Uğur Can - İstanbul Ticaret Üniversitesi

Transkript

Uğur Can - İstanbul Ticaret Üniversitesi
Interstellar
Film, 2014’ün
Kasım ayında
çıkmasına rağmen;
şimdiden yılın
en çok ilgi çeken
konusu oldu. Filmin kurgulanmış bir hikâye
olmasına rağmen bilime katkılarda bulunduğu
iddia edildi. Peki, neydi bu filmi bu kadar ilgi
çekici hale getiren? SAYFA9’da
Geleceğin Gelenekseli:
“İnternet Gazeteciliği”
Şifalı Taşlara Neden İlgi
Gösteriliyor?
İnternet ortamının gazeteciliğe farklı bir boyut
kazandırdığını belirten
Serkut Bozkurt, buna
rağmen; geleneksel
yayıncılığın hala önde
olduğunu ve uzun yıllar
devam edeceğini belirtti. SAYFA5’de
Taşların, insanlar üzerinde bazı pozitif etkilerinin olduğuna inanılıyor. Biz de bu konuyu merak
ettik; işin uzmanına sorduk. Bülent Kandemir,
merak ettiğimiz soruları
bakın nasıl cevapladı!
10’da
SAYFA
T.C. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
Veliler Dikkat!
Yıl: 1 / Sayı: 1 / Ocak 2015
Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak
Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur Can
Türkiye Esnaf ve Sanatkârları
Konfederasyonu (TESK) Genel
Başkanı Bendevi Palandöken
velileri öğrencilerin eğitim ve
öğretim hayatında dikkat etmesi
gerekenler konusunda uyardı.
Palandöken, öğrencilerin servis
yetkisi bulunmayan ve içinde
servis personeli olmayan araçlara
binmemesi gerektiğini vurguladı.
11’de
SAYFA
League of Legends
Dünya Şampiyonası
Yapıldı
Tüm dünyada 67 milyon kullanıcı
tarafından oynanan League of
Legendsin Kore’de düzenlenen ve
30 gün boyunca
çekişmeli maçlara sahne olan
Dünya şampiyonasını Samsung
Galaxy White kazandı!
SAYFA
12’de
2-4’de
SAYFA
“Süleymaniye
Sokaklarında Bir Gün”
Sülaymaniye Camii’nin kurufasülyecilerinden başlayıp, deynekçi
teyzeye, Suriyeli çocuklardan, Cemal amcaya oradan da kafamdaki
bitlere... SAYFA6-7’de
Her Saniye Sokaklarda Bir
Hayvan Can Veriyor
“Senelerdir aynı, bu dram bitmiyor, bitmeyecek. Çözüm diyorsan bunun çözümü Türkiye
koşullarında çok zor. Biz veterinerler olarak kısırlaştırma yaparak çözüm bulmaya çalışıyoruz
ama sonra bu hayvanlar tekrar
sokağa bırakılıyor. Sahiplendirme çok zayıf, bu işin çözümü
sahiplendirme aslında. Ev ortamında yaşayacaklar ki sokaktaki
bu olaylar bitecek. Belediyeler,
bakanlıklar bununla ilgili hiçbir
şey yapmıyor, sadece toplama
merkezleri var, sadece köpekler
için yapılmış, kediler için hiçbir şey yok. Köpekler o toplama
merkezlerinde sürekli yaşayamıyorlar, operasyon görüp bırakılıyorlar. Bu belediyelerin açtığı barınaklarda sadece köpekler var. “
8’de
SAYFA
İstanbul Ticaret Üniversitesi
gazetesi “Gazetem”e 31. sayısıyla
veda ettik. Yeni yılda içerik, isim
ve tasarımıyla yeni gazetemiz
NegaTif ’in ilk sayısı
okuyucularıyla buluşuyor!
Teknoloji-Toplum İlişkisi Üzerine
12
SAYFA
En Gelişkin Parçacık Hızlandırıcısı 30 cm
11
SAYFA
2
17 senedir sektörün içinde olan, Filistin, Irak, Güney Sudan gibi çatışmaların
yoğun olduğu kriz bölgelerinde foto muhabirliği yapan, Türkiye Gazeteciler
Derneği tarafından onur belgesine lâyık görülen, hayatını mesleğine adamış bir
savaş fotoğrafçısı:
UĞUR CAN
Elif ARSLAN
Uğur CAN
“Amacım, insanlara olanları
gösterebilmek”
“17 senedir objektifin
arkasındayım. 1995 senesinde Show TV’de kamera
asistanı olarak başladım.
Sonra kameramanlığa
geçiş yaptım. Show TV’den
transfer olup Kanal E’ye
Kanal E’den Kanal 9’a
oradan da BRT kanalına
geçtim, bütün şirketlerde
kameraman olarak görev
yaptım. BRT’den Sabah
Gazetesine geçtiğimde ise
20 yaşındaydım. İlk savaş
tecrübemi Sabah Gazetesi’nin beni gönderdiği
Filistin’de yaşadım. Daha
sonra Habertürk’e oradan
da; Doğan Haber Ajansı’na
geçtim. Şu an Doğan Haber
Ajansı’nda çalışıyorum. Benim işim insanlara olanları
göstermek, ben foto muhabiriyim.”
“Aile Boyu Gazeteciyiz”
“Ailemiz gazeteci kökeni olan
bir aile. Babam fotomuhabir,
kardeşim ise kameraman.
Babanız bu mesleği yapınca siz de olayların içinde
büyüyorsunuz. Babam
tüm yaşadıklarına rağmen
fotoğrafa olan tutkumu her
zaman destekledi.
Filistin’e gittiğimde çektiğim görüntülerin o kadar
etkili olmadığını fark ettim.
Sanki fotoğraf makinem
olsa gördüklerimi insanlara gösterebileceğim gibi
hissettim, sonrasında ise bu
tutkumun peşinden gittim.
Bir süre sonra baktım ki
kamera görüntüleri ekrandan akıp gidiyor, insanların
aklında kalmıyor. Fotoğraf
ise insanları etkileyebiliyor.
Ben fotoğrafın özgürlüğünü,
yaratıcılığını seçtim. Fotoğraf
tarihte her zaman önemli
olmuştur. Vietnam Savaşı’nı,
bir fotoğrafın Amerikan
kamuoyunu etkilemesiyle
bitirdiği söylenir.”
3
“Fotoğrafın peşinden
giderken gözünüz hiç
bir şeyi görmüyor. Eğer
fotoğrafçılığa başladıysanız
başka bir meslek sizi asla
mutlu edemez. Fotoğraf, sizi
alır peşinden götürür, takip
edersiniz. Filistin’de iki
İsrail askerinin Filistinli bir
gruba saldırmasını çektim
ve o an bu kareyi fotoğraf
olarak çeksem daha fazla
etki bırakabileceğimi hissettim. Hislerimin peşinden
gidip fotoğrafçılığa geçtim.
Yurtdışında ise kameramanlık, belirli eğitimlerden
geçmeniz gereken bir
meslek. İnsanlar yurtdışında önce foto muhabirliği
yapıp sonrasında kamera-
manlığa geçiş yapabiliyor.
Fotoğrafçılık, beni tatmin
eden bir meslek. Sevdiğim,
istediğim işi yapıyorum.”
“Freelance Türkiye’de
oturmadı”
“Avrupa’daki foto
muhabirler artık
freelance (serbest) çalışıyor.
Ben de freelance çalışmayı, fotoğrafın peşinden
sürüklenmeyi düşündüm.
Türkiye’ de serbest çalışma
kavramı oturmamış, yeni
ortaya çıkan bir kavram.
Bu yüzden riskli bir iş
olduğunu fark ettiğim için
vazgeçtim.”
“İnsanlar Filistin’de Ölümle Yaşıyor”
“Filistin’de ya da Güney
Sudan’da insanlar yoksulluk
içinde yaşıyor. Özellikle
Güney Sudan’da insanların
içecek suları bile yok.
Birleşmiş Milletler’in verdiği suları insanlar almak
için birbirini eziyor. Küçük
çocukların gözlerindeki
kini canlı canlı görebileceğiniz bir yer. Herkes
hasta, her yer hastalık.
Güney Sudan’a girerken belirli aşıları olmanız
gerekiyor yoksa geçişinize
izin verilmiyor. Kadınlar
Sudan’da çocukları sağlıklı
diye mutlu olabiliyorlar.
Bölgede yaşayan tek şey
renkler. Sudan’da insanlar
rengârenk giyiniyor. Bence
renkler Sudan’da umudu
simgeliyor.
Türkiye’den gelen birkaç
doktor arkadaşımla Güney
Sudan’da Kızılay çadırı
açmıştık. İnsanlar çadırın
önünde sıra oluşturup
orada yaşamaya başladılar.
Baraka bile denemeyecek
yerlerde yaşıyorlar. Ateş
yakıp etrafını sazlıklarla
kaplayıp “ev” diyorlar. Ben
Sudan’ı, Filistin’i insanlara
göstermeyi tercih ettim,
bu yüzden bu mesleği
yapıyorum.”
Örneğin, Filistin’de çok
fazla çatışmada kaldım ama
savaş foto muhabiriyseniz
bu göze almanız gereken bir
risk. Hayatınız her zaman için tehlikede. Ülkeye
giriş yaparken içeride olan
veya olabilecek olaylardan
sizin sorumlu olduğunuzu
beyan ettiğiniz bir belge
imzalıyorsunuz. Bu bile
hiç bir şekilde güvende
olmadığınızın sinyallerini
veren bir husus. Ben 20
yaşındayken oraya gittiğimde ikinci intifada(ikinci
ayaklanma) başlamıştı.
Filistin’e 8 yıl boyunca
sürekli gidip gelmem sonucu El-Kassam tugaylarıyla görüşüp fotoğraflarını
çekmem için izin alabildim.
Gizli bir örgütün içine
girebilmem ve medyaya bu
fotoğrafları servis edebilmem benim kariyerimi
olumlu yönde etkileyen bir
gelişme oldu.
Filistin’de çocuklar acı
içinde büyümeyi öğrenmiş, bir sokağın başında
cenaze kalkarken, aynı
sokağın sonunda düğün
oluyor. İnsanlar Filistin’de
ölümle yaşıyor. Hastanelerde aileler, çocuklarının
ölmemesi için dualar
ediyor. Siz kriz bölgesinde
insanların acılarını, sorunlarını kamuoyuna duyurmak için oradasınız.
4
“Bir gazetecinin en büyük silahı tarafsız olmaktır”
“Siz taraflı olursanız, işinizi
yapamazsınız. Biz,
objektifin arkasındaki
insanlar, kelimelerle değil
fotoğraflarla anlatmayı
tercih ederiz. Bazen bir
fotoğraf, bir sayfa yazıdan
veya bir gün boyunca
konuşmaktan daha etkilidir.
Biz fotoğrafı çekeriz kararını bakan göze bırakırız.
Benim işim orada yaşananı
objektif bir şekilde insanlara göstermek.”
“Flash kullanılmaması
konusunda uyardım”
“Filistin savaşı döneminde
Türk gazetelerinin yapmadığı bir iş yapmak,
El-Kassam tugayları adlı
gizli örgütün içine girebilmek ve operasyonlarına dâhil olmak. Gizli bir
örgütten bu izni alabilmek
“Düşünmeye başlarsanız,
iyi fotoğraf çekemezsiniz”
“Savaşta foto muhabirliği
yapmak isteyen insanların
en büyük engelleri aileleri… Yani geride bıraktıklarını düşünmek oluyor.
görüyor, yarın unutuyor.
Güzel işler yapmalısınız ki
yarına da tutunabilesiniz.”
Orada kendi canınızı değil
eşinizin, çocuklarınızın
canını düşünüyorsunuz. Bir
çatışma bölgesine gittiğiniz
zaman, ciddi risk altındasınız. Ve geride kalanları
düşünmek, çekeceğiniz
fotoğrafı bile etkiliyor. Ne
kadar risk alırsanız o kadar
iyi fotoğraf çekersiniz. Eğer
siz foto muhabiri olmak istiyorsanız, her zaman ayakta durmak zorundasınız.
“İnsanların çektiği
fotoğraflar, beni engellemediği sürece rahatsız
değilim. İnsanlar artık
yaşadığı olayları bile
fotoğraflayıp sosyal medyaya yüklüyor. Eskiden polis
telsizi dinleyen muhabirler,
artık sosyal medyayı takip
ediyor. Vatandaşın çektiği fotoğraflar, artık foto
muhabirleri de etkilemeye
başladı.”
Sadece olaya odaklanıp
hiçbir şeyi düşünmemek
zorundasınız, düşünmeye
başlarsanız iyi fotoğraf
çekemezsiniz.”
“Foto muhabirlerinin
sayısı azalacak”
“Her gün farklı bir iş ...”
Bir foto muhabir her gün
farklı bir iş yapmak zorundadır. Bugün güzel bir
iş yaptığınızda ertesi gün
insanlar ‘bugün ne yaptın’
diye soruyorlar. Sürekli kendinizi yenilemek,
sürekli iyi fotoğraf çekmek
zorundasınızdır. Devamlı
iyi şeyler üretmeniz gerekiyor ki akılda kalasınız.
Fotoğrafçılık nankör bir
meslektir, arkanızda sürekli
işler bırakırsınız. Zaman hızlı akıyor. İnsanlar
fotoğraflarınızı bugün
“Ve sosyal medya…”
“Foto muhabirlerin yavaş
yavaş sayısının azalacağını düşünüyorum.
Gazeteler bile modern
hayata yetişemezken, foto
muhabirlerinin zaman
içerisinde gazetelerden
ayrılıp haber ajanslarında
toplanmaya başlayacağını
düşünüyorum.
Daha sonra ise büyük
fotoğraf ajanslarının yanında artık küçük fotoğraf
ajanslarının da kuralabileceğini düşünüyorum.”
Uğur Can, yandaki fotoğraf
ile Vakıfbank – TFMD Yılın
Basın Fotoğrafları 2014
Yarışmasında, özel ödüle
layık görüldü.
için öncelikle güvenlerini
kazanmanız gerekiyor. O
dönemler Sabah
Gazetesi’nde çalışıyordum.
Türk kamuoyunu etkileyen fotoğraflar çektim.
Fotoğrafları çekmek için
izin aldığımda operasyonun
gece olacağını ve katılmak istediğimi belirttim.
Gece operasyon yerinde
fotoğraflarını çekmeye
çalıştığımda, karanlık
çıktığını farkedip çekemeyeceğimi söyledim. Flaş
kullanmama izin verildi.
Onlara flash kullanırsam
bunun tehlikeli olacağını
söyledim. Önemli olmayacağını söyleyip, çekmem
için ısrar ettiler. Fakat
flaşlı çekimden sonra İsrail
uçaklarının seslerini duyduk. Çatışmanın ortasında
kaldım.”
5
Geleceğin Gelenekseli: “İnternet Gazeteciliği”
Serkut Bozkurt, internet ortamının gazeteciliğe farklı bir boyut kazandırdığını,
buna rağmen; geleneksel yayıncılığın hâlâ önde olduğunu ve uzun yıllar devam
edeceğini belirtti.
R. Mina AYDIN - Beyza AKTAŞ
Serkut Bozkut, Posta
Gazetesi İnternet Haber
Müdürü… Gazeteciliğe
uzun yıllar önce, artık
adına geleneksel dediğimiz
ve medyanın ‘basın’ olarak
adlandırıldığı dönemlerde
başlamış. Çeşitli gazeteler
ve televizyon kanallarında
muhabirlik, prodüktörlük, arşivcilik, montajcılık
ve editörlük yapmış. Yani
mesleğe en alttan, ilk basamağından başlayarak yavaş
yavaş yükselmiş. Bu kadar
çok birimde tecrübe sahibi
olunca da adına internet
denilen uçsuz bucaksız ağa
haber hazırlamak konusuna
kolayca uyum sağlamış.
Ona göre yeni medya olarak adlandırılan süreç, kısa
zamanda ve çok büyük bir
hızla yaygınlaştı. Bireysel
kullanı-
ma evlerde başlayıp mobil
teknolojilerin artmasıyla
kısa sürede insanların yaşamında vazgeçilmez hâle
gelen uygulamalar, haberciliği ve haber okuyucularını
“tam olarak olmasa da” az
çok dönüştürmüş durumda.
“Sosyal medyanın günümüzde çok büyük bir yeri
var. Twitter, Instagram vb..
Ama özellikle Instagram,
Twitter’dan daha çok takip
ediliyor. Okuyucular bir
başlık görüyorlar; ‘şurada
katliam oldu’ diye ve hemen merak edip ayrıntısına
bakıyorlar. Haber kanallarında bulamazlarsa akşam
ana haberlerini mutlaka
izliyorlar. Dünyanın her
yerinde en çok ana haber
programları izlenir. Ama
‘entertainment’ haberler; yani genelde popüler
televizyon kanallarında yer
alan haber bültenleridir.
Mesela Star, Fox, Kanal D,
Show TV gibi. Bu kanalların haberleri izlenir. İnter-
netin, televizyonun önüne
geçeceğini sanmıyorum.
Televizyon alışkanlığından
insanlar hayatta vazgeçmez.
Birinci televizyon olur, çünkü en rahattır ve görseldir.
Bu sıralamanın kendini
muhafaza edeceğini düşünüyorum.”
Bozkurt’a göre geleneksel
medya hala en önde. Ona
göre insanlar alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemiyor.
“Tabii ki (gelenekseli)
tercih edecekler, o ayrı bir
lezzet. Elinde tutman gerekiyor, görmen gerekiyor.
Yani yazılı basının çok daha
büyük bir farkı var. İnternet
haberciliğinde, haber çok
daha uzun,
çok
daha zordur.
Gazete gibi haber
veren internet siteleri
daha çok okunurlar. Çünkü
gazetenin okunuşu daha
rahattır, içinde ekleri vardır.
Elinin altında oluşu da sindire sindire okumayı sağlar.
Sıcak gelişmeleri takip
etmeyenler için daha iyidir.
Haber izlemeye dayanamayan insanlar var. Bunu
tercih ederler. Ekleri, bulmacası bu bakımdan daha
doyurucudur. Geleneksel
medyanın bu anlamda bir
erozyona uğramayacağını
düşünüyorum. Geleneksel
medya ile yeni medyanın
uyumunun daha güçlü olacağına inanıyorum. Gazetede gördüğümüz haberin
aynısı tablette de var. Nasıl
okunacağı tercih- tir. Bu
bağlamda geleneksel medyanın bir kaybının olacağını düşünmüyorum.”
Serkut Bozkurt’a göre 2000
yılı ve sonrasında doğan
çocuklar, internetin içine
doğdular. 8-9 yaşına geldiklerinde hepsinin
Facebook, Twitter ve
Instagram gibi sosyal mecralarda birer hesabı oluyor.
Bu, onlar için büyük bir
iletişim ağı. Bozkurt’a
“İnternet ortamında yapılan haberler için muhabir
bulunduruyor musunuz?”
diye soruyoruz.
Bozkurt, haberin
daha çok ajanslardan alındığına
değiniyor ve ekliyor:
“Ağırlıklı olarak haber
ajanslarından haber alınıyor. Çok az yerde muhabir arkadaşlar var. Bizim
muhabirlik yapan arkadaşlarımız var. Sağlık sayfası,
magazin sayfası olsun arkadaşlarımız gidip röportajlar
yapıyorlar. Şehir dışına,
yurt dışına gidiliyor. Kendi
muhabiriniz olması için
bütçeniz olması gerekiyor
ve kurumsal bir yerinizin
olması gerekiyor.”
Bozkurt’un geleceğin gazeteci adaylarına bazı önerileri var. Ona göre meslek
hayatına en kısa sürede,
yani daha öğrenciyken atılmak gerekiyor.
“Gazeteci olmak isteyen
öğrencilerin staj yaparak
çalışma hayatını görmesi
gerekiyor. İnternet, televiz-
yon, yazılı basın haberciliği filan çok önemli değil.
Öğrencilerin haberi öğrenecekleri yerler olması gerekiyor. İletişim öğrencileri çok
tembeller. Çok çalışmaları,
çok okumaları gerekiyor.
‘Ben spiker olacağım’
diyerek, direkt işe başlayan
olmaz zaten. Genelde yaz
döneminde staj yapmak
için başvururlar; ama yaz
dönemi yıllık izinlere denk
geldiği için, buradan pek
verim alamaz- lar. O yüzden, yaz dönemi stajları
‘kelebek’ gibidir. Öğrenciler
hem okuyup hem çalışmalıdır.”
6
Süleymaniye Camii’nin kurufasulyecilerinden başlayıp; deynekçi teyzeye, Suriyeli
çocuklardan Cemal Amca’ya oradan da kafamdaki bitlere:
“Süleymaniye Sokaklarında Bir Gün”
Asiye Ceren DURAN
Sabahın on buçuğunda rica minnet kurufasülye pilav yememi sağlayan bir amca vardı meselâ camiinin karşısında. Meğer, saat on ikiden önce pilavına fasülyesine dokundurtmuyormuş garsonları. Beni zayıf gördü de verdi bir tabak. Bütün dükkânları geçtikten sonra, uzunca merdivenler çıkıyor
karşınıza. Tabii merdivenlerden gelen koku, sizi yol başında karşılıyor. İndikten sonra görüyorsunuz ki pek de tekin bir yerde değilsiniz. Ama ayakları
çıplak koşuşturan çocuklar var etrafınızda. Sonra bir tanesi fotoğrafını çekmenizi istiyor sizden, belki yıkılmak üzere olan bir evin merdivenlerine
oturuyorlar ve poz veriyorlar. Bu sırada evin kapısı aralanıyor ve yaşlı bir teyze hışımla çocukları kovalamaya başlıyor. Daha sonra öğreniyorsunuz ki
oraya park eden araçlardan o teyze sorumlu, bildiğin deynekçi yani. Sokakta yaşıyor, ev senin mi diye sorduğumda “beleşçiyim ben” diyor. Suriyelileri
hiç sevmiyor. Ne kadar yardım ettiysek de boşa, bunlar yardımları bizden alıp başka yerlerde satıyor, nakite çeviriyor kızım Geceleri bunların babaları
arka evde ot partisi veriyor, inanmıyorsan gel bir gece” diyor. Vedalaşıp oradan uzaklaşıyorum.
Suriyeli Çocuklar
Sokakların arasında dolaşırken gördüğün şeyler, bir süre
sonra şaşırtmıyor. Aldığın
kokulara burnun o kadar
alışıyor ki bir süre sonra farketmiyorsun o sokak sidik mi
yoksa kurum mu kokuyor. Bir sokak görüyorsun,
hep yaşadığım bir şeydir bu
“Gireyim mi, girmeyeyim
mi?” genelde girerim. Kendi içimde oynadığım minik
bir oyun bu ama tabii bazı
durumlarda girmemek en
iyisi, kaşınmamak lazım,
demişliğim çoktur. Nitekim
giriyorsun sokaktan, diyorum
ki işte burası. İlk başta kimseyi göremiyorsun harabe bir
evin penceresinden kafasını
gördüğüm bir kız çocuğu
var. Yaklaşıyorsun biraz daha
bir kaç çocuk aşağıya iniyor.
Gelmeleri için bekliyorsun
fakat gelmeleri hiç bitmiyor.
Sonradan fotoğraflara bakınca
farkettim ki belki üç yaşında
bile olmayan çocuğun elinde
ekmek bıçağı varmış.
Çektiğim fotoğraftan kendim
etkilendim.
7
Bir gün önce oradaydım ve o velet
karşımdaydı. Ben ise kız kardeşlerine bileklik vermekle meşguldüm
ve fotoğraf çekip aklım sıra an’ı
belgeliyordum. Sonra bir adam
geldi. Karşıki evin sahibi, bütün
çocukları kovdu. Meğerse mahallenin berberiymiş. Deynekçi
teyzenin dediklerini benzerini
söylüyor “acıma kızım bunları
onca yardım ettik sattılar, bunların
babasının üç karısı nerden baksan
otuz tane çocuğu var, kapıdaki
BMW’de bunların” diyor. Hâliyle şok geçirdim. Bir hafta önce
İncirli Köprüsü’nde Suriyelileri
almasınlar diye zabıtalarla kavga
eden bendim. Sabahleyin kurufasülye yemeden önce, Suriyeli bir
aileyle konuşup “abla iş verseler
biz çalışırız, iş yok ki bu kimlikleri
yeni verdiler bize ama kimse iş
vermiyor, zabıta bizi topluyor
paramızı alıyor, başka bir yere
bırakıyor” kelimelerini birinci
ağızdan duyup kahrolan da bendim. Peki şimdi neden kin doldu
içim? Berber gayet emin bir şekilde “sakın bunlara yardım etme, git
kızım işin mi yok” diyor. İçimden
diyorum ki, evet abi işim yok,
bugün “burdayım” diyebileceğim
hiç bir yer yok.
Süleymaniye’nin Cemal Amcası
Şehzade Camii’ne doğru yürüyorsun, aslında o sokağın oraya çıktığını bilmiyorsun tabii.
Şehzade Camii’ni sana Cemal Amca
söylüyor. Yürüdüğün yolda bir kemer çıkıyor karşına, kemeri geçtikten sonra iki yaşlı adam görüyorsun.
Laf atıyorlar “fotoğraf mı çekiyon?”
diye, muhabbet başlıyor. Cemal
Amca biraz konuştuktan sonra
minik tabureleri göstererek oturmamı istiyor ve “çay koyayım
sana” diyor. İlk başta nazikçe
teşekkür edip reddediyorum ama
yanındaki yaşlı amca da buyur
edince ayıp olacağını düşünerek
oturuyorum. Cemal Amca çay koyarken onu da çekiyorum. Bir yandan da vizörden bakmayan gözümle
çaya bir şey sallıyor mu bakmaya
çalışıyorum. Çaylarımızı içip muhabbet ederken, birden yanındaki
amcanın telefonuna bir mesaj geliyor. Okuma yazması olmadığından
Cemal Amca’ya veriyor. Banka
yollamış mesajı, meğerse adamın
doğum günüymüş. O da şaşırıyor,
kaç yaşında kendi de bilmiyor. Nice
yıllara amca sağlıkla diyorum, duruma inanamayıp gülüyorum.
Onlar bana kötü ornek olmamak
için yakmamışlar; ben de onlara
ayıp olmasın diye içememiştim.
En sonunda Cemal Amca söyleyip, yaktı bir tane de birlikte
sigara içebildik. O sırada kemerin
fotoğrafını çekmek istedim. Ama
hiç insan geçmiyordu, bekledim.
Sırtında koli taşıyan pala pıyıklı
bir amca gelmekteydi. Aradığm bu
deyip basıyorsun. Bazı tipler vardır
boynunda makinayı görünce bütün
hayat hikâyesini anlatır sana. Bu da
onlardan. Diyarbakırlı. Düşünce
suçundan Diyarbakır Cezaevi’nde
yattığını söylüyor. “Çok dövdüler
bizi. Ama ne dayak yedik, böyle
yarıya kadar su doldururlardı elektrik verirlerdi, sonra da döverlerdi”
diyor. Sigara elimde sönmüş ben
hala dinliyorum. Cemal Amca itelemese anlatacak daha. Sonra adam
oradan uzaklaşıyor. Çayı bitirir
bitirmez ben de müsade istiyorum.
İçinde birşey olup olmadığından
şüpheliyim. Bayılacaksam da gidip
belediyenin oralarda bir yerde
düşeyim diyorum. Teşekkür ediyorum, vedalaşıp uzaklaşıyorum...
Bir anne atasözü: “Temiz saça gelir”
Yağmur başlıyor, Vezneciler’deki yeni metroya kadar yürüyorsun. Tabii hangi duraklara gidiyor bilmeden binip indiğinde Haliç’e yapılan saçma
köprüde buluyorsun kendini. Oradan Eminönü tramvaya gidiyorsun ve Cevizlibağ’dan Bakırköy’e... Bir yandan da hatır hatır kaşınıyorum, psikoloji
mi acaba diye düşünürken deynekçi teyzenin dediği geliyor aklıma “defolun gidin lan buradan, kızım bakma öyle, acımican bunlara bitlerini döküyorlar heryere”... Allah be diyorsun içinden. Normalde böyle yerlere giderken, toplarım saçımı ama bileklikler kız çocuklarına yetmediğinden lastik
tokamı da vermiştim ve saçlarım açıktı. Sarılıp, oynayıp dip dibe fotoğraf bakınca olacağı buydu. Yalnızca kafam değil, tüm vücudum kaşınıyordu.
Eve gelirsin kendin dahil herşeyini yıkarsın, bit şampuanıyla bir buçuk saat dostluk yaşadıktan sonra kafa derini kanatır, bitlerden veya pirelerden
arındığını anlarsın. Çıktıktan sonra benim kuşlara aldığım pire engelleyici spreyi deodorant gibi sıktığımı bilirim. Neyse geçer gider, değerdi...
8
Her Saniye Sokaklarda Bir Hayvan Can Veriyor
Büyükşehirde yaşamanın binlerce zorlukları var elbet. Ama bu zorluklarla
uğraşırken, yaşam alanlarımızı bizlerle paylaşan sokak hayvanlarını çoğu zaman
görmezden geliriz. Hatice Çıtak’ın anlattıklarına göre neredeyse günde 150 hayvan araçların altında kalarak can veriyor. Peki, hayvanseverler bu canlılar için
neler yapabilir?
Beyza AKTAŞ
Sokak hayvanları soğukta
nerede kalır, nasıl mücadele ederler?
Köpekler koloni halinde
yaşarlar, tek başına yaşamazlar. Baraka oluyor, yıkık
dökük evler oluyor, oralarda barınıyorlar. Kediler
genelde kendilerine buluyor
yer, bir ağacın dibinde bile
kalabilirler. Onlar tektir,
özgür yaşarlar; köpekler
gibi grup değillerdir. Bir
apartman bahçesinde veya
İnternet Arşiv
balkonun altında olabilir,
kapalı yağmur almayan bir
yerde, yıkık dökük evlerin
içinde o şekilde hayatlarını
sürdürmeye çalışıyorlar
soğuklarda. Bizler, en
azından apartmanlarımızın
önüne bir kutu yapılabilir,
içine çorap içinde sıcak su
koyup sokak hayvanları için
sıcak bir yuva oluşturabiliriz. Ama bunlar arasında
hasta olan veya güçsüz
olanlar ne yazık ki soğuklara dayanamıyorlar.
Günde 150 hayvan can
veriyor
Sokak hayvanlarının
çoğunun kaderinde araç
altında can vermek var
ne yazık ki. Özellikle yeni
doğmuş bebeklerde bu durum çok fazla gerçekleşiyor.
Günde 150’ye yakını trafik
kazasında ölüyor. Özellikle
kediler iki aylık olduktan
sonra, anneleri yavruları
dışarıya alıştırırken ortam hep düzgün zannedip
arabaların altına ya da
motorların içine giriyorlar
ısınmak için. Araç sahibi
de eğer farketmemişse motor çalıştığı anda, kötü bir
ölüm küçücük yavruları
bekliyor.
Veteriner hekimler sokak
hayvanları için üstüne
düşeni yapabiliyorlar mı?
Hepimiz kendi çapımızda bir gün belirliyoruz, o
günde işte sokakta yaşayan
hayvanları, diyelim siz
bahçenizde bakıyorsunuz, onları alıp kısırlaştırıyoruz ya da tedavi
için bize getirdiklerinde
muayene ücreti almıyoruz.
Sadece kullandığımız
ilaçları alıyoruz ya da hiç
ilaç parası veremeyecek
olan(özellikle çocuklara
uyguluyoruz bunu) kişiden
ücret almıyoruz. Bizim en
çok istediğimiz veteriner
bakımından ziyade sonrası…
Burada bizler gereken
tedaviyi uyguluyoruz ama
sonra hayvanların bakımı
çok önemli. Kliniklerimizde sürekli barındırabileceğimiz sürekli bir
yer yok, mutlaka getiren
kişinin bakmasını istiyoruz.
Yani sahiplendirmeye
çalışıyoruz. Bir kısmı
gerçekten sahipleniyor ama
büyük bir kısmı ise tedaviden sonra yaşadığı yere
bırakılmak durumunda
kalıyor.
Kampanyalar önemli,
herkes üstüne düşeni
yapmalı?
“Özellikle sokak hayvanları
için başlatılan ‘Bir kap su’
artık insanlık görevimiz
olmalı. Bunu herkes yapmalı artık. Yaşadığımız yere
mama koyuyorsak yanına
mutlaka su koymalıyız
özelllikle yazın su çok
önemli. Tabi çevreyi de kirletmemek gerekiyor çünkü
herkes sevmiyor hayvanları,
onlara da saygı göstererek
temiz bir şekilde mamasını
suyunu takip ederek koymakta fayda var. Sokak
hayvanlarının yaşamlarını
devam ettirebilmeleri için
hiç değilse, yiyecek kısmını
çözmek biz hayvanseverlerin elinde…”
9
Interstellar (Yıldızlararası)
2014 yılında bilimkurgu dalında en çok beklenen film olan Interstellar (Yıldızlararası) filmi, Türkiye’de 7 Kasım 2014 tarihinde vizyona girdi. Film, beklenildiği
şekilde tüm dünyada yankı uyandırdı. Günümüzde bir bilimkurgu filminin bu
kadar beklenmesi, elbette ki herkesi şaşırtacak bir gelişmeydi. Film, 2014’ün
Kasım ayında çıkmasına rağmen şimdiden yılın en çok konuşulan filmi oldu.
Kurgulanmış bir hikâye olmasına rağmen; filmin bilime katkılarda bulunduğu
iddia edildi. Peki, neydi bu filmi bu kadar ilgi çekici hâle getiren?
Elif ARSLAN
Bilimkurgu; hayal gücünü
zorlayarak gelişecek olaylarla ilgili kişinin ufkunu
açmaya çalışır. Tabii ki
biz filmin yalnızca bilimkurgu türünde başarılı bir
yapıt olduğu için değil,
aynı zamanda filmin en
önemli yapımcılarından
biri olan Kip Thorne’un ilgi
çekmesiyle doğru orantılı
olduğunu düşünüyoruz.
Kip Thorne’den ufak ufak
bahsetmek gerekirse;
yapımcımız “solucan
deliği” teorisinin en önemli
araştırmacılarından biri.
Thorne, 2009 yılına kadar
Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde Feynman Teorik
Fizik Profesörlüğü ünvanını
taşımış ve aynı yıl içerisinde
Albert Einstein Madalyası
almıştır. Karadelikler ve
Zaman Bükümleri: Einstein’ın Muhteşem
Efsanesi isimli kitabıyla
bilim alanında büyük bir
başarı yakalamıştır. Thorne
sadece bu film için Yıldızlararasının Bilimi
(The science of Interstellar)
isimli bir kitap yazmış ve
bu kitabı okuyucularına
sunmuştur.
Filmin konusuna genel
anlamda değinecek olursak;
Dünya’da salgın bir bitki
hastalığı nedeniyle, tarım
ürünleri yok oluyor ve bu
nedenle atmosferde azot
birikiyor. Biriken azot atmosferdeki oksijen seviye-
İnternet Arşiv
sini hızla düşürüyor. İnsan
ırkı, soyunun tükenme
tehlikesiyle karşı karşıya
kalıyor.
NASA’ da kalan bir grup
bilim insanı, yeni ve
yaşanabilir bir gezegen bulma projesi üretiyorlar. Film
de, birçok gezegene öncül
astronot gönderip gelen
verilerden en iyi koşullara sahip olan gezegende
bir koloni kurma projesi
kapsamında gönderilen
4 astronotun hikâyesi
anlatılıyor.
Bilimkurgu filmlerinin
en büyük sıkıntısı olan
mesafe sorunu, şimdiye
kadar yapılan en iyi şekilde Yıldızlararası filminde
aktarılıyor.
masıdır. Film
Einstein’ın Görelilik
Teorisi üzerine kurulduğu
için solucan delikleri Einstein’ın çıkarımlarından
birisidir. Einstein’ın karadelik ve bu gök cisimlerinin
yakın çevresindeki tuhaf
fizik yasaları hakkındaki
çıkarımlarına da filmde
değiniliyor.
Filmin baş yapımcısı Kip
ları dışında görünmezdirler.
X-Işığı teleskopları da
onların saçtığı enerjiyi
yakalayabilmektedir. Ancak
Thorne ve özel efekt takımı,
gerçekçi bir sonuca ulaştı.
Thorne ile ekibi düz ve çok
renkli bir halka yaratıp, onu
tasarladıkları ışık hızında
dönen karadeliğin etrafına
yerleştirdiler ve gerçeği
yansıtan bir karadelik
görüntüsü elde ettiler.
Yıldızlararası filmi diğer
bilim kurgu filmlerinin aksine, amaç en
yakınımızdaki yıldızlara
ve çevresindeki gezegenlere ulaşmaktır. Film
zaman sorununu aşırı hızlı
seyehat için tek anahtar
olarak görülen solucan
delikleriyle çözüyor. Solucan deliğini temel olarak açıklamak gerekirse,
uzay-zaman düzlemindeki
iki uzak farklı noktayı
birbirine bağlayan kanallar olduğu düşünülüyor.
Düşünülmesinin sebebi,
varlıklarının henüz
doğrudan gözlenememiş
olması ve ispatlanana
kadar bir teori olarak kal-
Film tabi ki bazı hatalarda bulunduruyor. Bunlardan bizce en önemlisi
başrolümüzün rahatça
girdiği karadelik. Karadelik
yoğun kütleçekiminden
ibaret olmadığı için olay
ufkuna giren bir cisim
milisaniyelerde uzayarak
atomlarına ayrılacaktır.
Karadeliğin içine giren
başrolümüz, bunun hâlâ
farkında olabilecek şekilde
bilincini ve vücut bütünlüğünü koruması filmde
dikkat çeken en büyük
hataydı.
Thorne, aynı zamanda bir
karadeliği yaratmaktan
sorumluydu. Kip Thorne,
görsel efekt ekibinin
kullandığı veri işleme
yazılımının hesaplamak
için kullanacağı yepyeni bir
set denklem kurdu.
Karadelikler etrafındaki tüm ışıkları emip,
uzay-zamanı bükeceklerinden dolayı X-ışını teleskop-
Karadelikler, uzay-zaman
kavramını büktüğü için,
karadeliklerin etrafında
görülen “zaman süzülmesi”
olayından dolayı yüksek
kütleli cisimlerin etrafındaki bir gezegendeki 1 saat,
Dünya’daki 7 yıla eşit
olması bilimin işin içinden
çıkıp filmin yönetmeni
Christopher Nolan’ın hayal
gücünün devreye girdiği
yer. Imperial College
London’da astrofizikçi olan
Prof. Dr. Roberto Trotta
bu konudan şöyle bahsediyor: “Böylesine büyük bir
zaman farkının oluşabilmesi için, Schwarzschild
yarıçapı denen bir mesafede olmanız gerekir. Bu,
filmde gösterilenden çok
daha yakın bir mesafedir.
Böylesi bir kütleçekimine
dayanabilecek hiçbir gezegen bulunmamaktadır.
Karadeliğin yaratacağı
gel-git kuvvetleri, gezegeni
paramparça ederdi. Eğer ki
bu kütleçekimi altında bir
kütlenin üzerine iniş yapmaya çalışacak olsaydınız,
o kadar hızlı çakılırdınız ki,
hayatta kalmanız mümkün
olmazdı. Basitçe, sayılar
hatalı!”
Filmdeki hayal gücünün
fazla çalışması sonucu
ortaya çıkan sahnelerden
biri de başka bir gezegendeki iki erkeğin yumruk
yumruğa kavgasıydı. Tabii
ki geçmişte insani dürtülerimizi
yitirmemiz bu film için söz
konusu edilmediğinden
sahne kabul edilebilirdi.
İşin ilginç yanı ise maskesinde ki camı kırılan baş
astronotumuzun dakikalar
boyunca kavgaya devam
etmesiydi. Gezegendeki havanın yüksek oranda amonyak içerdiği düşünülürse,
kavga sahnesi haâlâ aklımızı kurcalayan bir soru
olarak kaldı.
10
Şifalı Taşlara Neden İlgi Gösteriliyor?
Milyonlarca yıl boyunca çeşitli minerallerin birleşmesiyle oluşan taşların, onları oluşturan
minerallerin enerjisini barındırdığına ve bu enerjinin de insanlar üzerinde bazı pozitif
etkilerinin olduğuna inanılıyor. Bu nedenle evlerde, ofislerde ya da aklımıza gelebilecek
pek çok yerde bu taşların bulundurulması gerektiği kimileri için hayati bir önem taşıyor.
Biz de merak ettik, işin uzmanına sorduk. Bülent Kandemir, merak ettiğimiz soruları
bakın nasıl cevapladı!
R. Mina AYDIN
Doğal taşlar ticari
amaçlı mı satılıyor,
yoksa şifalı taşlar
olduğuna inanıldığı
için mi?
Bunun birkaç kolu
var. Birincisi, mineral
koleksiyoncuları yönü
var. Bunlar tamamen
jeoloji ve mineroloji
bölümünü ilgilendiren
kısmı oluşturuyor.
Diğer taraftan ise; süs
taşı kısmı var. Bazen
insanlar evlerine bu
taşlardan alıp koyma
ihtiyacı hissediyor,
sonuçta bu taşlar
oldukça güzel oluyor.
Ama bir de işin şifalı
olduğuna inanılan bir
tarafı daha var.
Birçok yerde şifalı taşların insan
sağlığına iyi geldiği
konuşuluyor. Peki,
şifalı taşların insanlar
üzerindeki etkisi tam
olarak nedir?
Taşların yine birkaç
şekilde insanlar üzerinde etkisi vardır. Birincisi fiziksel etkileri,
içerdikleri maden ve
mineraller dolayısıyla.
Örneğin; florit dediğimiz bir taş var, diş
macunu içinde kullanılmaktadır. Diş macunu içinde kullanılan
florit minerali; yani
kalsiyum florür cilde
temas ettiği zaman
asitik etkiye girer erir.
Vücudun kalsiyum
ihtiyacını bir miktar
karşılar, kalsiyum
vücudu güçlendirir.
Yani bunun inanıp inanmamakla bir alakası
yok. İkincisi renklerin
vücudumuza etkileri
var. Bunu Rusya’ya
gittiğinizde Tıp
Fakülte-
İnternet Arşiv
lerinde ders olarak
kabul edildiğini görebilirsiniz. Ama
İngiltere’ye gittiğinizde
Tıp Fakültesinde taş
enerjisinden bahse
dersen seni kovalarlar.
Yani üniversitelerin
hangisi doğrusunu
yapıyor bilmiyorum;
bu biraz havada bir
kısım. İnanca göre de
felsefeyle çok uyuşur
taşlar. Japon Felsefesi
çok yer veriyor; kristal
yapıları, evren enerjileri, enerji dengeleri...
Akapunktur ne kadar gerçekse, taşların
gerçekliği de o kadar
diyebiliriz.
Peki, televizyondan
internet sitelerine
kadar pek çok yerde
bu taşların tanıtımı
yapılıyor. Bunlar
pazarlama taktiği mi?
Bu ne yazıkki kırk
yaşında işi gücü olmayan teyzenin iki tane
ders görüp “ben şifa
hocası” oldum diye
ortaya çıkıp kendini
tatmin etmesi durumudur. Evet, gerçekten
bu işi yapanlar bu konuda senelerdir uğraşıp emek verenler
de var; ama yine de
birçoğu işi ticari amaçla kullanmaktadır.
Taşların yararını
duyup buraya gelip
kullandıktan sonra
size geri dönüşler
nasıl oluyor?
Değişiyor. Bazı şeylerde yüksek başarı
yüzdesi var. Örneğin,
tiroid hastaları için
kehribar veriyorum.
Heralde aspirinden
yüksek başarı yüzdesi
var. Hemen hemen
yüzde yüze yakın
başarı yüzdesi, bunu
görebiliyorum. Ama
kısmet açar diye de taş
verebiliyorum ve bunu
ölçemiyorum. Bunların
içinde teşekkür eden
de oluyor hiç etmeyen de. Bazı şeylerde
net kanıtlanabiliyor;
kristal kuvars denen
bir taş vardır. Kuvars
kristalleri radyasyon içindir. Bu zaten
ölçülebilen birşeydir.
Kemoterapi ya da
radyoterapi gören
hastalar için sonrasında kullanılmasında,
odalarında bulundurmalarında yarar
vardır. Aynı zamanda
cep telefonlarının
arka kapaklarında
da bulunmaktadır,
radyasyonu azaltmak
için kullanılır. Yani bu
dediğim gibi pozitif
bilimin kabul ettiği
birşey. Örneğin; kuvars
kristalini sıkıştırırsan
elektirik üretir. Benim müşterilerimin
bir kısmıda üniversite öğrencileridir.
Ben onlara istedikleri
kesimde kristal veririm. İçinden lazer
geçirirler, elektronik
deney yaparlar. Tabii
bunlar hem optikte
hem de elektronikte
kullanılan şeylerdir.
Hepsi doğada binlerce
yıldır kullandığımız
maddelerdir. Misal biz
süs taşı olarak bir firuze taşından, turkuaz
taşından bahsediyoruz.
Biz ona firuze, turkuaz
olarak bakıyoruz.
Ama ben bir metalurji
mühendisi olsaydım,
bakır tel diye bakardım. Çünkü bakır
madenidir; doğada
böyle çıkar. Aslında
doğadaki minerallere
taş demek yanlış olur.
İnsanlara biraz garip
geliyor. Ametist aldım
iyi geliyor, bunun faydasını nasıl anlarız?
Amestist negatif
enerjiyi toplar bulunduğu ortamda negatif
enerjiyi temizleyici
özelliği vardır. Meselâ; bunların içinde
kültürel kodlar çok
etkilidir. Ametise biz
negatif enerjiyi toplar deriz. Bu evrensel
kabul edilen birşeydir.
Ama aynı zamanda
bir Japona sorarsan,
ametisti bereket taşı
olarak kullanır. Çünkü
işin içinde ‘’feng shui’’
yani dört bin yıllık dekarasyon sanatı, din ve
evren enerjisine dengeleme girer devreye.
Doğanın bizlere
sunduğu bu mineraller kültürlere göre
değişmekte o zaman...
Tabii. Tarih boyunca ilk insanlara
bakın taşla birşeyler
yapmışlardır. Meselâ biz akik taşını
çok kullanırız, Türk
Kültüründe çok yaygındır. İslâm aleminde
Peygamber Efendimiz
Hz.Muhammed’in kullandığı bir taştır. Peygamber Efendimiz kullandığı için 1500 yıldır
biz ona her anlamı
yüklemişizdir. “Akik
taşı bak iyidir” ama
neye
iyidir doldurmuşuz
hep altını. Yeri
gelmiş bir
dönem
yeniçeriler
sağ ellerine akik
yüzük
takmışlardır.
Cevşen gibi
yorumlanmış.
Kimi almış
kasasına,
cebine koymuş “bolluk
bereket taşı”
demiş.
Anadolu’daki
köylü almış
tarlasına
serpmiş. Biraz
inanmakla da
ilgili birşey.
İstanbul Ticaret Üniversitesi, İletişim
Fakültesi öğrencileri tarafından
hazırlanan haber ve kültür-sanat
gazetesidir.
Yıl: 1 / Sayı: 1 / 2015
5187 sayılı kanunla sahibi ve sorumlu müdürü
Prof. Dr. Mete ÇAMDERELİ (Dekan)
Genel Yayın Yönetmeni
Elif ARSLAN
Haber Müdürü
Mert Celal ÖZKAN
Editörler
Asiye Ceren DURAN
Ömer Selim ŞADOĞLU
Sayfa Tasarımı
Ayça KALE
Muhabirler
Beyza AKTAŞ
Bayram DURSUN
Emre TOPÇU
Halil İbrahim AKGÜN
Mert KAPLAN
M. Tarık KOCABIYIK
R. Mina AYDIN
Redaksiyon
Arş. Gör. Ayşegül KARAGÜLLE
Arş. Gör. Berk ÇAYCI
Arş. Gör. Mehmet GÜLNAR
Danışmanlar
Öğr. Gör. Nurullah KADİRİOĞLU
Öğr. Gör. Dr. Burak YENİTUNA
Uzm. İhsan EKEN
Adres: Sütlüce Mahallesi, İmrahor Caddesi
No: 90, Beyoğlu 34445, İstanbul
Tel: 444 0 413
iletisim.ticaret.edu.tr
[email protected]
Negatif, İstanbul Ticaret Üniversitesi
öğrencileri tarafından TifMedya’da
hazırlanmıştır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları
Negatif ’e aittir. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı
yapılabilir.
11
Veliler Dikkat!
Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu
(TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken
velileri, öğrencilerin eğitim ve öğretim
hayatında dikkat etmesi gerekenler konusunda
uyardı. Palandöken, öğrencilerin servis yetkisi
bulunmayan ve içinde servis personeli olmayan araçlara binmemesi gerektiğini vurguladı.
Elif ARSLAN
Servis şöförlerinin trafik
kurallarına dikkat etmesi
gerektiğini belirten
Bendevi Palandöken,
velileri kantinlerin hijyenik
olması ve onlara hijyenik
gıda ürünleri satan esnafları
tercih etmeleri konusunda
da uyardı. Okul yönetimlerini okulların önlerinde
ki seyyar ve açık satıcılara
dikkat etmesi gerektiğinin
altını çizdi.
2014-2015 eğitim-öğretim
yılında ortaya çıkan korsan
servislerin, öğrencilerin
hayatını tehlikeye soktuğunu belirten
Palandöken, “Okul sezonunun yaklaşmasıyla
birlikte okul çevresinde
korsan servis araç işletme-
cileri oldukça fazla çoğalmaya başladı. Geleceğimizin teminatı çocuklarımızın
daha güvenli bir eğitim
ve öğretim yılı geçirmeleri için mutlaka yardımcı
personeli ve ilgili mesleki
odaya kayıtlı olan servis
araçlarının tercih edilmesi
daha güvenli olmaktadır.
Tüm öğrenci velilerimiz
bu konuda duyarlı olmalı
ve çevrelerindeki korsan
servis araçlarını barındırmamalıdırlar. Korsan servis
araçlarından öğrencilerimizi korumak için okul
yönetimlerinin ve emniyet
yetkililerinin de denetimlerini arttırmaları gerekmektedir. Okul yönetimleri
de servis araçlarını, düzenli
servis bakımları, hijyen ve
yardımcı personel konularında da uyarılarda bulunmayı ihmal etmemeliler.
Ayrıca servislerde rehber
personel bulundurmayan
servis araç ve şirketlerini
mutlaka Servis Araçları
Odasına bildirmelidirler”
dedi.
giren kurumların sıkı bir
denetimden geçmesi gerektiğini düşünüyorum.”
TESK Başkanı açıklamasında velilere okul kantinlerinin hijyenine dikkat
etmesi konusunda uyarılarda bulundu. Siz kantinleri
hijyenik buluyor musunuz?
“Benim şansım evimizin
kızımın okuluna yakın olması, her gün ben götürüp
getiriyorum ama ortaokul ve lise seviyesinde ki
öğrenciler evlerinden uzak
okullara yönlendirelibiliyor.
Çocuklarımızı tek başına
okula gönderemezken servisler bizim için kurtarıcı
oluyor, fakat servis personeli bile bulundurmayan,
trafik kurallarına uymayan
servis şöförleri varken ne
kadar güvenli olduğu tartışmaya açık bir konu. Geçen
sene bir servis kazasında
13-14 çocuk hayatını kaybetmişti, ister istemez bu
kazalar her veli gibi benimde gözümü korkutuyor.”
“Benim 9 yaşında bir kızım
var, her çocuk gibi kızım
bağışıklık sistemini koruması gereken bir dönemde.
Okul kantinleri ne kadar
hijyenik olduğunu söylese
de son 1 yıldır okul kantinlerinde ki besinlerden
zehirlenen çocuklar ortada.
Ben olabildiğince sabahtan
hazırlayıp, yanında gönderiyorum. Okul kantini
bir yana, okul tuvaletlerinde bile hijyen yokken
bu konuda ki denetimlerin
sıkılaştırılması gerektiğini
ve okul kantini için ihâleye
En Gelişkin Parçacık Hızlandırıcısı 30 cm
Mert KAPLAN
Yeni geliştirilen bir parçacık
hızlandırıcı herhangi bir
masaya sığabilecek boyutta,
üstelik geleneksel yöntemlerde yüzlerce kat daha yüksek hızlara ulaştırabiliyor.
Yeni geliştirilen bir parçacık
hızlandırıcı, parçacıkların
hızlandırılırken kullanacağı mesafeyi kilometreler
mertebesinden santimetre
mesafesine indirdi.
Elektronları, cm’lerle
İnternet Arşiv
ölçülen bir mesafede ışık
hızına çok yakın hızlara
kadar yaklaştıran bu yeni
parçacık hızlandırıcı Nature’da yayınlanan bir
makaleye göre de geleneksel metotlardan 500
defa daha yüksek bir hıza
ulaştırabilmiş. Geleneksel
parçacık hızlandırıcılardan
en ünlüsü, CERN parçacık
hızlandırıcısı, 30 kilometreden biraz daha az
bir mesafeyi parçacıkların
hızlandırılması için kullanıyor. Gereksinim
duyulan bu mesafe, benzeri
bir parçacık hızlandırıcı
kurmak istiyorsanız ku-
İnternet Arşiv
rulum masraflarının en
önemli kalemlerinden
birini oluşturuyor.
Yeni geliştirilen parçacık
hızlandırıcısının ne
görüntüsü ne de kullanışlı
olabilmesi bakımından
CERN’deki kardeşini aşan
bir yanı yok. CERN hâlâ en
kullanışlı parçacık
hızlandırıcısına sahip.
Fakat; gelecek nesil parçacık
hızlandırıcılar için inanılmaz yer altı tünellerine
gereksinim duyulmamasını
sağlayan bu yeni parçacık
hızlandırıcı, çok büyük bir
adım.
TESK Başkanı 2014-2015
yılında çoğalan korsan
servisler konusunda velileri
uyardı. Korsan servisler
veya servisler hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Okul çevresinde satış yapan
seyyar ve açık satıcılar
hakkında neler düşünüyorsunuz?
“Biz çocuklarımızı sağlıklı
ve düzenli beslemeye dikkat ederken, sokak satışı
yapan insanlar içine ne
koyduğunu bilmediğimiz
malzemeleri okul çıkışlarında satıyor. Ben bu konuda
okul kapılarında ki güvenlik
veya polisin daha dikkatli
olması gerektiğini, okul
çevresinde seyyar satışa izin
vermemeleri gerektiğine
inanıyorum. Ben okula
gidip çocuğumu alabiliyorum; ama çalışan
veliler dikkat edemeyebilir.
Bu yüzden polis ve güvenlik görevlilerine çok iş
düşüyor.”
Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil
Bu sene 2.si düzenlenen
İstanbul Tasarım Bieaneli
kapılarını bizlere “Gelecek
artık eskisi gibi değil”
başlığıyla açtı. Bienalde yer
alan birbirinden farklı projelerle tasarımcılar gelecek
hakkında fikirlerini yansıtma imkanına sahip oldular.
Sergide Dikkat Çeken
Projeler
Sergide yer alan eserlerden
Ay Yürüyüşü Makinası
“Luna Girl” adındaki proje,
kadının ay üzerinde topuklu ayakkabı ile yürümesi
fikriyle karşımıza çıkmakta.
Bu proje daha önce Ay’a
gidilmesine rağmen bugüne
kadar herhangi bir kadının
Ay’a ayak basmaması eleştirisini yansıtmaktadır.
Dijital araçların üretimini
anlamak için kağıttan
yapılan devreler(maketler) sizin dijital bir aleti
yakından tanımanız için
bir fırsat. Aynı zamanda bianelde sergilenen Twitrate
adlı bir çalışma, telgrafın
mucidi Samuel Morse’un
telgraf için söylediği “Tanrı
nelere kadir” cümlesinden
yola çıkarak; twitter için
“140 karakter nelere kadir”
başlığıyla karşımıza çıkıyor.
12
League of Legends
Dünya Şampiyonası Yapıldı
Tüm Dünyada 67 milyon kullanıcı tarafından
oynanan League of Legends’ın, Kore’de düzenlenen ve
30 gün boyunca çekişmeli maçlara sahne olan dünya
şampyionasını Samsung Galaxy White kazandı!
Ömer Selim ŞADOĞLU
İnternet Arşiv
tan yaklaşık 2 yıl sonra
Türkiyeye özel (server) kanal açılması, Türkiye’ deki
deki oyuncuların kendilerine değer verildiğini
düşünmeleri sağlandığı için
bu kadar çok sevildiğini
düşünüyorum.
Samsung Galaxy White Bu
Yılın En İyisi
League Of Legends, çevrimiçi çok oyunculu bir savaş
oyunu. Bu yıl beşincisi
düzenlenen Dünya Şampiyonası Karşılaşmaları, tüm
dünyada büyük bir heyecan yarattı. Riot Games
tarafından yaratılan ve baş
tasarımcısı Steve Feak olan
oyunun piyasaya çıkış tarihi
27 Ekim 2009’dir. Çıktığı
günden bugüne kadar her
ay 67 milyon kişi tarafından
oynanan ve her gün 27
milyon farklı kullanıcının
aktif olarak katıldığı oyun,
Türkiye’de de yoğun ilgi
görüyor. Türkiye’den 2012
yılından bugüne 3 milyonun
üzerinde kayıt yaptırıldığı
belirtirliyor.
Tüm dünyada hızla yayılmaya başlayan League Of
Legends oyununun bu
sezonki dünya şampiyonasına katılma hakkı kazanan
tüm dünyadan takımlar,
grup aşamasında eşleşti.
Bu yılki turnuva, Kore’nin
Busan şehrinde yapıldı.
Turnuvada Türkiye’yi Dark
Passage takımı temsil etti;
ancak takım, gruplardan
bir üst tura çıkamadı. Grup
aşamasından sonra kıyasıya bir mücadele başladı,
mücadele sonunda, Kore’yi
temsil eden Samsung
Galaxy White takımı
şampiyon oldu.
League of Legends’in
Türkiye de hızla yaygınlaşmasının ve sevilmesinin
sebebi nedir?
Öncelikle ücretsiz olması,
daha sonrasında bile para
harcamaya zorunlu bırakmaması. Diğer oyunlara
kıyasla kendini sürekli
yenilemesi ve geliştirmesi.
Sadece en iyilere değil tüm
oyunculara hitaben sürekli
ödüllü turnuvalar düzenlemesi. Oyunu bence uzun
bir araştırma sonucu her
yaşın her kitlenin oynayabileceği bir sistemde kurmuşlar ve sürekli yenilikler
getirmesine rağmen; sistemi değiştirmemiş, bu da
oyunu her oynayanın oyun
hakkında kendine has bir
tarz oluşturmasına imkân
sunuyor. Oyun kurulduk-
Türkiyedeki takımlar
neden dünya çapında
başarı elde edemiyor ?
Oyunlar da ki dengesizlik
ve sürekli kavgaların olması bunu aslında çok iyi
açıklıyor nedeni ise; bence
oyuncuların profesyonel
olarak çalışmaması, saatlerini ayırmalarına rağmen
sadece vakit geçirmek için
oynadıkları sebep sunulabilir.
Dünya şampiyonasını izlediniz mi ? İzlenimleriniz ne
oldu ?
Evet, yani tabii ki çok heyecan vericiydi ve hakedenin
kazandığını düşünüyorum.
Ayrıca uzun bir süreç
olduğu için, beni bir çok
dizi gibi sürükleyen ve
kendimi takımımla birlikte
geliştirmemi sağlayacak
izlenimler elde ettim. En
çok üzüldüğüm ise; Türkiyeden sadece bir takımın
katılıp malesef ilk turda
elenmesi oldu. Yani zaten
dünyanın en çok oynan
oyunlarından bir tanesi;
ama Uzak Doğu Ülkelerinin
Kore ve Çin gibi ülkelerin kendi arasındaki yarışa
dönüşmesi Türkiyenin çok
fazla etkili olamaması ben-
Teknoloji-Toplum
İlişkisi Üzerine
Mert Celal ÖZKAN
İnsanın kendini tanımaya çalışan ve varoluşunu sorgulayan bir canlı olarak tanımladığımızda, teknolojinin
toplum yaşamını dönüştürme konusunda etkisini incelemenin gerekliliğinden yola çıkarak bir tanım ile bu
yazıya başlamanın doğru olacağını düşündüm. Nedir
teknoloji? Nasıl bir anlamı vardır?
Gündelik hayatta farkında olmasanız bile, yazılı,
sözlü, görsel, işitsel yöntemler kullanılarak; her an
aslında mesajlarla, sembollerle dolu bir etkileşim
dünyasının içindeyiz. Bu semboller ve mesajlar
insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü, aynı
zamanda varlık sürdürme biçimindeki gelişmelere
göre değişimlere uğrayan olgulardır.
Yakın tarihten gelişimi inceleyecek olursak; 1967
yılında dünyamızı “global köye” benzeten Marshall
Mcluhan’a günümüz koşulları incelendiğinde hak vermemek mümkün değil. Mcluhan, Gutenberg Galaksisi adlı kitabında, insanlık tarihini kabile, matbaa ve
elektronik çağ olmak üzere üç sınıfa bölmüş ve matbaa
çağının gerçek bir devrim olmasına vurgu yaparak
“matbaanın bireyi kabile insanından çıkarıp kişileri
karşılıklı bağımlıklarından kurtarmıştır” demiştir.
Elektronik çağ ile birlikte modernleşme fikirleri tüm
dünyaya hızlı bir şekilde yayılmış ve moderleşmenin
insan yaşamı için gerekliliği savunulmuştur.
İnsanoğlu, kendini bir anda yeni teknolojik gelişmelerin etkisiyle karmaşık bir sistemin içinde bulmuştur.
Fakat; bu gelişimin içerisinde, ona yön veren bazı
etkenler ya da güçler olduğunu unutmamak gerekir.
Özellikle az gelişmiş sayılan toplumlarında teknoloji, kültürel miras kayıplarına ve kimlik sorununa yol
açmıştır. Bugün İnternet teknolojisinin gelişimiyle
Dünya, McLuhan’ın yıllar önce öngördüğü gibi küresel
bir köy haline dönüşse de, bu teknolojiler insanlığın
sorunlarını azaltmak yerine sorunlarla insan hayatı
daha sıkıntılı bir duruma getirmiştir. Çünkü bilginin
çok hızlı ve kolay yayılabildiği günümüzde, toplum
yaşamı, değerleri, alışkanlıkları sembolleri yeni
gelişmelerle eskimiş, bilinçsiz bir tüketici toplumu
yaratılmıştır. Teknolojik gelişim kaçınılmazdır; ama
doğanın da “atalarımızdan bize miras değil torunlarımızın bize emaneti” olduğu unutulmamalıdır.
im gözümde Dünya Şampiyonasının heyecanının artık
azalmasına sebep oluyor.
Ancak oyunda Türkiyeye
özel bir kanal açılması,
her gün oyunda daha da
gelişmemizde etkili olacaktır. Benimde en sevdiğim
oyunlardan biridir, lol
neredeyse günde 6-7 saat
oynadığım oluyor. Dünya
şampiyonasında da hiç bir
maçı kaçırmadım; ama
önceki seneler kadar heyecan verici değildi ve Uzak
Doğu takımlarının gitgide
üstünlüğünü arttırması
heyecanı azaltıyor.

Benzer belgeler