23.05.2016

Transkript

23.05.2016
1
SÖYLEŞİ
Veysi Demir:
Kürdçe rock neden
olmasın?
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:103
23 - 29 Mayıs 2016
S:16
bas-haber.com
Herbecin köylüleri:
Kamyonu bilerek
patlattılar S:04
Goran - YNK Anlaşması
Ulusal birlik mi,
bölgesel ikilik mi?
S:06
Ömer Laçiner:
İki tarafa da hesap
sorma hakkım var
S:08-09
Mesrur Barzani:
Sykes - Picot
çöktü, yeni bir
sistem gerekli
S:07
Yerleşim bölgelerinde savaş hukuksuzluğu
Şiddet aklını kaybetti!
Türkiye’de şiddet, sorunların bastırılması, ifadesi
ve çözümü konusunda yegane ilişki biçimine dönüştü. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet
şiddeti, Kürd meselesinin ve diğer toplumsal sorunların görünmez kılınması için başvurulan temel yöntem oldu. Devletin şiddetine yine şiddet ile
karşılık verilmesi mağduriyetleri daha da arttırdı.
Çerkes soykırımından başlayarak
Referandum aralığı
MESUT YEĞEN
35 yıllık çatışmalı dönemde en fazla zararı siviller
görürken son 10 ayda bölgede süren yoğun savaşın
faturasını yine halk ödüyor. Çatışmaların kentlere
taşınması ile Cizre, Sur, Nusaybin, Silopi, Şırnak ve
Yüksekova gibi yerleşimler tahrip edildi, yüz binlerce
insan göçertildi. Güvenlik güçlerinin ve PKK’nin şiddeti toplumda ciddi kaygılara yol açıyor.
S:02 - 03
s03
FERHAT KENTEL
s05
Mutlak özdeşlikte Kürdler
BİLAL SAMBUR
s09
YPG 25 bin kişilik güç ile katılıyor
Rakka operasyonu
başlıyor
S:05
Kazananı olmayan oylama
HAKAN TAHMAZ
s11
02
BasHaber SÖYLEŞİ
23 - 29 Mayıs 22016
MANŞET
Yerleşim bölgelerinde savaş hukuksuzluğu
Şiddet aklını kaybetti!
T
Dilan Almaz
ürkiye’de sorunların bastırılması,
ifadesi ve çözümü konusunda şiddetin
temel yöntem olarak belirmesi ve yegane ilişki biçimi olması ülkeyi iç savaşın eşiğine getirdi. Cumhuriyetin kuruluşundan bu
yana Kürd meselesinin ve diğer toplumsal sorunların görünmez kılınması için başvurulan
yegane yöntem devlet şiddeti oldu. Devletin
şiddet siyasetinden mağdur olan kesimlerin,
kimi Kürd örgütlerinin yine şiddet ile karşılık
vermesi sorunları daha da ağırlaştırıyor.
Son zamanlarda savaşın yerleşim merkezlerine taşınması, kentlerin, köylerin ağır silahlar
kullanan devlet güçleri ve militanların çatışma alanına dönmesi, insan hakları ihlallerinin
çetelesinin tutulmasını dahi imkansız hale
getirdi. Son bir yılda yaşanan çatışmalarda en
az 500 sivilin ve iki taraftan binlerce savaşçının yaşamını yitirdiği bildiriliyor. Şiddet
üzerinden ilişki kurulmasının zararını siviller
görürken son 10 ayda bölgede yaşanan yoğun
savaşın faturasını da halk ödüyor. Cizre,
Sur, Nusaybin, Silopi, Şırnak ve Yüksekova
gibi kentler tahrip edildi, yüzbinlerce insan
göçertildi. Gerek güvenlik güçlerinin, gerekse
PKK’nin şiddet eylemleri toplumda ciddi bir
kaygı yaratıyor ve iç savaş çağrışımları yapıyor.
Çatışma alanlarından çıkarılan cesetler, kaldırıldıkları yerlerde toplumsal öfke, şövenizm ve
linç kültürünün yaygınlaşmasına ve biribine
karşı nefret dolu kitlelerin çoğalmasına neden
oluyor.
Devlet: Terörist, PKK: İşbirlikçi
Öyle ki devlet ile Kürdler arasındaki ilişki
artık neredeyse sadece şiddet üzerinden
şekilleniyor. Devlet ölümüne neden olduğu
sivilerin “terörist“ olduğunu, PKK ise ölümüne sebebiyet verdiği sivillerin “işbirlikçi”
olduğunu savunuyor. Öte yandan tarafların
etkilediği kitlelerin de bu ölümcül rekabette
“acı hiyerarşisine“ taraf olması şiddetin aklını
yitirmesi olarak yorumlanıyor.
Çatışmalar devam ettikçe savaşın sivillere
çıkan fatura da ağırlaşıyor. Bölgede incelemelerde bulunan STK’lar sivil ölümlerine dair
defalarca raporlar yayınlayarak, umutsuzca
tarafları savaş hukukuna ve insan haklarına
saygıya davet etti. Tarafların şiddet üzerindeki
ilişkisine etkiledikleri kitleleri de dâhil etmeleri bir arada yaşayabilme ihtimalini olumsuz
yönde etkiliyor.
Öte yandan Türkiye’nin çeşitli illerinde
yaşayan Kürdlere yönelik linçler gerçekleşiyor.
Ankara’da asker cenazesinden dönen grubun
Kürdçe konuştuğu için bir çocuğa saldırması, üniversite öğrencisinin ailesiyle Kürdçe
konuşması sonucu yurttan atılıp, bursunun
kesilmesi linçlerin en yakın örnekleri. Bölgede
yapılan operasyonlarda şu ana kadar yüz-
yönelik bir öfkeye dönüyor.
Yazar Nurcan Baysal:
Barış dilinin kullanılması lazım
Savaşın iyisi kötüsü olmaz. Savaş her
zaman kirlidir. Aslolan barıştır, tüm bu
yaşananların üstesinden gelinebilmesi
için öncelikle barış dilinin kullanılması
lazım. Barışın tesisi için hepimizin
elinden geleni yapması lazım.
lerce sivil ölürken, Birleşmiş Milletler (BM)
İnsan Hakları Yüksek Komiseri Said Raad
al-Hussein, hazırladıkları raporda Cizre’de
bulunan üç binanın bodrumunda insanların
yanarak öldüğünü aktarmıştı.
10 ayda 12 saldırı, 225 ölü, 692 yaralı
Şiddetin sivil alanlara taşırılmasının Suruç
patlaması ile başladığını söylemek mümkün.
Kobane’ye yardım malzemesi götürenlere
yönelik yapılan canlı bomba saldırısında 34
kişi yaşamını yitirmiş 100 kişi de yaralanmıştı. Daha sonra sırasıyla Diyarbakır’da HDP
mitingine bombalı saldırı yapılmış, 4 kişi
ölmüş, onlarca insan yaralanmıştı. Ankara’a 10
Ekim’de Barış Mitingi için bir araya gelen kitleye yapılan canlı bomba saldırısında 103 sivil
ölmüş 248’i de yaralanmıştı. Emareler IŞİD’i
göstermesine rağmen olaylara ilişkin herhangi
bir üstlenme olmadı. Yine Sultanahmet’te
Alman, Taksim’de ise Yahudi turistlere yönelik
IŞİD’in üs-tlenmiş olduğu iki ayrı canlı bomba
saldırısında 15 kişi ölmüş, 55 kişi’de yaralanmıştı.
Bölgede yaşanan operasyonlara “misilleme” olarak Türkiye’nin batısında eylemler
yapacağını duyuran TAK, Ankara’da yaptığı 2
ayrı bombalı saldırıda asker ve sivil 48 kişinin
ölmesine 186 sivil ve askerin de yaralanmasına
sebep olmuştu. TAK’ın üstlendiği Bursa Ulu
Camii önündeki saldırıda da 16 kişi yaralanmıştı. PKK’nin 13 Ocak’ta Diyarbakır’ın Çınar
İlçesi’nde İlçe Emniyet Amirliği, Emniyet
Lojmanları ve İlçe Jandarma Komutanlığı’na
bombalı araçla düzenlediği eylemde 1 polis,
4 sivil ölmüş 40 sivil de yaralanmıştı. Bağlar
İlçesi Dicle Bulvarı’nda bombalı araçla çevik
kuvvet otobüsüne yönelik yapılan saldırı da
ise gözaltına alınmış 3 sivil hayatını kaybetmiş
13 polis, 32 sivil de yaralanmıştı. Son olarak ise
Sur’a bağlı Herbecin (Dürümlü) Köyü’nde 15
ton bombanın patlatılması sonucu 16 köylü
ölmüş, onlarcası yaralanmıştı. PKK, patlamada ölen köylülerin “işbirlikçi“ olduğunu
savunmuştu.
Uluslararası Hukuk ve
Cenevre Sözleşmesi
Sivil ölümlerin bu denli yoğun olması
ve şiddetin kontrolden çıkası Türkiye’nin
imzaladığı, PKK’nin ise “dikkate alıyoruz”
dediği Cenevre Sözleşmesi’ne uygunluğu bir
kez daha gündeme getirdi. Cenevre Sözleşmesi savaş zamanlarında sivillerin, yaralıların
ve esirlerin korunmasınıf konu edinmiş bir
metin. Sözleşme, uluslararası hukukta insan
hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında
imzalanmış temel hümaniter belgelerden.
Sözleşme devletler veya devlet dışı organizasyonların çatışma durumlarında silahlı güçler
ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirler.
Çatışmaların sivil yaşam alanlarına taşırılmasını, bunun uluslararası hukuktaki karşılığını, şiddet kültürünün giderek kurumsallaşmasını, Kürdlere yönelik linç kampanyalarını
yazar, akademisyen, hukukçu ve sivil toplum
kuruluşları ile konuştuk.
Doç. Dr. Bican Şahin: Kürdlere yönelik
linç kabul edilemez
Sivillere yönelik saldırıların kasıtlı olup
olmadığı hakkında net bir bilgim yok. Operasyonların yapıldığı bölgelerde, sokağa çıkma
yasağı ile birlikte bir takım ölümler oldu.
Ama bunun devlet güçleri tarafından yapılıp
yapılmadığı henüz ispat edilmedi. Bunun
tarafsız gözlemciler tarafından delilleriyle
ortaya konması lazım. Benim düşündüğüm
şey; kafamda bu konuyla ilgili olarak somutlaşan şey, bir defa devletin terörle mücadelede
ulusal insan hakları normlarını mutlak bir
şekilde temel alması gerektiği, insanların
temel özgürlüklerine zarar vermemesi, bir
defa seyahat özgürlüğüne, konut dokunulmazlığına saygı gösterilmesi gerekir. İnsanlar
evlerinde böyle aylarca hapsedilemez. Şiddete
karşı mücadelesinde sivillere zarar vermemek için en fazla özeni göstermesi gerekir.
Maalesef milliyetçilik birbirini bileyen bir şey
ve bir tarafın şiddeti diğer tarafın şiddetini
provoke ediyor ve aynı zamanda milliyetçiliğini daha çok biliyor. Güneydoğu’da ya
da Batı’da bir silahlı saldırı, bir bombalı
eylem bu çevreleri kolayca tahrik edebiliyor
ve etraflarındaki Kürd vatandaşlara karşı
saldırganlaşabiliyorlar. Mesela Kırşehir’de bir
kırtasiyenin yakıldığını hatırlıyorum. Bolu’da
bir inşaata baskın yapıldı. Bunlar çok endişe
verici olaylar ve kabul edilemez. Ne olacaktır? Buralarda tepkiler gösterildiğinde, Kürd
vatandaşlara karşı bir şiddet eylemi yöneldiğinde Kürdler arasında milliyetçilik duygusu
daha fazla alevlenecektir ve PKK’ ye katılımlar
daha çok artacaktır. Şunu söyleyebiliriz: 7
Haziran seçimlerinden sonra bu çatışma
ortamının doğması, güvensizlik duygusunu
vatandaşlar arasında arttırdı.10 Ekim’deki
gar katliamı sonrasında özellikle zirve yaptı
bu his ve insanların otoriteye, iktidara karşı
desteği arttığını düşünüyorum. Bu yapılan
araştırmalarda da çıktı. Devlet güçleri ile PKK
arasında mücadele yeniden başladıktan sonra
ve ülkedeki patlamalardan sonra hükümete
olan destek artmıştır. Ama bu eğer makul bir
süre içerisinde aşağı çekilemez, istikrar sağlanamazsa, bunun da iktidara bir maliyetinin
olabileceğini düşünüyorum.
Prof. Dr. Mesut Yeğen:
PKK’nin Dürümlü açıklaması tuhaf
Savaşın şehirlere taşınmasıyla sivil ölümlere
yol açacağı çok belliydi. PKK savaşı şehirlere taşıdığında devlette bu savaşı şehirlerde
yürütmeyi kabul etti ve dolayısıyla onun bir
neticesinin sivillerin zarar görmesi, evlerinden
edilmesi, hayatlarını kaybetmesi olacağı belliydi. Ancak son yapılan işte oluşan zayiatın
ardından PKK’ nin yaptığı açıklamadaki ton
esas olarak düşündürücü yani. Orada dehşet
bir facia yaşanmış olmasına rağmen ve o
faciada canlarını kaybeden insanların büyük
kısmının da HDP seçmeni olduğu belli olmuş
olmasına rağmen PKK cenahından gelen açıklama doğrusu tuhaftı. Yani olaydan bir üzüntü
pişmanlık bildiren bir açıklama olmak yerine,
MANŞET
BasHaber
23 - 29 Mayıs 2016
3
SÖYLEŞİ
olayları sahiplenen ve facianın sorumlusu olarak oradaki köyleri gösteren bir
açıklama. Şimdi bunun kendisi bence
üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Belli
ki bu savaşta bu biçimde gittikçe sivil
ölümleri olacak, giderek normalleşecek ve kanıksanacak. Bu kanıksama
ile PKK’nin diline de böyle yansıyacak.
Yani bundan sonra sivil ölümleri giderek daha az önemsenecek. Nitekim
sadece PKK’ den yapılan açıklamanın
tonu ya da biçimi değil ama daha sonra
meseleye dair bir kamuoyu kayıtsızlığı
da dediğimi biraz işaret ediyor. Türk
tarafı şehirlerde yürüyen bu savaşın
büyük bir ihtimalle daha kısa süreceğini, daha az zayiatla sonuçlanacağını
düşünüyordu. Öyle olmayacağı anlaşıldı ve bu da hayal kırıklığı yaşanmasına
sebep oldu. Bu hayal kırıklığı da işte
uygun zemin bulduğunda Kürdlere
Gazeteci Soli Özel: Bu yıkımı
mazur gösterebilecek hedef olamaz
Sanırım şiddetin şehirlere taşınmasının birinci nedeni artık Türkiye
nüfusunun çoğunluğunun şehirlerde
yaşaması. İkincisi de PKK’nin yığınağını şehirlere yapmış olması, Öz yönetimi buralarda gerçekleştirmek istemesi.
Kent merkezlerindeki etkisinin ya da
kontrolünün kırılması için de devletin
kenti merkezlerine odaklanması gerekecekti. Nitekim öyle de yaptılar.
PKK’nin siyasi hedeflerinin ne
olduğunu kestiremiyorum. Tanımlanamamış bir özyönetim. Böylesine
korkunç bir yıkımı mazur gösterebilecek bir hedef olamaz. Başka silahlı
hareketlerin de tarihlerinde görüldüğü
gibi PKK’nin de özellikle de Suriye’deki
hedeflerine ulaşmak üzere adına savaştığını söylediği Kürd nüfusun uğrayacağı yıkımı önemsemeden savaşı tercih
ettiğini düşünüyorum. Muhtemelen
devletin şiddeti karşısında çaresiz
kalan Kürd nüfusun, her şeye rağmen
kendilerinden vazgeçemeyeceğini de
düşünmüş olabilirler. Aynısını Hamas
Gazze’de yapıyor. Devlet açısından
PKK’nin askeri olarak bitirilmesi hedefi
çatışmaların alevlendiği her dönemde
güçlü şekilde vardır.
İki buçuk yıllık ateşkessin ardından
cenazelerin gelmesi, HDP’nin siyaseten hayal kırıklığı yaratması, PKK’nin
şiddetperverliği, iktidar sahiplerinin
Kürd siyasi hareketini PKK üzerinden
şeytanlaştırması, tüm bunlar ortalığın
gerilmesine, dilin düşmanlaşmasına
yol açtı. Şiddet bir kere başlayınca ve
siyasal hedefler de belli olmayınca
kendini yeninden üretir.
BM’nin Cizre açıklaması: Diri diri yakıldılar
Birleşmiş Milletler (BM)
İnsan Hakları Yüksek
Komiseri Prince Zeid Ra’ad
Zeid al-Hussein, Şırnak’ın
Cizre ilçesinde devam eden
operasyonlara ilişkin “Elimizde, Türk güvenlik güçlerinin Cizre’de etrafı sarıp
100’den fazla insanı canlı
canlı yaktığına dair tanık
ve akrabalarının raporları
var” dedi. Zeid al-Hussein,
Türkiye’yi bağımsız soruşturma yürütecek bağımsız
bir ekibin bölgede engellenmeden araştırma yapmasına izin vermeye çağırdı. BM
İnsan Hakları Yüksek Komiseri, yetkilileri operasyonlar
sırasında işkence, yargısız
infaz, öldürücü şiddet ve
keyfi gözaltıları yasaklayan
uluslararası hukuka saygı
göstermeye çağırdı.
Av. Ergin Cinmen: Her iki taraf da
bu çılgınlığa son vermelif
Cenevre Sözleşmesi uluslararası
hukukun düzenlediği, bilinen iki devletin imzalamış olduğu sözleşmedir.
Maalesef Türkiye’de durum böyle değil.
PKK’nin Dürümlü’de yapmış olduğu
eylem, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
yapmış olduğu operasyonlar nedeniyle
ölen siviller var. Bunlar savaşın acı
sonuçları. Bunlar için müeyyidelerin
olmasına gerek kalmıyor. Tarafların
oturup, buna insani açıdan bakmaları
ve bu çılgınlığa ‘Dur’ demeleri gerekiyor. Bunlar sadece ordunun, PKK’nin,
IŞİD’in yapmış olduğu şeyler değil.
Bütün bu savaşın taraflarının yapmış
olduğu kötü eylemler. Bu çılgınlık
halinin bir şekilde bitmesi gerekiyor.
İnsani yönünü düşündüğümden,
hukuken değerlendirmek içimden gelmiyor artık. Şiddet ortamının tümüne
karşı çıkmak gerekiyor. Cenevre Sözleşmesi devletlerle ilgilidir. Peki, öbür
tarafı kim cezalandıracak? Tek taraflı
değil topyekûn bir eleştiri yapmaya
ihtiyacımız var.
Av. Müşir Deliduman: Cenevre
Sözleşmesi PKK’yi bağlamıyor
Türkiye’de her zaman ikili bir hukuk
sistemi olmuştur. Kürd illerinde inkâr
ve yok etmeye yönelik bir hukuk, diğer
bölgelerde normal vatandaşlık hukukunu uygular. Mesela şu an bölgedeki
savaşın uluslararası hukuktaki yeri,
eğer sivile, yaralıya kötü muamele var
ise Cenevre Sözleşmesi’ne aykırıdır.
Eğer insan hakları ihlal ediliyorsa,
devlet otomatikman sorumlu oluyor.
Mağduriyet yaşayanların Cenevre
Sözleşmesi kapsamında gerekli girişimlerde bulunması gerekir. Uluslarası
bir kamuoyunun da oluşması gerekir.
İç hukuk yolları tüketilmeden AİHM’
ne de gidebilirler. Cenevre Sözleşmesi
PKK’ yi bağlamıyor, çünkü PKK’nin
uluslarası anlamda hukuki bir karşılığı
yok. Bu sözleşme açısından PKK’ye
uygulanacak bir yaptırım yok. Hukuk
tekniği açısından mümkün değil.
PKK’nin yaptığı eylemler sadece devletin elini güçlendirir.
03
Referandum aralığı
MESUT YEĞEN
AK Parti’deki genel başkanlık
değişimiyle birlikte bir siyaset
aralığı kapandı. Davutoğlu’nun
genel başkanlıktan düşürülmesinin
ardından AK Parti, artık bütünüyle
bir Erdoğan partisine dönüştü ve
Erdoğan memnuniyetsizi AK Partililer için siyaset yapılabilir bir zemin
olmaktan çıktı. Sadece AK Parti’nin
istikbali için değil Türkiye siyaseti
için de sonuçlar üretebilecek Erdoğan ve Erdoğan
memnuniyetsizi AK Partililer aralığı artık yok, en
azından AK Parti’de, en azından şimdilik.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili anayasa
değişikliği teklifi için cuma günü yapılacak ikinci tur
oylama da benzer bir aralığı kapatmaya aday görünüyor. Haddizatında, birden çok aralığın tek tekya
da bir hamledekapanmasının ilk adımı olmaya aday
görünüyor. Malum, pazartesi günü yapılan ilk tur oylama anayasa değişikliği teklifinin 330’un altında oy alıp
reddedilmesi ihtimalinin olmadığını gösteriyor. Cuma
günkü oylamadansa iki sonuç çıkabilir: Değişiklik teklifinin doğrudan kabulü ya da referanduma götürülmesi. Belli ki, her iki sonucun anlamı epey farklı olacak.
Hem genel olarak Türkiye siyaseti açısından ama hem
de daha mühimi Kürtlerin büyük yekunuiçin.
Olur da cuma günkü oylamada evet oyları 330-366
arasında olursa bu Türkiye siyaseti ve Kürtler açısından bir referandum aralığı demek olacak. Bu olursa,
Türkiye siyaseti Kürtlere ve Kürtlerle birlikte hareket
eden Türkiyelilere, yani HDP aklına, mealen şunu
demiş olacak: “Evet, HDP’lilerin dokunulmazlığının
Meclis’te bu kadar şevhetle kaldırılmak istenmesi
berbat ama bak Türkiye Meclisi’nde halen, az da olsa
bir umut var, Türkiye Meclisi halen siyaset yapılabilir
bir zemin, halen kendinizden olmayanlarla ilişki
kurabildiğiniz bir yer.” Başka bir deyişle, cuma günkü
oylamada evet oyları 367’nin altında kalırsa Kürtler
için Türkiye’de bir siyaset aralığı mevcut olmaya
devam edecek.
Müstakbel referandumsa bu siyaset aralığının
ömrünün ne kadar uzun olacağını, genişleyip genişlemeyeceğini gösterecek. Müstakbel referandumdan
değişiklik teklifine % 50’nin üzerinde hayır çıkması
imkansız, bu belli. Ancak hangi yüzdeyle evet deneceği, hayır ya da boykot oylarının hangi seviyede olacağı
Kürtler için Türkiye’deki siyaset aralığının ömrünü
ve genişliğini tayin edecek. Olur da, evet oyları yüzde
yetmişlerin seksenlerin üzerinde çıkarsa söz konusu
siyaset aralığı genişlemek bir yana, kısa sürede ve
tümden kapanmış olacak. Ama olur da evet oyları
yüzde altmışların altında bir seviyede kalırsa Kürtler
için Türkiye’de siyaset yapma aralığı mevcut olmaya
devam edecek.
Ama malum bir de cuma günkü oylamada 367’in
üzerinde evet çıkması ihtimali var. Peki bu durumda
ne olur? Şu olur: yukarıda sözünü ettiğim iki aralık,
referandum aralığı ve referandum sonucuna göre
oluşabilecek siyaset aralığı daha açılmadan kapanır.
Hele, olur da, Türkiye siyaseti, kamuoyu, polisi ve
yargısı acul ve spektaküler biçimlerle 367 kararının
sonuçlarını almanın peşine düşerse! Bu olursa, muhtemelen sadece Kürt hareketi dairesindeki Kürtler değil,
Kürtlerin büyük bir yekunu “bu devlet bize daha ne
yapacak” fikrine gark olur.
Peki, filmin sonunda ne olur? Yani olur da cuma
günkü oylamada 367 ya da müstakbel bir referandumdan büyük oranda evet oyu çıkar, HDP’li vekiller
Türkiye siyasetinin, polisinin ve yargısının gadrine
uğrar, Kürtlerin büyük yekunu da “bu devlet bize daha
ne yapacak” fikrine gark olursa ne olur?
Ne olacak, bir diğerimizle konuşacak yüzümüz
kalmış olursa, büyük ihtimalle nasıl olur da yeni bir
siyaset aralığı açarız üzerine düşünmeye başlarız. Tabii
bu arada Basra harap olmamışsa...
04
BasHaber SÖYLEŞİ
23 - 29 Mayıs 42016
MANŞET
Herbecin Köylüleri:
Kamyonu bilerek patlattılar
12
Siwar Bedirxan
Mayıs’ta Diyarbakır’ın Sur ilçesine
bağlı Herbecin ve Baqews köyleri
arasındaki yolda patlayan bomba
yüklü kamyon 16 sivilin ölümüne neden oldu.
Patlamada hayatını kaybeden insanlardan çok
PKK’nin patlamaya ilişkin yaptığı açıklama ve
PKK’ye yakın kurumların olaya ilişkin sessiz
kalması ve köylülerin suçlanması gündeme
geldi. PKK, söz konusu olaydan önce de Diyarbakır kent merkezinde bir polis aracına yönelik
bombalı saldırıda bulunmuş, olayda gözaltında olan 3 HDP üyesi yaşamını yitirmiş, 45
kişi de yaralanmıştı. PKK Herbecin Köyü’nde
meydana gelen olaya ilişkin yaptığı açıklamada, köylüleri “işbirlikçi” olmakla suçlamış,
“kamyonda yüklü olan patlayıcı maddelerin
nakledilmek üzere taşındığını“, ancak “açılan
ateş sonucu mermilerin isabet etmesiyle bu
vahim olayın gerçekleştiğini” savunarak “olayda
sorumluluğun, araca mermi sıkanlara ait
olduğunun halkımız tarafından bilinmesini
istiyoruz” demişti.
13 kişiden geriye 60 kilo ceset parçası
Yaşanan patlamada kamyona yakın bir
araçta bulunan 4 köylünün cesedine ulaşılırken, kamyonun çevresinde bulunan 12 köylü de
kaybolmuştu. Yapılan araştırmalarda 12 kayıp
köylünün patlamanın etkisi ile parçalanarak
cesetlerinin çevredeki tarlalara saçıldığı anlaşılmış, günler süren aramalar sonucu çevreden 60
kilo ağrılığında ceset parçası toplanmış ve DNA
testi yapılarak toprağa verilmişti.
Hükümet taziyede
Sosyal medyada “PKK’nin Roboskisi” olarak
tanımlanan ve geniş tartışmalara yol açan
katliamın ardından, Herbecin Köyü’ne akın
eden hükümet yetkilileri olaydan dolayı PKK
ile HDP’yi de hedefleyen açıklamalar yaptı.
Olayın hemen ardından İçişleri Bakanı Efkan
Ala, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, eski
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı ve AKP
Milletvekili Mehdi Eker AKP Milletvekili
Galip Ensarioğlu ve Vali Hüseyin Aksoy köyde
yapılan cenaze törenine katıldı. Olaydan bir
hafta sonra AKP Genel Başkan Adayı olduğu
açıklanan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Binali Yıldırım’da Herbecin Köyü’ne
giderek taziye ziyaretinde bulundu.
Demirtaş: Hiçbir gerekçe kabul edilemez
Hükümet yetkililerinin yanı sıra HDP Eş
Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ta PKK’nin
yaptığı olayı kınadığını açıkladı. Demirtaş,
“Böylesi bir olayın şu veya bu şekilde hiçbir
makul, meşru ve haklı gerekçesi olamaz. En
net bir dille kınadığımızı ve kesinlikle kabul
etmediğimizi, etmeyeceğimizi belirtmek
istiyoruz. Olaydan sonra yapılan açıklamada
sorumluluk sahiplerinin açıklamalarını da
sorumsuzca bulduğumu belirtmek istiyorum. Böyle bir durumda yapılması gereken
şey sorumluların ortaya çıkmasına yardımcı
Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı Dürümlü-Tanışık (HerbecinBaqews) köyleri arasında patlayan PKK’ye ait bomba yüklü
kamyon Tanışık köyünden 16 sivilin ölümüne neden oldu.
15 ton patlayıcı yüklü kamyonun bilerek infilak ettirildiğini
söyleyen köylüler, kendilerinin “işbirlikçi“ olarak suçlandığı
PKK açıklamasına sert tepki gösterdi. PKK’nin “içbirlikçi“
olarak suçladığı köyün tamamına yakının da HDP seçmeni
olduğu ortaya çıktı.
olmak ve özür dilemektir. Sivil yurttaşlarımızın
bu şekilde katledildiği hiçbir olaya HDP asla
sessiz kalmadı, kalmayacak” diyerek PKK’nin
açıklamasını eleştirmişti. Herbecin köylüleri
HDP’nin taziyeye gelmesini kabul etmemiş,
HDP heyeti tepkilerden çekindiği için köye
gidememişti.
Mazlum-Der: PKK hesap vermeli
Bomba yüklü kamyonun infilak ettirilmesine tepki gösteren ve olayı şiddetle kınadığını
ifade eden Mazlum-Der, PKK’ye yaptığı çağrıda
“Sivil yerleşim ve alanlarında düzenlediği
bombalı saldırılarla şehirlerimizin güvensiz
alanlar haline gelmesine ve toplumsal ortamda
gerilimin yükselmesine neden olan eylemlerden vazgeçmesini” istedi. PKK’nin olaya ilişkin
izahının da sert bir dil ile eleştirildiği MazlumDer açıklamasında; “(PKK’nin açıklamasının)
Roboskî Katliamı’nın ardından yapılan açıklamaya benzerliği de manidardır” denilerek şu
ifade-ler kullanıldı: “15 ton patlayıcı yüklü bir
kamyonun bir köyün içinden geçmesi kendi
başına yaşam hakkını ciddi bir şekilde tehdit
ederken, kamyondaki patlayıcının sebep olduğu faciaya karşı bu sorumsuzluk ve mağduru
suçlayıcı bu yaklaşımı kabul edilemez buluyor,
Roboskî Katliamı karşısında yapılan teknik
ve mağduru suçlayıcı açıklamalar karşısında
yaptığımız gibi bu açıklamayı da ölülerin
hatırasına saygısızlık olarak değerlendiriyoruz.
Kamyon her ne şekilde patlamış olursa olsun,
o kadar patlayıcıyı köyün içinden geçirmek
ve insanların yaşam haklarını ihlale sebep
olmak sorumluluğundan hiçbir kişi ve örgütü
kurtaramaz.”
Mazlum-Der Diyarbakır Şube
Başkanı Ali İhsan Gültekin
BasHaber’e, olayı kınadıklarını sivil ölümleri
kabul etmeyeceklerini belirtti.
Olaya ilişkin sessiz kalmakla suçlanan,
olayın ardından herhangi yazılı bir açıklama
yapmayan İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci
Bilici de BasHaber’e en kısa zamanda köye
gideceklerini, İHD’nin sessiz kaldığı yönünde
yapılan yorumların gerçeği yansıtmadığını ve
sivil ölümleri kabul etmediklerini savundu.
Köylüler: Kamyon bilerek patlatıldı
Olayda 16 akrabasını kaybeden Şefik Yakar,
olayın detaylarını ve PKK’nin olaya ilişkin
yaptığı açıklamayı BasHaber’e değerlendirdi. PKK’nin olaya köylülerin neden olduğu
yolundaki açıklamasının hiçbir şekilde gerçeği
yansıtmadığını ifade eden Yakar, PKK’nin
hayatını kaybeden insanları “işbirlikçi” olarak
nitelendirmesini de ayrıca üzücü bulduklarını ifade etti. Yakar, patlamanın kardeşi
Seyithan’ın darp edilmesi sonrası yaşandığını söyleyerek olayın meydana geliş şeklini
şöyle anlattı: “Kamyon gece geç saat de köyün
etrafında dolanıyor. Seyithan evinin önüne
gelen kamyondan şüpheleniyor ve durduruyor.
Seyithan’ı darp ediyorlar. Seyithan çocuklarıma, kardeşlerime köyde o anda olayı duyan
herkese haber veriyor. Silahlarını alıyorlar.
Kamyonu takip ediyorlar. Kamyondakiler aracı
kum ocağının dibinde durdurup, biraz uzağa
çekilip bir yerde saklanıyorlar. Ardından bizimkilere ateş açıyorlar. Bizimkiler de korunmak
için kamyonu siper ediyorlar. Bizimkiler kamyonun dibinde iken kamyon uzaktan kumanda
ile patlatılıyor.” Yakar, PKK’nin açıklamasının
gerçeği yansıtmadığını da söyledi.
“HDP’ye 375 oy
verdik”
Herbecin ve
Baqews köylülerinin
akraba olduğunu
köyde yaklaşık 145
evin bulunduğunu, son seçimlerde
HDP’ye 375 oyun
diğer siyasi partilere de
toplamda 20 oyun çıktığını belirten Yakar, köy
sakinlerinin kendi halinde çiftçilik ile uğraşan
insanlar olduğunu, köyde korucu olmadığını
belirtti. Yakar, “İki köy amca çocuklarıyız. Ben
onların amcasıyım. Hepimiz akrabayız. Kendi
tarlalarımız var, kendi işlerimizi yapıyoruz.
Bilerek ve isteyerek o kamyonu patlattılar.
16 canımızı aldılar. Bizimkiler araçları ile
kamyonun dibine gelince patlattılar” şeklinde konuştu. Yakar, Van Baro Başkanlığı ile
Diyarbakır Baro Başkanlığı’nın olaya ilişkin
kendileri ile görüştüğünü olayı araştıracaklarını söylediklerini ifade etti. Yakar, kendisinin
de Van ve Diyarbakır Baro Başkanları’na olayı
kınamaları gerektiğini, Kandil’in yaptıklarını
kınamayanların samimiyetine güvenmeyeceklerini belirtti. Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi’nden yetkililerin de taziyeye gelme
isteklerini ilettiklerini belirten Yakar, Selahattin Demirtaş’ın olayı kınayan açıklamalarının
önemli olduğunu, HDP’nin gerçeği görmesi
gerektiğini belirtti.
Çelebi Yaman: İki taraf da bize ‘hain‘ dedi
Patlamada iki oğlunu kaybeden Çelebi
Yaman, basında yer alan kimi haberlerin
kendilerini çok üzdüğünü, Hükümete yakın
medyanın ilk başta kendilerini “hain köylüler“
olarak yansıttığını, daha sonra olayın esası ortaya çıkınca da acılar üzerinden siyaset yapmaya çalıştığını açıkladı. Yaman, PKK medyasının
da kendilerine “işbirlikçi” olarak iftira ettiğini,
oysa kimseye zararlarının olmadığını söyledi.
Yaman şöyle dedi: “Yapılanlar, yazılanlar bizi
rahatsız ediyor. Kan üzerinden siyaset yapmasınlar. Devlete yakın gazeteler, televizyonlarda
da, PKK’nin gazete ve televizyonları da bizi
‘hain’ olarak verdi. Her iki taraf da sempatizanları için bizi ’hain’ yapıyor. Bizim kaybedecek
neyimiz kaldı. 16 canımız gitti. Bizim tek
istediğimiz kirli siyasetten vazgeçmeleridir.”
Yaman, ölümlerin kimseye bir fayda sağlamayacağını PKK’nin de devletin de biran
önce şiddetten vazgeçmesi gerektiğini belirtti.
Silahın ve şiddetin çözüm yöntemi olamayacağını söyleyen Yaman, “Yıllardır devlet ve PKK
savaşıyor. Bir sonuç elde edemediler. Böyle
devam ederse daha çok canlar yanacak. Sivil
insanlar gereksiz yere kurban ediliyor. Hiçbir
şey canlarımızı geri getiremez. Demokrasi,
özgürlük canlarımızı geri getirmeyecek. 16
canımızı kaybettik. Bilerek katledildiler. Uzmanların raporları çıkacak. Kurşun çelik kasalı
kamyonun içindeki fünyeleri nasıl patlatacak?”
dedi.
ROJAVA
BasHaber
23 - 29 Mayıs 2016
5
SÖYLEŞİ
YPG 25 bin kişilik güç ile katılıyor
Rakka Operasyonu başlıyor
T
Şoygu, ülkesinin Suriye’de ateşkese uymayanlara tek taraflı saldırma hakkını saklı tuttuğunu savundu. Ayrıca, DSG Sözcüsü
Telal Silo’da Rakka operasyonuna ilişkin değerlendirmelerde
bulundu.“Rakka’yı özgürleştireceğiz” diyen DSG Sözcüsü Telal
Silo’nun “Güçlerimiz çetelere karşı başarılı operasyonlara imza
atacaktır. Nasıl ki, Şedadê’yi kurtardıysak Dêrazor, Rakka ve
Minbic’i çetelerden temizleyerek özgürleştireceğiz” dedi.
Şakir Abdülsettar
ürkiye ile Amerika arasındaki anlaşmazlıktan dolayı
bir süredir askeri operasyonlara ara veren Demokratik
Suriye Güçleri (DSG) ve Halk Savunma Birlikleri’nin
(YPG) Rakka’ya yönelik operasyona giriştiği öğrenildi. Bölgedeki kaynaklar çoğunluğunu Kürd güçlerinden oluşan 25 bin
kişilik bir askeri birliğin IŞİD’in Suriye’deki merkezi Rakka’ya
doğru ilerlediğini ifade ediyor. YPG ve DSG’nin yapacağı opeGazeteci Bilo: Rakka Operasyonu
rasyonun ABD’nin öncülüğünü yaptığı uluslararası koalisyon
IŞİD’e büyük darbe olur
ile koordineli yapıldığı bildiriliyor.
Beklenen Rakka Operasyonu’na ilişkin BasHaber’e bilgi
BasHaber’in bölgedeki Kürd kaynaklarından aldığı bilgilere
veren bölgedeki gazeteci Mohammad Bilo, Rakka bölgesi ile
göre, SDG ve YPG’den oluşan birlikler, Şedadê ve Hasekê
kent merkezinde 700 bine yakın sivilin yaşadığını, bu sivillerin
kırsalından Rakka’ya doğru ilerleyecek. ABD öncülüğüdeki
operasyonun biran önce yapılmasını beklediğini açıkladı. Bilo
uluslararası koalisyona ait uçakların Rakka’daki sivillere kenti
IŞİD’in Rakka’da 35 bine yakın taraftarının
terk etmeleri yönünde yaptığı çağrı opeolduğunu operasyonun ABD öncülüğünde
Rojava’da Kürd güçlerinin
rasyonun yakın bir zamanda başlayacağını
olmasının operasyonun kısa sürmesine ve
uluslararası koalisyonun desteği IŞİD’in yenilgi almasına neden olacağını
gösteriyor. Koalisyon uçaklarının havadan
attıkları bildiride, “Beklediğiniz an geldi,
ile Rakka’yı da IŞİD’ten almak
ifade etti. Billo, uluslararası koalisyonun
Rakka’dan çıkış zamanı” ifadesi ile kentteki
için operasyon hazırlıkları içinde da Rakka Operasyonu için hazırlıklarını
sivillerin yeşil bir alana doğru koştuğu bir
tamamladığını ifade etti. Kürd güçlerinin
olduğu öğrenildi. BasHaber’e
çizim bulunuyor.
büyük bir birlik ile Rakka’ya yürüyeeğini
bölgedeki askeri hareketliliği
ifade eden Bilo, “Rakka IŞİD’in önemli bir
Gazeteci Mohammad Ali:
değerlendiren gazeteciler Kürd merkezi, Suriye’deki kalbidir. Eğer IŞİD
McGurk operasyon için geldi
güçlerinin 25 bin kişi ile operas- Rakka’dan tasfiye edilirse, Suriye’de zayıflaGeçtiğimiz hafta ABD Başkanı Barack
yona
dahil olacağını ifade ediyor. yacaktır. IŞİD’in Musul’da da zayıfladığı ve
Obama’nın IŞİD’le mücadele koalisyonu
eleman sıkıntısı çektiği yönünde bilgiler geÖzel Temsilcisi Brett McGurk’un Kobanê’ye
liyor. Rakka Operasyonu IŞİD’in Suriye’deki
geldiği ve Rakka Operasyonunu Rojavalı yetkilileri ile
varlığına büyük bir darbe olacaktır” ifadelerini kullandı.
görüştüğü öğrenildi. McGurk’un Roajavalı yetkililere Rakka
Operasyonu’nun detayları hakkında bilgi verdiği belirtildi.
Yazar F. Heci Mistefa: ABD Tişrin Barajı’na önem veriyor
Kobanê’de bulunan gazeteci Mohammed Ali McGurk’ün
Rojava ve Suriye’de yeniden başlayan askeri ve siyasi gelişKobanê temaslarını BasHaber’e değerlendirdi. Ali, McGurk’ün meleri BasHaber’e değerlendiren gazeteci - yazar Farûq Heci
PYD Eş Başkanı Salih Müslim ve YPG’nin askeri yetkilileri
Mistefa, Kürd güçlerinin Cerablus ve Minbic’i almak istedikile yaptığı görüşmelerde askeri operasyonların gündeme
lerini ancak ABD’nin Kürd güçleri ile Rakka operasyonuna
geldiğini, ABD’nin PYD ve YPG’ye askeri destek vermeye
hazırlandığını ifade etti. Mistefa ABD’nin IŞİD’in Irak ve ile
devam edileceğine dair sözün teyit edildiğini belirtti. Gazeteci
bağlantısının sona ermesi için bir strateji izlediğini savundu.
Ali 100’e yakın ABD’li yeni askeri uzmanların da Kobanê’ye
Mistefa Rakka’nın düşürülmesinin IŞİD’in Suriye’de büyük
geldiğini ifade ederek, ABD ile Rojavalı yetkililerin, Rakka
oranda zayıflattacağını da ifade ederek, “Kürd güçleri Rakka’da
Operasyonu’ndan sonra Minbic ve Cerablus operasyonunlarıdaha çok Cerablus ve Minbic’in alınmasını ve Efrin’deki kuşatnın da gündeme geleceğini yazdı. Obama’nın Özel Temsilcisi
manın kalkmasını istiyor. ABD de IŞİD’in Rakka ve Suriye’de
McGurk daha öncede koalisyon yetkilileri iler beraber 30
zayıflatmayı palanlıyor. Rakka Operasyonu’na ilişkin bir uzlaşı
Ocak’ta Kobanê’yi ziyaret etmişti. McGurk’ün Kobanê ziyareti
var. Rakka’yı yakın zamanda alacaklar” ifadelerini kullandı.
Türkiye ile ABD arasında gerginliğe neden olmuştu.
Kobanê’yi ziyaret eden ABD’li yetkililerin Tişrin Barajı’nda
Rusya’da müdahil olmak istiyor
Ekim 2015 yılından bu yana Suriye’de IŞİD ve El Nusra’ya
karşı hava saldırıları yapan Rusya’nın da Rakka Operasyonu’na
destek vereceği öğrenildi. Rusya’nın ABD ve koalisyon ülkelerine 25 Mayıs’tan itibaren Suriye’de ortak hava harekâtı düzenleme teklifinde bulunduğu açıklandı. Rusya’nın Suriye’de
ortak hava harekâtı düzenleme teklifi Rusya Savunma Bakanı
Sergey Şoygu’dan geldi. Şoygu, Suriye’de 25 Mayıs’tan itibaren
ateşkese uymayan El Nusra Cephesi ve diğer muhalifleri
hedef alacak ortak hava harekatı başlatmak için
ülkesinin ABD’ye ve IŞİD karşıtı koalisyona
teklifte bulunduklarını söyledi. Rusya Savunma
Bakanı, Suriye hükümetinin de tekliften haberdar olduğunu açıkladı. Bakan
incelemelerde de bulunduğunu belirten Mistefa, IŞİD’in son
bir haftada Tişrin Barajı ve çevresine yoğun saldırılar düzenlediğini belirtti. ABD’li yetkililerin barajın güvenliği için bölgeye
askeri uzmanlar gönderdiğini söyledi. Rakka Operasyonu
sonrası Cerablus ve Minbic operasyonlarının da gündeme
geleceğini ifade eden Mistefa, “ABD de Kobanê ve Efrin hatının
IŞİD’ten temizlenmesini istiyor. Özgür Suriye Ordusu ve DSG
arasında bir uzlaşma arayışı içerisindeler. Bu arayış sonuç
vermedi. Türkiye DSG’nin bölgeyi kontrol etmesini istemiyor.
ABD’nin de kimi çekinceleri var. Ama Tişrin Barajı ABD için de
çok önemli” değerlendirmesini yaptı.
05
Çerkes soykırımından
başlayarak
FERHAT KENTEL
21 Mayıs Çerkes soykırımının
yıldönümü.
1864’te Rus orduları yüzyıllarca
süren bir yok etme seferberliğini
nihayete erdirdiler. Yüzbinlerce Çerkes
katledildi. Hayatta kalabilenler bulabildikleri imkanlarla güneye, Osmanlı’ya,
Osmanlı’nın güney eyaletlerine, şimdiki
Suriye ve Ürdün topraklarına doğru
ulaşmaya çalıştılar. Yollarda binlerce
insan hayatını kaybetti. Karadeniz, Çerkeslerin nesiller boyunca
unutamadıkları bir felaket denizi haline geldi. Her zaman
olduğu gibi, felakete uğrayan, ölümden kurtulmaya çalışan
insanlar yollarda bir kere daha nasıl tekrar felakete uğruyorlarsa, binlerce Çerkes de denizde can verdi. Denizde yakınlarını
kaybedenler yıllarca balık yiyemediler.
Osmanlı Çerkeslere kucak açtı. Osmanlı ‘iyilik’ yapmıştı
ama hesabı vardı.
Çerkesler Osmanlı devleti tarafından tampon halk
olarak kullanıldı. Marmara’nın güneyinde Rumlara karşı ve
Samsun’dan Kayseri’ye inen hat üzerinde Ermenilere karşı Çerkesler ‘millet-i hakime’nin gücünü arttıracak unsurlar olarak
görüldü. Çerkesler topraklarından kovulmuşlardı ve geldikleri
topraklara sonuna kadar, tırnaklarıyla tutundular. Balkanlardan
gelen halklarla birlikte yükselmekte olan yeni bir Türk vatandaşlığının “asli” unsurları oldular.
“Asil unsur” olmak, kendi otantik varlığını silmek anlamına
geliyordu. Silemeyenlerin kaderi ise Çerkeslerin Rusya’da yaşadığından farklı olmadı. Bir bakıma Çerkes soykırımı, oluşmakta
olan ‘uluslararası düzen’ için bir model oldu. Fransız devrimiyle
birlikte ortaya çıkan ‘sihirli’ yöntem asimilasyonu beceremeyen
devletler, “ulusal (ya da milli) çıkarları” adına, etnik-dinsel
temizlik silahını icat ettiler.
Fethettiği topraklarda tutunamayan Osmanlı ve tepesindeki İttihat Terakki, varlığını sürdürmek için, yenildiği düşmanlarını taklit ederek, geride kalan topraklarını homojenleştirmeye
girişti.
Bu toprakların en eski halklarından biri olan Ermenilerin
de soyları kırıldı; kendi topraklarından kovuldular; yaşadıkları
büyük felakete yollarda yaşadığı felaketler eklendi. Çerkesler
gibi anavatanlarından bambaşka yerlere savruldular.
Çerkeslerin başına gelen Ermenilerin başına geldi... Ermenilerin başına gelen daha sonra Almanya’da Yahudilerin başına
geldi. Nazizm’in mimarı Hitler, ‘uluslar arası’ düzenin Ermeni
soykırımını hatırlamadığını, ulusların ‘ulusal çıkarlar’ adına
hatırlamak istemediğini çok iyi biliyordu.
Bir yanda, Naziler Yahudileri toplama kamplarında
kurşunla, gazla, teker teker, topluca öldürürken, öte yanda
Rusya’yı yıkarak “sosyalizm” adına kurulduğu iddia edilen bir
ülke “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği”, eski çarların
geleneğinden bir milim kopmadığını gösterdi. Özellikle Stalin
döneminde olmak üzere, insanların hayatları üzerinde kibirli
bir nüfus mühendisliği adına, milyonlarca insan açlıktan kırıldı.
“Reel sosyalizm”e itiraz edenler “deli” ya da “hain” muamelesi
görerek akıl hastanelerine, toplama kamplarına kapatıldı.
Kırım Tatarları da, Sovyet hükümeti tarafından “Nazilerle
işbirliği” yaptıkları iddiasıyla, “ihanet” suçlamasıyla, 1944’ten
itibaren yerlerinden yurtlarından edilerek sürgüne yollandılar.
Genç, yaşlı, çoluk, çocuk onbinlerce Tatar sürgün yollarında ya
da sürgünde hayatını kaybetti.
Korkunç olan şu: zulme uğrayanlar da zalimlerin zulümlerinin parçası haline gelebiliyorlar. Başkasının uğradığı zulmü
görmeyerek, başkasının hak ettiğini düşünerek, zalimler gibi
düşünerek...
Zulmedenlerin dilinden hiç eksilmeyen büyülü kelime,
başkalarını yok etmeye gerekçe üretmek üzere biçilmiş bir
kaftanolan “ihanet”, zulme uğrayanlara da sirayet etti....
Zalimler arasındaki esinlenmelerle hayata geçen cezalandırmaların ölçeği, derecesi fark etmiyor. Zalimin ya da mazlumun kimliği de hiçbir fark taşımıyor.
Ve Diyarbakır’ın Dürümlü mezrasında, 12 Mayıs’ta bomba
yüklü kamyonu infilak ettirerek 16 kişiyi öldürenler de ‘zalim’
kategorisinin tam ortasında yer alıyorlar.
06
HABER
BasHaber
23 - 29 Mayıs 2016
Goran - YNK Anlaşması:
Ulusal birlik mi, bölgesel ikilik mi?
K
Zeyat Cebo
BY’de bağımsızlık referandumu için
ulusal birlik beklentileri günde iken,
YNK ve Goran’ın yaptığı anlaşma
endişelere deneden oluyor. Goran’ın PDK
karşıtı bir güç birliği oluşturmak ve ülkedeki siyasi dengeleri değiştirmek için YNK’ye
yanaştığı ileri sürülüyor.
Öte yandan İran’ın da Kürdler arası
çelişkileri derinleştirmeye çalıştığı KBY’de
‘tarihi bir dönem’ olarak adlandırılan bu
süreç; YNK - Goran Anlaşması ile yeni bir
döneme evriliyor. Tartışmaların merkezinde ise; ’YNK-Goran Anlaşması ulusal
birliğe mi, yeni bir parçalanmaya mı hizmet
edecek?’ sorusu yer alıyor.
Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ve
Goran Hareketi arasında varılan 11 başlık
ve 25 maddeden oluşan anlaşma Kürdistan
Bölgesi’nde yeni bir parçalanma endişelerine neden oldu.
YNK Genel Sekreteri Celal Talabani’nin
evinde imzalanan anlaşma, Süleymaniye’deki Şarê Ciwan Oteli’nin toplantı
salonunda basına duyuruldu. YNK ve
Goran yetkilileri anlaşmanın KBY’nin karşı
karşıya kaldığı siyasi ve ekonomik krizi
aşma, toplumsal adaleti sağlama, adalet ve
eğitim sorunlarını çözme ve Kürd halkını
örgütlendirme amacını taşıdığını belirtirken, Kürdistan Demokrat Partisi (PDK)
ise açıklanan kimi maddelerinin sorunları
derinleştireceğini savunarak anlaşmaya
tepki gösterdi.
PDK: Halkın iradesi dışında
hiçbir iradeyi kabul etmeyeceğiz
PDK Genel Merkezi tarafından yapılan
açıklamada, anlaşmanın iç sorunların
çözümüne hizmet etmeyeceği aksine
istenmeyen durumlara sebep olabileceği
uyarısı yapıldı. Açıklamada ayrıca, YNK’nin
anlaşmadan önce PDK’ye danışmaması
eleştirildi ve geçmişte sorunları çözmek
adına PDK’yle yaptığı Stratejik Anlaşma’nın
tersine bir tutum izlediği, PDK’nin halkın
iradesi dışında hiçbir iradeyi kabul etmeyeceği vurgulandı.
Sykes - Picot Anlaşması’nın 100. yıl dönümünde KBY’nin bağımsızlık için ulusal
birliği gündeme aldığı ve referandum için
kitlesel desteğin büyüdüğü bu dönemde,
taraflar arasında sağlanan anlaşma, yeni
siyasi tartışma ve çekişmelere yol açtı.
YNK’de anlaşmaya itirazlar
YNK ve Goran, anlaşmanın pratize
edilmesini denetlemek, KBY’deki siyasi
partiler ve Bağdat Hükümeti ile müzakerelerde bulunmak amacıyla ortak komite
oluşturma kararı alırken, her iki partinin
içinden de anlaşmaya tepkiler var. Özellikle YNK üst düzey yöneticilerinden Mele
Bahtiyar, Erselan Bayiz, Azad Cundiyani,
Mahmud Sengavi ve Hemeyi Heme Seyid
gibi isimlerin anlaşmanın imza toplantısına
katılmaması, YNK içindeki parçalanmışlığın yansıması olarak değerlendirildi.
Anlaşmaya ilişkin Güney Kürdistan
basınında da çeşitli iddialar ortaya atılmakta. İddialara göre Goran’ın, bu anlaşma ile YNK’yi yanına çekerek PDK’ye
karşı daha güçlü bir tabana sahip olmak
istediği ve YNK ile PDK arasındaki Stratejik
Anlaşma’yı yıkmayı hedefliyor. Öte yandan,
anlaşmanın İran tarafından “bağımsızlığı
ertelemek ve Kürd güçleri arasında çelişkileri derinleştirmek” için desteklendiği
iddiaları da öne çıkarken, KBY’deki dış
ülkelerin temsilcilerinden sadece İran’lı
yetkililerin basın açıklamasına katılmaları
da dikkat çekti.
YNK - Goran Anlaşması’nın KBY siyasetine etkilerini, milletvekilleri, siyasetçi ve akademisyenler BasHaber’e
değerlendirdi.
YNK’li Abdullah Bor: YNK - Goran
anlaşması PDK’ye karşı değildir
Anlaşmayı BasHaber’e değerlendiren
YNK Parti Meclisi Üyesi Abdullah Bor
da, anlaşmanın amacının farklı yönlere
çekilmesinin doğru olmadığını söyledi.
Bor, “Tüm Kürd partileri arasında birlik
ve ittifak sağlanmalıdır. YNK - Goran
Anlaşması’nda da ulusal birlik ve bağımsızlık için ulusal uzlaşı maddesi vardır.
Dolayısıyla PDK’ye, başka bir parti veya
tarafa karşı değildir. Biz bugün Peşmerge
olarak cephede ortak düşmanlarımıza karşı
Kürdistan topraklarının birliğini savunmak
için çarpışıyoruz. Eğer siyasal birliğimiz
olmazsa, bu savaşın ne anlamı kalır ki?
Yine bu birlik olmazsa halkın bağımsızlık
Mahmut Osman
Abdullah Bor
PDK’nin razı olmaması halinde olabilecek
senaryolardan sözediliyor ki bunlar KBY
için tehlikeye işaret ediyor” yorumunda
bulundu.
Anlaşmanın KBY siyasetine etkilerine
de değinen Hamit, anlaşmanın önemli sonuçlarının olacağını iddia etti. Hamit, “Biz
YNK ve Goran Hareketi arasında sağlanan
anlaşmanın önemli sonuçları olacağından
ümitliyiz. Baas Rejimi’nin Kürdistan’dan
kovulması üzerinden 25 yıl geçti. Bu 25
yıl içinde yapılan anlaşmalar hep makam,
mevki ve ticari çıkarlar üzerine oldu ve
Kürd halkının kazanımları kemirildi. Halk
bu durumdan rahatsız. Kürd siyasetinin
bu durumu görmesi ve acil önlem alması
gerekiyor. YNK ile Goran arasında varılan
anlaşma bu temelde geçmiş anlaşmalardan farklıdır. KBY’de yasaların egemenliğini, ulusal birliği ve adaleti sağlamayı
hedefliyor”diye konuştu.
ve özgürlük istemi nasıl gerçekleşir ki?
YNK ve Goran arasında sağlanan anlaşma,
kendi evimizi düzenlemek için atılmış bir
adımdır” şeklinde konuştu.
Goran - YNK Anlaşması’nın YNK - PDK
Siyasetçi Osman: YNK - Goran
stratejik ittifakını sonlandıramayacağını
Anlaşması yeni bir durum doğurmaz
söyleyen Bor, siyasi partilerin birlik çağrısı
YNK ile Goran Hareketi’nin geçmişte tek
yapmaları gerektiğini dile getirdi. Kürdlebir parti olduğunu hatırlatan Kürd siyasetçi
rin kardeş kavgasına son verdiklerini Kürd
Mahmut Osman da, her iki taraf arasında
halkının iki idareli modeli
gerçekleşen yakınlaşmakabul etmeyeceğini de ifanın da doğal olduğunu
Sykes - Picot Anlaşması’nın
de eden Bor, “Sykes - Picot
söyledi. Osman, “Goran
100. yıl dönümünde KBY’de
Anlaşması 100 yılını geride
2009’da YNK’den ayrıldı,
bıraktı ve şimdi Kürdler
bağımsızlık referandumu için daha sonra 2012 yılında
yeni bir sayfa açıyor. Bu
ulusal birlik gündemde iken, Dabaşan’da Celal Talabani
yüzden, Kürd güçlerinin
YNK ve Goran Anlaşması endi- ve Noşirwan Mustafa bu
birliği için atılan her adım,
temellerini
şeli tartışmalara sebep oldu. anlaşmanın
elimizi güçlendirecektir.
attı. Ancak Mam Celal’in
Goran’ın PDK karşıtı bir blok hastalığı nedeniyle anlaşKürd güçlerine çağrı da
mevcuttur. Anlaşmada bu
oluşturmak ve siyasi dengeleri ma askıya alındı. Bu süreçesas üzerine YNK ile PDK
değiştirmek için YNK’ye yanaş- te YNK’nin kendi içinde
arasında sağlanan ‘Strateparçalanması ve belki de
tığı ileri sürülüyor.
jik Anlaşma’ zamanında
Goran Hareketi’nin de
Kürd birliği adına çok
Kürdistan Bölgesi’nde
önemli bir rol oynadı. Bizim için büyük bir
hedeflediklerini gerçekleştirememesi bu
bozgun olan kardeş kavgasını sonlandırdı.
yakınlaşmayı taraflar adına gerekli kıldı.
YNK - Goran Anlaşması’nın bu anlaşmayı
Bu yakınlaşma sonucunda ilerde tek parti
bozduğunu düşünmüyorum. Kürdistan’da
olmaları ihtimali de var. Bence bu durum
tekrardan iki başlı bir idare ve çatışmaya
her iki taraf açısından da beklenilir bir
sebep olacak siyasi girişimlerin de halk
durumdu. Bu yakınlaşma KBY’de yeni bir
tarafından kabul edileceğini sanmıyorum”
durum doğurmaz” ifadelerini kullandı.
değerlendirmesini yaptı.
Kürd siyasetçi Osman, tüm Kürd partilerinin içinde yer aldıkları yeni bir cephenin
Goran’lı Peri Salih Hamit:
kurulması gerektiğini de savunarak, “PDK
Barzani büyüklüğünü göstermeli
bu anlaşmaya karşı tepkisini ortaya koydu.
YNK ile Goran Hareketi arasında sağlaKürd siyasetinde parçalanmayı derinleştinan anlaşmanın Güney Kürdistan için yeni
ren adımlar olumlu sonuçlar doğurmuyor.
bir sayfa açacağını iddia eden Goran Millet- Kürd güçleri bu tarihi dönemde, 1988’de
vekili Peri Salih Hamit ise, PDK’nin ‘neden
olduğu gibi bir ulusal cephenin kurulmabenim rızam alınmadı’ dediğini ve bu tavır
sı için çabalamalıdır. Sadece bu temelde
yüzünden farklı senaryoların da gündemde sağlanacak bir birlik tüm tarafların ve Kürd
olduğunu iddia etti. Hamit, PDK’nin tavrını halkının çıkarlarına hizmet eder. Bence
eleştirerek, “PDK Kürdistan’ın dört parçaPDK’nin ve İslami tarafların da katılacağı
sındaki partilerin adımlarına karşı ‘benim
ortak bir çözüm üzerine çalışmaları daha
rızam neden alınmadı’ tutum sergilemesi
değerli olur. YNK ve Goran’ın ayrı, İslamidoğru değil. Sayın Barzani gibi ömrünü
lerin ayrı, PDK ve diğer bileşenlerin ayrı
Kürd halkının mücadelesine adamış biri,
anlaşmalara varması ne Parlamento’yu ne
büyüklüğünü göstermeli. KBY’de yaşanan
de Hükümeti aktifleştirir” diye konuştu.
siyasi krizin aşılması için çabalamalıdır.
BasHaber
HABER
23 - 29 Mayıs 2016
Gündem Sykes - Picot ve bağımsızlık
07
Düğün, ölüm ve hamaset
Çiya Miksî
AHMET ÖZER
K
BY’de hafta içinde YNK ve Goran arasında imzalanan
anlaşma gündeme damga vururken, referandum
karnavalı ve Sykes - Picot Anlaşması’nı protesto eden
etkinlikler yapıldı. Sykes - Picot’un 100. yıldönümü vesilesiyle bir me-saj yayımlayan KBY Başkanı Mesud Barzani, bu
anlaşmanın geçerliliğinin kalmadığını söyledi. KBY’de hafta
içinde diplomasi trafiği de sürdü. KBY Başkanı Barzani, Irak
Cumhurbaşkanı Fuad Mahsum, Irak Muttehidin İttifakı
Başkanı Usame Nuceyfi, Irak İslam Yüksek Meclisi Başkanı
Adil Abdulmehdi, İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi
ve Avrupa Birliği Dış ilişkiler Komisyonu’ndan bir heyetle
görüştü.
Barzani: Sykes - Picot’un geçerliliği kalmadı
KBY Başkanı Mesud Barzani, Sykes - Picot Anlaşması’nın
100. yıldönümünde yayımladığı mesajda, ‘‘Sykes - Picot
Anlaşması’nın imzalandığı günden beri ne Kürdistan,
ne Irak, ne de Ortadoğu barış ve huzur yüzü görmemiştir’’ dedi. Sykes - Picot Anlaşması’nın artık geçerliliğinin
kalmadığına vurgu yapan Barzani, dünya devletlerinin,
Irak halklarına acı ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen
politikalarında ısrar edeceklerine, Irak ve Ortadoğu halk
larına çözüm getirecek çareler üzerine yoğunlaşmaları gerektiğinin altını çizdi. Mesajında KBY’deki güçleri ve siya-si
partileri de uyaran Barzani; ‘‘Eğer siyasi güçler, tarihin önümüze çıkardığı fırsatı farklı bahanelerle kaçırırsa o zaman
halkımız kendi kararını verir. Bu tüm siyasi oluşumlardan
daha güçlü ve meşrudur’’ dedi.
Barzani, İran İstihbarat Bakanı Alevi’yle görüştü
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanı Mesut Barzani, İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi ve beraberindeki
heyeti kabul etti. Görüşmede IŞİD ile mücadele, Musul’u
kurtarma operasyonu, Erbil - Bağdat arasındaki ilişkiler ve
bölgede meydana gelen son siyasi gelişmeler konusunda
görüş alışverişinde bulunuldu. Barzani görüşmede misafir
heyete IŞİD’e karşı verilen mücadele, cephelerin durumu ve
Irak’ın içerisinde olduğu siyasi durum hakkında değer-lendirmelerde bulundu. Barzani ayrıca, IŞİD ile mücadelede
ciddi uluslararası yardım ve dayanışma gerekliliğine vurgu
yaparak, örgütün tamamen ortadan kaldırılması için sadece
askeri değil, ekonomik, fikri ve siyasi açıdan da mücadele edilmesinin şart olduğunu dile getirdi. İran İstihbarat
Bakanı Alevi ise ülkesinin bölgede meydana gelen gelişmeler karşında Kürdistan Bölgesi’ne destek vermeye devam
edeceğini kaydetti.
Mesrur Barzani: Dünya, Kürdlerin kararına saygı göstermeli
KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani, Sykes - Picot
Anlaşması’nın 100. yıldönümü vesilesiyle kişisel sayfasından yayımladığı
mesajında, ‘Bölge halkı özellikle de
Kürd halkı ezilmekten, talan edilmekten ve hukuksuzluktan bıkmıştır’ dedi.
Bu anlaşma yüzünden özellikle Kürdlerin çok acılar çektiğini ve bedeller
ödediğini belirten Barzani, “Büyük güç
ve uluslar, kendi çıkarlarını korumak
için bölge halklarının taleplerine kulak
asmadan, bölgeyi parçalara bölerek,
sahte sınırlar çizerek kararlar aldı.
Bu tarihi hata yüzünden bölgemizde
çok kan döküldü, acılar yaşandı ve
kimliğimiz tanınsın diye çok bedeller
ödedik. Bu tarihi hatayı itiraf etmenin,
düzeltmenin ve bu hukuk dışı sistemin
yıkılmasının, bölge halkının kendi kaderini tayin etme zamanı artık gelmiştir” dedi. Kürd halkının, bir daha hiçbir
gerekçeye sığınmadan, hiçbir baskı ve
güce boyun eğmeden, hiç kimsenin
kendi geleceği ile oynamasına izin
vermeden, eline geçen tarihi fırsatı
değerlendireceğini belirten Barzani
mesajının devamında, “Bağımsızlığımızı kazanana kadar kendi kaderimizi
tayin etmede ısrarlı olalım. Bu sürecin,
siyasi güçlerin oyunlarına, bazı parti ve
kişilerin çıkarlarına veya amacımıza
ulaşmamamıza engel olanlara kurban
edilmesine izin veremeyiz. Eğer biz
köleliği kabul etmezsek, hiçbir güç bize
boyun eğdiremez ”dedi. Barzani Sykes
- Picot Anlaşması’nın 100. yıldönümü
vesilesiyle tüm dünyadan özellikle de
Ortadoğu haklarından Kürd halkının
alacağı karara saygı göstermesini
isteyerek, “Kürdlerin barış içerisinde
kendi çözümünü geliştirme, komşuluk
ve dostluk inisiyatifine saygı gösterin”
ifadelerini kullandı.
“Sykes - Picot çöktü, yeni bir sistem
gerekli“
KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı
Mesrur Barzani, İngiltere Savunma
Bakanlığı Özel Temsilcisi General Tom
Beckett ve beraberindeki askeri heyetle yaptığı görüşmede, KBY ve Bağdat
hükümeti arasındaki tarihten gelen
sorunların çözülmesi için diyaloğun
yeniden başlaması gerektiğini belirterek, ‘birlik olunamıyorsa iyi komşuluk
ilişkileri çerçevesinde çözüm geliştirilmeli’ dedi.
Sykes - Picot Anlaşması’nın
Kürdler için doğurduğu felaket
ve sorunların artık çözülmesinin zamanı geldiğinin altını
çizen Mesrur Barzani, yeni
bir sistemin kuruması
gerektiğini ifade etti.
Barzani, AB Kuzey
Afrika ve Ortadoğu Masası
Direktörü Dr. Nicholas Westcott ile de
görüştü. Görüşmede; AB’nin Peşmerge
Güçleri’ne askeri desteği, mülteciler için yapılması öngörülen insani
yardımlar ve Erbil - Bağdat arasındaki
ilişkiler gündeme geldi.
Barzani: “Kürdler, Irak ile birlikte
yaşam için her yolu denemiştir. Ancak
Bağdat’taki aklın değişmemesi ve aynı
politikalarda ısrar etmeleri, birlikte
yaşamın tüm seçeneklerinin tükenmesine yol açtı. Kürdistan halkının tarihte
başına gelen felaketlerin tekrarlanmaması için Kürd halkının kendi kaderini
belirlemesi
bölgenin
istikrarı ve
çıkarı için
önemlidir’’
dedi.
Her şey kartopu gibi büyüyor.
Bunu yapanların yaptıklarının nasıl
bir çığa dönüştüğünü görmüyorlar
herhalde, görüyorlarsa da ya umursamıyorlar ya da görmezden geliyorlar.
Hergün bombalar patlıyor, peşpeşe
ölümler yaşanıyor, insan bedenleri
parçalanıyor, cenazeler gelmeye
devam ediyor. Silahla, şiddetle dün
olduğu gibi bugünde bir şey çözülemeyeceği görülmüyor. Söz ve akıl susmuş, silahlar konuşuyor. Konuşma kanalları kesilirse yaşanacak olan budur.
Gazeteleri açıyoruz bir tarafta Cumhurbaşkanı’nın
kızının şaşalı düğünü, öbür yandan cenazeler ve tabutlara
sarılmış aileler. Cumhurbaşkanı “nazlı ceylanımı mutlu
olmaya gönderiyorum” diyor, şehidin babası “nazlı oğlumu
mezara gönderemem, anası yanlız yatamaz, üşür beni de
yanına gömün” diyor. İşte irasyonalitenin zirve yaptığı
absürt nokta. Sözün hükmünün bittiği yer..
Peki bu yaşananlar bizi nereye götürür, hiç hesabı
kitabı yapılıyor mu? Sadece devletin cebre dayanan çarkını
çevirmek demokratik devletlerin yöntemi olamaz, devlet
böyle yönetilemez.
Önce boz, sonra bozduğunu yap, yapılanı alla pulla
göster, sonra da “bak ben sizin için yapıyorum” de ve
böylece toplumu uyut. Sorun bu bozma-yapma sorunudur.
Nasıl mı? Anlatayım.. Kentleri, kasabaları tanklarla
bombalıyorlar, gazetecileri işlerini yaptılar diye (ve tabi
ucu birilerine dokunuyor diye) tutukluyorlar, açık açık
yargıya, yargıçlara talimat yağdırıyorlar, düşüncelerini ifade
etti diye akademisyenleri hainlikle suçlamaktan, hakaret
yağdırmaktan geri durmuyorlar, onlardan yana değil diye iş
adamlarını devletin olanaklarını kullanarak bertaraf etmeye çalışıyorlar. Bütün bu işleri kendi lehlerine çevirmek için
algı inşaası için yeni bir süreç başlatıp bunu da istedikleri
biçimde inşa ediyorlar. Her şey ayan beyan ortada değil
mi? Ortada olmasına ortada, ancak korkutulmuşluk ve sindirilmişlik nedeniyle kimsenin sesi sedası çıkmıyor. Adeta
bir toplumsal felç durumu yaşıyoruz.
Çünkü bir sürü yandaş televizyoncu, medya mensubu
gazetelerde televizyonlarda kanat önderi diye konuşuyor.
Yapılanı bunca kötü işin aslında ne kadar iyi olduğunu
anlatıp duruyor bu adamlar. Sonra da bunlar koro halinde
bunları yapanların bırakın kötülüklerini sorgulamayı
aslında ne mühim adamlar olduğunu yazıp çiziyor. Kırk
defa tekrarlayınca da ortalama sıradan insanlar ister
istemez inanmaya başlıyor söylenenlere. Diğer bir deyişle
hep birlikte toplumun önüne kanaat önderi diye çıkarttığın
adamları televizyonlarda tartıştır, gazetelerde yazılar
yazdır, yayınlar yaptır; bunun adına da hak için, halk için
çalışma de. Makyavel bile bu kadarını yapamazdı.
Peki ne mi oluyor, hiç birşey olmuyormuş gibi yaptığımız ülkede. Sadece beş on gün içinde olanlara bir göz
atmak yeterli durumun vehametini görmek için. Birkaç gün
önce Amed Sporlular linç edildi. Bir hafta önce İstanbul’da
iki Kürd işçi Kürdçe konuştu diye dövüldü, inşaata atıldı.
20 gün önce Yalova’da bir kızın alnına işkence ile Türk
bayrağı çizildi. Hergün cenazeler geliyor dağdan ovadan
her yerden, hem de onlarcası... Hepsi yoksul halk çocukları,
çoğu iş bulamadığı için canını dişine takıp uzman çavuş olmuş. Babaları simit satarak ailenin geçimini sağlıyor. Sonra
patır patır ölüyorlar bu insanlar..
Sonra cenazelerin bulunduğu camilerin önünde bir
koruma ordusu eşliğinde ultra lüks mercedesler duruyor.
Sonra o mercedesten ultra pahalı ve şık giyinmiş birileri
iniyor, cenazenin başına geçiyor... Ölmenin faziletlerini anlatıyor. Kimsenin ölmesini istemeyiz, ama; “Bu şehitlik onu
övenlerin lüks semtine neden hiç uğramıyor? Neden hep
gecekondularda, kentlerin varoşlarında dolaşıp duruyor?”
Lüks yaşamlarından kısacık sürede gösteri için gelenler.
Bol hamasetten sonra gene koruma ordusu eşliğinde lüks
mercedesine biniyor, arkasına bakmadan basıp gidiyor, o
andan itibaren o cenazeyi unutuyor ve ateş düştüğü yeri
yakmaya devam ediyor. Ve bu böyle devam edip gidiyor.
Bu daha ne kadar böyle devam edecek?
08
BasHaber SÖYLEŞİ
23 - 29 Mayıs 82016
SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ
BasHaber
23 - 29 Mayıs 2016
9
SÖYLEŞİ
Yazar Ömer Laçiner:
İki tarafa da hesap sorma hakkım var
Devlet ve PKK arasında devam eden savaşın, kırdan
kentlere taşınması, sivil yaşam alanlarının talan
edilmesi, canlı bomba ve bombalı araç patlatma
“eylemleri”nin ülkenin tamamına yayılması, yerleşim
bölgelerindeki savaş hukuksuzluğunu tartışmaya açtı.
Dağlarda yenişemeyen devlet ve örgütün şiddeti
şehirlere yöneltmesinin, sivilleri gözetmemesinin yıkıcı sonuçları ortada iken,
şiddet savunuculuğu yapmayanların taraflarca ‘teröristlik/işbirlikçilikle’ suçlanması şaşkınlıkla
izlenmekte.
Yeni dönemde kuralsız bir
savaşın yaşanacağını söyleyen
Yazar Ömer Laçiner,
“TC’nin bölgeye gönderdiği Özel Timler’in
uyguladığı şiddette
de bunu görüyo-
Yeter Polat
Geride bıraktığımız 35 yılın deneyimleri bir yana, son yıllarda devlet ile
ana akım Kürd siyasetinin sadece
şiddet üzerinden ilişkilenmesinin,
Kürd meselesinin çözüm bulması
bağlamında geçirilmesi gereken bir
çocukluk hastalığından kangrene
dönüştüğü teşhisine katılır mısınız?
Başka tabirler de kullanılabilir. Kürd
meselesinin barışçıl yollarla çözülmesi için
barış süreci başlatıldı. Süreci başlatanlar,
‘Sünni Türk muhafazakârları.’ Milliyetçilikve İslamcılığı temel alanlar, insanlar
arasındaki eşitliği kabul etmezler. Hak
eşitliğinden söz ediyoruz. Mesela kadın
ve erkeğin arasındaki eşitlik dediğimiz;
her konuda olması gerekmiyor ancak aynı
konularda aynı haklara sahip olmamızdır.
İslamcı ve milliyetçi zihniyet bunu kabul
etmez. Tarihlerinde yoktur. En fazla adaletten ise onlar bahseder. İki insan arasındaki
adil ilişkiden bahsederler. Ama bu eşit
ilişkisi değildir. Burada modern toplumun bize getirdiği birinci şey eşitsizlerin
tamamını kaldırmak değil, ama en azından
kamu gücü, imkânları ve insanın temel
hakları konusunda insanların eşit oldukları inancıdır. Bunu da modern toplumlar,
kurumlaşmaya yerleştirmeyeçalışırlar. Bu
toplum,modernleşme tarihinin başından
itibaren buna direndi. Türkiye’de modernleşme direncinin birinci dinamiği eşitliği
kabul etmemektir. Mesela Hristiyan tebaanın bizimle eşit haklara sahip olmasını
kaldıramadığımız için onları soykırıma
uğrattık, mübadele ettik.
Ardından Kürd meselesi çıktı. Milliyetçi damar ‘ben niye Kürdlerle eşit haklara
sahip olurum’ demeye başladı. Bugün
burada kabul edilmeyen mesele, Kürdlerin ısrar ettiği eşit haklar. Düşünün ki
bir Kürdün ana dil hakkı, kimlik halinin
birinci unsurudur. Siz bir halkın kendi
dilinde eğitim öğrenim yapmasını yasaklıyorsunuz. Hala da diretiyorsunuz. Bu kadar
tabii bir hakkın tartışma konusu olmaması
gerekirdi. Ama oldu. Barış falan dedikleri
hikâye: “Kardeşim biz, sizi Türklerle, Sünni
Türklerle, Sünni Kürdü, Alevi Kürdü eşit
hakta falan sayamayız. Bakarsınız günün
birinde onu da kabul ederiz. O kararı da
benvereceğim sen almayacaksın. Senin öyle
bir hakkın yok. Ben verirsem var. Duruma göre, hoşuma giderse veririm. Burada
eğer modern ilişkiler içerisinde Türk-Kürd
barışı, demokratik bir birliktelik olacaksa, bunun hak ve özgürlükler temelinde
olması lazım. Bu tartışılmaz bir şey. Şu
anda Türkiye’nin tamamı zaten esastan
kabul etmiyor. Bunu pratik ve pragmatik
nedenlerle geçici olarak kabul ettiği, eder
gibi gözüktüğü zamanlar oldu/olabilir.
Barış süreci dedikleri hikâye başladığı
vakit, bunun amacı yönetimdeki adamların söylediği gibi, Diyarbakır’ı, Mardin’i
Manisa’dan Edirne’den farklı kılmayacağı
gibi laflar edildi. Ancak bu süreci başlattıklarında aynı zamanda kalekollar da inşa
etmeye devam ettiler. Bunların inşaatını
niye durdurmuyorsunuz diye sorduk. Oraya
giden heyet bunu sordu, istedi. Bunun için
insanlar gösteriler yaptılar ve öldürüldüler.
Buna rağmen devlet ısrarla kaleler yapmaya
devam etti.
35 yıldır bu ülkede Kürd meselesinin
ancak ve ancak silahla çözülebileceğine mi inandırıldık?
ruz. Özel Timler böyle yaparken, PKK de yaptıklarına
meşruiyet arıyor. Kürdlerin iradesini temsil ettiğini
iddia eden bir örgüt ve Türk devletinin kararlığını sağlamaya çalışan diğer taraf var” diye konuştu.
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Birikim Dergisi
Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, “PKK ile bir mukavelem yok. Bunu ısrarla söylüyoruz ama benim devlet
ile bir mukavelem var. PKK benden izin alarak bir şey
yapmıyor. Devlet en azından kurumsal olarak yasalar
itibarıyla benden onay almak zorunda. Bu da bana
devlete ‘ne yapıyorsun’ deme hakkını verir! PKK ile
böyle bir bağlantım yok. PKK’nin yaptıklarını lanetleyebilirim, eleştirebilirim. Ama devlete bir yurttaş
olarak hesap sorma hakkım var. Ben PKK’nin yurttaşı
değilim. PKK tek tek Kürdlere bile kendini sorumlu
hissetmeyebilir. Diyebilir ki ben sizden onay alarak
kurulmadım. Siz zaman içerisinde, benim sizi koruduğumu, sizin temsilciniz olduğumu kabul ettiniz” diyor.
Kürdler en başından beri kendi kimliğini
yaşayamıyorsa, hala kısıtlamalar altındaysa
ve devlet deinkar etmekte ısrar ediyorsa,
silahı en azından geçici olarak kullanmasan
bile elinde bulundurursun. PKK, Türkiye’de
sağlam bir zemin bulununcaya kadar silahları bırakmayız diyor. Bir öz savunma gücünden bahsediliyor, PKK’nin öz savunma
gücüne dönüştürülmesinden. Herkes de
bununyerel yönetimlere bağlı yarı milis güç
olduğunu da biliyordu. Kürdleri bu konuda
suçlamıyorum. ‘Silahla bu işin çözümünden başka çare yoktur’a getiren tarihsel
nedenler var. Çünkü onların bir silahlı güç
oldukları ve devletin başını ağrıtabileceklerini gösteriyorlar. Bunu kanıtlayabildikleri
anlarda ancak onlar bir şeyler elde edebildiklerini düşünüyorlar. Böyle olunca da
ister istemez, silahlı güçten hemen vazgeçmek istemiyorlar, silahı hemen bırakmaya
yanaşmıyorlar.
Neden 15 tonluk bombalı bir araç
köy yollarında dolaştırılır? Aynı şey
devlet için de geçerli, vatandaş adına
“terörle“ mücadele adına sivillerin yaşadığı mahallelere tank-top ile saldırı
hakkını kimden alıyorlar?
Adam diyor ki ‘ben mücadele ediyorum.’
Binalar yıkıyor, içinde insanlar ölüyor.
Bir saatten sonra işi kim başlattı meselesi biter. PKK ile bir mukavele yok. Bunu
ısrarla söylüyoruz ama benim devlet ile bir
mukavelem var. PKK benden izin alarak bir
şey yapmıyor. Devlet en azından kurumsal
olarak yasalar itibarıyla ben ve benim gibilerinden onay almak zorunda. Bu da bana
devlete ‘ne yapıyorsun’ deme hakkını verir!
PKK ile böyle bir bağlantım yok. PKK’nin
yaptıklarını lanetleyebilirim, eleştirebili-
rim. Ama devlete bir yurttaş olarak hesap
sorma hakkım var. Ben PKK’nin yurttaşı
değilim. PKK tek tek Kürdlere bile kendini
sorumlu hissetmeyebilir. Diyebilir ki ben
sizden onay alarak kurulmadım. Siz zaman
içerisinde, benim sizi koruduğumu, sizin
temsilciniz olduğumu kabul ettiniz. Ben
size kabul ettirdim. Dolayısıyla ben de
yapımı değiştirmediğime göre sizin iradenizim diyor. Onun için iradeden bahsediyor. PKK’yi savunan adamlar oy vermedi.
Arkasında PKK’nin olduğu HDP kuruldu, oy verdirildi.
Onun emirlerini yerine getirdiler. PKK’nin ona karşı
taahhüdü yok. PKK Kürd halkına sormadı ne yapayım
diye. Hendekler kazılırken, özerklik ilan edilirken kimseye sorulmadı. PKK diyor ki kimseye sormaya gerek yok.
Benzetmek gerekirse eğer tıpkı Mustafa Kemal Atatürk
gibi. Atatürk kalkıp Sakarya’da büyük taarruz başlattı.
Atatürk sordu mu ki biz de soralım diyor. PKK sormadı;
‘durum bu, bunu yapacağız’ dedi.
Yeni dönemde artık kuralsız bir savaş var. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin oraya gönderdiği özel timler de
öyle. Özel timlerin yaptıklarını görüyoruz. Özel timler
böyle yaparken, PKK de yaptıklarına meşruiyet arıyor.
Kürdlerin iradesini temsil ettiğini iddia eden bir örgüt,
Türk devletinin kararlığını sağlamaya çalışan diğer taraf.
Sokağa çıkamazsın diyor. İnsanın hayatı değişiyor. Filler
tepişirken kimse çimenlere ne oluyor diye bakmaz.
Bitmez mi?
Bitmez. Bilek güreşi yaptığınızda bile bir kural vardır,
hakem vardır. Bir el oraya yapışır, kalkamaz. Burada
öyle değil ki. Herhangi bir zamanda bu zora düştüğü bir
zamanda olabilir, silahların durması için geçici bir süre
ateşkes. Türk devleti ben onun bileğini büktüm sende
bırak derse, bunu soluklanmak için yapar. Sonra yeniden
başlar. Türkiye daha önce birçok ateşkes gördü. PKK daha
etkili araçlar bularak devam eder.
PKK kendi tabanına, devlet kendi tabanına şiddet
üzerinden bir şey söylüyor, etkili oluyor. Kimsenin
barış, birlikte yaşam derdinin olmadığının açık
ifadesi değil mi bu? Biz hala neden birlikte yaşam
modelleri, çözüm önerileri üzerinde konuşuyoruz?
Bu öyle değil ama. Bu topraklar kadim sorun çözme
mantığı ile gidiyor. Buranın aldığı siyasi kültür (devletPKK dahil) uzlaşma falan çözüm değil. Çözüm dediğiniz
burada birinin iradesini kabul etmesidir. Çünkü burasının değeri ve kuralı yok. Böyle bir kültürümüz yok.
Burada bir taraf yenildiğini kabul etmeli ama iki tarafta
yenilmez! Devlet yenecek, PKK yenilmedim diyecek.
PKK’nin yenildim dememesi lazım. Bizim tarihimizde
yok öyle bir şey.
PKK’nin de hedefsiz denebilecek yaygın ve biçimsiz şiddet kullandığı ve savaşı sivil yaşam alanlarına taşıdığı, köylerin, kentlerin içinden tonlarca
patlayıcı geçirdiği, bunun sonucu meydana gelen
katliamlara herhangi bir şekilde karşı çıkanları
“işbirlikçilikle” suçladığı görülüyor. Roboski’de
devlet katliamından mağduriyet yaratıp
Diyarbakır’da 16 köylüyü parçaları bulunamayacak şekilde havaya uçurmak nasıl bir devrimci
şiddettir?
PKK diyor ki, ‘bizim oradaki adamları öldürmek gibi
bir niyetimiz yoktu. Başka bir şey yapacaktık, bunlar
bize engel olmaya kalktı, böyle bir şey oldu’ diyor. PKK
’onlara karşı bombalı eylem düzenledik’ demiyor. PKK o
bombayı düşmanlarına karşı kullanacaklarını söylüyor
’ama böyle oldu’ diyor. Bu PKK’nin kullandığı şiddetin
sınırsız ve kuralsız olduğu gerçeğini değiştirmez. Gidip
yola bomba döşüyorlar. Sonra istihbarat alıyorsunuz.
’Askeri araç geç geldi. Başka bir araç geldi patlattık, kaza’
diyorlar. O sırada öldüreceğiniz adamların yanında bir
çocuk da ölüyor. Bu çocuğun ölümü sizin bütün meşruluğunuzu götürür. Onun için bombalarla iş görmek
vicdansızlıktır.
İnsanlar arasındaki problemlerin şiddetle çözülmesi
insanlığın bir problemidir. İnsanı, insanlıktan çıkartır.
Meşru müdafaa haricinde şiddet kullanması meşru
değildir. Silah ve şiddet kullanmak insanı bozar. Keşke
insanlar arasında şiddet kullanılmasa diyen kişi başka bir
insana dönüşür. Şiddet esir alır aynı arsenik gibidir bu.
Bir gramı bile yeter.
İki taraf da şiddeti kutsuyor ve eleştirenleri “karşı
tarafın işbirlikçiliği ile” suçluyor? Ne olacak yani
birinden birinin şiddetinin onaycısı, amigosu
olma zorunluluğu mu var?
Amigosu olmak zorunda değilsiniz. Seninle aynı lafı
papağan gibi söylemediği için öbür tarafın adamı sayılıyorsunuz.
Eğer bu toplum iyi bir gelecek istiyorsa, ‚sus’ diyebilmeli. Onun için biz bunlardan bahsederken bir değer
siyasetinden bahsettik. Herhangi bir soruna, milliyetçi
perspektif ile yaklaşırsanız güçten başlarsınız. İnsanlar,
biz haysiyetli bir toplum olmak istiyorsak güç kullanmak
haktır der. Milliyetçilik değer kabul edilen bir şey değildir. Bu tecrübelerden geçmiş bir topluma bu yakışmıyor.
Eğer kendilerini hayvandan farklı olarak görüyorlarsa,
kendilerinde bir şey bıraktığına inanıyorlarsa, insanlar
aralarındaki problemler ne olursa olsun, bunu kuvvet
dışında yollarla çözmek insana yakışır. Öbürü hayvana mahsustur. Kabile değiliz. Biz bir değerin tarafıyız.
Şiddetin tarafı değiliz. Bizi vahşi bakış açılarına almaya
çalışıyorlar. Buna direniyoruz. İnsanlığımı yitirmek
istemiyorum. Benim ona değil, onun bana hesap vermesi
lazım. İki tarafın da.
09
Mutlak özdeşlik
döneminde siyaset ve
Kürd sorunu
BİLAL SAMBUR
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı
olmasından beri gündemden düşen ve
düşmeyen iki ana konu bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra
Çözüm Süreci fiilen ortadan kalkmıştır.
7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye,
son kırk yılın en sert ve ağır çatışma
dönemine girmiş bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çözüm Süreci’nin
buzdolabına kaldırıldığını ilan etmiş,
Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını ve ortada masa diye
bir şeyin olmadığını ifade etmiştir. Bütün bu gelişmeler ışığında
Çözüm Süreci ve güvenlik sorunları konularında tek gücün
Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu söyleyebiliriz.
Davutoğlu’ndan sonra genel başkanlığa ve başbakanlığa
Binali Yıldırım getirilmiştir. Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı
arasındaki ilişki, yüksek uyum modeli olarak kavramsallaştırılmaktadır. Ancak bu kavramsallaştırma, Cumhurbaşkanı- Parti
- hükümet arasında kurulmak istenen ilişkiyi ifade etmeye yetmemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Binali Yıldırım’dan
beklentisi yüksek uyum değil, mutlak özdeşlik modelini hayata
geçirmesidir. Süper koordinatör bakan işlevinde başbakan
olması beklenen Binali Yıldırım’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
dinamik ve değişimci politikalarını uygulaması beklenmektedir.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında mutlak özdeşlik
modeline göre fiili başkanlık sisteminin uygulanacağı yeni dönemde Kürd sorununun ne olacağı karşımızda önemli bir soru
olarak durmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürd sorununun
olmadığını, terör sorunu olduğunu ifade ederek güvenlik merkezli politikaların uygulanmasını istemektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeminde Çözüm Süreci’nin
yeniden başlatılması şeklinde bir konu bulunmamaktadır.
İmralı - Kandil ve HDP ile ilk süreçte olduğu gibi, hiçbir şekilde
ilişki kurulmayacaktır. Çözüm Süreci ve müzakere gibi yollarla
örgüte silah bıraktırılmayacağının farkında olan Cumhurbaşkanı, tek çözümün askeri yollarla Kandil - YPG - PYD’yi bitirmek
olduğu şeklinde bir kanaate sahiptir.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olan Binali Yıldırım,
yeni dönemde Cumhurbaşkanı’nın yürüttüğü politikayı ince
ve radikal bir şekilde uygulayacaktır. Örgütün hendek ve
özyönetim girişimlerini bastırmak için her türlü müdahale ve
operasyonun gerçekleştirileceğini öngörebiliriz.
AK Parti genel başkanlığı için adaylığı açıklandıktan sonra
Binali Yıldırım, ilk ziyaretini PKK’nin yapmış olduğu bir saldırı
sonucunda hayatını on beş kişinin kaybettiği Dürümlü Köyü’ne
gerçekleştirmiştir. Binali Yıldırım, bu ziyaretle devletin terör
mağdurlarının yanında olduğu, aynı zamanda terörle mücadelede hiçbir şekilde taviz verilmeyeceği mesajını vermiştir.
Önümüzdeki yaz aylarında şiddet ve çatışmaların yoğunlaştığı
bir döneme doğru gidiyoruz.
Yeni dönemde HDP’nin siyasal ve sosyal alanlardan
tasfiyesi stratejik hedef haline getirilmiştir. AK Parti açısından
HDP, meşru bir siyasi parti değil, PKK’nin kendisi olan bir
yapıdır. Başka bir ifade ile HDP, artık terör örgütünün uzantısı
olarak değil, terör örgütünün kendisi olarak görülmektedir.
Bu yaklaşım çerçevesinde dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla
HDP’nin siyasal alandan etkisizleştirilmesinin önemli bir adımı
gerçekleştirilmektedir. Ancak dokunulmazlıkların kaldırılmasının referanduma gitmesi ihtimalinin neden olacağı sosyal ve
siyasal mahzurlardan da endişe duyulduğu görülmektedir.
Binali Yıldırım’ın yönetimindeki AK Parti ve hükümet
döneminde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı politikada
büyük değişiklik olmayacaktır. Türkiye, KYB’nin bağımsızlık
talebine karşı çıkmakta, Erbil’in Bağdat’a bağlı kalması gerektiğini savunmakta ve Türkiye ile ekonomik ilişkilerini devam ettirmesini esas almaktadır. Rojava’daki PYD-YPG liderliğindeki
kantonal düzeni kendisine tehdit olarak gören hükümet, önümüzdeki dönemde Suriye’ye ve Rojava’ya askeri olarak girme
seçeneğini her zamankinden daha fazla düşünecektir. Kısacası
Binali Yıldırım dönemi, siyaset ve Kürd sorununda zor politikaların uygulanacağı bir dönem olmaya aday gözükmektedir.
10
KARNAVAL
BasHaber
23 - 29 Mayıs 2016
BasHaber
HABER
23 - 29 Mayıs 2016
Dr. Kerkuki:
Kürdler için Irak’la birlikte
yaşam utanç verici
I
Referandum için sivil inisiyatif
1
Çinar Doski
00. yılı dolan Sykes - Picot Anlaşması’nı
protesto eden Kürdler, bağımsız bir devlete sahip olmak için çeşitli sivil inisiyatifler
ve aktiviteler geliştiriyor. İngiltere’de yaşayan
üniversite öğretmeni Hemin Mîran’ın sosyal
medya üze-rinden başlattığı “4 Ekim 2016
Bağımsız Kürdistan Referandumu” etkinliğinin yanı sıra, Sykes - Picot Anlaşması’nın
100. yıldönümü olan 16 Mayıs’ta Erbil’de
“Bağımsızlığa Evet” inisiyatifinin düzenlediği
“Bağımsızlık Karnavalı” büyük destek gördü.
Aynı gün Köln’de Kürdistan’ın bağımsızlığını
desteklemek ve Sykes – Picot Anlaşması’na
tepki göstermek amacıyla kitlesel bir yürüyüş
yapıldı.
Erbil’de ‘Bağımsızlık ve Referandum
Karnavalı’
Güney Kürdistanlı bir grup aktivist tarafından kurulan “Bağımsızlığa Evet İnisiyatifi”
KBY’nin başkenti Erbil’de, bölgenin kaderini
tayin edecek referandum için “Referanduma
Destek Karnavalı” düzenledi. Sivil toplum
kuruluşlarının da desteklediği Referanduma
Destek Karnavalı’na Erbil Valisi Newzat Hadi,
KBY Parlamentosu KDP Grup Başkanvekili
Omid Xoşnav, KBY Parlamentosu Türkmen
Milletvekili Muna Kahveci ile çok sayıda parlamenter, hükümet yetkilisi ve vatandaş katıldı.
Kent merkezindeki Sharaton Otel’in önünden
başlayan yürüyüş, tarihi Erbil Kalesi’ne kadar
sürdü. Yürüyüşte renkli görüntüler vardı.
Yürüyüşe katılan vatandaşlar, üzerinde “Sykes
- Picot” yazılı tabut taşıdı. Bir grup atlı süvari
ile Eylül Devrimi’ne katılan eski Peşmergelerin
geleneksel kıyafetleri ile yürüyüşe katılması dikkat çekti. Aktivistler ayrıca üzerinde
“Referanduma Evet” yazan tişörtler giyip,
Kürdistan bayrakları ve “Kürdistan artık Irak’ın
bir parçası değil”, “Biz Iraklı değil, Kürdistanlıyız”, “Referanduma Evet” yazılı flamalar taşıdı.
Bağımsızlığa Evet İnisiyatifi üyeleri, organizasyon programı planları hakkında BasHaber’e
konuştular.
tür eylemlerimizi Duhok, Zaxo, SüleymaŞikak: Halkımız referanduma hazır ve
niye, Halepçe, Kerkük, Germiyan, Soran,
bağımsızlığa evet diyor
Raperin, kısaca Güney Kürdistan’ın tüm kent
Bağımsızlığa Evet İnisiyatifi’nin yaklaşık
ve ilçelerinde düzenlemeyi planlıyoruz. Bu
50 aktivist ve gönüllüden oluşan bir grup
karnaval dizisi aslında Kürd halkını referanolduğunu belirten inisiyatif üyesi gazeteci
Hemin Şikak, “Grubumuzun üyelerinin büyük duma motive etmeyi amaçlıyor. Sykes - Picot
Anlaşması’nın 100. yıldönümünde Erbil’de
çoğunluğu Erbil’de yaşıyor. Ancak aramızda, Süleymaniyeli, Duhoklu, Germiyanlı,
düzenlediğimiz karnavalla, dünyaya ve Irak’a
Halepçeli ve Kerküklüler de var. İnisiyatif 2015
mesaj gönderdik, Kürd halkının referanduma
yılında kuruldu ve geçen yıl da “Peşmerge’ye
hazır olduğunu ve bağımsız olmak istediğini
Destek Yürüyüşü” düzenledi. Bu defaki
söyledik. Bu aynı zamanda Kürd partiler için
karnavalımız, Kürdistan’ı parçalayan ve Kürd
de “bağımsızlığa hazır olun” çağrısı taşıyan
halkını geçtiğimiz yüzyılda
sivil bir baskıdır” dedi.
karanlığa terk eden Sykes
Tamamen gönüllülerden
Erbil ile Bağdat arasındaki
- Picot Anlaşması’nın 100.
oluşan inisiyatifin amacını
birliktelik deneyiminin
yıldönümünde gerçekleşti.
anlatan Hasan, “Elbette
başarısızlıkla sonuçlanması
Biz bu yürüyüşle ulusal
inisiyatifimizi, aktiviteKBY’yi bağımsızlığa doğru
bir görevi yerine getirelerimize göre büyütmeyi
sürüklüyor. KBY, Irak’la daha
rek, KBY Başkanı Mesud
hedefliyoruz. Tamamıyla
Barzani’nin referandum
fazla devam etmenin mümkün gönüllü bir çalışma bu.
kararı ve bağımsızlığa
Bu karnaval için de araç,
olmadığını, kendi kaderini
desteğimizi dile getirdik.
bayrak, pankart gibi malzebelirlemek için referanduma
Temsili Sykes - Picot tabutu
me-lere ihtiyacımız vardı.
gidileceğini söylüyor.
taşıdık ve mesajımızda bu
İnisiyatifimiz bu ihtiyaçlar
anlaşmanın Kürd halkı için Referandum için 2016 sonbaharı için Kürdistan’daki işadamartık öldüğünü, geçersiz
işaret edilirken bağımsızlık için larına ve yardımseverlere
olduğunu, Kürdlerin artık
danıştı. Onlar da bize desçeşitli aktiviteler başladı.
kendi kaderi hakkında katek verdiler. Halkımız karrar verme zamanı geldiğini
navala gerek sosyal medya
dile getirdik. Karnavals yoğun katılım vardı.
üzerinden ve gerekse de bizzat katılarak büyük
Kerkük ve diğer kentlerden de otobüslerle
destek verdi. Umuyorum ki referanduma da
gelenler vardı ve bu katılım da gösterdi ki
aynı şekilde sahip çıkılacak ve bağımsızlığa
halkımız referanduma hazır ve bağımsızlığa
“evet” denilecek” ifadelerini kullandı.
evet diyor” dedi.
“4 Ekim 2016 Bağımsız Kürdistan
Hasan: Kürd halkını referanduma
Referandumu” kampanyası
motive etmeyi amaçlıyoruz
İngiltere’de yaşayan Güney Kürdistanlı
İnisiyatifin bir başka üyesi Necmettin Hasan üniversite öğretmeni Hemin Mîran de sosyal
ise “Referanduma Destek Karnavalı” için
medya üzerinden “4 Ekim 2016 Bağımsız
Erbil’in start merkezi olarak belirlendiğini dile Kürdistan Referandumu” imza kampanyası
getirerek, inisiyatif olarak referanduma kadar
başlattı. Konu hakkında BasHaber’e konuşan
çeşitli etkinlikler düzenlemeyi planladıklarını
Mîranî: “Dünya genelinde araştırma yapan
söyledi. Hasan, “Etkinliğimize KBY’nin başçeşitli siyaset uzmanları, kurum ve kuruluşlar
kenti Erbil’de başladık. Referandum yapılana
da, bir devlet olarak Suriye ve Irak’ın sonukadar da sessiz kalmayacağız. Kürdistan’ın
nun ve siyasi haritanın değişmesinin zamanı
kaderini belirleyecek referanduma kadar bu
geldiğini düşünüyor. Dolayısıyla bir Kürd
olarak ben de, bölgede yeniden çizilmesi beklenen sınırlar içinde Kürd devletinin olması
gerektiğini, Sykes - Picot Anlaşması ile ihlal
edilen haklarımızın elde edilmesi zamanının geldiğini düşünüyorum. Kaldı ki IŞİD
savaşı ile Güney Kürdistan’ın sınırları çizilmiş
bulunuyor. Suriye ve Irak’ın, IŞİD savaşından
önceki konumlarına dönmesi artık imkansızdır. Madem böyle, ülkemiz niçin yeniden
Bağdat ve Şam’da kurulacak yönetimlere bağlı
kalsın? 2003’ten bu yana zaten Irak Merkezi
Yönetimi Kürd halkının bütün haklarını
çiğnedi. Mevcut durumda ortaya çıkan bu fırsattan neden doğru yararlanmayalım ki? Kürd
partileri bu konu hakkında hemfikirdir ama
şimdiye kadar da birliklerini yansıtan somut
bir adımları yok. Ben bu inisiyatif ile bu defa
halkımızın kendi kaderi hakkında söz sahibi
olmasını amaçladım. Bu amaçla sosyal medya
üzerinden bir imza kampanyası başlatmaya
karar verdim. Kısa bir sürede kampanyamıza
büyük destek oluştu. Sadece Güney değil,
Kuzey, Doğu ve Rojava’dan da destekleniyor.
Güney Kürdistan’da yaşayan farklı etnik ve dini
yapılar da referandum ve bağımsızlığa destek
veriyor ” dedi. Kürd partilerinin referandum
konusunda kendi aralarında birlik sağlayamadığını dile getiren Mirani, “Kürd partilerine
cevap olsun diye, Kürdistan Parlamentosu’nun
kurulduğu 4 Ekim 1992’ye atfen, 4 Ekim 2016
tarihini Güney Kürdistan’ın referandum ve bağımsızlık günü olması gerektiğini düşündük.
1992 yılı 4 Ekim’de federalizm kararı alınmıştı,
4 Ekim 2016’da da Irak’tan ayrılma kararı
alınan gün olmasını istiyoruz. Bence, Güney
Kürdistan’daki siyasal durum bu kadar hassas
ve parçalı olmasaydı, projemiz daha büyük
destek görecekti. Ancak biz, siyasal görüş,
etnik ve dini farklılık gözetmeksizin herkesin
bağımsızlığı desteklediğini, bu altın fırsatı
doğru değerlendirmek istediğini yansıtmak
istiyoruz. Kampanyamız 4 Ekim’e kadar sürecek ve imzalarımızı, mesajlarımızı gerekli tüm
mercilere göndereceğiz. Bu kampanya aynı
zamanda Kürd partilerine de bir mesaj olacak”
diye konuştu.
Hêmin Dildar
rak Ordusu’nun Kürd yerleşim
yerlerinden çekilerek bölgeyi IŞİD’e
teslim etmesi, Bağdat’ın 2014 yılından bu yana Erbil’e uyguladığı ekonomik
ambargo, Kürdistan Bölge Yönetimi’nin
(KBY) Irak’tan ayrılma düşüncesini güçlendiriyor. IŞİD’in Musul ve daha sonra
Şengal saldırıları Erbil ve Bağdat arasında
gerilime neden oldu. IŞİD’in saldırılarına
karşılık veren Peşmerge Güçleri, merkezi
hükümetin idari ve askeri kontrolünde
olan, Kerkük, Şengal, Xaneqîn, Tuzhurmatu, Celewla, Mahmur, Sadiye, Giwêr
kentlerini kontrol etmeye başladı.
“Irak Kürdlere karşı 5 defa
katliam yaptı”
KBY’nin bağımsızlığı ile ilgili “Kürdlerin kararıdır” yorumunu yapan Kerkuki,
I. Dünya Savaşı’nın ardından Kürdlere
ve Kürdistan’a zulüm yapıldığını söyledi.
Kürdistan’ın 4 parçaya ayrıldığını ve
büyük güçlerin bölgenin haritasını çizme kararı aldığını dile getiren Kerkuki,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu Kürdlere
zulüm oldu. Son otuz yıla baktığımızda
sadece Güney Kürdistan’da Kürdlere
karşı 5 defa katliam ve büyük zulümler
yapıldı. 2003 yılında ABD ve uluslararası
koalisyonun Irak’a gelmeleri ile beraber
Federal Irak ilan edildi. Irak ile olan
tecrübemiz bize, bu federal sistemin
çöktüğünü gösteriyor. Irak pratikte 3
parçaya ayrılmış durumda.”
“BM, bağımsız olmak isteyen
Kürdlere saygı duyacaktır”
Güney Kürdistan’ın I. Dünya Savaşı
öncesinde Arap Irak topraklarına bağlı
olmadığını dile getiren Kemal Kerkuki,
“Arap Irak bölgesi olarak bilinen bölgenin sınırları, Hemrin Dağı ve Tikrit’in
güneyinden sonra başlıyor. Tikrit’in
doğusuna da Acem Irak bölgesi deniliyor.
Kürdistan’da Tikrit ve Hemrin Dağı’nın
kuzeyinden sonra başlıyor. Bu yaşananlardan sonra, Kürdistan’ın özgür ve bağımsız olması gerektiğini düşünüyoruz.
Ülkemiz özgür ve bağımsız olmayana
kadar halkımıza karşı zulüm, katliam
ve ambargolar devam edecektir. Bu
yüzden halkımızın kendi kaderini tayin
etme hakkı var” ifadelerini kullandı. Öte
yandan BM ve uluslararası kanunların
tanıdığı haklar çerçevesinde Kürdlerin
kendi kaderini tayin etme kararını
vereceğini söyleyen Kerkuki, şöyle dedi:
“Halkların kendi kaderini tayin hakkı,
uluslararası hukukun garantörlüğündedir. Kürdler bağımsızlık konusunda karar
Kerkük Cephesi Komutanı ve KDP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi ve Kürdistan
Parlamentosu Eski Başkanı Dr. Kemal Kerkuki: “Irak’la bir arada yaşam artık
Kürdler için utanç kaynağıdır. Son 30 yılda Kürdler 5 kez katliama uğradı,
Şengal’de kızlarımız satılığa çıkarıldı. Kaç yıldır bütçemiz kesilmiş durumda. Bu yüzden halkımız bağımsızlık istiyor.”
verdikleri zaman, bazı devletler buna
karşı çıkarsa da BM’nin kanunları buna
engel olur. BM bağımsız olmak isteyen
halkın devletine saygı duyacaktır.”
“Kendimi Irak’ın bir vatandaşı
olarak görmüyorum”
Federal Irak’ın parçalanacağının
kaçınılmaz olduğunu, Irak’ın aslında
üniter bir devlet olmadığının altını çizen
Kerkuki, zulüm ile üniter bir Irak’ın yaratılmaya çalışıldığını dile getirdi. Böyle bir
Irak’ın varlığının Batılı devletlerin çıkarına olduğunu belirten Kerkuki, “Onlar
Irak’ın tüm zenginliklerini, Irak’ın
petrolünü alıp götürdüler. Kürdlere
sormadan Kürdistan’ı da Irak’a monte
ettiler. İnşa edilen Irak’ta Kürd ve Arapların iradesi esas alınmadı. 2003 yılında
Irak Saddam’ın elinden alınınca federal
sistem ilan edildi. O yıldan bu yana Irak
Anayasası’nın gerekleri yerine getirilmedi” ifadelerini kullandı. Kürdistan’ın
yıllık bütçesi ile Peşmerge’nin bütçesinin
kesildiğini hatırlatan Kerkuki, sözlerini
şöyle sürdürdü: “Ben kendimi Irak’ın
bir vatandaşı olarak görmüyorum. Ben
burada şimdi IŞİD ile savaşıyorum. Bu
savaşımız Irak için değil, Kürdistan’ın
bağımsızlığı ve demokrasi içindir. Şimdiye kadar biz Irak’ta zulme tabi tutulduk
ve zulüm gördük.”
“Irak’ın sınırları elinde değil”
Özellikle Avrupalı ve Amerikalı kimi
diplomatların ‘birleşik bir Irak’ deyimini
kullandığını belirten Kerkuki, “Birleşik
Irak nerede?” diye sorarak şunları söyledi: “Irak’ın hava sahası, yer altı kaynakları, sınırları, diplomasisi, ekonomisi
Irak’ın kontrolünde değil. Hangi Irak?
Hala ‘Irak’ın durumu iyidir’ diyorlar. Bu
devletler zamanında yanlışlık yapmış ve
Irak’ı inşa etmişler. Bu
yanlış devam etmemeli. Yapılan yanlışlar
düzeltilmeli. Irak ile
ABD arasındaki güvenlik
mutabakatında BM’nin
prensipleri şart
olarak kabul
edilmiş.”
“Peşmergetüm halkları korudu”
“Bugün savunduğumuz Kürdistan’ın
bu toprakları Irak Ordusu, Polisi ve
milisleri tarafından korunuyordu”
diyen Kemal Kerkuki, IŞİD’in bölgeye
gelmesiyle Irak askerlerinin silah ve cephanelerini IŞİD’e teslim ederek bölgeden
kaçtığını söyledi. Polislerin, milislerin ve
askerlerin halkı koruyamadığına dikkat
çeken Kerkukişunları söyledi: “Peşmerge
bölgeye gelerek ağır olmayan silahlar ile
halkı korudu. Yaptığı hamleler ile IŞİD’i
uzaklaştırdı ve Kürdistan topraklarını
savundu. Bir daha ‘Ey Irak Ordusu
gel Kerkük halkını koru!’ dememiz
mümkün değil. Peşmerge, Ermeni Kürd,
Türkmen, Arap, Kildani, Asuri-Süryani û
Saabi-Mendeyileri korudu. Peşmerge’nin
bölgeye gelmesi ile beraber, Kerkük’e huzur ve güvenlik oluştu. Irak Ordusu’nun
bir kez daha özgürleştirilmiş Kürdistan
topraklarına gelmesine izin vermemiz
mümkün değil.”
“Irak’la bir arada yaşam
Kürdler için utanç”
Irak’ın birliğinin yeniden tesis
edileceğine dair çabaların söz konusu
olduğunu, fakat bu birliğe hiçbir zaman
inancının olmadığını söyleyen Kerkuki,
bağımsızlık yolunda emin adımlarla
ilerlediklerini kaydetti. Irak’la savaşmak
istemediklerini, diyalog yoluyla olsa bile
Irak’la bir arada yaşamalarının mümkün
olmadığını söyleyen Kerkuki, “Irak’la
bir arada yaşam artık Kürdler için utanç
kaynağıdır. Son 30 yılda Kürdler 5 kez
katliama uğradı, Şengal’de
kızlarımız satılığa çıkarıldı. Kaç yıldır bütçemiz kesilmiş durumda.
Bu yüzden halkımız
bağımsızlık istiyor ve
biz bağımsızlığı
ilan edeceğiz”
ifadelerini
kullandı.
11
Kazananı olmayan oylama
HAKAN TAHMAZ
AK Parti’nin, Kürd sorununda
geleneksel devlet politikasının değişim sancılarını yaşadığı dönemin adı
olan “Kürd Açılım, Milli Birlik ve
Kardeşlik ve Çözüm Süreci” gibi değişik adlarla tanımlanan arayışların
sonucu dönüp dolaşıp aynı noktaya
gelindi. Buzdolabında olan süreç,
Meclis’te HDP milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması oylamasıyla nokta konuldu. 1990’lara geri dönüldü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Rize’de
halka hitaben yaptığı konuşmadaki “benim milletim,
bölücü terör örgütünün destekçilerini bu parlamentoda
görmek istemiyor” sözleri bu dönüşün açık ve net ilanı
oldu.
Meclis’te, 2 Mart 1994 tarihinde DYP, ANAP, MHP,
Refah ve küçük bir azınlık dışında SHP milletvekillilerin
oylarıyla DEP milletvekilleri dokunulmazlıkları kaldırılmasında kurulan Kürd karşıtı Milli Birlik Cephesi yeniden
kuruldu.
Dokunulmazlık oylaması Türkiye’de rejim/sistem değişikliği tartışması altında yapıldı. Bir anlamda Kürd karşıtı
cephe bu değişiklik isteğinin basıncı karşısında daha fazla
direnme gücüne sahip olmadığını göstererek değişikliğinin
sınırını çizerek değişikliğe yol verdi. Partili Cumhurbaşkanlığına doğru gidişte sınır Kürdler. Sınır, Kürdlerin her
türlü hak ve talebinin yine “terör ve bölücülük” olarak
tanımlanması; Kürdlerin Kürd haklarıyla var olmalarının
yarattığı büyük korku. CHP’nin kendisine bahane yaptığı
referandum endişesinin arka planında bunlar var. Yapılan
oylamada Türkiye bu korkuya bir kez daha yenik düştü.
Demokratik siyasetinin önüne büyük bir bölücülük
çukuru kazıldı. Bu çukur, Kürd bölgesinde sokaklarda
kazılan “hendeklere” karşı tepki olarak Mecliste kazıldı.
Ama bu çukur artık sadece Kürdlere karşı olmakla sınırlı
kalmayacak. Bizzat çukurun kazılmasında ortaklık edenler
en büyük zararı görecekler. Kürd siyaseti Meclis dışı
siyaset kanallarıyla kendini var etmeye çalışırken CHP ve
MHP kendi sıkışmış alanlarında etkisiz birer aktör olarak
aylardır bir taraflarını yırttıkları “saray” karşısında dizlerini üzerinde çokmuş duracaklar.
Çözüm sürecinin 7 Haziran seçimleri öncesi bitirilmesiyle Türkiye’nin adım adım sürüklendiği bu noktadan
çıkışı oldukça zor ve ağır bedeller ödeyerek olacaktır. Her
şeyden önce demokratik siyaset zemini çok büyük yara
aldı. Her kim ki, bunun farkında olmadan veya hafife alarak siyaset inşa eder bu siyasal krizin derinleştirir. Ayrıca
da en küçük bir şansı ve başarı ihtimali olamaz. HDP lideri
Selahattin Demirtaş’ın ellerine takılmak istenen kelepçenin Türkiye’nin ayaklarına pranga vurmak olacağının
farkında olmayanların veya kinden, korkudan, ikbal avcılığından bunu göremeyecek kadar gözleri kör olanlarının
demokratik siyaset zemininde yürüyecekleri yol yoktur.
Mecliste dokunulmazlıklara dokunma sürecinde
hukukun araçsallaştırılmasının bir sonucu olarak güvensizlik daha da derinleşti. Güvensizliğin giderilmesinin
imkânsızlığının kıyılarına varıldı. Bu noktadan istendiğinde
çıkış olamayacak, sancılı ve büyük toplumsal kırılmalara
yol açacak bir güven sorunuyla karşıya olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek durumundayız.
Devlet, 1994 yılında Şam’daki PKK lideri Abdullah
Öcalan ile devlet arasında ulaklık yapan DEP milletvekillilerini ve Oslo sürecinde Kandil’den, Maxmur’da devletin
bilgisi ve gözetimi altında getirdiği PKK’lileri cezaevine
koydu. Şimdi de MİT aracıyla getirilen mektubu 2013
Amed Newroz mitinginde okuduğu için Sırrı Süreyya
Önder’i yargılamaya kalkışırsa devlet, doğal olarak ortada
güvenin zerresi kalmaz.
Dokunulmazlığa dokunan Kürd karşıtı milli cephe,
güvensizliği derinleştirdi, devlet elleriyle duygusal
“Kürdistan’ın” inşasına devam ediliyor. Bu nedenle belki
de asıl şimdi artık hiçbir şey eski gibi olamaz demek
gerekiyor. Dokunulmazlık oylamasının sonuçlarıyla yeni
dönem başlatıldı.
12
BasHaber SÖYLEŞİ
23 - 29 Mayıs12
2016
MECLİS
Vekillerin artık zırhı yok
A
Jiyan Helîn
KP tarafından verilen teklif ile birlikte Meclis’te bulunan siyasi parti
milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Haklarında fezleke hazırlanmış
tüm milletvekillerinin dokunulmazlıklarının bir kereliğine kaldırılmasına ilişkin
Anayasa değişikliği teklifinin 1. Maddesi,
TBMM Genel Kurulu’nda 373 oyla kabul
edildi. Oylamaya 531 milletvekili katılırken, 373 milletvekili “evet” oyu kullandı.
Oylamada, 138 milletvekili “hayır” oyunu
kullanırken, 8 milletvekili “çekimser” kaldı.
9 Milletvekili ise “boş” oyu kullanırken,
3 milletvekilinin oyu da geçersiz sayıldı.
TBMM Genel Kurulu’nda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliğinin ikinci turunda 2. Madde için oylama
gerçekleştirildi. Yapılan oylamada değişiklik
teklifinin 2. maddesi 374 oyla kabul edildi.
526 milletvekilinin katıldığı 2. Madde
oylamasında 374 “evet” derken, 136 vekil ise
“hayır” yönünde oy kullandı. Oylamada,
4 “çekimser”, 11 “boş” ve 1’de “geçersiz” oy
sayıldı. Maddelerin tümü üzerinde yapılan
görüşmelerden sonra, dokunulmazlık teklifi
376 oyla referandumsuz kabul edildi. Yasanın yürürlüğe girmesi ile hakkında fezleke
olan 138 vekile yargı yolu açılıyor.
Öte yandan HDP, hafta sonu yapacağı
Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu
toplantılarında, bundan sonra izlenecek
politikalar belirlenecek.
CHP’den de destek verildi
Tasarının birinci maddesinin oylamasında ise 350 “evet”, 148 “hayır”, 5 “çekimser”, 27
“boş” ve 1 “geçersiz” oy kullanıldı. Toplam
oy kullanan milletvekili sayısı ise 531 oldu.
İkinci maddede ise 357 “evet”, 149 “ret”, 17
“boş” ve 6 “çekimser” oy kullanıldı. Toplam
kullanılan oy sayısı ise 529 oldu. Ortaya
çıkan tabloya göre MHP’li vekillerin dışında
bir miktar CHP’linin de oylamada olumlu
oy kullandığı anlaşıldı.
Fezlekesi olan 138 vekile yargı yolu
Hakkında fezleke olan 138 milletvekiline yargı yolu açılırken, bu milletvekilleri
hakkında düzenlenen toplam dosya sayısı
ise 667. Bunların 46’sı AKP, 192’si CHP, 405’i
HDP, 20’si MHP milletvekillerine, 5’i ise
bağımsız vekile ait.
Ne olacak?
Milletvekillerinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması, Meclis üyeliğinin
düşmesi anlamına gelmiyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması, hakkında suç
isnadıyla dosya düzenlenen milletvekili
için yargı yolunu açıyor. Milletvekilliğinin
kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde
düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme
kararının Genel Kurul’a bildirilmesiyle
olacak. Kararın Genel Kurul’da okunduğu
anda milletvekilliği düşecek. Kanun, onay
TBMM Genel Kurul’da yapılan oturumlarda, milletvekillerinin
dokunulmazlığını kaldıran yasa teklifi 376 oyla kabul edildi. Yasanın
yürürlüğe girmesi ile hakkında fezleke olan 138 vekile yargı yolu açılıyor.
için Cumhurbaşkanı’na gönderilecek.
Cumhurbaşkanı’nın kanunu 15 gün inceleme süresi bulunuyor.
Dosyalar 15 günde gönderilecek
Anayasa değişikliği teklifinin TBMM’de
kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya
soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye
yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden Adalet
Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu
üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Başkanlığına intikal etmiş, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu
dosyalar bakımından, Anayasa’nın “yasama
dokunulmazlığı”nı düzenleyen 83. Maddesinin, “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili Meclis’in
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya
çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz”
hükmü uygulanmayacak. Düzenlemenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 gün
içinde Anayasa ve Adalet Karma Komisyon
Başkanlığı’nda, TBMM Başkanlığı’nda, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığı’nda bulunan
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması
istemi hakkındaki dosyalar, ilgili mercilere
iade edilecek. Mecliste grubu olan partilerin
milletvekilleri BasHaber’e durumu değerlendirdi.
HDP’li Beştaş: Bu darbedir,
CHP de destek verdi
HDP, CHP ve AKP’li vekiller dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin
BasHaber’e konuştu. HDP Adana Milletve-
kili Meral Danış Beştaş, daha önce söyledikleri sözlerinin arkasında olduklarını
belirterek, şunları söyledi: “Bu bir saray
darbesidir. Saraya darbesine CHPde destek
vermiştir. Başkanlık yolunu bizzat CHP’nin
oyları açmıştır. CHP sokakta ayrı sözleri
söyleyerek, Meclis’te başka oy kullanarak
gerçek yüzünü ortaya koymuştur. Şu anda
Erdoğan’ın değirmenine su taşıyorlar.”
Beştaş, bundan sonra yaşananlara ilişkin
olarak “Bu, halka dokunmaktır. Biz halkın
temsilciyiz. Onların talimat verdiği yargıya
ifade vermeyeceğiz. Bizden savunma alamayacaklar. Biz sorgulayacak, yargılayacak
pozisyondayız. Çünkü hiçbir şey hukuka
uygun olarak devam etmiyor. Mücadelemiz
devam edecektir. Bu karar çatışmaya destek
veren bir karardır. Demokratik siyasetin
önünü kaparak aslında dağın yolunu açma
anlamına da geliyor” diye konuştu.
HDP’li İrmez: Türkiye siyasi tarihine bir
hata eklediler
HDP Şırnak Milletvekili Aycan İrmez,
‘Kürdlere dokunuldu’ diyerek yaşanan duruma tepki gösterdi. İrmez, Erdoğan’ın talimatıyla dokunulmazlıkların kaldırıldığını
belirterek, “Türkiye siyasi tarihine tarihi bir
hata eklediler. Söz konusu Kürdler olunca
hepsinin zihniyeti aynı olur” dedi. Yasanın
içine ve uygulama tarihi itibarıyla Ceza
Kanunu’na aykırı olduğunu söyleyen İrmez,
“Anayasa açısından da aykırı bir durumu
vardır. Ceza Hukuku’nun ilkelerine baktığınız zaman cezanın geriye yürümemesi
ilkesi vardır. Ceza yargılamaları yürürlüğe
girdirdikten sonra ondan sonraki suçlar için
geçerli olması gerekir. Yasanın yürürlükten
önceki dosyalara ilişkin, yargılamalar söz
konusu olacak. Uygulama TBMM’nin iç
tüzüğüne de aykırıdır” ifadelerini kullandı.
AKP’li Aydemir:
HDP Kürdün temsilcisi değildir
AKP Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir ise, Kürd meselesinde muhatabın halk
olduğunu belirterek, “Milletimiz bunları
kendilerine temsilci olarak kabul etmiyor. Terörü methedenler halkın temsilcisi
olamaz. HDP içinde teröre bulaşmayan
isimler de var. Kimse bunlara dokunamaz”
diye konuştu. Aydemir, bütün vekillerin
dokunulmazlıklarının kalktığını belirterek,
“Eğer ben suç işlemiş isem kanunun önüne
gidip yargılanacağım. Parlamentodan birini
paka paça alıp götürülecek diye bir şey yok.
Kanunu kurallar içerisinde herkes gidip
yargılanacak” dedi.
CHP’li Erdem:
Parlamenter sisteme darbe
CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem
ise, “Bu parlamenter sisteme darbedir,
suikasttır. Bu suikast bugün yasalaştı.
Bunun sonucunda da Türkiye demokrasisinin zarar gördüğünü söylemek istiyorum”
dedi. AKP ve MHP dışındaki diğer partilerin vekillerine dokunulacağını söyleyen
Erdem, “Ana muhalefeti tenzil etmeye
dönük bir tutumdu. Bu tutumda da başarılı
bir sonuç aldılar” dedi. Erdem, dokunulmazlıklarla beraber ne olacağı konusunda
neler olacağını kestirmenin zor olduğunu
belirterek, tutuklananın önüne geçecek bir
tavır koymanın gerektiğini söyledi. Erdem,
“Benim gördüğüm kadarıyla tutuklu yargılama süreci işletilecek. Bu süreç çok vahim
sonuçlara yol açacak noktalara evrilebilecek. Başkanlık sisteminin önü açılmıştır. Bu
saatten sonra Erdoğan istediği şekilde gibi
başkanlık sistemini getirebilir” dedi.
CHP’li Tanrıkulu:
Tarihi bir yanlışa imza attılar
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, ise “TBMM’de dokunulmazlık oylamasında “evet” diyenler tarihi bir yanlışa
imza attılar. Meselenin dokunulmazlık ve
terör olmadığı çok açık idi” dedi. DEP’li Sakık: Değişen bir şey yok
DEP eski Milletvekili Sırrı Sakık, yaşananlara tepki göstererek, 1994 yılından 2016
yılına kadar Kürd meselesinde bir şeylerin
değişmediğini söyledi. Sorunları baskıcı
yöntemlerle çözmenin ülkeye haksızlık olduğunu belirten Sakık, “Bugün Kürt sorunu
gündemine geldiğinde diğer partilerin nasıl
birlik içerisinde hareket ettiklerini gördük.
Ülkenin temel konularda hiçbir şeyin, partilerin bakış açılarının değişmediğini bir kez
daha gördük” dedi.
EKONOMİ
BasHaber
23 - 29 Mayıs 2016
13
SÖYLEŞİ
Şiddetin ekonomik
bilançosu da ağır
T
Eren Dinç
ürkiye, çatışmalar öncesi ‘bölgesel kalkınma’yı gerçekleştirmek
ve bölgeler arasındaki ekonomik
gelişmişlik farkını asgariye indirmek
için ‘iyi niyetli’ bir dizi ekonomik kalkınma programını devreye almış; barış
ve huzur ortamında birçok Kürdistan
şehrinde ekonomik ortamın inşasına
imkan sağlanmıştı. Uzun sürmeyen bu
ortam yerini yeniden yıkım ve çatışmalara bırakarak, politik sorunlara
ekonomik sorunlar ve diğer sosyal
sorunların da eklenmesine yol açarak
birçok işletmenin zorunlu iflasına,
binlerce insanın işsiz kalmasına neden
oldu. Büyük yıkımın yaşandığı kentlerden olan Diyarbakır’dan geriye devasa
sorunlar kaldı. Şehir kendi imkanlarıyla
yaralarını sararken, devlet yeniden imar
ile sorunların çözüleceğini iddia ediyor.
İş insanları ve meslek örgütler, ortamın
yeniden kalkınmaya evrilebilmesi için
‘çatışmaları sonlandırın’ çağrılarını
yineliyor.
DTSO: Kazan kazandan
kaybet kaybete!
Birçok esnafın kepenk kapattığı, yatırımların durduğu Diyarbakır’da ekonomik rehabilitasyon ve biriken ekonomik
beklentileri Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Metin
Aslan BasHaber’e değerlendirdi. Aslan,
“Çatışmasızlık döneminde bir umut,
hareketlilik vardı. Kazan-kazan modeli ön plandaydı ve Diyarbakır cazibe
merkezine dönüşerek, özellikle turizm
alanında verimli bir noktaya gelmişti”
diyor. Hevsel Bahçeleri ve Diyarbakır
Surları’nın UNESCO’nun Dünya Kültür
Mirası Listesi’ne alınması sonrasında turizm alanındaki beklentilerin
arttığını, yerli ve yabancı yatırımcının
Diyarbakır’a geldiğini söyleyen Aslan,
“Artık yatırımcıların Diyarbakır ile ilgili
düşünceleri değişti. 6-8 Ekim olaylarından sonra sıkıntılı bir döneme girildi.
Bu sıkıntılar öngörülen birçok yatırıma
engel oldu” diyerek bütün yatırımların
dondurulduğunu vurguladı. DTSO’nun
Sur esnafı ile yüz yüze yaptığı anketin
sonuçlarını da değerlendiren Aslan,
“Sur’da ağırlıklı olarak hediyelik eşyalar,
otel işletmeleri ve restoranlar vardı.
Görüşmelerden sonra bir perspektif
oluştu. Diyarbakır için 600 milyon TL
gibi bir ciro kaybının tespit edildiğine dikkat çekti. Çatışmaların devam
etmesi durumunda sıkıntıların daha da
büyüyeceğini sözlerine ekleyen Aslan,
“Bununla birlikte ciddi bir işsizlik ile
karşı karşıyayız. İşsizlik maaşına başvuran binlerce yurttaş var” diyerek, işsizlik
maaşının da artık sonuna gelindiğini
belirtti. İstihdamın yüzde 25’ini inşaat
sektörünün oluşturduğu Diyarbakır
ekonomisini “kaybet kaybet” dönemi
olarak yorumlayan Aslan, sadece bölgenin değil, Türkiye’nin ekonomik sıkıntılar yaşandığını kaydetti. Çatışmaların
bir an önce bitmesi için çağrıda bulunan
DTSO Başkan Yardımcısı Metin Aslan,
şiddetin devam etmesi durumunda
toplumsal olayların daha da artacağını,
işsizliğin de yükseleceğini söyledi.
“İki taraf da kapılarını kapatmış”
Çatışmaların sonlandırılması için
birçok kez çağrı yapan DTSO, ilgili bakanlıklarla da temasa geçtiklerini ancak
somut bir adımın atılmadığını söylüyor:
“Barış sürecinde bölge STK’larının
önerileri dikkate alınırken, bugün
tarafların kapılarını kapatarak bu önerileri dinlemediklerini görüyoruz. Akıl
tutulmasının yaşandığı bu ortamı biz
de artık normal karşılıyoruz. Silahların,
gerilimin olduğu bir yerde kimsenin sözü dinlenmiyor maalesef. Akli
selim davranıp, bu akıl tutulmasının
yaşandığı ortamdan çıkılması gerekiyor.
Barış sürecine tekrar geri dönülmesi ve
çatışmaların durdurulması gerekiyor.
Bulunduğumuz her platformda bunları
dile getiriyoruz. Yatırım ancak çatışma
olmayan bölgelerde yapılabilir.”
girişti“ diyerek, bölge sermayesinin güçlü olmadığını hatırlattı. Baysal, “Mevcut
yatırımlar seyrinde giderken, Şengal’in
işgale uğraması ile birlikte Güney
Kürdistan’da yaşanan olaylarla yatırımcılar etkilendi. Bölgenin ekonomisine
iki bacaklı bakmak gerekir” diyerek,
“Birincisi Güney ve Rojava’da gerçekleşen savaş ortamı, arkasından Türkiye’deki çatışmaların tekrar başlaması.
Bu iki düzlem arasında yatırımcılar ciddi
sıkıntılar yaşadı. 1 Kasım seçimlerinden
sonra tekrar başlayan çatışmalar, kentteki ekonomik yaşamı durma noktasına
getirdi. Yaşanan çatışma ortamı sosyal
yaşamı bitirdiği gibi ekonomide onarılması güç gedikler açtı” dedi. “Onlarca
uluslararası kuruluş ile birlikte siyasi
partilerle de temaslarımız oldu. Diğer
STK’lar ile ortak çağrılarımız oldu. Ama
hiçbir sonuç alamadık. 10 Ekim Ankara
patlamasından sonra örgüte de bir çağrımız oldu. Kasım’a kadar bir eylemsizlik
oldu. Bununla birlikte çağrılarımız hala
devam ediyor. Bugün içinde bulunduğumuz çatışmalı ortam hiçbir halka
hizmet etmiyor“ diyen DİSİAD Başkanı
Burç Baysal, “Demokratik, sivil siyaset
kanalları açık tutularak, Kürdlerin
eşitlikçi düzeyde yaşayacakları olanaklar yaratılmalı. Bu coğrafyada artık
çatışmalar son bulmalı. Bu çatışmalar ne
Ankara’daki Türk’e ne de Diyarbakır’daki
Kürd’e yarar sağlamaz” diye konuştu.
DİSİAD: Çatışmalar
ekonomik yaşamı durdurdu
Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları
Derneği (DİSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Burç Baysal da BasHaber’e yaptığı
değerlendirmelerde, Çözüm Süreci’nden
sonraki dönemin ekonomik buhran
içinde olduğuna dikkat çekiyor. Baysal,
“Çözüm Süreci’nin yarattığı olumlu hava
ile bölge iş insanları daha fazla risk alıp,
istihdam ihtiyacı odağında yatırımlara
DESOB: Binlerce esnaf
Diyarbakır’ı terk etti
Diyarbakır Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği (DESOB) Yönetim Kurulu
Başkan Vekili Abdüllatif Aykul ise,
Diyarbakır esnafının sorunlarına dikkat
çekerek, “Esnaf iş yapamaz halde.
Kepenkler açılmıyor. Çatışmalar devam
ederse daha kötü şeylerin yaşanılması
kaçınılmaz. Binlerce esnaf Diyarbakır’ı
terk etti. İki taraf da bunları görsün artık ve çatışmalar sonlandırılsın” diyerek,
devletin esnafa gerekli yardımı yapması
gerektiğini ifade etti.
Metin Aslan
Burç Baysal
13
Sur - Pirus Zaferi
ÖZTEKİN ÇAÇAN
Tevhit (birlik, teklik) inancı bir
Müslüman’ın, hatta hangi dine mensup olursa olsun sıradan tek tanrıcı
herhangi bir din mensubunun en
önemli bilgi, zihniyet hatta davranış
kaynağıdır.
“Bir” olanı, “esas olanı” temsil
etme isteği sadece dini kurumlarla
sınırlı kalmıyor tabi. Zihniyet
dünyamıza bin yıllar içerisinde öyle
yerleşmiştir ki gündelik yaşamımızı, başka insanlarla
ilişkilerimizi kurguladığımız temel yaşam felsefemiz, var
olma biçimimiz haline dönüşmüştür. Ego santrik, etno
santrik yorumların, yaşadığız durumları tamamı, pek iddialı olacak ama bu kaynaktan besleniyor. İnsanlar, örgütler
kendilerine bir referans düzlemi oluşturmak istediklerinde
hep bu birlik, teklik ve “gerçek temsil benim”, haklı olan
benim türünden zihin şemaları kullanırlar. Bu durum
bazen öyle bir hal alır ki gücü elinde bulunduranlar ve
sadece bu şemadan hareketle yaşamı kurgulayanlar, diğer
insanlar için yaşamı bu dünyada cehenneme çevirebilirler.
Dünyada cenneti, bağımsızlığı, özgürlüğü, demokrasiyi
bizim için inşa etmek isteyenler ile bizim aramıza ciddi bir
mesafe girmeye başladı. Aynı düşünmüyoruz.
Başka tanrının çocukları…
Bir gece Dürümlü Köyü’ne bir kamyon bırakılmaya
çalışılır. Köylüler kabul etmez. Kamyondakiler kamyonla
birlikte uzaklaşır köylüler takip eder. Ve patlayıcı yüklü
kamyon içindekiler tarafından terk edilir. Kamyondan
çıkıp uzaklaşanlar, köylülerin aracın etrafına toplandığı
bir sırada kamyonu uzaktan kumandayla havaya uçururlar.
16 kişi hayatını kaybeder. Köylülerden Mizbah Yaman biz
ateş etmedik. Gece vakti nasıl fünyelere ataşe edebiliriz
diyorlar. PKK’den ‘kendilerini tatmin edecek, olayı tüm
yönleriyle aydınlatacak bir açıklama bekliyor.’ Açıklama
geliyor. “Yerel işbirlikçiler” tarafından (yani köylüler
tarafından) açılan ateş sonucu fünyeler patladı. “Bizim köyümüzde yerel işbirlikçiler yok. Açıklama mantıksız” diyor
köylüler, ‘PKK’den özür bekliyoruz’ diyorlar. Sanki yüzde
doksan HDP’ye oy veren köyden, “yerel işbirlikçilerden”
özür bekleniyor.
Suriçi yok artık…Diyarbekir de yok.
İki hafta önce Diyarbekir’de idim yine mi diyeceksiniz
ama bende evet yine konum Diyarbekir diyeceğim. Ben
ilk defa Diyarbekir’in öldüğünü hissettim. Yok, artık memleket asla eskisi gibi olamayacak. Kırklar Dağı’nın düzünü
talan eden zihniyet, tarihi bölgede Suriçi’nde hendekleri
kazan yaklaşım, oraya ateş eden toplar geriye bir şey bırakmamış. Sokaklar insansız ve dava sahipsiz kalmış. Yıllarca
PKK içerisinde siyaset yapmış senelerce cezaevi yatmış
arkadaşlarım bile bu zulmü memlekete reva görenlerden
davacı. Kimse benimsemiyor. Kimse kabul etmiyor ama
nafile. Kendini memleketin bir ferdi gibi değil “efendisi”
olarak gören “bir”, “tek” ve “hak” olan zihniyetle bırakın
baş etmeyi konuşamıyoruz bile. Demokratik cumhuriyet,
özerklik gibi siyasal gibi sonuçlar için binlerce insanın
kanının dökülmesi mi gerekiyor. İnsanlık mirasının yok
edilmesi mi gerekiyor. Çift taraflı megalomanik ateş
altındayız.
Yenilmeye mahkûm galibiyetler…
Birileri Suriçi’nde ‘zafer kazandık’ diyor. Öyle mi,
yeni bir Pirus Zaferi daha! Zafer dediğimiz şeyler için
kaybettiğimiz şeylere bakın kentler boşalıyor. Suriçi’nin
yarısı yok artık, inşaat molozu haline gelmiş binlerce yıllık
yaşam Dicle Nehri’ne dökülüyor. Yani zafer yeni bir Pirus
ortaya çıkarmışmış Sur - Pirus zaferi. Pirus Zaferi, yıkıcı
savaşlar sonunda elde edilen zaferin, kayıplar karşısında
anlamsızlığına işaret eder. Ve Pirus bugünkü Toledo yakınlarında çok büyük kayıplarla elde ettiği bu zafer sonrasında
“Romalılara karşı böylesi bir zafer daha kazanırsak,
tamamen yok olacağız” demiştir. Pirus, zaferden üç yıl
sonra muhtemelen savaşta oğlunu yitirmiş bir kadının attığı
taşın kafasına çarpmasıyla kanamadan ölmüştür. Böyle bir
zaferi bize reva görenler, siz hangi tanrının çocuklarısınız
anlamadım ki?
14
BasHaber SÖYLEŞİ
23 - 29 Mayıs14
2016
SUR
Diyarbekir artık asla eskisi gibi olmayacak
G
Çaçan Amedi
eçtiğimiz hafta Pazar günü Suriçi’ne
bir sefer eyleyip olanı biteni bir de
kendim göreyim istedim. ‘Ne yazalım’
derken bu konuda yazılmış onlarca asık suratlı
makale ve rapor olduğu aklıma geldi. Başka
bir şey yapmalıydım. Olan, bitenler insanın
zihnine nasıl yansıyor. Sur içinde yaşamını,
ticaretini devam ettirmek durumunda olan
insanlar ne düşünüyor? Esnaf ne âlemde? Bu
soruların peşine düştüm ve yola koyuldum.
Gazi Caddesi tarafından araç trafiğine kapatıldığı için Saraykapı’ya giden Hz. Süleyman
caddesine park edip Yıldız Sokak’tan içeri
giriyoruz. Meşhur mekânlardan eski Emek
Sineması’nın altında bulunan, 1970’ten beri
faaliyet yürüten, Diyarbekir’in ilk hamburger,
sosisli sandviç dükkanı olan “Aydın Büfe” yaklaşık bir aydır açılmış. İçerisi Sur’a can vermek
isteyen müşterilerle dolu ve Nihat Usta her
zamanki gibi maharetli elleriyle tezgâhının
başında. Keyfine diyecek yok. Selamlaşıyoruz
ve güngörmez dar sokaklardan Hasanpaşa
Hanı’na doğru ilerlemeye başlıyoruz.
Pantoloncu Şeyhmus’un terzihanesinden
Onur Ciğercisi’nin sokağına doğru ilerlediğimiz sıra elimdeki fotoğraf makinesine “hello,
hello” diye seslenen 12-13 yaşındaki Elif’e rastlıyorum. Yanımda, sakince yürümeye devam
ederek “turist” olup ol-madığımı anlamaya
çalışıyor. Elif ile turizm konulu bir sohbete
dalıyoruz. “Bu günlerde çok turist geliyor mu
buralara“ soruma “Yok abi, sadece dün Saraykapı civarında iki Japon gördüm” diyor. Eee
gelen giden pek yokmuş. Elif’in bir abisi, bir
ablası, bir de kardeşi var. Yani, dört çocuklu bir
aile. Babası çalışmıyormuş. Fatihpaşa mahallesindeki evleri Elif’in hınzır ifadesiyle “Yanmış,
bitmiş, kül olmuş.” Şimdiki evleri kira ve o
da Suriçi’nde Nebi Cami’nin karşısında ara
sokaklardan birindeymiş. Babası çalışmadığı
için evin geçimini abisi ve annesi karşılıyormuş. Abisi matbaa işçisi. “Okul“ diyorum. İki
yıl önce Süleyman Nazif İlkokulu’nu bitirip
bırakmış. “Son zamanda okuluna taraf gittin
mi?” diye soruyorum. “Oralar yasak” diyor ama
yine de gitmiş. “Heyet geldi bizi de çağırdılar”
diyor. Babasıyla beraber gitmiş. Okulun üst
katı yıkılmıştı diyor. Evleri de zaten yanmış
bitmiş kül olmuş. “Neşenden bir şey kaybetmemişsin” diyorum. “Ne yapayım, ölenle
ölünmüyor” gibisinden büyüklerinden intikal
laflar ediyor. “Neler oluyor” diyorum “ne bileyim biz zor kaçtık” diyor. Devamını getirmiyor.
“Abe keşke herkes buralara gelse, buralar
adam dolsa” diyor. Yoldaşlığını sona erdirip
Hasanpaşa Hanı’nın girişinde yoluna devam
ediyor. Hasanpaşa’nın içi bayağı kalabalık ama
çarşı-pazar pek öyle değil. İnsanın güvenlik
ihtiyacından mıdır bilmem ama gerçektende
hanın içindeki kalabalığı, sokakta göremiYayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Smaelo Saxarat 5 bin km yürümüştü
Köln’den Antep’e bir
öze dönüş hikayesi
Y
Diler Badikan
aklaşık 25 yıl yaşadığı Almanya’nın Köln kentinden
yürüyerek Antep’e gelen Lo Smaelo Saxarat (İsmail
Atay) dönüşünü “Dört cümlelik bir roman” şeklinde
izah ediyor: “Her şeyi ve herkesi terk et” Smaelo’nun ‘yorgun
bir tarlaya dönüşen kalbine’ fısıldayan bir ses, “en sevdiğin
şeyleri at, en yakınlarınla vedalaş ve git buradan” demiş ve
ardından 8 ülkenin içinden geçen 5 bin Km’lik uzun yolculuğuna başlamış. Güzergahı boyunca; Almanya, Avusturya,
Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye’yi
takip ederek, Kürdistan’a Antep’e doğduğu köy olan Saxarat’a
ulaşmış. Antep’in Nurdağı ilçesi Saxarat’a ulaşan Smaelo,
şimdi doğduğu köyde çiftçilik yapıyor.
yorsunuz. Herkes sadece Hasanpaşa gibi
mekânlara sığınmış. Az ötede kuş uçuşu yüz
metre mesafede, insansız, yasak bölge başlıyor.
Dört Ayaklı Minare’den sonrasına geçit yok.
Orası Diyarbekir değil artık orada bir şey yok.
Yıkılmış fukara damları. Artık anılarımızda,
Margosyan’ın hikâyelerinde, Şeyhmus Abi’nin
romanlarında, eski fotoğraflarda yaşayacak.
Bizim yeni hayatımızda yer bulamayacak.
Çarşıya Şevitî’nin dumansız yangını
Esnafla konuşmadan olmaz. Sipahi Pazarı
da denilen Çarşıya Şeviti / Yanık Çarşı çok
sakin. Avlanmaktan sinek kalmamış ortalıkta.
Esnaf oturmuş çay kahve içiyor. Bol yeşilli,
kırmızılı, sarılı düğün kıyafetleri satan bir
dükkâna buyur ediliyoruz ama ayak üstü
takılmayı yeğliyoruz. “Satış yok” diyor, çarşıda
üç beş kişiyi gösteren satıcı: “Kardaş buna
aldanma, millet tedirgin.” Diyarbekirlice ifade
ediyor: “Şimdi booom diye bağırsam millet
kaçar gider.“Bizim hissettiğimiz tedirginliği o
da başka şekilde ifade ediyor anlayacağınız.
Hemen yanındaki esnaf lafa giriyor: “Buraları
da istimlâk ettiler.“Kendi dükkânı İskenderpaşa Vakfı’na aitmiş. Ama etrafta şahsi mülk
olan yerlerde var. Her gün kadastrodan gelip
ölçüp biçiyorlar, ama kimse bir şey bilmi-yor
anlamıyormuş. Belediyeye başvurduklarını,
tapuya gittiklerini ama nafile, doyurucu bir
bilgi alamadıklarını dile getiriyor. ‘Dernek kurun, haklarınızı topluca arayın’ gibi önerilerde
bulunuyoruz. Esnaftan bazıları onaylıyor ve
zaten avukatlarla konuş-tuklarını, bir şeyler
belli olursa kendilerinin de harekete geçeceğini söylüyorlar. Mardinkapı’ya uzanan Turistik
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş,
Dilan Almaz, Murat Özdemir,
Eren Dinç, Mustafa Erğün
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Cadde’de belediyenin yaptığı kamulaştırmalardan örnekler verip davaların uzun yıllar
alabileceğini söylüyorlar.
Sohbete siyasete kayınca esnaftan biri
2001’de katledilen Emniyet Müdürü Gaffar
Okan’ın duvarına astığı fotoğraflarını göstererek “rahmetli yaşasaydı bunların hiç biri olmazdı” diyor. Buna başka bir genç esnaf karşı
çıkıyor “birileri onu da görevden alırdı” diyor.
Yaşlı bir ayakkabıcı “Böyle giderse bu ülkede
darbe olur” diye belirtiyor ama söylediğinden
tedirgin olmuş olmalı ki sonunu getirmiyor.
Yönümüzü bir türlü Dört Ayaklı Minare’ye
çeviremiyoruz. Belki de görmekten, gerçeklerle bir daha yüzleşmekten korkuyoruz.
Diyarbekir kendi meselesiyle yeni
tanışıyor
Neredeyse toplum olarak Diyarbekir “Kürd
meselesiyle” yeniden tanışmış ve afallamış
durumda. Bugüne kadar dağlarda süren
mücadelenin kente bu şekilde yansıması ciddi
bir belirsizliğin kapısını aralamış sanki. Bu tip
siyasi, sosyal değişimlere; kamulaştırma, mali
kriz, işsizlik, çaresizlik gibi sosyal boyutlar
eklenince tam bir keşmekeş belirmiş. Laf aralarında HDP, belediye ve diğer siyasi oluşumlara, hükümete ciddi tepki var. Sivil toplum
vb. kurumların kapasiteleri sınırlı ve sokağa
hâkim olan şiddet dili sayesinde ciddi bir sessizlik hâkim. “Memleket, memleket olmaktan
çıktı“ diyor bir eczacı: “İçimde Diyarbekir
nerede başlıyor, ben nerede başlıyorum bunu
bile kestiremiyorum artık” diyerek, herkeste
olan ciddi bir bunalıma işaret ediyor aslında.
Aidiyet duygusunun zarar gördüğünü ve artık
Tel: +90 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
www.bas-haber.com
Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No:
39 Kat:5 Beyoğlu / İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
nereli olduğuna, ya da Kürd oluşuna fazla bir
anlam verememekten şikâyet ediyor. “Değerlerine saldırılmış, değer bunalımları yaşayan
insanlar mutsuz insanlardır, bu böyle gidecek
görürsünüz” diyor.
Sur’un cesedi, yabancı plakalı
kamyonlarla taşınıyor
Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı mahalleleri,
Süleyman Nazif İlkokulu’nun etrafındaki
sokaklar, Mardinkapı İlkokulu’nun etrafındaki sokaklar yok artık. Yerle yeksan olmuş
durumda. Neredeyse bir buçuk aydır oradan
kamyonlar dolusu hafriyat çekilmekte. Üzerinde DSİ yazan ve İzmir, Ankara, İstanbul
gibi illerin plakalarını taşıyan çok sayıda kamyon günlerdir harabeye dönmüş mahallerden
binlerce ton moloz taşıyor. Kentin geri kalan
kısımları da bu durumu sadece seyrediyor. Bir
yandan da pikaplar sırada ve yalvar yakar polisten izin alabilenler evlerinden kalan eşyaları
almaya yani göç etmeye devam ediyorlar.
Diğer semtlerde, hatta Suriçi’nin yıkılan
mahalleleri dışında kalanlarda bile ciddi bir
duyarsızlık, “bananecilik” hâkim. Kimsenin kimseden haberi yok. Kimse, kimsenin
umurunda da değil. Bunu hissetmek çok
mümkün. Kentin özellikle Urfa Yolu ile Elazığ
Yolu üzerinde yeni yapılan iş merkezlerinin,
plazaların inşaatları son hız devam ediyor.
Her biri yirmi beş otuz katlı binalar ve üst
katlarından Suriçi’nin yok olmuş hali çıplak
gözle izlenebiliyor. Kırklar Dağı’ndan bakıldığında da özellikle geceleri Suriçi’nin yıkılmış
bölgelerindeki kör karanlık ürkütüyor görenleri. “Olaylar bitti mi” sorusunun cevabı ise
kimsenin kafasında be-lirgin değil. Ne amaçla
başladığını ve ne zaman biteceğini bilmediğimiz “hendek savaşları” ve yok etme süreçleri
hemşerilerimizi en koyu karamsarlıkların, en
gereksiz ümitlenmelerin kucağına bırakmış
durumda. Belirsizlikler neye gebe bilemiyorum ama bildiğim bir şey var. Artık Diyarbekir
asla eski Diyarbekir olmayacak.
YAŞAM
BasHaber
23 - 29 Mayıs 2016
15
SÖYLEŞİ
7 ülkeyi adımladı, 3 tırnağını kaybetti
Yürümeye başladığı günden itibaren Türkiye ile birlikte 7 ülke gören İsmail Atay, yürüyüşü boyunca 3 tırnağını
kaybetmiş. Yola çıkmadan önce bir veda mektubu yazan
İsmail Atay, “Ben Ocakzade torunuyum. Kurmancız. ‘Kırmızı
Kürd’ denilenlerdeniz. Dini bir kitabımız olmasa da, bütün
peygamberleri hazret biliriz...” diye kendisini tanıttıktan sonra
yürüyüşünün amacıyla ilgili olarak da şunları kaydetmiş:
“30 milyonu aşkın nüfusuyla Kürdlerin durumu ne olacak?
Ben hayatım boyunca milliyete dayalı ulus-devlet kimliğiyle,
diliyle yaşayanları tanıdım. Hepsinin ait oldukları yerden bir
aidiyeti vardı. Elbette benim de ait olduğum bir yer vardı;
ancak aidiyetimi isteme gibi bir mağduriyetim de. Avrupa’ya
elveda Kürdistan’a merhaba!“
25 yıl boyunca yaşadığı, birçok insanın ulaşmak için
yollarında yaşamını yitirdiği, Avrupa’nın “görkemli, şaşalı”
hayatlarının yaşandığı bir kenti bırakarak, köyüne dönen
Atay ile terk ediş ve öze dönüş hikâyesini konuştuk. Köln’den
Antep’e yürüme fikrini uzun zaman kendi içinde tartıştığını ifade eden İsmail Atay, Spiegel dergisinde okuduğu bir
hikâyenin kendisini etkilediğini belirtti. Atay, kendisini bu
kararı vermeye iten gerekçeyi şöyle açıklıyor: “Dört cümlelik
bir roman yazmıştım: Her şeyi ve herkesi terket. En sevdiğin
şeyleri at. En yakınlarınla vedalaş ve git buradan. Böyle fısıldadı içimdeki ses yorgun bir tarlaya dönüşen kalbime.”
‘Sınırları yürüyerek geçmek istedim’
Kendisini “bir şey olmayan, bir şey olmak için de bir derdi
olmayan sıradan bir insan” olarak tanımlayan Atay, “Aile
şeceresinde ağalık, paşalık, beylik, kulluk olmayanlardandım. Mazlumdan yanadır vicdanım. Ben dönmeliydim. Bu
haysiyet meselesiydi. Herkesin doğduğu yerde haysiyetiyle
yaşama hakkı vardır” dedi. Yürüyerek köyüne gelmesinin bir
anlamının olduğunu dile getiren Atay, yürüme sebebini şu
cümlelerle açıklıyor: “Dönmeliydim, hem de yürüyerek. Hani
insan her yerde insansa, aralarına çektikleri sınırların öteki
yakasını adımlayarak geçmek istedim. Hem bu hiç tanımadığım kalabalıklar arasından geçerken onlar bana, ben onlara
nasıl davranacaktık, neyi görecektik birbirimizde. Çok şey görecektim, çok da yaşayacaktım.” 25 yıl Almanya’da yaşamasına
rağmen yürüyüş boyunca Almanları daha farklı tanıdığını ifade eden Atay, yol boyunca yaşadıklarını şu cümlelerle aktardı:
“Slovenya, Avusturya’nın güney bahçesi gerçekten. Orada pek
karışan, umursayan olmadı. Ancak Hırvatistan sınırına 2 kilometre kala sınır güvenliğinden sorumlu ekipler yürütmediler,
arabayla götürdüler. Hırvatistan sınırını geçtikten ve bir kaç
saatlik yol aldıktan sonra geri getirilmem ve sınır kapısından
bir kaç yüz metrelik ötedeki benzinlik yanında konaklamam
tek çare olmuştu. Sırbistan sınırına doğru ilerledikçe savaşın
duvarlardaki ve insanlar üzerindeki izleri daha duruyordu.”
En çok Romanya ve Türkiye’de zorlandım
Yürüyüş boyunca geçtiği ülkelerden en çok Romanya ve
Türkiye’de sıkıntı yaşadığını vurgulayan Atay, “Romanya,
bir kaç kuruş için çok sorun yaratacak bireylerle doluydu.
Bulgaristan’da en çok Romanları sevdim. Bahçelerinde eğlencelerine davet edildim, yedirdiler, içirdiler evlerinin önünde,
bahçelerinde çadır kurdurttular. Gönlümü ve bir kaç kuruşumu paylaşabildim onlarla. Bulgar Türkleri’nin bazılarından ise
illallah ettim, yordular, paramı çaldılar, çok yalan söylediler”
cümleleriyle başından geçenleri anlattı.
‘Kürdistan’dan özerklik bekliyordum’
Köyüne dönmeye karar verdiği zaman Kürdistan’da beklentilerinin gördüğünden daha farklı olduğunu belirten Atay,
bölgede en azından bir özerklik beklediğini vurgulayarak,
“Günümüz koşullarında merkezi yönetimlerin işe yaramazlıklarının, toplumlar tarafından anlaşılır olduğunu düşünüyordum, ama yanılmışım” diyor. Geldiği dönemde Türkiye’de
ki atmosferin çok da iyi olmadığını, haliyle gelişinin de çok
anlamlı karşılanmadığına değinen Atay, “Saxarat’a ulaştıktan
bir süre sonra Çözüm Süreci denilen sürece girildi. ‘Barış’
kelimesi ürkütüyor bu ülkede insanları. Bu nedenle KayseriDeveli’yi geçtikten sonra Maraş’ın Göksun ve Tekir kasabaları
civarlarında tehdit ve hakaretlere maruz kaldım. Yol boyunca
da oldu bu tarz şeyler. Barıştan korkan çok. Sanki barışı bir
tek Kürdler istiyor. Gerçekten de bu ülkenin demokratikleşmesini, hak ve özgürlüklerin anayasal bir hakka dönüşmesi
çabası en çok da Kürd halkının çabası” diye konuşuyor.
‘Çeyrek yüzyıl sırt çantamda kaldı’
Kendisini vicdanen rahat hissettiğini söyleyen Atay,
Almanya’da bıraktığı arkadaşlarına özlem duyduğunu ifade
ediyor: “Köln, kendimle getirdiğim bir şehir. İnsanlar hakkımda ‘Almanya’yı bırakıp gelmiş inek sağıyor, hayvanlara çoban
olmuş, böyle yaşıyor’ gibi yorumlar yapıyor. Ama çocukluğumun köyde geçmesi kolaylık sağlıyor bana.” Köyde sosyal bir
ortamın olmayışının kimi zaman sıkıcı olduğunu ifade eden
Atay, Almanya’da geçirdiği 25 yıl için “koca bir çeyrek yüzyıl
sırt çantamda kaldı” diyor.
15
Üniter aklın oyunları
SENNUR BAYBUĞA
Sendikaların yıllar sonra ve
tekrar boş bir laiklik söylemi ile
miting düzenlemeye başlayacağı,
solcu gazetelerin milli bayramları
kutladığı şu zamanlarda, demokrasinin bir gün bahar suratı ile kendini göstereceği ve bunu da bizim
başaracağımızla ilgili umudumu
korumam için bir sebep yok. Ben
tekkeyi kimin beklediği ile değil yıkılması zorunluluğu
ile ilgilenen biriyim. Üniter devletin bas bas bağırıldığı
ve sadece tek adama muhalefe indirgenmiş sığ muhalefetin, solun şarkılarına ilham olduğu şu dönemlerde,
sosyalist iddia taşıyan gazetelerin manşetlerine milliliğe övgü dizen büyük kutlama telgrafları taşımalarının
ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar aptal değiliz
hiçbirimiz.
Tuhaf bir ülke burası, birisi çıkıyor, bir grup
çıkıyor, bir insan çıkıyor her neyse, iktidarda olduğu
söylenen uzun boylu yönetici ya da parti aleyhinde
büyükçe bir laf ediyor ve birden kahramanımız oluyor, bizim kahramanımız dikkatinizi çekerim, sonra
yazılarından dip dip bir Kürd düşmanlığı, dip dip
bir hak düşmanlığı, inceden bir ittihatçılık ama bir o
kadar ağır cila ve biz o ince yazıların peşinde, toplantı
salonlarında yerimizi alıyoruz alkışlamak için, sonra
bir gün, pat diye ‘iktidarın’ suratını değil de mazlumun
adını anmadığını fark ettiğimiz de düşmanımız oluyor.
Bıktırıcı bir kısır döngü, 19 Mayıs tarihli sol gazeteleri
okumamam gerekirdi. Özü şu ki; üniter devlet 60 yıldır
da bu solun sevdasıdır, ittihatçılığa hiç girmeyeceğim
bile, sağlarını tanıdığım zamanlardan konuşuyorum,
kahramanlarımız nedenini bilmedikleri bir sevda ile
severler bu cumhuriyeti, nedenini bilmeyiz zira kimse
bize anlatmamıştır. Kürdler anlatıyor canlı canlı ama
öğrenmeye niyetimiz yok hala, onları da kendimize bir
güzel benzetmekteyiz ki tadından yenmez.
Dokunulmazlıklar kalksın mı kalkmasın mı
oylamasının ikincisi bugün yapılacak, (tam ben yazıyı
yazarken birinci madde 373 kabul oyu ile geçti) üç gün
önce yapılan oylamada kararsızların ve boş oy atanların sayısını gördüğümde bu basiretsizler kurultayından
bir şey beklememin manasız olduğunu anladım ben,
gerisi ile ilgilenmiyorum. HDP ‘yi yazarken tirePKK
yazan siyasi aymazlığın ve aklın, ülkede bir arada
yaşamaya ve demokrasiye dair kafa yorduğunu düşünmüyorum.
Kaldı ki bugünkü referandum da dahil bize sürpriz
gelmeyen, gelmemesi gereken her şeyin bu ülkede karşılığı var. Bu ülkenin ‘sol’unda, sağında ortasında, her
daim düzenini kuran tüm temel ilkelerin bir karşılık ve
ortaklık kurduğu, söz konusu millilik olunca, halklar
kavramına bile aynı titreyen suratla bakanlar ülkesinde, yazık ki Türk ve yazık ki Sünni Müslüman’ın değilsen ne siyasetin ve ne de vicdanın öznesi olamayacağın
aşikardır. Bütün hesaplar seçimler, kavgalar senin dışında sana rağmen olur ve senin dışında sürekli dönen
o top asla sana pas edilmez, arada oyuna soktukları bir
iki takımlar dışı destekçi oyuncunun senin takımında
yedek gibi görünüp yine de masumca topu onlara
kaptırmak için çevirdiği dalavereleri belki görürsün,
genellikle görmezsin, zira eksik adamla oynamamak
her daim hoşuna gider. Bu oyunu terkedip yeni bir
ligde kendine yer bulmadıkça, her daim yenileceğin
ve yenile yenile yorgun düşeceğin bu ülkede senin için
pişmiş bir dilim ekmek var ise de bunu yedek oyuncu
adındaki sahtekarlar ordusuna kaptırmamanın bir
yolunu da artık bul isterim.
16
BasHaber SÖYLEŞİ
23 - 29 Mayıs16
2016
MÜZİK
Veysi Demir:
Kürdçe rock neden olmasın?
Klasik müzik dışında, Kürdçe rock ve pop
tarzında müzik
yapan sanatçılar kervanına her geçen gün
yeni isimler katılıyor. Özellikle son dönemlerde,
Kürd müziğinin geleneksel anlamda icrasının
dışında, modern tarzlar üzerinden Kürd
müziğini sentezleyen birçok başarılı sanatçı
da görmek mümkün. Uzun süre geleneksel
formlar üzerinden
şekillenen Kürd müziği, zaman içerisinde yeni
alanlarda da ortaya çıkmakta. Bunun yanında,
Kürdlerin tarihsel süreç
içerisinde geçirdikleri politik aşamalar
ve toplumsal değişimlerini de Kürd müziğini
etkileyerek farklı tarzların oluşumuna katkıda
bulunduğunu söylemek mümkün. Daha çok
geleneksel olarak sürdürülen Kürd müziğinde,
yeni tarzda sanatçı ve eserler de çıkıyor. Genel
olarak bu yeni akımlar, bireysel ve amatör bir
tarzda oluşturulsa da Kürd müziğinin farklı
alanlara açılması açısından umut yaratıyor.
Bu yeni tarz ve akımlar içerisinde Kürdçe
rock müziği ise oldukça özgün bir alan. Bu tarzın
icracılarından olan genç müzisyen Veysi Demir,
Kürdçe müziğin yeni tarzlara da ihtiyacı olduğunu söyleyerek, “neden Kürdçe rock da olmasın”
diyor. Veysi Demir ile rock serüvenini ve müzik
yaşamını konuştuk.
Esat Kınış
Kürd müziğine baktığımızda rock
türü bir alan epey özgün. Nasıl başladı Kürdçe rock serüveni?
9 yaşında tanıştığım gitar ile müzik
yaşamım temelinde başladı. Zaten doğup
büyüdüğümüz coğrafya oldukça zengin
bir kültüre sahip. Özellikle dengbejliğin o
eşsiz tınısı, müziğe ilgisi olan her insanda
bir etki bırakıyor. Kürdçe rock ise benim
için, zaman içerisinde gelişen bir durum.
Elbette müzik sınırları olmayan evrensel
bir alan. Evet, Kürd müziği geleneksel açıdan oldukça zengin ama modern tarzlar
üzerinden bu zenginliği sürdürmek de
mümkün. Başka coğrafyalarda, toplumlarda da geleneksel müzik var ama bunun
yanında rock, pop gibi tarzlar da var. Bu
Kürd müziği için neden geçerli olmasın.
Bu açıdan Kürdçe rockı o kadar da sıra dışı
bulmuyorum. Neticede yine Kürd müziği
mutfağında pişen ve ortaya çıkan bir tarz.
Yani özgünlüğünü sanırım yeni enstrümanlar üzerinden alıyor biraz. İstanbul’a
yerleşmemden sonra kendi adıma Kürdçe
rockın sınırlarını da daha net çizdim. Tabi
bunda çevremin, arkadaşlarımın etkisi
büyük.
Kerem Gerdenzeri ve Koma Wetan’ı
sormak isterim. Kürdçe rockı çok
erken bir dönemde ve oldukça başarılı bir şekilde, ilk icra eden grup
olarak çıktılar. Başlarken haberin
var mıydı bu gruptan?
Evet, çok beğenerek dinlediğim ve takdir ettiğim bir grup. Bugün dahi o dönemki profesyonelliği bulamasınız. Dediğiniz
gibi dünyada bile o dönem itibariyle rock
müziği yeni oluşmaya başlarken Koma
Wetan’ın ortaya çıkması Kürd müziği
açısından da umut verici. Bu grubu bugün
hala severek dinliyoruz. Kürd müziğine
katkılarından dolayı sonsuz saygı duyuyorum.
Kürd müzik camiasına baktığımızda
daha çok geleneksel kalıpların devam ettiğini görüyoruz. Kürdçe rock
bu camiada ne kadar yer bulabiliyor?
Açıkçası pek yer bulabiliyor diyemeyiz.
Ama bu tür şeyler zaman isteyen, biraz
da sosyal manada bir değişimle olabiliyor.
Rock müziği dünyaya Amerika ve Batı’dan
yayılan bir akım. Bunu zamanla her
toplum kendi kültür ve müziği üzerinde
şekillendirerek evrensel bir niteliğe taşıdı.
Dolayısıyla Kürd toplumu için de böyle
şüphesiz. Yalnız, Kürdlerin yaşadıkları yerlerdeki politik, siyasal sorunlar maalesef
müzikten, edebiyata birçok alanı olumsuz
Veysi Demir kimdir?
Batman’ın kadim Hasankeyf
ilçesinde bir köyde doğdum.
Çocukluğumun hemen tamamını bu bölgede geçirdim.
Dokuz yaşında tesadüfen elime
aldığım gitar ile müzik yaşamım
başladı. İstanbul Yıldız Teknik
Üniversitesi’nde Harita Mühendisliği öğrencisiyim. Henüz maddi kaygılardan dolayı bir albüm
çalışmam yok ancak müzikal
çalışmalarım devam ediyor.
etkiliyor. Bütün hayatımıza etki eden bu
sorunlar, belli alanlarda üretkensizliğe
de neden oluyor. Böyle bir ortamda halen
geleneksel kalıplarla yapılan müzikler
elbette ki çok daha yer bulabiliyor. Bunun
yanında Kürd müziğinin yeni tarzlara da
ihtiyacı var. Ben de gelenekten kopmayan, modern bir müzik yaratmanın
peşindeyim. Ancak dediğim gibi zamanla
çok daha kabul edileceğine inanıyorum.
İkincisi ise şuandaki Kürd müziğini pek
olumlu bulmuyorum. Yapılan müzik ya
çok politik argümanlar üzerinden yapılıyor
ya da kötü tarzlarda yapılıyor. En önemlisi
orijinal bir üretkenlik görmek çok zor.
Olumlu, olumsuz ne tür tepkiler
alıyorsun?
Genel olarak beni dinlemeye gelen insanlardan olumlu tepkiler alıyorum. Yalnız
Kürdçe rock, Kürd toplumunda henüz tam
manasıyla kabul edilmiş değil. Sanırım bu
pop için de böyle. Kabul dilen müzik türü
daha çok türkü formatında. Bu açıdan
büyük bir dinleyici kitlesi olduğu da
söylenemez. Annem, babam dahi olumsuz
yaklaşıyor. Gelecek kuşaklar açısından
daha olumlu olacağını düşünüyorum.
Müziğini oluştururken kimlerden
besleniyorsun?
Aslında birçok şeyden besleniyorum.
Birincil olarak doğup büyüdüğüm toprakların seslerine kulak veriyorum. Bu
toprakların eşsiz dokusu gerek müziğimi
gerekse de kişisel felsefemi derince etkilediğine inanıyorum. İkincisi Doğu’dan
Batı’ya, bana esin olan güzel bulduğum
her tür müziği dinliyorum. Yine de
beslendiğim temel şey, geçmişten bugüne
devam eden bir yaşantı hali aslında.
Özellikle geleneksel Kürd müziği
hayatının neresinde, Kürd sanatçılardan kimleri dinlersin?
Geleneksel Kürd müziği hayatımın
her aşamasında. Doğduğumuz coğrafya,
çok zengin bir kültür mirasına sahip. Bu
coğrafyada doğmuş, büyümüş biri olarak
bu mirasa sahip çıkmaya çalışanlardanım.
Amacım, yeni bir tarz oluştururken gelenekten tamamıyla kopmak değil. Tersine
benim mutfağım Kürd müziği. Müziğimin temelinde Kürdlerin yüzyıllardır
sürdürdüğü ezgiler var. Benim yaptığım
ise bu ezgileri yeni tarzlarda yorumlamak.
Özellikle dengbejlik geleneği Kürd müziği açısından çok zengin. Bunu yeni tarzlar
üzerinden sürdürmek mümkün. Nitekim
bunu yapan sanatçılar da var. Şakıro’dan,
M. Arif Cizrawi’ye, Mihemed Şexo, Şivan
Perwer, Ciwan Haco, Xero Abbas ve daha
birçok Kürd sanatçısını dinlerim.

Benzer belgeler

17.04.2016

17.04.2016 ve çözümü konusunda yegane ilişki biçimine dönüştü. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet şiddeti, Kürd meselesinin ve diğer toplumsal sorunların görünmez kılınması için başvurulan temel yöntem ...

Detaylı

30.05.2016

30.05.2016 azından AK Parti’de, en azından şimdilik. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliği teklifi için cuma günü yapılacak ikinci tur oylama da benzer bir aralığı kapatmaya aday görün...

Detaylı