19. ulusal b yof zk kongres

Transkript

19. ulusal b yof zk kongres
TÜRK BİYOFİZİK DERNEĞİ
19. ULUSAL BİYOFİZİK KONGRESİ
KONFERANS VE BİLDİRİ ÖZETLERİ
5 – 7 Eylül 2007
KONYA
Selçuk Üniversitesi
Süleyman Demirel Kültür Merkezi
www.biyofizikkongre2007.com.tr.tc
[email protected]
ii
19. ULUSAL BİYOFİZİK KONGRESİ
KURULLAR
ONURSAL KURUL
Engin BERMEK, TÜBA Başkanı
Süleyman OKUDAN, Selçuk Üniversitesi Rektörü
İnci MEVLİTOĞLU, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Dekanı
BİLİMSEL KURUL
Nurten ERDAL
Beki KAN
Ferit PEHLİVAN
Pekcan UNGAN
Rüstem NURTEN
BİLİMSEL DANIŞMA KURULU
AKDAĞ, Zülküf
AKŞEN, Feyzan
BARUTCU, Bora
BİLGİN, M.Dinçer
ÇELEBİ, Gürbüz
ÇÖMELEKOĞLU, Ülkü
DURSUN, Şefik
ESEN, Hamza
GÖKÇE, Sina
GÖKSOY, Cüneyt
KALKAN, Tunaya
KAYA, Abdurrahman
KIZILTAN, Erhan
KÖRPINAR, M.Ali
ÖZESMİ, Çiğdem
ÖZGÖREN, Murat
PURALI, Nuhan
SEVERCAN, Feride
SEYHAN, Nesrin
ŞENER, Seralp
TİRYAKİ, Demir
TURAN, Belma
iii
KONGRE DÜZENLEME KURULU
İlhami DEMİREL, Birinci Başkan
Nizamettin DALKILIÇ, İkinci Başkan
Murat AYAZ, Sekreterya
Seçkin TUNCER, Bilgi işlem
TÜRK BİYOFİZİK DERNEĞİ YÖNETİM KURULU
M.Salih ÇELİK, Başkan
Necla ÖZTÜRK, İkinci Başkan
Süleyman DAŞDAĞ, Genel Sekreter
İsmail GÜNAY, Sayman
Rustem NURTEN, Üye
M. Can AKYOLCU, Üye
Erol ATALAY, Üye
iv
DESTEKLEYEN KURULUŞLAR
Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Dekanlığı
COMMAT , Pharmacology, Physiology and Biophysics Instrumentation
SERKAN MEDİKAL , Medikal Ürün İthalat Satış
SPEKTRALAB Laboratuar Cihazları İth. Ihr. Müm. ve Tic. Ltd. Şti.
v
vi
İÇİNDEKİLER
Sayfa
Kongre programı…………………………………………………………..….……..………ix
Önsöz………………………………………………………………………….…….…...........xi
Konferans özetleri…………………………………………………………..….….………….1
Sözlü bildiri özetleri………………………………………………………...……..………….7
Poster bildirisi özetleri………………..………………………………….…..……………...25
Yazar indeksi………………………………………………………….……...……………...77
vii
viii
KONGRE PROGRAMI
5 EYLÜL 2007 Çarşamba
1500 - 1700
Kayıt
Oturum Başkanı
1730 - 1830
Konferans
Süleyman Demirel Kültür Merkezi
Ferit PEHLİVAN
Dr. Üner TAN
Ekstensör Motor Sistem, Yer Çekimi ve İnsan Ruhunun Evrimine
ilişkin yeni bir teori
1900
Selçuk Üniversitesi Merkez Rektörlük Binası Bahçesine Hareket
Açılış Kokteyli
2000 - 2230
2230
Konaklama Merkezlerine Hareket
6 EYLÜL 2007 Perşembe
0900 – 1000
Açılış Töreni
İstiklal Marşı ve Saygı duruşu
Açılış Konuşmaları
Ara
1000 - 1030
30
30
Oturum Başkanı
Pekcan UNGAN
10 - 11
Konferans
Dr. Kuni Iwasa
Reciprocal transduction in hair cells
1130 - 1145
1145 - 1245
Ara
Oturum Başkanı
Sözlü Sunumlar
Mehmet Ali KÖRPINAR
İsmail GÜNAY
Murat AYAZ
Hipoterminin izole sıçan siyatik siniri ileti hız dağılımı üzerine etkisi
Seçkin TUNCER
Deneysel Diyabetik Nöropatinin periferal sinir iletim parametreleri
üzerine etkisi.
Şerife Gökçe ZENCİRCİ
Deneysel siyatik sinir hasarında melatonin etkisinin elektrofizyolojik
ve fonksiyonel olarak incelenmesi.
Tufan MERT
Sistemik makrofaj inhibisyonu diyabete bağlı nöropati gelişimini
geciktirir.
1245 - 1330
1345 - 1445
Öğle Yemeği
Merkez Öğretim Üyesi Kafeteryası
Oturum Başkanı
Beki KAN
Konferans
Dr. Recep AVCI
Tools of Nanoscience: Application to Biophysics
1445 - 1500
1500 - 1530
Ara
Oturum Başkanı
Sözlü Sunumlar
Süleyman DAŞDAĞ
Rüstem NURTEN
Süha YAĞCIOĞLU
Alternan uyarılarla kaydedilen işitsel yanıtlar üzerindeki refrakterlik,
habituasyon ve uyumsuzluk etkileri
Serdar DEMİRTAŞ
Süregiden ışığın kobaydan kaydedilen görsel uyarılmış potansiyeller
üzerindeki etkilerinin dinamik özellikleri
1530 - 1600
1600
1630 - 1730
1730 - 1830
1845
2000 – 2300
2300
Ara
Mevlana Müzesine Hareket
Mevlana Müzesi Gezisi
Semazen Gösterisi
Horozlu Hana Hareket
Horozlu Han’da Akşam Yemeği
Konaklama Merkezlerine Hareket
ix
7 EYLÜL 2007 Cuma
Oturum Başkanı
930 - 1030
Konferans
Salih ÇELİK
Dr. Ferit PEHLİVAN
Biyofizik Etiği
1030 - 1045
1045 - 1200
Ara
Oturum Başkanı
Sözlü Sunumlar
Zülküf AKDAĞ
Hamza ESEN
Ayfer ATALAY
Yapı-işlev ilişkilerinde model olarak Behçet hastalığı ile Hla-b51
molekülü bağlantılarının irdelenmesi
Pınar Mega TİBER
Rekombinant Go alfa proteininin saflaştırılması ve karekterizasyonu
Mehmet Dinçer BİLGİN
Elektromanyetik alanın kondrosit hücre kültürü üzerine etkileri
Arzu FIRLARER
Ygh elf-mf ölçüm sonuçları: uluslararası yaklaşımlar, Türkiye’deki
durum ve GNRK’nın önerileri
Bahar GÜNTEKİN
Elektrofizyolojik yöntemler ile cinsiyet farklılıkları anlaşılabilir mi?
1230 - 1330
1400 – 1530
Öğle Yemeği
Oturum Başkanı
Sözlü Sunumlar
Merkez Öğretim Üye Kafeteryası
Necla ÖZTÜRK
Erol ATALAY
Bilge ÖZERMAN
İmmünofloresan yöntem ile Ökaryotik Elongasyon Faktör 2
(eEF2)’nin hücre içi dağılımının görüntülenmesi
Cevdet NACAR
G proteini α-alt biriminin üçüncül yapısının teorik olarak
belirlenmesi
Ahmet AKAY
Görsel uyartılmış potansiyeller için farklı bir kayıt yöntemi
Murat CANPOLAT
Hayvan modeli üzerinde tümör dokusunun cerrahi sınırlarının ışık
saçılma spektroskopisi tekniği ile belirlenmesi
Mustafa GÜVEN
Sıçan sural sinirinde aksiyon potansiyeli özelliklerinin sukroz-gap
yöntemi ile incelenmesi ve peroneal, tibial ve vagus sinirleriyle
karşılaştılması
Semire UZUN
Etidyum Bromür’ün özellikleri kullanım alanları ve güvenliği
1530 – 1545
1545 - 1630
1700
1730 – 1830
2000 – 2400
Ara
Poster Tartışması
Poster Ödül Töreni
Kapanış ve Biyofiziğin Sorunlarının Tartışılması
Gala Yemeği Rixos Hotel
8 Eylül 2007 Cumartesi
930
Çatal Höyük Gezisi için Hareket
Süleyman Demirel Kültür Merkezi Önü
1330
Öğlen Yemeği Eğitim Fakültesi Restaurantı
x
ÖNSÖZ
Biyofizik Ailesinin Değerli Üyeleri,
Çok arzu etmemize rağmen, biyofizik kongresini Konya’da yapabilme olanağına önceki
yıllarda sahip olamadık. Öğretim elemanı sayımızın yeterli durumda olmaması bu isteğimizi
engelledi. Anabilim dalımıza yeni arkadaşlarımızın katılımı ile birlikte hem sayı hem de
donanım olarak yeterli düzeye ulaştık. Biyofizik Derneğimizin XIX. Ulusal Biyofizik
Kongresinin düzenlenmesi konusundaki teklifini memnuniyetle karşıladık. Bir yıl hızla geçti
ve ev sahipliğini yaptığımız kongremizin 19. sunu Konya’da gerçekleştirmekten ve sizlerle
yeniden bir arada olmaktan mutluluk duyuyoruz.
Yurdumuzun önemli kentlerinden biri olan Konya zengin bir kültür ve tarih mirasına sahiptir.
Kongremiz boyunca bilimsel aktivite yanında Konya’nın bu kültürel zenginliklerini de siz
değerli katılımcılarımıza sunmaya çalışacağız.
Biyofizik ailesi olarak diğer bilim dallarına göre daha küçük bir grubu oluşturuyoruz.
Dolayısıyla kongre katılımcı sayımız diğer bilimlere göre nispeten düşük olmaktadır. Bu da
kongre organizasyonunun giderleri konusunda tasarruflu davranılmasını zorunlu kılmaktadır.
Tüm bunlara rağmen üniversitemizin katkılarını da sağlayarak kongre kayıt ücretlerini geçen
seneki düzeyde tutmayı başardık. Ek olarak ailemizin genç elemanlarının yükünü daha da
hafifletmek için kongre süresince üniversitemizin oldukça iyi koşullara sahip öğrenci
yurtlarında konaklamalarını sağladık.
Kongremize kendi konularında otorite olan ikisi yurtdışından biri yurtiçinden gelerek katkı
sağlayan üç değerli konuğumuz konularında sunacakları bilgilerle ufkumuzu
genişleteceklerdir. Dr. Kuni H. Iwasa, Dr. Recep Avcı ve Dr. Üner Tan’a kongremize
katkılarından dolayı minnetle teşekkür ediyoruz.
Kongrede 17 Sözlü bildiri, 51 poster sunumu yapılacaktır. Bu sunumların bilgi birikimimizi
artırıp, daha ileri çalışmalara da ışık tutmasını dileriz. Bu yıl biyofizik kongremize fizyoloji,
eczacılık gibi dallardan bilim insanlarının da ilgi gösterdiklerini, katılamasalar da gerek emaillerle gerekse telefonla bilgi aldıklarını memnuniyetle karşıladık, bu ilginin giderek daha
yaygınlaşmasını umut ediyoruz.
Kongrenin gerçekleşmesinde maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen Sayın Rektörümüze
ve Tıp Fakültesi Dekanımıza sonsuz teşekkürleri bir borç bilirim. Gerek web sitemizin
hazırlanmasında, gerekse kongre ile ilgili bütün çalışmalarda sabırla emeklerini ortaya koyan
ekip arkadaşlarıma ve özellikle yüksek lisans öğrencimiz Seçkin Tuncer’e düzenleme
komitesi başkanı olarak teşekkür ederim.
Konya’ya hoş geldiniz der yararlı ve verimli bir kongre olmasını dileriz.
Kongre Düzenleme Kurulu adına,
Prof. Dr. İlhami Demirel
S.Ü.Meram Tıp Fak. Biyofizik AD Başkanı
xi
xii
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
KONFERANSLAR
-1-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
K – 01
Davetli Konferans
EKSTENSÖR MOTOR SİSTEM, YER ÇEKİMİ VE İNSAN RUHUNUN EVRİMİNE
İLİŞKİN YENİ BİR TEORİ
Üner TAN
Çukurova Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik Bölümü, Adana - Türkiye
Ekstensör motor sistem insanı yer çekimine karşı ayakta dik tutan motor sistemdir. Yeni
tanımlanan “Ünertan Sendromu” gösteren hastaların oturma ve ayakta durma postürlerinde
ekstensör yerine belirgin bir fleksör dominansı saptanmıştır. Bu hastalar, insansı
maymunlarda olduğu gibi dört bilek üzerinde (quadrupedal) yürümekte ve aynı zamanda ileri
derecede konuşma ve zeka bozukluğu gösteriyorlar. Evrimsel açıdan en yakın atalarımıza
benzeyen bu üç özellik (quadrupedal yürüyüş + ilkel zeka + ilkel konuşma), insan evriminin
oluşumu göz önüne alındığında, “tersine evrim” olarak betimlenebilir. İnsanı diğer
primatlardan ayıran en önemli özellik, yerçekimine karşı ayakta dik durabilmesi ve bipedal
olarak yürümesidir. Ünertan sendromu, üç önemli atavisitk özelliği ile insan evrimine ilişkin
önemli ipuçları verebilir niteliktedir. Şimdiye kadar yapılan fosil araştırmaları bu konuda
yetersiz kalmıştır. İnsan evrimindeki en önemli aşamanın qaudrupedal yürüyüşten bipedal
yürüyüşe geçiş dönemi olduğu biliniyor, fakat nasıl oduğu bilinmiyor. İnsan ruhunun
evrimine ilişkin yeni teoriye göre insanın evriminden bahsetmek yanıltıcıdır. Bunu yerine
ekstensör motor sistemin evriminden bahsetmek daha doğrudur. Çünkü motor sistemin
evrimi, bilişsel sistemin evrimi ile paralellik gösterir ve ekstensör motor sistemin evrimi ile
bilişsel evrimde açıklanabilir. Tan tarafından ortaya atılmış olan Psikomotor Teori’ye göre
insan ruhu motor sistemin konuşma ile ifade edilen bir tezahüründen başka bir şey değildir.
İnsan ruhunun evriminde iki aşama ayırt edilebilir: (i) Homo erectus ve bipedal yürüyüş,
1.500.000 ile 400.000 yıl kadar önce, (ii) konuşan insanın ortaya çıkması, 40.000 yıl kadar
önce. Ünertan sendromu bu aşamaların, Darwin’in tedrici evrimi yerine, genetik
mutasyonlarla sıçrama şeklinde olduğunu düşündürüyor. Ekstensör motor sistem teorisine
göre, ayağa kalkma ve yürüme tamamen ekstensör motor sistemin sıçrama şeklinde
evriminden ibarettir. Bu sistemin yardımı ile insan yer çekimine kuvvetlerine karşı direnmiş
ve ayağa kalkmıştır, serbest kalan elleri ile aletler geliştirmiş ve teknolojik çağı başlatmıştır.
Yer çekimine karşı direnen ruh sadece insan ruhudur, yani direnen ruhtur. Buda ekstensör
motor sistem evriminin bir tezahüründen ibarettir. Yer çekimi kuvvetlerine karşı direnen insan
ruhunun, yani direnen ruhun gücü günümüze gelinceye kadar yer çekimini tamamen yenmiş,
ve hatta yer çekimini tamamen yok ederek uzayın derinliklerine kadar ulaşmıştır.
Direnen ruh sonsuza kadar direneceğe benziyor.
-2-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
K – 02
Davetli Konferans
RECIPROCAL TRANSDUCTION IN HAIR CELLS
Kuni H. IWASA
National Institutes of Health (NIH), Biophysics Section, Laboratory of Cell Biology, Bethesda – USA
The mammalian ear is an exquisitely sensitive organ. Nonetheless it can process loud sound, having a
considerable dynamic range. It also distinguishes fine differences in frequency. These characteristics
of the ear are largely the result of an active process in the inner ear called 'cochlear amplifier.' This
feedback mechanism is based on reverse transduction in outer hair cells. Spontaneous otoacoustic
emission, for example, is a manifestation of such an active mechanism. Hair cells are
mechanotransducer cells. This function is based on the mechanoelectric transducer (MET) channels
located in hair bundles that produce receptor currents. This transducer function is associated directly
or indirectly with transduction mechanisms in the reverse direction.
One such reverse transduction mechanism is called 'fast adaptation.' It is force generation associated
with the closure of the MET channels by Ca ions that enter the cell during channel openings. It is
therefore based on chemical energy in the form of Ca ion concentration gradient across the membrane.
Another mechanism called electromotility is specific to the mammalian outer hair cells. It is located in
the lateral membrane of cylinder-shaped cell bodies of outer hair cells. It uses electrical energy
associated with the receptor potential that is produced by the MET channels. The key component of
this mechanism is prestin (SLC26A5), a member of the SLC26 family of anion exchangers.
Electromotility has remarkable properties. The motile responses of individual cells to voltage stimuli
are not all-or-none but graded. The amplitude of load-free displacement is up to 5 % of the cells,
which are between 15 and 100 micrometer long. The force production is about 0.1 nN/mV, a slope
equivalent of the cell lifting itself in the air with 5 V. The motile responses are accompanied by charge
transfer across the membrane. The resulting nonlinear capacitance is at its peak comparable to the
cells' linear membrane capacitance. The frequency response exceeds 50 kHz in quasi-isometric
conditions.
This motility is based on mechano-electric coupling and uses electrical energy in a manner similar to
piezoelectricity. It also satisfies the reciprocal relationship. However, its voltage responses are not
linear but shows nonlinearity consistent with having two conformational states. Its piezoelectric
coefficient is extremely large at the peak compared with piezoelectric materials because of the cells'
large axial compliance.
The performance of electromotility is, however, limited by the low-pass characteristics of the receptor
potential because, at the frequencies that these cells operate, a significant part of transducer current
must be used to charge and discharge the plasma membrane, which acts as a capacitor. A mechanism
that could make electromotility efficient is then fast-gating K ion channels that counteract capacitive
currents.
The relative significance of fast adaptation and electromotility in mammalian outer hair cells has been
hotly contested. In vitro experiments that compare the effects of channel blockers, which inhibit Ca
ion entry, and substitution of K ion with NMDG, which eliminates receptor currents but allows Ca ion
entry, suggest the importance of fast adaptation. In vivo experiments that use conditions for blocking
electromotility suggest the significance of electromotility. That is also supported by experiments that
use prestin-knock out mice.
In this presentation, experimental observations on electromotility and its theoretical modeling are
described. The factors that can limit the performance of both electromotility and fast adaptation are
discussed.
-3-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
K – 03
Davetli Konferans
IMMOBILIZATION AND PATTERNING OF LIVE BACTERIA FOR STUDIES IN
BIOPHYSICS
1. Zhiyong SUO
2. Recep AVCI*
3. Xinghong YANG
4. Paul RUGHEIMER
5. Laura KELLERMAN
5. Yves IDZERDA
5. David W. PASCUAL
Department of Physics, Montana State University, Bozeman, USA
Department of Physics, Montana State University, Bozeman, USA
Veterinary Molecular Biology, Montana State University, Bozeman, USA
Department of Physics, Montana State University, Bozeman, USA
Department of Physics, Montana State University, Bozeman, USA
Department of Physics, Montana State University, Bozeman, USA
Veterinary Molecular Biology, Montana State University, Bozeman, USA
Atomic force microscopy (AFM) is an indispensable tool of nano-scale science. A highresolution AFM images of gram-negative pathogenic Salmonella typhimurium reveal the
morphological features of bacterial cells, including CFA/I fimbriae with a diameter of ~3 nm,
flagella with a diameter of ~11 nm, and the extracellular polymeric substance surrounding the
bacteria. The fine details of the CFA/I fimbriae and the lipopolysaccharides decorating them
are clearly resolved. For studies in liquid, however, it is necessary to immobilize bacterial
cells through some sort of “leash,” or cross-linker. Live S. typhimurium and E. coli were
successfully immobilized through interactions between bacterial surface antigens, fimbriae
and flagella, and their corresponding antibodies covalently linked to a substrate. This
approach opens up new fields of investigation such as studies of an individual bacterium
including its mechanical properties, quantification of adhesin-receptor interactions, affinity
mapping and patterning of bacterial cells on surfaces. Furthermore, the immobilization of live
bacterial cells in well-defined patterns has many applications in biosensors, and in biomedical
and fundamental biological studies. The tendency of bacterial cells to remain adhered
(leashed) only to the antibody-modified areas was used to fabricate microarray patterns whose
size varied from one micron to ~25 µm. Patterns are generated with either a microplotter or a
focused ion-milling apparatus. Cells patterned in this way retain their viability for at least six
hours in a PBS buffer solution. The individual S. typhimurium prefers staying straight up
when crowded and produce a large number of flagella in an effort to free themselves.
Immobilized cells are capable of regeneration if incubated in a growth medium.
The presentation will focus on the tools of nanoscience, particularly of the working principles
and applications of AFM. A brief explanation of the surface chemistry of the bacteria
immobilization will be given. Application of the immobilization to sorting preselected
bacteria from a mixed culture will be described and the talk will be concluded with examples
of a work conducted on individual live immobilized bacterium using AFM.
-4-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
K – 04
BİYOFİZİK ETİĞİ
Ferit PEHLİVAN
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ankara - Türkiye
Bilimsel bilgi artışına bağlı olarak bilimde uzmanlaşma va özelleşme süreçleri artarak
sürerken, karşıt olarak ve bir başka düzlemde bilim dallarının yeniden bütünleşmesi
(integrasyon) süreçleri belki de daha artan önemde kendisini hissettirmektedir. Bu diyalektik
değişmeler içinde bazı yeni bilim dalları doğarken ve diğer bilim dalları arasından sıyrılıp
gelişirken; tersine, bazı geleneksel bilim dalları da işlevini, misyonunu ve önemini
yitirmektedir. Bütünleşme süreçlerinin egemen olduğu günümüzde bazı bilim dalları
arasındaki sınırlar bulanıklaşmakta, farklar belirsizleşmektedir.
Tüm bilim dalları için geçerli, herkesin uyması gerekli evrensel etik kuralları vardır. Ancak
bunun dışında, her mesleğin olduğu gibi, varlığını sürdürmek isteyen her bilim dalının da
kendine özgü etik değerleri vardır ve olmalıdır. Hatta uygulaması da olan bir bilim dalının
eğitim, araştırma ve uygulama alanları için ayrı ayrı etik değerleri olabilir. Moleküler
biyolojinin araştırma etiği ile biyofiziğin araştırma etiği birbirinden farklı, kardiyolojinin
uygulama etiği ile kalp cerrahisinin uygulama etiği birbirinden farklı olmalıdır.
Özel bilim alanlarının ve uygulamalarının etik değerleri ülkelerin koşullarına göre de
değişebilir.
Bilim dallarının ve mesleklerin etik değerlerini oluşturmak ve izlemek derneklerin ana
görevleri arasındadır. Türk Biyofizik camiasının yaklaşık yirmi beş yıllık bir geçmişi vardır.
Yaklaşık 150 üyeli bir camiamız oluşmuştur. Temel bilimci yanımız ağırlıklı olduğu için
uygulamayı bir yana bırakırsak, araştırma ve eğitimde özel etik değerlerimizin oluşturulması
zamanının geldiği görüşündeyim.
Biyofizik etik değerlerinin oluşmasında en önemli kaynaklar biyofiziğin uluslararası tanımı ve
misyonu, ülkemizde böyle bir alanın ortaya çıkış gerekçeleri olmalıdır. Bu etik değerler
biyofiziği diğer bilim dallarından ayırmaya, aynı zamanda ve belki de daha da önemlisi
biyofiziği şarlatanlıktan ve soytarılıktan ayırmaya yarayan değerler olmalıdır.
-5-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
-6-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
SÖZLÜ
SUNUMLAR
-7-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 01
HİPOTERMİNİN İZOLE SIÇAN SİYATİK SİNİRİ İLETİM HIZ DAĞILIMI
ÜZERİNE ETKİSİ
1. Önder GÜNEY
2. Seçkin TUNCER
3. Kemal İLİK
4. Nizamettin DALKILIÇ
5. Murat AYAZ*
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Beyin Cerrahisi., Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., BiyofizikAD., Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Beyin Cerrahisi AD., Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Biyofizik AD., Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Biyofizik AD., Konya
Periferal sinirler de, tüm canlı organizmalara ait sistemler gibi, sıcaklık değişimlerine karşı
oldukça duyarlıdır. Sıcaklık değişiminin periferal sinirler üzerine etkisini ölçülmeye yönelik
konvansiyonel klinik yöntemlerle yapılan çalışılmalar bu teknikler den kaynaklanan
sebeplerden ötürü farklı sonuçlar vermektedir. Bu çalışmada, fizyolojik vücut sıcaklığı (31.5
Co) altında yer alan sıcaklıklar için sıçan siyatik sinir lif gruplarının nasıl etkilendiği
belirlenmiştir. Bu amaçla, sıçan izole siyatik siniri ait bileşik aksiyon potansiyelleri “suction”
yöntemi kullanılarak kaydedilirken, iletim hız dağılımlarına ilişkin bilgiler ise literatürde
“collision” tekniği olarak bilinen yöntem kullanılarak elde edilmiştir. Test edilen her bir
sıcaklık için (31.5, 31 ve 28 Co) sinir iletimi hız dağılımları belirlenmiş, ve latans (L),
kronaksi, maksimum depolarizasyon değeri (MD) ve bu değere ulaşılması için gerekli olan
zaman (TP) gibi elektrofizyolojik parametreler de hesaplanmıştır.
Çalışma sonucunda, sıcaklıktaki azalmanın öncelikli olarak hızlı ileten lifleri etkilediği
görülmüş, ölçüm yapılan değerler arasında TP ve MD değerleri istatistiksel anlamalı derecede
uzamış olarak bulunmuştur. Ayrıca sıcaklıktaki azalma, en hızlı lif gruplarının hız bilgisi
taşıyan latanslardaki uzamayı daha da belirginleştirmekte ve bu belirginlik tüm sinir iletim hız
gruplarında göreceli yavaşlamaya neden olmaktadır. Yapılan çalışmalar pek çok cerrahi
müdahalede sıklıkla tercih edilen hipoterminin uygulanması konusunda dikkatli olunması
gerektiğini göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Siyatik siniri, bileşik aksiyon potansiyeli, iletim hız dağılımı, hipotermi,
collision
-8-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 02
DENEYSEL DİYABETİK NÖROPATİNİN PERİFERAL SİNİR İLETİM
PARAMETRELERİ ÜZERİNE ETKİLERİ
1. Seçkin TUNCER*
2. Murat AYAZ
3. Nizamettin DALKILIÇ
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Biyofizik AD, Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Biyofizik AD, Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Biyofizik AD, Konya
Diyabet, kişilerde zaman bağlı olarak periferal sinir dokularında harabiyet meydana getirerek
nöropati oluşmasına yol açmaktadır. Diyabetin yaşam kalitesini düşüren en önemli ikincil
komplikasyonları içinde yerini alan bu patoloji literatürde diyabetik nöropati olarak
adlandırılmaktadır. Diyabetik nöropatinin klinik tanısı içinde yer alan hissizlik, ağrı ve
güçsüzlüğün tanısında kullanılan sinir iletimi hız ölçümleri yalnızca tek tip sinir liflerinin
aktivitesi hakkında bilgi vermekteyken, Sinir İletimi Hız Dağılımı (SİHD) ölçümleri farklı
hızlarda ileten lif gruplarının aktivitesi hakkında da bilgi sağlayabilmektedir. Bu amaçla,
yapmış olduğumuz çalışmada deneysel diyabetik nöropati oluşturulmuş sıçanlara ait siyatik
sinirlerden bileşik aksiyon potansiyelleri (BAP) “suction” elektrot kullanılarak kaydedilirken
literatürde “collision” (çarpışma) olarak bilinen teknik kullanılarak sinir iletimi hız dağılımları
belirlenmiştir.
Tek seferlik 50 mg/kg i.p Streptozotocin (STZ) enjeksiyonu ile diyabet oluşturulan erişkin 10
adet Sprague-Dawley türü sıçan enjeksiyonu takiben 4 haftanın sonunda deneylere dahil
edilmiştir. Kontrol grubuna ise yalnızca STZ’nin taşıyıcısı olan Sitrat (0.1 M pH=4.5) enjekte
edilmiş, 4 hafta sonra deneylere dahil edilmiştir. Cerrahi yöntemlerle siyatik sinirlerin izole
edilmesinin ardından in vitro elektrofizyolojik kayıtlar alınmıştır. Bu kayıtlardan, sinir
liflerine ait uyarılma ve iletim parametreleri ile SİHD hesaplanmıştır.
Diyabetik grupta maksimum depolarizasyon değerine ulaşılması için gerekli olan sürede (TP)
anlamlı artış görülmüştür (p<0.05). BAP oluşturulmasına katkıda bulunan lif sayısının bir
göstergesi olan maksimum depolarizasyon değeri ise diyabete bağlı olarak bir azalma
gözlenmiştir (p<0.01). Sinir lifini oluşturan en hızlı ileten gruba ait iletim hızı ve sinir lifinin
geriye kalanını oluşturan lif gruplarına ait iletim hızı ölçümleri konvansiyonel hız ölçüm
metodu kullanılarak hesaplanmış, her iki hız değerinde de anlamlı azalma görülmüştür
(p<0.01). İlaveten, hesaplanan dV/dtmax ile -dV/dtmin parametrelerindeki anlamlı azalma
(p<0.01) bu durumu destekler niteliktedir. Dört haftalık diyabete bağlı olarak sinir
uyarılabilirliğinde gözlenen azalmanın teyidi ise Reobaz ve kronaksi ölçümleri ile yapılmıştır.
SİHD hesaplamaları sonucunda 17,08 ile 61,49 m/sn arasındaki hızlarda ileten liflerin BAP
oluşturulmasına katkısı diyabete bağlı olarak artarken, 17,08 m/sn’den daha yavaş hızda ileten
liflerin ise BAP oluşturulmasına yaptığı katkı azalmaktadır.
Anahtar kelimeler: Diyabetik nöropati, bileşik aksiyon potansiyeli, sinir iletimi hız dağılımı,
siyatik sinir, sıçan
-9-
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 03
DENEYSEL SİYATİK SİNİR HASARINDA MELATONİN ETKİSİNİN
ELEKTROFİZYOLOJİK VE FONKSİYONEL OLARAK İNCELENMESİ
1. Ş. Gökçe ZENCİRCİ*
2. M.Dinçer BİLGİN
3. Serçin ÖZLEM
4. Harun BAŞOĞLU
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Periferik sinir hasarında güçlü antioksidan ajan olan melatonin etkisinin in vivo
elektrofizyolojik ölçümler ve fonksiyonel siyatik indeksle belirlenmesi amaçlanmıştır. Yirmi
dört adet erişkin erkek Wistar sıçan 5mg/kg ip melatonin, 20mg/kg ip melatonin, ve kontrol
grubu (ip etanol) olmak üzere rastgele olarak üç gruba ayrılmıştır. Deneklerin sol siyatik
sinirlerinde 5 no’lu forseps kullanılarak hasar oluşturulmuştur. Hasar oluşturulmadan önce
deneklerin sol ve sağ bacaklarından EMG kaydı alınmış ve deneklere yürütme testi
uygulanmıştır. Elektrofizyolojik ölçümler ve yürütme testi 21 günlük melatonin tedavisi
sırasında haftada bir tekrarlanmıştır. Denekler sacrifiye edilmeden hemen önce siyatik sinire 7
V’luk tek kare impuls uyarısı 1ms süre ile uygulanmış ve in vivo ölçümler Biopac MP100 ile
kaydedilmiştir. EMG ile somatosensor sinir iletim hızı hasardan önce 28.77 m/sn iken
hasardan hemen sonra 14 m/sn olarak ölçülmüştür. Melatonin tedavisi ile somatosensor
iletim hızının haftalık artışları izlenmiştir. Siyatik sinirdeki bu iyileşme hasardan sonra
fonksiyonel sinir iyileşmesini gösteren non-invasiv bir metot olan yürütme testi ile de
desteklenmiştir. Tedavi sonunda siyatik sinirden in vivo olarak ölçülen motor iletim hızı
değerleri normal deneklerde 49 m/sn iken, 21 gün boyunca 5mg/kg ve 20 mg/kg melatonin
uygulanan grupların hasar oluşturulan siyatik sinirlerde sırasıyla 33,7 m/sn ve 35,8 m/sn ile
hasar oluşturulmamış siyatik sinirlerde ise 41,9 m/sn ve 45,2 m/sn olarak ölçülmüştür. Bu
çalışma ile melatonin uygulamasının deneysel siyatik sinir hasarında hem elektrofizyolojik
olarak hem de fonksiyonel olarak iyileşme oluşturduğu gösterilmiştir. Melatonin hem duyusal
hem de motor sinir iletim hızını arttırarak periferik sinirde koruyucu etki göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Melatonin, siyatik sinir hasarı, EMG, sinir iletim hızı, yürütme testi
- 10 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 04
SİSTEMİK MAKROFAJ İNHİBİSYONU DİYABETE BAĞLI NÖROPATİ
GELİŞİMİNİ GECİKTİRİR
1. Tufan MERT*
2. İsmail GÜNAY
3. Işıl ÖCAL
4. A.İrfan GÜZEL
5. Leyla ŞAHİN
6. Mustafa GÜVEN
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Tıbbi Biyoloji AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Diyabetik nöropati diyabet hastalarının yaklaşık yarısında ortaya çıkan bir periferik
nöropatidir. Allodini (normal şartlarda ağrılı olmayan bir uyaranın ağrı oluşturması) ve
hiperaljezi (normal şartlarda ağrı oluşturan bir uyaranın daha şiddetli bir şekilde ağrı
oluşturması), diyabetik nöropatinin en önemli belirtileri olarak kabul edilmektedir. Yoğun
araştırmalara rağmen, diyabetik periferal nöropatinin gelişimindeki mekanizmalar net bir
şekilde açıklanamamaktadır.
Diyabette makrofajların rollerini belirlemek için yürütülen çalışmalarda makrofajların
özellikle pankreasta β hücrelerinin yıkımında ve temizlenmesinde görev aldığını
gösterilmiştir. Eğer makrofajlar etkisizleştirilirse β hücre yıkımı durdurulabilir, en kötü
ihtimalle yavaşlatılabilir böylece diyabetin şiddeti ve dolayısıyla periferik nöropati gelişimi
durdurulabilir ya da geciktirilebilir düşüncesi bu çalışmanın temel hipotezidir. Bu nedenle,
çalışmamızda diyabetik sıçanlarda liposome ile kapsüle edilmiş clodronate (LEC) kullanılarak
gerçekleştirilecek periferik makrofaj inhibisyonunun diyabetik nöropati gelişimi üzerine
etkisini araştırmak amaçlanmıştır.
Çalışmada, Streptozotocin (STZ) enjeksiyonu (kuyruktan, i.v.) ile diyabetik nöropati
oluşturuldu. Sıçanlarda diyabetik nöropatinin gelişimi, nörobilim alanında sık tercih edilen
tekniklerden, termal plantar test (termal latans) ve dynamic plantar aesthesiometer (mekanik
eşik) kullanılarak 4 hafta boyunca takip edildi. Sıçanların kan glukoz seviyeleri bir
glukometre kullanılarak ölçüldü. Hazırlanan LEC’in enjeksiyonu (i.v) beş gün arayla 3 kez
(ilk uygulama STZ enjeksiyonundan 3 gün sonra) yapıldı.
STZ uygulaması sonrasında sıçanların ortalama ağılıkları kontrol grubuna göre ilk hafta %15,
4.hafta %27 daha azdı. STZ uygulamasından 2 gün sonra sıçanların kan şeker seviyesi 122
mg/dl den 408,5 mg/dl’ye yükseldi. LEC uygulaması ağırlık değişimini etkilemezken,
diyabetik hayvanların ortalama kan glukoz seviyesinin ilk iki hafta için daha fazla
yükselmemesine neden oldu. Diyabetik sıçanların termal latanslarında %37 ve mekanik
eşiklerinde %27 azalma (termal hiperaljezi ve mekanik allodini) belirlendi. LEC diyabetik
sıçanların termal latansındaki azalmayı değiştirmedi, fakat ilk 3 hafta için mekanik eşik
değerinin azalmasını engelledi.
Çalışmanın sonuçları diyabette nöropatinin belirtilerinden termal hiperaljezi ve mekanik
allodininin gelişiminin yüksek kan glikoz seviyesi ile ilişkili olduğu görüşünü
desteklemektedir. Sistemik makrofajların inhibe edilerek aktivitesinin azaltılması diyabetik
nöropatinin gelişmesini geciktirebilir.
Anahtar Kelimeler: Diyabet; Makrofaj; Clodronate; Nöropati; Mekanik allodini
- 11 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 05
ALTERNAN UYARILARLA KAYDEDİLEN İŞİTSEL YANITLAR ÜZERİNDEKİ
REFRAKTERLİK, HABİTUASYON VE UYUMSUZLUK ETKİLERİ
1. Süha YAĞCIOĞLU*
2. Pekcan UNGAN
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Uyaranın tekrarlamasıyla işitsel uzun latanslı uyarılmış potansiyellerin N1 bileşeninin genliği
küçülmektedir. Bu küçülmenin dinamik özellikleri uyarı paramatrelerine olduğu kadar,
deneğin fizyolojik ve psikolojik durumuna da bağlıdır. Dolayısıyla bu dinamikle ilgili elde
edilecek her türlü bilgi N1 bileşenine katkıda bulunan nöral mekanizmaların aydınlatılmasına
yardım edecektir.
N1 in küçülmesini açıklamak üzere ileri sürülmüş hipotezlerden biri refrakterlik kavramına
dayanır. Refrakterlik, N1 i oluşturan nöral devrelerin bir uyarıdan sonra başlangıçtaki
durumlarına dönebilmek için belli bir süreye ihtiyaçları olmasıdır. Farklı frekanslarda iki
uyaranın alternan olarak verildiği çalışmalarda N1 genliğinin büyüdüğü gözlenmiştir. Bu
gözlem, yukarıdaki hipotez çerçevesinde şöyle açıklanmaktadır: farklı frekanslar beyinde
farklı nöral devrelerde işlendiği için, alternans durumunda her bir devreye toparlanması için
iki kat daha fazla zaman tanınmakta, bu da yanıt genliğinin büyümesine yol açmaktadır.
Ancak karmaşık uyarıların, basit uyarılara göre dikkati daha fazla çektiğini gösteren
çalışmalar vardır. Yani alternans paradigmalarında deneğin uyarılara adaptasyonun azalmış
olması olasılığı da vardır. Bu durum azalmış habituasyon olarak adlandırılır. Ayrıca iki farklı
uyaranın alterne edildiği paradigmaların Uyumsuzluk Negativitesi benzeri bileşenleri de
ortaya çıkararak yanıt genliğine katkıda bulunabilecekleri düşünülebilir. Kısacası, iki
uyaranın alterne edilmesine dayanan paradigmaların yarattığı genlik büyümesini açıklamak
üzere refrakterlikten başka faktörler de öne sürülebilir. Bu çalışma, bu noktaya katkı sağlamak
için yapılmıştır.
Onbir sağlıklı denekten, farklı frekanslarda iki tonal uyaran, monoton, alternan ve rastgele
düzenlerde verilerek N1 yanıtları kaydedilmiştir. Bunun yanında, refrakterliği ortadan
kaldırmak üzere bu iki tonal uyaranın peşpeşe eklenmesiyle oluşturulan “çift” uyaranlar yine
aynı düzenlerde uygulanarak deneyler tekrarlanmıştır. Kayıtların incelenmesinde,
refrakterliğin ortadan kaldırılmasıyla genlik büyümesinin büyük oranda azaldığı görülmüştür.
Bunun yanında, yanıtların frontosantral topografisi, uyaranların alterne edilmesinin iki ayrı
latans bölgesinde Uyumsuzluk Negativitesi benzeri bileşenlere yol açtığını göstermektedir.
Bu bulgular, N1 yanıtına katkıda bulunan süreçler kapsamında irdelenmiştir.
Anahtar kelimeler: N1; Uyumsuzluk Negativitesi; Refrakterlik; Habituasyon
- 12 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 06
SÜREGİDEN IŞIĞIN KOBAYDAN KAYDEDİLEN GÖRSEL UYARILMIŞ
POTANSİYELLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN DİNAMİK ÖZELLİKLERİ
1. Serdar DEMİRTAŞ*
2. Kahraman ATEŞ
3. Cüneyt GÖKSOY
GATA, Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
GATA, Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
GATA, Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Bu çalışmada, kobay (guinea pig) beynindeki gözler arası (binoküler) etkileşimlerin dinamiği
biyoelektriksel yöntemler yardımıyla incelenmiştir. Daha önceki bir çalışmamızda, bir göze
süregiden beyaz ışık uygulanmasının, diğer göze uygulanan flaşın meydana getirdiği görsel
uyarılmış potansiyelleri etkilediği gösterilmiş ve bu durumun ‘binoküler nöronların’
aktivitelerini temsil ettiği ifade edilmişti. Bu çalışmada ise, bir göze yine flaş tarzında uyarı
verilirken, diğer göze başlama zamanı flaşa göre değiştirilen süregiden beyaz ışık uygulanmak
sureti ile süregiden beyaz ışığın başlama zamanındaki değişikliklerin, flaşın doğurduğu görsel
uyarılmış potansiyeller üzerindeki etkisinin nasıl değiştiği incelendi.
Bu amaçla, stereotaksik cerrahi yöntemler yardımıyla kafalarına epidural elektrotlar
yerleştirilerek kronik preparat haline getirilmiş 10 kobay kullanıldı ve kayıtlar, kobayların
sakin tabiatlarının da yardımıyla anestezi uygulanmamış ayık hayvanlardan elde edildi.
Süregiden beyaz ışık, flaşın öncesinde veya sonrasında olmak üzere her oturumda farklı
zamanlamayla başlatıldı. Kayıtlara süregiden ışığın flaştan 150ms önce başlatıldığı oturumla
başlandı. Her oturumda, süregiden ışığın başlatılma zamanı 30ms geciktirilerek, flaştan
420ms sonra başlatıldığı oturuma kadar kayıtlara devam edildi.
Bu kayıtlar sonrasında elde edilen potansiyeller yardımıyla hesaplanan fark potansiyeli
üzerinde tespit edilen ve binoküler nöronların aktivitesini gösteren belirgin negatif dalganın
latansı temel kriter olarak kullanıldı. Bu latans değeri, süregiden ışığın flaştan 150 ila 60ms
önce başlatıldığı kayıt oturumlarında değişmedi ve ortalama 65ms olarak hesaplandı.
Süregiden ışığın flaştan 30ms önce başlatıldığı, eşzamanlı uygulandığı ve flaştan daha geç
başlatıldığı oturumlarda ise fark potansiyeli latansının, süregiden ışığın başlatılmasındaki
gecikmeyle orantılı olarak uzadığı tespit edildi.
Bu sonuçlar ışığında, görsel uyarı sonrasında ortaya çıkan potansiyellerin işlenmesinde
korteksin en üst merkezleri arasında bir etkileşim olmadığını, bilateral görsel etkileşimin
göreceli olarak korteksin daha alt merkezleri arasında olduğunu söylemek mümkündür.
Anahtar kelimeler: Binoküler etkileşim, Görsel uyarılmış potansiyeller, Süregiden ışık,
Kobay, Guinea pig
- 13 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 07
YAPI-İŞLEV İLİŞKİLERİNDE MODEL OLARAK BEHÇET HASTALIĞI İLE HLAB51 MOLEKÜLÜ BAĞLANTILARININ İRDELENMESİ
1. Ayfer ATALAY*
2. Sanem DEMİRTEPE
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Yapısında α zinciri ile β2-mikroglobulin adı verilen polipeptitleri bulunan HLA sınıf I
glikoproteinleri erişkin insandaki bütün çekirdekli hücrelerde yapısal olarak eksprese edilir ve
temel olarak hücresel bağışık yanıtta önemli işlevleri vardır. HLA sınıf I proteinleri çok
odaklı almaçlar olarak tanımlanmaktadır. Bu proteinlerin yapısında yer alan α zinciri ileri
derecede polimorfik yapı göstermektedir. Bu polimorfik yapısal özelliğin yanı sıra, β2mikroglobulinle oluşturduğu kompleksin, hücre membranında yer alarak çoklu işlev
yapabilme kapasitesi ortaya koyabilmesi dikkat çekicidir. Sınıf I proteinlerini oluşturan iki
polipeptit zincirinin birleşmesi endoplazmik retikulumda kalneksin, BIP, TAP ve diğer
moleküllerle ilişkili olarak gerçekleşmektedir. İleri derecede polimorfik olan α zinciri sınıf I
molekül yapısını oluşturmak için β2-mikroglobulinle bağlantı kurarken, hücre içi patojenlere
karşı bağışık yanıt oluşturmak için T hücrelerin yüzeyindeki almaçlarla ile bağlantı kurabilir
veya bulunduğu hücreyi korumak için öldürücü hücrelerin yüzeyindeki almaçlarla bağlantı
kurabilir. Bu nedenlerden dolayı HLA sınıf I moleküllerinin çok odaklı almaçlara evrimleştiği
kabul edilmektedir.
Behçet hastalığını oluşturan etkenler henüz tam anlamıyla tanımlanamamış olmasına karşın,
HLA sınıf I moleküllerinden olan HLA-B51 ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu
çalışmada, Behçet hastaları ve kontrol gruplarında diziye özgün oligonükleotit primerler ve
problar kullanılarak PCR, RT-PCR ve nokta emdirim-hibridizasyon tabanlı yöntemler
kullanılarak Behçet hastalığı ile HLA-B51 molekülünün yapı-işlev ilişkileri irdelenmiştir.
Sonuç olarak Behçet hastalığı ile HLA-B51 geni, bu genin polimorfizmi ve ekspresyonu
arasında herhangi bir ilişki gözlenmemiştir.
Anahtar kelimeler: Behçet Hastalığı, HLA-B51, RT-PCR, gen ekspresyonu
- 14 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 08
REKOMBİNANT GO ALFA PROTEİNİNİN SAFLAŞTIRILMASI VE
KAREKTERİZASYONU
1. Pınar Mega TİBER*
2. Oya ORUN
3. Cevdet NACAR
4. Beki KAN
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Heterotrimerik guanin nükleotit bağlayıcı proteinler (G proteinleri) hücre yüzeyinden alınan
bilgiyi hücresel efektör sistemlere ileterek cevap oluşmasını sağlayan sinyal ileti yolaklarında
çok önemli role sahip aracı moleküllerdir. G proteinleri, sayıları birkaç yüzü bulan, membranı
yedi kez kateden reseptörlere (GPCR) kenetlenerek, görme, koku, tat alma gibi duyusal
algıların yanısıra, hücre büyümesi, hormonal yanıt oluşturma ve nöronal aktivite gibi birçok
fizyolojik olayın gerçekleşmesine katkıda bulunurlar. Heterotrimerik G-proteinleri, alfa (α),
beta (β), gama (γ) olarak adlandırılan üç farklı altbirimden oluşan moleküllerdir. G proteinleri
özgünlüklerini belirleyen α altbirimine göre 4 alt gruba sınıflandırılmaktadır. Beyin ve
merkezi sinir sisteminde yüksek miktarda bulunan Go proteini boğmaca toksinine duyarlı Gi/o
ailesinin bir üyesidir. Bazı nöronal hastalıklarda ve nöroendokrin tümörlerde Go proteininin
rol oynadığı düşünülmektedir.
Bu çalışmada merkezi sinir sisteminde yaygın olarak bulunan yapısı ve işlevi henüz açiklığa
kavuşmamış olan Goα proteininin rekombinant olarak E.Coli’den saflaştırılması
amaçlanmıştır.
Go proteininin α altbirim cDNA’sının pQE-80 (Qiagen) vektör sistemine alt klonlanması
gerçekleştirilmiştir. Yapılan ekspresyon deneylerinde
proteinin çözünür olduğu
belirlenmiştir. Histidin etiketli füzyon proteinleri afinite kromatografisi sonrasında ise
moleküler elek ve/veya Mono Q iyon değişim kromotografisi uygulanarak saflaştırılmıştır.
Elde edilen proteinde bazı safsızlıklar mevcuttur. Protein yapı analizine gönderilmeden önce
bu safsızlıkların giderilmesi gerekmektedir.
Protein etkinliği proteinin doğal floresans ölçümleri ile gösterildi. Proteinin guanin nükleotid
bağlanma etkinliği BODIPY FL-GTPγS probu ve [35S]GTPγS bağlanma yöntemi ile
gösterildi.
Bu çalışma Marmara Üniversitesi Bilimsel Araştırma projeleri komisyonu başkanlığınca
“SAĞ-DKR-100105-0003” proje kapsamında desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler: GoAlfa, Ekspresyon, Saflaştırma
- 15 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 09
ELEKTROMANYETİK ALANIN KONDROSİT HÜCRE KÜLTÜRÜ ÜZERİNE
ETKİLERİ
1. M. Dinçer BİLGİN*
2. L. Didem KOZACI
3. R. Onur EK
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyokimya AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Fizyoloji AD, Aydın
Elektromanyetik alan (puls ve sürekli) kıkırdak metabolizmasında düzenleyici rol
oynamaktadır. Elektromanyetik alan (EMA) kondrosit proliferasyonunu ve ekstrasellüler
matriks komponentlerinin (tip II kollajen ve agrekan) sentezini arttırmaktadır. EMA büyüme
faktörlerinin etkilerine aditif etki yapmaktadır. Bu çalışmanın amacı kondrosit
dediferansiyonuna yol açmadan kondrosit sayısının istenen düzeye ulaşmasını sağlamaktır.
Böylece EMA kullanılarak kondrosit ekstraselüler matriks yapımının (özellikle kollajen)
hızlandırılması ve proliferasyon kapasitesinin arttırılması hedeflenmektedir. 16 aylık sağlıklı
erkek danalardan çıkartılan ve küçük parçalara ayrılan nazal kıkırdağa, hyalüronidaz, tripsin
ve takiben kollajenaz uygulanarak kondrositlerin serbest kalması sağlandı. Elde edilen
kondrosit hücre kültürlerine fibroblast büyüme faktörü (FGF) veya insülin benzeri büyüme
faktörü (IGF) eklendi. Takiben hücreler büyüme faktörleri, puls elektromanyetik alan
[PEMF;1.3 msn aralıklar ile 75 Hz, toplam 2.3 mT şiddette puls manyetik alana yayan
düzenekte (Igea, İtalya)], sürekli elektromanyetik alana [CEMF; 50 Hz, 2 mT sürekli
manyetik alan yayan helmholtz bobin düzeneğinde (Phyme, Almanya)], ve büyüme faktörü +
EMA içeren gruplar ile kontrol gruplarından (elektromanyetik alan φ ve büyüme faktörü φ )
oluştu. EMA hücrelere 7 gün süre ile günde 30 dk uygulandı. Hücreler sayıldı. Bu
gruplardaki hücrelerde real-time PCR yöntemi ile tip I ve II kollajen ve agrekan
ekspresyonuna bakıldı. Beta-aktin internal kontrol olarak kullanıldı. IGF veya FGF ile birlikte
EMA uygulamasının kondroproliferatif etki gösterdiği ve bu etkinin en belirgin olarak
IGF+CEMF grubunda olduğu gözlendi. Matriks molekülleri ekspresyonunda
dediferansiyasyonu gösteren tip I kollajenin artmaması beklenirken tip II kollajende belirgin
değişiklik olmaması proliferasyon nedeniyle ekspresyon göstermediğinin belirtisi olarak
değerlendirildi. Kollajene göre daha fazla miktarda eksprese edilen matriks proteini
agrekanın ise bu çalışmada artmış olduğu saptandı. Bu çalışmanın ön sonuçları EMA’nın
kondrosit proliferasyonu ve diferansiyonuna etkisini göstermekte olup kondroprotektif ajan
olarak klinikte kıkırdak zedelenmesiyle ortaya çıkan osteoartrit gibi dejeneratif eklem
hastalıklarının tedavisinde kullanılabileceğini göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Kondrosit, ekstrasellüler matriks, büyüme faktörleri, elektromanyetik
alan uygulamaları
- 16 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 10
YGH ELF-MF ÖLÇÜM SONUÇLARI: ULUSLARARASI YAKLAŞIMLAR,
TÜRKİYE’DEKİ DURUM VE GNRK’NIN ÖNERİLERİ
1. Arzu FIRLARER*
Gazi Üniv., Gazi Non-İyonizan Radyasyondan Korunma Mer.,
Biyofizik AD, Ankara
2. Semra TEPE ÇAM
Gazi Üniv., Gazi Non-İyonizan Radyasyondan Korunma Mer.,
Biyofizik AD, Ankara
3. Semih ÖZDEN
Gazi Üniv., Gazi Non-İyonizan Radyasyondan Korunma Mer.,
Biyofizik AD, Ankara
4. Ayşe G. CANSEVEN KURŞUN Gazi Üniv., Gazi Non-İyonizan Radyasyondan Korunma Mer.,
Biyofizik AD, Ankara
5. Nesrin SEYHAN
Gazi Üniv., Gazi Non-İyonizan Radyasyondan Korunma Mer.,
Biyofizik AD, Ankara
Yerleşim alanlarındaki genel halk ve mesleki maruziyet üzerine yapılan epidemiyolojik
çalışmalar oldukça düşük frekans (ELF) elektromanyetik (EM) alan maruziyeti ile kanser,
çocuklarda lösemi ve diğer hastalıkların ortaya çıkması arasında korelasyon göstermektedir.
Yüksek seviyede akut maruziyetten kaynaklanan biyolojik etkiler ve düşük seviyedeki kronik
maruziyette çocuklardaki lösemi olasılığındaki artış geniş çapta kullanılan EM alanlar için
genel halk politikalarının geliştirilmesini önemli kılmaktadır. Bu çalışmada, Ankara ve
İstanbul’un bazı bölgelerinde halkın maruz kaldığı günlük ELF manyetik alan değerlerinin
ölçümü ve istatistiksel analizi amaçlanmıştır. Ölçümler GNRK tarafından yerden 1 metre
yükseklikte Narda EFA–300 cihazı ve manyetik alan izotropik probu kullanılarak YGH
çevresindeki yaşam alanlarında ve bu alanlardaki evlerde alınmıştır. Ölçüm birimi Gauss
(G)’dur. Veriler 3 farklı grupta incelenmiştir: Birinci grup (G-I) YGH’dan 20 metre
uzaklıktaki evlerin içi; ikinci grup (G-II) YGH’dan 50 metre uzaklıktaki evlerin içi; üçüncü
grubu ise (G-III) YGH’dan 200 metre mesafe içinde bulunan yerleşim alanları oluşturmuştur.
Ölçümlerle elde edilen manyetik alan değerlerinin G-I’de %91,7’si, G-II’de %43,4’ü ve GIII’de %32,4’ü 3–10 mG aralığında bulunmuştur. G-I’de 3 mG’un altında, G-III’de ise 10
mG’un üzerinde değer kaydedilmemiştir. Tüm veriler ICNIRP* tarafından belirlenen limit
değerin (1 G) altında olmasına karşın değerlerin %46,6’sı epidemiyolojik çalışmalarda
kanseri arttırıcı risk değeri olarak IARC** tarafından kabul edilen 3 mG’un üzerindedir. Bu
değer, Gazi Biyofizik’in Dünya Sağlık Örgütü ile 2004 yılında İstanbul’da gerçekleştirdiği
“Sensitivity of Children to Electromagnetic Fields” toplantısında ELF aralığında çocuk lösemi
riskini arttıran manyetik alan değeri olarak tüm dünyaya açıklanmıştır. Maruziyet süreleri göz
önüne alındığında evlerde yaşayanlar meslekleri gereği bu alanlarda çalışanlardan daha uzun
süreli ELF alanlara maruz kalmaktadırlar.
Çalışmamızda elde edilen bulgular göstermektedir ki: yerleşim alanları inşa edilmeden önce
EM alan ölçümlerinin yapılması, mevcut YGH’ların yeraltına alınması, Türkiye’de halen
yasalaşmamış olan genel halk ELF maruziyet standartlarının acilen oluşturulması
gerekmektedir. ICNIRP genel halk maruziyet limit değeri olarak kabul edilen 1G, IARC
değeri olan 3 mG’a çekilmelidir.
* ICNIRP: International Commission on Non-ionizing Radiation Protection
** IARC: International Agency for Research on Cancer
Anahtar kelimeler: Elektromanyetik, ELF-MF, YGH, EM alan ölçümü, genel halk
maruziyeti, limit değeri
- 17 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 11
ELEKTROFİZYOLOJİK YÖNTEMLER İLE CİNSİYET FARKLILIKLARI
ANLAŞILABİLİR Mİ?
1. Bahar GÜNTEKİN* İstanbul Kültür Üniv., Beyin Dinamiği, Kognisyon ve Karmaşık Sistemler
Araştırma Birimi, İstanbul
2. Erol BAŞAR
İstanbul Kültür Üniv., Beyin Dinamiği, Kognisyon ve Karmaşık Sistemler
Araştırma Birimi, İstanbul
Biyofizik literatüründe, beyin dinamiği yöntemleri ile cinsiyet farklılıklarını inceleyen sınırlı
sayıda araştırma bulunmaktadır. Daha önce beyin salınımları yöntemi kullanarak yaptığımız
çalışmada basit ışık uyaran ile kadın ve erkek olgular arasında farklı frekans ve topolojilerde
anlamlı sonuçlar olduğu saptanmıştır (Güntekin and Başar, 2007). Bu çalışmanın amacı ise
daha karmaşık bir görsel uyaran (Yüz ifadesi resimleri) kullanarak, açığa çıkan beyin
salınımlarının cinsiyetler arasında nasıl farklılık gösterdiğini saptamaktır. Bu amaç
doğrultusunda 13 kadın, 13 erkek sağlıklı gönüllü denemelere katılmıştır. Uyaran olarak “
Ekman ve Friesen’a ait standart resim grubundan “kızgın” “mutlu” ve “nötral” yüz ifadeleri
uyaran olarak seçilmiştir. Denemeye katılan kişilerin EEG kaydı 12 elektrottan (F3, F4, C3, C4,
T3, T4, T5, T6, P3, P4, O1, O2) alınmış ve Olaya İlişkin Potansiyeller (ERP) beta (15-24 Hz),
frekans aralıklarında filtrelenerek olaya ilişkin salınımlar elde edilmiştir. Sonuçlara
bakıldığında kadın olgularda O1 ve O2 bölgelerinde ortaya çıkan beta (15-24 Hz) yanıtı
genliklerinin erkek olgularda ortaya çıkan beta (15-24 Hz) yanıtı genliklerinden yüksek
olduğu saptanmıştır. Occipital bölgelerde açığa çıkan bu sonuç daha önce basit ışık uyaranla
yaptığımız çalışma ile uyumludur. Bu çalışma bundan önce yapılan çalışmayı
kuvvetlendirmiş ve kadın ve erkek olguların primer visual alanların görsel uyaran ile farklı
şekilde aktive olduğu saptanmıştır. İleride yapılacak çalışmalarla kadınlarda görsel uyaranla
occipital bölgede açığa çıkan bu yüksek beta cevabının standart olduğu fikri güçlendirile
bilinir.
Anahtar kelimeler: Elektrofizyoloji, Cinsiyet farklılığı, beyin salınımları, beta, yüz ifadesi
- 18 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 12
İMMÜNOFLORESAN YÖNTEM İLE ÖKARYOTİK ELONGASYON FAKTÖR 2
(eEF2)’nin HÜCRE İÇİ DAĞILIMININ GÖRÜNTÜLENMESİ
1. Bilge ÖZERMAN*
2. Başar OKU
3. Başak VAROL
4. Duran ÜSTEK
5. Handan AKÇAKAYA
6. Leyla T. ŞENER
7. Muhammet BEKTAŞ
8. Rüstem NURTEN
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., DETAE, Genetik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Polipeptid zincirinin uzama aşamasında, ökaryotik elongasyon faktör 2 (eEF-2) önemli bir rol
oynamaktadır. eEF-2’nin GTP ve ribozom ile etkileştiği ayrıca hücre iskeleti bileşenlerinden
aktine bağlandığı bilinmektedir. EF-2 difteri toksini ya da endojen transferaz enzimlerinin
varlığında ADP-ribozillenerek protein sentezinin durmasına sebep olmaktadır. Ayrıca EF-2
ve EF-1’in G-aktin ile etkileşimi protein sentezinde inhibisyona sebep olmaktadır. Bu
çalışmamızda insan endotel hücresinde EF-2 dağılımının ve aktin iskeleti ile ilişkisinin,
floresan mikroskobu ile görüntülenmesi amaçlandı. Bunun için daha önce gurubumuzca,
periferik lenfosit kökenli cDNA’dan GST-tag sistemi ile klonlanmış ve saflaştırılmış insan
EF-2’si ile tavşanlarda geliştirilmiş olan poliklonal anti-EF-2, protein A sefaroz kolondan
saflaştırılarak kullanıldı. Anti-EF-2, floresein izotiosiyanat (FITC) ile işaretlenerek konjügat
hazırlandı. FITC’nin anti-EF2’ye bağlanıp bağlanmadığı, floresans spektroskopisinde (Perkin
Elmer, LS-5 ) 496-520 nm dalga boyunda ölçüm yapılarak saptandı. Anti-EF-2-FITC
konjügatı, immunhistokimyasal teknikle, kültür ortamında lameller üzerinde yetiştirilen insan
göbek kordonu endotelyal hücrelerine (HUVEC) uygulandı. Hücre içersinde eEF-2
molekülleri ile etkileşen floresan antikorların dışında hücre iskeletini işaretlemek üzere
falloidin (Alexa-fluor 594), çekirdek için DAPI (4,6-diamidino-2-fenilindol) kullanıldı ve
çoklu boyama sonrası floresan mikroskopta (A X ioskop 2 plus) görüntülendi. eEF-2
moleküllerinin çekirdek çevresinde yerleştiği gözlendi. Buradaki yoğunlaşmanın protein
sentez faktörleri (ribozom, t-RNA, mRNA, EF-2, EF-1) ile birlikte protein sentez işlevinin
yapılabilmesi açısından önemli olabileceğini düşündürdü.
Anahtar kelimeler: Ökaryotik elongasyon faktör 2, hücre iskeleti, aktin, HUVEC
- 19 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 13
G PROTEİNİ α-ALTBİRİMİNİN ÜÇÜNCÜL YAPISININ TEORİK OLARAK
BELİRLENMESİ
1. Cevdet NACAR*
2. Uğur SEZERMAN
3. Beki KAN
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD., İstanbul
Sabancı Üniv., Mühendislik ve Doğa, İstanbul
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD., İstanbul
Günümüzde üçüncül yapının belirlenmesinde kullanılan en yaygın modelleme yöntemi
benzeşim modellemesidir. Benzeşim modellemesi için üçüncül yapısı bilinen en az %25-30
oranında benzerliğe sahip bir veya birden fazla kalıp diziye gereksinim vardır. Goα proteinin
üçüncül yapısının modellenmesi için yapısal olarak sınıflandırılmış ve 18 üyesi bulunan bir
protein ailesi kalıp olarak seçildi. Benzerlik oranı %70’lerde olduğundan oluşturulan model
yaygın heterotrimer proteinlerin α altbirimine büyük oranda benzedi. Sarmal ve ATPaz
işlevsel bölgelerinde beklenmedik bir yapı gözlenmedi. Ancak kalıp proteinlerle olan
benzerliğinin oldukça düşük olduğu 115-122 numaralı amino asitlerden oluşan bölgede bir
halka bulunmaktadır. Bu halkanın iyileştirme girişimleri sonucu bu halka için oldukça
değişken modeller elde edilmiştir. Amino asit dizisinden de hareketle halkanın proteine
işlevsel açıdan nasıl bir ayırıcılık kazandırabileceği araştırılmaktadır.
Protein modelindeki hatalı etkileşimleri gidermek için moleküler dinamik simülasyonu ile
proteninin enerjisi 100.000 adımda minimize edildi. Hatalı etkileşimler büyük oranda
giderildi. Proteinin kararlılığını belirlemek için farklı sıcaklıklarda yine 100.000 adımda
moleküler dinamik simülasyonu gerçekleştirildi. 500K’de de kararlı davranması beklenen bir
durum değildi. Ancak bunun adım sayısının çok düşük olmasından kaynakladığı
düşünülmektedir. Bu nedenle simülasyon 5.000.000 adımda sürdürülmektedir. Her 10.000
adımda yapı bilgisi kaydedilerek proteinin hangi bölgeden başlayarak denatüre olduğu
belirlenecektir.
Proteine ilişkin moleküler kinetik simülasyonlar da sürdürülmektedir. Moleküler kinetik
simülasyona 115-122 numaralı amino asitleri kapsayan halka üzerinden başlandı. Böylece
yapısı bilinen hiç bir protein ile benzerliği olmayan bu halkanın proteinin yapısı üzerinde ne
gibi bir etkisinin olduğu belirlenmeye çalışılmaktadır. Benzer bir yaklaşımla dizi
benzerliğinin az olduğu bölgeler moleküler kinetik simülasyonla araştırılarak proteinin diğer
proteinlerden ayrılan karekteristiği ve buradan da işlevi belirlenmeye çalışılmaktadır.
Bu çalışma Marmara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu Başkanlığı
tarafından desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Benzeşim modellemesi, G proteini
- 20 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 14
GÖRSEL UYARTILMIŞ POTANSİYELLER İÇİN FARKLI BİR KAYIT YÖNTEMİ
1. Ahmet AKAY*
2. Murat PEHLİVAN
3. Gürbüz ÇELEBİ
Ege Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İzmir
Ege Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İzmir
Ege Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İzmir
Elektrofizyolojik ve klinik çalışmalarda görsel uyartılmış potansiyeller yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu çalışmalar çeşitli firmalarca tasarlanıp üretilmiş hazır sistemler ve
programlarca yürütülür. Bir görsel uyartılmış potansiyel kayıt sistemi tasarlamak gerektiğinde
ortaya çıkan en önemli problem uyaran-kayıt senkronizasyonudur. Bu çalışmada birisi
uyaranları oluşturan, diğeri de EEG traselerini alışılmış yöntemlerin dışında kayıt eden iki
bilgisayarlı bir kayıt sistemi tanıtılmıştır.
Görüntü bilgisayarında belirlenen zamanlarda paternleri değiştiren bir slayt gösterim
programı kullanılmıştır. Hazırlanan dama tahtası paternlerin sağ veya sol alt köşelerine
paterni kayıt bilgisayarına tanıtmak amacıyla 30x30 piksel boyutlarında beyaz kareler
yerleştirilmiştir. Görüntü bilgisayarının monitörünün sağ ve sol alt köşelerine iki adet
fototransistör yapıştırılarak tetikleme devresi aracılığıyla kayıt bilgisayarına bağlanmıştır.
Böylece hem ekranda hangi patern olduğu kayıt bilgisayarına bildirilmiş ve hem de patern
gösterimi ile kayıt başlama anı arasında senkronizasyon sağlanmıştır. Kayıt ve analizleri
gerçekleştirmek için Dasylab programı kullanılmıştır. Hazırlanan program anlık olarak EEG
traselerinin ortalamasını alabilmekte, diğer bilinen sistemlerden farklı olarak da birinci
paternden ikinci paterne geçiş ile ikinci paternden birinci paterne geçiş sırasında oluşan
uyartılmış potansiyelleri ayrı ayrı görüntüleyebilmektedir.
Patern gösterim bilgisayarının ekranından fototransistörler aracılığıyla elde edilen patern
değişim bilgisi ideal bir kayıt senkronizasyonu sağlamıştır. Eğer fototransistörler
kullanılmasaydı, patern gösterim bilgisayarının hızına ve işletim sistemine bağlı olarak birkaç
on milisaniyelik rasgele değişen senkronizasyon hataları ortaya çıkacak ve bu da kayıtların
sağlıklı alınmasını güçleştirecekti. Dönüşümlü dama tahtası paternlerinin uyaran olarak
kullanılmasıyla OZ noktasından yapılan kayıtlarda beklenen sonuçlara ulaşılmıştır. Kayıt
sisteminin, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan nöroloji ve oftalmoloji kliniklerinde
kullanılabileceği düşünülmüş, patern ve fototransistör modifikasyonları yapılarak
elektrofizyolojik çalışmalarda da kullanılabileceği kanısına varılmıştır.
Anahtar kelimeler: Uyartılmış potansiyel, görsel uyartılmış potansiyel, dönüşümlü dama
tahtası, senkronizasyon, fototransistör
- 21 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S – 15
HAYVAN MODELİ ÜZERİNDE TÜMÖR DOKUSUNUN CERRAHİ SINIRLARININ
IŞIK SAÇILMA SPEKTROSKOPİSİ TEKNİĞİ İLE BELİRLENMESİ
1. Murat CANPOLAT*
2. Nuray ERİN
3. Akif ÇİFTÇİOĞLU
Akdeniz Üniv., Tıp Fakültesi, Biyofizik, Antalya
Akdeniz Üniv., Tıp Fakültesi, Dâhiliye, Antalya
Akdeniz Üniv., Tıp Fakültesi, Patoloji, Antalya
Genellikle tümör tedavisi cerrahi müdahale ile yapılmakta, tümör ve çevresindeki bir miktar
sağlam doku alınmaktadır. Müdahale sırasında tümörün cerrahi sınırlarını in-vivo olarak
belirleyen bir sistem henüz mevcut değildir. Bu neden ile müdaheleden sonra hastada kalan
kanserli hücreler tekrar tümör oluşturmakta ve hasta için hayati tehlike yaratmaktadır.
Bu çalışmanın amacı cerrahi müdahale ile melanoma tümörlerinin tedavisinde cerrahi sınırları
müdahale sırasında belirlemek amacı ile bir optik sistemi hayvan modeli üzerinde test
etmektir. Kullanılan optik deney düzeneği, bir görünür bölge optik spektrometresinden, çapı
100 mikrometre olan tek bir fiber optik kablodan oluşan prob tan, beyaz ışık kaynağından ve
diz üstü bilgisayarından oluşmaktadır. Optik probun özelliğinden dolayı çoğunlukla dokudan
bir defa saçılan fotonlar toplanarak spektrometreye gönderilmektedir. Doku gibi türbid bir
ortamda bir defa saçılan fotonların spektrumu ışığı saçan parçacıkların büyüklüğüne bağlı
olarak değişmektedir. Bu deneyde, beş tane C57BL6 faresine B16F10 melanoma hücreleri
deri altından enjekte edildi. Yaklaşık iki hafta sonra melanoma tümörlerinin boyutları 2 cm3
ulaştı ve farelere cerrahi müdahale yapıldı. Optik sistem ile melanoma tümör dokusunda ve
normal deri dokusunda spektroskopik ölçümler alındı. Daha sonra ölçüm alınan parçaların
histopatolojik incelemeleri yapıldı. Alınan spektrumlar ile histopatolojik sonuçlar
karşılaştırıldığında normal dokularda alınan spektrumların eğimlerinin pozitif ve tümör
dokularda alınan spektrumların eğimlerinin ise negatif olduğu görüldü. Alınan spekrumların
eğimlerine bağlı olarak beş fare üzerinde yapılan deneylerde normal ve melanoma dokuları
%100 bir doğruluk ile ayırt edildi. Kullanılan elastik ışık saçılma spektrometresi, normal
doku ile kanserli dokuyu hücre morfolojilerinin farklı olması nedeni ile ayırt etmektedir.
Bilindiği gibi genelde kanser hücrelerinin çekirdeği normal hücre çekirdeğine göre daha
büyüktür. Işık doku ile etkileştiğinde hücre zarında çekirdekte ve diğer organellerden
saçılmaktadır. Kanserli hücrelerdeki çekirdekler daha büyük olduklarından, kanserli dokuda
alınan spektrumlarda normal dokularda alınan spektrumlardan farklı olmaktadırlar. Bu da
normal ve kanserli dokuları birbirlerinden ayırt etmek için kullanılmatadır.
Anahtar kelimeler: melanoma, cerrahi sınırlar belirleme, spektroskopi, in-vivo
- 22 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 16
SIÇAN SURAL SİNİRİNDE AKSİYON POTANSİYELİ ÖZELLİKLERİNİN
SUKROZ-GAP YÖNTEMİ İLE İNCELENMESİ VE PERONEAL, TİBİAL VE
VAGUS SİNİRLERİYLE KARŞILAŞTILMASI
1. Mustafa GÜVEN*
2. İbrahim KAHRAMAN
3. İsmail GÜNAY
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Periferik sinirlerdeki aksonlar, aksiyon potansiyeli (AP) oluşumuna katılan iyon kanallarının
dağılımı ve tipleri bakımından farklı yapılar gösterebilmektedir. Voltaj kapılı Na+ kanallarının
kinetik farklılıkları da, aksonun AP oluşturma özelliklerini önemli ölçüde etkileyen bir
faktördür. Bu farklılıklar periferik nöropati ve periferik kaynaklı ağrılarda özel önem
arzetmektedir. Araştırmamızda, sural, tibial, peroneal ve vagus gibi farklı sinir demetlerinin
AP iletim özellikleri karşılaştırıldı.
Deneyler, sukroz-gap tekniği ile Wistar türü sıçanlardan (n=12) izole edilen sural, peroneal,
tibial ve vagus sinir demetlerinde 23-24 C sıcaklıkta yapıldı. Sinirlerin uyarılmasında tek
(tonik) ve 10-40-100 Hz (fazik) supramaksimal uyarılar kullanıldı. Sinirler, kontrol
kayıtlarının alınmasından sonra 2 mM 4-Aminopyridine (4-Ap) ile 30 dak. perfüze edildi ve
bileşik aksiyon potansiyelleri (BAP) tekrar bilgisayara kayıtlandı.
Sural sinirlerde BAP yükselme süresi ~836 µs, peroneal, tibial ve vagus ta ise birbirine yakın
(~580 µs) ölçüldü. 4-Ap uygulamasından sonra ortaya çıkan gecikmiş depolarizasyon
genliklerinin BAP genliğine oranı ise sırayla, sural; %39,0±1,6, peroneal; %17,9±1,1, tibial;
%14,8±0,9 ve vagus ta; %8,6±0,8 oldu. Ayrıca peroneal, tibial ve vagus sinirlerinde yaklaşık
aynı iletim hızı ölçülürken (~20 m/s), sural sinirlerde iletim hızının daha düşük (11,2±0,6 m/s)
olduğu belirlendi.
Deney sonuçları duyusal lif yoğunluklu sural sinirin, motor lif yoğunluklu peroneal, tibial ve
vagus sinir demetlerine göre önemli elektrofizyolojik farklılıkları olduğunu gösterdi. Özellikle
4-Ap tarafından hızlı kinetikli K+ akımları bloklandıktan sonra ortaya çıkan ve yavaş Na+
akımlarından kaynaklandığı bilinen gecikmiş depolarizasyonların sural sinirlerde yüksek,
vagusta düşük genlikte olması, bu sinirleri oluşturan liflerdeki Na+ kanal akımları ve kanal
kinetikleri hakkında önemli bilgiler verebilmektedir.
Anahtar kelimeler: Periferik sinirler, gecikmiş depolarizasyon, bileşik aksiyon potansiyeli,
sukroz gap, iyon kanalları
- 23 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
S - 17
ETİDYUM BROMÜR’ÜN ÖZELLİKLERİ KULLANIM ALANLARI VE
GÜVENLİĞİ
1. Semire UZUN*
Mustafa Kemal Üniv., Tıp F., Biyofizik AD, Antakya
Etidyum Bromür (Ethidium Bromide, Et Br, Etd Br), nükleik asitlerin (DNA, RNA)
çalışıldığı Moleküler Biyoloji, Moleküler Genetik, Biyofizik, Biyokimya alanlarında
genellikle jel üzerinde yürütülen DNA ve RNA’nın boyanarak görüntülenmesinde kullanılan
kuvvetli mutajen, toksik, irritan, karsinojenik ve teratojenik etkileri ile bilinen kimyasal bir
ajandır. Irritan etkisi gözler, deri, müköz membranlar, alt solunum yolları üzerinde
gözlenmiştir. Toksik etkisi, solunduğunda, yutulduğunda veya deri aracılığıyla emildiğinde
görülür. Mutajenik etkisi DNA çift zincirinde bazlar arasına yerleşerek interkalasyon
yapmasının sonucudur. RNA tek zinciri kendi üzerine katlanmalar yaparak Etd Br’un
interkalasyon yapmasına uygun hale gelir. İnterkalasyon, DNA replikasyonu, transkripsiyon
ve DNA üzerinde oluşan diğer biyolojik sureçleri bozar. Etd Br’ün teratojenik etkisi embriyo
ve fetüs üzerinedir. Teratojenik ve karsinojenik etkileri, mutajenik etkisi dolayısıyladır.
Yaptığı boyama gün ışığında gözle görülmez. Ultraviyole ışıgına maruz kaldığında kırmızıturuncu bir renk oluşturur. Ultraviyole ışınlarının, katarakt ve deri kanseri yapabilme etkileri
dolayısıyla çıplak gözle bakılmamalıdır. Etd Br’un DNA ya interkalasyon yaparak bağlanan
şekli bağlanmamış sekline göre 20 kat daha fazla ışır.
Etd Br’ün gerek kullanımı gerekse de uzaklaştırılması özel prosedürler ve dikkat gerektirir.
Kullanımında ve uzaklaştırılmasında gerekli özen ve dikkatin genellikle gösterilmediği
dikkati çekmektedir. Bu nedenle konu üzerine eğilmek kaçınılmaz olmuştur. Derleme
tarzındaki bu sunuda; Etd Br’ün yapısı, özellikleri, etkileri ve etki şekilleri, kullanımı,
korunma ve güvenliği ile uzaklaştırılma prosedürleri üzerinde durulacaktır.
Anahtar sözcükler: Etidyum Bromür, jel görüntüleme, DNA, Mutasyon, Güvenlik,
- 24 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
POSTER
SUNUMLARI
- 25 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 01
ÖLÜM ZAMANI TAHMİNİNDE KULLANILAN İKİ YÖNTEMİN
KARŞILAŞTIRILMASI
1. Ali AÇIKGÖZ*
2. H.Nihal AÇIKGÖZ
Ankara Üniv., Adli Tıp Enstitüsü, Tıp Bilimleri AD Ankara
Ankara Üniv.,Adli Tıp Enstitüsü, Tıp Bilimleri AD Ankara
Adli Bilimler alanında en önemli sorunlardan biri ölüm zamanının Post Mortem Interval’in
(PMI) tahminidir Ölümden sonraki ilk 36 saatlik süreçte çeşitli fiziksel ve biyokimyasal
yöntemler ölüm zamanının belirlenmesinde yararlı olmaktadır. Ancak çürümenin başladığı ilk
1,5–2 günden sonraki dönemde ölüm zamanını hassas biçimde belirlemede cesede gelen sinek
(Diptera) larvalarından yararlanılır. Adli Entomolojide, PMI’i belirlemede cesede belirli bir
sıra halinde gelen sineklerin larvalarının gelişim sürecinden, boy ölçümlerinden ve ortam
sıcaklığından yararlanır. Cesede ilk gelen sinek larvaları Diptera Ordosundan Calliphoridae
familyasına ait türlerdir. Bu sineklerin her bir türünün larval uzunlukları ile ortam sıcaklığı ve
geçen süre arasında lineer bir ilişki vardır. Ölüm zamanını belirlemede günlük ortalama ortam
sıcaklığı ile geçen gün sayısı çarpılarak elde edilen derece-gün (degree-days=DD) veya
saatlik ortalama ortam sıcaklığı ile saat olarak geçen süre çarpılarak derece saat (degreehours=DH) verileri elde edilir. Bu verilere dayanarak larvanın uzunluğundan yaşı
hesaplanmak suretiyle PMI tahmininde bulunulur. DD ve DH hesaplamalarında daha hassas
sonuçlar elde etmek için “Single Triangulation” ve “Single Sine” yöntemleri kullanılır.
Bu çalışmada, ölüm zamanı tahmininde kullanılan “Single Triangulation” ve “Single Sine”
yöntemleri karşılaştırıldı. İki yöntem kullanılarak ulaşılan sonuçlar karşılaştırılmak suretiyle
PMI tahmininde hangi yöntemin daha hassas sonuçlar verdiği araştırıldı.
Her iki yöntemden “Single Sine” yönteminin “Single Triangulation” yöntemine göre daha
hassas sonuçlar verdiği tespit edildi.
Anahtar Sözcükler: Adli entomoloji, ölüm zamanı tayini, “single triangulation” yöntemi,
“single sine” yöntemi, larva.
- 26 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 02
MOLEKÜLSEL ALGILAMADA SPR YAKLAŞIMI
1. Anzel BAHADIR*
2. Emre ÜSTEL
3. Ceylan AYADA
4. Ayfer ATALAY
5. Erol Ömer ATALAY
Pamukkale Üniv. Tıp Fak. Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv. Tıp Fak. Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv. Tıp Fak. Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv. Tıp Fak. Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv. Tıp Fak. Biyofizik AD, Denizli
Biyomolekülsel etkileşimlerin SPR (surface plasmon resonance) spektroskopisi ile gösterimi,
biyofizik araştırma çalışmalarında yeni yaklaşımlardan biridir.Temel özelliği; herhangi bir
işaretleyici molekülün (enzim, radyoaktif işaret vb.) kullanılmasını gerektirmeksizin birbirleri
ile etkileşen iki molekül arasındaki etkileşimin türü ve doğası hakkında gerçek zamanlı olarak
ayrıntılı bilgi edinilmesini sağlamaktır. SPR spektroskopisi optik ve plazmon rezonans
kavramlarını birleştirerek, protein-protein, protein-nükleik asit, nükleik asit-nükleik asit, canlı
hücre-molekül ve benzeri birçok biyomolekülsel etkileşimlerde kullanılmaktadır. Anormal
hemoglobinlarin gen ve protein düzeyinde tanımlanmasına yönelik olarak yapılan çalışmalar
bu sunumun temelini oluşturmaktadır. Bu bağlamda anormal hemoglobin modelinde; iki tane
protein ve bir tane gen düzeyinde çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda kullanılan modeller,
Denizli yöresinde ve ülkemizde evlilik-öncesi taramada önemli yere sahip olan Hb S[β6 (A3)
(GAG>GTG)] ve Hb D-Los Angeles [β121 (GH4) (GAA>CAA)] mutasyonları nedeni ile
oluşan hemoglobinlerdir.
Sonuç olarak; yapılan çalışmalardan elde edilen veriler ile SPR analizinin molekülsel
etkileşimlerde yararlı bir biyofiziksel yöntem olduğu sonucuna varılmıştır. SPR yönteminin
protein düzeyindeki (protein-protein) uygulamasının bilimsel düzeyde yararlı sonuçlar
verebilen, buna karşın gen düzeyindeki (DNA-DNA) uygulamanın ise rutin molekülsel tanıda
önemli katkılarda bulunabildiği saptanmıştır. Anormal hemoglobinlerdeki mutasyonların
saptanmasında DNA-DNA etkileşimine dayalı yaklaşımın en güçlü ve özgün sonuçlar verdiği
belirlenmiştir. Bu yaklaşımın geliştirilerek, özellikle doğum öncesi ve evlilik-öncesi tanı
çalışmalarında, SPR spektroskopisinin anormal hemoglobinlerin hızlı ve ucuz tanısına yönelik
önemli katkılarda bulunabileceği ve rutin olarak kullanılabileceği öngörülmektedir.
Anahtar kelimeler: Biyomolekülsel etkileşim, SPR spektroskopisi, anormal hemoglobinler
- 27 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 03
HİPERTANSİYONLU HASTALARDA ANJİYOTENSİNOJEN M235T/T174M GEN
POLİMORFİZMİNİN ARAŞTIRILMASI
1. Arzu AY*
2. Tammam SİPAHİ
3. Metin BUDAK
4. Sedat ÜSTÜNDAĞ
5. Saniye ŞEN
6. Seralp ŞENER
Trakya Üniv.,Tıp Fak., Biyofizik AD, Edirne
Trakya Üniv.,Tıp Fak., Biyofizik AD, Edirne
Trakya Üniv.,Tıp Fak., Biyofizik AD, Edirne
Trakya Üniv.,Tıp Fak., Nefroloji BD, Edirne
Trakya Üniv.,Tıp Fak., Nefroloji BD, Edirne
Trakya Üniv.,Tıp Fak., Biyofizik AD, Edirne
Genetik ve çevre faktörleriyle tetiklenen hipertansiyon Trakya bölgesinin büyük bir halk
sağlığı problemidir. Son zamanlarda genetik yöntemleri kullanılarak hipertansiyon
gelişmesinde olası rolü düşünülen aday genleri tespit edilmeye başlanmıştır.
Anjiyotensinojen geni; Renin Anjiyotensin Sistemi’nde hipertansiyona sebep olduğu
düşünülen ilk güçlü aday gendir. Anjiyotensinojendeki değişiklikler, güçlü bir damar daraltıcı
etkisine sahip hormon olan anjiyotensin II ile plazmadaki anjiyotensinojen seviyelerinin
değişmesine sebep olur. Bu çalışmanın amacı anjiyotensinojen genindeki M235T ve T174M
polimorfizmlerinin; Türkiye’de Trakya bölgesindeki hipertansiyon olgularında; hipertansiyon
gelişmesindeki rolünü tespit etmektir.
Çalışmamızda M235T için 75’i hipertansiyon hastası ve 40 sağlıklı normotensif olmak üzere
toplam 115 vaka incelenmiş, T174M polimorfizmi için 78’i hipertansiyon hastası ve 40
normotensif olmak üzere toplam 118 vaka incelenmiştir. Anjiyotensinojen geninin M235T ve
T174M polimorfizmleri için allel spesifik polimeraz zincir reaksiyonu ve Restriksiyon
Fragman Uzunluk Polimorfizmi yöntemleri kullanılmıştır.
M235T ve T174M için genotip ve allel dağılımı hipertansiyon hastalarında ve ve
normotensiflerde ki test değerlendirme sonucu aynı bulunmuştur. Anjiyotensinojen geninin
M235T ve T174M polimorfizmlerinin hipertansiyonla ilişkisi bulunamamıştır.
Anahtar Kelimeler: Anjiyotensinojen, M235T, T174M, Hipertansiyon, Polimorfizm
- 28 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 04
DOĞAL BİR POLİFENOLİK BİLEŞİK OLAN ENOANTIN SEREBRAL İSKEMİ
REPERFÜZYON UYGULANAN SIÇANLARIN KORTİKAL EEG FREKANS
DAĞILIMININ TOPOGRAFİK HARİTALANMASINA ETKİSİ
1. Asiye NURTEN*
2. Bilge ÖZERMAN
3. İlknur ÖZEN
4. Sacit KARAMÜRSEL
5. İhsan KARA
İstanbul Üniv., Deneysel Tıp Araştırma Ens., Sinirbilim AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Cambridge Univ., Centre for Brain Repair, Cambridge
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Fizyoloji AD, İstanbul
İstanbul Üniv., Deneysel Tıp Araştırma Ens., Sinirbilim AD., İstanbul
Polifenolik bileşiklerin sıçanda iskemi/reperfüzyonu takiben oluşan nöronal hasara karşı
nöronları koruyucu etkiye sahip olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, resveratrol, kateşin ve
kuarsetin gibi polifenolleri içeren üzüm özü enoatın serebral iskemi reperfüzyon uygulanan
sıçanların kortikal frekans dağılımının topografik haritalanması amaçlandı.
Sıçanın hemisferinin frontal, pre- ve post- parietal ve oksipital bölgelerinin medial ve
lateraline sekiz çift kortikal elektrot yerleştirildi. Operasyondan sekiz gün sonra, serbestçe
hareket eden hayvandan 10 dakikalık EEG kaydı alındı. Daha sonra hayvanlar üç gruba
bölündü, birinci ve ikinci gruptaki hayvanlar su içerken, üçüncü gruptaki hayvanların içme
sularına (1.25 g/kg/gün) enoat katıldı. Onbeş gün sonra EEG kaydı alındı ve bütün
hayvanların iki taraflı karotis arterleri bağlandı. Iki saat sonra klemp açılarak reperfüzyon
sağlandı. Birinci gruptaki hayvanlar su içmeye devam ederken, ikinci ve üçüncü gruptaki
hayvanlar enoatlı su içtiler. Onbeş gün sonra tekrar EEG kayıtları alındı. EEG kayıtları 2
saniyelik dilimlere bölündü ve frekans analizi yapıldı ve 16 elektrot için delta (0.5-4), teta (48), alfa1 (8-11), alfa2 (11-14), beta1 (14-25), beta2 (25-35) frekanslarının kortikal
haritalaması yapılarak frekans bantlarının yüzde dağılımı saptandı.
Birinci grupta iskemi/reperfüzyon uygulanımından 15 gün sonra tüm lokalizasyonlarda delta,
teta ve alfa1 bandının frekans dağılımının yüzdesinin bazal değere göre azaldığı, alfa2, beta1
ve beta2 bandının frekans dağılımının yüzdesinin ise arttığı saptandı. İkinci gurupta, delta
bandı dışındaki tüm bantlarda frekans dağılımının yüzdesinde artma olduğu saptandı. Gurup
üçte ise 15 gün enoant uygulanmasının delta bandını azaltırken diğer bantların frekans
dağılımının yüzdesinde artmaya neden olduğu görüldü. Bu hayvanlara I/R’dan sonra 15 gün
daha enoant uygulandığında frekans bantlarında değişikliğe neden olmadı.
Bu çalışmanın sonuçları sıçanda iskemi ve reperfüzyondan onbeş gün sonra EEG’de tüm
lokalizasyonlarda yavaş frekansların azalırken hızlı frekansların arttığını göstermiştir. Onbeş
gün enoant uygulandıktan sonra iskemi ve reperfüzyon uygulanıp ardından onbeş gün enoant
verildiğinde I/R’nin neden olduğu frekans değişiklikleri görülmemektedir. Bu bulgulara göre
iskemi ve reperfüzyondan önce ve sonra enoant uygulanmasının nöronal hasara karşı
koruyucu rol oynadığı ileri sürülebilir.
Anahtar Kelimeler: EEG; iskemi/reperfüzyon; antioksidan; haritalama; sıçan.
- 29 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 05
Hb S MODELİNDE MOLEKÜLSEL REKOMBİNANT PEPTİT ALGILAYICILARIN
GELİŞTİRİLMESİ
1. Aylin KÖSELER*
2. Erol Ömer ATALAY
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Biyosensörler; genel anlamda, algılayıcı ve sinyal dönüştürücü olmak üzere bütünleşik iki
farklı bileşenden oluşmaktadır. Sinyal dönüştürücü bileşenler arasında QCM (Quartz Crystal
Microbalance) ve SPR(Surface Plasmon Resonance) tabanlı sistemler önemli bir yer
tutmaktadır. Protein hedeflerin algılanmasında ise, peptit yapısındaki molekülsel
algılayıcıların geliştirilmesi gelişen bir çalışma alanıdır. Günümüzde molekülsel algılayıcı
geliştirilmesine yönelik çalışmalar, özellikle nano-biyoteknoloji kavramının ortaya konulması
ile artan bir ivme kazanmıştır. Bu çalışmamızda, orak hücre anemisine neden olan Hb S’i
algılayan siklik peptitlerin elde edilmesine yönelik ilk sonuçlar aktarılmaktadır.
Çalışmamızda Ph.D.-C7C™ (New England Biolabs) peptid kütüphanesi kullanılarak, Hb S’i
algılayan peptitlerin seçilmesi hedeflenmiştir. Ticari olarak üretilen bu kütüphane 1x1011 faj
içermektedir ve içeriğindeki fajlar her iki ucunda sistein bulunan 7-merlik peptitleri
sunmaktadır. Biopanning (peptit-protein etkileşimine dayalı seçim) öncesi immüno tüpler
hedef molekül ile kaplanıp kit (NEB PhD-C7C) protokolüne göre işlemler gerçekleştirildi. 4.
biopanning sonrası elde edilen algılayıcı peptitleri sunan fajlar çoğaltılarak HbS ve insan Hb
ile karşılaştırıldı. Peptit fajların hedefler ile olan ilişkileri faj-ELİZA yöntemi ile yapıldı. FajELİZA yöntemindeki izleme antifaj-HRP (Horseradish peroxidase) antikoru ile
gerçekleştirildi. Hb S’e ilginliği olan algılayıcı fajların içeriklerindeki peptit dizileri
BECKMAN CEQ8000 sisteminde DNA dizi analizi yapılarak belirlendi.
Seçilen 20 klondan elde edilen veriler, gerek QCM ve gerekse de SPR biyosensörlerinde
kullanılabilecek peptit algılayıcıların elde edilebileceğini göstermektedir. Bu klonlar içerinde
Hb S’i diğer hemoglobin türlerinde ayırabilen dört özgün klon elde edilmiştir. Bu klonlar
QCM ve SPR biyosensörlerinde kullanılabilme özelliği taşımaktadırlar. Anormal
hemoglobinlerin yeni nesil biyosensörler ile taranmasının premarital tanı çalışmalarında hızlı,
güvenilir ve ucuz bir yaklaşım olacağı kanısına varılmaktadır.
Anahtar kelimeler: peptide libraries, Hb S, biyosensör, molekülsel tanı, phage display
- 30 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 06
Hb Yaizu: DENİZLİ YÖRESİNDE PREMARİTAL TARAMADA GÖZLENEN
NADİR HEMOGLOBİN VARYANTI
1. Aylin KÖSELER*
2. Anzel BAHADIR
3. Hasan KOYUNCU
4. Onur ÖZTÜRK
5. Sanem DEMİRTEPE
6. Ayfer ATALAY
7. Erol Ömer ATALAY
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Denizli İl Sağlık Md. Hemoglobinopati Merkezi, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Denizli yöresi ülkemizde hemoglobin kontrol programının uygulandığı illerden bir tanesidir.
Premarital (evlilik öncesi) tarama çalışması, TC Sağlık Bakanlığı Denizli Hemoglobinopati
Merkezi tarafında yapılmaktadır. Premarital tarama sürecinde saptanan anormal
hemoglobinler Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı bünyesinde gen
ve protein düzeyinde molekülsel olarak tanımlanmaktadır. Anormal hemoglobinlerin
saptanmasında elektroforetik ve kromatografik yöntemler yaygın olarak kullanılmaktadır.
Denizli İl Sağlık Müdürlüğü ve Biyofizik Anabilim Dalı birlikte yürüttüğü premarital
taramalar sırasında tespit edilen Hb Yaizu ülkemizde ilk ve dünyada ikinci kez
bildirilmektedir.
Çalışmamızda yer alan hemoglobin varyantı, Denizli İl Sağlık Müdürlüğü premarital tarama
programında gözlenmiştir. Genomik DNA periferik kandan standart fenol-kloroform yöntemi
ile izole edilmiştir. Elektroforetik ve kromatografik yöntemlerde kullanılan hemolizat, DNA
dizi analizi örneklerinin hazırlanması, DE–52 mikro kolon kromatografisi daha önce belirtilen
yöntemlerle hazırlanmıştır. Asit ve alkali hemoglobin elektroforez için agaroz tabanlı Helena
Biosciences kitleri kullanılmıştır. DNA dizi analizi Beckman CEQTM 8000 Genetic
Analysis System ile gerçekleştirilmiştir.
Hb-Yaizu’nun kromatografik davranışının HbA ve HbS’ten farklı olması, buna karşın
özellikle DE-52 kolon kromatografisinde Hb S ile kolaylıkla karıştırılabilir özellik taşıdığı
saptanmıştır. Diğer taraftan, asit ve alkali elektroforezde ise yine HbA ve HbS’ten farklı
davranış göstermesine rağmen kesin olarak tanımlanamadığı gözlenmiştir. Bu çalışmamızda,
bu ve benzeri anormal hemoglobinlerin kimliklendirilmesi için gen düzeyinde dizi
analizlerinin yapılmasının önemi vurgulanmaktadır.
Anahtar kelimeler: hemoglobin varyantları, Hb Yaizu, premarital tanı, molekülsel tanı
- 31 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 07
MODÜLASYONLU MANYETİK ALANIN SIÇAN İSKELET KASI YORGUNLUĞU
ÜZERİNE ETKİLERİ
1. Ayşe DEMİRKAZIK*
2. Aykut PELİT
3. Mustafa EMRE
4. İsmail GÜNAY
Cumhuriyet Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Sivas
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Araştırmalar biyolojik sistemlerin manyetik alan tarafından etkilendiğini göstermektedir.
Manyetik alanın canlıları hangi frekanslarda, hangi şiddetlerde, nasıl ve ne ölçüde etkilediği
ve olası etki mekanizmaları, üzerinde hala çalışılan tam olarak açıklanamamış konular
arasındadır. Bu çalışma da modülasyonlu manyetik alanın iskelet kası yorgunluğu üzerine
etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı. 250-300 gr ağırlığında Wistar türü albino erkek
sıçanlar kullanıldı (N=30). 5.0 mT şiddetinde, 50 Hz frekanslı manyetik alan oluşturulan
selenoid içinde her gün 165 dakika (30 dk çalışan 15 dk susan pulslarla) bir ay süreyle
bırakıldı. Sağlıklı grubun yarısı da aynı şekilde her gün aynı saatlerde 165 dk MMA a
bırakıldı. Kas yorgunluğunu belirlemek için izometrik kasılma parametreleri (kas kuvveti,
kasılma ve yarı gevşeme süreleri) belirlendi. 0, 10, 20, 50 ve 100 Hz lik pulslarla uyarılan
kasın verdiği cevaplar kaydedilerek kuvvet-frekans eğrisi çizdirildi. Daha sonra 40 Hz’lik
yorgunluk modeli uygulandı ve tekrar izometrik kasılma parametreleri yeniden kaydedildi.
Kas kuvvetini yorgunluk modeli uygulandıktan sonra anlamlı bir azalma olduğu görülmüştür
(p<0.05). Manyetik alanda kas kuvvetini azaltmıştır (p<0.05). Kasılma ve yarı gevşeme
sürelerini hem yorgunluk hem de manyetik alan anlamlı bir şekilde uzatmıştır (p<0.05).
Kuvvet frekans eğrisinde manyetik alan eğriyi sola çevirerek kas kuvvetini düşürmüştür
(p<0.05). Manyetik alanın etki mekanizması yorgunluk etki mekanizması benzer bir etki
gösteriyor olabilir, ileri çalışmalarla desteklenmelidir.
Anahtar kelimeler: Kasılma parametreleri, manyetik alan, yorgunluk, kuvvet-frekans eğrisi
- 32 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 08
RADYO FREKANS RADYASYONUN ENDÜSTRİDE KULLANIMI: MARUZİYET
ÖLÇÜM DEĞERLERİ VE STANDARTLAR
1. Bahriye SIRAV ARAL* Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
2. Nesrin SEYHAN
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Günümüzde değişik frekanslı Elektromanyetik (EM) Alanlara maruziyet teknolojik gelişmelerle
birlikte hızla artmaktadır. EM alan kaynaklarını elektrik güç üretimi, dağıtımı ve kullanımı;
taşımacılık sistemleri, ve cep telefonları, baz istasyonları, tıbbi, ticari ve endüstriyel EM alan
uygulamaları, radarlar, radyo ve TV vericileri oluşturmaktadır. 27 MHz Radyo Frekans (RF) alanlar
ise hastanelerde diatermi ünitelerinde ve fabrikalarda yapıştırma, kaynak gibi amaçlarla
kullanılmaktadır. Bu çalışmada MKE (Makine Kimya Endüstrisi) Kurumu Gazi Fişek Fabrikası
Onarım Atölyesinde yer alan HF PVC Plastik Kaynak makinesinin oluşturduğu EM alanlar ölçülmüş
ve alınan değerler uluslararası standartlarla karşılaştırılmıştır. Sistem 27.12 MHz RF ve Oldukça
Düşük Frekans (ELF) EM radyasyon kaynağıdır. Bu nedenle RF ve ELF bandında EM alan ölçümleri
yapılmıştır. RF bandında yapılan ölçümlerde, en yüksek elektrik alan değeri sistem açıkken cihaz
önünde oturan operatör bölgesinde 142.3 V/m olarak kaydedilmiştir. Aynı yerde alınan averaj elektrik
alan değeri ise 57.61 V/m’dir ve 27.12 MHz için belirlenen ICNIRP* ve TK** standartlarının (28
V/m) yaklaşık 2 katıdır. RF bandında yapılan manyetik alan ölçümlerinde ise en yüksek alan değeri
yine operatörün oturduğu yerde gözlenmiştir, bu değer maksimum modda kaydedilen 0.6019 A/m’lik
manyetik alan değeridir, aynı noktada kaydedilen averaj değer 0.2401 A/m’dir. Bu değerler de
ICNIRP ve TK standartlarını (0.073 A/m) aşmaktadır. En yüksek ELF manyetik alan değeri ise,
kaynak makinesi önünde operatörün oturduğu yerde 9.144 mG olarak ölçülmüştür. ELF alanların
kardiyovasküler, sinir ve gastrointestinal sistemlere, hormonlara ve biyokimyasal aktivitelere etkilerini
inceleyen çok sayıda çalışma mevcuttur. ELF manyetik alanların çocuklarda lösemi riskini artırdığı
2001 yılında IARC*** tarafından epidemiyolojik çalışmalara dayanarak açıklanmış, bu etki için eşik
değer ise 3 mG olarak tanımlanmıştır. Bu değer Gazi Üniversitesi Biyofizik Anabilim Dalı’nın Dünya
Sağlık Örgütü (DSÖ - WHO: World Health Organization) ile birlikte 9-11 Haziran 2004 tarihlerinde
İstanbul'da düzenlediği 'WHO Workshop: Sensitivity of Children to EMF Exposure' toplantısında
açıklanmıştır. Ölçülen manyetik alan değerleri IARC ve DSÖ değerinin çok üzerinde olmasına karşın
ICNIRP tarafından belirlenen limit değerin (1 G) altındadır. Ölçülen en yüksek ELF elektrik alan
değeri sistem çalışırken kaydedilen 6.935 V/m (21.025 Hz)’lik değerdir, bu değer ICNIRP ve TK
standartlarının (87 V/m) altındadır.
27.12 MHz’in özellikle ısı etkisi nedeni ile göze ve üreme sistemine etkileri halen tartışılmaktadır.
Kadınlarda düşüğe neden olduğuna ve erkeklerde sperm sayısını düşürdüğüne dair çalışmalar
mevcuttur. Özellikle bayan ve hamile operatörlerin daha yoğun olarak görev aldığı bu çalışma
alanlarında EM alanların ölçülmesi, standartlarla karşılaştırılması ve koruma önlemlerinin alınması
gereklidir. 2004/40/EC sayılı Avrupa Birliği (AB) Direktifine göre Birliğe üye ve aday ülkelerde 2008
yılına kadar çalışanların EM alanlardan korumasına yönelik standartların yasalaşması gerekmektedir.
Ülkemizde bu çalışmalar AB üye ülkeleri ile paralel olarak Gazi Non-İyonizan Radyasyondan
Korunma Merkezi (GNRK)’nce yürütülmektedir.
* ICNIRP – International Commission on Non Ionizing Radiation Protection – Uluslararası Nonİyonizan Radyasyondan Korunma Komisyonu
** TK – Telekomünikasyon Kurumu
***IARC : Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı - International Agency for Research on Cancer
Anahtar kelimeler: Radyo Frekans Radyasyon, Kaynak Makinesi, RF Maruziyeti, Elektrik Alan,
Manyetik Alan
- 33 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 09
YAŞAM ALANLARINDA TRAFOLAR: MARUZİYET ÖLÇÜM DEĞERLERİ VE
STANDARTLAR
1. Bahriye SIRAV ARAL* Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
2. Nesrin SEYHAN
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Oldukça Düşük Frekanslı (ELF – Exteremely Low Frequency) ElektroManyetik (EM) alanlara
maruziyeti sınırlayan düzenleme ve yasalar önce Doğu Bloku ülkelerinde olmak üzere tüm Avrupa
ülkeleri ve ABD, Japonya, Çin gibi birçok ülkede hayata geçirilmiştir. Ülkemizde ise 10 kHz – 60
GHz frekans aralığı için halkın maruziyetini sınırlayan yasa (10 kHz-60 GHz Frekans Bandında
Çalışan Sabit Telekomünikasyon Cihazlarından Kaynaklanan EM Alan Şiddeti Limit Değerlerinin
Belirlenmesi, Ölçüm Yöntemleri ve Denetlenmesi Hakkındaki Telekomünikasyon Kurumu
Yönetmeliği) 2001 yılında yayınlanmış olmasına karşın hem Radyo Frekans (RF) alanlara meslekleri
gereği maruziyeti ve hem de ELF’e hem mesleki hem de genel halk maruziyetini sınırlandıran yasa
henüz yapılmamıştır. ELF EM alan maruziyetinin en önemli kaynağını Yüksek Gerilim Hatları (YGH)
ve trafolar oluşturur. Ülkemizde ise trafoların büyük oranda eski apartmanların zemin katında
bulunması ELF EM alanlara kronik maruziyet açısından büyük tehlike oluşturmaktadır. ELF EM
alanların kan biyokimyası ve hematolojisine, kardiyovasküler sisteme, hormonlara, EEG
potansiyellerine ve DNA sentezine etkilerini, depresyonla ve melatoninle ilişkisini inceleyen çok
sayıda araştırma vardır. ELF manyetik alanların çocuklarda lösemi riskini artırdığı 2001 yılında
IARC* tarafından epidemiyolojik çalışmalara dayanarak açıklanmış, bu etki için eşik değer ise 3 mG
olarak tanımlanmıştır. Bu değer Gazi Üniversitesi Biyofizik Anabilim Dalı’nın Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) ile birlikte 9-11 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul'da düzenlediği 'WHO Workshop :
Sensitivity of Children to EMF Exposure' toplantısında Dünya Sağlık Örgütü tarafından Oldukça
Düşük Frekans (ELF) aralığında çocuk lösemisini arttıran manyetik alan değeri olarak açıklanmıştır.
Bu çalışmada İstanbul / Avcılar’da zemin katında 1000 kVA’lık BEDAŞ’a ait trafo bulunan
apartmanın birinci katındaki dairede oluşturduğu EM alan ölçülmüş ve değerler uluslararası
standartlarla karşılaştırılmıştır. EFA 300 ana ünitesi, manyetik alan ve elektrik alan probları
kullanılarak, ELF bandında Manyetik alan (B) ve Elektrik alan (E) ölçümleri yapılmıştır. En yüksek
ELF Manyetik alan değeri mutfakta 62.93 mG (51 Hz) olarak ölçülmüştür. Evin diğer mekanlarında,
sırasıyla 42.06 mG çocuk odasında, 24.25 mG holde, 22.02 mG yatak odasında, 17.91 mG banyoda,
8.09 mG oturma odasında ve 6.343 mG salonda kaydedilmiştir. Elektrik alan değerleri ise 4 – 7 V/m
aralığında değişmiştir. Dairede ölçülen manyetik alan değerleri ICNIRP** tarafından belirlenen limit
değerin (1 G) altında olmasına karşın Dünya Sağlık Örgütünce açıklanan ve IARC tarafından lösemi
eşiği olarak tanımlanan değerin çok üzerinde bulunmuştur.
Ülkemizde okul ve yuva gibi çocukların yoğun olarak bulunduğu bölgelerde bulunan trafo ve YGH
benzeri ELF kaynakları ile binalarda bulunan trafolar ivedilikle gözden geçirilmelidir. Türkiye’de de
genel halk ve çalışanların ELF alanlara maruziyetini sınırlandıran düzenlemelerin yasalaşması
gerekmektedir.
*IARC : Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı - International Agency for Research on Cancer
**ICNIRP : Uluslararası Non-İyonizan Radyasyondan Korunma Komisyonu – International
Commission on Non-Ionizing Radiation Protection
Anahtar kelimeler: Oldukça Düşük Frekans, Trafo, ELF Maruziyeti, Lösemi, Elektromanyetik Alan
Ölçümü
- 34 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 10
MUSKARİNİK AGONİST VE ANTAGONİSTLERİN MUSKARİNİK RESEPTÖR VE
SİKLİN D1 EKSPRESYONUNA ETKİSİ
1. Hülya CABADAK
2. Banu AYDIN*
3. Beki KAN
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Marmara Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Muskarinik reseptörler G-proteinleri ile kenetli reseptör süper ailesinin üyesidirler. Bu
reseptörler hücrede adenilat siklazın baskılanması, fosfotidil inositolün (PI) hidrolizi ve K+
kanallarının düzenlenmesi gibi birçok hücresel yanıtın gerçekleşmesinde rol oynar.
Muskarinik reseptörler birçok hücre tipinde eksprese olur. Herbir muskarinik asetil kolin
reseptörünün doku dağılımı farklıdır.
G-protein kenetli reseptörler hücre siklusunun düzenlenmesinde rol alırlar. Lenfositte yapılan
çalışmalar asetilkolin ve kolinerjik agonistlerin proliferasyonun düzenlenmesine etki ettiğini,
bu ligandlar varlığında lenfosit mRNA’sı ve protein sentezinin arttığını göstermiştir.
Muskarinik asetilkolin reseptörlerinin birçok hücre tipinin çoğalmasını düzenlediği
bilinmesine rağmen bu reseptörler aracılığı ile düzenlenen proliferasyonun sinyal ileti yolları
tam olarak bilinmemektedir.
Daha önceki çalışmamızda K562 hücrelerinde muskarinik reseptörlerin M2, M3, M4 reseptör
alttiplerini eksprese ettiğini RT-PZR yöntemi ile gösterdik. Bu çalışmada K562 hücrelerinde
muskarinik reseptörlere özgü agonist ve antagonistler varlığında muskarinik reseptör ve siklin
D1 ekspresyonu seviyelerine RT-PZR yöntemi ile baktık. Çalışmamızda muskarinik agonist
ve antagonistler varlığında muskarinik reseptör ve siklin D1 transkripsiyon seviyelerinin
değiştiği gösterilmektedir.
Bu çalışma L’ORÉAL TÜRKİYE ve Marmara Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından
desteklenmektedir.
Anahtar Sözcükler: muskarinik reseptörler, muskarinik agonist, hücre siklusu, siklin D1
- 35 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 11
“ARRERR”: AĞ ÜZERİNDEN HABERLEŞEN ÇOK-BİLGİSAYARLI BİR 128
KANAL-EEG/ERP KAYIT-ANALİZ SİSTEMİ
1. Barkın İLHAN*
2. Süha YAĞCIOĞLU
3. Pekcan UNGAN
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Olaya-İlişkin Potansiyellerin topografik analizi için kullanılan çok-kanallı EEG kayıt
sistemlerinde:
1. Amplifikatörden alınan sinyallerin örneklemesi (ACQ),
2. Görsel ve/veya işitsel uyaran oluşturma (STIM),
3. Sofistike Arayüz/Operatör etkileşimi,
süreçlerini, sistemin gerçek-zamanlı ve deterministik doğasından taviz vermeden, tek bir
bilgisayar üzerinde gerçekleştirmek oldukça zordur. Bu süreçlerin belli bir ağ altyapısı
üzerinden haberleşen farklı bilgisayarlar tarafından gerçekleştirilmesinin, hem eski bilgisayar
ve DAQ kartlarının değerlendirilmesi, hem de modüler yazılım/donanım tasarımı açısından
oldukça yararlı olacağı düşünülmüştür.
Bu fikirden yola çıkılan çalışmamızda, bahsedilen bu üç süreç 100 MBit/s Ethernet altyapısı
üzerinden TCP/IP istemci/sunucu modeliyle haberleşen üç ayrı bilgisayar sistemine
paylaştırılmıştır. Veri örneklemeden sorumlu olan ACQ, ve işitsel uyaranlar üreten STIM
sistemleri, üzerinde Debian/GNU Linux 4.0 işletim sistemi bulunan RTAI tabanlı “hard
realtime” sistemlerdir. STIM, ürettiği işitsel uyaranlara senkron olarak ACQ sistemini paralel
port üzerinden uygun şekilde tetiklemekte, bu tetik bilgisi 1 Ksample/s hızında örneklenen
128 kanala ait verinin yanında bir 129. kanal içine kaydedilmekte ve tüm veri, görece daha
gelişmiş olan operatör bilgisayarına gönderilmektedir. Bu ana bilgisayar üzerinde geliştirilmiş
olan Qt/X11 grafik arabiriminde, gelen veriler kayarak ekranda görüntülenmekte ve sadece
kasadan ibaret olan ACQ ve STIM sistemlerine, STIM’in üreteceği işitsel uyaranların
parametreleri de dahil olmak üzere, uygun komutlar gönderilebilmektedir. ACQ ve STIM
üzerinde yer alan kernel “backend” modülleri, “frontend” bağlantı aktarım “daemon” ’ları ve
operatör bilgisayarı üzerinde yer alan grafik kullanıcı arabirimi, C ve C++ dillerinde ve “çokakışlı (multi-threaded) mimaride” kodlanmıştır. Sistemin altyapısı birimimizde daha önce
geliştirilmiş olan 128 kanallı EEG amplifikatör sistemine dayanmaktadır.
Anahtar kelimeler: EEG, ERP, network, RTAI, Qt
- 36 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 12
DİFTERİ TOKSİNİ VARLIĞINDA İNSAN GÖBEK KORDONU ENDOTEL
HÜCRELERİNDE (HUVEC) AKTİN İSKELETİNİN YIKIMI
1. Başak VAROL*
2. Handan AKÇAKAYA
3. Muhammet BEKTAŞ
4. Rüstem NURTEN
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fakültesi, Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fakültesi, Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fakültesi, Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fakültesi, Biyofizik AD, İstanbul
Corynebacterium diphtheriae’den elde edilen difteri toksinin (DT) NAD’nin varlığında
ökaryotik elongasyon faktörü 2 (eEF2)’yi ADP-ribozilliyerek inaktifleştirdiği, böylece protein
sentezinin durmasına yol açtığı bilinmektedir. Sınırlı bir proteolitik sindirim sonrası iki alt
ünite arasındaki S-S bağının indirgenmesiyle difteri toksini iki parçaya ayrışmaktadır.
Toksinin N-terminal bölümüne karşılık gelen ve A fragmenti (FA) olarak adlandırılan parça
ADP-riboziltransferaz etkinliğine sahiptir. Buna karşın, B fragmenti (FB) holotoksinin
hücreye bağlanmasını sağlamaktadır. Hücre yüzeyine bağlanan toksinin ikinci aşamada
endositik bir süreçten sonra iki parçaya ayrılmasından sonra FA sitoplazmaya ulaşmaktadır.
FA sitotoksik etkiden tek başına sorumlu parça olarak görülmektedir. FB uzun bir süredir
toksinin hücreye bağlanmasında hücre zarındaki reseptörü tanıma görevi üstlendiği
bilinmektedir. Ayrıca sitotoksik etkinin yalnızca protein sentezinin inhibisyonuna dayandığı
düşüncesi genel kabul görmüştür. Ancak, protein sentezinin inhibisyonu ile toksine bağlı
hücre ölümü arasındaki ilişki tam açıklığa kavuşmuş değildir. Ayrıca son yıllarda
yürüttüğümüz çalışmalarda eEF-2’nin aktin ile etkileşebileceğini aktinin ise difteri toksininin
ADP-riboziltransferaz etkinliğini engelleyebileceğini ortaya koymuştur. Bu çalışmada DT’ye
duyarlı olduğu bilinen HUVEC (insan göbek kordonu endotel hücresi) hücreleri aktin
iskeletinin görüntülenebilmesi için 50 ng/ml toksinle artan zaman dilimlerinde etkileştirilen
hücreler, rhodamin falloidin ile boyanarak Olympus BX51 floresan mikroskobunda
görüntülendi. Sonuç olarak 6. saatten itibaren hücre iskeletinin yıkılmaya başladığı ve 18 saat
sonunda yıkımın %80 ‘lere ulaştığı görüldü. Hücrelerdeki aktin filamentleri santrifüj yöntemi
ile 120.000 x g’de yüksek sukroz ortamında F-aktin yapısının korunduğu koşullarda F-aktin
ve G-aktin olarak ayrıştırıldıktan sonra süpernatantta bulunan G-aktin miktarı, ELISA
yöntemi ile anti-aktin varlığında saptandı. Bu bulgular floresan mikroskobu ile yapılan
çalışmalarla da uyumlu bulunmuştur. Difteri toksini ile hücre iskeletinin her iki yöntemle de
yıkımının saptanması hücre ölümünün sitotoksik etki dışında programlanmış hücre
ölümü(apoptoz) süreci ile olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: Difteri toksini, apoptoz, aktin
- 37 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 13
FLORESEİN İZOTİYOSİYANAT(FİTC) İLE İŞARETLENEN DİFTERİ
TOKSİNİNİN HÜCRE İÇİNDEKİ DAĞILIMININ PROTEİN SENTEZİ İLE
İLİŞKİSİ
1. Bilge ÖZERMAN*
2. Başak VAROL
3. Leyla T. ŞENER
4. Handan AKÇAKAYA
5. Muhammet BEKTAŞ
6. Rüstem NURTEN
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Günümüzde difteri hastalığına (Kuşpalazı) neden olan toksinin kalbe olan miyotoksik etkisi
protein sentezinin durması ile açıklanmaktadır. Ancak protein sentezinin durması ile toksine
bağlı hücre ölümü arasındaki ilişki tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir. Difteri toksini
(DT), hücre yüzeyindeki reseptörüne bağlanan “B fragmenti”(FB) ve endositozla hücreye
alınan ADP-riboziltransferaz etkinliği ile ökaryotik elongasyon faktör 2’nin etkinliğini
düzenleyen etkin parça, “A fragmentinden”(FA) oluşur. Ayrıca DT, hücre iskeleti ana ögesi
olan aktin zincirlerinin yıkımına ve DNA kırılmasına sebep olmaktadır. DT’nin etkilerinden
yola çıkarak hücre içindeki dağılımını görüntülemek amacı ile bu çalışmada toksin floresein
izotiosiyanat (FITC) ile işaretlenerek DT-FITC konjügatı hazırlandı. FITC’nin difteri
toksinine bağlanıp bağlanmadığı, floresans spektroskopisinde (Perkin Elmer, LS -5 ) 496-520
nm dalga boyunda ölçüm yapılarak saptandı. DT-FITC konjügatı kültür ortamında hücrelere
uygulandı. DT’ne duyarlı hücre tipi olarak insan göbek kordonu endotelyal hücreleri
(HUVEC) ve DT’ne dirençli olan fibroblastlar (3T3) kullanıldı. Kültür ortamında lameller
üzerinde yetiştirilen HUVEC ve fibroblastlar 1 µg işaretli toksin (DT-FITC) varlığında 1,5
saat bekletildi. Floresan mikroskopta (Olympus BX51) tespit edilen hücrelerde işaretli
toksinin dağılımı incelendi ve fotoğrafı çekildi. Fibroblastlarda toksin, sitoplazmada
gözlenirken, HUVEC hücrelerinde sitoplazmanın yanı sıra çekirdek üzerinde yoğunlaştığı
gözlendi. Toksine dirençli ve dirençsiz hücrelerdeki toksin etkisi ile bilinen protein sentezinin
durması, toksinin her iki hücre içine girmesi ile açıklanabilir. Ancak dirençsiz olan hücrelerde
toksinin çekirdek üzerindeki yoğunlaşması, ölümcül etkinin protein sentezinin durması ile
açıklanmasını tartışılır kılmaktadır. Bu gözlem toksine dirençsiz olan hücrelerdeki DNA
kırılmalarını açıklamakta anlamlı bir veri olarak değerlendirilebilir. Ancak HUVEC
hücrelerine ait çekirdek üzerinde gözlenen toksin parçalarının FA olup olmadığı
araştırılmalıdır.
Anahtar kelimeler: Difteri toksini, FITC, konjügasyon, huvec, fibroblast.
- 38 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 14
PAROKSETİN UYGULANAN GENÇ VE YAŞLI SIÇANLARIN KORTİKAL EEG
ÖZELLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
1. Bilge ÖZERMAN*
2. Asiye NURTEN
3. Umut DALANAY
4. İlknur ÖZEN
5. İhsan KARA
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., DETAE, Sinirbilim AD, İstanbul
Berlin Medical Univ., Charite, Medical Neurosciences, Berlin
Cambridge Univ. Centre for Brain Repair, Clinical Neur., Cambridge
İstanbul Üniv., DETAE, Sinirbilim AD, İstanbul
Depresyonda serotonerjik hipoaktivitenin rolü olduğu gösterildiğinden, serotonerjik
aktivitenin arttırılması depresyon tedavisinde uygulanmaktadır. Nöronlar arası iletişim
sırasında sinapslar arası bölgeden gerialım reseptörleri ile uzaklaştırılan serotonin, Selektif
Serotonin Gerialım İnhibitörleri (SSRI) varlığında etkisini daha uzun süre gösterdiğinden
SSRI’lar depresyon tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca yaşlanma ile
beyindeki serotonin düzeylerinin serebral kortekste azaldığı bilindiğinden bu çalışmada, SSRI
gurubuna ait bir antidepresan drog olan paroksetinin genç ve yaşlı sıçanlara uygulanmasının,
kortikal elektroensefalografiye (EEG) ait aktivite üzerindeki etkisini karşılaştırmayı
amaçladık. Tiyopental (50 mg/kg) anestezisi altında genç ve yaşlı Wistar albino sıçanların her
iki hemisferine simetrik olarak sekiz çift epidural elektrod, medial ve lateral lokalizasyonda
pre ve post frontoparietal bölgeler ile oksipital bölgeye yerleştirildi. Operasyondan bir hafta
sonra Neuroscan ile alınan EEG kayıdı bazal kayıt olarak değerlendirildi. Paroksetin 4 mg/kg
intraperitoneal olarak 3 hafta boyunca uygulandı. Bu sürenin sonunda EEG kayıdı
tekararlandı. Her iki kayıt frekans dağılımı için incelendi. On beş dakikalık EEG kayıtları 2
saniyelik dilimlere bölündü ve 0-48 Hz frekans aralığındaki bantlara ait genlik değerlerinin
ortalaması alındı. Genç ve yaşlı sıçanların (n=6) frekans dağılımı ile 3 hafta paroksetin
uygulamasının ardından yapılan frekans dağılımı analizi çift kuyruklu Student’s t-test ile
karşılaştırıldı ve p<0,05 anlamlı olarak kabul edildi. Paroksetinin etkisi, genç ve yaşlı
sıçanlara ait frekans dağılım analizlerinin farkı alınarak incelendi. Her iki hemisferde medial
kortikal bölgelerde 4 Hz - 7 Hz bant aralığına ait genliğin anlamlı olarak arttığı belirlendi.
Korteksten kayıt edilen EEG’de aktif olan hücre sayısı ve sinaptik organizasyonun etkisi
genliğe yansıdığı için paroksetin uygulamasının neden olduğu teta frekans bandına ait
genlikteki anlamlı artış, mediyal bölgelerde aktiviteye katılan nöron sayısındaki artışı
düşündürmektedir. Teta frekansı, bellek ve dikkatli bekleme işleyişleri ile
ilişkilendirildiğinden, paroksetinin bu işleyişe olumlu yönde katkıda bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
Anahtar kelimeler: Paroksetin, EEG, Yaşlanma, Teta frekansı, Sıçan
- 39 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 15
RADYASYONUN SERUM VE KARACİĞER DOKUSUNDA OKSİDATİF STRES
KAYNAKLI ZARARLI ETKİLERİNE KARŞI AMİFOSTİN VE N-ASETİL
SİSTEİNİN RADYOKORUYUCU ETKİSİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
1. Can DEMİREL*
2. Sevil KILÇIKSIZ
3. Nurten ERDAL
4. Serkan GÜLGÜL
5. Lokman AYAZ
6. Lülüfer TAMER
7. Yasemin ÖRS
Gaziantep Üniv, Tıp Fak., Biyofizik AD, Gaziantep
Gaziantep Üniv., Tıp Fak., Radyasyon Onk. AD, Gaziantep
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyokimya AB, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyokimya AB, Mersin
Gaziantep Üniv., Tıp Fak., Radyasyon Onk. AD, Gaziantep
Radyasyon sonrası sistemik hasar özellikle reaktif oksijen atom ve moleküllerinin aşırı
üretimine, dokuların pro-oksidant/anti-oksidant dengesinin değişmesine; protein, lipit ve
DNA oksidasyonuna bağlıdır. Amifostin preklinik ve klinik çalışmalarda radyokoruyucu
etkisi kanıtlanmış, radyo terapide radyokoruyucu ilaç olarak kullanıma girmiş bir ajandır. NAsetil Sistein (NAS) radyokoruyucu olarak kullanılmamakla birlikte, radyasyon dışı oksitadif
stres durumundan hayvan deneylerinde etkisi gösterilmiş, klinikte mukolitik olarak
kullanılmaktadır. Bu çalışmada radyasyonun biyolojik sistem üzerine erken dönem zararlı
etkilerine karşı, Amifostin ve NAS'ın koruyucu etkileri karşılaştırılmıştır. Bu amaçla Kobalt–
60 cihazı kullanılarak 6 Gy tek doz tüm vücut ışınlanması yapılarak radyasyona maruz
bırakılan sıçanların serum ve karaciğer dokusunda oluşabilecek oksidatif stresin göstergesi
kabul edilen MDA, GSH, MPO düzeyleri incelenmiş, Amifostin ve NAS'ın radyasyona karşı
koruyucu etkileri karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada; Kontrol (K; n=10), Radyasyon (R; n=10),
Radyasyon+Amifostin (RA; n=10) ve Radyasyon+NAS (RN; n=10) gruplarında bulunmak
üzere, toplam 40 adet dişi sıçan kullanıldı. R grubu tek doz radyasyona maruz bırakıldı. RA
ve RN grupları radyasyona maruz bırakılmadan önce RA grubuna tek doz Amifostin (200
mg/kg, i.p.), RN grubuna tek doz NAS (1000 mg/kg, i.p.) verildi. Uygulamadan 72 saat sonra
tüm gruplardan elde edilen karaciğer ve serum örneklerinden MDA, GSH ve MPO düzeyleri
ölçüldü. Tüm verilerin istatistik analizlerinde Tek Yönlü Varyans (ANOVA) analizi
kullanıldı. Serum MDA düzeylerinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
saptanmadı. Doku MDA düzeyleri karşılaştırıldığında, R grubuna ait değerlerin diğer gruplara
göre anlamlı düzeyde arttığı saptandı. Ayrıca, R grubu serum ve doku GSH düzeyleri K
grubuna göre anlamlı derecede azalırken, diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark saptanmadı. Serum MPO düzeyleri karşılaştırıldığında, RA grubuna ait değerlerin K ve R
gruplarına göre anlamlı derecede azaldığı gözlendi. Tüm gruplara ait dokulardandan ölçülen
MPO düzeyleri arasında fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Sonuç olarak, serum ve
doku MDA, MPO, GSH düzeyleri değerlendirildiğinde NAS ve Amifostinin radyasyondan
koruyucu etkilerinin benzer olduğu söylenebilir.
Anahtar kelimeler: Amifostine, Radyasyon, N-Asetil Sistein, MDA, GSH, MPO
- 40 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P – 16
RADYASYONUN GENOTOKSİK ETKİLERİNE KARŞI AMİFOSTİN VE N-ASETİL
SİSTEİN'NİN KORUYUCU ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
1. Can DEMİREL*
2. Sevil KILÇIKSIZ
3. Özlem İZCİ AY
4. Serkan GÜRGÜL
5. M. Ertan AY
6. Nurten ERDAL
Gaziantep Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Gaziantep
Gaziantep Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Gaziantep
Mersin Üniv., Tıp Fak., Tıbbi Biyoloji ve Genetik AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Tıbbi Biyoloji ve Genetik AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
İyonize radyasyonun hücre içine geçişi, çok karmaşık direkt ve indirekt olaylar zincirini
başlatabilir. İyonize radyasyonun etkilerinden biri de kromozom yapısında oluşan
değişiklikler ve kromozom kırıklarıdır. Radyasyonun bu etkilerinden korunmak için değişik
ajanlar üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Son zamanlarda Amifostinin bazı ilaç kaynaklı
mutasyonlara ve neoplastik transformasyonlara karşı koruyucu olduğu gözlenmiştir. Ayrıca
hayvanlarda yapılan birkaç deneysel çalışmada N-Asetil Sistein (NAS)’ın kromozom
kırıkların üzerinde etkili olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada radyasyonun biyolojik
sistemlerde neden olduğu genotoksik etkilere karşı, Amifostin ve NAS'ın koruyucu etkileri
konvensiyonel sitogenetik yöntemlerle (Kromozom Aberasyonu-CA, Mitotik indeks-MI)
karşılaştırılmıştır. Bu amaçla Kobalt–60 cihazı kullanılarak radyasyona maruz bırakılan
sıçanların (6 Gy tek doz tüm vücut ışınlanması) femur-kemik ilikleri incelenmiştir. Bu
çalışmada; Kontrol (K; n=10), Radyasyon (R; n=10), Radyasyon+Amifostin (RA; n=10) ve
Radyasyon+NAS (RN; n=10) gruplarında bulunmak üzere, toplam 40 adet dişi sıçan
kullanıldı. R grubu tek doz radyasyona maruz bırakıldı. RA ve RN grupları radyasyona maruz
bırakılmadan önce RA grubuna tek doz Amifostin (200 mg/kg, i.p.), RN grubuna ise tek doz
NAS (1000 mg/kg, i.p.) verildi. Uygulamadan 72 saat sonra tüm grupların preperasyonu
konvensiyonel sitogenetik yöntemlerle hazırlanarak incelendi. Tüm verilerin istatistiksel
analizlerinde tek yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanıldı. CA değerleri karşılaştırıldığında;
R grubu, diğer gruplara göre, RA grubu da K grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir
şekilde arttığı (sırasıyla P<0.0001, P<0.01) bulunurken, RN grubu K grubuna göre anlamlı
bulunmadı. Ayrıca, RN grubu RA grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı
saptandı (P<0.0001). MI değerleri karşılaştırıldığında R grubu, diğer gruplara göre ayrıca RN
ve RA grupları K grubuna göre anlamlı bir şekilde azaldığı ( P<0.0001), RN ve RA grupları
arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadığı gözlendi. Bu sonuçlara göre,
iyonize radyasyonun erken dönemdeki genotoksik etkilerine karşı amifostin ve NAS'ın
koruyucu etkilerinin benzer olduğunu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Amifostine, İyonize Radyasyon, Kromozom Aberasyonu, Mitotik
İndeks, N-Asetil Sistein.
- 41 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 17
YÜKSEK STATİK MAGNETİK ALANDA KALP RİTMİ, KALP RİTİM
DEĞİŞKENLİĞİ VE DİĞER KARDİYAK PARAMETRELERİN DEĞİŞİMİ
1. Cemil SERT *
2. Zeynep AKTI
3. Öcal SIRMATEL
4. Remzi YILMAZ
Harran Üni., Tıp Fak,, Biyofizik AD, Şanlıurfa
Harran Üni., Tıp Fak., Radyoloji AD, Şanlıurfa
Harran Üni., Tıp Fak., Radyoloji AD, Şanlıurfa
Harran Üni., Tıp Fak., Kardiyoloji AD, Şanlıurfa
Bu çalışma, yüksek statik magnetik alanda (1.5 Tesla ) kalp ritmi (HR), kalp ritim
değişkenliği (HRV), ve diğer kardiyak parametrelerin değişimini araştırmak için yapıldı.
Sigara içmeyen ve herhangi bir kardiyak ve nörolojik hastalığı bulunmayan otuz üç gönüllü
erkek birey çalışmaya katıldı. Bireylerin uygulama öncesi ve sonrası sistolik ve diyastolik kan
basıncı, solunum ve nabız değerleri ölçüldü. Ayrıca uygulama öncesi ve sonrası uygun
miktarlarda kan alınarak Na, K, Ca, Cl, Ck-Mb, Troponin-I düzeyleri belirlendi. Bireylere
holter cihazı takılarak, uygulama öncesi, uygulama esnasında ve uygulama sonrasında 30
dakika süreyle digital EKG kaydı yapıldı ve kalp ritmi ve ritim değişkenliği analiz edildi.
Başka otuz üç gönüllü bireyin ise aynı ortamda, fakat magnetik alana maruz bırakılmadan
aynı parametreleri ölçüldü.
Hem uygulama hemde kontrol grubunda deneklerin, sistolik ve diyastolik kan basıncı, nabız,
solunum değerleri ve Na, K, Ca, Cl, Ck-Mb ve Troponin-I düzeyleri paired t testi kullanılarak
istatistik analiz yapıldı. Uygulama ve kontrol grubunun, sistolik ve diyastolik kan basıncı,
solunum, nabız, ve troponin-I düzeylerinin uygulama öncesi ve sonrası değerlerinde anlamlı
değişim gözlenmedi ( p>0,05). Uygulama grubunun, Na, K, Ca, Cl, Ck-Mb degerlerinde,
kontrol grubuna göre anlamlı değişim gözlendi ( p<0,05; <0,01 ). Aynı şekilde, uygulama
grubunun Min HR-I, Max HR-I, Ort HR-I, SDNN, SDANN, rMSSD, pNN50, Power, VLF,
LF, HF parametrelerinde kontrol grubuna göre anlamlı değişim gözlendi (p<0,01; <0,05).
Anahtar kelimeler: Magnetik alan, Kalp ritmi, Ritim değişkenliği, Kardiyak iyonlar
- 42 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 18
İNHALASYON YOLUYLA KRONİK OLARAK TOLUENE MARUZ KALAN
BİREYLERDE TESTİS VE KARACİGER KAN AKIŞ HIZININ DOPPLER
YÖNTEMİYLE TAYİNİ
1. Cemil SERT *
2. Öcal SIRMATEL
3. Ferat ORUÇ
4. Erkan YILDIZ
Harran Üni., Tıp Fak, Biyofizik AD, Şanlıurfa
Harran Üni., Tıp Fak, Radyoloji AD, Şanlıurfa
Harran Üni., Tıp Fak, Radyoloji AD, Şanlıurfa
Harran Üni., Tıp Fak, Anatomi AD, Şanlıurfa
Değişik endüsrtiyel alanlarda kullanılan organik çözücüler, insanların farklı dokularında toxik
etkiler meydana getirebilir. Birçok çalışmada, testis ve karaciger dokusunda, toluenin toxik
etkiler ile ilişkili olabileceği önerilmektedir. Bu çalışmaların büyük çoğunluğu histolojik
ve/veya biyokimyasal olarak araştırılmıştır. Ancak çalışmaların bir kısmında yeterli derecede
açık bir toxik etki gözlenmemiştir. Toluen, birçok alanda kullanılan bir inceltici olmakla
birlikte, günümüzde madde bağımlısı çocuklar tarafından da en çok kullanılan uçucu bir
maddedir ve bu yanıyla sosyal bir problem olarakta karşımıza çıkmaktadır. Bu uçucu maddeyi
kullanan çocuklarda, psikososyal ve psikolojik etkiler yanında, testis ve karaciğer gibi önemli
dokularda da toxik etkiler oluşturarak başka bir medikal problem oluşturduğu
düşünülmektedir.
Bu nedenle bu çalışmada, meslekleri gereği en az on yıl süreyle, inhalasyon yoluyla toluene
maruz kalan 30 erkek bireyde ve kontrol grubu olarak ta, aynı yaş grubunda olan 30 normal
bireyde testis (sağ ve sol) ve karaciğer arteriel ve venöz kan akış hızlarını ve doku
büyüklüklerini dopler ultrasonografik yöntemle ölçtük.
Deney ve kontrol grubunda elde edilen sonuçlar, impaired-t testi kullanılarak istatistik analiz
yapıldı. Sağ ve sol testis ve karaciğer büyüklüğünün, deney grubunda, kontrol grubuna göre
anlamlı olarak değişmediği gözlendi (p>0,05). Deney grubu sağ testis venöz kan akış hızı, sol
testis arteriel kan akış hızı ve arteriel son diastolik kan akış hızında, kontrol grubuna göre
istatistik olarak anlamlı değişim gözlendi (sırasıyla p<0,05, p<0,01, p<0,01).
Bakılan diğer parametrelerde ise kontrol grubuna göre anlamlı değişim gözlenmedi (p>0,05).
Anahtar kelimeler: Toluen, Kan akış hızı, Toksik etki
- 43 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 19
SERABRAL PALSLI ÇOCUKLARDA BİOELEKTRİKSEL EMPEDANS
YÖNTEMİYLE BAZAL METABOLİK HIZ VE VÜCUT KOMPOZİSYONUNUN
BELİRLENMESİ
1. Cemil SERT *
2. Özlem ALTINDAĞ
3. Fatma SIRMATEL
Harran Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Şanlıurfa
Gaziantep Üni., Tıp Fak., FTR., Gaziantep
İzzet Baysal Üni., Tıp Fak., Enfeksiyon Hast., Bolu
Serebral palsi (SP), gelişimini tamamlamamış santral sinir sistemi hastalığıdır ve bilinen bir
tedavisi yoktur. Cerrahi ve rehabilitasyon tedavileri hastalığın neden olduğu kas gerginligi ve
spastisiteyi tedavi etmeyi amaçlar. SP li çocuklarda görülen en önemli sonuç kas gelişim
bozukluğu ve kas güçsüzlüğüdür. Bunun sonucunda bir hareket için daha fazla enerjiye
gereksinim duyabilirler. Bu hastalarda, enerji harcama hızı, indirek kalorimetri, doubly
ladeled water gibi yöntemlerle ve dinlenim kalp hızı- egzersiz kalp hızı ölçüm hesaplarından
çalışılmaktadır. Ayrıca çoğunlukla, vücut kompozisyonu da dual enegj X- ray ile
ölçülmektedir.
Biz çalışmamızda, 41 SP’li çocuk ve aynı yaş grubunda 56 gönüllü çocuk aldık. SP li ve
kontrol grubunda biyoelektriksel empedans analyser ile vücut hücre kütlesi, extrasellüler
kütle, yağ kütlesi, yağsız vücut kütlesi, body mass index, bazal metabolik hız, intrasellüler
sıvı, extrasellüler sıvı miktarları ölçüldü. Hasta ve kontrol grubu degerleri impaired t testi ile
istatistik yapıldı. Basal metabolik hız, intrasellüler sıvı, faz açısı, vücut kapasitansı ve
rezistansı kontrol grubuna göre anlamlı olarak değişmiş bulundu ( p<0,01 ). Total yağ kütlesi,
total hücre kütlesi, extrasellüler kütle, yağsız vücut kütlesi ve body mass index kontrol
grubuna göre istatistik olarak anlamsız bulunda (p>0,05). Sonuç olarak, SP li çocukların uzun
süreli rehabilitasyonu esnasında bazal metabolik hız ve vücut sıvı kütlesi değişiminin, her
yerde kullanılabilecek, kolay ve masrafsız bir yöntem olan bu yöntemle ölçülebileceği
görülmektedir.
Anahtar kelimeler: Serebral Palsı, BIA, Bazal metabolik hız, Vücut kompozisyonu
- 44 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 20
SÜLFİTİN BEYİN DOKUSU ANTİOKSİDAN SİSTEMİNDE OLUŞTURDUĞU
DEĞİŞİKLİKLERDE LİPOİK ASİTİN ROLÜ
1. Piraye YARGIÇOĞLU
2. Narin DERİN
3. Deniz AKPINAR *
4. Mutay ASLAN
5. Nihal ÖZTÜRK
6. Aysel AĞAR
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyokimya AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Fizyoloji AD, Antalya
Çevre kirliliğinin önemli bir bileşeni olan sülfür dioksit (SO2) ve besinleri uzun süre saklamak
amacıyla kullanılan sodyum sülfit (NaSO3), sodyum bisülfit (NaHSO3), sodyum metabisülfit
(Na2S2O5) gibi sülfit tuzları FDA (Food and Drug Administration) tarafından güvenli
bileşikler olarak listelenmesine rağmen, sülfit bileşiklerinin yüksek dozları toksisiteye sebep
olmaktadır. Parkinson ve Alzheimer hastalıklarında, kataraktta, iskemi-reperfüzyon hasarında
tedavi edici etkileri olan lipoik asitin (LA) peroksit, süperoksit ve hidroksil radikallerini
ortadan kaldıran antioksidan özelliği yanında, vit E ve vit C gibi diğer önemli antioksidanların
geri dönüşümünde yer aldığı saptanmıştır. Bu çalışma, sülfit toksisitesine bağlı değişikliklere
LA’nın etkisi ve mekanizmasının aydınlatılması amacıyla planlanmıştır. Bu amaç
doğrultusunda her grupta 15 adet 3 aylık Wistar erkek sıçan bulunmak üzere 4 grup [Kontrol
(K), LA verilen grup (L), sülfit verilen grup (S), LA verilen sülfit grubu (SL)]
oluşturulmuştur. 35 gün boyunca sülfit 260 mg/kg/gün, LA ise 100 mg/kg/gün dozunda
gavajla verilmiştir. Deney süresinin sonunda üretan anestezisi altında sıçanlar feda edilerek
çıkarılan beyin dokusunda TBARS, glutatyon peroksidaz (GSH-Px) ve glutatyon düzeyleri
ölçülmüştür. TBARS düzeylerine bakıldığında sülfite cevaben gözlenen artışın lipoik asit
uygulaması ile belirgin olarak azaldığı bulunmuştur. S grubunun GSH-Px aktivitesinde
azalma olduğu saptanmıştır. Azalan GSH-Px aktivitesine lipoik asit uygulamasının ilave bir
etkisi olmamıştır. GSH/GSSG oranları incelendiğinde SL grubunda anlamlı artışın olduğu
tespit edilmiştir. Bu projenin sonuçları değerlendirildiğinde, diyetle alınan sülfitin
oluşturduğu olumsuz etkileri ortadan kaldırmada lipoik asit tedavisinin etkili bir yöntem
olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: sodyum metabisülfit, lipoik asit, lipid peroksidasyon, antioksidan sistem
- 45 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 21
EPİGALLOKATEKİN GALLAT (EPCG) VE RADYO FREKANS ALANLARIN
KARACİĞER DOKUSU OKSİDANLAR VE ANTİOKSİDAN ENZİM SEVİYELERİ
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
1. Elçin ÖZGÜR*
2. Göknur GÜLER
3. Nesrin SEYHAN
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Modern toplumlarda yaşayan insanların büyük çoğunluğu doğal kaynakların oluşturduğu alanların çok
üstünde yapay elektromanyetik alanların içinde yaşamını sürdürmektedir. Radyo Frekans (RF) alanlar
yayan cep telefonları; vücut üzerinde taşınabildikleri ve günümüzde sıkça kullanıldığı için canlılar
üzerinde oluşturabileceği etkiler nedeniyle bir çok araştırmaya konu olmaktadır. Serbest radikal
oluşumu; dokuda oluşan oksidatif stresin göstergesidir ve sağlıklı vücutta dışarıdan alınan ya da
vücudun kendi ürettiği antioksidanlar ile oksidatif stres ortadan kaldırılır. Ancak, cep telefonları gibi
RF alan yayan kaynaklara maruziyet sonucunda gerek serbest radikal oluşumunda gerekse antioksidan
enzimlerin seviyesinde de değişimler gözlenmektedir. Bu çalışmada; farklı sürelerde uygulanan 1800
MHz frekanslı RF alanların oksidadif hasar ve antioksidan enzimler üzerinde oluşturabileceği
değişimlerin yanı sıra, dışarıdan uygulanacak olan antioksidanların, bu alanlardan kaynaklı
oluşabilecek hasarın tolere edilmesinde etkili olup/olmadığı araştırıldı. Bu amaçla yeşil çaydaki
başlıca ‘’katekin’’lerden biri olan EPCG (Epigallokatekin gallat) dışardan uygulandı. Araştırmada
kullanılan 10 adedi kontrol olmak üzere toplam 60 adet erkek kobay, ortalama 11.2 V/m’lik RF alana
1800 MHz frekanslı cep telefonundan 7 gün boyunca günde 10 dakika ve 20 dakika maruz
bırakıldılar. Hem RF alan hem de antioksidanların etkisinin araştırıldığı bu çalışma toplam altı grupta
gerçekleştirildi : I (Kontrol): RF alan düzeneği içinde cep telefonu kapalı (off) durumda iken
maruziyet, II (RF10): Günde 10 dakika süreyle RF alan maruziyeti, III (RF20): Günde 20 dakika
süreyle RF alan maruziyeti, IV (EPCG): Cep telefonu kapalı iken EPCG ‘ın intraperitoneal (i.p) 7
gün boyunca her gün tek doz (25 mg/kg) uygulanması , V (RF10+EPCG): EPCG ve günde 10 dakika
süreyle RF alan maruziyeti, VI (RF20+EPCG): EPCG ve günde 20 dakika süreyle RF alan maruziyeti
I, II ve III gruplarına 7 gün boyunca her gün 1 ml izotonik çözelti i.p olarak uygulandı. V ve VI
gruplara ise 7 gün boyunca hergün RF alan maruziyetinden 30 dakika önce 25 mg /kg EPCG i.p
olarak uygulandı.
RF alan uygulanmasının hemen arkasından kobaylara anestezik olarak 35mg/kg fenobarbital
uygulandı ve sakrifasyon işlemi sonrasında karaciğer dokusu çıkarılarak, lipid peroksidasyon
göstergesi olan Malondialdehid (MDA) ile organizmada antioksidan enzim olarak görev yapan
Miyeloperoksidaz (MPO) ve Süperoksit Dismutaz (SOD) seviyeleri belirlendi.
RF alanların ( II, III) kontrol grubuna (I) kıyasla MDA seviyesini arttırdığı, sadece EPCG maruziyet
grubunda (IV) ise kontrole kıyasla azalma saptandı. SOD seviyesi ise kontrol grubuna oranla tüm
gruplarda azaldı. Tüm MDA ve SOD değişimleri istatistiksel önemli bulundu. MPO seviyesinde ise
sadece RF alana maruz kalan gruplarda (II, III), kontrol grubuna kıyasla istatistiksel azalma gözlendi.
EPCG ve RF’in birlikte uygulanmasıyla (V, VI) oluşan değişimler ise istatistiksel olarak anlamlı
bulunmadı.
Sonuçlar; RF alan maruziyetinin radikal oluşumunu arttırırken, antioksidan enzim seviyelerinde
azalışa neden olduğunu göstermektedir. Dışarıdan alınan ve bir antioksidan olan yeşil çayın, farklı
sürelerde uygulanan RF alanların olumsuz etkilerini azaltıcı yönde etki gösterdiği anlaşılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Radyo Frekans Alanlar, cep telefonu, oksidatif stres, Epigallokatekin galat
- 46 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 22
GSM 1800 MHz CEP TELEFONU MARUZİYETİ VE N-ACETYL-L-CYSTEİNE
(NAC) IN KARACİGER NİTRİT OKSİT SEVİYESİNE ETKİSİ
1. Elçin ÖZGÜR*
2. Göknur GÜLER
3. Nesrin SEYHAN
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Günlük yaşamda en çok kullanılan Radyo Frekans (RF) alan kaynağı olan cep telefonuna
maruziyet bilimsel araştırmaların odağındaki konulardan biridir. Yapılan araştırmalarda RF
alanların biyolojik etkileri arasında saptanan en önemli etkilerden birini, maruziyetle ilişkili
olarak artan serbest radikaller oluşturmaktadır. Serbest radikallerin üretiminin artması ve buna
paralel olarak antioksidan miktarındaki yetersizliğin; serbest radikal-antioksidan dengesinin
bozulmasına neden olabileceği tespit edilmiştir.
Bu çalışmada; farklı sürelerde uygulanan 1800 MHz frekanslı RF alanların radikaller üzerinde
oluşturabileceği değişimlerin yanısıra, dışarıdan uygulanan antioksidanların, bu alanlardan
kaynaklı oluşabilecek hasarı tolere etmede etkili olup/olmadıgı araştırıldı. Bu amaçla klinikte
pek çok uygulamada kullanılan güçlü bir antioksidan olan NAC (N-Acetyl-L-Cysteine)
dışardan uygulandı.
Araştırmada kullanılan 10 kontrol, toplam 60 adet erkek kobay ortalama 11.2 V/m’lik RF alan
oluşturan cep telefonlarına 7 gün boyunca günde 10 dakika ve 20 dakika süreyle maruz
bırakıldı. Hem RF alan hem de antioksidanlardan NAC’ın etkisinin araştırıldığı bu çalışma
toplam altı grupta gerçekleştirildi: i (Kontrol). RF alan düzeneği içinde cep telefonu kapalı
(off) durumda iken maruziyet, ii (RF10): Günde 10 dakika süreyle RF alan maruziyeti, iii
(RF20): Günde 20 dakika süreyle RF alan maruziyeti, iv (NAC). NAC‘ın intraperitoneal (i.p)
olarak 7 gün boyunca her gün tek doz (300 mg /kg) şeklinde uygulandığı ve RF alan düzeneği
içinde cep telefonu kapalı (off) durumda iken maruziyet, v (RF10+NAC). NAC ve günde 10
dakika süreyle RF alan maruziyeti, vi. (RF20+NAC). NAC ve günde 20 dakika süreyle RF
alan maruziyeti.
i, ii ve iii gruplarına 7 gün boyunca hergün 1 ml izotonik çözelti i.p olarak uygulandı. v ve vi
no.lu gruplara ise 7 gün boyunca hergün RF alan maruziyetinden 30 dakika önce 300 mg /kg
NAC i.p olarak uygulandı.
RF alan uygulanmasının hemen arkasından kobaylara anestezik olarak 35mg/kg fenobarbital uygulandı ve
sakrifasyon işlemi sonrasında karaciğer dokusu çıkarılarak, Nitrat (NO3 ), Nitrit (NO2 ), ve Total Nitrik
Oksit (NO) seviyeleri belirlendi.
RF alan uygulanan tüm gruplarda (ii, iii) kontrol grubuna (i) kıyasla Nitrat ve Total Nitrik Oksit seviyesinde
istatistiksel anlamlı artış saptandı. Nitrit seviyesinde ise 20 dakika süreyle RF alana maruz bırakılan grupta (iii)
kontrole kıyasla istatistiksel anlamlı artış gözlendi. NAC ve RF’in birlikte uygulandığı gruplarda
(v,vi) her parametrede değişim saptanmasına karşın, istatistiksel anlamlı bulunmadı.
Elde edilen sonuçlar; RF alan maruziyetinin radikal oluşumunu arttırdığını göstermektedir.
Ancak dışarıdan alınan ve bir antioksidan olan NAC, Nitrik Oksit seviyesine etkili
bulunmamıştır.
Anahtar kelimeler: Radyo Frekans Alanlar, cep telefonu, oksidatif stres, N-Acetyl-LCysteine
- 47 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 23
50 Hz FREKANSLI ELEKTRİK VE 1800 MHz RF ALANLARIN PROTEİN
OKSİDASYONUNA ETKİSİ
1. Göknur GÜLER
2. Elçin ÖZGÜR*
3. Ahmet CUMAOĞLU
4. Nesrin SEYHAN
5. Çimen KARASU
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyokimya AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Gazi Üniv., Tıp Fak., Farmakoloji AD, Ankara
Serbest radikallerin biyolojik materyallerdeki varlığı yaklaşık 50 yıl kadar önce keşfedilmiştir. Oksijen
radikallerinin in vivo enzimatik reaksiyonların ürünü olarak meydana gelebileceği hipo-tezi ortaya
atılmış, bunların büyük çaplı hücresel hasar, mutagenez, kanser ve biyolojik yaşlanmanın dejeneratif
sürecinden sorumlu olabileceği ileri sürülmüştür. Günümüzde ise çok sayıda araştırmacı serbest
radikallerin DNA, proteinler, lipitler ve hücrenin diğer bileşenleri üzerinde sebep olduğu oksidatif
hasarı araştırmaktadır. Son yıllarda cep telefonu ve yüksek gerilim hatları kaynaklı elektromanyetik
alanların serbest radikal artışı üzerine etkileri popüler bir araştırma konusu haline geldi. Proteinler
oksidanlara maruz kaldıklarında birçok kovalent değişikliğe uğrar. Bu değişikliklerden bazıları serbest
radikallerin protein molekülleri üzerine direkt etkileri sonucu oluşabildiği gibi, bazıları da oksidasyon
yan ürünlerinin proteinlere kovalent olarak bağlanması ile meydana gelir. Proteinlerin radikal aracılı
hasarı; elektron kaybı, metal-iyon katalizli reaksiyonlar, lipit ve şekerlerin otooksidasyonu ile
başlatılabilmektedir. Bu ürünlerin oluşum hızının artması veya temizleyici mekanizmaların yetersiz
kalması, proteinlerde dahil olmak üzere diğer hücresel moleküllerdeki oksidatif modifikasyonların
artışına yol açar. Pek çok sayıda mekanizmanın protein oksidasyonuna neden olduğu bilinmektedir.
Proteinlerde yapısal değişikliğe yol açan başlıca moleküler mekanizmalardan biri de, 3-nitrotirozin (3NT) oluşumudur. Bu çalışmada, hem 1800 MHz frekanslı cep telefonlarının oluşturduğu Radyo
Frekans (RF) alanın hem de 50 Hz frekanslı Elektrik (E) alanlar ile, radikal temizleyici etkisi açısından
değerlendirmek üzere güçlü bir antioksidan olan N-Acetyl-L-Cysteine (NAC)’ın plazma 3Nitrotirozin (3-NT) seviyesine etkisi araştırıldı. Hem RF alan hem de 50 Hz elektrik alan gruplarında,
NAC etkisinin araştırıldığı bu çalışma her grupta 10 kobayın bulunduğu toplam altı grupta
gerçekleştirildi:i (Kontrol).Kontrol grubu, ii (RF): Günde 20 dakika süreyle ortalama 11.2 V/m’lik RF
alan oluşturan 1800 MHz frekans bandında çalışan cep telefonlarına 7 gün boyunca maruziyet grubu,
iii (E alan): Günde 8 saat süreyle 7 gün boyunca 12 kV/m’lik elektrik alan maruziyet grubu, iv (NAC).
NAC ‘ın intraperitoneal (i.p) olarak 7 gün boyunca her gün tek doz (300 mg /kg) şeklinde uygulandığı
grup, v (RF+NAC). NAC ve günde 20 dakika süreyle RF alan maruziyeti, vi. (E alan+NAC). NAC ve
günde 8 saat süreyle E alan maruziyet grubu.i, ii ve iii gruplarına 7 gün boyunca hergün 1 ml izotonik
çözelti i.p olarak uygulandı. v ve vi no.lu gruplara ise 7 gün boyunca hergün RF ve E alan
maruziyetlerinden 30 dakika önce 300 mg /kg NAC i.p olarak uygulandı. RF ve E alan
uygulanmasının hemen arkasından kobaylara anestezik olarak 35mg/kg fenobarbital uygulandı ve
sakrifasyon işlemi sonrasında karaciğer dokusu çıkarılarak, protein oksidasyon göstergesi olan 3-NT
seviyeleri belirlendi.Sonuçlar incelendiğinde; 20 dakika süreyle RF alan uygulanan grup (ii) ile gerek
kontrol grubu (i) gerekse NAC ve RF alan maruziyetinin beraber uygulandığı grupta (v) 3-NT
seviyelerinde istatistiksel anlamlı artıs saptandı. Benzer şekilde 50 Hz elektrik alan uygulanan grup
(iii) ile kontrol grubu (i) ve NAC+ 50 Hz elektrik alanın beraber uygulandığı grupların (vi)
karşılaştırmasında 3-NT seviyesindeki degişimler istatistiksel anlamlı bulundu. Salt maruziyet
gruplarına (ii, iii) göre NAC ile elektromanyetik alanların beraber uygulandığı gruplarda (v, vi) 3-NT
seviyesinde azalma gözlendi. Bu sonuçlar; elektromanyetik alanların lipid peroksidasyonunda olduğu
gibi protein oksidasyonunda da etkili olduğunu göstermektedir. NAC’ın temizleyici antioksidan olarak
3-NT oluşum sürecinde etkili olduğu da tespit edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Radyo Frekans Alanlar, cep telefonu, 3NT, NAC, protein oksidasyonu
- 48 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 24
TAXOL-FOSFOLİPİD NANOFORMÜLASYONLARININ YÜZEY BİYOFİZİKSEL
ÖZELLİKLERİNİN LANGMUIR-BLODGETT TEKKATMAN YÖNTEMİYLE
İNCELENMESİ
1. Erhan SÜLEYMANOĞLU* Gazi Üniv., Eczacılık Fak., Farmasötik Kimya AD, Ankara
2. Ufuk KOCA
Gazi Üniv., Eczacılık Fak. Farmakognozi AD, Ankara
Bu çalışmada, kemoterapide yoğun olarak kullanılan Taxol (Paclitaxel) ile farklı zincir
yapılarına ve elektrostatik özelliklerine sahip fosfolipidler arasında oluşan moleküler
etkileşmeler Langmuir-Blodgett tek katman, FTIR ve DSC ölçümleriyle incelenmiştir. Sınır
yüzeylerde oluşturulan lipid tek katman ve lipid veziküllerinde (lipozom) yer alan lipid çift
katmanlar model hücre zarları olarak uygulanmıştır. Neticeler, Taxol konsantrasyonuna,
pH, T°C, tampon sistemine, hidrofobik ve elektrostatik ortama bağlı olarak açıklanmıştır. İlâç
ile farklı fosfolipid molekülleri arasındaki etkileşmelerinin sonucu olarak meydana gelen
“self-assembly” agregatlarının sekonder yapısal değişiklikleri FTIR spektroskopisi ile
incelenmiştir. Elde edilen veriler, karbonil, fosfat, kolin ve CH2 gruplar seviyesinde
değerlendirilmiştir. Bu ölçümlerde KBr tablet yöntemiyle ince tabaka lipid film teknikleri
kıyaslanmıştır. Tek katmanda meydana gelen ilâç-fosfolipid etkileşmeleri ara yüzeydeki
lipidlerin moleküler alanlarına bağımlılık göstermektedir. Taxol′un, fosfatidil kolin türü
lipidler ile termodinamik olarak sabit yapılar oluşturduğu DSC ölçümleri ile ortaya
çıkarılmıştır. Tek katmanda oluşan söz konusu yapıları Brewster Angle (BAM), atomik
kuvvet (AFM), floresan ve Raman mikroskopi yöntemleriyle de görüntülemeyi ümit ediyoruz.
Bu farmasötik nanoformülasyonlarının in vivo ortamda hücre zarı akışkanlığı üzerindeki
muhtemel etki mekanizması ile ilgili yeni bir hipotez de sunlmuştur.
Bu çalışma Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri tarafından desteklenmiştir (Proje
Kodu: 02/2005-15).
Anahtar kelimeler: Taxol, Langmuir-Blodgett tek katman, lipozom, ilâç-hücre
etkileşmeleri
- 49 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 25
DENİZLİ YÖRESİNDE GÖZLENEN Hb D LOS ANGELES MUTASYONUNUN
BETA GLOBİN GEN AİLESİ HAPLOTİP ANALİZİ
1. Onur ÖZTÜRK
2. Ayfer ATALAY
3. Erol Ömer ATALAY *
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Pamukkale Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Denizli
Denizli ili, ülkemizde hemoglobinopati kontrol programının uygulandığı 33 il merkezinden
biridir. Bu doğrultuda yöremizde anormal hemoglobinler ve beta talasemiler, TC Sağlık
Bakanlığı Denizli Hemoglobinopati Merkezi verilerine göre % 3,5 oranında olarak
bildirilmiştir. Denizli yöresinde gözlenen anormal hemoglobinler içerisinde Hb D Los
Angeles [β 121 (GH4) GluGln] % 57,8 oranı ile en sık gözlenen anormal hemoglobindir.
Ülkemizde gözlenen Hb D Los Angeles olgularındaki beta globin gen ailesi haplotiplerine
ilişkin ayrıntılı veri bulunmamaktadır. Bu anormal hemoglobin türünün Hb S gibi belirgin bir
sağlık sorunu oluşturmaması, Hb D Los Angeles’a ilişkin çalışmaların daha az olmasına
neden olmuştur.
PAÜ Tıp Fakültesi Biyofizik AD tarafından beta globin gen ailesi haplotip analizleri
çalışmasında, Hb D Los Angeles için dünyadaki dördüncü özgün odak tanımlanmış olup,
yöremizde gözlenen olguların büyük oranda Akdeniz kuşağı Haplotip I [+ - - - - + + ] ile
ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu haplotipin popülasyonda da ilk sırada olması mutasyonun
yerel haplotip üzerinde gelişmiş olduğunu düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: Hb D-Los Angeles, haplotip analizi, beta globin gen ailesi
- 50 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 26
DİABETES MELLİTUSTA KALORİK TEST BULGULARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
1. Figen GÜNEY*
2. Süleyman İLHAN
3. Ahmet KAYA
4. Barkın İLHAN
5. Nizamettin DALKILIÇ
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Nöroloji AD, Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Nöroloji AD, Konya
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak., Endokrinoloji AD, Konya
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Selçuk Üniv., Meram Tıp Fak. Biyofizik AD, Konya
Diabetik hastalar sıklıkla baş dönmesinden yakınırlar. Bazı çalışmalarda glukoz
metabolizmasındaki bozukluğun vestibuler disfonksiyona neden olduğu belirtilmektedir. Bazı
deneysel çalışmalarda da diabetes mellitusta vestibuler son organ hasarı olduğu gösterilmiştir.
Kalorik test vestibuler disfonksiyonu değerlendirmede oldukça yararlıdır. Bugüne kadar
diabetes mellitusta kalorik testle ilgili yalnızca iki çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada diabetik
hastalarda kalorik test ile asemptomatik vestibuler disfonksiyonun değerlendirilmesi
amaçlandı. Hastalar periferik nöropati varlığı yönünden de hem nörolojik muayene hem de
elektromiyografi ile değerlendirildi. Bu bildiri bir ön çalışma niteliğinde olup yalnızca 9
diabetes mellituslu hasta çalışmaya alınmıştır. Olguların yalnızca 2’sinde tip 1 diabetes
mellitus mevcutken 7’sinde tip 2 diabetes mellitus vardı. Hastaların hiçbirinde baş dönmesi ya
da dengesizlik, tinnitus, işitme azlığı yakınması yoktu. Daha önce vestibuler disfonksiyona
neden olabilecek herhangi bir ilaç kullanım öyküsü de yoktu. Her bir hastaya bitermal kalorik
test yapıldı. Hastaların 4’ünde sağda vestibuler ineksitabilite varken, 2’sinde yön egemenliği,
2’sinde de kanal paralizisi tespit edilmiştir. 1 olguda ise herhangi bir anormallik
saptanmamıştır. Tek taraflı kanal paralizisi için %20, yön egemenliği için %25’ten büyük
değerler esas olarak alınmıştır (Jongkees, 1967). Hastaların 2’sinde duyusal nöropati, 2’sinde
de sensorimotor periferik nöropati mevcuttu. Bir ön bildiri niteliğindeki bu çalışma diabetes
mellituslu hastalarda asemptomatik olsa da vestibuler disfonksiyonun varlığını
desteklemektedir.
Anahtar kelimeler: Diabetes mellitus, kalorik test, vestibuler disfonksiyon
- 51 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 27
DİFTERİ TOKSİNİNİN HÜCRE ÖLÜMÜ ÜZERİNE ETKİLERİ
1. Handan AKÇAKAYA*
2. Başak VAROL
3. Muhammet BEKTAŞ
4. Rüstem NURTEN
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Difteri toksini (DT) tripsin veya furin enzimi ile enzimatik sindirim sonrası temel olarak 2
parçaya ayrılmaktadır. Fragment A (FA) enzimatik açıdan etkin olan kısım olup NAD
varlığında EF-2 ‘yi ADP-ribozilleyerek protein sentezi inhibisyonuna yol açar. Ayrıca aktin
iskeletinin yıkımından da sorumlu parça olarak bilinmektedir. Fragment B (FB) R ve T
olmak üzere temel olarak 2 parça içermektedir. R parçası reseptör bağlama görevi görürken T
kısmı membrandan geçişi sağlamaktadır. Genel olarak reseptör içeren hücreler toksine
dirençsiz reseptör içermeyen hücreler ise dirençli olarak bilinmektedir. Toksinin B
fragmentinin bcl2 ailesine benzemesi onun Programlanmış hücre ölümü sürecinde işlev
alabileceğini düşündürmektedir. Apoptoz ya da programlanmış hücre ölümünün sunduğu tipik
tablo hücre büzülmesi, nukleozomlar arası DNA kırılması, kromatin yogunlaşması ve
hücrenin son aşamada fagositozla ortadan kaldırılacak olan, membranla çevrili apoptotik
kalıntılara dönüşmesini kapsamaktadır. Difteri toksinin sunduğu DNA kırılması, protein
sentezi inhibisyonu ve hücre iskeletinin yıkım tablosu apoptoz tablosu ile örtüşmektedir.
Difteri toksine duyarlı olduğu bilinen HUVEC hücreleri 50 ng/ml toksin ile artan zaman
dilimlerinde bekletilmiş, sırasıyla hücre canlılığı tripan mavisi ile boyamayla, DNA kırılması
difenilamin yöntemiyle araştırılmış,18 saat sonunda kırılmanın %80’lere ulaştığı görülmüştür.
Protein sentezi, toksin ile etkileşimden 1 saat sonra büyük oranda durmuştur. Protein sentezi
in vitro koşullarda protein sentez faktörlerinin hücre özütünde var olduğu (ribozom, EF1,
EF2, mRNA) düşünülerek radyoaktif polyU varlığında gerçekleştirilmiştir. Toksin varlığında
gerçekleştirilen deneyler sonunda, hem dirençli hem de dirençsiz hücrelerde protein
sentezinin durmasının tek başına ölüme sebep vermediği düşünülmektedir. Hücre ölümünde
DNA ve aktin iskeletinin yıkımının en az protein sentezinin durması kadar önemli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Anahtar kelimeler: Difteri toksini, DNA kırılması, protein sentezi
- 52 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 28
TÜRKİYE’DE CİLT TÜMÖRLERİ VE ULTRAVİYOLE İLİŞKİSİNİN
İRDELENMESİ: EPİDEMİYOLOJİK ÖN ÇALIŞMA
1. Nihan TUNCEL AS Haydarpaşa Numune Eğ. ve Araş. Hast., Plastik ve Rekons. Cer. Klin., İstanbul
2. M. Ali KÖRPINAR İstanbul Üniv., Cerrahpaşa Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
3. Handan TUNCEL*
İstanbul Üniv., Cerrahpaşa Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
4. M.Adnan UZUNİSMAİL Haydarpaşa Numune Eğ. ve Araş.Hast., Plastik ve Rekons.Cer.Klin., İstanbul
Tüm dünyada her yıl, ultraviyole (UV) ‘den dolayı 2 milyondan fazla kişinin non-melanom ve
200.000 kişinin de malin-melanom olduğu bildirilmektedir. Ayrıca stratosferik ozon
tabakasının %10 azalması ile bu sayılar gün geçtikçe katlanarak artmaktadır.
UV ışıma, UV-A (315-400 nm), UV-B (280-315 nm) ve UV-C (100-280 nm) olmak üzere üç
ana banda ayrılır. UV-A, deri yanıkları ve yaşlanmasına neden olurken, UV-B daha aktif olup
deri kanserlerine yol açmaktadır.
Toplum sağlığı açısından UV ilişkili olabileceği düşünülen cilt tümörlerinin oluşumunun
önlenmesi ve yüksek riskli bölgelerin tespitinin yapılarak erken tanı girişimlerinin
arttırılabilmesi için bu çalışma başlatıldı.
Epidemiolojik bir ön çalışma niteliğindeki araştırmamız çerçevesinde 1 Ocak 2002 - 1 Mayıs
2007 tarihleri arasında, İstanbul Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Plastik,
Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği ‘ne, “cilt tümörü” teşhisi ve tedavisi için başvuran
hastaların dosya verileri değerlendirildi:
İstanbul adresli 240 vaka, tümör çeşidi dikkate alınarak, Bazal Hücreli Karsinom (BCC),
Squamöz Hücreli Karsinom (SCC) ve Malign Melanom (MM) olmak üzere üç gruba ayrıldı.
Tümör yerleşimleri baş-boyun, ekstremite ve gövde olmak üzere 3 alanda sınıflandırıldı.
Vakalar 123 bayan ve 117 erkek hastadan oluştu.
Tümör gruplarına göre:
BCC [169 vaka: 101 bayan (yaş ortalaması:54,7), 68 erkek (yaş ortalaması:86,2)]
SCC [62 vaka: 19 bayan (yaş ortalaması:59,9), 43 erkek (yaş ortalaması:69)]
MM [9 vaka: 3 bayan (yaş ortalaması:54,6), 6 erkek (yaş ortalaması:51,8)]
Tümör oluşum yerlerine göre bakıldığında ise en yüksek sayı baş-boyun bölgesinde (241
lezyon) tespit edildi. Daha sonra sırası ile ekstremitelerde 28 ve gövdede 9 lezyon kaydedildi.
Özellikle baş-boyun bölgesi lezyonlarında tespit edilen yüksek sayı, literatürle uyumlu olup;
UV’ye daha fazla maruz kalma oranı açısından riski vurgulamaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre Türkiye, UV etkileşimi açısından II.derece riskli
bölgede yer almaktadır. Yaklaşık 30 milyon kişinin açık alanlarda çalışmakta olduğu
gerçeğini de dikkate aldığımızda, başlamış olduğumuz bu ön çalışmanın diğer merkezlerle
işbirliği yapılarak genişletilmesi ve Türkiye genelindeki vaka sayılarının tespiti
planlanmaktadır.
Anahtar kelimeler: Ultraviyole (UV), Cilt Tümörü, Bazal Hücreli Karsinom, Squamöz
Hücreli Karsinom, Malign Melanom.
- 53 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 29
LİDOKAİNİN SIÇAN SURAL SİNİRLERİNDE BİLEŞİK AKSİYON POTANSİYELİ
İLETİMİNE ETKİLERİ
1. İbrahim KAHRAMAN*
2. Mustafa GÜVEN
3. İsmail GÜNAY
4. Leyla ŞAHİN
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Genellikle lokal olarak uygulanan bir lokal anestetik olan lidokain Na+ kanallarını
bloklayarak aksiyon potansiyeli iletimini engellemekte, böylece analjezi oluşturma amaçlı
kullanılmaktadır. Daha önceki çalışmalarımızda lidokainin siyatik sinir demetleri üzerindeki
etkileri araştırılmıştı. Önceki tüm siyatik sinir demetleri üzerindeki çalışmalarımızı
tamamlayıcı nitelikteki bu araştırmada, lidokainin sural sinirdeki aksiyon potansiyeli iletimine
etkisinin incelenmesi amaçlandı.
Deneyler, Wistar türü sıçanlardan izole edilen sural sinir demetlerinde sukroz-gap tekniğiyle
yapıldı. Sural sinirler, 0,1, 0,5 ve 1 mM lidokain ile perfüze edildi. Tek uyarı (tonik) ve 1040-100Hz (fazik) frekanslarında uyarılar kullanılarak bileşik aksiyon potansiyelleri (BAP)
kayıtlandı ve böylece yüksek frekanslı iletimlerde de sural sinirde lidokainin etkisi araştırıldı.
0,1 mM lidokain tonik uyarılarda %13,1±2,2, 0,5 mM da %47,5±2,7 ve 1 mM da %96,9±2,8
oranında iletim bloğuna neden oldu. Fazik uyarılarda ise lidokain etkisiyle iletim blokları arttı
ve 100Hz de 0,1 mM da %22,9±3, 0,5 mM da %96,1±2,7 ve 1 mM da %97,9±2,9 iletim
bloğu oluştu. Diğer yandan lidokain BAP yükselme süresini ve ½ düşme süresini yüksek
oranda uzattı.
Deney sonuçları lidokainin sural sinirde güçlü iletim bloğuna neden olduğunu göstermektedir.
Özellikle yüksek frekanslı uyarılarda iletim bloğu daha da yükselmekte ve neredeyse tam blok
oluşturmaktadır. Bulgularımız, motor lif yoğunluklu diğer sinir demetlerine göre, sural
sinirdeki duyusal sinir liflerinin lidokaine daha duyarlı olduğunu işaret etmektedir.
Anahtar kelimeler: Sural sinir, Bileşik aksiyon potansiyeli, Sukroz gap, Na+ kanalları,
Lidokain
- 54 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 30
DİYABETİK VE TRAVMATİK NÖROPATİDEKİ GELİŞMENİN TERMAL VE
DİNAMİK PLANTAR TESTLERLE BELİRLENMESİ
1. İsmail GÜNAY*
2. Tufan MERT
3. Işıl ÖCAL
4. Mustafa GÜVEN
5. Leyla ŞAHİN
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Periferik sinir sistemindeki sinirlerin hasara uğraması ya da yapının bozulması nöropati olarak
isimlendirilen olguların ortaya çıkmasına neden olur. Bozukluk ya da hasar, sinir hücrelerine
kan dolaşımının ulaşmasını engelleyen ve yetersiz beslenmesine yol açan, sinir hücrelerinin
liflerinde yalıtıcı rol oynayan maddeleri etkileyen diyabet gibi hastalıklardan ve ezilme gibi
fiziksel travmalardan kaynaklanabilir. Mekanizması tam olarak aydınlatılamayan ve tedavisi
çok zor olan nöropatinin daha iyi anlaşılıp etkili tedavi seçenekleri geliştirmek için çeşitli
hayvan modelleri ile yeni teknikler kullanılarak çalışmalar yapılmaktadır.
Bu çalışmanın amacı sıçanlarda Streptozotocin enjeksiyonu (i.v) ile oluşturulan diyabetik
nöropati ve siyatik sinirin mekanik ezilmesiyle ortaya çıkan nöropatinin gelişim sürecini
belirlemek, farklılıklarını ortaya koymak ve bu modeller kullanılarak yapılacak deneysel
araştırmalar için projeksiyonlar yapmaktır.
Nöropatinin gelişimi termal plantar test ve dynamic plantar test kullanılarak 8 hafta boyunca
yapıldı. Termal ve mekanik uyarı sonrasında sıçanların pençelerini uyarandan çekme süreleri
ölçülerek sıçanlarda termal latans (termal hiperaljezi veya hipoaljezi) ve mekanik eşik
(mekanik allodini) parametrelerindeki değişiklikler araştırıldı.
Diyabetik sıçanlarda ilk haftada ortaya çıkan termal hiperaljezi (latansın kısalması) 8 hafta
boyunca varlığını sürdürdü. Siyatik sinirleri ezilen sıçanlarda ise ilk haftalarda oluşan
hipoaljezi (latansın uzaması) ilerleyen haftalarda normal değerine yaklaştı.
Mekanik allodini (mekanik eşiğin azalması) diyabetik sıçanlarda 8 hafta boyunca gözlenirken,
siniri ezilmiş sıçanlarda çok belirgin olan eşik değerdeki azalma ilerleyen haftalarda artarak
ortadan kalktı.
Çalışmadan elde edilen bulgular, diyabet ve sinir ezilmesi sonrasında ortaya çıkan nöropati
gelişimlerinin birbirinden oldukça farklı olduğunu göstermektedir. Diyabetik nöropatide
giderek ağırlaşan bir tablo söz konusu iken, sinir ezilmesi sonrasında görülen ve
dejenerasyon-rejenerasyon süreciyle yakından ilgili olan nöropati modelinde ise deneysel
çalışmaların yapılabilmesi için zaman aralığının oldukça sınırlı olduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: Diyabet; Sinir ezilmesi; Nöropati; Termal test; Mekanik test
- 55 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 31
KANSER GELİŞİM SÜRECİNDE CD38 ANLATIMI
1. Leyla Türker ŞENER*
2. Özlem COŞKUN
3. Işıl ALBENİZ
4. Rüstem NURTEN
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Yüzey antijeni CD38, hücre farklılaşması ve aktivasyonu gibi önemli olaylarda rol oynayan
enzimatik ve reseptör görevi üstlenmiş çok fonksiyonlu bir enzimdir. CD38’in; memelilerdeki
NAD+ glikohidrolaz etkinliğinin başlıca sorumlusu olduğu gösterilmiştir. Ökaryotlarda NAD
glikohidrolaz enzim sınıfının çoğu temsilcisinin membrana bağlı olduğu, bazılarının ise hücre
membranının dış yüzeyinde yer aldığı görülür. CD38 bu tür ekto enzimlerin bir temsilcisi
olarak tanımlanmıştır. Özellikle eritrositlerde, CD38 anlatımına yol açan protein faktörleri
olarak bilinen iltihap interlökin grubu ile de yakından ilişkilidir. İltihap interlökinleri ya da
sitokinlerinin kanser hücresi, konakçı organizma ilişkilerinde önemli bir rol oynadıklarına
işaret eden bulgular mevcuttur. Çeşitli neoplastik hücre soylarının bu tür sitokinleri
salgıladıkları bilinmektedir. Bu nedenle, söz konusu sitokinler tümör belirteci olarak ve
hastalığın prognostik değerlendirmesinde artan yaygınlıkta kullanılmaktadır. Kanser
hücresinin salgıladığı bu sitokinler otokrin etkilerinin ötesinde lökositlerin çevrede
toplanmasına ve bununla ilişkili olarak iltihaba yol açarak ve tümör bağlantılı damarlarda
oynadıkları rol üzerinden tümör sürecinin ilerlemesine katkıda bulunabilmektedir.
Sitokinlerin tümör fizyopatolojisi açısından bu çelişkili etki mekanizmaları CD38’in kanser
sürecine bağlı anlatımında dikkate değer bir özellik olarak öne çıkmaktadır.
Kontrol grupları ile karşılaştırmalı olarak kanserli hastaların eritrositlerindeki CD38 bağlantılı
enzimatik aktivite araştırılmış ve kanserli gruplarda NAD glikohidrolaz aktivitesinde
yükselme olduğu belirlenmiştir. Farklı hastalık grupları ve değişik kanser türlerinin
kullanıldığı bu çalışmada eritrositlerdeki NAD+ glikohidrolaz ve ADP-ribozil siklaz
etkinliklerinde anlamlı bir şekilde artış saptanmıştır. Bu bağlamda yaptığımız çalışmada;
CEA ve anemi değerlerinin yüksek olduğu vakalarda CD38 ekspresyonunun artış göstermesi
CD38’in prognostik bir marker olarak tanımlanabileceğini akla getirmiştir.
Anahtar kelimeler: CD38, NAD+, ADP-ribozil siklaz, anemi
- 56 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 32
UZUN SÜRELİ ELF MANYETİK ALAN UYGULAMASININ SIÇAN KEMİĞİNİN
HİSTOLOJİK YAPISI VE BİYOMEKANİKSEL ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE
ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI
1. M. Zülküf AKDAĞ*
2. Süleyman DAŞDAĞ
3. Nurten ERDAL
4. Hüseyin BÜYÜKBAYRAM
5. Serkan GURGUL
Dicle Tıp Fak., Biyofizik AD, Diyarbakır
Dicle Tıp Fak., Biyofizik AD, Diyarbakır
Mersin Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Dicle Tıp Fak., Patoloji AD, Diyarbakır
Mersin Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Kemik dokusu vücuttaki iskelet sisteminin biyomekaniksel fonksiyonlarını kontrol eden
kollajen bir ağ tarafından güçlendirilen bir mineral matriksten meydana gelmiştir. Sunulan
çalışmanın amacı, sıçan kemik dokusunun biyomekaniksel özellikleri ve histolojik yapısına
düşük frekanslı (ELF) manyetik alanın uzun süreli uygulanmasının olası etkilerini
araştırmaktır. Çalışmada kullanılan 30 erkek Sprague-Dawey sıçan üç gruba bölündü. Birinci
ve ikinci deney grubuna sırasıyla 100 µT ve 500 µT ELF manyetik alan 10 ay boyunca günde
2 saat uygulandı. Üçüncü grup sham grubu olup bu gruptaki sıçanlara ELF manyetik alan
uygulaması haricinde deney grubu ile aynı uygulamaya maruz bırakıldı. ELF manyetik alan
ve sham uygulamasından sonra kemiğin dayanıklılık ve Young Modülü, kemikte depolanan
enerji, sertlik, femurun uzama miktarı, femur kemiğinin kırıldığı maksimum kuvvet ve femur
kemiğinin kortikal kesit alanı gibi biyomekaniksel parametrelerdeki değişim ve kemiğin
histolojik yapısındaki değişiklikler tespit edildi. Yapılan biyomekaniksel analiz sonucunda,
100 µT manyetik alana maruz kalan sıçanların femur kemiğinin kortikal kesit alanının sham
ve 500 µT manyetik alana maruz kalan sıçanlara göre anlamlı bir şekilde azaldığı saptandı
(P<0.05 ve P<0.001) . Bununla birlikte, diğer biyomekaniksel parametreler açısından gruplar
arasında anlamlı bir değişim olmadığı belirlendi (P>0.05). 500 µT ELF manyetik alana
maruz kalan sıçanların femur kemik dokusundaki osteoblastik aktivitenin sham grubuna göre
arttığı gözlendi. Sunulan çalışmada yapılan deneyler, uzun süreli 100 µT ELF manyetik alan
uygulamasının sıçanların kortikal kemik kalitesini ve kemik sertliğini etkiliyebileceğini ayrıca
500 µT ELF manyetik alan uygulamasının ise sıçan kemiğinin osteoblatik aktivitesini
artırabileceğini göstermiştir.
Anahtar kelimeler: ELF manyetik alan, Kemik, Biyomekanik, osteoblastik aktivite.
- 57 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P – 33
PROGRAMLANABİLİR SİNİR KAS STİMULATÖRÜ
1. Murat PEHLİVAN*
Ege Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD., İzmir
Sinir ve kasların elektrik akımıyla uyarılması tanı veya tedavi amacıyla sıklıkla kullanılan bir
yöntemdir. Bu amaçla çeşitli özelliklerde ve modellerde pek çok stimulatör geliştirilmiştir.
Ticari olarak mevcut sinir kas stimulatörleri birbirine benzeyen çıkış özelliklerine sahiptir. Bu
stimulatörlerde genellikle frekansı 100 Hz’i puls genişliği 400 mikrosaniyeyi geçmeyen tipte
pulslar üretilir.
Periferik bir siniri elektrik akımıyla etkili ve ağrısız bir şekilde uyarabilmek için o sinire ait
reobaz ve kronaksi değerleri hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Şiddet aynı kalmak
koşuluyla uyarı pulsunun süresi uzadıkça daha çok sinir lifi etkilenir ve yavaş ileten lifler de
etkilendiği için ağrı oluşur. Ağrı oluşması istenmeyen bir durumdur ve bu nedenle yüksek
şiddetli fakat kısa süreli pulslardan oluşan elektrik uyarıları tercih edilir. Ağrısız veya az ağrı
oluşturacak bir şekilde myelinsiz sinir liflerinin de uyarılması, mekanizmaları henüz tam
açıklanmamış pek çok refleks sistemi de etkileyebilecektir. Bu amaçla yüksek genlikli fakat
dar puls genişliği olan uyarıların arasına geniş pulsların da sıkıştırılabileceği programlanabilir
özel bir stimulatöre ihtiyaç duyulmuştur. Böylece hissedilen ağrı azalmaktadır.
Geliştirilen stimulatörün sabit akım formunda kare dalga verebilen iki bağımsız çıkışı vardır.
Her bir çıkışta birbirini takip eden beş farklı puls paketi programlanabilmektedir. Her puls
paketinin frekansı, puls genişliği, monofazik mi yoksa bifazik mi olduğu, pulsun ilk kısmının
yönü ile o pulsun kaç adet tekrarlanacağı programlanabilmektedir. Ayrıca kullanıcı tarafından
her çıkışın genliği en yüksek değeri %0 ile %100 arasında olacak şekilde ayarlanarak, genlik
artışı, azalışı, bekleme ve puls uygulama süreleri de 0-99 saniye arasında değişecek şekilde
programlanabilmektedir.
Stimulatörde birbiri ile iki yönlü haberleşebilen üç adet mikrokontrolör kullanılmıştır.
Bunlardan iki tanesi (PIC 16F628A-20 MHz) pulsun genişliğini, frekansını ve dalga tipini
üretmektedir. Üçüncü mikrokontrolör (PIC16F877A-20MHz) ise diğer iki mikrokontrolörü
yöneterek onlara ekranından programlanmış olan parametrelerini göndermekte ve çıkış
genliklerini ayarlamaktadır. Bu mikrokontrolöre bir adet 2x16 karakter LCD ekran ile kontrol
düğmeleri de bağlıdır.
Stimulatörün çıkışları 0-40 mA arasında sabit akım verebilen transformatörler ile izole
edilmiştir. Mikrokontrolörlerin yazılımı PicBasic derleyicisi kullanılarak hazırlanmıştır.
Bu stimulatörün klinikte etkinliği henüz deneme aşamasındadır.
Anahtar kelimeler: myelinli sinir lifi, elektrik uyarı, mikrokontrolör, kronaksi, bifazik uyarı
- 58 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 34
SIÇAN SURAL SİNİR DEMETLERİNDE AKSİYON POTANSİYELLERİNİN VE K+
KANAL BLOKERLERİNE YANITLARININ ARAŞTIRILMASI
1. Mustafa GÜVEN*
2. İbrahim KAHRAMAN
3. İsmail GÜNAY
4. Leyla ŞAHİN
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Çukurova Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Adana
Sural sinirlerin, yaklaşık %90 oranında duyusal sinir lifleri içerdiği bilinmektedir. Ayrıca
sural sinirlerde, aksiyon potansiyeli oluşumuna etkili bazı iyon kanal alttiplerinin varlığı
nedeniyle diğer periferik sinir demetlerinden farklı elektrofizyolojik özellikler
görülebilmektedir. Bu çalışmada, daha önce siyatik sinir demetleriyle yaptığımız çalışmaların
devamı olarak, sıçan sural sinirinin elektrofizyolojik özelliklerini ve K+ kanal blokerlerinin
aksiyon potansiyeli iletimine etkilerini araştırdık.
Deneyler, Wistar türü sıçanlardan izole edilen sural sinir demetlerinde sukroz-gap tekniği
kullanılarak yapıldı. Sural sinirler sukroz-gap aparatına yerleştirildikten sonra, tek (tonik) ve
10-40-100Hz (fazik) frekanslarında supramaksimal uyarılar ile bileşik aksiyon potansiyelleri
(BAP) kayıtlandı. Daha sonra sinir Krebs+2 mM 4-aminopyridine (4-Ap) çözeltisi ile 30 dak.
süreyle perfüze edildi. Aynı deney protokolu 4-AP+10 mM Tetraethylammonium (TEA) için
de uygulandı. Deneyler 23-24oC sıcaklıkta yürütüldü.
Sural sinirlerin (n=12) BAP genlikleri ortalama 34,9±4,3 mV, yükselme süreleri 836,3±55,5
µs, ½ düşme süresi ise 816,3±55,5 µs ve iletim hızı ise 11,2±0,6 m/s olarak belirlendi. 4-Ap
uygulamasından sonra sural sinirlerin BAP genliğinde anlamlı değişim olmazken, BAP
yükselme ve ½ düşme süreleri uzadı ve 12,6±1,3 mV luk gecikmiş depolarizasyon oluştu. 4Ap+ TEA ise BAP genliğini azatarak ve BAP süresini uzattı (P<0.05).
Araştırma sonuçları, sural sinir BAP parametrelerinin ve K+ kanal blokerlerine verdiği
yanıtların, motor lif yoğunluğu fazla sinir demetlerine göre önemli farklılıkları olduğunu
işaret etmektedir. Özellikle gecikmiş depolarizasyon genliğinin sural sinirde yüksek olması,
bu sinirde yavaş kinetikli Na+ kanal akımlarının yoğunluğunu gösteren önemli bir bulgu
olarak değerlendirilebilir. Sonuç olarak, sural siniri oluşturan sinir liflerinden (özellikle
afferent cuteneous) kaynaklanan yavaş kinetikli Na+ akımlarının sural sinirlerde BAP
iletiminde etkili önemli bir faktör olduğu düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Sural sinir, bileşik aksiyon potansiyeli, TEA, 4-Ap, sukroz gap, iyon
kanalları
- 59 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 35
SÜLFİTİN BEYİN VE RETİNA DOKULARINDA ANTİOKSİDAN SAVUNMA
SİSTEMLERİNDE OLUŞTURDUĞU DEĞİŞİKLİKLER
1. Piraye YARGIÇOĞLU
2. Narin DERİN
3. Nihal ÖZTÜRK*
4. Aysel AĞAR
5. Deniz AKPINAR
6. Mutay ASLAN
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Fizyoloji AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Akdeniz Üni., Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Sülfit bisküvi, salam, çikolata gibi yiyeceklerin, şampanya, şarap ve bira gibi alkollü
içeceklerin ve ilaçların hazırlanmasında yaygın olarak kullanılmakta, ayrıca sülfür içeren
aminoasitlerin ve diğer sülfür içeren bileşiklerin vücuttaki katabolizması sırasında da
oluşmaktadır. Çevre kirliliğinin de önemli bir bileşeni olan SO2 gazının inhalasyonla alınması
sonucu, bronkokonstriksiyon, alveol hiperplazisi, akciğer ödemi, akciğer kanserine yatkınlık
gibi pek çok direk etkisi gösterilmiştir. Genetik olarak sülfit oksidaz eksikliği olan hastalarda
yapılan çalışmalarda, endojen sülfite maruz kalma sonucu şiddetli nörolojik disfonksiyon,
mental gerilik, beyin gelişiminin yavaşlaması ve erken ölümle karakterize olan vakalar tespit
edilmiştir. Bu bilgiler ışığında, sülfit içeren yiyeceklerin tüketiminin arttığı günümüzde insan
sağlığının olumsuz yönde etkilenebileceği beklenen bir sonuçtur. Bu nedenle, çalışmamızda
besin yoluyla alınan SO2’nin etkilerinin biyokimyasal parametreler yardımıyla aydınlatılması
hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda her grupta 15 adet 3 aylık Wistar erkek sıçan
bulunmak üzere 2 grup [Kontrol (K), sülfit verilen grup (S),] oluşturulmuştur. 35 gün boyunca
260 mg/kg/gün dozunda sülfit gavajla verilmiştir. Deney süresinin sonunda üretan anestezisi
altında sıçanlar feda edilerek çıkarılan beyin ve retina dokularında TBARS, glutatyon
peroksidaz (GSH-Px), süperoksid dismutaz (SOD ), katalaz ( KAT ), nitrit, nitrat düzeyleri
ölçülmüştür. Sülfitin beyin ve retina TBARS’ını arttırdığı retina nitrit ve nitrat değerlerini
azalttığı tespit edilmiştir. Sülfit uygulanan grupta beyin dokusunda SOD aktivitesinde artış,
GSH-Px aktivitesinde azalma olduğu, retina dokusunda ise katalaz aktivitesinin azaldığı,
GSH-Px aktivitesinin ise değişmediği saptanmıştır. Projenin sonuçları değerlendirildiğinde,
diyetle alınan sülfitin olumsuz etkileri olabileceği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: sodyum metabisülfit, lipid peroksidasyon, antioksidan sistem
- 60 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 36
SİMVASTATİNİN FARKLI SIÇAN İSKELET KASLARI ÜZERİNE OLAN
ETKİLERİNİN SPEKTROSKOPİK VE ELEKTROFİZYOLOJİK YÖNTEMLERLE
ARAŞTIRILMASI
1. Nihal ŞİMŞEK ÖZEK*
2. İsmail Burak BAL
3. Emre ESEN
4. Yıldırım SARA
5. Rüştü ONUR
6. Ökkeş YILMAZ
7. Feride SEVERCAN
ODTÜ, Fen-Edebiyat Fak., Biyoloji, Ankara
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Tıbbi Farmakoloji AD, Ankara
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Tıbbi Farmakoloji AD, Ankara
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Tıbbi Farmakoloji AD, Ankara
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Tıbbi Farmakoloji AD, Ankara
Fırat Üniv., Fen-Edebiyat Fak., Biyoloji, Elazığ
ODTÜ, Fen-Edebiyat Fak., Biyoloji, Ankara
Statinler hiperkolestoroleminin tedavisinde en yaygın kullanılan ilaçtır. İskelet kasları vücutta
kolesterol sentezinin en az olduğu dokulardan biridir. Statinlere ait en sık yan etkilerin
miyalji, myopati ve rabdomyoliz olması bu nedenden kaynaklanabilir. Bu çalışmada statin
grubundan olan simvastatinin iskelet kası üzerindeki kronik etkileri incelendi.
Sıçanlara 1 ay boyunca gavaj ile 50 mg/kg simvastatin tedavisi uygulandı. Statin tedavisi
sonrası farklı kas lif tipleri içeren ekstansor digitorum longus (EDL, hızlı kasılan, glikolitik,
tip II) ve soleus (yavaş kasılan, oksidatif, tip I) ve diyafram (karışık lifler) kasları izole edildi.
Kaslarda söz konusu ilacın moleküler düzeyde meydana getirdiği değişiklikleri saptamak için
Fourier Dönüşüm Kızılötesi (FTIR) ve Attenuated Total Reflektans (FTIR) spektroskopi
teknikleri kullanıldı. Ayrıca kasların kontraktil ve elektrofizyolojik özellikleri incelendi.
Simvastatin sıçanların ağırlık, yiyecek, su alımlarını ve serum kolesterol düzeylerini azalttı
(P<0.05). Simvastatin her üç kasda da lipid, protein, nükleik asit ve glikojen miktarlarını
azalttı, membran akışkanlığını arttırdı ve membran lipidlerini daha düzenli hale getirdi.
Simvastatin tüm kaslarda elektriksel uyarı ile oluşturulan tetanik kasılmaların kuvvetlerini
azalttı (P<0.05). Yüksek K+ ve kafein ile oluşturulan kontraktürler kontrollere göre farkılılık
göstermedi. Kronik simvastatin uygulaması diyafram kaslarında istirahat membran
potansiyelerini ve minyatür son-plak potansiyel frekanslarını etkilemedi. Simvastatin sonrası
aksiyon potansiyel amplitüdleri arttı, devam süresi ve ‘decay time’ uzadı (P<0.05). Her üç kas
arasında simvastatinden en çok EDL kasının etkilendiği saptandı.
Bu bulgular simvastatinin iskelet kasında enerji ve yapı elemanlarının üretimini azaltarak
kontraktiliteyi bozabildiğini göstermiştir. Aksiyon potansiyellerindeki uzama ise azalmış K+
kanal aktivitesi ile kasın azalmış kontraktiliteyi kompanse etmeye çalıştığını
düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: FTIR spektroskopisi, simvastatin, iskelet kası, aksiyon potansiyeli,
kasılma kuvveti
- 61 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 37
KORTİKAL BÖLGELER ARASINDAKİ ETKİLEŞİMLERİN/BİLGİ AKIŞININ
ÇOKLU DEĞİŞKENLİ PARAMETRİK MODEL KULLANILARAK İNCELENMESİ:
EEG SİMÜLASYONU
1. Nurhan ERBİL*
2. Pekcan UNGAN
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD., Ankara
Hacettepe Üniv. , Tıp Fak., Biyofizik AD., Ankara
Nörofizyolojik sinyallerin (EEG, EMG, MEG) analizinde; görevsel eşleşmelerin belirlenmesi,
aralarındaki etkileşimin gücünün, simetri özelliklerinin incelenmesi büyük bir önem
taşımaktadır. Bilişsel fonksiyonlar sırasında, pek çok kortikal bölge bir ağ şeklinde
örgütlenmekte, benzer dinamik konumdaki nöron gruplarının bir araya gelmesiyle oluşan
nöron toplulukları senkronize osilasyonlar yapmaktadır. Bu anlamda EEG/MEG verileri, eş
zamanlı, çok kanallı kayıt alınabildiği için ön plana çıkmakta, karşılıklı etkileşimlerin
belirlenebilmesi için çiftler halinde ele alınan sinyallerde, zaman alanında çapraz korelasyon,
frekans alanında koherens gibi simetrik, çapraz büyüklükler kullanılmaktadır. Ancak
incelenen sistemde ikiden daha fazla bölge asimetrik ve /veya zincirleme bağlantılar içeriyor
olabilir. Bu kapsamda, Wiener’in, nedenin etkiden önce gözlemleneceği varsayımına
dayanan; neden ve etkinin gözlendiği sinyaller arasındaki ilişkiyi ifade eden, zamansal
serilerin lineer stokastik modeli üzerinden nedenselliği istatistiksel olarak tanımlayan Granger
nedenselliği gündeme gelmekte; kurulan model, sinyaller-arası ilişkilerdeki olası asimetrileri
gösterebilmektedir. Granger nedenselliğinin ikiden fazla sinyalde, frekans alanında
tanımlanmasına dayanan, sisteme ait parametrik MVAR (Multivariate Autoregressive)
modelleri kullanan DTF (Directed Transfer Function) ve PDC (Partial Directed Coherence)
yöntemleri, çok kanallı sistemlerde, ağ etkileşimlerinin belirlenebilmesi için yeni bir yaklaşım
olarak önerilmektedir. Sunulan ön çalışma kapsamında, literatürdeki bir çalışmada yapılan
EEG simülasyonları ele alındı ve, bu yöntemler, korteksin bir yanındaki somatosensoryel alan
ile diğer yanındaki somatomotor alan arasındaki nöral iletişimin EEG ye yansıması
konusunda yapacağımız bir çalışma için kullanılabilirlikleri bakımından değerlendirildi. EEG
aktivitesinin yayılışının, farklı skalp konumlarında ölçülen sinyaller arasındaki faz ilişkisi ile
belirlendiği göz önüne alındığında, söz konusu yöntemlerin, incelenen simülasyonlar
kapsamında, görevsel eşleşmelerin belirlenmesinde etkin olduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: EEG, görevsel eşleşme, Granger nedenselliği, yönlendirilmiş transfer
fonksiyonu (DTF), yönlendirilmiş parsiyel koherens (PDC)
- 62 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 38
İNSAN DOPAMİN TAŞIYICISINDA FONKSİYONEL TETRA-SİSTEİN
ETİKETLEME BÖLGELERİNİN SAPTANMASI
1. Oya ORUN*
2. Soren G.F. RASMUSSEN
3. Beki KAN
4. Ulrik GETHER
Marmara, Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
Kopenhag, Farmakoloji, Mol. Nörofarm., Kopenhag
Marmara, Tıp Fak, Biyofizik AD, İstanbul
Kopenhag, Farmakoloji, Mol. Nörofarm., Kopenhag
Dopamin taşıyıcı protein(DAT) nöronal iletimde salınan dopaminin hızlı bir şekilde
presinaptik terminale geri alımını düzenleyen bir membran proteinidir. Bu protein serotonin
(SERT), norepinefrin (NET), γ-aminobutirik asit (GABA), glisin ve kreatin taşıyıcılarını da
içeren Na+/Cl- -bağımlı taşıyıcılar ailesinin bir üyesidir. Membranı kateden 12 transmembran
bölgesi bulunması nedeniyle yüksek çözünürlüklü yapı çalışmalarının mümkün olmadığı bu
proteinlerin yapı ve işlev mekanizmaları ancak dolaylı yöntemlerle açıklığa
kavuşturulabilmektedir. Bu amaçla sıklıkla floresan işretli proteinlerden yararlanılmaktadır.
Bu çalışmada, son zamanlarda yaygın olarak kullanılmaya başlayan bir floresan işaretleme
sistemi olan FlAsH boyama yöntemini uygulamak amacıyla, bu yöntem için gerekli tetrasistein etiketlerinin proteine klonlanması amaçlandı. Klonlama yapay restriksiyon enzim
kesim bölgelerinin yerleştirilmiş olduğu sentetik DAT (SynDAT) üzerinde yönlendirilmiş
mutagenez veya iki basamaklı PZR kullanılarak gerçekleştirildi. Tetra-sistein etiketi hem
kısa, hem de daha kararlı yapıda olduğu gösterilen uzun formu olmak üzere proteinin değişik
noktalarına eklendikten sonra proteinin işlevi dopamin gerialım testleriyle kontrol edildi.
Gerialım testleri 2,5,6-[3H]-dopamin (7-21 Ci/mmol) varlığında ve dopamin yıkımını önleyici
catechol-O-methyltransferase inhibitor (COMT) kullanılarak gerçekleştirildi.
Yapılan çalışma sonucunda oluşturulan yedi konstrakttan yalnızca N-ucu ve 511 no'lu
pozisyon olmak üzere iki bölgede proteinin aktivitesini koruduğu belirlendi. Her iki pozisyon
için de yüzey expresyonu rodamin etiketli JHC 1 -64 kullanılarak test edildi. Bu iki aktif
taşıyıcı formu FlAsH boyama tekniğinin denenmesinde kullanılacaktır.
Teşekkür: Oya Orun TÜBİTAK Beyin Araştırmaları Derneği tarafından Seyahat ve Eğitim
Bursu ile desteklenmiştir.
Anahtar kelimeler: dopamin, dopamin taşıyıcı, Flash, floresan görüntüleme, yönlendirilmiş
mutagenez
- 63 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 39
DİYABETİN KEMİK DOKUSU ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN FTIR
MİKROSPEKTROSKOPİSİ YÖNTEMİYLE İNCELENMESİ
1. Özlem BOZKURT*
2. Mehmet Dinçer BİLGİN
3. Nancy Pleshko CAMACHO
ODTÜ, Fen-Edebiyat Fak., Biyoloji, Ankara
Adnan Menderes Üniv. Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Hospital for Special Surgery, Araştırma Bölümü Mineralize Doku
laboratuarı, New York
4. Adele BOSKEY
Hospital for Special Surgery, Araştırma Bölümü Mineralize Doku
laboratuarı, New York
5. Feride SEVERCAN
ODTÜ, Fen-Edebiyat Fak., Biyoloji, Ankara
Diyabet, hiperglisemi ile karakterize edilen metabolik bir hastalık olup, vücutta insülinin az
salgılanması ya da salgılanan insülinin metabolik etkisinin azalmasından kaynaklanır.
Hastalığın etkileri başta beyin, kardiyovasküler sistem, böbrekler, göz ve karaciğer olmak
üzere pek çok organ ve sistem üzerinde görülmektedir. Boşaltım sisteminde oluşan
aksaklıklar sonucunda kalsiyum emiliminin azalması ve atılımının artması; D vitamini
metabolizmasının bozulması ve insülinin yeni kemik oluşumunu destekleyen etkisinin ortadan
kalkması gibi nedenlerle hastalıkta yeni kemik dokusu oluşumu olumsuz bir şekilde
etkilenmektedir. Bu nedenle, diyabet hastalığında kemik doku dönüşümünün azaldığı ve
kemiklerin güçlerini kaybettikleri gösterilmiştir. Diyabetin kemik oluşumu üzerindeki etkileri
araştırılmış olmasına rağmen literatürde kemik dokusu mineral içeriğinde hastalıkta görülen
değişimlerle ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Bu çalışma ile diyabetin kemik dokusu
üzerindeki etkilerinin moleküler olarak araştırılması ve bu alandaki eksikliklerin giderilmesi
amaçlanmaktadır.
Bu çalışmada Streptozotosin (STZ) enjeksiyonu ile tip 1 diyabet modeli oluşturulmuş
sıçanlarda diyabetin femur dokusunda meydana getirdiği moleküler değişiklikler Fourier
Dönüşüm Kızılötesi (FTIR) mikrospektroskopisi tekniği ile araştırılmıştır. Kemik
dokularından alınan kesitler FTIR mikrospektroskopisi tekniği ile incelenerek değişik
patolojik bölgelerden spektral haritalar elde edilmiştir. Elde edilen spektral haritalar ISys
görüntü analiz programı kullanılarak incelendi; kemik dokularının hastalık durumunda
mineral içeriklerindeki değişimler, protein oranlarındaki değişimler, protein yapılarındaki
olası çapraz bağlanmalar, mineral içeriklerinin kristalize olma oranları araştırıldı. Elde edilen
sonuçlar istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Anahtar Kelimeler: Diyabet, kemik, mineralizasyon, FTIR mikrospektroskopisi
- 64 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 40
İNSAN SERUMUNDAN NAD+ GLİKOHİDROLAZ’IN SAFLAŞTIRILMASI
1. Özlem COŞKUN*
2. Rüstem NURTEN
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
İstanbul Üniv., İstanbul Tıp Fak., Biyofizik AD, İstanbul
NAD+ glikohidrolaz, NAD+ nin nikotinamit ve ADP-riboza hidrolizini katalizleyen bir
enzimdir. Ökaryotlarda NAD+ glikohidrolaz enzim sınıfının çoğu temsilcisinin membrana
bağlı olduğu, bazılarının ise hücre membranın dış yüzeyinde yer aldığı görülür. Bu tür ektoNAD+ glikohidrolaz enzimleri arasından öne çıkan CD38 uzun yıllar insan lenfosit yüzey
antijenlerinin bir temsilcisi olarak tanınmıştır. Ancak, 1990’lı yıllarda Aplysia californica
siklik ADP-riboz(cADP-riboz) sentetaz enzimi ile CD38 yüzey antijenin birincil yapıları
arasında saptanan büyük benzerlik üzerine başlatılan çalışmalar CD38‘ inde cADP-riboz
sentetaz, ayrıca cADP-riboz hidrolaz ve NAD+ glikohidrolaz etkinliklerine sahip olduğunu
ortaya koymuştur. CD38, bunun ötesinde, memelilerdeki başlıca NAD+ glikohidrolaz olarak
belirlenmesinin ve değişik dokulardaki NAD+ glikohidrolaz etkinliğinin başlıca sorumlusu
olduğunu gösterilmiştir.
Serumdan NAD+ gliohidrolaz enziminin saflaştırılması amacıyla sağlıklı bireylerden elde
edilen serum; sırasıyla amonyum sülfat çöktürmesi, Cibacron Mavisi 3GA, Sephadex G100(moleküler elek kromatografisi), elekro odaklama işlemlerine tabi tutularak
saflaştırılmaya çalışıldı. Saflaştırma işlemi sonrası elde edilen kesimlerin SDS-PAGE analizi
sonrası ~39.000 Dalton molekül ağırlıklı bir protein saf olarak elde edildi. Saflaştırma sonrası
NAD+ glikohidrolaz enziminin başlangıç kesimine oranla 483 kat artmış ve saflaşmanın %1
verimle gerçekleşmiş olduğu bulundu.
Anahtar kelimeler: Serum, NAD+, glikohidrolaz, SDS-PAGE
- 65 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P – 41
FARE KOHLEAR ÇEKİRDEĞİNDEKİ OCTOPUS NÖRONLARIN SOMA VE
DENDRİTLERİNDE İYON KANALLARININ DIŞI-DIŞARDA YAMA KENETLEME
KONFİGÜRASYONUYLA İNCELENMESİ
1. Ramazan BAL*
2. Gıyasettin BAYDAŞ
Fırat Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD., Elazığ
Fırat Üniv., Tıp Fak., Fizyoloji AD., Elazığ
İşitme sinirinin ateşleme paterninde kodlanan işitsel bilgiler önce kohlear çekirdekte entegre
edilir ve bazı yolaklarla beynin daha üst işitme merkezlerine iletilirler. Kohlear çekirdeğinde
bulunan octopus sinir hücresinin olağandışı biyofiziksel özelliklerinden ve özel anatomik
organizasyonundan dolayı, işitme sinir liflerindeki eşzamanlı ateşlenmeleri algılayarak hatasız
olarak kontralateral süperiyor paraoliver çekirdeği ve lateral lemniskusun ventral çekirdeğine
bildirirler. Daha önceki çalışmalarımda Tüm Hücre Yama Kenetleme (whole-cell patch
clamp) konfigürasyonuyla düşük ve yüksek eşik değerlikli potasyum kanalı (Bal ve Oertel,
2001) ve hiperpolarizasyon ile aktifleşen karışık katyon kanalı (Bal ve Oertel, 2000) ve
kalsiyum kanallarının (Bal ve Oertel, 2007) kinetik ve farmakolojik karekterizasyonu
yapılmıştır. Bu söz konusu iyon kanallarının soma ve dendritlerde değişik yoğunluklarda
bulunup bulunmadığı ve dolayısıyla aktif kablo teorisi Dışı-Dışarda Yama Kenetleme
(Outside-out patch clamp) konfigürasyonuyla incelenmesi amaçlanmıştır.
Octopus nöron somasından 92 adet Outside-Out yama kaydı yapılmıştır. Bu yama
kayıtlarından 82’ünde hem dentrotoksin ile durdurulabilen düşük eşik değerlikli potasyum
akımı hem de ZD7288 ile durdurulabilen hiperpolarizasyon ile aktifleşen karışık katyon
akımı, beşinde sadece düşük eşik değerlikli potasyum akımı, dördünde sadece
hiperpolarizasyon ile aktifleşen karışık katyon akımı ve birinde ise tetradoksin ile
durdurulabilen konvensiyonel sodyum akımı belirlenmiştir. Sadece 4-6 MOhm’luk tip
rezistansına sahip pipetler kullanılmasına karşın, özellikle potasyum akım yoğunluğu
yamadan yamaya çok değişkenlik gösterdiği belirlenmiştir. Bu ise iyon kanallarının üzüm
salkımı gibi gruplar halinde bulunduğuna işaret edebilir.
Anahtar kelimeler: Patch clamp, iyon kanalları, kohlear çekirdek, octopus nöronu, işitme
yolağı.
- 66 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 42
TAMOKSİFEN’İN KARDİYAK İSKEMİ/REPERFÜZYON HASARINA
ANTİARİTMİK VE ANTİOKSİDAN ETKİLERİ
1. Rauf Onur EK *
2. Yüksel YILDIZ
3. Serpil ÇEÇEN
4. Tülay KAVAK
5. Çiğdem YENİSEY
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Fizyoloji AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Fizyoloji AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Fizyoloji AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyokimya AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyokimya AD, Aydın
Östrojen üreme organlarının yanında sinirim sistemi, dolaşım sistemi sinir sistemi gibi birçok
dokuyu da etkilemektedir. Menopoz sonucu östrojen miktarı azalmakta ve böylece
osteoporoz, sinir sistemi ve kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkma riski artmaktadır. Bu
çalışmanın amacı ooferektomili sıçanlarda tamoksifenin kardiyak iskemi/reperfüzyon (I/R)
hasarı modelinde antioksidan ve antiaritmik etkilerini incelemektir.
ADÜ Tıp Fakültesi Hayvan Etik Kurulu onayı alındıktan sonra eter anestezisi ile bilateral
ooferektomi uygulanan toplam 60 adet sıçan bir aylık sürenin sonunda her biri 15 sıçan içeren
toplam 4 gruba ayrıldı ve iki hafta süresince aşağıdaki tedaviler uygulandı. I: Kontrol II:
DMSO (1ml/kg) III: Tamoksifen (1mg/kg) IV: Tamoksifen (10mg/kg). Tedavilerin bitiminde
aritmi oluşturulması amacıyla sol ana koroner arter 7 dakika süreyle okluze edildi ve takip
eden 7 dakika süreyle kalp tekrar reperfüze edildi. Kan basıncı, kalp hızı ve EKG deney
süresince kayıt edildi. MDA, kreatin kinaz, glutatyon, glutatyon peroksidaz, glutatyon
redüktaz ve katalaz aktivitesi ölçümleri için kan alınarak sıçanlar sakrifiye edildi.
Tamoksifen ile tedavi edilen sıçanlarda I/R hasarı boyunca ortaya çıkan ventriküler taşikardi
yüzdesi ve süresi kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azalmıştır (p<0,05
ve p<0,01). Aynı şekilde I/R süresince ortaya çıkan ventriküler fibrilasyon yüzdesi ve süresi
tamoksifen ile tedavi edilen gruplarda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede az bulunmuştur (p<0,01 ve p<0,001).
I/R hasarı sonucu kontrol gruplarında MDA ve kreatin kinaz aktiviteleri seçici östrojen
reseptör modülatörleri ile tedavi edilen gruplara göre artarken (p<0,05) glutatyon ve
glutatayon peroksidaz aktiviteleri azalmış olarak saptanmıştır (p<0,05).
Tamoksifenin I/R hasarına karşı antiaritmik ve antioksidan etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle
menopoz sonrası kadınlarda iskemik kalp hastalığından koruma amacıyla kullanılabilinir.
- 67 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 43
PATTERNING LIVE BACTERIAL CELLS FOR BIOLOGICAL APPLICATIONS
1. Zhiyong SUO
2. Recep AVCI*
3. Paul RUGHEIMER
4. Xinghong YANG
5. Yves IDZERDA
6. David W. PASCUAL
Montana State Univ., Department of Physics, Bozeman
Montana State Univ., Department of Physics, Bozeman
Montana State Univ., Department of Physics, Bozeman
Montana State Univ., Veterinary Molecular Biology, Bozeman
Montana State Univ., Department of Physics, Bozeman
Montana State Univ., Veterinary Molecular Biology Bozeman
The immobilization of live bacterial cells in a controlled fashion in well-defined patterns such
as shown in the figure below will have many applications in biosensors, and in biomedical
and fundamental biological studies. The surface antigens, fimbriae and flagella of Salmonella
typhimurium and Escherichia coli and corresponding antibodies were used to demonstrate the
immobilization of live bacteria in well-defined patterns. The leashing of live bacterial cells
was achieved on antibody-modified substrates of gold, silicon and glass. The tendency of
bacterial cells to remain adhered (leashed) only to the antibody-modified areas was used to
fabricate microarray patterns whose size can be controlled down to submicron micron scale.
Patterns are generated with a focused ion beam milling system or a microplotter or with an
AFM tip. Cells patterned in this way retain their viability for long hours in a PBS buffer
solution and are capable of regeneration if incubated in a growth medium. These microarray
patterns can serve as prototype sensors which are able to capture targeted pathogens including
bacteria, virus and proteins. For example, we have already demonstrated the use of such
microarrays as a bacterial sorting system, in which a pre-targeted bacterial strain is captured
and isolated from a mixed culture of microorganisms. The technique offers a reliable
approach for fundamental microbiological research on the behavior of bacteria in an
immobilized mode, as microorganisms respond to environmental changes. For example, we
observed that individual S. typhimurium cells gradually adjust their orientation from a “lying
down” to a “standing up” position during regeneration, presumably trying to leave their
position in search of more food. In such a struggle, immobilized cells produce a larger
number of flagella as compared with planktonic cells, as confirmed by SEM and AFM
studies.
- 68 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 44
IMMOBILIZATION OF LIVE SALMONELLA ON ABIOTIC SURFACES
FOR AFM INVESTIGATION
1. Zhiyong SUO
2. Recep AVCI*
3. Laura KELLERMAN
4. Xinghong YANG
5. David W. PASCUAL
Montana State Univ., Department of Physics, Bozeman
Montana State Univ., Department of Physics, Bozeman
Montana State Univ., Department of Physics, Bozeman
Montana State Univ., Veterinary Molecular Biology, Bozeman
Montana State Univ., Veterinary Molecular Biology, Bozeman
High-resolution AFM images of gram-negative pathogenic Salmonella typhimurium reveal
the morphological features of bacterial cells, including CFA/I fimbriae with a diameter of
~3 nm, flagella with a diameter of ~11 nm, and the extracellular polymeric substance
surrounding the bacteria as shown in the figure below. The fine details of the CFA/I fimbriae
and the lipopolysaccharides decorating them are clearly resolved when imaged with
ultrasharp tips in tapping mode. For studies in liquid, however, it is necessary to immobilize
bacterial cells through some sort of “leash,” or cross-linker. Live S. typhimurium and their
adhesins were successfully immobilized through interactions between bacterial surface
antigens and their corresponding antibodies covalently linked to a substrate. Cells
immobilized in this way remain viable for hours in PBS buffer and are capable of
regenerating if incubated in a growth medium. Immobilized live S. typhimurium cells were
imaged in PBS buffer in contact mode and force-volume mode. This approach opens up new
fields of investigation, such as quantification of adhesin-receptor interactions, affinity
mapping and patterning of bacterial cells on surfaces.
- 69 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 45
INDOXACARB İNSEKTİSİTİNİN İSKELET KASI ELEKTRİKSEL AKTİVİTESİ
VE ULTRAYAPISI ÜZERİNE ETKİLERİ
1. Selma KORKUTAN*
2. Fatma SÖĞÜT
3. Ebru BALLI
4. Ülkü ÇÖMELEKOĞLU
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Histoloji ve Embriyoloji AD, Mersin
Mersin Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Mersin
Kullanımdaki en yeni insektisitlerden biri olan indoxacarb Mersin ili ve çevresi tarım
alanlarında özellikle sebze, meyva, pamuk ve mısır yetiştiriciliğinde zararlı böceklere karşı
kullanılmaktadır. Bu insektisit böceklerin sinir hücrelerindeki sodyum kanallarını bloke
ederek etkisini göstermektedir. Benzer etki hedef olmayan canlılarda da gösterilmiştir. Bu
çalışmada indoxacarbın iskelet kası elektriksel aktivitesi ve ultrayapısı üzerine etkisi
incelendi. Deneylerde 16 adet izole kurbağa sartorius kası kullanıldı. İzole kaslar kontrol
grubu (n=8) ve deney grubu (n=8) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Deney grubundaki kaslar 1
saat 10 µM indoxacarbla inkübe edildi. Her iki gruptaki kaslardan bileşik kas aksiyon
potansiyelleri kaydedildi. Elde edilen kayıtlardan aksiyon potansiyelinin genliği ve süresi
ölçüldü. Deney grubunda kas aksiyon potansiyelinin genliği kontrol grubuna göre %43
oranında azalırken (p<0.05) süresi % 31 oranında uzadı (p<0.05). Ancak bu değişikliklerin
geri dönüşümlü olduğu saptandı. Elektron mikroskobu ile yapılan ultrayapısal incelemede ise
indoxacarbın aktin ve miyozin filamentlerinde yapısal değişikliğe yol açmadığı gözlendi.
Sonuç olarak indoxacarb insektisitinin iskelet kaslarında da tıpkı sinir hücre zarlarında olduğu
gibi etkisini sodyum kanallarını bloke ederek gösterdiği düşünüldü ve etkisini gösterirken
uygulanan doz ve sürede iskelet kasında yapısal herhangi bir değişikliğe neden olmadığı
belirlendi.
Bu çalışma MEÜ. Araştırma projeleri birimince desteklenen BAP-TIP TTB (ÜÇ) 2004-2 nolu
projenin bir bölümüdür.
Anahtar kelimeler: insektisit, indoxacarb, sodyum kanalları, aksiyon potansiyeli, iskelet
kası ultrayapısı
- 70 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 46
KRONİK OBSTRİKTİF AKCİĞER HASTAĞINDA VÜCUT KOMPOZİSYONUNUN
ANALİZİ VE VÜCUDUN BİYOELEKTRİKSEL ÖZELLİĞİNİN TAYİNİ
1. Serçin ÖZLEM*
2. Sacide KARAKAŞ
3. Mehmet POLATLI
4. Şule T. GÜLEN
5. Harun BAŞOĞLU
6. Orhan ÇİLDAĞ
7. Mehmet Dinçer BİLGİN
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Anatomi AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Göğüs Hast. AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Göğüs Hast. AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv., Tıp Fak., Göğüs Hast. AD, Aydın
Adnan Menderes Üniv.Tıp Fak., Biyofizik AD, Aydın
Kronik obstriktif akciğer hastalığında (KOAH) vücut kompozisyonunda oluşan değişiklikler
hastaların nutrisyonel durumunun değerlendirilmesinde önemlidir çünkü kilo kaybı önemli bir
klinik belirtidir. Bu hastalarda azalmış vücut ağırlığı ve kas kütlesi mortalitenin habercisidir.
KOAH olgularında vücut kompozisyonun analizi ve vücudun biyoelektriksel özelliklerinin
tayini amaçlanmıştır. Spirometrik olarak FEV1/ FVC değerinin %70 altında bulunan hastalara
KOAH tanısı konuldu ve çalışma hakkında bilgi verilip izin alınan 39 hastada vücut
kompozisyonunun belirlenmesinde antropometrik parametreler ve biyoelektrik empedans
analizi (BİA) kullanıldı. Antropometrik ölçümlerde; triseps, biceps, subskapular ve
suprailiak deri kıvrım kalınlığı Holtain (İngiltere) deri kıvrım pergeliyle ölçülerek vücuttaki
toplam yağ miktarı tayin edildi. Yağsız vücut kütlesi ve yağın elektriksel geçirgenlik farkına
dayalı bir analiz yöntemi olan BİA için BİA 101 (İtalya) cihazıyla deneklerin kol ve ayak
derilerinden rezistans ve reaktans değerleri ölçüldü. Bu değerlerin Bodygram 1.3 (İtalya)
yazılımında kullanılmasıyla vücut yağ miktarı, yağsız doku kütlesi, vücut hücre kütlesi, total
vücut suyu, hücre dışı ve içi su kütlesi, faz açısı, bazal metabolik hız, vücut kütle indeksi,
ortalama enerji gereksinimi hesaplandı. BİA yöntemiyle yaş ortalaması 62.1±8.8 yıl olan
hastalarda vücut kütle indeksi 26.7±4.4 kg/m2 olarak belirlendi. Deri kıvrım kalınlıklarının
Durnin ve Womersley formülünde kullanılması ile vücut yağ yüzdesi %24.2±6.8 olarak ve
BİA yöntemi ile de %28.6±7.3 olarak hesaplandı. Normal değeri %20-22 olan vücut yağ
dokusunun yüksek olması bu olguların sağlık açısından potansiyel risk taşındığını
göstermektedir. BİA ölçümleriyle KOAH olgularında yağsız doku kütlesinde, vücut hücre
kütlesinde, total vücut suyunda ve hücre zarında Na/K değişimini gösteren hücre dışı su
kütlesinin hücre içi su kütlesine oranında da azalma saptandı. Fakat hücre bütünlüğünün
göstergesi olan faz açısının ortalama değeri ise 5.8±1.1° (3.3 ile 9.4 arasında) olarak
hesaplandı. Sonuç olarak, KOAH olgularında yağsız doku kütlesinde ve faz açısındaki azalma
klinikte akciğer fonksiyonlarında kötüleşmeyi gösteren yararlı tanısal belirleyici olabileceğini
önermesi bu ön çalışma ile desteklenmektedir.
Anahtar kelimeler: KOAH, biyoelektrik empedans analizi, antropometrik parametreler
- 71 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 47
DUYARLI SOLUNUM SİNYALLERİNDE BİR DOĞRUSALSIZLIK ANALİZİ:
LYAPUNOV ÜSTELİ
1. Tamer ZEREN*
2. G. Çiğdem YALÇIN
3. Nuran EKERBİÇER
4. Mustafa ÖZBEK
5. K. Gediz AKDENİZ
Celal Bayar Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD., Manisa
İstanbul Üniv., Fen Fak., Fizik Böl., İstanbul
Celal Bayar Üniv., Tıp Fak., Fizyoloji AD., Manisa
Celal Bayar Üniv., Tıp Fak., Fizyoloji AD., Manisa
İstanbul Üniv., Fen Fak., Fizik Böl., İstanbul
Pletismografi metodu örnek alınarak sıçanlarda kalbin oluşturduğu hava akımı sinyalleri
deneysel olarak oluşturulan pnömotoraks yardımı ile ve yapay solunum altında ölçülebilmişti
(Özbek ve ark., 2001). Ancak bu yöntem invaziv olduğundan kalbin oluşturduğu hava akımı
sinyalleri spontan solunum durumundaki sıçanlarda çok ileri derecede hassas akım ölçer
kullanılarak elde edilmiştir (Özbek ve ark., 2003). Küçük deney hayvanlarında ilk defa
uygulanan bu trakeal pnömokardiyografi yöntemi ile spontan solunum altında bir zaman serisi
şeklinde elde edilen karmaşık sinyaller bize akciğer ve kalpten oluştuğu kabul edilen kapalı
mekanik sistemin dinamik yapısı hakkında bilgi verir (Zeren ve ark., 2003). Otonom sinir
sistemi sistemindeki anormalliklerin kaotik davranışı azalttığı bilinen bir olgu (Hagerman ve
ark., 1996) olduğu için fraktal özellik gösteren bu sinyallerin doğrusalsızlık analizi “zaman
gecikmesinin” ve “gömülü boyutun” belirlenmesi ile yapılmış ve kardiyopulmoner sistem
çekicilerinin kaotik ve otonom özelliklere sahip olduğu gösterilmiştir (Zeren ve ark., 2007).
Doğrusalsızlık analiz yöntemlerinden olan “Lyapunov üsteli” başlangıç şartlarına olan
duyarlılığın bir ölçüsünü verir ve pozitif olması hareketin kaotik olduğunu gösterir (Eckmann
ve ark., 1985). Solunum sistemlerine ait doğrusalsızlık analizlerinin yapılmasında ve buna
bağlı olarak sistemdeki patolojilerin saptanmasında Lyapunov üstellerinin öneminin ortaya
konulması (Ahlstrom ve ark., 2005) bize bu çalışmada karmaşık kardiyopulmoner sinyallerin
Lyapunov üstellerinin hesaplanması için yol gösterdi. Hesaplanan Lyapunov üstellerinin de
kardiyopulmoner sistemin kaotik ve otonom özelliklere sahip olduğunu gösteren
doğrusalsızlık bulgularını desteklediği görülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Doğrusalsızlık analizi, Lyapunov üsteli, Pnömokardiyografi
- 72 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 48
HİPERTANSİYON İLE G PROTEİNİ β3 ALTÜNİTESİ C825T POLİMORFİZMİ
ARASINDAKİ İLİŞKİ
1. Ercüment ÖZKEÇECİ
2. Tevfik GÜLYAŞAR*
3. Seralp ŞENER
Trakya Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Edirne
Trakya Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Edirne
Trakya Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Edirne
Heterotrimerik G proteinleri hücre membranını yedi kez kateden yüzey reseptörleri ile
etkileşerek hücre içinde farklı fizyolojik yanıtların oluşmasına aracılık ederler. G proteinleri
üç altüniteden oluşur; α, β ve γ. G proteini β3 altünitesini kodlayan gen kromozomun 12p13
bölgesinde lokalize olmuştur ve onbir ekzondan oluşmaktadır. Son zamanlarda yapılan
araştırmalar G proteini β3 altünitesini kodlayan genin onuncu ekzonunda meydana gelen
C825T polimorfizminin hipertansiyonla ilişkili olduğunu göstermiştir. 825T aleli genin
dokuzuncu ekzonunda 498 ve 620. nükleotidler arasından 123 bazın (41 aa) silindiği Gβ3-s
varyantı ile ilişkilidir. Bu 123 bazlık delesyon G proteininin 3 boyutlu yapısının değişmesine
neden olmakta ve G proteinlerinde bir aktivasyon artışına neden olmaktadır. G
proteinlerindeki aktivasyon artışı arttırılmış Na+ – H+ değişticisi aktivitesi içerebilir. Bu
değiştiricinin aşırı aktivitesi iyonların anormal hareketine neden olarak hücre içi koşulların
değişmesine neden olmaktadır. Na+ - H+ değiştiricisindeki aktivasyon artışı epitelyal
kanallardan ve özellikle böbrek proksimal tübül hücrelerinden Na+ reabsorbsiyonuna neden
olarak hipertansiyona neden olur. Bu çalışmada hipertansiyonlu hastalardaki GNβ3 C825T
polimorfizminin hastalığın ortaya çıkışındaki rolüne açıklık kazandırmak amacıyla 99
hipertansif ve 45 normotensif birey üzerinde C825T polimorfizmini araştırdık.
Sonuçta hipertansif grupta 825T varyantına sahip bireylerin ( TT ve CT ) frekansının 825C
alelinin homozigot taşıyıcılarına göre yüksek olduğunu, kontrol grubunda ise 825C alelinin
homozigot ( CC ) taşıyıcılarının frekansının 825T alelini homozigot ve heterozigot taşıyanlara
oranlara daha yüksek olduğunu belirledik. Bulduğumuz bu genotip frekanslarını istatistiksel
olarak χ2 testi ile değerlendirdiğimizde ( p<0,050 ) 825T aleli ile hipertansiyon arasında
anlamlı bir ilişki olduğunu belirledik. Ancak kadın ve erkekler arasında genotip dağılımları
bakımından anlamlı bir fark bulamadık. Her iki cinsiyet içinde genotip dağılımları birbirine
çok yakındı. Araştırmamız sonucunda 825T alelinin hpertansiyon üzerinde etkili bir
parametre olduğunu ancak seçilen örnek hasta ve kontrol grubu için cinsiyetler arasında
anlamlı bir farklılık göstermediğini tespit ettik. İstatistiksel analizler χ2 testi kullanılarak
yapılmıştır.
Anahtar kelimeler: GNβ3, Polimorfizm, Hipertansiyon,C825T,G proteini
- 73 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 49
SERVİKS KANSERİNİN ELASTİK IŞIK SAÇILMA SPEKTROSKOPİSİ İLE
TEŞHİSİ
1. Tuba DENKÇEKEN*
2. Tayup ŞİMŞEK
3. Şeyda KARAVELİ
4. Elif PEŞTERELİ
5. Gülgün ERDOĞAN
6. Murat CANPOLAT
Akdeniz Üniv.
Akdeniz Üniv.
Akdeniz Üniv.
Akdeniz Üniv.
Akdeniz Üniv.
Akdeniz Üniv.
Tıp Fak., Biyofizik AD, Antalya
Tıp Fak., Kadın Doğum AD., Antalya
Tıp Fak., Patoloji AD., Antalya
Tıp Fak., Patoloji AD., Antalya
Tıp Fak., Patoloji AD., Antalya
Tıp Fak., Biyofizik AD., Antalya
Geleneksel olarak servikal premalign lezyonlarının tanısında ilk aşamada servikal sitolojik
araştırma kullanılmaktadır. Ancak araştırma yöntemine bağlı olarak %5-20 arasında yanlış
negatifliği bulunmaktadır. İkinci aşamada kolposkopi ile serviks üzerinde patolojik
değişimlerin olduğu bölgeler belirlenmekte ve biyopsi yapılmaktadır. Bu nedenle hemen tanı
imkânı olan, yanılma payı daha az, aynı zamanda kullanımı kolay ve ucuz olan bir sisteme
gerek duyulmaktadır. Bu amaç için geliştirdiğimiz elastic light scattering spectroscopy
(ELSS) sistem fiber optik prop, spektrometre, halogen tungsten ışık kaynağı ve bilgisayardan
oluşmaktadır. Kullandığımız bu optik tanı sistemi ile halogen tungsten ışık kaynağından proba
0.5 mW’dan daha az beyaz ışık gönderilmektedir. Bu ışık miktarı hastanın dokusu açısından
tamamen güvenlidir. Bizim bu çalışmadaki orijinal katkımız, çapı 100 mikrometre olan tek bir
fiberden oluşan optik prob ile dokuya 450-750 nm dalga boyları arasında ışık göndermek ve
geri yansıyan ışığı yine aynı prob ile toplayıp spektrometreye yönlendirmektir. Bu şekilde
dokuda çoğunluk ile tek bir defa saçılan fotonlar toplanmaktadır. Tek bir defa saçılan
fotonların oluşturduğu spektrum ışığı saçan parçacıkların boyutuna ve şekline, ışığı kırma
indeksine bağlıdır. Işık dokuda ilerlerken hücre zarında çekirdekte ve diğer organellerde
saçılmaktadır. Akdeniz Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalına başvuran
hastalar arasında çalışmaya dahil edilen hastalardan alınan serviks dokuları üzerinde ex-vivo
ölçümler alındı. Daha sonra dokular histopatolojik incelemeye gönderildi. Histopatolojik
sonuçlar ile alınan spektrumlar karşılaştırıldığında normal dokularda alınan spektrumların
eğimlerinin pozitif, premalign dokularda alınan spektrumların eğimlerinin ise negatif olduğu
görüldü. Bu çalışmada geliştirdiğimiz ELSS sistemi ile yaptığımız ön deneylerde premalign
dokuyu normal dokudan ayırt edebildiğimizi gösterdik. Sistem hafif, taşınabilir ve hastaya
zarar vermediğinden in-vivo olarak kullanılma ve serviks kanseri taramasında kullanılma
potansiyeli bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Serviks kanseri, erken teşhis, muayene anında teşhis, parça almadan
teşhis
- 74 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 50
ELEKTROMANYETİK ALAN VE MANGAN’IN KEMİK MİNERAL YOĞUNLUĞU
ÜZERİNE ETKİLERİ
1. Veysi AKPOLAT*
2. M. Salih ÇELİK
3. M. Zülküf AKDAĞ
4. M. Siraç ÖZERDEM
Dicle Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Diyarbakır
Dicle Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Diyarbakır
Dicle Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Diyarbakır
Dicle Üniv., Müh. Mim. Fak., Elk. Elktr. B., Diyarbakır
Günlük yaşamda kullandığımız elektrik-elektronik aletlerinden ve elektrik iletim hatlarından
kaynaklanan oldukça düşük frekanslı (ELF) elektromanyetik alana maruz kalınması, bu
elektromanyetik dalganın meydana getirmiş olduğu manyetik alanın (Ma) olası biyolojik
etkisinin olup olmadığı konusu son yıllarda bilim adamlarını yoğun bir araştırmaya
yöneltmiştir. Kemik üzerine etkileri ile ilgili birçok çalışma vardır. Ancak hücresel ve
moleküler düzeydeki etkileri tam olarak anlaşılamamıştır. Bu çalışmada erkek wistar albino
64 adet sıçan kullanılmıştır. Sekizerli eşit gruplara bölünen sıçan’lara 45 gün süreyle 1,5 mT
şiddetindeki ve 50 Hz frekanslı Ma 4 saat/gün uygulandı. Birinci gruba sadece Ma verildi, 2.,
3. ve 4. grup sıçan’lara ise sırasıyla 60 mg/kg, 15 mg/kg ve 3.75 mg/kg dozunda sadece
mangan(Mn) verildi. Ma ile beraber beşinci, altıncı ve yedinci gruba günde 60 mg/kg, 15
mg/kg ve 3.75 mg/kg dozunda mangan(Mn) verildi, sekizinci grup sıçan kafes kontrol olarak
kullanıldı. Sıçan’lara ait kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümleri Hologic Dual Energy Xray Absorbtiometry (DXA) (Discovery QDR 4500A, WA, USA) aleti ile yapıldı. DXA
aletiyle; uygulama öncesi ve uygulama sonrası tüm grupların toplam kemik mineral
içeriği(TBMC) ve toplam kemik mineral yoğunluğu (TBMD) parametreleri saptandı. TBMC
yönünden sekizinci grup ile diğer gruplar karşılaştırıldığında; 3., 4. ve 7. grup ile anlamlı
değişiklik olduğu saptandı (p<0.05). Ma’nın, Mn verilen sıçan’larda kemik mineral içeriği
artışlarına katkıda bulunduğu ve Ma’nın TBMC yi artırmada uyarıcı ve Mn’ın kemik doku
üzerindeki etkilerini stimüle edebildiği şeklinde yorumlanabilir.
Anahtar kelimeler: Elektromanyetik alan, kemik mineral yoğunluğu, sıçan, mangan, kemik
dansitometresi.
- 75 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
P - 51
DÜZ KASLARIN GERME UYARILARINA CEVAPLARINI SİMÜLE EDEN
TRANSFER FONKSİYONU
1. Necla ÖZTÜRK*
Hacettepe Üniv., Tıp Fak., Biyofizik AD, Ankara
Kan basıncının pulsatil özelliği nedeniyle kan damarları sürekli germe şeklinde uyarılara
maruz kalırlar. Bu nedenle kan damarlarının germe ve basınç şeklindeki değişimlere cevapları
sıklıkla incelenmektedir. Ancak, basınç şeklindeki uyarılara kan damarlarının dinamik cevabı
ile transfer fonksiyonu detaylı incelenmesine rağmen, germe şeklindeki uyarılara cevaplarının
dinamiği üzerinde durulmamıştır. Ayrıca vasküler düz kasların germe uyarılarına cevaplarını
temsil edecek transfer fonkiyonu da incelenmemiştir. Bu çalışmada vena porta düz kasının
germe uyarılarına davranışını temsil edebilecek transfer fonksiyonun bulunması
amaçlanmıştır. Vena porta düz kasının fazik aktivitesinin germe cevaplarını maskelemesini
engellemek üzere, deneyler 80 mM KCl ile tetanik olarak kasılan kasta yapılmıştır.
Kobaylardan izole edilen yaklaşık 6 mm uzunluğundaki vena porta düz kası önce, içinde
Krebs çözeltisi bulunan kas banyosuna yerleştirilmiş ve ortama adaptasyonunu sağlamak
üzere bu çözeltide 30 dakika bekletilmiştir. Daha sonra çözelti 80 mM KCl çözeltisi ile
değiştirilerek kasın tetanik olarak kasılması sağlanmıştır. Kuvvet sabit bir seviyeye ulaştıktan
sonra, genliği kasın uzunluğunun %17-20’ si ve yükselme zamanı 60 ms olan adım şeklinde
uzunluk uyarıları kasa uygulanmış ve kuvvet cevapları ölçülmüştür. Transfer fonksiyonunu
bulmak için, önce kuvvet cevapları eksponansiyel terimlerden meydana gelen bir denkleme
uydurulmuş, daha sonra kuvvet cevaplarını temsil eden denklem ile adım şeklindeki germe
uyarısının Laplace dönüşümleri hesaplanarak kuvvetin uzunluğa oranları bulunmuştur. Bu
çalışmada hesaplanan transfer fonksinunun vena porta düz kasını temsil edip edemeyeceğini
test etmek amacıyla çıkış süresi 5 ve 10 s olan rampa tipi uyarılara vena porta düz kasının
cevapları kaydedilmiş ve bu cevaplar ile transfer fonksiyonu yardımıyla simüle edilen
cevaplar karşılaştırılmıştır. Rampa tipi uyarılarla kastan ölçülen cevapların iki fazlı olduğu,
buna karşılık transfer fonksiyonundan elde edilen cevapların üç fazlı olduğu görülmüştür. Bu
farklılığın nedenleri üzerinde durulmuş ve lineer yöntemlerle bulunan transfer fonksiyonunun
vena porta düz kasının germe uyarılarına cevaplarını temsil edemeyeceği, transfer
fonksiyonunun non-lineer analiz yöntemleriyle hesaplanması gerektiği görüşüne varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Vena porta, düz kas, transfer fonksiyonu, germe, rampa, kuvvet cevabı
*Bu çalışma Hacettepe Üniversitesi Araştırma Birimi (95.03.011.004) ve TÜBİTAK (SBAG1436) tarafından desteklenmiştir.
- 76 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
YAZAR İNDEKSİ
İsim, Soyisim
A. İrfan GÜZEL
Adele BOSKEY
Ahmet AKAY
Ahmet CUMAOĞLU
Ahmet KAYA
Akif ÇİFTÇİOĞLU
Ali AÇIKGÖZ
Anzel BAHADIR
Anzel BAHADIR
Arzu AY
Arzu FIRLARER
Asiye NURTEN
Asiye NURTEN
Ayfer ATALAY
Aykut PELİT
Aylin KÖSELER
Aysel AĞAR
Ayşe DEMİRKAZIK
Ayşe G. C. KURŞUN
Bahar GÜNTEKİN
Bahriye Sırav ARAL
Banu AYDIN
Barkın İLHAN
Başak VAROL
Başar OKU
Beki KAN
Bilge ÖZERMAN
Can DEMİREL
Cemil SERT
Cevdet NACAR
Ceylan AYADA
Cüneyt GÖKSOY
Çiğdem YENİSEY
Çimen KARASU
David W. PASCUAL
Deniz AKPINAR
Duran ÜZTEK
Ebru BALLI
Elçin ÖZGÜR
Elif PEŞTERELİ
Emre ESEN
Emre ÜSTEL
Ercüment ÖZKEÇECİ
Erhan SÜLEYMANOĞLU
Erkan YILDIZ
Erol BAŞAR
Erol Ömer ATALAY
Fatma SIRMATEL
Fatma SÖĞÜT
Ferat ORUÇ
Sayfa
11
64
21
48
51
22
26
27
31
28
17
29
39
14,27,31,50
32
30,31
45,60
32
17
18
33,34
35
36,51
19,37,38,52
19
15,20,35,63
19,29,38,39
40,41
42,43,44
15,20
27
13
67
48
4,68,69
45,60
19
70
46,47,48
74
61
27
73
49
43
18
27,30,31,50
44
70
43
İsim, Soyisim
Feride SEVERCAN
Ferit Pehlivan
Figen GÜNEY
G. Çiğdem YALÇIN
Gıyasettin BAYDAŞ
Göknur GÜLER
Gülgün ERDOĞAN
Gürbüz ÇELEBİ
H. Nihal AÇIKGÖZ
Handan AKÇAKAYA
Handan TUNCEL
Harun BAŞOĞLU
Hasan KOYUNCU
Hülya CABADAK
Hüseyin BÜYÜKBAYRAM
Işıl ALBENİZ
Işıl ÖCAL
İbrahim KAHRAMAN
İhsan KARA
İlknur ÖZEN
İsmail Burak BAL
İsmail GÜNAY
K.Gediz AKDENİZ
Kahraman ATEŞ
Kemal İLİK
Kuni H. IWASA
L. Didem KOZACI
Laura KELLERMAN
Leyla ŞAHİN
Leyla T. ŞENER
Lokman AYAZ
Lülüfer TAMER
M. Adnan UZUNİSMAİL
M. Ali KÖRPINAR
M. Dinçer BİLGİN
M. Ertan AY
M. Salih ÇELİK
M. Siraç ÖZERDEM
M. Zülküf AKDAĞ
Mehmet POLATLI
Metin BUDAK
Muhammet BEKTAŞ
Murat CANPOLAT
Murat AYAZ
Murat CANPOLAT
Murat PEHLİVAN
Mustafa EMRE
Mustafa GÜVEN
Mustafa ÖZBEK
Mutay ASLAN
Sayfa
61,64
5
51
72
66
46,47,48
74
21
26
19,37,38,52
53
10,71
31
35
57
56
11,55
23,54,59
29,39
29,39
61
11,23,32,54,55,59
72
13
8
3
16
4,69
11,54,55,59
19,38,56
40
40
53
53
10,16,64,71
41
75
75
57,75
71
28
19,37,38,52
22
8,9
74
21,58
32
11,23,54,55,59
72
45,60
- 77 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
İsim, Soyisim
Nancy Pleshko CAMACHO
Narin DERİN
Necla ÖZTÜRK
Nesrin SEYHAN
Nihal ÖZTÜRK
Nihal ŞİMŞEK ÖZEK
Nihan TUNCEL AS
Nizamettin DALKILIÇ
Nuran EKERBİÇER
Nuray ERİN
Nurhan ERBİL
Nurten ERDAL
Onur ÖZTÜRK
Orhan ÇİLDAĞ
Oya ORUN
Öcal SIRMATEL
Ökkeş YILMAZ
Önder GÜNEY
Özlem ALTINDAĞ
Özlem BOZKURT
Özlem COŞKUN
Özlem İZCİAY
Paul RUGHEIMER
Pekcan UNGAN
Pınar Mega TİBER
Piraye YARGIÇOĞLU
R. Onur EK
Ramazan BAL
Recep AVCI
Remzi YILMAZ
Rüstem NURTEN
Rüştü ONUR
Sacide KARAKAŞ
Sacit KARAMÜRSEL
Sanem DEMİRTEPE
Saniye ŞEN
Seçkin TUNCER
Sedat ÜSTÜNDAĞ
Selma KORKUTAN
Semih ÖZDEN
Semire UZUN
Semra TEPE ÇAM
Seralp ŞENER
Serçin ÖZLEM
Serdar DEMİRTAŞ
Serkan GURGUL
Serpil ÇEÇEN
Sevil KILÇIKSIZ
Soren G. F.RASMUSSEN
Süha YAĞCIOĞLU
Sayfa
64
45,60
76
17,33,34,46,47,48
45,60
61
53
8,9,51
72
22
62
40,41,57
31,50
71
15,63
42,43
61
8
44
64
56,65
41
4,68
12,36,62
15
45,60
16,67
66
4,68,69
42
19,37,38,52,56,65
61
71
29
14,31
28
8,9
28
70
17
24
17
28,73
10,71
13
40,41,57
67
40,41
63
12,36
İsim, Soyisim
Süleyman DAŞDAĞ
Süleyman İLHAN
Ş. Gökçe ZENCİRCİ
Şeyda KARAVELİ
Şule T. GÜLEN
Tamer ZEREN
Tammam SİPAHİ
Tayup ŞİMŞEK
Tevfik GÜLYAŞAR
Tuba DENKÇEKEN
Tufan MERT
Tülay KAVAK
Ufuk KOCA
Uğur SEZERMAN
Ulrik GETHER
Umut DALANAY
Ülkü ÇÖMELEKOĞLU
Üner TAN
Veysi AKPOLAT
Xinghong YANG
Yasemin ÖRS
Yıldırım SARA
Yüksel YILDIZ
Yves IDZERDA
Zeynep AKTI
Zhiyong SUO
Sayfa
57
51
10
74
71
72
28
74
73
74
11,55
67
49
20
63
39
70
2
75
4,68,69
40
61
67
4,68
42
4,68,69
- 78 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
- 79 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
SPEKTRALAB Laboratuar Cihazları İth. Ihr. Müm. ve Tic. Ltd. Şti.
Adres: Kuleli sok. 57/6 06700 Gaziosmanpaşa - Çankaya/ANKARA
Tel: (312) 447 77 09 Fax : (312) 447 42 74
Web: www.spektralab.com
E-posta: [email protected]
Biyofizik, Farmakoloji, Fizyoloji, Biyoteknoloji, Moleküler Biyoloji ve Genetik anabilim/bilim
dallarının çalışma alanlarına yönelik ekipmanlar
Yetkili Temsilcilikler:
Molecular Devices – Axon Instruments
CWE
CertoClav
Temsilcilikler:
WPI – Worl Precision Instruments
Columbus Instruments
Stoelting
Ugo Basile
IITC Life Science
-Araştırma kimyasalları
-Araştırma kitleri
-Laboratuvar gereçleri
-Diagnostik cihazlar
KONYA MERKEZ
Fevzi Çakmak Mah. Üçkardeş sok. Karatay, Konya / Türkiye
Tel: +90 332 342 73 37 – 38 – 39
Web: www.serkanmedikal.com.tr
E-Posta : [email protected]
- 80 -
19. Ulusal Biyofizik Kongresi, 5-7 Eylül 2007 - KONYA
COMMAT LTD.
TÜRKİYE GENEL DİSTRİBÜTÖRLÜKLERİMİZ
BIOPAC System Inc.
www.biopac.com
Farmakolojik ve Fizyolojik Veri
Edinme Sistemleri
HARVARD APPARATUS
11,000 Bin Araştırma Lab.
www.harvardapparatus.com Cihazları
WORLD PRECISION Ins.
www.wpiinc.com
NO2 Analiz Cihazları ve Lab.
Cihazları
DANISH MYO
TECHNOLOGY A/S
www.dmt.dk.com
Miyograf Sistemler
MOLECULAR DEVICES
www.axon.com
Moleküler Cihazlar
AXON INSTRUMENTS
www.axon.com
Micro Elektrod ve Patch
Sistemler
SUTTER INSTRUMENT
www.sutter.com
Mikro Pipet Puller ve Mikro
Manipütörler
IITC LIFE SCIENCE
www.iitcinc.com
Analgesic Cihazlar
UGO BASILE S.R.L.
www.ugobasile.com
Analgesic Cihazlar
COULBORUN Ins.
www.coulbourn.com
Activite ve Maze Sistemler
NOLDUS nl.
www.noldus.com
Morris Water Maze Video
Tracking Sistemler
OXFORD OPTRONIX
www.oxford-optronics.com
Laser Doppler ve PO2 Ölçüm
Cihazları
DURECT CORP
www.alzet.com
NEVROKARD
www.nevrokard.medistar.si
Osmotic Pompalar
Heart Rate Variability Software
Çetin Emeç Bulvarı 74. Sokak No: 4/9 Öveçler – ANKARA
Tel : 0312 472 74 17
Fax : 0313 472 74 18
E-posta: [email protected]
Web: www.commat.com.tr
- 81 -

Benzer belgeler

kurullar - Türk Biyofizik Derneği

kurullar - Türk Biyofizik Derneği EKSTENSÖR MOTOR SİSTEM, YER ÇEKİMİ VE İNSAN RUHUNUN EVRİMİNE

Detaylı

Link - Türkiye Parazitoloji Derneği

Link - Türkiye Parazitoloji Derneği hazırlanmasında, gerekse kongre ile ilgili bütün çalışmalarda sabırla emeklerini ortaya koyan ekip arkadaşlarıma ve özellikle yüksek lisans öğrencimiz Seçkin Tuncer’e düzenleme komitesi başkanı ola...

Detaylı