HF165 - Hayatım Futbol

Transkript

HF165 - Hayatım Futbol
KANE
2
0ŞUBAT2
01
5-SAYI
1
65
Z
E
K
A
S
I
S
H
E
R
I
N
G
H
A
Mʼ
D
A
N
,
G
O
L
C
Ü
L
Ü
Ğ
ÜS
H
E
A
R
E
R
ʼ
D
A
N
Mi
c
h
e
l
P
r
e
u
d
ʼ
h
o
mme
F
e
n
e
r
b
a
h
ç
e
N
a
s
ı
l
T
o
p
a
r
l
a
d
ı
Mo
n
a
c
o
ʼ
n
u
n
S
a
v
u
n
maS
a
n
a
t
ı
Yayın Koordinatörü
Harry Kane
İlker Yılmaz
Bir teknik direktörün istediği verimi alamadığı zaman en çok canını
sıkan mevki forvet olsa gerek. Adebayor ve Soldado gibi iki pahalı
santrafora sahip olan Tottenham Menajeri Pochettino da bu durumdan
muzdaripti. Onun imdadına ise Harry Kane yetişti. Kuzey Londra ekibinin
altyapısında yetişen Kane, bu sezona kadar pek de dikkat çekmiyordu.
Önceki teknik direktör Tim Sherwood’un yavaş yavaş forma vermesiyle
10 yıldır(!) içinde bulunduğu camiaya ısınmaya başlayan Kane,
Pochettino’nun gelmesiyle önce forvet arkasında sonra da santraforda
kendini ispat etti. Şimdi ondan beklentiler çok daha büyük. Öyle ki İngiliz
medyası Kane’in oyun zekasını Teddy Sheringham’a, golcülük becerisini
ise Alan Shearer’a benzetiyor. Görünen o ki Kane İngiltere Milli Takımı’nın
yeni kurtuluş reçetesi. Hayatım Futbol da 165. sayısında daha önce de
kaleme aldığı Kane’i bir kez daha ele alarak bu kez kapağına taşıyor.
Yazarlar
Bahadır Bozkurt
Emre Çelik
Emre Gürkaynak
Fırat Topal
Rıdvan Erdem
Serkan Akkoyun
Oğuzhan Oğuz
Bu sayıda ayrıca; Sezona hem saha içi hem de saha dışı eleştirilerle
başlayan Fenerbahçe’nin nasıl toparlandığını, 17 maçta sadece 2 gol
yiyen Monaco’nun parlayan defansını, Liverpool’un mottosuyla tekrar
hayata dönen Andy Grant’ı, Belçika’nın geçmişi karanlık ama hocalığı
ümit vadeden efsanevi kalecisi Michel Preud’homme’yi ve Şampiyonlar
Ligi’nde bu hafta oynanacak olan 4 maçı bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#165 BU SAYIDA
Hurrikane
İngilizlerin yeni kasırgası: Harry Kane
Daha Dengeli, Daha Diri
Sezon başında eleştiri hedefi olan İsmail Kartal ve futbolcular
Fenerbahçe’yi nasıl ayağa kaldırdı
Bir Savunma Sanatı
Son 17 maçta sadece 2 gol yiyen Monaco savunmasıyla büyülüyor
Brugge Kanallarını Temizleyen Adam
Geçmişi karanlık Michel Preud’homme şimdi Club Brugge’u
10 yıllık uykusundan uyandırdı
Asla Yalnız Yürümeyecek
Savaş sırasında bacağını kaybeden Andy Grant, Liverpool
sayesinde ayağa kalktı
Şampiyonlar Ligi Özel
Arsenal-Monaco
Manchester City-Barcelona
Juventus-B.Dortmund
B.Leverkusen-Atletico Madrid
Taktik Analiz HF165
Oğuzhan Oğuz
FENERBAHÇE NASIL ÇIKIŞ YAKALADI?
DAHA DENGELi, DAHA DiRi
Henüz hazırlık kampında teknik direktör değişikliği ile planlamasını yeniden yapan
Fenerbahçe’de sezon başındaki eleştiriler de takımın zamanla yükselen formu ile
dindi. Peki İsmail Kartal’ın ekibi işleri nasıl yoluna koydu?
Yanal-Kartal değişikliği ile sezona giren
Fenerbahçe’de taraftarın beklentileri de düşmüştü
aslında. Kartal’ın sezon başında daha çok Aykut
Kocaman döneminin futæboluna yakın bir futbol
oynatması bunda en önemli etkenlerden biriydi.
Ancak sezon içinde meydana gelen bir evrim
Fenerbahçe’nin sorunları birer birer giderip yeniden
tempo arttırmasına sebep oldu. Kronolojik olarak
gidip gelişmeleri değerlendirmekte fayda var.
Aslında İsmail Kartal sezon başında oyun tercihi
bakımından Yanal’ın formülünden vazgeçmemişti.
Defansif emniyeti arttırmak için üç santrfor
kimlikli oyuncunun arkasına Emre-Topal-Meireles’li
bir blok kurmuştu. Ancak bu kez bir fark vardı.
Yanal dönemindeki 3 forvetli hücum presinin
aksine Kartal’ın başlangıç sürecinde iki kanat
forveti (Sow ve Kuyt) genellikle top kaybında orta
saha oyuncuları ile aynı hat üzerinde yerleşiyordu.
Bu yerleşim sonucu santrafor oyuncusu
genelde tek başına baskı yapmak zorunda
kalıyordu, hatta yapmıyordu. Rakip savunmalar
Fenerbahçe karşısında bu şekilde rahatlarken
Fenerbahçe maçları takımın fiziksel olarak
çok da diri olmaması sonucu tempo olarak da
tatminkar düzeyde değildi. Özellikle Trabzonspor
deplasmanında Aykut Kocaman Fenerbahçe’sini
andıran belli sekanslar vardı. Top kaybında
yerleşimi rakip kalenin oldukça uzağında yapan,
rakibin savunma hattına baskı kurmak yerine
geri koşup kendi kalesine daha yakın yerleşen bir
Fenerbahçe görmüştük. Bu bir süre devam etti
ve yine ‘’ilk yarıları boş geçme’’ hastalığı türedi.
Dripling veya çok üst düzey pas trafiği ile topu
rakip kaleye taşıma niteliği olmayan takımların
tek afyonu rakip kaleye çok yakın şekilde
yerleşip kapılan toplarla direkt sonuca gitmektir.
Fenerbahçe’de o ilk onbirde topu dripling ile
taşıyabilecek iki oyuncu da bekleriydi, Sow-KuytEmenike ileri üçlüsü ile zaten üst düzey pas
trafiği mümkün olmayınca takımın hücumları
tıkanıyordu. Maçın son anlarında da risk alınca
ve kenardan dripling niteliği gelişmiş bir oyuncu
getirince işler biraz daha rayına oturuyor ve çok
maçta son anlarda 3 puan elde ediliyordu.
Bu ligde ‘’baskın basanındır’’ türünde yazılmamış
bir kaide var. Başarılı olan büyük takımlar
genelde rakibine çok erken baskı kurup rakibin
organizasyonunu bu şekilde bozarak netice elde
ediyordu. Fenerbahçe biraz daha ‘’önlem alan
takım’’ görüntüsündeydi ligin ilk sürecinde. Ancak
Alper Potuk’un takımda bulunduğu her maçta
takımın performansı gözle görülür biçimde olumlu
yönde artıyordu. Bunun belli başlı sebepleri var.
Alper Potuk etkisi
Alper Potuk bir kanat forveti kadar etkili dripling
yapan bir oyuncu ancak onu o bölgede Fenerbahçe
düzeni içinde değerli kılan ana nokta onun orta
saha oyuncusu olarak kullanıldığı dönemden
kalma alışkanlıklar. Nedir bunlar? Seken topları
kovalamak, topu hücum bölgesine taşımak ve
rakibe yakın olup prese dahil olmak... Alper’in
bu dahiliyeti sayesinde orta alana daha rahat
hükmeden, seken toplarda avantajlı olan, geçiş
hücumlarını savunmak için geride kalabalık
bekleme ihtiyacı hissetmeyen bir takım olmuştu
Fenerbahçe. Daha kolay risk alınıyordu. Alper’in
Alper Potuk
driplingle top taşıyabilmesi ve 3.bölge etkinliğini
de ciddi şekilde arttırması takımın hücumunu
toparlamıştı. Ayrıca orta alanı ‘’dörtlemesi’’ sonucu
Fenerbahçe orta alanda sayısal üstünlüğü ele
geçirip oyuna hükmetmeyi biliyordu. Bu şekilde
Galatasaray ve Beşiktaş deplasmanlarında
rakibine üstünlük kuran Fenerbahçe, Galatasaray
deplasmanında istediğini elde edemese dahi
Beşiktaş deplasmanında kazanarak zirvede ‘’ben
de varım’’ diyordu. Rizespor karşısında maçın ilk
saniyesinden itibaren kurulan üstünlük ve kaçan
pozisyonlara rağmen zor da olsa gelen galibiyet
Alper’in olumlu etkisinin kanıtı oldu.
Akabinde Alper’in orta saha merkezine çekilip
üç forvetli düzene dönülmesi gibi oynamalar
yapılında Fenerbahçe yine ritmini kaybediyordu.
Bursaspor ve Eskişehirspor beraberliklerinin
yanında Balıkesirspor karşısında şans eseri alınan
galibiyet durumu pek de parlak göstermiyordu.
Ligin o dönem en kötü takımlarından olan
Sivasspor karşısında gösterilen reaksiyonun
ardından Kayseri Erciyesspor deplasmanında
oynanan uyuşuk, temposuz ve üretkenlikten uzak
futbol yeniden eski formülü gündeme getirdi. Bu
kez bir de ilave vardı.
Egemen Korkmaz etkisi
Egemen Korkmaz’ın savunma merkezine dönüşü
takımı her açıdan olumlu etkiledi. Savunmanın
göbeğindeki iki stoper takımın her alanına
etki eder. Bu iki oyuncu oyunu geriden belirler,
takımı öne iter veyahut geri çeker, birbirlerini
tamamlamaları da ciddi önem taşır. Bir nevi saha
içi yönetmenleridirler aslında. Egemen de işin
tam olarak bu boyutunda devreye girdi. Beklere
verdiği güven ve kademe kabiliyeti özellikle
Caner’in daha serbest oynayabilmesini sağladı
aslında. Egemen’in dönüşü ve Alper’in yeniden
sol forvet bölgesine monte edilmesi ile birlikte
Fenerbahçe’nin daha baskın, daha sert ve daha
dominant bir takıma dönüşü tesadüf değil. Bruno
Alves’in de Galatasaray maçından bu yana gözden
çıkarılışı sona erince Fenerbahçe yeniden ideal,
birbirini tamamlayan ve güvenilir olan ikilisine
dönmüş oldu. Bu iki oyuncudan itibaren başlayan
‘’rakibi rakip kaleye daha yakın karşılama’’ akımı
sonuç verdi. Fenerbahçe daha agresif, daha çok
pres yapmaya başlayan bir takım oldu ve girilen
pozisyon sayısında da ciddi bir artış vardı. Mersin
ve Başakşehir maçlarında gol yemeden elde edilen
galibiyetler umut verici oldu devreye girilmeden.
reaksiyon aslında bir gömlek daha gelişip
gelişmeyeceği konusunda ipuçları verecektir
zamanla.
Kasımpaşa ve Karabükspor deplasmanlarında
elde edilen galibiyetlerden sonra Trabzonspor’a
karşı kurulan inanılmaz hakimiyet Fenerbahçe’nin
lig standartlarında şu an en formda olan takım
olduğunu da gösterdi aslında. Trabzonspor
maçında skorun elde edilememesi de tıpkı ilk
yarıdaki Rize ve Mersin maçlarında yaşanan
üçüncü bölgedeki beceri sıkıntısı olarak
açıklanabilir.
Santrfor sorunu
Rakip kaleden uzak oynanan maçlarda Webo,
rakip kaleye yakın oynanan maçlarda Emenike.
Hepsi birer handikap aslında. Fenerbahçe’nin
ofansif etkinliğini belli ölçütlerde sınırlayan bir
etken de santrfor oyunu. Elbette kanatlardan top
getirip tabelaya da ciddi katkı yapacak yetenekli
oyuncu sıkıntısı hücuma pranga vuran birinci
etken. Ancak santrfor sorunu da yadsınamayacak
derecede büyük. Emmanuel Emenike’nin temel
oyun bilgisi açısından yaşadığı eksiklikler, hava
Devre sonrası Fenerbahçe
Devre arasında Fenerbahçe kendisini fiziksel
olarak da toparlama imkanı buldu. Sezon başı
hazırlıklarının şartlar gereğince ideal geçmemesi
sonucu devre arası kampını azami verimle
geçirmek şarttı. İlk haftalara bakılınca kampın
oldukça verimli geçtiğini söyleyebiliriz. Fiziksel
olarak daha diri olan, güç olarak karşılaştığı
rakiplere ağır basan bir takım vardı. Alper Potuk’un
artık ‘’önlem alınan oyuncu’’ olması da pek
etkilemedi sarı-lacivertlileri. Bekleri daha rahat
oyun içine sokan, onlardan yeniden ofansif olarak
daha çok şey isteyen ve elde eden bir takım oldu.
Fenerbahçe’nin en önemli silah da bu zaten.
Önlem alınan adam kavramını açmak gerek
aslında. Artık Alper’in nasıl bir oyuncu olduğu
biliniyor ve bu şekilde rakip beklerin yanı sıra orta
saha oyuncuları da kademe getirip yardımlaşarak
Alper tehdidini aşağı çekmeye çalışıyor. Bu
savunma şekline karşı Alper’in göstereceği
Egemen Korkmaz
oyununda neredeyse sıfır olması ve stoperlerin
kucağından kaçamaması en büyük sıkıntı.
Nijeryalı’nın çok fazla tek düze bir tehdit olması
(bkz. Savunma arkası atılan toplar) da buna
eklenebilir.
Oyuna hükmetmeye ve rakip kaleye yakın
oynamaya çalışan bir takımın santrforunun asli
görevi skor üretmek değildir. Ön alan presine
öncü olup bunun yanında sık sık orta alana kadar
sokulup top almak, gelen topları koruyup servis
yapmak, orta saha oyuncularının da hücuma
dahil olmasını sağlamak (İngiliz deyimi ile
‘’link-up’’ yapmak), topa daha çok değmek ve
görev tanımını ‘’leblebicilik’’ kavramının dışına
çıkarmak. Leblebicilik gol atmak dışında hiç bir şey
yapmamaktır aslında. Emenike’nin skor üretmek
(ki sezon özelinde o alanda da sınıfta kaldı) dışında
ofansif oyuna herhangi bir katkısı olmadı ve bu
alanda belli maçlarda santrfor görevini üstlenen
Moussa Sow’un daha yapıcı olduğunu söylemek
mümkün. Özveri seviyesinin daha yüksek olması,
top tekniğinin ve oyun aklının da daha üst
düzeyde olması sonucu aldığı topları daha verimli
kullanan, orta saha oyuncularını da oyunun içine
dahil eden ve koridor koşularını daha doğru yapıp
daha çok pozisyona giren bir Moussa Sow gördük
santrfor pozisyonunda. Özellikle de ilk yarının son
iki maçında. Afrika Kupası sonrası çok daha diri
olan ve atletizmini geri kazanan Moussa Sow’u
ilerleyen süreçte yine o pozisyonda kullanmak
Fenerbahçe hücumlarını 1-2 seviye daha ileri
itebilir.
Sonuç
Gaziantepspor maçında yeniden Diego artı üç
forvetli düzene dönüş felakete dönüştü ve ilk
yarıda Fenerbahçe orta alanda çok eksik kalıp
uzun zaman sonra ilk kez bu kadar çok pozisyon
verdi. Diego-Selçuk hamlesiyle orta alan emniyeti
geri alınmış oldu ve fark açıldı, ancak elbette orta
alandaki tüm sıkıntı Diego’da değildi. Hatta bana
göre sorundaki payı herhangi bir futbolcudan
fazla değildi. Sıkıntı yerleşimdeydi. Diego
savunma kimlikli bir oyuncu değil, hiç olmadı. Onu
orta alanda kullanmak demek kanatlarda onu
dengeleyecek bir orta saha oyuncusu kullanmanın
Emenike
şart olması anlamına gelir, ki o da Alper Potuk
olur normal şartlarda. Alper’siz, 3 forvetli ve
maç ritmini yitirmiş Emre ile sahada yer almak
Diego’yu da handikap haline getirdi ve ilk yarı facia
olma eşiğine kadar geldi. Fenerbahçe bu sezon
şampiyon olmak istiyorsa öncelikle her maçın
ilk saniyesinden itibaren bu dengeyi korumak
zorunda. Zaten her maç azami randıman veren
Mehmet Topal ve Caner Erkin gibi isimlerin
yanı sıra Egemen Korkmaz ve Alper Potuk gibi
oyuncuların alacağı sürelerin maksimum olması
da hayati önem taşıyor. Özellikle Alper Potuk’un
sol forvet bölgesinde 4. bir orta saha oyuncusu
gibi bulunması Fenerbahçe’nin rakiplerine göre en
büyük artısıdır.
Kuyt-Webo-Emenike-Sow
Bahadır Bozkurt
Profil HF165
HURRIKANE
Yağmurun hiç eksik olmadığı
Londra’da, bu sezon ortasından
itibaren bir futbol kasırgası esiyor.
Tüm İngiltere’yi saran kasırganın
etkisi, tüm dünyada hissedilmeye
başlandı; Harry Kane
Yaklaşan Litvanya ve İtalya milli maçları öncesinde
tüm basın mensupları İngiltere menajeri Roy
Hodgson’a malum soruyu soruyordu. Hodgson
umut dolu bir tebessümle mikrofonlara yaklaşıp
şu cevabı veriyor, “Eğer 21 yaşında Tottenham
gibi büyük bir takımın yıldızı oluyorsanız, bu her
şeyi mükemmel yaptığınızı kanıtlar. Kadroda yer
vermeye değer mi? Şüphesiz.”
Bu sezon forma giydiği 35 resmi maçta 23 gol
atan Harry Kane, başta Tottenhamlılar olmak
üzere tüm İngiltere’yi saran bir fırtınaya dönmüş
durumda. İsmine atıf yaparak İngilizler ona
kasırga anlamına gelen “Hurrikane” lakabını
taktılar. Her maçını yakından takip eden ve
gelişimini gözlemleyen Roy Hodgson, milli takım
kadrosunda Kane’i övgü dolu sözlerle açıkladığında
İngiliz medyasında adeta bir bayram havası
oluştu. Kane’in, Euro 96’nın efsane golcüsü Alan
Shearer’ın yerini alabileceğini düşünen İngilizler
pek de haksız sayılmaz. Kaleyi gördüğü anda
kalecilerin dizlerini titreten genç golcü sadece
Tottenham’ın değil tüm ülkenin umudu oldu.
Taraftarı olduğu takıma verdiği katkılara kulüp
yönetimi de kayıtsız kalmayarak 5,5 yıllık yeni bir
kontrat imzaladılar.
Kane, Londra Derbisi’nde
takımı Chelsea’yi
5-3 yenerken
2 gol 2 asistle
oynadı.
Sezona “annesinin büyülerinden” kısmeti
bağlanan Adebayor ve La Liga’da kendi
çöplüğünün horozu olan Soldado’yla başlayan
menajer Pochettino, golcülerinden istediği
verimi alamadı. Tim Sherwood’un takımdan
ayrılmasından önce maçlarda süre vermeye
başladığı Kane’i ise yedek kulübesine oturtan
Arjantinli teknik adam uzun süre bu iki oyuncudan
verim almaya çalışarak günlerini heba etti.
Adebayor artık eski günlerini mumla arıyor,
26 milyon pound karşılığında bir sezon önce
kadroya katılan Soldado istenen katkıyı bir türlü
veremiyordu.
grup maçlarında Kane’den yararlanmayı, bu
genç adamın neler yapabileceğini görmek istedi.
Grubunda Beşiktaş’ın da bulunduğu Avrupa
Ligi’nde 7 maçta 7 gol atmayı başaran genç golcü,
teknik direktörünün aklını karıştırmayı başardı.
Gol sıkıntısı çeken Kuzey Londra ekibi çareyi biraz
da medya ve taraftar baskısıyla Kane’de buldu.
10. haftada Kane ilk kez onbirde forma giyene
kadar Tottenham ligde sadece 3 galibiyet alıp, 9
gol atmıştı. Formayı kapan İngiliz golcü 15 maçta
13 gol atarak kendisine güvenenleri mahcup
etmedi ve Londra temsilcisinin üst sıralara
tırmanışında önemli bir görev aldı. Özellikle Londra
derbilerinde oynadığı futbolla göz dolduran Kane,
5-3’lük Chelsea maçında 2 gol, 2 asist yaparken
Tottenham’ın yeni bayrak adamı olduğunu ilan
etti. Maç sonunda dünyanın en iyi defans yapan
takımına 5 gol atmanın harika bir duygu olduğunu
açıklayan Kane, aynı zamanda Tottenham’ın
artık büyük maçlarda rakiplerinden korkmaması
gerektiğini dile getirdi. Bu açıklama ile yıllardır
özgüven eksiliği problemiyle boğuşan Kuzey
Londra ekibi mental anlamda seviye atlayarak
yeni bir döneme başladı. Pochettino, Kane
hamlesinden feyz alıp, diğer bölgelerde de genç
oyunculara şans vererek, takımın üzerindeki ölü
toprağı atmasını sağladı.
Harry Kane görev aldığı kısa sürelerde takıma
katkı sağlamaya çalışan bir isim olarak, sezonun
başlarında Tottenham yedek kulübesinin X faktörü
rolüne büründü. Menajer Pochettino, dünyanın
en önemli liglerinden biri olan Premier League’de
Kane’e pek güvenmiyordu, fakat Avrupa Ligi’nde
Hesabı kapatması gereken bir başka Londra
derbisi; Arsenal maçıyla beraber Kane formunun
zirvesine ulaştı. Maçta geriye düşen Tottenham,
Kane’in önderliğinde geriden gelip maçı kazanmayı
başardı. Topçulara karşı müthiş bir performans
sergileyen Kane, attığı iki golle Arsene Wenger’in
boynunu büküp, bitiş düdüğü ile mutluluktan
döktüğü gözyaşlarıyla kendini çimlere bıraktı.
White Hart Lane’de o güne şahit olan binlerce
taraftar Kane’i uzun süre ayakta alkışladı. Maç
sonunda uzanan mikrofonlara ise “Bu gece
uyuyamayacağım, çok mutluyum” demekle
yetindi. Karşılaşma öncesinde “Harry de kim?”
diye dalga geçen Arsenal taraftarlarına unutulmaz
bir ders vermişti. Tottenham taraftarı için cevap
basitti; “İçimizden biri (he is one of our own)”
Maçın başlama vuruşuyla beraber içinde fırtınalar
kopan, ezeli rakiplerinin altyapısından bir sabah
sessizce gönderilen Kane’in, dönüşü muhteşem
olmuştu.
Medya ve taraftarlar Pochettino üzerinde kurduğu
baskıda haklı çıkmış, sıra menajer Roy Hodgson’a
gelmişti. Basın, Kane’e bir şans vermesi için
Hodgson’ın üzerine gitmeye başladı. Arsenal maçı
sona erdiğinde Arsene Wenger’e Harry Kane’in
performansı sordulduğunda verdiği cevabın
direkt muhattabı yine Hodgson olmuştu. Fransız
menajer “12 gol atmış birine formayı vermezseniz,
başka bir ülke ona yeni bir pasaport teklif edecektir”
diye esprili bir yanıt verirken, basın mensupları
istediğinden fazlasını elde etmişti. Wenger maçı
değerlendirmeye devam ettiğinde “ucuz” goller
yediklerini dile getirdi. Bu sözler artık Kane’in
kalbini kıramazdı. Henüz 8 yaşındayken Arsenal
hocalarından duyduğu sözlerden sonra kulaklarını
tıkamış, kariyerine kalbinin sesini dinleyerek
devam etmişti. White Hart Lane, Kane’in yegane
yuvasıydı.
gönlünce şampiyonluk şarkıları söylüyordu.
Harry’nin babası ise eve kapanmış, White Hart
Lane’de kopardığı beraberlikle şampiyonluğu ilan
eden ezeli rakiplerinin bu başarısını görmemek
için televizyonuna küsmüştü. Futbol, insanın en
çocuksu anlarının bir bütünüdür.
Alt sol köşede bulunan Kane, Arsenal tarafından
beğenilmemişti
13 yıl önce
2004 senesi Arsene Wenger’in son kez Premier
League kazandığı seneydi. Bergkamp, Henry, Pires
ve Ljunberg’li kadrosuyla yenilgisiz şampiyonluğu
kucaklayan ekip unutulmaz bir servüvenin
sonuna geliyordu. Londra kırmızıya boyanmış,
şampiyonluğun coşkusunu yaşayan taraftarlar
sokaklara dökülmüştü. Sokakta şampiyonluğu
kutlayanlar arasında Arsenal’in genç takım
kadrosunda yer alan Harry Kane de vardı. Kırmızı
formasını giymiş, saçlarını takımın oyuncusu
Ljunberg gibi kırmızıya boyamış, arkadaşlarıyla
Kane’i Sheringham’a benzetenler pek de
haksız sayılmaz.
Eğitim hayatına Chingford okulunda başlayan
pembe yanaklı şarışın çocuğun hayali iyi bir
futbolcu olmaktı. Aynı ilkokuldan mezun olup
dünya futbolunun ve magazininin fenomeni
haline gelen Sir David Beckham’ın hayatı Harry
için ilham kaynağı olmuştu. Onun okuduğu
okulda olmak bile Harry’nin mahallenin en havalı
çocuklarından biri olmasına yetiyordu. Yine daha
önce Beckham’ın oynadığı ilk takım olan Ridgeway
Rovers’ta forma giyen Harry’i 8 yaşında Arsenal
scoutları keşfetti. Arsenal’in minik takımlarında
işler yolunda gitmeyince Arsenal altyapı hocaları,
Harry’e antremanlara gelmesinin pek önemi
kalmadığını anlattılar. Büyük çaresizlik anlarında
akla gelen ilk cümledir; “Hareket etmezsen acı
üstünde birikir”. Harry önce Watford’un, ardından
da 11 yaşında baba ocağı Tottenham’ın yolunu
tuttu. Kısa sürede ayrıldığı Arsenal’in kendisine
şans vermemesi moralini bozsa da Tottenham’da
şans bulmak futbola yeniden konstantre olmasını
sağladı. Genç takımlarda vazgeçilmezlerden biri
olan Harry’nin yetenekleri o sıralar Tottenham
altyapısında görev alan kulüp efsanelerinden
Les Ferdinand’ın dikkatini çekmeyi başardı.
Tottenham’ın altyapı hocaları biraz hantal
buldukları Harry’e özen göstermeye başladılar. Yaş
grubuna göre muhteşem tekniğini fiziksel gücüyle
birleştirip hızlanabilirse, iyi bir futbolcu olması
için önünde hiçbir engel kalmayacaktı. Hocaları
Harry’e hızlanması için ekstra antremanlar
yapması gerektiğini belirttiklerinde, genç
oyuncunun beklenen özveriyi fazlasıyla verdiğini
gördüler. İstenilen seviyeye gelene kadar Harry’i
orta sahada kullandılar. Daha sonra teknik ekip
Kane’i forvet pozisyonunda kullanmaya karar
verdi. Eski bir golcü olan antrenörü Ferninand,
Kane’e ekstra şut antrenmanları yaptırarak,
bitirici vuruşta ustalaşmasını sağladı. Usta golcü
onun oyun zekasını bir zamanlar beraber forma
giydiği Teddy Sheringham’a, vuruş tekniğini ise
Alan Shearer’e benzetiyordu. Ferdinand, takımın
o günlerdeki menajeri Tim Sherwood’un kapısını
çalarak, bu genç yeteneğe bir şans vermesini
istedi. Sherwood, gelişmesi için Harry Kane’i birkaç
takıma kiralık olarak gönderdi. Alt liglerde tecrübe
kazanan Kane, Sherwood’un kadrosunda zaman
zaman kendisine yer bulmaya başlasa da, işleri
yolunda gitmeyen menajerin takımdaki vadesi
çoktan dolmuştu. Yeni sezonda Pochettino’ya
emanet edilen Tottenham, Sherwood’un stajyer
prensinin ellerinde yüklesemeye başlayacaktı.
Bu hikayenin zirveye ulaşması için Kane’nin bir
Arsenal derbisi oynaması gerekiyordu. 13 yıllık bir
hesabın faturası oldukça kabarmıştı.
Medya Kane’i seviyor
Tottenham karşısına çıkan takımların menajerleri
“Hurrikane” kasırgasına değinmeden geçemediler.
Tottenham karşısında zafere ulaşan Crystal
Palace menajeri Pardew, Kane’in gol atmasını
gayet makul karşıladığı ve maçtan önce bunu
düşündüğünü gizlemedi. West Bromwich Albion
menajeri Tony Pulis, dillere destan defansif
futbolunu darmadağın eden Kane’e mehtiyeler
düzerek, bir genç futbolcunun sahip olması
gereken tüm yetenekleri barındırdığını belirtti.
Pulis maç sonrasında kendini tutamayarak kendi
takımının genç yıldızı Berahino’ya Kane’i örnek
almasını tavsiye etti. Tüm bu övgüler yanında,
bir İngiliz geleneği olarak, David Beckham’a da
mikrofon uzatıldı;
“Onun yeteneklerinin yanında gelişimini de görmek
beni mutlu ediyor. Milli takımda sorumluluk
almak için çok genç olduğu söyleniyor. 21 yaşında
Makendonya maçıyla milli formayı giyen biri olarak
bu görüşe katılmam mümkün değil!”
Bir zamanlar Beckham’ın okuduğu okula gitmek
bile Kane için yeterliyken, futbol idölünün onunla
ilgili olumlu açıklamalar yaparak kendi futbolculuk
kariyerinden örnekler vermesi, genç futbolcunun
gönlünde ayrı bir tutuyor olsa gerek.
Forma giydiği andan itibaren sezonun en iyi
performansını sergileyen Kane’i, henüz Diego
Costa, Agüero, Alexis Sanchez gibi ligin elit
oyuncularıyla karşılaştırmak için erken olsa da,
İngiliz olması nedeniyle medya tarafından daha
fazla desteklendiğini söylemek yanlış olmayacak.
Yıllardır Rooney’e milli takımda partner arayan
İngiliz medyası, Andy Carroll, Darren Bent,
Jermanie Defoe, Peter Crouch gibi oyuncularda
aradığını bulamadı. Post-Shearer dönemi
sonrasında “beklenen 9 numarayı” bir türlü
bulamayan İngilizlerin şişirdiği balonlar arka arkaya
patlamaya başladı. Kane’in yeni Shearer olarak
görülmesinin ardında yatan başlıca neden, onu
diğer oyunculardan ayıran en büyük özelliği liderlik
vasfını taşıması. Şu sıralar milli takımda forma
savaşı verdiği Danny Welbeck, Daniel Sturridge
gibi oyunculardan şimdilik gösterdiği performansla
bir adım önde. Liverpool menajeri Brendan
Rogers da medyada Kane kasırgasına karşı
önlem almış, -oyuncusunun milli takımdaki yerini
kaybetmemesi için -Sturridge’ın Kane’den daha iyi
oyuncu olduğunu birkaç kez dile getirmişti. Fakat
medyanın gözünde uzun süren sakatlığı nedeniyle
bu sene pek forma şansı bulamayan Sturridge’ın
ışıltısı kaybolmuş, Rodgers’ın açıklamaları da
kasırga ile birlikte uçup gitmişti. Rogers’ın söylemi
Liverpool medyasında yankı buldu ve hangisi daha
iyi sorusu tartışıldığı sırada Tottenham, Liverpool
deplasmanına geldi. Kane büyük maçlardaki iyi
performansını sürdürdü, maçı bir gol bir asistle
tamamlayıp puanla Londra’ya dönmeyi düşündü.
Ancak maçta pek etkili olamayan Sturridge’in
yerine giren süper arıza Balotelli Premier
League’deki ilk golünü atarak, kasırgayı Liverpool
limanında dindirmeyi başardı.
Bayrak adam vs Transfer
Bu sezon attığı gollerle sadece İngilizlerin değil,
dünya futbolunun transfer gözdeleri arasına giren
Kane’in adı ara transferde Real Madrid ile ciddi bir
şekilde anıldı. Bale’i birkaç sezon önce astronomik
bir ücretle Madrid ekibine yollayan Tottenham
bu transfere pek sıcak bakmadı. Taraftarların
“içimizden biri” olarak tezahüratlar yazdığı Kane
de taraftarı olduğu kulüpte Ledley King gibi uzun
yıllar forma giyerek bu kulübün bir efsanesi olmak
istediğini belirtti. Bayrak adam olmak için yolun
henüz başında olsa da İngilizlerin en sevdiği
oyuncu prototipine uygun söylemleriyle medya ve
taraftar kredisini şimdiden yükseltmişe benziyor.
2015 yılına kaldığı yerden devam eden İngiliz
santrafor yeni yılda attığı 8 golle Avrupa’da 11 gollü
Messi’nin en yakın takipçisi konumunda. Artık
İngiliz milli takımında da forma giyecek yeni 9
numara adayı Kane için medya Hodgson’a malum
soruyu soruyor; “Ona bir şans verecek misiniz?”
Fransa
Rıdvan Erdem
HF165
BiR SAVUNMA
SANATI
Kurduğu yüksek bütçeli takımdan çabuk vazgeçen Monaco, bu sezon Leonardo
Jardim ile yeni bir yapılanmaya gitti. Savunmasıyla parmak ısırtan ve 17 maçta sadece
2 gol yiyen kırmızı-beyazlıların sırrı ne?
Kalibresine yakışmayan Ligue 2’de mücadele
ederken Rus milyarderler tarafından satın alınan
Fransa’nın “Prenslik temsilcisi” AS Monaco, iki
yıl önce göreve Claudio Ranieri’yi getirmişti.
Tecrübeli İtalyan çalıştırıcı görevde kaldığı
süre boyunca önce takımı Ligue 1’e çıkarmış,
sonrasında da gelen Falcao ve James Rodriguez
transferleri sayesinde elit ligdeki ilk sezonunu
ikinci sırada tamamlamıştı. Yönetim, alınan
sonuçlardan ziyade, oynanan futbolun hedeflerle
bağdaşmadığını bahane göstererek rekor bir
tazminatla Ranieri ile yolları ayırdı. Tabir-i caizse
parayı bulduktan sonra ünlü menajer Jorge
Mendes’ten “balya balya” oyuncu transfer eden
Monaco, yeni sezona Olimpiakos’tan olaylı bir
biçimde ayrılıp, sonrasında Sporting Lisbon’u
çalıştıran Leonardo Jardim ile başlamaya karar
verdi.
Ranieri sistemi
Claudio Ranieri geçtiğimiz sezonun ilk
bölümlerinde Avrupa basınını şoke edecek
kararlara imza attı. Porto’dan 45 milyon euro’ya
transfer edilen James’i çoğu karşılaşmada yedek
bırakan kurt hoca, Kolombiyalı yıldızı için; “Takım
savunmasına daha çok yardım etmesi gerekiyor.
Şu an Rodriguez sahada istediklerimi yapabilecek
düzeyde değil” diyordu.
Claudio Ranieri
4-2-3-1; çift 6’lı 4-4-2 ve 4-3-1-2 formasyonlarını
rakibe göre kullanan Ranieri, saha içinde istenilen
sonuçları almasına karşın oyuncular tarafından
sevilmiyordu. Özellikle yıldız isimlerle arası daima
açık olan İtalyan çalıştırıcının, Monaco’nun başında
bu kadar parlak bir döneme rağmen sadece iki
sezon kalmasındaki temel neden de buydu.
4’lü defanstan şaşmayan oyun düzeninde Ranieri,
savunmanın merkezini Abidal-Carvalho ikilisine
emanet ediyordu. Bu ikiliden biri sakat veya cezalı
olursa devreye Raggi giriyordu. Orta saha ile
savunma arasındaki mesafeyi kısaltma görevini
defans oyuncuları yerine, daha atletik olan
merkezi orta sahalara bırakan Ranieri, bu sayede
savunma oyuncularının hızlanmada yaşayacakları
muhtemel problemlerin önüne geçiyordu.
Falcao sakatlandıktan sonra tek oyuncudan
alacağı verimi ikiye bölen teknik adam, sistem
değiştirip 4-3-1-2’yi daha sık kullanmaya gitti.
Forvet arkasında bu kez sezon başında pek şans
vermediği James harikalar yaratırken, hücumda
Emmanuel Riviere ile Valere Germain takımı
sırtlayan oyuncular oldu. Zaman zaman çift 6’lı
4-4-2’ye döndüğünde James’i orta 4’lünün sağında
kullanınca oldukça eleştirildi. Sezonu 38 maçta 31
gol yiyerek 80 puan toplamasına rağmen ligi tank
gibi ezip geçen Paris Saint Germain’in arkasında
ikinci olarak tamamladı ve akabinde kovuldu.
Jardim’in ilk denemeleri
Portekizli Leonardo Jardim Ligue 1’e alışmakta
zorlanan teknik adamlardan biri oldu. Ranieri
gibi “garantici” mantalitenin aksine, kendisinden
beklenen risk alan oyun yapısını ortaya koymayı
denedi ve ilk beş maçta takımı toplamda 9 gol
yiyince boyunun ölçüsünü aldı. Taraftarın tepkisini
çeken Jardim, Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’nin
başındayken UEFA Avrupa Ligi’nde yarı finale
uzanan yolda kullandığı sistemin bir türevine geçiş
yaparak 4-2-1-2-1’e yöneldi.
Çift 6’lı sistemde kullanılan iki defansif orta
sahanın önünde tek oyun kurucu olarak
Moutinho’yu değerlendiren Jardim, bu oyuncunun
yaratıcılık özellikleri sayesinde James’in yokluğunu
gidermeye çalışsa da takım attığı gollerden ziyade
yemedikleriyle ayakta durmayı başardı.
Leonardo Jardim
Efsane defans
Geçtiğimiz sezon attığı gol ve asistlerle
müthiş bir çıkış yapan Kurzawa’nın defansif
özelliklerinden de faydalanan Jardim, savunma
oyuncularının kalitesinden ziyade takım
savunmasını ön planda tutarak Ranieri’nin
yarım bıraktığı işi tamamladı ve Monaco kalesini
adeta Çin Seddi’ne çevirerek 18 maç gole kapattı.
Emektar savunma oyuncusu Carvalho’nun yanına
Wallace’ı monte eden Jardim, tecrübe ile çevikliği
bir arada kullanarak iki oyuncunun birbirini
tamamlamasını sağlıyor. Son zamanlarda ara
sıra 4-3-3’e de geçiş yapan Monaco takımı
savunmanın önünde Toulalan ve çift merkezi orta
saha Kondogbia-Moutinho ile sahaya çıktığında
son derece savaşçı bir orta sahaya sahip oluyor.
Bu sistem sayesinde hücum hattının yanlarında
oynayan Ferreira Carrasco ve Nabil Dirar’dan
da ekstra fayda alan Jardim’in elindeki oyuncu
havuzunun orta üstü kaliteye sahip oluşu topa
hükmeden, sabırlı oynayabilen ve maçı kontrol
eden bir takım hüviyeti ortaya çıkarıyor.
Bütün bunlara geçtiğimiz sezon fazla şans
verilmeyen Hırvat kaleci Subasic’in üst düzey
performansı da eklenince Monaco tam anlamıyla
savunma sanatları takımı haline geldi.
“Bu futbol uzun vadede başarı getirir mi?”
sorusunun cevabını gelecek sezon sonu alacağız.
Sezonu 4. sırada bitirebilirse, Leonardo Jardim’in
Moutinho’nun yanına benzer tecrübelere sahip
bir yaratıcı oyuncu daha eklemek istemesi
muhtemel. Şampiyonlar Ligi’nde en az gol
yiyen takımlardan biri olsa dahi, Monaco
Didier Deschamps döneminde yakaladığı
başarılardaki “kaliteli hücum” içeren futbolu
henüz sergileyemiyor. Topa sahip olarak oyuna
hükmediyor gibi görünse bile, Moutinho
gününde olmadığı zaman üretken olmakta hayli
zorlanıyor.
Ricardo Carvalho
Profil
Fırat Topal
HF165
BRUGGE KANALLARINI
TEMiZLEYEN ADAM
Club Brugge’u, 10 yıl sonra şampiyonluk yoluna sokan, Belçika futbolunun efsane
kalecisi Michel Preud’homme’a Hayatım Futbol büyüteciyle bakıyoruz.
Büyük kaleciydi Michel Preud’homme. Liege
yakınlarında doğmuş, o topraklarda büyümüş,
1969’da, daha 10 yaşındayken Standard Liege
altyapısına girmiş ve 18 yaşından itibaren de
kulübün formasını giymeye başlamıştı. 1982
ve 1983’te Standard’la 2 Belçika şampiyonluğu
yaşadı, 82’de Avrupa Kupa Galipleri Kupası finaline
de yükselmişlerdi. Kadrosunda Arie Haan ve Eric
Gerets gibi iki tecrübeli yıldızı bulunduran takım,
Allan Simonsenli Barcelona’ya kaybetti kupayı.
Takımın başında, Preud’homme’un yıllar sonra
izinden gideceği, eski bir kaleci olan Raymond
Goethals bulunuyordu. Derken 1984’te büyük bir
skandal patlak verdi. Bellemans Dosyası veya
Waterschei Olayı adıyla tarihteki yerini alan
hadiseye göre, 1981/82 sezonunun son haftasında,
Standard’ın Waterschei Genk ile oynayacağı maç
öncesinde rakip takımın kaptanı Roland Janssen
ziyaret edilmiş ve ondan, oynanacak maçta
kendilerini çok fazla sıkmamaları istenmişti. Zaten
Genk, kupayı kazanmış ve ligin orta sıralarında
yer alarak bir anlamda ligi kafasında bitirmişti. Bu
“iyilik” karşılığında, Standardlı futbolcular sezon
sonu şampiyonluk primlerinin bir kısmını, rakip
oyunculara hediye (!) etmişlerdi. İşin içine Gerets
ve Goethals da karışmıştı, zira Janssen, Gerets’in
yakın arkadaşıydı. Gerets 1 sene önce zaten
Milan’a transfer olmuştu, ama Goethals herhangi
bir cezadan kurtulmak için Portekiz’e kaçtı ve
Vitoria Guimares’in başına geçti (Goethals’ın
1993 yılında Olympique Marseille’in başındayken
benzer senaryoyla bir başka lig şampiyonluğu
yaşaması da ilgi çekicidir). Bu olayı izleyen sezon,
yani 1983’te kazanılan şampiyonlukla ilgili hiçbir
şüphe olmamasına rağmen, Standard Liege’in
Belçika’daki imajı bir anda sıfıra indi. Kulüp birçok
yönetici ve futbolcusuna ceza verdi. Preud’homme
da bunların arasındaydı. Tabii bu olayların etkisi
kaçınılmazdı, takım zaman zaman orta sıralarda
takılan, zaman zaman da üst sıraları zorlayan
hale büründü ama asla şampiyonluk yarışında söz
sahibi olamadı. Preud’homme da cezasının bitişine
rağmen, Goethals sonrası göreve gelen teknik
adamlar Louis Pilot ve Milorad Pavic tarafından
yedek kulübesine düşürüldü, çünkü eldivenleri
sonradan bir kulüp efsanesine dönüşecek Gilbert
Bodart devralacaktı. Preud’homme 2 sezon
boyunca 10’ar maça dahi çıkmadan Hollandalı Aad
de Mos’un başında olduğu KV Mechelen’e transfer
oldu.
KV Mechelen 1980’lerin başında altın dönemini
yaşayan Belçika futbolunda parlayan bir diğer
kulüptü. 1988’de Avrupa Kupa Galipleri Kupası,
1989’da da lig şampiyonlukları kazanıldı. Bu
sırada, ulusal takımda Jean Marie-Pfaff’ın
arkasında üçüncü kalecilik görevinde olan
Preud’homme, onu zorlama şansını, Standard
Liege’i sarsan skandal sebebiyle kaçırmıştı. Ancak
Mechelen’deki muhteşem performansı onun
Belçika için vazgeçilmez bir kaleci olmasını da
beraberinde getirmişti. 1987 ve 1989’da Belçika’da
yılın futbolcusu seçilmesinin yanı sıra en iyi kaleci
ödüllerini de kazanmıştı. Aynı başarıyı 1990 ve
1991’de de tekrarlamış ve Belçika’nın efsane hocası
Guy Thys onu 1990 Dünya Kupası’nda birinci
kaleci pozisyonuna yükseltmişti. Dört yıl sonra
Birleşik Devletler’deki turuvada Preud’homme
kendini aştı. 35 yaşındaydı, ama öyle mükemmel
bir performans gösterdi ki, Belçika ikinci turda
Almanya’ya 3-2 mağlup olarak elenmesine
rağmen turnuvanın en iyi kalecisine verilen Lev
Yaşin Ödülü’nü aldı. Turnuva sonrası o yaşında ilk
Michel Preudhomme Mourinho’daki cevheri ilk
görenlerden biri olup onun Benfica’ya gelmesini
sağlamıştı. Ne var ki bu birliktelik uzun sürmedi.
kez yurt dışı transferi yapıp Benfica’nın yolunu
tuttu, aynı zamanda Portekiz kulübü tarihinin
ilk yabancı kalecisi olmuştu. Beş sezon boyunca
Porto’nun şampiyonluklarını izlemek zorunda kaldı
ama taraftarların sevgilisi aldı. Yaptığı kurtarışlar
ona Aziz Michel lakabının verilmesini sağlamıştı.
Futbolu 40 yaşında bu ülkede bıraktı.
Mahalleye dönüş ve başarı hikâyesi
Preud’homme, 1999-2000 yılında Benfica’da Dış
İlişkilerden Sorumlu Futbol Direktörlüğü görevini
yürüttü ve teknik direktör Jupp Heynckes’in
ayrılması sonrası başkan João Vale e Azevedo’ya
Jose Mourinho’yu öneren isimdi. Mourinho’nun
Benfica’daki görevi sadece 5 maç sürse de (yeni
seçilen başkanla sürtüşmesi sebebiyle) onun ilk
birinci adamlık görevine tavsiye eden Belçikalı
olmuştu böylece. 2001 yılında Preud’homme,
evine döndü ve Standard’da Tomislav Ivić’in yerine
teknik adamlık görevini kabul etti.
1,5 yıl boyunca sürdü teknik direktörlük macerası.
2001/02 sezonunun sonunda yönetim kadrosuna
dahil olarak görevini Robert Waseige’ye devretti.
4 yıl sonra ise tekrar yeşil sahaya inme zamanı
gelmişti. 4 yıl boyunca takımın başında olan ama
şampiyonluk kazanamayan Dominique D’onofrio
taraftarın öfkesi sonucu istifa etmiş, yerine
getirilen tecrübeli Hollandalı hoca Johan Boskamp
da kısa sürede oyuncuarıyla arasında problem
yaratmayı başarmıştı. Preud’homme 47 yaşında
görevi devralarak sezonu üçüncü sırada bitirmeyi
başardı. İzleyen sezon ise 25 yıllık bir özleme
son verecekti. Standard, Anderlecht’in 7 puan
önünde lig şampiyonu oldu. Böylece takımın en
son şampiyonluğunda kaleyi koruyan efsane isim,
teknik direktör olarak, çeyrek asır sonra kulübü
tekrar Belçika’nın zirvesine taşımıştı.
Herkes, Standard’ın, Preud’homme ile uzun süren
bir başarı dönemi yaşayacağını tahmin etse de
aynen 25 sene önceki dönemde olduğu gibi yine
kulüp kaynayan bir kazana döndü. Preud’homme
yönetimle yeni kontrat görüşmeleri için masaya
oturdu, ancak başkan Reto Stiffler ona sadece 1
yıllık sözleşme önermişti. Kulüp direktörü Pierre
François’yı arayarak bunun büyük bir saygısızlık
olduğunu belirten Preud’homme görevinden
ayrıldı. Birkaç gün sonra Gent ile 3 yıllık sözleşme
imzaladı.Yanında yardımcıları Stan Van den Buys
ve Manu Ferrera’yı da götürmüştü.
Gent’in Belçika tarihinde hiçbir şampiyonluğu
bulunmuyordu. 1964’te ve 1984’te kazanılmış
iki Belçika Kupası kayda değer tek başarıydı.
Preud’homme iki sezon sonunda takıma Belçika
Kupası’nı kazandırdı ve böylece bir başka kulübün
tarihine de adını yazdırmış oldu. Bu başarı artık
şansını daha büyük bir denizde denemesi için
kendisine cesaret verdi ve Hollanda Ligi tarihinde
ilk şampiyonluğunu kazanan FC Twente’de, Steve
McClaren’dan boşalan teknik adamlık koltuğuna
oturdu. McClaren ile beraber tam 14 oyuncu
takımdan ayrılmıştı ve Belçikalı’nın işi hiç kolay
değildi. Ancak 2010/11 sezonunda müthiş bir
Mayıs ayı gerçekleşti. 8 Mayıs’ta De Kuip’te, Ajax’ı
3-2 mağlup ederek Hollanda Kupası’nı kazandılar.
Bir hafta sonra Arena’da iki takım şampiyonluğu
tayin edecek maça çıktı. Twente’ye beraberlik
yetiyordu, ancak Ajax 3-1 kazanarak şampiyon
oldu. Buna rağmen, Preud’homme, her sezonun
en iyi teknik direktörüne verilen Rinus Michels
Ödülü’nün sahibi oldu.
Arap çöllerinden Brugge
Kanallarına
Rinus Michels Ödülü’nü aldıktan 1 ay
geçmeden Preud’homme, Twente başkanı Joop
Munsterman’ın karşısına çıkıp, Suudi Arabistan’ın
Riyad şehrinin takımı Al-Shabab’ın başına
geçmek istediğini söyledi. Aslında Al Shabab
onu Gent’ten ayrıldığı gün de istemişti, ama bu
sefer Belçikalı hoca reddedemeyeceği bir teklif
almıştı. Suudi takımıyla 3 yıllık kontratının ilk
yılında takımı lig şampiyonluğuna ulaştırdı ve
yılın teknik direktörü seçildi. Takım izleyen sezon
ligi üçüncü bitirdi. 2013 Asya Şampiyonlar Ligi
çeyrek finalinde Japon Kashiwa Reysol’un onları
saf dışı etmesi sonrası, normalde takımla 2016
yılına kadar kontratı bulunan Preud’homme Arap
yarımadasından ayrıldı. Aynı günlerde ülkesi
Belçika’nın 8 yıldır şampiyonluğa hasret kulübü
Club Brugge da İspanyol teknik adam Juan Carlos
Garrido ile yollarını ayırmıştı. Hatta bu iki teknik
adamın görevlerinden ayrılması 1 gün arayla
gerçekleşmişti. Garrido’nun kovulmasının hemen
ardından Club Brugge resmi açıklamayla Michel
Preud’homme’un yeni teknik direktörleri olduğunu
açıkladı.
Geçtiğimiz sezon, normal lig maratonunu ikinci,
play-off aşamasını da üçüncü sırada bitiren
Club Brugge, bu sezon birkaç adım ileriye atmış
görünüyor. Takım 26 haftası geride kalan Belçika
Ligi’nde, en yakın rakibi Anderlecht’in 4 puan
önünde lider. Belçika Kupası yarı finalinde Brugge
derbisindeki rakipleri Cercle Brugge’u geçip finale
çıktılar ki orada da Anderlecht ile karşılaşacaklar.
Dahası Avrupa Ligi’nde de yollarına devam
ediyorlar, Danimarka’nın Aalborg takımı son 16’ya
kalmak için onların önündeki rakip.
Club Brugge’un kalesinde, Avustralya ile 2015
Asya Kupası şampiyonluğu yaşayan Matthew
Ryan bulunuyor. Henüz 23 yaşındaki kaleci, yakın
zamanda Club Brugge’a önemli bir maddi getiri de
sağlayabilir. 38 yaşındaki kaptan Timmy Simons
ile hücum hattındaki gol ayağı Tom de Sutter,
Preud’homme’un en çok güvendiği isimler. Ancak
ikinci yarıda, özellikle hücum hattındaki işleri ilk
yarıya göre zor olacak, çünkü takımın bu sezon
en çok gol atan ismi, Şilili Nicolás Castillo, Ocak
ayında Mainz 05’e kiralandı. Kolombiyalı sağ açık
José Izquierdo onun ardından takımın en çok gol
atan ismiydi. Sezonun şu ana kadarki bölümünde
60 gol atan ve bu alanda rakiplerinin çok önünde
olan (onları en yakından izleyen Kortrijk’ın 47 gol
attığını belirtirsek) mavi-siyahlılar, Castillo’nun
gidişinin etkisini en aza indirmeyi başarırlarsa
play-off süresince de liderlik koltuğundaki yerlerini
sağlamlaştırabilirler. Michel Preud’homme’un
bugüne kadar çalıştırdığı her takımda en az 1
büyük kupası bulunuyor. Club Brugge’da ikinci
sezonunu doldururken 3 cephede de yoluna devam
ediyor ve 10 yıldır şampiyonluk yüzü göremeyen
kulübü mutlu sona ulaştırmak istiyor. Ayrıca
kendisi futbolculuk yıllarında file bekçisi olan
teknik direktörlerin çok fazla başarılı olamaması
inancına karşı da savaşıyor.
Serkan Akkoyun
ASLA YALNIZ
YÜRÜMEYECEK!
Bu yazıyı okumaya karar verdiyseniz,
biraz sonra bir futbol takımının mottosu
ile bir hayata yeniden dönüş hikâyesinin
nasıl buluştuğuna şahit olacaksınız.
Hoşgeldiniz!
Futbol Kültürü HF165
İngilizleri, futbollarının dışında iyi müzikleri ve
iyi filmleri ile anıyorum her zaman. Alternatif
müzikler ya da yaratıcı mizah benim için hep
Ada’dan çıkıyor. Yaşımın yetmediği dönemlerde de
bu böyleymiş. Örneğin 1960’lar. Şöyle bir zamanı
geriye saralım…
LIVERPOOL, 1963.
Yıl 1963. İngiltere’de Liverpool kenti. Beat müzik,
Liverpool’da 60’ların başında Merseybeat ile
veriyor coşkuyu. Beatles esiyor, Undertakers iyi
işler çıkarıyor, Remo Four kaliteyi yükseltiyor.
Bir de Gerry and the Pacemakers var içlerinde.
Liverpool’un delikanlılarından Gerry (Marsden)
kardeşi Fred ile birlikte 60’a girildiği yıl Les
(Chadwick) ve Arthur (McMahon)’u da kafalayarak
grubu kuruyor. Önce gruplarına Gerry Marsden
and the Mars Bars adını veriyorlar ama sonra aynı
adlı çikolata fabrikası ile ters düşünce adlarını
değiştiriyorlar. 60’ın ilk yıllarını müziği öğrenerek
geçirdikten sonra ‘How Do You Do It?’ geliyor.
Ardından ‘From Me to You’yu kaydediyorlar.
Ve 1963 senesinde grup, ilk defa 1945 yılında
sahnelenmiş Rodgers & Hammerstein’in Brodway
müzikalinde söylenen bir şarkıyı cover yapma
kararı alıyor. İşte bu karar, Liverpool kentinin,
Liverpool’un kırmızı futbol âşıklarının ve ilerleyen
satırlarda tanışacağımız bu yazının kahramanının
kaderini de belirleyecek bir karar oluyor. ‘You
Will Never Walk Alone’ şarkısı, böylece Liverpool
semalarında yankılanmaya başlıyor.
Grubun söylediği bu şarkının kaydı kısa süre
içerisinde listelerde üst sıralara çıkıyor. Aynı yıl
Liverpool maçlarından önce hazırlanan şarkı
listesinde de yer alıyor. Taraftarlar sözlerindeki
anlam karşısında büyük hayranlık duyuyor ve ne
zaman çalsa eşlik etmeye başlıyorlar. ‘Asla yalnız
yürümeyeceksin’ diyorlar taraftarı oldukları takıma
doğru. Bir süre sonra şarkı çalmamaya başlar ama
sözler Anfield’da yankılanmaya devam eder. Yıllar
geçer, ne şarkı ne de sözler eskimez. Her seferinde
sanki birkaç gün önce Gerry ve arkadaşlarının
elinden çıkmışçasına tazeymiş gibi söylenir.
Her minik Liverpool taraftarına öğretilir. Ünü
sınırları aşar. Dünyanın neresinde olursa olsun; bir
futbolsever ‘Liverpool’ dendiği zaman ‘You Will
Never Walk Alone’ der istemsizce. Tıpkı onlardan
birisi olan; Andy Grant gibi…
LIVERPOOL, 1989.
Andy Grant, 1989 yılında İngiltere’de Liverpool’da
dünyaya geldi. Liman şehrinin her çocuğu gibi ya
Everton’lı ya da Liverpool’lu olması gerekiyordu.
O, Gerry’nin sesine kulak verdi ve Liverpool
taraftarı oldu. Kolay bir hayat yaşamadı. Henüz
12 yaşındayken annesini kan kanseri nedeniyle
kaybetti. Ölüm anını gözleri ile gördü bunu asla
unutmadı. 20 yaşına girdiğinde askerlik görevi
için orduya teslim oldu. Ve film bu andan itibaren
Andy Grant için kopmaya başladı…
AFGANİSTAN, 2009.
2009 yılında Andy askerlik görevini yapmak için
Kraliyet Deniz Kuvvetlerinde komando olarak
önce Irak’a gitti. Oradaki görevinin ardından
Afganistan’a geçti. Afganistan’da 45 komando
ile yapılan bir operasyon sırasında 2 adet mayın
patladı. Bunlardan birisi Andy’yi çok ciddi bir
şekilde yaraladı. Arkadaşları tarafından patlama
bölgesinden anında uzaklaştırılan Andy’nin
durumu ağırdı ve hızla ambulans helikopter ile
Bastion kampına getirildi. Vücudunun 27 ayrı
yerinden yara almıştı ve bilinci kapalıydı. Andy
süratle İngiltere’ye ulaştırıldı ve Birmingham’da
yer alan Selly Oak hastanesine yerleştirildi. İki
hafta komada kalan genç asker mucizevi bir
şekilde hayata dönmüştü. Ancak hastaneden
çıkması 3 ayı buldu. 20 yaşında; annesinin
ölümünü izlemiş, Irak ve Afganistan’a savaşa
gitmiş, mayın patlaması sonucu 27 ayrı yerinden
yaralanmış ve 2 hafta komada kalmıştı. Yine de
tüm bunlar olurken asla yalnız yürümemişti.
Bu arada Liverpool Rafael Benitez yönetiminde
çok iyi işler çıkarıyordu. Şampiyonluk yarışını
son haftalara kadar sürdürmesine karşın sadece
4 puanlık farkla Manchester United’a geçiliyor
ve ligi 2. tamamlıyordu. Liverpool da Andy gibi
zirveyi zorlasa da ancak kıyısından kenarından
tutunabiliyordu.
BIRMINGHAM, 2010.
Andy hastaneden çıktıktan sonraki 18 ay boyunca
sağ bacağındaki ciddi hasarın düzelmesi için
fizik tedaviye gitti. Aynı zamanda yaşadıklarını
atlatabilmesi için psikolojik destek de aldı. Bu
arada Liverpool’u da takip etmeyi sürdürüyordu.
2010 yılının Kasım ayında ise kendisi için çok zor
bir karar vermesi gerekti; sağ bacağının iyileşme
ihtimali yoktu ve artık kullanamayacaktı. Cesur
komando kararını verdi; ameliyat olacak ve sağ
bacağı dizinden aşağısı olmak üzere kesilecekti!
Ve hayat bir kez daha Andy ile dalgasını geçti…
Andy’nın sağ bacağının tam diz bölgesinde
fanatik taraftarı olduğu Liverpool’un mottosu;
‘You Will Never Walk Alone’ sözü dövme olarak
yazılıydı. Bir de o küllerinden doğan Anka kuşu
vardı. Ameliyata girdi ve sonucunda sağ bacağının
yarısı artık yoktu. Andy ameliyatın etkisinden
kurtulduktan sonra bacağının yeni halini merak
etti ve bakmak istedi. Baktı… Gördüğü karşısında
çok şaşırdı. Normal şartlar altında bacağı kesilen
bir insanın hüzünlenmesi, ağlaması ya da benzeri
isyan duygularını dışa vurucu ifadeler takınması
gerekirken Andy gülüyordu! Çünkü bacağındaki
‘You Will Never Walk Alone’ yani ‘Asla Yalnız
Yürümeyeceksin’ yazılı dövmesinin bir bölümü
ameliyat sırasında kesilen parça ile kendisinden
kopmuştu. Kalan kısım da ise şu yazıyordu: ‘You
Will Never Walk’ yani ‘Asla Yürüyemeyeceksin’
GÜNÜMÜZ…
Andy yürüdü. Yürümekle de kalmadı, yaşadığı
bu olayı kendisine verilmiş çok önemli bir mesaj
olarak algılayarak insanlara umut ışığı olmaya
karar verdi. “Bu durum biraz ironikti. Bacağım
bana asla yürüyemeyeceğimi söylerken ben şu
anda 10 kilometreyi 40 dakikada koşuyorum. Bu
dünya rekorundan sadece iki dakika az” diyor
Andy. Genç adam, bacağının kesilmesinin ardından
hem dünyanın çeşitli ülkelerini gezerek insanlara
hikâyesini anlatıyor hem de ampute bir atlet
olarak yarışlara katılıyor: Invictus Oyunlarında 400
metre ve 1,500 metrede altın madalyaların sahibi!
Genç Liverpool taraftarı Andy, yaşadıklarına
rağmen kendini insanlığa adamış olmasını ise şu
basit ama aslında derin anlamlı sözlerle anlatıyor:
“Olaylara iyi tarafından bakıyorum”
Andy Grant, 25 yaşında, Liverpool taraftarı. Hayatı
boyunca yalnız yürümeyecek.
Şampiyonlar Ligi HF165
Emre Çelik
MANCHESTER CITY - BARCELONA
Son yıllarda Premier League’de istediklerinin
büyük bölümünü elde ederek Şeyh’in rüyasının
büyük kısmını gerçekleştiren Manchester City,
Şampiyonlar Ligi’ndeki talihsizliğine devam ediyor.
Önce geçtiğimiz sezon grubu ikinci bitirerek kura
aşamasında dezavantajlı konuma düşmesine
yol açan Bayern Münih’i tekrar çekip yine ikinci
olduktan sonra benzer senaryoyla son 16’da yine
geçen sezon olduğu gibi Barcelona ile eşleşti.
Kura çekimi yapıldığı zaman yapılan ilk yorumlar
Manchester City’nin elbette Barcelona kurasından
memnun olmamasına rağmen geçen sezona
göre daha fazla şansı olduğu yönündeydi ki
bunun da en önemli sebebi Barcelona’nın kura
çekimlerinin yapıldığı hafta Getafe deplasmanında
da puan kaybederek şampiyonluk yarışında yara
almış, Luis Enrique-Lionel Messi anlaşmazlığı ve
Andoni Zubizarreta eleştirileri ile saha dışında
da bir hayli problem yaşıyordu. Lâkin köprünün
altından 2 ayda çok sular aktı, umut veren City
bir türlü toparlanmayı başaramadı, Barcelona
ise Üç Silahşörler’in önderliğinde adeta zirvedeki
günlerinden kesitler sunmaya başladı.
İki takım için de grup aşamasının kusursuz
tamamlandığını söylemek güç. Gruptaki ilk 4
maçının hiçbirini kazanamayan Manchester
City, önce 10 kişi kalan Bayern Münih’i Sergio
Agüero’nun tarihe geçen performanslarından birini
sergileyerek takımını adeta tek başına sırtladığı
maçta yenip ardından da favori gösterilmediği
Roma deplasmanında beklenenden rahat bir
galibiyet alarak son derece güç şekilde ikinci tur
biletini aldı. Sadece +1 averajla gruptan çıkabilen
Manchester City ayrıca grubunun en fazla kart
gören takımı oldu.
Barcelona ise grubun ikinci maçında Paris
Saint-Germain karşısında aldığı mağlubiyetin
ardından oynanan iki Ajax maçında da galibiyeti
almasına rağmen futbol olarak beklentilerin
yanına yaklaşamadı. Fakat grup liderliği için Camp
Nou’da oynanan Paris Saint-Germain maçında
Luis Enrique’nin de ilk defa taktiksel anlamda
B planının olduğunu gösterdiği maçta rakibini
adeta sahadan sildi ve liderliği ele geçirdi. Bu
maçın başka bir önemi de Barcelona’nın 2 aylık
yükselişinin başladığı maçlardan biri olmasıydı.
Katalanlar, maç başına 7,3 ortalamayla grup
aşamasında 32 takım arasında kalesine en az şut
izni veren ekip olurken ayrıca maç başına %65,7
topla oynama yüzdesiyle Bayern Münih’in ardından
ikinci geldi. Barcelona adına bir diğer dikkat çeken
istatistik ise %90 ile grup aşamasında maç başına
en fazla isabetli pas yapan ekip olmalarıydı.
konsantre olacakları göz önünde bulundurulunca
bu problemleri çok fazla yaşamayacaklarını tahmin
etmek zor değil.
Manchester City özellikle Ocak ayının ortasından
itibaren hem sonuç hem de ortaya konulan futbol
açısından ciddi bir düşüş periyodu yaşıyor. Son
9 karşılaşmasında sadece 3 galibiyet alabilen
Manchester City’de göze çarpan en önemli
handikap, Yaya Toure’nin de bu periyottaki
yokluğunda orta sahadaki ikilinin yaratıcılık
yönünden büyük eksiklikleri oldu. Dahası stoper
bölgesinde elde edilemeyen istikrar ve savunmadaki
bireysel hataların fazlalığı da çokça göze batıyor.
Takım olarak topla oynamayı seven bir profilde
olmalarına rağmen rakibin hızlı ataklarında
genellikle eksik yakalanıp fazlasıyla yerleşme hatası
yapıldığı için de çok fazla boş alan bırakıyorlar. Lâkin
Barcelona karşısında hiç şüphesiz topla ortalamaları
kadar oynayamayacakları ve savunmaya daha fazla
Barcelona ise son 2 aylık periyotta son derece
başarılı ve eski, tahmin edilebilir futbolunun
aksine varyasyonları olan bir futbol sergiliyor.
Luis Enrique’nin eleştirilen ama meyvelerini
veren rotasyon sistemi sayesinde daha dinç
olan Barcelona’da ayrıca Lionel Messi ve Neymar
ikilisi inanılmaz formda. Suarez’in sisteme
artık tamamen adapte olması, Pique’nin eski
günlerini andırması ve Copa del Rey’deki Atletico
Madrid maçları başta olmak üzere Barcelona’nın
kontratakla da vurabilen bir takım olduğunu
göstermesi Katalanlar adına öne çıkıyor. Maçın
İngiltere’de oynanacak olmasına rağmen daha
tahmin edilemez, daha tehlikeli, daha çok
varyasyona sahip olan ve daha formda olan
Barcelona bir adım önde.
M.City
9
8
70
2906
%51
18
15
2
Barcelona
Atılan Gol
15
Yenilen Gol
5
Gol Girişimi
94
Başarılı Pas 3865
Topla Oynama %63
İsabetli Orta
18
Sarı Kart
8
Kırmızı Kart
1
Şampiyonlar Ligi HF165
Bahadır Bozkurt
JUVENTUS – DORTMUND
Borussia Dortmund, temsilcimiz Galatasaray’ın
da aralarında bulunduğu D Grubunu lider olarak
tamamlamayı başardı. Signal Iduna Park’ta
Arsenal’i devirerek işe başlayan Jürgen Klopp’un
öğrencileri, Belçika deplasmanında Anderlecht’i
0-3’lük skorla geçerek yolu yarılamayı başardı.
Ardından Galatasaray’la karşılaşan panzerlerin
temsilcisi her iki maçta da 4 gol atarak, gruptan
çıkmayı başardı. Öte yandan Bundesliga’da kabus
gibi bir sezon geçiren sarı-siyahlılar, çıktıkları
Londra deplasmanında Arsenal’den gruptaki ilk ve
tek yenilgisini aldı. Liderlik şansını tehlikeye soksa
da grubun sürpriz takımı Anderlecht Londra’dan
puan çıkarmayı başarınca, Dortmund grubunu lider
olarak tamamlamayı başardı.
Gidecek mi, kalacak mı sorularını devre arasında
uzattığı sözleşmeyle yanıtlayan Marco Reus,
takımın en güvendiği isimlerin başında geliyor.
Hücumun en etkili isimlerinden bir diğeri ise
Gabon’lu forvet Aubeymang olacak. Devre
arasında Red Bull Salzburg’tan transfer edilen
Kevin Kampl, sahanın her bölgesinde görev
alabilecek yeteneklere sahip. Bundesliga’da
şimdilik işleri yoluna koyan Klopp, Şampiyonlar
Ligi’nde taraftarlarının yüzünü güldürmeye
çalışarak bir nevi özür dilemeye çalışacak. İki sezon
önce finale yükselen ekipten şu anda kadroda
bulunmayan tek isim Robert Lewandowski.
Polonyalı golcünün gidişiyle transfer edilen Ciro
Immobile ve Adrian Ramos’tan hala beklenen
katkıyı alamadılar. Sezon içerisinde Hummels
ve Soktaris’in sakatlıkları, kaleci Wiedenfeller’in
formsuzluğu defansif anlamda Klopp’un kabusu
oldu.
Signal Iduna Park’ta Avrupa’nın en görkemli
atmosferinden bir tanesini oluşturan Dortmund
tribünleri, bu eşleşmede performansından kuşku
duyulmayan tek unsur. Torino’da oynanacak olan
ilk maçta teslim olmazsa, Alman ekibi rövanş
karşılaşmasında taraftarının desteğiyle turu
geçmeyi başarabilir.
İtalyan ekibi Juventus A Grubu’nu ikinci
tamamlayarak son 16 vizesini almayı başardı.
Grubun seyrini değiştiren ve Juventus’u bir üst tura
taşıyan takım İsveç temsilcisi Malmö oldu. Grupta
hiçbir iddiası olmayan Malmö, tek galibiyetini
evinde Olimpiakos karşısında alarak tüm dengeleri
alt üst etti. Son ana kadar Olimpiakos’la nefes
nefese ikincilik yarışını sürdüren Juventus, son
maçta Atletico Madrid’den aldığı bir puanla üst
tura çıkmaya hak kazandı. Massimo Allegri
yönetiminde bu sezona başlayan İtalyan
temsilcisi ligini sirkülase etse de, Şampiyonlar
Ligi’nde işlerin pek parlak geçmediğini mümkün.
Özellikle Arturo Vidal, Paul Pogba, Carlos Tevez
gibi önemli isimlerin yanı sıra şimdiden efsane
olmayı başarmış Buffon ve Pirlo’yu kadrosunda
Juventus 7
4
93
3015
%62
28
13
-
bulunduran İtalyan ekibinden beklenti büyük.
Geçen sezon Sneijder’in gün aşırı golüyle
Şampiyonlar Ligi’nden elenen Juventus bu sezon
en azından çeyrek finali görmeyi hedefliyor. İtalyan
ekip, diğer ekiplere göre nispeten daha iyi bir kura
çekti. Rakip Dortmund’un bu sezon içerisindeki
problemleri Juventus’u eşleşmede bir adım öne
taşıyor. Aksi bir durumda Juventus turnuvaya
erken veda ederse Paul Pogba, Arturo Vidal gibi
oyuncularla yol ayrımına gelebilir.
B. Dortmund
Atılan Gol
14
Yenilen Gol
4
Gol Girişimi
97
Başarılı Pas 2612
Topla Oynama %51
İsabetli Orta
26
Sarı Kart
3
Kırmızı Kart
-
Emre Çelik
Şampiyonlar Ligi HF165
LEVERKUSEN - ATLETICO MADRID
Geçtiğimiz sezon hem La Liga’da hem de
Şampiyonlar Ligi’nde rüya gibi bir sezon geçirerek
lig şampiyonluğunu kazanan ve Devler Ligi’nde
de finale çıkan Atletico Madrid, 24 Mayıs
2014’te 90’ıncı dakikada Sergio Ramos’un
golüyle o rüyadan Estádio da Luz’da uyanmış ve
Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu Real Madrid’e
kaptırmıştı. Fakat Atleti, 2013/14 sezonunun
1995/96’daki gibi tek sezonluk geçici bir başarı
olmadığını Şampiyonlar Ligi grup aşamasında
ortaya koyduğu futbolla gösterdi. Fakat şimdi
görevleri çok daha zor; zirveye çıkmak değil
zirvede kalmak. Bir başka ifadeyle tekrar finale
çıkarak geçen seneki başarının mucizeden ibaret
olmadığını göstermek. Bu yolda da ilk rakipleri
Alman ekibi Leverkusen.
Sezon başında Roger Schmidt’i göreve getirip
orta ölçekli bir yeniden yapılanma sürecine giren
Leverkusen Ağustos ayından bu yana Avrupa’da
izlemesi en çok keyif veren takımlardan biri
olmayı başarsa da ortaya konulan güzel oyunu
skora çevirmekte istikrar sağlayamadı. Şimdi ise
işleri hiç kolay değil; Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek
finale çıkmak istiyorlarsa Avrupa’nın belki de en
skor odaklı takımı olan Atletico Madrid’i geçmek
zorundalar.
Atletico Madrid grup sürecine Olimpiakos
mağlubiyetiyle başladıktan sonra oynadığı
4 karşılaşmanın hiçbirini kaybetmedi ve son
haftaya da Juventus’un 3 puan önünde zirveye
girdi. Kırmızı-beyazlılar son hafta da Torino
deplasmanında 1 puan almayı başararak kendisini
birinci torbaya attı. Atletico Madrid grup sürecinde
gördüğü 16 sarı kartla son 16’ya kalan takımlar
içerisinde istatistiklere göre en serti ve bunun
sert ve dirençli oyunlarının bir sonucu olduğunu
söylemek yanlış olmaz. Ayrıca Atletico Madrid
grup sürecinde sadece 3 gol yedi ve Monaco ile
Real Madrid’in ardından Chelsea ile birlikte grup
sürecinin en az gol yiyen üçüncü ekibi olmayı da
başardı.
Bayer Leverkusen ise C Grubu’nda son haftaya lider
ve gruptan çıkmayı garantilemiş bir biçimde girse
de son hafta Benfica deplasmanında elde edilen
beraberlikle ikinciliğe düştüler. Aslında Leverkusen
için Monaco mağlubiyetlerinin, özellikle de iç
sahada alınan 1-0’lık yenilginin, grup liderliğine
mal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunun da
en önemli sebeplerinden biri hiç şüphesiz ligde
ortaya koydukları iştahlı ve korkusuzca saldıran
hücum anlayışının yerine neredeyse tüm maçlarda
daha temkinli ve beklenenin altında bir futbol
ortaya koydu. Leverkusen grup sürecinde 32 takım
arasında rakip takımın ayağından en çok top çalan
ekip olmasının yanında pas arasıyla top kapma
konusunda da 32 takım içerisinde ikinci sırada
yer aldı.
Atletico Madrid geçen senenin aksine ligdeki
yarıştan kısmen kopmuş bir görüntü çiziyor
ama bunun sebebi geçen seneden daha güçsüz
oldukları ve Atleti’yi başarıya götüren oyun
tarzlarındaki herhangi bir değişiklik kesinlikle
değil. Daha ziyade yeniden yapılanmayla ve
unvanın getirdiği ağırlıkla geçen sene Atletico
Madrid’i başarılı kılan “maç maç düşüneceğiz”
mantalitesinin atlanması ki bu ana fikri
Şampiyonlar Ligi’nde hele ki eleme maçlarında
hatırlayacakları ve sıkı sıkıya bağlanacaklarını
söylemek yanlış olmaz. Hâlâ kontratağa çıkmak,
Leverkusen
7
4
92
1712
%50
20
12
2
takım olarak savunma yaparak alan kapatmak ve
duran toplar konusunda Avrupa’nın kalburüstü
takımlarının son derece etkililer.
Leverkusen içinse bu maçlara nasıl yaklaşılacağı,
lig sonuncusuna karşı bile “önce gol yemeyelim”
düşüncesiyle çıkan Atletico Madrid’e kıyasla
çok daha belirleyici olacak. Leverkusen’in
hücum etkinliği en büyük silahı olarak öne
çıksa da bundan %100 verim almak için topla
tüfekle saldırmak da Leverkusen’in en büyük
handikabı kırılganlığını bir o kadar artırıyor.
Bunun da Atletico Madrid cephesi için bulunmaz
bir nimet olacağını söylemek yanlış bir tespit
olmayacaktır. Bu açıdan Leverkusen’in şansını
devam ettirmek adına özellikle iç sahadaki
bu maçta temkinli ve öncelikle Atletico
Madrid’in istediği ve hızlı çıkabileceği ortamı
oluşturmamaya yönelik bir taktik anlayışla ve
duran top ile yan toplara ekstra önlem alarak bir
futbol sergilemesi belirleyici olacak. Bunun ne
kadarını gerçekleştirebileceklerini ise hep birlikte
göreceğiz.
A. Madrid
Atılan Gol
14
Yenilen Gol
3
Gol Girişimi
88
Başarılı Pas 1929
Topla Oynama %47
İsabetli Orta
51
Sarı Kart
16
Kırmızı Kart
-
Şampiyonlar Ligi HF165
Emre Gürkaynak
ARSENAL - MONACO
Manchester City-Barcelona belki de son 16’nın en
yüksek profilli eşleşmesi, keza Juventus-Dortmund
mücadelesi büyük merak konusu. Ancak
Arsenal-Monaco eşleşmesi bu ikili kadar büyük
gözükmüyor. Ya da Arsenal baktığımız yerden
pek büyük gözükmüyor artık. Bir eşleşmeyi ‘en iyi’
yapan taraflardan aslan payı artık onların değil.
Rakip de savunmacı Monaco olunca bu sıfat pek
uğramıyor randevularının civarına.
Arsenal, artık kaderini her zaman kendi çizmiyor
belki ama onlar için hazırlanan yol bu sezon
Türkiye ile sık sık kesişiyor. Her kesişimde de
Wenger ustalığında oluşturdukları istikrar duvarına
bir tuğla eklediklerini söylemek mümkün. Play-off
turunda, Beşiktaş’la eşleşen Londra ekibi, siyahbeyazlıları eleyerek, 17. kez üst üste Devler Ligi’nde
grup aşamasına kalmış oldu. Borussia Dortmund
yenilgisiyle başlayan grup macerası Galatasaray
ve Anderlecht galibiyetleriyle Arsenal adına nasıl
bir seyirde gideceğini belli etti. İkinci Anderlect
maçında 3-0 öne geçmesine rağmen sahadan 1
puanla ayrılan ’Topçular’ bir kez daha taraftarına
belki de saç baş yoldurup, grup liderliğini kaybetse
de ikinci tur vizesini 15. defa üst üste elde etme
başarısı gösteriyordu. Lider değillerdi ama kuradan
iyi haber vardı: Son iki sezonun aksine Bayern
Münih’le eşleşmemişlerdi! Grup ikincilerinin
duvarlarını süsleyen posterde Monaco’nun kırmızı
ve beyazı hâkimdi bu sene ve şans Arsenal’e
gülmüştü, tıpkı yazın olduğu gibi.
Ancak yalnızca grup lideri olması bile, Monaco’nun
hafife alınmaması gerektiğini gösteriyor. Grup
maçlarında yalnızca bir defa, -evet, sayıyla 1- gol
yiyen Monaco, son 9 lig maçında topu ağlarından
hiç çıkarmadı. Keyif verdiklerini söylemek
kesinlikle mümkün değil ancak Leonardo Jardim’in
öğrencileri her alanda ufak ufak zirveye tırmanıyor.
Yine de Monaco’nun bulunduğu C Grubu’nun
kaymak tabakadan bir takım içermemesi
düşündürücü. Benfica, Bayer Leverkusen ve Zenit,
her ne kadar üst seviyeye alışık ekipler olsa da,
Arsenal, Monaco için başka bir seviyeyi işaret
ediyor.
Arsenal için 15 senedir son 16’da dedik, son 4
senedir bir adım öteye gidemediklerini söyleyelim;
Monaco ile eşleşirken, tıpkı bu yaz oldukları gibi
şanslı olduklarını söyledik, sıcak ayların şansının da
Alexis Sanchez olduğunu belirtelim.
Özellikle Mesut Özil’in formsuz olduğu dönemde,
Arsenal’in ‘dünya yıldızı’ kotasını layıkıyla
dolduran Şilili, Monaco karşısında da büyük silah.
Middlesborough ile oynanan Federasyon Kupası
maçında 2 gol birden atan Olivier Giroud’un formu
da Arsenal için kritik.
James Rodriguez ve Radamel Falcao’yu
gönderdikten sonra, bu isimlerin yerlerini
doldurmayan ve bu sebeple taraftarından büyük
eleştiri alan Monaco’da isyanı bir nebze de olsa
dindiren Yannick Carrasco ile Dimitar Berbatov
yine gol umudu. Savunmayı ise tekrar anlatmaya
gerek yok.
Arsenal-Monaco eşleşmesi, her iki takımın şansı
bir açıdan. Eşikte duran eşleşme. Eşiği atlamak
belki de bu sefer biraz duygusal olacak Arsene
Wenger için. İlk defa eski takımına karşı bir resmi
maçta zira Fransız. Onun eski bir takımı olduğunu
hatırlamak bile zor. O dönemin Monaco’sunu da.
Ancak şimdi bir yanda yemeyen, bir yanda atan
var. Zirveden kopsa da keyiften kopmayan Arsenal
ile, keyiften kopuk ama zirveye pamuk ipliğiyle
de olsa bağlı Monaco. Biraz iyiyle kötünün savaşı
yani bu futbol düzleminde. Ancak kimsenin taraf
seçmesine gerek yok, keyif almak yeterli olacak.
En azında Arsenal kısmı öyle dilerdi herhalde.
ArsenalMonaco
15
8
69
2601
%53
17
10
1
Atılan Gol
4
Yenilen Gol
1
Gol Girişimi
56
Başarılı Pas 1556
Topla Oynama %47
İsabetli Orta
20
Sarı Kart
16
Kırmızı Kart
-

Benzer belgeler