Untitled

Transkript

Untitled
CHRISTINE
MERRILL
Konağın Yeni Düşesi
Çeviri
Alperen Çelik
HARLEQUIN TÜRKĐYE
Mühürdar Cad. Uras Apt. No.83/1
Kadıköy - ĐSTANBUL
Tel: (0216) 418 12 72 Faks : (0216) 338 87 12
[email protected] – www.harlequintr.com
www.facebook.com/harlequinbeyazdizi
twitter.com/harlequintr
İngilizce Adı: THE INCONVENIENT DUCHESS
Türkçe Adı: KONAĞIN YENİ DÜŞESİ
ISBN: 978-605-339-030-5
Harlequin Historical
Copyright © 2006 by Christine Merrill
SÜRELİ YAYIN
Yayının Adı: Harlequin Historical
Tüzel Kişiliği: Arlekin Wydawnictwo Harlequin Enterprises sp. z.o.o.
Merkezi Polonya Türkiye İstanbul Şubesi
İmtiyaz Sahibi ve Uyruğu: Berkant Yıldırım T.C.
Sorumlu Müdür ve Uyruğu: H. Rıza Bankoğlu T.C.
İdarehane Adresi: Mühürdar Cad. Uras Apt. No:83 D.1
Kadıköy – İstanbul – Türkiye
Kapak : Ümit Kara
Bu yayın, Arlekin Wydawnictwo Harlequin Enterprises sp. z.o.o. Merkezi
Polonya Türkiye İstanbul Şubesi tarafından 2013 yılında yayımlanmıştır.
Dünyada Türkçe tüm yayın hakları, Arlekin Wydawnictwo Harlequin
Enterprises sp. z.o.o. Merkezi Polonya Türkiye İstanbul Şubesi’ne ait olup,
yayımcının izni olmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve çoğaltılamaz.
Arlekin Wydawnictwo Harlequin Enterprises sp. z.o.o. Merkezi Polonya
Türkiye İstanbul Şubesine ait bir yayının, Türkiye’de ve Kıbrıs’da Yaysat
A.Ş., Avrupa’da Axel Springer Vertrißes gmbh dışında herhangi bir kuruluş
tarafından herhangi bir diğer adla piyasaya sunulması, satılması ve teşhir
edilmesi yasaktır, ve kanuni takibe tabidir.
ROMANIN KARAKTERLERĐ
Miranda Grey
Romanın kadın kahramanı
Markus Radwell
Romanın erkek kahramanı
St John
Markus’un erkek kardeşi
Andrea Radwell
Markus’un annesi ve Haugleigh’in dul Düşesi
Sir Anthony
Miranda’nın babası
Cecily Dawson
Miranda’yı annesinin ölümünden sonra büyüten
hayat kadını ve Andrea’nın eski bir dostu
~7~
~ Birinci Bölüm ~
“Biliyorsun ki ben ölüyorum.”
Yaşlı kadın elini uzatıp, Haugleigh Dük’ü Markus Radwell’in
elini sıkıca tuttu.
Dük etkilenmişe benzemiyordu. Yine de kelimelerini özenle
seçmeye gayret gösterdi.
“Bu konuşmayı, Noel’de, sen iyileşince yeniden yapacağız anne.”
“Şu inatçılığın beni noelden önce öldürecek.”
Senin de şu duygu sömürülerin beni yakında diri diri mezara sokacak, dedi Dük kendi kendine. Yine de annesinin her zamanki oyununa ayak uydurmaya çalıştı. Đçerisi mum ışığıyla aydınlatılmıştı ve
yatağın başındaki zambakların kokusu içeriye neredeyse bir cenaze
~8~
havası veriyor, annesinin yüzünü olduğundan daha da solgun gösteriyordu.
“Hayır oğlum, bu konuşmayı tekrar yapmayacağız. Artık buna
gücüm yok. Bugün söyleyeceklerimi bir daha asla tekrar etmeyeceğim. Zaten o kadar zamanımın olduğunu da sanmıyorum,” dedi yaşlı
kadın. Sonra da yatağın başında duran su sürahisini işaret etti.
Markus bardağa su doldurup, annesine içmesi için yardım etti.
Markus ona inanmıyordu. Yine oyun oynadığını düşünüyordu.
Kadının sarı saçları yastığın üzerine dökülmüştü. Yüzü böyle cansız
olmasına rağmen, sesi hala dinç ve kararlıydı. Markus ona şöyle bir
baktı.
“Kendini yorgun hissediyorsan belki daha sonra...”
“Daha sonra bunları söyleyecek gücü bulabilir miyim bilmiyorum. Bu konuşmadan kaçmak için daha iyi bir bahane bulmanı beklerdim.”
“Anne, seni son kez ölüm döşeğinde ziyaret ettiğimde, artık senin bu ucuz dramalarına kanmayacağımı açıkça belirtmiştim.”
Markus’un sözcükleri ironi yüklüydü. “Bana bir şey söylemek istiyorsan bir mektup yazıp bunları açıkça dile getirebilirsin. Bu oyunlara karnım tok.”
“Sana mektup yazsaydım, bir bahane bulup evine gelmeyi reddederdin.”
“Ev mi? Burası senin evin anne, benim değil.”
Annesi gülmeye başladı. Kahkahaları ani bir öksürük kriziyle kesildi. Kadın iki büklüm olmuş öksürüyordu. Markus onu yatağında
doğrulttu. Kadın toparlanıp, derin bir nefes aldı.
“Burası senin evin Ekselansları. Burada yaşamayı seçmemiş olabilirsin ancak burası senin evin.”
Annesi başka bir strateji seçiyordu demek. Şimdi de onu aile mirasını ihmal ettiği için suçlayacak, sonra da konuyu yine evliliğe
getirecekti. Markus omuz silkti. Bu oyunu daha önce de oynamışlardı.
Yaşlı kadın eliyle yine yatağın ucunu işaret edince Markus elini
sürahiye uzattı.
“Hayır, su istemiyorum. Şu kutuyu uzatır mısın?”
~9~
Markus kutuyu ona uzattı. Kadın titreyen elleriyle kutuyu açıp,
bir tomar mektup çıkardı.
“Zamanım daralıyor. En azından geçmişte yaptığım hataları düzeltmeliyim.”
Markus dişlerini sıktı. Sessizce annesini dinlemeye devam etti.
“Geçenlerde eski bir arkadaşımdan bir mektup aldım. Zavallı kadın hayatı boyunca hiç iyi muamele görmedi.”
Markus, annesinin o kadına neler yapmış olabileceğini düşünüyordu. Annesini biraz tanıyorsa, onun hayatı boyunca yaptığı hataları düzeltmesi, kırdığı insanların gönlünü alması için bir yirmi yıl
daha yaşaması gerekirdi.
“Babası beş parasız ölünce kendini sokakta buldu ve hayatını
kendi kendine idame ettirmek zorunda kaldı. Son on iki yıldır genç
bir kız ona eşlik ediyor.”
“Ah, hayır!” Markus’un sesi odada yankılandı.
“Daha bir şey söylemedim bile ve sen hemen hayır diyorsun.”
“Bunun nereye varacağını iyi biliyorum da ondan. Şu genç kız
evlilik çağında ve iyi bir aileden geliyor olmalı ve sen de onu benimle evlendirmek istiyorsun. Ama cevabım her zamanki gibi hayır.”
“Ölmeden önce senin mürüvvetini görmek istiyorum.”
“Eminim bunu görecek kadar uzun yaşayacaksın anne.”
“Bak oğlum, gerçekten de bunu görecek kadar uzun yaşayacağımı sanmıyorum. Tekrar aynı hataları yapmanı bekleyecek vaktim
yok artık.”
Markus dişlerini sıktı. Kabullenmek istemese de annesi haklıydı.
Onun da hayatı hatalarla doluydu.
“Evet, şu kız evlenecek yaşta, ancak zengin ve varlıklı bir aileden gelmiyor. Onun da babası tıpkı bahsettiğim arkadaşım leydi
Cecily’ninki gibi ardında bir sürü borç bırakarak ölmüş. Kadının tek
korkusu o genç kızın kaderinin de kendisi gibi olması. Bu yüzden
benden yardım istedi...”
“Ve sen de benden yıllar önce ona karşı yaptığın yanlışı bu şekilde düzeltmemi istiyorsun öyle mi?”
“Ona umut verdim, bunda ne var? Otuz beş yaşında, sicili temiz
bir oğlum var. Bu senin için de en doğrusu. Karını ve oğlunu kay-
~10~
betmenin üzerinden on yıl geçti. Ama sen hala fahişelerle düşüp
kalkıyor ve mal varlığına hiç özen göstermiyorsun. Hayat ne kadar
çabuk geçer biliyorum. Gün gelecek sen de öleceksin ve unvanın
kardeşine geçecek.”
Markus acı bir şekilde gülümsedi.
“Unvanımı St John’un almasında ne var? Hem biliyorum ki o
senin en gözde evladın. Bunu her fırsatta dile getiriyorsun.”
Kadın oğluna gülümsedi.
“Bak oğlum, sana yalan söyleyecek değilim. Buraya yerleşip bir
aile kursan bile babanın servetini kumarda kaybetmeyeceğine inanacak kadar da aptal değilim. Ancak bu toprakların, kardeşinin elinde
ne kadar dayanacağını bir düşünsene?”
Markus gözlerini kapadı ve derin bir iç çekti. Her ne kadar kardeşini bir dük olarak hayal edemiyor olsa da kendini de bir aileye
bağlanmış, bu eski, hayaletli evde atalarının mal varlığını korurken
düşünemiyordu.
Yaşlı kadın kısa bir öksürük nöbetine daha tutuldu. Markus ona
su bardağını uzatarak içmesine yardım etti.
“Senden fedakârlıkta bulunmanı istemiyorum. Sadece onunla tanış ve gör. Kendini evliliğe teslim etmeni, iyi bir koca olmanı bekleyen yok senden. Kızı bir tanı, eğer sağduyulu, akıllı ve sağlıklı bir
kızsa sana iyi bir eş olacak ve canını durup dururken sıkmayacaktır.
Eğer öyle olmadığını düşünüyorsan, karar senin, onu başından def
edersin. Yoksa Avrupa seyahatinde tanıştığın bir hafif meşreple çoktan evlendin mi?”
Markus, annesine bir bakış attı.
“Yoksa bir arkadaşının karısına falan mı tutuldun?”
“Tanrı aşkına anne, kes şunu.”
“Eğer bir Đngiliz gülüne de kafayı takmadıysan bu görüşmeden
kaçmak için bahanen yok demektir. Güzel ve anlayışlı bir kızsa
onunla evlenirsin. Sana bir varis verirse aile unvanımız korunmuş
demektir.”
“Gerçekten de senin ayarladığın, eski bir tanıdığının sığıntısıyla
evlenmemi beklemiyorsun değil mi?”
Kadın güçlükle doğruldu. Gözlerinden ateş saçıyordu.
~11~
“Eğer daha genç ve sağlıklı olsaydım, emin ol seni tüm Londra
davetlerine götürür ve doğru kızı seçmeni sağlardım ancak buna
zamanım ve enerjim yok artık. Şimdilik elimden gelenin en iyisi bu.
Eğer kız sağlıklıysa ve kalçaları da çocuk yapacak kadar genişse
onunla evlen ve hemen çocuk yap.”
Kadın öksürmeye başladı. Ancak bu kez o soylu tavrıyla ağzını
kapatmaya çalışmıyordu. Ciğerlerinden gelen ses gerçekten de kaygı
vericiydi. Bir hizmetçi onun öksürdüğünü duyup, elinde bir leğenle
odaya girdi. Kadın uzun uzun öksürdükten sonra, Markus’un da yardımıyla yatağına uzandı. Ancak dudağının kenarından sızan kan her
şeyi açıklıyordu.
“Anne!”
Markus’un sesi dehşetle titriyordu. Mendilini çıkarıp annesinin
dudağındaki kanı sildi.
Kadın elini uzatıp, Markus’un elini sıkıca tuttu. Markus o an,
onun ne kadar da zayıfladığını fark etti.
Yaşlı kadın gücünü toparlayıp tekrar konuşmaya başladı. Ancak
sesi bir fısıltıdan ibaretti. Gözlerindeki ateş sönmüş, yüzü bembeyaz
kesilmişti. Gözlerindeki korku dolu bakışlar, Markus’a çok yabancıydı. Đlk kez annesini böyle çaresiz görüyordu.
“Lütfen. Çok geç olmadan o kızla bir tanış ve izin ver huzur
içinde öleyim.”
Yaşlı kadın zoraki de olsa gülümsemeye çalıştı. Sürekli olarak
güçlü olmaya, zayıflığını korumaya ve herkesi, her şeyi kontrol etmeye çalışırdı. Ancak Markus ilk kez onun artık o soylu maskenin
ardına gizlenmediğini görebiliyordu.
Demek gerçekten de ölüyordu.
Markus bir iç geçirdi. Zavallı kadın ölmeden şu kızla tanışsa ne
olurdu ki? Annesine verdiği sözü tutmak zorunda değildi. En azından
ölüm döşeğinde onu mutlu edebilirdi.
“Peki, bunu düşüneceğim.”
~12~
~ Đkinci Bölüm ~
M
eşe kapının tokmağını çekip bıraktı Miranda Grey. Kapıya
vuran yağmur damlaları bile daha çok gürültü çıkarıyordu. Acaba
kapının çalındığını duyan olmuş muydu? Elini tekrar tokmağa götürüp, bu kez biraz daha sert çalmak amacıyla tokmağı kaldırdığı sırada ağır kapı açıldı.
Kapıcı üzerinden sular damlayan Miranda’ya şöyle bir baktı. Kızın üzerindeki elbise yağmurdan üzerine yapışmıştı. Saçları darmadağın olmuştu ve ayağına giydiği biçimsiz botları öyle su çekmişti ki
artık yürüyemiyordu. Onca yolu yaya olarak gelmesi bile mucizeydi.
Kapıcı onu kapıdan kovacak gibi bakıyordu. Bu haliyle onu içeri
almak istemediği belliydi. Miranda Cici’nin sözlerini hatırladı.
Nasıl göründüğün değil, kim olduğun önemli. Ne olursa olsun
sen bir leydisin. Bunu unutma.
Duruşunu dikleştirdi.
~13~
“Benim adım leydi Miranda Grey. Geleceğimi size önceden haber vermiş olmalılar.”
Adam hafifçe kenara çekilip bir şeyler mırıldandı. Sonra da onu
kapının girişinde bırakıp uzaklaştı.
Miranda bir anlık şaşkınlıktan sonra, çektiği sudan iyice ağırlaşmış bavulunu kapıda bırakıp adamı takip etti. Herhalde biri gelip
bavulu onun için alacaktı.
Adam onu kitaplarla dolu bir odaya götürdü. Yine alçak sesle bir
şeyler mırıldanmıştı. Böyle konuştuğu sürece onu anlamak mümkün
değildi. Adam onu bırakıp uzaklaştı. Miranda onun içki koktuğunu
fark etti.
Odanın ortasında, elbisesinden sular damlar halde etrafına şöyle
bir bakındı. Yüksek tavanlı kütüphane, mermer sütunlarla süslenmişti. Lüks biblolar ve kapı oymalarıyla ailenin zenginliğini çok iyi yansıtıyordu.
Ancak...
Miranda iç geçirdi. Ancak evde bir soğukluk vardı. Sanki burada
kimse yaşamıyor gibiydi. Kitap raflarına yaklaşıp, kitaplara bir göz
attı. Raflar dağınıktı ve kitaplara uzun süredir dokunulmadığı belliydi. Şu Dük’ün kitaplarla arası pek iyi değildi herhalde.
Belki de böylesi daha iyiydi. Eğitimli bir adam zeki olurdu ve
onun kim olduğunu öğrenip hemen kapının önüne koyardı.
Şömineye yaklaşıp ısınmaya çalıştı. Duvarlardaki is lekelerini
fark edince, odanın nasıl da üstün körü temizlendiğini düşündü.
Demek ki Dük eğitimli bir adam değildi ve dul Düşes de hizmetçilerine pek söz geçiremiyordu. Kâhya gün ortasında sarhoştu ve
diğer hizmetçiler de işlerini üstün körü yapıyorlardı. O anda eline bir
bez alıp ortalığı temizlemeye girişmek için içinde büyük bir istek
duydu. Şu zengin insanlar sahip olduklarının değerini bilmiyorlardı
doğrusu.
Olur da bir gün bu evin hanımı olursa...
Hemen kafasındaki şüpheden kurtulmalıydı. Sanki başka seçeneği vardı da? Bu evin hanımı olmak zorundaydı. Hayatına bir yön
çizmek için elindeki tek şans buydu.
Evin hanımı olduğunda işleri sıkı tutacaktı.
~14~
Ortalık tozlu olmasına rağmen mobilyalar düzgün ve pahalıydı
ancak yine de zevksizdi. Çok güzel bir kız olmadığını ve Londra
sosyetesine de uygun olmadığını çok iyi biliyordu Miranda. Ama
burada, Londra’dan uzakta kimse bunu kafaya takmazdı herhalde.
Zaten Dük de öyle pek zevkli bir adam değildi anlaşılan. Bu iş sandığından daha kolay olacaktı.
Dük’e sunabileceği şeyler onu iyi bir eş yapmaya yeterdi. Ona
daha temiz ve düzenli bir ev sunabilir, işlerinde ona arka çıkabilir ve
ona bir varis verebilirdi.
Aslında bu düşünce onu korkutuyordu. Hiç tanımadığı, sevmediği bir adamla aynı yatağı paylaşmak zorunda kalacaktı. Neyse ki
Cici, Dük hakkında yeterince bilgi vermişti. Adam duldu ve muhtemelen onu bu konularda rahat bırakacaktı.
Miranda defalarca dul Dük’ü hayal etmişti. Ondan yaşça büyük,
saçlarına kırlar düşmüş, gözlüklü, orta yaşlı bir adam olarak resmediyordu onu hayalinde. Onun kibar ve anlayışlı bir adam olması için
dualar etmişti.
Ama onun gerçekte nasıl göründüğünü ne kendisi, ne de Cici biliyordu. Cici tüm ayarlamaları Dük’ün annesiyle yazışarak yapmıştı.
Yine de korkmasına gerek yoktu. Annesinin söylediğine göre Dük
saygılı bir beyefendiydi. Ona karşı kibar davranırsa, adam da onu
kabullenir ve geçinip giderlerdi. Bir kere kendini kabullendirdikten
sonra içinde bulunduğu asıl durumu ona anlatır, adam da bunu anlayışla karşılardı.
Aniden açılan kapının sesiyle yerinden sıçradı. Arkasını döndüğünde gördüğü şey karşısında bir anda nefesi kesilivermişti. Bu adam
hayalini kurduğu orta yaşlı, soylu bir taşra beyefendisine hiç benzemiyordu. Odaya bir gün ışığı gibi doğmuştu adeta.
Öyle yaşlı da değildi, belki de genç evlenmişti. Arkadaş canlısı
bir görüntüsü vardı. Mavi gözleri parlıyor, altın sarısı saçlarıyla çevresine ışık saçıyordu. Doğrusu bir genç kızı etkileyecek her şeye
sahipti bu genç adam. Neden onun gibi bir sığıntıya bakacaktı ki?
“Misafirimiz de kim bakalım?” dedi adam neşeli bir tavırla.
“Bugünlerde bir konuk beklediğimizi bilmiyordum.” Adamın pahalı
parfümünün kokusu odaya yayılmıştı.
~15~
Miranda bir anlık bir duraksamadan sonra söze girdi.
“Kanuni velim size geleceğimi annenize bildirmişti. Arabamı
karşılamaya kimsenin gelmemesine şaşırdım doğrusu...”
Adam kaşlarını çattı.
“Anlıyorum. Bu görüşmeyi ayarlayan annemdi sanırım. Şimdi
hatırladım. Annemi tanır mıydın tatlım?”
“Ben... Hayır, velimle aynı okula gitmişler. Đkisi yakın arkadaşlardı. Tüm yazışmaları benim yerime o yaptı.”
Miranda titreyen eliyle mektubu çıkarıp genç adama uzattı. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezebiliyordu.
“Öyleyse annemin hastalığı hakkında da pek bir şey bilmiyordun.” Adam mektubu şöyle bir taradı. “Korkarım ki altı hafta kadar
geç kaldın. Neyse, çok bir şey kaçırdığını söyleyemem. Saygısızlık
etmek istemem ama annem pek öyle arkadaş canlısı bir kadın değildi.”
Miranda’nın dizlerinin bağı çözüldü. Gözleri karardı. Tam düşecekken genç adam onu tutup, bir koltuğa oturttu.
“Genç bayan, bu haberin seni bu kadar etkileyeceğini bilseydim
alıştıra alıştıra söylerdim. Đyi misin? Sana bir şeyler getireyim mi?
Konyak mesela?” Adam çevresine bakındı. Mini bardaki konyak
sürahisi boştu. “Wilkins! Nerede bu konyak?” diye haykırdı genç
adam. “Ne zaman gelsem bir damla içki bulamıyorum. Wilkins!”
Miranda koltuğa yığılmış kalmıştı, istenmediği bir eve, elinde
aptal bir mektupla gelmişti. Evin hanımı olmak isterken şimdi beş
parasız Londra’ya dönmek için dilenmek zorunda kalacaktı. Yüzünü
ellerinin arasına gömdü.
“Ne oluyor orada?”
Genç adamın haykırışlarını sonunda bir duyan olmuştu. Ancak
bu sesin kâhyaya ait olmadığına yemin edebilirdi Miranda.
“St John, ne diye bağırıp duruyorsun. Konyak içmek istiyorsan
git kâhyaya sor, evi ayağa kaldırmanın bir manası yok.” Ses koridorda gittikçe artıyordu. Koridordan gelen sesin sahibi yaklaşıp, hışımla
kütüphaneye girdi.
~16~
“Bu da kim? Yemin ederim seni de şu oynaştığın ıslak köpeği de
dışarı atarım St John. Bana saygı duymuyorsan bari annemizin anısına saygı göster.”
Miranda başını kaldırıp, içeri dalan adama baktı. Bu adam genç
adamın tam olarak zıttıydı. Koyu saçları ve gri gözleriyle, soğuk ve
mesafeli biriydi. Yüzündeki çizgilerden ve saçındaki gri tellerden
yaşça olgun biri olduğu anlaşılıyordu.
Genç adam koltuğunun altında bir konyak şişesiyle döndü. Kendine bir bardak doldurup içti. Sonra da diğer bardağı doldurup Miranda’ya uzattı.
“Sakin ol sevgili ağabeyim. Kız benim değil, senin problemin.
Annemizin davetiyle gelmiş.” Genç adam abartı hareketlerle eğilip,
“Size leydi Miranda Grey’i tanıştırayım Haughleigh Dük’ü,” dedi.
“Dük? Dük siz misiniz?” diye sordu Miranda şaşkınlıkla. Ayağa
kalkmak istediyse de dizlerinin çözülen bağı ona izin vermedi. Tekrar koltuğa yığıldı. Islak botlarından sesler geliyordu. Đçeriye giren
adam, karizmasıyla, sarışın, genç adamı gölgede bırakmıştı.
“Başka kimi bekliyordun ki? Evime geliyorsun ve daha kim olduğumu bile bilmiyorsun öyle mi?”
Bunun üzerine genç adam gülümsedi. “Sanırım genç bayan benim Dük olduğumu sandı. Ona kendimi tanıtacak fırsatım olmadı
da.”
“Ama bakıyorum da ona konyak ikram edecek kadar ilerletmişsin dostluğunuzu.” Dük, kızgın bakışlarını kardeşinden, Miranda’ya
çevirdi. Onun sert bakışları Miranda’nın gözlerini kaçırmasına sebep
oldu.
“Ben... Ben annenizin öldüğünü bilmiyordum. Çok üzgünüm,”
dedi Miranda titreyen sesiyle. Sonra da ona mektubu uzattı.
Dük, mektubu alıp şöyle bir inceledi. Yüzündeki sert ifade daha
da sertleşmişti.
“Ölüm döşeğindeyken bana söz verdirmişti. Bu işin buraya varacağını bile düşünmemiştim.”
“Yani siz... Annenize söz verdiğiniz için mi benimle evlenmek
istediniz?” dedi Miranda dehşete düşmüş bir halde.
~17~
“Ona seninle evleneceğime dair bir söz vermedim, sadece seninle tanışacağımı söyledim.” Dük, mektubu şöyle bir salladı. “Annem
bu mektubu o öldükten sonra postalanması için ayarlamış olmalı. Ne
kadın ama. Neyse, artık geldiğine göre seni bir kaç gün misafir edeceğiz. Yanında hizmetçin var mı?”
“Ah... Hayır efendim. Şey... Hizmetçim çok hastaydı da, o yüzden yalnız geldim.”
“Öyleyse velinle gelmiş olmalısın.”
“Korkarım hayır. O da kendini yolculuk yapacak kadar iyi hissetmiyordu,” diye ekledi Miranda. Oysaki Cici bir kısrak kadar sağlıklıydı ancak korkudan gelmek istememişti. Dul Düşes’in karşısına
çıkmak istemediğini söylemişti.
“Londra’dan buraya yalnız mı geldin?”
“Posta arabasıyla beraber geldim. Doğrusunu söylemek gerekirse
beklediğimden daha rahattı.”
Ve daha ucuz.
“Ne yani, onca yolu posta arabasının tepesinde mi geldin? Hem
de bu yağmurda.”
“O kadar da kötü sayılmazdı.”
“Peki, Devon’a ne zaman vardın?”
“Öğleden sonra. Beni karşılamaya gelen kimse olmadığını görünce yolda birilerine sordum ve buraya kadar yürüdüm.”
“Dört kilometreyi yürüyerek mi geldin? Hem de bu havada?”
“Londra’dan sonra açık havada yürümek bana iyi geldi.”
Miranda malikâneye kadar yürüyerek büyük bir riske girmişti.
Şimdi Dük, onun evlenmeye değecek kadar soylu bir hanımefendi
olmadığını düşünecekti.
“Yolu sorduğun insanları tarif eder misin?” diye sordu Dük. Yüzünde sert ve öfkeli bir ifade vardı.
“Saygı değer bir beyefendi ve eşine sordum.”
“Uzun boylu, beyaz saçlı, tombul bir adam mıydı?”
“Evet, tarifiniz uyuyor.”
“Peki ya karısı? Sert görünüşlü, kocası gibi uzun boylu bir kadın
mıydı?”
“Sanırım evet.”
~18~
“Ve sen de yolu sorarken onlara gerçek ismini verdin öyle mi?”
Miranda şaşırmıştı.
“Neden? Bunu yapmamalı mıydım?”
Dük, kendini koltuğa bıraktı ve elini alnına götürdü. Erkek kardeşi kahkahalarla gülmeye başladı.
Dük ona ateş saçan gözlerle bir bakış fırlattı.
“Kes şunu seni aptal, bu konu sandığından daha ciddi. Eğer aile
namımıza biraz saygın varsa çeneni kapa.”
Elini saçına götürdü ve bir süre düşündükten sonra Miranda’ya
döndü. “Bak...” Dük mektuba şöyle bir baktı ve devam etti. “...Leydi
Miranda Grey. Buraya gelişin yeterince olağan dışı... Belki Londra’da seni kimse fark etmezdi ama Marshmore küçük bir kasaba ve
konuştuğun o adam, papaz Winslow ve dedikoducu karısıydı. Şimdi
kasabada herkes seni konuşuyordur. Ve annemi tanıyorsam, ölmeden
önce senin adını papaza çoktan söylemiştir.”
“Ama ben... Anlamıyorum...”
St John kıkırdayarak lafa girdi.
“Şimdi bütün kasaba annesinin ölümünden sonra gününü gün
eden Dük’ü ve kardeşini konuşuyordur. Yasımızın kısa sürdüğünden
bahsediyorlardır.”
“Umarım dedikodu Londra’ya kadar ulaşmaz,” dedi Dük.
Miranda’nın kaygıları iyiden iyiye artıyordu. Böyle bir dedikodunun Londra’ya ulaşması, zaten babası yüzünden kimse tarafından
saygı duyulmayan aile isimlerini daha da zedeleyecekti.
St John hala keyifliydi.
“Bayan Winslow’un kuzeni Londra’da oturuyor. Daha şimdiden
gazetelerdeki dedikoduları okumak için sabırsızlanıyorum.”
Dük camdan dışarıya baktı. Yağmur artık fırtınaya dönmüştü.
Dışarıda şimşekler çakıyordu ve gökyüzü tamamıyla kararmıştı. “Seni kasabadaki pansiyona götüremem, yol şimdiden çamur deryasına
dönmüştür.”
“Kız bu gece burada kalmak zorunda Markus. Başka çaremiz
yok,” dedi John. Sonra da Miranda’ya dönüp şöyle bir süzdü onu.
“Zaten artık kasabada çoktan dedikodu dönmeye başlamıştır.”
~19~
Miranda utançtan yüzü kızarmış bir şekilde ne diyeceğini bilmeden bir Dük’e bir de John’a bakıyordu. Dük’ün yüzündeki kaygılı
ifade açıkça seçilebiliyordu.
John ağabeyinin yanına gidip sırtına dostane bir şekilde vurdu.
“Ama dedikoduları önlemenin bir yolu var sevgili ağabeyim. Sonuçta kimseye yalan atmış olmayacağız. Hem annemin son dileğini
de yerine getirmiş olacaksın,” dedi John keyifle. Ağabeyinin çaresizliğiyle eğlenmeyi seviyor olmalıydı.
“Lanet olası yaşlı cadı. Şimdi eminim yukarıdan bana gülüyordur. Lanet olası aile mirası, lanet olası unvan.”
“Sakin ol sevgili ağabeyim. Kimse seni buna zorlamıyor. En olmadı, unvanını bana bırakırsın,” dedi John gülerek.
“Sana da lanet olsun John!”
“Bak, aile onurunu korumanın tek yolu bu, bunu sen benden daha iyi biliyor olmalısın.”
Dük, duruşunu dikleştirdi. Derin bir nefes aldı ve Miranda’ya
döndü. Đçinde fırtınalar kopuyor olmalıydı. Yüzündeki çizgiler daha
da belirginleşmişti.
“Leydi Miranda Grey. Kocan olma şerefini bana bahşeder misin?”
~20~
~ Üçüncü Bölüm ~
“Bu tam bir saçmalık.”
Miranda, ağzından çıkan kelimelere dikkat etmeliydi. Buraya
bunun için gelmemiş miydi? Şimdi ne diye böyle bir şey söylemişti
ki? Dük’ün teklifini reddetmesi yapacağı en aptalca şey olurdu.
Ancak hala şoktaydı. Beklediği o yaşlı, içine kapanık, anlayışlı
adam yerine, karşısına bu genç ve sert adam çıkınca aklı karışmıştı.
“Ne yani, teklifimi saçma mı buluyorsun?”
Şaşırma sırası Dük’e gelmişti. Ağzı açık Miranda’ya bakıyordu.
“Özür dilerim, öyle demek istememiştim. Sadece çok ani oldu.
Beni şaşırttınız.“
Miranda, yardım istercesine St John’a baktı. Genç adam hiç oralı
değildi. Sadece keyifle sırıtıyordu. Olan bitenden çok keyif aldığına
şüphe yoktu.
“Evet? Cevabını bekliyorum?”
~21~
Miranda yutkundu. Dük, ayağını gergin bir şekilde yere vuruyordu. Onun bu gerginliği, Miranda’yı daha da heyecanlandırıyordu.
Cici’nin söylediklerini hatırlamaya çalıştı.
Bunun sevgiyle, aşkla alakası yok. Doğru seçimi yapmalı ve en
iyi seçenekle evlenmelisin. Yoksa sonun benim gibi olur.
“Ben… Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu kadar çabuk olmasını
beklememiştim.”
“Bak güzelim. Sabaha kadar bu evi terk edemeyeceğine göre,
yapılacak en doğru şey bu. Papazın karısı çoktan haberleri yaymaya
başlamıştır bile. Bir dük olarak aile onurunu korumam gerekiyor.
Eğer anneme verdiğim sözü tutmazsam herkesin saygısını kaybederim.” Dük, Miranda’ya şöyle bir baktı. “Bunun için ben de en az
senin kadar üzgünüm.”
Miranda, fısıltıya benzer bir sesle konuşmaya başladı. “Eğer istediğiniz buysa. Evet, teklifinizi kabul ediyorum.”
Dük’ün ifadesi ciddileşti.
“Bunu istediğim için değil, zorunda olduğum için yapıyorum.
Annem giderayak başıma bu belayı da sarmayı başardı. Hem sen
niye böyle şaşırıyorsun ki? Buraya bunun için gelmedin mi? Đşte
amacına ulaştın. Hem de hiç çaba harcamadan. Yarın ilk iş papaza
haber göndereceğim. Aile şapelinde küçük bir tören yaparız. Papazın
karısından da şahitlik etmesini isteriz.” Dük sözünü bitirir bitirmez
kapıya yöneldi.
“Affedersiniz,” dedi Miranda. “Bu arada ben ne yapacağım.”
“Ne yaparsan yap. Odana git, ne bileyim ben.”
Dük kapıyı ardından sertçe çarpıp odadan ayrıldı.
“Ama benim bir odam yok ki?” dedi Miranda kapalı kapıya.
John arkasından kıkırdadı.
Miranda, ağabeyinin varlığıyla, John’un odada olduğunu bile
unutmuştu. Đşin aslı, abartılı tavırlarına rağmen John, sıcak gülümsemesiyle arkadaş canlısı bir genç adama benziyordu. En azından bu
soğuk evde bir müttefik edinmişti.
“Sen ona aldırma. Hep böyle serttir. Ama kimseye zararı yoktur.
Buna cesaret edemez. Bu evlilik işi onun için de sürpriz oldu. Anne-
~22~
min ölümünden sonra, ona verdiği sözü tutması gerektiğini bilmiyordu.”
“Havlayan köpek ısırmazmış derler,” dedi Miranda.
“Aynen öyle.”
St John içtenlikle gülümsedi. Ancak bir an sonra yüzündeki o neşeli ifade soluvermişti. Sanki aklına çoktandır derinlere gömdüğü bir
şey gelmişti. Bir süre boşluğa baktı. Hemen sonra o neşeli ifade geri
geldi genç adamın yüzüne. “Hadi gel, sana bir oda bulalım ve yiyecek bir şeyler ayarlayalım. Bavulunu nereye bıraktın?”
Markus, başına gelenlere hala inanamıyordu. Annesi yine yapacağını yapmıştı. Onu mezarında bile rahatsız edebilecek kadar güçlü
bir karakterdi şu kadın.
Annesinin çalışma odasındaki çekmeceleri karıştırmaya koyuldu.
Mürekkep ve kâğıt arıyordu. Papaza bir not yazacaktı. Bir yandan da
düşünmeye devam ediyordu. Bir anlık bir duygusallıkla annesinin
teklifini kabul edivermişti. Şimdi de sonuçlarına katlanmak zorundaydı. Acaba kızı St John’a mı bıraksaydı. Belki de genç adam onunla evlenmek isterdi. Ama öyle olursa, papaz, yaşı geçtiği için unvanı
kendisinden alıp, John’a verirdi.
Keşke arkasını dönüp, annesini ölüm döşeğinde bırakıp çıksaydı
o odadan. Kâğıt aramayı bırakıp, kendini deri koltuğa attı. Kızın
yüzündeki o ifade nedense bir türlü aklından çıkmıyordu. Onun bakışlarında, uzun zamandır varlığını unuttuğu bir duyguyla karşılaşmıştı tekrar. Son on yıldır aynaya her bakışında kendinden saklayamadığı o çaresizliği görmüştü şu kızın gözlerinde.
Masaya dönüp eski mektupları karıştırmaya başladı. Eğer annesi
bir plan yapmışsa, bunun izini onun yazışmalarından sürebilirdi.
Evet, papaza bir not göndermeden önce bu işi çözmeyi denemeliydi.
Annesinin yazı masasında pek bir şey bulamadı. Sonra kadının
yatağının başucunda duran şu kutuyu hatırladı. Çalışma odasından
çıkıp, annesin yatak odasına geçince, kutunun hala orada durduğunu
gördü. Hizmetçilerin başıboşluğu ilk kez işe yaramış, kimse kutuyu
yerinden oynatmamıştı.
~23~
Kutuyu açıp mektuplara göz atmaya koyuldu. En başka tabi ki
John’un yazdığı mektuplar vardı. John annesine hep yalakalık yapar,
ondan para koparmak için türlü iltifatlar ederdi. Mektupları karıştırmaya devam etti. Avukatlardan, bankalardan ve diğer resmi kurumlardan gelen bir sürü mektubu bir kenara ayırdı. Kutunun en altında,
bir kurdeleyle düzgünce sarılmış bir tomar mektup vardı. Eline gelen
ilk mektubu açtı.
Sevgili Andrea,
Neredeyse kırk yıldır görüşmüyoruz. Seni en son okulda görmüştüm. Ama seni hep düşündüm. Evliliğini gazeteden okuyunca çok
mutlu oldum. Oğullarının doğumunu öğrenince seni tebrik etmek
istedim ama biliyorsun ki, aramızda yaşananlar göz önüne alındığında bu doğru olmazdı. Yine de senin adına çok mutluyum. Her
zaman istediğin hayata kavuştun.
Sana yazıyorum çünkü bir konuda yardımına ihtiyacım var. Bu
yardımı kendim için değil, ikimizin de eski dostu olan Anthony’nin
kızı için istiyorum. Miranda’nın hayatı, annesinin ölümünden ve
babasının bulaştığı belalardan dolayı hep çok zor geçti. Aile adı
dolayısıyla onu biriyle evlendirmem çok zor.
Biliyorum ki iki oğlun var ve ikisi de evlilik çağında. Büyük oğlunun tekrar evlenmediğini duydum. Seni tanıyorsam, aile adınızı
yaşatmak için onun evlenip bir varis sahibi olmasını her şeyden çok
istiyorsundur. Belki Miranda bu varisi sana sunabilir ve oğlunu mutlu edebilir. Onun sokaklarda kalmasını, birilerine hizmetçi olmasını
istemiyorum.
Sevgilerimle,
Cecily Dawson.
Markus mektuba bir türlü anlam verememişti. Kırk yıldır bir birine bir şey yazmayan iki insan ne diye şimdi böyle bir işe kalkışmışlardı ki? Desteden bir mektup daha çıkardı.
~24~
Andrea,
Halen cevabını bekliyorum. Devon’a gelip seninle yüz yüze konuşmam bir skandal yaratabilir. Ancak bunu yapmam gerekirse bir
an bile düşünmem.
Cecily Dawson
Olaylar daha da ilginç bir hal almaya başlamıştı. Markus üçüncü
mektubu da açtı.
Andrea,
Geç de olsa cevap verdiğin için teşekkürler. Kaygılarını anlıyorum ancak inan ki, kız, bizim onun yaşındayken yaptıklarımızla karşılaştırıldığında temiz bir sayfa gibi kalır. Biliyorum, ailesinin adındaki kara leke yüzünden onun aile adınıza yakışır bir gelin olmadığını düşünüyorsun. Ancak babasının yaptıklarından dolayı kızı suçlamak haksızlık olur. Onun düzgün ve onurlu bir hayat sürmesini istiyorum. Bana yardım edebilecek tek kişi sensin.
Cecily Dawson
Markus, son mektubu git gide büyüyen bir merakla açtı.
Andrea,
Sağlığın için üzgünüm ancak bunu bahane olarak kullanmanı
kabul edemem. Eğer bir an önce bana yardım etmeyi kabul etmezsen,
Devon’a gelir, bunu kendim yaparım. Bana yaptıkların için seni
affediyorum ve bu kızın hayatının bu hala gelmesindeki rolün nedeniyle ona yardım etmen gerektiğini düşünüyorum. Bize sırtını dönemezsin. Seni tehdit etmek istemem ancak bize sırtını dönersen cenazene gelir ve ailene her şeyi anlatırım.
Cecily Dawson
~25~
Markus, elinde mektuplar, kafası iyice karışmış bir şekilde düşüncelere daldı. Tüm bu mektupların anlamı ne olabilirdi ki? Şu
Cecily denen kadının elinde annesine şantaj yapabilecek nasıl bir koz
olabilirdi?
Cecily neden Devon’a gelmeye çekiniyordu acaba? Aralarında
ne yaşanmış olabilirdi? Belki de ikisi de aynı adama âşıktı bir zamanlar ve bu yüzden aralarında bir husumet vardı. Belki de şu adam
babasıydı. Şu kadın, annesinin aile onuruna nasıl da düşkün olduğunu iyi biliyor olmalıydı.
Ancak yine de ilginç olan bir şey vardı. Annesi bu mektupları
yakmak yerine saklamayı tercih etmişti. Belki de bu mektupları Markus’un görmesini istemiş ve bilerek ortalıkta bırakmıştı.
Markus, düşünüyor, ancak şu mektuplara ve tüm bu olan bitene
bir türlü anlam veremiyordu.
Sonra kızı düşünmeye başladı. Üzerindeki o berbat elbiseyle ıslak bir köpekten farksızdı. Koyu saçları fırtınada dağılmıştı. Uzun
boyluydu ve zarif bir duruşu vardı. Ama güzel bir kız sayılmazdı
pek. Yine de gözlerindeki o çaresizlik ve yüzündeki o çizgiler, onun
görmüş geçirmiş biri olduğunu anlatıyordu. Đşte bu yüzden onu kendine yakın bulmuştu Markus. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Kim
bilir, belki de şu kız ona iyi bir eş olurdu.
Çaresizlikle etrafına bakındı. Demek yeni evi burası olacaktı.
John’un ona ayarladığı oda bir düşese bile fazlaydı doğrusu. Kendini
böyle bir yere ait hissetmiyordu. Yine de kendini bu düşünceye alıştırmak için elinden geleni yapıyordu.
Bunu hak ediyorsun Miranda. Şimdiye kadar yaşadığın hayat senin kaderin değildi. Senin kaderin bir düşes olmak.
Cici’nin sözlerini hatırlamaya çalışıyordu. Kadın onu en zor zamanlarında bile motive etmesini çok iyi bilmişti. Ancak görünüşe
bakılırsa, geçmişi Miranda’yı öyle kolay kolay bırakacak gibi görünmüyordu.

Benzer belgeler