiz (sav.), “Eğer ben onu kucaklamamış olsaydım
kıyamet gününe kadar hep böyle inleyip duracaktı,” buyurdu. (18)
Not : (18) İbn-i Mace 1-5-454)
O kütük daha sonra Peygamberimizin emriyle yerinden alınıp
minberin altına defnoldu. Hurma bilindiği gibi bir meyvedir, onun ağacı
da bitkidir, eskiler “nebat” derler. Nebatlarla insanlar çok iç içe olan
varlıklardır. Namazlarımızda “kıyamda” (ayakta) durduğumuz bölüm
onlarla ilgilidir. Onlar bir ömür boyu hakkın huzurunda ayakta
durmaktadırlar ve ibadetlerine böylece devam etmektedirler; hiç birşey
istemeden hep verirler.
Hurma, “kesrette vahdeti” (çoklukta birliği) ifade etmektedir.
Bilindiği gibi, Hz. Meryem hamileliği anlaşılınca şehrin kenarına çıkmış
orada bulunan kurumuş bir hurma kütüğünün yanında ikamete başlamıştır. O hurma kütüğü, kuru olduğu halde yeşerip, hurma vermiştir.
Hurmalardan yiyerek, aşağıdan kaynayan pınardan da su içerek, o
günlerini böylece tamamlanmıştır.
Bütün varlıklar insân’a aşık oldukları gibi, onlar da insân’a
aşıktırlar, çünkü mi’rac sebebleridir. Hele Efendimizin yakınlarında olan
bir varlığın ondan uzak kalması zor bir hadisedir. İşte bu yüzden hurma
kütüğü az kenarda dahi bu ayrılığa tahammül edemeyip, inlemeye
başlamıştır.
Ey gönül dostum ondan uzak kalmaya bizlerin gönlü nasıl razı olur.
Hiç olmazsa hurma kütüğü kadar ol da ağla, inle Peygamberinin
sevgisine sahip ol, gaflette kalma. O makamda bitkilere dahi bir şahsiyet
tanınmıştır.
2. Hz. Aişe sütunu
Aişe (iaşe) sütunu, zâhir ve bâtın her türlü rızkın mahalli, üretim
sahası. Kendisinin islâmi ilimlerin eğitiminde büyük gayreti olmuştur.
Ayrıca o makamda hanımların da yeri olduğunu belirtir. Nefsi küllün
dahi orada tecellisi vardır.
3. Hz. Lübabe’nin tevbe sütunu
38
Ebu Lübabe, Medine’li ensarın ileri gelenlerinden idi. Birçok savaşa
katıldığı gibi “Uhud Savaşı”na da katıldı. “Beni Kuzayr”a muhasarasında
onun müttefiki ve komşuları olan yahudiler Ebu Lübabe’nin yanlarına
gönderilmesini istediler ve kendisini bir kurtarıcı gibi karşıladılar.
Ebu Lübabe onlara kumandan Sa’d b. Muaz’ın hükmüne boyun
eğmelerini ve teslim olmalarını tavsiye etti. Bunun kılıçtan geçirilmek
demek olduğunu anlatmak için de eliyle boğazını işaret etti.
Fakat daha sonra pişman oldu ve bu davranışıyle Allah’a ve
Rasûlüne ihanet ettiğini düşünerek, Hz. Peygamber’in yanına uğramadan
mescid’e gidip, kendisini bir direğe bağlattı. Affedildiğine dair Âyet nazil
oluncaya ve bizzat Hz. Peygamber tarafından çözülünceye kadar bir
hafta yiyip içmeden direğe bağlı olarak kaldı.
Sonraları bu direk
“üstüvanet’t tevbe” (tevbe direği) diye anıldı.
Ebu Lübabe (RA)’nın düştüğü bu hata ile ilgili olarak Kûr’ân-ı Keriym
Enfal Sûresi (8/27) Âyeti,
“ya eyyühelleziyne amenu la tehunullahe ver resule
ve tehunu emanatiküm ve entüm ta’lemune”
mealen,
“ey iman edenler Allah’a ve rasulüne hainlik etmeyin. Bile bile
aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin.” nazil oldu.
Durum Rasûlüllah’a arz edildi. Peygamberimiz, “eğer doğruca
yanıma gelseydi, bağışlanmasını Allahu Teâlâ’dan dilerdim. Madem ki o
kendisini bağlatmış artık Allahu Teâlâ tevbesini kabul edinceye kadar
onu bulunduğu yerde bırakırım,” buyurdu.
Ebu Lübabe (RA) bu şekilde direğe bağlı olarak bir hafta kaldı.
Ancak her namaz vaktinde bağları çözülür, namazını kıldıktan sonra yine
direğe bağlanırdı.
Nihayet Peygamberimizin hanımı Ümmü Seleme’nin evinde
bulunduğu bir sırada vahiy geldi, Rasûlüllah gülmeye başladı. Ümmü
Seleme, “Niçin gülüyorsun Ya Rasûlüllah?” dedi. Peygamberimiz, “Ebu
Lübabe’nin tevbesi kabul oldu,” buyurdu. Rasulüllah’ın müsaadesi
üzerine Ümmü Seleme odasının kapısına dikildi, mescidde bulunan Ebu
Lübabe’ye, “Seni müjdelerim, Allah senin tevbeni kabul buyurdu,”
diyerek, müjdeyi ulaştırdı.
Ashab onu bağlı olduğu direkten çözüp, salıvermek için koşuştular.
Ebu Lübabe, “Hayır vallahi beni Rasûlüllah eli ile salıvermedikçe
bağlandığım direkten ayrılmam,” dedi. Peygamberimiz sabah namazına
giderken yanına uğrayıp salıverdi.
Ebu Lübabe “Mescid-i Dırar”ın yapımına da yardımda bulundu,
ancak bu konu da herhangi bir ithama uğramadı. (20)
39
(Not : (20) Bu hususta geniş bilgi sahabenin hayat hikayelerini yazan
kitaplarda mevcuttur, arzu eden araştırabilir.)
Ebu Lübabe hadisesi seyri sülûk yolunda çok önemli bir oluşumdur.
Düşünmeden yapılan küçük bir hatanın bile ne kadar büyük, kişiye
yakışmayan birşey olduğunu ve ancak çok samimi bir tevbe ve
pişmanlıkla bu sorumluluktan kurtulma imkanı olduğu, başka yolunun
olmadığını açıkça ifade etmektedir. Ya hatasında israr edenlerin hali nice
olacaktır, tek yol helalleşmek ve özür dilemek, gönül kapısını tekrar
açtırmaktır. Bu “tevbe-i nasuh”tur. Bir daha tekrar etmemek üzere
biatını yenilemektir.
İşte bu hata “Kelime-i Tevhid”e karşı yapılan hatadır, özür dilemek
de ancak onadır. “Mescidi Nebevi”de bir sütun bu hakikati her dem canlı
tutmak için hadisenin olduğu günden beri ayakta durmakta ve idraklerde
yaşatmaktadır. Bu meseleyi çok iyi anlamamız gerekmektedir.
4. Serir sütunu
Efendimiz (sav.) itikafta iken yanına yataklarını koydukları sütun.
İtikaf, dünya işlerinden belirli bir süre uzaklaşıp o süre içerisinde zikir ve
daha çok ibadetlerle meşgul olarak Hakk’ta fani olmaktır, “vahdet”tir.
Yatakları demek, kendini teslim ettiği “Rahmeti İlâhiyye” demektir.
Özel rahmeti ilahiyye’nin simgesi o direktir. Böylece dikkatimiz bu
hakikate çekilmek istenmiştir.
5. Muharras sütunu
Efendimiz (sav.)’ın korumalığını yapan sahabelerin beklediği
sutundur. “Kelime-i Tevhid”in ve “Hakikati Muhammedi”nin zâhir ve
bâtın korunmasının lâzım geldiğini belirten sütundur.
6. Vüfud sütunu
Efendimiz (sav.)’ın yanında heyetleri kabul ettiği sütun. her bir
heyet ziyaret ettiği yere ayrı bir ziyaret sebebi ile gelir; Hz.Muhammed’e
ise, daha ziyade özel olarak“Hakikati Muhammedi” yönünden bilgi almak
için gelinir, işte bu oluşumun ifadesi o direk ile belirlenmiştir.
7. Teheccüd sütunu
Efendimiz (sav.)’ın teheccüd namazını kıldığı sütun.
Kûr’ânı Keriym İsra Sûresi 17/79 ayetinde,
“ve minel leyli fetehecced bihi nafileten leke
asa en yeb’aseke rabbüke mekamen mahmude”
mealen,
40
“gecenin bir vakti kalk senin için nafile hükmünde olan teheccüd
namazını kıl, umulur ki rabbın seni makamı mahmuda çıkarır.”
Âyetinin tahakkuk ve tatbikat mahallidir.
8. Halen imamın namaz kıldırğı mihrab
“Hakikati Muhammediyye”nin bu günkü zahiri ve vekalet yeri
9. Efendimiz (sav.)’in namaz kıldırdığı mihrab
“Makamı Muhammed-î”, bütün âlemlerin ve varlıkların durduğu
makam. “İmâm-ül Mübin” (Önde olan imam).“Kelime-i Tevhid’in risâlet
dilinden izah, ilân ve şerh edildiği yer; Ka’be’den sonra ibadet hakkında
en ulvi yer.
10. Halen hutbelerin okunduğu minber
“Hakikati Muhammedi”nin yaşanan zaman içerisinde zamanın icaplarına ve aslını bozmadan hakikatlerinin açılıp yenilendiği ve tekrarlandığı yer.
11. Müezzinlik
Ulûhiyyet mertebesinin Muhammediyyet mertebesinden açık ilânı.
Yine aynı mahalden Muhammediyyet mertebesinin de bütün alemlere
olan ilanı.
12. İç kapı
Cemeate içerideki dönüşümleri sağlayan geçit. Bu Hakk yolcularının kendi içindeki nefis mertebeleri düzeyinden dönüşümleridir.
13. İç kapı
Diğerinin az yanında olan bu iç geçit Hakk yolcularının kendi iç
bünyelerinde, Hazret mertebelerine geçişlerini göstermektedir.
14. Hz. Peygamber (sav.) Efendimizin kabri
“Makam-ı Mahmud”un içindeki merkez nokta, işaret yeri, âlemin
kalbi, Sûret-i Rasûllüllah’ın makamın son görüldüğü yer. Sükûnet
deryası, İlâh-î tecelligah, aşıkların maşuku, ümitsizlerin ümidi, ariflerin
marufu.
6.10.1982
Medine-i Münevvere
Bir gün denildi esselat Rasûle,
Kılındı namazı hep fert ile,
Acı çöktü bütün gönüllere,
Sen o günleri hatırlıyor musun?
O’na mekân oldu yattığı yer,
Sûrettir orda yatan kulak ver.
41
Mâ’nâ da sırlar vardır ona er,
Sen o sırları biliyor musun?
Gerçi sûretin durur toprakta,
Seni ihata etmiş bu babda.
Bunlar hep mecazdır hakikatte,
Sen o mecazı biliyor musun?
Toprağın sarması muhaldir seni,
Ne olursa olsun kabrin eni,
Dar gelir yer, alamaz sineni,
Sen o sineyi biliyor musun?
Bu varlık senin çün var oldu.
Bütün âlem de sende medfundu.
Bu öyle bir İlâh-î oyun’du,
O oyunu oynayabiliyor musun?
Bu işler belirlendi ezelde,
Neler vardır bilsen o güzelde.
Bazen şarkı bazen gazelde,
Sen o sırları duyabiliyor musun?
15. Hz. Ebubekir Sıddık (R.A.)’ın kabri
Sıddıkıyyet makamı, şeksiz şüphesiz, akıl yürütmeden her ne olursa
olsun kabul ve tasdik makamı.
Yanına geldi sevdiği sıddık,
Daha sonra Ömer’ul Faruk.
Kalmadı arada hiç ayrılık,
Onların yattığı yeri biliyor musun?
16. Hz. Ömer’ül Faruk (R.A.)’ın kabri
Hz. Ömer’in bilindiği gibi lâkabı “Faruk” fark edici, (ayırıcı)
demektir.
Yine bilindiği gibi Kûr’ân-ı Keriym’in de bir ismi ayırıcı
manasında “Furkan”dır.
Yani zât’ın bütün özelliklerini “sıfat”, “esmâ”, “ef’âl” mertebelerinde
en güzel şekilde açıklayan demektir.
İşte bu iki mertebe Hz. Rasûllüllah (s.a.v.) efendimize hayatlarında
çok yakın oldukları gibi mematlarında da, yani yaşam sonrası
hayatlarında da çok yakındırlar.
Yani, Makamı İlâh-î ve Makamı Muhammedi’nin şeksiz şüphesiz
tasdiği zâhir, bâtın, her yönden bu tasdik halen dahi devam etmektedir.
Hz. Ebubekir Sıddık bu tasdiği yapmış, bu mertebenin temsilcisi
olmuştur. Bu tasdikten sonra, Makam-ı İlâh-î ve Makam-ı Muhammed-
42
î’nin şeksiz şüphesiz tatbikatta açılması izâhı gerekecekti. İşte Hz. Ömer
(r.a.)’da bu açılımın simgesi olmuştu.
Bir yeniliğin oluşması için evvela çevreden tasdik, sonra da onun
izahı, yani özelliklerinin tatbikatla açıklanması gerekmektedir.Gerçek ise
kabul görür, değilse unutulur gidilir.
“Sıddıkiyyet” ve “Farukiyyet” kısaca bunlardır.
Mevzuu olmadığı halde, ama yeri gelmişken Hz. Rasûlüllah’ın diğer
“iki dostu ve akrabası” halifesinin Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a.)’ın da niçin
orada yanlarında olmadıklarını anlamağa çalışalım.
Bilindiği gibi Hz. Osman (r.a.)’ın lakabı “zinnureyn”, efendimizin iki
kızıyla evlendiği için “iki nurlu” demektir ve kendisinin bilhassa
yakınlarına karşı çok şevkatli olduğu söylenir.
Eğer bu iki nurlu ve şefkatli insan Hz. Rasûlüllah’ın kabri şeriflerine
konsa idi kendisinden “zinnureyn” lâkabının alınması gerekecekti, çünkü
orada sadece “Nur-u Muhammed-î” hâkimdir, oraya başka nur giremez.
Hal böyle olunca O’na yani Hz. Osman (r.a.)’a ayrı bir mekan
gerekmekteydi.
Defnedildiği yer de “cennet”tir, “cennet-ül bâk-î”
kabristanı.
İşte böylece hem
orada yatanlara, hem de orayı ziyaret edip
dolaşanlara olmak üzere “iki nuru” fayda sağlamaktadır. Allah onlardan
razı olsun.
Hz. Ali (r.a.) (K.A.V.) efendimize gelince onun hâli diğerlerinden
biraz farklı olarak, varlığı Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav.)
efendimize benzemektedir.
Şöyle ki: Zat-ı İlâhiyye, Mekke-i Mükerreme şehrini kendine
saltanat yeri yapmıştır. () “lâ ilâhe illâ allah” Tevhid
bayrağı orada asılıdır. Makam’ı oradadır.
()
“lâ ilâhe illâ allah” Kelime-i Tevhid’in şerh ve çözüm
yeri olan Medine-i Münevvere’de ise
( ) “muhammedin
resul allahü”ın “Hamd” bayrağı asılıdır. Makam’ı orasıdır.
İşte Hz.Ali
(r.a.)
(K.A.V.)
efendimiz
de
( )
“muhammedin resûl allahü” bayrağını en güzel şekilde hem kendi
varlığında, hem de âlemde şerh ve çözüme kavuşturduğundan ona da
ayrı bir saltanat yeri lâzım geldiğinden kabri şerifleri Irak sınırları içinde
“Necef” denilen yerdedir ve burası da onun Ali Veliyuullah “Seyyidlik”
bayrağının asıldığı yer olan onun makamıdır.
“Necef” sayı değeri itibariyle,
() “nun” 50
43
() “cim” 3
() “fe”
80 = 113 / (5+8) 13 tür.
Görüldüğü gibi Hz. Rasûlüllah (sav.) Efendimizin şifre ve hakikatlerinin çözüm makamı olduğu belirtilmekte geriye kalan 3 ise, üç (3)
mertebeden yayın yapıldığını “ilmel yakiyn”, “aynel yakiyn”, “hakkel
yakiyn” olduğunu bildirmektedir.
Bu sayı değerinde küçük bir uygulama daha yapmak istedim,
çıkacak sayı değerinin kısacık izahını ilerdeki sayfalarda yapmaya
çalışacağım.
() “nun” 50
() “cim”
3 = 53 eder, ki bu sayı bizimle ilgili bir şifre sayıdır.
Nasıl ki, Hz. Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke-i Mükerremede kalsa idi ikinci
derecede bir ziyaret yeri olacak idi.
Bu hakikate binaen Hz. Ali (k.a.v.) de Medine-i Münevvere’de kalsa
idi nezaketen kendi bayrağını açamayacak ve velâyeti gizli kalacaktı.
İşte bu oluşum gereği onun lâkâbı “Kerremellahu veche” Allah ona her
yönden ikramda bulundu ve bu ikram Mekke-i Mükerreme’den yani
Mertebe-i Uluhiyyet’ten verildi ve Hz. Rasûlüllah (s.a.v.)’ın “Kevser gölü”
ve ırmağının hakikati ondan akmaya başladı, halen de devam etmekte
ve kıyamete kadar da devam edecektir. (21)
(Not : (21) Bu hususta mübarek geceler ve bayramlar adlı kıtabimzda da
bilgiler vardır.)
17. Üzerinde Ahzab suresi 40. ayet yazılı 1. pencere
18. Üzerinde Hucerat suresi 3. ayet yazılı 2. pencere
19. Üzerinde Hucerat suresi 2. ayet yazılı 3. pencere
20. Cibril Makamı
Orada Cibril (a.s.)’a da bir makam vermeden olmazdı. Onun
makamı girip çıktığı yer diye belirtilen “Bâki” kapısına doğru sağ tarafta
yukarıda bir penceredir. Makamı Ulûhiyyet’ten, Makam ı Muhammediyye’ye olan hitaplar oradan böylece akmakta idi. Esasen onlar kesilmiş
de değildir.
21. Bâki kapısı
Bu kapı hakkında “Bab’üs selâm” (selâmet kapısı) ile birlikte bilgi vermeye çalışacağız.
22. Cibril kapısı
44
Az yukarıda Cibril As. makamından bahsedilmişti. Burada ise,
“kapısından” bahsedilmektedir. O hazretin giriş çıkışına engel her hangi
birşey yoktur. Kapılara ancak kütle, madde varlıklı olanların ihtiyacı
vardır. İşte bundan anlaşılıyor, ki her hangi bir “ümmeti muhammed”
gerçek hakikatleri idrak etmiş ise ve bunları bazı kabiliyetli kimselere
ulaştırıyorsa o insanlar arasında “mertebe-i cebrâiliyyet”in temsilcisi
sayılırlar. İşte o kapı bu neş’ede olan insânların kapısıdır ve hemen
önünde “Eshabı Suffa”nın makamı vardır, yani eğitim mahallidir.
Gönlüne gelen gerçek Hakk bilgisi “cebrâiliyyet mertebesi”nden de
gelir. İşte sana gelen o bilgileri sen de bir başkasına doğru olarak
aktarabilirsen o hususta sende de “mertebe-i cibrillik” faaliyete geçmiş
olur. Böylece gönül ravzana girdiğinde o kapı senin “cibril kapısı” olur.
23. Nisa/kadın kapısı
Bu kapı cibril kapısının hemen yanındaki kapıdır. Bugün kadınlar o
kapıdan giremiyor. Kapı girişleri arka taraftaki büyük kapılardandır.
Herhalde evvelce hanımları oradan kabul ettikleri için o kapının ismi
“nisa kapısı” olarak kalmış.
Bugün için düşündüğümüzde kadın nefsi küll’ün temsilcisi
olduğundan, efendimizde hem aklı küll’ü, hem de nefsi küll’ü temsil
ettiğinden tabii ki, orada nefsi küll’e de bir makam verilmesi lazım
gelecekti. İşte bu kapı da nefsi küll bilgilerinin girip çıktığı seyr kapısıdır.
14-09-2001
Medine-i Münevvere
Mescidi Nebevi
24. Eshab-ı Suffa
Yanları açık üstü kapalı mahallere bilindiği gibi halen daha “sofa”
tabir edilir. “Eshab”, sâhibler demek olduğundan “sofa” da, kalan dostlar
demektir. Bu kimseler ortalama 250 kişi, zaman zaman da 400 kişiye
kadar çıkarlar, orada kalırlar, devamlı eğitim ile uğraşırlarmış. Burası
İslamiyyetin ilk üniversitesi olmuştur. İslamiyyet genişledikçe, yeni yeni
beldeler alındıkça Efendimiz onları, oralara ya kadı veya vali tayin ederek, gittikleri yerde İslâmi eğitimi sürdürmüşlerdir. İşte şimdi şu anda
aynı mekânda şu satırları kağıda dökerken birden kendimi “Eshabı suffa” gibi zannettim. Allah c.c onlardan razı olsun. Dini Mübini İslâm’ın
bilgileri onların fedakerane çalışmalarıyla bu günlere ulaşmıştır.
Bir bakıma “sûf-î” kelimesi de buradan türemiştir diyebiliriz, çünkü çok
mütevazi ve muttaki olarak hayatlarını sürdürüyorlardı. Ravza-i Mutahhara’nın içindeki bu bölüm Hakikati Muhammedi ilminin toplanıp dağıtıldığı, geliştirildiği, uygulandığı yerdir.
25. Mihrab
Şu anda imam efendinin namaz kıldırmadığı rastgelen mü’minin
önünde durabileceği bir ziyaret yeridir. Sonradan gelen idareciler, “biz
Hz. Peygamberin makamında namaz kıldıramayız,” diyerek o mihrabı
45
yaptırarak orada imamlık yapmışlardır, tarihi bir ziyaret yeridir ve o
mihrabın önündeki direk, cennet bahçesinin 33 direğinden sonra sarı
çiçekli 20 direğin daha ilavesiyle 53 üncü direk olmaktadır. (Krokide
işaretlidir)
Medine-i Münevvere de ilk günlerden itibaren Rabbı’ma acaba
burada da bize ait bir işaret,
sembol var mıdır diye niyazda ve
araştırmalarda bulunuyorken, nihayet o Mihrab’ın önündeki direk, sanki
burası, burası diyordu. Evet gerek sayı hesabı, gerek konumu itibarıyla o
direk gönlümüze yakın geldi. “Allahu a’lem” (Allah daha iyisini bilir.)
Tabii ki o direkte diğerleri gibi herkesindir. Biz zahirine değil
batınına bakmaktayız.
Ayrıca Kâ’be-i Muazzama’da bulunan “Bab’ül Feth” ile “Bab’ül
Umre” arasındaki 53 nolu “Kehribarı babı şâmi” (elektrikli kapı) yani
yürüyen merdivenli kapıda da mânen şifremiz vardır. (22)
(Not: (22) Bu hususta geniş bilgi (Terzi Baba) isimli kitabımızda vardır.)
26. Bab-üs Selâm
“Selâm”, selâmet, saadet kapısı. Burası krokide (26) fakat “Ravzaı Mutahhara” Mescidi Nebevi’nin 1 no.lu kapısıdır.
Tam karşısına isabet eden kapı (41) nolu “Bâki” kapısıdır ve ikisinin
arası oldukça geniş uzun bir yol “koridor”dur ve sonuna doğru
gelindiğinde Efendimiz (sav.)’in önünden geçilmektedir.
Kur’anı Keriym Yunus suresi 10/25 ayetinde,
“vallahü yed’u ila daris selâmi
ve yehdiy men yeşaü ila sıratın müstekiymin”
mealen,
“Allah selâmet yurdu cennete çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.”
Âyetinin bahsettiği dünyadaki “selâmet yurdu” Ravza-ı Mutahhara’dır ve oraya da 1 nolu kapı olan “babüs selâm”dan girilir.
Gerçi Ravzanın bugünkü haliyle 42 kapısı vardır; hepsinden de
içeriye girilir amma 1 inci “bab’üs selâm”dan (selâm kapısı)ndan girerek,
o koridoru bir defa olsun irfaniyetle geçmek gerekir, Hakk’a giden yol
“sıratı müstakiym”, “sıratullah”tır.
Şöyle ki, o mübârek koridorun kapıdan girip az yukarıda bahsedilen
mihraba kadar olan kısmı “Sıratı Müstakim” bölümüdür, yani “ettur-u
seba” (yedi tur) 7 nefis mertebeleridir.
Ondan sonra dışarıya çıkıncaya kadar da “sıratullah” “Hazarat-ı
Hamse” (beş hazret mertebesi) ve “Mi’rac” yoludur.
Cennet bahçesinin içinden geçen bir bölüm, bu dünyada Ka’be-i
Muazzama tarafından sonra yapılan en mühim ibadet ve ziyaret yeridir.
46
Beyaz direkler, ki sanki onlar mânâ âlemine yükselmeğe hazır,
gök vasıtaları gibidir.
Onların birinci (1.) bölümüne geldiğinde,
Kûr’ânı Keriym Fecr Sûresi 89/29-30 Âyetindeki,
“fedhuliy fiy ibadiy”
“vedhuliy cennetiy”
mealen,
“Benim has kullarımın arasına gir, onlarla birlikte benim zat cennetlerime
dahil ol” müjdesini duyar gibi olursun.
Burası “Tevhidi ef’al” cennetidir.
Az ilerlediğinizde ikinci bölüm beyaz direkler arasına gelirsin, ki
burası da “Tevhidi esmâ” cennetidir.
Ef’al cennetinde, bütün fiillerin Hakk’ın fiili olduğunu, ancak “Hakikati
Muhammedi” kanalıyla zuhura çıktığını idrak etmiş olursun.
Esma cennetinde, hangi isimle vasfedilmiş olursa olsun bütün isimlerin
Hakk’ın isimleri olduğu ancak cami ismi olan “Hakikati Muhammedi”
kanalıyla zuhura çıktığını idrak etmiş olursun.
Üçüncü (3) bölüm beyaz direkler arasına geldiğin zaman, burası da
“Tevhidi Sıfat” cennetidir.
Burada bütün sıfatlar yine Hakk’ın sıfatlarıdır, ancak “Hakikati
Muhammedi” kanalıyla zuhur etmekte olduklarını idrak etmiş olursun.
Dördüncü (4.) bölüm beyaz direkler arasına geldiğin zaman, burası da
“Tevhidi zat” cennetidir.
Burada bütün varlıkların zat’larının tek zattan kaynaklandığını, bu oluşumun da yine “Hakikati Muhammedi” kanalıyla zuhura çıktığını idrak edip
bütün mertebeleri ile gerçek tevhidi idrak etmiş olursun.
Kur’anı Keriym Muhammed suresi 47/19 ayetindeki,
“fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllahü”
mealen,
“Bil ki; muhakkak o lâ ilâhe illâ allah’tır”
“Muhammed” elbisesiyle zuhur eden
“lâ ilâhe illâ allah muhammedin resul allahü”
“Zat-i haberini” risâletini, kendi hakikatini “Muhammed” ismiyle açığa
çıkarmıştır.
Bu hisler ve yaşam ile az ileriye gittiğinde işte orası “Makamı
Mahmud” yani “Makamı Muhammed”dir.
47
İşte şimdi sen birinci (1.) pencerenin önündesin, onun üzerinde
Kur’anı Keriym Ahzab suresi 33/40 ayetindeki,
“ma kane muhammedin ebe ehadin min ricaliküm ve lakin
rasulellahi ve hatemennebiy ve kenellahü bi külli şey’in aliym”
mealen,
“Muhammed (s.a.v.) erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; fakat o
Allah’ın rasulü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir,”
buyrulmaktadır.
Evvelâ kısaca, rakkamlara dikkat etmemiz gerekecektir. Bakın
sure 33, 33 direkli cennet bahçesinin hakikatini yine aynı sayıdaki
Sûrenin 40 ıncı Ayet’i açıklamaktadır, bunlar tesadüfi şeyler değildir.
Özet olarak: Muhammed (s.a.v.) bâtıni yönden sizler gibi, çoluk
çocuk sahibi bir beşer değildir.
“Muhammed” elbisesiyle tecelli etmiş;
zâtından sıfatına,
sıfatından esmâsına,
esmâsından ef’âline tenezzül ederek irsal etmiş;
Rasûllük yapmış;
ve bu hakikati “Muhammed” elbisesi ile sona erdirmiştir. Ondan sonra
resmi olarak böyle bir tecelli olmaz, ancak onun varislerinde bu hadise
batınen kıyamete kadar devam edecektir.
Bu hakikat kendisinde Âyet’in belirttiği sayıda 40 yaşlarında ortaya
çıkmıştır.
Allah gerçekten neyin ne olduğunu, kimin beşeriyyeti, kimin
Ulûhiyyet’i ile yaşadığını çok iyi bilir. Çünkü gerek halkıyyeti yönüyle,
gerek Hakkiyyet’i yönüyle cümleden zuhurda olan ondan başkası
değildir. Zâten âlemde başkası yoktur.
Evet bu güzel duygular içinde bir iki adım daha attığında birinci
(1.) pencerenin sağ tarafına yaklaştığında, işte o anda âlemlerin
Sûltan’ının tam karşısında olduğunu bilmelisin.
Bu hadise, Ka’be-i şerifedeki; Hacer’ul Esved’in tam karşısında
durmaya, zat’a ayna olmağa benzer.
İşte o anda sende Hz. Risalet penah-i Efendimizin aynası, hatta aynısı
olmaya çalışırsın. O’na bundan daha çok zahir alemde yaklaşman
mümkün değildir, gönül aleminde ise, senden ayrı değildir.
Kâ’be’de, seyirde ve tavafta, yaşadığın anların dışında, hiç bir anın
bu kadar güzel, bu kadar hoş, bu kadar bereketli ve nurlu değildir. Ve
şöyle selâmlar dilinden dökülmeğe başlar.
48
Esselatu vesselam aleyke ya Rasulellah.
Esselatu vesselam aleyke ya Nebiyyallah.
Esselatu vesselam aleyke ya Cemali pak.
Esselatu vesselam aleyke ya Kemali pak.
Esselatu vesselam aleyke ya Varlığı Hakk.
Esselatu vesselam aleyke ya Gönüller Sûltanı.
Esselatu vesselam aleyke ya Aşıklar kıblegahı.
Esselatu vesselam aleyke ya Dertliler dermanı.
Esselatu vesselam aleyke ya seyyidel evveline vel ahirin.
Esselatu vesselam aleyke ya Hakikati Muhammedi.
Artık sen orada yoksun zaten. Sende mevcud mertebe-i Muhammed-î, aslı olan, Hakikat-i Muhammed-î ile birleşmiştir. Sen gerçekten
“fena firrasûl” (Rasûl’de fâni), o yoldan da “Baka billâh” (Hakk’ta
bâkî) olmuşsundur.
Ne varlığın, ne sesin, ne nefesin kalmıştır. Ancak orası durma yeri
değildir, arkadan gelenlerin hakkını da korumak gerekir.
Bu hisler içinde:
Ayrılmak istemez gönül yardan.
Vakti firaktır ne gelir elden.
Hasret başladı daha bu andan.
Hoşça kal ya Rasulellah.
Sanki ravza geldi benimlen.
Belki ben kaldım onunlan.
Ayrılamadım huzurundan.
Hoşça kal ya Rasulellah.
Hoşça kal ya Rasulellah.
Diyerek birkaç adım daha yan yan atarak yüzün oraya doğru bu
sefer üzerinde,
Kur’anı Keriym Hucurat suresi 49/3 ayetindeki,
“innellezine yeguddune esvateküm ‘inde Resûlillâhi
ulâikelleziynemtehazellahü kulubehüm littakva lehüm mağfiratün
ve ecrun aziym”,
mealen,
“Gerçekten Allah’ın Peygamberi yanında seslerini kısanlara, bunlar o
kimselerdir ki, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir, onlara bir
mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.” ayetinin sana sırrı açılır.
49
Yine burada da sayılara azıcık dikkat edelim, Sûre no’su 49 dur,
kendi içinde toplarsak, 4+9=13 eder, bu da bilindiği gibi Hz.
Rasûlüllahı’ın şifre sayısıdır.
Âyet sayısı olan üç (3) ise bu hakikatleri üç (3) yönlü, yani “ilmel
yakıyn”, “aynel yakıyn”, “Hakk’el yakıyn” mertebelerinden idrak
etmektir.
Allah’ın peygamberi yanında seslerini kısanlar.
Rasûlüllah (s.a. v.)’in “sıddıkiyyet mertebesi”dir.
Burası
Hz.
“Seslerini kısanlar”, kendi varlıklarında, kendilerine ait birşeyleri
kalmadığından zaten sesleri çıkmaz. Eğer daha sesleri çıkıyor ise, o
mertebeye ulaşamamışlar demektir. Çünkü âlemde tek ses vardır o da
“Hakikati Muhammed-î”nin sesidir. “Bunlar o kimselerdir, ki Allah kalblerini takva için imtihan etmiştir.”
“Takva”, sakınmak olduğundan, her mertebenin kendine göre
takvası vardır. Bu mertebenin takvası ise, Hakk’ın varlığını unutup,
kişinin kendi varlığına düşmemesidir.
Bunlara nefislerinden mağfiret ve kendi hakikatlerini anlama yönünden büyük mükâfat vardır.
Böylece “sıddıkiyyet mertebesi”ni de selamladıktan sonra yine yan
yana birkaç adım daha atarak, bu sefer üçüncü (3.) pencerenin önüne
gelirsin. Burası “Farukiyyet” makamıdır. Ona da gereken nezaketle
selâmı verdikten sonra o pencerede yazılı Âyetin yaşamına geçersin.
Kur’anı Keriym Hucurat suresi 49/2 ayetindeki,
“ya eyyühelleziyne amenu
la terfe‘u asvateküm fevka savtin nebiyyi
ve la techerü lehü bi’l kavli kecehri ba’dıküm liba’dın
en tahbeta a’malüküm ve entüm la teş’urune”
mealen,
“Ey iman edenler seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın ve
birbirinize bağırır gibi ona bağırmayın, haberiniz olmadan amelleriniz
boşa çıkıverir.”
Burada da yine sayılar dikkat çekicidir; az evvelki Âyette olduğu
gibi bu Âyet de 49 nolu Sûrenin 2 inci Âyetidir. Bunun ifadesi 4+9=13
Hz. Rasûlüllah’ı, bu mertebede dahi iki (2) zâhir ve bâtın idrak demektir.
Burada bir şeye dikkat çekmemiz gerekmektedir. Evvelki Âyette
“seslerini kısanlar” burada ise, “seslerinizi peygamberin sesinden yüksek
çıkarmayın,” buyruluyor.
Birincide, “Hakikati Muhammed-î” denizinde gark olanlar; İkinci de,
“hakikati Muhammedi” deryasına girip orada yıkanıp yeni bir hayatla ve
50
“sıreti Muhammedi” ile o deryadan çıkarak etraflarını eğitiyorlarken, nefislerine kapılıp, halkın ezası ve zorlukları karşısında yılmadan, bıkmadan
ve seslerini Hz. Muhammed’in risaletleri döneminde nasıl yumuşak ve
müşfik davranmışlarsa siz de öyle davranarak, eğitimde ve diğer zamanlar da seslerinizi, onun sesinden daha yüksek çıkarmayın.
Ömerül Faruk, bilindiği gibi, yüksek adalet sahibi olduğundan,
haklıyı ve haksızı çok iyi ayırma kabiliyeti vardı. İşte o mertebe “Farukiyyet” yani “Furkan mertebesi”dir. Aynı zamanda “sıfat mertebesi”dir.
O halden sonra artık birbirinizle konşutuğunuz gibi ona seslenmeyin, çünkü o sizler gibi sadece beşer değil, aynı zamanda “Rasûl”dür.
Ancak siz bu hakikatleri pek düşünmüyorsunuz.
Kısaca toparlarsak üçüncü (3.) pencerede bu hisler içinde birinci
(1.) Âyette, belirtilen “Hakikati Muhammediyye”yi iyice tanımak, onda
yok olmak;
ikinci (2.) de, böylece sesini çıkaramamak, o deryada yüzmeye
başlamak;
üçüncü (3.) de ise, tekrar yeni bir varlık bularak, irşat vazifesine
başlamak, anlatılmaktadır.
Orada da fazla duramayıp, arkadan gelenlere yol açmak üzere
boyun bükerek, kısalan yolu tamamlamak üzere “Makamı Mahmud”a,
“Makamı Sıddıkiyyet”e, “Makamı Furkaniyyet”e tazim ve selam ederek,
yoluna yavaş yavaş bu hakikatleri yaşayarak devam edersin.
Oranın iki (2) çıkış kapısı vardır. Biri koridorun sonunda bedenliler
için “Bâki kapısı” cennetül bâkiye açılan; diğeri de az yukarıdaki “Makamı
Cibril” penceresidir. Buradan da bedensizler, “âlemi ervah”a uruc
ederler, yükselirler.
Bu koridorun aynı zamanda bir ismi de “Medine’nin zaman
tüneli”dir. Bütün zamanları da içinde bulundurur.
İşte bu hakikatleri idrak ederek, âlemlerin Sûltanının önünden
ayrılan kimse, bu iki kapıdan çıkarak; ya “bâki” olan gönül cennetinde,
ya da gönül semâsında yaşamlarına devam ederler.
Misâfir olarak gelenler, tekrar yerlerine dönünce, yani eski
beşeriyyet hallerine dönünce bulundukları yerde, bâtınen “Makamı
Mahmud”un zâhiren de “Şeriatı Muhammedi”nin temsilcileri olurlar.
İşte sen de bu hallere sahip olmak istersen, bulunduğun yerde
böyle kimselerin var olup olmadığını araştır, eğer bulabilirsen hiç durma,
onlardan hemen bu hallerin eğitimini al, öylece âlemlerin Sûltanını
bilerek ziyaretine git.
“Bab’üs selâm”dan girip, “bâki kapı”sından çıkarak yapılan ziyaret
saat olarak belki onbeş dakikada biter amma gerçekten eğitimini alarak
oradan geçmek ortalama 15-20 sene sürer, ki ancak irfaniyyet ve
muhabbet ile gerçekleşir; iyi anlamaya çalışalım.
51
Tabii ki, Hz. Rasûlüllah’ı her mertebedeki ümmetinin ziyaret hakkı
vardır, ancak şeriat mertebesindekiler, bulundukları idrak ve anlayış
düzeyinden, tarikat mertebesindekiler tarikat mertebesinden, hakikat
mertebesindekiler hakikat mertebesinden, marifet mertebesindekiler
marifet mertebesinden ziyaret ederler, ki iyi niyetle yapılan her ziyaret
makbuldür. Allah cc. bütün ziyaretlerinizi kabul etsin. Amin.
30-09-2001
Mekke-i Mükerreme
Ka’be-i Muazzama
Şimdi biraz daha Mescidi Nebevi’nin bazı özelliklerini anlamaya
çalışalım. 27 açılır, kapanır kubbesi vardır. Tabii ışıklandırma için herbiri
80 ton ağırlığındadır. Kapladığı alan 324 m2 dir. Her kubbede 2.5 kg
toplam 67.5 kg altın kullanılmştır, Medine’de imâl edilmiştir.
Ayrıca arka orta yerde iki (2) adet üstü açık alan vardır, ki
gerektiğinde onların da üstü altı (6) şar adet direklere monte edilmiş
muazzam hidrolik sistemiyle çalışarak açılıp kapanan şemsiyelerle
örtülmüştür. Açılır kapanır kubbe ve şemsiyeler ile alemi ervahla irtibat
sağlanmaktadır.
Genel olarak anlatılacak pek çok şeyler daha vardır, fakat gayemiz
oranın teknik özelliklerini saymak değil, içinde bulunan bazı mertebeleri
kısa, kısa anlayabildiğimiz kadar anlatmaya çalışmaktır
Bugün Mescid-i Nebevi’nin kapladığı alan “eski Yesrip” Medine
şehrinin kapladığı alan olduğu söylenir. 98,326 m 2 olan Mescid’in
kapladığı alan nerdeyse 100 dönümlük oldukça geniş bir sahayı
kaplamaktadır.
İçinde, üstünde, terasta ve bahçesinde toplam 698.000 kişi namaz
kılabilmektedir.
İnşaatı mimarisi, tezyinatıyla gerçekten dünya da Kâ’be-i Muazzama’dan
sonra, bir eşi benzeri olamayacak Hz. Rasûlüllah (sav.) âlemlerin
Sûltanına yaraşır “livâ’ul hamd” sancağının dalgalandığı muhteşem
binadır.
Medine’de ilk yapılan mescid “küba mescidi” ittika sahiplerinin,
şeriat mertebesinin ilk temelinin atıldığı, Kelime-i Tevhid’in orada ilk defa
resmen okunduğu yerdir.
“Cum’a mescid”i ilk tarikat mertebesinin temelinin atıldığı yerdir.
“Mescid-i Nebevi” ise, hakikat ve ma’rifet mertebelerinin temelinin
atılıp, temelleştirildiği yerlerdir.
Daha sonra yapılan adına “kıbleteyn” denilen mescid ise, kıblenin
Kudüs’ten alınıp tekrar Ka’be-i Muazzamaya verildiği dünya ve mânâ
âlemindeki çok büyük değişikliği ifade etmektir.
52
Böylece, merkez “sıfat” mertebesinden “zat” mertebesine, yani
“Mûseviyyet” ve “İseviyyet” mertebesinden alınıp “Muhammediyyet”
metrebesine döndürülerek, “mertebe-i İbrahimiyyet”in gerçek ve Hakk’a
ulaşan devamının, “mertebe-i İbrâhîmiyyet”ten “Mertebe-i Muhammediy
ye”ye ancak bu yoldan da Hakk’a ulaşmanın mümkün olduğunu açık
olarak bildirmektedir.
Mescid-i Gamame (Bulut mescidi)
Her zaman Rasûlüllah (s.a.v.)’ın başının üstünde güneşten
korunması için, bir bulut dolaşmakta idi. Bu yüzden gölgesi de yere
düşmemekte idi. Bunun hatırasına binaen yapılan bu mescidin taşları
bile gri renkli taşlardır, bakıldığı zaman bulut gibi görünür.
Bulut “cami-i a’ma’iyyet” hakikatini ifade etmekte, Hz. Rasûlüllah
(s.a.v.) gölgesinin yere düşmemesi ise, kendisinin bir nur olduğu, nurun
ise gölgesinin olmasının mümkün olmadığının gerçeğidir.
Ebubekir Sıddık mescidi
“Sıddıkiyyet mertebesi”nin zâhiri genele açık yönüdür.
Nebevi’deki makamı ise, bâtın-î makamı’dır.
Mescid-i
Ömer’ul Faruk mescidi
“Furkaniyyet mertebesi”nin zâhiri genele açık yönüdür.
Nebevi’deki makamı ise, bâtın-î makamı’dır.
Mescid-i
Osman Zinnureyn Mescidi
Sevgi, muhabbet ve nur mertebesinin zâhiri genele açık yönüdür.
Bâki kabristanındaki makamı ise, bâtın-î makamı’dır.
Hz. Ali (k.a.v.) mescidi
İlim, şeceat, mertlik mertebesinin zâhiri, genele açık yönüdür.
Bâtıni ve velâyet mertebesinin zuhur mahalli “Ali veliyyullah” sancağının
dalgalandığı yer ise, “necef”teki muhteşem kabridir.
Ehli Beyt
Söz Hz.Ali (r.a.)’a gelmişken, mevzuumuzla fazla ilgili olmadığı
halde “Ehli Beyt”i hanedanın şehit edilişleri hakkında birkaç satır yazmak
istedim. Çünkü bu alevilik - sünnilik İslâmın çok yersiz ve hazin bir
tablosudur.
Gerçek bir müslümanın, gerçek mânâda “sünni” aynı zamanda da
gene gerçek mânâda “alevi” yani Hz. Ali’yi sever olması lazımdır.
Sünnilik Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Alevilik Hz. Ali’ye bağlılık gibi bir şey
kat’iyyetle ne düşünülebilinir ve ne de kabul edilebilinir.
Müslümanın tek ismi vardır, o da yine “müslüman”dır. Sünneti
seniyye ye zâten mutlaka uyması lazımdır, bu yüzden “sünnidir”
denilirse doğrudur.
Fakat müslüman Allah’ın ve peygamberinin
53
belirlediği kurallar içerisinde evvela müslüman ondan sonra belki
eğilimine göre bir başka ilâve kelime kullanılabilinir.
Bu ölçünün dışındaki isimler siyasi parti isimleri gibi olan
guruplaşmalar dan başka bir şey değildir.Bu gurupların oluşması ise,
İslâm’ı iyi anlayıp değerlendiremediğimizden ortaya çıkan anlam
kargaşalıklığından’dır.
Biz yine kısaca “Ehli Beyt” konusuna gelelim. Acaba?…. Cenâb-ı
Hakk: acizmiydi ki, Hz. Rasûlüllah (s.a.v.)’ın “Ehli Beyt”inin hepsi, hatta
bir rivayete göre, habibinin dahi “Hayber kalesi” feth edildiğinde yediği
bir yemekten zehirlendiği, yediği bir yemeğin içindeki zehirin geç tesir
eden bir zehir olduğundan hemen anlaşılamadığı ölüm sebeplerinden biri
ve etken olanın bu zehir olduğu söylenir.
Böylece hepsi bu dünyadan şehiyd olarak ayrıldılar. Allah c.c.’nün,
haşa onları koruyacak gücü yok muydu?
Tabii ki böyle bir şey
düşünülemez bile; o halde bu hadisenin bir hakikatı olmalı ve biz onu
aramalıyız.
1400 küsur seneden beri yapılan kavga yerine uzlaşma aramalıyız.
Daha bu konuyu çözemeyen ve hep 1400 küsur sene geride yaşayan
“sünni - alevi” ayrılıkçı anlayışı içerisinde bocalayıp duran saf, temiz,
bitaraf müslüman kardeş ne zaman ve nasıl bir huzura kavuşabilecektir?
İnşeallah alimlerimiz bir araya gelirler de aşağıda belirtmeğe
çalışacağım Ayet-i Kerime’nin gerçek ifadesini idrak ederek müşterek bir
zeminde buluşurlar da, bu oluşumların gerçek yüzü ve hakikati ortaya
çıkar.
Aslında zâten ortadadır, gizli bir şey yoktur ancak bizim gözlerimiz
ve akıllarımız perdeli olduğundan bu gerçekleri görme imkânımız
olmuyor, bu yüzden yaptığımız işler “körlerin döğüşü”nden başka bir şey
olmuyor.
Kur’anı Keriym Nisa suresi 4/69 ayetindeki,
“feulaike me’alleziyne en’amallahü aleyhim
minennebiyyiyne vessıddiykıyne veşşühedai ves salihıyne
ve hasüne ulâike refiykan”
mealen,
“Allah’ın üzerlerine nimet verdiği, Peygamberler, sıddıklar, şehiytler ve
salihler, işte onlar ne güzel arkadaştırlar.”
Ayeti Kerime bu kadar açık ve sarih iken “ehli beyt”in niye şehiyd
edildiği, siyasi hesaplarını yapmak kime ne kazandırdı ki?…
“Hane-i Saadet”, “Penc-ü Ali aba”, yani Hz. Muhammed (s.a.v.) kızı
Fatıma, yeğeni ve damadı Hz. Ali (k.a.v.), oğulları Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin’dir.
Yukarıda da Âyette bahsedilen dört (4) mertebenin de kemâli “Ehli
beyt” hanedanında bulunması gerekiyordu, aksi halde tam kemalde
54
olmazlar bazı yönleri eksik olurdu ki, bu eksiklik de o “hane-i saadet”e
yakışmaz idi.
Âyette belirtilen “peygamberlik” asaleten o ailenin vasfıydı.
“Sıddıklık” yani doğruluk ve tasdik etme, tabii halleriydi; “sâlihlik” ise
günlük yaşantılarıydı. Geriye bir şehiydlik kalıyordu, ki bu da sonlarının
böyle olmasını ve kendi bünyelerinde yukarıda belirtilen dört (4)
mertebenin iştirakı ile kendi kemâllerine ulaşmaları gerekiyordu.
Kendilerinin şehiyd edilmeleri onların bir aciziyetleri değil bilâkis
derecelerinin yükselmesi ve kemâlâtlarını sağlamaktı. Meseleye bir de
bu yönüyle bakarsak fikir ve kanaatlarımızda değişiklik olacağını zannediyorum. Allah cc. daha iyi bilir. Biz yine konumuza dönmeye çalışalım.
Bilâli Habeşi mescid-i
Bilâli Habeşi hatırasına binaen yapılmış olan bu mescid ise, ezân-ı
Muhammedi Kelime-i Şehadet’in âlemlere ilân edilişinin sembolü
mertebesin-dedir…………………..
*****
Evet bu kadar izahat belki biraz fazla gibi oldu ama olsun bilgi
bilgidir. Cenâb-ı Hakk faydalandırsın İnşeallah. Biz gene yolumuza
devam etmeye çalışalım.
NEDİR
BU?
NECDET ARDIÇ
(27-10-1981)
Duyar gönül derûn içre, muammayı cihandır bu.
Uyan kardeş hemen sen de, gaflethane değildir bu.
Adem’i kendinde ara, kendine merhamettir bu.
Her gördüğün Adem değil, sûret’e aldanmaktır bu.
Ademin gönlüdür aslı, muammayı beşer’dir bu.
Sen Adem olmağa çalış, bildiğin Adem değildir bu.
Hakk’a seyran eyle yürü, çün kendine seferdir, bu.
Günler geçer üçer beşer, durmak yeri değildir, bu.
Terk’i sûret sanma kolay, muammayı illâ’dır, bu.
Yıkıpta Saray’ı vehmin, lâ’dan dahi geçmektir, bu.
Bütün gördüklerin yok bil, hakikat’i İllâ’dır, bu.
Alem var sen dahi varsan, Dediğin lâ değildir, bu.
55
İnsân’ı sanma ki beşer, Muamma,yı zuhur’dur bu.
Sûret’i küçük’tür amma, bil! Alem’i ekberdir, bu.
Kendin kendine kur saray, miras almak değildir, bu.
Eğer, gönlün titremezse, pişmek, olmak değildir, bu.
Mustafam cihan ışığı, muammayı Rasûl’dür, bu.
Bütün aleme rahmettir, Sandığın Rasûl değil’dir, bu,
Kûr’ân da övdü hep Mevlâm, Rasûl’u kibriyadır, bu.
Sende git yolundan hemen, ziyan etmek değildir, bu.
Can ve canan nedir diyen, muammayı Cemâl’dir, bu.
Her sûrette gördüğün can, sıret’i canân değildir, bu.
Cemal cemale aynadır, canan ile olmaktır, bu.
Bahri zat’ına dalmadan, canân olmak değildir bu.
Zaman içre zaman vardır, muammayı zamandır, bu.
Zaman denilen bir an’dır, gelir geçer değildir bu.
Zaman bâki’dir sende hep, (Vel asri) de yemindir, bu.
Aslına vardınsa eğer, geçmek, göçmek değildir, bu.
Marifet (ben) diyebilmek, muammayı bendir, bu.
Eğer benlik ile dersen, dediğin (ben) değildir, bu.
Bu zamir’i ancak (o) der, sûret’ten gelen değildir, bu.
Sen de (o) olursan eğer, söyleyen (sen) değildir, bu.
------------------
56
Not= Daha evvelce birkaç sefer Hacc ve Ûmreye giden Hü…..Çe….
ismindeki oğlumuzun dikkatini çekerek çizdeği bu krokide görülen şudur.
Safa tepesinden başlanan sa’yin hervele yapılan yeşil bölüme
gelinceye kadar olan direklerin sayısının (13) olduğu, ayrıca bu sefer
Merve tepesinden aynı yere gelinceye kadar olan direklerinde (53) adet
olduğunu sayarak tespit etmiştir. Yani hervelenin başladığı yeşil direk bir
yönden sayıldığında (13) diğer yönden sayıldığında ise (53) adet olduğunu görmüş ve yukarıdaki şekliyle tespit etmiştir. Bunu da gönüllerinize
sunuyorum.
NEDİR
DEDİLER
Ziyaretin nedir? Dediler.
Tafsilde aramaktır, dedim.
Mekke’n nedir? Dediler.
Zâtî tecellimin şerhidir, dedim.
Harem’in nedir? Dediler.
Zâtımın şerhidir, dedim.
Zem zem’in nedir? Dediler.
Bâtıni pınarımdır, dedim.
Tavaf yerin nedir? Dediler.
Ef’âl âlemimdir, dedim.
Direklerin nedir? Dediler.
Sıfat, Esmâ, Ef’âl tecellilerimdir, dedim.
Birinci sıra direklerin nedir? Dediler.
104 kitap, 99 esmâ tecellilerimdir, dedim.
Arka direklerin nedir? Dediler.
Esmâ tecellilerimin tafsilidir, dedim.
İkinci katın nedir? Dediler.
Sıfat tecellilerimin tafsilidir, dedim.
Terasın nedir? Dediler.
Ulûhiyyet tecellilerin tafsilidir, dedim.
Kâ’ben nedir? Dediler.
Zâtî tecellimin cem-i’dir, dedim.
Tavaf nedir? Dediler.
Zâtıma gelen yoldur, dedim.
57
Birinci dönüşüm nedir? Dediler.
Hayat sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
İkinci dönüşüm nedir? Dediler.
İlim sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Üçüncü dönüşüm nedir? Dediler.
İrade sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Dördüncüdönüşümnedir?Dediler.
Kudret sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Beşinci dönüşüm nedir? Dediler.
Kelâm sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Altıncı dönüşüm nedir? Dediler.
Semi sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Yedinci dönüşüm nedir? Dediler.
Basar sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Hacer’ül Esved nedir? Dediler.
Zâtımdan ef’âl âlemine bakan gözümdür, dedim
İlk selâmın nedir? Dediler.
Hakikatime giriştir, dedim.
İkinci selâmın nedir? Dediler.
Mârifetime giriştir, Zâtımı selâmlamaktır, dedim.
Siyah çizgi nedir? Dediler.
gidiş, sıratullahtır, dedim.
Birinci köşen “Rükn-ü Iraki” nedir? Dediler.
Umumi şeriatımdır, dedim.
İkinci köşen “Rükn-ü Şami” nedir? Dediler.
Gerçek tarîkatımdır, dedim.
Üçüncü köşen “Rükn-ü Yemâni” nedir? Dediler.
Gerçek hakikatimdir, dedim.
Dördüncü köşen “Rükn-ü hacer’ül Esved” nedir?
Gerçek mârifetimdir, dedim.
Dediler.
Altın oluğun nedir? Dediler.
Rahmetimin şeriat ve tarîkat Ehline aktığı yerdir, dedim.
58
Tavaf niçin soldan döner? Dediler.
Sağ akl-ı kül’üm’dür, herşeyi ihata eder, dedim.
Ya örtün nedir? Dediler.
Ahadiyyetimin gizlenmesidir, dedim.
Ya kapın nedir? Dediler.
Zâtımın girişidir, dedim.
Ya içinde ne vardır? Dediler.
Üç direk, ilmel, aynel, hakkal yakıyndır, dedim.
Hicr’in nedir? Dediler.
Zâtımın açık yanıdır, dedim.
Hatimin nedir? Dediler.
Şeriat, tarîkat mertebesinde sınırımdır, dedim.
Makam-ı İbrâhîm’in nedir? Dediler.
Dostluk(hullet) mertebemdir, dedim
.
Enin niye onbir metre? Dediler.
Biri sen biri de benim, dedim.
Boyun niye oniki metre? Dediler.
Zâtıma gelen mertebelerimdir, dedim.
Yüksekliğin niye onüç metre? Dediler.
Rasûlümün şifresidir, dedim.
Çocuk sesleri niye? Dediler.
İsmail’in o günden yankısıdır, dedim.
Mültezem’in nedir? Dediler.
Kapının yanıdır, bekleme yeridir, dedim.
Dokuz minaren nedir? Dediler.
Dördü : Şeriat, tarîkat, hakikat, mârifet: Beşi : Hazerat-ı
Hamsedir, dedim
İki şerefelerin nedir? Dediler.
Zahir ve bâtın davetimdir, dedim.
Dış kapıların nedir? Dediler.
Ulül el bab’larımın giriş yerleridir, dedim.
Say’ın nedir? Dediler.
Zâtıma gelen yoldur, zaman tünelidir, dostu aramaktır, dedim
59
Safa’n nedir? Dediler.
Akl-ı küllün zuhurudur, dedim.
Merve’n nedir? Dediler.
Nefs-i küllün zuhurudur, dedim.
Birinci gidiş nedir? Dediler.
Akl-ı külden nefs-i külle nüzûldür, (iniştir) dedim.
Geriye dönüş nedir? Dediler.
Nefs-i külden akl-ı külle urucdur (çıkıştır) dedim.
Üçüncü yürüyüş nedir? Dediler.
İbrahimiyet tevhidime ulaşmaktır, dedim.
Dördüncü yürüyüş nedir? Dediler.
Mûseviyet tenzihime ulaşmaktır, dedim.
Beşinci yürüyüş nedir? Dediler.
İseviyet teşbihime ulaşmaktır, dedim.
Altıncı yürüyüş nedir? Dediler.
Habibimin gerçek tevhidine ulaşmaktır, dedim.
Yedinci yürüyüş nedir? Dediler.
Zâtımla, halkımın arasına girmektir, dedim.
Saç kesmek nedir? Dediler.
Beşeri fiillerimi kesmektir, dedim.
İhram nedir? Dediler.
İnsândaki örtümdür, dedim.
Neden beyazdır? Dediler.
Renksiz olmak içindir, dedim.
Rıda’n nedir? Dediler.
Azametimdir, dedim.
İzar’ın nedir? Dediler.
Kibriyamdır, dedim
İhramdan çıkmak nedir? Dediler.
Renklere boyanmak içindir, dedim.
Omuz açmak nedir? Dediler.
Kudretimi göstermektir, dedim.
Hervele yapmak nedir? Dediler.
60
Azametimi göstermektir, dedim.
Hacc’ın nedir? Dediler.
Hakikatimde cemâlimi seyrdir, dedim.
Umren nedir? Dediler.
Hakikat-i Muhammedi’de habibimi seyrdir, dedim.
Vedan nedir? Dediler.
İzafidir, birlikte olanın vedası olmaz, dedim.
Bunları soran kim? Dediler.
Soran da söyleyen de benim, dedim.
Peki tavaf edenler kim? Dediler.
Hepsi sûretlerimdir, dedim.
Kapıların niye doksanbeş?Dediler.
Biri “star” (yıldız) kapısıdır. Diğerlerinin toplamı onüç eder,
o da habibimin şifresidir, ondan habersiz girilmez, dedim.
29/10/1999 Cuma
(Mekke-Kâ’be)
Terzi Baba
-------------------
Buraya (6-Peygamber-3-Hz. İbrâhîm) isimli kitabımızdan, Kâ’be-i
Muazzama hakkında verilen bilgilerden ilgisi bakımından, faydalı olur
düşüncesiyle bir kısmını da aktarıyorum.
(İnne evvele beytin vudia
mübâreken ve hüden lil âlemîne)
linnâsi
lellezî
bi
bekke
te
3/96. “Şüphe yok ki, insânlar için ilk tesis edilmiş olan ev,
Mekke'deki o çok mübârek ve âlemler için hidâyet olan beyt-i
Muazzamadır.”
Yukarıdaki Âyet-i Kerîme’ye zâhir-î yönden
bakıldığında,
söylenecek daha başka hiçbir şey yoktur. Aynen olduğu gibidir. Ancak,
bâtın-î yönden bakıldığın da söylenecek çok şeyler vardır. Şimdi özetle
bunları incelemaye çalışalım.
(1) Yer yüzünde ilk “ev” in olduğu:
(2) İnsân’lar için kurulduğu:
(3) yerinin “Bekke” olduğu:
61
(4) Mübarek olduğu:
(5) “Âlemlere” hidâyet “Hâdî” olduğu:
Açık olarak ifâde edilmektedir. Şimdi bunları, bir noktayı
hatırlatarak teker, teker incelemeye çalışalım. O nokta da şudur.
İnsânlar için kurulduğu halde, bütün âlemlere hidâyet olması nasıldır.?
Yeri geldikçe incelemeye çalışacağız.
(1) Yer yüzünde ilk “ev” in olduğu:
Yer yüzünde İnsânlar için kurulan, ilk evin ismi aynı zaman da
(Beytullah,) “Allah’ın evi” dir. Sâhibi Allah (c.c.) kullanıcısı ise İnsândır.
O halde İnsân Allah’ın kiracısı ve misâfiridir. Bu yönden aynı zamanda
Allah ehli-Ehlullah’tır.
Zât-ı mutlak â’mâ’iyyetinden Vâhidiyyet’ine tenezzül ettiğinde,
kendisinde iki husus’u meydana çıkardı o da “inniyyet’i ve hüvviyyet’i”
idi. İnniyyet’ inden, İnsân ve Kûr’ân, zuhur etti işte bu yüzden (ikiz
kardeştir,) hüvviyyet’inden ise âlemler ve nokta zuhur mahalli
“beytullah-Beyt’ül atik” ortaya çıktı. Daha sonra zât-ı mutlak, Ahadiyyetinden vahidiyyet-i ne tenezzül ettiğinde, Ulûhiyyet-i ve Rahmâniyyet-i
meydana çıktı. Ulûhiyyet’inde bulunan ilm-i ilâhiyyesi, sıfat bölgesi
olarak Rahmâniyyet’i ne aktararak, yaygınlaşmasını sağlamış oldu. İşte
Ulûhiyyet’in ilmî, mânâ da ilk evi-zuhuru, budur. Buranın diğer ismi de
Hakikat-i Muhammed-î dir. Öyle ise bu hâlin diğer ismi, bâtın-î mânâ da,
hakikat-i Muhammed-î, İlmi İlâhiyye’nin “beyt-i-zuhur” mahallidir.”
Rahmâniyyet-in, nefes-i Rahmân-î si ile ilmi İlâhiyye’de bulunan
Esmâi ilâhiye ye lâtif sûretler vererek esmâ âlemine tenezzül etmesi de
rahmâniyyet-in zuhur mahalli, Esmâ mertebeside âlem-i melekût olarak
rahmaniyyet-in evi (Beyt’ürrahmân) olmuştur. Esmâ âlemi olan
mertebe-i ervah’da ki mânâlar da birer elbise giyerek, âlem-i ecsamcisimler âlemi-âlemi şehadette zuhura çıktıklarında bütün âlemi şehadet
bu mânâların “beyt-evi” olmuş bu yüzden buranın diğer ismi “beyt’ül
esmâ” dır, diyebiliriz. Bütün bu mertebeler Ûlûhiyyet’in zuhur mahalleri
olduklarından ve âlemlerin en kemâlli olan zuhur mahalli de bu âlemler,
âlem-i şehâdet’in tamamının ismi “beytullah’ tır. İşte bu yüzden “bu
âlem-beyt-ül atik-eski ev-beytullah” tır. Bu hakikatin nokta zuhur
mahalli ise zâhir âlemin de ki, “Beytullah-beyt’ül atik” ismi verilen İmân
ehlini çok cezbeden zâhirde ki “Beytullahtır.” Farkında olmadan câzibesi
buradan gelmektedir.
İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz şehâdet âleminin tamamı
“Beytullah” bunun nokta zuhur mahalli de “yeryüzünde ilk ev” diye
bahsedilen bu hakikatin belirtilmesidir, diyebiliriz. İşte bu hususlar Zât-ı
mutlak’ın, hüvviyyet-i yönünden “Beyt-ül atik-beytullah” ismiyle
zuhuru’dur, diyebiliriz.
(2) İnsân’lar için kurulduğu:
Bilindiği gibi “ev-beyt” insânlar için olmazsa, olmaz larındandır, ve
her insân için de, içinde barınabileceği bir mekâna ihtiyacı vardır. İşte bu
yüzden beyt aslî bir değerdir. Yukarıda, geniş ve birey olarak belirtilen,
62
beyt’in, diğer bir mânâ ve temsilcisi ise içinde yaşadığımız evlerimizdir.
Bu yönü ile de beytler İnsânlar içindir. Zat-ı mutlak Ahadiyyetinden
Vahidiyyet’i ne tenezzül ettiğide, Rahmâniyyet-i yönünden (Errahmân
allemel kûr’ân halâkal insân) (Rahmân 1/2/3) te belirtildiği gibi, İnsân-ın
halkiyyet zuhuru Rahmâniyyet mertebsine kadar gitmektedir. Hadîs-i
kûdsî de de belirtildiği gibi. (Allah Âdem-i Rahmân sûret-i üzere)
halketti, (Allah Âdem-i kendi sûret-i üzere) halketti, hükmü ile, Âdem’in
halkıyyet-i Rahmâniyyet üzere olmuştur, yâni rahmâniyyet hakikatleri
kendinde mevcuttur, demektir. Füsûs-ül Hikem de, ( Allah İnsân-ı
zâhir ve bâtın Hakikat-i İlâhiyye üzere “mahlûk” olarak
halketmiştir.) Diye ifade edilmiştir. Bu hususta bir çok haberler vardır
yeri olmadığı için bu kadarla yetinelim istiyorum. İşte bu beyt, Zâhiren
insân bedeni’dir, çünkü (ve nefahtü) nün (38/72) zuhur mahalli ve
mekânıdır. “Şerefi mekân bil mekîn-mekânın şerefi içindeki iledir,”
denmiştir. İşte muhteşem İnsân bedeni olan mekân, İlâh-î tecelli olan
“ve nefahtü” ise o mekânın “mekîn-“i olmuştur, işte bu husus ilk def’a
Âdem ismi ile belirtilen “nefs” ismi, de verilen bu mekânda zuhura
çıkmıştır. Böylece iki türlü beyt ortaya çıkmış olmakta idi, biri Zât-î
mânâ da, sûret-i İlâhiyye üzere, mekân-ı İlâh-î, olan İnsân, diğeri ise
mekân-ı sûrî olan beytullah idi.
İşte bunların ikisi de İnsân içindi. İnsân-ı kâmil ismini de alan bu
sûret-i İlâhiyye yi bulamayanlara bunun yerine, sûrî olan beytullah’a
Hacc ve Umre hükümleri ile bu hakikatleri yaşama yolu açılmıştır. Bizce
hacc’ın tarifi. “Hakikat-i İlâhiyye de cemâlûllah-ı seyr,” dir. Ûmre ise,
“Hakikat-i Muhammediyye de Cemâl-i Muhammediyye yi seyr,” dir
diyebiliriz. İşte bu hususların ikisi de İnsân’ın Hakk’ın indinde nasıl bir
değeri olduğunu açık olarak anlatmaktadır, ve bir insân’ın kendi
değerlerini bilebilmesinin yolunun bu hakikatleri idrak etmesinden
geçmektedir. Bu bakımdan, iki beytullah’ın da İnsânlar için kurulduğu
açık olarak belirtilmektedir.
(3) yerinin “Bekke” olduğu: Bildirilmektedir.
Osmanlıca Türkçe lügat’ta (Bekke)
(1) Mekke’i Mükerreme’ nin eski adıdır. (2) Bir yerde toplanmak,
bir yere cem olmak. (3) İzdiham kalabalık. Diye ifade edilmektedir.
”” (Bekke) kelimesini özetle incelemeye çalışalım. Ebced hesâbı
ile toplu olarak (11) sayı değerinde’dir.”” (B) harfi bilindiği gibi “ilebirliktelik” mânâsında’ dır. İki “” (kef) harfinden biri (kün) diğeri ise,
(feyekünü) dür. () (He) ise (Hüvviyyet-i mutlaka) “Hakk’ın Hüvvüyyeti” zât-î zuhur mahalli’dir. Yukarıda belirtilen hakikatlerin bir sistem içinde
zuhura çıkması için Zât-ı mutlak, kudret sıfatı ile (kün) “ol” dedi, bu
mânâ, madde’den bir elbise giyerek, önü iki köşeli-makamlı, arkası oval
bir yapı olarak (feyekünü) hükmü ile de Zât-ı mutlağı temsilen dünya da
ki, yerine ilk hâli ile binâ edilmiş oldu. Sayısal değeri (11) olan bu
63
binânın, gelecekte o mahalde zuhur edecek Hakikat-i Muhammediyyenin
de temelleri atılmış oluyordu. (Bekke) yukarıda da ifade edildiği gibi,
bütün ilâh-î mânâların bir zuhur yerinde cem olarak, hattâ izdiham
şekliyle akıp gelerek ortaya çıkan Zât-î mahallin ismidir, diyebiliriz. İşte
bu hakikat ayrıca “Besmele”nin başında ki, ”” (B) harfinin diğer bir
hususiyyeti’dir. Allah’ın Zât-ı’nın “kün”
mertebesinden zuhurudur diyebiliriz.
(kudret
sıfatı
ile)
teşbih
O binânın ilk yapılışı hakkında muhtelif rivayetler vardır. Bu
rivayetler genelde bir nokta da toplanmak tadır, o ise Âdem (a.s.) ile
birlikte yer yüzünde görülmesidir. Genel kabul gören rivayet-i ise
yeryüzünde temellerinin melekler tarafından yapıldığı üzerine de
cennetten indirilen çadır şeklinde cam fanus gibi bir örtü ile
kaplandığıdır. Gayemiz (Beyt-ül atik) in tarihini yazmak olmadığından bu
kadar bilgi ile yetinerek daha fazlasını araştırmacılara bırakarak
yolumuza devam edelim.
Bu beyt-in temelleri ile oturduğu yerin ismi,
””
(Bekke)
“Bekke” nin oturduğu mahallin ismi ise bilindiği gibi, “” (Mekke)
dir. Ebced hesâbı ile toplu olarak (13) sayı değerinde’dir. Görüldüğü ve
bilindiği üzere bu sayısal değer Hakikat-i Muhammediyyenin kemâlidir.
(Bekke) Hakikat-i İlâhiyyenin zuhur mahalli, (Mekke) ise, hakikat-i
muhammediyyenin zuhur mahallidir, diyebiliriz ki; Ora da doğmuştur.
(4) Mübarek olduğu: Bildirilmektedir.
(1) Mübarek, lügat’ta İlâhi hayrın bulunduğu şey. Bereketlenmiş,
çoğalmış. Bereketli, uğurlu. Hayırlı. Mes'ud.
(2) Beğenilen, kendisine kızılan ve şaşılan kimse veya şey. Olarak
bildirilmektedir.
O mahalde (1) ci izahta olanların hepsi vardır. Mübarektir çünkü
bütün İlâh-î lûtufların kaynağıdır.
(2) ci anlatımda
belirtilmektedir.
ise,
Hakk’a
düşman
olanların
halleri
(5) “Âlemlere” hidâyet “Hâdî” olduğu, bildirilmektedir.
Görüldüğü gibi “Beyt’ül atik” Mekke’de olmakla birlikte “Âlemlere”
hidayet olduğu bildirilmektedir.Bu ifade ile orada ki mahallin bir simge
ve bir hakikatin sembolik ifadesidir, diyebiliriz. Şu günkü haliyle üst
kata, terasa çıkıp baktığımızda aşağıda görülen muhteşem şekil ve
manzara her ne kadar belirli bir sınırlar içinde görünüyor ise de, aslında
sonsuz ucu bucağı bilinmeyen bütün âlemleri kendi bünyesinde misâlen
ve mânen, bulundurmaktadır. Şöyleki:
Zeminde tavaf edilen mahal “Ef’âl âlemi” (8-10) merdiven ile
çıkılan birinci kat “Esmâ âlemi” onun üst katı “Sıfat âlemi” en üst kat
64
teras-ı ise sonsuz “Zât âlemi” ortada duran sevgili ise bir bakıma,
“İnsân-ı Kâmil” diğer yönüyle ise, Zât-i zuhur mahalli” dir. Diyebiliriz.
Bütün İlâh-î tecelliler orada zuhurda olduğundan ve bütün âlemleri
temsil ettiğinden bu yönüyle de “Âlemlere” hidayet olmaktadır. Yâni
göremediğimiz Âlemleri orada bir maket olarak bulduğumuzda ve oradan
da tefekkürümüzde o Âlemleri hayal eder olduğumuzda ve hayal yönüyle
de olsa o Âlemlerin varlığını kabul etmemizden dolayı onlara da hidayet
edilmiş olunmaktadır.
Diğer taraftan “Hidâyet ve Hâdî” lügatta şöyle izâh edilmekte
(Hidâyete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidâyet yolunu gösteren.
Hidâyete, doğruluğa eriştiren. Önde giden.) Diye belirtilmektedir.
İşte gerçekten o mahal İlâh-î hakikatlerin tümünü bünyesinde cem
etmiş durumdadır. Aslında cazibesi de bu yönden gelmektedir. Her nazar
eden orada idrak etse de etmese de kendinden ve özünden bir şeyler
bulmaktadır. İşte genel de orada tarif edilemeyen muhabbet ve
duygusallık bu yöndendir. Bu da kişilere özlerinden gelen bir Hidâyet’tir.
Diyerek yolumuza devam edelim. Gayemiz İbrâhîm (a.s.) tarih-î mânâ
da hayat hikâyesini yazmak değil, belki mertebe-i İbrâhî miyye’nin bazı
özelliklerine dikkat çekmeye çalışmaktır.
Âdem (a.s.) dan sonra dünya üzerinden epey zaman geçmiş,
nihayet (Nûh) (a.s.) ın zamanı gelmiş ve kavmi tarafından kendine
muhalefet edilmiş, nihayet Cenâb-ı Hakk (Nûh) tufanını oluşturmuş, o
tufan ile birlikte o mahalde ki, hayat’ta sona ermiştir. Bu arada (beyt-ül
atik) in temel üstü gövdesi aynı istikametinde göğe kaldırılmış, ve ismine
de (beyt-ül ma’mur) denmiştir. Bu hadiseden sonra yer yüzü İbrâhîm
(a.s.) zamanına kadar beytsiz kalmıştır. Bilindiği gibi İbrâhîm (a.s.) ailesi
ve beraberindekiler ile bir hayli seyehat yaptıktan sonra (Şam)
taraflarında mekân tutup oraya yerleştiler. Aradan bir muddet geçtikten
sonra, Hacer vâlide’den (İsmâil) (a.s.) dünya ya geldi, bunu kabul
lenemeyen Sera vâlide onların yanından uzaklaştırıl masını istedi, bunun
üzerine, İbrâhîm (a.s.) Hacer ve İsmâil-i alıp yola çıktı. İşte bu yolculuğa
çıkış dünya tefekkür tarihinin büyük dönemeçlerinden biridir.
Bu yolculuk hakkında değişik rivayetler vardır. Ancak bu yolculuk
gerçekten hayret edilecek bir yolculuktur, Hiçbir niyet ve hedefleri
olmadan yola çıkan ikisi büyük biri küçük üç yolcuyu kim yönlerdirmişti
ki, uzun vadilerden çöllerden dağlardan geçerek nihayet bir yere
geldiklerinde orada kaldılar, ancak burada ne bir kimse ne de sığınacak
bir yer vardı. Bu yerin neresi olduğu daha sonra anlaşılacaktı. İşte bunu
tespit edip ora da karar kılmak bizce İbrâhîm (a.s.) ın kendisine Hakk
tarafından bildirilen mucizesidir diyebiliriz. Bu hadise Kûr’ân-ı Kerîm’de
şöyle ifade edilmektedir.
(Rabbenâ innî eskentü min zürriyyetî bi vâdin gayri zî zer’in
inde beytikelmuharrami Rabbenâ li yükımüsselâte fec’al ef’ideten
minennâsi tehvî ileyhi verzukhüm minessemerâti leallehüm
yeşkürun)
65
14/37. “Ey Rabbimiz!. Ben neslimden bazısını senin Beyti
Haremin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz!.
Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık insanlardan bir kısmının
gönüllerini onlara meyleder kıl ve onlara meyvelerden rızık ver.
Umulur ki, onlar şükr ederler.”
yukarıda ki Âyet-i Kerîme’nin delâletiyle, tefsir ve tarih kitaplarında
da belirtildiği üzere İbrâhîm (a.s.) karar kıldığı o vâdide, eşi Hacer-i ve
oğlu İsmâil-i Hakk’a teslim ederek geri döner. Bulundukları yerde kısa
bir süre sonra su zuhur eder, (Zemzem) bunun üzerine kervanlar su
vesilesiyle oraya uğramaya başlarlar ve orada yavaş yavaş sosyal hayat
gelişmeye başlar ve orası meskûn bir yer halini almış olur. İbrâhîm (a.s.)
zaman zaman onları dolaşmaya gelir, yine böyle dolaşmaya geldiği bir
seferde, hemen belirtilen Âyet-i Kerîmenin de delâletiyle, tekrar
Beytullah-ın inşâsına başlanır.
Beytullah-ın yerinin tespiti hakkında da değişik rivayetler vardır,
bir tanesi şudur. Daha sonra o civarın ismine (Mekke) denilecek olan o
yerde büyük bir fırtına olmuştur ve bu fırtına ile, o yerlerde sonradan
meydana gelen dolgu kum ve taş yığınları sağa sola savrulup dip alan
açılınca Beyt-ül Atik-in temelleri ve oturduğu yer (Bekke) ortaya
çıkmıştır. İşte İbrâhîm (a.s.) ve oğlu İsmâil (a.s.) ile birlikte bu temeller
üzerine eski kadîm haliyle Beyt-ül Atiği tekrardan yeryüzüne ve İnsânlık
âlemine ve bütün âlemlere kazandırmışlardır.
(Ve iz yerfeu İbrâhîmülkavâide minelbeyti ve İsmâil Rabbenâ
tekabbel minnâ inneke entessemî ul alîm)
2/127. “Hatırla ki. İbrâhîm Beytullah'ın temellerini İsmâil ile
beraber yükseltiyor, ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphe yok
ki sen işitensin ve bilensin, diyordu.”
Bilindiği gibi “Kûr’ân-ı kerîm, Âyetlerinin” bir çok mertebeleri ve bu
mertebelerin mânâları vardır. Bu mertebeler bilinmez ise gerçek mânâ
da, faydalanmak oldukça zordur, mânâlarının sadece dışında-zâhirinde
kalma ihtimâli çok yüksektir. En azından (âfak ve enfüs) yâni “bir
dışımızda ki genel hâli, bir de, içimizi ilgilendiren özel hâlini bilmemiz
gerekmektedir. Ancak bu yönden iç dış itibariyle daha geniş bir anlayış
içerisinde dıştan içe doğru, daha sonra içten dışa doğru “K.Kerîm” de bir
yolculuk
yapabilmek
için
ufkumuzu
genişletmiş
olabilmemiz
gerekmektedir.
Yukarıda ki Âyet-i Kerîme’ye verilen “meâl” yerli yerincedir ancak
“zâhirî” bir ifadedir. Ayni Âyet-i Kerîme’nin yine aynı ifadeleri içinde
“bâtın-iç” mânâsı da vardır. Zâhiri-dışı, dışarıda ki, genel halidir, “bâtınıiçi” ise birey olarak her birerlerimizin o hali içimizde kendi dünyamızda
yaşamamız gereken hususlar olarak idrak etmemiz gerekmektedir. Tabii
bu hususu her kesin mutlak mânâda tatbik etme mecburiyeti yoktur,
sadece zâhiri itibariyle kabullenmek yeterlidir, ancak o zaman biz sadece
orada belirtilen kimselerin bizim dışımızda olduklarından, bizde onların
ve onlara ait bilgilerin toplayıcısı hükmüne girmiş oluruz. Oysa Kûr’ân-ı
66
Kerîm bu ifadelerle, bize bizi, anlatmak için gelmiştir. Böyle özet bir
girişten sonra Âyet-i Kerîme’yi incelemeye çalışalım.
“Hatırla ki. İbrâhîm Beytullah'ın temellerini İsmâil ile beraber
yükseltiyor,” (idi)
(İrfan mektebi) isimli kitabımızda (6) tür Hakk yolculuğundan
bahsedilmektedir. Bunların birincisi, Âdem (a.s.) dan kıyamet gününe
kadar gelip geçecek olan bütün insânların bir tek bütün seyr-i dir.
İkincisi, ise bir insân-ın kendi hayat süresi içinde, bir ömürlük seyr-i
dir. İşte her birerlerimize bu seyr-in bilincinde olmak lâzım gelmektedir.
Yukarıda ki Âyet-i Kerîme bu seyr-in çok mühim geçitlerinden birini
bizlere açık olarak göstermektedir. O devir dünya da İbrâhîm (a.s.)
devridir. Bu zamana kadar yer yüzünden belirli Allah anlayışları
geçmiştir. Bu anlayış ise bilindiği gibi yer yüzünde ilk def’a oluşan
“Tevhîd-i Ef’âl” anlayışıdır.
Yer yüzünde, Âdem (a.s.) ile birlikte bir (Allah) anlayışı ortaya
gelmiştir. Esasen daha evvelce yer yüzünde İnsân olmadığı için böyle bir
(Allah) anlayışına ihtiyaç yoktu zâten âlem kendi hususi-fıtr-î yapıları
içinde (tesbih) lerini yapıyorlar idi. İşte Cenâb-ı Hakk kendinin şuurlu
varlıklar tarafından bilinmesini arzu etti ve bunun için Âdem-i kendi
sûreti-Ulûhiyyet hakikatleri üzere halketti. İşte bu özellikler ile donatılan
Âdem (a.s.) ve nesli yeryüzünde yaşamağa başladılar. Onlarla beraber
(Beyt-ül atik) te ayakta duruyor idi. Böylece Allah’ın iki zuhur mahalli
yer yüzünde faaliyette idi. Aradan geçen uzunca bir zaman sonra, o yöre
ve o devirde, insânların çoğunluğunun aslî hallerinin bozulmuş
olduğundan, zâhir-î olan ilâh-î tecelli mahalli o devrede (Nûh tufânı)
oluşumuyla yer yüzünden kaldırıldı sadece “Nûhîyyet” mertebesi
itibariyle diğer bir ilâh-î zuhur mahalli olan o zamânın o mertebesi itibari
ile İnsân-ı kâmilleri kaldı. O günden İbrâhîm (a.s.) lâm devrine kadar
gelen süre içinde yer yüzünde zâhir-î mânâ da nokta zuhur tecellî
mahalli yok idi. İşte bu devrede yer yüzünde İbrâhîm (a.s.) devri
başlamış idi. Yukarıda ki bazı Âyet-i Kerîmeler ile bu devrin başlangıcı
belirtilmiş idi. Bu Âyet-i Kerîme ile de, yer yüzünde tekrar (Beytullah)lı,
günler geri gelip yaşanmaya başlanacaklardır.
İşte bir sâlik-yolcu-lar da bu hususları özel olarak kendi ömür, seyr
süreleri içinde yaşayacaklardır.
Zamânının peygamberi, insân-ı Kâmil-i, ve tevhîd-i Ef’âl-in zuhur
mahalli olan İbrâhîm (a.s.) ın o mahalde birde oğlu vardır.
İşte bu oğlun adı (İsmâil) dir. Mânâsı!
(Allah işitir, Allah’a yükselen) demektir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, İbrâhîm Sûresi (39) uncu Âyetinde.
İbrâhîm (a.s.) bir oğul vermesi için Cenâb-ı Hakk’a dua ederken, “Allah
duaları işitir” buyurmuştur. Oğluna bundan dolayı şukran nişanesi
olarak bu ismi koymuştur, denmektedir. Yine bu mânâ da yukarıdaki
Âyet-i Kerîmenin sonunda da aynı ifade görülmektedir. “şüphe yok ki
sen işitensin ve bilensin, diyordu.”
67
Diğer lügat mânâları ise. (Çok bol) ve (şarkı söyleyen) imiş.
Yukarıda belirtildiği gibi, tekrardan, Ebced hesabıyla “İbrâhîm”
kelimesinin sayısal değerine bir göz atalım.
(
)
“he”
“İbrâhîm”
(5)
()
()
“ye”
“elif” (1-13) () “be” (2) () “rı” (200) ()
()
(10)
“mim”
(40)
toplarsak,
(1+2+200+5+10+40=258) (2-5-8) sayıları oluşmaktadır. Bu tablodan
muhtelif uygulamalar çıkabilir, ancak fazla uzatmamak için ana hatlarıyla
belirtmeğe çalışacağım.
Baştaki (2) bu mertebenin zâhir ve bâtın oluşumunu ifade
etmektedir. (5) hazârat-ı hamse-beş hazret mertebesini, (8) ise, sekiz
cennet mertebesini ifade etmektedir diyebiliriz. Ayrıca (5+8=13)
olmaktadır ayrıca “elif” te (13) tür. Böylece netice olarak “İbrâhîm”
kelime ve manâsının içinde iki adet te zâhir bâtın (13) bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi sayısal değer olarak bu mertebe de Hakikat-i
Muhammediyye ye bağlıdır.
Şimdi birde “İsmâil” kelimesinin sayısal değerine bir göz atalım.
() “İsmâil”
() “mim” (40)
() “elif” (1-13) () “sin” (60)
() “elif” (1-13)
()
“ayn” (70) () “ye”
(10)
()
(30) toplarsak, (1+60+40+1+70+10+ 30=212) (2,12) sayıları
oluşmaktadır. Bu tablodan da muhtelif uygulamalar çıkabilir, ancak fazla
uzatmamak için ana hatlarıyla belirtmeğe çalışacağım.
Görüldüğü gibi (2) ve (12) sayısal değerleri ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca içinde mavcud iki adet () “elif” (1-13) olduğundan netice olarak,
zâhir ve bâtın (12) ve (13) ler bulunmaktadır. Görüldüğü gibi sayısal
değer olarak bu mertebe de Hakikat-i Muhammediyye ye bağlıdır.
Şimdi bir toparlama yapalım, (Ebrahem-İbrâhîm) “halkın babası”
ünvanı ile, “tevhid-i ef’al” “fiillerin birliği” hakikatinin ilk def’a temsilcisi
olmakla, bu mertebeden zata seslenilmektedir. İnsânlık tarihinde ilk
def’a bu mertebe anlayışı ile Hakk’a seslenilmiştir. İşte gerçek mânâ da
(Esmâ) mertebesinden ilk def’a İbrâhîm (a.s.) ın Hakk’a sesini
duyurması mümkün olmuştur. Bilindiği gibi mertebe-i İbrâhîmiyyet aynı
zamanda “hullet” (Esmâ-i İlâhiyye) nin giyildiği mertebedir, esmâ-i
İlâhiyye de (Sem-i ve alîm) isimleri de bulunduğundan o mertebe de bu
isimler fiilen yaşanarak İbrâhîm (a.s.) ın lisânından ortaya çıkmakta,
kabul edilmekte ve faaliyyet’e geçmektedirler.
İşte bu halin şükrânesi ve bu mertebenin zuhur mahalli tecelli yeri
olarak İbrâhîm (a.s.) oğlunun ismini (Allah işitir - bilir - Allah’a
yükselen - çok bol) mânâlarında, “İsmâîl” olarak isimlendirmiştir. Bu
isim sadece diğer bedenlerden ayırd edici bir isim değil hakikat-i
İlâhiyyenin o mertebesi itibarı ile yaşayan bir zuhuru veya zuhur
mahallidir. Bu mertebe “halk’tan Hakk’a) olan, sesleniş ve zât-î seyr’in
68
Ef’âl merebesinden başlangıcıdır. Diyebiliriz. Daha evvelki seslenişler ise
dua mahiyetinde olan seslenişlerdir.
------------------NOT= Hatıra olsun diye daha evvelki umre hatıralarından da birkaç
şiir benzeri yazıyı da ilâve etmeyi uygun buldum. Cenâb-ı Hakk
faydalandırsın.
----------------------Hakk’ı gönlünde bulandır, Hakk ehli.
Halkı gönlünde bulansa, halk ehli.
Şöyle bir düşünsek hangisindeniz.?
Halk’ta Hakk’ı bulan da. Hakk ehli.
------------------Sûretini düzenlemişsin taştan.
Gizlemişsin kendini baştan.
Perde olmuş gözlere yaştan.
Halbuki nekadar da aşikârsın.
Mekke mekîn olmuş sana.
Şerefi mekân bilmekîn olmuş.
Bende sana mekîn oldum.
Sen benim mekânım.
Baktım sahne değişti.
Ben oldum sana mekân.
Sen benim mekînim.
Bu ne sırdır ki, oldu yakînim.
Açmışın perdeni amma.
Fark etmez bunu kulların.
(02/08/2010)
------------------Sûretim sûret-i Hakk, kalbim olmuş hem Kâ’be,
Sıretim sıret-i Hakk, gönlüm olmuş hem Kâ’be,
İnsânlar zâtın zuhur mahalli, kim anlar ki, bu hâli,
Anlayan varsa eğer, onlar bilir bu hâli,
Benmi döndüm bilmem ki, etrafında Kâ’be’nin,
Yoksa! Kâ’be’mi; döndü, etrafında bu beytin.
Sığmaz imiş kalbe, ama gönle sığar denildi bu âlem.
Fazla telâş etme Huuu de geç, vesselâm.
(02/08/2010) Pazartesi. Sabah namazından tavaftan sonra.
--------------------------------Kendinde kendi vardır, bilmez kendini.
Kendinde kendi vardır, bulmaz kendini.
69
Kendinde kendi vardır, bilir kendini.
Kendinde kendi vardır, bulur kendini.
Kendi kendi içindir, kendi içinde.
Ne varki! Âlem de zâten, kendi, kendi içinde..
------------------22.04.2012, Pazar Gece Şiirleri:
Vâdi-i varlıkta bugün, çaldım Âdem telinden,
Vâdi-i cennetten o gün, çıktım Rahmân yelinden,
Savruldum dünyâya, arkadan neslimde, hep,
Yaşamaya koyulduk iblisle, aman dedik elinden.
------------------Yemiş imişim güyâ, cennette olmuş meyveyi,
Suçum bu imiş orada, öyle dediler sahneyi,
Havva da işin içinde, o da savruldu yere,
Buluştuk Arafat’ta, orada kurduk Hâneyi.
Rabbenâ zalemnâ’yı, öğretti Rabb’im bize,
Hâcet kalmadı o zaman, başka bir söze,
Gittim binlerce sene, sanki hemen geri,
Bugün de buradayım, hepsi nakşoldu öze.
------------------Ene’l-Hakk’tır gerçekten kendini Hak bilen
Ne bilsin ehl-i gâfil kendini Hakk bilmeyen
Ene derse “misliküm beşer”, arkadan “illâ yûhâ”
İşte o zaman “men reâni”den al haber.
------------------Bu hakikati kim der! Hakk’ın zâti zuhûru
Bulmuştur dünyâda iken, Hakk olan huzûru
Bilmem ki bu adamın severler nesini
Belki duymuşlardır ezelden gelen sesini.
---------------------------------Gece Şiirleri:
İbrâhîm (a.s) ile dolaştım, bir zamanlar burada,
Hacer ile İsmâil’i yedirmedim kuşa kurda,
Kurduk Beyt’i yeniden, çağırdık Hüccâc’ı buraya,
Hizmet tamam olunca, döndük Filistin denen yurda.
------------------Vâdi-i Eymen’de birgün, buluştuk Mûsâ (a.s) ile,
Gördüler elimizde ejderha olan âsâ ile.
70
Göğsümüzden çıkardık elimizi olmuş bembeyaz nur.
Şaşırttık Fir’âvn’u hem âl’ini bu remizler ile.
------------------Hem Mûsâ (a.s) kavmi ile çıktık Mısır’dan bir güzel,
Arkamızdan Firavun, kovaladı hem tez’el,
Daldık deryâya o gün, on iki koldan derînden,
Fir’âvn’u örttü deryâ, arkamızdan gelen sel.
------------------Gün oldu Îsâ (a.s) ile çıktık Zeytinlik dağına,
Giyindik rûh’ül-Kudsü girdik gönül bağına,
Kastettiler canımıza, o günlerde hep bizim,
Gizlendik ağyardan, o gün Rabb’ım bastı bağrına.
------------------Muhammediyy’ül-meşreb’iz, her mertebe var bizde,
Zaman yok durmayın, bu seyirler var sizde,
Açığa çıkmak için hemen çıkmalı yola,
Yol ehline yol yaraşır, siz de kalmayın geride.
------------------Bu arada (26/04/2012) Perşembe. Haremde boş kaldıkça
bunları yazıyordum.
------------------Üç makamı birleştirdim, bir kişilik saltanatım var benim.
Bu zemin üzre gezer yürür, bir bineğim var benim.
İnsan derler ismime, dışı küçük, içi oldukça geniş.
Aldanma suretime, nereye baksan işte o hep benim.
------------------Bazen at at der nefis neyi atsam bilmemki.
Belki alan olur bu gün olmazsa yarın ki.
Bir bilinmez suretim var içi dolu hep onunla.
Oldukça zor oldu amma anladım bunu sonunda.
------------------Benmi ondayım omu bende? Düşündüm hep bu işi.
Belli oldu bir hâl ile onun ezelden gelişi.
O bendedir desem doğrudur, hep o benim misafirim.
Ben ondayım desem doğrudur o benim ev sahibim.
------------------Kurdum kendime bir saray hemde etrafı sırçadan.
İçinde neler vardır, girenleri hoplatıpta sıçratan.
Bir tarafta cenneti âlâ, yaşıyor yaranı binbir güzellik ile.
Bir tarafta Cehennemi yaşıyor yaranı binbir pişmanlık ile.
71
------------------Evet bu ön bilgilerden sonra Umrecilerimizden gelen hatıra
yazılarını aktarmaya geçebiliriz. Cenâb-ı Hakk her birerlerimizin
umrelerimizi kabul etsin.
-------------------
(31/01/2015/19/02/2015) UMRE SEYAHATİ
HAKKINDA GELEN HATIRA YAZILARI.
------------------(1) Cü… Os…. 2015 Umre Dosyası (15/02/2015)
Hayırlı günler Efendi babacığım.
Biliyorum siz hâlâ Mekkede’siniz. Biz kazasız belâsız döndük. Hayata
başladık.
Ben nacizane Umre izlenimlerimi bir belge yaparak Nüket Annemin
facebook hesabının mail kutusuna attım gerçi, ama buradanda size email
olarak atayım istedim.
Eğer uygun görürseniz Facebook daki Terzi Baba grubumuzdaki
arkadaş-larla da paylaşabilirim. Ayrı bir döküman olarak bu maile
eklediğim gibi, aşağıya da kopyalıyorum
Saygılar
Cü….
-------------------Terzi Baba
Hayırlı günler Cü……ğim. Hamdolsun bizlerde yolculuğumuzdan
döndük, maillere bakmaya ancak vakit bulabildim seninkide vardı.
Hamdolsun bizde iyi sayılırız İnşeallah sizlerde iyisinizdir. Umre yazısı
olarak ilk seninki geldi hemen dosyasına aktaracağım. Güzel yazmışsın
Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib etsin İnşeallah. Selâmlar hoşça kal
Efendi Baban.
Cü… Os….
Çok sevindim geldiğinize Efendi Babacigim. Çok hoş ve huzurlu bir
ziyaret oldu. Özelliklede sizinle birlikte gidebilmek hediyelerin en guzeli.
Iki gece Önce ruyama girdiniz. Ruyamda bana gülümseyerek, hınzır
çocuk nasılda çekip alıyorsun benden, Allah ilmini, Hakk bilgilerini, deyip
tasdikliyorsunuz ziyaretimizi.
72
Rabbim sizi başımızdan eksik etmesin.
Nüket Annemede selâmlar.
Askercik.
------------------Umre izlenimlerim.
Euzü billâhi mineşşeytanirracîm,
Bismillâhirrahmânirrahîm.
31/1/2015 (ki tarih sayılarının toplamı = 13, daha ilk gunden Rabbim
hayretlere sokuyordu bizi) gunu Allahin izni ile Terzi Babamız ile
çıktığımız Umre gezimizdeki nacizane hissiyatlarımı paylaşmak istedim
büyüklerim ile (Terzi Babamiz bizzat not düşmemizi istedi
yaşadıklarımızı).
Medine ziyaretimiz ile başladık hikâyemize,
Ellerimizde valizler, selâmlar ile efendimize,
Bindik 7097 plâkalı otobüse, Terzi Babam ile,
vardık otele hayırlısıyla, ve sağlık selâmetle,
(toplamı = 23)
Efendimiz, Hz Ebubekir ve Ömer yan yana,
Ziyaretçilerde ise, bir yığılma bir tantana,
O gürültü o kalabalıkda, gelde içini dinle,
Birde içten selâm eyle, Kâinatın efendisine,
Hz Muhammed Mustafa, yanında aslında,
Teslimiyet bir de, koca bir adalet yatmakda,
Dan, dan vuruyor kafamiza, her selâmda,
Teslimiyet ve Adalet açar yolları bana,
iki rekat namaz sevapmış, NUR un yanında,
Bizde hurra saldırdık, Cennetin kapılarına,
Bizmi namaz kıldık, omu bizi kıldı, bilemedik,
Biz bu sevabın himmetine, belkide eremedik,
Sonuçta Kabul veya red, edende HAKK teâlâ,
Hayrında şerrinde aslında, müstehak kuluna,
Rabbim Terzi Babamızla Ravzada nasip etti,
Garip kuluna, gözyaşları ile, birde eşlik etti,
Melekleri ile aldı götürdü bizi, taaa oralara,
Hazırladı birde, KÂ’BE tavaflari için fazlasıyla.
Allahın izni ile, iki gun sonrada zaman geldi artık, Medine deki
ziyaretimizi bitirip, KÂ’BE nin yolunu tutmaya. İhramlarımızı bir guzel
73
giyindik. Namazla-rımızı kıldık ve niyetlendik, artık ilk umremiz icin, hep
beraber heyecanla. Medine ile Mekke arasında annemle (Na…) hayretler
içinde kalıyorduk etrafın kuraklığına, kayalıklığını gördükçe. Bir keçinin
yüreyeceği kadar bile olmayan toprak patika yolar, aradı gözlerimiz.
Nasıl yürümüştü Peygamber (s.a.v.) ve Hz Ebubekir bu taşların
üzerinden o zaman. Her yer kara kara taşlar. Toprak yok. Bu kadar
bilgili olupda bu kadarda cahil olmak böyle birşeymiş demekki dedim,
kendi kendime. HAKK Teâlâ demiş “haydi yürü” diye. Ondan daha iyisimi
varki koşacak onların yardımlarına.
İhram iki parça imiş, birisi altta diğeri üstte,
Girince gerekiyormuş, kimseyi incitmemekte,
Girdik Mekke sınırına, ihramlı ve heyecanlı,
Görecegiz KÂ’BE yi karşımızda, canlı cananlı,
Yürürken tavafa doğru, ilkde gözüme ilişti,
Üzerinde ayetlerle, kapkara örtü biçilmişti,
Terzi Babamın satırları geldi aklıma anında,
Acaba bu kara örtü, neyi örtüyordu aslında,
Seslendi KÂ’BE köşeden, bizleri öyle görünce,
Senmi bana geldin, benmi sana geldim? Diye,
Bitti bende o zaman, fikirde sözde zikirde,
Keyiflendi bu Cüneyt, ilk tavafın zevkinde,
Ahali şikâyetçi, KÂ’BE de çok inşeat varmış,
Halbuki Rahman, işçisinede böyle bakarmış,
Bir hazırlıktır, bir genişlemedir, gidiyor orada,
Belkide Mehdi, ye Mesihe, yol göründü sırada,
Sonrası Hira ya çıktık, hep beraber grupla,
Hz, Hamza nın o muhteşem lâfı, geldi aklıma,
“Hira dan bu dünya, çok farklı görünür” demişti,
Daha müslüman olmadan bile, hakikati sezmişti,
Ey koca Hamza, yüzyıllar sonra bilede olsa,
Bahsettiğin Hira yine o ayni muhteşem Hira,
Tepeye vardığında, o kadar insanlar olsada,
Hiçlik hissiyatinda kalpler, Cebrâîli aramakda,
Ikinci güne başladığımız tavafımızda, İzmirli tayfası olarak üç beş kişi
Âd… abimizin öncülüğünde, oğle vakitlerinde inebildik yine KÂ’BEye.
74
Tavafı yapmaya başladığımızda, dikkatimi çeken ilk sey, en önde Âd…
abimizin gidiyor bizimde arkasından onu takip ediyor olmamızdı. Aklıma
Efendi Babamızın Hz. Âdem bahsi geldi. Ziyaretin her anı, yaşananların
hepsi Terzi Babamızı tasdik idi. Her dönüşte önde İzmirli Âd… abi,
arkada bizler koşarak ona yetişmeye çalışıyoruz. Seriat, Tarikat,
Hakikat, ve Marifet köşelerini geçiyoruz. Bu dönüşlerde ilgimi yine çok
çeken, bir durum oluşuyordu. Seriat ve Tarikat köşelerine kadar,
insanlar cıvıl, cıvıl ve ortam cok kalabalık neredeyse biribirmizin üzerine
çıkacağız. Ne zamanki tarikat köşesini geçiyoruz, Âd… abi önde biz
arkada, Tarikattan sonra, Hakikat ve Marifet köşelerine, sanki kuşlar gibi
uçarak gidiyoruz. Izmir gurubu olarak tavafımızı ederken, biribirmizle
duygularımızı paylaştığımızda, edindiğimiz ortak kanı ise, şöyle oluştu.
Sanki Terzi Baba mın yardımı ile, diğerlerine nazaran, biz hakikat ve
Marifet köşelerini daha hızlı geçebiliyorduk. En azından bizim ortak
hissiyatımız ve hissettiklerimiz bu olmuştu.
Terzi Babam ile namazı beklerken, yapılan sohbetlerde, şöyle bir
hikâye gelişti. Sanki bizim bu bedenlerimiz ve fikirlerimiz, bir kazan idi.
İçi vehimlerle ve ilhamlarla karışmış, bir koca kazan. Efendi Babamızın
sohbetleride, muhabbetleride, HUB dan yapılma odun parçaları gibi,
kazanın altındaki ateşi güçlendiriyor. İlham ve vehim karışımı bu kazanın
(vücûdun) altındaki ateş HUB dan gelen muhabbet, odun parçaları ile
güçlendirildikçe, bu kazanlarımızdaki vehimler buharlaşarak sadece
ozumuzdeki ilhamlarımız kaliyor bize. Sanki bir temizlenme, sanki bir
kimya profösörlüğü. Ne kadar muhteşem bir avantaj bu muhabbetler
sohbetler. Yazık bizlere ki kemali ile algılayamadan, çoğu bir
kulağımızdan girip diğerinden çıkarak kaçırılıyor.
İlginç bir olayda şöyle gelişti. Yine bir sabah namazına kalktım.
KÂ’be ye yakın bir yerde, namaz kılabilmek niyeti ile, elimden geldiğince,
yaklaşmaya çalışırım umudu ile, KÂ’BE nin kapılarından girmiş olsamda
durmadım, devam ettim yürümeye. Sonrasında tabiiki oralara ilk gitmiş
birisi olarak kayboldum. KÂ’BE ye gideyim derken, alt kattaki işçilerin
dolaplarının bulunduğu yerde buldum kendimi. Hadi dedim o zaman, bari
yukarı çıkayım da hiç olmazsa namaz sonrası çıkışım kolay olur. Yukari
çıktım. Fakat içimden bir ses durma yürü Cü…. diyordu. Bende içimden
taaaa ezan okununcaya kadar, yürümeye karar verdim. Ne kadar
yürüsemde pek fayda etmedi, KÂ’BE yi karşımda göremedim. Yol
çıkmadı. Yolun çıkmadığı yere iliştim ki, iki dakika sonra sırtıma birisi
vurarak “Cü….. Hocam biz hemen arkadayız” dedi. Gözlerime
inanamamıştım. O kadar yürüyen ayaklarım meğerse beni Efendi Babam
ve dostlarımın bulundugu yere götürüyormuş. Buda KÂ’BEden bana çok
hoş bir hatıra kaldı. Diğer nice hoşlukların yanında tabiiki.
Allah grubumuzdaki gidemeyen herkese de nasip etsin bu
güzellikleri.
Saygılar
Cü…..Askercik
-------------------
75
(2) Ka… Do…. 2015 Umre Dosyası (18/02/2015)
Hayırlı günler Efendi Babamız,
Kızınız As…. hanımın oğluyum. İsmimiz Ka… Do….
Medine şehri ve Hz. Peygamber efendimizin kabir çevresi bize çok iyi
geldi. Peygamber Efendimizi ardı ardına üç kere ziyaret etme isteğiyle
ziyaret ettik. Üç ziyaretimizin ikincisinde zorlu olan sıraya girdik ve
kabrin en yakınından geçebilmek için, çok uzun bir süre beklemeyi göze
alarak, kenarlara tutunan insanların sırasına girerek, sol elimizle kenara
tutunduk. Kabir sırasına sanki bu hayattaki son şansımmış gibi bir his ile
girdim. Bir ara kabir önündeki Arap polisler bizim sıramızı dağıtsa da
yine de devam ettik. Ardından nihayet Hz. Peygamberimizin (s.a.v.),
Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) kabirlerinin en yakınından geçebildik.
Sıraya girdiğimizde kararlı idik, ama kabirlerin önüne gelince ne
yapacağımızı şaşırdık. Çokça salâvat getirdik. Allah'a dua ettik. Ve
çekinerek "Allah'ın izni ile" diyerek de Hz. Rasûlüllah'tan da yardım
istedik.
Mekke şehri ve Kâ’be çevresinde, ibadet ve tavaf, baştan bize zor
geldi. Medine gibi ferah gelmedi. İki hafta kalmıştık. Ferahlık son
günlerde geldi. Umremizi eda ederken Merve-Safa aşamasına geldiğimiz
vakit, Merve-Safa yürüyüşleri bitmeden ortalarda, artık yorulduk,
kalabalıktan başımız döndü ve bundan dolayı da biraz moralimiz
bozulup, içimizden "artık yeter" derken, siz tam önümüzdeydiniz ve bize
dönüp, selâm verdiniz, tanışmaya, konuşmaya fırsat olmadı dediniz,
halimizi hatırımızı ismimizi sordunuz, elinizi öptük, ilk defa orada
konuştuk, biz Ka…. dedik, siz ma’nâsını sorunca, "Kral, hükümran"
demektir dedik, siz de "dünyada kral olmak kolay, asıl zor olan
maneviyatta, Hak yolunda kral, hükümran olmak" sözüne yakın bir söz
söylediniz. Sonra bizim moralimiz düzeldi, enerji geldi ve sıkıntımızı
unuttuk, sevinçle ve umutla sizin arkanızdan annemizle yürümeye
devam ettik. Ve Umremizi Allah'a çok şükür tamamladık. Umremizin
kurtulduğunu düşündük.
Mekke şehrinde gönlümüze huzur veren, bizi ferahlatan ilk
namazımız Mescid-i Haram'ın en üst katında, terasta kıldığımız sabah
namazıydı. Bugün Mekke'deki ikinci haftamızın ilk günüydü. 9 Şubat
2015, Pazartesi, sabah namazı. Bugüne kadar Mekke şehrinde Medine
şehrini yad ettik fakat Allah'a şükür bugünde kıldığımız sabah namazı
sonrası artık Mekke gönlümüzü sıkıştırmaz oldu.
İhramlı olarak Umremiz sırasında lebbeyk'i hep beraber okuyarak ilk
defa Mescid-i Haram'ın dışına yaklaştığımızda bize bir ferahlık geldi.
Uzun bir süredir bazı sağlık sorunları yaşıyorduk ve bu da kalabalık
içinde baş dönmesine sebep oluyordu fakat bu anda bu sıkıntı birkaç
dakikalık gitti. Bu ferahlık bir iki defa oldu. Şifa veren Allah'a bu konuda
çok dua ettik, şifa istedik Umremizde, şimdi ise Umre sonrası İstanbul'a
gelince namazlar için hep camiye gidip gelmeye başladık ve bir an için
bu sıkıntımız gitti ve bazı işlerimizi yapmamız kolaylaştı. Çokça tevbe
etme hali geldi ve tevbe ettikçe güçlendiğimizi hissediyoruz.
76
Umreyi eda etmeden evvel ihram kıyafetlerini giydik fakat başta
yanlış giyip sonra düzeltsek de, sanırım fiziken zayıf olduğumuz için
altımıza sardığımız ihram bez parçasını ne kadar bol giysek de, biraz
hareket ettikten sonra kendi kendisine yine sıkışıyor ve daralıyordu. Bu
yüzden büyük adımlar değil hep kısa, küçük adımlar atabildik. Bütün
Umremizi küçük adımlarla tamamladık. Daha sonra İstanbul'a dönünce,
o gece bizim tefekkürümüz, Allahu Teâlâ'dan bu noktada bir mesaj
aldığımızı idrak etmek oldu. Küçük adımlar atmamız isteniyordu. Çünkü
daha evvel ne yapsak hep aşırıya kaçarak yaptık. En güzeli İslâmiyetin
önerdiği "orta yol" yani merkez noktayı bulmak. Merkez noktasını aşırı
kenarlara saptırmadan dengelemek ve nefsin hakkının ne olduğunu idrak
etmek.
Kâ’be'de insanlar 7/24 sürekli tavaf yapıyorlar. İstanbul'a
döndüğümüz vakit, tavaf edilen yerlerdeki bir örnek giyinen temizlik
görevlilerini tefekkür ettik. Sürekli insanlar (hayat) Kâ’be etrafında tavaf
yapıyor, akıyor ve bu hareket hiç durmuyor. Temizlik görevlileri bu akışı
durdurmadan bazı alanlara ip çekerek, hemen organize bir şekilde hızlan
yerleri köpüklü sularla yıkayıp kuruluyorlar ve o iple kıstıkları alanı
insanlara açıyorlar ve sıkışan akış o temiz alanda akmaya devam ediyor.
Tüm tavaf alanlarında temizlik görevlileri böyle çalışıyor. Temizlik böyle
yapılıyor. Ama temizlik bir gün olmasa o tavaf akışı durmayacağından
yerlerdeki pislik alıp başını gidecek. Her gün, azıcık da olsa, hareket
(hayat) devam ederken temizlik yapmak en hayırlısı gibi geliyor bize.
Çokça ama bir anlık olacağına az ama sürekli en iyisi gibi.
Umre'deki kadar hayatımızda hiç bu kadar tevbe etmemiştik. Tıpkı
Peygamberimizin kabrini ziyaret ederken nasıl son şansımızmış gibi
hissettiysek, Kâ’be'yi tavaf ederken daha fazlasını hissettik. Tevbe ve
istiğfarlarımızda son zamanlarda samimi olamıyorduk çünkü nefs-i
emmare hallerinden tamamen kurtulabileceğimize inanmıyorduk.
Kâ’be'nin en yakınında tavaf ederken ise tüm hayatımız boyunca
aklımıza gelip gelmeyen tüm günahlarımız için sırayla çokça istiğfarda
bulunduk ve tevbe ettik. Adeta hayatımızda ilk defa tüm günahlarımızın
sorumluluğunu aldık.
İlk günlerde annemiz ile beraber tavaf yaptık. Kalabalıkta annemize
sahip çıkmaktan kendi dualarımıza odaklanamadık, aslında hiç
odaklanamadık. Annemize karşı hassas olduğumuz için, annemize ters
konuşan bir polise ya da annemize başka yerde namaz kılması
gerektiğini söyleyen birine bir şey yapmamak için kendimizi zor tuttuk.
Birkaç defa böyle sinirlendik fakat Kâ’be'nin mekânında olduğumuz için
saygı ve korkumuzdan sabrederek annemize sahip çıktık ve eyvallah
dedik. İkinci hafta ise tek başımıza tavaf yaptık. Tek başımıza
yaptığımızda her anımıza odaklanabildik.
Annemiz ilk şavtları Kâ’be'nin yakınında, son iki şavtı ise biraz daha
genişten alarak yapılması gerektiğini söylemişti, 7 mertebenin son iki
mertebesine binaen fakat biz hep Kâ’be'nin iki üç adım yanında, dibinde
yapabildik tavafımızı hep, tüm 7 şavtlarda da çünkü kendimizi kalabalığa
ne kadar sıkıştırsak o kadar tevbe ve dualarımıza konsantre olabildik. 5.
77
şavtımızda sayı konusunda kafamız karıştı, acaba yaptık mı yapmadık mı
diye fakat sonra mutmain olduk sayıyı karıştırmadığımız hususunda. 6.
şavta gelince Hacerül Esved'e dokunmaya niyet ettik ve o kalabalıkta,
itiş kakışın arasına girdik, elimizi uzattık, değmemize bir adım kalmıştı ki
bir anda bir dalga gibi geriye savrulduk, ardından bir tur daha attık ve 7.
son şavtta tekrar denedik, bu sefer aşırı sıkıştık kalabalığın içinde, son
gücümüzle kalabalığın arasına girdik, elimizi uzattık ve Allah diye
bağırarak son kez uzanıp Hacerül Esved'e sağ elimizle dokunabildik.
Peygamber efendimizin orada da, Hacerül Esved'in orada da, hep bir
çekincemiz vardı, putperestliğe, şirke, şekillere düşme konusunda.
Hacerül Esved'i biz tefekkürümüzde bir hedef olarak belledik fakat o
şeklin bir kutsallığının olduğuna inanmıyoruz, sadece oranın enerjisi ve
orada yaşanan hallerin bir hakikati olduğuna inanıyoruz. Kendi başımıza
yaptığımız tavaf ile mutmain olduk diyebiliriz. Fakat ondan evvel, ilk bir
hafta yaptığımız tavaflar bizi sıktı, ferahlık vermedi. Ancak ikinci hafta
ferahlığa kavuştuk.
Kabe'yi tavaf ederken, yerlerde hurma çekirdekleri gördük. Aklımıza
yoldaki engellerin kaldırılması hakkındaki hadis-i şerifler geldi. Ne zaman
yerde çekirdek görsek yerden topladık. Bize iki şey dehşet verici geldi,
birisi namaz kılan sayısız insanın önünden rahatça geçen insanlar, birisi
de tavaf yapılan yerde yerlere hurma çekirdeği atan insanlar.
Mekke şehrinde son günlerde gördüğümüz bir rüya şu şekildeydi: Sol
ayağımızda bir hastalık var. Sanki fazladan siyah bir parmak var gibi.
Kömür gibi. Doktor geliyor ve o kömür gibi olan siyah parmağımızı bıçak
gibi bir alet ile kazıyor, tüm parmağı kazıyor ve acı duymadan hepsinden
kurtuluyoruz.
Son olarak, İstanbul'a dönüşümüz sonrası camide cemaatle sık sık
namaz kılmaya gittiğimizde imamın okuduğu ayetlerin içinde iki, üç
defadır isminiz kulağımıza çarpıyor.
Bazı numaralar da şöyle: Medine'ye gidiş uçak koltuk numaramız:
Grup B 19G. Dönüş uçak koltuk numaramız: Grup C 24B. Medine'den
Mekke'ye gidiş otobüs koltuk numaramız: 17. Medine otel odası
numaramız: 560 (5. kat). Mekke otel odası numaramız: 532 (5. kat).
2015 Umre Dosya'mız burada bitiyor efendim. Allah razı olsun.
Allahaısmarladık.
Selâm ve dua ile
--------Ka… Do…,ın 2015 Umre Dosyası ikinci bölümü (19/02/2015)
Hayırlı günler Efendi Babamız,
Daha evvel yukarıdaki Umre Dosyamızı yollamıştık.
78
Zuhuratlarımızı ve son veda tavafımızda yaşadıklarımızı da bu yeni
mail ile ekliyoruz.
--------Terzi Baba
Hayırlı akşamlar Ka…. oğlum. Sizin arkanızdan bizde Cuma sabahı
saat (7,30) evimize dönebildik. Dinlenmeye çalışıyoruz. Cenâb-ı Hakk
hepimizin Umrelerinin kabul etsin İnşeallah.
Hatıralarını güzel yazmışsın, Umre dosyasına aktaracağım.
Zuhuratlarında güzel, bulunduğun yerden daha ilerilere doğru, idrakinin
açılmaya başladığı anlaşılıyor. fazla olan parmağının kesilmesi üzerinde
bulunan gereksiz düşüncelerinin, normal aslına dönmesini ifade eder
diyebiliriz. Hepsi güzel yolunda Cenâb-ı Hakk dünya ahret bütün
işlerinde kolaylıklara nasib etsin İnşeallah Annene ve herkese selâmlar
hoşça kal. T.B.
--------Mekke şehrinde ilk günlerde gördüğümüz rüyalar şu şekilde:
Kapalı bir alanda, bireysel olarak, davudi seslerle ilâhiler okuyan
ihramlı hacılar gördük. Hacıları Türk televizyonları gericilik başlığı altında
haber yapıyordu, biz de haberin böyle yansıtılmasını eleştiriyorduk.
Okul çağımızdan Ez… isimli eski bir arkadaşımızı görüyoruz.
Vedalaşmak için birbirimize sarılıyoruz. Sevgisini ve samimiyetini
hissediyoruz. Sonra yerlerde yuvarlanıyor. Yanımızdaki doktora "böyle
mi olması gerekiyor?" diye soruyoruz, doktor "sağlığına kavuşması için
senelerdir bastırıp taşıdığı psikolojisini boşaltması gerekiyordu" diyor.
Ardından yerlerde yuvarlandıktan sonra sakalları çıkıyor ve bayılıyor.
Defterimize sayfalarca yazı yazıyoruz. Bir öğretmen hanım defterimizi
aldırıyor ve başka defterlerin bulunduğu bir yere kaldırıyor. Biz
defterimizi geri almak istiyoruz, fakat defterlerin arasında kendi
defterimizi bulamıyoruz. Ardından geri almaktan vazgeçtiğimizi
söylüyoruz, ve kalsın diyoruz.
Bir kasabaya gidiyoruz. Rahatça oturup çay kahve içebileceğimiz bir
yer arıyoruz. Nereye otursak garsonlar bizi kaldırıyor. En sonunda bir
bakkalın önünde bekleyen birisine, neresi var diye soruyoruz. O da bir
apartmanın içini gösteriyor. Kendisi gösterdiği apartmanın girişindeki
merdivenleri çıkmadan direk olarak, merdiven kenarındaki demire
tutunarak, bir hamlede tırmanıyor. Biz ise onun çantalarını taşıyarak
merdivenlerden çıkıyoruz. Apartmana, sonra daireye girince kanepe ve
koltuklarda oturup konuşan bir dolu yaşlı hanım görüyoruz. Adam
salonun en ucuna sol tarafımıza oturuyor. Biz de salonun ortalarında bir
kanepeye oturuyoruz. Tam önümüzdeki koltukta oturan bir hanım bize
"5 Umre niyetine yaptığını düşün, ben sana 3 ya da 2 yaptın sayacağım"
diyor. Hanım televizyonda Kâ’be'ye bakıyor. Konuşan hanımın gözleri
siyah zeytin zeytin. Yanından aynı zeytin gözlerle 2, 3 tane kedi geçiyor.
Sonra salonda herkes kahkaha atıyor. Biz de bu kahkahalara katılıyoruz.
79
Solumuza eğilip bakınca adamın sıkılarak bize baktığını görüyoruz. Biz
ise gülmekten katılıyoruz.
Sinek, kedi, fare, affedersiniz sıçan ve ayı hayvanlarını gördük. Başta
hepsinden korkuyoruz. Kocaman bir ayı bizi kovalıyor fakat sonra bizi
kovalayan ayıyı kemerimizle dövüyoruz ve ayıyı bir köşeye kıstırıyoruz,
ayı öyle kala kalıyor. Ardından bir silahlı çatışma oluyor, kafamızdan
vuruluyoruz ve ölmeye yakın uykumuzdan uyanıyoruz.
Mekke şehrinde son günlerde gördüğümüz bir iki rüya şu şekilde:
İki kızımızın olduğunu görüyoruz. İki kızımız da bizi çok seviyor. Biz
de onları çok seviyoruz fakat içimizdeki bir eziklikten dolayı onlara karşı
babalık samimiyetini ve sorumluluğunu gösteremiyoruz ve evde bir
sığıntı ya da yabancı gibi yaşıyoruz.
Necmettin Erbakan'ı görüyoruz. Yan apartmanın balkonunda.
Kendisiyle selamlaşıyoruz. Sonra başına fes giyen Kadir Mısıroğlu'nu
görüyoruz. Balkondan inip, yanına gidiyoruz ve üç kere elini öpüp
başımıza koyuyoruz. Ardından sokağımızdan sakallı ve sarıklı
Müslümanlar geçiyor. Hepsiyle sırayla karşılıklı selâmlaşıyoruz.
Sol ayağımızda bir hastalık var. Sanki fazladan siyah bir parmak var
gibi. Kömür gibi. Doktor geliyor ve o kömür gibi olan siyah parmağımızı
bıçak gibi bir alet ile kazıyor, tüm parmağı kazıyor ve acı duymadan
hepsinden kurtuluyoruz.
--------Veda tavafımıza annemizle birlikte başladık. Ama daha ilk 1. şavtta
ayrıldık ve ayrı ayrı yapmaya başladık. İlk hafta hep beraber tavaf
yapmıştık ama annemizin tek başına da gidebilip tek başına tavaf
yapabildiğini görünce, tek başımıza da ancak konsantre olabildiğimiz için
kendi dualarımızı düşününce otomatikman koptuk. Biz Kâ’be'nin dibine
kadar gidip kendi dualarımıza, zikirlerimize, istiğfarlarımıza konsantre
olduk. Kâ’be'nin tam kapısının önüne geldik, ellerimizi kalbimize koyduk,
gözlerimizi kapattık ve aklımıza Peygamberimiz (s.a.v.) geldi, kapının
önünde çokça salâvatlar getirdik ve bazı evliyanın kabir ziyaretlerinde
içten içe hissettiğimiz bir dinginlik hissettik, bu yüzden gözlerimiz
kendiliğinden kapandı ve o dinginlik gidene kadar bir süre kapıya dönük
durduk.
Sonra tavafımıza devam ettik. Kapıyı geçtikten sonra Kâ’be'nin diğer
kenarının dibinde 2 rekatlık şükür namazı kıldık. Daha önceki günlerde
annemizi takip ederek Hicr'in içinde namaz kılabilmiştik. Veda
tavafımızın son şavtına geldiğimizde, 7. şavta niyet ettik ve başladık.
Yanımızdan neredeyse Kâ’be alanındaki en uzun boylu, geniş ve iri,
simsiyah ten renginde orta yaşlarında birisi, o sıkışıklıkta ve kalabalıkta
herkesten hızlı adımlarla yürüyerek kalabalığı yararak tavaf ediyordu.
Ama kabaca insanları itmiyordu, dalgaları aşan gemi gibi gidiyordu. Biz
hemen elimizi onun sırtına koyarak, hızlı giden ambulansı takip eder
gibi, onu takip ettik. İri cüssesi ile o kalabalıkta tüm yolu açıyordu, biz
de bundan istifade ederek veda tavafımızın son şavtını hızlıca ve rahatça
80
tamamladık. Son şavtımızı bitirdiğimiz vakit annemizi şavtların başlangıç
yeri yeşil ışığın altında bekledik ve orada buluştuk. Ve Kâ’be alanından
ayrıldık.
------------------(3) As…. Be…. 2015 Umre Dosyası (25/02/2015)
Efendi Babacığım ve Nüket Anneciğim ellerinizden öperek Umre
dosyamızı yolluyoruz.
Selâm ve Dua ile
--------Terzi Baba
Hayırlı akşamlar Aslı kızım, Dosyanı okudum güzel olmuş, ellerine sağlık
dosyasına aktaracağım İnşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
--------Bismillâhirrahmanirrahîm.
Umre yolculuğumuza karar verdiğim an yaşadıklarımız hep oraya dair
idi. Gitmeden başlamıştı yolculuğumuz. Zâten hep oradayız da idrakımız
yükseldikçe anlayacağız inşeAllah. Evvelâ tek katılacaktım sonra
oğlumda gelmek istediğini söyledi ve hemen oğlumu da gruba yazdırdık.
Gideceğimz turizm şirketinin isminin Sıla olduğunu öğrendiğimde,
kendi ismimin harflerinden oluştuğunu farkettim. Ve bir Cuma günü selâ
vakti Sıla şirketine kaydımızı yaptırdım.
Bugün 30. 01.2015 Cuma günü yarın Efendi Babamın tüm ailesi ve
evlâtları ile birlikte bir şemsiye altında yolculuğumuza çıkıyoruz.
31.01 gidiş 13.02 dönüş tarihimiz.. 31 ve 13 = 13 ile gidiyoruz 13 ile
dönüyoruz inşeAllah.
Havaalanına ilk gelenlerdendik ve yavaş, yavaş herkes
‘B’
kontuarının önünde toplanmaya başladı. Efendi Babamı ve Nüket Annemi
görünce heycanım tamamlandı.
Bağaj için sıraya girdik 18B no lu bölümden Efendi Babamların tam
arkasından giriş yaptık. Pasaport 6 no lu kısımdan oldu ve 226 no lu
kapıdan da içeriye girişimizi yaptık. Kalkış saati 12.15 olan uçağımız
yaklaşık 1 saatlik rötarla Medine ye doğru uçmaya başladı. Uçak biletim
19F No lu koltuk oğlumun da 19 G Numaralı koltuk idi. Solum da Efendi
Babamın akrabası Ne… teyze vardı.
Havaalanından ihtibaren ilk olarak Havva ve eşi ile sonra Leman
teyze ve Neriman teyze ile tanışmıştık. İstanbul grubunun bir çoğu ile
tanışıyorduk.
Medine Peygamberimizi kucaklayan medeni şehir bizi de kucaklamıştı
68 kişiyi daha gönlüne almak için açmıştı kollarını.6+8=14 .Uçağımız
İstanbuldan biraz sert kalksada Medineye yumuşak ve sâkin bir iniş ile
inmişti uçağımız.
81
Otelimiz Crowne Plazaya geldik ve yerleşmek üzere odalarımıza
çıktık. 5. Kat 560 no lu oda da oğlum ile birlikte kaldık. Yemeğe indikten
sonra akşam Mesci-di Nebeviye hep beraber gidildi. Otelimizden çıkıpda
yürümeye başlar başlamaz yeşil kubbe tam karşımızda duruyordu. Her
adımımız ile daha da yaklaşıyorduk. 25 no lu kapıdan girdik içeriye ve
çıkarken 24 no lu kapıdan çıktık. Uzun bir süre beklendiğinden çocuklar ,
Nüket Annem ve bazı kardeşlerimiz geri dönmek durumunda kaldılar.
Yatsı namazından sonra yaklaşık 3 saatlik bir bekleyişten sonra
Peygamberimizin huzuruna gelmiş, yeşil halı da namaz kılmak nasip
olmuştu. Özlem bana ben de Özleme yardım ettik yeşil halıda.
01.02.2015 Pazar
Medine de ki ilk sabah; Mescid-i Nebevinin hemen yakınında
uyanmanın sevinci vardı içimizde. Bugün Medine gezimiz vardı. Kuba
Camiinde kuşlar karşıladı bizi hoşgeldiniz diye sesleniyorlardı sanki.
Huzurlu ve sâkin namazlarımızı kıldık. Kıbleteyn cami ise çok kalabalıktı
özellik ile bayanlar kısmında izdiham vardı. Namaz kılmak nasip olmadı
bana, grubumuzdan Ne… teyze merdivenlerde sıkışmış ve başı
dönüyordu, onu oradan çıkarmamı istedi ve yavaş yavaş dışarıya
çıkmaya başladık . Daha sonrasında Mekke de Efendi Babama durumu
anlattığımda söylediği şu idi; Zaman mekân yok şimdi niyet et ve
burada kılarsın namazını dedi. (İstanbula döndüğümde gördüğümüz
zuhuratı da ileride ekleyeceğiz)
Hendek Savaşının ve Uhud savaşının yapıldığı alanları gördük. Uhud
da hüzünlendik. Uhud: Efendimize itaat eden kazanır, itaat etmeyen
kaybeder’.
Ve Hurma bahçesine geldiğimizde mis gibi çaylarımızı içerek sohbet
ettik ve yakınlarımız için hurma aldık. Masamızda Leman teyze , oğlu,
Meryem ve Kaan vardı.
İkindi namazını Mescid-i Nebevi de kıldık. Hamd olsun
unutamayacağım bir namaz oldu. Namazdan sonra birkaç arkadaş
çarşıya gitti ben otele yalnız döndüm. Otele döndüğümde biraz lobide
oturdum o sırada otel müşterilerinden bir hanım yanıma geldi ve Ümre
ye gelişinin sevincini paylaştı ismi Kıymet idi. Sonrasında kendisini
asansöre bindirmem için yardım istedi.
Yatsı namazını Mescid-i Nebevide kıldıktan sonra Hakikati
Muhammedi namazı için en uygun ve en yakın yerde namazımızı kıldım.
Kimse ne önümden geçti ne çarptı, yavaş rahat ve huzurlu oldu Hakikati
Muhammedi namazı.
Akşam yemeğimizi yedikten sonra dinlenmek için odamıza çekildik.
02.02.2015 Pazartesi
Bugün öğlen ihramlarımız ile Mekke ye yola çıkıyoruz. Zuhuratımda
kendi-mi sakallı gördüm.
82
Sabah namazımızı Mescid-i Nebevide kıldık. Unutulmaz namazlar
unutulmaz ezanlar. Öğlen namazımızı da Mescid-i Nebevi de kıldık. Her
ikisin de de sağımda İzmirli kardeşim Sü…. vardı.
Oğlum Medinedeyken Mescid-i Nebevide uzun zamanlar geçirdi,
defalarca Peygamberimizin huzuruna çıkıp namaz kılmak nasip oldu.
Medineden tüm hazırlıklarımızı yaparak ve ihramlarımızı giyerek
14.28 de ayrıldık. Bir taraftan Beytullaha gidişin sevinci bir tarafta
Peygamber Efendimizden ayrılış. Aslında bir idi. Ne bırakış var idi, ne
kavuşma. Bir yerden ayrılırken birleşmenin, birleşirken ayrılmanın tekliği
idi yaşadıklarım. Sevinç ve hüznün birleşimi bir tad idi.
Mekke ye 2 otobüs gidildi, biz 2. Otobüsdeydik. Medine Mekke
yolunda ki koltuk numaram 13 idi. Yanımda Me…. oturuyordu ve
arkamda oğlum 17 no lu koltukda oturuyordu.
Mikat sınırında Efendi Babamız ile Ümremize niyetlendik. Mekke
şehrine yaklaştıkça Otobüsümüzden Lebbeyk sesleri yükseliyordu.
Otelimize çok yaklaşmıştık ancak polisler yol vermediler ve bir büyük tur
atmak zorunda kaldık ve Mescid-i Haramı sanki en dıştan grup olarak
otobüs ile tavaf etmekte idik.
Ve Mekke Anjum Otel. Bu otel de de 5. Kattayız ve oda numaramız
532 no lu oda. Burada kısaca Anjum otelin ismi ile ilgili tefekkürümü
yazmak isterim. Anjiyo ismine çok yakın olmasında dolayı halk arasında
anju da denilmekte. Kalp damarlarında ki tıkanıklığı açan bir tıbbi
müdahale. Kalbi iyileştiren damarlardaki darlığı tespit ederek tedavi
eden bir uygulama. Batınımızda her birerlerimize bu uygulama olmuştur
inşeallah. Anjum oteli kalpleri temizleyen yer olarak müşahade ettik.
Otelimize geldikten sonra hızlı bir şekilde yemeklerimizi yedik ve
odalarımıza çıkıp valizlerimizi bıraktıktan sonra saat 21.00 de girişte
buluştuk. Erkekler bembeyaz ihramları içinde hanım kardeşlerimiz ve
Efendi Babamız eşliğinde Beytullaha doğru gitmeye başladık. Yüreğim
Lebbeyk sesleri ile doldu ve Kâ’be ye geldik. Bizim gibi ilk defa görecek
olanlar yüzleri yere bakarak yürüdüler ve tam karşısına geldiğimizde
başımızı kaldırıp baktık ve Duamızı ettik. Evet heycanlandım ancak
evime gelmiştim kendimi en rahat hissettiğim yerdi ne korku ne vesvese
ne zan ne ben ne sen hiç biri yoktu o an sadece O Vardı.
Varlığınla varlığımı Özünle özümü kapla. Senden başka hiçbir şeye
yöneltme. Zâti tecellini nasip eyle. Huvallahullezi esmaül hüsna’nın
tahakkukunu nasip eyle. Sıla turizmin rehberi tavafımızı kalabalık sebebi
ile 2. Katta yapmamızı uygun buldu ve tavafımızı dualar ile tamamladık.
Namazımızı kıldık zemzemlerimizi içtik. Say da Safa ve Merve arasında
gitme ve gelmeleri yaşarken Efendi Babam oğlum ile sohbet etti ve
isminin manasını sordu. Samimi ve yakınlaşılan bir say oldu bizim için.
Saçımı Nüket Annemiz kesti ve ümremiz tamamlanmış oldu. İnşeAllah .
Odamıza 01.00 gibi geldik.
03.02.2015 Salı
83
Mekke de ilk sabahımızda kahvaltıdan sonra ilk tavafımızı Fazıl
kardeşimiz ve Meryem ile yaptım. 79 no lu kapıdan girdik. Kalabalık
olmasına rağmen su gibi aktı. Makam-ı İbrâhîmin önünden geçerken
iyice yakınlaşarak ve ayak izlerine bakarak geçebildik. İlk defa ve ilk
tavafım da Kâ’be ye yüz sürmek nasip oldu. Mis gibi kokuyordu. Makamı
İbrâhîmin arkasında namazımızı kıldık, Zem zem içtik. Allah razı olsun
kardeşim Fazıl detayları ile bir o kadar da basitçe kolayca öğretti. Selâm
kapısı ile ilgili sorular soruyordum ki bir baktık Selâm kapısındayız ve
oradan çıktık ancak baktık istikamet gideceğimiz yöne uymuyor birer
zemzem içtik tekrar geri girdik. Mescid-i Haram da öğlen namazımzı
kıldık ve 79 no lu kapıdan çıktık.
Akşam oğlum ile Metafa gittik birlikte. 73 no lu kapıdan girdik.
Kalabalıktı inşeAllah bereketide o kadar olmuştur. Akşam namazımızı da
kılıp otele döndük.
04.02.2015 Çarşamba
Mekke-i Münevvere gezimiz için 2 otobüs yola çıktık. Biz 2.
Otobüsteydik , Rehberimizin ismi Ahmed idi. Oturduğum koltuk
numarası 16, oğlum ise 15 no lu kolltukta oturmakta idi. Rehberimiz
gezilen yerler hakkında bilgi verirken
kendi arasında sessizce
konuşanlar oldu ve konuşanları biraz tersledi ancak sonrasında
hepsinden özür diledi.
Sevr dağını, Hira dağını ziyaret ettik ancak sadece uzakdan
bakabildik. (İleri ki günlerde Hira dağına çıkabilmek nasip oldu)
Arafat en çok etkilendiğim enerjisini en yoğun hissettiğim yer idi.
Adem a.s ve Havva annemizin buluştuğu, Allahın nuru ile tanıştıkları yer.
Merdivenlerden değil kayalardan tırmanarak çıktık oğlum ile ve 2 rekat
namaz kılmak nasip oldu. Dualarımızı ettik. Fotoğrafçı bir adam
resmimizi çekmek istedi ben istedim aslında ancak oğlum istemedi biz
de çektirmedik. İnerken daha dikkat istiyordu ve sakince indik.
Sonrasında Mina ve şeytan taşlanan yerleri gördük. Duyguların
vesveselerin ve egonun taşlanan alanlarını gördük. İnşeAllah Hacca da
gitmek nasip olur diyerek ayrıldık.
Gezi dönüşünde biraz dinlendikden sonra ikindi ve
namazlarında Kâ’be de idim. Oğlum geziden sonra ateşlendi.
akşam
05.02.2015 Perşembe
Sabah namazı için Efendi Babam ve kardeşlerimiz ile buluştuk.
Sonrasında ilk defa kendi başıma tavaf yaptım. Kahvaltı da Leman abla
ile birlikte olduk, sohbet ettik. Bulunduğum dersin zikrini bolca tefekkür
etmemi söyledi.
Öğlen namazından sonra kısa bir kaylule uykusu yaptım ve
gördüğümüz zuhuratta Efendi Babam başımızın tam tepesini sıvazlıyor,
seviyordu.
İkindi namazından sonra Hira dağına çıktılar bir grup kardeşimiz
ancak biz iki hafta kalanlar bir sonra ki hafta çıktık. İkindi namazında
84
merdivenlerde buluşuldu. Efendi Babam, Fazıl, Meryem ve diğer bazı
kardeşler ile 66 no lu kapıdan girdik. Efendi Babam hep bu kapıyı
kullandı namazlara giderken ve benim de doğum yılım 66 tevafuk oldu.
Namaz dönüşünde otele yürüken
Efendi Babama bazı sorular
sorabilmek nasip oldu. İnsanı Kâmil namazı ile alâkalı, Tavaf ile ilgili ve
Kıbleteyn caminde yaşadıklarım ile alâkalı aklımızda ki bazı sualleri
sorduk. Tüm cevaplarızı aldık lâkin tüm cevaplar bir kenara Efendi
Babam ile Mekke-i Mükerreme de birlikte yürümek ve sohbet etmek
başlı başına bir cevap idi bizim için.
06.02.2015 Cuma
Bu yaşıma kadar ateşlendiğim hatta hastalandığım sayılıdır . Sabaha
kadar ateşlendim, oğlum bakmış ve ilgilenmiş ve sabah kalktığımda
iyileşmiş olarak koşa koşa Kâ’be ye gittim. Bu defa meydan da namaz
kıldım ve ardından tavaf yaptım. Öğlen Cuma namazı için 10.00 da
Efendi Babam ile buluşuldu ve hanımlardan Havva, Sakine, Sümbül,
Meryem ve ben var idik. Sonrasında Ayşe de geldi. Namaz sonrasında
meydanda tekrar buluşuldu ve Efendi Babam ile resim çektirdik.
Bembeyaz insan seli akıyordu. Unutamayacağım görüntülerden biri de
Cuma namazı sonrasında ki Mescid-i Haram ve yolları.
İkindi namazında da klâsik buluşma yerimiz otelin merdivenlerinde
buluşuldu. Ayşe ile sohbet ettik ve hep birlikte yürüyerek Mescide gidildi.
Bu gidişler ve birlike gelişler ayrı bir ibadet gibi. Her bir adım Bir lik ile
olmakta. Namazdan sonra Efendi Babamız ile 35-40 dk sohbet
edebilmek nasip oldu.
Sohbetten Notlar; Kabe’nin son gelinecek yer olduğu, buradan sonra
tekrar geri gidileceği. Şeriat, tarikat, hakikat, marifet ve buralarda
yaşanılanlar. Mürşidi tanımak için birkaç dervişi ile konuşmak gerekir.
Akşam oğlum ile birlikte tavaf yapmak üzere metafa gittik. İlk 3 şaftı
en içte yaptık ve İseviyet köşesinde bir an da, o onca kalabalık açıldı ve
tam önüm boşaldı birden ve Kâ’be’nin taşını koklamak öpmek nasip
oldu. Ardından Hicr bölümünden içeri girmek ve 2 rek’at namaz kılmak
nasip oldu. Kalan şaftları genişten yaptık.
07.02.2015 Cumartesi
Bu gün 2. Ümremizi yaptık. Mikat bölgesi olarak Cirane mescidin
de bulunduk. Taif ile Mekke arasında bir mescid idi. Umre Namazımızı
Nüket Annem ile birlikte kıldım. Niyetimizi yaptık ve Mesci-di Nebeviye
döndük. İzmirli kardeşlerimiz ile yaptım 2. Umremi Ayşe, Nazlı abla ve
oğlu Cüneyt ile birlikte 4 kişi alt katta ki Metaf da yaptık. Su gibi aktı
tavaf ve Say. Saçlarımızn kesilmesi ile Umremizi tamamladık. Bu defa
saçımı Ayşe kesti. Sonrasında Kâ’be’ye Muhammedi yönüne bakarak
öğlen namazlarımızı kıldık. Nazlı abla ile sohbet ettik, çok eski
dersvişlerden maşallah. Ayşe ezanı beklerken Sıla yaka kartımın
numarasını sordu: 54030
Elimden geldiğince gücüm yettiğince vakit namazlarımızı ve kaza
namazlarımı Mescid-i Harem de kılıyorum. Her sefer 66 no lu kapıdan
85
Efendi Babam ve kardeşlerimiz ile giriyoruz. Her zaman belli bir yere
oturuyoruz sonradan gelenlerinde bulabilmesi için. Ayşe, Sümbül,
Sakine, Leman abla, Havva, Meryem en çok birlikte olduklarımız.
Akşam tavafa gitmeden önce otelin girişinde yürüyen merdivenlerin
orada ki masada yaşananları tefekkür etmek biraz da hava almak için
oturmuştum. İlk olarak Meryem geldi yanıma ve çok yorgun olduğunu
söyledi ve biraz oturup odasına gitmek üzere kalktı. Sonrasında Leman
abla geldi ve açtı koşarak yemek yemeye gitti. Sonra yabancı 3 kadın
izin alıp yanıma biraz oturduktan sonra kalktılar ve son olarak Konyalı
bir hanım geldi sohbet ettik o esna da söyledi Konyadan geldiğini.
Sıkılmıştı annesine bakmaktan. Diksiyonumun güzel olduğunu, İstanbul
Türkçesine özendiğini söyledi. Bir insan yaşamında 50 tavaf yapmalıymış
dedi ve o da gitti. Ben de daha başka kimse gelmeden Metafa gittim.
Tavaf sonrasında Muhammediyet köşesinde oturdum ve Allah (c.c.)
misafirlerini izledim. Gözyaşlarım sûretler gibi akmakta idi. İçim dışım
yıkanmış olarak otele döndüm.
08.02.2015 Pazar
Kardeşlerimiz ve Efendi Babam ile sabah namazına gittik. Bu defa
tavafı Meryem ve Neriman teyze ile birlikte yaptık. Neriman teyze
Kâ’be’ye hiç dokunamadığı için üzgündü ve son tavafı idi o gün İstanbul
a döneceklerdi. Nasıl oldu ise bir an da elele tutuştuk ve insanların
arasından rahatça geçerek kâ’benin tam yanına geldik ve iki defa elini
sürerek huzur içinde tavafımızı bitirdik. Efendi Babam da Neriman teyze
de 38 doğumlu ve Nurtan Annem de 38 doğumlu. Tavaftan otelimize
dönüp kahvaltı yaptık Meryem ve Neriman teyze ile birlikte.
Bugün yakınlarıma dostlarıma ve kızkardeşime hediye aldım. Seccade
koku tesbih. Fazla alış-veriş gezmesinden haz almasakda buradan
armağan götürebilmeye şükürler olsun.
Öğlen kardeşlerimiz ile namaza gittikten sonra
İkindide biraz dinlendim.
tavafa gittim.
Akşam yemeğinden sonra oğlum ile namaz beraber gittik. Bu akşam
21.00 da grubun yarısını İstanbul a uğurladık. Coşkulu anlamlı duygusal
anlar yaşandı. Sonrasında Efendi Babam ve kalan kardeşlerimiz ile
sohbet ettik.
Bu ilk hafta Nüket Annem hem biraz rahatsızlandığı için hem de
torunları ve çocukları ile ilgilendiği için bizler ile birlikte pek olamadı
ikinci hafta daha fazla birlikte olabildik.
09.02.2015 Pazartesi
Sabah namazı için 05.00 de buluşuldu. İlk defa Nüket Annem de
bizim ile gelebildi. İmam secde ayeti okuyunca namaz da bizim tüm
grup şaşırdı. Sonrasında çok tefekkür ettiğim bir durum idi. Ne olursa
olsun imama uyulmalı idi.
Oğlumda Mescidi Haremin terasında kılmış namazını.
sonrasında oğlum ile biraz sohbet ettik ve kahvaltımızı yaptık.
86
Namaz
Bugün İnsân-ı Kâmil namazı için Metafa gittim. Tavaf da Kâ’be ye
dokuna dokuna yapmak nasip oldu şaftları. Her köşede namazı kılarken
farklı haller oldu. İbrâhîm köşesinde çok rahat kılarken, Museviyet
köşesinde de aynı şekilde kılmak nasip olurken, İseviyet köşesinde bir
kargaşa yaşandı çok kalabalık oldu bir an da kıldığım alan.
Muhammediyet köşesinde ise huzurlu ve rahattı. 7 şaft sonrası yapılan
tavafımız bitince bir dönüşte namaz için yapılmış oluyor ve 8 dönüş ile
bitmiş oluyor.
İnşeAllah
her
mertebeyi
yaşayabilenlerden olalım.
idrak
edebilenlerden
ve
ve
Döne döne daireler dardan başlayıp genişledikçe
Akl-ı külümden nefs-i külüme
Küme küme kapsadıkça varlığın varlığımı
Zati tecellini nasip eyle Allah’ım.
Mekke için dışına yansıdığı yer, nefsini bilmen için seni içine çeken
Kâ’be-i Muazzama. Her bir sûret seni sana anlatmakta yol veren,
kolundan çekişti-ren, selâm veren ya da sadece gülümseyen.
İkindi namazı 16.00. Ezan sesleri nakış gibi .
Akşam oğlum ile birlikte tavaf yaptık ve sonrasında Kâ’be yi
seyrettik.
10.02.2015 Salı
05.00 Sabah namazı için Efendi Babam ve kardeşlerimiz ile otel
girişinde merdivenlerde buluştuk. Namazdan sonra gün ağarırken Nur
dağına çıkmak nasip oldu. 12 kişi olarak gittik. Bizim çıktığımız taksi de
Tuba Sinan ve Kaan olarak 4 kişi idik. Taksi bizi son noktaya kadar
getirdi. Diğer taksiler biraz aşağıda bırakmıştı. Hep beraber çıkmaya
tırmanmaya başladık. Belli bir tempo da. Yolda karşımıza bir maymun
çıktı ancak hemen gitti. Leman teyze de vardı grubumuzda Abdullah çok
yardımcı oldu çıkmasına ve inmesine. Hepimize çıkmak nasip oldu ve
Hira mağrasında namazlarımızı kıldık.
Birkaç resim çekip soluklandıktan sonra aşağıya inmeye başladık
.Oradan kendime düz sade beyaz bir yüzük aldım nişan olsun niyeti ile.
Akşam namazında Kâ’be nin yanına kadınlara ayrılan kısıma geldim.
Yanıma Pakistanlı bir kadın geldi ve yiyecek çıkarmaya başladı
çantasından bir an da bir dolu sinek geldi ve bunun üzerine kalktım ve
bizim grubun yanına 66 kapısından girerek gittim. Nüket Annem de
gelmişti. Namazdan sonra bizi Kelime-i Tevhid satılan bir yere götürdü
ancak dükkân kapanmıştı. Yatsı namazlarımız için tekrar Kâ’be ye
döndük .
Oğlum akşam tavaftan sonra geldiğinde çok iyi görünüyordu, akşam
ki tavafı iyi gelmişti.
11.02.2015 Çarşamba
87
Saat 04.00 de sabah namazından evvel buluşuldu 3. Ümremi
yapmak nasip oldu. Mikat bölgesine taksiler ile gidildi. Ten’im Ayşe
Mescidin de niyetlenerek namazlarımızı kıldık. Tavafı Fazıl Meryem
Harunun annesi ile birlikte ikinci katta yaptık. Say a biz Meryem ile
beraber başladık kalabalık da Fazıllardan ayrıldık. Sonrasında gene
beraber karşılaştık Say da Efendi Babamlarla da birlikte idik. Dualarımız
ile Ümremizi tamamladık.
Ünzile ve Şadan ile de beraberdik
namazlarda da bir arada oluyoruz.
Say da ve bu son günlerde
Kahvaltı için otelimize döndük ve sohbet ederek kahvaltılarımızı
yaptık.
Otelimizde bulunduğumuz katlardaki asansör sayıları B1-13 hep bu
asansörü kullandık. Bir de yürüyen merdivenlerin orada yük asansörü
vardı bazen onu da kullanıyorduk onun numarası da 31 idi.
12.02.2015 Perşembe
Odamdan çıkıp asansörü çağırdım ve asansörün kapısı açıldığın da
içerde sadece Efendi Babam Nuru ile durmakta idi. Gün pek güzel
başlamıştı. Son günlerimizdi artık yarın yola çıkılacaktı.
Sabah namazından sonra kahvaltıya geldik sonrasın da tavaf yaptım.
Öğlen ve ikindi namazlarından sonra da birer tavaf yapabildim. Yarın
Cuma ve öğlen gibi otelden ayrılacağımız için son güne bırakmayın
kalabalık olur demişti Efendi Babam. O yüzden veda tavafımızı da oğlum
ile akşam birlikte yaptık. Aslında beraber gittik başladık ve ayrı ayrı
yaptık sonunda yeşil ışıkda buluştuk. Aslında veda değildi, ayrılmıyorduk
ki veda edelim.
Tavaf sonrasında otele döndüğümde bir baktım sohbet için otelin
bahçesinde toplanılıyor. Zaten mesaj atmış kardeşlerim sohbet haberini
vermek için. Sohbet konusu Hayal idi. Hayali insaniye, hayali mücerret.
Son zamanlarda ki tefekkürüm ile tevafuk yapmış idi. Gözlerimden
yaşlar akarken dinledim Efendi Babamı. Sabah ki asansör
karşılaşmasından bu yana bu gün çok yaş aktı gözlerimden.
Mekke de bulunduğumuz sürece 13 Tavaf yapmak nasip oldu ve 3
ümre yapabildik.
13.02.2015 Cuma
Sabah namazın da imam bu gün bir başka okudu. Nakşetti
kulaklarımıza. Kahvaltımızı ettikten sonra içimden zemzem suyu ile
abdest alıp öyle yola çıkmak niyeti geçti. Ve su şişelerini alıp tekrar
Mescid-i Harem gittim ve zemzem ile doldurdum. Hem kendim hem de
oğluma verdim abdestlerimi aldık.
Saat 10.30 – 11.00 de odalarımızı boşalttık ve girişde buluştuk.
Efendi Babam bizleri geçirmek için gelmişti. Her birerlerimiz elini öptük
hep birlikte resim çektik. Cidde ye doğru bizleri yolcu etti son ana kadar
el salladı.
88
Öğlen namazı için durduk ancak hanımlara yer olmadığından bizler
havaalanında kıldık namazlarımızı. Öğlen namazından herkes hemen
döndü bir tek oğlum dönmedi biraz bekledik meğer sünnetleri de kılmış.
Yol boyunca gördüğüm camiler çok sade ufak tek minareli. Mekkeden
ayrılıyor gibi değil yaşadıklarım ya aslı Beytullahda kalıyor yada
Beytullah Aslı ile geliyor.
Saat 16.00 cidde Havaalanında bekliyoruz. Uçak saatimiz 18.00 ve
tam zamanında uçağımız kalktı. Uçak bilet numaram 24 A, oğlumun ki
24 B. Ön sırada Meryem, sağ yanımızda Ayşeler var.
Tuvalet tam arkamızda idi inşe’Allah tüm yararsız, zararlı toksitleri
de tıpkı tuvalet gibi arkamıza atmış olarak dönüyoruzdur.
Valizlerimiz aldıktan sonra
Kardeşlerimiz ile vedalaştık.
en kısa zamanda görüşmek üzere
İstanbul da bizi kızkardeşim Ayşen ve dostum Seray karşıladılar.
Eve geldiğimde birkaç gün rahat edeceğim şekilde yemekler yapmışlar
ve erzaklar almışlar. Hamdolsun bizi düşünen Rabbime.
İşimi önceden ayarladığım için iki hafta daha çalışmıyorum ve bu
yüzden ev de rahatça yaşamak ve tefekkür etmek nasip oldu .
Ümreden döndüğüm günlerden 19.02 - 20.02 ye bağlayan gece ki
zuhura-tımız:
İstanbula gelmişiz ancak Kâ’be de gördük kendimizi. Sıra sıra
seccadeleri-mizi yerleştiriyoruz. Düz koymuş herkes sonra bakıyorum
benim seccadem düzelttiriliyor. Kıblem biraz sola çevriliyor. Sonra biz
gene düz yapıyoruz tekrar düzelttiriliyor. Yanımdakilere de söylüyorum
düzeltin diye ancak çok kalabalık onların ki öyle kalıyor. Seccademi ezan
okunup namaz başlarken düzelttirdiler. Yanım da Ayşen, Seray ve
Reyhan dostlarım vardı. Yüksek bir binadan baktım, balkonları gördüm.
Zuhuratımız böyle idi. Ve
yolculuklarının dönüşünde idiler.
o
gece
Efendi
Babamlarda
Ümre
Allahc.c inşeallah herbirerlerimize tekrar gitmeyi nasip eylesin..
Zât-i tecellisini nasip eylesin Amin.
25.02.2015 saat 13.35
------------------(4) Ay…. Ök…. 2015 Umre Dosyası (03/04/2015)
Selâmun aleyküm.
Hayırlı sabahlar babacığım. nasılsınız iyileşebildinizmi inşeallah
iyisinizdir Nüket Annem nasıl babacığım? Bu benim yeni mail adresim
artık sizinle bu adresten maillerimi göndereceğim Nüket Annemin ve
Sizin ellerinizden hürmetle öperim Babacığım.
Umreye gitmeden 29.01.2015 de görmüş olduğum ve Mekkede size
anlattığım zuhuratımı da yazıyorum babacığım.
89
Kendi irfan kardeşlerim bir oda da toplanmışlar ve ortalarında bir
cenaze var üstü kapalı yeşil örtülü. tabutun üstüne bir yazı bir ayet
yazacaklarmış hepsi birlikte ne yazalım diye istişare ediyorlar. Cenazenin
başında Ni… abla var ve daha sonra Gü…. kardeşim ve bildiğim bütün
kardeşlerim orada bende mutfaktayım Zâ…. ile, onları görüyorum ve
dinliyorum. bir taraftan da yıkanmış bulaşıkları tekrar duruluyorum.
içeride ki konuşmaları dinliyorum. daha sonra kapıya gelip sesleniyorum.
Ve ben birden diyorum ki Ni…. ablaya. "Ni…. abla o yatan zat zâten
fenafillah oldu, bu âlemden gitti fazla incelemeye gerek yok. ( girdim
Selâm kapısından içeri melekler görünce Huu diye karşıladırlar) diyorum.
Yüzüme bakıp tamam o zaman hıh şimdi oldu bunun yazalım
kardeşlerim diyor ve tasdikliyor. Ve daha sonra uyanıyorum.
Size ve Anneme selâmlarımı gönderiyorum. Kızınız Ay…. Nu…. Ök….
----------Terzi Baba
Aleykün selâm. Hayırlı günler Ay…. kızım mail-ini aldım zuhuratın
güzelmiş yaşadığın halleri gösteriyor. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib
eder inşeallah.
Bu Mail-in ile daha evvelce gönderdiğin mail-in. Umre hatıralarını da
bir dosya içinde gönderirsin. Cenâb-ı Hakk başarılar nasib etsin. Âd…. e
sana çocuklara selâmlar Nüket Annenin de selâmları vardır hoşça kal
Efendi Baban.
--------BismillahirRâhmanirrahîm
UMRE HATIRALARI…
Ay…. Nu…. Ök….
29.01.2015
2015 yılında Cenâb-ı Hakk’ın bize 2. Daveti ve bu davetin Efendi
Babamlarla birlikte gitmenin mutlu, sevinç dolu, heyecanlı anın
içindeyim. İçim içime sığmıyor. Bir an önce gitmek için sabırsızlıkla
bekliyorum. Şu an itibari ile umre yolculuğumuzun başlamasına iki gün
kaldı. Bütün hazırlıklarda tamamlanmış olup artık kendime mümkün
olduğunca manevi olarakta hazırlamaya çalışıyorum. Bu düşüncelerden
sonra o havayı almaya başladık ve yolculuğumuz başladı. “Allah’ım
yapacak olduğumuz bu sılayı Rahim’in ve bu umrenin idrakini nasip et.”
31.01.2015
Artık vakit buluşma vakti. Sabah erken vakitte dualarımızı okuyup
yola çıktık, Menderes havalimanına geldik iç hatlarda 26+27=53
perondan biletlerimizi kestirip THY uçağı ile saat 7.45’te koltuk numaram
28K 2+8=10 ( fenafillâh) İstanbul’a doğru yola çıktık.
Atatürk havalimanında dış hatlarda B’de buluştuk. İstanbul
grubundan yeni arkadaşlarla tanıştık. Hepsi iyi ve hoştu. Daha sonra
90
Efendi Babam ve Nüket annem geldi. Ellerini öptüm ve pasaport geçiş
yerine gittik.
12-13 no.lu pasaport girişinden geçiş yaptık ve 226 no. kapıya
geldik. 2+2+6=10
Kapının önünde açılması bekliyoruz. Uçak bir saat hava şartlarından
dolayı rötar yaptı. Vardır bir hikmeti diyerek bekledik. 13.15’ te
uçağımıza bindik. Çok şükür koltuk no 35K sağdan okursak 53 Zâhir ve
Bâtın tasdiki geliyordu. Elhamdü lillâhi diyebildim.
Yine hava şartlarından dolayı epeyce sarsıntılı bir yolculuk geçirdik.
Celâlli bir inişten sonra Cemâl’e Efendimize (s.a.v)’e salâvatlar getirerek,
âlemlere rahmet olarak gönderilen Hakk’ın Habibine Efendiler Efendisinin
Nurlu beldesine ayak basmış olduk. Allah sâbit kadem versin. Âmin.
Hemen bavullarımızı alıp nihayet otelimize geldik. Crowne Plaza
Hoteliydi. Yeri gelmişken Efendi Babam bana Crowne anlamı nedir diye
sordu. Ve Crowne kral tacı olduğunu öğrendim ve ne muhteşem dedi
Efendibabam. Şöyle düşündüm; Hakk’tan bakarsak Hakk kral Efendimiz
tacı, bulunduğumuz yerden bakarsak Efendimiz kral Efendi Babam kralın
tacı. Bizlerde kral tacı altında İslam olmuştuk. Ve Selâm yurdun da
selâmetteydik. Eminlik beldesinin huzuru ve sükûneti her yerimizi
sarmıştı.
Oda numaralarımızı verdiler 1. Kat 132 no.lu odadayız. 13
Efendimizin şifresi Hakikati Muhammedi -2- Zâhir Bâtın girmek nasip
oldu. Akşam yemeğini yedik. Ve iki dakika Efendi Babam ve Nüket
annemin masasına oturdum o arada hemen Efendi Babam “burası
bambaşka bir âlemdir” dedi bize.
Lobide toplanıp Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ziyarete gideceğiz.
Bundan sonra, gönlüme gelen hisler ve esintileri anlatacağım.
Ravzayı Mutahhara’ya yaklaşıyoruz.
Esselatü Vesselamu aleyke Ya Resulullah
Esselatü Vesselamu aleyke Ya Nebi Allah
Esselatü Vesselamu aleyke Ya Seyyidel evveline ve ahirin.
Dilimden ve gönlümden şöyle satırlar geçiyordu;
Davetin ile huzuruna geldim
Layık mıyım bilmem Selâm verdim
Zâhirde olsa lütfuna erdim
Boş çevirme Ravzandan Ya Resulullah
Boş çevirme Ravzandan Ya Habibullah
Kabrim ile evimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir diyor
Peygamber Efendimiz. Cennet bahçesinde 2 rekât namaz kılmayı arzu
ederken, 2 rekât namazdan sonra 2 rekât daha önümüz açılınca 4 rekât
daha kılarak toplam 8 rekât namaz kılmak nasip oldu. Zat Cennetinde
olmayı niyaz ettim. Şükründen acizim.
01.02.2015
91
Bugün ziyaret günü arabanın plakası 9767 TERZİBABA grubu 1.
Otobüsteyiz. İlk ziyaret yeri Küba mescidi. 2 rekât namaz ve umre
sevabı.
1) Küba mescidi: Medine-i Münevverenin ilk Zat tecellisi “Kâbesi”
hükmündedir. Bu yüzden değeri çok yüksektir.
2) Hendekte savaş yapılan yer.
Kıbleteyn mescidi iki kıbleli mescidi. Kıbleteyn denilen mescit kıblenin
Kudüs'ten alınıp Kâbe-i Muazzama ya çevrildiği, mana âleminde ki
değişikliği ifade etmektedir.
Uhud okçular tepesi.
Daha sonra hurma bahçesine gittik. Bize orada çay, simit, hurma,
ikram ettiler. Teşekkür ederiz. Hurmalarımızı da alıp ziyaretlerimizi
yapıp, otelimize döndük.
Akşam namazına doğru gidiyoruz. Mescid-i Nebevinin Bahçesinde
eşimle ayrıldık. Ben kadınların bölümüne 26. Kapıya doğru gidiyorum
acele ediyorum namaza yetişmek için. Yanıma sakallı bir genç geldi.
Yanımda yürürken Pakistanlı mısın diye sordu? Bende hayır, Türkiye. Siz
diye cevap verdim. Ama Türkçe konuşuyorsun Arap mısın diye de
sordum. O da hayır Özbekistanlıyım dedi. Hem yürüyoruz hem de
konuşuyoruz. Bana ne için umre için mi geldiniz diye sordu? Evet. Dedim
siz ne için diye sordum? Buraya iş için geldiğini, ev tuttuğunu, babasını
da getireceğini söyleyerek bana dua eder misin O da gelsin dedi. Bende
inşeAllah hayırlısı olsun dedim. Ve ezanı Muhammedi başladı. Allah’a
emanet diye ayrıldık.
Benden dua istemesi neyin işareti olabilirdi diye düşündüm.
Pak-istan
Öz-bek-istan.
Yatsıdan sonra 4 kişi ile birlikte Hakikati Muhammedi namazını eda
ettik. Cenab-ı Hakk bu mekânda ki ilmi bereketten faydalanmayı nasip
etsin âmin!
Ziyaret sırası Türklere gelmişti. Efendimiz (s.a.v)’i ziyaret edip,
Cennet bahçesinde yine 8 rekât namazımı ayrı ayrı yerlerde kılmak nasip
oldu. Vaktimiz kısıtlı olduğu için Ravzayı Mutahharayı 3 defa ziyaret
edebildim.
Huzuruna geldim girdim Ravzana
Anlayamazsam seni yazık bana
Feda olsun canım sana
Kapından boş çevirme ellerimi YA Resulullah
Geri geri adımlarla Selâm vererek ayrılıyoruz. Dilimde ve gönlümde
şu satırlarla gidiyorum.
92
Ayrılmak istemez bu gönül yardan
Vakti firaktır ne gelir elden
Hasreti başladı daha bugünden
Hoşça kal Ya Resulullah
Allah(c.c.) Efendimiz (s.a.v.) şefaatine nail olanlardan eylesin. Âmin!
02.02.2015
Mekke’ye yolculuk…
Otobüsümüzde 41 kişi ile kalkış saati 14.25
Medine’den ayrılmanın hüznü, yüreklerin burukluğu bir yandan da
Mekke’nin coşkusu kaplıyordu. Zulhuleyfe’ye vardığımızda ihram için
niyet edilip, Umre namazlarımızı kıldık. Ve yolcuğumuza devam ettik.
Efendi Babam Hatimleri, Yasinleri salâvatları, Tevhidleri toplayarak
bağışladı. Dualar zikirler ilâhilerle güzel bir yolculuk devam ediyor iken
Efendi Babam Lebbeyk demeye başladı.
Lebbeyk Allahümme Lebbeyk Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk.
İnnelhamde vel nimete leke vel mülk lâ şerike lek.
Tekbirler salâvatlarla muhabbetimiz coşkumuz bir kat daha artıyordu.
Işıklar görünmeye başladı. 20.00 de vardık. Otelimizin önünde indik.
Otelimiz Anjum hoteldi.
Bavullarımızı odaya getireceklerini söylediler. Oda numaralarımızı alıp
5. Kat 564 no.lu odamıza çıkıp. 5+6+4=15 Nuru Muhammedi 14-15.
Odamıza çıkıp abdestlerimizi tazeleyip, akşam yemeği için
yemekhaneye indik. Ve Nüket annem bizi masasına davet etti. Mekke’de
ilk akşam yemeğimizi Annem, Babam, eşim 4 kişi olarak yedik. Maddi
manevi rızıklandırılıyorduk.
Lobi de toplandık. Ve hep birlikte mescidel harama Kâ’be’ye doğru
yürüyorduk. Lebbeyk’ler tekbirler eşliğinde. Ve grubumuz 68 kişi
olduğundan (6+8=14) kalabalıkta biraz sıkıntı olacağı için tavafta herkes
küçük küçük gruba ayrılacağı söylendi. Hepsinin bir arada olması
mümkün değildi. 79 numaraları kapıdan girdik. Heyecan dorukta başlar
önde ilerliyoruz. Ve işte o an! Her şeyin bittiği, sözün bittiği an. Allah’ın
Zâti tecellisi, Zâhir bâtın- Bâtın zâhir buluşmuştuk. Beytullahta hiçlik bu
olsa gerek. Hiçlik ve acizlik, beşeriyetimiz gitmiş hakikatimiz kalmış
gibiydi. Bir ömür boyu asla unutamayacağım zihnimden gönlümden
silinmeyecek bir manzara.
Çok şükür geldik Mekke şehrine
Teşekkür ederim Rabbul âlemine
Artık girdik haremine
İşte karşımda, Allah’ın zât-i tecellisi muhteşem Kâ’be
Âşıkla Maşuk’un buluştuğu an
93
Sevenler sevgilisi Ey Kâ’be
Cenâb-ı Hakk’ın bu âlemde en kemalli zati tecellisi olduğu mekân.
Aslında gören göz için her yerde Hakk’ın isimleri, sıfatları zâti tecellisi
zuhur etmekte. (âcizane gönlüme gelen düşünce)
(2. bakara/115) “Fe eyne mâ tüvellû fe seme vechullah/ her nereye
dönersen Allah’ın vechi oradadır”. Ayeti zât-i vechin bulunduğu yer.
Tavafa başladık. Okunan duaları tekrar ediyoruz. Efendi Babam
önümüzde Nüket Annem yanımızda her şaftımızda sanki helezonik bir
şekilde semaya doğru yükseliyoruz. Tavaf tamamlandı. Herkes hemen
zemzeme koştuk. Yanan yüreklerimize şifa olsun. Doya doya içtik dualar
ettik.
Tavaf namazlarımızı kılıp sefa ve Merve ye say yapmaya gittik.
Herkes de mutluluk coşku sanki ayaklarımız yere değmiyor da uçarak
say yapıyoruz.
Efendi Babam ve Nüket annemle olmanın, onların gölgesinde himmet
ve himayesinde olmak çok güzel bir duygu. Bu yüzden onlara çok dua
ediyoruz. Allah onları başımızdan eksik etmesin diye. Âmin!
Sayımızı da tamamlayıp, saç kesimi ve ihram yasaklarından çıktık.
Kazasız umremizi tamamlamış olduk. Allah kabul etsin.
Allah’ım gönlümdeki umrenin hakikatini aç. Âmin!
03.02.2015
Bugün kahvaltıdan sonra grubumuzda ki arkadaşların yorgun
olmasından
dolayı
saatlerimiz birbirimize uymadı. Kimse ile
karşılaşamadık. Bizde Na…. abla ve Cü…. kardeş 4 kişi Kâbe’ye öğlen
namazımızı eda edip tavaf yapacağız. Anlaştık ve ayrıldık. 2. Kat
bayanların bölümüne 56-58 no.lu direklerin tam ortasında Kâbe
karşımızda oturduk. Aradan iki dakika geçmeden, birisi sağ tarafımdan
ismimi seslendi. Birinci duyduğumda
“Çok kalabalık” gürültüde bana öyle gelmiştir dedim. İkinci kez sesi
duyduğumda her halde tanıdık birisi çıktı diye düşündüm. Üçüncü kez
ses, daha yüksek sesli idi başımı sesin geldiği, sağ tarafa doğru döndüm.
Aaaa kimse yok! Dondum kaldım. Ve şaşkınlıkla hemen önüme döndüm.
Orta kalınlıkta bir ses idi. İsmimin burada anılması neyin işareti olabilirdi
diye düşündüm. Ve ezanı Muhammedi başladı. Ve bu Hakk’tan gelen bir
ses deyip yanımdaki Na…. ablaya da söyleyemedim. Namazı eda edip
Kâbe’nin bahçesine indik. Âd…. ve Cü…. ile buluşup ilk tavafımıza niyet
edip 4 kişi ile başladık Bismillâhi Allahu Ekber.
Şeriat köşesinde yoğunluk tarikat köşesinde de biraz daha artıyor.
Hakikat ve marifet köşelerinde alanın açılması ve bizim koşarak
94
geçmemiz hikmeti, sanki Efendi Babamın şeriat ve tarikat
mertebesinden sonra Hakikat ve Marifet mertebesine bizi koşarak
ulaştırması diye düşündüm.
4 mertebenin hakikatini idrakini aç Allah’ım. Âmin! Tavaf namazımızı
kıldık. Kâ’be’nin Muhammediyet mertebesinin tam karşısında biraz
oturmak istedik. Oturunca etrafa bakıp zemzem aradım. Sağa sola
baktım göremedim, eşim ve Cü…. tekrar tavafa başladılar. Kur-an
okumaya başladım. Aradan çok geçmeden önüme iki bardak zemzem
uzatıldı. Na…. abla ile birbirimize baktık. Çünkü iki kişiydik. Cenâb-ı
Hakk’ın bize ikramıydı. Burada insanın içinden ne geçerse anında
oluyordu. Şükründen acizim Allah’ım.
04.02.2015
Saat 08.30 Ziyaretlerimiz başladı.
1) SEVR Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ebu Bekir Sıddık (r.a.)
sığınmış olduğu Sevr mağarası, gönül mağarasıdır orada korku yoktur.
Tövbe 9/40 ayetinde:
“lâ tahzen innellahe meanâ” (mahzun olma
(üzülme) Allah bizimledir) diyordu.
2) ARAFAT DAĞI: Arafat dağdır. Bizim dağımız, orada kabul olur
bizim dualarımız.
Ne var âlemde, o var Âdem de.
Allah’ım Arafatın rahmetinden bizleri de faydalandır. Âmin!
3) MESCİDİ NEMİRA: Arafat’ta vakfe öncesi
namazlarının cem edilerek kılındığı büyük Mescid.
öğle
ve
ikindi
Nemire Arafatın batı tarafında küçük bir dağın adıdır. Veda Haccı
sırasında Peygamberimiz (s.a.v.) için burada çadır kurulmuştur.
Alabildiğim notlar. Yine burada Harem sınırının bittiği yerde ürene
vadisinde düz bir alanda Peygamber Efendimiz veda hutbesini okumuş
ve öğle ile ikindi namazını cem-i takdim ile kılarak vakfe mahalline
geçmiştir.
4) MÜZDELİFE: Mekke de Arafat ile Mina arasında bulunan. Hacc da
Arafat'tan sonra vakfe yapılan yer. Müzdelife kelimesi “yaklaşmak,
yakınlaşmak” anlamında Arapça zelefe kökünden türetilmiş olup,
yaklaşılan yakınlaşılan yer anlamında iftial babından ismi mekân
kalıbındadır. Ayrıca burası “toplanma, bir araya gelme” anlamında cem
adıyla da anılmaktadır.
5) Akabe mescidi: Mina da bulunan akabe mescidi ve ya biat mescidi
denmektedir.
6) Cebeli Nur Dağı: Cebeli nur ve onun üzerinde bulunan Hira
mağarası, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e inen tüm insanlığa ilim ve
medeniyet yolunu gösteren ilk vahye zemin olan kutlu yer. Peygamber
efendimiz
(s.a.v)
kendisine
peygamberlik
gelmeden
önce
putperestlerden nefret eder, ramazan ayı gelince erzakını alır Cebeli Nur
95
da ki Hira mağarasına çekilir orada günlerce kalarak tefekküre dalarmış,
bundan büyük zevk alır ve manevi teselli bulurmuş. Cebeli nur üzerinde
bulunan ve günümüze varlığını koruyan Hira mağarası bir insanın ayakta
durabileceği kadar yükseklikte ve yatabileceği kadar uzunluktadır.
05.02.2015
Sabah grubumuzda ki bazı arkadaşlarla anlaşıp umre yaptık Allah
kabul etsin. Saat 16.00 da Cebeli Nur Dağına çıkacağız, 17.20 de 23 kişi
başladık. Grubumuzdan birkaç kişi yarıda kaldı. Toplam 19 kişi ile çıktık.
Tam akşam vakti Hira'nın tepesinde ezanı Muhammedi okunuyor.
Mağaranın çok kalabalık olduğunu söylediler. Fakat benim içimde oraya
girip 2 rekât namaz kılmayı çok istiyordum. Gruptan toplam 5 kişi
inmeye başladık diğer arkadaşlar gelmedi. İçimizde daha önce gelip
mağaraya girenler vardı. Beni oraya sürükleyen bir enerji kontrol dışı
olan bir şey ve gözüm hiçbir şey görmüyor. Merdivenlerden indik,
nereye doğru gideceğimi de bilmiyorum. Sağ olsun oradakiler kayaların
arasından geçeceğimizi söylediler çok acele bir şekilde iki büklüm
şeklinde geçtik ve nihayet mağaranın önündeyiz. Akşam namazının
farzını kılmak nasip oldu. Çok teşekkür ederim Allah’ım. Hira’nın
gönlümde hakikatinin idrakini aç Allah’ım. Âmin!
Çıktıktan sonra inşeAllah yatsı namazına da Hareme yetişir Kâbe’de
kılarız dedik. Ve yavaş yavaş Efendimiz’in ayak izlerini takip ederek
çıktığımız yerden şimdi inmeye başladık. Şükürler olsun ki yatsı
namazının farzına yetiştik. Daha sonra otelimize dönüp, akşam
yemeğimizi yiyerek odalarımızda abdestlerimizi tazeleyip yine 5 kişi
olarak Kâbe'ye gittik. Tavafa başladık. Cuma akşamı olduğu için çevre
ilçelerden de çok gelenler olmuştu. 1. Tavafı bitirdik 2.’ye niyet ettik. Ve
2. Tavafımızı da 3. Katta yapıp tavaf namazımızı Kâbe’nin kapısının tam
karşısında kıldık. Ve biraz seyretmek için oturduk. Bugün an ve an
yaşadığım anları tefekkür etmeye çalışıyordum. Ömrümün en güzel
geçen günleri idi. Cenâb-ı Hakk çok mükemmel bir ev sahibiydi.
Şükründen acizim Allah’ım.
06.02.2015
Bugün oğlum M. Hüseyin’in doğum günü. Ve 20 yaşına giriyor. Eşim
ile birlikte ona en güzel doğum günü hediyesi olarak onun niyetine tavaf
yaptık. Allah kabul etsin. Allah (c.c) evlâtlarımın hepsini buraya davet
etsin. Onlarda bu güzellikleri yaşasınlar.
07.02.2015
Sabah kahvaltıdan sonra 7.30 da grup olarak otelin bahçesinde
toplanıp Efendi Babamlar ile birlikte umre yapıldıktan sonra öğlen
namazını da eda ettik. Bugün annemin vefat yıl dönümü idi Umremi
annemin niyetiyle yaptım Allah kabul etsin. Âmin!
Biraz istirahat edip dinlenmek için otele döndük. Bu gece İnsân-ı
Kâmil namazını kılmaya niyet ettik. Toplam 3 kişi idik. 3 kişi olmamız
(ilmel, aynel, hakkal) yakînlik diye düşündüm. Bütün âlem sayı ve
harflerden ibaretti.
96
İnsân-ı kâmil namazı âlemler üstü bir yaşantıyı hakkal olarak
yaşatıyordu. İlk defa kılacağım bu namazı ilmi olarak öğrenip ayni
olarakta zahirde tatbik ettiğim, aslında bâtınen hakkal yakîn bir
oluşumdu. Ömrümde ilk defa bu kadar huzur ve huşu duyduğum
namazdı. İki defa kılmak nasip oldu. Allah’ım tekrarını nasip etsin.
08.02.2015
Bu akşam grubumuzdan 34 kişi uğurladık. Allah umrelerini kabul ve
makbul etsin. Tekrarı nasip olsun.
09.02.2015
Sabah 5.00 otelin bahçesinde sabah namazı için toplandık. Efendi
Babam Nüket annem diğer kardeşlerle, canım anneciğim kolumda,
Efendi Babam önümüzde Kâ’be’ye gittik. Namazımızı kılıp kahvaltı için
otele döndük. Birlikte aynı masada kahvaltımızı yaptık. Maddi manevi
rızıklandırılıyorduk, Elhamdü lillâh.
Bugün Efendi Babamın tavsiyesi üzerine İbrâhîmiyet Muhammediyet
ve Ûlûhiyet tavafına niyet ettik. Nasip oldu. Ve daha sonra vakitte olunca
gönlüme
İbrâhîmiyet,
Mûseviyet,
İseviyet
ve
Muhammediyet
mertebelerinin de tavaf yapma isteği geldi. O an bu düşüncenin
Hakk’tandır diyerek niyet ettim. 4 mertebenin de tavafını yaptım. Bu 4
mertebenin de idrakini aç Allah’ım. Ve akşam yemeğinde bu tavafları
Efendi Babama sorduğum da “olur tabii vakit nakittir derler fakat vakit
irfaniyettir” sözü ile sanki tasdik olmuştu.
Efendi Babamın her sözü benim için çok değerli ve önemliydi.
10.02.2015
10 Şubat bugün benim için çok özel bir gündü. Sabah namazı edası
için Efendi Babam Nüket annemlerle birlikte toplu olarak Kâbe’ye gittik.
Bayanlar ve erkekler kendi bölümlerine ayrıldılar. Namazdan önce eşim
Âd…. ders alıp biat ederek Babamın evlâdı olma şerefine nail oldu. Çok
şanslı idi zât-i tecellinin olduğu mekânda, Cenâb-ı Hakk’ın evinde nasip
oldu. Çok teşekkür ederim Allah’ım. Biat ederken bizde yanında oluruz
diye düşünmüştüm fakat Efendi Babam erkeklerin bölümünde ders verdi.
Âcizane Cenâb-ı Hakk Âdem atamızı halk ettiğinde, Havva validemiz yok
idi. Yani nefsi kül. Eşim de biat ederken Efendi Babam ( İnsân-ı Kâmil)
ve etrafında aklı küllerin olması…
10 Ocak Bâtından Zâhire doğum günü idi. 10 Şubat Zâhirden Batına
Hakikati Muhammedi doğumu oldu. Ne mutlu!
Sevgili eşim doğum günün kutlu olsun. Bir ömür irfaniyetle idrakle ve
Muhabbetle beraber bu yolda yürümek nasip olsun bize.
Düşündün mü hiç kardeşim,
Bu âlemde nedir işin,
Dünyaya sebebi gelişin,
Âdem olmakmış meğer. (T.B)
97
Kâbe’den güzel bir hediye oldu bize. Cenâb-ı Hakk nicelerini gösterir
inşeAllah.
Namazdan sonra Efendi Babam ve Nüket annem ile birlikte
yemekhaneye gidip kahvaltımızı yaptık. Efendi Babam eşime dersi
hakkında biraz bilgi verdi. Ve Âdem şimdi Âdem oldu, diye gülümseyerek
devam etti. Kısa sohbet olduktan sonra herkes odasına istirahata çekildi.
Sohbeti kayda almıştım onu sda yazıya döktüm ilâve ediyorum.
------------------Ay…. Ök...
10 şubat Salı sabahı kahvaltıdan sonra yapılan babamın sohbeti
Rahmanın rahminden doğmayan bismillahirrahmanirrahıym olamaz
demişler. yani besmele-i şerifi gerçek manada çekecek olan kimsenin
hakikati itibariyle bu işi anlayabilmesi için yani allah rahmanü rahim
hakikatlerini anlayabilmesi için ,rahmanın rahiminden doğacak yanikendi
hakikatlerini kendinde idrak edecek evvela sonra bütün alemde doğuşta
zaten insanın doğuşuda aynı yerden olduğundan cenabı hakkın işte
besmele-i şerifte bütün alemlerin hakikatini veriyor yani üç kelimede
Allah ,rahman, rahim, faliyetde olan bunlar .en büyük esma-i ilahiyesi
allah
Allah esma-i ilahiyesi kaynak
Rahman esma-i ilahiyesi kaynağı dağıtan
Rahim esma-i ilahiyesi de varlıkları bireyleri ortaya çıkaran ,bütün
alemde ki faaliyet bu
İşte bismillahi deyince bu isimlerle başlıyorum manasında’dır
bunlarında hakikatlerini ancak irfan ehli ârifler hâl ile yaşarlar. Diğerleri
ise kâl/söz ile sadece söylerler.
------------------Öğlen namazı için tekrar Kâ’be’ye gidip namazdan sonra tavafa niyet
ettik. Tavafta tamam oldu. Kalabalık olduğu için 3. Kata çıktık bir tavaf
daha yapıp Kâbe’nin Muhammediyet mertebesinin karşısında oturup
Kâ’be’yi seyir ederek, eşim ilk bugünkü dersini yapmaya başladı. Tabii
yeni olduğu için birazda yardım etmek gerekiyordu. O derslerini
çekerken ben de kur-an okumaya başladım. Ve böylece ikindi vakti
geldi. Namazımıza da eda edip abdest tazelemek için otele geri döndük.
11.02.2015
Bu gece saat 4.00 de Efendi Babam Nüket annem ve grubumuzdan
gelmek isteyenlerle birlikte umre yapmaya niyet edildi. Herkes ayrı ayrı
arabalarla Ten’im Mescidine gidildi. İki rekât Umre namazını kılıp niyet
ettik. Biz toplam 7 kişi idik. Efendi Babamlar ile karşılaşamadık. Duamızı
yapıp Hareme yola çıktık. Tavafı 2. Kattan yapalım dedik, eşim ile tavafa
başlayacağız, yanımızda Fazıl da vardı. Daha sonra onu da göremedim.
Efendi Babam Nüket annem Âdem abi ve Havva abla ile karşılaştık.
Onların 2. Şaftı biz şimdi başlayacağız. Niyetimizi yapıp hemen hızlı
adımlarla acaba yetişebilir miyiz diyerek bizim son umremiz idi. Efendi
98
Babam ve Nüket annem ile yapmayı çok istiyordum. Tekrar karşılaştık.
Onların 5 bizim 3 hadi gayret! Ayaklarımız havada sanki uçarak tavaf
yapıyoruz. Tekrar karşılaştık artık son sayları bizim 6, Allah’ım aç
yolumuzu yetişelim derken önümüze ince uzun bir yol ve kesintisiz
önümüz açıldı. Ve tavafımızı tamamladık. İki rekât tavaf namazımızı da
kıldık.
Gitmişlerdir dedim yetişemedik diye düşündüm. Safa’ya gidiyoruz
merdivenlerden inerken tam karşımızda Efendi Babam Nüket annem
Âdem abi Havva abla tavaf namazlarını kılıyor. O kadar mutlu oldum ki
bizi yetiştiren Rabbime minnettarım. Hep beraber saya başladık. Sabah
ezanı okunmaya başladı. Ve hemen bir kenarda durup sabah namazımızı
eda ettik (görülmeye değer en güzel manzaraydı) saya devam ettik 3.
Sayda artık gruptan gelenlerle karşılaştık. Ve umre sayımızı
tamamlayarak saçımızı annemin kesmesiyle ihramdan çıktık Allah kabul
etsin.
Otelimize dönerek istirahat için ayrıldık. Akşam namazında buluştuk.
Ve yatsı namazınıda da kıldıktan sonra otele akşam yemeği için döndük.
12.02.2015
Vakit namazlarında efendi Babamlar 66 numaralı kapıdan girip
çıkıyorlardı. Bizimde kardeşlerle buluştuğumuz ortak noktamızdı. Bugün
öğle namazı için 66 numaralı kapıdan girdim ve birkaç kişi gelmiş hatta
birisi yarın 11.00’de odaları boşaltacağımızı ve saat 13.00’de yola
çıkacağımızın haberini alınca hüzün ve burukluk çöktü içime.
Veda tavafı yapanlarda vardı son ana bırakılmaması konusunda
herkes birbirini uyarmıştı. Bizde namazdan sonra buluşup tavaf
yapacaktık. Bizimde tavafımız, birlikte olanın vedası olmazmış diye,
tekrar nasip et tavafına niyet ettik. Tavafımızı o niyetle tamamladık.
Allah’ım tekrar nasip et. Âmin!
Akşam yemeğinden sonra otelin bahçesinde, babam bizlere sohbet
yaptı ve ses kaydına aldım. Uzun olur düşüncesi ile sohbeti yazmıyorum.
13.02.2015
Sabah namazından sonra bugün Annem ve Babamla birlikte son
kahvaltımız. Kahvaltıdan sonra kısa sohbet: Küba mescidini ziyaret
etmek bir umre sevabı alır. ( Peygamber Efendimiz) başka bir hiçbir
mescide bu sevap yok. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) umre bir Kâbe’de
yapılır, bir de Küba mescidin de yapılır.
Kelime-i Tevhidin ilk söylendiği yer Küba mescidi, Tevhidin ilân
edildiği yer.
Kâ’be’de ki kelime-i tevhid bütün âlemlere yayılır.
Allah’ın en kemalli zuhuru bu âlemde (4 makam) 1435 (14-35) (4153) (5-8) (13)
Ûlûhiyetin kapsamı içinde zahirinde görüntüde, batınında içinde.
Kısa sohbetin ardından hazırlanmak için odalara ayrıldık.
99
Saat 11.00
Otobüsümüz geldi 9486 plaka kalkış 11-13 Mekke’ye Selâm vererek
Cidde havalimanına doğru yola çıktık.
Cidde İstanbul 44 no.lu kapı koltuk no 24
İzmir İstanbul 104 no.lu kapı giriş koltuk no 13 saat 11-15
31 Ocak da
yolculuğumuz.
yolculuğumuzun
başlaması
13
Şubat
da
dönüş
(Cenâb-ı Hakk’ın işaretleri her yerde zuhurda idi.) ve aklıma gelen
ayet (Fussilet 41/53) oldu. Sure ve ayet numaralarına bakınca hayretim
bir kat daha arttı.
Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum
ennehul hakk(hakku), e ve lem yekfi bi rabbike ennehu âlâ kulli şey’in
şehîd (şehîdun).
Âyetlerimizi afakta (ruhumuzun baş gözüyle) ve enfüste (nefsimizin
kalp gözüyle) onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün
etsin (açıkça belli olsun) diye. Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil
mi?
Yukarıdaki foğtoğrafı o tarihlerde ben çekmiştim, Görüldüğü gibi
(Hacerul Esvet) köşesi olan, bu mahalle ne kdar büyük bir teveccüh
vardır, bu husus her taraftan görülmektedir. Gene bende bu mahallin
yakınından geçerken çektiğim fotğrafta görüldüğü gibi, bu köşede dört
adet solda, büyütülmüş fotoğrafta da görüldüğü gibi (Allahu Ekber)
yazısı bulunmaktadır. Bunun da ilerisinde yazıların alt boşluğunda
bulunan Arapça sayılara gözüm ilişmiş idi, daha yakından görmek için
fotoğrafı büyüttüğümde (1435) (١٤ ٣٥) sayısının yazılı olduğunu
gördüm. Tersi ise, (53 41) (٥٣ ٤١) olmaktadır. Bu beni daha da çok
hayrete düşürmüştü. Çünkü yukarıda bahsettiğim, tersten okununca
sure ve ayet numaraları idi. Daha sonra (Terzi Baba-1-) kitabını
karıştırıken aşağıdaki bölüm gözüme takıldı ve hayretim daha da arttı.
Neden olduğunu sizinde görmeniz için (Terzi Baba)mdan izin alıp o kısmı
buraya aktarıyor ve hayretlerle, sizlerin idraklerinize sunuyorum. Aynı
sayı değerlerinin ne kadar çok hakikatleri varmış. Ayrıca.
(14) Nur-u Muhammed-i, (35) yaşadığım şehrin plâka nosu’dur.
100
------------------53 sayısı, Çok özel bir sayı olup, Hakikati Muhammedi üzre Hakk’tan
kendisine verilen şifre, anahtar bir sayıdır. Tarikat-ı Âliyye-i Uşşâki
yolunda Makamı Velâyet sırası da 53 tür.
NECDET ismi, ebced sayı sisteminde 457 ‘dir. Bu sayı kendi içinde
tolandığında 16 etmekte olup zahir bâtın 8 cennetin müjdecisi
olmaktadır. 457 sayısı kendi içinde 4-57= 53’ ü görüldüğü şekilde
gizlemektetir.
NECDET ismi, Türkçe alfabede yazıldığında 61 sayısı çıkmakta olup,
sondan yani sağdan okunuşta ki 16 sayısı çıkar ki, o da yine zahir batın
cennetlerin müjdecisi olmaktadır. Yukarıda verdiğimiz ebced sayı
değerinde Necdet, 457 idi. 4+57= 61 çıkmakta olup. isimleri birbirinin
içinde gizlenmiştir.
NECDET ismi. Arapça alfabe yönünden yazıldığında 41 etmektedir.
--------------YÂ SÎN Kur’ân-ın kalbi anlamına gelen bu sûre, nüzül yönünden 41.
nci sıradadır. 41 ise, arapça alfabe sıralaması ile NECDET anlamına
gelmektedir.
-----------------NOT= Yukarıda fotoğraf resimdeki sayıların ne olduğunu, gerçekten
başka herhangi bir ifadesi olup olmadığını öğrenmek için, takvime
baktığımda, bu senenin Kâ’be örtüsünün değiştiği içinde bulunan (1435)
(١٤ ٣٥) (hicri) senesi olduğunu anladım. Bu yüzden hayretim bir kat
daha arttı rabbıma şükrederim. Bu seneki umre tarihimiz gerçekten çok
mühim ve çok güzel bir zamanda imiş.
Bazıları bunlar tesadüftür, ne ehemmiyeti vardır, derler onlar desinler
dursunlar. Biz durmayıp yolumuza muhabbetle devam edelim inşeallah.
------------------Ömür boyu unutulamayacak bu güzel anıları Allah’ım herkese nasip
etsin. Cenâb-ı Hakk 3. üncü Umreyi de tekrardan Efendi Babamlarla
beraber bize nasip eder inşeAllah.
Canım Efendi Babam ve Canım Nüket annem böyle güzel bir umreye
vesile olduğunuz için ve sizinle geçirdiğim her an için çok çok teşekkür
ediyorum. Bize haklarınızı helâl edin. Allah razı olsun. O güzel
ellerinizden muhabbetle hürmetle öperim. Kızınız Ay…. Nu…. Ök….
------------------(5) Me…. Sa….
Umre 2015 – Notlar Me…..
Çok değerli muhterem efendim Terzi babam,
101
Umarım iyisinizdir, siz ve sevgili Nüket annem o çalkantılı ve rötarlı
dönüşünüzden sonra evinizde iyice dinlenmişsiniz.
Umre’de yaşadıklarımı yazmak için çok zorlandım. Gidişimizden
dönüşümüze kadar âdeta bir işaret yağmurunun altına kaldık –en
azından öyle algıladım-. Çok fazla veri toplamışım ve veri gelmeye
devam ediyorken toparlanamayacağımı zannettim, Ni… kızınızın bir
yazısı ilham verdi (Allah ondan razı olsun), daha düzenli bir hale
dönüşüverdi. İnşeallah karışık bir hal almamıştır, yeterince net bir
şekilde kâğıda dökülmüştür, hayal ve vehim dolu bir yazı olmamıştır.
Kısalığına uzunluğuna bakmayın demiştiniz fakat baya uzun oldu.
Kısaltmaya çalıştım ama yine de çok olmuş.
Nüket annem’in Umre için hazırladığı liste çok güzel, çok yardımcı
oldu, listedekilerin hepsini almıştım ve orada iken hepsini kullandım, sık
sık ona şükrettim.
Her hangi bir yanlışlığım olduysa –ki olmuştur-, şimdiden özür dileyip
affınıza sığınıyorum.
Şimdiden cuma gününüz mübarek olsun, İnşeallah bu pazar günü
evinizde görüşürüz. Size ve Nüket anneme selam, saygı ve sevgilerimi
sunuyorum. Ellerinizden öperim.
Kızınız Me…. hanım
----------Terzi Baba.
Hayırlı günler Me…. hanım kızım sizinde geçmiş cumanız mübarek
olsun. Hamdolsun iyi sayılırız İnşeallah sizlerde iyisinizdir. Çok şükür
Umre seyahatimiz fazla bir sıkıntı olmadan sona erdi, Rabb'im kabul
etsin ve dileyen herkese nasib etsin İnşeallah.
Dosyanızı indirdim okudum güzel olmuş ellerinize sağlık dosyasına
aktaracağım diğer gelen yazılar ile birlikte (97=no) lu (2015) umre
dosyası olarak yerini almış olacak.
Zuhuratlarınız da güzel yolunda Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib
eder İnşeallah.
Dünya ahret işleriniz kolay gelsin selâmlar, Nüket Annenin de
selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi Babanız.
--------------Umre notları
“Değerli olan her şey kayıt edilmesi lâzım; masa başında kazanılıyor
zaferler. Allah’ın öğrettiği kadar biliyoruz, o kadar” (Terzi Babam,
Arafat’a giden otobüste, 04/02/2015)...
102
Yeniden bu gerçeği algıladım: (hepimiz için geçerli fakat mertebelere
göre değişik bir yön alan): bize gelen her şey Terzi babamın
himmetinden ve cömertliğinden kaynaklıdır.
1- Çok iyi düşünülmüş, tesadüf bulundurmayan bir yerdeyiz
Bu konuda çok fazla örnek verebilirim, birkaçıyla yetineceğim.
Medine uçağına bindikten sonra, okuduğum “Kelime-i Tevhid” kitabınıza
devam etmek için elektronik kitaplığımı açtım. 122. sayfasında imişim…
Hayretle baktım ki bu sayfalar Medine ve Hz. Peygamberimiz ile ilgiliydi,
bize verilen Umre dosyasının içinde bulunan sayfalarıyla aynıydı.
İstanbul’a döndüğümde yine hayretle gördüm ki « Vahy ve Cebrail »
kitabınızda durduğum yer 122. sayfasıydı (aynı sayfa) ve bu sayfada
Hira Dağı’ndan bahsediliyordu! Ayrıca, tefsir derslerinde “En’âm suresi”,
31-55 âyetlerde kalmıştım: “Görmek isterlerse Allah gösterir”; “Allah’a
göre nerede durduğunuzu araştırın” diye tefsir ediliyordu....
Yine İstanbul’a döndükten sonra İnternette olan “Ayet-el Kürsi” ile
ilgili bir video izledim. Bu video’da Ayet-el Kürsi’deki düzenden
bahsederken, Allah’ın iletişim şekli olduğunu söyleniyor. (“Ayet-el
kürsi’deki bilinmeyen düzen”
https://www.youtube.com/watch?v=JYBuf5hmAA#t=14)
Allah’ın dilinden anlamak, araştırmacı olmak... en azından bu
istikametteyiz. Her şey Onu, nasıl iletişim kurduğunu anlatıyor, İnşeallah
onu anlamak için gözlerimiz, aklımız yeterince keskin olur, hayal ve
vehimle dolu olmaz.
Kasımpaşa’daki sohbette (17/01) “Müşahede” konusu ele almıştınız:
“Allah’ın tecellesine gark olmuş, … tecelliler kesilmiyor, “Kur’ân-ı kerim
baştan sona temiz bir Maide sofrası ; ter temiz bir Allah ilmine ulaştıran
sofra : teferruatsız, hayal ve vehimsiz Cenab-ı hakk’ın Vahdet
Deryası’ndan gıdaları yemek..”
Her zaman sohbete başlamadan önce söylediğiniz cümleyi eklemek
gerekir: “Beşeriyetimizle değil Allah’ın istediği şekilde anlamamızı
dileriz”.
Ayrıca bu yazma sırasında zorlandığımda müşahede ile ilgili aynı
cümleyi 3 gün arka arkaya duymuş/okumuş oldum (!):
(01/03, F. oğlunuzun yazdığı cevap) “Öğrendiğin şeyi müşahede
ettiğin zaman anlamış oluyorsun”
(02/03) Çok önceden almış olduğum Nusret Tura Babanızın “Aşk Yolu
(Rah-ı aşk)” kitabını ilk defa açtım; açılan bölüm “Hakikatler yaşanır”
oldu (s.67!): “Tasavvufta da mücadeleyi bizzat yapmalıyız. En doğru
hakikatler dinlemekle öğrenilmez; bizzat yaşanmalıdır”.
(03/03, Terzi babam, Araf suresi, 7. Kaset) “En doğru hakikatler
dinlemekle öğrenilmez bizzat yaşanmalıdır”.
103
Tam notlarımı toparlamakta zorluk çektiğimde N. kızınızdan
“Ferdiyet” başlıklı yazısı geldi, anlatabildiklerimden çok daha net bir dil
ve akılla söyledi : “İrfan ehli bütün tecellilerin bir olduğunu anlar. Birçok
olayı benzerliklerinden yola çıkarak aynı olduğunu görür. Bir olayı da
benzerliğinden dolayı birçok olayla bağlantısını kurar. Kesrette vahdet,
vahdette kesret.”
--------Gidiş tarihimiz 31/01/2015 (= 49 = 13)1, dönüş tarihimiz
13/02/2015 (23 = 5)2. Bir önceki Umre kitabında yazıldığı gibi “Hz
Peygamberimizin 23 senelik Peygamberlik süresini ifade etmektedir
“(sayfa 5). Böylece yolculuğumuz Hz. Muhammed’in korumasının altında
geçti.
(Medine’de) Crown plazza otelinde kaldık. Yani Taç, hükümdarlık,
zirve meydanında kalmışız. Zaten Hz. Peygamberimizin yerine yakın olan
yer öyle olmalı. Grup olarak her zaman girdiğimiz kapı 1. Kapı olmuştur
(otelimize en yakın olan buydu). Kadınlar daha çok 25., 29. veya 24.
kapıdan içeri girdi. Grupta ayrıca Terzi Babam ve Nüket annemin hem
ailesi vardı (oğulları, gelinleri, torunları) hem manevi evlatları,
bazılarının ailesi veya arkadaşları geldiği için gruptaki herkes onun fizik
evlâdı değildi. Yine de hep birlik arayışı olmuş ; orada iken zor olduğunu
gördük ama sonunda sizin ve Allah’ın yardımıyla “bir” kalabildik, “bir”
kalabilmek için hep yardım geldi. 68 kişilik gruptan 08/02 akşamı 34
kişi ayrıldı, 34 kişi kaldı (tam 2ye bölündük). İki kere, hem gidişte hem
dönüşte ayrı bir uçuştan bahsedildi fakat son anda çözüldü ve bir grup
olarak gittik.
Medine’de 3 kişilik oda numaram 718 idi (=16). Mekke’de 2 kişilik
oda numaramız 851 oldu (=14). 08/02 tarihinde N. abla gidince eski
oda arkadaşlarımın 3 kişilik odaya indim, numarası : 565 (yine =16).
2- Bu istikamette bize yardım eden bir Efendimiz var, bir İnsan-ı
Kâmil, onun şemsiyenin altında bulunuyoruz, bize işaret veriyor.
Umre’ye gitme fikri, grubunuza katıldıktan sonra, 2012 senesinde
olmuştu ancak bu sene kısmet oldu3.
Umre’ye gitmeden önce 16-17/01 tarihlerinde evinize davet
etmiştiniz. Evinizdeyken bütün söylediklerinizi not etmeye çalıştım ve
Umre’de yaşadıklarımıza bir nevi anlam verdiği için tefekkür konusu
oldu.
Size gelen herkesin özel bir hikâyesi var olduğunu ve giren herkes
özellikle konulduğunu söylediniz.
1 Uçakta oturduğum yer: 36F. Uçak bir saat rötar yaptı, saat 13.09 (13) da
hareket etti, 13.33te kalktı.
2
Dönüşte 23B yerde oturdum, uçuş numarası TK 93 idi.
3 Yabancı olduğum için önce müftülükten bir “İhtida belgesi” aldım. Sonra Allah’a
şükür oturma iznim diğer senelere göre daha erken verildi. Vizeyi de zamanında
aldım ..
104
“Harem-i mânide bigâneye yol vermezler
Âşinâ-yı ezelî yâr-ı kadim isterler” (Ruhi Osman Bağdadi (1011/1605))
- “Din” kavramından bahsedildi, “İslam hukukuna itaat etmek”
anlamda olduğunu söylediniz. - Umre’de yaşayacaklarımızdan, Hira,
Mekke, Medine’den bahsettiniz.
- Mekke’de bütün zıtların bulunduğu, fark âleminde yaşadığımızı,
birlik sadece İnsan-ı Kâmil’de var olduğunu söylediniz.
3- Mekke ve Medine’de iken net bir şekilde işaret ettiklerinizi not
etmeye çalıştım:
Hepimizi birkaç kaç kere uyardınız:
(02/02) Medine’ye yakın Mikat sınırında şunları söylediniz :
“Mekke’ye gidince dışarıdan geliyoruz, batına yolculuk ediyoruz”.
Kâbe’yi ilk görünce verdiğiniz duayı söyledim. Bu dua bir yönüyle
zahir ve batından bahseder:
“Varlığınla varlığımı Özünle özümü kapla ; Senden başka bir şeye
yönlendirme ; Zât-ı tecellini nasip eyle ; Esma-ül Hüsnanın tahakkukunu
nasip eyle”
(07/02) İkinci Umre için Mikat yaptığımız yer “Cürane” oldu. Bu yer
hakkında bunları eklediniz: “Cürane’nin anlamı, beşik dünya’dan ayrılıp
ahret hayatına hicret etmektir”. Girip gelmek ; suyu akmak ; cereyan;
komşu; komşu hakkı ; Zahirden batına geçiş ; çok bereketli bir yerdir
Cürane. “Hübadeye’de bağlanma var, biat ; Cürane’de geçiş var”.
(08/02) Akşam sohbetinde bizi yine uyardınız: “Batına doğru
ilerleyin” diye... Nur içinden ışık dışardan geldiğini söylediniz, Derya-ı
Nur-u Muhammedi’den bahsettiniz.
İkinci Umre sırasında özellikle bana söylediklerinizi not ettim:
-
“Safa ve Merve arası Allah’ın işaretleridir”; “zaman tünelidir”
(Onun önünden geçerken) “22. Kapıdan girerlerdi Kâbe’ye gitmek
için”
(Safa tepesini göstererek) “Safa tepesinin orijinal taşlarıdır”
İtaat etmek - Hizmet etmek
Evinizdeyken ilk ele aldığınız konu “Din” kavramı oldu. İlmi ilahiye
gökten indirildi. Nazil oldu. Din, “İslam hukukuna itaat etmek” anlamda
olduğunu ; “Müslümanlık” demek Hakk’a giden yol, göğe çıkış demek.
Araştırmacı olmak gerektiğini ; Allah’a iman edip onun yolunda giden
hür (nefsinden hür) olacağını” söylediniz.
“Aslında kendi kendimizde ilerliyoruz”.
Ocak ayında Kavacık sohbetinden sonra S. oğlunuzun evine gitmiştik.
105
Mürşidin elinde musallat taşında yatan meyyit
bahsedildi…. Salikin en büyük vazifesidir muhakkak4.
gibi
olmaktan
-----------4- O evdeyken bir ara oturduğumuz daireyi, binayı kaplayan çok ince
bir zar gibi hissettim. O zar söylediklerinizi, bizi koruyordu sanki.
-----------İşte bu Umre sırasında bu söylediklerinizi daha gerçek bir yönüyle
deneyimledim. Hem hizmeti hem itaati.
- (“İslam hukukuna itaat etmek”)
Kişisel olarak bu tarihler arasında hep kapandım ve ondan dolayı çok
huzur duydum. Huzur duymam doğaldır, söylediklerinizi aktarıyorum: “O
insana başörtü şeref verir (esmâ), koruma hükmünde oluyor”.
Bu 2 haftada Umre’de iken ibadetlerimizi kolayca yerine getirebildik
çünkü başka yapmamız gereken bir iş yoktu. Tüm zamanımız (İslam
hukukuna) itaat etmekle meşguldü. 3 kere de Umre yaptık. Bu Umreler,
“Adetullah = Allah’ın âdetleri” ; sonundaki saç kesmenin anlamı “Nefsi
gereksiz ahmaklıklarımızın kesilmesidir” diye anlatmıştınız.
- Hizmet konusuna gelince tabii ki F. oğlunuza müteşekkiriz hep
ilgilendiği için hepimizin işlerini baya çok kolaylaştırdı.
Mekke’ye gitmeden evvel F. oğlunuz benden başka bir odaya
geçmemi rica etti. Yeni oda arkadaşım N. abla, sizin ve Nüket annemin
akrabasıydı, onunla ilgilenmek benim için çok zevkli oldu, her ikinize
hizmet etmiş oldum, Allah’a şükür.
Yine
de
muhakkak
Mekke’de
(Celal
tecellisinin
zuhuru)
şaşırtmalarımız, eksikliklerimiz ortaya çıkmıştır. Meselâ 07/02 tarihinde
İkinci Umre’de, tavaf namazını kılmak için biraz şaşırdım, N. abla ile
erkeklerin arkasında bulunduk sonra sağda ilerde N. annemi görünce
yanına gittik. N. annem Umre’de iken erkeklerin arkasında durulmaması
gerektiğini vurguladı; çok iyi oldu açıklaması, İnşeallah daha dikkatli
davranırım.
Bir kaç tane “kayıp” oldu (mantom, not aldığım bir kâğıt), verdiğim
seccade, kırılan gözlük (sonradan düzeltildi)... Terzi Babamın dediği gibi
“Küçük kaybedişler bunlar aslında korunma anlamında” ... Allah’a şükür,
daha büyük kaybedişler olabilirdi ; ayrıca vazgeçme, tutunmama
alışkanlığı verir İnşeallah...
4- Aynı zamanda sizi işaret eden fazlasıyla delil var
Saç rengimin değiştirmemi tavsiye ettiğinizde evinize davet ettiniz.
16 ocak sabah geldiğimde Siz ve Nüket annem beni alıp “Ce…” kuaföre
4 O evdeyken bir ara oturduğumuz daireyi, binayı kaplayan çok ince bir zar gibi
hissettim. O zar söylediklerinizi, bizi koruyordu sanki.
106
götürdünüz. Çıkışta arabada iken önünüzde hep “19” numara görüp
İnsan-ı Kâmil olduğunuzu tekrar net bir şekilde algıladım.
Aynı şekilde uçaktaki yeriniz 12F (Nüket anneminki 12G) idi,
Medine’deki oda numaranız 606, Mekke’de hep girdiğiniz kapı numarası
66.. Hepsi 12 eder, İnsan-ı Kâmil mertebesini işaret eder.
Medine ve Mekke’de iken çoğu zaman yanınızda bulunamadık ama
aslında çok önemli değil: her zaman işaret ettikleriniz yanımızda, sizi
işaret edenler de çok oldu.
Mesela Mekke’de otelimizin ismi Anjum otel (necm) idi; Anjum
“Yıldız” demek hepimiz onu öğrenince Necm suresini, Mekke’de inmiş
olan, Kur’ân’ın 53. suresini düşündük. Hem Terzi Babam’ın şifresi olan
sure, hem Mirac’ı, göklere çıkışı (mü’minin miracı) anlatan bir süredir....
Ayrıca Mekke’deki otelimizde çok fazla numara vardı. Asansörlerde
bulunan numaraları tek tek yazmadım (her seferinde çok net bir şekilde
ilginçti ama çok fazla geliyordu (her gün bir kaç defa onları kullandık);
özellikle Mekke’de iken grup olarak sadece iki katta olduğumuz için çoğu
zaman 5 + 8 (=13) çıkıyordu;
Kullandığımız asansör B 1-13 kat arasındaydı ve çok net bir şekilde
her gün gözümüzün önünde duruyordu. ... Bunun izahını Terzi babam 6.
İstişare kitabında buldum: 1 ile (B) 13 anlamına gelir, işte biz hep
Anjum otelde (Terzi Babam), “Bir” ile “13” ile beraber idik.
Anjum (Necm) oteline giden yolunda bir direğinde (birinci fotoğraf) “18”
yazıyordu (18+1=19)...
Tam ters istikamete döndüğümüzde Kâbe’ye doğru giderdik5.
İşte bu istikamette hem direğin üstünde, (ikinci fotoğraf) “16”
(Hakikat-ı Muhammediyye) yazıyor, hem de uzakta görünen vinç,
(üçüncü fotoğraf) üzerinde “HZ” yazılıydı. Genellikle Terzi Babam
fotoğrafta uzakta görünen kapıdan (66) girer, üst kattaki (65) kapıdan
çıkıp namaz kılardı. Akşam erkeklerle oradaki terasa çıkardı (66 kapı),
sohbet ederdi. İşte bu yer tavaf yerinden göründüğünde tam “51”, “52”
numaralardan sonra, yani “53” olması gereken yerdeydi.
5 (09/02) Akşam namazından önce tam 18 numaralı direğin yanında yaşlı, ince
uzun boylu bir Afrikalı bana “Kâbe?” diye sordu tam ters istikâmete doğru
gidiyordu, ona yolunu gösterdim, içimde “Kâbe yönü değişiyor” diye düşündüm.
107
Üçüncü Fotoğrafta “2C1” vincin altındaki yer olması gerekir... Yani
hem “53” olan yerde, hem “2C1” (Cebir..), hem “66” numaralı kapı
(12, İnsân-ı Kâmil mertebesi, -ki 65 (=11 =Cibril’in sayısı ve (Hz)
Muhammediyyet mertebesi) numaralı kapı üstünde duruyordu.
Bu yeri A. kızınıza gösterdiğimde bana “(Terzi Babam) Namazını
direğinin altında kılıyor”, “Her gördüklerimiz Zatidir” diye söyledi, “Zahir
ve batın” diye ekledim. Gittiğimiz gün A. kızınız Kâbe’yi örten kumaşın
üstünde “53” yazıldığını söyledi (Son Kavacık sohbetinde doğrulayıp 5341 yazıldığını eklediniz). Beni gerçekten çok düşündürdü: bu kadar net
olarak işaretlerinizi görmek, hiç bir şekilde tesadüfi, ve önemsiz değildir,
bu konuda çok fazla bir şey bilmiyorum ama İnsân-ı Kâmil derken
“kutup”ları düşündüm, İnsân-ı Kâmil’in vazifesi sadece bizi yönlendirmek
değil, Vahy ve Cebrail kitabınızda beni düşündüren bir cümlenizi
hatırlattı: “İnsân-ı Kâmil, «Râhman sûreti üzere halk edilen “Allah’ın
halifesi”dir ve yeryüzünün idaresi ona verilmiştir.» (s.97) İnşeallah size
ve Nüket anneme karşı yeterince saygılı oluruz ve yaptıklarımız edebe
uygun olur.
Yaptığımız ikinci Umre sırasında, say’da iken (“zaman tünelinde,
Allah’ın işaretleri” olan yerde iken), 4. turun başında biri size çarparak
kimliğini düşürdü. Say’da devam ediyordunuz, kimliği düştüğü yerden
aldım, F. oğlunuza ilettim. Kendisi bakmış, o kimlik üzerinde “13. Tur”
yazıyordu (!!!); Bir tur sonra bu şirketin rehberine teslim edildi.
(11/02) 3. Umremiz birkaç küçük grup olarak gerçekleşti. Ayşe
validemizin camiine gidildi (Taneem). Bindiğim arabada (2843 VSJ) 7
kişi vardı ; şoför Ali (Abu) Ziyad (AZ). Yanımda A. kızınız oturuyordu,
ikimiz kırmızı ışığa geldiğimizde 53 saniye kaldığını fark ettik, gülüştük.
Ali (abu) Ziyad, A., A., A., A., A., (M.) F., M. (6 tane Elif, 1 F 1 M (veya
2M). Grup olarak tam tavafa girdiğimizde siz geçiyordunuz, arkanızdan
girdik sonra A. ve A. bizden ayrılıp devam etti. Tavaf namazından sonra
biraz şaşırıp A. ile ben say’a girdik. Tam o sırada tekrar sizi gördük,
grubunuza katıldık. 3. Umremizi bitirdik.
5- Tefekkür konusu bakteri/mantar ; fark âlemi
Gitmeden bir buçuk ay evvel son notlarımda yazdığım gibi
ayaklarımda mantar oluşmuştu. Bu konuda şunları yazmıştınız: “Orada
epey yol yürünecektir bu yüzden ayakların durumu mühimdir. Tavaf
yaparken de ayakları korumak lâzımdır. Ancak Hacc ve umre yolculukları
her zaman oldukça çetindir çok dikkatli ve sabırlı olmak gerekir. Ancak
zamanımızda en kolay hale getirilmiştir, adeta turistik gezi gibi olmuştur.
(küçük, orta, büyük) şeytanların hepsi oradadır, akrabalarıda
bizlerdedir. İlk fırsatta hemen ortaya çıkarlar. Medine de (Cemâl)
Mekke de ise (Celâl) tecellisi ağırlıklıdır. Hep dikkatli olmak
lâzımdır. Cenâb-ı Hakk muhafaza buyursun. T.B.”
108
Bu mantarlardan kurtulamamıştım6, fakat Mekke’de 05/02 tarihinde
Yatsı namazında yanımızda Rabia isminde çok iyi bir Türk mü'min
oturuyordu. Kendisi Nakşibendi idi; bana mantarlara karşı Zemzem suyu
kullanabileceğimi söyledi, “Su bahane, şifa ismi ortaya çıksın” dedi... O
geceden itibaren kullandım ve mantarlar Allah’a şükür yok olmuş.
Aslında zahirde yok olmuş. Döndükten sonra, bendeki ağır metaldan
kurtulmak için İstanbul’da bu sorunları bilen bir dişçiye gittim. Kanımdan
çıkan tahlillerden midemde mantar bulunduğu ispatlandı. Aslında mantar
bulunması normal bir durum ama sayıları çok fazla. Doktorun anlattıkları
ve İnternette araştırdıklarımın sonuncunda çok değişik ve hayret
edilecek bir Esma-ül Hüsna anlatım şekli olduğunu algıladım.
İnsanların normal haldeyken midede inanılmaz sayıda maya mantarı
ve bakteri bulunuyormuş. Aslında dengeli bir şekilde olduklarında sorun
çıkmaz: her ikisi öbürüne bağlı oluyormuş. Sorun insan hasta olunca ve
ona “antibiyotik” verildiğinde çıkarmış. “Anti” (karşı) “biyotik” (hayat)
lerin yan etkileri (iyi) bakterileri yok etmede yatar. Bakteriler gittikten
sonra maya mantarları daha çok fazla sayıda çıkar ve zamanla iç deriyi
delerek kana toksinle beraber girer. Bu “hastalık”a karşı doktorlar ne
sunuyor?
1- “probiyotik” almak (biotik:“hayat” ; pro:“için”) = “hay” ismini
ortaya çıkarmak)
2- çok sıkı bir diyet (şeker (bal ve kuru meyve dahil), buğday,
pirinç, süt ürünlerini yasaklayan bir diyet)
Yani hayretle gördüm ki insanın “normal” (insan mertebesi) hali,
içindeki “zıt” fakat birbiriyle bağlı olan (sonsuz sayıda) “bakteriler”
(isimler)in dengeli olduğu haldir.
Böylelikle, yaşadığım durum fark âleminin durumu, zıtların dengeli
olmadığı bir durum, Terzi Babamın evinde Mekke’de bütün zıtların
bulunduğu, fark âleminde yaşadığımızı, birlik sadece İnsan-ı Kâmil’de
var olduğunu söylediği gibi bir durum ortaya çıkıyor.
Bana sunulan çözümden yola çıkarak ileriye gittim: birliği
yakalayabilmek için ilk yapılması gereken şey hem “hay” ismini
kullanmak (ilim), hem de nefse karşı savaşmak (neredeyse istediği her
şeyi yasaklamak). Yani, İnsân-ı kâmil’in yardımıyla, işler nasıl
yürüdüğünü idrak etmek, (ilim almak) ve dengeyi sağlamaya çalışmak
lâzım.
Ayrıca, 06/03 tarihinde, Araf suresinin tefsirinizde (9. Kaset) bunları
not ettim: “İnsanın iç bünyesinde bu savaş devamlı sürer hep bu
devreler o mertebelerde sürer İbrahim’e kadar (..) Tespih, zikir
çekmemiz lâzım ama gerçek zikir, hatırlama. Batını ilahi gerçeklerini
hatırla, bedeni temize çıkarmak için”.
6 Büyük bir ihtimal bir oda arkadaşıma geçmiş, Allah’tan hemen kurtulmuş,
yalnız ilaç almasına sebep olduğum için üzüldüm.
109
Böylece “İkra” gerçeğinin önemi ortaya çıkmış oluyor...
Hira Dağı’nın özelliği
10/02 tarihinde sabah saat 7.30 da Hira dağına gitmek için yola
çıktık. 12 kişiydik. Bindiğim arabada (7848 DDA) 4 kişiydik A., L., E.,
M. (!)(Elif Lâm Mim), Şoforün ismi “Ali Imran” idi. Yolda önümüzde
bulunan otobüsün plâkası değişikti, aslında iki plâkası vardı: net görünen
911 JXA ve altından (eski plaka) sadece iki rakam gözüküyordu: 76
11 numaralı olan Vahiy ve Cebrail kitabınızın numarası ve arkasında
(saklı olan) 13 Hz Muhammed’in şifresi.... Arabadan indiğimizde
yürümeye başladığımızda küçük bir kaza oldu bu yüzden döndüm, giden
arabanın arkasında 53-16 yazıyordu....
Yani Hira Dağı’na (10/02/2015, (=2) tarihinde gittik (2 = zahir
/batın). Bindiğimiz araba (7+8+4+8 = 27) = 9 Tevhid-i Esma,
Museviyet mertebesi, şoförü Ali Imran. Otobüsün plâkası “11”: Vahy ve
Cebrail kıtabınızın numarası, Cibril ebced sayısı ve Muhammediyyet
mertebesinin sayısı. Otobüsün eski plâkasındaki 76 (=13), Hz
Muhammed’in şifre sayısıdır, ondan sonra gördüğümüz 53-16, Hakikat-i
Muhammediyye ve sizin şifre sayınız.
Gerçekten tüm ALEM toplanmıştı, 12 kişiydik (İnsân-ı Kâmil
mertebesinin sayısı), ilk VAHY, yani “Manadan bir kapı”, Batın’dan
“hakikat-ı Kur’âniyye hakikat-ı İnsaniyye’ye ulaşmış”(Terzi Babam),
İnşeallah hepimiz Hira’mıza çıkıp batınımızda olanları, Kur’anı ortaya
çıkartıp hakikatimizi bilebileceğiz. Hira dağına çıktık, o hücre gibi yerde
iki rekât namaz kıldık (isteyen kılabildi); oradan sağımızdaki gölgelere
bakarak yazdıklarınızı hatırladım: “Allah” ismini andıran gölgeler vardı.
İstanbul’a döndükten sonra Vahy ve Cebrail kitabınızda tam da “Hira”
kısmını okuduğumu farkettim (s.122). O zaman siz de sabah erkenden
çıkmıştınız, buraya yazdıklarınızı eklemek istedim:
“O sıralarda güneş de yavaş yavaş ışıklarını yaymağa başlıyordu. O
esnada hayretle bir şey dikkatimi çekti, arkadan güneşin ışıklarının
vurmasıyla Hira dağının ve yan tepelerin gölgelerinin kumlar üstüne
vurmasıyla adeta düz arazide sanki çoook büyük bir “Allah” ismi
yazılmış idi. Epey bir müddet bu manzarayı seyrettikten sonra kağıdı
kâlemi elime alıp aşağıdaki birkaç hissiyatımı not etmeye başlamıştım”.
110
Mekke-i Mükerreme 07.07.1990 Cumartesi
HİRA
Seni nasıl tarif edeyim.
İdrakim çok zayıf nideyim
Neler oldu sende hayretteyim.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
Civarında sen en yücesin.
Az daha göğe ereceksin.
Heybetli çok azametlisin.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
Sabah vakti ulaştık sana.
Çıktık zirvene yana yana.
Seyrettik seni kana kana
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
Rasûlun nefesi sanki orda.
Sakin olmuş çok zaman sanki burda.
Bunları düşün az yan durda.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
Bütün Mekke görüş alanı.
Mevlâ tüm oldurmuş alanı.
Nasıl anlatayım kalanı.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
Harem-i şerif de karşıda.
Neler vardır bu çarşıda.
Görecekmiş gibi Arş-ı da.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
Uzun ibadetlerden sonra.
Nihâyet cibril geldi burda.
Ne sırlar getirdi hep orda.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
Mânâdan dünyaya bir kapı.
Değişti Rasûlün hayatı.
Anla kardeşim bu hakikatı.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
IKRA dedi Hazret-i Cibril.
Kûr’ândır bu önünde eğil.
Haktan’dır hepsi gayrı değil.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira.
111
Sen de Hira’nı keşf edersen.
Türlü sırlara erersen.
Peygamberini yad edersen.
Ah... Nûrlu Hira heybetli Hira. (T.B.)
--------6- Yardım – hayret edilecek hususlar
Medine’de iken İstanbul’dan tanıdığım bir Nakşibendi hanım efendi ile
görüştüm. Akşam onunla buluşmadan önce oda kartım çalışmadı, abdest
almak için odaya giremedim. Lobiye indim, onun önünde A. kızınızla
derdimi anlattım, namaz vakti yaklaştığından heyecanlıydım. O sırada
söylediklerimi duyan (?) bir temizlikçi kadın lobinin arkasındaki çok geniş
ve rahat (her halde kendi kullandığı) kilitli bir lavabonun kapısını açtı,
böylece rahatlıkla abdest alabildim Allah’a şükür.
Tekrar o hanım efendi ile buluştuk 29. Kapısının önünde sonra 25.
Kapısından içeri girdik, benimle beraber D. kızınız ve görümcesi vardı.
Hz. Peygamberimiz ve yanında yatanların önünde tüm selâmlarımızı o
hanım yönetti. O akşam şansımıza, onunla beraber girdik ve saat 11 gibi
oradan ayrıldık. Girmeden evvel onu 29. Kapısının önünde beklerken A.
hanım ve gelinini gördük bizimle beraber beklemek istemeyip içeri
girmişlerdi. Bu yüzden çıkacağımız anda içeri giren çok büyük bir
kalabalığın içinde onları görünce şaşırdık. Onlar daha geç saatlerde otele
döndüler. Allah’a şükrettik çünkü önceki gün biz de ancak uzun bir
bekleyişten sonra girebilmiştik.
(önceki gün) Uzun bir süre içerde bekledikten Hz. Peygamber
efendimizin kabrinin önünde, Namaz kılmadan evvel ellerini Hz
Peygamber’in kabrine doğru yönelten ve “selâm” diyen kadınları
gördüm, aynısını yaptım. Hemen çok büyük bir his geldi (cevap gibi
algıladım), bu his kolay kolay gitmedi, hâlâ şimdilik İstanbul’da iken onu
hissedebiliyorum. Oradaki namazı kılabilmemiz için gelininiz Ö. çok
yardımda bulundu (Allah ondan razı olsun). Orada iki rekat namaz
kıldım, benden istenilen tüm duaları Hz peygamberimizin huzuruna
getirdim.
02/02 tarihinde Medine’deki otelimizden ayrılmadan evvel odamızda
ihram’a girdik. Umre niyetiyle iki rekat namaz kıldım. Tam odadan
çıkarken kansere yakalanan bir tanıdığımdan mesaj geldi. Kafasında
artık saç kalmadığını gösteren bir fotoğraf yollamıştı…. Tam Umre için
yola çıktığımız zamana denk geldiği için Kâbe’yi ilk görünce onun için ve
diğer söz verdiğim insanlar için dua ettim. 07/02 Cumartesi günü, ikinci
Umremizi yaptıktan sonra tam camiden çıkarken (saat 10:39da!) aynı
kişiden bir mesaj geldi: “Dünkü 5. kemoterapi öncesi yapılan genel
tümör taraması (PET) sonucu geldi. Teşhis koymak için kasım ayında
yaptıkları taramada görülen tüm tehlikeli görüntüler (tümörler) yok
olmuş.”
112
02/02 tarihinde, ilk Umre’de, say’da iken A. oğlunuzun işaret ettiği
Fransızca yazılmış bir levha vardı: “Değerli haccı, artık levm et. Bu hac
senin için günahların sonu anlamına gelsin”.
11/02, 3. Umre’den sonra, sabah. İnsân-ı Kâmil namazını kıldım.
İseviyet makamında iken namaz kıldığımda değişik bir şey fark ettim:
insanların üstünde çok güzel, hafiften sağdan sola giden altın, açık sarı
bir renkten bir ışık halkasını gördüm. İlk önce insanların teridir diye
düşündüm ama daha sonra güneş gittikten sonra da onu farkettim.
Makam-ı İbrahim’in yanında (kimseye engel olmadan) ayakta iki
rekat namaz kıldım. Bitince oradan uzaklaşınca, yaşlı bir nine beni
yanaklarımdan öptü ve arkamı sıvadı. Not etmek için camiiin içine
girdim, o sırada İranlı bir kadın gözlerime bakarak “Kerbelâ! İmam-ı
Hossein” söyledi (her halde oralı olduğunu söylemek istiyordu).
(13/02, sabah namazından sonra) İnsân-ı Kâmil namazını kıldım.
Yine bir ışık halkası gördüm fakat bu sefer sarı değil, gümüşü andıran
beyaz bir renkte ve daha kalındı. Allah’a şükür, Allah’ın rahmeti gibidir
diye düşündüm ; Muhammediyyet makamında, gönlümde ve midemde
bir şeyler dönüyordu. Tüm halkediliş dönüyordu özellikle o sabah, Cuma
sabahı. Çok kalabalık, karmakarışıktı.
(12/02) Tavaf yaparken, cennet bahçesine yakın bir yerde 2. Tur’da
genç bir kadın bana Me…. suresi hangi sayfada olduğunu sordu..O kadar
şaşırdım ki sadece ismim Me…. olduğunu söyleyebildim, çok yardımcı
olmamıştır.79.(=16) kapıdan çıktım, çıkmadan evvel yerde 53 numaralı
ayakkabılık bulunuyordu.
7- Dönüş. Orada iken ibadet etmekte zorlanmadık Allah’a şükür,
huzurlu hissetmek, aşık gibi olma halimiz belki ondandır... Orada iken
hep yürüdük, ve çok çok az uyuduk (genellikle 3 saat). Çok büyük bir
enerji geliyor her halde çünkü ‘normal’ hayatta bu durum imkânsız
gibidir. Mekke’de iken (ve döndükten sonra) Kâbe’nin sanki dünya,
evren hatta kişinin merkeziymiş gibi geldi bana. Orada olağan üstü
kalabalık var, kadın erkek karışık fakat bazıları kayboluyorsa da olay
çıkmıyor...
İtaat etmeyi öğrendim; her yerden işaretlerini görmüş gibi oldum. Bu
hem huzur verdi hem heyecan, hem de bu yüzden hata yapmaktan
korktum.
Dönüşte eve girdiğimde üst kattan su aktığını gördüm ve iki gün
sonra lambayı açtığımda patlama oldu, tüm elektrikler gitti (Allah’a
şükür, hepsi kolayca çözüldü). İstanbul’da kar tüm yerleri kaplayınca 30
dereceden sıfıra yakın bir hava değişikliği yaşadık... iki uç yaşamış olduk
biraz.
(döndükten sonra) İlk günlerde değişik bir haldeydim.
Hem orada hem burada.
İçime almış oldum, içime bakıyorum.
Var olduğunu biliyorum.
Karşımdakine bakıyorum ama
113
Hem orada hem burada
Mesafeye bakıyorum
Anlatamıyorum
Hem içimde hem dışımda
Hem orada hem burada
------------------(6) Ha…. Ne…. umre notları 2015
Efendim,
En derin sevgilerimizle. Yarın görüşmek dileğiyle. Benim umre
notlarım aşağıda.
------------------Terzi Baba.
Hayırlı günler Ha….. oğlum Hamdolsun iyi sayılırız İnşeallah sizlerde
iyisinizdir. hatıra ve izlenimlerin güzel olmuş eline diline sağlık cenâb-ı
Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah. Yazını diğer gelen yazılar gibi
dosyasına aktaracağım.
Herkese selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
------------------14 Ocak:
Umre notlarını yazmak için kalemi kağıdı aldım, notlara başlamadan
önce dişlerimi temizledim. Ne yazabilirim diye düşünürken kendime
dönmeliyim dedim. Derken, diş temizliği kutusunun üzerinde ki yazılar
gözüme ilişti. Bu yazıların hepsi İngilizce.
İngilizcesi: Johnson&Johnson; Reach; Cleanburst
Türkçesi: Can oğlu&Can oğlu; Ulaşmak; Temizlik patlaması
Not: Johnson'ın okunuşu "Cansın" şeklindedir.
bakımından ise Johnson&Johnson= Cansın&Cansın
Yani
okunuş
John, İsa (a.s)'ın havarisi ve belki varisi. Johnson ise John oğlu
(veya Can oğlu), John'dan gelenler veya belki ondan gelen varisler.
Bu umre'de İseviyyet hakikatleri üzerine bazı çalışmalar olacağı
kanaati bende oluştu.
Not: Umrenin ilerleyen zamanlarında geriye dönerek bunun
doğruluğunu bende güçlendiren bir hatırlamada Mu…. abinin 2013
umresinin Museviyyet ağırlıklı bir yönü olduğu zihnime gelmesi idi.
Sistemli olarak Museviyyet 2013; sonraki umre İseviyyet 2015 şeklinde
düzenlenmiş olabilir. Bu düşüncemi güçlendiren deliller sonraki
kısımlarda da göstermeye çalışacağım.
İseviyyet hakikatleri dışında ayrıca Muhammediyyet hakikatleri ile
ilgili bir çalışmada olacağını ise aşağıda şöyle açıklamaya çalıştım.
114
Cansın ismi bende her zaman Hasan ismini çağrıştırmıştır.
Efendimizin torunları Hasan ve Hüseyin.
Efendimin torunları Cansın ve Ceylin.
Bu benzeştirme mutlak olarak doğrudur demek istemiyorum. Ancak
benim kulağıma, fonetik (Ses bilgisi) açıdan Cansın Hasan'a; Ceylin
Hüseyin'e benzemektedir. Ayrıca isimlerin verilişi torunların yaşları
açısından büyük olana büyük; küçük olana küçüğün verilmesi de ilginç
bir noktadır.
Bu noktadan mütevellid, bu umrenin ayrıca Muhammed'den Hasan'a
uzanan bir Ruhul azam (Muhammediyyet yönlü) olacağı ve bunun
Cansın&Cansın şeklinde olmasının (2 kez) ise katmerli olacağının bir
göstergesidir denilebilir.
İseviyyet ve Muhammediyyet hakikatleri dışında ayrıca Cansın'ın
içerisinde bulunan Cim ve Nun harfleri ebced'e göre 53 etmekte. Yine
bunun iki kez olması "Necatiyyet ve Necm" çalışmalarının iki kez (yani
katmerli) yapılacağını göstermekte diyebilirim.
Bunu destekleyen bir küçük nokta ise Mekke'de kalacağımız otelin
isminin "ANJUM" olmasıdır. Yani Necm. Ancak Elifin başta olduğu bir
Necm. Otelin simgesinde 8 dolunay (kamer) ve 8 yıldız (necm) var. Bir
Cansın 8 kamer'e bir Cansın ise 8 necm'e karşılık geliyor olabilir. Veya
şöylede çevirebiliriz Bir Can oğlu 8 kamer'e bir Can oğlu ise 8 necm'e
karşılık geliyor denilebilir.
İnşeaallah bu umre yukarıda ki diş temizliği kutusunun üzerinde
kilerinin çevirisi ile hepimiz için bir Can oğlu&Can oğlu (Cansın&Cansın)
desteği ile temizlik patlamasına ulaşmaya nail eder.
Çok şükür bu senede Efendi babamızın umre sarayına kabul olunduk,
bundan büyük bizim için bir devlet olmasa gerek, çok şükür.
21 Ocak (Bir zuhurat bu umre'nin hakikatleri ile uyumlu
olduğunu düşündüğüm için buraya aldım):
Efendi babamın evindeyiz. Efendim sohbet ediyor. "Ne zamana kadar
İseviyyet elbisesine sığmaya devam edeceğiz? Bizim aslımız
Muhammediyyet'dir. İşte sığmıyoruz İseviyyet elbisesine" diyor.
Rüya bir miktar daha devam ediyor. Yukarı ile ilgili olduğu için (14
ocak gözlemleri) buraya kadar ki kısmını aldım.
22 Ocak -30 Ocak arası İnternette bulduğum çeşitli bilgiler:
Medine'de kalacağımız otel Crown Plaza. "Crown" İngilizce'de "Taç"
demek. "Crown" 'ın okunuşu ise "Kıravn" şeklindedir. Bunu şöyle
yorumladım. "Kıravn"= "Kır---avn"; Yani avn ile (yardım ile) kır (ikra de
veya aç).Bunlar benim şahsi yorumum yanlış olması çok mümkün.
Otel ile Mescid'i Nebeviyye'yi tek bir ana cadde bağlamakta. Bu
caddenin ismi ise "Hüseyin bin Ali". Yani Ali oğlu Hüseyin.
115
Otel ayrıca Mescid i Nebevinin tam olarak güney (Kıble) kısmında.
Otelin diğer kesişim caddesi ise "Sevde binti Zem'a" caddesi.
Efendimizin ikinci eşi.
Otelin hemen güney batı bitişiğinde küçük bir mescid-camii var. İsmi
"Zu el nurayn".
Otelin bağlı olduğu muhit "Beni Hidrah-6098"; Medinedeki konumu:
423112799.
Mekke'de kalacağımız otel Anjum Hotel.
Bağlı olduğu muhit " At Taysir" imiş.
"Kemalatlı te'sir"
Bunu şöyle yorumladım.
Oteli çevreleyen anayol bir yönü ile "Cebel i Kabe bir yönü ile Ümmül
Kura" yolları imiş. Herhangi bir yorum getiremiyorum.
Otelin bağlı olduğu rakamsal konum (belki posta kodu konumu)
24231 şeklindedir.
Otel tam olarak Kabe'nin batı (Rüknü Şami) veya (Museviyyet
konumu) yönündedir.
Crown Plaza Otelden Anjum Otele mesafe tam olarak 436km. Toplam
13.
31 Ocak
226 no'lu kapıdan geçerek 13 sularında uçağımız kalktı.
Benim koltuk no: 15G idi ancak 14G oldu. Kübra&Ceylin'in koltuk
no'su: 14F idi. Annem'in koltuk no'su: 37A idi.
Efendi babamın ve Nüket annemin koltuk numaraları sırasıyla 12G ve
12F idi. Sonrasında Nüket annemin oturduğu koltuğu bir başkası talep
etti. Bunun üzerine Ab…. ve Oz… Hoca (beraber oturuyor idi) yerlerini
Anne ve Babamıza verdiler. Böylece Nüket annemin ve Efendimin yeni
koltukları 10A ve 10B oldu. 12. mertebenin sâkinleri 10. mertebeye
yardıma (İseviyyet'e) gittiler diye yorumluyorum. Bu 14 ocakta ki
gözlemim ile uyuşmaktadır. Efendi babam yerini Ab…..'a bırakırken
Nüket annemin gerçek koltuğu (24 no'lu) Oz…. Hoca aldı.
Diğer bir enterasan 68 kişi arasından hiç kimseye 13 no'lu koltuklar
düşmedi.
Yatsı namazından sonra Efendi babam ile 33 no'lu ayakkabılıkda (Hz.
İsa''nın yaşı veya Mescid-i Nebevinin direkleri) sohbet ettik.
1 Şubat:
Uhud, Kıbleteyn, Kuba mescidi ziyaretlerinden sonra ikindi
namazında sonra 26 no'lu ayakkabılık da Hakikat i Muhammediyye
namazı kıldık. Sohbet edip akşam namazından sonra döndük.
2 Şubat:
116
Mekke'ye vardık. Oda numaramız: 832. Bütün derviş, misafir ve
Efendi Babamlar 5 ve 8'nci kata yerleşti. Toplamı malum. Efendi
Babamlar 8. katta idi. Bizim odaya kadar ki katlar sırasıyla
G, GM, F, T, B1, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8. Yani 13. katta Efendi Babamlarla
beraberiz.
Otelin toplam kat sırası ise; G, GM, F, T, B1, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9,
10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26
şeklindedir. Yani toplam 31 kat tersi malum.Zirvedeki katın rakamı ise
26, 13'ün 2 misli.
3 Şubat:
Bizim ufaklık biraz güneşten dolayı rahatsızlandı. Daha ziyade onun
ile ilgilendik. Bir de bir misafir abimiz rahatsızlandı. “Alevi Tunusiya” diye
ingilizce konuşulan bir hastaneye götürdük. Orada ingilizce tercümanlık
yaptım.
4 Şubat:
Efendi babam ile ikindi namazına gittik. 66 numaralı kapıdan içeri
girdik. Baş başa olduğumuz bu zamanlar cihana değer idi. Kendisinin
fevkalâde aşırı yorgun olduğu çok net belli idi. Ancak bu yorgun halinde
dahi bizlerle ilgileniyor idi. Ve bu halini açığa vurmamaya gayret
gösteriyor idi.
Efendi babam benim notlarım acizane bu kadar.
------------------(7) İr… Ak…. 2015-Umre
Sizlerin ve Nüket annemin ellerinden öperiz.
En derin kalbi selâmlarımızla...
Selâmun Aleyküm,Efendi Babacığım.
Hayırlı akşamlar olsun İnşeallah.
Nacizane dosyayı ,cemil görüşlerinize takdim ediyorum.
Kalbi duygularla ellerinizden öperim.
Nükhet anneme de selâm ve hürmetlerimi sunuyorum.
Aşk-ı niyaz ederim Sultanım.
------------------Terzi Baba
Aleyküm selâm irfan oğlum, yazını indirdim okudum eline diline sağlık
güzel olmuş yerine aktaracağım Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder
İnşeallah.
Selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
---------
117
UMRE İZ’LENİMLERİ İr…. Ak…..
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Alemlere
Rahmet, Muhtarı Ahmed, Hz.Muhammed A.S Efendimize, onun mübarek
ehlibeytine ve ashabına kevniyetteki herbir zerre adedince selatü selâm
olsun. Önce Selâm, sonra Kelâm diyerek başlıyalım biiznillah. Selâm ve
Kelâm; Ne selâmsız kelâm,nede kelâmsız selâm olabilir.”Allahümme
entesselâm ve minkesselâm tebarekte ya zül celâli vel ikram”.
Kelimeyi Risalet “Muhammedurrasulallah” sancağının dalgalandığı
Ümm / Ana kucağı Medineyi Münevvere (Nurlu ve nurlandıran medeni
belde) ve Kelimeyi Uluhiyyet “Lâ İlâhe İllâ Allah” sancağının dalgalandığı
Baba ocağı Mekkeyi Mükerreme (Keremi bol, emin belde)’ye Sılaya
Rahim niyetiyle yapılması plânlanan umre ziyareti 31.01.2015 tarihinde,
(3+1+1+2+1+5=13)13’ün sırrı hakikatiyle (6+7=13) 67 kişilik
Terzibaba
grubu
olarak
bindiğimiz
TK-108
sefer
sayılı
(Ha:8+Kaf:100=108/HAK) uçağının biiznillâh İstanbul’dan havalanması
ile seyri-ilâllah olarak başladı. Aynı günün akşam üstü Medine’deydik.
Habibullah olan A.S Efendimizin hicreti ile münevver olma
bahtiyarlığına ermiş, ve Efendimizin mübarek bedenini asılardır bağrında
sırlayan bu dost belde, ensar olarak ana kucağı şefkatiyle muhacir olan
bizleride kabul ettiğini, kalbi bir hisle emin olarak ifade edebilirim. Allahu
alem, Hz.İbrahim a.s, Mekke’de bıraktığı ailesi ve evlâdını belirli
aralıklarla ziyaret etmek maksadıyla Filistin bölgesinden Mekkeye
giderken veya dönerken yol güzergahı üzerindeki şimdi Medine olan
yerde, ilâhi takdirle konaklamış ve bu konaklama esnasında ilahi plân
çerçevesinde bazı oluşumların meydana geldiğine
dair bir hissiyat
beslemekteyim. ”Uhud bizi sever, Biz uhud’u severiz” .Hadisi şerifi ile,
gaybi olan bu yöndeki bir hakikat (BİZİ-BİZ) Aşkullah-HabibullahHalilullah birliği üzerinden bildiriliyor diye düşünüyorum.
Hakikati İnsaniyenin “Selâm ”Kapısından kemali edeble girildiğinde;
insanı mest eden lâtif, ve lâtif olduğu kadarda sevda ve özlem kokan bir
koku karşılar sizi. Bütün hücrelerinizle hissedersiniz adeta. Bu kokunun
Hakikati Muhammediyye aynasından yansıyan insanın kendi Rabbi
hassının/Ayanı
Sabitesinin
kokusu
olduğunu,
Muhammediyet
koridorundaki yürüyüşünüze irfaniyetle devam ettiğinizde; Vedud ismi
şerifinin, Hâdi ismi şerifinin, Fettah ismi şerifinin ve Allah ismi şerifinin
esmai kokularınıda duyabilirsiniz. Her bir esmanın kendisine has bir
kokusu olduğunu zevki ilmi olarak söyleyebiliriz.
Bu mübarek sancağın altında, Hubbiyet neş’esi ile bir nebze arz
edilmeye çalışılan hakikatlerin, istidat ve kabiliyetler nispetinde Şuuru
Muhammedi’den lütfedilen idrakle seyrifillâh mertebesi yaşantısı
yaşanmaya başlanır Elhamdülillâh. Hani derler ya “Mestane düştüm”.
Muhammedi şuurdan tatmak, ve o tadışla kendinden geçerek Ondan ve
onunla olmak, Onun yolunun tozu olmak.
Es Selâmu Aleykum Ya Habibullah a.s, Es Selâmu Aleykum Ya
Rasulallah a.s, Es selâmu Aleyküm Ya Seyyidinel evvelin ve ahirin
Nebiyullah a.s.
118
Bu mübarek beldede; Efendimiz Rasulallahın habibliği ile muhabbet
deryasından kana kana içmeyi ve ilmin anası risaletinden Hakikati
Muhammediyye ve tevhid ilmini kemali edeb ile ikmal etmeyi nasib
etmesini niyaz ederiz. Şair Nabi ne kadar da güzel dile getirmiş bir
gerçeği.
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu.
Nazargâh-ı İlâhî'dir, Makâm-ı Mustafâ'dır bu.
Her gidişinizde bu duyguları farklı tonlarda yaşayabilme imkanınız var
orada, beşeriyetin gaflet örtüsü ile örttüğü ama sizin ilâhi kimliğiniz ve
kişiliğinize ait bazı yönler size muhabbetle hatırlatılarak üzerinizdeki
örtüler kaldırılır usulca. Yoğun bir duygu sarmalı içinde kendinizi bir
ananın kucağındaki çoçuğun emin ve güvende olma duygusunu
yaşayabilirsiniz halinizce. Mescidi Nebevinin çatı örtüsü Osmanlı
döneminde yapılan kubbeler ile kapatılmış durumda, semâvi afatlardan
korumak istercesine. Sultanı Nebi kanalı ile şu Hadis-i kudsi hatırımıza
getiriliyor. ”Benim veli kullarım kubbelerimin altında gizlidir.” Bu hadis-i
kudsiyi ”Uluhiyyet, risalet ve abdiyyet,” kubbeleri olan tevhidi efal,
tevhidi esma, tevhidi sıfat ve tevhidi zat (Halilullah - Habibullah) altında
rasule itaat eden abdiyet mertebesini cem ederek yaşayan salih kullar
diye yorumlayabiliriz. Bilen ayn, bilinen gayr demişler.
Hz.Muhammed a.s Kelâmullah, Cevâmiul Kelim, Hz.İsa a.s
Kelimetullah, Hz.Musa a.s Kelimullah olarak muttasıftırlar. Her birisinin
mana ve açılımları farklı olan bu üç sözcük (kelime)’ün ortak mana
taşıyıcı yönü “İz bırakmalarıdır”. Yani insanlık âleminin kalbi düşünsel
kodlarına silinmeyecek izler bırakmış olmalarıdır. İlâhi Hakikatler
deryasına ilk adım atan ve o sahada tek izi olan Alemlerin efendisidir.
İnsanlık âleminin kâmil insanları olan peygamber efendilerimiz, sıddıklar,
veliler ve salihler ancak onun mübarek manevi ayak izlerini takip etmek
suretiyle çilelerle dolu bu dünya hayatında itminana ererek insânlık
âleminin onur abideleri olma şerefine nail olmuşlardır.
İlâhi takdir gereğince, mana âleminde bırakılan izleri takip edecek
olanlar çıkacaktır. Çünkü izler, takip edilsin diye bırakılmışlardır. İzleri
takip edenler iz sürücüleridir. Bu iz sürücülerini kurani bir kavram olarak
“Ehli Tezekkür” diye ifade edebiliriz. Bir çok ayeti celilede Cenab-ı Hakk
“efe lâ tezekkerun”diye hitap eder. Allah c.c, Adem’in şahsı
maneviyesinde insana tüm esmayı öğretti, yükledi ya da programladı.
Ancak insan, nisyana/gaflete düştüğünden unuttu. Olmayan bir şeyin
unutulması muhaldir. Unutmak için önce bilmek, yaşamak gerekir. Zira
ayetlerde "efe lâ tezekkerun" ifadesi aslında "düşünmez misiniz" anlamın
da değil de "hatırlamaz mısınız" anlamında olduğu kanaatindeyim. Eğer
yaşanmamış, bilinmemiş bir şey olsaydı, "öğrenmez misiniz" denilirdi.
Lâkin "hatırlamaz mısınız" denildi.
İnsânlık âleminin yeryüzündeki serüveninin başladığı baba ocağı
Mekke’ye 02.02.2015 Pazartesi günü akşam ile yatsı vakti arası,
karayolu ile yapılan bir yolculuktan sonra avdet etmek, kavuşmak nasip
oldu. Bu mübarek emin beldeye, Umre niyetiyle ihramlı olarak tezekkür
119
etmek için gelmemiz nedeniyle, otele yerleşmeyi müteakip ve kısa bir
hazırlıktan sonra Beytullaha vasıl olduk. Ali İmran 96ncı ayette
“Muhakkak ki, mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan, elbetteki
insanlar için Bekke'de (Mekke'de) yapılmış olan ilk Beyt'tir” diye bize
bildirilmektedir. Zati tecellinin meclâsı olan Beytullahın zahiri, dört köşesi
itibariyle LA İLAHE İLLA ALLAH’tır.
Batını ise MUHAMMEDURRASULALLAH’tır. Umre tavafına niyetle
birlikte, zahirde dairesel hareketler şeklinde görünsede, manada enfusi
arınma ve helezonik yükselme olan tavafın zahiri, bizim şehadetimiz,
batını ise bizim gaybımızdır. Yedi Nefs mertebesi, ve/veya yedi subuti
sıfatların idraken yaşanması olarak icra edilen tavafın ardından, Makamı
İbrahim yakın civarında kılınması tavsiye edilen iki rekatlık tavaf namazı
eda edildi. Makamı İbrahim ile ilgili olarak şu küçük bilgi notunu sunmak
isterim.
“Ve iz ibtela İbrahime Rabbuhu bikelimatin”/Ve İbrahimi Rabbi
kelimelerle imtihan etmişti. Bakara suresi 124ncü ayeti kerimesinde
belirtilen kelimelerden maksat kişinin hayatında “İz bırakan”
oluşumlardır. Ki bunlar Hz. İbrahim’in ateş ile ve oğlunu kurban etmeklik
ile imtihan edilmesi insanlık tarihinde genel olarak iz bırakan
oluşumlardan bazılarıdır. Makamı İbrahimdeki mübarek ayak izleri bu
izlerin numunesi olduğunu bizlere lisan-ı hal ile bildirmektedir.. Tabiki
peygamberlerin bu tür örnek yaşantıları alemşumul olması nedeniyle,
bireysel anlamda bizlere benzetme /teşbih yolu ile ufuk açıcı bildirimler
olduğunu değerlendirmemiz gerekir.
Bu manada; rabbimizin El İnsan ( kelimesinin) imtihanlarını hakkıyla
idrak edebilmeyi ve rabbimizin hayatını, bu beden mülkünde hayırlı izler
bırakarak yaşamayı kolaylaştırmasını kendisinden niyaz ediyoruz. Bu tür
ziyaretlerin zahiri ve batını yaşantıları, insanın kendi nasibini/kendisini
aramasına ve buldurulmasına vesiledir Allahualem.
Tavaf namazının ardından “İlâhi Yarabbi Zatı Tecellinin zuhur mahali
olan bu beden mülkünde maddi ve manevi, zahiri ve batıni ne kadar
rahatsızlıklar var ise, şifa ve huzur bulması” niyetiyle zemzemlerimizi
içtikden sonra SA’Y yapmak üzere mes’aya yürüyoruz. Malum olduğu
üzere; Safa tepesi ile Merve tepesi arasında dört gidiş ve üç dönüş
olmak üzere toplam yedi sefer sa’y yapılır. Koşmak, hızlı yürümek
anlamına gelen sa’y gerçekte bir arayıştır. Ama aradığımız nedir? Ne
aradığımızı bilmez isek bulabilmemiz muhaldir. “Şüphesiz Safa ve
Merve, Allah’ın sembollerindendir.” (Bakara, 2/158) Bu semboller neyi
ifade etmektedir. Ayetin ışığında Safa ve Merve’nin Uluhiyyet
hakikatlerinden olan iki gerçekliği sembolize ettiğini anlayabiliyoruz. Bir
bakış açısıyla; Burada Safa tepesinden maksat, Aklı küll’ü temsil eden
“Eslemtü li rabbil alemin” (Bakara 131) diyen Rasul Hz. İbrahim a.s’ın
şahsında İbrahimiyet mertebesinden zuhura çıkan Allah’a c.c teslimiyet
ile, Merve tepesinden maksat ise; Nefsi Küll’ü temsil eden Hacer
validemizin, eşi konumundaki İbrahim a.s’a (Rasul’e) tereddütsüz itaati,
bir peygamber annesi olarakta şefkat ve merhametidir diyebiliriz. Hz.
İbrahim a.s’ın makamı İbrahimdeki ayak izleri ilahi takdirle tek kişilik
120
ümmet olduğunun nişanesi olarak asırlardır kıyamda durmakta. Hacer
validemizin mes’adaki zahirde görünmeyen ayak izleri ise müminlere yol
olmuş, yol gösterici olmuş, aradıklarına kavuşmalarına vesile olmuş.
Cenab-ı Hakk’da onun say/arayış/gayretinide Hacc ve Umre ibadetinin
bir ruknü olarak ebedi kılmıştır. Her kim ki Allah’a teslim olur ve
Rasulallah’a itaat eder, Allahın kullarına şefkat ve merhamet gösterirse;
doğrusunu Allah bilir, Uluhiyyet sembollerinden olan Kevser suyundan
içer biiznillah.
Kerim olan Allah’tan c.c, Kerim olan Kuran-ı Kerimin, Kerim Rasulu
Rasul-u Ekrem Efendimize Kerim ve emin bir belde olan Mekkeyi Mükerreme’de indirilmeye başlanması, ayrıca insanlık aleminin yeryüzündeki
serüvenin buradan başlaması, insanın kendisini tanıması buradan
hareketle rabbine arif olabilmesinin yolu açılmış/başlamıştır diyebiliriz.
Önemli olan kişinin bu idrak çerçevesinde, Allah’a teslimiyetle, rasuluna
itaat ederek yolundan gitmesi, tüm mahlukata şefkat ve merhametle
adalet üzere muamele etmesi ve gayretli, çalışkan olması gerekmektedir. Tavaf ve say’ın her birerlerimize verdiği mesajlardan birisinin bu
olduğunu düşünüyorum. Hata ve kusurum varsa rabbimden bağışlanmayı diliyorum. Bu kerim beldede, gönlümüze lutfedilen bir açılımıda arz
etmek istiyorum; Her bir esma-ül hüsna; kendi batını olan müsemmasını
efal alemindeki zuhur mahaline irsal etmesi yönüyle resuldur. Suri olarak
izlenimlere şimdilik ara verirken, manada, izler üzerinde araştırmaların
devam etmesini ve bize kolaylaştırmasını rabbimden niyaz ediyorum.
Allah doğruyu söyler,doğruya iletir.
------------------(8) al… ca… 2015 umre notları
------------------------Terzi Baba…
Hayırlı günler Al…. bey kardeşim. Yazılarınızı aldım, Okudum güzel
olmuş elinize dilinize sağlık dosyasında ki yerine aktaracağım. Cenâb-ı
Hakk dünya ahret işlerinizde kolaylıklar nasib etsin, İnşeallah. selâmlar
hoşça kalın. Efendi Babanız.
------------------Hayırlı akşamlar Efendi Babam
Dünyaya gelerek ayrı düştüğümüz Hakikat-i İlâhiye hasreti ile,
gönülden Biat ettiğimiz Efendi Babamızla önce Peygamber efendimize ve
oradan da Kabe-i Muazzama ya ulaşmak için, 31-ocak-2015 cumartesi
günü Medine ye doğru uçtuk. Bu yolda 68 kişi idik.
Medine ye inip otele yerleştikten sonra Mescid-i Nebi ye gidip
Peygamber efendimiz e, Hz Ebu Bekir e ve Hz Ömer e Selâm verip
Efendimizin şefaat-i için dua ettik.
121
Pazar günü kutsal yerleri ziyaret edip dönüşte Mescit de Efendi
Babamızla Hakikat-i Muhammediye namazı kıldık, gece de Ashab-ı suffa
da bir kez daha Hakikat-i Muhammediye namazı kılmak nasip oldu.
Pazartesi günü öğlen namazından sonra ihram a girip iki otobüsle
Mekke ye doğru yola çıktık.
Efendi Babamız yolun yarısına kadar 2. otobüste bizlerle oldu. Tekbir,
Telbiye, Salavat ve İlâhilerle Mekke ye ulaştık. Otele yerleştikten sonra
hep birlikte Mescid-i Haram a gidip 1. köprüde Umre tavafını ve sonra
Say ı mızı yaptık saçlarımızı da Efendi Babam kesti. Bundan başka iki
Umre yapmakta nasip oldu.
Efendi Babamızın Mecid i Haramdaki sabah namazı öncesi ve akşam
ile yatsı namazı arasında ki sohbetlerini zevkle dinledik Şükrederiz.
2013 Umresinde Nur dağına çıkmak nasip olmamıştı, Allah nasip etse de
bu sene çıksam diye dua ediyordum.
Kardeşler 10 Şubat salı günü sabah namazından sonra Nur dağına
çıkalım dediler, heyecanla hemen o gruba katıldım. Grubumuz 12 kişi
idi, Ozan kardeşimin yardımları ile Nur dağına çıkmak nasip oldu.
13 Şubat Cuma günü 14 günlük Umre ziyaretimizi tamamlayıp Efendi
Babamızın elini öpüp duasını alarak saat 11 de Cidde ye doğru yola
çıktık, Cuma namazını Cidde de kılıp saat 21 de İstanbul a ulaştık.
Bu lütfu ilahiye ye Şükürden aciziz.
ALLAH cc Efendi babamıza ve Nükhet annemize ve de bütün kardeşlerimize sağlıklı ömürler lütfetsin de 2016 senesinde de hep birlikte
Umre yapmayı nasip etsin amin.
Sizin ve Nüket annemin ellerinden öper Selâm, sevgi ve saygılarımı
sunarım.
------------------(9) Ab…. ÇE… 2015 umre yazısı
Selâm ve Muhabbetlerimle Efendim,
Nüket Annemin ve sizlerin ellerinizden öperim. Umre yazısını ekte
gönderiyorum.
--------Terzi Baba
Hayırlı akşamlar Abdullah oğlum yazını aldım indirdim okudum güzel
olmuş eline diline sağlık. dosyasına aktaracağım İnşeallah. Cenâb-ı Hakk
daha nicelerini nasib eder. Selâmlar hoşça kal Efendi baban.
--------Umre notları 2015
Ab… Çe….
Niyet;
122
2015 Umresini lütfeden Allah’a (c.c) hamd eder, Terzi Babam ve
Nüket Anneme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Kabenin yolları gözükmüştü, kutsal toprakları görmenin heyacanını
yaşıyordum bir kez daha. Gidiş gününe kadar yaşanılan zorluklar,
Umreyi çok daha kıymetli ve özel kıldı.
Efendi babamın Vaktin ve Halin Babası olduğunu, bunuda Kâmil
İnsan vasfı ile yaptığının müşahedesi, Umre yolculuğu ile lütuf edildi
Elhamdülillah. Ruhen sıkıntılı ve zor bir süreçten geçerken, yaşanılanların birer duygu olduğunu ve Gerçeğin, Nefsinin Hükümdarı olabilmek
ile mümkün olabileceğinin farkındalığı, Hür olma bilinci, insanda müthiş
bir idrak ve şuur açılımına sebebiyet veriyor. Bu hakikatlerin hayal ve
vehimden Allah’a sığınarak yaşantısı ve hazmı lütuf edilir inşAllah.
Muhteşem Medine;
İstanbul'da yaşanan lodos nedeni ile uçak seferlerinin bir çoğu iptal
olmuştu. Cumartesi günü 12:15 olan kalkış saati, bir saatlik gecikme ile
13:15’e ertelendi. Şiddetli lodos, uçağı kalkerken kısa bir kabz hali
yaşatsada, bast ardından geldi. Çok şükür sağ salim havalandık ve ilk
durağımıza Medine-i Münevvere ye, Sevgililer Sevgilisine yolculuğumuz
başlamış oldu.
Kabin görevlilerinin isimlerinden Özlem ile kutsal toprakların
muhabbetini, Kâmil ismi ile idrak ve şuurlu bir akıl ile yapılası gerektiği,
Bora ismi ile ise, çetin imtihanlardan geçilip sonunda kulun ilmi ilâhi ile
ödüllendirileceğinin habercisi niteliğindeydi.
Medineye indiğimizde Ravzanın Muhteşem kokusu, sakin hali sarmıştı
her bir tarafı. Şoförlüğümüzü Harun’a yaptırmıştı Hüda. Terzi Babamın
güzel sesi ile Salavat-ı Şerifler getirerek Münevvere ye vardık ve Ravzayı
ziyarete vardık.
Tur rehberinin Ravza ve çevresi ile ilgili zahiri bilgiler vermesinden
sonra, Terzi Babamız önderliğinde, Selâm sana Ya Resulullah diyerek
Sevgilinin huzurunda boyunlarımızı büktük. Menine-i Münevvere de
geçirdiğimiz o güzel zamanlarda, Hakikat-i Muhammedi namazı, İrfan
Sohbetleri, Cennet-ül Baki, Ashabı Suffa ile hallendik. Hurma bahçeleri ,
çevre gezileri ile ziyaretimiz renklendi. Kabri şerifin kapısının bulunduğu
bölüm çok ender açılıyordu, derviş kardeşlerim ile orada zikrimizi
yaparak Cibril kapısından çıkmak nasip oldu. O güzel yerde küçük bir şiir
lütuf edildi;
--------Bizde senin izinden gitmek isteriz miraca,
Kulum Nidasını bekleriz ya Resulullah,
Seni yakan neydi diyenlere,
Akan Göz Yaşları ile kulum denmesi ya Resulullah,
--------Muhteşem Kabe;
123
Peygamber Efendimize son Selâmlamanın ardından Mekkeye varmak
üzere İhramlarımızı giyerek otobüslerimize bindik. Terzi Babam ile hep
birlikte ilahiler söyleyerek Kabeye vardık. Umremizin her anı ayrı bir
neşe ve güzellikte geçti. Efendim ile sayda-zaman tünelinde yeniden
doğmuş, tarifi ancak güven ve huzur ile açıklanabilecek hali yaşadım.
Kabede ve çevresinde yapılan çalışmalar ve ziyaretimizin tatile denk
gelmesi nedeni ile yoğunluk biraz zorlasada 7 umre yapmak nasip oldu.
Gelmek isteyip de nasip olmayan aile yakınlarım için yaptığım umreler
ile onlarında gönlünü almış oldum. Döndüğümde yeğenim kendisi için
yaptığım umreden hiç haberi yok iken, aynı gece görmüş olduğu
zuhuratı anlatması ayrı bir sevinç oldu.
Kabenin Muhteşemliği, bir yönü ile de insanın bireysel benliğinde
sorduğu soruların cevabını bulması. Terzi Babamın oraya hazırlıklı
gitmek gerektiği sözünü çok daha net anlıyorum. Yazdığı yüzden fazla
eserde apaçık görülüyor. İzinden gitmek bizlere de lütuf edilir İnşallah.
Hiraya giderken şoförümüz İmran kardeşin, çok güzel bir makamda
Tevhid getirerek bizlere eşlik etmesi unutamadığım anlardan.
Dönüşümüzde de Dost İbrahim bizleri Kabeye iletti. Kutsal topraklara
işçi olarak gelen fakir ülkelerin müslüman evlatları, dünyadaki
müslümanların durumu, insanda düşününce biraz burukluk yaşatıyor.
Neden bizlere bu kadar nimet bahşedilmişken ülkeler bu durumda.
Verdiği aklı kullanmaz isen Hüda ne yapsın cevabı geliyor. Terzi Babamın
sürekli üretken hali, hedef edindiğim özelliklerinden bir tanesi.
İslam dünyasının en büyük sorunlarından biri, saplantılardan
kurtulmak ve yeniden hayatın her alanında üretmek. Terzi Babanın
Tasavvuf ekolünün eğitim sistemine entegresi tam anlamı ile inkılap olur
diye düşünüyorum. Mevlam neylerse güzel eyler. İstanbula dönüş
gözüktü, hüzünlüde olsa veda vakti gelmişti. Son sabah namazı sonrası
yaptığım veda tavafında, yağmur namazı ve duasına iştirak ederek 2015
Umresini yaşamak nasip oldu.
--------DOST
Bugün dost yaptığını, yarın hısım ediyorsun,
Tek Dost benim deyip, zahirle uğraşma diyorsun,
Buldum Dostu,
Halilliğini Lütuf Eyle, Ya Hz.Allah,
Nefsleri görür korkarım, oldum diyen şaşkınları,
Eğer varsa istidadımda köçeklik,
Dosta ihanet olmaz,
Hiç verme, Ya Hz. Allah,
Bu can ezelden senindir, tüm Zuhurlarınla Kemaldesin,
Sana bu baş ezelden hizmetkar,
Dost yolunda öleyim,
124
Firavunluğun değil, Ya Hz.Allah,
Geldin gönlümü Evvelce,
Dedin her şey ya senin içinse,
Buldum cevabını Gönül Terzisin de,
Tek sen varsın, Ya Hz.Allah.
------------------(10) Fazıl bulut 2015 Umre
Hayırlı Günleriniz olsun babacığım;
2015 umresi ile ilgili yazım aşağıdadır.
Hürmetle sizin ve validemin ellerinden öpüyorum
Oğlunuz fa…
--------Terzi Baba
Hayırlı günler Fazıl oğlum. hatıra yazıların güzel olmuş ellerine diline
sağlık, dosyasına aktaracağım. Cenâb-ı Hakk idraklerini daha da çok
açsın İnşeallah. selâmlar hayırlı günler hoşça kal Efendi Baban.
--------2015 Umre
2014 yılının bir kavacık sohbetinde Nüket Anneciğim "2015 umresine
sende geliyorsun ona göre hazırlan evlâd" dediğinde ancak "Eyvaallah"
diyebilmiştim. İlk umremi 2005 yılında yapmıştım, o yıllarda bir arayış
içerisindeydim ve Terzi Babamı yeni tanımıştım. Yanıma aldığım Hacc
divanı kitabı ile önce Medine'ye gittik. Gidişimizin ikinci günü
hastalandım ve 18 günlük umrenin 16 gününü hasta olarak geçirdim.
Çok feyizli ve bereketli idi ama dilime şu ilahi takılmıştı "Her ne ararsan
kendinde ara, Kudüs'te Mekke'de Hacc'da değildir"... Tekrar hasta
olursam ve insanlara rahatsızlık ve zahmet verirsem diye korkum vardı.
Bir kere eyvaallah demiştik, Allah'a tevekkül edip korkumu yendim.
O kadar uzun zaman bir göz açıp kapamayla bitti sanki ve
31.01.2015 tarihinde 68 kişilik bir grupla Atatürk Havaalanında buluştuk.
Pasaport kontrollerini yaptırdık. Bu sırada pasaportuma "53" numaralı
damga vurulduğunu gördüm, elhamdülillah dedim. Umre'den asıl gayem
zahiri de olsa Terzi Babamla daha fazla birlikte olabilmekti. Bu yolda rû
be rû olmak herşeyden daha evlâ diye düşünüyorum. Çünkü Terzi
Babam'ın hareketleri ve davranışları da benim için bir o kadar önemli.
Uzun zaman önce kendi kendime uygulamaya çalıştığım bir yöntemim
vardı.
Başıma bir olay geldiğinde yada bir iş yapacağım zaman, acaba
Rasulullah olsa nasıl davranır yada nasıl bu işi yapardı diye düşünürdüm.
Bir süre sonra fark ettim ki Terzi Babamın yaşantısı ve davranışları,
hadis ve siyerlerde okuduğumuz gibi Hazreti Peygamberin davranış ve
125
hareketleri gibiydi. Kalem 68/4 "Muhakkak sen büyük bir ahlâk
üzerinesin", Ahzab 33/21 "Şüphesiz ki Allah'a, ahiret gününe iman
edenlere, Allah'ı çok anan kimseler için Allah'ın elçisinde güzel bir örnek
vardır" ve Mâlik'ten gelen bir Hadis-i Şerifte "Ben güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildim" deniyor. O halde bizim de hayatımızda bu
kadar güzel bir örnek varken her anımızı değerlendirmemiz gerekiyordu.
Efendi Babam Mekke'de namaz aralarında yapılan sohbetler
esnasında bir kaç kez şeriat ile ilgili sorular sordular. Marifet binası
yapılırken, temeli olan şeriat çok iyi bilinmeliydi, daha sonra tarikat
mertebesinde de ahlâk-ı Rasulullah iyi anlaşılmalı ve yaşanmalı ki ancak
bunun üzerine Hakikat ve Marifet binası oluşturulabilsin diye düşündüm... Maalesef iyi bir nefis terbiyesi olmadığı zaman bu binanın nasıl
yıkıldığına birçoğumuz şahit olmuşuzdur. Allah muhafaza eylesin...
Mekke'de yapılan Füsus'ul Hikem, İshak fassı sohbetinde rüyalarla
ilgili mevzuu açıldı. İstanbul'a döndüğümde tekrar bu fassı okudum.
Sonra kitabı kapatıp tefeül yaptım, bu sefer Yusuf fassı gelmişti ki rüya
dersinin devamı niteliğindeydi. İbrahim Peygamberin rüyasını keşfi
mücerred kabul edip, gördüğü rüyayı aynen tatbik etmişti. Efendi
babama keşfi mücerred rüyaları sorduğumda, çok az hatta nadir görülen
rüyalar olduğunu söylemişti. Muhyiddin İbn Arabi Füsus'ul Hikem'de
özetle, bir kişi rüyasında Hazreti Peygamberi görse keşfi mücerreddir
ama bir şey verdiğini ya da bir iş yaptığını görmek yorum gerektirir
diyor. Rüyaların yanlış yorumlanmasının ne kadar tehlikeli sonuçları
olabileceğini düşündüm. Hazreti İbrahim'e lütfedilen koç, ya rüyayı
yanlış yorumlayan kişiye lütfedilmezse ne olur diye düşünüyorum...
Kâbe çevresi inşaat halinde olmasından ve kalabalıktan dolayı sürekli
bir kargaşa halindeydi. Bir an gönlüme şu düştü ki, inşeallah dünyadaki
müslümanların bu kargaşa hali de, Harem'in inşasının son bulması ile
sükun bulur...
Me…. Fa…. Bu….
-------------------
126
GÖNÜLDEN ESİNTİLER
TERZİ BABA
(2015 UMRE DOSYASI)
97
NECDET ARDIÇ
(İKİNCİ BÖLÜM)
İRFAN SOFRASI
NECDET ARDIÇ
TASAVVUF SERİSİ (97)
127
(11) Er…. Aytac
1 Nisan 2015
Selamun aleykum Babacığım
Babacığım kusuruma bakmayın ben bilemedim. Babacığım biz
umreye gitmeden evvelde umrede de bu bilgiler ışığında hazırlanmaya
ve hareket etmeye çalıştık çok da mutmain olduk. Bu yüzden ben de
istifade ettiğimiz şeyleri belirtmek istedim. Yazımı oldukça sadeleştirip,
bunu yaparken de daha evvel unutmuş olduğum bir kaç şeyi de ilave
ettim.
Babacığım diğer bir hususta İnsan-ı Kamil şerhininde bölümleri
tamamlanıyor. Tekirdağ'da belirttiğiniz üzere size bölüm bölüm
göndermiyorum. İnşeAllah sizin de himmetinizle en yakın zaman bütün
bölümleri yapılıp derlenmiş şekilde size göndereceğim.
Hürmetle ellerinizden öperiz.
Ek alanı
2015 umre dosyası son hali.rtf adlı eki önizle
-------------Aleyküm selâm Er…. oğlum. Gönderdiğin yeni dosyanı indirdim şimdi
daha iyi olmuş, evvelki gönderdiğin senin dosyalarının içinde bununla
beraber sana ait olan bir Umre dosyası olsun ileride okur o günleri tekrar
diğer yönleri ile de hatırlasınız herhangi bir zararı olmaz. ikinci
gönderdiğin de diğerleri ile birlikte genel bir dosya içinde sizinde
yazılarınız olan bir dosya olacak bu yüzden daha fazla yazıyı ilâve
edemiyorum doyanın hacmi çok büyüyor bu yüzden okuyanları az da
olsa sıkabiliyor.
Ellerinize sağlık Rabbımıza şükrederiz genelde herkez için bereketli
bir umre oldu hamdolsun Cenâb-ı Hakk mümkün olduğunda gene
herkezle beraber tekrarını nasib etsin İnşeallah
Diğer konuya gelince onu da yavaş yavaş acelesi yok vakit buldukça
tamamlamaya çalışırsınız mümkün olduğu kadar harf ve nokta virgüllere
dikkat etmeye çalışırsınız son kontrollar da onları düzeltmek benim çok
vaktimi alıyor. Ellerinize sağlık Cenâb-ı Hakk dünya ahret işlerinizde
kolaylıklar nasib etsin İnşeallah. Nu…le Annene selâmlar nüket Annenin
de selâmları vardır, Hoşça kalın Efendi Babanız.
1 Nisan 2015 12:36 tarihinde Er… Ay… yazdı
----------Er… Ay… 2015 umre dosyası.
25.01.2015 Pazar günü Efendi babamızın sohbeti için Adapazarı’ndan
İstanbul Kavacığa doğru yola çıktık. Umre için eşyalarımızda hazır
olduğu için tekrar Adapazarı’na dönmeden Haznedar’da ikamet eden
eşimin babasında kalıp ayın 31.01.2015 cumartesi günüde oradan
128
Atatürk Havalimanına ulaşım daha kolay olduğu için o haftayı orada
geçirmeye karar verdik.
30.01.2015 Cuma, Umre hazırlıklarımız son aşamasına gelmişti.
Cuma namazını Fatih’te kıldıktan sonra Fatih’te ki eski çalıştığım büroya
giderek arkadaşlarla helalleştik. Akşam saatlerinde Haznedar’a geldim.
Akşam yemeğimizi yedikten sonra birkaç hafta önce eşim Nu…’de
başlayan tansiyon rahatsızlığı yine zuhur etti. Tansiyonu ilaçta
kullanmasına rağmen bir türlü düşmüyordu. Sabaha karşı evin yakınında
bulunan Medicana Hastanesinin aciline gitmek zorunda kaldık. Doktor
bey bir tansiyon hapı daha kullanması gerektiğini söyledi. Ben de bir
nöbetçi eczane bulup gerekli ilacı aldım ama Nu… çok yıpranmış ve
ikimizde çok uykusuz ve moralsizdik. Üstelik sabah 09:00 kadar
havaalanı dış hatlar B kapısında olmamız gerekiyordu. Gerçekten bir
belirsizlik hakimdi, gidip gidemeyeceğimiz bile belli değildi. Sabah
saatlerine yakın belki bir şeyler yerse açılabilir diye düşünerek
kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı esnasında Efendi Babamızın daha önceden
verdiği evden çıkmadan okunacak duaları yaptık. Nu…. biraz moral
bulmuştu. Birden aklıma bir hadis-i şerif gelmişti; “Hac ve umre
yapanlar Allah’ın misafirleridir. Allah’ta onlara ikramda bulunur.” Hadisi
üzerinde konuştuk. Allah’ın misafiri olmaya gidiyorduk, Allah sonsuz
lütuf ve ikram sahibidir. Hakk kelâmı olunca hamd olsun hem ben, hem
de eşim çok rahatlamıştık.
Beyazıd-ı Bistami Hazretleri; “Sana nasıl geleyim ya Rabbi?” Hakk
Teala cevap vermiş; “Bana bende olmayanla gel ya beyazıd” Mübarek
çaresiz; “Sende olmayan yok ki Allah’ım demiş” İlahi ses duyulmuş
“Bende olmayan acziyettir ya Beyazıd” Hakikaten ben ve eşim acziyet
içerisinde yolculuğa çıkıyorduk.
31.01.2015 cumartesi günü son hazırlıklarımızı da tamamlayıp yola
çıkmak için taksi durağından bir taksi çağırdım. Saat 09:00 olmadan
havaalanı dış hatlara ulaşmıştık. Yavaş yavaş umreye gidecek bütün
arkadaşlar gelmeye başlamıştı. Tur firmasının görevlisi pasaportlarımızı
dağıttı sonra bavullarımızın teslimini yapıp uçak biletlerimizi aldık. Uçak
THY TK0108 saylı 12:15 İstanbul-Medine uçağıydı.
Koltuk numaralarımız eşim Nu…’in 18G, benim 19D idi. Biletlerimizi
aldıktan sonra 13 numaralı pasaport kontrol noktasından geçip bekleme
salonuna girdik. Anlaşılıyordu ki yolculuğumuz (gidiş tarihimiz
31.01.2015) 3+1+0+1+2+0+1+5 = 13’te başlamış 13’ün onayından
geçmiş ve 12:15 olan uçuş saatimiz bir saat rötarla 13:15’te olmuştu.
Bu da gösteriyor ki yolculuğumuz yine 13’te olacaktı.
Uçağa bindikten sonra herhalde bir yanlışlık olmuştu eşim ve ben
ayrı yerlere düşmüştük sonra Doktor Al… hocam sağolsun koltuklarımızı
değiştirebileceğimizi söyledi.
“Bazı bilginler, umrenin farz olduğunu söylerken bir kısmına göre
umre sünnet, bir kısmına göre ise gönüllü bir ibadettir. Umre, ziyaret
demektir. Hakk’ı dince belirlenmiş özellikler ile tanıdıktan sonra, kul
kendisiyle konuşmak isteyebilir. Bu durumda yapılması gereken şey,
129
O'nun evini ziyaret etmektir. Ev ise, namaz kılınabilen her yerdir. Kul,
namaz kılarak Hakka yönelir ve O'nunla konuşur, çünkü ziyaret,
meyletmek demektir ve (ziyaretin mastarı olan) 'zever' kelimesi de
buradan gelir.
Bu bağlamda 'o kavme yöneldi (ve ziyaret etti)' anlamında 'zare
fülan el-kavm' denilir. Kul, hediyelerle Hakkın kendisini ziyaret etmesini
istediğinde oruç tutar ve onunla süslenir ki, Hakkın huzuruna girebilsin.
Kul olarak kendisini ziyaret etmek istediğinde ise, hac yapar. Öyleyse bir
ziyaret gereklidir. Umre farzları yerine getirirken zorunluluk,
müstehaplarda sünnet, nafilelerde ise -şeriatta açıkça sözü edilmemişgönüllü ibadettir. Zikredilen hususlardan hangisi senin üzerinde hüküm
sahibiyse, umre hakkında vacip, nafile veya gönüllü diye hüküm
verebilirsin. Anla!” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Akşam ezanına yakın bir saatte uçağımız Medine’ye Resulullah’ın
şehrine indi. Saat 21:00 gibi otelden çıkıp Mescid-i Nebeviye Resulullah
Efendimizi selamlamaya gittik. Kadınlar bölümü çok kalabalık
olduğundan Nu… yaklaşık 24:44 gibi otele geldi.
01.02- Dün akşamdan anlaştığımız için sabah saat 04:00 gibi
toplanıp sabah namazı için Mescid-i Nebeviye gittik. Saat 06:30 gibi
otele geri döndük. Saat 07:15’te sabah kahvaltısı için otelin restaurant
bölümüne geçtik. Sabah kahvaltısından sonra sıla turizm tarafından
tahsis edilen iki otobüs ile Medine’de ziyaret edilecek yerleri görmek için
yola çıktık. İlk durağımız Resulullah Efendimizin hicreti sırasında
yapımında bizzat kendisininde çalıştığı Kuba mescidini ziyaret ettik.
Mescidin ziyaretinden önce tur firmasının rehberi Kuba mescidi hakkında
bilgi verdikten sonra şöyle bir hadis zikretti. Resulullah Efendimiz
Medine’ye geldikten sonra Medine’de ki ensar; “Ya Resulullah Mekkeliler
istedikleri zaman hac-umre yapabiliyorlar ama biz bunları her zaman
yapamıyoruz, onlardan eksik kalıyoruz dediklerinde Sehl İbnu Huneyf
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim evinden çıkıp Kuba mescidine gelir ve orada iki rek'at namaz
kılarsa bu ona bir umreye bedel olur."
02.02- Saat 03:30 gibi uyandım. Teheccüd ve sabah namazını kılmak
için Mescid-i Nebeviye gittim. Sabah namazından çıktıktan sonra otele
doğru giderken şöyle bir düşünce geçti. Hakikaten burası Zat-i İlâhiyenin
Muhammediyet mertebesindeki tam zuhuru burada insan Muhammediyet’ten başka bir şey düşünemiyor. “İnnallâhe ve melâiketehu
yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû
teslîmâ” (Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salat eder, Ey iman
edenler, sizde ona salat edin ve teslimiyet ile selam verin) ayetinin tam
zuhuru burası çünkü insan burada salavattan başka bir şey
düşünemiyor.
Saat 06:30 gibi Mescid-i Nebevi’den geldim. 07:00 gibi kahvaltıya
indik. Kahvaltıda Efendi babamla aynı masada oturduk. Efendi babama
sabah namazında ki düşüncelerimi sordum. Medine’nin Risalet sancağını
130
taşıdığını ve bundan dolayı burada risalet kokusu her yerde
hissediliyordu. Cenab-ı Hakk’ın Peygamber Efendimiz (S.a.v.)’i Mekke’
den Medine’ye hicret ettirmesiyle ona burada risalet makamını vermiştir.
Şayet Peygamber Efendimiz (S.a.v.) Mekke’de kalmış olsaydı, Kabe’nin
yani Cenab-ı Hakk’ın gölgesinde kalmış olacaktı. Mekke’de Zât,
Medine’de Risalet, Irak Necef’te ise Velâyet sancağı vardır.
Yatsı namazından sonra eşim Nu… ile beraber Mescid-i Nebevi’nin
avlusunda oturup Fütuhat-ı Mekkiyye 5.Ciltten Hac ve umre ile ilgili
bölümleri okuduk. Sonra Selâm kapısından girip Ashab-ı Suffa’da
Hakikat-i Muhammedi namazı kılmak için beklemeye başladım. İçerisi
çok kalabalık olduğundan kapalıydı, bir umutla önünde beklemeye
başladım belki içeri alırlar diye. Bekleyen kalabalıkta gitgide artmaya
başlamıştı, o anda içimden Allah’ım sen dilemişsen hiçbir engel kalmaz
dedim ve pirlerimizden himmet istedim. Sonra içerideki kalabalığı yavaş
yavaş boşaltmaya başladılar ve önümüzdeki perdeyi kaldırdılar. İnsan
seli şeklinde birden bire kendimi içeride en önde safta buldum. Hamd
olsun namazlarımı burada kılmak nasip oldu.
02.02- Saat 12:00 gibi lobide buluşup Efendi Babamızla birlikte
Mescid-i Nebevi’ye öğlen namazını eda etmek için yola çıktık. Bu bizim
aynı zamanda Resulullah Efendimizin huzurundaki fiziksel olarak son
namazımız olacaktı. Namazdan saat:13:30 gibi otele geldik. Sonra
toplanmak için bir saat kararlaştırıp hem abdestlerimizi almak, hem
ihramlarımızı giymek hem de namazlarımızı kılmak için otel odamıza
çıktık.
--------İhram giysisi ile ilgili Muhyiddin Arabi hazretlerinin Fütuhat-ı Mekkiy
ye adlı eserinden okumuş olduğumuz bölümü aktarmak istiyorum;
“Bilmelisin ki, izar ve örtü dikişsiz olduklarında bileşik olmazlar. Bu
nedenle, bileşiklik bulunmadığı için Hakk kendisini bu ikisiyle
nitelemiştir. Bileşik her şey ayrılabilirdir. Kutsi bir hadiste Allah şöyle
buyurur: “Büyüklük ridam (örtü), azamet izarımdır (peştamal)” Burada
Allah dikişsiz iki elbise zikrederek, ihramlı erkeği kendini nitelediği şeye
katmış, aynı şeyi kadın için yapmamışken onu kadına yasaklamıştır.
Kadın da erkek gibi kemale ulaşabilir. Kadın onu giyse, hiç kuşkusuz,
bize göre daha yerinde bir davranış olurdu.
İhramlı manevi bakımdan Hakka maddi olarak ise halk edilmişlere ait
bir nitelikle nitelenebilir. Söz konusu nitelik Hakta büyüklük ve azamet;
halk edilmişlerde ise rida ve izardır. Nitekim oruçlu da Allah’a ait bir
nitelikle nitelenmiştir. Bu nedenle hac, İslâm’ın esasları içinde oruca
bitiştirilmiştir. Azamet ve büyüklük, kulun kalbinde değil, dışında
bulunur. Bazen büyüklük ve azamet insanın niteliği değil, hali de olabilir.
Bu ikisiyle nitelendiğinde, farkında olmaksızın helâk olurdu. Bunlar,
gerekli yerinde insana ait iki hal olduklarında insan kurtulur ve mutlu
olur, bu konuda kendisine teşekkür edilir. Bu ibadetin ilk derecesi,
kendisini meydana çıkaran kulların bileşiklik özelliğinden münezzehlikte
rablerine katılmalarıdır.
131
İhramlı insan, bu ibadete ilk başlarken kemal ve yetkinlik özelliği
kazanır. Bu nedenle biz, ihramlı insanın dikişli bir şey giymesini veya
karşılaşacağı bir sıkıntı yokken başını örtmesini caiz görmedik. Böyle bir
sıkıntı var ve bu sıkıntı örtülecek bir şeyle uzaklaştırılabilecekse, baş
örtülebilir. Sıkıntı yokken başı örten, ibadeti veya haccı yerine
getirmemiş olduğu gibi bir sıkıntı olmaksızın başını örten kişi de fidye
ödemelidir. İlahi mertebeyle ilgili zikredilen sıkıntı ve eza, eksiklik
anlamına gelen bileşikliği Hakk ile ilişkilendirmektir. Allah Teala “Allah’a
eziyet edenler”(Ahzab 33/57) diyerek kendisini “eziyet gören” diye
nitelemiştir.
Bu eziyet Allah adına Es-Sabur ismini ortaya çıkartır. Bir eziyete karşı
Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur! Sabırdaki bu üstünlüğün nedeni,
Allah’ın cezalandırmaya kadir oluşudur. Halbuki Allah onu cezalandırmaz
ve kendisine süre verir. Kul, Allah’ın azametini ve büyüklüğünü göreceği
– ki hadiste izar (peştemal) diye ifade edildi- bir makam yerine
şımarıklık (naz) makamına yerleştirildiğinde, Hakka karşı nazlanır. Bu
davranış tasavvuf yolunda vardır. Kuşkusuz, Musa ile ihtiyarın öyküsü ve
başkaları hakkında bazı hadisler aktarılmıştır. Şalvar, İlahi bir sırdan
ibaret olan avret yerlerini (ön ve arka) örtmek amacı taşır, bu yerler,
eziyet veren şeyin çıkış yeridir. Bu iki yerin örtülmesi, onlara uygun bir
şeyle pekiştirilmiştir ki, o da şalvardır.
Şalvar, bu iki yeri gömlek, izar vb. başka şeylerden daha iyi örter.
Çünkü istikametten sapmak bir eksikliktir ve onun örtülmesi gerekir. Bu
nedenle, meyli nedeniyle “şalvar” diye isimlendirilmiştir, çünkü ilâhi halk
etmede o sır derecesine sahiptir. Allah onu kadını bu kalemin yazdığı
şeyin levhası konumuna indirdiği gibi onu da ilâhi kalem konumuna
yerleştirmiştir. Avret bu büyük mertebe ve yüce konumdan insandan
çıkan büyük-küçük pislikten kaynaklanan çirkin kokuların yeri haline
gelmeye yönelip kendisini bedenden uzaklaştırıcı gücün yolu yaptığı için
“avret” diye isimlendirilmiş, ayıba yöneldiği için de örtülmüştür. Bu
nedenle, gayb âlemine katılmış ve şehadet âleminden perdelenmiştir.
Şalvarlar ile o, görülmez ve görmez. Şu halde şalvarlar onu en iyi örten
şeylerdir. Fakat Hakk izarı tercih etmiştir. Çünkü o kulunu kendi suretine
göre halk ettiği için kendine benzesin diye halk etmiştir.”
--------Saat 14:00 gibi otobüslerde toplanıp mikat yerine doğru yola çıktık.
Gideceğimiz mikat yeri ilk mikat yeri olan Zulhuleyfe’ydi.
İhram için mikat yerleri; Bu yerler, görüş birliği bulunan dört yer ile
görüş ayrılığıyla beş yerdir. Zulhuleyfe, Cuhfe, Karn, Yelemlem ve Zate
Irk’tır. Sonuncu hakkında görüş ayrılığı vardır. Burada Zate Irk’ın Hz.
Peygamber tarafından mı, yoksa Hz.Ömer tarafından mı belirlendiği
hususundaki görüş ayrılığını kastetmekteyim. Bir görüşe göre (mikat yeri
olarak) Akîk de zikredilmiş ve onu Zate Irk’tan daha güvenli
saymışlardır. Bu yoruma göre burası, görüş ayrılığına rağmen altıncı
ihram yeridir. Bu durumda ihrama girme yerlerinin sayısı namazların
sayısına benzer.
132
Sufilerin ilkelerinden biri şudur: Uzun yıllar Allah karşısında ibadet
içinde kalan bir arif, bir an içinde bulunduğu vakitte Allah'tan gafil kalsa,
bu esnada kaçırdığı şey daha önce elde ettiklerinden çoktur. Bunun
sebebi şudur: Sonra gelen her İlahi an, daha önceki anları içerir. Fakat
sayesinde (öncekilerden) farklılaştığı bir özellik bulunur ve bu özellik ile
öncekilerden bir fazlalık elde eder. Bu nedenle, bu görüş sahibi ihrama
girmezden önce, diğer mikat yerine ulaşmada bir beis görmez. Hz.
Peygamber peygamberlerin sonuncusudur.
Zulhuleyfe’de Efendi babamız söyledi bizde sesli tekrar ederek
ihrama niyetlendik ve otobüslerimize binerek âlemlerin Rabbının
huzuruna çıkmak için Mekke’ye doğru hareket ettik. Bir yandan da
“"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne'lhamde ve'n-ni'mete leke ve'lmülke lâ şerike leke" telbiye getirmeye
başladık.
Otobüste Efendi babamızın okuduğu ilahiler, zikirler ve dualar
eşliğinde kalp kabemizden zahirdeki kıblegahımız kabemize ulaştık.
Otelimize ulaştıktan sonra odalarımıza geçmeden akşam yemeği için
restauranta gitmemizi söylediler. Bizim bineğimize güç ve kuvvet
verecek yiyecekleri yedikten sonra bu aynı zamanda Cenâb-ı Hakkın bize
ilk ikramı olmuş oldu.
"Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir. O'ndan birşey
isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse, onları affeder. " (İbn Mâce,
Menâsik, 5).
Otelin lobisinde sözleşip 21:30’da aşağıda buluşmak üzere
bavullarımızı odamıza çıkardık. Oda numaramız 8.kat 61 numaraydı.
Anladık ki 8: Cennet dereceleri. 61:NECDET isminin ebced değeridir.
Sonuç olarak ALLAH (c.c.)’ın NECDET zati mahallinin misafirleriyiz. 8
cennetin derecesini NECDET’te seyir halindeyiz. Onun Celâlindeki
Cemâlinde gark olduk. Yaklaşık olarak saat 22:00 gibi Efendi babamız ve
tur firmasının görevlileri ve arkadaşlarla birlikte umre tavafına başlamak
için toplandık. Tur firmasında görevli hoca efendilerin kısa bilgileriyle
toplu olarak Kabe’nin 2.katında tavafa başlamak için harekete geçtik.
Ben ihramımı otel odasında sağ omuz açıkta kalacak şekilde giymiştim.
Hoca efendi herkesin bu şekilde giymesi gerektiğini söyledi. Bunu
yapmanın sebebi olarak bir hadisi zikretti.
------------------“Hz. Resûlullah, müstesna bir ihtişam ve vakarla, devesi Kasvâ’nınüzerinde Mekke’ye girdi. Müslümanlar, etrafında tecessüm etmiş
nurdan yıldızları andırıyorlardı. Bu yıldızların arasında Server-i Kâinat
Efendimiz, bir güneş gibi parlıyordu. Tam bir intizam ve haşmet içinde
adım adım Kâbe-i Muazzama’ya, Beytullah’a yaklaşıyorlardı. “Lebbeyk
Allahümme Lebbeyk!” nidâları Mekke’nin her tarafına yayılıyor, dağlar,
taşlar bu nurani sadâya cevap veriyorlardı. Müşrikler ise bu kuytu
yerlerde, dağ başlarında adeta bu ulvî sadâya kulaklarını tıkamış, bu
haşmetli manzara karşısında gözlerini kapatmışlardı.
133
Kasvâ’nın yuları Şâir Abdullah b. Revâha’nın elindeydi. Hz. Resûlullah’ın önünde gidiyor ve şu şiirini söylüyordu:
“Ey kâfir oğulları! Resûlullah’ın yolundan çekiliniz!
“Rahmân olan Allah, onun hak peygamber olduğuna dair ayetler indirdi.
“Bütün hayır ve iyilik Allah Resûlünde ve onun yolundadır.
“En hayırlı, en şerefli ölüm de onun yolunda çarpışarak ölmektir!”
Bu ulvî ve nurani manzara arasında Resûl-i Ekrem ve Müslümanlar,
telbiyelerle Beytullah’a vardılar. Resûl-i Ekrem, Mescid-i Haram’a girince,
omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğunun altından alıp sol omuzunun
üzerine atarak sağ omuzunu açtı ve “Bugün, kendisini, şu şirk ehline
kuvvetli ve zinde gösterecek olan kahramanları, Allah rahmetiyle
yarlıgasın, esirgesin!” buyurdu.
Sonra, sahabelere, Kâbe-i Muazzama’yı üç kere koşa koşa ve
omuzlarını silke silke tavaf etmelerini emretti” Zira, Kureyş müşrikleri,
“Yanımızdan çıkıp gittikten sonra Muhammed ve ashabı hastalık ve
yoksulluğa uğramıştır!” şeklinde dedikoduda bulunarak, bir nevi
kendilerini teselli etmeye çalışıyorlardı.
Cenab-ı Hak, bütün bu dedikodularını sevgili Resûlüne bildirdiği için,
o da ashab-ı kirama güçlü ve kuvvetli görünmelerini emrediyordu.”
(Kaynak: Resulullah.org)
------------------Kısa bir tefekkürden sonra sağ akl-ı küll, omuz pazu insanda Allah’ın
güç ve kudret mahalli yani Resulullah (S.a.v.) Efendimiz ashabına siz
Allah’ın akl-ı küllden bahşettiği güç ve kudretin zuhur mahallisiniz diye
müşriklere yani esma-i ilahiyeyi bölenlere göstermiş. Bu uygulama halen
devam etmektedir. Hoca efendiler başta biz arkalarında tavaf etmek için
kabe’ye yöneldik. Kabe’yi gördüğümüz anda ağzımızdan şu sözcükler
döküldü. ” La mevcude illaAllah” ve “Yalnızca sen” diye.
Bu etkileşimden sonra Allah’ta ki seyrimiz başladı. 7 şavt 1 tavafı
Allah’ın lütfuyla bitirdik.
------------------“Kabe'yi tavaf, evin sola alınmasıyla başlar. Ardından, imkan varsa
Hacer-i esved öpülür, sonra ona secde edilir veya kendisine ulaşma
imkanı yoksa işaretle selamlanır ve ondan biraz geride durulur. Öyle ki,
tavafta onun önünden gelebilir. Sonra kendisine varıncaya kadar
yürümek gerekir. Bunu yedi kez yapmak gerekir. Her defasında
Hacer'den önce bulunan Rükn-i Yemani'ye el sürülür, fakat öpülmez.
Kudum tavafında ise, üç şavt koşulur, ardından dört şavt daha koşulur.
Fakat şavtlarda iki Yemen Rüknü arasında biraz yürünür ve şöyle denilir:
'Rabbimiz bize dünyada olduğu gibi ahirette de iyilik ver, bizi ateşin
azabından koru.' Yedi şavt böylece tamamlanır. Bütün bunların Allah
karşısında olduğunu bilen bir kalp ile yapılması gerekir. Kabe'nin
etrafında tavaf eden kişi, bu ibadette 'Arş'ın etrafında tavaf ederek
134
Rablerinin övgüsünü tespih edenlere' benzer. Bu nedenle tavaf ederken
tespih getirmek, hamd etmek ve tehlil getirmek zorunludur. Bunun yanı
sıra Allah'tan başka güç ve kudret sahibi yoktur demek gerekir. Bu
konuda şu dizeleri söyledik:
Bir cisim tavaf eder, kalp de tavaf eder
Bir zat engeller, bir zat ise yüz çevirmez
Çağrılır, bu hal onun süsü olsa bile
O üstün, bilen ve saygın imamdır.
Heyhat, heyhat! Yalan adı beni nasıl şaşırtsın
Kalbim onun gizliliklerinden korkar
(Kabe'deki) Hacer-i esved'in Allah'ın yeryüzündeki sağ eli olmasıdır.
Her şavt esnasında razı olarak ve sevinerek o ele biat ederiz (Rıdvan
biati). Bu sevinç, her şavt'ta lehimizde ve aleyhimizde gerçekleşen
davranışların kabul edilmesinden kaynaklanır. Lehimizde olanlarla ilgili
sevinme ve müjde, onların Allah tarafından kabul edilmesidir.
Aleyhimizdeki hakkındaki müjde ise, onların bağışlanmasıdır. Bir
vakıada, insanlar Kabe'yi tavaf ederken ateşin alevinin onların
ağızlarından uçuştuğunu gördüm. Bu olayı, tavaf eden insanların
uygunsuz şeyleri konuşması diye yorumladım. Sağ ele (Hacer-i esved)
vardığımızda -ki bir taştır- Allah'tan kabul etmesini niyaz eder, ona biat
eder ve kendisine tamlama yapılan sağ elini, sevinç ve müjdelenmiş bir
halde öperiz. Bütün şavtlarda böyle yapılır.
Kabe'de izdiham artarsa -ki bu sınırlı ve duyulur bir surette tecelli
etmesinden kaynaklanır- kendisini öpmek istediğimizi, fakat bunu
yapamadığımızı işaret yoluyla kendisine bildiririz. Artık, kendisini öpmek
üzere sıranın bize gelmesini beklemeyiz. Çünkü bizden böyle bir davranış
istenilseydi, kendisine ulaşamadığımızda ona işaret etmekle yetinmemiz
emredilmezdi. Buradan, istenilen şeyin, yedi şavtta yürümenin tamamlanması olduğunu öğrendik. Bu tavafları, ulaşma imkanı bulduğumuzda
Hacer'i
öpme süresinin dışında herhangi bir duruş bölmemelidir.
Biz Allah'ın sağ elinin genel olduğunu biliyoruz. Onun avucundayızdır ve
bizimle O'nun arasında bir perde yoktur. Fakat sınırlı bir varlık
mazharında ortaya çıktığında -ki taş diye ifade edilir- böyle isimlendirilen
varlığın istidadı, sağ elin onunla ortaya çıkmasıyla kendisini sınırlamış,
sınırlılık ve darlık meydana gelmiştir. Halbuki onun Allah'ın sağ eli
olduğunda kuşku duymayız. Fakat bu Allah'ın bildiği bir tarzdadır.
Böylelikle nispetler ve bağıntılar geçerli olmuştur. Buradan varlıkta
Allah'tan başka bir şey bulunmadığı öğrenilir. Mümkün varlıklar ise,
yokluk hallerinde kalıcıdır.
Onlar, hakikatleri üzerinde Allah için farklılaşmışlardır. Akledilir bir
mekân olmaksızın, Hak onlarda zuhur eder. Böylelikle Allah, mümkün
varlığın suretinde zuhur eder. Söz konusu suret var olsaydı, hiç
kuşkusuz, duyuda o surete göre meydana gelirdi. Varlık durumunun ne
kadar şaşırtıcı olduğuna dikkat ediniz! Öyleyse varlık kazanan şey, varlık
verenin ta kendisidir. Bununla birlikte varlık kazanma, varlıktan başka
bir şeydir ki, o da surettir. Şu halde varlık kazanan zâhir (zuhur eden) ,
135
veren ise varlığın aynıdır. Çünkü zahirin kendisiyle ortaya çıktığı suret,
gerçekte mazharın suretidir. Öyleyse zahir ile ilişkilendirilen her hüküm,
ondan meydana gelir. Zahir ise, zuhur ederek mazhara kendisine etki
etme hükmü kazandırır. Bu hüküm, daha önce kendisine ait değildi,
çünkü 'Zâhir vardı ve mazharın suretinde tecelli ve suret yoktu.' ” (İbn
Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
------------------Sonra Makam-ı İbrahim’in ardında iki rekat namazımızı eda ettik.
Sonra Safa ile Merve arasında say etmek için görevliler eşliğinde
Safa’ya geldik. Start Safa’dan başlayıp Merve’ye doğru bir yolculuk yani
1 tavaf yedi şavt kişinin yedi nefs mertebesinde kendi enfüsündeki
safiyete kavuştuktan sonra İbrahim Makamının ardında kılınan iki
rekatlık namazla Cenab-ı Hakk’ın dostluk makamını kazanmış oluyor.
Safa ve Merve arasıda insanın Cenab-ı Hakkın sıfatlarıyla sıfatlanması
mahalli ve o yüzden Safa ile yani safiyetle başlıyor. Allah’ın sıfat-ı
subutiyesinin birincisi Hayy yani hayat sıfatıdır. Safi bir şekilde beşeriyet
bulaşmamış şekilde Hayy bulmak için bizde ilk Say’da Hakkın bahşetmiş
olduğu Hayy sıfatıyla sıfatlanarak Merve’ye doğru say etmeye başladık.
Kendi tefekkürümüzce her say’da Cenab-ı Hakkın bir sıfatıyla, sıfatlanma
hali içerisine girdik.
Safa-Merve arasındaki 4.say’da Efendi babamız bize bir sıkıntı olup
olmadığını sordu. Bizde yanına yaklaştık ve kısa bir sohbet başladı.
Efendi babamız umrenin son aşaması olan saçın kesilmesi veya
kısaltılmasının nedenlerini anlattı. Bende daha evvel bir hadis-i şerifte
Efendimiz (sav) “ Allah’ım! Tıraş olanları bağışla (mağfiret etmek,
örtmek).” Bunun sebebini sordum. Efendi babamızda saçını tamamen
kesenlerin nefs-i emmarelerini kesmek olduğunu saçını kısaltanların
daha üst nefis mertebelerinde olabileceğini söyledi. Birde Efendi
babamıza bir zuhuratımı anlattım;
Bir topluluk içerisindeyim. Bunların içerisinde tanıdık olarak eşim
Nu… ve Mu… hoca var. Evvela Mu… hoca bir konuşma yaptı ve Nu…’e
Terzi babanın kitaplarını okuyalım dedi. Nu….’de evet dedi. Sonra o
dışarıya çıktı. Başka birisi konuşmaya başladı. Elinde küçük bir kitap
vardı. O kişi konuşurken bende elimdeki küçük kitaba baktım. Kitapta
dikkatimi çeken bir kelime oldu. Musahhar veya muhassar diye bir
kelime sonra bu kişi Hz.Ali’den bahsetmeye başladı. Hatta
çocukluğundan 3 yaşından anlatmaya başladı. O anlatırken birden bire
bir film şeridi gibi bir liste geçmeye başladı. Hz.Ali birinci sırada onun
arkasından Efendi babanın ismi 2. sıradaydı ve aşağıya doğru
tanımadığım isimler vardı.
Bu listeyi gördükten sonra içimden Efendi babamın ne kadar yüksek
makamı varmış diye geçirdim. Oradaki musahhar kelimesinin anlamını
sordum. Efendi babamızda musahhar; yani tesir altına alınmış
sihirlenmiş, büyülenmiş anlamlarına geldiğini ama buradaki sihrin
büyünün üç harflilerin etkisiyle değil ilahi tesir altına alınmış yani Hakkın
her zerreye tesiri gibi mesela suyun süngere tesiri gibi her zerresine
136
tesir. İşte eşyanında bizlere böyle musahhar kılındığını anlattı. Yani eşya
mutlak bir itaat halinde. Sohbet öyle bir tatlıydı ki Cenab-ı Hakkın bizlere
ikramıydı Efendi babamız. O an şunu idrak ettim. Bir hadis-i şeriflerinde
Efendimiz (sav) “Kim ki ilim ile diridir, o ebeden ölmez” diye. Çünkü
sa’yın sonuna gelmiştik nasıl geçtiğini anlamadım. Bizlere bunu
kolaylaştıran Rabbımıza şükrederiz. Bir de Efendi babamızla sohbet
esnasında şunu idrak ettim. Kişinin saçını yani nefsini mürşidi kesmesi
gerekir. Bende Efendi babamıza benim saçımı zahirde de kesmesini
istedim. O da Allah ondan razı olsun saçımı kesti. Benimde eşim Nu…’in
saçını kesmemi istedi. Kadın tasavvufta nefsin sembolüdür, erkekte aklın
sembolüdür. O zaman aklın nefsin üzerinde hakim olup onu kesmesi
(etkisini azaltması) gerekir. Bu haller içerisinde biraz da fiziksel olarak
yorgun bir halde otelimize döndük. Beden bineğimiz gerçekten çok
yorulmuştu. Sonraki günlerde bizleri yine taşıması için onu biraz
dinlendirmemiz gerekiyordu. Otel odamıza geldikten sonra biraz
eşyalarımızı toparlayıp gaybımıza çekildik. Saatte zaten gece 1’i
geçmişti.
------------------“Müslim, Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini aktarır: Hz. Peygamber şöyle
demiştir: 'Allah'ım! Tıraş olanları bağışla (mağfiret etmek, örtmek).'
Sahabe şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Peygamberi! Saçını kısaltanlara da (dua
et!)' Hz. Peygamber 'Allah'ım tıraş olanları bağışla!' Sahabe 'Ey Allah'ın
Peygamberi! Kısaltanları da' deyince, Hz. Peygamber 'kısaltanları da'
diye karşılık verdi. Sahabe, Şari'nin tıraş olanlar için mağfiret dilemedeki
maksadını anlayamamıştır. Onlar, saçlarını kazıyıp başları ortaya
çıkanlardır. Bu nedenle Hz. Peygamber çıplak kalan başlara bir sevap
olarak 'örtülmelerini' Allah'tan istemiştir. Kısaltan ise, bu durumda
değildir. Sahabe Peygamberin maksadını anlamayınca onlara dönerek
'kısaltanları da' demiştir. Çünkü Hz. Peygamber 'İnsanlara akıllarının
ölçüsüne göre hitap ediniz.' demişti. Başka bir ifadeyle, reddetmemeleri
için hitabı anlayacakları şekilde söyleyiniz.” (İbn Arabi Fütuhat-ı
Mekkiyye)
------------------03.02- Sabah namazlarımızı eda ettikten sonra hazırlanıp Kabe’ye
tavaf yapmak için geldik. Tavafa başladık tavafın sonlarına doğru eşim
Nu… Rükn-ü şami ile Rükn-ü yemani arasında hıçkıra hıçkıra ağlamaya
başladı. Şavtların birinde önümdeki bayanın elindeki kitap “53”
sayfadaydı o sayfadaki zikirde “Sübhânallâhi velhamdü lillâhi velâ ilâhe
illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil-azîm.”
Yazılı olduğunu gördüm ve bunun Efendi babamızdan bir işaret
olabileceğini düşünerek bu zikri yapmaya başladık. Son şavtımızı da
tamamladıktan sonra Makam-ı İbrahim’in açıldığını gördük ve hemen
orada tam arkasında namazlarımızı kıldık. Daha sonra öğle namazının
vakti yaklaştığı için Nu…’e bayanların namaz kılabileceği bir yer aramaya
başladık ama yerlerde dolu olduğu için görevlilerinde ikazıyla aşağılara
doğru gitmeye başladık en sonunda geldiğimiz yer Safa’nın başladığı yer
oldu. Nu… orada bir yer bulduktan sonra bende kendime yukarıda namaz
137
kılmak için yöneldiğimde görevliler dışarıya çıkmama izin vermediler. Ne
kadar onlara “Salah salah” dediysem de namazı orada kılmamı işaret
ettiler. Bende seccademi yayıp namazımı beklemeye başladım. Bu sırada
dikkatimi çeken Safa’nın başladığı yerde namaz kılacak olmamızdı. Yani
güzel bir tavafın ikramı olmuştu bu safa yani safiyet hali.
Namazdan sonra tekrar tavafa başladık. 7 şavtı tamamladıktan sonra
biraz yorulmuştuk otelimize dönmek için giderken daha Kabe’den
çıkmadan Efendi babamıza ve Nüket annemize rastladık. Efendi babamız
oturmuş yazılarını yazıyordu. Bu yaşadığımız halleri Efendi babamıza
anlattıktan sonra Efendi babamız benim işaret olarak algıladığım 53.
sayfadaki zikri yani “Sübhânallâhi velhamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü
vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil-azîm.” Bu zikri
iseviyet köşesinden Muhammediyet yani hacerül esvede kadar
zikretmemiz gerektiğini söyledi.
04.02-Sabah namazından sonra saat yaklaşık 06:30’da kahvaltı için
otelin restaurant bölümüne indik. Dün Fazıl kardeşimiz bizi telefonla
arayarak bugün için sabah saat 07:30’da otelin önünde toplanıp tur
firmasının rehberleri eşliğinde Mekke turu olacağını söyledi. Biz de kahvaltımızı tamamladıktan sonra odamıza çıkıp tekrar abdest tazeledikten
sonra aşağıya buluşma noktasına indik. Tur firmasının tahsis etmiş
olduğu otobüsler geç geldiği için bizde bir müddet arkadaşlarla sohbet
ettik. Otobüsler geldikten sonra otobüslere binip tura çıktık. İlk
durağımız Sevr (mağara) dağı oldu sonra sırasıyla Arafat, Müzdelife,
Mina şeytan taşlama mahalli ve havf mescidi oldu.
Bu gezide son gidilen yer Nur dağı ve Hira mağarasını uzaktan
gördükten sonra otobüslerimizle tekrar otele döndük.
“Yazıda “Elif” okunuşta “Ba” ile Başlayan Mutlak Zât’ın kendinden
kendiyle kendine olan seyri “B’İSMİ ALLAH”
‫اﺑﯿﺴﻤﻲ اﻟﻠّ ٰ◌ﮫ‬
“‫”ﮫ ه‬
Hüviyet
He’sinin kendi Zâtında mevcut olan velâyet vav’ının
aşikar olmasıyla âlemlere dönük yüzü kendi içinde Zât’ından sıfatına
tenezzül etmiştir. Baş ve son aynıdır düşüncesiyle “Huvel evvelu vel
âhiru vez zâhiru vel bâtın”(Hadid 3.Ayet) Hu’yu başa taşıyıp zatındaki ve
sıfatındaki muhabbeti açığa çıkaracak Vahdet aynası “Ba” yı idgam
edersek “HUBB”
ّ‫ھﻮب‬
Dolayısıyla Evvel ve Ahir olan yalnız HU’dur. Bundan dolayı sonda HU
varsa başta da HU vardır. HUBB=Muhabbet. Tek gözlü olan Hüviyet
He’side yüzünü alemlere dönünce kendi içindeki sıfat Vav’ıyla çift gözlü
hale gelip zâtını sıfatıyla perdeler .Bunu şekil üzerinde izah edelim.
138
Hu ile başlayan tenezzül kendi zât’ında “an”da olmuş ve yine Hu ile
kendi cemalinde gark olmuştur. ”Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye
muhabbet ettim…”Bu Zâti muhabbetin alemlere dönük yüzü, Kendi
Cemalinde gark olmuş mutlak Zât, Cemalini Hakikat-i Muhammedi
aynasında seyreder.
“levlâke levlâke lemâ halaktu’l-eflâk” Sen olmasaydın, sen olmasaydın
alemleri halk etmezdim.
‫ھﻲ‬
“B’İSMİ ALLAHİ” lafzındaki “Hİ”
Bu muhabbetin yani velayetin
“Vav”ının, Risalet “Ya”sına dönüşerek alemlerde zuhur bulmasıdır.
Dolayısıyla bu ilahi muhabbette üç makam oluştu. Mutlak Zât (BenHayy-Hayat) – İlim (Gizli hazine) – Hakikat-i Muhammedi (İrade’nin
açığa çıkışı) bunları aşikar edecek kuvvet kudret “Ra”sıyla birlikte
tenezzülün bu mertebedeki ismi
‫ھﻲ اﻟﺮ‬
(HİRA) olur.
Küçük bir dipnot: Hira Mağarası Risaletin açığa çıktığı yani; Cenab-ı
Hakkın ilim, irade sıfatlarının Cibril mertebesindeki kudret vasıtasıyla
açığa çıktığı mahal. ”İKRA” (Oku) mevcut potansiyelin Kelam sıfatıyla
açığa çıkışı batındaki oluşumları alemlerde zahiren ortaya çıkardı.
َ◌ّ‫ھﻲ اﻟﺮ‬
HİRRA
Kudret “Ra”sının şeddelenmesi İlim-İrade-Kudret sıfatlarının bir
yönünü Hakk’ın zatına bir yönü Hakikat-i Muhammedi aynasında
alemlere dönük yüzünü göstermiştir.
HİRRAH
139
Hakikat-i Muhammedi aynasından yansıyan kudret çıkarmak istediği
manayı kelâm sıfatıyla zuhura çıkardı.
“İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn”
Biz,bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman ona sözümüz yalnızca “Ol”
dememizdir. O da hemen olur. Dolayısıyla kudret’e konu kelam sükun
halinde olması gerekir ki, kudret’e bitişebilsin. Nefes’te gerçekleşen
birleşme hayali’dir. Ses’te
okunuşta sağlanan birleşme yazıda
olmamıştır. Kelam’da açığa çıkmaya başlayan Kelimeler hayali suretler
oluşturur. Hakk’ın manası alemlerde hayal kuvvesiyle zuhurda suret
kazanır.
HİRRAH
“Ha” harfinin şeklini inceleyecek olursak
noktadaki tecelli “Hakikat-i Muhammedi” âlemlere genişleyip yayılmıştır.
”Ben Allah’tanım, mü’minler benim nurumdandır. ”Hadis-i Şerifi bunu
açık bir şekilde ortaya koymuştur. ”Hu” Allah adıyla açığa çıkardığı
alemler Hakikat-i Muhammedi noktasında toplandıktan sonra alemlerde
tafsile gelmiştir.
(RAH)
Kudret Ra’sıyla kelâm Ha’sının birleşimi anında Elif kendini gizlemiştir.
Not: Her fethalı harfin arasında gizli Elif vardır.
Dolayısıyla oluşan tecellinin zâti bir tecelli olduğunu zâtını Hakikat-i
Muhammedi’de perdeleyip oraya tenezzül etmiştir.
140
َ‫ھﻲ اﻟﺮّ◌َ ﺣْﻢ‬
HİRRAHMA
Hakikat-i Muhammedi mertebesinde oluşan Kelam-ı İlahi mananın
zuhura çıkması için kelimenin ifade ettiği manayı açığa çıkarmak için
kendine uygun suretler oluşturdu.
‫ م‬MİM
Melekut alemi,
‫ﺣﻢ‬
HA-MİM
“Bana Cevamiül Kelim verildi.” Burası Kelam’ın işitilme makamıdır.
İşitilen her bir kelam görünmek istedi. Melekut “Mim”inin “Nun”a
sarkmasıyla “Mim”le “Nun” birleşmiştir.
‫ﻣﻦ‬
(MAN)
Böylece Halk ediliş mahalli Ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığı
bütün bunlar ”Nun”a yerleştirilmiştir.
Nun, görünen yani cisimdir. Nun harfindeki dairenin alt yarısı görünen
fiili simgeler. Nokta’sı orta alemin simgesidir. Dairenin bize görünmeyen
kısmı Gaybımızdır. Çünkü bizim görmemiz fiilidir.
141
‫ﻣﻦ‬
“MAN” MİM’İN NUN’A BİTİŞMESİ
“MAN” İfadesinde gizli Elif vardır. Elif Zât’tır. Mim ve Nun birleşsin diye
‫ﻣﺎن‬
Elif gizlenmiştir. Elif gözükseydi
aralarına Elif gireceği için Mim’in
eğrisi Nun’a bitişmezdi.”Göklerin, yerin ve o ikisinin arasında
bulunanların Rahman’ı dır .Elif’e işarettir. Bütün oluşumdan irade Elif’tir.
Mim gökleri, Nun yeryüzünü ifade eder. Şayet Elif, Mim ve Nun arasında
ortaya çıksaydı birleşme Mim’le olup Nun yok olurdu. Er-Rahman ismine
‫اﻟﺮ‬
dikkat edilirse, Elif, Lam, Ra yani İlim, irade, kudret
zuhura
çıkışlarında ayrılmaz şekilde batıni nitelikler olarak bir aradalar. Aynı
şekilde Ha,Mim,Nun yani Kelam,İşitme, görme
‫ﺣﻤﻦ‬
zuhura çıkışlarında birbirlerinin kemalatını tamamlayıcı şekilde zuhura
gelirler.
Buraya
kadar
bahsettiğimiz
besmele
içerisindeki
Rahman,
Zâttır.
‫ال‬
Sebebine gelince yazılışta besmele içerisinde
“EL” belirlilik takısı
gözükse bile Rahman isminin Allah ismine bağlantısı “HE” hüviyet
harfiyle bağlandığı için yani; HİR RAHMAN bağlantı He harfiyle olmuş
B’İSMİ ALLAH ER RAHMAN olarak gelmemiştir.Dolayısıyla Besmelenin
Kelâmında B’İSMİ ALLAHİRRAHMAN’dır. Allah Rahman’dır.“İster Allah
deyin ister Rahman…” ayeti ile “Allah Adem’i kendi suretinde halk
etmiştir.(ADEM zatındandır)
‫ال‬
Rahman ismi,
“EL” belirlilik takısıyla Er-Rahman olduğunda
oluşturduğu özel anlam sebebiyle sıfattır.”Allah, Adem’i Rahman suretin
de halk etmiştir. Hadis-i şerifte bahsedilen hususiyette Adem, Allah’ın
Zatından başlayıp Er-Rahman oluşundaki sıfatlarla sıfatlandırılmıştır.
(B’İSMİ bir anlamda Adem’dir.) Adem kemalatı yönüyle Allah isminin,
cismani yönüyle Er Rahman isminin görünme mahallidir.
142
Diğer bir hususiyette Elif, Lam, Ra yani İlim, irade, kudret Batıni
niteliklerinin açığa çıkarıcısı Ha, Mim, Nun (Kelam, İşitme, görme) zahiri
niteliklerinin (sıfatları) sayı değerlerine bakarsak;
HA=8
MİM=40 ELİF=1 NUN=50
8+40+1+50 = 99 Eder ki sıfatlar 99 Esma-i İlahiyeyle zahirde fiile
çıkar.”
Otelde biraz dinlendikten sonra Kabe’nin karşısındaki bir alışveriş
merkezinden kendime 2 adet Afgan takım satın aldım. İki takım için 140
Riyal verdik. Burada fiyatlar böyle şeylerde daha uygun. Otele paketleri
getirdikten sonra akşam yemeği için otelin restaurant bölümüne indik
menü gerçekten çok zengin. Rabbımıza ikramlarından şükrederiz. Daha
sonra yatsı namazı için Kabe’ye gittik. Burada hemen hemen her
namazdan sonra cenaze namazı var. Ben de mümkün olduğunca iştirak
etmeye çalışıyorum. Namazlarımızı eda ettikten sonra eşim Nu…’le
buluşup biraz tefekkür ve Kabe’yi seyretmek için en üstteki tavaf yerine
çıktık. Tavaf yerini çevreleyen yerler cam olduğu için oturarak aşağısını
seyretmek çok daha güzel oluyor.
Hakikaten hadiseleri bir üst mertebeden anlayabilmek için miraç
etmek gerekiyor. O zaman aşağısının resmi bizlere daha aşikar hale
geliyor. Ancak miraç ettiğimiz zaman Allah’ta seyr başlıyor. Aşağıya
baktığımız zaman renk renk, çeşit çeşit kimi bağırıyor, kimi sükut edip
tavaf ediyor velhasıl burası Allah cami ismindeki isimlerin hali gibi. Her
ismin zuhuru var. Celal var, cemal var. Celal’de Cemal var. Ama bütün
bunları seyredebilmek için cemal gerekiyor. Burada içime bir huzur,
sükunet geldi. O kadar kalabalığa itiş, kakışa, çatışmaya rağmen sakin
olarak sadece Allah’ta seyr halindeyim.
05.02- Sabah 03:00 civarlarında kalkıp abdest alıp hem teheccüd
namazını hem de sabah namazını eda etmek için otelimizden çıkıp
Kabe’nin yolunu tuttuk. Sabah namazını museviyet mertebesinin
köşesine çok yakın bir yerde ettim. Medine, Mescidi Nebevi’de namaz,
Kabe’de tavafın, çok ayrı bir yeri var.
------------------“Rasûlullah (sav.) "Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi; kadın
ve güzel koku ve namazda gözümün nûru kılındı” hadis-i şerifindeki Ya’nî
Resûlûllah (s.a.v.) Efendimiz “Bana dünyânızdan üç şey sevdirildi…”
hadîs-i şerifînde “sevdirildi” kipini mechûl olarak söyleyip üç şeyin
kendisine Cenâb-ı Hak'tan sevdirildiğini beyân eylediği gibi “kılındı” kipini
de aynı şekilde mechûl olarak söyleyip namazda olan göz nûrunun kendi
tarafından değil, Hak tarafından kılındığını beyân buyurdu. Ve kılmayı
kendine bağlamadı. Çünkü Hakk'ın namaz kılana olan tecellîsi, namaz
kılanın yapmasıyla değil, belki Hak tarafından olmuştur. Namaz kılana âit
olan şey, ancak Hakk'ın tecellîsini kabûle isti'dâdının olmasından
ibârettir. Nitekim bir kimse karşısında bulunan aynaya tecellî etse, onda
görülen sûret ayna tarafından değildir belki bakan tarafındandır. Ayna
tarafından olan şey, kendisine aksedeni kabûle isti'dâdının olmasından
143
ibârettir. Çünkü kesîf bir duvara karşı duran kimsenin sûreti tabi'ki o
duvara yansımaz; çünkü duvarda bu isti'dâd yoktur. Böyle olunca
Hakk'ın müşâhedesi ve tecellîsi, Hakk'a dönüktür, kulun yaptığı bir şey
değildir. Ve Hakk'ın namaz kılana olan tecellîsinin, Hakk'a dönük
olduğunun delîli budur ki: Hak Teâlâ bu sıfatı, ya'nî namazda kendi
tarafından tecellî ve müşâhede olmasını kendi nefsinden zikretti.
Çünkü Resûl (a.s.)’a Hak tarafından: "Ben senin gözünün nûrunu
namazda kıldım" hitâbı şerefle ulaşmasaydı, (S.a.v.) Efendimiz, kılmayı
Hakk'a isnâd ederek "Benim gözümün nûru namazda kılındı" buyurmaz
idi. Bundan dolayı namaz kılana olan Hakk'ın tecellîsi Hak tarafından
olmasa idi, Hak Teâlâ bu sıfatı kendi nefsinden zikretmez ve elbette
Hak'tan namaz kılana tecellî olmaksızın, sâdece namaz ile emrederdi. Ve
bu şekilde de kul, Hakk'ın tecellîsine ve müşahedesi ne nâil olmaksızın
namazı edâ eder ve namazda kendisi için göz nûru hâsıl olmaz idi. Şimdi
Hakk'ın tecellîsi, Hak tarafından lütuf ve ihsân yoluyla olduğu zaman,
namazda olan müşâhede de, lütuf ve ihsân yoluyla olur.
İşte (S.a.v.) Efendimiz gerek tecellînin ve gerek müşâhedenin lütuf
ve ihsân yoluyla olmasına işâreten “Gözümün nûru namazda kılındı”
buyurdu. Yoksa "Namazda gözümün nûrunu ben kıldım" veyâhut "Hak
Teâlâ vâcip oluş yoluyla kıldı" demedi. Ve namaz ise ancak mahbûbun
müşâhedesinden ibârettir ki; müşâhede esnâsında da muhabbet edenin
gözü, mahbûbunun cemâlinde karâr eder. Ve "kurretü'l-ayn ya’nî göz
nûru" "istikrâr"dan, ya'nî "karâr"dan türemiştir. Çünkü bir kimse
sevdiğini gördüğü zaman, gözü onun cemâlinde dikilir kalır. O seyir
lezzetinden mahrûm olmamak için, gözünü başka bir tarafa çevirmez.
Bunun için "karîrü’ü-ayn" "mutlu" ma'nâsında kullanılmaktadır. Çünkü
her mutlu olan kimse, gözünü kendini mutlu eden şeye diker ve kendine
mutluluk veren sevdiğinden başkasına meyletmez.
Türkçede "gözü aydın olmak" derler. Şimdi göz mahbûbun
görülmesinde karar kılınca, muhabbet eden mahbûb ile berâber bir
şeyde ya'nî sûrî görünme yerlerinden bir şeyde, mahbûbun dışında bir
şeye bakmaz. Nitekim Mûsâ (a.s.)a ateş sûretinde tecellî edici olmuş idi.
Ve aynı şekilde bir şeyin gayrısında ya’nî sûrî olmayan zevkî ve ma’nevî
zâtî tecellîler gibi olan bir şeyin dışında mahbûbun gayrına bakmaz.
Çünkü göz ma'şûkun cemâlini seyretmede sâbit ve karar kılmış olduğu
zaman, ma'şûka mensûp olan başka bir şey bile olsa o seyirden ayrılıp o
şeye bakmaz. Eğer bakarsa o seyirden mahrûm kalır. Çünkü göz iki
şeyin seyri arasını birleştiremez. İşte namazda muhabbet edenin gözü
mahbûbun müşâhedesinde karar kılmış olduğundan dolayı Hak Teâlâ
hazretleri, namazda kıblenin veyâ secde mahallinin dışında olan yerlerle
ilgilenmeyi yasakladı.
Çünkü bu mahallerin dışında bir şeye bakmak, kulun namazından
şeytanın kaptığı bir şeydir. Ve namaz kılanın bu ilgisi şeytanın kendisine
Mûsâllat olmasına fırsat verir. Sebebi şudur ki: Namaz kılan başka bir
yere baktığı zaman bakışına birtakım sûretler takılır. Şeytan o sûretlerin
kalbine olan te'sîrleri vâsıtasıyla bozuk fikirler aktarır. Örneğin namazda
iken gözü gelip geçenlere takıldığında, güzel bir kadın görür. İlâhî
144
huzûrda şeytan o sûret vâsıtasıyla şehevânî hislerini harekete geçirir.
Tabi'ki o namaz, namaz olmaz. Bundan dolayı namaz kılanın kendisini
şeytan ve nefsin ayartmalarından ve tahrîklerinden korumak için
kıblesine veyâ secde yerine bakması zorunludur. Aksi halde onu
mahbubunun müşâhedesinden mahrûm eder. Belki eğer Hak, bu
namazda başka mahallere bakan kimsenin mahbûbu olsaydı, namazında
zâhir ve kalb yönü ile kıblesinin dışında bir şeyle ilgilenmezdi. İnsan bu
hâs ibâdette ya'nî namazda, bu mesâbede midir, değil midir? Ya'nî
Hakk'ı kıblesinde hayâl edip yukarıda îzâh edilen ilâhî hitâpları işitiyor
mu, yoksa işitmiyor mu? Kendi nefsinde hâlini bilir.
Çünkü insan nefsine basîret üzeredir. Ve onun kendi nefsine ilmi,
diğer ilminden daha kuvvetlidir. Gerçi insan şöyle oldu, böyle gitti de
bunu yapamadım gibi nefsi tarafından bir takım ma'zeretler gösterirse
de, bu ma'zeretlerinde doğru mudur, yoksa yalancı mıdır? Kendi kendine
yargılarsa doğruluğuna ve yalancılığına hükmeder. Çünkü hiçbir kimse
kendi hâlini bilmez değildir. Çünkü herkesin kendi hâli zevkîdir. Kişi
kendi nefsini herkesten daha iyi bilir.” (Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi
Ahmed Avni Konuk)
------------------Medine’de Mescid-i Nebevi’de eda edilen namazlar bir başka oluyor.
Sabah namazının çıkışında eşim Nu…’le buluşup kahvaltı için otelin
yolunu tuttuk. Kahvaltımızı yaptıktan sonra biraz da yorgun olduğumuz
için biraz istirahat edip daha sonra öğlen namazından önce hem tavaf
edip hem de namazı eda etmek için alarmı ayarladık ve gaybımıza
çekildik. Saat 10:00 civarlarında kalktıktan sonra hazırlanıp Kabe’nin
yolunu tuttuk. Geleli çok az gün olmasına rağmen insan buraya çok
çabuk alışıyor. Sanki insan hep buradaymış gibi. Zaten de öyle esasında
insan, Allah’ın zatında ezeli bir varlık. Dolayısıyla zati tecellinin en yoğun
olduğu yer olan Kabe’yi vatanımız hissetmemiz gayet normal. Kabe’ye
geldikten sonra en alt kattaki tavaf yerinden niyetlenerek. Tavafımıza
başladık, daha 1. şavtı tamamlamadan Nu…’le daha önce konuştuğumuz
için şartlar da müsait olduğu için Kabe’nin Hicr yerine girdik.
“Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Kabe'nin içine girmeyi ve orada
namaz kılmayı çok arzu ederdim. Resûlullah (s.a.v) elimden tutup beni
Hicr'e soktu ve (şöyle) buyurdu: "Beyt (-i Şerif)e girmek istiyorsan,
Hicr'de namaz kıl. Gerçekten O, Beytten bir parçadır. Fakat senin
kavmin, Kabe'yi bina ettikleri zaman (Beyt'in ölçülerini) kısalttılar, Hicr'i,
Beyt'in dışında bıraktılar."
Ben Nu…’in yanında insanlar ona çok rahatsızlık vermesin diye
durdum. O da iki rekatlık namazını eda etti. Oradan çıkıp tavafımızı
tamamladık. İki rekat makam-ı İbrahim’in arkasında tavaf namazımızı
eda ettikten sonra Nu…. daha çok vakit olmasına rağmen yer bulabilmek
için bayanların namaz kıldığı yere gitti. Ben yine tavafa niyetlendim.
Tavafın 1. şavtında ben de Kabe’nin Hicr yerine girerek evvela oturarak
ta olsa iki rekat namaz kıldım. Sonra tam oradan ayrılacakken sanki bir
şey beni tuttu. O sırada güvenlik görevlileri öğle namazı için Hicri
145
boşaltmaya başladılar ama bana nedense dokunmadılar. Artık etrafım
iyice boşalmıştı ve en ön saftaydım. Yanıma gelen güvenlik görevlisine
iki işaretini yapıp “salah” dedim. O da müsaade etti. En ön saftaydım
hem de etrafımda kimse yoktu. Sonra ayrılırken güvenlik görevlilerinden
bir tanesine teşekkür mahiyetinde “Cezakallahu Hayran Türki” dedim çok
memnun oldular “Mea selameh” dedikten sonra oradan ayrıldım. Öğlen
namazının farzını kılmak için safa katıldım. Bulduğum yer İseviyet ile
Muhammediyet mertebelerinin arasında 2. saftı.
Tavaf esnasında bu iki köşede çok büyük izdihamlar yaşanıyor, ama
iki köşenin arasında bir sakinlik hakim. Bu biraz da şuna benziyor; kişi
büyük çalışmalar neticesinde İseviyete yani fenafillaha ulaştıktan sonra
yani kendi var zannettiği varlığından soyunduğu zaman Muhammediyet
mertebesine ulaşana kadar kimliksizlik yaşar ama bu hal fazla sürerse
Kabe’nin duvarına yapışanlar gibi kala kalır. Hareket edemez,
Muhammediyet mertebesine çıkabilmesi içinde bir sultan güce ihtiyacı
vardır. Çünkü oraya ulaşmak zata yükselebilmek için yardıma ihtiyaç
vardır.
06.02- 03:00 civarlarında hazırlanıp hem teheccüd namazlarımızı
hem de sabah namazımı kılmak için Kabe’nin yolunu tuttuk. Nu…’in
belindeki rahatsızlıktan dolayı sandalyede kılmak zorunda. Alt tavaf
alanında kadınlar bölümünde ona bir sandalye bulduktan sonra o hem
namazlarını hem de günlük dersini yapmak için orada kaldı. Ben de
evvela uygun bir yerde namazlarımı eda ettikten sonra tavafa katıldım.
Sonra Hicrin içine girdim. Uzun bir müddet orada kalıp günlük derslerimi
yapmaya başladım. Sonra sabah namazı için görevliler orayı boşaltmaya
başladıklarında önümdeki alan hem açıldı hem de rahat bir hale geldi.
Ben de görevliden müsaade isteyip birinci safta hacet namazı kıldım.
Hacetim Hacer’ül Esved’i hiç görmemiştim. Hacet namazını orada
kıldıktan sonra sabah namazı için kendime uygun bir saf bulmaya
başladım. Bulduğum yer Hacer’ül Esved’in karşısında ikinci saftaydım.
Allah’ın bu lütfuna sonsuz şükürler olsun. Görevliler namaz düzenini
ayarlamak için safları düzeltince herkes kendini yerini bulup oturunca
Hacer’ül Esved karşımdaydı. Hacer’ül Esved yeryüzünde Allah’ın sağ eli
sembolündedir. Allah neden bir taşa böyle bir özellik atfetti acaba?
Gerçekten taşı öpmek bu kadar çaba sarfedenler taşımı öptü, Allah’ın
sağ elini mi öptü acaba?
------------------"Mademki eşya vücudun görünme yeridir, nihayet put dahi o
kapsamdan birisidir. Ey akıl olan Âdem! İyi düşün ki, put vücud
yönünden batıl değildir. Bil ki, Hak Teala onun halk edicisidir. İyiden her
ne çıktı ise iyidir. O makamda ki vücud ola, salt hayırdır. Eğer onda şer
var ise o gayrdandır. Eğer müslüman bilse idi ki, "put nedir?" Bilir idi ki,
din putperestliktedir. Ve eğer müşrik puttan haberdar olsa idi, dininde
dalalete düşer mi idi? O, puttan ancak zahir halk edilmişi gördü. Bu
sebeple şeriatte kafir oldu. Eğer sen de, ondan orada örtülü olan Hakk’ı
görmez isen, şeriatte sana da müslüman demezler." (Şeyh Mahmud
Şebüsteri - Gülşen-i Râz)
146
------------------“Tirmizi, İbn Abbas'ın şöyle dediğini aktarır: Hz. Peygamber şöyle
der: 'Hacer-i esved cennetten sütten daha beyaz bir halde inmişti.
Âdemoğlunun günahları onu karartmıştır.'
------------------Ebu İsa şöyle der: Hadis, hasen-sahih hadistir. Âdem'in hatası
olmasaydı, dünyada efendiliği ortaya çıkmayacaktı. Hata Âdem'i efendi
yapan ve ona seçilmişliği kazandıran şeydir.
------------------(İbn Arabi burada siyah anlamındaki sevd ile efendi anlamındaki seyd
kelimeleri arasında anlam ilişkisi kurmaktadır.) Öyleyse Âdem'in hatası
nedeniyle cennetten çıkması, onun efendiliğini ortaya çıkartmak içindi.
Hacer-i esved cennetten çıkarken beyaz idi. Cennete döndüğünde de,
sayesinde başkalarından farklılaştığı ve Hakka yakınlık elbisesinin
üzerinde göründüğü bir izin onun üzerinde kalması gerekir.
Allah onu 'Hakkın sağ eli' konumuna yerleştirmiştir. Söz konusu el
Allah’ın kendisini halk ederken Âdem'in çamurunu yoğurduğu eldir.
‘Âdemoğullarının hataları onu karartmıştır.' Başka bir ifadeyle, onu
öperek kendisini 'efendi' haline getirmişlerdir. Renkler arasında efendiliği
gösteren renk, siyahtır. Allah Hacer-i esvede siyah rengi giydirmiştir.
Bunun amacı, Âdem'i efendi yaptığı gibi, dünyaya çıkışıyla onu da efendi
yaptığını öğretmektir. Âdem'in yeryüzüne inişi -uzaklaşma değil- halife
olmak demekti.
Hz. Peygamber, Hacer-i esved'in siyahlaşmasını Âdemoğullarının
hatalarıyla ilişkilendirmiştir. Nitekim Âdem'in efendiliği ve seçilmesi de
onun hatasıyla gerçekleşmiştir. Başka bir ifadeyle hataları sebebiyle
Âdemoğullarına bu taşa secde edip onu öpmeleri ve kendisiyle teberrük
etmeleri emredildi. Bütün bunlar hatalarına karşı insanlar için bir
kefarettir. Hacer-i esvedin efendiliği bu nedenle ortaya çıktı.
“Âdemoğullarının hatası Hacer-i esvedi kararttı” sözünün anlamı
budur. Yani onu efendi yaptılar. Siyah renk, bu anlama delil yapıldı.
Öyleyse bu, Âdemoğulları hakkında bir kınama değil, övgüdür. Âdem
(as.) ile melekler arasında geçen hadiseye bakınız! Allah önce meleklere
Âdem'in yeryüzünde halife olduğunu söylemiş, melekler Âdem hakkında
bilinen sözlerini söylemişlerdir. Böylece kendilerini üstün görüp bu
göreve Âdem'den daha lâyık olduklarını iddia etmiş, düşüncelerini
Allah'ın bu konudaki bilgisinden üstün tutmuşlardı. Onların bu davranışı,
Âdemoğullarının hatalarının yerini aldığı gibi Âdem'in meleklere efendi
olmasının da sebebi olmuştur. Âdem'in efendiliği ortaya çıksın diye de
meleklere kendisine secde etmek emredildi.
------------------Bu güzel duygularla sabah namazını eda ettikten sonra Nu…’le
buluşup otelin yolunu tuttuk. Kahvaltı saati olduğu için otelin restaurant
bölümüne geçtik. Kahvaltımızı tamamladıktan sonra otel odamıza çıkıp
147
abdestlerimizi alıp ihramları giydikten sonra yol kenarında bir taksiyle
anlaşıp bizi Ten’im’e götürmesini söyledik. İnşeAllah bu bizim ikinci
umremiz olacak. Taksiciyle gidiş-geliş için 40 Riyal’e anlaştık. Ten’im’e
geldiğimizde hem 2 rekat namazımızı kılmak hem niyetlenmek için
camiye girdik. Namazımızı kılıp niyetimizi de yaptıktan sonra Tavaf ve
Sa’y yapmak için saat:10:00 civarlarında Kabe’ye geldik. Tavafımızı en
üst katta yapmaya karar verdik. 7 şavtı çok kısa bir zamanda
tamamladıktan sonra 2 rekat Makam-ı İbrahim arkasındaki namazımızı
kılmak için uygun bir yer aradık. Uygun bir yer bulduktan sonra
namazlarımızı kılıp Safa’ya doğru yöneldik. Kısa zamanda Safa-Merve
arasındaki sa’yımızı yaptıktan sonra Merve mahallinde oradan geçmekte
olan birine saçımı da kestirerek 2.umremizi tamamlamış olduk.
Biraz öğlen sıcağına kaldığımız için biraz yorulmuştuk. İstirahat
etmek için otele çıktık. Otele geldikten kısa bir süre sonra uyuya
kalmışım. Biz bugünü hep Perşembe zannediyorduk. Akşam üstüne
doğru biraz odada Fütuhat-ı Mekkiyye okuduktan sonra Makam-ı
İbrahim tavafını ve İnsan-ı Kamil namazını kılmak için Kabe’ye gitmeye
çalışırken Otel de Me…. hanımla karşılaştık. O da bizi soruyormuş.
Hakikaten burada kendimizden geçtik, sanki dünya ile irtibatımız
kalmadı o yüzden zamana hiç dikkat etmemişiz. Bu günün Cuma
olduğunu söyledi. O öyle söyleyince büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı
yaşadım. Sanki içim çekilmişti. Elim, ayağım tutmuyor gibiydi. O
duygular içerisinde Üst katta Makam-ı İbrahim tavafını ve arkasından
uygun köşeleri tespit ederek İnsan-ı kamil namazını eda ettik.
İçimde hala büyük bir burukluk vardı. Otele geldikten sonra saatte
ilerlediği için gaybımıza çekildik. Sabah kalktığımızda bu durumu biraz
tefekkür ettim. Sonra anladım ki bu günlük derslerimde ki KAHHAR
esmasıyla ilgili çünkü daha önce bütün o güzel fiilleri yaparken Allah’ın
rızasını gözettiğimi zannediyordum ve bir süre sonra sanki ne istersem
oluyordu. Böylece ben de kuvvetli bir nefsi benlik yani ben yapıyorum
zannı oluşmaya başlamıştı. Bütün bu güzellikleri ben yaptım hükmüyle
nefsime maletmeye başlamıştım ki, hamd olsun böyle zahirde hoş
olmayan ama batında benim adıma hayırlı bir hal olmuş oldu.
İstanbul’a döndükten sonra Efendi Babamız Mesnevi Şerif
sohbetlerinde şöyle bir hususiyetten bahsetti. Hakkın öyle kulları vardır
ki, onlar Hakk’ta gark olduklarından onlar da zaman kavramı
kalmamıştır. Hakikaten insan öyle bir yerde Cuma namazına gidememek
kadar üzücü bir şey olamaz herhalde ama ben bugüne kadar gittiğim
Cuma namazlarında edinemediğim idraki, bir cumayı kaçırmakla
edindim. Hep Fenafillahı kişi nasıl yaşar diye düşünüyordum. Acizane
anladım ki, çok gitmek istememe rağmen hem günleri unutmamızdan
hem de uyku halinden fiili yerine getiremedim. Hz. Peygamber,
uyuyakalma ve unutmayı bir mazeret kabul etmiş ve bu iki sebepten
biriyle bir namazın vaktinde kılınamaması durumunda, hatırlanıldığı vakit
kılınmasını söylemiştir. Hz. Peygamber'in bu husustaki ifadesi şöyledir:
"Biriniz uyuyakalır veya unutur da bir namazı vaktinde kılamaz ise,
148
hatırladığı vakit o namazı kılsın; o vakit, kaçırdığı namazın vaktidir"
(Buhârî, “Mevâkýt”, 37; Müslim, “Mesâcid”, 314-316).
“Allah Teala Hz. Peygambere şöyle buyurur: 'Ey Muhammed
ümmetine de ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyun.' Burada Allah, uymayı
bir kanıt saydı. Halbuki herhangi bir konuda uymayı söylemedi. 'Allah da
sizi sevsin.' Allah şöyle buyurur: 'Sizin için Allah'ın peygamberinde en
güzel örnek vardır.' Bu ise, uyma demektir. Başka bir ayette ise 'Ahdimi
yerine getirin' ki kast edilen Allah'ı sevmek iddiasıdır- 'Ben de size olan
ahdimi yerine getireyim.' Bu ise, Hakkı sevme iddianıza karşı O'nun da
sizi sevmesidir. Allah onların doğru sözlü olmalarının delilini, Allah'ın
kendilerini sevmesi saymıştır. Allah'ın onları sevmesi ise, uymanın
delilidir. Uymak ne kadar eksikse sevgi de o kadar eksilir. Allah ehline
göre peygambere uymak, eksiklik kabul etmez. Özür ise, onu
eksiltemez, çünkü özür halinde insan, herhangi bir konuda uymadan
Allah tarafından engellenmiştir. Dolayısıyla böyle bir durumda Hakk
onun yerini alır. “Elhamdülillah”
Sabah kahvaltıdan sonra toplu bir umre yapılacağı için hemen odaya
çıkıp abdest alıp ihramlarımızı giydik. Fakat aşağıya indiğimizde
saat:07:45 civarı olduğu için tur firmasının otobüsleri de 07:30 gibi
hareket ettiği için otobüsleri kaçırmış olduk. Bizde hazır niyetlenmişken
bir taksiyle anlaşıp umre yapmak için Ten’im’e gittik. Orada namazı kılıp
niyetlendikten sonra aynı taksiyle geri döndük. Kısa sürede tavafımızı,
Safa-Merve arası Sa’yımızı yaptıktan sonra birisine rica edip saçımı
kestirdim. Bu bizim 3.umremiz olmuştu. Öğlen namazı için Kabe’nin ilk
tavaf alanında kendime bir namaz yeri aradım. Bulduğum yer Makam-ı
İbrahim ile Kabe arasındaydı. İmamın arkasındaki 3. saftaydım. Burada
imamı çok sıkı koruyorlar.
07.02- Eşim Nu…. biraz rahatsız olduğundan sabah namazına
gelemedi. Ben hazırlanıp sabah namazı için Efendi Babamların da
kullandıkları 66 nolu kapıdan girdim. Kabe’nin bu bölümü alt kata göre
namaz açısından daha rahat bir yer. Burada giriş ve çıkış daha kolay
oluyor. Okuduğumuz bir hadis-i şeriften dolayı 350 şavt 50 tavaf
yapmayı planlıyorduk ama Nu…’in rahatsızlığı buna engel olacak gibi.
Buraya çok alıştık sanki uzun süredir burada yaşıyormuşuz gibi.
Dönülecek düşüncesi daha süremiz olmasına rağmen bizi çok üzüyor.
08.02- Sabah namazı için hazırlanıp yine 66 nolu kapıdan girdim ve
kendime uygun bir namaz yeri aradım. Sabah namazında Efendi
Babamla ve diğer arkadaşlarla beraberdik. Namazın bitiminde kahvaltı
için otele geri döndük. Bugün dokuz günlüğüne gelen arkadaşların son
günüydü. Efendi Babamlar daha önce değiştirmiş oldukları odalarına geri
döndüler oda numaraları 859’du. Öğlen namazı için arkadaşlarla buluşup
yine 66 nolu kapıdan girip namazımızı eda ettik. Öğlen namazından
sonra kısa bir sohbet oldu. Ben de Nu…’le odamızda yaptığımız
okumaların birinde karşımıza çıkan Muhyiddin Arabi hazretlerinin Celal
ve Cemal adlı Risalesinden bir soru sordum. Soru şuydu;
149
------------------Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "La yus'elu amma yefalu /
Allah yaptığından sorumlu tutulmaz." (Enbiyâ, 23) Bu ayet kahır ve
ceberutla, mülkün ispatıyla ilgilidir. Bu sıfatlar kulun kalbine yerleşince,
artık neden aramak, itiraz edilebilecek başka şeyleri taleb etmek onun
için imkansız olur. Nefsinde ne olduğunu bilen kimse nefsini sorgulamaz.
Ancak nefsinin ne üzerine kaim olduğunu bilmeyen bir kimsenin sorması
başka. Böyle bir kimseden soru sadır olabilir. Bu gerçekleşince, yani
kendinin içindekileri bilme durumu gerçekleşince artık yaptığını sormaz.
Çünkü Allah'tan, sıfatlarından ve fiillerinden başka bir şey söz konusu
değildir. Bu anlama şu cümlede cevap veriliyor: "Ve hum yus'elun /
Onlar ise sorguya çekileceklerdir." (Enbiyâ, 23) Çünkü hakikat birdir.
Allah, onlara, kendilerine yaptıklarını ve onlardan zahir olanları sorar,
onlar da O'nu kendilerine yaptıklarını cevap olarak gösterirler. Bunu
anlayın, çünkü ben işaret ehline özet açıklamalar sunmak istiyorum.
Efendi babam bu hallerin fenafillah halleri olduğunu bu halin
yaşanmadan sorumluluğun kalkması diye bir şeyin söz konusu
olmadığını, bu hallerde zeminin çok kaygan olduğunu ama aynı zamanda
bunların bilinmesi gerektiğini ama yine de sıkı sıkıya kulluğa tutunmamız
gerektiğini söyledi.
“Kimden kaçıyorsunuz, varlıkta "O"ndan başkası yok ki?
"O"ndan başkasına "O" demek caiz olur mu?
Eğer "O" desem, gözün görmesi inkar eder
Ya da "nedir O?" desem, "O"ndan başkası olmaz.
Kaçma; aramaya da kalkma;
Çünkü gördüğün her şey Allah vechidir.” (İbn Arabi)
------------------10.02- Makam-ı Muhammedi ve Makam-ı Uluhiyet ve Makam-ı
Velâyet tavaflarını yaptıktan sonra ilk iki tavafın ardından İnsan-ı Kamil
namazlarını kıldık. Makam-ı İbrahim ile Kabe arasındaki son iki rekatı
görevliye rica edince Nurbil’e orada kılmak nasip oldu. Tavaflarımızı ve
namazlarımızı tamamladıktan sonra biraz istirahat için otele geldik.
11.02- Saat 04:00 gibi otelin önünde toplandık ve Ten’im’e gitmek
için araba aramaya başladık. Nihayet bir arabayla anlaştıktan sonra
Ten’im’e gidip geldik. Saat 05:00’e gelmek üzereydi. Namaz zamanı da
yaklaştığından tavaf alanında yoğunluk vardı. Bizde 1.şavtı aşağıda yaptıktan sonra hem namazı kılmak hem de diğer şavtları tamamlayabilmek
için orta kata çıktık. 5. şavtı bitirmiştik ki kendimize namaz için uygun
bir yer bulmamız gerekiyordu. Sabah namazını eda ettikten sonra kalan
2. şavtıda tamamlayıp Safa-Merve arasında sa’y yapmaya başladık. Bu
sefer çok yorulmuştuk saçımı da orada bulunan birisine kestirdikten
sonra kahvaltı için otelin yolunu tuttuk. Kahvaltımızı yaptıktan sonra
biraz dinlenmek için odaya çekildik.
150
12.02- Sabah namazından sonra otele dönüp kahvaltımızı yaptıktan
sonra umre yapmak için bizi Ten’im’e götürecek bir taksiyle 40 Riyale
anlaştık. Burada sabah namazıyla öğlen namazına kadar olan süre tavaf
yapmak için çok uygun. Bu umremizi şu şekilde yaptık; Tavafta, ilk iki
şavtta “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk.
İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'lmülke lâ şerike leke” Rüknü yemani
ile Hacerül esved arasında “Rabbenâ âtina fid’dünyâ haseneten ve
fil’âhireti haseneten ve kınâ azâbennâr.” Rüknü Iraki köşesi yani
İbrahimiyet mertebesinde “Bölücülükten, iki yüzlülükten ve kötü
ahlaktan Allah’a sığınırım”
Üçüncü ve dördüncü şavtta "Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe
illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve lillahi'l-hamd"
Beşinci ve altıncı şavtta "Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu'l
mülkü ve lehu'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr."
Yedinci şavtta “La ilahe illallah” zikirleriyle tavaflarımızı yaptık.
İbrahim makamının hemen arkasında “vettehizû min makâmı
ibrâhîme musallâ” yani “İbrahim’in makamını namazgah edininiz” ayetini
okuduk.
Sonra 2 rekat İbrahim makamının arkasında namaz kıldık. 1.rekatta
Fatiha ve Kafirun, 2.rekatta Fatiha ve İhlas surelerini okudum.
Daha sonra Safa ve Merve arasında sa’y yapmak için Safa’ya geldik.
Safa’ya gelince; “İnnes safâ vel mervete min şeâirillâh” yani “Safa ve
Merve Allah’ın ayetlerindendir.” Sonra Allah’ın başladığıyla başlarım
deyip Kabe’ye doğru yönelip “La ilahe illallah” “Allahu Ekber” "Lâ ilâhe
illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu'l mülkü ve lehu'l hamdü ve hüve alâ
külli şey'in kadîr." “La ilahe illallah”
“O sözünü yerine getirmiş kuluna yardım etmiş kuluna karşı
birleşenleri başarısızlığa uğratmıştır.” 3 defa okuduktan sonra her sa’y
da Allah’ın bir sıfatını zikrettik. Hayy, Alim, Mürid, Kâdir, Semi, Basar ve
Kelim. Aynı şekilde bu sözler Merve’de de söylendi. En son saçımı da bir
Suriye’liye kestirdim. Umremiz tamamlanmış oldu. Öğlene yakın
saatlerde otele geldik biraz dinlendikten sonra öğle namazı için Kabe’ye
gittik. Yatsı namazından sonra 2 tavaf yaptık.
13.02- Bugün 2.grupta aramızdan ayrılıyor. Saat 10:00 civarlarında
onları uğurlamak için lobiye indik. Arkadaşlar saat 11:00 civarında
otobüse binip Cidde’ye gittiler. Biz burada Efendi Babamız, Nüket
annemiz ve eşim Nu… ile birlikte ayın 19’una kadar dört kişi kaldık.
Arkadaşları uğurladıktan sonra Efendi babamla birlikte Cuma namazına
gittik.
Yatsı namazından sonra tavaf yapmaya gittik. İlk tavafımızı Makam-ı
Varis-i Rasul Necdet Ardıç tavafına niyetlendik. Bütün şavtları SELÂM
esmasıyla yaptık. Daha sonra Allah’ın yedi sıfatı için bir tavaf yapmaya
başladık. Ancak Hayy ve Alim tavaflarını tamamlayabildik inşeAllah daha
sonraki günlerde onları tamamlamayı düşünüyoruz.
151
------------------14.02- Sabah namazında Efendi babamla beraberdik namaz
bitiminde Nüket anneyi de bekleyip otele kahvaltıya gittik. Kahvaltıdaki
sohbetlerden biri de Hamd üzerine Elhamdülillah ne demek? Hamd niçin
Allah’a mahsus? Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Efendi babam
masamızda duran çay termosundan örnek verdi. O termosu yapan onun
bütün özelliklerini en ince ayrıntısına kadar bilir. Ama dışarıdan bakan
onun ancak birkaç yönünü bilebilir. İşte Hamd’ın Allah’a mahsus
olmasının nedenlerinden biride budur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
( ‫) اﻟْﺢ‬
EL HA
İrade “Lâm” ına aktarılan velâyet oluşumu “Ha” ile birlikte Kelâm
makamında gizli “Elif” le yani zâti olarak desteklenerek oluşturulmaya
başlamıştır.”Ha” daki Kelami hakikat fethayla hareketlendirilerek
açılmaya başlamıştır. “Cevamiul Kelim” meydana gelmiştir.
( ْ‫) اﻟْﺤَﻢ‬
EL HAM
Kelâm “Ha” sı sükundaki işitme “Mim” ine bitişip oluşan zâti kelâmı
Mülk “Mim” inde işittirmiştir. “Mim” bu oluşumda hareke almayıp
sükunda kalmıştır. Kelâmın kabulü için bu şarttır. “Ha” arş, “Mim” de
arş’ın ihtiva ettiği şeyler olmuştur. “Ha” yücedir. Yüceliği içinde
bulundurduğu “Elif” tir. “Ha” nın açığa çıkıştaki lafız harfleri “Ha-Elif ve
Hemze”dir. “Mim” kendi içinde “Elif”i dolaylı bulundurur. “Mim” in lâfız
harfleri “Mim-ya-mim”, “Ya” (Ya-Elif-Hemze) dir. “Ya” içerisinde
bulunduğu oluşumu alçalır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Mim” in
yüceliği alçaklığındadır. Böylece Uluhiyette başlayan Zati Kelam (Ha)
bütün mertebelerden geçip aşağıların aşağısı olan mülk’te (Mim)
işittirilmiştir. “Cevamiul Kelim” Kelamın manası “Mim” in sükunda
kalmasıyla “Mim” e aktarılmıştır. Bu külli oluşum HA-MİM
olmuştur. Diğer bir deyişle Hakikat-i Muhammedi.
( ‫) اﻟْﺤَﻤْﺪ‬
( ‫) ﺣَﻢ‬
EL HAMD
( ‫) ﺣَﻢ‬
HA-MİM
de oluşan kelâmi mana “Ha” ile başlayan “Mim”e
kadar ki bütün mertebelerde fiile çıkabilmek için bu oluşumu taşıyacak
bir mahalle ihtiyaç duymuştur.
“HAM” : Olgunlaşmamış anlamındadır.
Ham halindeki oluşum kemalatını tamamlamak için cismin simgesi olan
(‫)د‬
( ‫) ﺤَﻤْﺪ‬
“Dal”
ile birleşmiştir. Bu oluşan mertebenin adı HAMD
olmuştur. Zati Kelamın (Ha), Mülk aleminde (Mim), cisimde (Dal)
birleşmesiyle, Mülk alemindeki her varlığın bu mertebedeki ismi HAMD
( ‫) ﺤَﻤْﺪ‬
olur. Her zuhur mahalli “HA-MİM” in tecellisinden başka bir şey
değildir. HAMD, ALLAH içindir. Her zuhur mahalli Allah’ın bir kelimesidir.
152
Her zuhur mahallinden açığa çıkan mana, Cevamiul kelim olan Allah
içindir.
( ُ‫) اﻟْﺤَﻤْﺪ‬
EL HAMDÜ
“Dal” ile meydana gelen zuhur mahalli sıfat olan ötre (Vav) ile
yüceltilmiştir. Her cisim velayet istidatıyla donatılmıştır.
Aynı zamanda HAMD ; Sıfatların ve birliğin bölünmesi mahallidir.
Sonuç olarak;
“Lâm” : Sonradan halk edilmiş (Hadis) yani HAMD olan zuhur mahalli
kendindeki velayeti bilirse varis olur. Bu da ondaki hadisliği ortadan
kaldırır. Hadis, Kadim’e bitişince ondan geriye iz kalmaz. “Lam” ı
çıkmasıyla
AHMED
(ُ‫)اﻟْﺤَﻤْﺪ‬,oluşumun yeni ismi AHMED ( ‫ ) اﺣﻤﺪ‬olur.
(‫ )اﺣﻤﺪ‬olan velayetin taşıyıcısıdır. “AHMED” oluşumu
üstündeki velayet “Vav” ıyla kendi velayetini sonlandırmamış, varisleriyle
devam ettirmiştir.
“Bugün AHMED benim, ama dünkü AHMED değil” (Hz.Mevlana)
Diyen Hz.Mevlana gibi. Bu sırra erişenler hadislik yönlerini yani “Lam”
(ُ‫)اﻟْﺤَﻤْﺪ‬,
oluşlarını
HAMDELE olur.
sona taşırlarsa mertebenin adı
( ‫) ﺣﻤﺪل‬
“Hamdele” : Sözlük anlamı Elhamdülillah demenin kısaca ismidir.
HAMD olan ALLAH içindir.
AHMED : Sıfatın zuhur mahallidir.
MED : Uzatma, çekme, yayma ve döşeme, çoğaltmak anlamına gelir.
AH – MED
( ‫) اﺣﻤﺪ‬
“Elif” ve “Ha” ile oluşan “AH”
Zati Kelâm “Med” ile yayılmış ve çoğalmış “AH” lar bütün âleme
yayılmıştır.
------------------Kahvaltıdan sonra umre yapmak için bir taksiyle anlaşıp Ten’im’e
gittik. Tavaf alanı müsait olduğu için çok kısa sürede bitirdik. Kabe’nin
çıkış kapısına doğru yönelmişken bir şey dikkatimi çekti. 2 ayrı direkte
77 ve 53 sayıları vardı. Benim doğum tarihim 19 – 77 , 53 Efendi
babamın şifre sayısı
77 + 53 = 13 0
dayanıyordu.
Efendi babamın içinde bulunduğu her oluşum 13’e
153
Yatsı namazından sonra otele gelip akşam yemeğini yedikten sonra
daha önce niyetlendiğimiz Allah’ın yedi sıfatının Mürid ve Kâdir
sıfatlarının tavafını yaptık.
------------------15.02- Sabah kahvaltıda Efendi babam bir takım hadiseler
anlattıktan sonra şimdi bu olumsuz gibi gözüken fiillere Hakk mı, halk mı
diyeceğiz diye sordu?
Hemen cevap veremedim düşünmek istedim. Allah işaretini göstersin
İnşeAllah. Sonra halen üzerinde çalıştığımız herhalde bir ömür üzerinde
çalışmamız gereken bir ayet;
‫ِناﻟﻠّﻪَ ََرﻣﻰ‬
‫ْت َ وﻟَﻛﱠ‬
َ‫إِذ ََرﻣﯾ‬
ْ ‫ْت‬
َ‫َﻣﺎ ََرﻣﯾ‬
“ ATMADIN, ATTIĞINDA VE LAKİN ALLAH ATTI” (Enfal 8/17)
“ Fiiller Allah'a mı, yoksa kullara mı yoksa her ikisine birden mi izafe
edilir? Çünkü fiillerin varlıkları gerçekken nispetleri gerçek değildir. Bu
noktada bir görüş söyleyelim: Onu iyice inceler ve insafla baktığında,
onu anlar ve kendisine yaklaşırsın. Çünkü ben, ayrıntılı açıklıyorum ve
gerçeği kendiliğindeki haliyle dile getirmiyorum. Böyle dile getirmek, bir
takım zararlara ve insanların çelişkiye düşmesine yol açardı. Görüş
ayrılığı, benim sözüm nedeniyle ortadan kalkmaz. Öyleyse onu genel için
belirsiz bırakmak daha yerindedir. Bizim bilgin adamlarımız, bu konudaki
imayı anlar. Allah şöyle demiştir: 'Allah halkı (âlem) Hak ile halk etti.'
İnsanlar halk etmede vasıta olan Hakka dair bir takım sözler
söylemiş, kimse onun mahiyetini açıklamamıştır. Şu var ki onlar yoruma
açık bir takım hususlara işaret etmiştir. Halk etmede vasıta olan Hak ve
halk edilmiş âlem, iki gerçek şeydir. Onlar, herkese göre iki şeydir. Şu
var ki o ikisi, heba cevheriyle surete benzer. Sufilere göre fiiller,
suretten meydana gelir. Fakat kimdir bu suret? kimdir? Âlem midir,
âlemin kendisiyle halk edildiği Hak mıdır? Allah Teala onunla ilgili şöyle
demiştir: 'Biz o ikisini Hak ile halk ettik.' Başka bir ayette ise 'Hak ile onu
indirdik ve Hak ile indi' demiştir. Halk etmede vasıta olan Hakkın âlemin
suretlerini var eden olduğunu düşünen kimse -ki âlemin suretleri onda
farklılıklarına göre suretlerin verisine göre ortaya çıkar- fiilleri halk ile
ilişkilendirir.
Mümkün varlıkları -ki onlar âlemdir- Heba cevheri olduğunu ve onun
halk etmede vasıta olan Hakkın bu âlemdeki sureti olduğunu söyleyenler
de vardır. Suretlerin şekilleri ise, âlemdeki varlıkların değişmesi
nedeniyle değiştiği gibi onlara verilen adlar da değişir. Nitekim ilahi
isimler de âlemdeki etkilerinin değişmesi nedeniyle Hakka nispet edilir.
Öyleyse bunu dikkate alan kimse, bu suret nedeniyle onları Allah'a
nispet eder. Suretin ancak Heba cevherinde zuhur ettiğini düşünenler de
vardır. Onlara göre heba cevheri için varlık, ancak suretin bulunmasıyla
meydana gelebilir. Suret ancak heba cevheriyle bilinebileceği gibi heba
cevheri de suret ile var olabilir. Böyle düşünen kimse, fiilleri bir yönden
Allah'a, bir yönden kullara nispet eder. Fiillerden güzellik ve övgüyle ilgili
olanları Hakka, çirkin ve kötü fiilleri ise kullara nispet eder. Bunun
154
nedeni, (fiillerde Hak ile âlem arasındaki) akli ortaklık, bilgide o ikisinden
her birisine dayanmanın ve varlığın kemalinin her ikisine birden bağlı
olmasının zorunluluğudur.
Kuşkusuz seni bilgi yoluna attık! 'Atmadın, attığında, fakat Allah attı'
ayeti bu bağlamda yorumlanır. Allah bu ayette 'atma' fiilini kendisinden
olumsuzladığı kimseye sonra yine atma fiilini nispet etmiştir. Allah bu
ayette bu mesele hakkında dile getirdiğimiz düşüncemizi belirtmiştir.
'Allah hakkı söyler' -ki bu onun sözüdür ve 'doğru yola ulaştırır.' Yani
üzerinde yürüyelim diye yolunu bize açıklar. 'Her canlının perçeminden
tutmuştur. Rabbim dosdoğru yol üzerindedir.' Öyleyse biz, Allah'a hamd
olsun, doğru yol üzerinde yürürüz. Böylelikle Allah bu ayet ile âlemdeki
varlıkların Heba cevheri olduğunu ortaya koymuştur. Şu var ki o, suretin
varlığıyla meydana gelebilir. Aynı şekilde âlemdeki varlıklar da ancak
Hakkın onlarda zuhur etmesiyle varlık özelliği kazanır.
Yaratmada vasıta olan Hak, onlar için suret gibidir. Bütün fiillerin
suretten ortaya çıkmış olduğunu zannedenler vardır. İşte bu 'Allah attı'
ifadesinin anlamıdır. Hak, amellerin kendisinden göründüğü suretin
kendisidir. Öyleyse belirttiğimiz şeyi iyice öğren! Çünkü Allah'ın bu
ayette açıkladığından daha açık ifade olmadığı gibi biz de bu açıklamada
ayrıntılı olarak bu meseleyi belirttik. 'Allah dilediğini doğru yola ulaştırır.'
Bu yol, Allah'ın ve Rabbin üzerinde bulunduğu yoldur. Bu yol 'İşte benim
doğru yolum' ayetinde hakikate izafe edilen yoldur. Her yolun başkasına
ait olmayan bir hükmü vardır. Bunu anla! Ve's-selam! 'Kendisine nimet
verilenlerin yolu' şeriattır.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
------------------16.02- Sabah namazından sonra otele dönüp kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltıdan sonra daha önceden niyetlenmiş olduğumuz yedi sıfatın
kalan üç sıfatı olan Semi, Basir, Kelim sıfatlarının tavafını yaptık. Akşam
namazını Efendi babamla birlikte kıldıktan sonra akşam ile yatsı arasını
beklerken üstteki tavaf alanında Fatiha ve İhlas sureleriyle ayrı ayrı
tavaf yaptık.
Umreye gitmeden önce iki tane zuhuratım olmuştu;
------------------Birincisi; Devamlı bir şekilde bişri hafi, bişri hafi, bişri hafi...
diye sürekli bir şekilde tekrarladım.
İkincisi; Bir kandil akşamıymış ama hangi kandil hatırlayamıyorum.
Başımızda Efendi babamız, kalabalık bir erkek ve kadın grubu. Daha
sonra meydan gibi bir yer etrafı kalabalık zikir yapılacakmış. Kadınların
ayrılması istendi. Benim yanımda da Nu…. var, gruptaki erkeklerden bir
tanesi onun ayrılmasını istedi. O da oradan ayrıldı. Sonra Efendi babamın
yardımcısıymış yani Efendi babamın çok iyi tanıdığı, Efendi babamdan
sonra gelen kişiymiş zaten bu organizasyonuda yapma görevi onunmuş
ismi Sefer'di. Daha sonra gerekli ortam hazırlandıktan sonra bir şey için
internet bağlantısı gerekiyormuş. Sonra Sefer Bey, ben ve bir kaç kişi
diye hatırlıyorum. İnternet bağlantısı olan çevredeki bir dükkan arıyoruz
155
ki oranın bağlantısından bizde istifade edelim. Sanki küçük büfe,
kuruyemişçi gibi bir dükkana giriyoruz. Dükkana girdiğim gibi oradaki
genç dükkan sahibi beni gördüğü gibi babamda Siirtli olduğu için Arapça
konuşmaya başlıyor. Doğal olarak Siirtlilerin Arapça bildiğini varsayarak
Arapça konuşmuş. Ben de ona cevaben "La" "Lev semehtüm uzren"
Arapça bilmediğimi belirtmek istedim. Beni tanıdığını söyledi o bölgede
çok Siirtli olduğunu bana yardım edeceklerini belirtirken yola doğru
baktığımda halamın oğlu Beşir'i gördüm. Onun yanına gitmemi söyledi,
onun bana yardımcı olacağını söyledi.
------------------Tavaftan sonra Efendi babamın yanına döndüğümde Efendi babam,
Ali Er isminde birisiyle sohbet ediyordu. Bende usulca yanlarına
sokuldum. Ali Er ismindeki kişi Efendi Babama çok benzediğimi bizi baba
oğul zannettiğini söyledi. Bu, yukarıdaki zuhuratlarımla ilgili olarak
Cenab-ı Hakk’tan bana bir beşir (müjde) diye düşündüm.
Daha sonra (Terzi Baba-2-) kitabında sayfa (32) de bu işin
hakikatinin de, ne olduğunu daha iyi anladım.
------------------MÜJDELEYEN-KORKUTAN. (Beşîr-nezîr)
Terzi Babam ile İlâh-i bir yakınlık oluşturulduğunda, görülecektir ki,
beşîr dir. Yani müjdeleyici, nezîr, yani sakındırıcıdır. Bu iki vasıf onun
risâlet anlayışında çok belirgin olarak müşâhede edilebilmektedir.
Beşîr- güzel haberler veren, doğru yola teşvik eden, imrendirerek
iyiliklere yönlendiren, ve mükâfat vaad ederek yüksek hedefler gösteren,
güleç yüzlü müjdeci demektir.
-------------------


(İnnâ erselnâke bil Hakk’ı beşîran ve nezîra ve in
min ümmetin illâ halâ fîhâ nezîran.)
(35-24)”Şüphesiz ki seni, bir müjdeci (Beşir) ve bir korkutucu
olarak gönderdik. Ve hiçbir ümmet yoktur ki illâ içlerinde bir
korkutucu gelip geçmiştir.”
------------------35/24 olarak zikredilen âyeti celilede, Zat mertebesinden risâlet
mertebesine olan sesleniş vardır. Burada risâlet mertebesinin iki önemli
vasfı
Beşir-müjdelemek,
nezir-uyarma,
korkutma
özelliği
vurgulanmaktadır. Burada hemen dikkatinize sûre ve âyet numaralarını
sunmak istiyoruz..35 sûre numarası sağdan sola okunursa 53 (Terzi
Baba) hakikati Muhammedi üzere şifre sayı çıkmaktadır. Bir başka
156
yönden de bakar isek, 35-hicret ile birlikte varılan risâlet şehrinin sayısal
ünvanıdır.
Bu iki İlâhi vasıf, birbirinin zıddı gibi görünüyor ise de zıt lar değil,
birbirinin mükabili, ve delili gibidir. Burada nezir-korkutma, dinleyenleri
ve uyanları ittikâ sahibi yapıp müttakilerden kılma, gaflete, benliğe
düşmekten uyaran, İlâhi seyr yolundaki tuzaklar için sakındıran, şefkatli
bir uyarıcı ma’nâsında düşünebiliriz.
Kendilerinin bir sohbet meclisinde huzurunda bulunup nazarına
mülâki olanlar, müjdelerken aynı zamanda sakındırdığını, yani hem
Beşir, hem de nezir oluşuna şahitlik edebilmekteyiz.
Burada bir miktar Beşir üzerinde durup, hem sayısal değerlerine,
hem de harf manalarına bakacak olur isek….,
2+300+10+200=
512. 51+2=53 (Terzi Baba), müjdeleyen,
tebşir eden dir.
O, nun müjdeleri ruhlarımız için bir şifa kaynağıdır.
Basireti ile görebilen gözlere, lâtif beldelerden gelen haberlerdir. Aşk
yurdundan sunulan hazinelerdir. Kaynağı hiçbir zaman kurumayan,
velâyet çeşmesinden akan kutsi ilimlerin müjdecisidir o
Onun yolunda, onun lisanından, müjdelerin en güzeli ilim taliplilerine
verilmektedir. Bazı ulemâ-i kiram zümer suresi 53. üncü âyetini
enbüyük müjde (Beşir), ve ümitvar olmak, âyeti olarak beyan
etmişlerdir.
-------------------


 
(Kul ya ibâdiyellezine esrafu alâ enfüsihim lâ taknatü min
rahmetillâh innellahe yağfiruzzünübe cemîan innehu hüvel
gafururrahîm.)
(39/53) “De ki! Ey nefisleri üzerine haddi aşan
kullarım! Allahın rahmetinden ümid kesmeyiniz. Şüphe yok ki,
Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki o, evet o, çok
bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir…”
------------------Allah (c.c.) lühü burada büyük bir müjdesini açıklıyor. Bu âyet-i
celilenin 53. âyet numarası ile bu müjdeyi seslendirmesi çok
düşündürücüdür. Zâti bir oluşumu anlatan bu âyet ile de bir bakıma
157
Terzi babamın el beşîr vasfına vurgu yapılmakta, onun bir rahmet
müjdecisi olduğunu, onun şifre rakkamı ile buna işaret edilerek, halen
onun isminden bu yaşamın devam etmekte olduğunu, bu vesile ile
anlamış olmaktayız.
Bu hususta şunlarıda ilâve etmek istedim. Onun en büyük müjdeleri
ilim taliplileri içindir. Onu dinlerken, kimi zaman Beşir olmanın gereğini
ortaya koyarken, kimi zaman da nezîr-uyarıcı uslubüyle ikazlarını
sıraladığına şâhit oluyoruz. Yani müjdelerken, sakındırma yolunu da
kullanması risâletinin bir gereğidir.
-------------------


(Vemâ erselnâke illâ kâffeten linnâsi beşîran ve nezîran velâkin
ekserennâsi lâ ya’lemune.)
34/28. 34 28. açılımı 3+42+8=(53)
“Ve seni göndermedik, ancak bütün insanlar için bir müjdeleyici,
ve korkutucu olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu
bilmezler”
------------------Öncelikli olarak peygamber efendimizin şahsına olan bir hitap vardır.
Zat mertebesi, risâlet mertebesinin vasıflarını izah ediyor. Burada da
şifre saysı 53 ile İnsân-ı kâmilin halka rahmet oluşu, Beşir ve nezir
olan iki vasfı bildirilmektedir. Yine insanların çoğunluğu ondaki bu İlâhi
vasıfları bilmekten gafil olduğu da hatırlatılmaktadır.
Netice itibarıyla onun bizlere verdiği müjdeler, kişiyi beden
kalıplarının dar ufuklarından kurtarıp, ruhani âlemlerden getirip sunduğu
haberlerdir. İleriki dönemlerde onun bu müjdeleri daha iyi bilinip
anlaşılacaktır. Bunu da tarihe not düşmek istedik.
Bu vesileyle diyoruz ki, El beşîr dir o….yani en güzel haberleri veren
müjdecidir….El nezîr dir o ….yani şefkatli bir uyarıcı ve sakındırıcıdır o
… Ne mutlu onun verdiği müjdelere nâil olanlara…
------------------17.02- Artık ayaklarımın yorgunluğu iyice hissediliyordu. İki ayağımın
altında da nasırlar oluşmuştu. Biraz üzerlerine basmakta yürümekte
zorlanıyordum. Ama az günümüz kaldığı için son bir gayretle öğlen
namazı ile ikindi namazı arasında İnşirah suresi ve Ayetel Kürsi ile iki
tavaf yaptık. Niyetimiz şöyle oldu; Allah’ım sende, seninle, sana İnşirahAyetel Kürsin ile tavaf ediyorum.
18.02- Bugün sabah namazı ile öğlen namazı arasında iki tavaf
yaptık. 1.tavafımızı her bir şavtımızda Nefs mertebelerindeki
zikirlerimizle yaptık.
158
1.Şavt “La ilahe İllaAllah”
2.Şavt “Ya Allah”
3.Şavt “Ya Hu”
4.Şavt “Ya Hakk”
5.Şavt “Ya Hayy”
6.Şavt “Ya Kayyum”
7.Şavt “Ya Kahhar”
Bundan sonra ara vermeden yarın Allah nasip ederse dönüş
günümüz olduğundan Veda tavafımızı yaptık. Tabi ki bu bir veda değil
benliğimizin fedasıydı. Bütün şavtları “Allahu Ekber” zikriyle tamamladık.
------------------“Müslim, İbn Abbas'ın şöyle dediğini aktarır: 'İnsanlar her yönden
ayrılıyordu. Hz. Peygamber şöyle demiştir: 'Kimse Kabe ile son kez
görüşmeden ayrılmasın.' Bu
ev
(Kabe), hacının ziyaretteki
ilk
maksadıdır, çünkü Şari',haccı bu evi ziyaret etmek için emretti. İlk,
ayrılış âleminde sonu ararken kendisiyle ilişkili her şeyde ilk olmak şart
değildir. Son ise, böyle değildir. 0, özü gereği zorunlu olarak ilki arar,
bunu anlamalısın! Böylece sana ilk olmak nispet edildiğinde, onun nasıl
nispet edildiğini öğrenirsin. Sana sonun nasıl nispet edildiğini de
öğrenirsin! Sonun ayrılık âleminde ilki aradığını öğrendiğinde ise -sen
afaki olduğun için ayrılık âlemindensin- Kabe'yi son olarak tavaf etmen
gerektiği ortaya çıkar.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
------------------Zuhurat; Bir grup içerisindeyim, Efendi Babamda var. Kabe’ye doğru
yola çıkmışız. Çeşitli yollardan çeşitli gruplar geliyor. Bir sıra yüksek,
celali bir nida geldi. “Aranızda Rasul var” diye. Birden ölmüş gibi
yere düştüm. Birkaç kişinin daha düştüğünü gördüm. Sonra
birden çok kalabalık olduk. Diğer gruplar bize yol açıyorlardı.
Yanlarından geçerken bize gıpta ile bakıyorlardı. Sonra mescidin
eski hali gibi bir yere geldik. Efendi Babam çok güzel bir resim yapmış
manzara resmi gibiydi. Sonra bana bir fırça verdi. Ben fırçayla resimde
sarı gözüken yerlere dokundukça yeşile dönüyordu. Sonra aynı fırçayla
bir şeyler yazdım. Hatırladığım 2 Kabe idi. 2’yi bir türlü düzgün
yapamamıştım. Efendi Babam düzeltti. Sonra fırçayla üzerinden geçince
o da yeşile döndü.
------------------18.02- Yatsı namazından sonra bir tavaf daha yapalım dedik.
Benimde eşiminde gönlüne doğan “La mevcude illallah” zikriyle tavafa
başladık. Tavaf alanı çok kalabalık olduğundan ve çeşitli grupların
katılımıyla zor olmaya başlamıştı. O sırada gönlüme şu düştü. “Lâ
mevcude illâllah” yani “Allah’tan başka mevcut yok” diyerek tavaf
ediyorsun. Onun ağırlığı tavaf alanında hissediliyordu ama Allah
seyrimizi tamamlattı hamd olsun. Sonra düşündük ki Kabe’ye girişimiz
159
“La mevcude illallah” olmuştu, çıkışımız da aynı şekilde “La mevcude
illaAllah” oldu. Böylece son başın aynı oldu.
19.02- öğlen namazını otelde kıldıktan sonra Sıla turizm görevlisi
Remzi beyin ayarladığı arabayla saat:13:00 civarında otelden ayrıldık.
Yola çıkışımız 13 ile dönüşümüzde yine 13 ile oldu. Saat yaklaşık 15:00
civarlarında Cidde’ye geldik. Bavullarımızı verip biletlerimizi aldık. Koltuk
numaralarımızı öğrendiğimizde çok sevindik. Çünkü eşim Nu… 53A, ben
53B de yolculuk edecektim. Yani yolculuğumuz yine Efendi babamızdaydı. Uçak THY TK0093 sefer sayılı saat:18:00 uçağı olmasına rağmen
İstanbul’daki hava muhalefeti dolayısıyla saat 23:00 civarlarında hareket
etti.
Kur’an’ın iniş sırasına göre 23. suresi Necm suresidir. Bu da Efendi
babamın suresidir. Necm suresinin Kur’an-ı Kerim’deki sırası 53’tür.
Neden 23 civarlarında hareket ettiğimiz şimdi daha iyi anlaşıldı. İstanbul
havalimanına inişimiz saat 01:53’te gerçekleşti. Daha fazla söze ne
hacet, Ves’Selam!
Allah tekrarını nasip eder İnşeAllah…
Salat ve Selâm Efendimiz Hz.Muhammed (S.a.v.)’in üzerine olsun.
Pirlerimizin Himmetiyle
Gayret bizden Tevfik Allah’tan.
------------------(12)
Oz… Sa… Şe… Umre 2015 16 Nisan 2015
Canım Efendi Babam,
Çok geç kalmakla birlikte ümre 2015 yazımı tamamladım. Geç
kaldığım için özür dilerim. Ancak yazı ümrede başladı ve orada bitmedi
burada da sürdü, üzerinde çok etraflıca düşündüm, bir çok gece bu
düşünceler yüzünden uykusuz kaldım ve hemen hemen her gün bir
kelime, bir cümle eklendi. En son eklenen bir sonrakine kucak açtı bende
kendimi bu düşünce akışına bıraktım. Bundan dolayı ancak bugün bu son
şeklini aldı. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum, sayenizde, yol
göstermelerinizle, her birerlerimize yaptırmış olduğunuz Hak yolculuğun
da tefekkür dünyalarımızı hem genişletmek hem keskinleştirmek hemde
boğulmadan detaylara dalmayı, öğretmekten dolayı hakkınızı ödemek
mümkün değil. Efendi Babam cahilliğmden dolayı bir kusurum ve
kabahatim varsa affınıza sığınırım. Canım Efendi Babam sizin ve Canım
Nüket Annemin ellerinizden sevgi saygı ve hürmetle öpüyorum
Oğlunuz Oz,
-------------------
160
Terzi Baba
Hayırlı akşamlar Ozan oğlum dosyalarını indirdim yerine aktaracağım.
Yazın güzel bir tefekkür yazısı olmuş eline diline gönlüne sağlık.
Bizde, böyle tefekkürler ile bilgi üreten evlâtlarımızın varlığından
Rabb'ımıza teşekkür ediyor, ve emeklerimizin boşa gitmediğini görerek
memnun oluyoruz.. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah.
Selâmlar hoşça kal Efendi baban.
------------------Oz… Sa… Şe… Müşahede,
Kabe'de ikindi vakti üzeri canlar ile birlikte sohbet ediyoruz. İrfan
Bey'in oğlu Emre, bir belgesel izlemiş ve belgeselde "yaşadığımız âlem
bir gün sadece proton denizine dönecek" diye ibare geçmiş bunun aslı
var mıdır şeklinde bir soru yöneltti.
Bu sohbetten iki gün sonra, Kâ’be'de 2. Mutaf halkasından yada
balkonundan Kâ’be'yi izliyorum. Kâ’be izâfi olarak ortada duruyor.
Zeminde, 1. ve 2. kat halka şeklindeki balkonlarda insanlar dizi dizi
Kâ’be'yi sürekli tavaf ediyorlar. Onlar hareket içinde Kâ’be ise izafi
olarak hareketsiz. Hareketli olan hareketsize doğru yönelmiş ve
hareketini devam ettirmekte. Hareketsiz olan olduğu yerde,
hareketsizliğini ezelden ebede korumakta. Hareketli hareketsizi,
harektesiz hareketliyi kendine doğru çekmekte ama, her ikiside
bulunduğu hâl üzerine devam etmekte. Aşağıda sunulan “Zat” başlıklı
tefekkür yazısı hemen bu müşahedenin ardından başladı.
------------------Tefekkür
Zat
"Gerçekten A’mâ, altında da, üstündede hava olmayan bir
âlemdir"
Hadisi Şerif
A’mâ’iyet, tek düzelik, hareketsizlik olarak tanımlanabilir. Âlem zıtlık
üzerine inşaa edilmişse, A’mâ’iyet ise tekdüzelik üzerine inşaa edilmiş
olabilir. Bu tek düzelik, sırf (+) yük, başka bir deyişle pozitiflik, yada sırf
(-) yük, başka bir deyişle, negatif yük olabilir. Aynı yükler birbirlerini
iteceğinden, bir (+) yük çevresi başka (+) yükler ile çevrelenmiştir.
Bütün (+) yükler birbirlerini en uzağa, doğru iteceğinden ve bu itme her
yönden eşit oranda gerçekleşeceğinden, sonuçta bütün (+) yükler
dengede hareketsiz olarak kalır. Başka bir ifadeyle izâfi hareketsizlik
A’mâ’iyettir.
İlk hareket oluşu, bu dengenin bozuluşu dolayısıyla, zıtlığın başlaması
şeklinde düşünelebilir. Zıtlık peki nasıl oluşur? Başka bir söz ile A’mâ’iyet
teorik bir halmidir? Gerçekten var mıdır?
161
Sistem hareketsiz ise tanımlanamaz. Bir sistemi tanımlamak ve
bilmek, hareket ile başlar. Hareketin başlaması için zıtlık gerekir. Bir
başka ifade ile (+) içinden (-) çıkar yada (-) içinden (+) çıkar. Bu
sistemin temelidir. Bu şekilde vücutta kendini tanıma, bilme isteği
uyanır. Bu istek neden ve nasıl uyanır? Bunu sadece muhabbet duydu
diye açıklayabilirmiyiz? Muhabbet ise harekettir! Vücudun muhabbet
duyması için hareket olmuş olması gerekir böylece hareket olmadan
muhabbet duyulmaz. Bu eşzamanlı gerçekleşebilir mi? Yani hem
muhabbet hem zıtlık aynı anda oluşabilir mi? Yoksa aralarında anlıkta
olsa bir zuhur sırası var mıdır? Eğer vücud Amaiyette ise Amaiyette
kalmak ister. Eğer vücut faaliyette ise sürekli faaliyette kalmak ister.
Vücud-u a’mâ’iyet, vücud-u harekte göre ve vücud-u hareket, vücud-u
a’mâ’iyete göre teoridedir. Birbirlerine dönüşmesi mümkün olabilir mi?
Biz şu an vücud-u hareket içinde bulunuyorsak, vücudu a’mâ’iyette bize
göre mümkün değildir, denilebilir mi? Bu bir teoriden öteye geçemez!
Fiziki anlamda yaşanması mümkün değildir diye bilirmiyiz?
Vücudun ilk tanımlandığı evre Ahadiyet mertebesi, bundan önce bir
mertebe olması mümkün müdür?
Bu âlem, sürekli hareketli bir âlem midir? Bu âlemde hareketsiz bir
bölüm var mıdır? Hareketli bir öz hareket ettiğinde, yeri boş mu kalır?
Âlem’de boşluk var mıdır. Bu sorular çoğaltılabilir. Böyle olunca hareket
ancak hareketsiz ile mukayese edilirerek anlaşılır. Yüce Zat'tın özünün
özü mutlak hareketsizdir ve özü ise hareketlidir. Bu her yeri kaplar. Zat,
ezeli ve ebedi Kayyum'dur. Yüce Zat'ın özü hareketlidir, Zat'ın özünün
özü hareketsizdir.
Âlemde boşluk olmadığına göre ve âlem Zât'ın özünün özü ile
tamamen dolu olduğuna göre Zât’ın öz, Zât’ın özünün özünde hareket
eder ve böylece hareket tesbit edilir ve izafi olarak ölçülür hale gelir.
Ancak biz hareketin başlangıcı ve sonu arasındaki farkı enerji olarak
ölçebiliriz. Ne birinci hâlin nede ikinci hâlin toplam enerjisini mutlak
olarak ölçemeyiz. Biz ancak iki hâl arasınının enerjisini ölçebiliriz böylece
Zât’ın ne özünün özü ne de özünün toplam enerjisi hesaplanamaz,
tahmin edilemez ve bilinemez. Ancak iki hal arasındaki yani hareketin
başlangıcı ve sonu arasındaki fark tayin edilebilir, tanımlanabilir ve
bilinebilir bu fark ise efal olarak karşımıza çıkar. Efalin ait olduğu
esmaya, esmanın tanımlanmasını sağlayan sıfatlara bu yolla geçilebilir.
"O, sizi bir tek nefisten; aynı cevherden, aynı özden halk
etmiştir. Eşinizi de aynı cevherden ve özden meydana
getirmiştir" Zümer 39/6
Vücud ancak hareket halinde ise bilinebilir ve tanımlanabilir. Hareket
sınırlı an içinde farklı hale geçiştir.
hareketsiz âlem ↔ hareketli âlem
Hareketsiz âlem; tanımlanamayan âlemdir. Hareketli âlem,
tanımlanan ve bilinebilen âlemdir. Hareket ancak hareketsize göre ve
hareketsiz olan hareketliye göre kaynak gösterilerek ifade edilebilir.
162
Bundan dolayı Zat, hem hareketli hem hareketsiz öz ihtiva eder. Vücudu
Sâbite'yi meydana getiren en küçük parçacık, özün hareketi içinde zıtlığı
barındırır. Bu hareket tipine dalga denir. Öz, dalga şeklinde hareket
eder. Bu dalga hareketi (+) ve (-) fazların birbirini izleyerek yol kat
etmesidir.
Zât’ın hareketli tarafı bilinebilir, tanımlanabilir ve varlık adını alır,
hareketsiz tarafı bilinemez, tanımlanamaz ve yokluk adını alır. Muhabbet
bu farktan doğar.
Vücudu Sâbite iki evreden oluşur Vücudu yokluk, ve vücudu varlık,
hareketliye ahadiyet, hareketsize a’mâ’iyet denir. Hareketli evre özden,
hareketsiz evre özün özünden meydana gelir. Öz tayin edilemeyen
hareketli zıt yük içeren en küçük parçacık. Özün özü, tayin edilemeyen
hareketsiz eş yüklü en küçük parçacık. Öz, özünözü içinde kesikli dalga
hareketi yaparak hareket eder. Örneğin; Bir tahta seyyar bir merdiven
düşünelim, merdivenin basamakları özün bulunması mümkün yerlerdir.
Özün bulunması mümkün olmayan yerler iki basamak arasındaki
hareketsiz alandır. Bu alanı atlayarak geçer. Bu atlama hareketli özün
hareketsiz öze dönmesi ile bir an kaybolur ve bir sonraki anda hareketsiz
özün hareketli öze dönüşmesi ile açığa çıkar bu açığa çıkış bir sonraki
basamakta meydana gelir.
Böylece hareket bir basamaktan bir basamağa sanki atlayarak yoluna
devam eder. Bu sonderece çok kısa bir anda meydana geldiği için
hareket atlama olmadan devamlı sürekli bir hareket içinde olduğu
izlenimini verir. Bu hareket bir an için Ya Evvel bir an sonrası için Ya
Ahir aynı zamanda Ya Zahir Ya Batın şeklinde bir birini sürekli takip
eder. İki basamak arasındaki enerji ölçülebilir ama özün toplam enerjisi
hesaplanamaz, ölçülemez ve tahmin edilemez. Hareketli olanın
hareketsiz olan içinde bu şekilde yol kat etmesi birbirlerine karşı olan
delildir. Başka bir deyişle hareket, hareketsize ve hareketsizde harekete
perdedir. Bu enerji HU dur. Enerji ise iş yapabilme kabiliyetidir. İş ise
Zat'ın delilidir. İş bünyesinde sıfat, esma ve efali içinde barındırır.
Âlemin içinden hareketsizliği alırsan hareketli tanımsız hale gelir ve
bilinebilirliğini kaybeder. Zât'ın bilinebilmesi için hareketli ve hareketsiz
âlem iç içe olmalıdır.
Bundan dolayı Zât'ın yapısı iki şekilde ele alınabilir.
163
a) Hareketsiz öz. yokluk (kesinlikle tanımlanamayan) a’mâ’iyet hali
b) Hareketli öz, varlık (tanımlanabilen) ahadiyet hali
Zat yapısı yokluk ve varlık üzerinedir. Âlem sadece hareketsiz özden
meydana gelmiş olsaydı Zat mutlak a’mâ’iyet halindedir denilebilir. Bir
başka deyişle, “Zat kendi mutlak nefsi ile başbaşadır ve her an olduğu
gibidir” denilebilir. Hareketli öz sonradan olandır ve hareketsiz öz ise
varlığın temelidir. Varlık sonradan olandır. Sonradan olma hâli Zât'ın iş
yapmasıdır. "o her an bir şeendedir" Zat'ın yaptığı işin enerjisi
ölçülürken, işi yapanın yani Zât'ın enerjisi ölçülemez. Ozaman Zat ancak
meydana çıkardığı işler ile bilinebilir. İş öncelikle karşımıza hangi
mertebe olursa olsun fiil olarak çıkar. Bu fiilin bir ismi vardır. İsmin
tanımlanması ise sıfatlarla yapılır. Faaliyet sırasında, isim ve sıfatlar işin
batınında olur.
Tek yaptığım
ayık olduğum zaman
kendimi keşfetmek.
Hamdolsun, Rabbim, nefsimde
herşeyi zâten ezelden beyan etmiş.
Ne kaybolan bir şey var
Ne bulunan.
Ve iz kale
"ikra bismi Rabbike"
Uysan Eşhedü
Uymasan
Allah muhafaza...
A’mâ’iyet, yokluk âlemi, burası izâfi hareketsizlik içerdiği için,
tanımlanması
mümkün
değildir.
Hareketsizlikten
kasıt
fiziken
tanımlanmanın olamıyacağına yönelik kuvvetli vurgudur. Zât'ın
hareketsiz başka bir deyişle tanımlanamayan özüdür. Hükümsüz sâfi
Zat'tır. Zât’ın bu mertebede kendisi, kendisini, kendisinden kendisine
vasıtasız olarak bildiği mertebedir.
Zat, ilk olarak İzâfi Zat’a dönüşür. Zât’ın ilk hareketi kendisini,
kendisi ile kendisinden örtmesi, perdelemesidir. Bu örtme işlemi Zât’ın
özünün doğası gereği sonsuz istitadlardan meydana gelir. Bu örtme
işlemi, hareketsiz form içinde hareket meydana getirmedir. Böylece
hareket, hareketsizliğe
kaynak gösterilerek, tanımlı hale gelir ve
tanımlama tamamen izafidir. Bu mertebede Zat, İzâfi Zat adını alır. Bu
mertebede İzâfi Zat kendini vasıtalı olarak bilir. Hareketin oluşması
tanımlanma isteğinin başlangıcıdır. İlk vasıta ise ilk düşüncedir. İlk
düşünce Ahadiyet mertebesinde açığa çıkar. Zat, Zâti hüküm ile bu
mertebede varlık elbisesi giyer böylece Vücudu Sabite adını alır.
164
Vücudu Sabite, Zat'ın kendisinden kendisine yaptığı teccellidir. Böylece
Zat'ta bir değişiklik meydana gelmez.
"Allah'ın hakkında hiç bir değişiklik yoktur." (10/24)
Vasıta olabilmesi için Zât’ın kendisini, kendisinden örtmesi,
perdelemesi gerekir. Burada ki vasıta, Zât’ın perdeli olan tarafı ve onun
amelleridir ve HAKK adını alır. Mahluk sonradan olan yada
perdelenendir. Dolayısıyla ilk vasıta ilk orataya çıkan iş, ürün düşüncedir.
Zat’i istad; Zât’ın özüdür. Her bir istitad Zât’ın bir vechine delildir.
Zat’i istitad Zat’tın ta kendisidir, mahluk değildir. Örnek Zat’ın kendisi,
kendisini kendisinden perdelemesi bir istitadtır sonradan olan değildir.
Zat’ın özünün doğası gereğidir.
Zat, İzafi Zat’a yani hareketli forma istadlarını aktarır ve böylece
Ayan-ı Sabiteler oluşur. Ayan-Sabiteler iki aşamadan meydana gelir.
1. Aşama; Zat’a ait istidatlar ki bunlar Zat’ın özünü teşkil eder, İzafi
Zat’a yani hareketli forma aktarılır. Bunlar sabittir ve sonsuzdur.
2. Aşama; Hareketli forma intikal eden Zat’i istadlar faaliyete geçer.
Dolayısıyla öncelikle bunlar sıfatlara ve esmalara dönüşerek varlık adını
alır.
Burada Zati istidad varlık elbisesi giymemişken Zat’i istadadın ürünü
olan sıfat, esma ve fiil varlık elbisesi giymiştir.
Böylece a’yân-ı sâbiteler Zât’i istitadlar yönünden varlık elbisesi
giymezken sıfatları, esmaları ve faaliyetleri açısından varlık elbisesi
giymiştir diyebiliriz.
Örnek: düşünebilme bir istitadtır, ve Zat ile birlikte vardır ve özdür.
Düşünce ise bir üründür yani varlıktır. Bu düşüncenin bir ismi vardır ve
düşüncenin tanımlanması için sıfatlara gereksinim vardır. Bu düşüncenin
faaliyeti ise iş yapabilmesidir. Dolayısıyla düşünebilme varlık elbisesi
giymezken, düşünce varlık elbisesi giymiş olur.
Sonuç olarak varlık her an yokluk üzerine binâ edilir ve dolayısıyla
eğilim yokluğa doğrudur. Burada yokluk tanımlanamayan öze dönüştür.
Varlık olabilmesi için mutlak yokluğa gereksinim vardır. Varlık, Zat’ın
kendisini kendisinden vasıta ile bilmesidir. Vasıta ise varlıktır ve
sonradan olandır. Yokluk ise vasıtasız kendisini bilmesidir. Yukarıda
belirtildiği gibi varlık her an yokluğa dönerek varlığını sürdürebilir ve
ama, yokluk için varlık olması gerekli değildir.
Zat kendisini, kendisinden örttüğü oranda, vasıtalı olarak hayal
edebilir, bilebilir ve tanımlayabilir. Bu mertebede yer alan Mussavir
istidadı bütün a’yân-ı sâbiteleri ayrıntılı olarak hayal ve tasvir eder. Mâcit
ve Mûcit istitadları onları Ahadiyet mertebesine intikal ettirir. Bundan
dolayı varlık, Zât'ın kendisinin kendisine perdelenmiş olan kısmının yani
hayalinin bir ürünüdür. Varlık sadece Zat'ın perdelenmiş olan kısmı
165
olduğunu bilmeli, vasıta olduğunu bilmeli ve Zat'tan ayrı olmadığını
bilmelidir.
Zat kendisini nasıl bilmek istiyorsa o şekilde bilir, ister vasıtalı ister
vasıtasız.
Zât'ın kendisini bilme mertebeleri
Zat; Zât'ın saf hâli, hareketsiz evre, yokluk mertebesi,
tanımlanamayan a’mâ hali. Zât'ın
kendisi, kendisini vasıtasız,
(düşünmeden) olduğu gibi bilir. Bütün Zat’i istidadlar ki Zât’ın özüdür bu
evrede hareketsizdir.
İzâfi Zat; Hareketsizliğin içinden hareketin doğar, burada Zat, İzâfi
Zat adını alır. Hareket, hareketsiliğe göre tanımlanabilir ve bilinebilir.
Hareket, hareketsizliğe perdedir. Zât'ın kendisi, kendisini kendisinden
gizler, perdeler ve böylece izâfi bir durum meydana gelir. Zat'ın kendisi
kendisini vasıta ile bilir buradaki vasıta yaptığı harekettir. Zat’i istitadlar
örtüldüğü miktarda hareketli hâle gelir.
Ahadiyet mertebesi; Varlık yokluk üzerine binâ edilmiştir. Bunun
sonucu olarak gizli olan kısımda kalan, vasıta da Zât'ın kendisidir. Ortaya
çıkardığı üründür ve kendisnden gayrı olmamakla birlikte kendisinde izâfi
olarak fark oluşturmanın temelidir.
Yokluk- varlık oluşumu;
Yokluk; tanımlanamayan, izafi hareketsizlik, vasıtasız (düşünmeden)
kendini bilme,
Varlık; yokluğu temel alarak meydana gelme, izafi hareketlilik,
tanımlanabilme, vasıtalı (düşünce ile) kendini bilme.
(kulle yevmin huve fî şe’nin) Rahman Suresi (55/29)
"O, her an
oluştadır)."
(gün) yeni bir iştedir (tecellidedir/şe'ndedir,
Bu ayeti kerimeyi, varlığın oluşuna ilişkin bir destek, bir isbat ayeti
olarak görebiliriz. Bu ayeti detaylı bir şekilde incelediğimizde, hemen şu
soruyu sorabiliriz, ayette geçen “O” kimdir? “O, her an yeni bir iş
oluştadır” burda iş iki anlamıda içermektedir. Bunlar hem halk etme
hemde halk ettiğini öz varlığına tekrar dönüştürme. Halk etme, İzâfi
Zat'ın öz varlığının farklı terkiplerle bir araya gelmesi sonucu fark
perdesine bürünürek açığa çıkmasıdır. Bu ilk düşüncenin üretilmesi
sırasında vukubulur. Daha sonra düşünceden eşyanın oluşumu sırasında
her aşamada yer alır. Burada İzâfi Zat, özü ile düşünce üretmekte ve
sonra o düşünceyi eşyaya dönüştürmekte. Böylece, eşya düşünceden,
düşünce İzâfi Zat'ın özünden meydana gelmektedir. Bu oluş süresi ise
yevm olmakta o da dehr yani an'dır. An'da İzafi Zat'tır. İzafi Zat
karşımıza burda, O, yevm, Şe'n ve bu ayeti bize bildiren ve bu ayeti
bizim tarafımızdan okunan olmak üzere oluş sırası ve terkibi yönünden
farklı farklı yönleri ile açığa çıkarken Zat'i varlığı ile batında kalarak yani
özü itibari ile aynı olduğunu her an her oluşta göstermektedir.
166
"O her an yeni bir iştedir" ikinci bölümü ise, halk edilmişin tekrar
İzafi Zat'ın özüne dönüştür. Sonuçta bu da bir iştir. Bunun ispatını
ŞÛRÂ-42/53 nolu ayetinde görebiliriz.
(Sırâtıllâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), e lâ
ilâllâhi tesîrul umûr(umûru). ŞÛRÂ-42/53
"göklerde ne varsa ve arzda ne varsa hepsi Allah'a doğru
giden yoldur (Allah'ı işaret eder) ve bütün işler Allah'a
dönücüdür."
İzâfi Zat'ın özünden meydana gelen bu alem sonuçta tekrar İzafi
Zat'ın özüne dönmektedir. Böylece İzafi Zat'ın özü itibari ile bir değişim
meydana gelmemektedir dolayısıyla İzafi Zat'a aynı zamanda Vücud-u
Sabite denir. Bu özden oluşum ve öze dönüş iki şekilde süre
gelmektedir. İki tür zaman vardır. Bunlardan biri an dır diğeri ise
ömürdür. Varlık, an itibari ile İzafi Zat'ın özüne yani yokluk mertebesine
dönmekte ve onu takib eden an'da ise yokluk mertebesinden varlık
mertebesine intikal etmektedir ancak varlığın, yoklukta kaldığı süre an
olduğu için varlığın yokluğa dönüştüğü ve tekrardan yokluktan varlığa
geçtiği evreyi algılamaktan perdelidir. Varlık, varlığının kesintisiz devam
ettiğini zanneder. Dolayısyla varlık her an bir önceki andan farklıdır. Bu
farkın varlık tarafından algılanması hemen olmaz ancak belli bir birikim
süresi sonunda olur. Böylece varlık yokluk üzerine bina edilmiş olur ta ki
bu varlığın ömrü bitene kadar. Ömrü biten varlıkta aslı olan İzafi Zat'ın
özüne dönüş yapar.
Ahadiyet; bu mertebede İzâfi Zat, Vücüdu Sâbite, düşünce ile
istitadlarını keşfeder İzâfi Zât'ın istitadları, sıfatlar ile tanımlanır ve
uygun bir esma ile adlandırılır. A’yân-ı sâbiteler, bu istidadlardan
meydana gelir. Her a’yân-ı sâbitenin bir esma başlığı vardır. Bu Esma
başlığı bir çok alt esmadan meydana gelir. Esmalar ise sıfatların bir
sonucu ve sıfatlarda istidadların sonucudur. A’yân-ı sâbiteler İzâfi Zât'ın
bir veçhidir. Bu da istitadları Zat ile birlikte kılar ama bu istitadların
farkına varmak düşünce ile mümkündür. Düşünce yukarıda yazıldığı gibi
vasıtadır ve sonradan olandır. Burda varlık elbisesi giyen düşüncedir ve
varlık yokluğa dayanır ama istidadlar Zat ile birliktedir. Zat'ın bir veçhi
diğer veçhinden farklıdır dolayısyla bir a’yân-ı sâbiteden ancak bir tane
vardır ve aynı a’yân-ı sâbiteden bir ikinci a’yân-ı sâbite olması mümkün
değildir. Her a’yân-ı sâbite, İzâfi Zât'ın bir vechine karşılık gelir
dolayısıyla bu yöne özeldir ve sâbittir. İzâfi Zat ancak a’yân-ı sâbiteler
yolu ile tanımlanır ve bilinebilir. A’yân-ı sâbiteler, Zât'ın, İzâfi Zât'ı
örttüğü miktarı kadar açığa çıkar.
İsitidada özellikler, kabiliyete ise özellikli özellik denebilir. Örneğin,
beş duyu özelliği hemen hemen herkeste olmakla birlikte ama resim
yapma özellikli özelliği sadece bazı kişilerde bulunmaktadır. Resim yapan
kişi aynı zamanda beş duyu özelliğinide sahiptir.
Vahadiyet (Ben, Sen ve O); İzâfi Zât'ın Ahadiyet mertebesinde
ikinci bir perdelenme işlemine uğrayarak İzâfi Zât'i Ahadiyet benliğini,
167
Ben, Sen ve O' ya dönüştürerek, kendisini vasıtalı (dolaylı yoldan)
bilme yolunda seyrini sürdürür.
------------------“Bir varmış, bir yokmuş”
diye uyutulduk her gece
Oysa söylenmiş hakikat
1001 gece
------------------İdrak: Esmalar ile sıfatların kaynağı Zât’i istidadlardır. Zât’i istidadlar
Zât’ın özüdür.
Tesbit: Tasavvuf (gerçek) “Ben” diyebilme ilmidir.
Tasavvuf (benliksiz) “Ben” diyebilme ilmidir.
------------------NOT= Bu sıraya (13) üncü olarak, bu Umremize katılmamış olmakla
beraber, bir oğlumuzun daha, yukarıda ki tefekkür, yazına uygun bir yazı
göndermiş olduğu için, o nu da buraya ilâve etmeyi uygun buldum.
Tefekkür geliştirilmesi için İnşeallah faydalı olur. Görüldüğü gibi
sistemimiz içinde, kişileri kendi hakikatleri itibari ile bir kimliğe ulaştırıp
düşünen bireyler haline getirmeye çalışmaktayız.
Bu da hamdolsun oluşmaktadır. Bunları gördükçe bizde emeklerimizin boşa gitmediğini görüp memnun olmaktayız. Böyle güzel dost ve
evlâtları karşımıza çıkardığı için Rabb’ımıza sonzuz şükreder ve her
dâim hamdederiz.
Ve bütün çevremize Cenâb-ı Hakk’tan idrak, irfan, muhabbet, gayret,
gönül huzuru ve (hüsnü hâtime/güzel sonlar) dileriz. T.B.
------------------(13)
Ah… Es… (10/Nisan/2015) Her şey zıddı ile kâim
Efendim, Babam, yine gönüle bişeyler geldi. Annemin ve sizin
Ellerinizden hasretle öpüyorum.
Her şey zıddı ile kâimdir. Zıddı olmayan bilinmez, iyi-kötü ile, ak-kara
ile, sıcak-soğuk ile bilinir.
Cenâb-ı Hakk da bilinmekliğini isteyip, âlemleri halk etmedimi? O
halde Allah (c.c) ı bilmekte zıddı ile olacak, olmalı. Peki tek olanın zıddı
varmı? zıddı olabilirmi? olurmu? Olmaz gibi ama olmalı, biraz tefekkür
sonrası olur diyebiliriz.
Nasıl olur peki? O, öyle birşey halk ettiki, ona yüklediği yükü dağlar
bile kabul edip taşıyamadı. Evet kulunu halk etti ve ona venafahtü ile
kendisini yükledi. Ancak kulunun içinde yaşayacağı âlemide ilmi ilâhi si
ile öyle bir halk ettiki, o âlemde her şeyin bilinmesi zıddı ile olmakta idi.
O zıt olan şeylerin halk ediliş hakk’larını da belirli bir zamana kadar
168
onları sağlamaya söz verdi. “Venafahtü” ile kendi hakikatlerini yüklediği
kulunu gönderdiği efal âleminde bu âlemin gereği olarak, kulunda onun
zıtları zâhir olmaya başladı.
Bu zıtlığı fark eden kullar Allah (c.c) ı bildi, fark etmeyen bilemedi.
bilenlerin bir kısmı sâlih oldu, bilmiyenlerin hepsi gafil oldu. Bilmeyipte
biliyormuş gibi yapanlar münafık oldu. Bilenler derece derece, mertebe
mertebe a’lâyı illin-i, bilmeyenlerde aynı şekilde derece, derece esfel-i
sâfilin-i bu âlemde yaşadı, yaşıyor.
Efendi Babam, sabah namazı sonrası gönüle, akıla bunlar düştü.
Yazmadan duramıyorum o hâl gelince. Sizede göndermek istedim
inşallah vaktiniz olur. Bu arada kızımız daha iyi durumda. Derslerimize
başladık şükürler olsun. Sizin selâm ve şâfi ilaçlarınızıda alıyoruz, çok
daha iyiyiz.
Allah sizden râzı olsun efendim. Sizin ve annemin ellerinden tekrar
tekrar hasretle öperim canımın nûru Efendi Babam.
E…. 'den A…..
------------------Terzi Baba
Hayırlı günler A. Es… oğlum yazın güzel olmuş gönlüne eline sağlık,
Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah. kızınızın daha iyi
olduğuna sevindim İnşeallah daha da iyi olur, bunlarında hepsi geçer
birer ibretlik hatıra olarak kalır, Cenâb-ı Hakk dünya ahret işlerinde
kolaylıklar nasib etsin inşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendi Babanız.
------------------(14) Me… Ak…17/Nisan/2015 UMRE DOSYASI
Efendi Babam hayırlı günler, hayırlı cumalar.
Cenabı Hakk'dan size ve anneme, sağlık ve afiyet vermesini en içten
dileklerimle niyaz eder, ellerinizden hürmetle öperim.
Umre dosyasını nihayet tamamlayabildim. Verdiğiniz süre ve
gösterdiğiniz anlayış için çok teşekkür ederim. Efendi Babam, umre
esnasında detaylı bir günlük tutmuştum. O günlükteki önemli tefekkür
noktalarını umre dosyasının içine aldım. Geri kalanını ise dışarı da
bıraktım. Buna rağmen dosya biraz uzun oldu. Affınıza sığınıyorum.
Bu vesile ile, her an not tutmanın, sonra da bu notları düzenlemeye
çalışmanın, tasavvuf eğitimi için ne büyük bir katkı ve gelişim olduğunu
gördüm. Size ne kadar teşekkür etsem azdır.
Ellerinizden tekrardan hürmetle öperken, Cenabı Hakk'a, sizi ve
annemi başımızdan eksik etmemesi için, dua ederim.
En içten saygılarımla
Evladınız Me….
--------------
169
Terzi Baba
Hayırlı günler Me… oğlum geçmiş cum'an seninde mübarek olsun. Bu
gün İstanbulda sohbette idik o yüzden maillere bakmaya ancak vaktim
oldu. Senin gönderdiğin Umre dosyanı da indirdim okudum, kontrollarını
yaptım, yerine aktardım gelen diğer yazılar gibi, dosyasında sırasına
girmiş oldu. Diğerleri gibi seninki de oldukça güzel olmuş hissiyatlarını
yaşadıklarını güzel ifade etmişsin, ellerine diline sağlık, Cenâb-ı Hakk
daha nice tefekkürler ile Umrenin tekrarını nasib eder İnşeallah. Dünya
ahret işlerin kolay gelsin selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
-------------Me… Ak… UMRE NOTLARI
Yaşanan hal ile kelam arasında Ariflerin işaret ettiği neviden bir
uçurumun varlığı, umre notlarımı yazıya dökmek için kalemi elime
aldığım anda karşıma dikilen ilk şey oldu. Böyle hissetmemdeki temel
sebep, umre esnasında yaşadıklarımızın, tarife sığmaz olağanüstü bir hal
olmasıydı. Hakikatten, umre süresince zaman beşerin ihtiyaçlarından ve
kaprislerinden oluşan bir tempo olmaktan çıkmış, mekân alelade bir
zemin olmanın ötesinde insanı her yönden kuşatan bir rahmete
dönüşmüştü. Ve “ben” dediğimiz varlıklar beşeri kimliklerinden aranıp
özlerine dönmeye çalışmıştı.
En güzeli ise bu halin kişiye mahsus olmamasıydı. Bu halin muazzam
bir kalabalıkla beraber yaşanması, “benlerin” ötesindeki “biz” olmanın
manevi sarhoşluğunu yaşatıyordu. Girdaba kapılmış su zerreleri gibi
etrafında döndüğümüz Kâbe’den yayılan maneviyat “benlere” ait
duvarları eriterek, bizleri bir ummana, hatta bir sele dönüştürüyordu.
İşte herkes tarafından ama farklı şekillerde yaşanan bu olağanüstü hal,
olağan bir zihnin eseri olan konuşma ve yazı dilini çaresiz bırakıyor.
Sırf işaret ettiğim bu nokta bile Kâbe’nin ve genel olarak ziyaret
ettiğimiz mukaddes yerlerin büyüklüğüne delalet etmekte. Bu
mekânlarda nasıl bir manevi akım vardı ki, sıradan bir Müslümanı bir
anda büyük bir manevi/mistik tecrübenin içine çekerek, ona Ariflerin
işaret buyurduğu o muazzam hissiyatı tattırıyordu.
Mekke’de ve genel olarak umre seyahatimizde yaşananları yazılı
olarak ifade etmek işte bu yüzden çok güç. Etrafımda müşahede ettiğim
o manevi sarhoşluk ve ummandan geriye kalan satırlar ancak yüzeydeki
kabuğa dokunmaktan öteye gidemeyecek. Hoş, Efendi Babamın dediği
gibi, “Kâbe Zat’ın tecellisi.” Zatın tecelli ettiği yerde satırdan ve
sözden geriye ne kalır. Her şeyi bir kenara bıraksak bile, sadece bu
tecrübeyi yaşamama olanak sağladığı için, Efendi Babamın ve Nüket
Annemin hakkını ödeyemem. Zaten şu ana kadar mevzuyu Efendi
Babam kadar güzel özetleyen birine de denk gelmedim: “İnsan
buraları görmezse, bu âlemden eksik gider.”
YOLCULUK VE MEDİNE GÜNLERİ
Hava alanına vardığımızda, bizden önce bir hayli insan gelmiş
olduğunu gördüm. Ancak daha gelmesi gereken çok kişi vardı. Ben de
170
vakit geçirmek için, hava alanında küçük bir gezintiye çıktım.
Döndüğümde insanların pasaport ve bilet işlemleri için sıraya girmiş
bulunduklarını gördüm. Efendi Babam ile Nüket Annem sıranın başına
yakın bir yerindeydiler. Nüket anne sık sık sıradan ayrılıp insanlarla
selamlaşıp, muhabbet ediyordu.
O sırada Efendi Babamı ve Nüket Annemi uzaktan gözlemleme
fırsatım oldu. En çok dikkatimi çeken şey sadelikti. Harici bir göz onları
gruptaki herhangi birinden ayıramazdı. Tanık olduğumuz veya hikâyesini
duyduğumuz diğer tarikatları düşündüm. Aradaki fark ne kadar muazzamdı. Hiç de azımsanmayacak sayıda insan bir tarikat olarak toplanıp
bir yere gidiyordu, ve bunu da dışarıdan hissedilmeyecek bir şekilde
yapıyordu. Efendi Babama ve Nüket Anneme gösterilen hürmette günlük
hayatın sınırlarını zorlayacak ve yüzden de dikkati çekecek hiçbir şey
yoktu.
Kamil Mürşitlerin sayısının git gide azaldığı, onları bulmanın
neredeyse imkânsız hale geldiği günümüzde, mürşidin kâmil olanı ile
olmayanı arasındaki en büyük farklardan birinin bu olduğu o an adeta
kafama kazındı. Nasıl ki, hakiki marifet ehli, kendini ve sahip olduğu ilahi
veçheyi
(eşyanın hakikatini
tanımaktan kaynaklanan) örtmesi
gerekiyorsa, marifet ehli olan bir kâmil mürşidin de sadelik ve sıradanlık
libası içinde bulunması zaruriydi. İlim ve sadeliği ne büyük hasletler
olduğunu bir kere daha bütün açıklığı ile idrak ettim.
O an aklıma hemen Efendimiz (sav) ile ilgili bir hadise geldi ki,
hissettiklerimin ilahi bir tasdikinden başka bir şey değildi: büyük bir
putperest kabilenin ileri gelenleri Efendimiz ile görüşmek ve İslam
hakkında bilgi almak maksadıyla, bir gün Medine’ye gelirler. Yol
kenarında hendek kazmakta olan bir grup işçiye gidip, Müslümanların
lideri Muhammed’i nerede bulabileceklerini sorarlar. Aradıkları kişi
soruyu sordukları kişidir. Efendimiz cevap verir: “Benim!”
------------------Yaklaşık üç saatlik bir yolculuk sonunda Medine hava alanına inmiş
bulunuyorduk. Hava alanından otelimize doğru hareket ederken, içinde
bulunduğum hissiyat âleminde büyük bir değişiklik yaşandığını hayretle
müşahede ettim. Yoğun ve kuvvetli bir Rahmaniyet her yerden sökün
ederek üzerimizi kapladı. Dağ taş rahmaniyet kesilmiş bizi kuşatıyordu.
O sırada Efendi Babam mikrofonu alıp, Efendimizi anlatan ilahiler, şiirler
ve duaları okumaya başlayınca, olanlar oldu: gözyaşlarıma hâkim
olamıyordum. Allahtan cam kenarındaydım, bu sayede kafamı camdan
tarafa çevirip, içinde bulunduğu hali yanımdaki kardeşten gizleyebildim.
Dışarıda nereye baksam, Efendimiz aklıma geliyordu. Benim geçtiğim
bu yoldan o da geçmişti, baktığım bu dağa taşa o da bakmıştı. Adeta her
zerre ondan bir hatıra taşıyordu. Medine’de Onsuz bir zerre bile yoktu.
Ve biz böyle bir mekânda, her bir zerresi Efendimizin hatırasını taşıyan
bir mekânda bulunuyorduk. Artık Efendimizin misafiriydik, bunu tüm
kalbimle hissediyordum. Bunları düşündükçe Efendimiz karşımda gittikçe
somutlaşıyor, o somutlaştıkça benim de heyecanım artıp gözyaşlarına
171
dönüşüyordu. Bu hal ve hissiyat, bazen artmak bazen de azalmak
suretiyle ama hiç değişmeden Medine’de kaldığımız süre boyunca devam
etti.
İlk gece Mescid-i Nebevi’yi ve Efendimizi ziyaret ettik. Efendimiz ile
olan bağımız, manevi bir bağ olması hasebiyle, herhangi fiziki bir kayıt
ile sınırlanamazdı. Yani Âlemin neresinde olursak olalım, irfaniyetimiz
oranında ona yakın ya da uzak olurduk. Ancak ne var ki, Medine’de
Efendimiz her yerde hazır ve nazır bulunmaktaydı ve bunu hissetmemek
olanaksızdı. Bulunduğumuz mekânlarda öyle bir rahmeniyet vardı ki
Efendimiz aklımızdan bir an olsun bile çıkmıyordu. Efendimizin hane-i
saadetlerinin bu kadar yakınında olmak, onun yemek yediği, uyuduğu,
insanlara namaz kıldırdığı bir mekânda bulunmak, tarifsiz bir duyguydu.
Efendimizin kabrinden yayılan nur ve rahmaniyetten olacak, Mescid-i
Nebevi’de tesadüf ettiğimiz nahoş olayların hiç üzerinde durmadık:
izdiham, itiş kakış, karşısındakine değer vermeme…. Bunlar Efendimizin
ümmetine yakışmayan şeylerdi. Ama bunlara söylenmek ve bunların
üzerinde durmak, iblisin ekmeğine yağ sürmek ve nefs-i emarenin
avucuna düşmek olacaktı. Yapılabilecek en iyi şey, negatif olarak zuhur
eden hadisedeki hikmeti anlamaya çalışmaktı.
Etrafta hâkim olan kargaşayı, telaşı ve itiş kakışı tefekkür edince, bir
nokta aydınlanmaya başladı: irfaniyet esas olandır. Asli olan irfaniyettir.
İrfaniyeti, şeriatın, fıkıhın, kelamın vs. üzerine konan bir kaymak gibi
addettiğimiz için, onu keyfi bir şey olarak algılayabilmekteyiz. Zahiren de
böyle telkin edilir. Şeriatın vazgeçilemezliği her daim ve ısrarla vaaz
edildiği için, algılarımızda irfaniyet ister istemez elden çıkarılabilir bir şey
olarak şekillenmekte. İrfaniyetin kişinin arzu ve isteğine bırakılmış
olması, zahiren onun keyfi bir şey olduğu izlenimini verse de, irfaniyet
özdür. Cennet bahçesinden bir parça yer kapabilmek için, mümin
kardeşini ezmekte, hırpalamakta beis görmeyen bir müslüman,
irfaniyetten mahrum olduğu için, yaptıklarının Efendimizin ahlakına ve
sünnetine ne kadar aykırı olduğunu idrak edemiyor. Yaptığımız bir şeyin
İslami olması kadar onun yapılış şeklinin de İslami olmasını vurgulayan
Efendimizin ahlakı, ne yazık ki irfaniyet olmadan, yaşanabilecek gibi
durmuyor. İşte bu yüzden irfaniyetsiz bir islamın hakkıyla yaşanması
pek mümkün görünmüyor.
Bu bakımdan irfaniyeti en güzel anlatan benzetme tohum herhalde.
Tohum, ağaç dal budak sarıp büyüdüğünde görünmez olur, toprakta
yiter gider. Ama aslında o koca ağaç küçük bir tohumdan başka bir şey
değildir. O an için görünmez olan, göze batmayan çekirdek, aslında her
şeydir; ağaca dair her şeyin özü odur. İşte irfaniyette böyle bir şey.
Ortada yoktur, görünmezdir, ama her şey ona bağlıdır. Mescidi
Nebevi’deki karşılaştığımız nahoş manzaralar aklıma ve gönlüme bu
düşünceleri düşürmüştü. Şeriatsız bir irfaniyet mümkün değildi. Ancak
yakından bakıldığında şu da görülüyordu ki, irfaniyet olmadan da şeriatı
hakkıyla yaşamak da mümkün değildi. Mescid-i Nebevi’deki izdihamda
aklıma ve gönlüme düşen bu düşünce, Mekke’de de artan bir şekile
orada geçerliliğini korudu.
172
Bütün bunların ışığında düşününce, Efendi Babamın tefekkür
konusunda gösterdiği ısrarı şimdi daha net anlıyorum: tefekkürsüz bir
islam, bir tapınma dinine dönebilmekte ve İslamın insanlığı kurtardığı
putlar, arka kapıdan başka bir kisve altında tekrardan eski yerlerine –
hem de bu sefer daha güçlü olarak- dönebilmekteler.
Her şeye rağmen, Mescid-i Nebevide ve Medine’de Rahmet her yeri
kuşatmıştı. Medine’de birbiriyle bağlantılı iki şey egemendi: her şeyi
kuşatan, insana dinginlik ve huzur veren bir Rahmet, ve Efendimizin
varlığı. Efendimizin varlığı bazı anlarda öyle somutlaşıyordu ki, insanın
aklını kaplayan tek şey oluyordu: “Acaba şu an oturduğum yer de o da
zamanında oturmuş muydu?” “baktığım yöne doğru o da bakmış mıydı?”
“Gördükleri karşısında neler hissetmişti?” Bunları düşünüyor olmak bile
aslında Rahmetten başka bir şey değildi.
Bunların dışında Medine’de dikkatimi çeken başka bir şey daha vardı.
Efendi Babam, irfan ehlinin, üns ve heybet tecellilerine mazhar
olduğundan bahsetmişti. Ben bu tecellileri Efendi Babamın üstünde
bütün haşmetiyle zuhur ettiğine tanık oldum. Garip bir hissiyattı, çünkü
zahiren Efendi Babamda hiçbir değişiklik yoktu. Güler yüzlü olmasında,
müşfikliğinde değişen hiçbir şey yoktu. Ancak, bir müddet Efendi
Babamın yanına yaklaşmaya korktum desem yeridir.
MEKKE GÜNLERİ
Medine’den Mekke’ye doğru hareket ettiğimizde içimdeki hissiyat,
Medine’de çok kısa kalmış bulunduğumuz şeklindeydi. Ama bir yandan
da Mekke’ye ve özellikle de Kâbe’ye dair anlatılan şeyler, merakımı celp
ediyordu. Oradaki havanın bambaşka olduğuna, Celal tecellilerinin bariz
bir şekilde belirginlik kazanmış olduğuna dair söylenenler ışığında Kâbe
ve Mekke aklımda gerçek ötesi bir yer olarak canlanıyordu. Ki Mekke’de
geçirdiğimiz süre bu ifadelerin hepsinin ne kadar doğru ve yerinde
olduğunu gösterdi.
Mekke’deki Celal tecellisi yüzünden sükûneti ve sakinliği korumanın
gayet mühim olduğunu telkin eden konuşmalar sayesinde en azından
zihinsel olarak kendimi Mekke’ye ayarlamaya çalışmıştım. Kendimi
hazırlamaya çalıştığım diğer bir şeyde tersliklerdi. İnsanlar Mekke’ye dair
anılarında hep olmadık tersliklerden ve bu tersliklerdeki hikmetten
bahsettikleri için, karşılaşacağım tersliklere günlük hayatımdaki reflekslerle karşılık vermem gerektiğini sürekli kendime telkin ediyordum. Ki
daha umre gecesi iki tane o an için ciddi sayılacak terslik karşısında
elimden geldiğince sakin olup meseleyi kafamda büyütmemeye çalıştım.
Şimdi geri dönüp bakınca, önemli farz ettiğim tersliklerin incir
çekirdeğini bile doldurmayacak şeyler olduğunu görüyorum. Sırf bunlar
bile terbiye edilmemiş nefsin nasıl bir canavar olduğunu göstermek için
yeter de artar bile. Efendi Babam’ın hep işaret ettiği gibi, nefis var olanı
yok, yok olanı da varmış gibi gösteriyor. O an için çok önemli saydığım
bir mesele, aslında şimdi düşününce anlıyorum ki yokmuş.
Mekke’ye vardığımızda, Mekke’ye gelmiş her insan gibi dikkatimi en
çok çeken şey Zemzem Tower ve gökdelenler oldu. Cibril hadisinde
173
işaret edildiği üzere kıyamete az bir vaktin kaldığının işareti olan
Zemzem Tower ve gökdelenler, Allah’ın evinin üstünde dikilme cüreti
gösteren İblis askerleri gibi gözükmüşlerdi gözüme. Nasıl olurdu da bu
kadar kutsal bir yer, mananın yeryüzündeki en katıksız hali, maddiyatın
ve servet biriktirmenin tecessüm etmiş şekli olan gökdelenlerin arasında
adeta kaybolup gitmişti. Hâsılı, Mekke’ye girdiğimizde en çok dikkatimi
çeken şey Zemzem Tower’ın azameti ve onun yanında neredeyse
kaybolmuş bir Kâbe’ydi. İnsana hüzün veren bir tezattı bu.
Yaşadığım bir iki tersliğe ve gök delenlerin bozduğu manevi havaya
rağmen, ilk umrem süresince yaşadığım hissiyatı hiçbir şey tarif etmeye
muktedir değil. Mekke’ye varır varmaz umre yaptık. Yaşanan duygusallık
ve gözyaşları neredeyse dualarımı etmeme bile engel olacaktı. Umre
esnasında ve umre bittikten hemen sonra, adeta zamanın dışına çıkmış
olduğumuzu hissettim. Zaman içinde zamandı yaşadığımız. Yaşadığım
manevi sarhoşluktan olacak, belimde aylardır hissettiğim ve bir türlü
tedavi edilememiş olan ağrılardan eser bile kalmamıştı.
04.02.2015
Umre seyahatimiz boyunca dikkatimi çeken bir nokta artık bütün
açıklığı ile gözümün önünde serili duruyordu. Bizim yolumuzun en ayırıcı
vasfı, tefekküre verilen önem. Efendi Babamın şahsında tecessüm etmiş
olan değerler, şekil verdiği yolda da yansımasını bulmuş. Hakikatten de,
etrafıma baktığımda Efendi Babam’ın evlatlarının, muazzam bir tefekkür
uğraşısı içinde olduklarını görüyorum. Çok farklı mesleklerden, çok farklı
yaş gruplarından gelmiş olsalar bile, hepsi tefekkür konusunda
gösterdikleri hassasiyet ve çaba ile farklarını ortaya koyuyorlar. Umre bu
açıdan benim için çok bereketli oldu diyebilirim. Tefekkür eğer Efendi
Babamı ve bizim yolumuzu diğer yollardan ayırıyorsa, en çok
yoğunlaşmam gereken yerin burası olduğuna kani oldum.
İki şey artık benim için açıklığa kavuşmuştu: Birincisi, tefekkür
etmeliydim. (İki elim kanda dahi olsa) İkincisi, tefekkürün ne olduğu çok
iyi anlamalıydım. Sahiden tefekkür neydi? Sıradan bir akıl yürütme ve
fikir üretme faaliyetine tefekkür diyebilir miydik? Tefekkürü tefekkür
etmeden tefekkürün yapılamayacak olması, tefekküre dair garip bir
durum ortaya çıkarıyor: tefekkür hem bir yere varmamızı sağlayan
vasıta, hem varılması hedeflenen yer. İşte bu yüzden tefekkür etmenin
bir sınırı yok. İnsanın Rabbini bilmesinin sınırı olmayacağı gibi,
tefekkürünün de bir sınırı yok. Tefekkür “Gizli hazinenin” bilinmekliğini
mümkün kılan bir köprü olarak hem öbür âlemlere açılan bir berzah hem
de bu âlemi ayakta tutan şey.
Son kamil insan bu âlemden ayrıldıktan sonra, bu âlemin bir varlık
nedeni kalmayacağı dolayısıyla bu âlemin son kamil insan ile birlikte son
bulacağından bahsedilir. Bu açıdan bakılınca, tefekkürün ne kadar
önemli olduğunu daha iyi anlaşılıyor. Bu âlemlerin varlık nedeni “gizli
hazinenin” bilinmesi ise, ve bunu da ancak tefekkür eden Kamil İnsan
tahakkuk ettirebilecekse, tefekkürün var olmadığı bir âlemin var olma
sebebinin ortadan kalkmış olacağı aşikardır.
174
Eğer tefekkür sonu olmayan bir şey ise, hakkıyla tefekkür eden bir
kişi, tefekkür edenin “kendisi” olduğunu düşünebilir mi? Düşünürse
tefekkür etmiş olabilir mi? Efendi Babamın tefekküre dair bir sözünü
şimdi bir nebze olsun anlamaya başladım herhalde. “Efendi Babam,
tefekkür etmek nüfuz etmek” demişti. Derinlere inmek. Hâlbuki, ben
tefekkür etmeyi hep bir irtifa kazanmak, bulunduğu yeri terk edip
uzaklara gitmek olarak telakki ediyordum. Bu ise, olsa olsa filozofların ve
bilim adamlarının akıl yürütmesi olup, eşyanın nedenselliğine (şeylerin
birbirleri ile ilişkilerine)takılıp, var olmayanı var görmeye neden olur.
Tefekkür eden mahal tefekkür ettiği mahalden farkının olmadığını ve
dahası aslında kendi başına müstakil bir mahal olmadığını anladığı an
tefekküre ulaşmış olacak. Ama bunu yapabilmenin yolu da, nüfuz
etmekten geçiyor. Tefekkür, tefekkür edenin, kendi hakikatlerine nüfuz
etmesinden başka bir şey değil aslında. Efendi Babamın nüfuz etmekten
kastettiği bu mu acaba? O yüzden mi, afaktaki ayetlerden önce,
enfüsteki ayetlerden yola çıkıyoruz. O yüzden mi tevhit hakikatlerini
idrak etmeden önce, nefsimizi (etvar-ı seb’a vasıtasıyla) tanıyoruz?
Mekke’de bunları düşünmeye başlayınca aklıma bir diğer husus geldi:
Gizli hazinenin bilinmekliği istemesi… bu hangi mertebede ortaya çıkan
bir oluşum. Gizli hazine olan Zat-ı Mutlak mı? Peki, Zat-ı Mutlak nerede
yani hangi mertebede “bilinmekliği” murad etti? Zat-ı Mutlak’ı gizli
hazine olarak telakki etmek, onu kayıt altına almak anlamına
gelmeyecek mi? Hele hele, bilinmekliği murat etmek tefekkürü zorunlu
kılıyorsa, bu Zatı Mutlak’ı tefekküre muhtaç hale getirmiyor mu?
Burada, ancak irfan ehlinin cevabını verebileceği, hakikatini
anlayabileceği noktalar var. Ancak şu tespiti yapmak mümkün herhalde.
Bu hadiste işaret edilen hakikat, yani gizli hazine olmaklık ve bilinmeği
murat etmek, bu âlemde bize lütfedilen bir pusula. Yani gizli hazine
olmak ve bilinmeyi murat etmek, Zat’ı sınırlayan bir şey değil, bilakis
âlemi ve halk edilmişleri kayıt altına alan bir şey. Gizli hazine olmanın
işaret ettiği hakikat o yüzden Cenabı Hakk’ın rahmetinden başka bir şey
değil. Burada rahmetin iki katmanı var: rahman olarak bu âlemleri var
ediyor. Yani bize varlık veriyor. Ve dahası, rahmaniyetiyle varlık verdiği
bu âleme, bir var oluş gayesi veriyor ve bunu ilim olarak da, kâmil
kullarına açık ediyor. Bu da onun rahmetinin ikinci boyutu oluyor.
Diğer dikkat çeken husus da şu: Gizli hazinenin bilinmeyi murat
etmesi, tefekkürü zorunlu kılsa da, aslında bu tefekkürü yapan, yine
Hakk’ın kendisinden başkası değil. Yani Hakk’ı bilen, Hakk’ın dışında,
kendi başına müstakil bir varlık yok. Bilinmeyi murat eden de O, bilen de
O. İşte bu yüzden tefekkür etmeye muktedir olan ancak kâmil insanlar
dır. Tefekkür eden ayrı bir mahal’in olmadığını, yani nefsin dayattığı
vehim ve hayallerden kendini kurtardıkları için yok olanı var
zannetmeyen kâmil insanlar, Cenabı Hakk’ın bilinmeği murat etmesinin
hakikatini tahakkuk ettirebiliyorlar.
Gizli hazinenin bilinmeyi murat etmesi, bu âlemlerin ortaya çıkmasına
vesile olduysa eğer, o zaman rahatlıkla, bu âlemin özünde bu hakikatin
yattığını görebiliriz. Yani bütün bu âlem “bilinmekliği murat etmekten”
175
başka bir şey değil. Âlemdeki diğer varlıklardan farklı olarak, insan nefis
sahibi olduğu için, bu “bilimekliği murat etmeyi” de nefsanî bir şekilde
tahakkuk ettirmekte. İyi veya kötü beşere dair ne varsa hepsinin,
“bilinmekliği murat etmenin” zuhurundan başka bir şey olmadığını
görebiliriz. Havalı havalı yürüyen delikanlılar, ayna karşısında süslenen
kızlar, gol atınca tribünlere koşturan futbolcular, meydanlarda bağıran
siyasetçiler, birbirleri ile kavga eden ve savaşan fertler ya da milletler,
tablolar çizen ressamlar, besteler yapan müzisyenler… hepsi ama hepsi
aslında, üzerlerindeki hakim Esmaların kontrolünde, bilinmeyi murat
etmekten başka şeyler değiller.
------------------Öğle namazını müteakip çarşıya gittik. Çarşıyı gezerken kendimi
garip hissettim. İçinde bulunduğum ortamın Kâbe ile uzaktan yakında
ilgisi yoktu. Azamet gösterisi ile birbiriyle yarışan gökdelenler, insanı
zübde-i mevcudat olduğu idrakinden koparıyorlardı. Kâbe’yi bırakıp
buradaki dünyalık şeyler ile vakit kaybetmem, hayattaki en kıymetli
şeyimiz olan vaktimi boşa harcadığımı düşündürüyor, kendimi pişman
hissediyordum. İnsanlar yerel kıyafetleri ile giyinmiş olmasa, herhangi
bir Avrupa veya Amerika metropolünde olduğum izlemine kapılabilirdim.
Bu yüzden, içimi bir sıkıntı ve daralma hissi kapladı.
Aklıma gelen Kuran-ı Kerim oldu. Kuran’da müşriklerden bahsederken, en çok kullanılan ifadelerden biri onların dünyaya yani mal ve
mülke düşkünlüğü. Pek çok surede karşımıza çıkan bu durum, alışverişteki gizli tehlikeyi ortaya koyuyor bence. Alış-veriş, bir hacet olarak
mecburen yararlandığımız bir şey olarak kalmazsa, şirk tehlikesi
taşımakta. Bir zorunluluğu ifası şeklinde yaşanmış alışveriş dünyalı
olmaktan bizi koruyacak şey. Çünkü hacetin giderilmesi olarak tavsif
edilen bir faaliyetin, kendi başına bir amaç olması mümkün olamaz.
Alışverişin bir şeyin hizmetinde olmasını iktiza eden bu hal, kazanmaktan
ziyade kurtulmayı ifade etmesi bakımından gayet mühim bir noktanın
altını çizmekte: arzu edilen nesne (eşya) ancak bir zaruret şeklini aldıkça
lüks olmaktan kurtulacaktır.
05.02.2015
Öğle namazından önce umre yaptık. Öğleden sonra ise tavaf yaptım.
İlk umrede yaşadığım mistik heyecan ve hatta taşkınlık bu umrede
yoktu. Duygusal olmakla beraber sakindim.
Oz… ağabey ile bol bol tefekkür yapma imkânımız oldu. Onunla bir
sohbet esnasında, aklıma birden kafirun suresi ile ilgili bir açılım geldi.
Surenin can alıcı noktası herhalde, “leküm diniküm ve liyedin” ayeti. Biz
bunu hep sizin dininiz size benim dinim bana şeklinde algılıyoruz. Bu
şeriat mertebesinden algılayış. Aklıma birden şu geldi, hakikat ve
mariyet mertebelerinden bu ayet nasıl algılanabilir. Bu ayet Rabbi
Has’tan bahsediyor olamaz mı? Yani bir bakıma, ayet şu şekilde de
yorumlanamaz mı: “Sizin Rab-i Hasınız sizindir, benimkisi ise benim”
Yani her birerlerimizin kendimize mahsus bir esma terkibimiz ve
176
dolayısıyla da Rabbi Has’ımız vardır. Acaba sure bu gerçeğin altını çizmiş
olamaz mı? Oz… ağabey ile bu konu hakkında bir hayli konuştuk.
Gece yatsı namazından sonra, Oz… ağabey ile karşılaştığımızda,
Kafirun suresi hakkındaki düşüncemizi Efendi Baba’ya açtığını, onun da
tasdik ettiğini söyledi. Çok mutlu oldum. Ancak aklıma takılan bazı
sorular var. Oz…. ağabey güzel bir benzetmeyle, sahip olduğumuz esmai ilahiye terkibini, barkoda benzetti. Nasıl ürünlerin belli bir barkodu
varsa, sahip olduğumuz ve bize mahsus olan esma-i ilahiye terkibimiz de
bizim barkotlarımız. Barkotlarımızdaki farklar nedeniyle, hepimiz ilahi
hakikati farklı bir veçhesi ile yaşıyoruz. Yani hakikat bir olmasına
rağmen, hepimiz onu farklı bir Rab’in rengiyle yaşıyoruz.
Ancak bütün farklara rağmen, mükellef olabilmemiz için, istisnasız
tüm barkotların, Hakk yolunda yürümeyi mümkün kılacak bir terkip
olması gerekiyor. Şurası bir gerçek, ancak çok az sayıda insan Hakk
yolunda hakkıyla yürüyebiliyor. Acaba şöyle bir durum mu ortaya
çıkıyor: hepimizin Hakk yolunda yürümesini garanti altına alan bir esma
terkibimiz ve Rabb-i Hasımız var. Ki buna ideal esma terkibimiz
diyebiliriz. Bir de şahadet âleminde faaliyetlerimizle tahakkuk ettirdiğimiz bir esma terkibimiz var. Cenabı Hakk’ın bahşettiği ve bikuvve bizi
Hakk’a ulaştırma kapasitesine sahip esma terkibimizin yanında, bir de o
terkibi nasıl kullanacağımıza karar veren irademiz var.
Ama mühim soru şu değil mi aslında: irademiz de bir esma terkibinin
sonucu değil mi? Peki, o zaman nasıl mes’ul olacağız? Mes’ul olmak en
azından şunu iktiza ediyor: Cenabı Hakk hepimizi, Hakk yolunda
yürümemizi garanti edecek ideal bir terkip ile techiz etmiş durumda.
Herhalde, kişiye düşen, şahadet ortamının koşulları gereği, bozulan,
çarpılan, karışan bu terkibi, tekrardan ideal kıvamına ve şekline
getirmek. Cenabı Hakk hepimize devasa ve karmaşık bir makine
bahşediyor (esma terkibimiz). Bu makine öyle de çalışacak böyle de.
Eğer bu makineyi kendi kafamıza göre çalıştırırsak (nefsani), zarar ziyan
üretmekten başka bir şey yapmayan bir yıkım makinesi olacak. Yok,
eğer makineden verim almak istiyorsak, yapmamız gereken şey,
makineyi, tasarlanmasındaki rızaya göre kullanmak olacaktır.
Bunu yapabilmenin yolu da, ideal esma terkibimizi Hakk’a göre
kullanmamız. Benzetme ile söylersek, bize bahşedilmiş makineyi
nefsimize göre değil, Hakk’ın verdiği ilahi kullanma kılavuzuna göre
kullanmak olacaktır. Meseleye bu şekilde bakıldığında, en çok dikkat
çeken şey, mutlak iyi ve mutlak kötü diye bir şeyin ortadan kalktığı.
Çünkü aslında ortada esmalardan başka hiçbir şey yok. Sorun, sıkıntı ya
da kötü diye addettiğimiz şeyler, bu ideal varlıkların uyumsuz
kullanılmasından kaynaklanıyor. Yani sorun, Kahhar esmasından
kaynaklanmıyor; sorun onun nefsin etkisiyle diğer esmalar ile olan
akordunun bozulması sonucu ortaya çıkıyor. Aslında Hakk yolunda
yürümek, şahadet ortamı koşullarında bozulan uyumun tekrar
sağlanması, esmaların akordunun tekrardan yapılması. Bu nokta hesaba
katıldığında seyri süluk’un ne muhteşem bir şey olduğu ortaya çıkıyor.
İrfan eğitimi başlı başına bir akort sanatı değil mi? 7. derste çekilen
177
Kahhar esması, 2. derste çekilse nelere yol açardı? Ya da 5. derste
çekilen Hay esması nefs-i emmarede çekilse, istenmeyen nelere can
verirdi? Sırf bunları düşünmek bile, İrfaniyet eğitimi yaptıran bir Kamil
Mürşit’ten eğitim aldığımız için ne kadar şanslı olduğumuzu bir kere daha
hatırlatıyor.
06.02.2015
Türkiye’den ayrılırken, iş yerinde yapılması gereken pek çok işi geride
bırakmıştım. Amirin konumda olan bir arkadaşım bunlar ile çok ilgilendi.
Eğer onun yardımları olmasa, umre seyahatim zora girecek, en azından
zihnim şimdiki kadar rahat olmayacaktı. Arkadaşım inançsızdı. İslam ile
pek bir sorunu olmamakla birlikte, İslam ile pek bir alakası da yoktu.
(İnançsız demeye dilim varmıyor). Bu akşam, işlerin yolunda gidip
gitmediğini öğrenmek için onu aradım. Onu aramamdan o kadar mutlu
oldu ki. “Buradaki hiçbir şeyi aklına dert etme. Çok büyük bir şey
yapıyorsun, o yüzden yaşadığın anın tadını çıkar. Ve tadını çıkarmaya
engel olacak hiçbir şeyi aklına takma. Ben her şeyi hallediyorum.
Buradaki hiçbir şeyi dert etme. Her neyi arıyorsun, buraya onu bulup da
gel” dedi. Nasıl duygulandım anlatamam. Bunu Müslüman bir
arkadaşımdan duysam bu kadar etkilenmezdim. Gönül söz konusu
olunca, insanlar aynı paydada buluşabiliyorlar. Umreye, Müslümanlığa ve
Kâbe’ye karşı her hangi bir şey hissetmeyen arkadaşım, bunların benim
için ne kadar mühim bir mesele olduğunu idrak etmiş, ve beni büyük bir
fedakarlıkta bulunarak, yani iş yükümü üzerine alarak desteklemişti.
Nasıl mutlu oldum anlatamam.
Arkadşımın son cümlesi de çok manidardı: “Her neyi arıyorsan,
buraya onu bulup da gel.” Ne kadar hoş, ne kadar latif bir cümle.
Yaşadığım serüveni bundan daha güzel ne anlatabilir. Sahiden neyi
arıyordum ben? Aklıma Efendi Babamım Hazmi Baba (ks) hakkında
anlattığı bir şey geldi aklıma. Yanılmıyorsan, Hazmi Baba (ks) hacca
gittiğimde, Efendimiz Hazretleri (sav) rüyasında gelip, “Hazmi oğlum
niye buralara kadar gelip zahmet ettin, biz zaten seninle beraber
değil miydik?” demiş. Neyi arıyorduk? Nerede arıyorduk? Zaten
ayrılmış mıydık? Hazmi Baba gibi irfan ehli, zaten hep aradığı ile
beraber. Arayan aranan hep bir. Peki ya bizler? İrfan ehli olmayanlar?
Bizler hep sahte arayışların içindeyiz. Asıl aramamız gerekeni bırakıp ve
dahası zaten onu çoktan bulmuş olduğumuzun idrakinden yoksun,
sürekli tatmin olmayacak arayışlar içerisindeyiz. Aslında herkes O’nu
arıyor. Ancak nefis perdesi altında, O’nun izini kaybederek, bu aleme ait
olan bir şeye (iş, para, kadın, ev, araba, sanat, çocuk …vs) takılıp
kalıyor. Nefis varı yok, yoku da var gösterdiği için, nefis sultasından
kendini kurtarmış Arifler bunlarında zaten O’ndan başka bir şey
olmadığını bilinci ile hep mutlular.
Kâbe’de ne arıyorduk? Aslımızı, özümüzü, hakikatimizi. Nereye
gidersek gidelim zaten O’nla değil miyiz? Tabi ki öyle, ama Kabe’deki
manevi voltaj, en azından duygusallık şeklinde bile olsa, üzerimizdeki
gaflet perdesinin aralanmasına yırtılmasına neden oluyor? Kâbe o
yüzden muazzam bir fırsat; perdedeki yırtığın kapanmasına izin
178
vermemek gerekiyor. Yırtığı genişletebileceğimiz kadar genişletmeliyiz.
İşte tefekkürün rolü burada başlıyor. İşi sırf duygusallığa bırakırsak,
başa gelecek şey, yırtılan perdenin eskisinden de sağlam şekilde
üzerimizi örtmesinden başka bir şey olmayacak.
------------------Bugün benim için en önemli hadise kahvaltıdan sonra dinlemek için
biraz uyuduğum sırada gördüğüm zuhurat: Rüyamda Efendi Babamı
görüyorum. Koridor gibi bir yerden geçerek yanıma geliyor. Bambaşka
bir hissiyat âlemindeyim o sırada. Ve bana şöyle diyor “M. evladım,
Cumaya gelmeyecek misin?” Ben anlatılması zor bir heyecanla,
“Geleceğim Efendi Babam” diyorum, “9’a 10 kala bahçede olacağım. “
Sonra Efendi Babam, komik bir şey söylediğinde nasıl sıcacık gülüyorsa
aynen öyle gülüyor ve şöyle diyor: “Bak sen gelmezsen ben de gitmem.”
Bunun üzerine ben ağlayıp onun ellerine sarılıyorum ve ellerini öpmeye
başlıyorum. Daha sonra ona sarılıyorum. Ama bu normal bir sarılma
değil. Efendi Babam adeta bir mıknatıs gibi beni kendine çekiyor ve ona
yapışıyorum. O sırada onu omuzlarından öpüyorum. (Boyum ancak
oraya kadar uzanabiliyor).
07.02.2015
Bugün oldukça hastayım. Ancak hastalığa rağmen umre yaptım.
Umre sonrası, eczaneden antibiyotik alıp otele geldim. Uzandım. Uykuyla
vakit kaybetmek istememe rağmen, hastalık ve yorgunluktan olacak 1.5
saat deliksiz uyumuşum. Kalktığımda saate baktım; saat 13.53’ü
gösteriyordu.
Yatmadan önce Kuran’ı rastgele açmıştım, karşıma Nur suresi çıktı.
Uyandıktan sonra içimde Nur suresini okumak için büyük bir istek vardı.
En çok dikkatimi çeken ise, surenin başındaki hal ile 35. ayet arasındaki
sert geçiş. Sure, o ayete kadar zina gibi çok somut bir mevzu hakkında
hükümler ortaya koyarken, mezkûr ayetle birlikte birden üst düzey bir
tefekkür gerektiren müteşabih ayetle karşımıza çıkıyor. “Allah yerlerin ve
göklerin Nurudur.”
Akşam namazını müteakip Efendi Babama bu surenin ve de zinanın
batın bir yorumu olabilir mi diye sordum? Yanıtı olumlu yöndeydi:
zinanın yasaklanmasındaki temel unsur, nesebi belli olmayan çocukların
doğumuna engel olmak. Bunun batındaki karşılığı ise Velet-i kalbin
düşmanı veletlerin batın âlemini kaplamasına neden olacak faaliyetler.
Velet-i Kalbin doğumunu bekleyen, bunun için çaba sarf eden biri, eğer
zinaya, yani Hakk’ın emirlerine karşı olan bir şeye tevessül ederse, nefsi
emmaresi dizginleri eline alacak ve insanın batın âlemini, nefsi emarenin
hükmünde hayat bulan velet-i zinalar kaplayacaktır. “Nurdan ne uzak bir
yaşam O!”
09.02.2015
Birkaç gündür süren hastalığım, içinde bulunduğumuz temponun da
etkisiyle, bünyemi, artık iyice güçsüz düşürdü. Boğazımdaki iltihap
burnuma sıçradı, başım ağrıyor ve halsizlik içindeyim. Yine de her şey
179
rağmen tavaf yapmak için içimde büyük bir şevk var. Ancak, vücuda
gereğinden fazla yüklenip de, ileriki günlerde yatağa düşmemek
maksadıyla, bu gün vites düşürmeye karar verdim. İstirahat edip,
akşama kadar odamdan çıkmadım. Uyuyup dinlenmek dışında (sahiden
günlerdir 3 saat civarı bir uykuyla yaşıyordum) bol bol Kuran okuyarak
ve de nescafe içerek günümü geçirdim.
Okuduğum ayetlerin etkisiyle olacak, bu gün aklıma gelen en çok şey
iblis oldu. Kâbe’ye geldiğimden beri, içimde git gide şöyle bir oluşum
şekillenmeye başladı: iblisi kavga edilecek ve savaşılacak bir düşman
gibi telakki etmekten vaz geçtim. Onu ilahi bir senaryoya göre rolünü
kusursuzca oynayan bir aktör olarak görmeye başladım. Ne yalan
söyleyeyim, üzerine aldığı rol ne kadar nahoş olsa da, bu görevi ifa
etmede gösterdiği başarı, saygımı olmasa bile hani neredeyse takdirimi
kazanacak.
İblis konusunda düşündükçe aklıma bazı noktalar takılmaya başladı.
İblis’in Cenabı Allah ile bir sorunu yok. Allah’ın “önümde secde et!”
emrine bir itirazı olmadığı gibi, ilmiyle büyük bir mesafe kat edip
meleklerin arasına dahi girmiş. Nasıl oldu da ilimde bu kadar ileri bir
varlık, bu kadar büyük bir gafletin içine düştü ve de Cenabı Allah’ın
rızasına uymayarak, Âdem’e secde etmekten kaçındı?
Aklıma takılan bir diğer mevzu da şu: Madem İblis Cenabı Hakk’ın
önünde secde ediyor ve madem Hz. İnsan yani İnsan-ı Kamil, küçük
Allah, o zaman, İblisin insan-ı kâmil önünde secde etmekte beis görmesi
için bir neden var mı? Hakikatten de, İblis’ in Cenabı Allah’a duyduğu
muhabbete istinaden, İnsan-ı Kamil’e de bir yakınlık duyması gerekmez
mi?
Belki de şeytanda nakıs olan şey, Allah ile İnsan-ı Kamil arasındaki
kurbiyetten gafil olması. Peki, bundan gafil olmaması mümkün müydü?
İnsan ile cin taifesi arasındaki en büyük farkın, insanın hem ruh hem de
nefis ile teçhiz olunması iken, cinlerin sadece nefse sahip olmaları.
İnsanın ayırıcı vasfı demek ki “ve nefahtü fihi min ruhi.” Cin taifesi için
böyle bir durum cari olmadığından, ruhtan yoksunlar. Yani sadece nefse
sahipler. Nefis de, varı yok, yoku da var gösterdiği için, iblisin tevhit
hakikatlerinden gafil olması kadar normal bir şey yok. Aklıma takılan da
bu. Nefisten ibaret bir varlık olarak iblisin hakikate şaşı bakması ve bir
olanı iki görmesi, yani Ademi Allah’tan ayrı bir varlık olarak görmesi,
yani onun Allah’ın sureti üzerine halk edilmiş olduğunu görememesi
normal değil mi? Bir açıdan bakıldığında ne kadar da azametli, muktedir,
ve mütekebbir bir varlık olan iblis, başka bir açıdan bakıldığında
(hakikat-ı tevhit açısından) yani İnsan-ı Kamil ile kıyaslandığında ne
kadar aciz ve zavallı.
İblisin rolü ve ifa etmek zorunda olduğu görev şu herhalde: Gizli
hazine bilinmekliği murat ediyor, ancak bunu da gizliliğini muhafaza
ederek murat ediyor. Şahadet âlemi, insanın kemalate ulaşması için
düzenlemiş bir yer. Ancak belli sayıda insan, Hz. İnsan oluyor. Bu az
sayıda insan, Gizli Hazineyi, üzerini örterek (Ehl-i Küfür) biliyorlar.
180
Şahadet âlemi bir bakıma fabrikalardaki üretim bandı gibi bir şey. Üretim
bantlarında, çürük ürünlerin ayıklanmasını sağlayan mekanizmalar var
ve bu mekanizmalar çürük ürünleri sağlam ürünlerden ayırarak az
sayıda ürünün son noktaya ulaşmasına izin veriyor. İşte, biz
âdemoğulları da bu âlem-i şehadette adeta ayıklana ayıklana varılması
murat edilen menzile vasıl oluyoruz. Kemalata ulaşmamış olanların
Hazine’ye ulaşmalarını engel olan mekanizma, İblis’in varlığında
tahakkuk eden oluşumlar. Ne garip değil mi? Hakikatimizden bizi
uzaklaştırmak ile görevli iblis, bir bakıma hakikatimize ulaşmak için
kurulmuş sistemin esaslı bir parçası.
10.02.2015
Dün kaybettiğim vaktin acısını çıkarmak için bu güne hızlı bir giriş
yaptım. Sabah saat 4 gibi camideydim, amacım sabah namazı öncesi
teheccüd namazı kılıp tavaf yapmaktı. Tam tavafa başlamıştım ki, içimde
Hacerül Esvete dokunma isteği uyandı. Hacerül Esvetin önündeki
izdiham gözümü korkuttuğundan olacak, bu vakte kadar içimde hiç
böyle bir istek uyanmamıştı. Çevremdeki büyük bir itiş kakış
yaşanıyordu, kendimi akıntıya bıraktım, biraz da ezile ezile, şansımın da
yaver gitmesi sayesinde, kalabalığın akışı ile, çok büyük bir çaba
harcamadan Hacerül Esvete dokunmak ve onu öpmek mümkün oldu.
Ancak ne olduysa, Hacerül Esveti öptükten sonra oldu. Çarpılmıştım
ve boş boş dolaşmaya başladım. Adeta içimden bir akım geçmişti. Ve bu
akım dünyaya ait olmayan bir şeyleri yükleyerek geçmişti içimden.
Üzerimde tuhaf bir uyuşma hali hasıl oldu; içimde garip bir şeyler
gezinmeye başlamıştı. Yediğim akım, beni bir kayıtsızlık halinin içine
sokuvermişti. Bir süre Kâbe’nin etrafında boş boş gezmeye başladım.
Sabah namazı için safların bir hayli belirginlik kazanmış olduğunu
fark edince, safların arasında kendime bir yer buldum. Bulunduğum yer
fellahların tam arkasındaki saftı. Mekke’nin yerlisi olduğu her hallerinde
belli olan bu adamların bir şeyi bekler gibi bir halleri vardı. Az sonra neyi
bekledikleri ortaya çıktı. Resmi görevliler (asker/polis karışımı olan
görevliler) bulunduğum saffın namazdaki en ön saf olduğuna karar
vermişler. Bunu öğrenen fellahlar birden pek kaba ve hoyrat bir şekilde
üzerimize çullandılar ve bizi geriye iterek yerlerimizi kaptılar. Böyle
gayet organize ve ani bir hareket karşısında yapabileceğimiz hiçbir şey
yoktu.
Yapılan haksızlığa tahammül edemediğim için, çevremdekiler gibi
söylenmekle iktifa etmedim ve geri püskürtüldüğüm saffta tekrardan yer
bulmaya çalıştım. Yanında kendime yer açmaya çalıştığım yaşlıca Arap
üzerime öyle bir hücum ettik ki, tekrar geldiğim yere dönmek zorunda
kaldım. İş ciddiydi, adamlar kavga dâhil her şeyi yapabilecek
durumdaydılar ve dahası devlet gücü arkalarındaydı. Hâsılı kaderime
boyun eğmekten başka bir çarem yoktu. Ancak Arap bağırıp çağırırken,
hâkim olmadığım bir gülme hali üzerimde egemen oldu. İster istemez
adama karşı hafiften de olsa güldüm.
181
Neden gülmüştüm? Bir kere manzara gerçekten çok komikti. Çok
basit bir mevzu (en ön safta namaz kılmak) bir anda hayat memat
meselesi haline gelivermişti. Nefis denen canavarın tasallutu son derece
basit bir meseleyi bu hale getirdiyse, insanlık tarihinde bunca kan ve
gözyaşının dökülmesine şaşmamak gerek.
Bunun dışında gülmeme neden olan başka bir şey daha vardı:
mahcubiyet. Hissettiğim mahcubiyetin belki de asıl sebebi şu noktanın
aklıma dank etmiş olmasıydı: aslında o yabani Arap’tan bir farkım yoktu.
Ben aslında o idim. Nefis taşıyan iki varlık aynı ipte cambazlık yapmaya
kalkmıştı. Kendimi o’ndan ne kadar farklı görsem, o’ndan o kadar farksız
oluyordum. Bu ağır bir mahcubiyetti. Sinirlerim bunu kaldırmamış olmalı
ki farkında olmadan gülmüşüm.
10.02.2015
Mekke konusunda önceden uyarıldığım için, Mekke’de karşılaştığım
hadiselerin üzerinde durmuyordum. Hakikatten de Mekke sabır zorlayıcı
bir yerdi aslında. İzdiham, gürültü, pislik, insanların birbirlerini ezmek
için yarışmaları, hastalıklar… bütün bunlar, insanın nefsini, bulunduğu
yerin manevi bir yer olup olmadığını sorgulaması yönünde gıdıklıyordu.
Özellikle Efendi Babamın Mekke konusundaki telkinleri üzerimde büyük
bir etki göstermiş, iblisin ve nefsin iğvasına karşı sıkı durmuştum. Ters
bir şey görünce, “surete takılma” diye kendime telkinde bulunuyordum.
Hazine gizliydi ve suret onu gizlemeye yarayan bir örtüden başka bir şey
değildi.
Bu vakte kadar sıkı durmuştum, ancak dün yaşadığım hadiseler ve
özellikle de tavafta yaşadığım bir izdiham sabrımı iyice zorladı. Geçen
hafta hissettiğim duygusallıkta ciddi bir şekilde azaldığı için, az da olsa
bulunduğum yeri sorgulamaya başladım. Ne yapıyorduk burada? Bir
duvara dokunmak için kendini ezen bu kalabalık, putperest bir kavimden
ne kadar faklıydı? Bir değişiklik ihtiyacı kendini göstermeye başlamıştı.
Dahası, Efendimizin cemalinden ve sünnetinden ne kadar uzak bir
kalabalıktı bu. Bunları düşünürken, Medine’den farklı olarak, Mekke’de
Efendimizi bir türlü aklıma getiremediğimi fark ettim. Medine’de
Efendimiz her yerdeydi, burada ise Efendimize ulaşmak bir türlü
mümkün olmuyordu.
Yaşadıklarımın etkisiyle, içimde Hira’ya gitme konusunda çok büyük
bir istek uyandı. Evet, artık âlemlere rahmet olmuş Efendimize
gönlümüzü açmalı; gürültülü kalabalıktan sessizliğe ve yalnızlığa doğru
yola çıkmalıydık. Bereket versin ki, grubumuzda bu gün Hira’ya çıkmaya
karar vermişti.
Bu kadar büyük umutlarla çıktığım Hira yolculuğu, daha ilk
saniyelerinde büyük bir hayal kırıklığına dönüşüverdi. Çok dik bir yamacı
ağır ağır tırmanırken, yolun hemen başında bizi karşılayan sefalet, pislik
ve koku, aradığım şeyi burada da bulamayacağımı nisbet eder gibi dile
getiriyordu. Pislik ve çöp konusunda uyarılmış olmama ve bu tip
mevzularda rahat biri olmama rağmen, bu kadarı beni bile şok etti. Koku
182
ve pisliğe ilaveten yol boyunca karşımıza çıkan sakat dilencilerin halleri,
Hira yolunu tahammülü zor bir kulvara çevirmişi.
Hâlbuki böyle mi olmalıydı? İnsan-ı Kamil ile ikiz kardeşi Kuran işte
tam burada buluşmuştu. Fiziki âlemde bundan daha büyük bir hadise
olabilir mi? Grubumuzdaki diğer insanlar gibi, ben de karşılaştığım bu
manzara karşısında hüzünlenmiştim. Moralim
bozulmuştu. Ne
ummuştum ne bulmuştum. Kâbe kalabalıkların ve yığınların yeriydi;
Celal, Cebbar ve Aziz tecellilerinin yoğun bir şekilde bulunduğu Kabe’de,
büyük bir kalabalık tefekküre mahal bırakmayan bir dizi ibadeti
gerçekleştiriyordu. Hira ise, yalnızlığın ve tefekkürün yeriydi. Kabe’de
içtimai bir din varken, Hira’da ise ferdiyet hakimdi. Birinde,
davranışlarını geleneklerden öğrenmiş bir yığın ibadet ederken,
diğerinde kendini kalabalıkların uzağına atmış bir fert, içtimai düzendeki
bozukluktan ıstırap çeker bir halde, özünü ve Rabbini tefekkürle bulmaya
çalışıyordu.
Mekke’den bunalan ve bir nebze olsun tefekkür edebilmek ve
Resullah’ın his dünyasını bir parça tadabilmek için kendini Hiraya atmış
olan ben, buranın da Mekke’den pek bir farkı olmadığını hüzünle
müşahede ettim. Kâbe’de resmi otorite en azından temizlik olayını bir
parça olsun çözmüştü. Burası ise, tam bir facia halindeydi.
Her şeye rağmen, kalabalıktan fırsat bulup da, Hira mağarasının içine
girince, kokudaki ani değişim beni çok şaşırttı. Hissettiğim şey psikolojik
olamazdı, çünkü gruptaki diğer kişilerde bu değişimi hayretle müşahede
ettiler. Ancak izdiham nedeniyle tefekkür etme hayallerim suya
düşmüştü. Tefekkürü geçtim, iki rekât namazı bile zar zor kılabilmiştim.
Mağaradan aşağıya inerken, asabımın bozulmasının etkisiyle, biraz
söylendim. (Ki umre boyunca ilk söylemem budur diyebilirim) Gruptan
bir kardeş, bunun üzerine, “her şey merkezinde” dedi. Gerçekten
merkezinde miydi? Efendi Babamın söyledikleri aklıma geldi: Beşer
elinden çıkmış menfi bir şeye merkezinde demek ne kadar mümkündü?
Bu çer çöp nasıl merkezinde telakki edilebilirdi? Hira’da hissettiklerim,
Kâbe’de bir gün önce yaşadıklarım ile birleşince, kendimi iyiden iyiye
kötü hissettim. Kâbe’deki kalabalık demek ki, Hira’yı da muhasara altına
almıştı.
Ancak dağdan inerken, üzerimde garip bir açılım hâsıl olmaya
başladı. Evet, her şey merkezindeydi. Daha doğrusu, merkez de
merkezin dışı da, benim karar verebileceğim bir şey değildi. Nefis
taşıyan bir varlık olarak ben, gördüğüm suretin ancak nefsanî bir
yorumunu yapabilirdim. Dahası, gördüğüm suret benim nefsimin
eseriydi. Manzarayı teşkil eden benim nazarımdı ve bu da benim
nefsimin şekillendirdiği bir şeydi. Bu suretin aslını, yani tecellideki
hikmeti fehim etmem ise imkânsızdı. Nefsinin izin verdiği ölçüde akıl
edebilen ben, ilahi tecellinin yerine kendimden teşekkül ettirdiğim
manzarayı koyduğum için şirk ehli oluyordum.
Demek ki, suret
perdeden başka bir şey değil, ve surete takılıp kalındığı anda, hakikat
yolu insana kapanmış oluyor. Yani nefis belli bir inkılâp yaşamadıkça,
183
eşyanın hakikatini anlamak mümkün değil. Peki, ne yapabileceğim, o
zaman? Şu belki de: İdraksizliği idrak etmek. Bu aşamada en büyük
tekâmül herhalde idraksizliği idrak etmek olacak.
Karşılaştığım manzara karşısında, Efendi Babamın Kerbela olayı için
yaptığı yorum aklıma geldi: hâşâ Cenabı-ı Allah’ın gücü mü yetmemişti
de, burayı temiz tutamamıştı. İdraksizliği idrak etmek, bütün hadiseleri,
tefekkür için bir fırsat haline getiriyor. Yargıdan kaçınmak lazım.
Tefekkürün kapısını kapatan şey yargılar. Yargıda bulunan yanılır. Bu
düşüncelere neden olan içimi sıcacık bir şekilde kaplayan o bast hali
Kabe’de bir gün öce yaşadıklarıma bakışımı da değiştirmişti.
11.02.2015
Bir gün önce Hira dağından inerken yaşadığım bast halinin etkisi hale
üzerimdeydi. Yargıda bulunmak âlemi ister istemez ikilik üzere
kavramak demek. Şimdi Zemzem Tower’a bakışım da değişmeye
başladı. İlk günler onu Kabe’nin üzerine çullanmaya hazır bir şekilde
dikilmiş iblise benzetmiştim. Gruptan bir ağabeyimiz de latife olsun diye
Deccal diye isim takmıştı ona. Gel geç aklımda Deccal diye yer etti.
Hakikatten de, saati gösteren o yuvarlak kısmı ile sanki tek gözünü,
Kâbe’ye ve tavaf eden Müslümanlara tehdit eder gibi dikmiş bir Deccaldi.
Âlemi ikilik üzere algılamak, şeyleri negatif veya pozitif olarak tasnif
etmeyi de zorunlu kılıyor. Zemzem Tower’ı negatif olarak tasnif edince,
Kâbe bir anda pozitif hale geliyor. Ne büyük bir gaflet bu! İnsan güya iyi
bir şey yaptığını zan ederek (yani Kâbe’ye bir kutsiyet atfederek) ne
büyük bir gaflet yapıyor aslında. Kâbe Zat tecellisi, Zat’ı pozitif
addetmek ne kadar da büyük bir şirk. Tabii ki, dünyaya düşkünlüğün,
menfaatperestliğin ve maddiyat hastalığının halis bir tecellisi olan
Zemzem Tower’daki menfi yanları görmek çok mühim.
Ama onu Kâbe’nin bir rakibi olarak (Arapça rkb’de ifade edilen
şekilde, yani Kâbe’nin üzerine çıkma cüretini göstermiş bir şey olarak)
görmek büyük bir gaflet. Çünkü görünüşte Zemzem Tower, ne kadar
Kâbe’nin üzerine yükselmiş olursa olsun, o Kâbe’nin içinden çıkan bir şey
olarak hakikatini Kâbe’ye borçlu. Daha açık söylersek, Celal, Cebbar,
Aziz, Mütekebbir tecellisi olarak Zemzem Tower’ın, bu ve diğer bütün
tecellileri mümkün kılan Zat’ı ihata etmesi mümkün olmayacağı için, onu
Kabe’nin rakibi olarak görmek âleme şaşı bakmaktan başka bir şey değil.
Ne var ki, âleme bir esma tecellisi olarak bakınca, insanlık tarihi için
çok mühim bir yol ayrımına gelinmiş olduğunu da fark etmemek
imkânsız. Celal, Cebbar, Aziz (İblis’in hakim esmaları) esmalarının bariz
bir egemenlik kurduğu bu manzarada, kişi nereye baksa, insanlığın yeni
bir şeye hazırlandığı hissine kapılıyor. Uçaklar, köprüler, dev binalar…
Mekke’nin etrafında bu hal o kadar belirginlik kazanıyor ki… Mekke’deki
hali, yani Kâbe çevresindeki devasa inşaat faaliyetini, gelecek olan bir
şeye hazırlık olduğunu hissediyorum. Gelecek olan ne peki?
“Gelecek olanın” ne ve kim olduğunu bilmek, hadislerde anlatılanlar
dışında, mümkün değil. Ancak Celal, Cebbar, Aziz, Kahhar …vs gibi
184
Esmaların tecellisindeki bu belirgin artış ve dahası (bunun zorunlu
sonucu olarak?) Kamil İnsanların sayısındaki belirgin azalış, “gelecek
olan” neyse artık vaktinin yaklaşmakta olduğuna işaret ediyor. İnsanlık
tarihinin yeni bir mecraya girmek üzere olduğu ve hatta belki girmiş bile
olduğu bu çağda, bizi aydınlatacak şey olan bilim, zahirin arkasındaki
esma-i ilahiyeyi fark edemediği için, bize manayı sunacak bir irfaniyete
vasıl olamıyor. Onun yerine bilim, Celal, Cebbar, Kahhar’ın hizmetinde
bir yıkım makinesine dönüşmüş durumda. “Gelecek olan” her neyse,
ahval bu şartlar üzere olduğu için, gelebilmesi için mana ile gelecek.
Mananın da gelebilmesini mümkün kılacak olan ise idrak.
Şu an ihtiyaç duyduğumuz tek mana, Hakikat-ı Muhammediye. Ama
Hakikat-ı Muhammediye aynı zamanda çoktan gelmiş olan. O’ndan
başkasının gelmiş olması zaten mümkün mü? Bunu tefekkür edince,
insan Celal’deki Cemal’i bir nebze olsun sezmiş oluyor. Gene iyi ve
kötünün ötesinde bir yerdeyiz. Tecelli’de Kahhar, Celal ve Cebbar olarak
gözükenin arkasında, ne büyük bir Cemal var. Beşeri kimliklerimizden
arınarak âleme esma tecellisi olarak bakmayı öğreten bir Kamil Mürşit’in
yakınlarında bulunmak ne güzel bir saadet. Sırf bunu düşünmek bile
insanın içini tarifsiz bir sıcaklık ile dolduruyor. Allah bu nimete layık
olmayı nasip eyler inşallah.
Bu düşünceler ışığında, daha önceden aklıma gelip duran bir mesele,
daha fazla merakımı celp etmeye başladı. Kamil bir insan, bizim şu an
Kâbe etrafında yaptıklarımızı nasıl değerlendirirdi? Bunu tefekkür ettikçe,
şu yorum zihnimde belirginlik kazanmaya başladı: kişi hakikat ehli olana
kadar Kâbe çevresinde yapılan şey aslında putperestlik riski taşımakta.
Bu maddenin tabiatı gereği böyle. İlahi hakikati idrak ve temyiz
edememiş bir kişinin (ki fakir de bu grubun içinde yer almakta) Kâbe’ye
beslediği muhabbet çok ciddi bir şekilde şirk tehdidi içermekte. Cenabı
Allah’ın Rahmaniyeti o kadar muazzam ki, bu gafletimizi bile anlayış ile
karşılayıp ona sevap yazıyor. Hacca dair anlatılan hikâyelerden birinde
bahsi geçiyordu. Bir kişi Hacc’dayken yakaza anında meleklerin
konuşmasını işitir. Bu kişi melekler bu seneki hacda sadece dört kişin
haccı kabul edildi diye konuştuklarını işitince büyük bir yeis içine düşer.
Hissettiği acı o kadar kuvvetli ve samimidir ki, bir gece sonraki
rüyasında kendi ismini haccı kabul olanlar arasında görür. Aslında bu
kıssada anlatılan, hakikat ehli olmadıktan sonra, yapılan bu ibadetleri
hakkıyla ifa etmenin imkânsız olduğu değil mi?
Kâbe ve umre özelinde söz konusu olan bu durum genel ahvalimiz
için de geçerli değilmi. Bir insan, hakikat ehli olmadıktan sonra, şirkten
kurtulabilir mi? Bu sıralar, Kuran’ı kerim okurken aklıma en çok takılan
meselelerden biri müşrik kavramı. Kimdir bu müşrik? Belli bir çağda
yaşamış, Efendimiz’e karşı gelip ona zulmetmiş, Allah’ı inkâr eden bir
topluluk mu? Kuran’ı dikkatli okuyunca bunun böyle olmadığı anlaşılıyor.
Kuran, müteaddit kere, müşriklerin Allah’a inandığının altını çiziyor. Peki,
Allah’a inanıp da Peygamber Efendimize inanmayanlar mı? Eğer böyle
olsaydı müşrikler hiç Efendimizden gelip dua isterler miydi? Müminun
suresinin 75. ayeti, başlarına gelen bir kıtlık ve felaket sonrası,
185
müşriklerin Efendimizden gelip dua istemesi sonucu nüzul olmuştur.
İnsan hiç inanmadığı birinden dua ister mi? Bunu biraz tefekkür edersek,
Allah’a inanmanın da Efendimize hürmet etmenin de insanı şirk ehli
olmaktan kurtarmaya yetmediğini açıkça görülebilir. Lâfzî bir iman ve
hürmetin ötesine geçip hakikat ve müşahede ehli olmadıktan sonra
şirkten kaçınmak mümkün değil herhalde.
Bunları düşündükten sonra, Kuran-ı Kerim okurken şöyle bir yöntem
izlemeye karar verdim. Kuran’da müşrik ifadesi geçtiğinde bunu üzerime
almaya karar verdim. Tenzih ehli olarak Allah’ı nasıl ötelere atıyorsak,
fark ettim ki, müşrikliği de ötelere bizden uzaklara atıyoruz. Böylelikle
kendimizi müşriklikten münezzeh kıldığımız zehabına kapılarak,
müşrikliğin ne kadar incelikli bir şekilde bizi tahakkümü altına almış
olduğu idrakinden kendimizi mahrum bırakıyoruz. Bu âlemde
müşriklikten ancak hakikat ehlinin kaçabileceği gerçeğini hazmetmenin
en iyi yolu, müşrikliği ötelere atmak yerine, kendimizi Kuran’da geçen
her müşrik ifadesinin muhatabı olarak kabul etmek. Bu aynı zamanda,
müşrikliğe karşı alabileceğimiz en iyi tedbir gibi gözüküyor şu an.
12.02.2015
Artık son günler. Bir hüzün bir burukluk var. Defalarca yurt içi ve yurt
dışı seyahatlere çıkmış biri olarak, seyahatlerimde değişmez bir şey
yaşardım: nereye gitmiş olursam olayım, dönüş günleri yaklaştıkça
mutlu olurdum. Mekke’de bu halden eser yok. Mutlu olmak bir yana,
içimdeki burukluk gün geçtikçe büyüyor. Yuvamı çok özlememe rağmen
içimde dönmek için hiçbir istek yok.
Sabah kahvaltısından sonra, veda tavafımı yaptım. Tavafın ilk
şaftlarında uykusuzluktan neredeyse yere düşecektim. Sabah güneşine
karşı uykulu gözlerimi açmak imkânsızdı. Sonradan uykum açıldı.
Tavaftan sonra, İbrahim makamı karşısında tavaf namazımı eda ettim.
Bir süre İbrahim makamı karşısında oturdum. Kâbe dışında bir yerde
vakit geçirmek içimden gelmiyordu. Bu yüzden bütün yorgunluğuma
rağmen otele dönmek istemedim. Burada, namaz, tefekkür ve tesbihat
ile ortamın manevi keyfini çıkarmaya çalıştım. Çok değil bir iki gün sonra
artık bu hazine binlerce kilometre uzağımda olacaktı.
Bir süre sonra ortamında müsait olmasından
Kâbe’ye dokunma isteği hâsıl oldu. Muhammediyet
alnımı Kâbe’nin örtüsüne yaslayabildim. Etrafımda
yalvaran kendinden geçmiş pek çok insan vardı.
duayı defalarca tekrarladım: “Bizi sensiz bırakma
ayrı düşürme, bizi sevginden mahrum bırakma.”
mütevellit, üzerimde
köşesinin civarlarında
ağlayan, sayıklar gibi
Ağzımda dökülen şu
Allah’ım, bizi Senden
Daha sonra otele döndüm. 1-2 saatlik bir uykudan sonra tekrar
Kabe’ye geldim. Efendi Babam, umreye ilk geldiğimiz zaman ile şimdiki
halimiz arasındaki farkı soruyor. İlk başta dikkatimi çeken şey şu:
geldiğimde yaşadığım, coşku, heyecan ve duygusallık yerini tarifi
imkânsız bir mutmainlik hissine bırakmış durumda.
186
Mekke’de, insan, nefis mertebelerini buraya mahsus bir şekilde
yaşıyor adeta. Hâkim olunamayan gözyaşları ile kendini belli eden
duygusallık yavaş yavaş azalıyor. Hatta insan bu duygusallık azalmasını
fark ettiğinde, kendini levm bile ediyor. Bu duygusallık niye azaldı?
Acaba maneviyatımda eksik olan bir şeyler mi zuhur etti de artık eski
taşkınlığım yok diye kendi kendine soruyor. Sonra yavaş yavaş bir
dinginlik, sakinlik ve sükûnet insanın üzerinde hâsıl oluyor. İşte bu
noktada, ufaktan bir mutmainlik hissi ufukta belirmeye başlıyor ve
gittikçe kuvvetlenirken insanın her yerini sarıyor. Bir süre sonra bu
mutmainlik hissi de, yavaş yavaş bir rıza haline doğru tekâmül ediyor.
Ters giden bir şey, bir izdiham sonucu yaşanan ve insanın kemiklerini
kıracak gibi sıkan bir sıkışıklık, kalabalıkta çarpan bir omuz, insanın
bacağına atılan bir tekme… bütün bunları kişi, Cenabı- Hakk’ın kişiyi
sınamak için lütfettiği Celal tecellileri olarak algılayıp şükretmeye
başlıyor.
Tavaf esnasında ufak bir terslik yaşandığında, fakir kafasını hafifçe
kaldırıp Kâbe’ye bakıyorum. Tebessüm etmeye çalışıyorum. Hani biraz
Bektaşi meşrep olsam, gülümseyerek “yaptın gene yapacağını…”
diyeceğim. Fakir ise, Allah’ıma hamd ve dua ediyorum: “Allah’ım
kaldırabileceğimden daha büyük Celal tecellileri ile sınama beni…”
Pek latif ve tatlı bir mutmainiik hissi, bir ok gibi kalbime saplanıyor
ve sonra da ılık ılık varlığımdaki her bir zerreye yayılıyor. O tarifsiz
anlarda, tavaf esnasında okuduğum duaları bile bir kenara bırakıyor, bir
yandan Kâbe’ye bakarken, bir yandan da hakim olamadığım bir iştiyakla
“Allah’ım bizi sensiz bırakma, bizi yalnız bırakma, bizi sevginden
mahrum bırakma” diye dua ederken buluyordum kendimi.
SON GÜN SONRASI
Kabe’ye veda. Kaldırılabilecek bir yük değil bu. Allah’tan dönüş telaşı
var da insanın biraz aklı dağılıyor. Kahvaltıdan sonra, son kez Kabe’yi
görmeye ve ona veda etmeye gittim. Bu son görüş. Bir daha gelinir mi
bilinmez; gelinirse ne zaman gelinir, o da bilinmez. Bu düşünceler, veda
hadisesini bir hayli ağırlaştırıyor. Kâbe’ye son kez dokunmak, ona
sarılarak veda etmek istiyordum. Tavafta, Cuma olması sebebiyle
mahşeri bir kalabalık vardı. Kalabalığı yara yara, Kâbe’nin duvarlarının
dibine kadar geldim. Ancak Kâbe’nin duvarına ulaşmak ne mümkün…
İnsanlar koca bir yığın halinde, neresine denk gelirse Kâbe’ye yapışmış,
hüngür hüngür ağlayarak ve hatta cezbeli nidalarla bir şeyler sayıklıyor
ve dua ediyorlardı.
Belli köşelerde, neredeyse saldırgan bir izdiham halini almakta olan
bu kalabalıkta, insanlar Kâbe’nin taşlarından hisselerine düşeni almak
için boğuşuyorlardı. Bir süre sonra, insanların arasında bir yer
bulabildim. Birkaç kişinin arasından, ellerimi Kâbe’ye ancak değdirebiliyordum. Bir süre sonra, alnımı koymak da nasip oldu. Takkemin ve
tesbihimi Kâbe’nin duvarına sürerken, sanki Kâbe’den bir şey alarak
gitmek istiyor gibiydim. İnsanlar ile alt alta üst üste bir vaziyette, alnım
Kâbe’ye dayanmış bir şekilde uzun bir süre sessizce kaldım. Daha sonra
187
Efendi Babamın hediyesi olan güzel bir duayı birkaç kere tekrarladım:
“Allah’ım varlığınla varlığımı, özünle özümü kapla, beni senden
başkasına yöneltme, Zati tecellilerini nasip eyle ve esmaül hünsanın
tahakkukunu nasip eyle.”
Veda etmek gittikçe zorlaşıyordu. Merdivenlerden çıkıyordum, Kâbe
arkamda kalmıştı. Dönüp dönüp arkama bakıyordum. Merdivenler
bittikten 15-20 metre sonra Kâbe gözden kaybolacaktı. Görünüşte 15-20
metre olan o mesafe hâlbuki ne kadar büyüktü… 15-20 metre içinde her
şey ne kadar çok değişecekti. Bu düşünce aklıma gelince, kocaman bir
yumru boğazıma saplandı. Kâbe görüş menzilimden çıktıktan sonra, kaç
kere geri dönüp ona baktım, o 15-20 metrelik menzilde kaç dakika
geçirdim bilemiyorum.
Otelden hareket ettikten sonra, yuvamı çok özlemiş olduğum halde,
yuvama dönüyor olmanın mutluluğunu yaşayamadım. Uçağa bindikten
sonra, günlerin getirdiği yorgunluk ve uykusuzluğa karşı daha fazla
dayanamadım. Uçağın havalanmasını beklerken, uyuyup kalmışım.
Uçağın havalanmasını bile hatırlamıyorum.
Yuvama vardıktan sonra, eşimi ve çocuklarımı ne kadar çok özlemiş
olduğumu fark ettim. Ertesi gün öğlene karşı uyandığımda, yaklaşık 15
günün yorgunluğu üzerimde katmerli bir şekilde birikmiş durumdaydı.
Ancak bu yorgunluk beni rahatsız etmiyordu. Üzerimde büyük bir
noksanlık hali mevcuttu. Evde boş boş gezerken, umrede kulak misafiri
olduğum bir şey aklıma geldi. Kâbe’yi gösteren bir televizyon kanalı
olduğunu duymuştum insanlar konuşurken. Acaba bizim abonesi
olduğumuz sistemde bu kanal mevcut muydu? Dua ederek kanallar
arasında gezindim. Ve bu kanalı bulunca, çok büyük bir sevinç yaşadım.
Birkaç dakika bakmam yeterli olmuştum. Gözlerim hemen doluvermişti.
Daha sonra yorgunluğun etkisiyle uyudum. Uykumda çok güzel bir
zuhurat gördüm.
Efendi Babamın dergâhına gidiyorum. Efendi Babam tahiyatta
oturmuş. Yanına gidiyorum, aynı şekilde ben de tahiyatta oturuyorum.
Diz dize bir haldeyiz. Efendi Babama bir soru soruyorum. O cevap
vermek için öne doğru eğiliyor, ben de onun gibi eğilince neredeyse
birbirimize değiyoruz. O sırada, arkamda bizim iki tahiyatta oturmuş
siyah cüppeli iki kişi görüyorum. Ben onları fark eder etmez, içinde
bulunduğumuz sahne değişiveriyor ve her yer bembeyaz oluyor ve
baştan aşağı bembeyaz giyinmiş bir genç gelip bana şöyle diyor: “Ayet
okur gibi tefsir de oku…”
Umre sonrasında, bir süre kendimi, savaştan çıkıp da sivil hayata
intibak etme güçlüğü yaşayan askerler gibi hissettim. Günlük hayatın
temposu ve kaygıları gayet boş ve yavan geliyordu. İntibak için kendimi
zorladığım anlarda ise, Kâbe’ye ve de oradaki ruhaniyete ihanet ediyor
olduğum hissi içimi kaplıyordu. Sık sık internetten veya televizyondan
Kâbe’yi izliyor, en çok bundan keyif alıyordum.
188
Geriye dönüp baktığımda, umre yolculuğunun pek çok şey ile birlikte,
iki noktada üzerimde büyük bir değişim yapmış olduğunu gözlemliyorum. Birincisi Kuran-ı Kerim’in benim için artan önemi. Kuran ve
Kuran ile ilgili olmadıktan sonra, bir şeyler okumak artık içimden
gelmiyor. Maişeti sağlama çabasından arta kalan vakitlerimde Efendi
Babamın tefsirlerinin yardımıyla Kuran-ı Kerimi okuyorum. En büyük
arzum Kuran’ın hakikatlerini bir nebze olsun hissetmek, fehim etmek ve
yaşayışımı ona göre düzenlemek.
İkinci büyük dönüşüm ise, derslerime (vird) karşı olan tavrımda
ortaya çıktı. Umre seyahatine çıkmadan önce, benim için en büyük
mesele, ders geçmekti. Şimdi ise, benim için en büyük mesele dersin
kendisi, yani ders yapabiliyor olmak. Asıl saadet, bir Kamil Mürşidim
himmetiyle ders yapabiliyor olmaktan başka bir şey değil. Ve dahası,
yükselmekten ziyade bulunduğun mertebenin hakkını vermenin ne kadar
mühim ve ne kadar zor bir şey olduğunu idrak etmeye başladım. Ders
geçmek hala ehemmiyetini koruyor. Ama ders geçmeyi bizatihi mümkün
kılan bir derse sahip olmak değil mi?
Ne kadar şanslıyız aslında. Bir Kamil Mürşidin himmetine sahibiz ve
onun gözetiminde yapabildiğimiz bir dersimiz var. Günlük hayatın
koşuşturmacası ve stresi insana kendini değersiz hissettirdiği anlarda,
aklıma bu durumu getiriyorum ve ne kadar şanslı olduğumuzu
hissediyorum. Böyle bir derse sahip olmakla seçilmişler arasında
olmuyor muyuz? Zaten hali hazırda ne kadar büyük mesafe kat etmiş
durumdayız. Tek yapmamız gereken, derslerimizin kıymetini bilmek,
onların hakkını vermek.
Şöyle bir düşünüyorum. Milyarlarca insanın içinde kaç milyar
Müslüman var? Peki, bu Müslümanların kaç tanesi şeriat mertebesinin
gereklerini idrak etmişler ve hayatlarını buna göre düzenliyorlar? Ve
dahası, bunların ne kadarı tasavvufa ve irfaniyete yönelebiliyorlar? Çok
ama çok az bir kısmı. Peki, bu tasavvufa yönelenlerin gerçekten kaçı
marifetullaha sahip bir Kamil Mürşit’e intisap edebiliyorlar? Bu sayı o
kadar az ki… Demek oluyor ki, şu an Efendi Babamın bana verdiği vird,
milyarlarca insan arasında kaçına nasip oluyor. Nasıl bir devlettir bu?
Umrede yaşadığım mutmainlik hissinin bir uzantısı her halde bu.
Cenabı Hakk’ın bir Allah dostunun kanatları arasında bulabilmiş olmak,
Cenabı Allah’ın ne büyük bir lütfu. Bu dünyada maddi hiçbir şeyle
karşılığı olmayan bir şey.
İnsanlara şeriat mertebesi düzeyinde büyük hizmetleri olan ve
kendilerinden zamanında bolca faydalandığı bir zatı, bulunduğum
yerlerin manevi havasını yaşatmak ve vefa borcumun bir kısmını
ödeyebilmek için, seyahatimiz boyunca sık sık aradım. Son aramamda
Kâbe’nin karşısında durduğumu söyleyince, yaşadığı manevi heyecanla
cezbeye gelip,
“Evlat! Allah seni oralarda bir Allah dostuyla karşılaştırsın inşallah!”
diye nida etti. Dudaklarımın ucuna kadar yükselen kelimeleri bastırıp,
189
“inşallah hocam inşallah” demekle iktifa etmiştim. Nasıl
diyebilirdim: “hocam, karşılaşmak ne kelime, zaten onunla, onun
himmetiyle buralara kadar gelebildim…”
Ne kadar şanslıydık. Geri dönüp bakınca bütün umre suresince
hissettim şeyi şimdi daha iyi anlıyorum. Umre sırasında tecrübe ettiğim
her tür hissiyat ve manevi açılım Efendi Babam’ın ve Nüket Annenin
yakınında bulunmaktan, oralara onlar ile gitmiş bulunmaktan neşet
etmişti. Efendi Babamın hep söylediği gibi, Hamd O’na mahsustur,
Hamd’ı ancak O yapabilir. Bizi bu âlemde yalnız bırakmadığı için, Selam
ile gönlümüzü kapladığı için ne kadar hamd edersek edelim, edeceğimiz
hamd okyanusta bir zerre olmaktan öteye gidemeyecek.
------------------Hepsi çok güzel ifadelerle anlatılmış, (2015) Umre notları hakkında
gelen yazıları, gönderenlere teşekkür ederek, burada sonlandırıp kendi
hatıra yazılarımı aktarmaya başlıyorum, cenâb-ı Hakk kolaylıklar nasib
etsin. Bütün dosyayı okuma zahmetine katlananlara da feyizler nasib
etsin İnşeallah. T.B.
---------------------------------------------------------------------
190
(31/01/19/02/2015)
“TERZİ BABA UMRE HATIRALARI”
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM.
Yukarıda başlangıçta genel bir bilgi olması kabilinden Umre ile ilgili
daha evvelce yapmış olduğumuz Umre ve hacc’lardan bazı tecelli ve
düşünceleri belirtmiş idik burada ise (31/01/2015/19/02/2015) yapmış
olduğumuz Umremizin hatıralarını bulacaksınız. Cenâb-ı Hakk arzu eden
herkese nasib etsin, okuyanları da, bu tecrubelerden faydalandırsın
İnşeallah. T.B.
-------------------
BAŞLANGIÇ.
Sıla şirketinin vasıtası, hizmeti ve himmeti ile (31/01/2015) umremiz
Atatürk hava limanından itibaren başlamış oldu. Orada bütün kafilemiz
ile buluştuk Umre yolcuları toplam (68) kişi idik. Bunların (34) yarısı (8)
gece (9) günlük, geriye kalan (30) kişisi, (13) gece (14) günlük, bizde
(2) kardeşle beraber, (19) gece (20) günlük olarak yola çıkıyor idik.
Kalkış saatimiz, (12,15) idi, ancak biraz gecikme ile kalktık.
Zâhiren ismi “Atatürk hava limanı” olan, bâtınen ismi ise (ebu’l
beşer) olan beşerin atası olan, “Ata Âdem hava limanı”dır. Çünkü oraya
Âdem (a.s.) ın Cenetten/gökten, indirilmesi gibi, gökten inenler ve göğe
çıkanlar vardır. Ayrıca gurbete gidenler ve sıla ya dönenelerde vardır.
Bizler daha evvelce hayal ve vehim cennetinden, yeryüzü beden
arzımıza inmiş olduğumuzdan, bu seferimiz, evvelâ “Ebu’l ervah” Ruh
atamız olan (s.a.v.) Efendimizi ziyaret ve “sıla-i rahim” yapmak için
vesile olan sıla şirketiyle yola çıkıyorduk. Bizler için çok güzel bir gündü.
Nihayet nefs/nüfus/pasaport kontrollarından takılmadan geçtik,
nefsani ağırlıklarımız tartıldı, onlarda fazla değil normal idi. Üzerimizde
nefsi ma’nâ da herhangi bir celâl ve kahhar esmasının işine yarayacak
bir şeyler olup olmadığına bakıldı, bunlardan da bir şeyler bulunmayınca,
ikinci kapıda bekleyen sorgu sual melekleri/görevliler, bizi daha içeriye
aldılar, kalanlarla son defa uzaktan selâmlaştık ve çıkış kapımızdan
(226) no lu kapıya doğru yürümeye başladık.
Uçak havalanmak için hareket etti piste girdi ve hızlanarak yol
almaya başladı, (13,35) te de uçağın tekerlekleri arzdan kesildi, artık
uçak gök ehli oldu ve uçmaya başladı o bize Cebrâîl gibi idi. Görüldüğü
gibi (13 ve 35) (53) oldukça manidar sayı değerleridir.
191
O gün batı ve kuzey taraflarında hava muhalefeti olduğundan
yüzlerden fazla seferin iptal olduğu liste panolorunda yazılıyordu.
Nihayet gerçek atamızın Eb’ul ervah olan, Muhammed (s.a.v.) in,
sılasına, sıla-i rahim yapmak üzere onun ma’nevi hava limanı olan
gönlüne iniyorduk. Arza hava limanına indiğimizde mihmandarımız sıla
şirketi görevlisi bizleri karşıladı hazır olan iki otobüse bindirdi ve
yerlerimizin olduğu, CROWN. Taç Padişahların sarayı gibi ma’nâ ya
gelen yere götürüldük, bizler adeta ma’nen padişahlar gibi karşılanıp
başlarımıza da taçlarımız takılmış padişah sarayının bizlere ayrılmış
odalarında Hakikt-i Muhammediyyeden gelen, Ebu’l ervah olan
Babamızdan hediye taçlarımız ile birlikte odalarımıza yerleşmiş olduk.
Oradaki günlerimizin tafsilâtı Medine günlerinde gelecektir.
-------------------
CROWN (türkçe) anlamı
1. (i). taç
2. hükümdarlık
3. hükümdar
4. taça benzer şey
5. şeref ve itibar veren şey
6. tepe
7. baş
8. başlık
9. beş şilin kıymetinde eski bir ingiliz parası
10. kron
11. Çekoslovakya ve Danimarka para birimi
12. (bot). tohum fidanında sapın kök ile birleştiği nokta
13. (bot)
14. 2. anlamı taç giydirmek. bir şeyin tepesini/üsütünü kaplamak.
tamamlamak. tamam etmek. kafasına vurmak. (diş) kaplamak. tac.
192
çiçeklerden yapılmış tac. krallık. kraliyet iktidarı. tepe. üst kısım. penny
değerinde madeni para. şampiyonluk. mükemmellik. kusursuzluk.
------------------Medine de süremiz dolduğundan, bizler Mi’râc seferimize çıkmamız
gerekiyordu bu yolculuğumuz zâhiren karadan, bâtınen gönül göğünden
olacaktı, nihayet toplanan bavullar otobüslere yüklendi.
Sıla tur (Terzi Baba 1) gurubu, Sıla tur (Terzi Baba 2) gurubu, olarak
yola çıkıldı. Yaklaşık altı saatlik bir yolculuktan sonra nihayet, Mekke-i
Mükerreme ve gönül Kâ’be’si ne ulaşmış olduk. Otobüsler bizi
kalacağımız (ANJUM) otelinin geniş bahçesine getirdiler, Sıla
şirketimizin elemanları bizleri karşıladılar, odalarımızı tesbit ettiler ve
herkes ihramlı olduklarından hemen evvelâ yemeklerimizin yenmesi
söylendi. Yemeklerimizi yeyip odalarımıza çıktık hemen abdest tazeleyip
tavaf ve sa’y görevimizi yapmak için zâten uzakta olmayan Mescid-il
hareme doğru (68) kişi (4) imam görevli nezaretinde yola çıktık.
Bunlardan daha ileriki sayfalarda günlük hatırat yazılarımda
bahsedilecektir. Şimdi hatırlatma babında kısa bilgiler verelim.
Sıla yazılış itibariyle.
(sin/ye/lâm
(Silâ) şekliyle yazılıyor. Görüldüğü gibi,
Ve elif) Harflerinden meydana gelmektedir. Sin (60) ye (10) lâm (30)
elif (1 ve 13) tür, toplarsak, (60+10+30+1=101)
(11) Hz.
Muhammed’dir. Ayrıca elifin (13) ü ile de, hakikat-ü Ahadiyyetü’l
Ahmediyye’dir.
(Tûr) ise yazılış itibariyle, görüldüğü gibi, (te-tı/vav/rı) harflerinden
meydana gelmektedir. Te (400) vav (6) rı (200) dür, toplarsak
(400+6+200= 606) (66) Allah isminin gizli elifsiz karşılığıdır. Ayrıca
(6+6=12) Hakikat-i Muhammedî’dir. Hazret-i Muhammed’in getirdiği
bütün âlemlerin turu’dur. Hakkında sûre içinde geçen ismi vardır. Tin
sûresi (95/3-4) “tur’u sînin” “sine/gönül turu” ve insan turudur. Bizimde
genelde Kâ’be ye girip çıktığımız yürüyen merdivenli kapı (66) no su dur.
Yorum yapılacak.
193
(Sıla) (11) Hz. Muhammed, (1) zâhir, (1) bâtın olmak üzere her
mertebede geçerlidir.
(Sıla) nın (sin) i (Ya sin) deki hitab edilen İnsan-ı Kâmildir ki, beşeri,
hakikati olan sıla-i Rahim’ine aslına Rabbına ulaştırır. (ye) si “yakînlik”
ifadesidir ki kendi zâtından başka bir şey değildir. (Lâm-) ı ise bütün
bunların kontrolu ve tahakkuk ettiricisi olan Ulûhiyet mertebesidir.
(Sıla) Turizm, yazılan tanıtıcı amblemde kırmızı ile işlenmiş
işaretlenmiş yarım ay şeklindeki aslında tek olan iki görüntü ise ezelden
gelen, İnsân-ı Kâmilde neticelenen bir İlâhi “tur” u ifade etmektedir.
Zât-ı mutlak daha bu âlemler hiç yok iken kendinin bilinmesini sevdi ve
kendindeki bütün özelliklerinin ortaya çıkmasını murad etti (Küntü
kenzen……. ) diye ifade edilmektedir. Bunun için ilk tecelisini “tecelli
akdes” olarak a’mâiyyetinden “ahadiyyet”ine yaptı burada, Ahadiyyette
“inniyyeti ve hüvviyyeti” olarak iki özelliği meydana geldi. İnniyyetinden
“İnsan ve Kur’an” Hüvviyyetinden de bütün bu âlemler ve kendi beyti
olan Kâ’be –i Muazzama meydana geldi.
İşte gökten yani sonsuzluk âleminde iki kol iki akış olarak bu
oluşumlar içinde bulunduğumuz bu şehadet âleminde birleşerek zuhura
çıktılar ezelde kurgulanıp düzenlenmiş olan bu hakikatleri ziyaret için
insanlar şirketler halinde turlar düzenleyip bu hususların tahakkukunu
temin ediyorlar.
(Sıla) Ayrıca dahada özel olması bakımından, yukarıda bahsedilen
Ahadiyyet mertebesinde, İnniyyetten İnsan ve Kur’ân-ın meydana
geldiğini belirtmiş idik, bunu Peygamber Efendimiz Hadîs-i kudsilerinde.
(el insanü vel Kur’anü tev’emanü) yani (İnsan ve Kur’ân bir batında
doğan ikiz kardeştir) ifadesiyle insan ve Kur’ân-ın kaynağının nerelere
dayandığını açık olarak bize anlatmış olmaktadır. Şimdi mevzua bu
yönüyle bakarak şekilde görülen iki kırmızı hattın başlangıcının bâtın
âleminden gelen birinci öndeki kavsi oradan yola çıkarak âlemi
şehadette vakti geldiğinde zuhura çıkmak üzere arşta bekletilen
Kur’ândır. İkinci kavs ise dünya ya Âdem ismi ile indirilen (Ya-sîn)
insandır.
İnsan kemâlini sürdürerek Hz. Muhammed “habibullah” mertebesine
ulaşınca ikiz kardeşi Allah-ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerimi alıp okumaya
Hira dağında salâhiyet kazanınca Cenâb-ı Hakk bu ikiz kardeşi
buluşmanın vakti geldiğinden onları hira dağında ilk olarak buluşturmaya
başladı bu buluşma (23) senede tamamlandı. Hira dağındaki o “ıkr’a”
gecesi dünya tarihinin ve tefekkür hayatının en büyük dönüşümlerinden
biridir.
İşte sıla turizm resminde görülen gök yüceliklerin arz irfaniyyetine
tur ile indirlen, İnsan ve Kur’ân, iki kadeş bu âlemde birbirlerine
kavuşmuş oldular.
Resme biraz daha dikkatle bakarsak yukarıdan gelen iki hattın
uçlarının, “turİzm” “İ” si üzerinde durduğunu görürüz. Bu da İnsân-ı
194
işaret etmektedir. Yani insân-ı Kâmilin bu hakikatlerin hamili/taşıyıcısı
olduğunu görürüz.
Ayrıca renginin kırmızı olması, “aşk ve hayattır” Kâ’be nin örtüsü
siyah â’maiyyettir. Makam-ı İbrahim baştan aşağı sarıdır İbrâhîmiyyet
makamının Ulûhiyet makamına olan aşkından yanıp tutuşup sararıp
solmasıdır. Bu simgesel iki aşık kurulduklarından beri birbirlerine olan
aşklarını hep terennün etmekteler ve İnsân-ı Kâmillerde kendi
devirlerinde bu aşıkların temsilcisi hikâyelerini anlatıcısı hayret ve ibretle
seyircileridir. Bu iki âşık kuruldukları günden beri ne soğuk ne sıcak
demeden o yakıcı güneş altında hiç şikâyet etmeden aşklarını
sürdürmektedirler. Ehli gaflet ise bütün bunlardan habersiz kaç tur daha
fazla yaparımda sevap kazanırım hesabını yaparlar, İnsan-ı Kâmiller ise
(sıla turu/sıla-i rahim) turu yaparlar. Orada Zât-ı İlâhi ile gönülden
vuslat ederler. Böylece onlar gerçek ilâhi turlarını tamamlamış olurlar.
Sıla tur’un bu logo veya amblemi düzenlenirken bunlar belki
düşünülmemiş olabilirler, ancak kendilerinin iyi niyetlerinden, üst İlâhi
akıl (Akl-ı kül) bu görüntüyü amblemi düzenleyen kişinin veya kişilerin
gönüllerine ilka, ettiğinden bu haliyle kabul görüp şirketin simgesi haline
gelmişki gerçekten çok güzel bir (alâmet-i farika) farklı bir alâmet/işaret
olmuş. Cenâb-ı Hakk yollarını açık, kârlarını bereketli hizmetlerinide
kabul eylesin İnşeallah.
------------------NOT= Bu hususta, turlar hakkında yukarıda (nedir dediler) ismiyle
yazılmış şiir benzeri yazılarda daha başka malûmatlar vardır dileyen
oraya da bakabilir.
------------------(Tur) (66) Allah lâfzı karşılığı ve Hakikat-i Muhammedî’dir. (6) cihet
zâhir (6) cihet bâtındır. Ayrıca (6) tecellidir. Ahadiyyet, Vahidiyyet,
Rahmâniyyet, Rububiyyet, Melikiyyet ve İnsân-ı Kâmil’dir. Buradan
geriye dönüşte İlâh-î sıla-i rahimdir.
Tur, aynı zamanda seferdir, ancak tur, başladığı yere dönüştür, sefer
ise geriye dönmeyebilir.
Ayrıca insanın üç seferi vardır, birincisi “Hakk’tan halka” ikincisi,
“halk’tan Hakk’a” dır, üçüncüsü ise, tekrar “Hakk’tan halka” ancak bu
sefer Hakk ile yani hakikati ile dönüştür.
Diğer taraftan seyr-i sülûk’ta yedi nefs mertebelerine “etturu seb’a”
yedi tur, veya, “etvar-ı seb’a” yedi tavır, denir. Diğer taraftan da
“hazarat-ı hamse” beş hazret mertebeside kendi içinde turlardır. Tevhid-i
ef’âl turu, tevhid-i esmâ turu, tevhid-i sıfat turu, ve tevhid-i zat turu ve
İnsân-ı Kâmil turlarıdır. Ve bütün bu âlemlerin her birerlerine has kendi
turları vardır.
------------------(12/02/2015) Perşembe sabah namazının ikinci rek’atinde İmam
efendi (lealleküm yercuun/umulurki dönersiniz) âyetini (ve ilâllahi
195
türcaul umur/bütün işler Allaha döndürülecektir, âyet-i kerîmelerini
diğerleri ile birlikte okumuş idi.
Gine aynı sabah kahvaltıda karşılaştığımız başka bir şirket ile gelen
bir Türk umrecisi bana bakarak, Sıla şirketi size iyi bakıyor/ baktığını
söyledi. Bir bakıma Sıla şirketi ana vatan Vahidiyyet’tir. Vahidiyyet bize
bu dünyada iyi bakmaktadır, şükrederiz İnşeallah ahrette de bakar.
Bu arada Sıla-i rahim hakkında bazı hadis-i şerifleride aktarmak
yerinde olacaktır diye düşündüm. Bir oğlumuzdan bunu istedim
İnternetten indirdiklerinin bazılarını buraya ilâve ediyorum İnşeallah
faydalı olur.
------------------Ebu Hüreyre=Müslim.
(1) Rasûlüllah. (s.a.v.) Allah teâlâ mahlûkatı yaratıp/halkedip,
bunların takdiratını tamamlayınca, akrabalık ayağa kalkarak;
- “Ya Rab! Burası, akrabalık münasebetlerini, kesmekten sana
sığınanların makamıdır,” dedi. Allah-u teâlâ;
- “Evet sana sıla yapana benimde sıla yapmama; senden alâkayı
kesmeme razı olmazmısın? Buyurdu.
Akrabalık.
- “Evet” diye cevap verdi. Allahu Teâlâ.
- “Bu sana verilmiştir” buyurdu.
Bundan sonra Allah’ın Rasûlü;
- “İsterseniz şu âyetleri okuyunuz” dedi.
- “Geri dönerseniz hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık
bağını keseceksiniz öylemi? Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onları
lânetlemiş ve gözlerini kör etmiştir. Onlar Kur’an-ı düşünmüyorlarmı?
Yoksa kalplerinde kilitlermi var.”
(2) “herkim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini; istiyorsa
(sıla-i rahim) yapsın” buyurdu.
Müslim, Enes bin malik.
(3) “Allah ve ahiret gününe imân eden kimse, sıla-i rahim yapsın”
Buhari, Müslim.
-------------------
(12/02/2015/Perşembe)
TURLAMAK
196
Dünyaya gelmişim bir seferden.
Babam sadık, Annem melek’ten,
Bin dokuz yüz otussekiz seneden,
Başlamışım turlamaya o günden.
Çocukluk derken okul turları,
Gençlik derken kaldı hatıraları,
Çok çalıştım düşündürdü gayrıları,
Öğrenmek için turladım ustaları.
Nihayet ulaştım dayandım Fatihe,
Hazmi mübareği buldum yerinde,
Bana bir elbise giydirdi hem yeni de,
Turlar oldum böylece Fatihi de.
Tur’un yolu değişti bir gün,
Dediler hemen git, Nusrete bir görün,
Göründüm, dedi gel gözümün nuru,
Böylece yolumuz oldu onun turu,
Turladım on dokuz sene bu yolu,
Kervan fakire düştü, yolcu dolu,
Gitmeye başladık kaldığımız yerden,
Turlamaya başladık hep birden.
Bu arada dünya turları bitmez,
Suretlere hullet dikerim, zaman yetmez,
Biri biter biri başlar türlü libaslar.
Her biri turlanır yeniden başlar.
Evlendim bir gün Nüket Anne ile,
Turlamaya başladık birlikte hayrile,
Vakit geçirmedik yolda avam ile,
Turlar, turlar devam etti gayret ile.
İzzetle Cem geldi turlanmak için,
Aldılar onlarda güzel bir biçim,
Elhamdülillâh pek zorlamadı geçim,
Hep turladık o yıllar biçim biçim.
Genişlemeye başladı turlar,
Yakınlaştı herkese uzaklar,
Yollarda vardı her zaman tuzaklar,
Rabb’ım açtı yolu kesilmedi turlar.
Hacc turu başladı seksen iki de,
Oldukça zahmetli idi otobüste,
Ancak gayret vardı hep gönüllerde,
Turumuz geçti güzel yerlerde,
197
Bu turumuz oldu belki on iki on üç,
Zorda olsa bize gelmedi hiç güç,
Rabb’ım kolaylaştırdı bunları bize,
Bu turları hediye ettim sizlere.
Dört mertebeden turlar turlanır,
Şeriat tarikat önce dönülür,
Hakikat marifettir sonra görülür,
Şaftlar bitince bir tavaf denilir.
Aslı helezondur çıkılır yukarı,
Verilir hem isimlerin hakları,
Kalmaz onların nefsinde gayrıları,
Açılır etturu seb’anın yolları.
Namaz kılınca hemen arkadan,
Başlarsın sa’yin turuna safadan,
Sıfat-ı subutiyye çıkar bağrından,
Sonra kesersin ağarmış saçlarından,
Bunlar rumuzdur hep tur’un aslına,
Veriyor Mevlâ hem ücretsiz alsana,
Gözün açta bir kendine baksana,
Her an turdasın bunu anlasana.
Aslım Ahadiyyette vardır benim,
Başladı turum Vahidiyyette benim,
Elestü birabbiküm’den hediye,
Zuhurda oldum beşerul emin.
Yaşadım bir zaman zeminde nefsimle,
Âdem oldum istiğfar ettim dilimle,
Cennetten kalmadı bir şey elimde,
Böylece turladık dünya evinde.
Aradım Havvayı, yollar turlar ile,
Sıla-i rahim’den eyvahlar ile,
Halimize üzüldü melekler bile,
Turladık beyti o günden melekler ile.
Şit, İdris, Nuh, Hud, turladı geldi geçti
Daha sonra sıra İbrâhîme geçti,
Onunlada beraberdik beyti kurarken,
Ne güzeldi halimiz o zaman da turlarken.
Derken sıra geldi tur da turlamaya,
Başladık Musâ ile Tevrat-ı almaya,
Sahirler çıktı karşımıza bir gurup,
198
Âsa ile başladık onları turlamaya.
Fir’avn geldi ordusu ile arkamızdan,
Turladık biz derya da korkmadan,
Fir’avn girdi turlamak için denize,
Turlayamadı boğuldu arkamızdan.
Turladım kuds’ ten Îsâ için Meryeme,
Acayip işler oldu turdan görene,
Meryem oğlu Îsâ oldum turladım,
Aldı Rabb’ım zorlanınca göklere.
Bir gün Muhammed’ül emin dediler ismime,
Koydurdular Haceru’l esveti yerine,
Turluyorken etrafını üzgün beytin,
Bir gün Hakk gelecek diyerek yerine.
Nihayet bir gün turladık hira da,
Buldu bizi Cibrîl bir hoş burada,
O da bizi turladı altı yüz kanadı ile,
Bizde gök ehli olduk turladık “Ikra’” ile,
Safa da sâfi olduk çağırdık kureyşi,
Turlamadılar bizi oldular ekşi,
Sağlık olsun dedik hepsine birden,
İçlerinden bazıları turladılar yahşi.
Sıkıntılar başladı o yerde,
Turlayanlar turladılar gizlilerde,
Hicret turu başladı bir gün,
Hüzün ve sevinç vardı gönüllerde,
Çıkıldı yola develer ile,
Bilemedi bunu görenler bile,
Turladılar iki arkadaş sevr-i,
Biri peygamber, yardımcı diğeri,
Turlarla ulaştı talâal bedru,
İşte neticede olan buydu,
Bütün yöre halkı coştular bu hale,
Çevreden uzaklardan da her kes duydu,
Kurduk Kâ’be nin temsil yeri kuba’yı,
Turladık sonra bu cennet bağı,
Oradan yürüdük daha ileriye,
Geçtik güzelce toprağı dağı.
Nihayet vardık Yesrip iline,
Turladık biraz şehrin içine,
199
Nihayet deve çöktü iki yerde.
Sıla-i rahme gelmişiz demek bu yerde.
Kurduk mescid-i el ele bir güzel,
Belirlenmiş bu işler ezelden ezel,
Turladık hep mascidin etrafını,
Görüyordu gayrılarda hayrını,
Bir gece mi’raca çıkıldı gönülden,
Haber alındı Sıla-i Rahim’den,
Turladık bütün âlemi o gece,
Hoşnud oldu rabb’im Habibinden.
Müjde oldu bu turlar hep ümmete,
Erişildi o yüce ulu devlete,
Bizden selâm olsun cümle yarana,
Kalmasın bu günün işi yarına
---------------İSİMLER.
Sıla tur.
Uçak Türk hava yolları.
Medine otel (CroWn)
Mekke otel (Anjum) Necm yıldız, Vennecmi.
Medinede (Osman) ile karşılaştık.
Abdürrahim, Medineden mekkeye getiren otobüsün şöförü.
Sefere benzeyen birisi.
Mustafa, görevli hocalarımızdan birisi.
Mahbub, oda görevlimiz.
Şemseddin Cirane umresine götüren şöförün ismi.
Ahmed görevli hoca. İkiside dua istiyordu.
Harun Reşit, Ten’im Umresine götüren getiren şöförün ismi.
Mahmud, garson.
Ali öz okur, Silivrili, akşamla yatsı arası görüştüğümüz kişi.
Görevli, Remzi.
-------------------
200
(31/01/2015/19/02/2015) UMRE ZİYARETİ GÜNLÜK
KAYITLARI. TEKİRDAĞLI TERZİ BABA NECDET ARDIÇ.
Hareket (31/01/2015) cumartesi saat (13,10)
B kontuarı içeri giriş (226) uçağa geçiş kapı no su,
Tekerleklerin yerden kesildiği an, havaya kalkış, (13,35)
Uçak sefer sayısı T.K. clas sınıf= (0108)
Grup B. 12-G koltuk 10.
Uçak eğir bas 330.
------------------Dualar. Kaptan pilotun yaptığı dualar. Bu yolculuğumuzu bize
kolaylaştır.
------------------Uçağımız medineye doğru yoluna devam ediyor, Anadolu topraklarını
geçiyor Akdeniz üzerinden süzülüyor, Süveyş kanalı, Kızıldenizin ucu
adeta iki parmağını uzatmış zahir batın akdenizi oradan da sanki
istanbulu işaret edercesine yukarıdan bakınca öyle duruyor. Böylece
uçağımız o işaret parmaklarının üzerinden geçerek kızıl denizin sağına
geçti, Medineye, medeniyete yaklaşıyoruz. Ekrandan görülüyor.
Yukarıdan bakış geçtiği yerleri gösteriyor. Meskün yerler gözükmeye
başladı, alçalıyoruz görüntüler daha netleşmeye başladı, motorların
sesleri da değişmeye başladı, kanatlar açılmaya başladı medinenin dış
mahalleleri gözüküyor. Yere iniş anı (16,22) yapılan anonsta
kemerlerinizi uçak duruncaya kadar çözmeyiniz ikazı vardı.
Nihayet uçak park yerine geldi, kapısı açıldı yanaşan merdivenlerden
aşağıya inmeye başladık, tam sağ tarafımızda (51-52-53-54-)terminal
kapıları vardı. Pasaport kontrolu için bindiğimiz otobüs no su (A-24-)
Pasaport kontrolundan çıkıp bagajlarımızı da aldıktan sonra çıkış kapısına
doğru ilerlemeye başladık, bizi dışarıda bekleyen Sıla şirketi elemanınları
hazırladıkları otobüslere bizleri bindirdiler ve kalacağımız (Crowne Plaza)
ya doğru yola çıkardılar. Madineye şehre giderken yolda, dosyanın
başında da yazılı dua ve şiirleri okuyarak salâvat-ı şerife ve tekbirler
getirerek nihayet otelimize krallık taçlarımızı ismen ve hayalen bile olsa
giymek için ulaştık, oda numaralarımız belli olduktan sonra, herkes
odasına çıkıp yerleşti ve daha sonra yemek için yemekhaneye gidildi,
yemeklerimizi yedikten sonra Mescid-i Nebeviye yatsılarımızı kılmak için
gittik, terliklerimizi koyduğumuz ayakkabı rafı (33) no lu idi. Daha sonra
namazımızı kıldık ve yerlerimize istirahat etmek için döndük.
(01/02/2015/Pazar) Sabah namazını kılmak için mescid-i Nebeviye
geldik,
201
Pazar sabahı namaz vakti, namazı beklerken, “sen sadece bir
düşünceden ibaretsin” sözü gönlümde dolaşıyor idi. Daha sonra kısa bir
şiir yazdım.
(Ben zâhir oldum evvelâ, sana perde oldum,
sonra gerçek olan sen çıktın ortaya, bana perde oldun,
bu işi anlamadım, senmi bana perde oldun, yoksa benmi sana,
baktımki ortada ben’lik var oluyor, bazen ben bazen sen.)
Aynı gün Pazar kahvaltıdan sonra saat (8,00) de kûba mescidini
ziyaret daha sonra kıbleteyn yedi mescidler daha sonra uhud ziyereti
saat (11,00) de bitiş. Ses kayıtlarında bunların zâhiren görevlilerimiz
tarafından izah ve anlatımları vardır Bâtıni yönleri ise dosyamızın baş
taraflarında bulunmaktadır malûmat almak için tekrar oralara bakılabilir.
Bu ziyaretlerimiz bittikten sonra, aynı otobüslerle hurma bahçesine
gidip, hurma bahçesini yerinde görüp, orada serin serin birer çay içtikten
sonra hurmalarımızı alıp otelimize döndük,
Daha sonra öğlen ikindi namazları daha sonra da akşam ve yatsı
namazları kılındıktan sonra, otelimize dönüp istirahate çekildik çünkü
ertesi gün öğlen namazı sonrası, otobüslerle Mekke-i Mükerremeye
doğru yola çıkacak idik. Bu arada Nüket Anne oldukça ağır hasta
olduğundan dışarıya çıkamadı bende onu yalnız bırakmamak için fazla
dışarıda kalamıyor idim.
(02/02/2015/Pazartesi) Sabah namazına gittikten sonra, otele dönüp
kahvaltımızı yaptıktan sonra, biraz istirahate çekildik, görevliler saat
(11,00) de bavullarımızın oda kapılarının önüne bırakılmasını ve diğer
görevlilerin onları alıp otobüslere yerleştireceklerini bildirmişler idi.
Mescid-i Nebeviye giriş yerimiz (1-2-3-) nolu kemerlerin altından
geçerek gidiyor idik.
Öğlen namazına gidip ezan-ı muhammedi’nin okunmasını beklerken,
baktım az ileriden bir kişinin, benim yanıma doğru hasretle geldiğini
gördüm ve baktımki bizim eski dostlardan Osman kadeşimiz. Kucaklaştık
tabii ikimizde şaşkın, ancak memnun bir vaziyette idik, bir miktar
oturduktan sonra Osman kardeşimiz geldikleri yol arkadaşlarının yanına
gitmek için izin istedi, onlar bizden daha kısa süreli umreye gelmişler ve
Mekkeden Medineye gelmişler biz ise aynı gün Medineden Mekke’ye
gidiyor idik, bu yüzden bir başka şekilde görüşmemiz mümkün olamadı.
Belki yakıştırmadır ama Cenâb-ı Hakk orada bizi zâhiren (Osman
Zinnureyn) ma’nâsı ile “iki nurlu/zâhir ve bâtın” olmak üzere karşılamış
oldu.
En azından bizim neş’emiz bu oldu, zâhirdeki Osman kardeşimiz
bunu bilmiyor olabilirdi, ancak bu irfaniyetine kalmış bir şeydir. Eğer o
da bizimle ve çevremizle, karşılaştığı zaman gerçekten kiminle ve
kimlerle karşılaştığını bilseydi, o anda çok büyük idraklere sahip
olabilirdi. Cenâb-ı onun da bizimde Umrelerimizi kabul etsin İnşeallah.
202
Yukarıdaki foğrafta Görülen, Hakikat-i Muhammedi namazını kılmak
için toplandığımız andır, ilk iki rek’atini birliktelik olsun diye cemaat
olarak kıldık, ancak farz olmadığı için daha sonralarını, herkes yalnız
başına tamamlamış oldu, bu fotoğrafta o günlerin anısına bir hatıra
olarak albümlerinde böylece yerini almış oldu.
Öğlen namazını kılıp otele geldik ve odalarımızda bıraktığımız
ihramlarımızı kuşanmak için,
elbiselerimizi çıkardık ihramlarımıza
sarındık ve iki rek’at Umre namazını da kılıp aşğıya otobüslerin yanına
indik. Böylece herkes yerine geçti, ve saat (14,30) da yola çıktık.
Otobüslerin önlerinde (Sıla tur-Terzi Baba gurubu -1-)
(Sıla turTerzi Baba gurubu -2-) diye yazıyor idi bunun sebebide durak yerlerinde
otobüslerin kolayca tanınması ve yanlış bir otobüse binilmemesi içindi.
Hamdolsun
seyahatimiz boyunca,bir bavul dışında herhangi bir kayıp ve
kaybolmamız olmadı. Rabb’ımıza şükrederiz.
203
Sıla tur, Sıla turizm, bizi asli sılamıza ulaştırıyor. Medineden yola
çıkıp mikat mahalli olan “zülhuleyfe” de durup Umremiz için niyetimizi
yaptık, orada ben ikinci otobüse bindim. Yol boyunca “devran adabı”
isimli dosyadan zikir ve ilâhilerle yolumuza devam ettik, daha sonra
mola yerinde ikindi ve akşam namazlarını birleştirerek kıldık.
Daha sonra ben diğer 1 nolu otobüse geçtim aynı şekilde orada da
zikir, ve ilâhilerimizi söyledik, dualarımızı yaptık ve okunan hatimleri
zikirleri tevhidleri salâvatları ne varsa evvelâ Efendimizin ruhlarına sonra
sırası ile gelenlere ve gönderenlerinde ruhlarına hediye eyledik.
Gönderdiklerimiz özetle şunlardı.
------------------Dua gönderenler.
E.z.k. 41 Yâsîn suresi.
41 Mülk suresi.
7 Fetih suresi.
1 Rahmân suresi.
------------------H.ö. 70 bin Kelime-i tevhid.
------------------A.g. 2 hatim.
15 bin salâvat.
60 bin İhlâs suresi.
70 bin Kelime-i tevhid.
70 yâsîn suresi.
70 Tebareke suresi.
------------------Z.d. 2 hatim.
------------------S.c. 1 hatim.
------------------K. e. ç. 20 tane hatim.
10 bin yâsîn suresi.
50 bin salâvat-ı şerife.
50 bin Kelime-i tevhid.
1,000 İhlâs suresi.
50 Fetih suresi.
204
100 Ayet-el kürsi.
------------------N. 1 hatim. 11 yâsîn suresi.
F. 1 hatim. 11 yâsîn suresi.
L. 1 hatim.
------------------Ü. 1 hatim.
A. 1 hatim.
R. 2 hatim.
Z. 1 hatim.
C. 1 hatim.
Z. 41 yâsîn suresi.
R. 41 yâsîn suresi.
K. 50 yâsîn suresi.
H. 25 yâsîn suresi.
A. 70 bin Kelime-i tevhid.
Ş. 70 bin Kelime-i tevhid.
A. 10 bin salâvat-ı şerif.
Z. 10 Fetih suresi.
------------------H. 3 hatim.
70 bin Kelime-i Tevhid.
------------------H. 2 hatim.
------------------Gurptan arkadaşlar.
1 hatim.
------------------S. 1 hatim.
5 yâsîn suresi.
8,ooo Kelime-i tevhid.
Sayısız salâvat-ı şerife.
-------------------
205
4 hatim.
40 yâsîn suresi.
7,000 İhlâs suresi.
1,000 İhlâs suresi.
1 hatim.
1 hatim.
120 yâsîn suresi.
300 Salâvat-ı şerife.
5100 Salâvat-ı şerife.
100 yâsîn suresi.
1 hatim.
------------------Bunlar istenilen yerlere gönderildi. Okuyanların ve tesbihleri
çekenlerin Cenâb-ı Hakk çalışmalarını kabul etsin ve ne niyeti ile
okudularsa yerlerine ulaştırsın İnşeallah. İki Harameyn “Mekke Medine”
arasında bunları göndermek çok güzeldi.
Bu son listeyi veren kızımız adını yazmadığından bizde buraya adının
baş harfini yazamadık. Ancak bu dosyayı okuduğu zaman kendi
gönderdiklerini hatırlayacaktır. Cenâb-ı Hakk hepsini kabul etsin
İnşeallah.
------------------Saat (19,40) civarında Mekke ye yaklaştığımızda Zem, Zem Tavırs’ın
kulesini ve saatini gördük, daha sonra yol üzerinde olan “Ten’im mikat
mahallinin önünden geçtik bu arada, saat (19’45) “Lebbeyk’ler, tekbirler,
salâvat-ı Şerifeler-i” hep birlikte otobüsün mikrofonundan okuyor idik.
Nihayet daha sonra saat (20,00) de otelimize geldik geniş bir alanda
durduk, orası otelin bahçesi imiş, görevliler karşıladılar, otelin ismi,
(ANJUM Hotel)
(necm/yıldız
yapılacaktır.
veya
yıldızlar)
gökyüzü
206
ma’nâsında
imiş
izahı
Amblem işaretleri böyle idi.
İhramlı idik görevliler hemen yemeğe götürdüler. Yemekten sonra
odalarımıza çıktık. Oda no su (859) idi sonra cemlere daha yakın olması
için geçici olarak (809) no lu odaya geçtik. Cemler (807) İzzetler, (816)
Gülnur yanında kalan kişi ile, (806) no lu odalarda kalmak üzere
düzenleme yapılmıştı.
Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra lobiye indik, ve hep birlikte tavaf
yapmak için hazırlandık, kâ’be ye doğru yola çıktık. Yanımızda dört
görevli hoca kardeşlerimizin refakatında, her mertebeden bir hocamız
vardı, saat (22,00) de orta katta tavafa başladık, saat gece (2,00) de
ancak otelimize dönebildik.
(03/02/2015/Salı) Duşumuzu alıp yattık ve sabah (11,00) de ancak
kalkabildik. Daha sonra kendimiz çorbalı kahvaltımızı yaptık.
Kâ’be-i Muazzamaya ilk girdiğimiz de yürüyerek gelip dua ettiğimiz
yer (53) no lu kapının altındaki saha idi. Bizi getiren otobüsün no su
(97.67) idi bilindiği gibi (67) Allah (c.c.) ikinci lâm’ın önünde bulunan
gizli elif ile sayısal değeridir. Ayrıca (6) “sıfat-ı zâtiyye” ve (6) cihettir.
(7) ise “sıfat-ı subutiyye” dir.
Bizi medineden Mekkeye getiren otobüsün şöförünün ismi ise,
Abdürrahîm, idi. (Rahîm’in kulu) yani Cenâb-ı Hakk bizi bu ismi ile “sılai rahîm” yapmamız için bize “cebrâîl” oldu. Cebrâîl-in daha ileriye
gidemem yanarım dediği gibi bizim Abdürrahîm şöförümüzde diğeri ile
birlikte oradan geri döndüler. Biz ise orada Zatta kalarak seyrimize
devam ettik.
Mekke de bizi karşılayan görevlimiz Hüseyin idi, sabah (11,00) de
kalktık biraz kahvaltı yaptık, saat (12,10) namaza çıktık Kâ’be ye girdik,
İzzetlerle ve bazı diğer kişiler ile beraber öğlen namazını kıldık, daha
sonra Zem, Zem Tavırs’a gitmek için yol aradık, içerisi inşeat olduğu
için çok kalabalık ve karışık,
Namazdan sonra Âdemleri gördük onlarla birlikte zem zem Tavırs’a
gidip dondurma yedik. (9) kişi idik, benim dondurma yeşil beyaz şam
fıstıklı sütlü idi. Bu dondurmayı bâtınen hâl lisanı ile okumaya çalışırsak,
207
şöyle dediğini müşahede etmemiz zor olmayacaktır. Dondurmayı getiren
Âdem idi, bu ise halife demektir. Dukuz kişi olmamız Hakikat-i
Mûseviyyeden ikram var idi, bilindiği gibi yeşil gençlik, dinçlik ve tazelik
demektir. Beyaz ise renksizlik yani Ulûhiyyet mertebesidir, (Şam) fıstıklı
olması müşahede ehli olunmasıdır. Sütlü olması ise “İlmi ledün ve ilmi
yakîn” hakikatlerinin kişinin iç bünyesine indirilip hazmedilmesidir.
Özetle bunlar kolayca okunmakta ve dinlenilmektedir. Ayrıca daha başka
birçok hususlar çıkartılır ancak mevzu dışına fazla çıkmamak için bu
kadarla yetinelim.
Dondurmaları yedikten sonra markete gidip alış variş yaptım,
yanımda Âd…. So…. vardı ve aldıklarımızı taşımak için yardımda
bulundu. Anjum/yıldız otele döndük.
Biraz istirahat ettikten sonra akşam namazını otelde kılıp yatsı
namazı için Hareme gittik, istikametimiz (69) nolu kral Faht kapısı idi,
ancak kalabalık olduğundan oradan içeriye olan girişi kapatıyorlar idi
bizde biraz yanda olan (66) no lu yürüyen merdivenler kapısından orta
kata çıkıp orada yatsıyı kıldık sonra otele döndük. Yemekhaneye gidip
orada birkaç arkadaşla yemek yedik.
Daha sonra (809) no lu odamıza çıkıp istirahate çekildik. Saat gece
(12,00) olmuş bu arada kapı çalındı açtım baktın Al….’ın hanımı Şe….
imiş. Üzüntülü bir halde, eşinin çok hasta olduğunu üzülerek söyledi.
Sonra doktor Al… beye haber verildi, hemen geldi birkaç ilâç söyledi,
yanımızda bulunan uygun olanlardan verildi, sonra yattık.
Bir müddet sonra Şe…. hanım gene gelerek eşinin daha kötü
olduğunu ağlıyarak bildirdi. Daha sonra otel görevlilerinden bir taksi
tutmalarını istedik taksi geldi Nüket Anne ve diğer İngilizce bilen
evlâtlarla hastaneye gidildi, orada muayene oldu. Bu arada Nüket Anne
de hasta idi, onu da muayene etmişler, ilâçlarını vermişler. Üşütmüş
boğaz enfeksiyonu olmuş gece (2,00) de geldiler. Bende sabah (5,30) da
kalktım.
(04/02/2015/Çarşamba) sabah (66/67) kral Faht kapısının yanından
yürüyen merdivenlerle orta kata çıktık, yer bulup erkekler tarafına
oturduk dört hanımda yan tarafta bayanlar bölümüne geçtiler. (6) tı ya
(20) kala namaz başladı. Namaza başlamadan önce, İzzet, az ileride
ayakta namaz için duran birisi vardı onu işaret etti, arkadan bakılınca
sanki Rahmetli kardeşimiz Sefer idi o kadar çok benzetmiştik.
Sünnetleri kıldık farza başladık, İmam namazda iki âyette de ayrı
ayrı (elem tera) “görmedinmi?” ve diğer iki âyette de buna karşılık gibi
sanki, adeta sorunun cevabı veriliyormuş gibi (erâke) seni gördüm.
Diyerek (4) defa İmam efendi kelâmullahtan aktarark ru’yetten bahsetti.
Bize de Zâhiren Seferi işaret etti. Yani Hakk’ın zâti seferine dikkat çekti.
Müşahedeli ru’yet olarak, (elem tera) Seferi görmedinmi? Diye bizleri
ikaz ediyordu. (Erâke) “seni gördüm” diyerek te gerek zat
mertebesinden gerek abdiyyet ve risâlet mertebesinden de tasdik
geliyordu. Ve sıla-i rahîm seferlerini müşahedeli işaret ediyordu. Halk
için sıradan herhangi bir günün namazının içinde tabii olarak okunmuş
208
gibi gelen ve hiçbir özelliği olmadığı, sıradan bir okunuş olduğunu
zannedenlerin yanında, irfan ehlinin hadiselere bakışının ve yorumunun
ne kadar değişik olduğu anlaşılmaktadır. Rabb’ımıza bu hususları açtığı
için şükrederiz.
Bu duygular içinde namazı bitirip otele döndük, kahvaltımızı yaptık.
Kahvaltıda yok yok tu, gerçekten bütün yiyecekler çok özenle
hazırlanmış ve tatlarıda çok güzeldi bütün aşçıların ellerine sağlık. Tekrar
odaya çıktım abdest aldım tekrar lobiye indim ziyaret yerlerine gitmek
için hazırlık yapıyoruz. Nihayet saat (8,30) da yola çıkabildik.
İlk olarak Sevr mağarası dağının eteğine geldik orasını ve oradan
dağı seyrettik oldukça yüksek olduğu için çıkan kimse olmadı.
--------Bu arada sizlere, Umre ses kayıtlarının (18) nolu kaydının başından
Ahmet isimli Sıla Tur görevli kardeşimizin daha evvelden bizi tanımadığı
halde hakkımızdaki sözlerini de aktarmak istedim.
--------Sözlerime Cenâb-ı hakk’a hamdü senâ ederek ve Peygamber
efendimize salât-u selâm ederek başlamak istiyorum. Allah’ın rahmeti ve
bereketi hepinizin üzerine olsun. Cenâb-ı Hakk bu yapacağımız
ziyeretleri makbul ve mebrur eylesin. Değerli misafirlerimiz, öncelikle
şunu paylaşmak istiyorum, buraya sizin geleceğinizi, Terzi Baba
kafilesinin geleceğini duyunca içerimize bir rahatlama bir sevinç
oluşmuştu, ama bu sabah yine hocamızla daha yakın mesafeden
muhabbet edince, o sevinç o muhabbet biraz daha derinleşti bu
mutluluğumu ifade etmek istedim. Hakikaten değerli bir hoca efendi,
onunla birlikte yolculuk yapmanın nekadar güzel olduğunu sizler daha iyi
biliyor ve yaşıyorsunuz, bizde onu biraz daha tatmaya başladık. Cenâb-ı
Hakk sevgimizi muhabbetimizi, İmân ve islâm üzerindeki tevhid
akidemizi yaşamayı daim Mansur ve muzaffer olarak yaşamayı nasib
etsin.
Terzi Baba ile yolculuk yapmak gerçekten ayrı bir ayrıcalıkmış, bunu
siz zaten yaşıyorsunuz. Bizde inşeallah bunu yarın ve öbürgün bizde
tadarız.
Değerli misafirlerimiz bu günki ziyaretimizin başlangıcı Peygamber
Efendimizin Hicreti esnâsında gizlenmiş olduğu (Sevr) mağarası
olacaktır. Daha sonra da sırasıyla diğer ziyaret yerlerini de gezeceğiz.
--------Ahmet kardeşimizin sözlerini burada bırakıyorum, imkânım olsa idi,
bütün ziyaret yerlerinde oluşan konuşmaları yazmak isterdim, ancak
buna imkânım olmadığından bu kadarla yetinelim. (51) adet olan bu ses
kayıtlarını İnşeallah umre dosyası yayınlanırsa buradan dinlemek
mümkün olur.
---------
209
Bu şekilde ziyaret etmiş olduk. Oradan arafata gittik. Oradan
müzdelifeye, Meş’aril haram camii Nemire mescid-i oradan mina ya, hayf
mescid-i oradan mina çadırlarının önünden geçerken şeytan taşlama yeri
daha sonra İsmâil (a.s.) kurban edilmeye niyet edilen yeri Fil vakıasının
geçtiği yerler. Medinelilerle yapılan ilk görüşme biad yeri. Harunurreşidin
hanımı Zübeyde hanımın yaptırmış olduğu su kanallarını otobüsle
geçerken karşıdan görüyoruz.
Dönüşte Hira nur dağını karşıdan görüyoruz. Daha sonra birçok
Umrecimiz kendileri özel olarak dağa çıktılar. Dönerken cin mescid-i
mescid-i şecer yürüyen ağaç mescidi. Daha sonra Efendimizin doğduğu
evin yeri, şu anda üzerinde kütüphane var. Bütün bu gezilen yerlerin
sesli kayıtlı anlatımları vardır hepsi kayda alınmıştır İnşeallah vaktimiz
olurda onlarıda yerlerine ilâve edebiliriz.
Daha sonra gezimiz sona erdiğinden yıldız otelimize döndük. Abdest
alıp öğlen namazına gittim. Çıkarken ozan’a rastladım onunla beraber
öğleni kıldık, sonra otele dönüp hazır çorba ile öğlen kahvaltımızı yaptık
Nüket Anne biraz daha iyileşmeye başlamış idi. Bende ikindi namazı için
hazırlık yapmaya başlamış idim. Abdest aldım kapıdan Al…. oğradım,
hamdolsun biraz daha iyi imiş. Oradan haremi şerife (69) nolu kapıdan
girdim ve çok kalabalık olmuş, epey yürüdükten sonra biraz boşluk
bulduğum bir yere geldim, yanımdaki arkadaşlar hiç tanımadığım
kimseler, biraz daha yanlarına sokulup bana yer açtılar. Bende oraya
sıraya girdim, ezan-ı bekliyorum nasib olursa birazdan ikindiyi kılacağız.
Şu an saat (3,48) ezan-ı Muhammed-î okunuyor, “Allah-u Ekber,”
“Allah-u Ekber,”
İkindi namazı kılındıktan sonra otele geldim, odada baktım Nüket
Anne uykuda fazla gürültü yapmadan, tekrar abdest tazeledim akşam ve
yatsı namazlarını kılmaya kâ’be ye gitmek için. Lobiye indim orada Oz…
Ha… ile kâ’be ye gittik, (66) yürüyen merdivenli kapıdan yukarıya çıktık
biraz ileride genelde oturduğumuz yerde oturduk çok yorgun
olduğumdan, adeta oturduğum yerde uyur gibi kafam bir sağa bir sola
kayıp gidiyor idi. Bu hal ile akşamı kıldım, daha sonra yatsıyı beklemeye
başladık, nihayet yatsı da oldu onu da eda ettikten sonra. Otele dönüp
yemekhaneye çıkrık. Yemekler çok güzel, sanki her bir Umreci kral ve
kraliçe gibi hizmet alıyor, her şey önümüzde açık büfe türlü türlü
yiyecekler, tatlılar, ekşiler, çaylar, sütler, neskafeler, sular haddi hesabı
yok.
Eskiler hele sahabinin devri ve hali düşünülünce bu bolluk karşısında
yapılan israftan dolayı insanın içi sızlıyor utanç duyuyor. Bir küçük kıyas
yapmak gerekirse, lâ teşbih. Kişinin bir banyoda harcadığı suyu Sahabei kiram’ın /10) ailesinin belki bir ayda kullandığı sudan daha fazladır.
Cenâb-ı Hakk kusurlarımızı ve her türlü israflarımızdan dolayı bizi
effetsin.
(04/02/2015/Çarşamba) Yemekten sonra kafilemizin hocalarından
biri olan Mustafa beyle onun isteği üzerine biraz sohbet yaptık. İyi bir
kardeşimizdi, bize de çok muhabbeti oldu sağ olsun, yollarda gezi
210
yerlerinde oralarda olan hadiseleri anlatan o idi. Ertesi gün
(05/02/2015/Perşembe) günü öğlende İstanbula izinli olarak dönecek
idi. Sohbetten sonra saat (12,00) gibi sabah namazına gidebilmek için
odamıza yatmaya çıktım. Saati sabah namazına gitmak için (4,30) a
kurdum ve o saatte kalktım.
------------------()(Mustafa) sayı değerleri. (mim) 40 (sad) 90 (tı) 9 (f) 80
(ye) 10 toplam. (40+90+9+80+10=229) (2+2+9=13) sayının ifade
ettiği ma’nâ, Hakikat-i Ehadiyyetü-l Ahmediyye, olduğu bellidir.
------------------(05/02/2015/Perşembe) sabah namazına gittim, giderken İzzet Cem
Âdem ve diğer bazı evlâtlarla beraber sabah namazını kıldık, oradan
yemekhaneye geldik, sabah kalvaltısını yapıp oradan odalarımıza çıktık.
Biraz uyuduktan sonra gene kalktım bir müddet sonra da oda görevlisi
geldi, içerisini temizledi eksiklerimizi tamamladı sularımızı kahve ve
şekerlerimizi verdi, işi bitti giderken ismini sordum (mahbub) dedi
“Bengaldeş”li imiş. Sonra bende bu işe şaştım, “mahbub” gelmiş bütün
ihtiyaçlarımızı görmüş ve gitmiş idi.
Mahbubub’un lütfu büyük oldu şükrederiz.
------------------() (Mahbubub) (mim) 40 (elif) 1/13 (ha) 8 (be) 2 (vav) 6
(be) 2 toplarsak, (40+1+8+2+6+2=59) (5+9=14) Nur-u Muhammed-î.
(4+1+8+ 2+6+2=23) görüldüğü gibi Mahbub-u İlâhinin yer yüzündeki
Hubbiyyet süresidir.
------------------Saat (12) ye (5) var öğlen yaklaşıyor, notlarımı toplama zamanı geldi
Hakk’an hayırlısı. Vakit gelince öğleni kılmak için odadan çıkıp kat (8)
den asansörle (G) lobiye indim, orada bekleyen İzzet ve diğer kardeş
evlâtlarla Kâ’be ye gidip öğlen namazını kılıp, çıkarken cenaze namazına
da iştirak ederek onu da kıldık, daha sonra otele döndük, otele girmeden
bahçede biraz oturup kısa bir sohbet yaptık. Daha sonra ikindi hazırlığı
yapmak için odaya çıktım, oda da bizim oğlanlar çocuklar torunlar hepsi
toplanmış, pizza yiyorlardı, bende bir parça yedim.
Onlar ikindiden sonra Hira dağına çıkmak için hazırlık yapmaya
gittiler, ben de ikindi namazı için abdest alıp hazırlık yapmaya başladım.
Hareme gidip ikindiyi kıldım, sonra otele döndüm. Tekrar akşam ve yatsı
namazları için hareme gittim, akşam ve yatsı namazlarını kıldıktan
sonra, tekrar otele dönüp sabah (4,30) da kalkmak üzere istiharete
çekildim.
211
(06/02/2015/Cuma) Sabah saat (4,30) da saat çalınca kalkıp
hazırlanıp hareme gittim, üst terasa çıkıp orada namazı kılıp sonra tekrar
otele döndük. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra tekrar odamıza çıkıp,
Cuma namazına erken gitmek için biraz istirahat ettik. Saat (10,10) da
otelden yola çıkıp Hareme geldik her zaman girdiğimiz (66) no lu
yürüyen merdivenli kapıdan girip üst kata çıkıp yer bularak, bulduğumuz
yere oturduk, aksi halde yer bulmamız mümkün olmaz idi.
Oturduğumuz yerde değişik mevzulardan küçük küçük sohbet
ediyoruz, “ses kayıtlarında vardır” şu an saat (12,06) (12,40) ta Cuma
namazı başlayacak bekliyoruz.
Nihayet Cuma ezanı okundu sünneti kıldık, arkadan iç ezan okundu,
imam hutbesini okudu, bizde dinledik, ancak Arapça olduğundan ma’nâsı
nın ne olduğunu anlayamadık. Hutbe bitti kamet getirildi cumanın iki
rek’at farzı da kılındıktan sonra arkasından 4 rek’at zuh’ru âhır namazını
da kıldıktan sonra böylece cum’amızı bitirmiş olduk.
Cum’anın bütün seslerini de kayda aldım. Bir hatıra olarak
kalacaklar, isteyenlere dinletip onlara da orada kılınan bir cumayı
yaşatmış olacağım onlarda bulundukları yerden Kâ’be de kılınan
(06/02/2015/Cuma) namazına iştrak etmiş olacaklar.
Cum’a
Şa…. var
gelmişler.
yapmışlar
dağıldıktan sonra otele odamıza geldim, üç misafir, Ay…. Ün….
idi, biraz rahatsız olan Nüket Anneyi ziyaret etmek için
Bu arada Simge çocuklara tost yapmış bizede iki şer tane
Cem getirdi, öğlen yemeği olarak yedik, sağ olsunlar.
Şimdi ikindiye gitmek için hazırlık yapıyorum, bu arada da notlarımı
yazmaya devam ediyorum.
------------------Aynı gün ikindiye giderken sol taraftaki birçok vinçlerin içinden birinin
üstünde (HZ-L-540-HC-L-HZ) yazıyordu. Bu işaretlerin kendilerine göre
bir ifadesi vardır, ancak bunları araştıracak vaktim olmadı. Bizde şöyle
diyebiliriz.
HZ. Hazrettir, bu ise (Hakikat-i ile Zâhir) olandır. (L) Ulûhiyyettir.
(54) bizim devamımızdır. Ayrıca (5) Hazret mertebesi, (4) ise İslâmın
mertebeleridir. H.C. Umre ve hacc için söylenen. Hakikat-i İlâhiyyede
Cemâlûllah-ı seyr’dir. Belki ilgisizdir ama bunlarda bir gerçektir.
212
------------------Daha sonra ikindiyi kılıp çıktım, otele geldim biraz dinlendim sonra
abdest aldım, akşam ve yatsıyı kılmak için tekrar hareme gittim, akşamı
her zamanki Yerimizde kıldık yatsıyı kılmak içinde yukarı terasa çıktık
nihayet yatsı okundu onu da eda ettik gene orada gözlerim bir başka
vince takıldı yazı şöyle idi.
(2-C-1). İki, Cim/C, Cemâl, Cemâli İlâh-i ve Cemâl-i Muhammedî’dir. (1) ise bunların birliğidir. Diye, indi değerlendirmemi yazdım. Başka
kimse için mutlak bir hüküm ve geçerli değildir.
Asansör giriş çıkışımız ise, (B-1-13) idi. Bunlara yorum yapmaya
gerek bile yok görüldüğünde zâten hemen anlaşılmaktadır.
Yatsıyı kıldıktan sonra yemekhaneye gidip yemeğimizi yedik, sonra
odamıza çıktık. Ben gene notlarımı yazmaya devam ediyorum, sabah
namazdan sonra “Cirane” Umresine gidilecek kısmet olursa İnşeallah.
(07/02/2015/Cumartesi) Sabah kalktık hazırlanıp hareme sabah
namazına gittik, namazdan sonra yemekhaneye gidip kahvaltımızı
yaptık, daha sonra odamıza çıkıp ihrama girdik, iki rek’at Umre namazı
kıldık gayemiz gittiğimiz yerde dağılıp zaman kaybetmememiz içindi.
Gittiğimiz yer (Cirane) umresi mikat mahalli idi, Cirane’nin, geçiş,
geçmek, akmak, gibi ma’nâ sı vardır.
Nihayet hocamız Ahmet, şöförümüz Şemseddin, idi. Ahmet hocamız,
niyetimizi yaptırdı tekrar otobüslerimize binip yola çıktık. Şemseddin bizi
Haremin giriş kısmında bıraktı, bizde alt geçitten yürüyen merdivenler ile
yukarıya çıkıp oradan hareme girip orta katta tavafımızı bitirdik. Geriye
geçip tavaf namazımızı kıldık. Daha sonra sa’ye geçip dualarla tesbihlerle
sa’yimizi de bitirdik. Saat (10/45) olmuştu, sonra Merve tepesinde
saçlarımızdan bir kısmını keserek Umremizi tamamlamış olduk.
Gene otelimize geldik tekrar duş aldık bu arada biraz kahvaltı ettik,
daha sonra biraz dinlenmek için istirahate çekildik. Saat (3,00) e kadar
uyumuşum, kalktım ama çok yorulmuşum, abdest alıp ikindiyi kıldım,
daha sonra otelin avlu bahçesine indim orada bir kardeşle birlikte
yürüyen merdivenlerle aşağı yola indirdik, oradan zaten hemen
karşımızda ve oldukça yakınımızda olan hareme her zaman girdiğimiz
(66) ıncı kapıdan girerek yürüyen merdivenlerle birinci kata çıkıp, her
zamanki yerimizde akşam namazımızı kıldık, daha sonra yatsıyı kılmak
için terasa çıktık.
Yatsı okundu namazlarımızı orada kıldık, hava çok güzeldi, akşam
serinliği vardı, namazımız bittikten sonra otele geldik yemekhaneye gidip
yemeklerimizi yedik, daha sonra odamıza çıktık. Yarın Pazar
yolcularımızın bir kısmı olan (8 gece/9 gün)lükler gidecekler bizde, (859)
no lu kendi odamıza geçeceğiz. Bu oda çocuklarımıza uzak diye, Cü….ler
bize (809) nolu olan kendi odalarını bizim çocuklarımıza yakın diye bize
vermişlerdi daha sonra onlar gidince bizde (859) no lu odamıza
geçeceğiz.
-------------------
213
Not= Cirane umresinin ses kayıtları, diğer kayıtlarla birlikte ses kaydı
cihazında ve dosyasındadır.
------------------(08/02/2015/Pazar) Sabah namazına gittik arkadaşlarla birlikte
namazı kıldık daha sonra kahvaltı yaptık geçici odamıza çıktık biraz
istirahatten sonra Eşyalarımızı topladık öğlen namazına gidemedik,
namazdan sonra arkadaşlar, evlâtlar geldi eşyalarımızı kendi odamıza
geçirdiler-taşıdılar. Bizde (859) no lu kendi odamıza yerleştirdik bu
günden sonra bu odada kalacağız. Cenâb-ı Hakk hayırlar nasib etsin. Bu
akşam saat (23,00) te kafilemizin ilk bölümü İnşeallah dönüş yoluna
çıkacaklar. Bizde kat ve oda numaramız olan (859) no lu odamızda kalan
süremizi tamamlayacağız. Bu odamızdan Haremi şerif çok güzel
gözüküyor.
Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra ikindi namazına gittik, ikindiyi kıldık
biraz sohbet ettik daha sonra otele geldim, bizim odaya Cem’lerin
İzzetlerin ve oksalların eşyalarını bavullarını bizim odaya koyduk.
Akşam namazını otelde kıldım, daha sonra akşam yemeğine gittik,
yemek yedikten sonra otelin bahçesine, lobisinede indik, orada hep
birlikte gidecek olanların otobüsünü beklemeye başladık nihayet saat
(23,00) te otobüs geldi yolcuların vedalaşmasından sonra yolcular
otobüslerine bindiler. Ve otobüs Cidde hava alanına gitmek için hareket
etti, kalanlarla onları uğurladık.
Daha sonra geriye kalanlar otelin bahçesinde çay içmek ve
hüznümüzü dağıtmak için biraz oturduk ve sohbet ettik gurubumuz (68)
kişi idi tam yarısı (34) kişi gitti bizde (34) kişi orada kaldık.
Otelin bahçesi gerçekten çok güzel ve geniş idi. Geniş bir (U)
şeklinde iki tarafı çıkıntılı iç alan çok geniş otole gelen misafirler otelin
içine bahçesine kadar otobüslerle gelebiliyorlar. Daha sonra odalarımıza
çıktık yatsıyı kıldım yazılarıma devam ettim ve istirahate çekildim saat
(12,15) yatmaya hazırlanıyorum bu gün de böyle geçmiş oldu.
Yarın (09/02/2015/Pazartesi) sabah kalkabilirsek (4,30) da hazırlanıp
hareme gideceğiz İnşeallah.
Sabah kalkıp hareme gittik, sabah namazını kılıp çıktık namazda
İmam bir secde âyeti okudu secde yaptık kalktık, tekrar namaza devam
ettik, namazdan sonra yemekhaneye gidip kahvaltı ettik biraz istirahat
edip dinlenmek için yatağa girdik.
Saat (11,30) da kalkıp hazırlandık (12,00) de öğlen namazına gittik
namazı kıldıktan sonra (Bin Davut/market) biraz alış veriş yaptık otele
gelip elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra biraz hazır çorba içip öğlen
yemeğimizi yedik, bu arada da yazılarıma devam ediyorum.
Daha sonra bir saat kadar uykuya yattım, kalkıp ikindiyi otelde
kıldım, daha sonra akşam için hazırlık hazırlık yapmaya başladık ve vakit
yaklaşmaya başlayınca akşam namazı için her zaman girdiğimiz bize
yakın olan (66) tıncı kapıdan girip yürüyen merdivenler ile gene yukarıya
214
çıkıp aynı yerde akşam namazını kıldık, namazdan sonra bulunduğumuz
yerin yakınında bir gurup yüksek sesle sohbet yapmaya başladı, fazla
gürültü olduğundan biz de yukarıya terasa çıktık, orada biraz sohbet
yaptık, daha sonra yatsıyı kılıp otele yemekhaneye geldik, yemekten
sonra yemek salonunda masada biraz oturup gene sohbet yaptık. Daha
sonra odamıza çıkıp o günün yazı notlarına devam etmeye çalıştım,
Sabaha hazırlanmak için yatma vakti geldi şuan saat (11,20) yarın
sabah kısmet olursa saat (4,30) da kalkacağız.
(10/02/2015/Salı) sabahı (4,30) da kalktık (5,00) te lobide
arkadaşlarla buluştuk, Ravzaya sabah namazına gittik, namazı kıldıktan
sonra otele döndük (31) no lu bahçe asansörü ile yukarıya bahçeye
çıktık oradan yemekhaneye geçtik kahvaltımızı yaptık, daha sonra tam
kalkarken “mahmud” ismindeki garson bize çay ikramında bulundu, kaç
lisan bildiğini sorduk, Arapça Türkçe Fransızca biliyordu Arapça “sıla”
kelimesinin nasıl yazıldığını sordum aşağıdaki şekilde kendi eli ile
aşağıdaki gibi yazdı. Bu yazıda bize, zuhurda o kişiden, ma’nâ da ise
makam-ı Mahmuddan bir hatıra olarak kaldı.
Aslında ne kadar manidardır, “Makam-ı Mahmud” Evvelâ
genel anlamda Peygamber Efendimizin, onun “sılası”dır, daha sonra da
kendi idrak ve irfaniyyetleri kadarı ile ümmetlerinin de kendi “Hamd
edişleri”ndeki “sıla” dönülecek yer, makamlarıdır. Bu da bâtındaki “sıla-i
rahim” dir. (17/79)
Daha sonra orada güzelde bir sohbet oldu. O sabah Ravzada sabah
namazını beklerken Âd…. kardeşe el verme tatbikatını da yaptık. O da
orada (66) Ulûhiyet kapısından girip üst kata terasa çıktığımız yerde,
Hakk’ın önünde Ravza-i Mutahhara da el almış oldu. O da artık gerçek
vatanı olan Ulûhiyyet hakikatine dönmek için, “sıla-i rahim” yapmak
üzere ve yüzünü bâtın’a ve “vechini de mescid-il Harama döndür”
(2/149) hükmü başlamış oldu. Daha sonra odalarımıza çıkıp dinlenmek
üzere istirahate çekildik. Çok yorgun ve havada oldukça sıcak
olduğundan öğlen namazına gidemiyeceğiz.
Saat (11,30) da oda görevlisi geldi ihtiyaçlarımızı bıraktı, o gittikten
sonra gene biraz daha yattık. Saat (13,00) civarında kalktım öğlen
namazını kıldım, daha sonra notlarımı yazmaya devam ettim, bunlarda
epey zamanımı alıyorlar idi. Daha sonra hazır çorba ile öğlen yemeğimizi
yedik, ben gene notlarıma devam ediyorum. İkindi okundu onu da oda
da kıldık kısmet olursa akşam namazı için Ravzaya gideceğiz, yatsıyıda
kılıp döneceğiz.
Vakit geldi akşam namazı için bahçeye indik, orada bekleyenler var
idi, onlarla birlikte akşamı eda etmek için Ravzaya gittik, akşam
namazını kıldık, yatsı namazını beklerken biraz sohbet edelim dedik
ancak yan tarafta gene sesler olduğu için terasa çıktık, orada uygun bir
yere oturduk, F. H. İshak fassı’nın başından bir sayfa sohbet yaptık,
(kayıtları ses cihazında dır.)
215
Nihayet yatsı namazıda okundu yatsıyıda kıldıktan sonra yürüyen
merdivenlerle aşağıya indik, oradan otelin yemekhanesine gidip akşam
yemeğimizi yedik. Daha sonra yemekhanede biraz oturup kısa bir sohbet
yaptık. Bu arada Oz…. oğlumuzdan otel hakkında biraz bilgi sormasını
istemiş idim çünkü otel gerçekten çok büyük idi ve çok güzel idi.
Öğrendiği bilginin şöyle olduğunu bildirdi. Otel (26) katlı (1750) odalı
ve (3500) kişiye yemek verme kapasiteli imiş. Gerçektende
yemekhanenin ucu bucağı görülmüyor, akın akın insanlar geliyor gene
de sıkışıklık olmuyor, yemeklerde çok güzel, yok yok, açık büfe yemek
yeme sınırı yok.
Bu günümüzde şükür böyle geçti yarın kısmet olursa, saat (3,00) te
kalkıp umre için yakın olan (Ten’im) mikat mahalline gitmeyi
düşünüyoruz İnşeallah.
(11/02/2015/Çarşamba) Sabah saat (3,00) te kalktık hazırlanıp
(4,00) te ihramlı olarak bahçeye indik, hep birlikte vasıta bulmak için
caddeye çıktık. Az sonra bir taksi geldi, biz Fransalı Âd…. le birlikte
taksiye bindik ve mikat mahalli olan “Ten’im” e gittik, orada iki rek’at
namaz kıldıktan sonra niyetimizi yapıp, bizi bekleyen aynı taksi tekrar
hareme tavaf yapmak için döndük. Yolda şöförün ismini sordum, “Harun
reşid” olduğunu söyledi.
Ravzaya alt geçitten yürüyen merdivenlerle çıktık. Bu umreyi kimin
için yapacağıma karar vermemiş idim. İçeriye girip yeni yapılmış olan
yuvarlak tavaf mahallinin birinci katına çıktık, yollar gidiş gelişler çok
karışmış içeride dikkatsiz olunursa kaybolmamak mümkün değil, ortalık
yeni inşeatlardan dolayı oldukça kargaşalı, inşeatlar (24) saat hiç
durmadan devam ediyor.
Tavaf mahalline geçip tavaf istikanetinde dönmeye başladık, rüknü
yemâni/İseviyyet köşesinde ilk selâmımızı “kudsiyyete geçiş” olarak
verdik, Allahümme rabbenâ’yı okuduk. Bu süre içinde “Hacer’ul
esved/Muhammediy-yet ve Ulûhiyyet” köşesine gelip, tavaf başlama
selâmını, “Bismillâhi, Allahu ekber velillâhil hamd” diyerek verip,
ellerimiz aynı anda kaldırıp selâm verdikten sonra sağ elimizin içini öptük
böylece birinci şavta başlamış olduk ve, “sübhanellhu velhamdülillâhi…..”
ve devamını söyleyerek ve diğer yazılı dularıda okuyarak, diğer
şavtlarıda aynı şekilde tekrar ederek tamamladık. Tavaf namazını kılmak
için yer aradık ancak Sa’y yerinin bir kenarında kılabildik.
Bu arada İzmirli Âd….lerde bizi bılmuşlardı, onlarda tavafta bize
katılmışlardı, iki yanımızda iki Âdem ve Havvaları ile birlikte güzel bir
tavaf yapmış olduk. Tavaf yaparken aşağıya zemine yerde tavaf yapılan
yere görebildiğim kadar baktım çok kalabalık idi. Aslında bulunduğumuz
yerde aynı idi. Oradan çıkmak ve Sa’y yerine geçmek bile bir mesele idi.
Bütün boşluklar ve geçit yerleri sabah namazına gelen kimseler ile
dolmuş geçmeye yer kalmamış idi. Zar zor geçip Sa’y yerine ulaştık
uygun bir yerde iki rek’at tavaf namazımızı kıldıktan sonra Safa
tepesinde niyetlenerek Sa’y i mizede başlamış olduk.
216
Bu arada sabah ezanı da okunmuş ve epey zamanda geçmiş idi.
Gene bu arada bizim guruptan bir çok kimsede bize katılmış idi. Safadan
Merveye bir gidiş yapıp, Merveden safaya döner iken, sabah namazının
sünnetini kılmak için uygun bir yer baktık, az ileride uygun bir yerde
sabah namazını kılmak için oturmuş bazı kimseler vardı bizde uygun bir
yerde sabah namazının sünnetini kılıp, hazır bir yer bulmuş iken sabah
namazının farzını da kılmak için orada beklemeye hem de biraz
dinlenmeye çalıştık.
Az sonrada sabah namazının kameti okundu ve farza başlandı. İki
rek’at sabah namazı kılındıktan ve selâm da verildikten sonra, kaldığımız
yerden sa’y imize devam etmeye başladık. Sa’y yeri çok kalabalık değil
idi, çok fazla sıkıntı yok idi, her gidiş gelişte sesli olarak gereken duaları
okuyor idik, çok güzel ve feyizli oluyor idi. Bizim sa’y imiz bitmiş ancak
bize sonradan katılanların bazılarının son gidişleri kalmış idi.
Biz Merve tepesinde Âd----le birlikte saçlarımızıda yeteri kadar kesip
sa’y imizide selâmetle bitirmiş olduk, Rabb’ımıza şükrederiz.
Tavaf ve sa’y imizi yaparken bu umreyi kime bağışlayayım diye
düşünürken, aklıma “fesalli li rabbike venhar” (108/2) geldi o halde bu
Umremde “rabbim için olsun” diyerek, Rabbıma hediye eyledim.
Ravzadan çıkıp otele doğru dönerken Nüket Anne, kendi Umresini
kendi Anne Babasına hediye ettiğini söyleyerek, benim kime hediye
ettiğimi sordu, bende, “fesalli li rabbike venhar” (108/2) de belirtildiği
gibi, “Umreti lirabbike” “Rabbim için umre yaptım” dedim. Ve otele
doğru yola devam ettik.
Bu umremizde de Rabb’ımın hediyesi
“Rububiyyet Umresi” hediyye edilmiş oldu.
bu
husus
oldu,
yani
------------------NOT= Bu husus oldukça derin olan bir konudur, normalde kabul
görmeyip inkâr edilebilecek bir konudur, merak edenler için özetle kısa
bir açıklama yapmaya çalışalım.
Cenâb-ı Hakk Âdem-i (a.s.) Cennete lâtif varlığı ile halkedince ona,
(ve alleme Âdemel esmâ’e küllehe” “ve ona isimlerin hepsini talim
etti/öğretti” (2/31) bu âyet-i kerimesi hükmünce, Âdem (a.s.) ile
başlayan bu Batıni esmâ eğitimi her birerlerimizin iç bünyesine konmuş
ve yaşadığımız hayatın her bir safhasını orada olan faaliyet hangi
esmânın sınırları dahilinde ise bizde fıtri olarak o esma o sırada faaliyete
geçip yapmak istediğimiz şeyler ve konu ne ise o ismin sahasında
yaparız ancak biz bunun farkında olmadığımızdan “ben” yaptım diyerek
hadiseyi farkında olmadan kendi nefsi gücümüze veririz, bu şekilde ilâh-i
esmâ atıl onun yerini alan nefsi esmâmız zahire çıkmış ve biz nefsimizle
hareket ettiğimizden yapılan fiilin neticeside nefsi olur ve genellikle
hüsranla sona erer.
İşte bir kimsenin ilk yapması gereken şeylerin en başındaki husus
kendini tanımaya çalışmasıdır. O zaman görecektirki kendinde, kendine
ait hiçbir şeyin olmadığıdır, kendinde ve kendinin zannettiği her şeyi
217
Allah’ın isimlerinin birer tecellisinden başka bir şey olmadığıdır. İşte bu
husus bir irfaniyyet ve eğitim meselesidir.
Dünyaya gelen bir çocuk, gerek ailesi gerek çevresi ve okul
hayatında aldığı bazı hayat anlayış ve ölçüleri oluşmaktadır. İşte bu
husus kişinin kendi hayat anlayışını ve farkında bile olmadan kendinde
nefsi bir benliğin oluşmasını sağlamakta ve Hakk’tan o derece uzaklaşıp
üzerinde Hakkın emaneti olan her şeyini kendine ve “hayali bir nefsi
benlik” ile nefsi benliğine bağlamaktadır. İşte bu halde iken Hakk’ın
vermiş olduğu, “hayat. İlim, irade, kudret, kelâm, semi, basar” “sıfatı
subutiyye” Allah’ın kendine ait olan “sabit sıfatları”ndan kuluna aktardığı
bu hayati sıfatları ve diğer bütün esmâ-i İlâyyelerilerini nefsine
kaptırdığından bunları nefsi istikametinde kullandığından bu değerler
Hakk yolunda faaliyetlerini gösterememekte böylece de atıl kalmakta ve
çok mahzun olmaktalardır.
Bilindiği gibi her bir esmâ-i İlâhiyye kendi sahasında bir rabb, yani
merebbiye/terbiye edendir. İşte bu yüzden esmâ-i ilâyye sayısı kadar
rab vardır ve âlemde “müdebbir” tedbir edicilerdir. (Rabbların Rabbı/Rabbül erbab) olan Rabb’ul âlemîn ise tektir. Her biri kendi sahasında
faaliyet gösteren esmâ-i ilâhiye olan rububiyyet mertebesinin
görevlilerini kişi farkına varmadan gafletinden dolayı nefsinin emrine
veriği zaman, bu esmâlar asli görevlerinden uzaklaştırılmış ve nefsin
hizmetine verilmiş olur.
İşte bu durumda, çok sıkıntıda olan, ve insanın aklına emanet edilen,
ancak nefsi beşerisinin, hükmü altına alındığından, ve istilâ edilmiş
durumda olduklarından, ilâhi isimler çok sıkıntı içine girmiş olmaktadırlar
ve görevlerini yapamamaktadırlar. İşte bu halde olan ve aslında bize ait
olan ancak nefsimiz tarafından kullanılan esmâlar, kendi hürriyetlerini
isterler. İşte budurumda akıl sahibi bir kişiye bu esmâları Hakk yolunda
kullanılması için bunları nefsin musallatlığından kurtarmak için, onlara
yardımcı olmak lâzım gelir ki o isim ve sıfatlar kişinin lehine Hakk
yolunda kendisine yartdımcı olsun. Nefs tarafından bunlar engellendiği
için kişiye Hakk yolunda fayda sağlayamamaktadırlar.
İşte Cenâb-ı Hakk bu durumda olan kişinin içinde hapis olmuş halde
bekleyen ve ayrıca nefis tarafından kullanılan bu isimler için, “fesalli li
rabbike venhar” (108/2) (Rabb’ın için namaz kıl) yani onun ibadet
yolunu aç. “ve kurban kes” yani nefsine yeter artık de, onu kurban et ki
diğer esmalarda kurtulmuş olsun. İşte zâhirde de derse başlayanlar
tarafından ilk başlarda bu yüzden zuhuratlarda kurbanlar kesilir ve
ondan sonra yavaş yavaş esmâ-i ilâhiyyeler ilâhi asli görevlerini
yapmaya başlarlar ve ancak ondan sonra Hakk ve gönül yolunda yol
almaya başlar.
İşte bu yüzden bunları düşünürken o halde bu Umremde “rabbim için
olsun” diyerek, Rabbıma hediye eyledim. Bunların çok daha başka
izahlarıda vardır burada bu şekliyle yapıldı, İnşeallah namaz sureleri
kitabımızda ilgili surenin bu âyetinde daha geniş bilgi gelecektir. Cenâb-ı
Hakk esmalarımızı nefsinin elinden kurtaranlardan eylesin. Âmiin.
218
------------------Otele gelip odalarımıza çıkıp, duş alıp ihramdan çıkıp.”renksizlikten
tekrar renkliliğe” yani tecelli mahalline geçip, gene sivil eski hayatımıza
döndük. Âlemi Hakk’tan âlemi halka, ancak Hakk olarak dönmüş olduk.
Daha sonra kahvaltı etmek için yemekhaneye indik, kahvaltımızı
yaparken, diğer gurup arkadaşlarıda orada idiler, kahvaltısını bitiren
istirahat etmek için odalarına çıkıyorlar idi. Biz de kahvaltıdan sonra
(859) no lu odamıza çıktık ve istirahat etmek için yataklarımıza yattık,
geçekten de oldukça çok yorulmuş idik. Saatte (10,00) a geliyor idi
böylece istirahate çekildik.
Bu arada yemekhanede gene garson Mahmud-u gördük, bu sefer ona
“tur” kelimesinin nasıl yazıldığını sordum. Kur’ân-ı Kerîm (95) tin
surasınde. “turu sinin” deki, “tı” “” harfi ile yazıyor. Mahmud ise “te”
“” harfi ile yazdı “” olarak, arada fark var dedim fark etmez ikiside
aynıdır dedi, bizde peki sağ olasın dedik. Daha sonra pasaportlarımızın
üzerinde olan “sıla tur” yazısına bakınca orada da “te” “” harfi ile yazılı
olduğunu gördük. “Yukarıda bahsedilmişti.”
Uyandığımızda saat öğlen (2,30) gibi idi. Abdest alıp öğlen namazını
kıldım. Bu günün Umre hatıra yazılarını yazmaya başladım, devam
ediyorum. İkindi okundu bu günkü yazılarım bitince ikindiyi İnşeallah
hemen kılacağım oldukça yorucu ama gerçekten çok güzel ve feyizli bir
Umre olmuş idi. Rabb’im tekrarını nasib eder İnşeallah.
Biraz kahvaltı türü yemek yedikten sonra yazılarımı topladım, akşam
namazı yaklaşıyor idi, hazırlanıp aşağı lobiye bahçeye indim, oradan
orada bulunan arkadaşlarla akşam nazmı için ravzaya gittik.
Oturduğumuz yerde saflar oluşuyordu, önümüzdeki safın önündeki
hemen önümüzde yan yana oturmuş iki kişi vardı ve üzerlerinde gri
renkli ikisindede aynı başı da örten eşortman üstü vardı. Eşortmanlarının
sırtlarında, solda olanında “ENDI” onun yanında sağda olanda ise sırtında
(2016) yazıyor idi, “ENDI” nın “E” si “A” olarak okunduğunda. “ANDI
2016) olmaktadır. Diğer okuyuş ile (2016 tı’yı andı) olmaktadır. Bir çok
şey okunabilir biz bukadar işaretle bıralım,
Orada akşam namazını kıldıktan sonra dün akşamdan kalan mevzua,
F.H. den İshak Fassı’nın ilk sayfalarından devam ettik. Nihayet yatsı
ezanı okundu, yatsıyı kıldık ve tekrar otele yemek yemeğe geldik,
yemeğimizi yedikten sonra ozan ve Abdullah ile, Aziziye ye Kelime-i
tevhid yazılı tablo kumaş almaya gittik ama, ne yazıkki bulamadık.
Nüket anne birkaç eşarp aldı onlarla geri döndük.
Otele geldik odamıza çıktık bende günün son notlarını kaydediyorum
yarın sabam İnşeallah sabah namazına hazırlanmak için (4,30) da
kalkacağız nasib olursa sabah namazına gideceğiz.
219
(12/02/2015/Perşembe) Saat (4,30) olmuş kurulu saat çalarak
uyandırdı kalktım hazırlandım, Nüket Anne akşamdan yorgun olduğu için
uyanamadı ben yanlız doğrudan Ravzaya gittim, uygun bir direk dibine
oturdum, yazılarıma devam ettim, yavaş yavaş diğer evlâtlarda gelmeye
başladılar.
Sabah ezanı okundu sünnetleri kıldık, az ileride direğin diğer
kısmında iskemlesinde oturan bir Arap kardeş cebinden bir esans şişesi
çıkarıp esans sürmek istedi, o tür kokular epey ağır olduğundan ben
sürdürmedim. Ancak bu hususun bâtın ma’nâsı, nefes-i Rahmâniden bir
kokunun gelmesi idi. Aslında oranın bütün halleri Rahmânın rahmetinin
en geniş şekilde aktarıldığı ve yayıldığı yerdir.
Daha sonra kamet getirildi namazı eda ettik, ikinci rek’atinde İmam,
“leallehüm yercuun/umulurki onlar dönerler” (46/27) âyetini diğerlerinin
arasında okudu. Namazdan sonra, Ozan ile Abdullah Umre yapmak için
Ten’im Mikat mahalline gitmek için ihramlı hazır olarak yola çıktılar,
Bursalı evlâtlarda Hira dağına çıkmak için sabah namazından evvel yola
çıkmışlar daha sonra namazı orada kılıp geriye dönmüşler.
Namazdan sonra ben odaya çıkıp Nüket Anneye baktım, eğer
uyanmış ise beraber kahvaltıya inelim diye, fakat uyuyor idi, kalkacak
gibi değidi, bende saati (8,30) a kurup yattım. Saat vaktinde çalınca
kalktık hazırlanıp kahvaltı etmek için yemekhaneye indik, kahvaltı etmek
için yiyeceklerden tabağıma azar azar alıp koyarken bir türk umreci “sıla
tur size çok iyi bakıyor galiba” dedi bende “öylemi görünüyor” dedim, ve
“yemekhane otele gelen herkese açık, her kes istediği gibi yiyor dedim”
o da “öyle ama sıla tur başkaymış” gibi bir anlamda hissiyatlarını
ifade etmeye çalıştı. Beklide kendi şirketinden beklediği ilgiyi görememiş
olduğundan bu halini böyle dile getirmiş olabilir diye düşündüm.
Bizde kahvaltımızı ettik, bizim gibi daha geç kahvaltı eden birkaç
kardeşimizde vardı. Sonra tekrar odamıza çıktık bende geçen
yaşantımızı kaydetmeye devam ettim, her halde gene öğlen namazına
gidemeyeceğiz tekrar dinlenmeye çekiliyorum.
220
Saat (12,00) idi uyandım tekrar notlarıma ve yazılarıma devam
etmeye başladım, bu arada oda görevlisi “Mahbub” geldi ihtiyaçlarımızı
verdi, su, neskafe, süt, havluların değişmesi gibi, hiçbir eksik bırakmıyorlar. Gerçekten her şey çok güzel, insan bu halde umre yaptım
demeye utanıyor. Yemeğimi yedim yazılarıma devam ediyorum bu arada
ikindi ezanı okundu onu da hemen kılayım İnşeallah daha sonra akşam
ve yatsı namazı için Ravzaya gideceğiz, kısmet olursa ikinci kısım
kafilemiz yarın Cuma öğlen üstü yola çıkacaklar inşeallah.
Sayılı günler çabuk geçiyor. İkindiyi kıldıktan sonra gene biraz
kahvaltı türü çorba ile yemek yedim sonra tekrar yazılarıma devam
etmeye başladım.
Yukarıda kaydettiğim “tur” şiirime devam ediyorum.
Nihayet akşam namazı vakti yaklaştı hep birlikte Ravzada buluştuk
orta katta yer kalmamış idi terasa gönderdiler orada akşam namazını
kıldıktan sonra iki namaz arası biraz sohbet yarenlik yaptık yatsı okundu
yatsıyı kıldık daha sonra yemekhaneye gelip yemeklerimizi yedikten
sonra otelin bahçesinde yola çıkacaklar ile son gecemiz olduğundan
küçük bir sohbet yapalım dedik, gene sohbetin mevzuu, İshak Fassı’nın
başı idi.
Sohbetten sonra “kelime-i tevhid” yazılı işlemeli kadife tabloları
aramak için hiltonun aşğısındaki çarşıyı dolaştık fakat aradığımızı
bulamadığımız için otele döndük. Saatte epey ilerlemiş idi sabah (4,30)
da kalkmak üzere hazırlanıp istirahate çekildik.
(13/02/2015/Cuma) Sabah saat (4,30) da uyandık, hazırlanıp sabah
namazı için Ravzaya gittik gene epey kalabalık idi, kendimize bir yer
bulup oturduk daha sonra vakti gelince namaza başladık, İmam birinci
rekâtte secde âyetlerinden birini okudu ve secdeye gitti herkeste aynı
şeyi yaptı, sonra ayağa kalkıp okumasına devam etti ve böylece namaz
bitmiş oldu, daha sonra otele dönüp yemekhanede kahvaltımızı yaptık
ve odamıza çıkıp bir saat kadar istirahate çekildik.
Saat (10,30) da yolculardan (30) kişisi daha dönüş yapacaklardı,
Nüket Anne çok yorgun olduğundan ve ayaklarıda çok ağrıdığından
yolcuları uğurlamaya gelemedi. Nihayet otobüs geldi yolcular bindiler,
saat (11) de yola çıktılar. Akşam üstü saat (18) de uçakları hareket
edecek idi.
Onları uğurlayıp gene ben odaya çıkıp Cuma namazı için abdest
aldım bizimle kalan Er…. ile cumaya gitmak için yola çıktık, ancak yer
bulabileceğimizden endişeli idik. Sol tarafımızda oldukça yakınımızda
olan Ravzanın yeni yapılan bölümüne girmeye karar verdik ve oradan
içeriye girdik. Daha henüz orası çok kalabalık olmamıştı, kendimize yer
bulup oturduk ve vaktin gelmesini bekledik.
Bir müddet sonra ezan okundu namaza başladık, Sünnet, hutbe,
farz, derken namaz bitti tekrar otele odamıza döndük. Gene küçük bir
çorba kahvaltısı ettikten sonra, ben gene yazılarımı yazmaya devam
ediyorum, ikindiyi otelde kılıp akşamı Er…. ile ravzaya gidip orada
221
kılacağız, biz dört kişi kaldık. Kafilemiz (68) kişi idi. (33) erkek, (28)
bayan, (7) çocuk idi. Bunların (34)ü (08/02/2015) Pazar gecesi gittiler.
(30) kişisi (13/02/2015/Cuma) günü gittiler. Geriye kalan biz (4) kişi de,
kısmet olursa, (19/02/2015/Perşembe) günü döneceğiz.
Er…. ile akşam namazına gittik namazı kıldıktan sonra gene otele
döndük oda da biraz hazırlandıktan sonra Nüket Anne ile yemeğe indik,
yemeklerimizi yedik tekrar odamıza çıktık, yatsıyı orada kıldım, yarın
sabah erken (3,30) kalkıp kısmet olursa tavaf yapmak için hareme
gideceğiz. Bende bu günkü yazılarımı bitirip erken kalkabilmek için
yatmaya hazırlanıyorum.
(14/02/2015/Cumartesi) Gece (3,30) da kalktık hazırlanıp tavaf
yapmak için Hareme gittik, “Metaf” tavaf alanına indik, ancak çok
kalabalık olduğundan adeta yürümek imkânsız, ayrıca tavaf istikametinin
karşı tarfından ters olarak yürüyen insanlar var, bu durumda hem tavaf
kilitleniyor, hem de insanlar çok zorluk çekiyor. Böylece yavaş yavaş bir
şavt bitti, arkadan ikinci, üçüncü, ancak oldukça zor ve sıkıntılı idi,
nihayet yedinci şavtı da bitirdik, ancak zaman bir saate yaklaşmış idi.
Tavaf namazını Makam-ı İbrâhîm’in arkasında değil, tavaf alanının her
hangi bir yerinde bile kılmak mümkün değil idi.
Tavaf alanından nasıl çıkılacağını düşünerek zar zor yürürken bir çıkış
geçidi bulduk, oradan zorlukla tavaf alanından çıkıp kaldığımız yere
gitmek için bir yol aradık, ancak tek yol vardı. Orası da Kral Fahd
kapısına doğru tabelâlarda ok işaretleri o tarafı gösteriyor idi. Ok
işaretlerini takib ederek birçok yollardan geçerek “Merve” tarafına çıktık,
oradan Sa’y sahasının içinden geçip dışarıya çıkabildik. Oradan da
okların gösterdiği yeni binanın içinden geçip epey uzun bir yolculuktan
sonra, nihayet her zaman kullandığımız (66) ncı kapıya ulaştık. Yürüyen
merdivenlerle orta kata çıkıp yerimize ulaşabildik. Bu arada Nüket Anne
de kadınlar bölümüne geçti, namazdan sonra buluşmak üzere bende
erkekler tarafına geçtim. Bu tavafı, “abdiyyet, velâyet, İbrâhîmiyyet”
tavafı olarak niyetlenip yaptım. Allah (c.c.) kabul etsin.
Bir müddet sonra sabah namazı ezanı okundu, bu arada Er…. da
gelmişti namazı beraber kıldık, bittikten sonra buluşma yerinde Nüket
Anne ile buluşup otele yemekhaneye gittik Er… da eşine bakmak için
odalarına çıkmıştı. Biz yemek yerken onlarda geldi kahvaltılarımızı da
yaptıktan sonra odalarımıza çekildik. Ben gene yazılarıma devam ediyorum, bitince dinlenmek için biraz yatacağım İnşeallah.
Yatıp bir miktar uyuduktan sonra, saat (12,00) ye geliyormuş uyandım ve bir zuhurat gördüğümü hatırladım, zuhurat, Hacer validemiz
hakkın da ve şöyle idi.
“Sa’y yeri imiş ancak eski hali yani (Hacer validenizin ilk
bırakıldığı hali,) Hacer validemiz Merveden Safaya doğru geliyor,
altıncı yürüyüşü imiş, Safa’ya yaklaşırken bir hareket oldu, Hacer
valide, Sa’y gidişinden çıkarak, aşağıya doğru koşmaya başladı,
uzaktan İsmâil’in yanında bir şeyler olduğunu fark etmiş, onun
yanına gitmişti. İşte o anda orada su çıkmış onun etrafını “Zem,
222
Zem/dur, dur” diyerek çeviriyormuş, daha sonra tekrar Sa’y
yerine gelip kaldığı yerden devam ederek safa ya geldi, bende o
taraflardan bakıyormuşum. Daha sonra tekrar safa dan Merveye
doğru döndü ve herhangi bir kimseye rastlayabilirmiyim diye o
tarafa gitti. Böylece yedi yürüyüşü bitirmiş oldu.”
İşte bende bu arada uyanmışım, kalkıp elimi yüzümü yıkadım
zuhuratı kayda aldım ve çok mühim olduğunu düşündüm, Çünkü zem,
zem suyunun, hacer validemizin “Merveden Safa ya giderken
(altıncı) yürüyüşünde ortaya çıktığı anlaşılıyor idi” (Allahu a’lem)
Zem, zem’in, (ze) si (7) (mim/m) i (40) tır, toplarsak, (7+40=47) iki
(47+47=94) bir günlük namazda geçen “selâm” ların karşılığdır.
(7+4=11) Hz. Muhammed’tir. (7+7=14) nuru Muhammedidir. Ayrıca en
büyük ebced hesabıyla (ze) (137) sayı değerindedir ki zâten buda
bellidir. Daha fazla uzatmayalım.
İnsan’ın bâtın varlığında iki “pınar/nehir” vardır, bunların biri (zem
zem) pınarı diğeri ise, (kevser) nehridir. Zem zem, beden mülkünden
çıkar, (Kevser) ise gönül âleminden çıkar, bunların ikiside kişinin
benliğinde vardır ancak bunları çıkarıp faaliyete geçirmek bir irfaniyyet
işidir. Cenâb-ı Hakk yollarını açsın.
Bunlardan sonra kalkıp elimi yüzümü yıkadım, zuhuratı kayda aldım,
oda görevlisini bekliyoruz gelip temizlik yapacak. Mahbub isimli görevli
evlât geldi bütün temizliğimizi yaptı gitti, bende küçük bir bahşiş verdim.
Gene yazılarıma devam edemiyorum.
------------------Bu arada Umrede devam etmeyi tasarladığım”Fussilet” suresinin de
vakit buldukça yazılarıma devam etmeye çalışıyorum.
------------------Akşam namazı vakti geldi, abdest alıp aşağı indik, Er….. da orada
bekliyorlar idi, Ravzaya gittik, bir müddet sonra akşam ezanı okundu
namazı kıldık, daha birkaç hediye alış verişi için hiltona gittik
alacaklarımızı aldıktan sonra Ravzaya döndük, yatsıyı da kılıp tekrar
otele döndük, yemek salonuna gidip yemeklerimizi yedik, daha sonra
istirahat için odamıza çıktık.
Bende tekrar yazılarıma devam ediyorum. Kısmet olursa yarın sabah
namazı için tekrar Ravzaya gideceğiz.
(15/02/2015/Pazar) Sabah saat (3,00) te kalktık (3,30) da tavaf
yapmak için, Ravzaya gittik, bu sefer yukarı orta kata çıktık, tavaf çok
kalbalık değildi, İseviyyet köşesinde birinci selâm-ı vererek, hacer’ul
esved köşesine, oraya gelince, zât-i selâm hükmüyle tavafa başladık. Bu
tavafı “risâlet/Muhamme-diyyet” tavafı olarak niyetlendik ve dönmeye
başladık. Niyetimiz ancak bir tavaf yapabiliriz düşüncesi ile bir tavaf
yapmak idi. Turları dödükçe buradaki tavafın daha az zamanda biteceği
düşüncesi hasıl oldu, son turlara yaklaştığımızda geçekten de öyle oldu,
namaz kılmaya da daha vakit vardı. Nüket Anne ile konuşup, ikinci
223
tavafa başlamaya karar verdik, ancak üç veya dört tur yaparız, kalan
turları da yarın tamamlarız düşüncesi ile “Muhammediyyet/Risalet”
tavafına devam ederek onu bitirdik elhamdülillâh.
------------------NOT= Nedir dediler şiirinden bir bölüm aktıralım.
------------------Tavaf nedir? Dediler.
Zâtıma gelen yoldur, dedim.
Birinci dönüşüm nedir? Dediler.
Hayat sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
İkinci dönüşüm nedir? Dediler.
İlim sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Üçüncü dönüşüm nedir? Dediler.
İrade sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Dördüncüdönüşümnedir?Dediler.
Kudret sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Beşinci dönüşüm nedir? Dediler.
Kelâm sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Altıncı dönüşüm nedir? Dediler.
Semi sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Yedinci dönüşüm nedir? Dediler.
Basar sıfatımın kazanılmasıdır, dedim.
Hacer’ül Esved nedir? Dediler.
Zâtımdan ef’âl âlemine bakan gözümdür, dedim
İlk selâmın nedir? Dediler.
Hakikatime giriştir, dedim.
İkinci selâmın nedir? Dediler.
Mârifetime giriştir, Zâtımı selâmlamaktır, dedim.
-------------------
224
Hiç ara vermeden Ulûhiyet tavafına da başladık, her ne kadar tavafa
girenlerin yanlış uygulamaları yönünden, bâzen biraz sıkıntılar oluyor ise
de turlar dönmeye devam ediyor. Bir, iki, üç, derken dörde geldik,
baktık daha henüz çok yorgunluğumuz da yok, devam edip bitirelim
dedik, ve beş, altı, yedi, nihayet sonuna gelmiştik, ancak son turlar
zorlamaya başladı, çünkü tavafını bitiren, tavaf yerinin içinde önde ve
arkada oturduklarından, tavaf için kalan saha çok daraldığından, adeta
kalbe giden damaların daralıp, kan dolaşımının zorlandığı gibi, dar alana
sıkışan tavaf yapanlar ve bizde epey zorlandık, nihayet tavafı bitirdik.
Çıkış istikametine doğru yürüdük, ne mümkün her tarafa, sabah
namazını kılmak için gelenler oturmuşlar geçecek, adım atacak yer yok,
geriye dönsen imkânsız, ileriye gitsen yol yok, bütün bu kargaşayla
beraber oradan çıkmaktan başka çaremizde olmadığından, ilerlemeye,
zar zor devam ederek adeta aralarından ruh gibi süzülerek geçip sa’y
alanına ulaştık. Orası rahat idi. Bir kenara oturarak, sabah namazını
kılmak için yer tuttuk, bu arada sabah namazı ezanı okunmuş idi.
Hemen sünneti kıldık, az sonra da kamet getirilince hep birlikte namaza
durduk.
------------------Bu arada Ulûhiyet tavafı için küçük bir şiir yazmıştım onu da ilâve
edeyim.
------------------Niyet ettim Ulûhiyyet tavafına,
Selâm eyledim başlarken zâtına,
Bir vesile gene gelmiştim katına,
Görülen zâhir’dir, yazılır bâtına.
Sıfat-ı subutiyye başlar hayatla,
Hayat olmasa, sen yoksun anla,
İlimdir ikincisi, hem onların,
İlim olmazsa sen, neye yararsın.
İradedir üçüncüsü, onsuz olmaz,
İraden olmasa, elin kolun kalkmaz,
Kudrettir dördüncüsü, bitirir işleri,
Kudretin olmazsa, kim üretir çeşitleri.
Kelâm’dır beşincisi, o da Kelâmullah,
Kur’ân-ı natıktı, bilen bilir, ehlullah,
Sem-i dir altıncısı, duyar söz incisi,
225
Kulağın duymaz ise, ne nedir, hangisi.
Basardır yedincisi, hep görür Hakk_ı,
Basiretin açılmazsa, hep görürsün halkı,
Halk’ta Hakk-ı görmektir, bu bir marifet,
Bu sıfatlar sende var, kendini Ârif et.
------------------Bu düşünceler içinde, Risalet ve Ulûhiyet, sıla-i rahim turlarını da
yapmış idik. Tavafları bitirdikten sonra, nihayet sabah namazının iki
rek’at farzını da kıldıktan sonra, sa’y alanından çıkmak üzere oklarla
gösterilmiş çıkış yönü olan kral Fahd kapısı istikametine doğru yürümeye
başladık. İnşeat olduğundan tek çıkış istikameti var. Yürüyoruz
yürüyoruz, yeni yapılan binanın da içinden geçip, oradan sonun da
otelimize gidilecek meydana geçiyoruz.
Oradan yola devam ederek, nihayet otele ulaştık, yemekhaneye
çıktık Er….. da orada idi, beraber kahvaltılarımızı yapıp odalarımıza,
istirahat için çekildik. Çok yogun olduğumuzdan, hemen uyuduk.
Epey bir zaman sonra kapı tıklandı, kalktım açtım “Mahbub” olan oda
görevlimiz, odacı kıyafetinde hizmetimizi görmek için gelmişti.
İhtiyaçlarımızı gördü ve gitti. Arkasından ben biraz daha yattım, az sonra
kalkıp yüzümü yıkadım ve yazılarımı yazmaya devam ettim, kısmet
olursa öğle namazını oda da kılıp, sonra küçük bir hazır çorba ile öğlen
yemeği yerine geçecek olan kahvaltımızı yaparız Rabb’ımıza şükrederiz.
Bu sabahımızda böyle geçmiş oldu.
Günlerimiz azalıyor, öğle kahvaltısını yaptık, namazımızı kıldık, ben
gene yazılarıma devam ediyorum. İkindi oldu onu da kıldık. Daha sonra
akşam namazına gitmek için, hazırlık yapıp namaza gittik, orada akşamı
kılıp yatsıyı beklemeye başladık. Nihayet yatsı ezanı okundu, yatsıyı da
kıldık, sonra otele döndük, yemekhanede akşam yemeğimizi yedikten
sonra odamıza dönüp birkaç telefon konuşması yaptık. Bu arada bende
yazılarıma devam ediyorum.
Daha sonra sabah namazına kalkmak için yatacağız İnşeallah.
(16/02/2015/Pazartesi) Gece saat (3,00) te kalktık hazırlanıp tavaf
yapmak üzere saat (3,30) da yola çıktık, Kâ’be ye doğru giderken yolda
birisi güleç bir yüzle, elime tesbih sayı âleti verdi, paketinde ve yeni idi
hiç açılmamış idi, kendisine teşekkür edip yolumuza devam ettik.
Bunun hikmeti ise, zikir ve fikirlerimize devam hükmünde tasdik idi.
Rabb’ımıza teşekkür ederiz. Epey yürüdükten sonra nihayet tavaf
mahallinin orta katına çıktık, niyetimizi yaptık, ben evvelâ Babam Sadık
çavuş için, Nüket Anne de Ulûhiyet tavafına başladık. Bir, iki, üç, derken
yedi dönüşü bitirdik. Vakit daha erken olduğu için, bulunduğumuz yer
çok kalabalık değil idi, ancak aşağısı zemin tavaf alanı çok kalabalık idi.
226
İkinci tavafımıza da niyet ederken, ben Annem melek/meliha için,
Nüket Anne de ağabeysine bağışlamak üzere tavafımıza başladık. Bir,
iki, üç, derken Nüket Anne biraz yoruldu, uygun bir yerde biraz
dinlenmek için oturduk ve iyi oldu. Tavafımıza tekrar kaldığımız yerden
devam ederek gidiyor idik. Sabah ezanı da okunmuş idi. Ancak namaz
kılmaya daha çok var idi. Bu arada bizi bir kadın durdurarak, ezan
okundu ama, teheccüd namazı kılabilirmiyim dedi, bende kılabilirsin
dedim, ama ezan okundu dedi! Bende olsun sabah namazına daha çok
var mani değil dedim, ama kadın sorup duruyor idi, galiba tatmin
olmamış idi. Etrafta çok oldukça kalabalıklaşmaya başlamış idi. Kadına
hadi işimiz var gönlüne nasıl geliyorsa öyle yap, diyerek zorla yanından
uzaklaşa bildik. Nihayet tavafımızın turları bitti. Tavaf alanından
geldiğimiz yoldan geri çıkarak, her zaman bulunduğumuz yere döndük
ve tavaf namazlarımızı orda eda edbildik.
Gerek inşeatlerin devamından, gerek bilgisizlik ve eğitimsizlik
yüzünden, tavaf alanın da oldukça kargaşa ve gürültü ile dönülmeye
devam ediliyor. Cenâb-ı Hakk hepsini bütün eksiklikleri ile kabul etsin
İnşeallah.
Nihayet ikinci sabah namazı ezanı okundu, namazımızı kıldık ve
tekrar otele dönmek için yola çıktık, otele gelince (31) no lu asnsöre
bihip antreden bahçeye çıktık, oradan tekrar, (b.1. 13.) no lu asansöre
binip, birinci katta olan cennet nimetleri ile dolu olan yemekhaneye
çıktık, kahvaltımızı yaptık, çayımızı da içtik, tekrar yukarıya (8) inci
kattaki (859) no lu odamıza çıktık. Asansörde inip bizim odaya doğru
giderken karşımıza ilk çıkan, yön gösterici numaralar şöyle idi.
(852/853/855/857/) ve bizim odamız (859) numaralara çıkmakta idi.
Kapı önüne gelince otomatik kart anahtarımızı yuvasına sokunca
elektrik okumadan sonra kapı kendiliğinden her zaman olduğ gibi açıldı.
İçeri girince elimizi yüzümüzü yıkayıp istirahat etmek için biraz
uykuya yattık. Uyandığımızda saat (12,00) ye geliyor idi. Hemen klkıp
elimi yüzümü yıkadım ve bu sabahki notlarımı yazmaya baişladım.
Şimdilik bunlar bitti. Yaşadıkça diğerlerini de yazmaya devam edeceğim
İnşeallah.
Şimdi sıra Fussilet suresine geldi, ona da kaldığım yerden vakit
buldukça yazmaya devam ediyorum, Cenâb-ı Hakk gönül ve idrak
genişliği nasib etsin İnşeallah. Abdest alıp öğlen namazını kıldım. Saat
(15,00) civarı olmuştu, biraz kahvaltı türü çorbalı yemek hazırlayıp yedik
ben gene yazılarıma devam ediyorum. İkindi oldu onu da kıldık, daha
sonra akşam namazına gitmek için hazırlık yaptık, biraz erken çıkıp aşağı
indik, Er…. lar orada bekliyorlar idi, onlarla birlikte “Hilton” a gittik, bazı
ihtiyaçlar vardı onları aldık ve akşamı kılmak için her zaman girdiğimiz
(66) ıncı kapıdan girip yürüyen merdivenler ile orta kata çıkıp
bulabildiğimiz bir yerlere oturduk. Bir müddet bekledikten sonra akşam
ezanı okundu, az sonra kamet getirildi ve hep birlikte akşam namazını
eda ettik. Er… lar tavafa gittiler. Bizde yatsı namazı için vaktin gelmesini
bekliyoruz. Az yanda sağ tarafımızda zaman zaman olduğu gibi akşam
227
namazlarından sonra bir kişi vaaz türü bir şeyler anlatıyor, ama ne
dediğini anlamıyorum, sözlerinden Farisice konuştuğu anlaşılıyor idi.
Bu arada oldukça yorgun olduğumdan yatsıyı beklerken, az yanıma
doğru kolumun üzerine yaslanmış idim, biraz yanımdaki bir kişi, daha da
yanıma yaklşarak, bir rahatsızlığımın olup olmadığını sordu, ben de bir
şeyim yok, sadece yorgun olduğum için, biraz sağıma doğru uzandım
dedim. Mübarek türkmüş anadoludan imiş yerini söyledi ama unuttum.
Ancak şimdi silivride oturuyormuş neyi varsa anlatmaya başladı. Sonra
adını sordum, Ali Öz Okur imiş. Bu arada tavafa giden Er… için, az
yanınızda olan kimse oğlunuzmu? Diye sordu, bende ona niye sorduğunu
sordum, çok benziyorsunuzda onun için dedi. Bende öyle sayılır dedim.
Biraz sonra da Er…. geldi, tavaf çok kalabalık olmuş, daha sonra
tamamlamak üzere dört tur yapıp bırakmışlar.
Nihayet yatsı ezanı okundu sünnetleri kıldık, kamet getirildi, farza
durduk, farzdan sonra, son sünnet ve vitri de kıldıktan sonra otele
dönmek için Ravzadan ayrıldık. Ancak Nüket Anne üşüdüğü için namazı
bekleyemeden otele dönmüş. Bizde otele geldiğimizde, bahçede bizi
bekliyor idi. Birlikte yemekhaneye gidip yemeğimizi yedik ve dinlenmek
için odalarımıza çıktık.
Ben gene yazılarıma devam ediyorum, sabah inşeallah gene erken
kalkıp tavafa gitmeye niyetimiz var.
------------------Not= kayıt cihazı bu gün (14,333) adım attığımızı kaydetmiş.
------------------(17/02/2015/Salı) Sabah saat (3,15) te kalktık, hazırlanıp yola çıktık,
Ravzaya vardık her zaman girdiğimiz, (66) Ulûhiyyet kapısından girerek
yürüyen merdivenlerden yukarıya çıktık, oradan tavaf mahallinin en üst
katına geçtik, tavaf oldukça rahat boş idi. Niyetimizi yaptık. Ben Nusret
Babam ve Rahmiye annem için niyetlendim. Nüket Anne ise Risalet
tavafına niyetlendi.
Böylece Hacer-ul esved köşesinden tavafımızın birinci turu başlamış
oldu. Bir, iki, üç, derken turlar fazla kalabalık olmadığı için oldukça kolay
oluyor idi. Altıcı turu döner iken arka taraftan, tak, tak, tak diye sesler
gelmeye başlamış idi, az sonra dahada yaklaşmış idi. Başımı çevirip
baktım, iki kişi arasında yaşlı bir kişi elinde bir baston yere vurarak
geliyor idi. Ses onun bastonunun yere vurduğu yerden geliyor idi. Bu
devamlı ses, tak, tak, tak sesi bakış açısına göre etrafı biraz rahatsız
ediyor gibi görünüyor idi.
Az daha ileride aynı şekilde bastonla yürüyen başka bir kişi daha
vardı, fakat onun bastonundan hiç ses çıkmıyor idi. Çünkü, baktım onun
bastonunun ucunda lâstik bir koruyucu vardı. İki aynı fiil ve sahnenin
birinden, tak, tak, tak sesleri geliyor iken, diğerinin bastonundan hiç ses
gelmiyor idi. Ama ikiside bastonları ile kilo ve darbe ile zemine temas
ettiriyorlar idi.
228
Bu da değişik ibretlik bir müşahede hali idi. İki ayrı kişi aynı fiili
birbirine zıt olarak yapıyorlar idi. Birinden ses çıkıyor diğerinden çıkmıyor
idi. Zâhiren bakıldığında ses çıkaran bastondan tavaf yapanlar huzurlarını bozduğu için rahatsız oluyorlar idi. Ses çıkarmayan bastondan ise
kimse rahatsız olmuyor hattâ farkında bile değillerdi. Aslında iki
bastonda aynı işi yapıyorlardı. Zâhiren elinde bastonu tutan kişiye
yardımcı oluyorlar, bâtınen ise kişinin varlığında bulunan “teşbihen”
Hakk’a yardım ediyorlar ve kendi evini tavaf etmesini sağlıyorlar idi.
Bu arada ikiside kendinin “Hakk, Hakk, Hakk” esmasını zikrediyorlar
idi biri cehri/açık ve biri de hafi/gizli olarak. Ayrıca baston ile zeminin
izdivacından/birleşmesinden, bir üçüncü varlık olan “ses” meydana
geliyor idi ki; bu da “Hakk” esmâsının bastonun her yere temasında bir
yenisinin üretilmesiydi. Ancak bastonları taşıyanların bunlardan haberleri
varmıydı bilmem ama, olan hadise mâden ve bitkinin kendi
mertebelerinden insan vasıtası ile tesbihleri idi.
Ayrıca insan nasılki, en güvenli bir şekilde yere temas ederek
yürüyor ise, onlarda kendilerinde olan uzunluk ile aynen insan ayağının
yere basması gibi, onlarda kendilerinin uçları ile yere basmalarından,
kendilerini elinde tutan sahiplerine, üçüncü bir ayak olup ayakta
durmalarına yardımcı oluyorlar idi.
Ucunda lâstik olan bastondan çıkan hafif ses, etrafı rahatsız etmediği
için Cemâl tecellisi. Ucunda lâstik olmayan bastondan çıkan ses ise Celâl
tecellisi yönünden gelen Hakk, Hakk tesbihleri idi. Celâlin Cemâle
dönüşmesi, lâstik denen esnek bir madde ile olması idi.
İşte bu hadiseden alınacak ibret, küçük bir gayret ve irfaniyyet ile
alınacak tedbir neticesinde, Celâl tecellisinin Cemâl tecellisine
döndürülebileceğinin küçük bir göstergesi olmuştur.
------------------Nihayet son turumuzu da bitirdik, ancak bu arada tavaf mahallide
oldukça kalabalıklaşmıştı, son selâmımızı da verdikten sonra, gene
geldiğimiz yerden kolayca her zamanki yerlerimize, ben erkekler
tarafına, Nüket Anne ise bayanlar tarafına gitmiştik. Yerimize oturunca
biraz dinlenip kalkıp iki rek’at tavaf namazını ve iki rek’atte ziyaret
namazını kılarak, kalan zamanımda da namazı beklerken yazılarımı
yazmaya devam ediyorum.
Bilindiği gibi tavaf namazı, makâm-ı İbrâhîm-in arkasında kılınması
lâzımdır ancak bu durumda pek mümkün olmadığından, şartları fazla
zorlamadan ve başkalarına da eziyet etmeden bu namazı uygun bir
yerde kılmak mümkündür. Çünkü kişi zâten o beyt’in içinde dir, ve her
taraf her tarafta mevcuttur, ibadet edeceğim diye, başkalarını sıkıntıya
sokarak, zarar vererek, ve rahatsız ederek yapılan ibadetler ibadet
olmaz. Kimse kimsenin sınırlarını ve sinirlerini zorlamaması lâzımdır.
Ancak ne yazıkki, kişi kendi ibadetini yapmak için, birçok halde
başkasının ibadetine ve huzuruna mani oluyor, Cenâb-ı Hakk hepimizin
bu hallerini affetsin. Amiin.
229
Bu haller içinde sabah namazı ezanı okunmaya başladı, bende kâğıdı
kalemi yerine koyayım daha sonra vakit bulunca gene yazmaya devam
ederim. İnşeallah.
-----------------Yukarıda bahsedilen bastonların yere değme hadisesi ile, Hakk zikri
yaptıkları gibi, burada da baston, kalem hükmünde olduğundan,
zeminde beyaz kâğıt olduğundan, kalem olan baston, kâğıt zemine
temas ettikçe yazılar peydah olup zuhura çıkmakta olduğundan ma’nâlar
harf elbiseleri ile görüntüye gelmekte bura da ise alîm ve kelîm
isimlerinin zikri olmaktadır.
------------------NOT= Bu mevzuda, (Arası) şiirimizden ilgisi dolayısı ile iki satırı
ilâve edelim, faydalı olur İnşeallah. Tamamı (Divan-3-) kitabımızın (100)
üncü sayfalarında mevcuttur dileyen oraya bakababilir.
------------------Eğer yazmasaydım bunları, uçar gider idi benim ile,
Rabbim lutfetti gayreti, kalem ile kâğıt, arası.
------------------Evet böylece sabah ezanı da okunmakta idi, sünnetini kıldık ve az
sonra da kamet getirildi sabah namazının farzını da kıldıktan sonra otele
(ANJUM) güneşten yıldızlara, galâksiye doğru yola çıktık, nihayet oraya
vardık. (31) nu lu asansör ile bahçeye çıktık, oradan lobiye girip (13) no
lu asansör ile (F) yenek katına çıktık, daha henüz yemekhanenin kapıları
açılmamış idi, kapıda az bekledik, içeride genel ışıkları yaktılar ve
misafirleri içeri aldılar.
Bende bir masa ayırdım, sonra yiyeceklerimizi aldık ve kahvaltımızı
ettik, o kadar çok yiyecek çeşitleri varki, insan hangisinden alsın
şaşırıyor. Kahvaltımızı yaptık, kahvelerimizi de içtikten sonra, sekizinci
cennet katındaki (59) no lu odamıza çıktık. Oradan gecenin güzelliği
içinde. Kâ’be-i Muazzama, zat makamı ve çevresi ayrı bir güzellikte
görülmekte idi, Daha sonra istirahat etmek için yatağımıza yattık.
Tık, tık, tık kapı vurulduğu zaman saat öğlen (12,00) imiş. Kalkıp
baktım, bizim “Mahbub” kat görevlisi gelmiş, günlük ihtiyaçlarımızı
soruyor idi. El yüz havlularını değiştirdim, Çöpleri aldı, zaten başka da
bir şeye ihtiyacımız olmadığından, gitti, bende yazılarımı yazmaya
devam ediyorum.
Sat (2,30) çorba öğlen kahvaltısını hazırlayıp yedikten sonra, sehpa
sofrasını toplayıp abdest aldım, öğleyi kıldım. Bu sefer yazılarımda
“Fussilet” suresini devam ettiriyorum, o nu da bir miktar yazdıktan sonra
vakit yaşlaştığından, evvelâ ikindiyi kıldım, sonra akşam namazına
gitmek için hazırlık yaptık giyindik ve lobiye bahçeye indik.
Er…. lar orada bekliyorlar idiler, onlarla birlikte Hareme doğru yola
çıktık, Harem önüne gelince birer resim çektirdik, daha sonra (66) ncı
230
kapıdan girip yürüyen merdivenlerle orta kata çıkıp her zaman
oturduğumuz bir yerde oturduk, bu yazılarımı da orada yazıyorum,
kısmet olursa akşam namazımdan sonra birkaç tesbih almak için dışarıya
çıkacağız, sonra tekrar gene yatsı için geleceğiz İnşeallah. Bu arada Er….
lar tavafa gitmişlerdi.
Nihayet akşam ezanı okundu namazımızı kılmak için imama uyarak
namazımızı bitirdik, sonra tesbih almak için dışarı çıktık, biraz vakit
geçmişti, diğer kapılar gibi (66) ncı kapıda kapatılmıştı içerisi çok
kalabalık olduğundan daha fazla izdiham olmaması için görevliler
tarafından içeriye kimseler alınmıyordu. Bunun üzerine Nüket Anne,
otele gitti, bende yeni yapılan yan binaya girip yatsıyı beklemeye
başladım, nihayet, Allahu ekber, Allahu ekber, diyerek yatsı ezanı
okunmaya başladı. Bende namaza başlamak için yazmaya devam
ettiğim kâğıt kalemi torbaya yerine koydum.
Yatsıyı kıldıktan sonra otele gittim Nüket Anne orada bahçede
bekliyor idi, Onunla beraber yemekhaneye çıktık, yemeğimizi yedik,
sonra otel odamıza çıktık, birkaç yere telefon ettik, daha sonra erken
kalkmak için yatmaya hazırlanıyorum, gece saat (3,30) da kalkıp veda
tavafını vaktiyle yapmak istiyoruz.
(18/02/2015/Çarşamba) Saat (3,20) de kalktık, hazırlanıp yola
çıktık, üst kat tavaf alanına geldiğimizde saat (4) e geliyor idi, çok
kalabalık yok idi, niyet ederek veda tavafına başladık. Bir, iki, üç, derken
yaklaşık yarım saatte tavafımız bitti, daha sonra Nüket Anne kadınlar
bölümüne geçti, bende erkekler bölümünde kaldım. “İnsân-ı Kâmil”
namazını kendi makamlarında kılacak yer bulamadığımızdan, bulduğumuz yerlerde, onların niyetine olarak kıldık. Allah kabul etsin. Notlarıma
devam ediyorum, daha sonra okunacak sabah namazını kılmak için
bekliyorum. Nihayet ezan okundu, namazı kılıp bitirdik, bizde otele
doğru yola çıktık, daha sonra kahvaltımızı yapıp odamıza çıkıp istirahate
geçtik, gene çok yorgun idik.
Tık, tık, tık odamızın kapısı çalındı baktım saat (10/30) olmuş, oda
görevlimiz “Mahbub” eksiklerimizi vermeye gelmiş, çöplerimizi aldı, su
ve diğer ihtiyaçlarımızı verdi, diğer odalara gitti, bizde tekrar biraz
uyumak için tekrar uykuya yattık.
Saat (12,00) de uyandım elimi yüzümü yıkadım. Yazılarıma gene
sabahtan kaldığım yerden devam ediyorum. Kısmet olursa bu gün son
bütün günümüz, yarın öğlen vakti gibi yola çıkacağız.
Vakit geldi öğlen namazını kıldım, biraz çorba kahvaltısı ettik, ikindiyi
kıldık, yazılarıma devam ediyorum.
------------------(Bu arada aşağıdaki veda tavafı şiirinide kısım kısım yazıyorum.)
------------------Daha sonra akşam namazı için Ravzaya gideceğiz.
-------------------
231
Veda tavafı (18/02/2015/Çarşamba)
Vedana geldim dedim, dedi neden,
Adet olmuş dedim, bu sebebten,
Canın sağ olsun dedi, gülerekten,
Gönülde olanın vedası olurmu, dedi.
Veda eden surettir, dedim bu yüzden,
Suret suretten ayrımıdır dedi, sence,
Ayrıdır dedim, görüntü de bende,
Vedaya suretine geldim, bu günden.
Zahmet olmuş dedi, sana,
Rahmet oldu dedim, bana,
Döndüm etrfında, bir güzel,
Dedi, o iş, ezelden de ezel.
Dedim, suretin dışında, sıretin içinde,
Dedi, nasıl eyledin, bu biçimde,
Birlikte döndük dedim, ben dışında sen içimde,
Dedi, görünen sen, hareket eden ben içinde.
Nihayet döndüm, dedim bir oldu,
Dedi, zâten yolu buydu,
Ben ona, O bana uydu,
Eski alışkanlık dedi. Bir huydu.
Baktım gelmişiz, birlikte hacere,
Dedi, kimi selâmladın, acele,
Dedim, seni selâmladım, gizlice,
Dedi, oldu aslında, bu da yerince.
Nihayet çıktık, tekbirle yola,
Yürüdük tur da, kol kola,
Fark etmedi kimse, bu halimizi,
Zannettiler kendileri gibi, sözlerimizi.
Bir, iki, üç, derken dolmuş sayısı,
Böylece döndük diğerlerinin aynısı,
Sonuna gelmişiz birde baktım,
O yerde Hakk’tan halka aktım.
Dedi haydi olsun böyle hayırlısı,
Dedim kıymetlidir, her şeyin zorlusu,
Dedi yormadım, zorlamadım seni,
Dedim, biliyorum, bende üzmezsin beni.
Elveda dedim, gerçi suretten,
232
Güle güle dedi, ama sıretten.
Kimse kalmadı, gerçi gayriden,
Seyrettim sahneyi, geçerek hayretten.
Dedi kurdum âlemlerde, bir düzen,
Dedim, bendim, onları hayalden gezen,
Dedi, gizlemiştim, onlarda kendimi,
Dedim, bende buldum sende, kendimle kendimi.
Dedi selâm ismimden, sana bir selâm,
Dedim aldık kabul ettik, aleykümselâm,
Dedi vaktiniz doluyor, gidin selâmetle,
Dedim gidiyoruz, şükür ganimetle.
Aslında ne giden var, ne gelen,
Bu âlemi ne soran var, ne bilen,
Bir hayaldir, hep geçiyor günlerimiz,
Nerde kimler, kimler sevdiklerimiz,
Necdet bulmuş Rabb’ın-ı, ne gam,
Âlem görünür dışarıdan, biraz ham,
İrfan ehli bilir, görünen Hakk’tır,
Perdeli bakanlar, derler ki, halk’tır,
Hak’ta olsa, halk’ta olsa, hep O dur,
Halk’ta hakk’ı, birlemek kemâl budur,
Gayrı gören, gayrı olur herhalde,
Bulamaz kendini, hiçbir zaman, bu halde.
Vedadan geriye, kaldı bunlar,
İzâfidir hepsi, irfan ehli anlar,
Surette vardır, gerçekten ayrılık,
Ancak gönülde, kalmaz gayrılık.
Böylece veda ettik, zâtından zâtına,
Çıktık hep birlikte, yüce katına,
Dönerken suretin, ana vatanına,
Elveda dedik, Zât-ül bahtına.
Sıla-i rahîm, yaptık böylece,
Rabbımla döndük, tavafı gizlice,
Kalmadı diğer, tavaf hükümleri,
Cem ettik, onunla bütün mertebeleri.
------------------Saat (4,30) da dışarıya çıktık, değişecek eşarp vardı, eşarpları
aldığımız yeri bulamadık, herhalde yeri tam hatırımızda kalmamış,
meydan ve alış veriş yerleri çok kalabalık olduğundan, giriş çıkışlar ve
233
orada dolaşmak çok zor. Epey yol yürüdük, dolaştık bu yüzden Nüket
Anne biraz yoruldu tekrar otele döndü. Bende her zaman oturduğumuz
yere gelerek akşamı kıldım boş kaldığımda da bir miktar yazılarıma
devam ettim. Nihayet yatsıyı da kıldık, Er…. ve eşi ile çıkışta buluşarak
beraber otele döndük, bahçeye çıkınca Nüket Anne orada bizi bekliyor
idi. Hep beraber (F) yemek katına çıkıp yemeklerimizi yedik ve oteldeki
odalarımıza çıktık. Bu bizlerin orada ki son akşam yemeğimiz idi, Yarın
dönüş olacağından akşamdan bavullarımızı hazırladık.
Program öğlen namazını otelde kılıp yola çıkmak, uçağımız saat
(18,00) de Ciddeden kalkacak imiş. Ancak istanbulda şiddetli kar yağışı
olduğundan görevliler programın değişebileceğini söylediler Hakk’tan
hayırlısı.
(19/02/2015/Perşembe) Sabah (4,30) kalktım hazırlandım, bu sabah
namazı vaktinde gidersek ravzada kıldığımız son namazımız olacak.
zaten düz olan yoldan Ravzaya gittim her zaman girdiğimiz (66) ncı
kapıdan girerek yürüyen merdivenler ile orta kata çıktım. Nüket Anne
biraz rahatsız olduğu için gelemedi. Bir yer bulup iki rek’at ziyaret
namazı kıldım daha sonra kaldığım yerden notlarıma devam etmeye
başladım, Şu anda sabah namazı ezanı okunuyor, bende kalem
kâğıtlarımı daha sonra devam etmek üzere torbama koyuyorum. Canâb-ı
Hakk bütün namazlarımızı kabul etsin Amin.
Namazdan sonra otele gidip kahvaltı için (F) katına yemek salonuna
çıktık Nüket Anne de oray gelmişti, kapıları (6,30) da açılıyor, kapılar
açıldı servis başladı masamızı tuttuk, kahvaltılarımızı aldık yedik,
muhtemelen bu kahvaltı da otelde yediğiömiz son kahvaltımız olacaktır,
kahvaltı bittikten sonra yukarıya (8,59) odamıza gitmek üzere asansöre
bindik, asansör sahasının yeri (B.1. 13.) rumuzlu idi. Yukarıdaki asansör
sahasıda aynı rumuzlu idi.
Asansörden çıkınca bizi (8,53) no lu oda karşılıyor idi. Adeta bende
kalınız diyordu, ancak biz burada bir bakıma şehir olarak (Tekirdağı)
temsil ettiğimizden oda no muz (8,59) idi hikmeti budur. Sonra sırası ile,
(855/857) ve (859) Tekirdağ plâsı olan oda numarası geliyor idi. Bizde
otomatik kapı kartını yuvasına sokup hemen kapıyı açıp içeriye giriyor
idik. Bu oda sanki bize hiç yabancı değilmiş gibi geliyor idi, ve bizi on
gün misafir etmiş idi.
Kahvaltıdan sonra odamıza çıktık son kalan eşyalarımızı da
bavullarımıza yerleştirdik, en son üstümüzdekiler kaldı onlarıda koyup
sonra bavulları tamamen kapatıp, oda da öğlen ve ikindi namazlarını
birleştirerek kılıp aşağı ya ineceğiz, görevli (Remzi) kardeşimizin temin
ettiği bir vasıta ile İstanbula gidecek olan uçağa bineceğiz, kısmet
olursa.
Ancak hava raporları İstanbulda çok kar yağışı olduğunu gösteriyor.
Şirketimizin görevlisi bize durumu bildirecek, belki gidişimiz tehirli
olabilir. Hakk’tan hayırlısı geç olsunda güç olmasın demişler.
234
Bu arada bu bölüm yazılarımın sayfa numaraları dikkatimi çekti, tam
(53) üncü sayfaya gelmiş idik. Otel odasında son notlarım bu sayfada
tamamlanıyor, eğer bir mani olmazsa öğlen ikindi namazlarını birleştirip
aşağıya bahçeye ineceğiz oradan şirketimizin temin ettiği vasıta ile saat
(13,00) civarında yola çıkacağız. Otel odasında yazdığım satırlar bu
kadar idi ve not sayfalarımın hayret edilecek bir şey, gerçekten (53)
üncü sayfası idi notlarımı topladım daha evvelce bir kısmını zaten bavula
koymuş idim. Diğerlerini de omuz torbama koyup daha sonra uygun olan
zaman ve yerlerde yazmaya devam etmek için, yanıma alıp boynuma
astım.
------------------Saat (13,05) vasıtamıza bindik, saat (14,30) gibi Cidde hava alanına
geldik (4) no lu kapıdan içeri girdik, uçak (2) saat rotarlı idi, İstanbuldaki
hava muhalefeti yüzünden imiş. (10) no lu gişeden bavullarımız verildi.
Görevli olarak (Remzi) kardeş bizi getirdi, şöförümüzün ismi de (İlhan)
imiş. Türkmüş, epey zamandır burada bu işleri yapıyor imiş, eşi ve
cocukları eğitim için Türkiye de imişler, bavullar verilirken bizde kafede
birer neskafe içelim dedik, ücreti (14) riyalden, (28) riyal imiş (28)
peygamber hükmü ile de umremizi tamamlamış oluyoruz. Oradan
ayrılıyoruz diye üzerimizde o kadar riyal yoktu Remziden alıp verdik,
sonra ona (20) tl. verdik karşılığı o idi.
Şimdi kafede oyuruyoruz, saat (15,30) oldu, kafenin önü dış ile iç
arasında sınır, yolcular ellerinde pasaport ve biletleri ile içeriye giriyor,
yolcularını uğurlamaya gelenler dışarıda kalıyorlar, ağlayanlar üzülenler
birbirlerine sarılanlar. Yolcu sahipleri, yolcuları içeri girip gözden
kayboluncaya kadar el sallayıp uğurluyorlar, Allah hepsini gene
birbirlerine kavuştursun.
Bizim uçağımız İstanbuldaki hava muhalefetinden dolayı epey geç
kalınca saat (18,00) de kalkması lâzım gelirken (20,00) ye ertelenmiş,
bizde ilk giriş yerinde epey vakit geçirdikten sonra, iç kısma geçmek için
pasaport kontrolundan geçip içeriye girdik, kendimize uygun bir yer
bulup oturmaya başladık. Ancak uçakların uçuş saatini gösteren pano da
İstanbul uçağının kalkış saatinin (22,00) yi gösterdiğini gördük. Böylece
iki defa ikişer saat Türk hava yolları İstanbuldan hava muhalefeti
sebebiyle geç kalkınca, Cidde den İstanbula yapılacak seferde (4) saat
ertelenmiş, olmuş hayırlısı.
Bir sıkıntı yok sağlık olsun. Nihayet uçağa binilecek kapı (48) no
olarak bildirildi, saat (22,00) o kapıya doğru ilerledik, sıramız gelince
bilet kontrolundan da geçtikten sonra, uçağa götürmek için gelen hava
alanı otobüsüne binerek uçağın yanına götürüldük. Otobüsten inip
uçağın merdivenlerini çıkmaya başladığımız zaman saate baktım tam
(22,30) idi diğer ölçü ile (10,30) idi, yani (13) idi.
Uçağın içine arka kapıdan girdik, yerimiz (52-K) (52-j) idi. (53) no lu
biletlerde Er….. larda idi onlarda o yerlerine oturdular. Gurup A uçuş
sefer sayısı (R.K./0093) tarih, (19/02/2015/ Perşembe) uçağın içinde
bilgi anonsları veriliyor, şu an saat (11,13/23/13) motor çalışmaları
235
hızlanmaya başladı uçak yavaş yavaş hareket etmeye başladı, uçuş
bilgileri veriliyor, uçağın tam saat (11,20/23/20) de tekerlekleri yerden
kesilip uçmaya gök ehli olmaya başladı. Suud saati ile. (2,53) te de
İstanbulda Atatürk hava alanında da tekerlekler yere değdi.
Yolculuk boyunca yan tarafımızda iki arap vatandaşı vardı, bulundukları yerde, sanki sadece kendileri varmış gibi, oldukça yüksek sesle
devamlı konuşuyorlar idi. Yolculuğumuzun sonlarına doğru yaklaştığımızda, başımı döndürüp biraz ısrarlı olarak baktım, bundan sonra ya
konuşmalarından yorulmalarından, ve yahut benim bakışımdan bir şeyler
anlamış olabilirler, daha sonraki kalan uçuş vakitlerimizde, biraz daha
kısık sesle konuşmalarına kısa aralıklarla devam ettiler.
Havalanışımızın birinci saatinden sonra yemek servisi başlayacak idi
bu arada yemek menü’sü herkese dağıtıldı, menü’de ızgara köfte ve
billûr kebab-ı vardı, ve tabî içecekler, az sonra servis arabası ile görevli
hostesler yemek servisine başladılar, biz oldukça arka sıralarda
olduğumuz için, yemek servisi sırası bize çabuk geldi, görevli hostes ne
istediğimizi sorunca, Nüket Anne ile billûr kebab-ı istedik.
Koltuk arkası yemek masalarımızı açtık, porsiyon yemek
paketlerimizi verdiler, doğrusu isminden dolayı bu yemeği merak
etmiştik, yemeğin üstündeki aleminyum folya yı kaldırdıktan sonra
içinden bir miktar plâv ve tavuk sotesine benzer kuş başı etler çıktı,
(billur bir şeyler çıkmadı) bu ismi neden koyduklarını anlayamamıştım,
zaten dertte değildi, içecek olarak ta ayran istemiş idik. Nihayet
yemeklerimizi yedik, arkadan çay kahve servisi yapıldı onlarıda içtik,
Hepsi çok güzeldi.
Kaptan pilot kalan yolculuk hakkında kısa bilgi verdi, havada fırtına
vardı uçak zaman zaman epey sarsıntı geçiriyor idi, nihayet kaptan
İstanbul hava sahasına girdiğimizi ve alçalmaya başladığımızı, herkesin
yerine oturmesını ve kemerlerin mutlaka bağlı olmalarını tekrar ikaz etti.
Nihayet yerin işıkları görünmaya başladı yerimiz cam önü olduğundan
görebiliyor idik, ben saat ve dakikaya bakıyor idim, uçağın tekerlekleri
yere değdiği anda saat kaç olacak diye yazmak için saati takib ediyor
idim.
Saat (2,45) (2,50) (2,51) (2,52) yukarıda da belirtildiği gibi sanki
ayarlanmış bir vaziyette saat tam (2,53) te tekerlekler yere ilk teması
yapmış oldular. Bende bu işe hayret ettim, eğer bu saat ve dakikada
uçağın tekerleklerinin yere temas etmesi için belirli özel bir program
yapılsa bile aynı dakikası itibarile gerçekleştirilmesinin pek mümkün
olamayacağını zannediyorum, Türkiye saati ile (1,53) idi. Daha sonra
bavulları beklerken Er…. da aynı dakikalarda iniş halini takib etmiş o da
bana uçağın tekerleklerinin yere değdiği, Türkiye saati ile (1,53) tü dedi,
bende tebessüm ederek, aynı dakikayı bende aynı şekilde tesbit ettim
dedim. Böylece saat ve dakika şahitli ve ispatlı olmuştu.
Nihayet yere inen uçak nihayet pistinden kendi park edeceği alana
yavaş yavaş geldi ve durdu, bu arada uçağın çıkış kapısına merdiven
yanaştırıldı uçak olduça büyük idi tahminen (300) kişilk olabilirdi, içerisi
236
çok kalabalık idi yavaş yavaş uçaktan çıkış başladı, merdivenlerden
inerken hava alanını durumunu görünce, işin vehametini daha yakından
görünce hayret etmemek mümkün değil idi, Yerler oldukça yüksek kar
tabası ile kaplı idi, görebildiğimiz bütün uçak ve hava yolu vasıtaları
adeta beyaz birer örtü ile kaplanıp görülmez hayaletler halinde idiler,
bizi gümrük pasaport alanına götürecek olan otobüs iki metre kadar
ileride olduğundan yerler de kar ve su yığınları ile olduğundan ayakkabı
seviyesini geçtiği için yere basma olanağım yok idi çünkü ayağımda
orada giydiğim terlikler vardı. Rahat diye öyle gelmiştim.
Bu durumda önümüzdeki hava alanı otobüsü de dolmuştu, arkada
sırada bekleyen diğer otobüse binmek için beklemeye başladık, birinci
otobüs patanaj yaparak zar zor hareket ettikten sonra, bu durumu gören
ikinci otobüsün şöförü, daha temkinli hareket ederek otobüsünü,
merdivenin önüne kadar getirdi böylece bizde yerdeki sulara ve karlara
dalmadan, ayağımızı otobüsün içine basarak, otobüse girmiş olduk. Epey
bir yolculuktan sonra pasaport kontroluna geldik, sıramız geldiğinde de
kontroldan geçip, bagajlarımızı almak için, (11) ci bagaj alma sahasına
giderek, ora da bagajların gelmesini beklemeye başldık.
Aradan epey bir zaman geçmesine rağmen bagajlar bir türlü
gelmiyor idi, nihayet bagaj sahası hareket etti dönmeye ve oda kendi
çevresinde turlamaya başladı, bavullar da birer birer görücüye çıkan yeni
malzemeler gibi dönmeye başladılar. Sahipleri önlerine gelen bavul veya
eşyalarını alıp yanlarına veya alan arabalarına koyuyorlar idi. Nihayet
epey bekledikten sonra bizim bavullar da geldi onları da alan arabalarına
koyduk ve zem zem, sularını beklemeye başladık, gene epey zaman
geçti, bu arada iki adet zem zem kutusu önümüzden gelip geçmekte idi
birinin üstünde Sabri diğerinin üstünde de Bursalı biri yazıyordu, fakat
onları alan olmadı, bende içimden lâtife olarak maşeallah (Sabri) ne
sabırlı imişler dönüp durdular dedim.
Daha sonra haber aldıkki zem zem leri getiren paletli yük taşıyıcısı
devrilmiş ve zem zem ler yerlere dağılmış onları tekrar toplamak için
biraz daha zaman geçmiş. O yüzden gecikmişler. Zem zem lerde
önümüzden geçmeye başladılar nihayet bizim zemler de geldi onlarıda
alıp dışarıya çıkmaya başladığımız da aradan (3) saat geçmiş idi. Bu
arada Nüket Anne çok yorgun olduğundan daha evvel dışarıda
beklemekte olan Cem’lerin yanına gidip orada parkta olan arabaya gidip
orada beklemeye başlamış idi.
Nihayet bizde alanın çıkış kapısından çıkarak bizi beklemekte olan
cem ve Erkan oğlumuzla buluştuk, biz oto parka arabaya doğru gitmek
için yolun karşısına doğru geçerken Er…. ve Nu… kızımızda babalarının
evlerine gitmek için, bir taksi tuttular, böylece her ikimizde evlerimize
gitmek üzere yollarımıza çıkmış olduk. Hava epey soğuk ve yol
kenarlarında hep karlar vardı.
Nihayet evimize geldiğimiz zaman saat (7,30) idi. Suudi Arabistan
saati ile (19/02/2015/Perşembe günü) saat (13/00) te çıktığımız Türkiye
ye dönüş yolculuğumuz, (20/02/2015/Cuma) günü Türkiye saati ile
237
(7,30) da (19/saat/ 30 dakika) sonra bitmiş oldu. Cem ve Erkan da o
gece bizle beraber uyumamış oldular. Böylece güzel bir umre ziyaretimiz
daha sona ererek hatıralarımızın arasına karışmış oldu, Elde kalan bu
notlarımız oldu, bunlar okunduğu zaman tekrar bu hatıralar yaşanır,
canlanır hale gelir.
Cenâb-ı Hakk hepimizin, Umrelerimizi kabul buyursun, bu arada,
sebeb olan ve hizneti geçen bütün kardeşlerimize gurubumuz adına çok
çok teşekkür ederiz, her şey çok güzeldi otellerimiz, yemeklerimiz ve
şirketin elemanları da çok iyi ve çok ilgili idiler. Onlarında hepsine ayrı
ayrı teşekkür ederiz. Cenâb-ı Hakk hepsinin işlerinde kaolaylıklar nasib
etsin.
Yerimizden çıkıp ezeli sıla-i Rahmimiz olan Rabb’ımıza sıla-i Rahim
yaptık oradan da gene kendi suret evimize dönerek, bedeni sıla-i
Rahmimizle birlikte iki yönlü yapmış olduk. Rabb’ımıza ve emeği geçen
her kese tekrar teşekkür ederiz, Cenâb-ı Hakk arzulu olan herkese nasib
etsin İnşeallah.
Ne güzeldi, ne güzeldi, ne güzeldi, ne güzel,
Ne özeldi, ne özeldi, ne özeldi, ne özel.
Hem güzeldi, hem özeldi, hem özel.
------------------Böylece bunlar,
bizi
mekke’den
ciddeye
getiren
(Remzi)
kardeşimimzin ismi gibi hepsi birer “rumuz/remiz” hatıra olarak bu
yazılarımızla yerlerini aldılar. Her okunduğunda o günlerin tazeliğnde
yaşanacaklardır.
------------------Bu vesile ile özünde, sıla-i Rahimden bahseden, Nerede’dir yârin
yolu?..
Nusret Babamın, “bir âlemden bir âleme” adlı şiirini ilâve edelim.
------------------Nerede’dir yârin yolu?..
Bir âlemden bir âleme, devren geldim bu âleme.
Hasret kaldım ol Âdeme, nerede’dir yârin yolu.
Gece gündüz demedim ben, yola düştüm giderim ben.
Ararım her sabah erken, nerede’dir yârin yolu.
Ben bir garip biçareyim, bağrı yanık âvareyim.
Aşk od’una pervaneyim, nerede’dir yârin yolu.
Gökte sordum meleklere, ay yıldıza feleklere.
Acırım ben emeklere, nerede’dir yârin yolu.
238
Tâ sübha dek Mevlâ derim, bazen yâ hû yâ Hakk.derim
Eyvâh demem Allah derim, nerede’dir yârin yolu.
Nerde kokan gülleri, nerede öten bülbülleri.
Bulabilsem Erenleri, nerede’dir yârin yolu.
Dolaşırım solu sağı, aşarım ben taşı dağı.
Nerede vuslat durağı, nerede’dir yârin yolu.
Gurap değil bir garibim, hakla zengin bir fakirim.
Öksüz yetim bir hakîrim, nerede’dir yârin yolu.
Dosttan haber verin bana, sende gel benimle ara.
Bakmayın pek öte yana, nerede’dir yârin yolu.
Göz yaşımla söndüreyim, cehennemi yok edeyim,
Soran varsa söyliyeyim, nerede’dir yârin yolu.
Müjde müjde buldum yari, hilâfım yoktur vallahi.
Gözümden bakar billâhi, bize varır yarin yolu.
Cennetlerden cennet beğen, hurilerden huri beğen.
Bütün bunlardan vaz geçen, bize varır yarin yolu.
Sabahları konyadayım, ikindiyin uşşaktayım.
Her gece Beytullahta’yım, bize varır yarin yolu.
Ahımla âlem kül olur, nefhamla yaprak gül olur,
Âşık bir gün mâşuk olur, bizde biter yarin yolu.
Nusreti bul vuslata er, gönlüne gir kâ’be’ye er.
Sözümden aldınsa haber, bizde biter yarin yolu.
------------------------
Euzu Billahi mineşşeytanir racîm
Bismillahirrahmanirrahiym. Ay…..
26.09.2014 Cuma akşamı, Umreye gitmeden yapılan bir sohbetin
kaydı. Faydalı olur diye onlarda buraya aktarıyorum.
Umre hazırlıkları olduğundan mevzu ile ilgili küçük sorular var.
Onları cevaplamaya çalışalım onlara bir bakalım.
239
Umre ve Hacca gidildiğinde rükünlerinden başlıcalarından bir tanesi
şaftların birlikteliğinde tavaf ondan sonra da say gelmekte. Tabi her
yerde olan beş vakit namaz orada da olmakta ancak bütün bunlar
sıradan olarak yapılıyor iken, klâsik manada herkes tarafından yapılıyor
iken bâtın âleminde mana âleminde olan bunların değişik tatbikatları da
var. Tavaflarda bu değişik tatbikatlar, klâsik tatbikatlar yapıldıktan sonra
yani görevler yapıldıktan sonra, kişilerin kendi irfaniyetlerinde 3 değişik
tavaf şekli vardır. Bunların bir tanesi isimlendirmek gerekirse; Uluhiyet
tavafı bir tanesi risalet tavafı bir tanesi abdiyyet tavafıdır. Risalet
tavafına İbrahimiyet tavafı da diyebiliriz, çünkü onunda hatırası vardır
orada. Onun orada koskocaman bir makamı vardır. Kabe-i Muazzamanın kapısının tam karşısında kapı cihetinin tam ortasında. Makam-ı
İbrahim deniliyor bak ne kadar müthiş bir şey. Ve orada ondan
bahsederken makam-ı İbrahim de yusalli sizinde yeriniz vardır diye
ümmete söyleniyor. Haa, orada yer tutunuz diye ümmete söyleniyor. Bu
mevzuun geniş izahı (6Peygamber-3-İbrâhim-a.s.-) isimli kitabımızda
vardır dileyen oraya bakabilir.
Ve bu, ümmet için bizim için, çok büyük bir ikaz ve yönlendirme,
destek, ufuk. Hedef gösterme. Sizin yeriniz vardır makam-ı İbrahim de
musallâ da sizin yeriniz vardır diyor bakın. Manen bizim orada yerimiz
var ruhen manen. Fizikken de yerimiz vardır. Gittiğimiz de o yeri
kullanıyoruz bakın işte. Tavaf ettiğimiz anda oradaki yerimizi vaat edilen
yerimizi buluyor kullanıyoruz. Nerede namaz kılıyorsak tavaftan sonra
ayeti kerime de o zuhur etmiş oluyor. Ayeti kerime yaşanıyor kişinin
kendi varlığında. Ayeti kerime yaşanmak için zaten, kitap içinde kalsın
diye gelmiyor.
Ayetlerin hepsi bizim yaşamamız ve bu dünya da tatbik etmemiz için
geliyor. Kur’anı Kerim’in bazı yerleri var bu dünya da fiili olarak tatbiki
yok, manevi olarak var fiili olarak yok. Mesela cehennem ehlinden
bahsediyor, bu dünya da fiili olarak cehennem yok cennetten bahsediyor
bu dünyada cennet olarak fiili yok, ama manevi olarak var. Hani diyor ya
Cennet bahçelerine uğrayınız? Cennet bahçeleri neresidir ya Resulullah?
Dedikleri zaman. Dünya da cennet bahçesi var mı diye sordukların da;
haleka zzikra yani zikir halkalıdır cennet bahçeleridir diyorlar. Ehli tarikat
bu hükmü yaptıkları zikir halkalarını cennet bahçesi olarak ifade
ediyorlar. O mertebede doğru haklıdırlar. Ancak zikir halkaları tevhid
halkalarıdır gerçek mana da. Allah’ın zâtından bahsedilen zâti bilgilerin
olduğu halkadır zikir halkası. Tefekkür de olan düşüncedir ve o tefekkürü
gerçekleştiren kişi de bir halka hükmündedir. Cennet bahçeleri oralarıdır.
Gönül âleminin gönül cennetidir.
Bu tavafın genel olarak yapılışından bahsedelim. Demin bahsettik de
kayda girmedi. klâsik ma’nâ da yapılan tavafın dört türü vardır. Birisi
şeriat mertebesinden şeriat metresinde olanların tavafı, ikincisi tarikat
mertebesinin tavafı, tarikat mertebesinde olanların tavafı, üçüncü hakikat mertebesinde olanların tavafı, dördüncüsü marifet mertebesinde
olanların tavafıdır.
240
Şeriat mertebesinde olanların tavafı bilindiği gibi sayısal olarak yerine
getirmek rükünleri yerine getirmekle bitmiş oluyor. Tabi onların da orada
kendilerine göre duyguları muhabbetleri oluyor. Duygusu olmayan oraya
gelmez zaten. Diğeri tarikat mertebesinde olanlar; biraz daha kalıp
kıyafete önem vermekteler ağırlık vermekteler biraz daha ciddi
tutmaktalar ancak burada şartlanmalarda devreye girmekteler. İşte biz
şuyuz işte biz buyuz. Biz bu yoldanız şu yoldanız diye farkında olmadan
biraz benlik oluşumu oluyor o sahada. Birileri bir araştırma yapmışlar bu
hususta vardığı netice şu olmuş.
Dervişlerde gördüğüm benliği hiçbir kimsede görmedim demiş. Tabi
belki öylelerine rastlamış, bu demek değil tabi tüm dervişler öyle benlik
üzere. Ama genelde bu kendilerine işte kıyafetleri saç sakal potur şunlar
bunlar sûri görüntüler, biraz benlik yapar ve halktan ayrı görürler
kendilerini. İşte bak sen giyinemiyorsun ben sünneti seniyyeye uyuyorum. Yazın bile pardösü giyiyorum uzun giyiyorum. Şunu giyiyorum
bunu giyiyorum diye halkın dışına çıkarlar biraz benlik yapar bu onlarda
yapmayanları küçük görürler. Tabi onların sorunları bir tespit için onları
tenkit için değil konuşmalarımız ilgilendirmiyor da zâten. Herkes kendi
hür iradesiyle dini nasıl isterse öyle yaşar kimsede buna karışmaz.
İkincisi biraz daha muhabbetlidir.
Üçüncüsü hakikat mertebesinde her bir şaftta dönüşte bir nefis
mertebesinin idrakinde olur. Emmare Nefs, levvame, mülhime,
mutmeinne, radiye, mardiye en sonda en son safiye mertebesinde
selâmı verir. Ki orası 7. ders zaten kitabımızda da 8. fiil olarak namazdır.
O da İbrahim makamıdır. Kitaptaki sayılara bakıyorsunuz asli olaraktır.
Hayali sıralanmış şeyler değildir. 9 Mûseviyettir ve Mûseviyet 9 üzerine
bina edilmiştir. 10 İseviyettir o da 10 üzerinedir. 11 Muhammediyet
12.13.14 zaten bunun ifade ediyor.
Üçüncü tavaf şekli yedi nefis mertebelerinin idrak edilerek dönülmesi.
4.su ise sıfatı subutiye; hayat, ilim, irade, kudret kelâm irade semi basar
ve helezon olarak yukarıya çıkıştır. Bakın ne kadar farklı tavaflar
birbirinden. Ve bu yapıldıktan sonra selâm verilir namaz kılınır o tavaftan
son selâm verip çıkarken selâm yerine gelirken biraz çevreyi
genişletmek lâzımdır. Yani dışarıya doğru çıkmak lâzımdır ki ortadan
gidersen selâm bittiğinde kalabalığın içinde kalırsın zarar verirsin
dönenlere ama dışarıdan böyle çıkarsan kenara çıkıverirsin sonra
dolaşıverirsin arka taraftan makam-ı İbrahim’in yanında namazını
kılarsın arkasında. Şimdi ne yapılıyor orada? O onu tutuyor o onu
tutuyor bir kişi namaz kılacak diye gelen ona çarpıyor dalganın geldiği
gibi pat ona çarpıyor geri gidiyor dalganın geldiği gibi. Bu ibadet değil ne
olacak 10 metre arkada nazmını kıl ne olacak yani. Açılsa da imkân olsa
da Kâ’be-i Muazzamanın içi gibi geniş olsa makam-ı İbrâhim. Makam-ı
İbrâhim in içinde namaz kılsa ne olacak ki? O iki ezeli aşık bize biraz
sıcak geliyor ne yapıyoruz klima açıyoruz cam açıyoruz vantilatör
açıyoruz serinlemeye çalışıyoruz. Bak 24 saat 12 saat diyelim güneşin
altında Kâ’be-i Muazzama ve Makamı İbrâhim birbirlerinin aşıklısı olarak,
bakın birbirlerinden hiç bıkmadan, nasıl bir muhabbet?
241
Birisi muhabbetten kararmış diğeri sararmış. Aşklarından birbirlerine
tabii bir türlü de kavuşamıyorlar nedense. Sembolik olarak. Allah’ın
orada görüntülerde o kadar muhteşem bir hakikati sergilemesi var ki?
Hayran kalmamak mümkün değil. ve orada İbrâhim (a.s.)in izi var
Kâ’be’ye doğru ayak izi sağa sola doğru değil. Niye öyle rast gele
koymamışlar ancak benim ayak izimden Zat’a ulaşabilirsin diyor. İşte biz
Makam-ı İbrâhim vasıtasıyla İbrahim (a.s.) ‘ın ayak izlerini takip
ediyoruz oda bizi Hz. Muhammed (s.a.v)’e götürüyor. O da Kâ’be'ye
götürüyor. Şimdi bunlar olduğu gibi birde çok özde olan tavaf var ki; bu
bilinen bir şey değildir.
Cenab- Hakk’ın lütfüyle işte bilmeye çalışıyoruz. Tatbik etmeye
çalışıyoruz. Şimdi ey kulum bu yaptıkların nefsin için oldu benim için
yapmayacakmısın bir tavaf yani? Bütün bunları yapan benim, sana veren
benim, sahneyi kuran benim, sana hayat veren benim bu kadar hatırımız
yok mu? Hadi yap bakayım benim içinde bir tavaf. Tamam eyvallah! O
öyle der de risâlet mertebesi demez mi? Biz neciyiz burada? Hadi
bakalım o kalabalık içersinde. Yorgun argınlaşmışsın, yok diyor öyle şey.
Yatmak yok hadi bakalım. Hadi bir tavaf daha yaparsın. Uluhiyet tavafı.
Ya Rabbi senin hükmünle bütün bunlar oldu, hayatı sen verdin tabi ki
senin içinde bir tavaf yapacağız.
Gerçi onun bizim tavafımıza ihtiyacı yok o ayrı konu da bizim O’na
ihtiyacımız var. Ondan sonra işte, O da aynen öyle yapılır. Ama oradaki
okunacak şeylerde bir başkadır tabi ilâhi tecelliler. Kitapta var onlarda
hepsi yazıyor neler okunacaksa. O da biter namazı kılınır ondan sonra
risalet tavafı başlar. Resulullah demez mi? Ben neciyim burada? Hatırım
yok mu benim bu kadar? Size bu haberleri ben getirdim. Ben
getirmeseydim nereden bilecektiniz bunları. Eee ondan sonra içeride ki
durur mu? Abdiyyettim durur mu? Biz neciyiz burada? Eee yaptık ya işte
tavaf. Eee nefsin içindi onlar benim için değildi diyor. Hadi bakalım senin
de hatırın olsun. Başlamışken bu işe. Tabi işin bir taraftan esprisini
lâtifesini yapıyoruz ama içindeki hakikatleri var. Cenab-ı Hakk sindirsin
içimize.
Yani oraya gidilecek bunların tatbikatı için değil beş bin lira on bin lira
milyar trilyon lira verilse şu hakikati orada bulmak mümkün değil. ve o
hakikatin vereceği ebedi feyzi dünyanın tamamı verilse, hani “Halaka s
Semavati vel ardi ve ma beynehume” arasında olanlar, semavat, arz
ve arasında olanların hepsi verilse şu hakikati idrak etmek. Ve
hatırınızda olsun gidecek olanlar 3-4 gün önceden hatıralarını yazmaya
başlayacaklar. Defter açık olacak hazır olacak, hemen çantada keklik
çanta da olacak ne gelirse hatıra, ne görürsek, nasıl bir sembol görürsek
not alınarak alınacak sonra temize çekilecek sonra bize gönderilecek
sonra 2015 umre dosyası oluşacak inşeAllah.
Şimdi tavafı anlayabildik biraz. Anladık. Şimdi orada özel olan
namazlarımıza
gelelim.
Herkesle
beraber
kıldığımız
5
vakit
namazlarımızın Medine-i Münevvere’ye has olan ve Peygamberimiz
(s.a.v)’in mübarek kabri şeriflerinin arkasında olan ashabı suffanın yeri.
Görmüşsünüzdür belki kabri şerifin içerisinde, arka tarafta o kapalı yerin
242
arkasında bir boşluk var onun arkasında tırabzanlı şöyle bir basamakla
yukarıya çıkılan biraz yüksekçe bir yer var. Ashabı suffa deniliyor onlara
sofa ashabı, 250 ile 400 kişi arasında değişirmiş. Peygamberimizin
eğitimini yaptığı sahabilerin, evsiz barksız olanların ama ilim ehlinin
bulunduğu korunduğu diyelim yerlermiş.
Bir gün Hz. Ayşe validemiz diyor ki Peygamberimize “Ya Resulullah
evde yiyecek yemek yok.” “Ya Ayşe sen neden bahsediyorsun ben daha
ashabı suffanın rızkını tamamlayamadım.” Diyor. Ashabı suffanın rızkını
tamamlayamadım sen neden bahsediyorsun diyor yani sen bizi bırak
onlar aç onlara evvela rızık bulalım. Zaman zaman 400 kişiye kadar
çıkarlarmış. Ne yerler ne içerler o gün orası bugünkü kadar geniş bir yer
değil ki. Belli zaten orası çevrilmiş. İşte bu Hakikati Muhammediye
namazının kılınacağı yer orası. Makamı orası. İmkan varsa ashabı
suffanın bulunduğu makamın içinde o tırabzanla çevrilmiş, ama orada
yer bulmak mümkün değil. gidiyor oturuyor oraya geceden akşamdan
müsait olduğu bir yerde. O akşama kadar oradan kalmıyor hiç. Kalkarsa
bir daha bulamıyor orada yer.
Kur-an okuyor namaz kılıyor oturuyor. Ashabı suffa gibi tahayyül
ediyor halini. Sahabe-i kiram devrinde ashabı suffa gibi. Eee bu
düşünülür tabi, o kişinin hayalinde nefsi hayalinde değil gerçek hayalinde
oluşturduğu düşünce tarzıdır. Ne kadar zaman orada kalabilecekse onu o
şekilde daha çok değerlendirmeye çalışıyor. Ama başkalarının da
hakkının olduğunu düşünse orada o kadar oturmaması lâzımdır. Kendi
oturduğu sürece başkalarının hakkını gasp etmiş oluyor orada bunun da
farkında değil. ama iyi niyetle yapıyor. Ama bir şey iyi niyetle de yapılsa
başkalarının hakkına geçiyorsa ona iyi niyet denmez.
Eğer orada yer yoksa onun arkasında. Arkasında daha arkasında yani
mutlaka kalabalığı yaracağız, heyt siz çekilin bakalım biz şimdi Hakikati
Muhammedi namazı kılacağız bize yer verin gibi, işte neresi uygunsa,
sâkin olan bir yerde. Uygun olursa biz onu cemaatle kılıyoruz. Nafile
namaz cemaatle kılınmaz ama o özel bir namaz olduğu için o şeri'i
hükmün dışındadır. Çünkü özel bir namaz beş vakit namaz gibi günlük
ve kati kaideleri olan bir hüküm değil herkese âmir olan namazda değil.
ancak ehline irfan ehline ait bir namaz bu. Onlar içinde kayıt olmaz.
Namaz öyle kılınacak böyle kılınacak diye rükünleri yerine getirildiği
zaman o iş tamdır. Şimdi buradan şöyle sayalım. Rekatlarını sayalım
mescidi nebevide kılınacak, 6 rükünlü 20 rekatlı Hakikati Muhammedi
Namazının izahıdır. Krokisi de burada, şurası ashabı suffa mevki ashabı
suffanın içi veya onun arkası eğer kalabalıktan mümkün olmuyor ise
mescidin herhangi bir yerinde de kılınabilir. Ama en güzel yeri orasıdır.
Çünkü hatıra orada yaşanmıştır. Ashabı suffa da yaşanmıştır bu hatıra.
Genel niyeti: Niyet ettim Hakikati Muhammediyenin toplu olarak 20
rekatlık namazını kılmaya denir. Daha sonra aşağıdaki niyetler ile devam
edilir. Diğer niyetler olmasa da olur çünkü baştan 20 rekat teravih
namazına niyet ettim dendiği zaman başkalarına gerek kalmıyor. Ama
söylenirse de olur. Ehli zahir bu namazı kabul etmez bidattir der. Ve biz
böyle bir namaz görmedik şimdiye kadar da kimseden de duyulmadı
243
derler ve bidat olarak kötü olarak ifade ederler. Onlar ede dursunlar biz
peygamberimize hürmeten biz bunu kılarız.
1) Niyet ettim 20 rekatlık hakikati Muhammedi namazının 2 rekatlık
ademiyet mertebesinin namazına. Kılınması 2 rekat sabah namazının
farzı gibi. kıldık selâm verdik.
2) niyet ettim 20 rekatlık Hakikati Muhammedi namazının 4 rekatlık
İbrahimiyet mertebesinin namazına. İbrahimiyet öğlen namazı. Kılınması
öğlen namazının 4 rekatlık farzı gibi.
3) Niyet ettim Hakikati Muhammedi'nin 4 rekatlık
mertebesinin namazına. Kılınması ikindi namazının farzı gibi.
Mûseviyet
4) Niyet ettim Hakikati Muhammedi'nin 3 rekatlık İseviyet
mertebesinin namazına. Kılınması akşam namazının 3 rekatlık farzı gibi.
5) Niyet ettim Hakikati Muhammedi namazının Muhammediyet
mertebesinin namazını kılmaya. Kılınması yatsı namazının 4 rekatlık farzı
gibidir.
6)Niyet ettim Hakikati Muhammedi namazının 3 rekatlık vitriyyet
mertebesinin namazına. Kılınması aynı vitir namazı gibidir.
Tamamı 20 rekat olup toplamı ferdiyettir. Bakın vitriyyet ve ferdiyeti
bir arada toplamaktadır ki kitapta ki mevzuda da aynen geçmektedir. 20
-2=18 sabah namazını çıkarttığınızda 18.000 âlem içindedir. Geriye
kalan 2 ise bütün bunların zâhir ve bâtın fenâ ve bekâ idrakiyle
yaşanması diyebiliriz. Ve bu hakikatleri açtığı için Rabbimize şükrederiz.
Kılabilenlerin ibadetlerini Cenab-ı Hakk kabul etsin inşallah.
Eğer
niyetlerde ki sözler zor gelirse yukarıda belirtilen ilk niyet yeterli olur.
Aynen 5 vakit namazın farzları gibi. Zaten Cenab-ı Hakk bize bunları
kıldırıyor bakın 5 vakit namazı kılan kimse farzları ve vitriyle beraber
Hakikati Muhammedi namazını her gün kılıyor kıldırtıyor kılıyoruz. Ama
bilincimiz yok. Ha desinler bakalım olmaz bu namaz. Bidattir diye.
Bidattir dese kendi zaten tatbik ediyor kılan kimse. İşte Hakikati
Muhammedi diye Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hakikatini idrak ettiğimiz
zaman biz ancak onu tanımaya doğru gitmiş oluyoruz. Aksi halde Medine
de yaşadı Mekke de yaşadı işte şu çocuğu oldu şu kızı oldu, annesi
buydu babası buydu demek, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in suretini
aktarmak nakil etmek demektir sadece. Hz. Muhammed (s.a.v.)’i
tanımak değil. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Hakikati Muhammedi'siyle
Hakikat-ü Ahadiyyetül Ahmediye'siyle tanımak mümkündür ancak. Evet,
bu Medine’de kılınacak olan Hakikati Muhammedi Namazı, 20 rekatlı, 2
rekatını çıkarttığımız zaman 18 olmakta bütün âlemleri vitriyyet olarak
ferdiyetin de içine almakta. 2’si de zâhiri ve bâtını ile bu işler olmakta.
Şimdi bir de tavaflar bittikten sonra Mekke’yi Mükerreme de insânı
kâmil namazı vardır. Bu namaz cemaatle olacak bir namaz değildir,
çünkü rükünleri değişik yerlerdedir, Hakikati Muhammedi namazı bir
yerdeydi, durulduğu zaman hepsi bitirilebiliyor idi. 20 rekat bir
başlangıçta 6 selâm da bitiriliyor. 6 olması da 6 ciheti kaplaması
244
bakımından. Üst-alt sağ-sol ön-arka 6 cihet bundan başka da cihet yok
zaten bu âlemde.
Kâ’be Beytullah’ta insânı kâmil’in namaz seyri;
Bu biraz karışık ama yerleri değişik karışık dediğim o. Aslında
karışıklığı yok. Sırayla takip edildiği zaman o kendi seyrini almış oluyor.
Bu tavaftan sonra kılınacak bir namaz. Zâten bunun başlangıcının
şifresini bize vermişler. Nedir o şifre? Tavaf namazından sonra makamı
İbrahim’in arkasında kılınan 2 rekat namaz, insân-ı kâmil namazının
başlangıcı. Onu kılan zaten insanı kamil namazına başlamış oluyor. Ama
arkasının farkında olmadığı için, yarım kalmış oluyor. Şimdi bu tavaf
namazının burada kemâli vardır. Ve bitmesi vardır tamamlanması vardır.
Devam ediyor namaz. Şimdi evvelâ tavaftan sonra 2 rekat makam-ı
İbrahim'in arkasında 2 rekat namaz. Birincisi 2 rekat namaz. 2.si orada
selâm veriliyor orada bitiyor. Kalkıyoruz oradan arkadan İbrahim
makamından Kabe-i Muazzama ya paralel olarak yanımıza gelen ilk
köşe, İbrahimiyet köşesi hani kapı yüzü var ya hacerul Esvet bir tarafta
bir köşede de kapının yan tarafı, o köşe İbrahimiyet köşesi. Şurası
diyelim buranın hizasına gelmek suretiyle şekliyle buraya gelirse olmaz.
Nasıl tavaftan sonra selâm vererek hacerul Esvet köşesi o yeşil ışıkla
kesiştiği yere yaklaşık olarak geliyoruz. İbrahimiyet, Makamı
İbrahimiyet’in arkasında kılınan 2 rekattan sonra.
İbrahimiyet köşesinde, mertebesinde orada makamı burada
mertebesi, 4 rekat namaz kılıyoruz. İki rekatta tavaftan sonra kıldık.
İbrahimiyet rüknü Iraki kuzey köşesinde o hicir denilen yuvarlağın üst
köşesinde, üst köşesine gelen yerde. Kare bir şey koyun oraya, bir
köşesinde İbrahimiyet köşesinde. Rüknü Iraki yani ırak köşesi, Irak’a
bakan tarafı Kabe-i Muazzamanın kuzey köşesi. İbrahimiyet köşesinde
yani mertebesinde 4 rekat namaz onu kıldık selam verdik.
Devam ediyoruz Kâ’be-i Muazzama’ya paralel olarak hicrin öteki
köşesine geldik orası Mûseviyet köşesinde, mertebesinde 4 rekat daha
kıldık. Oldu 4-8-10 rekat. Devam ettik o köşeden güney köşeden rüknü
yemani hacerul esved köşesinin karşı alt köşesi.
4. Namaz yeri İseviyet köşesinde 3 rekat namaz. İseviyet mertebesi
3 rekat namaz. İseviyet mertebesi 3 rekat namaz ifade ediyor akşam
namazı da onu ifade ediyor ya.
5 Muhammediyet köşesinde, mertebesinde yani hacerul esved
köşesinde 4 rekat namaz. Şimdi döndük Kabe-i şerifi gene geldik
Makamı İbrahim'e. En mühim tarafı burası.
Şimdi, 6. Rükün, 6. Yapılan duruş makam-ı İbrahim’in tam önünde
ve hizasında iki rekat namaz burası şeriat ve marifet makamlarının
birleştiği yerdir. Ve burada kafirin ve ihlas okunarak kılınan namaz
seyridir. Toplamda 2+4+4+3+4+2=19 rekatlı olmakta bu da nedir?
İnsanı kamil mertebesi zâten 19’dur.
Ve o mertebedir. Ve o son kılınan makamı İbrahim de arkasında
başlayan tavaf namazından sonra başlayan insanı kamil namazı ama bu
245
sefer makamı İbrahim’in önünde Kâ’be duvarının önünde. Yeri de tam o
kapı yerinin hacerül esved köşesiyle kapının olduğu cephenin tam orta
yeridir. Onun kılınacak yeri makamı İbrahim’in önündedir. Neden çünkü
o makam, İbrahim makamının önündedir. Ama kişi o namazı kılmaya
başladığı zaman, makamı İbrahim’in arkasındadır. Ama oraya geçtiğinde
kemâle erdiğinde neden, çünkü Muhammedi olmuştur.
Kâmil insândır. Ve yeri de tam o yüzeyin orta yeridir. Orta yerin sol
tarafına bakıldığı zaman marifet mertebesidir sağ tarafı da şeriat
mertebesidir. İşte insanı kâmil, en âlâ mertebeyle en alt düzeydeki
abdiyyet mertebesini bünyesinde birleştirdiğinden onu tanıyan kimse
olmaz. Çünkü nişanı yoktur ki bilinsin. Ve tanınmadığından diğerlerinin
ellerinden tutar hadi bakalım birlikte gidelim diye oradan nereye geliyor
şeriat mertebesine geliyor köşeye İbrahimiyet köşesine hadi bakalım
birlikte şu tavafı da yapalım bunu da yapalım deyip farkında olmadan
onları da oralara götürür. Kimsede ne olduğunu bilmez orada. Ama bir
kimse tarikat mertebesinde yaşıyorsa onun şekli bellidir. Kıyafeti bellidir.
İfadesi vardır. Sarığı vardır poturu vardır şusu vardır busu vardır. İşte
hoca efendi derler alkış tutarlar bilmem ne. Bir ifadesi vardır üstünde.
Yani kayıtlıdır.
Yani bir şekille kayıtlıdır. İrfan ehlinin kaydı yok ki neyle bilinsin. O
da zâten bilinmek istemez. Ne işi var el âlemle. Eskiden hani hikâye
anlatırlar. Padişahlar tebdili kıyafet ile pazara çıkarlarmış. Halkın arasına
girerlermiş. Satıcılar bakalım doğru satış alış-veriş yapıyorlar mı? Halkın
arasında padişahın hakkında neler düşünülüyor lehinde mi aleyhinde mi?
Diye bir araştırmaya çıkarlarmış. Yanında bir güvendiği insanıyla
veziriyle ve yahut birlikte ve orada sivil kıyafet ile olduğu için her hangi
bir kişi gibi pazarda dolaşıyor. Kimisi dirsek atar, kimisi tekme atar ama
padişah saltanatıyla geçse oradan yanına askerler koruyucular falan
bilecek o padişahtır diye herkes hürmet edecek.
Ama tebdili kıyafet halk içerisinde halk gibi yaşadığından o süre
içerisinde kimse tanımaz, o da öğrenir bilir burada bu yapılıyor burada
bu yapılıyor. Ertesi gün çağırıyor, gel bakalım bir görüyor padişahı
şaşırıp kalıyor. A bu padişahmış diye. Bir gün yine böyle sultan Mahmut,
kimse işte çarşıda dolaşıyormuş. Fakirin birisi gelmiş. Şey’en lillâh diye
padişahtan bir şey istiyor. Padişahta çıkarıyor bir sarı lira veriyor. Vardı
kitabın bir tanesinde yazıyordu. Bakıyor, liraya bakıyor padişaha bakıyor.
Padişahım bu yakışır mı size diyor. E ne olacak diyor. Daha verin diyor.
Vermezsem diyor. Vermezseniz sizi diyor halka ilân ederim. herkes gelir
ister bu sefer diyor. Padişahta uyanık, kolay değil öyle orada padişahlık
yapmak, eğer diyor sen beni ilân edersen o elinde ki parada sana kalmaz
diyor. Bölünür çünkü diyor. Kim tanımışsa o para hepsine bölünür. A
tamam o zaman o parayı sen ver diyor. Tabi ondan daha uyanık çıkıyor.
Bunlar lâtifesi işin tabi ama içinde gerçeklerde var. İşte böylece
Cenâb-ı Hakk’ın çok değişik yaşantıları vardır. Biz Cenâb-ı Hakk’ı ötelere
atmışız, uzaklaştırmışız. Uzakta olan Allah ile nasıl ünsiyet yapsın insan
ki nasıl ulaşsın ona. Ama o kendisi diyor ben size şah damarından daha
yakınım. Biz yakıştıramıyoruz ona. Yok, Ya Rabbi sen Haşa sen
246
saltanatında göklerde yukarılardasın biz garipler buralardayız diye güya
onu yüceltiyoruz. Ama unutturuyoruz kendimizden uzaklaştırıyoruz. O
diyor ki “hayır be kulum ben seninle beraberim” ve hüve meaküm eyne
ma küntüm. Ayet bağırıyor bize. Yani kur-anı kerim’in içerisinde o ayet
zıp zıp zıplıyor bize.
Ama biz farkında değiliz. E tabi ya ve hüve meaküm o sizinle ben
sizinle neyse aynı şey biri tarifi biri de kendisi. Ve hüve meaküm eyne
me küntüm, ben sizinle beraberim yahut o sizinle beraber siz
neredesiniz?
Ya Rabbi biz buradayız da sen yukarıdasın diyoruz
yüceltiyoruz O’nu güya. Ehli zahirin Kuran-ı Kerime bakışıyla ehli
hakikatin Batıni bakışı arasında ne kadar fark vardır. Rabbimiz bizi
kucaklamış, aa yok diyoruz ya yok yok sen yukarıdasın, Haşa! Sen
beşeriyetle ilgilenme sen Uluhiyetine bak. Ya kulum ben sana ruhumdan
nefyettim yapma böyle diyor beni atma uzaklara ben seninle beraberim
her an diyor.
Evvel benim Ahir benim Zâhir benim Bâtın benim var mı başka bir
yer bu âlemde diyor. Sen beni nereye atarsan at ben gene buradayım.
Rabbimiz burada idrak edenlerden eylesin bizi Rabbimiz inşallah. İşte
böyle bir Rab’le muhabbet olmaz da kiminle olur? Rabbi attık öteye
kiminle muhabbet edeceğiz? Nefsimizle. Nefsimiz de bize hep oyun
oynamakta. Ama rabbimiz bize oyun oynamaz. Oynasa da güzel oyun
oynar. Hakk oyununu oynar, beşer oyununu oynamaz. Hani diyorlar
la’ben ve laiben onu oyun ve oyuncak zannettiler. Aslında burası tam bir
oyun âlemi vuslat âlemi ayrıca. İşte bir eğitim gerekmekte.
İşte bu eğitimi alanlardan birisi netice de ulaştığı hali ne kadar güzel
ifade etmiş.
Ben bilmez idim gizli âyân hep sen imişsin. Yani ben evvelce böyle
bir şey bilmiyordum. Seni ötelerde zannediyordum bilmez idim gizli âyân
hep sen imişsin, canlarda ve tenlerde nihan hep sen imişsin. Nihan ne
demek? Sır gizli demek. Canlarda ve tenlerde gizli olan sen imişsin,
diyor. Yani gizliye de aşikara da ulaşmış ki bunu söyleyebiliyor. Bu cihan
içre senden nişan ister idim, arardım Allah nerede nasıl göreceğiz bu
Allah’ı diye. Hem şah damarından yakın hem de neredesin madem
yakınsın göster kendini gibilerde. Bizde zannediyoruz ki kapı gibi işte
eşya gibi bir Allah, duvarın içinden çıkacakta aa biz Rabbimizi gördük.
Öyle Rab olmaz ki zâten. O tahsis edilmiş olur. Ona da Rab denmez.
O dilerse öyle de gözükür o ayrı konu da ama adeti değildir. En sonunda
ulaştığı yeri ifade ediyor ki; ahir bunu bildim ki cihan sen imişsin. Var mı
bunun başka izahı. Sonunda anladım ki bütün bu çalışmalardan sonra
Can’ın kendisi sen imişsin. Yukarısı da sen aşağı denilen yerde sağ da
sen sol da sen ehli küfürde de sen ehli imanda da sen. Hadi ehli imanı
anladıkta ehli küfürde nasıl anladık o biraz zor işte. O da zor değil.
uluhiyet mertebesinden bakınca, ehli küfürde de olan odur. Çünkü ondan
başka bir varlık yok bu âlemde. Ama yukarıdan baktığımız zaman tevhid
suretiyle baktığımızdan böyledir.
247
Ama yeryüzüne beşeriyete indiğimizde ehli küfür ehli küfürdür orada
kesret vardır ayrıdır. Ehli küfür cezasını görür, ehli iman mükafatını
görür. Şeriat mertebesinin hükmüdür bu da geçerlidir. Ya her şey
Hakk’tır diye bu hüküm kalkmaz ortadan. Bazı tevhid ehilleri, tevhid
mertebesinde, birlik mertebesinde bu hükümleri geçerli kılarlar, şeriat
hükmünü kaldırırlar ortadan bu yanlış bir anlayıştır. Haksızlık olur,
olmaz. Ceza varsa cezadır, mükafat varsa mükafattır. Allah’ın sözü
yanlış olmaz. Onlara azabun elim yani can yakıcı azab vardır hükmü
boşta kalır yoksa o ayet hiçbir zaman boşta kalmaz. Ne denilmişse
öyledir. İrfan ehline göre cehennemde yanan kişide de Hakk’ın varlığı
vardır yalnız orada hayali manada o kişinin hayalidir.
Hayali yanar. Allah mı yanacak şimdi cehennemde. Her yerde Allah
var ise, cehennemde Allah mı yanacak? O manada değil. cehenneme
giden kişilerin hayali orada yanmakta. Nusret babam (k.s.) öyle der bir
şiirinde; cennetinde gezen de ben cehennemde yanan da ben, arş
üstünde dönen de ben beni kaldır gör Allah’ı, diyor. O öyle devam eder
uzunca bir şiirdir. Mevlâ rahmet eylesin onlar bizim ceddimizin mirasları.
Nüket Anne: Bahar içre baharım ben, heyulâyı cihanım ben, Aşk
derdine devayım ben, beni kaldır gör Allah’ı Zaman içre zamanım ben,
Terzi baba: o şöyle başlıyordu öyle zannediyorum. Bir âlemden bir
âleme Devren geldim bu âleme Hasret kaldım ol Âdeme Nerededir yârin
yolu? diye devam eder. Şimdi yok metin elimde. Yazılı da kitaplarda
hangisinde Divan 3’te var bunların hepsi. Nasıl muhabbeti vardı Nusret
Babamın, O’nun şiirlerine biz ulaşamadık. Duygusallık hali çok ilerideydi
onun.
Nüket anne: hepsini biliyordum ezbere ama bir yaştan sonra
unutuluyor.
Terzi baba: Ee tekrar edilmeyince. Hem öyle hem bizim ağırlığımız,
tevhidi konular yani ilmi konular olduğu için zamanımızda kalmıyor…
Nüket anne: Bana bir hâl oldu bugün Ey ahbablar sizde duyun
Kalmadı hiç eski huyum Açıldı gönülde kuyum Ah aman Allah Allah Allah
Canım Allah Allah Allah
Terzi baba&Nüket anne: Her an bülbül gibi ötem Hemen uçup Hakka
gidem Allah Allah deyip dönem Arşa çıkıp yere inem Ah aman Allah Allah
Allah Canım Allah Allah Allah, diye bir ilahimiz vardı öyle okurduk.
Ehli zâhir/şeriat, bu sahada menzili yolu olmadığı için bunları
bilmezler sadece surette ki sayılara takılmışlardır onlar. Surette ki
hareketlere takılmışlardır. Demin namaz hakkında bir mevzu vardı
devam ederiz derken orasını geçirdik şimdi namaz kılarken harfler
isimler Adem, Muhammed yazılıyordu ya. Bir yönüyle namazın
hususiyetlerinden olan kıyam, bitkiler makamıdır. Bakın kökü sabit yerde
ve yukarıya doğrudur. Ve bu da kıyamdır, bitkiler kıyamda dururlar bir
ömür boyu kıyamdadırlar.
Biz kıyamda ne kadar dururuz 1 dakika 2 dakika 5 dakika en fazla
dayanamayız sonra o rükünün de başka makamı var bir sonrasında onu
248
anlatalım. Rükûya geldiğimiz zaman hayvanlık mertebesini yaşamaktayız. Kıyamda bitkisel, nebat bitkiler. Rüku de hayvanlık mertebesi,
secde madenlik mertebesini yaşamaktayız. Tahiyyatta da insanlık
mertebesini yaşamaktayız. Zaten 4 hâl var. Namaz bunları temsiline
almış olmakta. Neden peki böyle oluyor? Eğer gıdalardan biz yiyecek
gıda almamış olsak bitkilerden yaşayamayız, ayakta duramayız. İşte
gıdalara karşı onların hakkını ödememiz ancak namazla mümkün
olmaktadır. Aksi halde biz gıdaları bedava alıyoruz.
Gıdalar bize kendilerini feda etmiş oluyorlar. Bize harcamış oluyorlar
kendilerini bize açmış oluyorlar. Bizi yiyin, bizi yiyin, bizi yiyin diye bize
lütfediliyor gıdalar ama ben parasını verdim. İşte bir kilo elma aldım,
armut aldım, üç lira beş lira verdim kalbimiz rahat. Armudun parasını
verdik diyoruz, yok canım nerede armudun parasını vermemiz mümkün
değil. hizmet parası verdik bak Ad…. ğim. Aldık bir karpuz verdik üç lira
beş lira o hizmet parası, hizmet parası yetiştirme parası, yetiştirenin
hizmeti. Benzini, çapalaması, sulaması, getirip götürmesi, hizmetinin
parası. Karpuzun, zeytinin, peynirin parası yok. Ödeyemeyiz çünkü.
Nüket anne: bir de pahalı diye konuşuyoruz.
Terzi baba: bir de pahalı deriz. Ödememiz mümkün değil. ödememiz
için bakın bir bizim üretmemiz lâzım bizim olması için, onu bizim
üretmemiz lâzım. Başkasından almak değil. bir zeytinin olması için bize
ait bir toprak olması lâzım. Efendim benim 1,000 dönüm arazim var
köyde ben ağayım. Geç onları sen geç. Daha evvel kim vardı. Deden
vardı daha evvel kim vardı dedesinin babası ve yahut bir başkalarından
satın aldın. Hani bunun ilk sahibi. Mal sahibi mülk sahibi nerede bunun
ilk sahibi. Onlar hayal şeyler. Cenab-ı Hakk vermiş has bel kader işte
kullanıyorsun sende sonradan ona kalacak yahut satılacak yenecek
gidecek. İkincisi suyumuz olması lâzım bize göre bizim bize ait havamız
olması lâzım bize ait güneşimiz olması lâzım, bize ait güneş sistemi
olması lâzımdır.
Bir zeytinin büyümesi için bu güneş sistemi gerekiyor. Mümkün mü
bu? Mümkün değil! o halde biz borçluyuz bakın, bir ömür boyu yediğimiz
gıdalar üstümüze her yediğimizde bir borç yükleniyor. O yüzden işte
çorbayı az içmeye gayret ediyoruz. Fazla yüklenmeyelim diye. Bunun tek
ödenmesi kıyamda ayakta durduğumuz zaman kıyam mertebelerinde,
Elhamdu lillâhi diye okuduğumuz şeyler, yediğimiz gıdalar bize kan
olmakta, o kan vücudumuza gezmekte ve beynimize gitmekte,
beynimizde manaya dönüşmekte, manadan kelama dönüşmekte. pırasa
lahana diye, et diye et daha sonra gelecek lahana neyse pırasa diye
yediğimiz şeyler kana ondan sonra idrake ve ondan sonra lisana
dönüyor. Elhamdu lillahi ondan aldığımız kuvvetle söylüyoruz. Hadi
yeme bakalım da gör ne diyeceksin. Hah bir aşama evvel, birkaç saat
evvel ve ya bir gün evvel lahana pırasa olarak beden mülküne dahil olan
o malzeme, beden mülkünde öyle haşır neşir haline geliyor ki fazlası
ağırlığı bir başka kanaldan, lâtif olan ruh tarafı da akıl ve idrak lisan
kanalından Elhamdu lillahi Rabbil âlemiyn diyoruz bak, biz pırasayı
Elham yapıyoruz.
249
O zaman ancak ödüyoruz borcumuzu. Bunu demediğimiz sürece
borcumuzun ödenmesi mümkün değildir. Ne yapıyoruz hep, aşağıdan
hep telef ediyoruz onları. Harcıyoruz. Ruhani tarafımıza çıkartamıyoruz.
İki namaz arasında işte yediğimiz gıdaların borcunu eda etmiş oluyoruz.
Bir evvelki namaz da yediklerimizi bir sonra ki namazda ödemiş
oluyoruz. Onlar bizden razı oluyorlar o zaman. Bizde merzi oluyoruz.
Aksi halde ibadet etmeyen kişiden onlar razı olmuyorlar. Biz ondan merzi
olmuyoruz Hakkın huzurunda olmuyor. İşte bu kıyasla aynen hayvan,
yediğimiz etlerde aynı manada. Elhamdu, subhane rabbiyel azim,
subhane rabbiyel azim, subhane rabbiyel âlâ dediğimiz zaman, onları
tespih ediyoruz.
Bakın, yediğimiz et hayvan türü yumurta, et, yağ neyse işte hayvan
türü aldığımız gıdalardan güçle o tespihi yapıyoruz. Allah’ın huzuruna
çıkarıp mirac ettirmiş oluyoruz onları. Bizden evvel onlar mirac ediyorlar.
Ve o zaman razı oluyorlar bizden ve haklarını helâl ediyorlar. Secde
yattığımız zaman da, tuzlar, mineraller gibi madeni sular gibi madeni
gıdaları ödemiş oluyoruz üçü gitti. Kıyam gitti bitkilere, rükû gitti
hayvanlara, secde gitti madenlere. Bize de bir tahiyyat kaldı işte o da
Muhammediyet mertebesi. Ama ötekiler yapılmazsa oraya ulaşılmıyor.
Çünkü başta asil olan asli olan direkt durmak. Ve bu 3 mertebe. Bir
mertebesi daha var hareketlerimizin.
Ayakta durmak İbrahimiyet mertebesi, tevhid mertebesi makamlara
göre. Rükû Mûseviyet mertebesi peki niye eğiliyoruz. Ayakta
durduğumuz süre içerisinde Hakikati İlâhiyyenin ağırlığından yükünden
belimiz yavaş yavaş eğrilmeye başlıyor. İlâhi Hakkın karşısında belimiz
eğrilmeye başlıyor. Biz zannediyoruz ki hükmü yerine getirdik. Yani
namazın bir rüknünü yerine getirdik. Değil, o öyle kurgulanmış, perde
olarak söylenmiş. Rüku da neye rüku? İşte birinin hayvanlık
mertebesinin tarifi yaşantısı hakikat itibariyse yükümüzü, İbrahimiyet
makamında giydiğimiz hûllet öyle bir ağırlaşmaya başlıyor ki mesuliyet
almaya başlıyor.
Artık ayakta duracak mecalimiz kalmıyor rükûya ve ellerini destek
yapıyorsun. Kalk bir rüknü de göster bakalım. Rüku yap. Bak,
düşmemek için dizlerini destek yapıyor ellerini. Yük sırtına bindikçe
bindikçe ağırlaşıyor yani mesuliyet ağırlığı, sıklet ağırlığı değil. ve tenzih
mertebesi öyle ağırlaşıyor ki.
Artık rüku da ayakta duramayacak hale geliyor yere kapaklanıyor.
İseviyet ruhluk, tevazu, hiçlik mahfiyyet hali fenâfillâh hali oluşuyor. İşte
orada yere kapaklandığı zaman hiç, kul tamamen bitmiş oluyor. Ve işte
o zaman Cenab-ı Hakk “ey kulum hadi kalk bakalım” şimdi o bir kalkıyor.
Biraz kuvvet alıyor ama haydi patt bir daha yetmedi bu bir daha yat
bakalım bir daha diyor. İşte ikinci secdeden sonra hadi kalk bakalım sen
bu mukâlemeyi/konuşmayı, yani Rabbinin huzurunda oturmayı Hakk
ettin bakalım diyor. Hadi kalk söyle bakalım ne söyleyeceksin. Buraya
gelinceye kadar tabi birçok yollardan geçti o kul. Birçok yaşantıları oldu.
Ondan sonra oturuyor. Ya Rabbim benim oturuşum senin içinmiş, benim
için değil, diyor.
250
Ni….: orada ettehiyatu lillâhi orada “li/için” var yani aidiyet.
Terzi baba: işte senin içinmiş diyor benim için değil. ettehiyatü benim
oturuşum lillâhi senin için diyor bak.
Ni…: elhamdu lillâhi gibi babacığım.
Terzi baba: gibi evet. Ettehiyyatü Lillâhi vessalavatü
vettayyibat. bak orada salâvatı Hakk’a yapıyor kul. İnne Allah’e ve
meleiketuhu de ise Hakk salavatı kuluna yapıyor. Ne güzel alış-veriş
değil mi? Makam, ne müthiş makam. Yani kendinden kendine. Gönlün
den gönlüne, canından canına. Bak nasıl Kâ’be ile Makam-ı İbrâhim’in
arasındaki muhabbet gibi. Makamı İbrâhim’i birey olarak düşün,
Kâ’be-i Muazzamayı da ilâhi hakikat olarak düşün önünde secde de hep
o zaten. Ettehiyyatü Lillahi vessalavatü vettayyibat. bunun üzerine
Esselamu Aleyke ya eyyühen nebiyy bak işte orada kul risâlet
mertebesinde. Makam olarak ama fiziki ile de abdiyyet mertebesinde.
Uluhiyet mertebesi de kendisinde karşısında yani. Nerede uzakta o
zaman Allah? Uzak Allah ile böyle konuşulur mu? Sen konuşur musun
uzakta olan kimseyle, konuşamazsın ki. Gerçi şimdi perde arkasından
bunlarla konuşuyoruz ama o başka. O, ilham manasında onlar işte
oluyor. Esselâmu aleynâ ve âlâ ibâdillâhissalihîn. İşte HallacMansur kalkıyor tahsis etti Ya rabbi Ya Resulullah burada tahsis etti
diyor. Niye ecmaiyn demedin, Rahmeten lilâlemin’din ya, diye soruyor.
Ee sorar, sorar.
Peygamberimizde çıkıyor ona ruhaniyetiyle Ya Hallac, Ya Mansur sen
bilmez misin ben vahiy ile konuşurum. Kendimden değil ki o söylediğim
söz. Saddakna Ya Resullallah kelleyi vereceğim suç var. Onun üzerine
Hallac-ı Mansur’u idam ediyorlar. Bir sürü hadiseler var duygusallığa
getirirler işte şöyle oldu, böyle oldu o hadiseyi o yönde anlatırlar.
Hakikati daha başkadır ve orada Peygamberimiz (s.a.v.) sohbetlerimizde
de mevzu olduğu gibi, Cevamiul kelim olduğundan ve âlâ ibadillahissalihîn cümlesi ve âlâ ibadillahilecmaindir. Peygamberimiz (s.a.v.) yanlış bir
şey söylemez. Neden ecmaindir? Bahsedildiği gibi bütün canlılarda
Hakk’ın zuhuru varsa, Hakk’ın bir isminin bir zuhuru varsa, zâten
sâlihtir. O halde her varlık sâlihtir. Peygamber Efendimizin yaptığı tahsis
değil, ecmaindir. Ve âlâ ibadillahilecmaindir. Ki Hakk’ın bütün âleme
rahmeti vardır zaten bu âlem rahmet üzere kuruldu. Peygamberimize
vemâ erselnake illa Rahmeten lil âlemin.
Âlemler için rahmet olarak gönderildin. O halde onun tahsis yapması
mümkün değildir. Ama ehli şeraite karşı söylenilecek, gizlenecek bir
mana vardır. Ehli şeriat bunu genel olarak anlarsa, yani birde böyle
bilinirse genelde, cennet cehennemin hükmü olmaz. Hükmü de düşer.
Cennet cehennemde bu âlemin bir şartıdır yaşantısıdır. O zaman Sâlih
diye tahsis etmesi lâzımdır sözle. ama bütün âlemde Hakk’ın bir zuhuru
olduğundan âlemin tamamı sâlihtir. O zaman ecmain demektir oradaki
söz. Evet. Cenâb-ı Hakk bu idrakleri hepimize nasip etsin inşallah.
-------------------
251
Böylece bu kitabımızda bitmiş oldu rabbımıza şükrederiz.
Yazı gönderen kardeş ve evlâtlarımızada teşekkür eder Gene hep
birlikte Umrelerinmizin tekrarını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ederim.
Allah Hakk söyler Hakk’ı söyler.
Muvaffakiyyet Hakk’tan dır.
-------------------
252
Terzi Baba
Baskısı olan kitaplar.
1.
2.
3.
4.
5.
Necdet Divanı:
Hacc Divanı:
İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:
Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri):
Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı
hakikatler:
“İngilizce, İspanyolca”
6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve
Hakikatleri: (Fransızca)
7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):
8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):
9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:
10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:
11. Vâhy ve Cebrâil:
12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:
13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye:
14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve
şerhi
15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah
(a.s.)
16. Divân (3)
19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.
21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.)
22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:
24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)
35. Fâtiha Sûresi:
39. Terzi Baba: (2)
41. İnci tezgâhı:
49. 36-Yâ’sîn, Sûresi:
51. 81-Tekvir, Sûresi:
52. 89-Fecr, Sûresi:
59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.)
60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah:
(a.s.)
61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed:
67. 067-Mülk Sûresi:
91-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)
------------------------------
253
Terzi Baba kitapları sıra listesi
KAYNAKÇA
1. KÛR’ÂN VE HADîS :
2. VEHB
: Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim.
3. KESB
: Çalışılarak kazanılan ilim.
4. NAKİL
: Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif,
İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve
sohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim.
“DAHA EVVELCE ÇIKAN KİTAPLARIMIZ”
(Gönülden Esintiler)
1.
2.
3.
4.
5.
Necdet Divanı:
Hacc Divanı:
İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:
Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri):
Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı
hakikatler:
“İngilizce, İspanyolca”
6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve
Hakikatleri: (Fransızca)
7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):
8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):
9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:
10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:
11. Vâhy ve Cebrâil:
12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:
13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye:
14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve
şerhi
15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah
(a.s.)
16. Divân (3)
17. Kevkeb. Kayan yıldızlar.
18. Peygamberimizi rû’ya-da görmek.
19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.
20. Terzi Baba Umre (2009)
21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.)
22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:
23. Değmez dosyası:
24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)
25. -1-Köle ve incir dosyası:
254
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri:
-2-Genç ve elmas dosyası:
Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr:
Karınca, Neml Sûresi:
Meryem Sûresi:
Kehf Sûresi:
3-Terzi Baba İstişare dosyası:
Terzi Baba Umre dosyası: (2010)
-3-Bakara dosyası:
Fâtiha Sûresi:
Bakara Sûresi:
Necm Sûresi:
İsrâ Sûresi:
Terzi Baba: (2)
Âl-i İmrân Sûresi:
İnci tezgâhı:
4-Nisâ Sûresi:
5-Mâide Sûresi:
7-A’raf Sûresi:
14-İbrâhîm Sûresi:
İngilizce, Salât-Namaz:
İspanyolca, Salât-Namaz:
Fransızca İrfan mektebi:
36-Yâ’sîn, Sûresi:
76-İnsân, Sûresi:
81-Tekvir, Sûresi:
89-Fecr, Sûresi:
Hazmi Tura:
95-Beled-Tîn, Sûresi:
28- Kasas, Sûresi:
İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba:
20-TÂ HÂ Sûresi:
Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi:
6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.)
6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah:
(a.s.)
6 Pey-(6) Hz. Muhammed:
(s.a.v.)
-4-Bir ressam hikâyesi:
İnci mercan tezgâhı
Ölüm hakkında:
Reşehatt’an bölümler:
Risâle-i Gavsiyye:
067-Mülk Sûresi:
1-Namaz Sûrereleri:
2-Namaz Sûrereleri:
Yahova Şahitleri:
Mü-Geceler-Fran-les-nuits:
Îman bahsi:
Celâl ve İkram:
2012 Umre dosyası:
255
75. Gülşen-i Râz şerhi:
76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi:
77. Aşk ve muhabbet yolu:
78. A’yân-ı sâbite. Kazâ ve kader:
79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası.
80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası.
81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları:
82- Mektuplarda yolculuk-M.Nusret-Tura.
83- 2013 Umre dosyası.
84- Nusret Tura-Vecizeler ve ata sözleri.
85- Nusret Tura-Tasavvufta aşk ve gönül.
86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası.
87- Terzi Baba-İlâhiler derleme.
88- Nusret Tura-Divanı.
89- 6-Her şey merkezinde hikâyesi.
90- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1) şerhi.
91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)
92- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (2) şerhi.
93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):
94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara.
95- Terzi Baba-(8) İstişare dosyası.
96- 41-Fussilet Sûresi.
97- 2015 Umre dosyası.
98- Solan bahçenin kuruyan gülleri.
99- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası.
-------------------------
Altı peygamber serisi:
15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah
(a.s.)
21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah:
(a.s.)
24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)
59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah:
(a.s.)
60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah:
(a.s.)
61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed:
(s.a.v.)
-------------------------
Terzi Baba kitapları serisi:
123932798086919599-
1-Terzi Baba-(1)
2-Terzi Baba-(2)
3-Terzi Baba-(3) İstişare dosyası.
4-Terzi Baba-(4) İstişare dosyası.
5-Terzi Baba-(5) İstişare dosyası.
6-Terzi Baba-(6) İstişare dosyası.
7-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)
8-Terzi Baba-(8) İstişare dosyası.
9- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası.
-------------------------
Bir hikâye birçok yorum serisi.
256
25. -1-Köle ve incir dosyası:
27. -2-Genç ve elmas dosyası:
34. -3-Bakara dosyası:
61. -4-Bir ressam hikâyesi:
76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi:
89. -6-Her şey merkezinde hikâyesi.
-------------------------
Dîvanlar serisi:
1. Necdet Divanı:
2. Hacc Divanı:
16. Divân (3)
87- Terzi Baba-İlâhiler derleme.
88- Nusret Tura-Divanı.
-------------------------
Mektuplar ve zuhuratlar serisi:
Terzi Baba İnternet dosyaları:
----------------------------Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
1-2- 3-4-5- 6-7- 8- 9- 10Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
11- 12- 13- 14- 15- 16-17- 18- 19-20Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar .
21- 22-23- 24-25- 26-27- 28-29-30Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
31-32-33- 34-35- 36- 37- 38- 39-40Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
41- 42-43- 44-45- 46-47-48- 49-50Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
51-52- 53-54-55- 56-57- 58-59- 60Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
61- 62-63-65-66- 67-68- 69-70Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
71-72-
Kitaplar devam ediyor şu an Yekün= (99/72=171)
257
NECDET ARDIÇ
Büro : Ertuğrul mah.
Hüseyin Pehlivan caddesi no. 29/4
Servet Apt.
59 100 Tekirdağ.
Ev : 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad.
Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13.
59 100 Tekirdağ
Tel (ev)
: (0282) 261 43 18
Cep
: (0533) 774 39 37
Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/
Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info>
Veb sayfası: Almanya: <www.terzibaba.com>
Radyo adresi (form): <terzibaba13.com>
İnternet, MSN Adresi:
Necdet Ardıç <[email protected]
------------------------------------------------------------------
258

Benzer belgeler