Çarpışma Rotası Temmuz Bülten-1.pages

Transkript

Çarpışma Rotası Temmuz Bülten-1.pages
Çarpışma Rotası
Sevgili Dostlar,
Bu ay gezegenimizden insan manzaraları şöyle görünüyordu:
Ekonomi
Tarihçi, sosyal yorumcu ve aktivist Mike Davis, şu günlerde kendi ilk gençliğinin araba
çarpıştıran liseli genç asiler üzerine yazılmış macera ve kahramanlık romanlarını
hatırlamakla meşgul. Davis, gazetelerin “iş âlemi” sayfalarına şöyle bir göz gezdirdiğinde,
dünyanın halihazırdaki ekonomik durumunu gençlik çetelerinin son büyük araba
çarpışmasının hemen öncesindeki o müthiş heyecanlı âna benzetiyor: ABD, AB ve Çin, üç
ayrı yönden gözleri kör edici bir hızla aynı kavşağa doğru ilerlemekteler. Soru şu: Hayatta
kalıp mezuniyet balosuna katılacak kimse kalacak mı ortalıkta?
Önce ABD’den başlayalım. Kendilerine Çay Partisi adını veren azgın sağcı, hatta faşist
Cumhuriyetçiler “çetesi”, gaz pedalını topuklamış, çılgınlar gibi sırıtarak “Ölüm
Dönemeci”ne yaklaşıyor. Davis’e göre borç tavanı krizi son anda aşılsa bile, durum
kurtulmuyor: Başkan Obama çoktan “çiftliği rehin bırakmış, çoluk çocuğu da satmış”
zaten. Küreselleşmiş ekonomide başvurulacak son çare tüketiciler, gezegende istiflenmiş
artı değerin son güvenli sığınağı da hâlâ dolar iken, Cumhuriyetçilerin inanılmaz bir cüret
ve pervasızlıkla tezgâhladığı yeni ekonomik kriz (resesyon), “McDünya’nın üstünde
durduğu sacayağının üç temel payandasını, yani Amerika’da tüketimi, Avrupa’da istikrarı,
Çin’de de büyümeyi ossaat “şüpheli alacaklar” listesine sokuverecek.
Sonra Avrupa’nın durumu. AB’nin sırf büyük bankalar ve mega alacaklıların bir özel birliği
olduğunu ispatlamakta olduğunu belirtiyor Davis: “Yunanlılara Partenon tapınağını
sattırmakta, İrlandalıları da Avustralya’ya göç ettirmeye kararlı görünüyor.” Ama bunun
devamında durumun büsbütün berbatlaşacağını görmek için de illa Keynes gibi büyük bir
ekonomist olmak gerekmediğini de ekliyor.
Nihayet, Çin’e gelince: Öngörülen tüketici patlamasının hızla tehlikeli bir emlak balonuna
dönüştüğü, ülkenin her bir yanında sınırsız sayıda gökdelenler ve dev AVM’ler
yükselirken, bu “inşaat sefahat âlemi”nin yanı başında 1,5 trilyon dolarlık “şüpheli alacak”
sorununun başgösterdiği, sorunlu ya da batık kredilerin banka portföylerinin yaklaşık üçte
birine ulaşmakta olduğu tespit edilmiş durumda. Çin’in böyle “sert iniş” yapması halinde,
1
Brezilya, Endonezya, Avustralya gibi başlıca tedarikçi ülkelerin de altta kalıp “kemiklerinin
kırılacağını”, Japonya’nın ise deprem-tsunami-radyasyon üçlü mega felaketinden sonra
ana pazarlarından gelecek yeni şoklara zaten fazlasıyla hassas olduğunu, öte yandan,
gıda fiyatlarında yükselmeyi durduramayan veya yeni iş alanları açmayı başaramayan
Ortadoğu hükümetleri için de “Arap Baharı’nın kışa dönüşebileceği”ni yazıyor. (Crash
Club: What Happens When Three Sputtering Economies Collide?)
İklim
Araştırmacı gazeteci ve yazar Christian Parenti, yerkürenin “sınırboylarında”, yani büyük
bir hızla yükselen yiyecek ve petrol fiyatlarının iklim kaosu ve diğer kaos biçimleriyle,
kaynak kavgalarıyla birbirine girdiği yerlerde yaptığı uzun yolculuktan döndükten sonra
yayınladığı yeni kitabında, son büyük çarpışma öncesinden manzaraya bir başka açıdan
bakıyor. Bu sefer mahşerin üç atlısı, yani aşırı hava olayları, militarizm ve serbest piyasa
güçleri, gaz pedalını topuklamış, üç ayrı yönden baş döndürücü bir hızla geliyorlar:
artlarında sayısız devlet leşi yaratarak, “Gezegen leşi” kavşağına doğru hızla
yaklaşmaktalar.
Önce aşırı havalar. Rusya’da korkunç yangınlar, ekmek sepetinde yok olan buğday hasadı,
Avustralya’da ekmek sepetini mahveden seller, ABD ortabatısında, Kanada’da mısır
ürününü tahrip eden seller, Avrupa’yı vuran bahar kuraklığı... Televizyon ekranları bile
eğlence programlarından, dizilerden arta kalan zamanda gösteriyor bazı bazı: Somali’de
60 yılın en korkunç kuraklığı ve 12 milyona yakın insanın açlıktan gözümüzün önünde
kırılması hadisesini an be an yaşamaktayız. Zengin ülkelerden yardım ise sadece
damlıyor. Dünya Bankası Başkanının geçen yıl küresel yiyecek sisteminin tüm boyutlarıyla
gerçek bir krize dönüşmesi için artık son bir şok kaldığını söylediğine işaret eden Parenti,
bu krizin kökünde iklim değişikliğinin, yani gezegenin dört bir yanında kol gezen, gittikçe
şiddetini arttıran aşırı –ve kahredici– hava olaylarının yattığını belirtiyor. Küresel yiyecek
sisteminin, eğer hâlâ kopmadıysa, kopacak gibi gerildiğinin açıkça görüldüğü ortada.
Yükselen talepten, enerji fiyatlarının artmasından, artan su kıtlığından ve hepsinden
önemlisi, iklim kaosunun artık almış başını gitmekte oluşundan kaynaklanan müthiş
basınç yaratıyor bu gerilmeyi.
Üstelik, uzmanlara göre daha bu işin başı. Önümüzdeki 20 yıl ekmeğin fiyatının yüzde 90
oranında artacağı tahmin ediliyor. Bu da bizi militarizm konusuna getiriyor işte: “Yeni
ayaklanmalar, protestolar, umutsuzluğa kapılmış kitleler, keskinleşen su kavgaları, artan
göç dalgaları, yayılan etnik ve dinî şiddet olayları, haydutluk, çeteleşme, iç savaşlar ve
(eğer tarihî olaylardan bir ders çıkartmak mümkünse) hem emperyal, hem de
muhtemelen bölgesel güçlerden gelecek muhtemel bir dizi yeni müdahale.”
2
Bu bölümde son olarak, sacayağının üçüncü “atlısı” serbest piyasaya bakacak olursak,
orada durum şöyle görünüyor. Uğursuz bir uğultuyla büyüyerek üstümüze üstümüze
gelen kriz karşısında nasıl bir karşılık üretiyoruz uluslararası insanlık camiası olarak?
Milyonlarca, hatta milyarlarca dünya yoksulunu korkunç tehdit karşısında gıda güvenliğine
kavuşturmak, yani bir somun ekmeği istikrarlı makûl bir fiyata satabilmek için, kapsamlı
bir uluslararası girişimde bulunabildi mi insanlık, camia olarak? Parenti, kendi sorusuna
yine kendisi – biraz hüzün verici ve anlamlı– bir cevap getiriyor:
“Onun yerine dünyanın en büyük emtia ticareti şirketi Glencore ve tarım mallarında
dünyanın en büyük ticaret şirketi olan Cargill, dünya hububat piyasalarındaki
denetimlerini büsbütün sağlama almak için küresel arz zincirlerini düşey olarak entegre
etmeye giriştiler ve böylelikle, küresel sefaletten kâr sağlayacak şekilde tasarlanmış yeni
bir gıda emperyalizmine giriştiler. Ortadoğu’da ekmek, savaş ve devrimleri tetiklerken,
Glencore [spekülasyon da yaparak] tahıl fiyatlarının yükselmesinden yararlanıp
umulmadık yüksek kârlar elde etti. Ekmek somunumuz ne kadar fiyatlanırsa, Glencore ve
Cargill gibi şirketler de o kadar çok para kazanmaya hazır hale gelecekler.”
(Soaring Food Prices, Wild Weather, Upheaval, and a Planetful of Trouble)
Memleket
Yazar ve gazeteci Ahmet Altan, geçenlerde kaleme aldığı Tehlike başlıklı yazısında
birbirine hızla yaklaşan trenlerin çarpışma öncesindeki durumdan bahsediyordu.Yazar, bu
analoji ile, Hükümet ile PKK arasında ülkede bundan öncekilere benzemeyen, çok şiddetli
bir savaşın eşiğinde olduğumuz yolunda uyarıda bulunuyor ve ekliyordu: “Öyle bir
çarpışma olacak ki memleket sallanacak.” Kürt sorununun siyaset alanının dışına
çıkartılmakta olduğu, PKK’nın kendine “yönetim hakkı” talebi ile hükümetin asker yerine
profesyonel polis kadroları eliyle ama yine “askerî” yani silahlı, militarist “çözüm” niyeti,
iki zıt yönden kalkmış olan ve makinistlerinin kimseyi dinlemeden hızla birbirinin üstüne
doğru sürdüğü trenlere benzetiliyordu. “Bundan böyle askeriyenin yapacağı “şikelerin” ya
da beceriksizliklerin önleneceği, komutanların sürekli denetleneceği, profesyonel polis
kadrolarının savaşa sürüleceği ve savaşın hiç olmadığı kadar şiddetleneceği belli.”
Aynı günlerde aynı gazetede yazar ve gazeteci Orhan Miroğlu ise benzer kaygılarla,
savaşın alabileceği yeni boyut üzerinde düşünmemiz konusunda hepimizi uyarıyor,
Altan’ın da sözünü ettiği “şike” metaforunu devreye sokuyor ve şöyle diyordu: “Savaşta
şike yapmaktan sorumlu olanlar, toplumu savaş içinde tutup, siyaset kurumunu devre dışı
bırakarak, merkezinde ordunun olduğu bir çeşit patrimonial iktidar biçimi yaratmayı
başardıkları, ve bu iktidar biçimini korumak için iç infazlar dahil her şeyi göze aldıkları
için, son derece tehlikelidirler... Türkiye savaşın hakikatlerini konuşmaya başladıkça,
3
ordunun PKK’yle savaşırken en kritik zamanlarda ‘savaş şikesi’ yaptığı anlaşılıyor.”
Miroğlu, gözlerini öbür yönden gelen “tren”e çevirdiğinde de farklı bir tehlike boyutunu
farkediyordu: “PKK cephesinden bakıldığında ise, Karayılan’ın metropolde yaşayan
Kürtlere ‘öz savunma’ önermesi, bunu yapamayacak olanlara, geri dönme çağrısında
bulunması’ yeni ama ölümcül ve herkesi düşündürmesi gereken bir safhaya işaret ediyor.”
Özet
Yeni, ölümcül ve düşündürücü bir safha, evet. Ama yalnız Türklerle Kürtleri ilgilendiren bir
evreye girmiş olduğumuzu düşünmek, gerçekten ölümcül bir hata olur. Christian Parenti,
yeni yayımlanan kitabının son bölümünde şöyle yazıyor: “Medeniyet tam bir krizde –
bunun etkileri henüz tam anlamıyla hissediliyor olmasa da. Dünya ekonomisinin
metabolizması, doğanın bünyesiyle temelden uyumsuz hale gelmiş durumda. Ve bu “kan
uyuşmazlığı” her ikisi için de ölümcül bir tehdit.[...] Ya insani ve adil uyum yolları
bulacağız, ya da bizi barbarlık manzaraları bekliyor olacak.” (Tropic of Chaos: Climate
Change and the New Geography of Violence, Nation Books, 2011, s. 225-26.)
Yani, şairin dediği gibi, “Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır/Haram sevaboldu, sevap
haramdır.”
Bu dizelere, Pulitzer ödüllü yazar, gazeteci ve aktivist Chris Hedges’in Oyun Sonu başlıklı
yazısından şu satırları da eklemeliyiz ki, gezegenimizden insan manzaraları tamamlansın:
“Çevre felaketiyle ekonomik felaketin ölümcül karşılaşması rastlantısal değildir. Şirketler,
insanlardan doğal dünyaya kadar herşeyi birer mala dönüştürür ve bunları ya tükenene
ya da ölene kadar amansızca sömürür. Şu anda kıyamet yarışı çevrenin çöküşü ile küresel
ekonomik çöküş arasında cereyan ediyor. Acaba önce hangisi bizi götürecek? Yoksa, ikisi
birden aynı anda mı götürecek?”
Evet, çarpışma rotası böyle çizilmiş görünüyor. Bu yazı çok iyimser olmadı galiba. Ama,
bizim işimiz de insanlara duymak istemedikleri şeyleri söylemek. Yoksa öyle değil miydi?
Sevgiler, selamlar, saygılar,
Ömer Madra
30 Temmuz 2011
Temmuz ayında Açık Radyo’da konuştuğumuz konulardan ve konuklarımızdan bazıları
şöyleydi:
4
Açık Gazete’de:
Apoyevmatini gazetesini neredeyse 10 yıldır tek başına çıkartan Mihail Vasiliyadis ile
gazetenin hikâyesini ve geleceğini konuştuk.
Açık Dergi’de:
Rumca yayın yapan ve Türkiye’nin ilk gazetelerinden olan Apoyevmatini’nin yaşadığı
sıkıntıları konuşmak üzere gazetenin genel yayın yönetmeni Mihail Vasiliadis, Van
menşeili anti-otoriter, anarşist dergi Quijika Reş hakkında dergi ekibinden İsmail Yıldırım
ve Sami Görendağ; kitap ve eleştiri sitesi / dergisi “Sabit Fikir” ile ilgili olarak genel yayın
yönetmeni Elif Bereketli, Metis Yayınları’ndan yayımlanan Bildiğin Gibi Değil, 90’larda
Güneydoğu’da Çocuk Olmak kitabının yazarlarından Rojin Canan Akın;; Üç aylık
hapishane ve edebiyat dergisi Mahsus Mahal’ın yayın yönetmeni Aytekin Yılmaz;
“Üstyapı: Ulusun Cephanesi” isimli bir ses performansı gerçekleştirmek üzere İstanbul’a
gelen Mısırlı çağdaş sanatçı Hassan Khan, Kars’ta yıkılan “İnsalık Anıtı”ndan yola çıkarak
‘Helping Hands’/ Yardımcı Eller” isimli bir proje geliştiren Hollandalı sanatçılardan Elke
Uitentuis, Türkiye’de sansürü belgelemeyi tartışmaya açmayı hedefleyen siyahbant.org
sitesini konuşmak üzere kolektifin kurucusu Pelin Başaran; Malili ikili Amadou & Mariam,
TUBİTAK’ın talimatıyla Gebze’ye taşınmak zorunda kalan Feza Gürsey Enstitüsü’nün
önemiyle ilgili olarak enstitünün kuruluşundan beri içinde yer alan Ayşe Erzan, Tosun
Terzioğlu ve Mehmet Ali Alpar; Bu sene ikincisi gerçekleşecek olan “Vicdan Filmleri”nin
başvuruları hakkında Hrant Dink Vakfı’ndan Dença Kartun ve ücretsiz kent festivali “sun
day sky” la ilgili olarak festival ekibinden Övünç Cireli Temmuz ayında Açık Dergi’ye
konuk oldular.
“Müziğin Başka Türlüsü” köşesinde Sumru Ağıryürüyen’in konukları, bas gitarist ve
ressam İlkin Deniz ve de Gaydaistanbul ekibinden Fethiye Çetin ve Ayhan Akkaya’ydı.
Derginin yeni köşesi ‘Nazlı Gürlek’ le Bienal Konuşmaları’ nın konukları ise Serkan
Özkaya, İnci Eviner ve Oytun Akıncı’ydı.
Söz Küçüğün’de:
“Başka Bir Okul Mümkün” girişimini konuşmak üzere Ece Öztan ve Burak Ülman
konuğumuz oldu.
Hikâyenin Kadın Hali’nde:
5
Bildiğin Gibi Değil: 90’lar Güneydoğu’da Çocuk Olmak başlıklı kitapları hakkında
konuşmak üzere Rojin Akın ve Funda Danışman Çiğdem Mater’in konuğu oldular.
Toplumsal Dönüşüm için Sosyal Girişimcilik’de:
UNDP( Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) Bölgesel İş Geliştirme Koordinatörü Gökhan
Dikmener ve GENÇTUR’dan Gülçin Taşkın, Kevser Yavuz ve Derya Salgar konuğumuz
oldular.
Evrenin Suyuna Giden Tasarım’da:
Enerji Mimarı Çelik Erengezgin ile sokağın gücünü ve kalıcı tarımı konuştuk.
Fikr-i Takip’de:
Mustafa Sayar ile İtalya'da köleleri ayaklandıran bir Trakyalı: Spartacus'u konuştuk.
6