04.07.2016

Transkript

04.07.2016
1
Suzan Samancı
SÖYLEŞİ
Edebiyat
biricik
sevgilim
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:109
YNK ve Goran’ın
hesabı Bağdat’tan
döndü
4 - 10 Temmuz 2016
S:16
bas-haber.com
Rojava’da Kürd siyaseti
S:06 - 07
İsrail - Türkiye
ilişkilerinde
yeni dönem mi?
S:11
Bölgede idari
değişiklikler
yapılacak mı?
Çocuk hakkı
ihlallerinde
istismar birinci
S:12
Küçük parçada
büyük parçalanma
ENSK ve PYD’nin birbirleri ile değil, Araplar
ile işbirliği yapması ve uzlaşmaz tutumları
Rojava’nın geleceğini tehdit ediyor. KBY Başkanı
Barzani’nin geçen süreçte yakınlaştırmaya çalıştığı bu iki gücün Erbil ve Duhok anlaşmalarını
boşa çıkarması, ABD’nin arabuluculuk çabalarının sonuçsuz kalması, Rojava’daki kazanımları
zora sokuyor. Rojava siyasetinin en ciddi sorunu
kendi ajandalarının olmaması, PKK ve PDK’ye
endeksli olmaları.
Rojava’nın Güney’siz, Güney’in de Rojava’sız güvende olamayacağını ifade eden uzmanlar, PYD ile
ENKS’nin ulusal çıkarlar için biraraya gelmek zorunda olduğuna dikkat çekiyor. Batı’nın uzlaşamayan
Kürdlere piyade rolü vermekle yetineceği ve rejimin
muhalefeti tasfiye etmesi halinde sıranın Kürdlere
geleceği vurgulanıyor. Batı’nın post-IŞİD dönemde
Suriye’nin PYD’ye yönelmesine itiraz etmeyeceği, bu
tehlikeye karşı Rojava ve KBY arasında bir ittifak yapılması gerektiği belirtiliyor.
S:02 - 03 -04 - 05
Hoşeng Osê:
Rojava siyaseti iradesiz
Ne yazık ki Rojava Kürdleri kaderlerini PKK, PDK ve
YNK’nin eline bırakmakta, bu üç partinin menfaatleri doğrultusunda hareket etmektedirler.
S:15
S:08 - 09
Hizipler koalisyonu mu?
BİLAL SAMBUR
İdeoloji ırka dönüştüğünde...
Tornistan
s03
MESUT YEĞEN
s05
FERHAT KENTEL
s09
Doğu Kürdistan
Çatışmalar
yayılıyor
S:10
İslam ve terör
ABDULLUH KARABAY
s08
02
BasHaber SÖYLEŞİ
4 - 10 Temmuz 22016
MANŞET
MANŞET
BasHaber
4 - 10 Temmuz 2016
3
SÖYLEŞİ
Küçük parçada büyük parçalanma
Rojava’da Kürd siyaseti
M. Salih Batırhan- Dilan Almaz
Murad Özdemir
R
ojava, modern Kürd siyasi tarihinde en
köklü politik hareketlerin şekillendiği parçaların başında geliyor. 1925 ayaklanması
ardından Kuzey’den ve sonraki yıllarda Doğu ve
Güney parçalarından Rojava’ya geçen Kürd siyasi
sürgünleri bu parçada köklü bir politik geleneğin
yerleşmesine neden oldu.
1926’da Rojava’da biriken çok farklı sosyal
kökenden gelen siyasetçilerin kurduğu Xoybun
Kürd siyasal tarihindeki ilk çatı örgütü veya
kongre özelliğini taşıyor. 1960’lı yılların başında
Nureddin Zaza ve Osman Sabri gibi aydınlar
tarafından kurulan PDK-S yine en köklü politik
örgütlerden sayılıyor.
2011 yılında Suriye’yi etkisine alan Arap Baharı
ayaklanmaları ardından Rojava’da gelişen yeni
konjonktür şimdiye dek sadece diğer parçalardaki direnişlere destek olmakla yetinen bu parça
için yeni bir olanak doğurdu. Üçüncü Dünya
Savaşı’nın bir prototipinin yaşandığı Suriye’de
temel bir güç haline gelen ve dünyanın dikkatini
çeken Rojava Kürdlerinin kendi aralarındaki
uyumsuzluğu halkın ve ülkenin geleceğini zora
sokuyor.
Rojava’daki Kürd hareketinin bölgede gelişen
politik/askeri mihverlere göre biribirine karşı
konumlanması ve işbirliği yapmaktan imtina
etmesi, Batı Kürdistan’ın idari yapısı, geleceği,
demokrasisi, refah ve güvenliği açısından önemli
risklere neden oluyor.
Son zamanlara dek diğer parçalardaki temel
politik hareketlerin destekçisi veya arka bahçesi
olan Rojava Kürdlerinin özgün örgütlenmelerinin olmaması, mevcut durumu da etkileyen en
önemli neden. PDK ve PKK’nin Rojava uzantıları
şeklinde gelişen ENKS ve TEVDEM arasındaki
çelişkiler de bu iki gücün aralarındaki çelişki ve
rekabetten kaynaklanıyor.
Rojava’da silahlı monopol olan PYD’nin
ENKS’ye baskı yapması ve ENKS’nin de sadece
PYD’ye muhalefet siyaseti yapmakla yetinmesi ile
gelişen süreç, taraflarının biribirini tanımaması
ve ilişki kurmaması ve giderek düşmanlaşması
şeklinde gelişiyor.
Gerek ENSK’nin, gerek PYD’nin birbirleri ile
değil, Arap örgütleri ile işbirliği yapması, biribirlerine karşı sert ve uzlaşmaz tutum takınması
Rojava’nın geleceğini tehdit ediyor. İki önemli
Kürd gücünün kendi aralarında anlaşamamalarının en ciddi sonuçlarından biri Kürdlerin
Rojava’dan kitlesel olarak göçü, savaşta ciddi
insan kaybı, ekonomik ve sosyal sorunlar olarak
ortaya çıkıyor. PYD’nin totaliter uygulamalarının
son zamanlarda sık sık insan hakları savunuclarının gündemine gelmesi dünyanın Kürd
hareketine kuşku ile bakmasına yol açıyor.
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin geçen süreçte
yakınlaştırmaya çalıştığı bu iki gücün Erbil ve
Duhok’ta yaptığı iki anlaşmadan da sonuç alın-
maması, ABD’nin defalarca arabulucu olmasına
rağmen, tarafları uzlaştıramaması Kürdlerin
Rojava’daki kazanımlarını zora sokuyor.
Rojava’yı izleyen gözlemciler burdaki Kürd
siyasetininin ve örgütlerinin en büyük sorununu
kendi ajandalarının olmaması, özgün ve iradeli
olamayıp, Kuzey ve Güney Kürdistan’daki temel
politik çizgiler olan PKK ve PDK’nin tavırlarına
endeksli olmalarına bağlıyor.
Rojava’nın Güney’siz, Güney’in de Rojava’sız
bir geleceğinin güvende olama-yacağını ifade
eden uzmanlar, PYD ile ENKS’nin ulusal çıkarlar
için biraraya gelmek zorunda olduğuna dikkat
çekerek, taraflar arasındaki bu çelişki ve düşmanlığın devam etmesi halinde Rojava’daki kazanımların tehlikeye gireceğini, Batı dünyasının kendi
aralarında uzlaşamayan Kürdlere sadece piyade
rolü vermekle yetineceğini ve rejimin muhalefeti
tasfiye etmesi halinde sıranın Rojava’ya da geleceğine vurgu yapıyor. Başta ABD ve Rusya gibi iki
süper gücün sahada askeri işbirliği yapmalarına
rağmen PYD’nin Cenevre görüşmelerine alınmamasının alarm olarak algılanması gerektiğini
ifade eden siyasi gözlemciler, Batı’nın IŞİD ile
işinin bitmesi ardından, rejimin PYD’ye yönelmesine ciddi bir itirazda bulunmayacağı tehlikesine
dikkat çekiyor. Bu teh-likeyi bertaraf etmenin tek
yolunun da Rojava ve KBY yönetimleri arasında
ciddi bir ittifakın gelişmesi olarak gösteriliyor.
BasHaber’in hazırladığı “Kürd siyasetinde
birlik ve alternatif arayışları“ dosyasının Rojava
bölümünde ENKS ve TEVDEM yetkilileri ile
Rojavalı şahsiyetlerin görüşlerine yer verdik.
PYD ve ENKS birlik konusunda neyi paylaşamıyor?
ENKS Başkanı İbrahim Bro: PYD bizi
ortak olarak kabul etmiyor
“Yaptığımız anlaşmalar onlar tarafından hayata geçirilmedi. Ortak olmayı
kabul etmiyorlar. Yüzlerce anlaşma
da yapsak, başarılı olamayacaklarını
biliyoruz. Biz ortak Kürd gücünün
olmasını istiyoruz. Mevcut güçler partilere bağlı ve bu da yapılan anlaşmaların uygulanmasını engelliyor. Nerde
olursa olsun, silahlı
cephenin sesi daha
gür çıkar. Şuana
kadar Rojava’da
silahlı bir güce
kavuşacak
imkânı bulamadık.
Bu da
silahlı
cephenin
karşısında rolümüzü zayıflatıyor şüphesiz.
Elimizdeki tüm imkânlara rağmen, bunlar
silahın yanında pek bir etkinliğe kavuşamıyor. Ondan dolayı ENKS zayıf görünüyor.
Biz daha önce de faaliyetlerimizi siyasi
olarak yürütüyorduk. Silahlı gücümüz de
var. Ancak bu silahlı gücümüzün Rojava’ya
geçişini engelliyorlar. Halk bizimle ve siyasi
olarak da tüm kapılar bize açık. Ancak
şuanda silahın sesi daha gür çıkıyor. Biz 60
yılı aşkındır çalışmalarımızı yürütüyoruz,
silaha başvurmadık bu süre boyunca.
Ancak Suriye krizinin bu noktaya gelmesi
ile biz de halkımızı ve toprağımızı koruma
hakkımızın olduğunu ve silahlı mücadelenin de bu anlamda doğal bir hak olduğunu
düşünüyoruz. Birçok tarafla ilişkilerimiz
var. PYD’nin çıkardığı engellerden dolayı
anlaşmalarımız başarıya ulaşamıyor. Biz
yine de birlik ve anlaşmanın sağlanması
için çabalıyoruz, ancak bu dönem ve şartlarda çok da umutlu değiliz.”
Kobani Dış İlişkiler Bakanı İbrahim
Kurdo: ENKS Kürd düşmanlığı yapıyor
“ENKS, Suriye muhalefetinin bir parçası
ve onlarla ilişkileri var. Suriye muhalefeti
Katar ve Türkiye’ ye bağlı. Bu devletler de
Kürd düşmanı. Türkiye, El Nusra ve IŞİD’i
üzerimize salıyor. ENKS’li kardeşlerimiz de
İstanbul’da otellerde oturup, lobi faaliyetleri yürütüyor. Birlikte çalışma kararı aldık,
ancak eski tutumunda ve Kürd güçlerine karşı olan düşmanlığını sürdürdü.
ENKS’nin bu tavır ve tutumlardan uzak
durması lazım. PYD’nin kurmuş olduğu
sistem tüm Kürdler içindir. PYD çalışıyor
ve her şeyden önce Kürd halkını koruyor.
Birçok defa Rojava Özerk Yönetimi’ne
katılmaları yönünde çağrılarda bulunduk,
ancak onlar kendi çıkarları peşinde. Erdoğan ile Esad bir araya gelebiliyor, ancak biz
hala bir olabilmiş değiliz. Cezayir 1965’te
Kürdlere karşı Arap ve Acemleri bir araya
getirmişti, şimdi ise Türklerle Arapları bir
araya getiriyor.”
Gazeteci, yazar ve akademisyenler ne düşünüyor?
Prof. Dr. Ferhat İbrahim Seyder:
PYD Kürd ulusal çıkarlarından uzaklaşmıştır
“Rojava’da 3 farklı siyasi çizgi var. ENKS içinde 15-16 parti
mevcut. İkinci çizgi PYD çizgisidir. Ve üçüncü çizgi de PYD’ye
bağlı partilerdir. Bu partilerin herhangi bir etkinliği yoktu.
Suriye’de şartlar ve durum değiştikten sonra 2011-2012’den sonra
yeni güçler Suriye’ye gelerek, de facto yönetimler oluşturdu.
Kürd partileri silahlı değildi. Siyasi çalışma yürütüyorlardı. O
partilerden 15-16 tanesi kaldı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi
onların dağılmasını ve parçalanmasını istemedi. Bu anlamda
iki toplantı yapıldı. Erbil’de toplandılar ve orada bir komite
oluşturuldu. Bu anlaşmaya göre Rojava Kürdistanı bu komite
tarafından yönetilecekti. Bu başarılı olmadı. Bu defa Duhok’ta
toplandılar ve o toplantıda da komite oluşturma kararı çıktı.
Ancak o da başarılı olmadı. PYD istemiyordu. PYD onun dışında
farklı bir Kürd gücünün etkin olmasını istemiyor. PYD özel bir
projedir. Rejim ve PYD başka bir gücün orda oluşmasını istemiyorlar. Suriye Kürdistan Demokrat Partisinin de, RHK ve Mesud
Barzani ile ilişkileri var. PYD’nin İran rejimi ve Bağdat’la ilişkileri
iyidir. Amerika’ya ve Rusya’ya yakınlaşıyorlar. Bu şartlarda Kürd
güçlerinin bir araya gelmeleri zor görünüyor. PKK ve PYD kendi
dışında başka kimseyi istemiyor. PYD ve PKK ulusal çıkarlardan uzaklar. Kürdistan meselesini, devletleşme hakkını geride
bıraktık diyorlar. Şimdi de YNK ve Goran’a yakınlar. Bu durum
değiştiğinde savaşabilirler. PKK, YNK ile de KDP ile de savaştı.
Kürdün Kürdü öldürmesi kabul edilemez. Söz ettikleri ve üzerinde anlaştıkları federasyon da ve Araplar ile kurdukları ilişkiler
de farklı. Kürdlüğe inançları yok. Kürdistan’a inançları yok.
Rojava Peşmergeleri Kürdistan’da savaşıyor. En ön cephedeler.
Kürdistan için savaşıyorlar. Rojava’ya geçmek için hazırlar. Ancak PYD onlar Rojava’ya geçerse kardeş kavgası tekrarlanacaktır
diyor ve kendi tekçiliği yüzünden onları istemiyor, geçişlerini
kabul etmiyor. Tüm totaliter partiler böyle.”
Gazeteci Hikmet Durgun: Türkiye ile Suriye’nin
yakınlaşması, Kürdleri birbirine yakınlaştırabilir
“Rojava’ da Kürd güçleri ideolojik sebeplerden dolayı birleşmiyor. Kürd güçleri ikiye ayrılmış durumda. PYD’ nin başını
çektiği TEVDEM ile Suriye KDP’sinin başını çektiği ENKS
arasında ilişkiler gitgide kötüleşiyor. 2012 ve 2014 yılı arasında
ilişkiler az da olsa iyiydi ancak ilişkiler gelinen aşamada çok
kötü. TEVDEM, ENKS’ yi düşmanı gördüğü Türkiye dostu
olarak görürken, ENKS ise TEVDEM’i Kürd halkının düşmanı
olarak gördüğü Rejim’i dostu olarak görüyor ve onlarla işbirliği
yaptığını savunuyor. Rojava yönetiminin tamamı TEVDEM’in
elinde ve zaman zaman ENKS üyelerini tutukluyor, gözaltına
alıyor bu da doğalında ENKS’nin tepkisine neden oluyor. ENKS’
yi, ÖSO ve cihatçıların sağ kolu olarak gören TEVDEM kendisine saldıran ÖSO’nun ENKS ile dost olmasına tepki gösteriyor.
PKK’ye yakın olan TEVDEM’in KDP’ye yakın olan ENKS ile
yakın zamanda bir güç birliği yapması zor görünüyor. ENKS’nin
Rojava Peşmergeleri’ni Rojava’ ya sokma çabalarına TEVDEM
şiddetle karşı çıkıyor ve bir halk iki ordu kabul edilemez diyor.
Bu saydığımız nedenlerden dolayı Kürd güçleri birleşemiyor.
Güçlerin birleşmesi için her ne kadar görüşmeler olduysa ve
kararlar alındıysa da bu pratikte uygulanmadı. Gelinen aşamada
Kürd güçlerinin birleşmesi zor görünüyor. Türkiye’nin Esad ile
görüşmesi Rojava’ yı çok etkiler. Görüşmeler sonucunda Esad,
Türkiye’nin desteğini alarak Rojava’ya bir müdahalede bulunabilir. Türkiye’nin Esad ile görüşmesinin temel amacı da zaten
Esad olsun ama Kürd olmasın mantığıdır. Kanımca Türkiye,
Kürdlerin Rojava’ da bir kazanım elde etmemesi için Esad’ lı
geçişe ‘evet’ diyecek. Türkiye’nin Esad ile yakınlaşması ve bunun
sonucunda Rojava’ ya oluşabilecek bir müdahale Kürd güçlerini
birbirine çekebilir, yakınlaştırabilir.”
Yazar HelimYusiv: Mesele Kandil ve Erbil
“Kendi çıkarlarını ulusal çıkarlara kurban eden ve Kürd
halkının ulusal çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün gören bir
Kürd partisi bilmiyorum. Durum bu şekilde sürdükçe ortak
bir cephe ve birlik oluşmaz. Tam tersi günbegün Kürd partileri
arasındaki çelişkiler artıyor. ENKS Suriye muhalefeti ile birlikte
ve onların etkisi altında. Hatta PYD’den daha çok Arapların etkisinde olduğunu söyleyebiliriz. PYD de daha çok askeri alanda
Araplarla işbirliği içinde. ENKS Roj Peşmergeleri’nin kendilerine
bağlı olduğunu söylüyor ve Rojava’ya geçmesini istiyor. Ama
öbür taraftan PYD’yi İran ve Suriye rejimi ile işbirliği yapmakla
suçluyor. ENKS’nin Kürd güçlerini suçlamaktan vazgeçip onları
Kürd tarafı olarak görüp onlarla işbirliğine gitmelidir. İşte o
zaman Peşmergelerin geçişini savunabilir. Rojava’nın temel
savunma gücü YPG-YPJ’dir. Senadid ve Sotoro gibi güçler YPG
çatısı altında çalışmalarını sürdürüyor. Eğer Roj Peşmergeleri’de
Rojava’yı savunmak ve IŞİD’e karşı mücadele etmek istiyorlarsa,
YPG-YPJ çatısı altına girmeliler. Eğer böyle bir talep olursa bunun YPG tarafından reddedileceğini düşünmüyorum. Duhok ve
Hewler anlaşmalarında mevzu eskilere dayanıyor. Mesele Kandil
ve Erbil’dir. Bu iki güç birbirine ne kadar uzak olursa, ENKS ve
TEVDEM de o kadar uzak olur. İçinden geçtiğimiz bugünlerde
Erbil ve Kandil tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyalar.”
Yazar Jan Dost: İki parti arasındaki çelişkiler
Rojava’ya zarar verdi
“Kürd milleti aşiret yapısı üzerine kurulu. Hala daha tek bir
millet gibi hareket etmiş değil. Kürdlerin kendi aralarındaki
çelişki ve anlaşmazlıkları çözmeleri için büyük adımlar atmaları
lazım. Şimdi de Rojava’da bir olamıyorlar, çünkü her biri ayrı bir
cepheye bağlı: PDK ve PKK cepheleri. Ne yazık ki iki parti arasındaki çelişkiler Rojava Kürdlerine büyük zarar verdi. PYD milli
bir siyaset yürütmüyor ve başka yerlerden karar alıyor. Alınan
kararların PYD’nin elinden çıktığına inanmıyorum. PYD’nin
Kandil ve Şam’a rağmen bir karar alabileceğini düşünmüyorum.
Diğer taraftan PYD’nin öbür güçlere karşı yürütmüş olduğu
propaganda, Kürdlerin yakınlaşmasını ve birlik olmasını engelliyor. ENKS’nin içindeki partiler eskiden beri, hep zayıftılar ve bu
zayıflıklarını ENKS içine de taşımış oldular. PYD de demokratik
bir hareketin oluşmasını engelliyor ve kendileri ile olmayanları
kaçırıyor, işkence ediyor ve öldürüyor. PYD silahı bir kanun gibi
meydana koymuş durumda. ENKS içindeki partiler hep siyasi
faaliyet yürüttüler, silahlı mücadeleyi reddeden bir ideolojiye
sahipler. Bu da hemen değişebilecek bir durum değildir. Bu mesele üzerinde iyi durmaları gerekiyor. Eğer şiddet fikrini kendi
kadrolarına taşıyabilirlerse, silahlı bir güç oluşturabilirler. Birlik
Partisinin (Yekitî) böyle bir girişim oldu. Ancak PYD tarafından
tasfiye edildiler.”
03
Hizipler koalisyonu mu,
ulusal blok mu?
BİLAL SAMBUR
Suriye savaşı, Ortadoğu coğrafyasını
darmadağın eden bir olgudur. Suriye, on
yedi etnik grubun yaşadığı bir coğrafyadır.
Baas Rejimi, Nusayri azınlığa dayalı olarak bütün etnisitelere hükmetmekteydi.
Savaşla beraber Nusayri azınlığın artık
diğer halklara hükmetme imkanının kalmadığını ve Suriye’de yaşanan şeyin açık
bir iç savaş hali olduğunu söyleyebiliriz.
Suriye’deki en büyük etnik grup olan
Araplar arasında bile bir bütünlüğün olmadığını, Araplar arası iç
savaşın ve mücadelenin devam ettiğini söyleyebiliriz.
Araplardan sonra Suriye’nin ikinci büyük halkı Kürdlerdir.
Kürdler, Efrin, Cizire, Haseke ve Kobani gibi başlıca şehirlerin
oluşturduğu Rojava’da yaşamaktadırlar. Rojava’da kurulan kantonal düzen Araplar, Ermeniler, Süryaniler ve Türkmenler gibi farklı
unsurları da kapsamaktadır. Farklı etnik gruplar, el-Kaideci ve
DAİŞ çetelerine karşı Kürdlerin öncülüğünde Suriye Demokratik
Güçleri şeklinde yeni bir yapı oluşturmuşlardır. Rojava’nın geleceği bağlamında iki önemli soru bulunmaktadır. Kürdlerle Araplar
arasında bir savaş mümkün mü? Kürdlerin kendi arasında bir
çatışma mümkün mü? Bu sorulara, mevcut şartlar altında çatışmanın mümkün olduğu şeklinde bir cevap verebiliriz. Suriye savaşının
barışla sona erdirilmesi için düzenlenen Cenevre toplantılarına
Rojava ve Kürdler taraf olarak çağrılmamıştır. Bazı Kürdlere,
kişisel düzeyde davetler yapılmıştır. Rojava’nın taraf olarak tanınmamasının arkasındaki en önemli neden Kürdler arası ihtilaflar ve
mücadelelerdir. Suriye da Kürdler ve Rojava’nın taraf olmaması,
aslında Suriye’de bir çözümün imkansızlığını göstermektedir.
Kürdlerin ve Rojava’nın şimdiye kadar taraf ve aktör olarak tanınmaması, karşımıza Rojava ve Kürd bilmecesi diyebileceğimiz bir
bilinmezliği çıkarmaktadır.
Rojava’nın hakim gücü Demokratik Birlik Partisi ve onun
askeri gücü YPG’dir. PYD-YPG, Efrin, Kobani ve Cizire
bölgelerini kapsayan kantonal bir idare kurmuştur. PYD, Esad
Rejimi’ne karşı olmadığı gibi, Özgür Suriye Ordusu ve cihatçı
grupların oluşturduğu yapıların içinde de değildir. PYD, üçüncü
yol diyebileceğimiz bir yaklaşımı benimsemiştir. PYD, savaşın
başından beri Arap, Çerkez, Türkmen topluluklarıyla karşı karşıya
gelmemeye özen göstermekte, olabildiğince onlarla işbirlikleri
geliştirmeye çalışmaktadır. Suriye Demokrasi Güçleri, PYDYPG’nin öncülüğünde oluşan karma bir yapıdır. Minbic ve Bab
operasyonları, Burkan al-Fırat gibi Arap grupların etkin olarak
katıldığı Suriye Demokratik Güçleri tarafından yürütülmektedir.
PYD-YPG, Halep ve Azez gibi yerlerde Cephet’ül Ekrad’la (Kürd
Cephesi) Nusra ve DAİŞ gibi el-Kaideci gruplara karşı işbirliği
geliştirebilmektedir.
PYD-YPG, Rojava’da hakim güç olmasına rağmen, Kürdler
arası bir ittifaktan ve işbirliğinden Rojava’da söz edilemez. Kürdler, bölünmüş ve parçalanmış bloklar görüntüsü vermektedirler.
Barzani ve KDP’ye yakın Erbil bloğundan, KBY-Talabani’ye yakın
Süleymaniye bloğundan ve PYD-YPG’nin hakim olduğu Rojava
bloğundan söz edebiliriz. Türkiye’nin kendisine bağlı bir Kürd
yapılanması ortaya çıkarmak için önemli girişimlerde bulunduğunu
ayrıca not etmek lazımdır. PYD karşıtı bazı muhaliflerin bir araya
geldiği son Urfa toplantısı, bu bağlamda zikredilmelidir. Talabani
ve PUK’a yakın Kürd grupları, PYD-YPG ile yakın işbirliği içinde
olabilmektedirler.
Rojava’daki PYD, Erbil ve Süleymaniye Blokları arasındaki
ilişkiler, karşılıklı güvensizliğin ve güvenlik kaygılarının yoğunluğunu göstermektedir. Kürd grupların birbirine güvenmemesi ve birbirlerini birer güvenlik sorunu olarak görmeleri, aralarında ulusal
bir blok kurmalarına engel olmakta, birbirlerine yakın olanlar ise
sadece partiler koalisyonu oluşturmaktadırlar. Mevcut siyasi liderler, partiler ve askeri yapılar, bütün Kürd halkının lideri, partisi ve
gücü olduklarını iddia edebilmektedirler. Ancak Rojava’da hiç bir
parti, lider veya güç, tek başına bütün Kürd halkını temsil etmekten ziyade sadece kendi tabanlarını temsil etmektedirler.
Rojava’da Kürdlerin parti koalisyonları şeklinde bloklaşması,
Rojava’nın ve Kürdlerin bağımsız taraf olarak ortaya çıkmasının
önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Mevcut bloklaşma,
Kürdlerin taraf statüsünde olmasını engellediği gibi, Kürdler arası
çatışma riskini de ciddi bir şekilde bünyesinde taşımaktadır.
04
BasHaber SÖYLEŞİ
4 - 10 Temmuz 42016
MANŞET
“Kapımız ENKS’ye açık”
PYD Merkez Komite Üyesi Mahmud Bişar: “ENKS, Rojava Devrimi’nden bugüne
kadar Suriye muhalefeti ile birlikte hareket
ediyor. Suriye muhalefeti de başından
beri Rojava’ya saldırıyor. Rojava ve Kürdler
için herhangi bir programı yok. Kürdlerin
de hakları olduğunu söylemedi. Suriye
muhalefeti AKP’nin kucağında, ENKS de
bunlarla hareket ediyor. Bu muhalefet AKP
ve Türk devletinin desteği ve yardımıyla
Rojava’ ya saldırıyor. Dolayısıyla bu durumda nasıl birlik olacağız. Tüm bunlara
rağmen kapımız ENKS’ye açıktır. ENKS
Rojava’da iki silahlı gücün bulunmasını istiyor. İki silahlı gücün Rojava’da bulunma-
sı, karışıklığı ve gerginliği tırmandıracaktır.
Kazanımlarımızı tehlikeye düşürecektir.
Farklı siyasi parti ve görüşler olabilir,
ancak iki silahlı güç olmaz. Bu toplumu
bölmektir. Hiçbir partiye bağlı olmayan
bir ordu olması lazım. Türkiye, Suriye ve
İran görüşüyor ve Kürdlere karşı bir birlik
oluşturuyorlar ve buna rağmen ENKS,
AKP ile hareket ediyor. Suriye muhalefeti
Kürd halkının iradesini kabul etmiyor.
Türkiye’nin kontrolündeler. ENKS’ye karşı
değiliz, silahlı iki gücün olmasına karşıyız.
Ulusal kongre toplanıp siyasi ve stratejik
bir işbirliği Kürdler arasında oluşturulana
kadar mücadelemiz devam edecektir.”
“Her parti kendi çıkarına göre hareket ediyor”
“Kardeş kavgasına karşıyız”
ENKS Politbüro Üyesi Nuri Brimo: “Esad
rejimi, Duhok ve Hewler anlaşmalarının
uygulanmasını engelliyor. Esad rejimi PYD
üzerinde baskı oluşturuyor ve birlik üzerinde
engeller çıkarıyor. PYD kendi başına değil, rejim
ENKS’nin Rojava’ da ortak olmasını, siyasi ve
askeri alanda çalışma yürütmesini kabul etmiyor. Rejim sadece PYD’yi kabul ediyor. PYD de
kimseyi kabul etmiyor. Birçok defa ortak olma,
birlikte çalışma anlamında girişimlerimiz oldu,
ancak PYD kabul etmedi. Aslında rejimin kabul
etmediğini anlıyoruz. PYD ve Kandil’in verdiği
kararlar Esad ile İran’ın elindedir. Rejim ve İran
ENKS’yi kabul etmiyor; çünkü ENKS Barzani’nin
yol ve yöntemi üzerinedir ve Rojava için milli,
demokratik, federal bir projeye sahiptir. Güney
Kürdistan için de devletleşme hakkını savunur.
Bir yıldır ENKS ve TEVDEM arasında herhangi
bir görüşme olmadı. PYD’nin ipi İran rejiminin
elindedir. Bizim Peşmergemiz var, ancak bu
gücün Rojava’ya geçmesine engel çıkarıyorlar.
Biz silahlı mücadeleye değil, kardeş kavgasına
karşıyız. PYD’nin içinde Kürd kalmadı. Asayişin,
YPG’nin yüzde 70-80’i Arap’tır. Ve kararları da
PYD ve YPG içindeki Araplar ile Şam alıyor. Böyle olmasını istemezdik. Yaptığımız anlaşmaların
uygulanmasını ve birliğin oluşmasını isterdik.
PYD her geçen gün Kürdlük ve Kürdistanilik’ten
uzaklaşıyor. Binlerce gencimiz Derazor, Reqqa ve
diğer bölgelerde kurban ediliyor. Ve o bölgelerin
yönetimi de Kürdlerin eline geçmeyecek. Kendileri de dile getiriyorlar, bunun bir Kürd projesi
olmadığını ve demokratik Suriye için olduğunu.”
Kobanê Eski Dışişleri Bakanı İdris
Nassan: “Rojava’ daki Kürd güçleri farklı
bölgesel ve uluslararası güçler arasında
bölünmüş durumda. Kürdlerin bir birlik
oluşturmaları ve kazanımları korumaları
gerekiyordu. Şu ana kadar tüm çalışma ve
kazanımlara rağmen bu gerçekleşmedi.
Kürdlerin tümü birlikte hareket etme
iradesine sahip olurlarsa, çok büyük bir
birlik oluşturulur. Ne yazık ki siyasi taraflar
kendi çıkarlarına göre hareket ediyor.
Toplantılar oldu, anlaşmalar oldu, ancak
bunlar pratikte karşılık görmedi. Bunun
sebebi de herkesin kendi çıkarlarına göre
hareket etmesidir. Rojava’ da çok çalış-
ma yapıldı. Uluslararası güçler Kürdlere
yakınlaştı ve destek vermeye başladı.
Kürdlerin bu kazanımlara sahip çıkması
lazım. Kürdler, bu karışık durumda önemli
bir rol oynayıp kendilerini ispatlayabildiler. En azından bu karışık durum ve zor
şartlar atlatılana kadar, birliğin oluşması ve
kazanımların korunması gerekiyor. Ondan
sonra artık herkes kendi programına göre
hareket edebilir. Fakat ne yazık ki, siyasi
taraflar daha şimdiden kendi programını
oturtmaya çalışıyor. Dileğimiz Kürdlerin
birlikte hareket etmeleri ve geleceklerine
sahip çıkmalarıdır tüm zorluklara rağmen.
Bu şekilde başarılı olabiliriz.”
“Erbil ile Kandil anlaşmadıkça birlik olmaz”
ENKS Türkiye Temsilcisi Ahmed Kasım:
“Gerçek şu ki Kürd partileri Kandil ile Erbil
arasında bölünmüş durumdalar. İkisinin
dışında duran, etkisiz kalıyor. Dolayısıyla Erbil
ile Kandil anlaşmadıkça, Kürd partileri ve
güçleri arasında birlik olmaz. Erbil de Kandil
de Rojavayı bırakmaz. ENKS, PYD iktidarı ve
silahlı gücü karşısında etkisiz kalıyor ve PYD
bir hükümet gibi davranıp koşulları kendine
göre belirliyor. Bundan dolayı ENKS de bu
durumda değişiklik yaratabilecek fazla bir şey
yapamıyor. ENKS bazen bir karışıklık ve çelişki
içinde. Bazen barışsever, bazen de Peşmerge’nin
varlığından dem vuruyor. Ancak Peşmerge
gücü ENKS’nin değil, Peşmerge Özel Birlikleri
çatısı altında eğitim görmüş ve Sayın Mesud
Barzani liderliğindeki KDP’nindir. ENKS silahlı
güç oluşturabilecek güce sahip değil. Duhok
ve Erbil anlaşmaları eksik hazırlandı. Dediğim
gibi burada bağlayıcı olan Kandil ve Erbil’dir.
Kandil’de Erbil’de bugün Rojava Kürdistanı’nın
miras olduğunu görüyor. Her iki taraf da buna
sahip olmak istiyor. Bundan dolayı Hemid
Derweş liderliğindeki İlerici Parti (Pêşverû)
ENKS’nin de PYD gibi hareket ettiğini ve hareketin yönünü Suriye dışına çevirdiğini görünce,
ENKS’den ayrıldı. Ve Hemid Derweş Kandil ve
Erbil dışında bir birlik projesi açıkladı. Çünkü
bu güçlerin Kandil ve Erbil’in gölgesinde bir
araya gelmeleri mümkün görünmüyor.”
“Kürdler yabancı güçlerden kopamıyor”
KBY Rojava Masası Sorumlusu
Mistefa Şefiq: “Kürdler önlerine çıkan
fırsatları hep tepmişler ve en zor
zamanlarda birlik olamamışlardır.
Bugün büyük bir fırsat var Kürdlerin
önünde. Fakat Kürdler bugün farklı
güçlere bölünmüş durumdalar. PYD,
Esad rejimi ile birlikte hareket ediyor
ve rejimle kurduğu ittifak sonucu tüm
yurtsever güçlerin önü kapatmıştır.
Türkiye ile Suriye yeniden görüşüyor ve
bu Rojava üzerinde büyük tehlikedir.
Rejim kontrolü eline aldığı zaman
PYD bunu engelleyecek güce sahip
değil. DSG içindeki güçlerin bir kısmı
rejime bağlıdır. Kürd güçlerinin yüzde
70’i bu oluşumun dışında. Bu güçler de
PYD üzerinde baskı oluşturuyor. Kürdler, burada bağımsız karar alamıyor.
Kürdler birlik yönünde ilerledikleri za-
man, mutlak bir engel çıkarılıyor. Dört
parçada Kürdler üzerinde saldırılar
var. Kürdlerin birlik olmaları gerekiyor.
Durum bu şekilde devam ederse Kürdler amaçlarına ulaşamayacak.”
MANŞET
BasHaber
4 - 10 Temmuz 2016
5
SÖYLEŞİ
ENKS nedir?
Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS), 26 Ekim 2011 tarihinde Kamışlo’da, 13 partinin ve çok sayıda sivil toplum örgütü
ile kimi şahsiyetlerin katılımıyla kuruldu.
ENKS bünyesinde en son haliyle şu parti ve oluşumlar yer
alıyor:
-Kürdistan Demokrat Partisi - Suriye (PDK-S)
-Kürd Eşitlik ve Demokrasi Partisi - Suriye (PWDKS)
-Suriye Kürdleri Milli Demokratik Partisi (PDNKS)
-Kürd İlerici Demokrasi Partisi - Suriye (PDPKS)
-Kürd Birlik Partisi - Suriye (PYKS)
-Reform Hareketi
-Kürd Gençlik Hareketi
Dönem sözcülüğünün 3 ayda bir değiştiği ENKS kuruluşu
ardından yaptığı üç kongreyi de Kamişlo kentinde gerçekleştirdi. ENKS, Kamışlo, Haseke, Kobani, Efrin, Amude, Dırbesiye,
Derika Hemko, Derik, Tılhemis bölgeleri ile Şam ve Halep’te
meclisler, komiteler kurmuş durumda. ENKS içinde yer
alan partilerin çoğu
PDK çizgisine yakın.
PDKS, 1950’li yılların
sonlarında ünlü Kürd
aydınları Osman Sabir
ve Nureddin Zaza tarafından kuruldu.
2012 yılının sonlarına doğru Suriye
muhalefetine katılan
ENKS, Suriyeli muhalif
grupları çatısı altında
toplayan 114 üyeli Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal
Koalisyonu’nda (SMDK) da 11 üye ile temsil ediliyor.
ENKS kendisini Suriye devriminin bir parçası olarak
görüyor ve ülkedeki savaşın “siyasi ve Esad’sız” çözülmesini
savunuyor. ENKS Suriye’de Kürdler ve diğer halklar için ise
federasyon istiyor.
ENKS, YPG’nin uyguladığı zorunlu askerliğe karşı çıkıyor
ve vatan savunmasının, herkesin görevi olduğuna işaret ederek, zorlamayla savaşılamayacağını dile getiriyor.
ENKS’li ailelerin YPG’liler tarafından zorla askerliğe alınması
uygulamaları nedeni ile de taraflar arasında sık sık sorunlar
yaşanıyor.
ENKS’nin Türkiye ABD, Türkiye ve başta Fransa olmak
üzere çok sayıda Avrupa ülkesinde ofisleri bulunuyor ve bu
ülkeler ile iyi ilişkiler içerisinde. ENKS, SDMK Üyesi olarak
Cenevre görüşmelerine ve Suriye’nin geleceği ile ilgili diğer
uluslararası toplantılara da katılıyor.
Roj Peşmergeleri
Rojava’dan göçerek Güney Kürdistan’a yerleşen ENKS
yanlısı yaklaşık 5 bin Rojavalı genç KBY’de Peşmerge Güçleri
tarafından eğitilerek Roj Peşmergesi olarak IŞİD karşıtı
savaşta yer aldı. Bunlardan bir kısmı Suriye Ordusu’nda
askerken, iç savaşla birlikte firar etmişti.
Özellikle Şengal ve sınır bölgelerinde savaşan Roj Peşmergeleri çatışmalarda çok sayıda kayıp da verdi.
Rojava’daki savaşa katılmak isteyen Roj Peşmergeleri
PYD ile anlaşma sağlanmaması nedeni ile ülkeye dönemiyor.
PDY yetkilileri Roj Peşmergelerinin ülkeye geçmesi halinde
onlara karşı savaşacakları tehdidinde bulunup, dönüşlerine
izin vermiyor. TEVDEM yöneticilerinden Aldar Xelil geçtiğimiz
ay bir TV kanalına yaptığı açıklamada Roj Peşmergelerini
‘çete‘ olarak adlandırmıştı.
IŞİD’in saldırısı sırasında Kobani savunmasına katılmak
üzere sınıra giden 200 ENKS üyesi de TEVDEM, PYD ve YPG
tarafından geri çevrilmişti.
PYD, ENKS’ye bağlı Peşmergelerin bölgede askeri güç
olarak kalmasını istemiyor.
TEVDEM nedir?
Demokratik Toplum Hareketi TEVDEM ise Rojava’da PKK/
PYD çizgisindeki örgütlerin ve onlarla ittifak yapan kimi Arap
ve Süryani kuruluşların yer aldığı, esas gücünü PYD’nin
oluşturduğu bir çatı örgütü. YGP, TEVDEM’in askeri gücü
olarak anılıyor.
TEVDEM, Rojava’da kurulan 3 kantonun yönetimini organize ettiği gibi, geçtiğimiz aylarda ilan edilen Kuzey SuriyeRojava Federasyonu için de çeşitli meclisler kurdu. TEVDEM,
ülkenin farklı yerlerinde Arap güçleri ile Suriye Demokratik
Güçleri adı altında hareket ediyor. IŞİD’e karşı savaşta askeri
gücü olan YPG ile yer alan TEV DEM, Suriye rejimi ile de
iyi ilişkilere sahip. ABD ve Fransa’nın desteklediği ve silah
yardımında bulunduğu YPG şu anda Batı dünyasının sahada
işbirliği yaptığı tek güç durumunda. YPG’nin savaşçı sayısının
30 bin cıvarında olduğu tahmin ediliyor.
TEVDEM, ideolojik ve
politik olarak PKK çizgisinde
olduğu için ENKS ile yaşadığı
sorunlar PKK ile PDK çizgisi
arasındaki rekabet ve iktidar
mücaledesinden kaynaklanıyor.
Uzmanlar ENKS ile TEVDEM arasındaki sorunların
aşılmasının PKK ile PDK
arasındaki uzlaşmaya bağlı olduğunu savunuyor.
ENKS-TEVDEM Anlaşmaları
ENKS ile TEVDEM Suriye ve Rojava’da savaşın başladığı
ilk zamanlarda kimi zaman biraraya gelip, birlikte hareket
etmesine rağmen, sonraları aralarındaki ilişkiler kopmuştu.
Rojava’da bulunan Kürd siyasi örgütleri de, Rojava’daki
Kürdlerin kaderini tayin etmek Kürdleri oluşabilecek saldırı
girişimlerinden koruyabilmek için birlik arayışı içine girdiler.
Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı (KBY) Mesud Barzani’nin
öncülüğünde Rojava’daki Kürd siyasi partileri Haziran
2012’de Erbil‘de bir araya geldiler. Varılan anlaşmanın ardından Yüksek Kürd Konseyi’nin oluşumunda yer alan ENKS ile
TEVDEM Rojava’nın ortak yönetilmesi konusunda da anlaşmaya vardılar ancak imzalar kağıt üstünde kaldı.
Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’nin çağrısıyla,
2014’ün Ekim ayında Erbil’de tekrar bir araya gelen ENKS ve
TEVDEM, ortak yönetim, ortak güç ve siyasi birlik konusunda
anlaşmıştı.
Siyasi Mutabakat Konseyi’ne 12’si TEVDEM’den, 12’si de
ENKS’den toplam 24 kişinin seçilmesi kararlaştırılmıştı.
Anlaşmaya göre, geri kalan 6 kişiyi de TEVDEM ve ENKS’den
seçilen 24 kişi belirleyecekti.
Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (PDK-S) 2 üyeyle
temsil edileceği yönetimde, diğer 8 parti 1’er koltuğa sahip
olmuş, diğer 2 üyelik ise bağımsız kişilere verilmişti..
Ancak ENKS bünyesindeki El Parti, El Wehde ile El Wifaq
partileri, Rojava yönetimini oluşturacak “Siyasi Mutabakat
Konseyi” seçimlerinde TEVDEM üyelerine oy verdi. Bunun
üzerine ENKS, sözkonusu 3 partiyi ihraç etti.
Taraflar arasında Duhok’ta tekrarlanan anlaşma girişimleri de akamete uğramış, ilişkiler yine kesilmişti.
05
Tornistan
MESUT YEĞEN
Türkiye’nin uluslararası
siyasetinde bir zamandır gözlenen
yeni işaretleri değerlendirmeye
çalıştığım iki hafta önceki yazı için
“ricat” başlığını uygun görmüştüm.
Geçen birkaç günde atılan yeni
adımlar Türkiye’nin bölge siyasetinde yaşananları tarif etmek için
ricat teriminin fazla ölçülü, fazla
edepli kaldığını gösteriyor. İsrail
ve Rusya siyasetinde geçen hafta atılan adımlar
Türkiye’nin dış siyasetinde yaşananları anlatmak için
daha vurgulu bir terime ihtiyaç olduğunu gösterdi.
Mısır siyasetinin ve hatta Suriye siyasetinin bile dönüşeceği belli olduğuna göre, Türkiye dış siyasetinde
yaşananları anlatmak için daha uygun terim tornistan
olsa gerek. Belli ki Türkiye ricattan biraz fazla bir şey
yapıyor, geri manevrayla dönüyor, tornistan ediyor.
İyi ki de ediyor elbette. “Niye tornistan etmek
zorunda kalındı”, “tornistan etmeye mecbur kalınmayacak bir dış siyaset izlenseydi daha iyi olmaz
mıydı” soruları önemli, sormaya da devam etmez
lazım. Ancak bugünün daha acil görünen soruları
başkadır. Esas sorular elbette bu hayırlı tornistanın
nereye varacağıyla ilgili. Bu hayırlı tornistan, Suriye
ve Rojava siyasetlerine, ABD ve AB’yle ilişkilere ve
ardından da iç siyasete ve onun da en önemli kısmını
oluşturan Kürd meselesi siyasetine nasıl aksedecek?
Esas meseleler, acil sorular bunlar.
Türkiye bölgesel siyasetteki hasımlarını, gerilimleri azalttıktan sonra AB’yle ve ama bilhassa da
ABD’yle daha uyumlu bir bölgesel ve küresel bir
siyasetin peşine mi düşecek, yoksa hasımlarını ve
gerilimleri azaltmış olmanın verdiği rahatlamayla
yetinip, ABD ve AB’ye “Türkiye eski Türkiye değil”
diyerek babalanmaya devam mı edecek? Keza, “düşmanları azaltma, dostları arttırma” siyasetinin menziline PYD ve PKK de girecek mi, yoksa tam tersine
düşmanları azaltmış olmanın yaratacağı ‘enerji fazlası’ PYD ve PKK’ye karşı daha da sert bir mücadele
vermek için mi kullanılacak? Son olarak, dış siyasette
olduğu gibi iç siyasette de düşmanlaştırılmış kesimlerle bir yeni durumun peşine mi düşülecek, yoksa
tam aksine buradaki husumetin bir önemi yok denip,
iç siyasetteki gerilim aynen devam mı ettirilecek?
Büyük tornistanın ardından cevaplanması
gereken önemli sorular bunlar ve kendi adıma
cevaplarından hiç emin değilim. Yapılan tornistanın
büyüklüğü ve Mavi Marmaracılara söylenenler sözü
edilen bütün gerilim alanlarında büyük tornistanların
ardı ardına yapılabileceğini gösteriyor. Lakin, bir de
bu devletin alışkanlıkları, yatkınlıkları, hesapları var.
Bunları hesaba katınca bugünkü tornistanın sınırlı
kalacağını, en fazla dışarıda ABD ve AB’yle, içeride
de sekülerlerle olan gerilimleri azaltmaya yetecek
kadar olacağını öngörebiliriz. Devlet bildiğimiz
devletse ki öyle görünüyor, bu bildiğimiz devletle
pek güzel kaynaşmış görünen Erdoğan ve Ak Parti
tornistan işlerini Rojava ve Kürd meselesi siyasetinde enerji biriktirmeye yetecek seviyede tutmayı
tercih edebilir. Bu da bildiğimiz Türkiye’yle devam
demek olur.
“Bildiğimiz Türkiye’yle devam mı edeceğiz”,
yoksa “önemli değişiklikler kapıda mı” sorularının
cevaplarından emin olmak için zamana ihtiyacımız
var. Ama bu arada emin olabileceğimiz bir şey var:
Bu kadar kati ve sert bir geri dönüş yapmak zorunda
kalınmış olması Ak Parti fikir erbabına, bilhassa da
dış siyaseti şekillendiren fikir erbabına en az iki şeyi
şimdiden göstermiş olsa gerek. 1. Uluslararası siyaset
büyük fırsatların peşinde ani değişiklikler yapmaya
uygun bir yer değilmiş ve 2. Seküler elitin kurduğu
o çok küçümsenen dış siyaset çerçevesini o kadar
hafife almamak gerekiyormuş.
06
HABER
Siyaset alanındaki patinaj
nasıl aşılacak?
AHMET ÖZER
AKP 7 Haziran’da büyük güç
kaybedince ve Rojava’da Kürdler
bir statüye doğru ilerleyince bu iki
unsuru tersine çevirmek için savaşı
körüklemiş, yarattığı çatışmalı ortamı
aynı zamanda başkanlığa giden yolun
aracı olarak kullanmak istemiştir.
PKK ise Türkiye’nin Rojava’daki tavrını engellemek, Ortadoğu’da ortaya
çıkan yeni değerleri kendi lehine
kullanmak maksadıyla başlatılan savaşa ortak olmuştur.
AKP’nin örgütün belini kırma isteği ve politikası
büyük yıkımlara yol açarken, PKK de bu politikaya büyük
kayıplarla karşı koymaya çalşımaktadır. Bu da ülkeye
büyük zarar vermektedir. AKP bu yolla sadece PKK’ye bir
ders verme peşinde değil, bir yandan Rojava’daki gelişmeleri engellemeye çalışırken öte yandan Kürdlere bugün ve
gelecek için adeta aba altından sopa gösteriyor.
Bütün bunlar gösteriyor ki siyaset bugün çözümün
bir parçası olmak yerine kendisi giderek çözülmesi
gereken sorunun bir parçası haline geliyor. Nitekim bu
tablodan dolayıdır ki İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre
25 Temmuz 2015’ten beri olaylardan etkilenen vatandaş
sayısı 1 milyon 200 bin kişidir. Sağlık Bakanlığı’na göre
göç eden insan sayısı 350 bin civarındadır. Başbakan ve
Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarına göre 600 civarında
güvenlik görevlisi (asker, polis, korucu) bu çatışmalarda
ölürken PKK’nin kayıpları bunların en az birkaç misli
daha fazladır. Bunlar resmi veriler, gayri resmi veriler hem
ölümler hem göçler konusunda bu rakamların çok üstünde
olduğu ileri sürülmektedir.
Yaşananlar siyaset alanında bir patinaj olduğunu açıkça gösteriyor. Uzunca bir dönemdir çatışmalar, ölümler
yıkımlar konusunda bir dirhem ileri gidilmiyor. Savaşın
getirdiği yıkımlar, ekonominin sürüklendiği sıkıntılar, yanlış diplomasinin yol açtığı tecrit ve itibarsızlaşma ve tüm
bu olumsuzlukları örtmek için yapılan yanlış uygulamalar
ve çabalar. AKP iktidarı bu yanlışları düzeltmek yerine üç
yanlış yola yönelmiş durumda.
Şehit cenazelerinden tutun da komşu ülkelerle ya da
AB ve ABD ile dış ilişkilere kadar bolca hamaset siyaseti
yapılmaktadır. Sözgelimi şehadet övülüp yoksulların daha
da ölmesi istenirken; kimse de çıkıp siz madem bu işleri
bu kadar iyi biliyorsunuz, siz cennete gitmek istemiyor
musunuz; kimsenin ölmesini istemeyiz ama bu sürekli övdüğünüz şehadet şerbeti neden bir türlü sizlerin oturduğu
villalarda içilmiyor? Diye sormuyor/soramıyor. Yoksa
vatan sadece yoksulların vatanı mı? Ya da şöyle mi demeli;
yeme içme, lüks ve sefa içinde yaşarken vatan sizin ama
ölme zamanı yoksulların vatanı, öyle mi?
Rusya’ya içeride meydan okuyup el altında elçi göndermek, İsrail’e atıp tutarken gizliden masaya oturmak,
Esad’ı önce Esed yapıp ardından tekarar Esad’a çevirmeninin arayışlarına girmek vs. siyaseti ülke için hiçbir
rasyonel getirisi olmadığı gibi itibar kaybına da yol açıyor.
Başta yargı olmak üzere, medyanın, polisin, ordunun ve
benzeri kurumların ülkenin kurumları olmaktan çıkarılıp
adeta AKP’nin kurumları haline çevrilmesi sadece devlete
ve topluma zarar vermekle kalmıyor eninde sonunda bir
bumerang etkisiyle kendini kurgulayan, yönlendiren kurumada zarar veriyor.
Son olarak, çatışmalar AKP ve HDP tabanını daha
da belirginleştirirken, iki tarafı da benimsemeyen bir
seçmen kitlesinin toplandığı bir gri alan oluşuyor. AKP’nin
politikalarını benimsemeyenler HDP’ye gitmediği gibi,
PKK’nin hendek siyasetini benimsemeyen Kürdler de
devlete ve AKP’ye dönmüş değil, şimdilik bu gri alanda
toplanmış durumdalar.
Her ne olursa olsun bu durum sürdürülebilir değil.
Behemahal değişmeldir. Kim değiştirecek? Elbette ki
toplpum baskısı ve bunu örgütleyecek güçlü bir muhalefet
değiştirecek. Ancak muhalefetin iktidarı değiştirip dönüştürmesi için öncelikle kendisinin değişip dönüşmesi de
önemli bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
BasHaber
4 - 10 Temmuz 2016
BasHaber
YNK-Goran’ın hesabı Bağdat’tan döndü
Bağdat’a giderek, Erbil’i baypass etmek üzere İbadi Hükümeti ile
anlaşmaya çalışan Goran–YNK heyetinin ziyaretleri KBY’de gündem
oldu. Heyetin merkezi hükümete Süleymaniye’de kurulacak idari yapıyı
tanımalarını önerdiği ve Bağdat ile petrol anlaşması yapmak istedikleri,
ancak hükümetin bu önerileri redettiği ve muhataplarının Erbil olduğunu
söyledikleri kaydedildi.
Mehmet Salih Batırhan
G
eçtiğimiz hafta Bağdat’ı ziyaret
eden Kürdistan Yurtseveler Birliği
(YNK) ve Goran Hareketi Ortak
Heyeti’nin Bağdat’dan “eli boş” döndükleri iddia edildi. Erbil’i baypas ederek,
Süleymaniye’de kuracakları idari yapının
tanınması için Bağdat’a giden heyetin
İbadi yönetiminden Goran ve YNK’nin
desteklenmesini talep ettikleri ve Kerkük
petrolünü İran’a satmak için anlaşmaya
hazır olduklarını söyledikleri bildiriliyor.
Ancak Iraklı yetkililerin, petrol ve idari
işlerin kanun ve yasalar çerçevesinde
yapıldığını ve Bağdat’ın bu tür konuları
sadece Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY)
ile görüşeceğini aktardıkları öğrenildi.
Amerika’nın da duruma müdahele ederek, Bağdat’ın YNK-Goran heyetinin önerilerini dikkate almamasını istedikleri,
İbadi’nin ABD’nin kesinlikle İran’a petrol
satışına ve Kürdistan’da ikili idareye karşı
olduğunu bildirdiğini heyete aktardığı
bildiriliyor.
Bağdatlı yetkililerin YNK ve Goran heyetine Kürdistan Demokrat Partisi (KDP)
ile anlaşmaları gerektiğini ve iki idareli
yapıdan uzak durmalarının hem Irak
hem de Kürdistan’ın geleceği için diyalog
içinde olmaları gerektiğini ifade ettikleri
belirtiliyor. Özelikle Irak Müttehiden
Koalisyonu lideri Usame Nuceyfi’nin
YNK-Goran heyetine, ‘PDK ile birlik
içerisinde ve tek ses olarak Irak hükümeti ile görüşün’ önerisinde bulunduğu
öğrenildi.
Öte yandan Goran ve YNK’nin Mayıs
ayında imzaladıkları anlaşmanın KBY
siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları tarafından destek bulmaması da, tarafların
planlarının boşa çıkmasına neden olduğu
şeklinde yorumlanıyor. YNK ve Goran’ın
siyasi faaliyetlerine değinen uzmanlar, iki
partinin İran’ın desteğini alarak KDP’yi
iki idareli yönetime zorlamaya çalıştığını ifade ediyor. YNK’li Kerkük Valisi
Necmeddin Kerim’in “Kerkük özerk
bölge olmalı” şeklindeki açıklamalarının
da YNK ve Goran’ın iki idareli ve petrol
stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Öte yandan Uluslararası Koalisyonun
KBY Peşmerge Kuvvetleri’ne desteği de
devam ediyor. Koalisyon’un öncülüğünü
yapan ABD’nin IŞİD’le savaşta Peşmerge
Güçleri’ne 200 milyon dolarlık yardımda bulunacağı öğrenildi. Hafta içinde
Bağdat’ta Irak Maliye Bakanı Hoşyar Zebari ve ABD Bağdat Büyükelçisi Stewart
Jones arasında bu konuda bir anlaşma
imzalandı. Bağdat Hükümeti’nin, söz
konusu meblağdan 200 milyon dolarını
Peşmerge Güçleri’ne göndereceğine dair
teminat verdiği kaydedildi.
ABD’nin yanı sıra İngiltere’nin de
Peşmerge Güçleri’ne silah ve mühimmat
desteğinde bulunacağı öğrenildi. İngiltere Savunma Bakanı Michael Fallon, hükümetinin Peşmerge Güçleri’ne 1 milyon
400 bin pound tutarında askeri desteğe
karar verildiğini belirtti.
Dr. Osman: Barzani bağımsızlık
diyor, onlar Bağdat’a gidiyor
YNK-Goran Hareketi Ortak Heyeti’nin,
hafta içinde Bağdat’a yaptıkları ziyaretinin tartışmaları da sürüyor. YNKGoran’ın Bağdat ziyaretini BasHaber’e değerlendiren Kürd siyasetçi Dr. Mahmud
Osman, YNK ve Goran’ın, Kürdistan’daki
durumu değerlendirmek ve görmekten uzak olduğunu ifade etti. Osman,
siyasi partilerin KBY Başkanı Mesud
Barzani’nin bağımsızlık referandumu için
yaptığı çağrıyı desteklemeleri gerektiğini
ifade ederek, “Goran ve YNK’nin böyle bir
durumda Bağdat’a gitmemeleri lazımdı.
Daha önce de söyledim. Kürdistan halkı
zor durumda, bu halkı düşünen siyasi
partiler kalmadı. Ne yazık ki Kürdistan
için siyaset yürüten siyasi partiler kalmadı. Biri Bağdat’ta gidiyor, bir başkası
başka şeyle meşgul oluyor. Barzani referandumdan bahsediyor, onlar Bağdat’a
gidiyor. Referandum için çalışmaları
gerekirken başka arayışlar peşindeler”
şeklinde konuştu.
Tüm siyasi partilerin biran önce
referandum için çalışması gerektiğini
savunan Dr. Osman, “IŞİD ile mücadele
var, Bağdat ile kötü ilişkiler mevcut, halk
perişan siyasi partilerin bunu gündeme
almaları lazım. Referandum için var olan
fırsatı kaçırmamaları lazım” değerlendirmesini yaptı.
Eski Goranlı Heci: Goran, YNK’ye
geçerek yenilgisini ilan etti
Goran ve YNK’nin Mayıs ayında imzaladıkları anlaşma her iki parti içerisinde
de tartışılmaya devam ediyor. Anlaşma
sonrası Goran ve YNK’deki kimi Politbüro Üyeleri partiden ayrılmıştı. Goran
Hareketi’nden ayrılan Siyasi İlişkiler
Sorumlusu Mihemed Haci, BasHaber’e
konuştu. Goran ve YNK’nin beraber hareket etmesinin siyasi partileri daralatacağını açıkldı. Goran’ın marjinalleştiğini
ifade eden Mihemed Heci, Goran’ın YNK
ile anlaşarak kendi sonunu getirdiğini
söyledi. Goran medyasının KBY’deki
siyasetçilere karşı sert yayınlarına da
değinen Heci, “Goran medyası herkesi
hedef alıyor. Herkese karşı saldırgan bir
uslup kulanıyorlar. Mesela ben Goran’da
iken onlara göre devrimciydim. Ama
Goran’dan ayrılınca tehdit ve saldırı kampanyasıyla karşı karşıya kaldım” değerlendirmesini yaptı. Goran Hareketi’nden
ayrılan siyasetçi Mihemded Heci KDP’ye
geçmişti. 17 Mayıs’ta YNK ve Goran
Hareketi, 11 bölüm 25 maddeden oluşan
stratejik bir anlaşmaya imza atmıştı.
YNK’li Şiwad Dawidî: PDK ile siyaset
yapmaya devam edeceğiz
Öte yandan hafta içinde Bağdat’a giden
ve bir dizi görüşmeler gerçekleştiren Goran–YNK Ortak Heyeti Kürdistan’a geri
döndü. Bir dizi temaslarda bulunmak
üzere Bağdat’a giden YNK-Goran Heyeti,
Süleymaniye’ye geri döndü. Heyette yer
alan YNK Milletvekili Şiwad Dawidî heyetin Bağdat ziyaretine ilişkin BasNews’e
değerlendirmelerde bulundu. Dawidî,
“Bağdat’a giden heyet, YNK ve Goran
Hareketi arasındaki anlaşmanın içeriğini
aktarmak amacıyla bir dizi temaslarda
bulundu. Hiçbir siyasi taraf anlaşmanın
içeriğine karşı değil” dedi. Ayrıca, Dawidî,
“Iraklı yetkililerle yaptığımız görüşmede
anlaşmanın, Kürdistan halkının çıkarları doğrultusunda olduğunu söyledik”
şeklinde konuştu. Şiwad Dawidî, PDK ile
siyaset yapmaya devam etmek istediklerini PDK’nin KBY’nin önemli siyasi bir
aktörü olduğunu vurgulayarak, şöyle
dedi: “Biz PDK’den vazgeçmeyiz. PDK de
tüm konularda görüşme yapmak için diyalog kapılarını açmalıdır. PDK’siz siyaset
olmaz. PDK, Kürdistan Bölgesi’nde etkili
siyasi bir güçtür, muhakkak ki onlarla da
bir araya gelemiz şart.’’
HABER
4 - 10 Temmuz 2016
Gazeteci Muhammed Hüseyin:
Goran–YNK Bağdat’tan umdukları
bulamadılar
KBY’li gazeteci - yazar Muhammed
Hüseyin de YNK ve Goran’ın Bağdat
ziyaretlerine ilişkin BasHaber’e konuştu.
Hüseyin, Goran ve YNK’nin Bağdat’tan
umduklarını bulamadıklarını ve
Bağdat’ın Kürdistan’ın başkenti Erbil’i
siyasi muhatap olarak kabul ettiğini ve
sorunların çözümü konusunda Erbil
ile görüşmekten yana olduğunu ifade
etti. YNK ve Goran’ın özel ajandalar ile
Bağdat’a gittiklerini söyleyen Hüseyin,
”YNK ve Goran ikili idare kurma, Bağdat
Hükümeti ile petrol anlaşmaları yapma
ve İran’a petrol gönderme planı ile
Bağdat’a gitti. Bağdat YNK ve Goran’a
kendisinin asıl muhatabının Erbil olduğunu kanunsuz ve Irak ile Kürdistan’daki
durumu tehlikeye sokacak bir adım
atmayacağını söylüyor. Beklentilerinin
karşılanmadıklarını söyleyebilirim. Halk
tarafından taban bulmayan ve parti çıkarları adına yapılan girişimler bu şekilde
sonuçlanır” ifadelerini kullandı.
Hüseyin tarafların imzaladıkları
stratejik anlaşmanın siyasi çevreler
tarafından destek bulmadığını da ifade
etti. Hüseyin, İslami ve sol partilerin
iki partinin imzaladıklara anlaşmaya
temkinli yaklaştıklarını söyledi.
Peşmerge Sado Malko:
IŞİD’in saldırıları püskürtüldü
Peşmerge’nin Xazir Operasyonu’dan
sonra ağır bir yenilgi alan ve
Kürdistan’dan uzaklaştırılan IŞİD hafta
içinde Şengal’de Peşmerge mevzilerine
saldırı girişimşnde bulundu. Peşmerge kaynakları IŞİD’in ağır silahlar ile
Peşmerge’ye saldırı girişiminde bulunduğunu ancak Peşmerge’nin saldırıyı boşa
çıkardığını ve IŞİD’i bölgeden uzaklaştırdığını açıkladı. Ezdi Peşmerge Yetkilisi
Sado Malko, IŞİD’in saldırısına ilişkin
BasHaber’e bilgi verdi. Malko, IŞİD’in
bomba yüklü araçlar ve havan topları
ile Peşmerge’ye saldırdığını, 2 saatlik
yoğun çatışmanın yaşandığını ve IŞİD
saldırısının püskürtüldüğünü söyledi.
Peşmerge’ye destek veren Uluslararası
Koalisyon’a ait uçakların da IŞİD saldırısını püskürtmek için Peşmerge’ye destek
verdiğini ve IŞİD’e ait 4 aracın imha
edildiği ve 6 IŞİD üyesinin de öldürüldüğünü açıkladı. IŞİD üyelerinin savaşacak
güçlerinin olmadığını açıklayan Malko,
“Son Xazir Operasyonu, Felluce’de
aldıkları yenilgi IŞİD’in büyük anlamda
zayıflamasına ve küçülmesine neden
oldu. Peşmerge’ye saldırarak moral
kazanamaya çalışıyorlar. Son saldırıları
Peşmerge’nin direnişi ile boşa çıkarıldı.
Peşmerge her zamanki gibi cephede
hazır bekliyordu ve IŞİD’in Şengal’deki
saldırısını da püskürttü” dedi.
Barzani Felluce zaferini kutladı
KBY Başkanı Mesud Barzani, hafta
içinde Irak’ın Enbar vilayetine bağlı
Felluce kentinin kontrol edilmesinin
ardından Irak Başbakanı Haydar İbadi’yi
kutladı. KBY Başkanlık sitesiden yapılan
açıklamaya göre Barzani’nin, İbadi’yi
telefonla arayarak Felluce’nin IŞİD’den
alınmasından dolayı Irak halkını
kutladığı ve bu zaferden dolayı memnuniyetini dile getirdiği vurgulandı. Ayrıca
görüşmede Barzani ve İbadi’nin IŞİD’le
savaşta Irak ve KBY’nin işbirliğinin devamını vurguladıkları kaydedildi. IŞİD’in
2014 yılında işgal ettiği kenti kurtarma
operasyonu 23 Mayıs 2016’da başlatılmıştı. Felluce Operasyonu’na 20 bin federal
polis ve 10 bine yakın milis katılmıştı.
Geçtiğimiz hafta kentin büyük bir kısmını kontrol eden Irak Ordusu’na yakın
birlikler hafta içinde kentin tamamını
kontrol ettiklerini ifade ettiler.
Barzani: Savaş Kuzey Kürdistan için
yıkımdır
KBY Başkanı Mesud Barzani hafta
içinde Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK)
Genel Başkanı Mesud Tek, parti yönetcicileri, Alaattin Aras, Kurbani Demir,
Hacı Hasan ve Veli Koparan’dan oluşan
heyeti kabul etti. Görüşmede PSK heyetinin, Kuzey Kürdistan’daki çatışmalara
değindi, durumdan duydukları kaygıyı
dile getirdikleri öğrenildi. Öte yandan,
PSK heyeti ayrıca, legal parti statüsüne
geçtikleri süreçle ilgili Başkan Barzani’ye
bilgi verdi. Barzani’nin PSK’yi legal siyasete başlamasından dolayı tebrik ettiği ve
sivil siyasete devam etmeleri gerektiğini söylediği açıklandı. KBY Başkanı
Barzani’nin Kürd kentlerinde yaşanan
çatışmalardan derin üzüntü duyduğu
siyasete aklıselimin hakim olması gerektiğini vurguladığı kaydedildi. Öte yandan
Barzani, sivil halkın can güvenliğini
korunması, huzur ve karşılıklı anlayışın
hakim olması için bir saat konuşmanın
on yıl savaşmaktan daha iyi olduğunu
dile getirdi.
Barzani Pier Ferdinando Casini’yi
kabul etti
KBY Başkanı Barzani hafta içinde
Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen
temsilcileri de ağırladı. Barzani’nin İtalya
Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı
Pier Ferdinando Casini ve beraberindeki heyeti Erbil’in Pirmam ilçesindeki Başkanlık Ofisi’nde kabul ettiği
bildirildi. Senator Casini kabulden dolayı
Barzani’ye teşekkür ederek, IŞİD’le
savaşta Peşmerge Güçleri’nin cesurca
savaşmasından dolayı da kutladı. Casini,
“Peşmerge bizim nezdimizde IŞİD ile
mücadelede bilinen bir güçtür” ifadelerini kullandı. İtalya ile Kürdistan arasındaki işbirliği ve ortaklığa da değinen İtalyan
senatör, ülkesinin Peşmerge’ye yardımlarının devam edeceğini açıkladı.
Barzani de görüşmede, radikal
örgütlerin insanlık ve doğa üzerindeki
tehdidi ile Peşmerge Güçleri’nin IŞİD’le
mücadelede gösterdiği mücadeleye
değindi. KBY Başkanı IŞİD’in insanlık
dramı yaşanmasına neden olduğunu,
Kürdistan’ın da maddi zarara uğradığını
ifade ederek, KBY’ye sığınan 2 milyon
800 bin göçmenle ilgili Bağdat’ın umursamaz davrandığını dile getirdi.
Macaristan: KBY’nin geleceği parlak
Barzani, görev süresi tamamlanan Macaristan Erbil Başkonsolosu
Tibor Szatmari’yi de kabul etti. KBY
Başkanlığından yapılan açıklamada,
görev süresi tamamlanan Szatmari’nin,
Mesud Barzani ile vedalaştığı ve KBY ile
Macaristan arasındaki ilişkinin güçlü
bir askeri, diplomatik ve ekonomik
zemine dayandığını söylediği belirtildi.
Szatmari, bu dostane ilişkinin her zaman
devam edeceğini kaydetti. Macaristan
Başkonsolosu’nun, Barzani’nin IŞİD ile
mücadeledeki rolüne dikkat çekerek,
KBY’nin geleceğinin parlak olduğunu kaydettiği aktarıldı. Açıklamada,
Barzani’nin de Macaristan halkı ve
hükümetine desteklerinden dolayı teşekkür ederek, Kürdistan halkının, en zor
gününde Macaristan’ın yanında olmasını
hiçbir zaman unutmayacağını söylediği
kaydedildi.
Barzani havaalanı saldırısını kınadı
KBY Başkanı Barzani hafta içinde
İstanbul Atatürk Havalimanı’na yönelik
IŞİD’in saldırısını kınayan bir açıklama
yayınladı. Barzani, “Terör; tüm insanlık,
özgürlükler ve ortak yaşama karşı tehdittir’ dedi. Barzani yazılı bir açıklamayla
İstanbul Atatürk Havalimanı’na yönelik
insanlık dışı saldırıyı kınadığını ifade
ederek, Türkiye halkına başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diledi. KBY Başkanı’nın
mesajında şu ifadelere yer verildi: ‘‘Terör
tüm insanlık, özgürlük ve ortak yaşama
karşı ciddi bir tehdittir. Bu görünen tehdite karşı uluslararası çapta bir mücadele
edilmelidir.’’
07
Dış politikada değişiklik
belirtileri
HAKAN TAHMAZ
Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile
ilişkilerinde normalleşmenin başlaması
beklenmeyen bir gelişme değildir. Bir
süredir İsrail ile bir dizi temas sürdürüldüğü biliniyordu. Rusya ile gerilimin
dava fazla tırmanmasına Türkiye’nin
mecalinin yetemeyeceği açıktı. Ancak
her şeyin bu kadar hızlı ve peş peşe
olması herkes için şaşırtıcı oldu. Sadece
muhalefet acısından değil, hükümet
partisinin taraftarlarının da, beklenmedik bir hamle ile karşı
karşıya kaldıkları özellikle İsrail ile yapılan anlaşmaya verdikleri
tepkilerden anlaşılıyor.
Binali Yıldırım başbakan olarak atandığında veciz bir
biçimde dış politika yönelimini “düşmanlarımızın sayısını azaltmalı, dostlarımızın sayısını artırmalıyız” sözleriyle açıkladığında
pek dikkat çekmemişti. İlk ipuçları ortaya çıktı.
Türkiye, Ortadoğu’da kendi kendine gelin güvey olarak
bölgesel hegemon tavrı takınma ve dünyaya ayar verme hevesi
ve sevdasını terk etme eğilimi gösterdi. Bunun kapsamının
ne olacağı ve ne kadar sürdürüleceğini ise zaman gösterecek.
ABD’nin özellikle İsrail ile yapılan anlaşmaya verdiği pozitif
tepki, bunun gelip geçici bir şey olmadığının işareti olabilir.
Bu normalleşme eğilimi dış politikanın bütününü kapsayacak
bir biçimde gelişme eğilimi göstermesi muhtemeldir. Türkiye,
kendi kapasitesine, imkânlarına ve kabiliyetine denk düşen dış
politika çizgisine dönebilir. Muhalif güçlerin bunu önemsememesi, basite alması ise büyük bir yanlış olur.
Daha yeni Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne (AB) katılım
müzakerelerinde “Mali ve Bütçesel Hükümler” başlıklı 33’üncü
faslı açılması ve AB yetkilileriyle Türk yetkililerinin, terörle
mücadele yasasında yapılması istenen düzenlemeye ilişkin bir
araya gelme kararı almaları dikkatlerden kaçmaması gereken
bir gelişme. Başka bir nokta ise, İsrail ile yapılan anlaşmayla
Türkiye Filistin meselesinde elde ettiği konumu iyi kullanacağından/değerlendireceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Türkiye, anlaşmayla başka hiçbir ülkenin yapamadığı ölçüde
Gazze’ye erişim elde etti. Elektrik santralı, hastane, arıtma
tesisi ve inşaat malzemesi yardımlarıyla ciddi bir prestij de elde
edecektir.
Türkiye hala Sünni mezhep eksenli politikalarından
uzaklaşma eğilimi içersine girmiş değil. Ancak, Türkiye ve
AK Parti, başta Kobanê ve Suriye politikasında aşırı derecede
köşeye sıkışmış durumda. İran’ın, son dönemde pozisyonunu
güçlendirmesinin karşısında zayıf konumunun ve ekonomik
daralmanın da etkisiyle dış politikada pozisyon değişikliğine
mecbur kaldı. Bunu, dış politikalarını, yalnızca iç güvenliklerini
temel alan bir anlayışla belirleyen iki ülkeye yönelik aynı anda
yapmakla verilmek istenen mesaj önemli. İlki, Türkiye kendi
güvenliği konusundaki hassasiyeti hatırlattı. Hatta bundan da
ileri, bu konuda elini güçlendirdi. Sanırım, İsrail ve Rusya’nın,
artık Kürd ve PYD konusunda daha fazla Türkiye’yi gözeten
bir yaklaşım içine girmeleri kimseyi şaşırtmamalıdır. İkincisi ise
Kürd politikasında mevcut direncinde ısrarcı olma olasılığıdır.
Türkiye pozisyonu kısmen de olsa rahatlatmış olarak, çözüm/
barış basıncı karşısında direnç göstermeye çalışacak.
Bu direnci ancak iç kamuoyundan ve Batı’dan yükselecek
güçlü itirazlar geriletebilir. Demokrasi ve özgürlükler konusunda gösterilecek hassasiyet ve direnç, baskıcı siyaseti geriletebilir
ve barış, çözüm imkanlarını güçlendirebilir.
İç tutarlılığı ve bütünlüğü olmayan bu dış politika değişikliğinin iç siyasete ne derece değişime tekabül edeceğini veya
değişiklik doğuracağını çok fazla kestirmek mümkün değildir.
Bu konuda erken hayallere kapılmanın, beklentiye girmenin
sonuçlarının yıkıcı olabileceği unutulmamalıdır.
Türkiye’nin bölge politikasının Kürd ayağında bir değişikliğe gideceğine ilişkin her hangi bir emare söz konusu değil.
Aksine DAİŞ realitesinin ardına gizlenerek Kürd karşıtlığını
sürdüreceğine, bunu da bir milli politika ekseninde yapacağına
ilişkin güçlü belirtiler mevcut. İç siyasetin bu noktadaki büyük
mutabakatı da dikkate alındığında, BasHaber gazetesinin
ısrarla üzerinde durduğu Kürd siyasilerinin ya da daha geniş
anlamda Kürdlerin birliği daha bir önem arz ediyor.
08
BasHaber SÖYLEŞİ
4 - 10 Temmuz 82016
SÖYLEŞİ
İslam ve terör
ABDULLAH KARABAY
En son Atatürk Havaalanı’na
yönelik terör saldırısının yine İslamcı
bir grup tarafından yapılmış olması ile
birlikte İslam ve terör ilişkilenmesine
dair ilişkin yeniden düşünmek gerekiyor. “İslam ile terör lafını bir arada
kullanamazsın” diye belki haklı bir
serzenişte bulunuyor. Meşruiyetini
dinsel dogmalarında bulan ve şiddet
kullanan bazı İslamcı grupların varlığı
öncelikle bundan rahatsız olduğunu ifade eden İslamcı gruplar
tarafından yapılmalıdır. Barışçıl pratikler de üreten bir dinden,
yani İslam’dan terörist pratikler de çıkaranlar vardır ve bu
sadece ‘üst akılla’ açıklanacak bir durum değildir. Bu durum
İslam’ı bir barış dini olarak gören, öyle yorumlayanlara daha
ağır görevler vermektedir. Hiçbir din olmadığı gibi İslam da savaş ve terörle anılmamalıdır. Ancak Suruç, Ankara, Diyarbakır
ve İstanbul gibi yurtiçi saldırılar yanında; Paris, Brüksel, ABD
ve diğer birçok başka ülkede saldırılarda sıradan insanların
hedef alınıyor olması; bazı dini motivasyonlu terör örgütlerinin
meşru savaştan çok insanlığa karşı suç pratikleri sergilediklerini
göstermektedir. Kuralsız ve öngörülemez bu tür saldırılar tipik
terör eylemleridir. Ancak kötü olan barış dini iddiası olan İslam
dininin, bu olayların zehirleyici etkisine karşı kendini yeterince
koruyamamasıdır. Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş’un
İstanbul Beyoğlu’nda bir Koreli vatandaşın plak dükkânına
Ramazan’da içki içiliyor diye saldıran kişileri ‘IŞİD zihniyeti’
diye tanımlaması, bu terör zihniyetinin aslında ne kadar sivil ve
yaygın da olabildiğini gösteriyor. Yani hareket halinde IŞİD’çi
yanında potansiyel bir kitle de var. Bu da sağlıksız bir toplum
olduğumuza dair önemli bir işaret gibi duruyor.
Genel olarak toplumlar ve özel olarak dinler son derece
karmaşık yapılar olması nedeniyle, sosyal bilimler onları açıklamakta hep zorlandılar. Kendileri kendilerini tanımlarken kural
olarak “biz homojeniz” onlar, “onlar heterojen veya karmaşık”
kuralını kullandıklarından olgu daha da çetrefil bir hal almaktadır. Hemen her anlayış bu durumda kendini “doğru ve esas”
görürken diğerini de bir tür “sapma olarak” görmektir. Ancak
her birinin kendini kendince tanımlaması ve bu doğrultuda pratik siyaset yapması; sosyal bilimcinin işini daha da zorlaştırmaktadır. Buna benzer zorlukları çözmek üzere Fred Halliday “bir
din olarak İslam ve bir siyasal/toplumsal sistem olarak İslam”
şeklinde bir ayrım yapıyor. Salt dinden kasıt insanın bugün ve
öbür dünyası arasındaki anlam bütünlüğünü sağlayan sembolik
anlam haritası anlaşılıyor. İslam’ın sembolik dünyası birikmiş
ve çözümlenmemiş tarihsel problemler nedeniyle kendi içinde
yeterince “çoğul veya çoklu” bir yapıda; ama özellikle siyasallaştıkça çatışmalı bir hal alıyor bu çoğulluk. Çoğullaşmakta özel
olarak da bir sıkıntı yok aslında; çoklu kültürel havzalar, çoklu
ekonomik çıkarlar, farklı sınıf iktidarlarının egemen olduğu bir
dünyada son derece normal. Anormal olan bu çoğulluğu yapay
ve/veya dış düşmanların işi olarak görüp; kendisini seçilmiş, kutsal ve eleştirilmez kabul eden ve diğerlerini yok etmeye çalışan
kimi İslami anlayışların varlığıdır.
İslamcı silahlı örgütlerin Türkiye ve dünyadaki eylemlerine
bakıldığında belirgin bir şekilde sivil hedeflere yönelme ve ‘ötekini’ yok etme hedefi göze batmaktadır. 2001 yılında ABD’de
başlayan 11Eylül saldırısı ile başlayan El Kaide saldırıları hep
doğrudan sivillere yönelikti. Onun yerini alan IŞİD de vahşilikte
sınır tanımadan yine her yerde doğrudan sivilleri hedef aldı
ve almaya devam ediyor. Bu uygulama terör tanımında geçen
“halk arasında korku ve panik yaratma”; sivil/asker, masum/
suçlu, çocuk/yetişkin gibi ayrımlar yapmadan herkese yönelebilmesi anlamına geliyor. Modernliğin bugüne kadar ki tecrübesi
göstermiştir ki dinin sönümlenmesi mümkün olmadığı gibi
gerekli de değildir; aynı şekilde din dışı oluşumlar da eş zamanlı
olarak varlıklarını sürdürecekler. Her varlığın kendi kolektif
kimliğini temsil imkânı bulduğu bir toplum tasarımı günümüz
etnik/dinsel çatışmalarına karşı demokratik bir çözüm olacaktır.
Bu aslında Türkiye’de denenen radikal demokrasidir. Bu demokraside herkes kendi kimliği ile var olup; diğerinin kamusal
varlığını hazmetmesi ve kendisinin de eşitler arasında sadece
biri olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Bu tabloda açık ya da
takkiyeci cihatçı geleneklerin yer alamadığı ise Ortadoğu’nun
son beş yıllık tarihinde defalarca tecrübe edildi.
Gazeteci Hoşeng Osê:
Rojava siyaseti iradesiz ve kimliksiz
Rojava’da 1980’lere kadar PDK ve YNK
arasında ikiye ayrılan siyasi alanın
PKK’nin orada ortaya çıkışı ile üçe çıktığını söyleyen Batı Kürdistanlı Gazeteci - Yazar Hoşeng Osê, PDK, YNK
ve PKK arasında süren rekabetin
Rojava Kürdlerini de anlaşmazlığa
ittiğini savunuyor. Batı Kürdistan’daki aydın ve siyasetçileri de
eleştiren Osê, “Rojava’daki Kürdlerin yurtseverlik anlayışı, onların
kendilerini Apoculardan daha
Apocu, Barzanicilerden daha
Barzanici ve Talabanicilerden
daha Talabanici göstermelerine neden olmaktadır. Bu da
Rojava’daki Kürdlerin birliği
üzerinde olumsuz bir etki
yaratmaktadır. Ne yazık ki
Batı Kürdistan’daki Kürd-
Yeter Polat
Rojava tehdit altında iken Kürd
güçleri neden birleşemiyor, neden
aralarında bir birlik oluşturmuyor? ENKS ve TEVDEM arasında
anlaşmazlığa yol açan esaslar
nelerdir?
Rojavalı Kürdlerin siyasi ve etnik
birçok sorunu bulunmaktadır. En
belirgin problem Suriye Kürdlerinin,
Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgürlük ve bağımsızlık davalarına destek
vermeleri, yardım etmeleridir. Bu durumu ‘problem’ olarak adlandırmamın
arkasında meydana gelen hadiselerin ve
yaşanan süreçlerin belirleyici rolü olmuştur. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki
Kürdler’in sözkonusu bu destekleri, yardımları aynı zamanda Rojavalı Kürdlerin
kendi siyasi-ideolojik menfaatleri doğrultusunda aracı olarak kullanılmalarına
yol açmıştır. Siyasi hareketler arasındaki
çelişki ve anlaşmazlıkların 1961-1971
yılları arasındaki döneme dayandığı doğrudur. PKK’nin 1978’de ortaya çıkışından
önce de Rojava’daki Kürdler arasında
bu durum görülür. PKK’nin ortaya
çıkışı 1980 yılına dayanmakla beraber
örgütlenmesi 1983 yılına dayanır ve halk
arasında kimlik sorunsallığı üzerinden
çalışmalarına başlar. PKK’nin Suriye’de
örgütlenmesi Kürd meselesini daha da
ağırlaştırmıştır. Öncesinde PDK ve YNK
arasında ikiye ayrılan bir siyasi alan söz
konusu idi, daha sonra PKK de bu alana
dahil oldu ve üç parçaya ayrıldı.
PDK, PKK ve YNK arasındaki rekabet
ve anlaşmazlıklar Rojavalı Kürdler arasında da anlaşmazlığa dönüşmektedir.
Batı Kürdistan’ın yurtseverliği, onların
kendilerini Apoculardan daha Apocu,
ler kaderlerini PKK,
PDK ve YNK’nin eline bırakmakta ve bu
üç partinin menfaatleri doğrultusunda
hareket etmektedirler. Kısacası Rojava
siyasi oluşumları iradesiz, kimliksiz bir
şekilde hareket etmektedir. Bu çaresiz
ve iradesiz durumun Rojava’da ortaya
çıkmasının nedeni de adı geçen bu üç
partidir. Bu durumun yaşanmasında
Rojavalı aydın ve siyasetçilerin de payları vardır“ diyor.
BasHaber’in sorularını yanıtlayan
Gazeteci - Yazar Hoşeng Osê, hakim
güç PYD’nin bölgede kurduğu siyasi ittifakları değerlendirken, “PKK ne yazık
ki Arap, Türk, Fars ve bütün dünyaya
tavizler verebilmekte fakat kendisi
dışındaki Kürdlere karşı asla taviz
vermemekte, söylediğinde diretmektedir” diyor.
Barzaniciler’den daha Barzanici ve
Talabaniciler’den daha Talabanici görmelerine neden olmaktadır. Bu da Kürdlerin
birliği üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Ne yazık ki Kürdler kaderlerini
PKK, PDK ve YNK’nin eline bırakmakta,
bu üç partinin menfaatleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Kısacası Rojava
siyasi oluşumları iradesiz, kimliksiz bir
şekilde hareket etmektedir. Bu çaresiz
ve iradesiz durumun Rojava’da ortaya
çıkmasının nedeni de adı geçen bu üç
partidir. Bu durumun yaşanmasında
Rojavalı aydın ve siyasetçilerin de payları
vardır. Rojava’da Kürdlerin bu dağınık,
parçalı durumu bütün Kürdler’in genel
durumunun bir parçasıdır.
PYD Rojava’da, Arap ve Süryaniler
ile siyasi ve askeri ilişkiler geliştirirken neden Kürd kesimleri ile o
denli bir ilişki kurmuyor?
Çünkü PYD yaptığının doğru olmadığını bilmekte ve kendisine güvenmemektedir. Çünkü kendisi dışındaki
Kürdlerle doğrudan bir ilişki kurarsa inisiyatifi kaybedeceğini bilmektedir. PKK
ve PYD’nin kendisi dışındaki Kürdlere
‘ideolojik düşman’ gözüyle bakmaktadır.
PKK ve PYD kendilerine köle aramaktadırlar, ortak değil. PKK ve PYD ideolojik
düşmalarını siyasi rakiplerinden ve
ulusal düşmanlarından daha tehlikeli
bulmaktadır. PKK’nin tarihine bakıldığında ne yazık ki Arap, Türk ve Farslara
ve bütün dünyaya tavizler verebileceği
şeklinde bir sonuç çıkmaktadır. Fakat
kendisi dışındaki Kürdlere karşı asla taviz vermemekte, söylediğinde diretmektedir. PYD de PKK’nin bir uzantısıdır,
kendi başına iradesi, kararı olan bir parti
değildir.
PYD Peşmergelerin Rojava’ya geçip
DAİŞ’e karşı savaşmasına neden
izin vermiyor?
PYD değil, PKK izin vermiyor. Askeri
ve güvenlikle ilgili konularda PYD bir
role sahip değildir. Hatta siyasi konularda
bile PYD’nin bir role sahip olmadığını
söyleyebiliriz. İlk ve son söz PKK’nindir.
PKK–PYD kendilerini silah zoruyla Rojava üzerinde hakim kıldılar. Onlara göre
eğer Rojava Peşmergeleri PKK-PYD’nin
kontrolünde olacak ise sorun yok, fakat
öyle olmaz ise bunu hiçbir zaman kabul
etmeyeceklerdir. PKK-PYD bu askeri
güçten sonra kendileri dışındaki Kürdlere bir takım siyasi tavizler de vereceğini
bilir. YPG çatısı altında olan Arap ve Süryani güçleri Esad Rejimi taraftarlarıdırlar
ve bundan dolayı PKK-PYD güçlerini
kabul etmişlerdir. Şayet ABD, PKKPYD üzerinde baskı uygularsa ‘Rojava
Peşmergelerinin’ Suriye’ye, Kürdistan’ın
SÖYLEŞİ
BasHaber
4 - 10 Temmuz 2016
9
SÖYLEŞİ
Batısı’na geçmeleri mümkün olur.
PYD’nin onaylamaması durumunda Peşmergeler Rojava’ya geçerse
YPG onları engellemeye çalışır mı?
PKK-PYD şayet bu güçler Rojava’ya
geçer ise bunun çatışma nedeni olacağını her zaman dile getiriyordu. Ben
PYD’nin (YPG) böyle bir çatışma için
uygun olmadığını, şayet çatışma çıkıp
şehit verilse bile PYD’nin sonunda bu
gücü kabul etmek zorunda kalacağını
düşünüyorum. Bana göre öyle bir şey
olursa, ABD’nin sadece haberdar olması
değil aynı zamanda müdahale etmesi de
gerekecektir.
ENKS’nin Rojava’daki potansiyeli
nedir, ENKS liderleri neden Rojava
dışındalar?
Toplumsal açıdan ENKS zayıftır. Örgütlenme açısından da zayıf ve çaresizdir.
Özellikle de son iki yılda. PYD’nin baskıcı, gözü dönmüş, tehditkar tutumunun
ENKS’nin bu zayıf durumunda payı
vardır. Fakat ENKS’nin tutumu da sağlam değil. PYD’ye yönelik birçok eleştiri
yapılmaktadır, fakat onun da kendini
biricik görme, sert tutum sergileme konusunda PYD’den geri kalır yanı yoktur.
Bu sebepten birçok parti ENKS’den geri
çekilmiştir.
İbrahim Biro ENKS’nin başına
geçtikten sonra bir hareketlenme oldu.
Türlü bahanelerle birçok ENKS liderinin
Rojava dışına kaçması milletin bu harekete olan güvenini sarsmıştır. ‘Biz halkın
öncüleriyiz’ diyenlerin halkın içinde
olması gerekir. PYD yönetiminin karşıtları konusunda totaliter olduğu, insan
haklarını çiğnediği, onları tehdit ettiği
ve onları tutukladıkları doğrudur. Bütün
bunlar ENKS liderlerinin Rojava dışında
bulunmalarına gerekçe teşkil etmezler.
PYD’nin zindanlarında olmaları onlar
için İstanbul, Hewler ve Paris otellerinde
olmalarından daha onurlu olur. Öyle değil ise onların isimleri nasıl mücadeleci,
emektar, siyasetçi ya da Kürd olur?
Söylenmesi gereken bir nokta da
Güney Kürdistan Yönetimi’nin Rojava
dışındaki yaşamı onların gözünde daha
ideal kılmalarıdır. Rojava dışındaki
yaşamın onların gözünde o kadar tatlı
kılınmaması gerekirdi. Hewler’in ENKS
liderlerine olan bu sonsuz kucaklama ve
lütufları bu insanların rahatlığa alışmalarına ve bozulmalarına sebep olmuştur.
ENKS neden sürekli PYD’yi eleştiriyor?
Mücadele iradesinin olmayışı halkın
ENKS’ye olan güveninin en düşük
seviyede olmasına sebebiyet vermiştir.
Birçok kişi örgütlenme ve siyaset yapma
alanlarında işgal ettikleri konumlarının
hakkını verebilecek bilgiye, kabiliyete
sahip değillerdir. Bir deyim ile söylersek
‘adam yokluğundan hindi köye muhtar
olmuştur.’ ENKS içerisinde düşünsel ve
örgütsel anlamda liderlik yapabilecek
karizmatik bir şahsiyet yoktur. Maalesef
ENKS sadece PYD’ye karşı bir refleks
hareketine dönüşmüştür. Yani sadece
PYD muhalefeti ve düşmanlığı ile sınırlı
kalmıştır. ENKS’de tıpkı PYD gibi Suriye
rejimini unutmuş, sadece PYD’ye karşı
yaptığı basın açıklamaları ile sınırlı kalmıştır. PYD yurt içinde ENKS’nin bir şey
yapmasına izin vermemekte fakat ENKS
yurtdışında da birşey yapmamaktadır.
ENKS silahlı mücadelenin karşısında mıdır? Eğer karşı ise neden Roj
Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçmelerini istiyor? Eğer karşı değil ise
neden Batı Kürdistan’da silahlı bir
güç oluşturup yurt savunmasına
katılmıyor?
Bu sorunun ENKS’ye sorulması ve
onların soruya cevap vermesi gerekirdi.
Fakat benim fikrime göre, ENKS’nin
yanlışlarından biri PYD-PKK boşlukları doldurmadan önce askeri bir
güç oluşturmamalarıdır. Başlangıçta
Rojava Peşmergeleri ENKS ve PDK gücü
değillerdi. Yani durum farklılaştıktan
sonra ENKS ‘Rojava Peşmergelerine’
sahip çıkmaya başladı. Fakat PYD-PKK
hiçbir şekilde kendi kontrolleri dışında
askeri bir gücün oluşturulmasına izin
vermeyecektir.
Duhok-Hewler Anlaşması’nın
pratiğe geçmesinin önündeki
engeller nelerdir? Anlaşma kararları uygulanmayacak ise iki kez
anlaşma yapmanın nedeni nedir?
Anlaşma gerekleri neden yerine
getirilmiyor?
2011 yılının başında, Beşar Esad rejimine karşı devrim başladığı zaman PYD
güçsüz, diğer partiler güçlü idi. O zaman
PYD kendisini o partilere kabul ettirmek
için ricada bulunuyordu. PKK’nin Suriye
rejimi ile anlaşmasından sonra PYD
güçlendi ve kendi şartlarını öne sürmeye
başladı. Duhok Anlaşması askeri, siyasi
ve yönetimsel açıdan PYD ile anlaşmayı
farz kılıyordu. Kendi kazancı için PYD,
“Hewler 1”, “Hewler 2” ve “Duhok” anlaşmalarını kabul etti ve imzaladı. Fakat
pratikte uygulamadı. PYD şimdi güçlü
ve Duhok, Hewler gibi yüzlerce anlaşma
imzalayabilir. Suriye rejimi, İran ve
ABD’nin PYD ve YPG’ye ihtiyaçları vardır
ve kendi kontrolleri dışındaki bir Kürd
gücünün Rojava Kürdistanı’nın da olmasını istemezler. Kısacası anlaşmanın
uygulanması, aktifleştirilmesi önünde
engel teşkil eden yerel-bölgesel nedenler
vardır. Diğer güçler ve rejim açısından
PYD kendi görevini iyi bir şekilde yerine
getirmekte ve kontrol altındadır. Böyle
olunca neden Duhok Anlaşması’nın
uygulanması konusunda kendilerinin ve
PYD’nin başını ağrıtsınlar?
Rojava ve Başur arasında ne gibi
sorunlar bulunmaktadır ki, yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı bazı
dönemlerde sınırlar bile kapatılıyor?
Bunlar Rojava ve Başur arasında değil
PKK ve PDK arasında olan anlaşmazlıklardır ve faturası bu şekilde yansımaktadır. Maalesef PKK, PYD üzerinden
PDK’yi, Güney’i vurmak istemektedir.
Biz PDK ve Sayın Barzani’ye yönelik
ihanet ve karalama kampanyasını
Rojava’da gördük. Temelinde bu kampanya PYD’nin değil PKK’nin idi. PKK,
Güney’de PYD (PÇDK) projesinde
başarısız olunca Kandil, ‘Şengal PYD’sini’
oluşturmak istedi. Bu projesinde de
başarısız olunca PKK, PDK’yi karalama
kampanyasına başladı. Fakat Güney
Kürdistan yönetiminin PYD-PKK’nin
siyasetine karşı gösterdiği bazı tepkiler
de yanlıştı ve bunların eleştirilmesi
gerekmektedir. Ne olursa olsun Güney
yönetiminin Semalka sınır kapısını
kapatması doğru değildir. Bu kapıların
tümüyle açık olmaları gerekmektedir.
Doğrusu Erdoğan’ın da bunda suçu
bulunmaktadır. Şayet Erdoğan Kuzey’de
Kürd sorununu çözmüş olsa idi o zaman
Türkiye’nin Güney Kürdistan ile olan
menfaatleri aynı zamanda PKK’nin de
menfaatleri olurdu ve o zaman PKK
Güney’e, PDK’ye karşı o kadar da düşman olmaz, PYD’yi de o kadar kullanmazdı. Şayet Kuzey’de Kürd sorunu çözüme kavuşur ise o zaman PKK, Erdoğan
ve Barzani’ye toz kondurmaz idi. Yani
Kuzey’de Kürd sorununun çözülmesi
birçok sorunun çözüme kavuşması
demektir. PYD ve ENKS’nin anlaşması da
buna dahildir.
Röportajın tamamı bas-haber.
com’da
09
İdeoloji ırka
dönüştüğünde...
FERHAT KENTEL
Her seferinde dönüp dolaşıp
aynı yere geliyoruz. Bombalardan
parçalanan insanların daha kanları
kurumadan, memleket birbirine giriyor.
Evet, bütün bu terör belasını başımıza
saran, Erdoğan ve takımının yürüttüğü
Ortadoğu politikası olabilir. Evet, bütün
bunlar aslında terör saldırısı değildir;
yedi düvel bize karşı birleşmiş ve bizi
çökertmeye çalışıyor olabilirler.
Ortadoğu ve Balkanlarda uçan kuşların arasındaki hesapları bile jeo-strateji uzmanlarının buna benzer daha başka
senaryoları da olabilir. Bu senaryoların hepsi de birbirinden
kıymetli ya da birbirinden rezil olabilir.
Ama ortalıkta dolaşan ve her türlü pespayeliği içeren
demeç, beyan ve mesajlarla nasıl bir muhataplık ilişkisi geliştirilebilir? Nasıl birlikte konuşulabilir ve nasıl ortaklaşa yas
tutulabilir?
Bu memleketin travmalarından nasibini almamış insan
yoktur herhalde... Ama geçmişte kendi yaşadığı mağduriyetin
intikamını kendi dışında herkesten almak isteyen ve bunu da
şimdi güç kazandığı için yapanların sayısı ne yazık ki hatırı
sayılır derecede yüksek. Bunların yanısıra, bir de gayet “beyaz”
olup, iktidar sahiplerinin koynunda güce ulaşmaya çalışan
fırsatçılar var.
Acıklı bir şekilde hastalanmışlık hali yani... Kalpleri hastalanmış; hayata katılaşmış, kösele gibi olmuş, kalbin yerinde
duran başka bir organla var olan bir takım insanlar. O kadar
çok dolaşımda ki, görmek istemeniz bile bu hastalıklı hal sizi
buluyor. Mesela şunlar:
Birisi, havaalanının birkaç saatte tekrar açılmasından başbakana pay çıkarmış; “helal olsun, bizim adamın farkı bu işte!”
diye sevinmiş mesela...
Havalimanında bomba patlar patlamaz, ortaya fırlayıp,
“PKK yaptı! Hatta Kılıçdaroğlu da zaten bugünkü konuşmasında söylemişti!” diyen birileri mesela gerçekten bomba patladığı
zaman ne hissediyordur?
Ya da medyaya yasak getirilmesine karşı çıkanlara “inşallah bombayla ölürler” diyenlerin duygu organları tamam mıdır
örneğin? Kalbin olması gereken yerde yağ tutmuş, dışarıyı
göremeyen ve dışarıdan da herhangi bir mesaj alamayan bir kas
olabilir mi? (Buna karşılık, başka birileri de “ ‘bomba eylemi
araştırılsın’ önergesini reddedenler de ölsün” derse bu kalbi
kurumuş şahısların tavrı ne olur acaba?)
Ya da, alenen dile getirilmese de, her satırdan sızan bir
karşılaştırma: “bizim terör, sizin terör”...
“Bizim” terör olduğu zaman olay şöyle şekilleniyor: “Terör
olduğu zaman Fransa tek yumruk oluyor; bizim alçaklar ise
kaos yaratıyor. Millet olmak için Fransa gibi terörü lanetleyelim...” (Fransa “kahrolası Batı medeniyeti” olsa da, örnek
vermekte beis yok.)
“Sizin” terörde ise şöyle oluyor: “Zaten siz de o teröristlere
destek veriyorsunuz; terörist olmak için illâ silahlı olmak gerekmez; attığınız imzalar da terör sayılır”...
Yani, PKK bomba attığında nedense “birlik olalım” değil
de, “PKK’ya destek veren hainler”söylemi daha çok işe yarıyor.
Biliyorum; hiçbir işe yaramayacak bir yazı bu... Ama ağzını
açtıklarında “alçaklık” lafı dökülen insanlara hangi aklî ya da
kalbî dil fayda edebilir?
Pek fayda etmez... Çünkü 2014’te Gülen Cemaati’ne çakmak için birileri “İsrail’den mi izin alacaktık? Tabii ki biz verdik” deyip, bugün İHH’ya dönüp, “Bizden mi izin aldınız? Siz
gösteri yaparken, biz usulünce yardım yapıyorduk” dediğinde,
kalpler etkilenmiyorsa, bombadan da zerre kadar etkilenmeleri
beklenemez.
Türkiye’nin kutupsallaşmasında bildiğimiz ırklar yok ama
genel ortalamaya uyum sağlayamayan her kimse “doğuştan
aşağılık konumda” olarak kabul ediliyor ve “ayrıştırılıyor”...
Herkesin etrafında “ırksallaştırdığı” yani adeta ırk gibi doğuştan
aşağılık gördüğü insanlar var. Adeta, tanrılaşmış bir güç eşliğinde, sanki herkes biliyor kimin “iyi”, kimin “kötü” olduğunu...
Özellikle, eskileri taklit eden yeni efendiler, egemen ideolojilerine sahip olmayanlardan nefret ediyorlar...
Beyazların siyahlardan nefret ettiği gibi...
10
ROJHİLAT
BasHaber
Çatışmalar yayılıyor
S
Murad Özdemir
on haftalarda Kürdistan’ın doğusunda başlayan çatışmalar gerilimin
yükselmesine neden oldu. İran rejimi
Peşmerge’nin dönüş kararından sonra Kürd şehirlerini asker ve güvenlik güçleri ile militarize
ediyor. Geçtiğimiz hafta Şino kentinde Peşmerge ve İran askerleri arasında çıkan çatışmalar
da giderek yayılıyor. Rejimin saldırılarına karşı
İran Kürdistan Demokrat Partisi (KDPİ) ve
Kürdistan Devrimci Emekçiler Partisi (Komela) ortak silahlı mücadele kararı aldı. Sözkonusu partiler, diğer Kürd örgütlerini de ittifaka
dahil etmek amacıyla girişimlere başladı.
İki hafta önce Şino’da İran Ordusu ile
Peşmerge arasında yaşanan çatışmalarda 6
Peşmerge yaşamını yitirmiş 21 İran askeri de
ölmüştü. Şino’da çıkan çatışmalar, Piranşar,
Serdeşt, Mehabad, Meriwan ve Saqiz kentlerine de yayılmıştı. Kürd güçleri ile İran Ordusu
arasında çıkan çatışmalar aralıklarla sürüyor.
Çatışmaların başlaması ardından, varlığı
bilinmeyen ’Zagros Şahinleri’ isimli bir örgüt
Saqiz kentinde 7 polisi öldürdü. Açıklama
yapan örgüt, İran rejimini halka baskıya devam
etmesi halinde saldırılara devam edeceği
yolunda tehdit etti.
İki hafta önce başlayan çatışmalarda toplam
olarak 9 Peşmerge ile 50 İran askerinin yaşamını yitirdiği bildiriliyor. Peşmerge güçleri Şino’da
çıkan çatışmada ölen 7 askerini cenazesini de
ordu yetkililerine teslim etti. Bölgeden alınan
bilgilere göre İran Ordusu Meriwan ve Saqiz
bölgesine çok sayıda asker yollamaya devam
ediyor. Sınıra yerleşen İran topçusu da bölgeyi
bombalamaya devam ediyor.
Bu arada ‘Ceyş el Edil’ adlı Beluci örgütü
ve rejim muhalifi Halkın Mücahitleri de
yayınladıkları açıklamalarla, Kürd halkına
desteklerini ifade ederek, yaşamını yitiren
savaşçıları için PDKİ’ye desteğini açıkladı.
İran’daki Beluciler’in haklarına kavuşması için
uğraşan Ceyş el Edil Tahran yönetimine karşı
silahlı mücadele yürütüyor. Halkın Mücahitleri
de uzun yıllar rejime karşı silahlı mücadele
yürütmüştü.
Bu arada Kuzeyli 5 örgüt (PSK, PAK,
PDK-Bakûr, Azadî, PAKURD) yayınladıkları
ortak bir bildiri ile PDKİ’ye desteklerini ifade
ederek, İran rejimini kınadı ve Tahran’dan bir
an önce halka yaptıkları baskıyı ve Kürdistan
Bölgesi’nin sınır boylarındaki bombardımana
son vermesini istedi.
İran Parlamontosu’ndaki Kürd grubunun
da rejim ile Kürd güçleri arasında bir ateşkes
sağlanması için girişimde bulunduğu ancak bir
sonuç alamadığı bildirildi.
Yaşanan gelişmelerin İran’ı ciddi biçimde
etkilemesi üzerine, İran İslam Cumhuriyeti
Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney 27 yıldır
görevde olan İran Genelkurmay Başkanı Seyid
Hasan Firuzabadi’yi görevden aldı. Hamaney,
Firuzabadi’nin yerine İran Pasdar Ordusu Komutanı Muhammed Huseyin Baxeri’yi atadı.
Diğer taraftan İran rejimi Doğu ve Güney
Kürdistan sınırındaki Sidekan ve Hac Umran
bölgelerini bombalamaya devam ediyor. İran’ın
saldırılarından rahatsızlığını ifade eden Kürdistan Bölge Yönetimi Tahran’dan bombardımanın durdurulmasını istedi. KBY Başbakanı
Neçirvan Barzani İranlı bir heyeti hafta içinde
kabul edip İran’ın acilen bombardımandan
vazgeçmesi gerektiğini bildirdi. Bölgedeki son
gelişmeleri gazeteciler Selim Zenciri, Dara
Natiq ve PDKİ Üyesi Helmet Maruf BasHaber’e
değerlendirdi.
Selim Zenciri: Çatışmalar devam edecek
PDKİ ile İran Ordusu arasında başlayan çatışmalı süreci BasHaber’e değerlendiren Selim
Zenciri çatışmaların devam etmesinin beklendiğini söyledi. Zenciri yaşanan son çatışmalara
dikkat çekerek, “Çatışmalar Şino’da alevlendi
ve Piranşar, Serdeşt, Mehabad, Sawlawa, Saqiz
ve Meriwan’a yayıldı. Kime bağlı olduklarını bilinmeyen silahlı Kürd güçleri Zagros Şahinleri
Saqiz’da 7 İran polisini öldürdü. Yine bu örgüt
İran’ın böyle devam etmesi halinde Rojhilat’ı
rejim için cehenneme çevireceklerini söylüyor.
Rejim güçleri Kosalan Dağı’nda Peşmerge’nin
önünü kesti ve Meriwan’a geçmesini engelledi.
Bütün ağır silahlarıyla Peşmerge de karşılık
verdi. Şu an bölge daha tam güvenli olmadığı
için can kayıplarını tam olarak bilinmiyor.”
Helmet Maruf: Rejimi korku sardı
Gazeteci yazar Helmet Marufi de bölgedeki
son gelişmelere ilişkin, Peşmerge’nin dönüşünün yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu
ifade ederek, Peşmerge’nin dönüş kararının
rejim için korkuya dünüştüğünü ifade etti.
Marufi İran Genelkurmay Başkanı’nın görevden alınmasına dikkat çekerek şöyle devam
etti: “Uzun bir süredir Peşmerge Kurdistan’da
değildi. Yavaş yavaş ülkeye dönüyorlar. Rejim,
Peşmerge’nin dönüşünden çok korkuyor. 27 yıl
sonra İran Genelkurmay Başkanı değişti. Dini
lider Hamaney özellikle bu meselenin üzerinde duruyor ve bu karar rejimi korkutuyor.
İran rejimi medya yoluyla psikolojik bir savaş
başlattı. Şimdiden Kürdistan’a binlerce asker
konuşlandırdı.”
Marufi Peşmerge’nin dönüşünün halkı mutlu ettiğine dikkat çekerek, halkın Peşmerge’ye
yardım ettiğini söyledi. Marufî halkın da
Peşmerge’nin eylemlerine destek verdiğini
ifade ederek, “Halk bu karardan memnun.
Çok sıcak bir şekilde Peşmerge’yi karşıladı.
Saqiz, Mahabad ve Piranşar’da halk desteğini
Peşmerge’ye ifade etti. Önümüzde dönem
PDKİ’nin bu tavrının stratejik mi yoksa taktiksel mi olduğunu daha net göreceğiz. Halk
bunun bir strateji olduğunu bilse kanaatimce
daha aktif bir şekilde eylemlere katılır” şeklinde konuştu.
4 - 10 Temmuz 2016
PDKİ üyesi Dara Natiq: Peşmerge birçok
yerleşti
PDKİ Üyesi Dara Natiq da İran gibi gaddar
bir rejime karşı mücadele ettiklerini söyleyerek bu savaşta Kürdlerin kendilerini yalnız
bırakmaması çağrısında bulundu. Natiq PDKİ
olarak bütün parçalardaki Kürdleri savunmaya
hazır olduklarının belirterek aynı hassasiyet ve
milli şuurun kendilerine karşı da gösterilmesi
gerektiğini ifade etti. Natiq, Peşmerge’nin
Doğu Kürdistan’daki birçok kentte yerleştiğini ve siyasi çalışmalarını sürdürdüğünü de
vurguladı.
PDKİ’nin Doğu Kürdistan’daki siyasi faaliyetlerine dikkat çeken Natıq, “İran Peşmerge’ye
saldırırsa bizim de meşru müdafaa hakkımız
doğar. Kürd güçleri çoğu kente yerleşmiş
durumdalar. Halk Peşmergeyi çok iyi karşıladı
ve Peşmerge de halkla temasa geçti. Özellikle
Şino, Meriwan, Serdeşt, Piranşar, Saqiz ve
Mahabad’da bu destek çok güçlü. Şimdiye dek
çatışmaların sonucunda 9 Peşmerge şehid
oldu, 50 den fazla da İran askeri hayatını kaybetti. Peşmerge’nin elindeki verilere göre 150
den fazla da yaralıları var” ifadelerini kullandı.
PDK’li Natiq, Şino’nun Kosalan Dağı yakınlarındaki çatışmada 7 İran askerinin cesedinin
Peşmerge’nin eline geçtiğini ve 2 Peşmerge
cesedinin de İran güçlerinin eline geçtiğini söyleyerek İran’ın kendi cesetlerini talep ettiğini,
cesetleri ordu yetkililerine teslim ettiklerini
ancak İran’ın Peşmergelerin cesetlerini henüz
kendilerine teslim etmediğini belirtterek
şöyle dedi: “İran köylüler yoluyla cenazelerin
kendilerine teslim edilmesi istedi. Bunun
karşılığında Peşmerge de kendi cesetlerini
istedi. Pêşmerge asker cesetlerini İran’a teslim
etti, ancak İran bizim cenazelerimizi teslim
etmedi.“
PDKİ Peşmergeleri ile İran Ordusu arasında başlayan çatışmalar giderek yayılyor. Mahabad, Saqiz, Pîranşar,
Şîno, Merîwan ve Doğu Kürdistan’ın birçok kentinde halk Peşmerge’ye destek eylemleri yaparak İran Ordusu’nun
uygulamalarına karşı tepki gösteriyor.
BasHaber
DİPLOMASİ
4 - 10 Temmuz 2016
11
Pax Middle East...
ÖZTEKİN ÇAÇAN
İsrail-Türkiye ilişkilerinde
yeni dönem mi?
G
Ahmet Özyeter
azze ablukasını kırmak için 31 Mayıs 2010’da yola çıkan
Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda İsrail’in
düzenlediği ve dokuz Türkiye vatandaşının öldürülmesiyle sonuçlanan saldırıdan sonra, Ankara-Tel Aviv ilişkileri
uzun süre askıya alınmıştı. Yaklaşık 6 yıldır kötü olan İsrail-Türkiye ilişkilerini yeniden onarmak için, bir süredir görüşmeler
yapıldığı ve bu görüşmelerin sonucunda, bir mutabakata
varıldığı iki ülkenin hükümet sözcülerince açıklandı. Üzerine
mutabakat sağlanan maddeleri, anlaşmanın taraflar açısından
nasıl sonuçlar doğuracağını, Türkiye ve Filistin’e yansımalarını,
gazeteci İslam Özkan ve Nevzat Bingöl ile konuştuk.
‘Hak ihlali yapan İsrail taviz veren Türkiye’
Anlaşmanın Türkiye açısından herhangi bir zafer ya da
başarı anlamı taşımadığını ifade eden gazeteci İslam Özkan,
Mavi Marmara saldırısından sonra hayatını kaybedenler için
Türkiye’nin, İsrailli subaylar hakkında kendi mahkemelerinde
davalar açtığını, mağdurlar için tazminat ve resmi anlamda
özür beklediklerini ve Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılmasını talep ettiğini hatırlattı. Taleplerin yerine getirilmemesi
halinde de İsrail ile ilişkilerin son bulacağını beyan eden
Türkiye’nin buna uygun davranmadığını belirterek şunları söyledi: “Anlaşma maddeleri incelendiğinde neredeyse talep edilen
hiçbir şeyin yerine getirilmediği görülecektir. Türkiye, İsrail’i
köşeye sıkıştıracak, yetkilileri zor durumda bırakacak bir adım
atmayacak. Buna karşılık İsrail de bir şey yapmayacak. Buradaki
sıkıntı şudur; asıl hak ihlali yapan İsrail, haklarından vazgeçen,
taviz veren Türkiye. Türkiye’nin öne sürdüğü hiçbir şart tam
olarak yerine getirilmedi. Tazminat, uluslararası standartların
çok altında bir rakam. Gazze ablukası meselesi ise tamamen
sulandırılarak, önce Gazze’de abluka sonra ambargo söylentileri ortaya çıkıyor, sonrasında da üç-dört tüketim maddesinin
devreye girmesi çok büyük bir olaymış gibi sunuluyor. Halbuki
ortada böyle bir durum söz konusu değil. Abluka ile ambargo
birbirine karıştırılıyor. Abluka kaldırılmıyor sanki kaldırılıyormuş gibi bir durum yaratılıyor. İsrail bu konuda sessiz çünkü bu
durum onun işine geliyor. Türkiye’de buna çanak tutuyor.”
‘Ambargo kalkmadı hatta meşrulaştı’
Türkiye-İsrail ilişkilerini değerlendiren gazeteci Nevzat
Bingöl, anlaşmadan önce de gönderilen yardımların Aştod
Limanı’na gittiğini, İsrail askerleri tarafından kontrol edildikten
sonra Gazze’ye ulaştırıldığını şimdi de aynı şeylerin tekrar edileceğini söylüyor. “Yapılan antlaşmayla Gazze ablukasını Türkiye
de kabul etmiş oluyor, İsrail Başbakan’ı yaptığı açıklamada
‘güvenlik’ gerekçesiyle Gazze’ye denizden ablukanın devam
edeceğini insani yardımlar için Aştod Limanı’nın daha fazla
kullanılabileceğini” söylediğini hatırlatan Bingöl, Türk yetkililerin de ablukanın kaldırılmadığını, ambargonun hafifletildiğini
yinelediğini, farklı bir durumun yaşanmadığına dikkat çekti.
Türkiye’nin “Gazze’ye ablukanın kaldırılması” konusunda
geri adım attığını söyleyen Bingöl şöyle devam etti: “İHH bu
maddeyi sert bir şekilde eleştirirken hükümet önceliğin insani
yardımların bir an önce Gazze’ye ulaştırılmak olduğunu söylemektedir. Oysa Türk-İsrail ilişkileri gerilmeden önce de Aştod
Limanı’ndan Gazze’ye yardım malzemeleri gönderiliyordu.
Bu antlaşmayla birlikte ambargo sadece hafifletilmiş olacak.
Abluka, yapılan antlaşmayla birlikte her iki tarafça kabul edilmektedir. Türk tarafı antlaşmayla ablukanın devam edeceğini
kabul etmiştir. Yapılan antlaşma gereği ablukanın kaldırılması
konusunda uluslararası kuruluşlar nezdinde herhangi bir çalışma yürütmeyeceğini de taahhüt etmiş oluyor.”
‘IŞİD’in yıkılması bizim işimize gelmez’
İsrail’den gelen ‘IŞİD’in yıkılmasını istemiyoruz’ açıklaması
ve anlaşma maddeleri arasında yer alan, ‘iki devletin karşılıklı
askeri ve istihbarat paylaşımı’ kararını değerlendiren İslam
Özkan, “Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki hiçbir zaman bütünü
ile kopmadı. Ticaret ilişkilerinin hacmi mesela her sene rekor
üstüne rekor kırdı, askeri araç alım satımı devam etti. Ama
Türkiye dış politikada büyük hatalar yaparak, kendisini İsrail’e
mahkum etmiş oldu. Türkiye-İsrail arasındaki anlaşma Türkiye
için sadece basit bir mutabakat değil, aslında bölgesel bir
stratejinin parçasıdır. Bölgede yeni oluşturulmaya çalışılan ya
da eskiden beri var olsa da daha pasif durumda olan tekrardan
canlandırılmaya çalışılan stratejik bir ittifak bütünlüğü söz
konusu. Dolayısı ile Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın, Ürdün’ün
işin içerisinde olduğu ittifakın belki ilk adımı bu. Türkiye’nin
açıklamaları da bunu doğrular vaziyette. Doğrudan buna ilişkin
bir şey söylemeseler de İsrail’i bir müttefik olarak gördüklerini
ifade ediyorlar” diye konuştu.
Hamas-İsrail arasında barış olası mı?
Türkiye’nin İsrail’le antlaşma yapmadan önce Mahmut Abbas
ve Halid Meşal’le görüşerek antlaşmanın detaylarını konuştuğunu söyleyen Bingöl şöyle devam etti: “İsrail önce Filistinli
liderleri ikna etti. En büyük destekçisi Türkiye olması nedeniyle
Hamas büyük çekinceleri olmasına rağmen antlaşmadaki
ambargonun hafifletilmesi, içme suyu ve elektrik santrali
için Türkiye’ye teşekkür etti. Hamas ile Türkiye ilişkilerinin
bozulması söz konusu değil, antlaşmanın detaylarında olmasa
da önümüzdeki süreçte Türkiye’nin arabuluculuğuyla yeni bir
İsrail-Hamas barış görüşmesi başlayabilir.”
Dış politikada ideolojik yaklaşımdan, pragmatik yaklaşıma… Ümmetin liderliği politikasından, ülkeyi
kurtarma telaşına. Hatta başkanlık
sistemi arayışlarına kadar her şey, iç
içe geçmiş aynı süreçlerin, ülkenin
“yeni dünya düzeninde” sürdürülebilir
olma girişimleri niteliğindedir. İsrail’le
barışmak, Rusya’ya iletildiği belirtilen
özür mektubu meselesi, bütün “U”
dönüşleri bunun gereği olarak yapılıyor. Yeni sürece Ahmet
Davutoğlu’nun son birkaç yılda uygulanan yanlış politikaların
müsebbibi olarak gösterilip bir nev-i azledilmesiyle başlandı.
Demek ki planlanan politika değişikliğinde bazı tasfiyelerin
yaşanması gerekiyordu önce o yapıldı.
“Pax Middle East”
“U” dönüşlerini anlamak çok mümkün. Çünkü
Akdeniz’in Güneydoğusu Kıbrıs merkezli ciddi bir gaz
havzasında üretim başlıyor. İsrail, Türkiye, Suriye, Kıbrıs,
Mısır, Yunanistan o bölgede petrol üretecekler. Avrupa’ya
yani dünyanın en büyük “gaz” alıcısına giden en kestirme yol
da Türkiye’den geçiyor. Mevcut durumda Avrupa bölgesi ve
Türkiye, Rusya ve İran’a gaz açısından neredeyse tamamen
bağımlı durumdalar. Bu bağımlılıktan kurtulmak ve gaz fiyatını belirleyen İran ve Rusya gibi tekellerin yapısını kırmak
açısından “dünyada yeni bir gaz piyasasının oluşması” gerekli
görülüyor. Ve tamda bu noktada Kürdistan’ın en önemli
doğal zenginliği olan doğalgazın Akdeniz gaz havzasına
ulaştırılması için harita değişiklikleri düşünülüyor. Suriye,
Irak’ın bölünmesi gibi konular belli ki önemli merkezlerde
tartışılmaktadır. Her iki ülke de yaşanması muhtemel siyasal
değişiklikler Türkiye’nin önemini Kürdler açısından yaşamsal
kılmaktadır. Aynı durum Türkiye için de geçerlidir tabi.
Türkiye iç barışını sağlayamazsa, Güney Kürdistan ile derin
stratejik ilişkilere giremezse sürdürülebilir olması zaafa uğrayacaktır. Yeni bir şeyler geliştirilmeli.
Şu anda Ortadoğu yüzyılın başındaki durumundan çok
farklıdır. Zayıf, irade ortaya koyamayan Kürd halkı yok artık.
Türkiye açısından da durum çok değişiktir. Birinci dünya
savaşı sonrasında “var olma”, ayakta kalabilme mücadelesi
verilirken, bugün “güçlü olma”, sürdürülebilir olma noktasına
gelinmiş durumda. Türkiye’nin sürdürülebilir olma durumu
da eski, dışlayıcı, sert politikaların tersi politikalarla mümkün. Eski politikaların aşılması ise büyük güçlerin önerdiği
“Yeni Ortadoğu” projesini yerel inisiyatifle “Pax Middle
East”(Ortadoğu Barışı) oluşumuyla geliştirme, dönüştürme
ihtimali var.
Küresel güçler, İran gibi yerel güçler, iç dinamikler buna
ne düzeyde izin verirler bilmiyorum ama Türkiye’nin bunu
zorlamasında, Kürdler’in de birlikte yaşadıkları bütün güçlerle barışmasında büyük fayda ve imkân var gibi görünüyor.
Kürdler’in var olmasıyla, Türkiye’nin “sürdürülebilir” olması
sanki aynı alın yazısında birleşmiş gibi. SETA yayınlarından
çıkan Ali Balcı’nın “Enerjisine Kavuşan Komşuluk- Türkiye/
Kürdistan Bölgesel Yönetimi İlişkileri” isimli çalışmanın çok
iyi okunması gerektiğini düşünüyorum.
Yıldızın parladığı anlar…
Ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweing 1920’li yıllarda yayımladığı ve Türkçe’ye “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar”
olarak çevrilen kitabın iki sayfalık önsöz kısmı etkili, kısa ve
güçlü anlatıma örnek metinlerden biri niteliğindedir. Zweing
kitabın önsözünde umudun tavan yaptığı, her şeyin birden
bire değiştiği iyi değerlendirilmiş anlara “yıldızın parladığı
anlar” der. Önsözün başka bir yerinde ise Zweing o anlar için
“bireyin ve ulusların yaşamını ve hatta bütün bir insanlığın
yazgısını (bu anlar- ö.ç) belirler” der.
Aynı kitabın ilerleyen kısımlarında ise Zweing “savaşa
hazırlanan bütün diktatörler hazırlıklarını tamamlayıncaya
kadar barıştan söz ederler diye yazmaktadır” bizim küçük ve
büyük diktatörlerin sürekli savaştan söz etmelerini nasıl yorumlayalım peki. Bence iyiye yorumlayıp “yıldızın parladığını
gördüler, hazırlanıyorlar” diyelim.
12
BasHaber SÖYLEŞİ
4 - 10 Temmuz12
2016
SİYASET
İdari değişikliklerin amacı belirsiz
M
Eren Dinç
ardin’in Midyat, Van’ın Erciş ilçelerinin il olması gündemde. Geçtiğimiz
aylarda gündeme gelen Şırnak il
merkezinin Cizre’ye, Hakkâri il merkezinin
de Yüksekova’ya taşınması tartışmalarına
Midyat’ın Mardin’den ve Erciş’in Van’dan koparılarak il olması da eklendi. DBP’nin yönettiği Mardin ve Van Büyükşehir belediyelerinin
statüsü ise ‘büyükşehir’den normal belediyeye
dönüştürülecek. Ayrıca bu kentlerin milletvekilli dağılımı da yeniden yapılarak, Mardin ve
Van milletvekili sayısı azaltılacak.
Hükümet, DBP’li belediyelerin gelir kaynaklarının PKK’ye aktarıldığı yönündeki iddialarını bu değişiklik talebine gerekçe olarak
ileri sürmekte. Meclis’te 2012 yılında kabul
edilen 6360 Sayılı 13 ilin büyükşehir belediyesi
yapılması ve 26 ilçe kurulması hakkındaki
kanun ile büyükşehir belediyesi olabilmek için
nüfusun en az 750 bin olması şartını getirmişti. İlçelerin il olması için de nüfuslarının en az
100 bin olması gerekiyor.
Midyat ve Erciş’in nüfus yeterliliği yok
6360 Sayılı Kanun Maddesi göz önünde
bulundurulup Midyat ve Erciş’in sadece
nüfusları incelendiğinde rakamlar yetersizliği
ortaya koymakta. Buna göre; 2015 yılı Adrese
Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerine göre, Mardin’in nüfusu 796 bin 591 iken,
il yapılması planlanan Midyat’ın nüfusu 105
bin 952’dir. Midyat’ın il olması halinde Mardin
nüfusu 690 bin 639’a düşecek. Van’ın nüfusu
ise ADNKS verilerine göre, 1 milyon 96 bin 397
iken, Erciş’in nüfusu ise 173 bin 795’tir. Erciş’in
il olması halinde Van’ın nüfusu 895 bin 602’ye
düşecek. Erciş’e bağlanacak başka ilçelerle
birlikte Van nüfusu 750 binin altına inecek ve
o da büyükşehir statüsünü kaybedecek.
Konuya ilişkin BasHaber’in sorularını yanıtlayan Erciş Belediye Başkan Vekili Güler Avcı,
kayyum meselesinin ardından bu gelişmenin
yaşanmasını demokratik bulmadıklarını söylerken, Midyat Belediye Başkanı Şehmuz Nasıroğlu, Cumhurbaşkanı’na il olma taleplerini
ilettiklerini ve Midyat’ın il olma potansiyelinin
olduğunu savundu.
Avcı: Kayyum meselesinin
ardından gelmesi manidar
Erciş Belediyesi Eş Başkan Vekili Güler Avcı,
Erciş’in il olmayı hak eden bir ilçe olduğunu
ancak kayyum meselesinin ardından böyle
bir kararın çıkmasının da manidar olduğunu
söyledi. Erciş’in ticaret, tarım ve hayvancılık
merkezi olduğunu söyleyen Avcı, Erciş’in il
potansiyeline sahip olduğunu dile getirdi.
Belediye olarak halkın tercih ve menfaatlerinin
yanında durduklarını söyleyen Avcı, tepeden
kararlar yerine bu konunun referandum
yoluyla halka sunulması gerektiğini ifade
etti. DBP’li belediyelere kayyum atanacağına
ilişkin konuşan Avcı, şunları söyledi: “Şimdi
böylesi bir temsiliyet ile göreve gelmiş bir yönetimi memur atamalarıyla saf dışı bırakmaya
çalışmak ne hukuk anlamında ne de demokrasi anlamında kabul edilecek bir şey değil. Halka sorulsun bu konu. Yine de ikna olmazlarsa
kayyum atanacak dedikleri yerlerde hemen
yarın seçime gidilsin. Halk herkese gerekli
yanıtı verecektir” diye konuştu.
‘Erciş’in eski canlılığına dönmesi gerekir’
Erciş’in Van’ın ikinci büyük ilçesi olduğunu
belirten Avcı, Erciş ilçesinin Kuzey Serhad
bölgesinde halkların mozaiği olan bir ilçe
olduğunu kaydetti. Avcı, 2011 yılındaki deprem
ile büyük bir yıkım yaşayan Erciş ilçesinin hem
TOKİ hem de kentsel dönüşüm projeleri ile
büyük darbeler aldığını vurguladı. “İlçe merkezindeki 44 hektarlık alanda uygulanacak olan
Kentsel Dönüşüm Projesi’ne hala başlanılmadı. Hala rant ve çıkarla hareket edilerek proje
seçimden seçime erteleniyor” diyen Avcı, dönemin belediyesinin 2012 yılında aldığı kararla
kentsel dönüşüm ve ilçenin yeniden rehabilite
edilmesi ilgili bütün yetkilerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devrettiğini ifade etti. Erciş
ilçesinin göç alan bir konumdayken göç vermeye başladığına dikkat çeken Avcı, bundan
dolayı ilçenin ekonomik anlamda çökmeye
doğru gittiğini söyledi. Avcı, öncelikli olarak
ilçenin eski canlılığına dönmesi için gerekli çalışmaların yapılması için çağrıda bulunurken,
küçük ölçekli esnafın günlük idamesini bile
yerine getirirken zorlandığını kaydetti. Avcı,
son olarak Erciş’in il olması durumunda hangi
ilçelerin Erciş’e bağlanacağı konusuna ilişkin
ise net bir bilgilerinin olmadığını ifade etti.
Öte yandan DBP’li Erciş Belediye
Eşbaşkanları Diba Keskin ile Abdurrahman
Çağan ile birlikte 2 eş başkan yardımcısı, grup
başkan vekili, 2 belediye meclis üyesi de tutuklu. Ayrıca 5 belediye meclis üyesi hakkında da
tutuklama kararı bulunuyor.
Kadırhan: Büyükşehirlerin statüsü ile
ilgili bir değişiklik meselesi
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler
Birliği (GABB) Eş Başkanı Serhat Kadırhan
BasHaber’in sorularını yanıtladı. Kadırhan,
AKP hükümetinin bununla Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin statüsünü almaya yönelik
bir karar olabileceğini belirterek şunları
söyledi: “AKP’nin Mardin’de en çok oy aldığı
yer Midyat’tır. Yine aynı şekilde Erciş merkeze
AKP’nin en fazla oy aldığı yerlerden biri. AKP
hem oradaki tabanını sağlamlaştırmak hem
de oradaki büyükşehir belediyelerinin statüsü
ile ilgili bir değişiklik yapma meselesi olabilir.
Şırnak merkezinin Cizre’ye taşınma meselesinin de gündemde olduğunu söyleyen Kadırhan, bunun olabilirliğini mümkün görmediğini söyledi. Cizre’nin il olması için bir engelinin
olmadığını belirten Kadırhan şöyle devam
etti: “Bunu nasıl yapacaklarını da bilmiyorlar.
Şehrin isminin Şırnak kalacağı belirtilirken,
merkezin Cizre’ye taşınacağı söyleniyor. Bir
ilin merkezini değiştirmek akılcı ve mantıklı
değildir. Suni gündemler yaratarak, halk
arasında gündemi değiştirmek için yapıyorlar.
Ben böyle değerlendiriyorum.”
‘Fiili bir kayyum durumu var zaten’
DBP’li belediyelere kayyum atanması konusunu da değerlendiren Kadırhan, kayyum
meselesinin bununla ilgili olmadığını söyledi.
Kadırhan, yaşadıkları bölgede kayyumun fiili
olarak var olduğuna dikkat çekerek, çalışmaların engellendiğini belirtti. AKP hükümetinin
kültürel değerlere saldırdığını dile getiren Kadırhan, “Teröre destek veren belediyeler için
bu söyleniyor. Fakat ortada bir şey yok. Örgüte
destek verdiğimize yönelik mahkeme kararı
bile yok. Bu işin bir kriteri olmalıdır. Kafadan
bir yere kayyum atamak demek uluslararası
alanda izahı güç bir meseledir. Bunun somut
bir verisinin olması gerekir ama yok. Bir
şeyler bulmak için çok uğraştılar, müfettişler gönderildi. Ama bir şey bulamadılar. Aksi takdirde AKP basını
şu an ondan konuşurdu.
Zaten birçok hukuksuz uygulama bölge belediyelerinde uygulanıyor” diye konuştu.
Nasıroğlu: Midyat’ın il olma
potansiyeli var
Midyat Belediye Başkanı Şehmuz Nasıroğlu
ise, Midyat’ın il olması için mücadele ettiklerini belirterek, Midyat’ın ekonomik-sosyal-kültürel yönden il olması için uygun potansiyele
sahip olduğunu söyledi. Nasıroğlu, daha
önce bu konu hakkında Cumhurbaşkanı ile
görüştüğünü ifade ederek, Midyat’ın il olması
için bilgi verdiğini söyledi. Midyat merkezinin
110 bin nüfuslu olduğunu söyleyen Nasıroğlu,
kültür ve dinlerin buluştuğu tarihi bir nokta
olduğunu, eğitim seviyesi bakımından önden
gelen bir ilçe olduğunu kaydederek, Midyat’ta
birçok halkın birlikte yaşadığını söyledi.
‘Midyat il olursa halk bundan
memnuniyet duyar’
Çatışma ortamının olmadığı zaman
Midyat’ın yaşamaya daha elverişli olduğunu
belirten Nasıroğlu, Midyat merkezinin her
anlamda gelişmiş olduğunu ve her yıl binlerce
turistin geldiğini ifade etti. Midyat’ın il olmasından duyacakları memnuniyeti dile getiren
Nasıroğlu, Midyat’ın il olması durumunda
hizmetlerin daha da iyi olacağını, sosyal hayatın değişeceğini, halkın da bundan memnuniyet duyacağını vurguladı. Ekonomik açıdan
da Midyat’ın daha iyi bir konuma geleceğini
belirten Nasıroğlu, coğrafi konumu açısından da uygun olduğunu belirtti. Belediyelere
kayyum atanacağı yönündeki açıklamalara
değinen Nasıroğlu şunları söyledi; “Bu konuda
tam bilgim yok ama kayyum meselesi ile
ilgili bir gelişme olmadığını düşünüyorum.
Midyat’ın il olması ile ilgili bir durum değildir
kayyum meselesi.”
Kurtulmuş: Bu konu gündeme gelmedi
Şırnak ve Hakkâri il merkezlerinin idari olarak Cizre ve Yüksekova’ya taşınarak isimlerinin
değiştirilmesinin yanında, Erciş’in Van’dan,
Midyat’ın da Mardin’den ayrılarak il yapılması
konusuna dair açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Böyle bir konu
gündeme gelmedi. Bir gazetedeki açıklamayı
esas alarak fikir beyan edemeyiz. Bunlar tartışıldığı zaman gündeme gelir, sizinle paylaşırız”
yanıtını vermişti.
SURİYE
BasHaber
4 - 10 Temmuz 2016
13
SÖYLEŞİ
Suriye’de IŞİD eriyor
Batı-Rojava ilişkisi evrilebilir mi?
13
Yine yargı reformu!
Cemil Hayek
SENNUR BAYBUĞA
eride bıraktığımız 5 yılın
ardından Suriye’de yaşanan
savaşın gidişatı belirsizliğini
koruyor. Sürekli el değiştiren şehirler, köyler ve hatta mahalleler var.
Tarafların birbirlerine karşı tutumları,
ayrılan birleşen gruplar, bir diğerine
biat veya düşmanlık ilan eden örgütler,
Cenevre görüşmeleri, ateşkesler ve
dış müdahaleleriyle Suriye savaşı
devam ediyor. Savaş ve dolayısıyla
bölgenin durumu, tam anlamıyla çok
bilinmeyenli bir denkleme dönüşmüş
durumda. Gelinen aşamayı gazeteciler
Fehim Işık ve Ferhat Aktaş, BasHaber’e
değerlendirdi. Türkiye’nin Rusya ile
başlayan, önümüzdeki günlerde Suriye
ile devam edeceği öngörülen yakınlaşmayı ve Suriye’de Kürdlerin geleceğini
değerlendiren gazeteci Fehim Işık,
“Türkiye, Kürdlerin bölgede özellikle
de Rojava’da bir statü elde etmemesi
için Esad ile ilişkileri normalleştirmeyi
amaçlamaktadır” diye konuştu.
İstanbul Atatürk Havalimanı’nda
kendini patlatan canilerin öldürdüğü
insanların parçaları toplanırken ve yaralılar hastanelere taşınamazken, ülkenin
başkentinde bizim seçtiğimiz kimin vekili
olduğunu tam kestiremediğim bir kısım
insanlar, sabahlara kadar yemek arası
vererek sadece, yargıya parmak attılar.
Atmalara doyamayıp tıpkı eğitim sistemi
gibi üç yıl içinde üç defa oynadıkları yargı düzeninde kendileri
aleyhine buldukları küçük çatlaklardan sıvaya sıvaya yürüyemedikleri yolları, başlarını kopara kopara yargıçları bir kez daha dizayn
ettiler.
Kuvvetler ayrılığının az da olsa uygulandığı, siyasetçilerin
en uygun baskı araçlarından; kimisi gasp araçlarından birisi
olarak kullanıldığı anayasal döneme, fatiha okutacak kadar rezil
dönemlere giriyoruz. Ortalama her vatandaşın, küçük yaştaki
çocuğun, evindeki kadının, sokaktaki öğrencinin, işçinin, madende
ölen madencinin, liselinin, üniversite hocasının, Kürdün, Alevi’nin,
Ermeni’nin mağduru olduğu, tümünün adliye kapılarında hala
bir umut inançla adalet bekledikleri kokuşmuş sistemimiz,
kendini çek ederek bizi beterin beterine de alıştırmaya devam
ediyor. 1982 Anayasası’nın mimarı üniversitede Anayasa Hukuku
dersi aldığım Orhan Aldıkaçtı’nın bile hayalini kuramayacağı
kadar antidemokratik ve denetimi yapılamaz bir anayasal sistem
örülüyor Türkiye’de sessizce ama gürültülü olarak. Yakında yeni
bir anayasa yapmak için kimsenin çenesini yormasına masa arkalarında yumruklaşmasına gerek kalmayacak. Yargıcın iplerini eline
alırsan, yazılı bir hukuk sistemine ihtiyacın kalmaz.
Meclis’ten acele bir iştahla geçirilen, Danıştay Kanunu ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tümü ‘işini kaybedecek’, HSYK
ve Cumhurbaşkanı atamalarıyla yüksek yargı tam kontrol altına
alınacak. Yargıtay’ın 516 olan üye sayısı 310’a, Danıştay’ın 195
olan üye sayısı 116’ya indirilecek. Yargıtay’da 46 olan daire sayısı
24’e, Danıştay’da 17 olan daire sayısı ise 10’a düşecek. Danıştay
daire sayısı 17’den 10’a düşecek. Danıştay, dokuzu dava, biri idari
daire olmak üzere 10 daireden oluşacak. Yargıtay’daki 46 olan
daire sayısı 24’e düşürülecek. 23 Hukuk Dairesi sayısı ile 23 Ceza
Dairesi sayısı 12 olacak.
Yargıtay üyeleri 12 yıl için seçilecek. Görev süresi sona erenler, HSYK’nın ilgili dairesince adli yargıda sınıf ve derecelerine
uygun bir göreve atanacak. Görevi sona eren üyelerin Yargıtay’la
ilişkileri kesilecek ancak atamaları gerçekleşinceye kadar özlük
hakları Yargıtay tarafından karşılanacak. Yargıtay Birinci Başkanı
seçilebilmek için öngörülen kıdem süresi, 10 yıldan 6 yıla düşürülecek. Yargıtay Genel Sekreteri seçilebilmek için 5 yıl Yargıtay üyeliği yapma şartı kaldırılacak. Birinci Başkanlık Kurulu, seçimden
itibaren 10 gün içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak Yargıtay üyelerinin hangi dairelerde görev yapacağını
yeniden belirleyecek. Başkanlık Kurulu, en geç 3 yıl içinde daire
sayısını indirecek. Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, Birinci Başkanvekilleri, Cumhuriyet Başsavcıvekilleri, Daire
Başkanları ve üyelerin kadro sayısı 200’e düşünceye kadar, boşalan
her iki üyelik için bir üye seçimi yapılacak. Seçim yapılmayan üye
kadroları başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilecek.
Danıştay’da toplantı ve görüşme yeter sayısı İdari Dava
Daireleri Kurulu için 15, Vergi Dava Daireleri Kurulu için ise 11
olacak. Danıştay’ın temyiz merci olarak görevi, ‘bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması şeklinde ortaya çıkan
hukuka aykırılıkların’ denetimini yapmakla sınırlı olacak. Başkanlık Kurulu’nun kararlarına karşı Başkanlar Kurulu’na 7 gün içinde
itiraz edilebilecek. Başkanlar Kurulu, Başkanlık Kurulu kararlarını
aynen onaylayabileceği gibi değiştirerek de onaylayabilecek. İtiraz
üzerine verilen kararlar kesin olacak, bu kararlar aleyhine başka
bir yargı mercine başvurulamayacak.
Kadılık düzeni inşa edilecek ve biz mesleği bırakıp menemen
yapmaya başlayacağız yakında. Geçmiş olsun.
G
“Askeri işbirliği siyasi işbirliğine
dönüşecektir”
Kürdlerin Suriye’de kendi bölgeleri
dışına sarkmak gibi bir talebi olmadığını vurgulayan Işık, “Kendi bölgelerinde
değişik koşullarda kendilerini yöneterek yaşamak istiyorlar. Şimdiye kadar
bu talep ne Suriye Rejimi, ne de ABD
tarafından ciddi bir destek görmedi.
Ancak Suriye’de ortaya çıkan tablodan
sonra kendi topraklarını işgalcilere
karşı en iyi biçimde savunan, IŞİD’in
ortaya çıkmasından sonra IŞİD’i ciddi
anlamda püskürtenlerin Kürdler olduğu görülünce, bu tablonun değiştiğine
dikkat çekti.
ABD’nin, Irak’ta yaşadığı deneyimden sonra kara güçleri ile Suriye’ye
girmek istemediğini belirten Işık,
“Karadan giremeyince oradaki diğer
güçleri, radikal örgütlere karşı destekledi. Yerel güçlerle özellikle YPG/YPJ ile
ve Demokratik Suriye Güçleri’nin diğer
bileşenleri ile işbirliğine girmek istediler. Şimdiye kadar ortaya çıkan olgu
askeri işbirliğidir. Bunun siyasal
işbirliğine dönüşeceği görülüyor.
Ancak bu gelecek konusunda
özellikle vurgulamak istediğim
şey şu, devletler kendi çıkarlarını yaşama geçirirken esasen o
ülkedeki halkların özgürlüğünü,
demokrasi mücadelesini ya da
demokrasiye kavuşmalarını öncelikli olarak önlerine koymazlar. Ancak burada yerel gücün
güçlü olması kendini koruyabilecek bir statüde olması, büyük
devletlerin bakış açısında değişikliğe
neden” olur diye konuştu.
Siyasal işbirliklerin ortaya çıkardığı
sonuçları da değerlendiren Işık, “Bu
süreçte Kürdlerin Rojava’da ve Güney
Kürdistan’da ilişkileri giderek daha
sağlam zeminler üzerine oturacak.
Bu da beraberinde bölge devletlerini,
yönetimlerini de etkileyecek. Bugün
Güney Kürdistan’da Irak hükümetinin
Kürdler dışında bir çözüm üretebilmesi
mümkün değil” dedi.
“IŞİD çok kan kaybetti”
Başta IŞİD olmak üzere Suriye’de
savaşan güçleri ve bu güçlerin hakim
olduğu alanları, aralarındaki ilişkileri
değerlendiren Ferhat Aktaş ise, sahada
ÖSO türevli yapıların lokal kaldığını,
Suriye Ordusu’nun taktiksel operasyonlarıyla gerilediği aşamada derli toplu,
farklı coğrafyalardaki savaş süreçleri
içinde yetişmiş çok sayıda unsura sahip
olduğunu, ancak gerilla savaşını sentezlemiş mobilize selefi İslamcı örgütlere
yatırım yapmanın daha cazip göründüğünü ileri sürdü.
Aktaş, “Bu anlamda bu örgütler
ABD-AB başta olmak üzere birçok ülke
için kullanışlı araçlardı. Bumerang
etkisi yaratıp onları vurabileceğini bile
bile desteklediler. Darbeden ümidi
kesen yıkım stratejisinin sahipleri Libya
modeline ağırlık verdikleri dönemin
ürünüdür IŞİD ve Nusra Cephesi. Elbette IŞİD gerek Suriye’nin kuzey ve doğusunda gerek Irak’ın bir bölümünde
benzerlerine oranla daha yıkıcı bir etki
yaratarak kısa süre içinde büyüdü ve
hâkimiyet alanlarını genişletti. İşgal ettiği bölgelerin petrol kuyuları sayesinde
milyon dolarlarla ölçülen ekonomik
rant döngüsü de yarattı. Bunun dışında
ülkeler arası geçiş noktalarının kesiştiği
noktaların bir bölümünü tutarak her
türlü kaçakçılıktan büyük gelir elde
ettiğini“ söyledi.
IŞİD’in savaş tarzı ile alışılagelen deneyimlerle kısmen benzerlik gösterdiğini ancak vahşeti koşullayan pratiğiyle
değişkenlik gösterdiğini ifade eden
Aktaş, “Aksiyon filmlerini aratmayan
sahnelere benzer infaz ve toplu katliam
pratiğini profesyonel çekimlerle kayıt
altına alan örgüt bunları ajitasyon ve
propagandasının temel materyalleri
olarak kullanıyor. Sahada gördüğümüz
silahlı militanlarının dışında onlarca
ülkede yaygın iletişim ağlarıyla harekete geçirebildiği sempatizanlara sahip.
Yaratıcı anarşi konularında derslerine
iyi çalışmışlar diyebiliriz. İleri düzeyde
istihbarat ve teknik kullanımı CIAMOSSAD tornasından geçtiklerinin
ispatı olduğunu“ savundu.
IŞİD’in Rakka’dan Musul’a iki ülke
arasındaki büyük çoğunluğu çöl arazisi
bulunan şehir ve kasabaları tuttuğunu,
gövdesi şişerken de çokça kan kaybettiğini vurgulayan Aktaş şunları söyledi:
“Örgüt Suriye Ordusu ve müttefikleri,
Irak Ordusu ve müttefikleri ile Kürd
YPG - Peşmerge ve müttefikleriyle yaşanan çatışmalarda daha önceleri işgal
ettiği bölgelerin bir bölümünden
sökülüp atıldı. Haseke, Halep’in
kuzey ve doğu kırsalı, Rakka’nın
kuzey kırsalı, Humus’un doğu
kırsalı, Palmira, Şengal, Tikrit,
Felluce, Amirli vb. onlarca ilçe
ve kasaba ile yüzlerce köyden
sökülüp atıldı. Bu bağlamda bir
erimeden bahsedebiliriz. Örgüt
her geçen gün kan kaybediyor ve
orta vadede daha büyük bozgunlar yaşayacağını” söylüyor.
14
BasHaber SÖYLEŞİ
4 - 10 Temmuz14
2016
AZINLIKLAR
Azınlık okulları var-yok arası
T
Diler Badikan
ürkiye’de yüzyıllardır anadilde eğitim
veren azınlık okullarının sayısı git
gide azalmakla beraber, bu okullara
olan ilgi de azalıyor. Milli Eğitim Bakanlığı
(MEB)’na bağlı olarak eğitim veren bu okullar, 1970’lere kadar devletten öğrenci başına
çok cüzi bir miktarda bütçe alıyordu. Devlet
tarafından desteklenmeyen ve bu yüzden
de maddi sıkıntı yaşayan azınlık okulları, vakıfların katkıları ile yapılan bağışlar
sayesinde ayakta durabiliyor. Kültürel ve
ekonomik anlamda yaşam mücadelesi veren
azınlık okullarının ders materyalleri MEB
tarafından hazırlanıyor. Türkiye’nin kronik
sorunlarından olan soykırım konusu tarih
kitaplarında Ermenilere “hain” tanımlaması
yapılarak veriliyor. Ermeniler bu soruna
çare olarak kendi materyallerini üretseler
de, yasal olarak MEB müfredatına uyulması
zorunluluğu var. Öyle ki Lozan Anlaşması’na
göre azınlık okullarında zorunlu Türkçe
dersleri verilmesi ve okul denetimlerinin
Türk öğretmenler tarafından yapılması öngörülüyor. Bu müfredata karşı çıkan Ermeni,
Süryani, Musevi toplumunun defalarca dile
getirdiği müfredatının değiştirilmesi talebi,
şu ana kadar karşılık bulabilmiş değil.
1894’ten 2013’ e kadar 6415 okul kapatıldı!
Lozan Antlaşması’nın 41. maddesine göre
devletin azınlık kurumlarına destek yükümlüğü var: “Kamusal eğitim konusunda, Türk
hükümeti, Müslüman olmayan uyrukların
önemli bir oranda oturmakta oldukları il
ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilkokullarda ana dilleriyle öğretimde
bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun
düşen kolaylıkları gösterecektir. Müslüman
olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli bir oranda bulundukları il
ve ilçelerde, söz konusu azınlıklar, devlet
bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel
gelirlerden sağlanabilecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe
uygun ölçülerde katılacaklardır. Bu paralar,
ilgili kurumların yetkili temsilcilerine teslim
edilecektir.” Osmanlı döneminde Musevilerin, Ermenilerin, Rumların, Bulgarların, Keldanilerin, Süryanilerin, Marunîlerin ve başka
toplulukların anadilinde eğitim yapan okulların 1894’le 2013 arasında 6 bin 415 tanesi
kapatıldı. Devletin destek yükümlülüğüne
rağmen destek olmadığı azınlık okullarının
sayısı gün geçtikçe azalmakta. Öyle ki 19241925 eğitim öğretim yılında 138 azınlık okulu
varken, 2011-2012 eğitim öğretim yılında bu
rakam 22’ye düşmüştü. Tamamı İstanbul’da
bulunan bu okulların 16’sı Ermenilere, 5’i
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Rumlara, 1’i Musevilere ve 1 tanesi de Süryanilere ait. Gökçeada İlkokulu’nun yeniden
eğitime başlaması ve Süryanilerin açmış olduğu davayı kazanmaları ile kurulan Süryani
Ana Okulu ile beraber 24 azınlık okulu sınırlı
imkanlara rağmen eğitim vermeye çalışıyor.
Soy kodu uygulaması: Azınlık olduğunu
ispatla
Azınlık okullarının önemli sorunlarından
biri de: Çocuğun anne ve babasının T.C.
vatandaşı olması yanında Ermeni, Rum ve
Musevi, Süryani olduğunu da ispatlaması
zorunluluğu. Nüfus kayıtlarında Müslüman
görünen bir Ermeni ya da Rum çocuğunun
azınlık okullarına kaydolması imkânsız. T.C.
vatandaşı olmayan Ermeni, Rum ve Museviler de sadece ‘misafir öğrenci’ statüsünde
okuyabiliyorlar.
Süryaniler 86 yıl sonra ilk defa okul
açtılar
Mardin’deki son Süryani okulu 1928’te
kapandı. Süryaniler 1950’lerde okul açmak
istedi ama izin alamadı. 2013’te okul açmak
isteyen Süryanilere MEB azınlık olmadıkları
gerekçesiyle izin vermedi. Bunun üzerine
açılan davada Ankara 13. İdare Mahkemesi,
Lozan Antlaşması’na göre tüm gayrimüslimlerin azınlık olduğuna ve okul açabileceğine
hükmetti. MEB kararı temyize götürmeyerek
ilk Süryani okulu için yolu açtı. Böylece,
2014’te açılan Süryani Anaokulu Özel Mor
Efrem ile birlikte Süryani çocuklar anadillerinde eğitime 86 yıl sonra kavuşmuş oldu.
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş
Dilan Almaz, Murat Özdemir,
Eren Dinç, Mustafa Erğün
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Azınlık okullarının sorunlarını, taleplerini
Erol Dora, Garo Paylan ve Uluslararası
Azınlık Hakları Grubu Türkiye Koordinatörü
Nurcan Kaya BasHaber’ e değerlendirdi.
Devletin azınlık okullarına yaklaşımı
Azınlık okullarına ait ayrı bir mevzuatın olmamasının “dezavantajlı” bir durum
yarattığını dile getiren Uluslararası Azınlık
Hakları Grubu Türkiye Koordinatörü Nurcan
Kaya, azınlık okullarındaki öğrencilerin son
iki yıldır verilen teşvik burslarından yararlandığını, ancak verilen katkının yetersiz
olduğunu ve her an kesilebileceğini belirtti.
Devletin geçmişte bu okulları ‘milli varlığa’, yaratılmak istenen ‘milli kültür’e tehdit
olarak gördüğüne vurgu yapan Kaya, şunları
söyledi: “Bugünkü nüfusları yalnızca on
binlerle ifade edilen azınlıkları ve okullarını
belki artık o kadar büyük bir tehdit olarak
görmüyor devlet. Ancak onları hala denetim
altında tutulması gereken yapılar olarak
görüyor. ‘Bu okullara ne kadar az hak versek
o kadar iyidir’ diye yaklaşıyor. Bu da özünde,
devletin hala azınlıkları ve bu okulları eşit
olarak görmemesiyle alakalı. Hala azınlık
okullarına dair politikalar belirlerken azınlıkların ihtiyaçlarına ve uluslararası hukuka değil, Yunanistan’daki uygulamalara bakılıyor.”
Azınlık okullarındaki ders materyallerinin
yetersizliğine dikkat çeken Kaya, “Okullar
kendi olanakları ile çevirdikleri kitapları, noter onayıyla ve Talim ve Terbiye Kurulu’nun
kararıyla kullanabiliyorlar. Bu çok zahmetli ve masraflı bir süreç. Rum okulları
Tel: +90 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
www.bas-haber.com
Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No:
39 Kat:5 Beyoğlu / İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
Yunanistan’dan kitap getirtebiliyorlar ama
mütekabiliyet ilkesinin uygulanması ortaya
bürokratik bir süreç çıkarıyor. Ayrıca ülkeler
arasındaki müfredat farklılığı öğretmenlerin
işini zorlaştırıyor” diye ifade etti.
Azınlık okullarına yaklaşımda bir yumuşama olduğunu dile getiren Kaya, sorunları
çözecek hukuki adımlar atılmamasını eleştirerek, şöyle konuştu: “Bu okulların sorunlarını ortadan kaldıracak tedbirleri almak mali,
idari ve hukuki olarak çok kolay aslında ama
devlet hala bu okullara gereken hakları tanımak konusunda direnç gösteriyor. Sanırım
bunun nedenlerinden birisi azınlık okulları
için geliştirilen standartların Türkiye’deki
başka etnik grupların ileride kuracakları
okullarda uygulanması korkusu.”
‘Devlet azınlık okullarına
pozitif ayrımcılık yapmalı’
Türkiye’nin ilk Süryani milletvekili olan
HDP’li Erol Dora, Süryani halkının Lozan
Anlaşması kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini belirterek, Türkiye’ nin AB ile
müzakere sürecinin başlamasının ardından
Süryanilerin tekrardan okul talebi olduğunu
söyledi. 86 yıldan sonra kurulan ilk Süryani
okulu olan Mor Efrem Anaokulunun uzun
uğraşlar sonucu kurulduğuna dikkat çeken
Dora, “Şimdi Meryem Ana Süryani Vakfı
okul projesi hazırlıyor. Mor Efrem anaokul
olduğu için, eğer ilkokul kurulmazsa eğitim
oradan devam etmezse, onunda hiçbir anlamı olmayacaktır” dedi. Devletin azınlıklara
pozitif ayrımcılık uygulaması gerektiğini
dile getiren Dora, “Bu dillerin yaşatılması
için, insanların kendisini bu cumhuriyete ait
hissetmesi için, kültürlerin kaybolmaması
açısından devletin bu girişimleri desteklemesi gerekmektedir” diye konuştu.
MEB’in kitaplarında azınlıklar “hain”
Azınlık olarak nitelendirilen halkların aslında azınlık olmadığını Osmanlı döneminde
örgütlü kurumları olan, binlerce okulu olan
halklar olduğunu belirten Garo Paylan, “Bu
halklar, cumhuriyet öncesi ve sonrasında
yapılan katliamlarla azınlık durumuna düşürüldüler ve Lozan Anlaşması ile bu toplulukların okulları koruma altına alındı. Ama
95 yıldır Lozan’ın iç hukuku hiçbir zaman
oluşturulmadı. Devlet bu okullara bütçe
vermek zorunda, fakat verilmiyor” dedi.
Azınlık okullarının tanınmamasına Türkiye
devletinin “iç korkusu” yorumunda bulunan
Paylan, “Çoğulcu bir toplumda yaşamadığımız için bu okullar zor durumda” dedi.
Ermeni çocuklarının yarısından fazlasının bu
okullarda eğitim gördüğünü belirten Garo
Paylan, okulların şartlarının iyi olması ve
‘tehlikeli’ gösterilmemesi halinde çocukların
tamamının burada eğitim göreceğini ileri
sürerek, “Ders materyallerini kendimiz geliştirmeye çalışıyoruz. Okullarımıza gönderilen
tarih kitaplarında hala Ermeniler, Rumlar,
Süryaniler ‘hain’ diye yazıyorlar. Maalesef
tekçi bakış değişmedi” diye ifade etti.
ÇOCUK
BasHaber
4 - 10 Temmuz 2016
15
SÖYLEŞİ
Çocuk hakkı ihlallerinde
istismar birinci sırada!
T
Dilan Almaz
ürkiye’nin istinasız her dönem konuşulan gündem maddelerinden birisi de
Çocuk hakları ve bu bağlamda işlenen
en yaygın suç olarak istismar. Savunmasız olan
çocuklar her dönem, her türden istismara
maruz kalıyor. Çocuklar, çok küçük yaşta
ağır koşullarda sigortasız ve düşük ücretlerle
çalıştırılarak fiziki istismara maruz kalırken,
taciz ve tecavüze uğrayarak da cinsel istismara
maruz kalıyor. Özellikle Suriye’deki savaştan
sonra Ortadoğu’nun yaşam koşullarından kurtulmaya çalışanlar arasında bulunan çocuklar,
kötü muamele ve işkencenin ilk sıradaki
muhatapları oluyor. Çocukların maruz kaldığı
istismar şekilleri incelendiğinde Türkiye’de
son zamanlarda bölgede yaşanan çatışmalardan kaynaklı yoğunca bir çocuk hakkı ihlali
söz konusu olmakla beraber çocuklara yönelik
cinsel istismar vakıalarında da ürkütücü
seviyede bir artış var. Savaşın, patronların,
yasaların ortak mağduru haline getirilen
çocuklar için son zamanlarda koruma amaçlı
dernekler kurulsa bile, bu kurumlar sayıları
mağdur olan binlerce çocuğu savunmak için
oldukça yetersiz kalıyor. Toplumun çocuğa
yönelik ilgisiz tutumu, bilinçsizlik, devlet kurumlarının çocuğu korumaması, hak ihlalleri
ve istismarların artmasının nedenlerinden.
Türkiye cezaevleri de çocuklar için bir hayli
tehlike arz ediyor. Devlete ait çocuk esirgeme
kurumlarında sık sık istismar haberleri geliyor.
Çocukların bu denli korunaklı olduğu iddia
edilen yerlerde istismara uğramaları, gözetimdenetim zafiyetini akıllara getirmenin yanı sıra
yasaların işlevsizliğini de açıklar nitelikte. Son
olarak Karaman Ensar Vakfı’nda ortaya çıkan
tecavüz vakaları, çocuklara yönelik cinsel istismar suçunu yeniden gündeme getirdi.
Son 4 yılda cinsel istismar yüzde 90 arttı
Çocuğa karşı gerçekleşen en çirkin mua-
mele kuşkusuz cinsel istismar. Çocuk Hakları
Sözleşmesi’nin 34 ve 35. maddelerinde taraf
devletlerin çocukların cinsel istismarına karşı
da her türlü önlemi alma sorumluluğunda olduklarını belirtmiştir. Ancak gittikçe büyüyen
ve bir sektör haline gelen fuhuş şebekelerinin
başta kimsesiz veya evden kaçmış ya da ailesi
tarafından sahiplenilmemiş çocukları seçmek
suretiyle gerçekleştirdikleri bu istismar, insanlık dışı bir muamele olarak en korunmasız
varlıklar olan çocukları hedef almakta.
Öte yandan dünyada da son 4 yılda çocuklara yönelik taciz veya şiddet uygulamalarının
yüzde 90 arttığı kaydediliyor. Tecavüzcülerin
tahminen yüzde 5’i ortaya çıkarken yüzde 95’i
gizli kalıyor. Ensest ilişkilerin ise binde biri
ortaya çıkıyor. Adliyelerdeki 4 tecavüz davasından biri çocuklarla ilgili. Adalet Bakanlığı’nın
2014 verilerine göre, her ay adli tıp kurumuna
650 çocuk cinsel istismarı vakası gönderiliyor.
BasHaber, çocuklara yönelik cinsel istismar
vakıalarının artışını, bu olayların önlenebilirliğini, hukuki yaptırımları uzmanlara sordu.
‘Yetişkinler çocukları arka bahçeleri
olarak görmemeli’
Çocuğa yönelik cinsel istismarın önlenmesinin yetişkinlerin sorumluluğu altında
olduğuna dikkat çeken Psikiyatr Cem Taylan
Erden, “Yetişkinler öncelikle çocukları kendi
arka bahçeleri gibi görmekten vazgeçmeliler,
kendi zorluklarını çocuklara yansıtmayı bırakmalılar” dedi. Öncelikle istismarın devamından korunarak ve sonrasında psikolojik bir
tedavi ve rehabilitasyon süreci ile çocukların
ruhsal yaralarının iyileştirilmesinin mümkün
olabileceğini belirten Taylan Erden, istismara
uğrayan çocuğun tekrar istismara uğramaması için korunmasının önemine vurgu yaptı.
Çocuğa yönelik istismar suçu işleyenlerin
küçük bir kısmının psikiyatrik anlamda hasta
olduğunu belirten Erden, şunları söyledi:
“Yapılan çalışmalarda istismarcıların yüzde
40’lık bir kesiminin pedofili olduğu saptanmıştır. Pedofili olgularının hepsi çocuğa cinsel
istismarda bulunmaz. Bu nedenle istismar
olgusunu sadece psikiyatrik bir vaka gibi ele
alamayız. Bir tedavi sürecinden bahsediyorsak
bu ancak cezaevi sürecinde bir rehabilitasyon
programı gibi olmalıdır.”
Cinsel istismarı önlemenin tek yolu:
Eğitim
Çocuğa yönelik şiddetin sürekli var olduğunu ancak yeni yeni görünmeye başladığını
ifade eden Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar
Ağı üyelerinden Av. Gazal Bayram, kamusal
alanlarda çocuklara yönelik cinsel istismarın
yapılması ve bunların adli mercilere ulaşması
ile beraber daha fazla görünür kılındığını
belirtti. Cinsel istismar vakalarının yüzde
80’inde somut verilerin bulunamadığına ve
bu sebepten de faillerin büyük bir kısmının
beraat ettiğini dile getiren Bayram, “Aklı başında bir yerel mahkeme ile karşı karşıyaysanız
eğer, mahkeme somut veriye ulaşmak için ısrar
eder. Ama yok değilse somut veri arayışına
girmez ve fail beraat alır” dedi. Türkiye’nin bu
konuda en ağır cezaları öngören bir yasaya
sahip olduğunu ifade eden Bayram, failler
hakkında beraat kararı veren mahkemelere
atıfta bulunarak şunlara dikkat çekti, “Mahkemeler, mağdurun beyanlarını dikkate almıyor
ve faili koruyor. Asıl sorun önleyici ve koruyu
tedbirlerin alınmamasından kaynaklanıyor.
Toplumun bilinçlendirilmesi, çocuklara cinsel
eğitim verilmesi, toplu alanlardaki denetleme
görevi devletin yükümlülüğündedir. İstismara
maruz kalmadan önce önlem adı altında hem
toplumsal bilinç artırımına yönelik, hem milli
eğitim müfredatı üzerine hem de yerelde çalışmalar yaparak bu istismarlar önlenebilir.”
‘Mağdur korunmuyor’
Kanunların istismar mağduru çocukları
korumadığını dile getiren Avukat Bayram,
15
çocukların korunmasına ilişkin yapılması
gerekenleri şöyle sıraladı: “Çocuk istismara
maruz kaldıktan sonra tedavi ve psikolog
kontrolüne alınmıyor. Ve istismar mağduru olmaya devam ediyor. Ya da ileride o da
istismarcı oluyor. Bu anlamda korumacı bir
tedavi metodu yok. Yurtlarda, vakıflarda kalan, eğitim gören çocukların cinsel eğitiminin
yanı sıra, burada görev yapan idarecilerin,
personellerin tamamı titiz bir eğitimden geçip,
seçilerek konumlandırılması lazım.”
Cezaevlerinde cinsel istismara uğrayan
çocukların durumuna da değinen Bayram,
çocukların yetişkinlerin bulunduğu koğuşlarda kalmaması gerektiğini hatta ve hatta çocuk
cezaevlerinin tümden kapatılması gerektiğini
belirterek, “Koğuşlarda 15 yaşında olan ve 18
yaşında olanın arasında cüsse ve bedensel
gelişim olarak uçurum fark oluyor, bu da
fiziksel istismarı beraberinde getiriyor. Çocuklar, koğuş içerisindeki koşullardan rahatsız
olup bunu dile getirdiklerinde gardiyanlar
tarafından hırpalanıp, istismara uğruyorlar.
Pozantı ve Şakran örneklerinde olduğu gibi
cinsel istismara da uğruyorlar” diye konuştu.
Çatışma ortamlarında da çocukların kamu
çalışanlarının istismarlarına maruz kaldığını
ileri süren Bayram, bu vakaların ise memurlar
tarafından yapıldığı için adli mercileri yansıtılmak istenmediğini ve bu olayların ise sosyal
medya aracılığıyla öğrenildiğini ifade ederek,
“Memurunu koruyan bir devlet anlayışı ile
karşı karşıyayız” dedi.
‘Doğru tedavi istismarın izlerini silebilir’
Cinsel istismar travmalarının en derin
travmalar olduğuna dikkat çeken Pedagoji
Derneği Başkanı Mehmet Teber, bu durumun
yetişkinlere olan güveni kırabileceğini belirterek, “Çok farklı alanlarda korkular gelişebilir.
Çocuk bu eyleme müsaade ettiği düşüncesi ile
aşırı suçluluk duygusu geliştirebilir. Kendini
çirkinleştirmeye çalışabilir, hızlı kilo alımına
gidebilir. Ya da bunlar başına geldiği için bir
an önce büyüyüp çok süslü olgun bir kız gibi
görünmek isteyebilir. Küçük çocuklarda alt
ıslatma, cinsel konulara merak, çocukluk
mastürbasyonu, korkulu rüyalar, depresif
durum gibi çeşitli sorunlar görünebilir” diye
ifade etti. Gerekli tedavilerin uygulanması
halinde istismara uğrayan çocukta meydana
gelen travmaların izlerinin büyük ölçüde silinebileceğini hatırlatan Teber, çocuğun ileriki
yaşlarında yaşaması muhtemele olan sorunları
şöyle açıkladı: “Cinsellik ile ilgili haberler, taciz
haberleri, bu konuyu ele alan eğitimler, çeşitli
mekânlar istismarı tetikleyebilir ve çocukluğun birikmiş duyguları yeniden ortaya çıkar ve
kişiyi esir alır. İşte o an bu istismarın ele alınıp
çözülmesi gereken bir andır.”
Çocuklara mutlaka mahremiyet eğitiminin
verilmesi gerektiğine vurgu yapan Teber, “İyi
dokunuş ve kötü dokunuş hakkında çocuğumuzu bilgilendirmek gerekir. Sonrasında
çocuklarımızla öyle güven dolu ilişkiler kurmalıyız ki, çocuklarımız bir travma yaşamaları
durumunda gelip bize anlatsınlar. Çoğu çocuk
korkutulduğu ya da korktuğu için cinsel istismarı anlatmamayı tercih eder” diye kaydetti.
16
BasHaber SÖYLEŞİ
4 - 10 Temmuz16
2016
EDEBİYAT
Suzan Samancı:
Edebiyat sonsuz evrenim
ve biricik sevgilim
alamayacağı için dosyasını vermez.
Kendini tanıdığından beri edebiyatazar Suzan Samancı doğdu- tan kopamadığını söyleyen Samancı
ğu, büyüdüğü coğrafyayı ve
edebiyatın hayatındaki yerini şu
kişisel yaşantısını edebiyacümlelerle izah ediyor:
tına katıyor. Bunu yaparken edebi
“Edebiyat: ruhumun oksijeni,
estetikten ödün vermeyip salt didak- yaşama sevincim, özgürlüğe giden
tikliğin tuzağına düşmüyor. Gerçek yolum, sonsuz evrenim ve biricik
olanın şehvetine kapılmadan kendi sevgilim. Yazmak geçmişi özümgerçekliğinin estetiğini kuruyor.
semek ve geleceğe bakabilmektir.
Aynı zamanda çift dilli bir yazardır. Eskinin şerbetiyle ruh sulanmadıRadikal Kitap’ta Suzan Samancı
ğında aydınlığı görmek imkânsızdır.
için şunlar yazılmış: “Suzan Saman- Bunun için de irade, cesaret ve sabır
cı, ülkemizde korkarım henüz hiç
gerekiyor. Beni yazıya iten neden:
incelenmemiş olan iki dilliliğin o
özgürleşme isteğim ve mutsuzluartırıcı, büyük verimlerinden biri,
ğumdu, her mutsuz olanın yazmaya
yazarlıkları hiç benzemese de Yaşar yönelmeyişinin farklılığına tutunKemal ve daha niceleri gibi…“
dum, bu tutunma kolay olmadı, salt
Türkçe başlayıp Kürdçe yazmaya
sezgisellik ve yeteneğin yetmeyecedevam eden Samancı’nın edebiyat
ğini çok erken yaşlarda kavradım,
serüveni diller, çelişkilerin çatışma- özelin nesnele evrilmesi, gerçekliğin
sının edebiyata yansıması, gerçeklik kılık değiştirerek estetik bir sese döile estetik kaygı açılarından tartışıl- nüştürebilme yolculuğu uzun erimli
maya değerdir.
bir yolculuktur.”
İlk kitabı; Reçine Kokuyordu HeRöportajlarında ve edebiyat üzerilin 1993, son kitabı Kürdçe Ew Jin û ne yazdığı yazılarda geçmişten daha
Mêrên bi Maske / Maskeli Kadın ve doğrusu gerçekten yola çıktığını
Erkekler 2005 yılında yayınlandı.
belirtiyor. Gerçekliği yitirmeden
Öykü kitapları: Kıraç Dağlar Kar
estetik bir biçime ulaşmak kolay deTuttu (1996), Suskunun Gölgesinğildir. Gerçeklik ile estetik arasındade (2001), romanları; Korkunun
ki dengeyi kurmak sırat köprüsünIrmağında (2004), Halepçe’den
den yürümek kadar zordur. Denge
Gelen Sevgili’nin (2009) yanısıra
iyi kurulmadığında estetik uğruna
birçok dergi ve gazetede denemeleri gerçek ya da gerçek adına estetik
yayınlanan Suzan Samancı yazıya
yitirilebilir.
ilkokulda okumaya düşkünlüğü ile
Samancı kendisinin tabiriyle estebaşlamış. Lise yıllarında yazmaya
tik ormanı ile gerçek arasındaki denkarar verdiği koşulları aktarırken,
geyi nasıl kurduğunu şöyle açıklıyor:
1980’li yılların koşullarını da akta“Her şey gerçeklikten doğar, gerçekrıyor:
lik yoksa estetik de yoktur. Gerçek
“Yetmişli yılların ortasında
vardır, oradadır ve çok boyutludur,
Diyarbakır’da lise yıllarında yazargerçeğe giden yollar çoktur, sadece
lığı temel meslek olarak seçmeye
hakikat biriciktir. Gerçekliği artistik
karar vermiştim. On altı yaşlarında
bir edayla kavramak, yani bir üst
Simone de Beauveoir’i okuduğumda duygusal boyuta taşımak, gerçekliği
kendimi ve kadınlığımı keşfettim.
imge dünyasında yeniden yoğuUzaklara, özgür, güçlü bir kadın
rup her anlamıyla yapılandırmak,
yazar modeli çizdim ona mutlaruhun rengini ve sesini katmaktır
ka ulaşmalıyım dedim. Amed’de
bir ölçüde. Gerçeği olduğu gibi
yaşıyordum, kadındım, toplumsal
yazmak kolay bir yazma eylemidir,
baskıya devletin baskısını da ekleredebiyat denmez buna, bu anlamda
sek yok edici üçlü bir kıskaç insanın politik roman, öykü yazmak bıçağın
hayallerini darmadağın eden bir
ucunda yürümek gibidir, çünkü an’ı
gerçekle karşı karşıya getiriyordu.”
yazarken anın içinde kayboluşu ve
İlk toplu şiirleri 1985-87 yılları
‘kaba gerçekçiliğin’ estetiği yerle bir
arasında Sanat Olayı Dergisi’nde
etme tehlikesi kendini dayatır. Bu
yayınlanan Samancı, o yıllarda
tehlikenin ayrımını yapabilmek için
Diyarbakır’a gelen Bekir Yıldız
çok değişik vahalardan beslenmek
ile tanışır. Yıldız yayınlanmasına
gerekiyor, bu dengeyi sanat bilinci
yardımcı olmak için şiir dosyasını
kurar, sonra ’sezgiselliğin rolü’ deriz,
ister. Bir kitabın sorumluluğunu
bu rolü belirleyen de yine bilinç
Y
Avaşin Yorulmaz
değil midir?”
Şöyle genel geçer bir kanı vardır:
Çelişkilerin olduğu yerde büyük sanat ve edebiyat adına büyük çıkışlar
olur. Çelişkilerin yoğun olması tek
başına sanat ve edebiyatın yoğunlaşmasına yetmez. Sanat ve edebiyat
adına büyük çıkışlar çelişkilerin
çatışması ile olur ki bu da mutlak
bir doğru değildir. Ulusal, sınıfsal ve
cinsel çelişkilerin en yoğun yaşandığı bir bölgede yaşıyor ve edebiyat
ürünleri söz konusu bölgeden besleniyor. Çelişkilerin, çatışmaların
yoğun olduğu coğrafyalarda büyük
sanatçıların çıkacağını söyleyen
Samancı; ‘Her çelişki ve çatışma
büyük sanatçıları bağrından çıkartır
mı? Büyük sanatçılar için çelişkinin
yanında mutlak anlamda çatışmanın da olması gerekmez mi?’
sorularına verdiği cevap sanata
bakış açısını da ele veriyor:
“Buna verilecek en güzel yanıt,
matbaanın kuruluşudur. 1400’lü
yıllarda Avrupa’da ilk matbaa kuruluyor ve etkin hale geliyor, 1700’lü
yıllarda İstanbul’a bundan elli yıl
sonra Diyarbakır’a, bir elli yıl sonra
da Bağdat’a ulaşıyor. Don Kişot
ile başlayan modern romancılık,
Rönesans ve reform hareketleri çok
önemli. Sağlıklı kendi koşullarından
doğan evrimsel toplumsal geçişler
söz konusu, örneğin: Türkiye’de
roman Avrupa’yı taklit ve ‘tercüme
odalarında’ doğmuştur. Tepeden
inme, dayatmacı toplumlara bir de
kısıtlayıcı ayıp ve günah durumlarını eklersek sanat nasıl gelişebilir
ki? Söz uçar yazı kalır demişler, üç
yüz yıllık farkın acısını çekiyoruz bir
bakıma, siyasal ve her türlü sosyokültürel yapının anahtarıdır yazı.
Batı hep aklı, Doğu ise hep duyguyu
temsil ediyor hâlâ, Batı’da gökteki
Tanrı yeryüzüne indiğinde çok şey
değişti değil mi?”
Yazılarını Türkçe yazan Samancı,
2005 yılında çıkan Kürdçe kitabı –
Ew Jin û Mêrê bi Maske- ile özlemini duyduğu bir şeyi gerçekleştirdi.
Ana dili Kürdçe olsa da Türkçe’yi
daha iyi kullanıyor. Yazım anlamında Kürdçe’yi sonradan öğrendi.
Çift dilliliğin yazımına ne kattığını
ya da eksik bıraktığı bir şeyler olup
olmadığı yolundaki soruya da şu
cevabı veriyor:
“Özgürleşen toplumlar anadilde
eğitim görenler ve dillerini koru-
yanlar olmuştur; dil varoluştur.
Dil konuşuldukça, düşünüldükçe,
yazıldıkça doğurganlaşıp, esneklik
kazanır. Hafıza, düşüncenin deposu,
dil ise aracıdır. İrade denetleyici, akıl
yönlendiricisidir. Bilinç ise bunların
en üstünde yer alan parıldayan güneşidir. Benim ana dilim Kürdçe’dir,
Türkçe’yi üç yaşından sonra öğrenmeye başlamışım; Yasaklı bir dil,
eğitim dili olmadığı zaman egemen
bir dil ile şekillenirsiniz ve o dil sizin
önceliğiniz olur, eğitim diliniz olarak
dayatılmışsa, entellektüel yapılanmanızda o çerçevede oluşurken,
unutulmaması gereken çok önemli
bir şey var: Ruhsal oluşum ve o iç
sesten kurtulamazsınız, insanın
ruhsal müzikalitesinin, duygularının
temeli ana dilidir, insan ne denli aşkın olursa olsun, bir aidiyet duygusu
vardır, bu aidiyetlik kendi oluş ve
özgürlüktür.“
Birçok Kürdün geçmişinde olduğu
gibi Samancı’nın da geçmişinde Erivan Radyosu, masallar ve söylenceler
var:
“Çocukluğumda hep
Diyarbakır’da yaşamadığım halde
evde Kürdçe konuşurduk, her akşam
Erivan Radyosu’nu dinlerdik, anneannemin, babaannemin masalları ve
söylenceleriyle büyüdük, bu nedenle
anadilin sözcük dizimi ve kuruluşu
böyle doğal ortamda oluşur, bu iyi
ve güçlü edebiyat için yeterli olabilir
mi? Elbette hayır! Edebiyat dilini ya-
ratabilmek çok çaba ve emek istiyor.
Kendi doğallığında özgürce dil ile
kurulan ilişki çok daha farklıdır.”
Bir röportajında ‘Türkçe’nin bahçesinde meyve versek de, meyvemiz
egzotiktir, aşılıdır. Elma bahçesinde ‘mango’yuz. Etli kısmı Türkçe
ise, çekirdeği Kürdçe’dir’ diyen
Samancı’ya bir dilde yazmak o dilin
edebiyatçısı yapar mı? Sorusuna
Beşikçi’nin değerlendirmesiyle cevap
veriyor:
“İsmail Beşikçi ilk kez yazdığım
“Ew Jin û Mêrêbi Maske” adlı Kürdçe
kitabım hakkında yazdığı yazıda
şöyle diyor: ‘Türkçe yazan Kürd
yazarları ne yazarlarsa yazsınlar
yapıtları Türk edebiyatı çevresinde
değerlendirilir. Bunlar, Kürdistan’ı,
coğrafyasını, savaşını, gerillasını,
Pêşmergesini, vs. anlatabilirler.
Korucuları, ihanetleri, eşkiyaları,
kaçakçılığı, şeyhleri, aşiretleri vs.
anlatabilirler. Edebi olarak, roman,
öykü, şiir… ne yazarlarsa yazsınlar,
Türk diliyle yazdıkları sürece eserleri
Türk edebiyatı çevresinde değerlendirilir. Çünkü edebiyat dil ile ilgili
bir alandır. Edebiyat, dilin estetik
kullanımıdır. Kürd dili ile yapılıyorsa, Kürd edebiyatı vardır. Kürd dili
yoksa Kürd edebiyatı da yoktur. Türk
diliyle Kürd edebiyatı olmaz.’ Bunun
belirleyicisi tarih ve zaman olacak,
belirleyici olan dildir desem de ikilem içinde kalıyorum yine de…”

Benzer belgeler

04.04.2016

04.04.2016 sadece partiler koalisyonu oluşturmaktadırlar. Mevcut siyasi liderler, partiler ve askeri yapılar, bütün Kürd halkının lideri, partisi ve gücü olduklarını iddia edebilmektedirler. Ancak Rojava’da h...

Detaylı

BasHaber PDF

BasHaber PDF siyasal oluşuma hiçbir şekilde izin vermeyecektir. PYD, sürekli olarak ENKS’nin zayıf olduğunu, Rojava’ya askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda hiçbir katkı sunmadığını iddia ederek, herkesin ken...

Detaylı

27.03.2016

27.03.2016 geleceği vurgulanıyor. Batı’nın post-IŞİD dönemde Suriye’nin PYD’ye yönelmesine itiraz etmeyeceği, bu tehlikeye karşı Rojava ve KBY arasında bir ittifak yapılması gerektiği belirtiliyor. S:02 - 03 ...

Detaylı

25.04.2016

25.04.2016 olarak görürken, ENKS ise TEVDEM’i Kürd halkının düşmanı olarak gördüğü Rejim’i dostu olarak görüyor ve onlarla işbirliği yaptığını savunuyor. Rojava yönetiminin tamamı TEVDEM’in elinde ve zaman za...

Detaylı