tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni

Transkript

tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
T.C.
ADALET BAKANLIĞI
EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI
YARGI MEVZUATI BÜLTENİ
Bültenin Kapsadığı Tarihler
13 - 20 Nisan 2010
Yayımlandığı Tarih
21 Nisan 2010
Sayı
445
İÇİNDEKİLER
-
-
Tütün Ürünlerinin Tüketilmesine ve Satışına İlişkin Yasal Uyarılar Hakkında
Yönetmelik
(R.G. 17 Nisan 2010 – 27555)
Kamu İdarelerinin Denetim Elemanlarınca Yapılacak Tespitler Hakkında
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 17 Nisan 2010 – 27555)
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan 31/12/2009 Tarihi İtibari İle 1 inci
Dereceye Yükselip 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 32 nci
Maddesi Uyarınca 31/12/2009 Tarihinden Geçerli Olmak Üzere İlk Defa
Birinci Sınıfa Ayrılma İncelemesine Tabi Tutulan Adli Yargı Hâkim ve
Cumhuriyet Savcılarının Adlarını Gösterir Liste
(R.G. 17 Nisan 2010 – 27555)
Anayasa Mahkemesinin E: 2007/63, K: 2009/152 Sayılı Karar Özeti
(R.G. 15 Nisan 2010 – 27553)
Anayasa Mahkemesinin E: 2006/120, K: 2009/151 Sayılı Karar Özeti
(R.G. 15 Nisan 2010 – 27553)
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden 1 Adet Karar
(R.G. 16 Nisan 2010 – 27554)
Yüksek Seçim Kurulunun 264 Sayılı Kararı
(R.G. 20 Nisan 2010 – 27558)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Gülcan Yılmaz/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Nur Radyo ve Televizyon Yayıncılığı A.Ş./
Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Rederan İçen ve Şadiye İçen/Türkiye
Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Rasim Aydın/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Seyithan Alpar/Türkiye)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Ünel/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Yalçın/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Beyaz/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Buyruk/Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Dilsiz VD./Türkiye Davası)
İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Özgür Akgöçmen/Türkiye)
Sermaye Piyasası Kurulundan Sermaye Piyasasında Derecelendirme Faaliyeti
-
ve Derecelendirme Kuruluşlarına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: VIII, No: 68) (R.G. 15 Nisan 2010 –
27553)
Adalet Bakanlığından Münhal Noterlikler İlânları
(R.G. 17 Nisan 2010 – 27555)
Adalet Bakanlığı Eğitim ve Dinlenme Tesisleri Merkez Yönetim Kurulu
Kararı
İdari ve Mali İşler dairesi Başkanlığından “Antalya Kamp Duyurusu” Konulu
Duyuru
İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığından “Gökçeada Kamp Duyurusu”
Konulu Duyuru
Yönetmelikler
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumundan:
TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN TÜKETİLMEMESİNE VE SATIŞINA
İLİŞKİN YASAL UYARILAR HAKKINDA YÖNETMELİK
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Dayanak
Amaç
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı; herkesin temiz hava soluyabilme hakkını
sağlamak, kişileri tütün ürünlerinin zararlarından korumak ve tehlikelerini anlatmak amacına
yönelik yasal uyarılara ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı veya satışının
yapıldığı yerlerde asılması gereken yasal uyarılar ile tütün ürünleri tüketimine tahsis edilen
alanlarda bulunması gereken sağlık uyarılarının şekil ve içeriklerinin belirlenmesi ile
kullanımına ilişkin esas ve usulleri kapsar.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin
Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin beşinci fıkrasına
dayanılarak hazırlanmıştır.
İKİNCİ BÖLÜM
Tütün Ürünleri Tüketiminin Yasaklandığı Yerlerde
Asılması Zorunlu Yasal Uyarıların Şekli ve İçeriğine İlişkin Esaslar
Kamu hizmet binaları ve özel hukuk kişilerine ait yerlerde asılması zorunlu yasal
uyarıların şekli ve içeriği
MADDE 4 – (1)Tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı; kamu hizmet binalarının
kapalı alanlarında, özel hukuk kişilerine ait olan ve birden çok kişinin girebileceği her türlü
eğitim, sağlık, üretim, ticaret, sosyal, kültür, sanat, spor, eğlence hizmeti verilen yerler ile
benzeri diğer kapalı alanlarda, özel eğitim ve öğretim kurumları dâhil olmak üzere okul
öncesi eğitim kurumlarının, ilk ve orta öğrenim kurumlarının, dershanelerin, kültür ve sosyal
hizmet binalarının kapalı ve açık alanlarında ve açık havada yapılan her türlü spor, kültür,
sanat ve eğlence faaliyetlerinin icra edildiği yerler ile bunların seyir yerlerinde asılması
zorunlu yasal uyarılar;
a) Asgari eni elli boyu yetmiş santimetre boyutunda, beyaz zeminli, yasal uyarı yazısı
sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde
yer alır,
b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir,
c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde otuzbeşlik kısmında yer alan, ucu sağ tarafa
bakan ve yanmakta olan siyah sigara figürünün, ortasından soldan sağa doğru çapraz şekilde
kırmızı bir çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten oluşan
uluslararası sigara içilmez sembolünü içerir,
ç) En az on santimetre büyüklüğünde ve italik olmayan Haettenschweiler yazı karakteri
kullanılarak kırmızı renkli büyük harflerle yan yana yazılmış “SİGARA İÇİLMEZ” ibaresi ile
en az iki santimetre büyüklüğünde italik olmayan Helvetica Heavy yazı karakteri kullanılarak
siyah renkli küçük harflerle yazılan “Burada tütün ürünleri tüketilmesi yasaktır. Tüketenlere
ve tüketilmesine göz yuman sorumlulara 4207 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası
uygulanır.” ve “Şikâyet için:” ibarelerini içerir,
d) Kamu hizmet binaları ve özel hukuk kişilerine ait yerlerde asılması zorunlu yasal
uyarılar, ek-1’de yer alan örneğe uygun olarak düzenlenir.
Toplu taşıma araçlarında asılması zorunlu yasal uyarıların şekli ve içeriği
MADDE 5 – (1) Taksi hizmeti verenler dâhil olmak üzere karayolu, demiryolu,
denizyolu, havayolu ve benzeri toplu taşıma araçlarında asılması zorunlu yasal uyarılar;
a) Taksi hizmeti verenlerde asgari A6, diğer toplu taşım araçlarında asgari A5
boyutunda olmak üzere, aracın büyüklüğüne uygun ebatta, beyaz zeminli, yasal uyarı yazısı
sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde
yer alır,
b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir,
c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde otuzbeşlik kısmında yer alan, ucu sağ tarafa
bakan ve yanmakta olan siyah sigara figürünün, ortasından soldan sağa doğru çapraz şekilde
kırmızı bir çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı bulunduğu grafikten oluşan
uluslararası sigara içilmez sembolünü içerir,
ç) En az üç santimetre büyüklüğünde ve italik olmayan Haettenschweiler yazı karakteri
kullanılarak kırmızı renkli büyük harflerle yan yana yazılmış “SİGARA İÇİLMEZ” ibaresi ile
baskı yapılan materyalin boyutuna uygun puntoyla siyah renkli küçük harflerle yazılan
“Burada tütün ürünleri tüketilmesi yasaktır. Tüketenlere ve tüketilmesine göz yuman
sorumlulara 4207 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası uygulanır.” ve “Şikâyet için:”
ibarelerini içerir,
d) Toplu taşıma araçlarında asılması zorunlu yasal uyarılar, ek-1’de yer alan örneğe
uygun olarak düzenlenir.
Ortak hükümler
MADDE 6 – (1)Yasal uyarılar Türkçe olarak yazılır. Ancak, Kültür ve Turizm
Bakanlığından ve diğer kurumlardan işletme belgesi almış turistik amaçlı ve benzeri tesisler,
müzeler, havaalanları ile yabancıların yoğun olarak bulunduğu diğer yerlerde, Türkçe
uyarılara ilaveten birer örneği ek-2’de yer alan en çok konuşulan yabancı dillerde uyarılar da
asılabilir.
(2) Yasal uyarılarda kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı
kullanılır.
(3) Yasal uyarılarda yer alan “Şikâyet için:” ibaresinin karşısına veya altına; kamu
kurum ve kuruluşlarına ait yer, araç, bina ve tesislerde ilgili birim amiri tarafından yetki
verilen kamu görevlilerinin, özel hukuk kişilerine ait olan yer ve araçlarda ise işletme ve araç
sahibinin ya da bunlar tarafından yetkilendirilmiş kişi veya kişilerin ad, soyad ve telefon
numaraları yazılır. Özel hukuk kişilerine ait toplu taşıma araçları ile binalara asılan yasal
uyarılarda, cezayı uygulamaya yetkili en yakın polis veya jandarma ile belediye zabıta
biriminin adı ve telefonu da yazılır.
(4) Yasal uyarılarda; baskı yapılan materyalin toplam alanının yüzde onunu aşmayacak
oranda ve en alt kısmında olmak şartıyla, yasal uyarıları dağıtmak amacıyla bu uyarıları
hazırlatan gerçek veya tüzel kişinin isim, unvan, logo, amblem gibi tanıtıcı işaretlerine Tütün
ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun izni ile yer verilebilir. İzni veya onayı olmaksızın
Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun ismi veya logosu kullanılamaz.
Yasal uyarıların asılması gereken yerlere ilişkin esaslar
MADDE 7 – (1) Tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı yerlerde asılması zorunlu olan
yasal uyarılar;
a) Tütün ürünleri tüketiminin yasaklandığı kapalı ve açık alanları ile bu yerlerin
katlarına, koridorlarına, personel ve asansör girişleri dâhil olmak üzere tüm girişlerine,
b) Gar, otogar, havalimanı, limanlar ile alışveriş veya otelcilik hizmeti verilen işletmeler
gibi toplumun yoğun olarak kullandığı yerlerin içindeki yiyecek, içecek ve diğer hizmetlerin
sunulduğu alanlar ile bekleme salonları ve lobi gibi yerlerine,
c) A4 boyutundan küçük olmamak üzere farklı ebatlarda, yukarıda öngörülen esas ve
usullere uygun olarak yasal uyarıların asıldığı alışveriş merkezi, iş hanı, pasaj, gar, otogar,
havalimanı, liman gibi büyük binaların içinde bulunan ve eni elli boyu yetmiş santimetre
boyutundaki yasal uyarıların asılmasının pratikte mümkün olmadığı işletme veya işyerlerinde,
ç) Taksi hizmeti verenler dâhil olmak üzere karayolu, demiryolu, denizyolu, havayolu
ve benzeri toplu taşıma araçlarına,
herkesin kolaylıkla görebileceği ve okuyabileceği şekilde ve yeterli sayıda asılır.
(2) Yasal uyarılar sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla; dijital ekrana yansıtmak, cama
yapıştırmak, duvara asmak, tavandan sarkıtmak gibi herkesin kolaylıkla görebileceği ve
okuyabileceği şekilde uygulanabilir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Tütün Ürünleri Satışının Yapıldığı Yerlerde
Asılması Zorunlu Yasal Uyarılara İlişkin Esaslar
Yasal uyarıların şekli ve içeriği
MADDE 8 – (1) Müşterilerin içeri girmek suretiyle tütün ürünlerini alabildiği
işyerlerinde bu ürünlerin satış noktaları ve ödeme noktalarına; diğer işyerlerinde ise
müşterilerin görebileceği yerlere asılması zorunlu yasal uyarılar;
a) Asgari A4 boyutunda, beyaz zeminde, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak
kaydıyla kâğıt veya süreklilik arz eden uygun bir materyal üzerinde yer alır,
b) Köşeleri oval kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir,
c) Baskı yapılan alanın üstte kalan yüzde yirmibeşlik kısmında; siyah renkli “18” ibaresi
ile bu ibarenin altında büyük harflerle yazılmış “YAŞ ALTI” ibaresinin, ortasından soldan
sağa doğru çapraz şekilde bir kırmızı çubuk geçen kırmızı renkli bir daire içerisinde kapalı
bulunduğu grafikten oluşan onsekiz yaş altına satış yapılamaz sembolünü içerir,
ç) En az iki santimetre büyüklüğünde, kırmızı renkli büyük harflerle yazılan “YASAL
UYARI:” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “18 YAŞINI
DOLDURMAYANLARA SİGARA VE DİĞER TÜTÜN ÜRÜNLERİ SATILAMAZ;
SATANLAR HAKKINDA YASAL İŞLEM YAPILIR." ibaresini içerir,
d) İtalik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak Türkçe olarak yazılır
ve yukarıda belirtilenlerin dışında başkaca işaret ve ibare içermez,
e) Kırmızı renk kullanılması gereken yerlerde bayrak kırmızı kullanılır,
f) Tütün ürünleri satışının yapıldığı yerlerde asılması zorunlu yasal uyarılar, ek-3’te yer
alan örneğe uygun olarak düzenlenir.
(2) Yasal uyarılar, yukarıdaki şartlara uygun olmak kaydıyla, baskı, çıkartma ve
yapıştırma gibi usullerle uygulanabilir.
(3) Kültür ve Turizm Bakanlığından ve diğer kurumlardan işletme belgesi almış turistik
amaçlı ve benzeri tesisler, müzeler ve havaalanları gibi yabancıların yoğun olarak alışveriş
yaptığı işyerlerine, Türkçe uyarılara ilaveten birer örneği ek-4’te yer alan en çok konuşulan
yabancı dillerde uyarılar da asılabilir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Tütün Ürünleri Tüketimine Tahsis Edilen Alanlarda
Asılması Zorunlu Yasal ve Sağlık Uyarılarına İlişkin Esaslar
Yasal ve sağlık uyarılarının şekli ve içeriği
MADDE 9 – (1) Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalarının yatarak tedavi gördüğü
sağlık birimlerinde, ceza infaz kurumlarında, şehirlerarası veya uluslararası güzergâhlarda
yolcu taşıyan denizyolu araçlarının güvertelerinde, otelcilik hizmeti verilen işletmelerin tütün
ürünleri tüketen müşterilerin konaklamasına tahsis edilmiş odalarında ve açık havada yapılan
her türlü spor, kültür, sanat ve eğlence faaliyetlerinin icra edildiği yerler ile seyir yerlerinde
oluşturulabilecek tütün ürünleri tüketimine mahsus alanlarda asılması zorunlu olan ve birer
örneği ek-5’te yer alan sağlık uyarıları;
a) En az A4 boyutunda ve alanın büyüklüğüne uygun dikdörtgen şeklindeki beyaz
zeminde, yasal uyarı yazısı sürekli ve kalıcı olmak kaydıyla veya kâğıt veya süreklilik arz
eden uygun bir materyal üzerine baskı, çıkartma, yapıştırma veya afiş gibi yöntemlerle
uygulanır,
b) Köşeleri oval olan kırmızı renkli çerçeve ile çerçevelenir,
c) İtalik olmayan ve Haettenschweiler yazı karakteri kullanılarak, A4 boyutunda en az
bir santimetrelik, diğer boyutlarda ise en az iki santimetrelik puntoyla yazılır,
ç) Bu Yönetmeliğin 5 nolu ekinde yer alan ibarelerden birini içerebileceği gibi, Sağlık
Bakanlığı ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun onayı alınmak kaydıyla, tütün
ürünleri kullanımının tehlikelerini anlatan ibare, şekil veya grafiklerden oluşabilir,
(2) Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde, cezaevlerinde,
şehirlerarası veya uluslararası güzergâhlarda yolcu taşıyan denizyolu araçlarının
güvertelerinde tütün ürünleri tüketilmesine mahsus oluşturulan alanlarına 18 yaşını
doldurmayanların giremeyeceğini ifade eden ve 1 inci fıkradaki şekil şartlarını taşıyan, bir
örneği ek-7’de yer alan en az iki santimetre büyüklüğünde, kırmızı renkli büyük harflerle
yazılan “YASAL UYARI:” ibaresi ile siyah renkli büyük harflerle yazılan “4207 SAYILI
KANUN GEREĞİ BU ALAN TÜTÜN ÜRÜNLERİ TÜKETİMİNE AYRILMIŞTIR. 18
YAŞINI DOLDURMAYAN KİŞİLERİN BU ALANA GİRMESİ YASAKTIR.” ibaresini
içerir yasal uyarı yazısı asılır.
(3) Türkçe uyarılara ilaveten birer örneği ek-8’de yer alan en çok konuşulan yabancı
dillerde yasal uyarıları ile birer örneği ek-6’da yer alan sağlık uyarıları düzenlenebilir.
(4) Yasal ve sağlık uyarıları, tütün ürünleri tüketimine tahsis edilen alanlarda bulunan
herkesin kolaylıkla görülebileceği ve okuyabileceği uygun yerlere asılır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Cezai Hükümler
Cezai hükümler
MADDE 10 – (1) Bu Yönetmelikte belirtilen içerik ve şekil şartlarını taşımayan veya
bunlar dışında ilave unsurlar içeren uyarı yazılarının geçerliliği yoktur.
(2) Yasal uyarıları asma yükümlülüğünü yerine getirmeyenler ile yasal uyarıları bu
Yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara uygun olarak asmadığı belirlenenler, 4207 sayılı
Kanunun 5 inci maddesinin on birinci fıkrası uyarınca mahallî mülkî amir tarafından bin Türk
Lirası idarî para cezası ile cezalandırılır.
(3) İdarî yaptırım uygulamasında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu
hükümleri dikkate alınır.
(4) Yasal uyarılarla ilgili olarak 4207 sayılı Kanunla kendilerine yüklenen görevleri
yerine getirmeyen memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında, ceza hukuku sorumluluğu
saklı kalmak kaydıyla, tâbi oldukları mevzuatta yer alan disiplin hükümleri uygulanır.
ALTINCI BÖLÜM
Son Hükümler
Yürürlük
MADDE 11 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 12 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme
Kurumu Başkanı yürütür.
EKLER:
EK-1
EK-2
İNGİLİZCE:
NO SMOKING
Consuming tobacco products is not permitted in this area. Administrative fine is
issued for consumers and those who allow consuming, pursuant to Law No. 4207.
Please inform:
FRANSIZCA:
DEFENSE DE FUMER
La consommation des produits du tabac est interdite à cet endroit. Une contravention
administrative sera appliquée selon la loi 4207 aux consommateurs et aux
responsables ayant toléré la consommation.
Pour porter plainte :
ALMANCA:
RAUCHEN NICHT GESTATTET.
Das Konsumieren von Tabakwaren ist in diesem Bereich verboten.
Zuwiderhandlungen und die Duldung werden gemäß Gesetz 4207 mit administrativen
Geldstrafen geahndet.
Beschwerde unter:
İSPANYOLCA:
NO ESTA PERMITIDO FUMAR.
El consumo de los productos de tabaco esta prohibido aquí. La multa administrativa se
aplica a las personas quienes consumen y quienes condonan consumir de acuerdo a la
Ley numero 4207.
Para queja :
RUSÇA:
КУРИТЬ ЗАПРЕЩЕНО.
Здесь потребление табачных изделий запрещено. Все кто потребляют, и
ответственные лица, которые не предотвращают потребление, будут
оштрафованы на основании Закона 4207.
Для жалобы:
ARAPÇA:
‫ممنوع التدخين‬
‫ يعاقب بغرامة مالية كل من يدخن السجائر‬.‫ تدخين السجائر وجميع منتجات التبغ في هذا المكان‬r‫ باتا‬r‫يمنع منعا‬
.4207 ‫أو منتجات التبغ او يسمح بالتدخين بموجب أحكام القانون رقم‬
:‫لتلقي الشكاوى‬
EK-3
EK-4
İNGİLİZCE:
LEGAL DISCLAIMER
CIGARETTE AND OTHER TOBACCO PRODUCTS ARE NOT ALLOWED TO
BE SOLD TO THOSE UNDER 18; LEGAL ACTION IS INITIATED AGAINST
THE SELLERS.
FRANSIZCA:
AVERTISSEMENT LÉGAL
LA VENTE DE CIGARETTES ET DU TABAC EST INTERDITE AUX MOINS DE
18 ANS; LES VENDEURS SERONT POURSUIT EN JUSTICE.
ALMANCA:
GESETZLICHE WARNUNG:
DER VERKAUF VON ZIGARETTEN UND ANDEREN TABAKWAREN AN
PERSONEN UNTER 18 JAHREN IST VERBOTEN; ZUWIDERHANDLUNGEN
WERDEN STRAFRECHTLICH VERFOLGT.
İSPANYOLCA:
ADVERTENCIA LEGAL:
EL CIGARRO Y OTROS PRODUCTOS DE TABACO NO PUEDEN VENDERSE
A PERSONAS QUIENES SON MENORES DE 18 AÑOS; EL PROCEDIMIENTO
LEGAL SE HACE A LAS PERSONAS QUE VENDEN.
RUSÇA:
ОФИЦИАЛЬНОЕ ПРЕДУПРЕЖДЕНИЕ:
ПРОДАЖА СИГАРЕТ И ДРУГИХ ТАБАЧНЫХ ИЗДЕЛИЙ ЛИЦАМ, НЕ
ДОСТИГШИМ 18 ЛЕТ, ЗАПРЕЩЕНА; ЛИЦА, КОТОРЫЕ НАРУШАЮТ ЭТОТ
ЗАПРЕТ, БУДУТ ПРИВЛЕЧЕНЫ К АДМИНИСТРАТИВНОЙ
ОТВЕТСТВЕННОСТИ.
ARAPÇA:
:‫تحذير قانوني‬
‫ ستطبق‬،‫ سنة‬18 ‫ بيع السجائر ومنتجات التبغ الخرى الى الشخاص الذين تقل أعمارهم عن‬r‫ باتا‬r‫يمنع منعا‬
.‫الجراءات القانونية بحق البائع المخالف‬
EK-5
1. Sigara içenler genç yaşta ölür.
2. Sigara içmek damarları tıkar, kalp krizine ve felçlere neden olur.
3. Sigara içmek ölümcül akciğer kanserine neden olur.
4. Hamile iken sigara içmek bebeğe zarar verir.
5. Çocukları koruyun: Dumanınızı onlara solutmayın.
6. Sağlık kuruluşları sigarayı bırakmada size yardımcı olabilir.
7. Sigara içmek yüksek derecede bağımlılık yapar, başlamayın.
8. Sigarayı bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini azaltır.
9. Sigara içmek ağrılı ve yavaş bir ölüme neden olabilir.
10.Sigarayı bırakmak için doktorunuzdan ve size en yakın sağlık ocağından yardım
isteyin.
11. Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur.
12. Sigara içmek cildin erken yaşlanmasına neden olur.
13. Sigara içmek spermlere zarar vererek doğurganlığı azaltır.
14.Sigara dumanında benzen, nitrozamin, formaldehit ve hidrojensiyanit gibi kanser
yapıcı maddeler bulunur.
Not:Yukarıdaki sağlık uyarılarında, sigar dışındaki diğer tütün ürünleri için “sigara”
kelimesi yerine “tütün ürünleri” kelimesi kullanılabilir.
EK-6
İngilizce:
1. Smokers die younger.
2. Smoking clogs the arteries and causes heart attacks and strokes.
3. Smoking causes fatal lung cancer.
4. Smoking when pregnant harms your baby.
5. Protect children: don't make them breathe your smoke.
6. Your doctor or your pharmacist can help you stop smoking.
7. Smoking is highly addictive, don't start.
8. Stopping smoking reduces the risk of fatal heart and lung diseases.
9. Smoking can cause a slow and painful death.
10. Get help to stop smoking: (telephone/postal address/internet address/consult your
doctor/pharmacist).
11. Smoking may reduce the blood flow and causes impotence.
12. Smoking causes ageing of the skin.
13. Smoking can damage the sperm and decreases fertility.
14. Smoke contains benzene, nitrosamines, formaldehyde and hydrogen cyanide.
Fransızca:
1. Les fumeurs meurent prématurément.
2. Fumer bouche les artères et provoque des crises cardiaques et des attaques
cérébrales.
3. Fumer provoque le cancer mortel du poumon.
4. Fumer pendant la grossesse nuit à la santé de votre enfant.
5. Protégez les enfants: ne leur faites pas respirer votre fumée.
6. Votre médecin ou votre pharmacien peuvent vous aider à arrêter de fumer.
7. Fumer crée une forte dépendance, ne commencez pas.
8. Arrêter de fumer réduit les risques de maladies cardiaques et pulmonaires
mortelles.
9. Fumer peut entraîner une mort lente et douloureuse.
10. Faites-vous aider pour arrêter de fumer: [numéro de téléphone/adresse
postale/adresse internet/consultez votre médecin/pharmacien].
11. Fumer peut diminuer l'afflux sanguin et provoque l'impuissance.
12. Fumer provoque un vieillissement de la peau.
13. Fumer peut nuire aux spermatozoïdes et réduit la fertilité.
14. La fumée contient du benzène, des nitrosamines, du formaldéhyde et du cyanure
d'hydrogène.
Almanca;
1. Raucher sterben früher.
2. Rauchen führt zur Verstopfung der Arterien und verursacht Herzinfarkte und
Schlaganfälle.
3. Rauchen verursacht tödlichen Lungenkrebs.
4. Rauchen in der Schwangerschaft schadet Ihrem Kind.
5. Schützen Sie Kinder - Lassen Sie sie nicht Ihren Tabakrauch einatmen!
6. Ihr Arzt oder Apotheker kann Ihnen dabei helfen, das Rauchen aufzugeben.
7. Rauchen macht sehr schnell abhängig: Fangen Sie gar nicht erst an!
8. Wer das Rauchen aufgibt, verringert das Risiko tödlicher Herz- und
Lungenerkrankungen.
9. Rauchen kann zu einem langsamen und schmerzhaften Tod führen.
10. Hier finden Sie Hilfe, wenn Sie das Rauchen aufgeben möchten: (Telefonnummer/
Postanschrift/Internetadresse/Befragen Sie Ihren Arzt oder Apotheker).
11. Rauchen kann zu Durchblutungsstörungen führen und verursacht Impotenz.
12. Rauchen lässt Ihre Haut altern.
13. Rauchen kann die Spermatozoen schädigen und schränkt die Fruchtbarkeit ein.
14. Rauch enthält Benzol, Nitrosamine, Formaldehyd und Blausäure.
İspanyolca:
1. Fumar acorta la vida.
2. Fumar obstruye las arterias y provoca cardiopatías y accidentes cerebrovasculares.
3. Fumar provoca cáncer mortal de pulmón.
4. Fumar durante el embarazo perjudica la salud de su hijo.
5. Proteja a los niños: no les haga respirar el humo del tabaco.
6. Su médico o su farmacéutico pueden ayudarle a dejar de fumar.
7. El tabaco es muy adictivo: no empiece a fumar.
8. Dejar de fumar reduce el riesgo de enfermedades mortales de corazón y pulmón.
9. Fumar puede ser causa de una muerte lenta y dolorosa.
10. Ayuda para dejar de fumar: [número de teléfono/dirección postal/dirección
Internet/Consulte a su médico o farmacéutico].
11. Fumar puede reducir el flujo sanguíneo y provoca impotencia.
12. Fumar provoca el envejecimiento de la piel.
13. Fumar puede dañar el esperma y reduce la fertilidad.
14. El humo contiene benceno, nitrosaminas, formaldehído y cianuro de hidrógeno.
EK-7
YASAL UYARI:
4207 SAYILI KANUN GEREĞİ
BU ALAN TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TÜKETİMİNE AYRILMIŞTIR.
18 YAŞINI DOLDURMAYAN
KİŞİLERİN BU ALANA
GİRMESİ YASAKTIR.
EK-8
İNGİLİZCE:
LEGAL DISCLAIMER
SMOKING IS PERMITTED IN THIS AREA PURSUANT TO LAW NO. 4207.
THOSE UNDER 18 ARE NOT ALLOWED TO ENTER THIS AREA.
FRANSIZCA:
AVERTISSEMENT LÉGAL
EN VERTU DE LA LOI 4207, CET ESPACE EST RÉSERVÉ À LA
CONSOMMATION DU TABAC. L’ENTRÉE À CET ESPACE DES MOINS DE 18
ANS EST INTERDITE.
ALMANCA:
GESETZLICHE WARNUNG:
GEMÄSS GESETZ 4207 IST DIESER BEREICH ZUM KONSUMIEREN VON
TABAKWAREN EINGETEILT. DAS BETRETEN DURCH PERSONEN UNTER
18 JAHREN IST UNTERSAGT.
İSPANYOLCA:
ADVERTENCIA LEGAL:
DE ACUERDO CON LA LEY NUMERO 4207, ESTA AREA HA SIDO
SEPARADA PARA EL CONSUMO DE LOS PRODUCTOS DE TABACO. LA
ENTRADA A ESTA AREA DE LAS PERSONAS QUE SON MENORES DE 18
AÑOS DE EDAD ESTA PROHIBIDA.
RUSÇA:
ОФИЦИАЛЬНОЕ ПРЕДУПРЕЖДЕНИЕ:
НА ОСНОВАНИИ ЗАКОНА 4207, ЭТА ПЛОЩАДКА ВЫДЕЛЕНА ДЛЯ
ПОТРЕБЛЕНИЯ ТАБАЧНЫХ ИЗДЕЛИЙ. ЛИЦАМ, НЕ ДОСТИГШИМ 18 ЛЕТ,
ВХОД НА ЭТУ ПЛОЩАДКУ ЗАПРЕЩЕН.
ARAPÇA:
:‫تحذير قانوني‬
‫ ممنوع الدخول الى هذا المكان‬. 4207 ‫هذا المكان مخصص لتدخين منتجات التبغ بموجب أحكام القانون رقم‬
.‫ سنة‬18 ‫للشخاص الذين تقل أعمارهم عن‬
[R.G. 17 Nisan 2010 – 27555]
—— • ——
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından:
KAMU İDARELERİNİN DENETİM ELEMANLARINCA YAPILACAK
TESPİTLER HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK
MADDE 1 – 27/9/2008 tarihli ve 27010 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kamu
İdarelerinin Denetim Elemanlarınca Yapılacak Tespitler Hakkında Yönetmeliğin 1 inci
maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(1) Bu Yönetmeliğin amacı, kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi
mevzuatları gereğince, işyerlerinde yapacakları her türlü soruşturma, denetim ve incelemeler
sırasında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yönünden sigortalı
olması gerekenlerin sigortalı olup olmadığının tespiti ile sigortasız çalıştırılanların ve tespitler
sırasında kanuna göre sigortalı sayılanların prime esas kazançlarının ve/veya sigortalı gün
sayılarının eksik bildirilmesine ilişkin tespitlerin Kuruma bildirimini düzenlemektir.”
MADDE 2 – Yönetmeliğin 2 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“(1) Bu Yönetmelik, kamu idarelerinin denetim elemanlarınca 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yönünden sigortalı olması gerekenlerin sigortalı
olup olmadıklarının ve Kanuna göre sigortalı sayılanların prime esas kazançlarının ve/veya
sigortalı gün sayılarının eksik bildirilmesine ilişkin tespitlerin Kuruma bildirimlerini kapsar.”
MADDE 3 – Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan
“Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı” ibaresi “Sosyal Güvenlik Kurumunu” olarak
değiştirilmiştir.
MADDE 4 – Yönetmeliğin 5 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen “çalıştıranların”
ibaresi “çalıştırılanların” olarak değiştirilmiştir.
MADDE 5 – Bu Yönetmelik hükümleri yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer.
MADDE 6 – Bu Yönetmelik hükümlerini Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı yürütür.
Yönetmelikte Değişiklik Yapan Yönetmeliğin Yayımlandığı Resmî Gazete'nin
Tarihi
Sayısı
27/9/2008
27010
[R.G. 17 Nisan 2010 – 27555]
—— • ——
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kararı
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığından:
31/12/2009 tarihi itibari ile 1 inci dereceye yükselip 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanununun 32 nci maddesi uyarınca 31/12/2009 tarihinden geçerli olmak üzere ilk defa
birinci sınıfa ayrılma incelemesine tabi tutulan Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının
adlarını gösterir liste aşağıda gösterilmiştir.
Sürelerini bitirdikleri halde bu listede adlarını göremeyenler yayım tarihinden itibaren 1
ay içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na yazılı başvurmak sureti ile durumlarının
incelenmesini isteyebilirler.
HAKİM SINIFI
Sicil No
39618
39907
40858
40874
40912
40935
40936
40977
Sicil No
40793
Adı ve Soyadı
Görev Yeri
Selşah EKER TİRYAKİ
Kazan
Gül ÇALIK
Çubuk
Engin BEDİR
Tavşanlı
Hasan ÖZCAN
Yargıtay
Erdoğan SARAÇ
Yargıtay
Cemal KÖK
Mudanya
Uğur Güçlü ALTINTAŞ
Alanya
Alime
DEMİRKAN Kırşehir
BAYEZİT
Pınar TAŞKIRAN
İznik
Mehmet KÖSE
Yargıtay
Taner AKINCI
Kilis
Semra ÖZDİNÇ
Ayvalık
Özlem UĞUR EKİNCİ
İncirliova
Şengül AYGÜN DÜNDAR
Yargıtay
Erhan ASİLSOY
Kaman
Merih BALKAYA
Akşehir
Savaş ÇELİK
Yargıtay
Yakup MACİT
İskenderun
Muhammed YAVUZ
Şarkışla
Mehmet YILDIZ
Yargıtay
Rıza TİRYAKİ
Keşan
SAVCI SINIFI
Adı ve Soyadı
Görev Yeri
Hamza ÖZEY
Silivri
40905
Sinan TÜR
Korkuteli
41451
Tuncay ÇOBAN
Amasya
41480
Mustafa Kemal ARGİN
Çorlu
42202
İbrahim KESKİN
Serik
41847
42126
42181
Ahmet Hamdi ÇELİK
Berrak YILMAZ
Şükran AGAMOLA
Bakanlık Yetkili
Anayasa Mahkemesi
Lapseki
41021
41051
41897
41965
42079
42136
42146
40883
41015
41063
41916
42014
42134
[R.G. 17 Nisan 2010 – 27555]
—— • ——
Anayasa Mahkemesi Kararları
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı
: 2007/63
Karar Sayısı : 2009/152
Ünvanı
Hâkim
Hâkim
Hâkim
Tetkik Hâkimi
Tetkik Hâkimi
Hâkim
Hâkim
Hâkim
Hâkim
Tetkik Hâkimi
Hâkim
Hâkim
Hâkim
Tetkik Hâkimi
Hâkim
Hâkim
Tetkik Hâkimi
Hâkim
Hâkim
Tetkik Hâkimi
Hâkim
Ünvanı
Cumhuriyet
Savcısı
Cumhuriyet
Savcısı
Cumhuriyet
Savcısı
Cumhuriyet
Savcısı
Cumhuriyet
Savcısı
Tetkik Hâkimi
Raportör
Cumhuriyet
Savcısı
Karar Günü : 5.11.2009
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi Ali TOPUZ, Haluk
KOÇ ve 121 Milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 18.4.2007 günlü, 5625 sayılı Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un;
1- 1. maddesiyle 16.7.1997 günlü, 4283 sayılı Yap–İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi
Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında
Kanun’un geçici 3. maddesinin (B) fıkrasının sonuna eklenen bendin,
2- 2. maddesiyle 4283 sayılı Yasa’nın geçici 4. maddesine eklenen fıkranın,
Anayasa’nın Başlangıcı ile 2., 7., 8., 9., 11., 138. ve 168. maddelerine aykırılığı savıyla
iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
…………………………………………………………………
VI- SONUÇ
18.4.2007 günlü, 5625 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun’un;
1- 1. maddesiyle 16.7.1997 günlü, 4283 sayılı Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi
Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında
Kanun’un geçici 3. maddesinin (B) fıkrasının sonuna eklenen bendin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mustafa YILDIRIM,
A. Necmi ÖZLER ile Şevket APALAK’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- 2. maddesiyle 4283 sayılı Yasa’nın geçici 4. maddesine eklenen fıkranın
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
5.11.2009 gününde karar verildi.
[R.G. 15 Nisan 2010 – 27553]
—— • ——
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı
: 2006/120
Karar Sayısı : 2009/151
Karar Günü : 5.11.2009
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi Kemal ANADOL ve
Haluk KOÇ ile Birlikte 118 Milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 1.7.2006 günlü, 5538 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer
Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 35.
maddesi ile 2.9.1983 günlü, 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının
Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Ek Madde 8’in Anayasa’nın 2.,
6., 7., 8., 11., 130. ve 131. maddelerine aykırılığı savıyla iptaline ve yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
……………………………………………
VII- SONUÇ
1.7.2006 günlü, 5538 sayılı Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 35. maddesiyle 2.9.1983 günlü, 78
sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname’ye eklenen Ek Madde 8’in:
1- Birinci ve ikinci tümcelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Üçüncü tümcesinin;
a- “… sınavlara katılabilecekler …” sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Kalan kısmının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya
KANTARCIOĞLU, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
3- Üçüncü tümcesinde yer alan ”… sınavlara katılabilecekler …” sözcüklerinin iptal
edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte
görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 53. maddesinin
dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince, bu sözcüklere ilişkin İPTAL HÜKMÜNÜN,
KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY
SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
5.11.2009 gününde karar verildi.
[R.G. 15 Nisan 2010 – 27553]
—— • ——
Yargıtay Kararı
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinden:
Esas No : 2009/13195
Karar No
: 2010/3576
YARGITAY İLAMl
Davacılar Erem Sofuoğlu ve Ekrem Sofuoğlu ile davalı Nüfus Müdürlüğü arasındaki
davada Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay'ca incelenmeksizin
kesinleşmiş bulunan 5/5/2008 günlü ve 2008/102-2008/186 sayılı kararın yürürlükteki hukuka
aykırı olduğu savıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 19/11/2009 gün ve Hukuk2009/254881 sayılı yazısıyla kanun yararına temyiz edilerek bozulması istenilmiş olmakla,
dosyadaki tüm kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Davacılar dava dilekçesinde, nüfus kütüğündeki "Sofuoğlu" olan soyadlarının "Çelik"
olarak değiştirilmesini istemişlerdir.
Dosya içindeki davacıların nüfus kaydının incelenmesinden, hüküm tarihinde ergin
olmayan davacıların soyadı Çelik iken Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/12/2003
gün 2003/986 Esas, 2003/1401 Karar sayılı ilamı ile Sofuoğlu olarak değiştirildiği
anlaşılmaktadır.
29/4/2006 günlü, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Yasası'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendine göre; "Aynı konuya ilişkin olarak nüfus kaydının düzeltilmesi davası
ancak bir kere açılabilir." hükmü karşısında davanın reddi gerekirken yukarıda belirtilen Yasa
hükmüne aykırı şekilde davanın kabulü doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temyiz
itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.'nun 427. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak
kaydıyla kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile
dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 9/3/2010 gününde
oyçokluğuyla karar verildi.
Karşı Oy:
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Yasasının 36/1-b maddesi ve bendinin birinci cümlesinde
aynı konuya ilişkin olarak nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ancak bir kere açılabileceği,
son cümlesinde de Nüfus Müdürlüğünün soyadı değişikliğinde eş ve ergin olmayan
çocukların soyadını da düzelteceği öngörülmüştür. Dosya içindeki nüfus aile kayıt tablosu ve
karar örneğinde davacının babası Ramazan Çelik'in soyadının Konya 4. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 11/12/2003 gün ve 2003/986-1401 sayılı kararıyla Çelik iken Sofuoğlu olarak
değiştirildiği ve davacının doğum tarihine göre babasının soyadının düzeltildiği tarihte reşit
olmadığından babasının düzeltilen soyadına göre idari olarak soyadı düzeltimi yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Davacının babası tarafından açılmış dava sonunda soyadının Nüfus Müdürlüğü
tarafından yukarıda sözü edilen madde hükmü gereğince değiştirilmiş olması halinde davacı
tarafından açılmış bir davadan sözedilemez. İdari nitelikteki soyadı değişikliğinin, aynı
konuya ilişkin nüfus kaydının düzeltilmesi davasının ancak bir kere açılabileceği hükmü
kapsamında değerlendirilmesi haklı nedenlerin varlığı halinde davacının dava açma hakkını
engellemesi sonucunu doğuracağından çoğunluğun davacının babası tarafından dava açmak
suretiyle yapılmış bir soyadı düzeltmesi bulunduğu takdirde davanın reddi gerektiği yolundaki
görüşüne katılmıyoruz. Bu halde mahkemenin soyadı değişikliği davasını kabul etmesinde bir
isabetsizlik bulunmadığından kanun yararına temyiz isteminin reddi gerektiği görüşündeyiz.
[R.G. 16 Nisan 2010 – 27554]
—— • ——
Yüksek Seçim Kurulu Kararı
Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığından:
Karar No : 264
-KARARBaşkanlık Makamınca Kurulumuza sunulan 30/01/2010 tarihli, C.05.0.İMİ.0.88 sayılı
yazıda aynen; “5749 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanunla değiştirilen 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanunun;
10. maddesinin birinci fıkrasına; “Yurt dışında bulunan vatandaşların oy
kullanmalarıyla ilgili seçim işlerini yönetmek üzere Ankara İl Seçim Kuruluna bağlı Yurt Dışı
İlçe Seçim Kurulu oluşturulur. İhtiyaç duyulması halinde birden fazla yurt dışı ilçe seçim
kurulu teşkil edilebilir.”
13. maddesi olarak; “Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulunun oluşturulmasını ve yurt dışında
bulunan vatandaşların oy kullanmalarını sağlamak üzere gerekli düzenlemeler yapmak”
28. maddesinin (B) fıkrasına (8) numaralı bent olarak; “8. Bu Kanuna göre seçmen
olup, yurt dışında bulunan vatandaşların adres kayıt sistemindeki bilgilerine dayalı olarak
oluşturulan bilgiler topluluğuna “Yurt Dışı Seçmen Kütüğü” denilir.”
hükümleri eklenmiş olup, aynı Kanunun,
33. maddesinin birinci fıkrası; “Seçmen kütüğü; adres kayıt sistemindeki bilgiler esas
alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre her yıl yeniden
düzenlenir, sürekli bilgi toplama ile her seçim döneminde güncelleştirilir.”
35. maddesi başlığı ile;
“Yurt dışı seçmen kütüğü”
“Yurt dışı seçmen kütüğü, adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim
Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde oluşturulur.”
şeklinde değiştirilmiştir.
Anılan Kanun hükümleri gereğince Yüksek Seçim Kurulunun 16/01/2010 tarihli,
2010/22 sayılı kararı ile Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu oluşturulmuştur.
Yine, 298 sayılı Kanunun 94/A maddesinde; Yurt dışı seçmenlerin, milletvekili genel
seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halkoylamasında oy verebilecekleri ve Yurt dışı
seçmenlerin sadece seçime katılan siyasi partilere oy verebilecekleri ile Yurt dışı seçmenlerin
sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinden hangisine
göre oy kullanacağına yabancı ülkenin durumuna göre Dışişleri Bakanlığının görüşünü alarak
Yüksek Seçim Kurulunca karar verileceği,
94/E maddesinin birinci fıkrasında da; Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı bulunan
seçmenlerin seçimin yapılacağı günün yetmişbeş gün öncesinden başlamak üzere seçim günü
saat 17:00’a kadar yurda giriş ve çıkışlarında gümrük kapılarında kurulacak seçim
sandıklarında oy kullanabilecekleri,
belirtilmiştir.
Bununla birlikte, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanunun Kuruluş ve Tanımlar başlıklı 28. maddesinin sekizinci fıkrasında; “Bu
Kanuna göre seçmen olup, yurt dışında bulunan vatandaşların adres kayıt sistemindeki
bilgilerine dayalı olarak oluşturulan bilgiler topluluğuna "Yurt Dışı Seçmen Kütüğü" denilir.”
hükmü ile,
Aynı Kanunun Seçmen Kütüğü Düzenlenmesi başlıklı 33. maddesinin birinci fıkrasında
da; “Seçmen kütüğü; adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca
belirlenecek usul ve esaslara göre her yıl yeniden düzenlenir, sürekli bilgi toplama ile her
seçim döneminde güncelleştirilir.”
hükmü yer almaktadır.
Bundan ayrı olarak, Yüksek Seçim Kurulunca kabul edilen ve Resmi Gazetenin
04/11/2008 günlü, 27044 sayılı nüshasında yayınlanan 2008/260 sayılı kararına ekli Yüksek
Seçim Kurulu Birimlerinin Kuruluş ve Görevleri ile Personelin Göreve Alınma, Yer
Değiştirme, Yükselme, Görevden Uzaklaştırma, Sicil ve Disiplin İşleri Hakkında Genelgenin
Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünün Görevleri başlıklı 7. maddesinin birinci bendinde,
seçmen kütüğünü ve yurt dışı seçmen kütüğünü oluşturmak, güncelleştirmek, seçmen ve
seçimle ilgili tüm bilgileri toplamak, saklamak, kullanılır hale getirmek ve gerekli yerlere
ulaştırmak olarak Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.
Bu nedenle, yukarıda açıklanan Kanun hükümleri gereğince; Yurt dışı seçmen
kütüğünün düzenlenmesi, Yurt dışı seçmenlerin sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya
elektronik oylama yöntemlerinden hangisine göre oy kullanacaklarının belirlenmesi amacıyla
Dışişleri Bakanlığının da görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulunun kararına esas bir
çalışmanın yapılması için komisyon kurulmasına karar verilmesini takdirlerinize arz ederim.”
denilmiş ve 30/01/2010 tarihli, 264 sayılı kararımız ile Kurulumuz Başkanvekili Kırdar
ÖZSOYLU Başkanlığında, Üyeler Mehmet KILIÇ, M. Zeki ÇELEBİOĞLU ve Halim
AŞANER’den oluşturulan komisyon yurt dışı seçmen kütüğü düzenlenmesine esas genelge
çalışmasını tamamlamış olmakla, konu ve komisyonca hazırlanan rapor ve genelge taslağı
incelenerek;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
5749 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunla
değiştirilen 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun
10. maddesinin birinci fıkrasına, 13. maddesine, 28. maddesinin (B) fıkrasının (8) numaralı
bendine eklenen ve aynı Kanunun 33. maddesinin birinci fıkrası ile 35. maddesinde yapılan
değişiklikler çerçevesinde Yüksek Seçim Kurulunun 16/01/2010 tarihli, 2010/22 sayılı kararı
ile Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu oluşturulmuştur.
Yine, 298 sayılı Kanunun 94/A maddesinde; Yurt dışı seçmenlerin, milletvekili genel
seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halkoylamasında oy verebilecekleri ve Yurt dışı
seçmenlerin sadece seçime katılan siyasi partilere oy verebilecekleri ile Yurt dışı seçmenlerin
sandık, gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinden hangisine
göre oy kullanacağına yabancı ülkenin durumuna göre Dışişleri Bakanlığının görüşünü alarak
Yüksek Seçim Kurulunca karar verileceği,
94/E maddesinin birinci fıkrasında da; Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı bulunan
seçmenlerin seçimin yapılacağı günün yetmişbeş gün öncesinden başlamak üzere seçim günü
saat 17:00’a kadar yurda giriş ve çıkışlarında gümrük kapılarında kurulacak seçim
sandıklarında oy kullanabilecekleri,
öngörülmüştür.
Ayrıca, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanunun Kuruluş ve Tanımlar başlıklı 28. maddesinin sekizinci fıkrasında Yurt Dışı Seçmen
Kütüğünün tanımı yapılmış ve aynı Kanunun 33. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak
Seçmen Kütüğünün Düzenlenmesi, 35. maddesinde ise yurt dışı seçmen kütüğünün adres
kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar
çerçevesinde oluşturulması belirtilmiştir.
Bundan ayrı olarak, 298 sayılı Kanununun 28 ve 29. madde hükümleri gereği Yüksek
Seçim Kurulunca kabul edilen ve Resmi Gazetenin 04/11/2008 günlü, 27044 sayılı
nüshasında yayımlanan 2008/260 sayılı kararına ekli Yüksek Seçim Kurulu Birimlerinin
Kuruluş ve Görevleri ile Personelin Göreve Alınma, Yer Değiştirme, Yükselme, Görevden
Uzaklaştırma, Sicil ve Disiplin İşleri Hakkında Genelgenin Seçmen Kütüğü Genel
Müdürlüğünün Görevleri başlıklı 7. maddesinin birinci bendinde, seçmen kütüğünü ve yurt
dışı seçmen kütüğünü oluşturmak, güncelleştirmek, seçmen ve seçimle ilgili tüm bilgileri
toplamak, saklamak, kullanılır hale getirmek ve gerekli yerlere ulaştırmak olarak Seçmen
Kütüğü Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.
Bu nedenle, Yurt Dışı Seçmen Kütüğü oluşturulmasını teminen Nüfus ve Vatandaşlık
İşleri Genel Müdürlüğünün adres kayıt sisteminden seçmen niteliğini taşıyan kişilere ait
kayıtların, Kurulumuz Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü Bilgisayar destekli Merkezi Seçmen
Kütüğü (SEÇSİS)’ ne aktarılmasının usul ve esaslarını göstermek amacıyla hazırlanan ekteki
“Yurt Dışı Seçmen Kütüğü Genelgesi”nin Örnek 140/II olarak kabul edilerek yürürlüğe
konulması uygun bulunmuştur.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yurt dışı seçmen kütüğünün düzenlenmesine esas olacak Örnek 140/II sayılı Yurt
Dışı Seçmen Kütüğü Genelgesinin kabul edilerek yürürlüğe konulmasına,
2- Ekli genelgenin bu karar metnine dahil olduğuna,
3- Karar örneğinin ve eki genelgenin seçime katılma hakkına sahip siyasi partilerin
genel başkanlıklarına ve Kurulumuz İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı ile Seçmen Kütüğü
Genel Müdürlüğü ile Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu Başkanlığına ve Ankara İl Seçim Kurulu
Başkanlığına gönderilmesine,
4- Karar ve eki genelgenin Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile dış temsilciliklere
gönderilmesine,
5- Karar ve eki genelgenin Resmi Gazetede yayımlanmasına,
6- Karar özeti ve eki genelgenin Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu aracılığıyla
20/04/2010 gününden itibaren 30 gün süreyle duyuru olarak yayımlanmasına,
10/04/2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Başkan
Ali EM
Başkanvekili
Kırdar ÖZSOYLU
Üye
Mehmet KILIÇ
Üye
Bahadır
DOĞUSOY
Üye
Hüseyin EKEN
Üye
Mehmet KÜRTÜL
Üye
M. Zeki
ÇELEBİOĞLU
Üye
Muharrem
COŞKUN
Üye
Nilgün İPEK
Üye
Turan
KARAKAYA
Üye
Halim AŞANER
YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜ GENELGESİ
(Örnek: 140/II)
AMAÇ, KAPSAM VE DAYANAK
MADDE 1- Bu genelge; yurt dışında yaşayan seçmen niteliğini haiz vatandaşların 298
sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Yasanın 14/13, 28/8, 33,
34 ve 35 inci maddeleri uyarınca Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri ile Anayasa
değişikliklerinin halkoyuna sunulmasında oy kullanmalarını sağlamak amacıyla Yurt Dışı
Seçmen Kütüğü oluşturulmasını teminen Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün
adres kayıt sisteminden seçmen niteliğini taşıyan kişilere ait kayıtların, Kurulumuz Seçmen
Kütüğü Genel Müdürlüğü Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü (SEÇSİS)’ ne
aktarılmasının usul ve esaslarını göstermek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu düzenleme; yurt dışı seçmen kütüğüne kayıt esasları, yurt dışı seçmen kütüğüne
kayıt olacaklar, yurt dışı seçmen kütüğüne kayıt olamayacaklar ile yurt dışı seçmen
kütüğünün oluşumuna ilişkin seçmen kayıtlarının ilanı ve itiraza ilişkin esasları
kapsamaktadır.
298 Sayılı Kanunun 35 inci maddesi uyarınca; Yurt dışı seçmen kütüğü, adres kayıt
sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar
çerçevesinde oluşturulur.
Yine, aynı Kanunun 33 üncü maddesi gereğince; Seçmen Kütüğü, adres kayıt
sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre
sürekli bilgi toplama ile güncelleştirilir.
Sürekli güncelleştirme ve genel denetleme yöntem ve teknikleriyle Seçmen Kütüğü
Genel Müdürlüğünün bilgi işlem, ilke ve yöntemleri Yüksek Seçim Kurulunca düzenlenecek
ayrı genelgelerle belirlenir.
YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNE KAYIT ESASLARI
MADDE 2- Yurt dışı seçmenlik sıfatının tayininde seçmen kütüğü esas alınır.
Yurt Dışı Seçmen Kütüğü Kayıt Deseninde; T.C. Kimlik No, Adı, Soyadı, Baba ad, Ana
ad, Cinsiyet, Doğum gün, Doğum ay, Doğum yıl, Doğum yer, Nüfus il, Nüfus ilçe, Nüfus
mahalle/köy, Cilt no, Aile sıra no, Sıra no, Durumu, Ülke Kod, Ülke Ad ve varsa Yabancı
Şehir ile Yabancı Adres unsurları yer alır.
Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıt başvurusu kişinin kendisi tarafından yapılmalıdır.
YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNE KAYIT OLACAKLAR
MADDE 3- Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünce, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel
Müdürlüğünün adres kayıt sisteminde kaydı bulunan ve yurt dışında ikamet eden Türk
vatandaşlarından seçmen niteliğini taşıyanlar yurt dışı seçmen kütüğüne kaydedilirler.
Seçmen niteliğine sahip olmasına ve yurt dışında ikamet etmesine rağmen, yurt dışı
seçmen kütüğünde kaydı bulunmayan Türk vatandaşları, adres kayıt sistemine dahil
olabilmeleri için en yakın konsolosluğa başvurarak İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık
İşleri Genel Müdürlüğünce düzenlenen “ADRES BEYAN FORMU”nu doldurup imza
karşılığı verirler ve bu formların yurt dışı temsilciliklerince “konsolosluk.net” sistemine girişi
sağlanır.
YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNE KAYIT OLAMAYACAKLAR
MADDE 4- a) Kısıtlı veya kamu hizmetlerinden yasaklı olanlar,
b) MERNİS kayıtlarında Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası olup da, seçmen
niteliğine sahip olmakla birlikte MERNİS Adres Kayıt Sisteminde (AKS) yurt dışı ülke bilgisi
bulunmayanlar,
c) Silâh altında bulunan erler (izinli olsalar bile),
Yurt Dışı Seçmen Kütüğüne kayıt olamazlar.
YURT DIŞI SEÇMEN KÜTÜĞÜNÜN OLUŞUMUNA İLİŞKİN SEÇMEN
KAYITLARININ İLANI VE İTİRAZ
MADDE 5- Yurt dışı seçmen kütüğünün oluşumuna esas teşkil eden Nüfus ve
Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü adres kayıt sisteminden alınan seçmen niteliğini taşıyan
kişilere ait kayıtlar, Yüksek Seçim Kurulunca www.ysk.gov.tr adresi aracılığı ile internet
ortamında ilan edilir.
Yurt dışı seçmenler, Yüksek Seçim Kuruluna ait www.ysk.gov.tr adresinden “Yurt Dışı
Seçmen Sorgulama” ekranında Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını girip, sorgulama
yaparak durumlarını kontrol edebilirler.
Yüksek Seçim Kurulu, kütüğün oluşumu ile sorgulama yer ve yöntemlerini, Türkiye
Radyo ve Televizyon Kurumu, Yüksek Seçim Kuruluna ait www.ysk.gov.tr adresinden ve
Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile dış temsilciliklerde duyurur.
MADDE 6- Yurt Dışı Seçmen Kütüğüne; seçmenler kendileri ile ilgili olarak, siyasi
partiler ise seçim dönemindeki askı süresi içinde Ankara İl Seçim Kuruluna bağlı Yurt Dışı
İlçe Seçim Kuruluna genel hükümler çerçevesinde itiraz edebilirler. Yurt Dışı İlçe Seçim
Kurulu, itirazları yukarıda açıklanan hükümler çerçevesinde değerlendirir ve kararını verir.
MADDE 7- Bu genelge Yüksek Seçim Kurulunun 10/04/2010 gün ve 2010/264 sayılı
kararı ile Örnek:140/II olarak kabul edilmiştir.
[R.G. 20 Nisan 2010 – 27558]
—— • ——
İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
GÜLCAN YILMAZ/Türkiye Davası*
Başvuru No: 19686/03
18 Mart 2008
Kabuledilebilirliğe İlişkin Karar
OLAYLAR
Gülcan Yılmaz isimli başvuran 1948 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve Uşak’ta ikamet
etmektedir. Başvuran, AİHM huzurunda İzmir Barosu avukatlarından Sn. Atak tarafından
temsil edilmektedir.
Taraflarca sunulduğu şekliyle dava olayları şöyle özetlenebilir.
Başvuran, Uşak’taki bir binanın sahibidir. Belirsiz bir tarihte, başvuran bu binayı
B.Ç.’ye satmayı kabul etmiş, bunun karşılığında belirli miktarda nakit para ve sırasıyla 23
Kasım 1997 ve 23 Aralık 1997 tarihli iki adet tahvil almıştır. Başvuran, tapuyu B.Ç.’ye
devretmiştir. Bu işlemden kısa bir süre sonra, B.Ç., binayı A.G. adında bir kişiye satmış ve
tapu bu kişinin adına kaydedilmiştir.
Başvuranın avukatı, 11 Ağustos 1997 tarihinde, B.Ç.’nin alım satım işlemleri sırasında
başvuranı dolandırdığını, bu nedenle tapu devrinin iptal edilmesi ve tapunun yeniden
başvuran adına kaydedilmesi gerektiğini ileri sürerek Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi’ne B.Ç.
ve A.G. aleyhinde dava açmıştır. Bu bakımdan, başvuranın avukatı arsanın alımı sırasında
B.Ç.’nin dolandırıcılık yaptığını iddia etmiştir. Başvuran ayrıca, Uşak Ceza Mahkemesi’ne
dolandırıcılık suçlamasıyla B.Ç. aleyhinde dava açmıştır.
18 Aralık 1997 tarihinde, Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi, ilk duruşmasını yapmış ve
birçok tanığın ifadesini almıştır. Mahkeme ayrıca, B.Ç. aleyhinde dolandırıcılık suçundan üç
ayrı ceza davasının bulunduğunu kaydetmiştir (başvuranın Uşak Ceza Mahkemesi önünde
başlattığı 1997/691 no.lu dava; D.D. isimli bir kişinin Uşak Ceza Mahkemesi önünde
başlattığı 1997/630 no.lu dava ve Uşak Ağır Ceza Mahkemesi önünde başlatılan 1997/160
no.lu dava). Bu nedenle, mahkeme söz konusu davayla ilgili olduğu saptanan dava
dosyalarının kopyalarını talep etmiştir.
Mahkeme, her seferinde duruşmaları daha ileri bir tarihe ertelemiş ve davanın esasına
ilişkin herhangi bir karar almadan bu davaların sonucunu beklemiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
B.Ç. davaların üçünde de aleyhindeki suçlamalardan beraat etmiş ve Uşak Asliye
Hukuk Mahkemesi sırasıyla 5 Mart 2001, 27 Kasım 2001 ve 5 Mart 2002 tarihlerinde ilgili
dava dosyalarının ve kararlarının kopyalarını almıştır.
Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi, 13 Mart 2002 tarihinde başvuranın davasını
reddetmiştir. Mahkeme, bu karara varırken, ceza mahkemesinin 1997/691 no.lu davada
vermiş olduğu beraat kararına dayanmıştır. Mahkeme, ayrıca davalıların alım satım işlemleri
sırasında kötü niyetle hareket ettiklerine dair dava dosyasında herhangi bir kanıt
bulunmadığına karar vermiştir.
12 Kasım 2002 tarihinde, Yargıtay davanın esasına ilişkin duruşma yaptıktan sonra 13
Mart 2002 tarihli kararı onaylamıştır.
Yargıtay, 24 Şubat 2003 tarihinde, başvuranın karar düzeltme talebini reddetmiştir.
ŞİKAYETLER
Başvuran, yerel mahkemelerin kanıtları değerlendirirken hata yaptıkları ve bu nedenle
adil yargılanma hakkını ihlal ettikleri konusunda şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 6.
maddesine dayandırmıştır.
Başvuran, ayrıca yargılamanın uzun sürmesi konusunda şikayetçi olmuş ve bu
şikayetini AİHS’nin 6/1 maddesine dayandırmıştır.
HUKUK
Başvuran, AİHS’nin 6. maddesi uyarınca yerel mahkeme kararlarının keyfi olduğu
konusunda şikayetçi olmuştur. Başvurana göre, Uşak Asliye Hukuk Mahkemesi kanıtları
değerlendirirken hata yapmıştır.
AİHM, yerel davaların sonuçlarını sorgulayarak “dördüncü derece” temyiz mahkemesi
olarak hareket etmenin kendi görevi olmadığını hatırlatmaktadır. Yerel mahkemelerin görevi,
kanıtların dava olaylarıyla ilintisini değerlendirmek ve usul hukukunun kurallarını uygulamak
ve yorumlamaktır (Vidal / Belçika, A Serisi no. 235-B).
Yargılama sırasında, başvurana mahkemeler önünde üç yargı aşamasında, kişisel
olarak ve avukatı aracılığıyla, davasını açıklaması ve yanlış olduğunu düşündüğü kanıtlara
itiraz etmesi için yeterli imkanlar verilmiştir. Yerel mahkeme kararlarının iç hukuka ve
davanın özel koşullarına dayanılarak verilmediği sonucuna varmak için herhangi bir kanıt
bulunmamaktadır. Bu nedenle, AİHM, yerel mahkemelerin gerçekleri saptarken veya iç
hukuku yorumlarken keyfi veya makul olmayan bir şekilde hareket ettikleri sonucuna varmak
için herhangi bir gerekçe görmemektedir. Bu bakımdan, AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlali söz
konusu değildir.
AİHM, yukarıda anlatılanlar ışığında, başvurunun bu kısmının AİHS’nin 35/3 ve 4.
maddeleri uyarınca dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddedilmesi gerektiği sonucuna
varmıştır.
Başvuran, ayrıca yaklaşık beş yıl yedi ay süren yargılamanın uzunluğu konusunda
şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 6/1 maddesine dayandırmıştır.
Başvuranın yargılamanın makul bir süre içerisinde yapılmadığı konusunda şikayetçi
olmasıyla ilgili olarak, AİHM, yargılama süresinin makul olup olmadığı konusunun davanın
koşulları dikkate alınarak şu kriterler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır:
davanın karmaşıklığı, tarafların tutumu, davayla ilgilenen makamların tutumu ve davada
başvuran için nelerin tehlikede olduğu (Styranowski / Polonya, Hüküm ve Karar Raporları
1998-VII). AİHM, ayrıca, yalnızca devletin sorumlu tutulabileceği gecikmelerin “makul
sürenin” aşıldığı saptamasını haklı çıkarabileceğini hatırlatmaktadır (Papachelas /
Yunanistan, no. 31423/96).
AİHM, söz konusu davaya ilişkin yargılamanın 11 Ağustos 1997 tarihinde başlayıp 24
Şubat 2003 tarihinde sona erdiğini kaydetmektedir. Dolayısıyla, gözönünde bulundurulması
gereken süre 5 yıl 6 aydır. Bu süre zarfında, dava yerel mahkemelerce üç yargı aşamasında
incelenmiştir.
AİHM, ilk derece mahkemesi önündeki yargılamanın (yaklaşık 4 yıl 7 ay) oldukça
uzun sürdüğünü kaydetmektedir. Ancak, AİHM B.Ç. aleyhindeki davaların Uşak Asliye
Hukuk Mahkemesi önünde devam etmekte olan davayla yakından ilgisi olduğu için,
sözkonusu davaların sonucunu beklemenin adaletin düzgün bir şekilde işlemesi için gerekli
olduğu görüşündedir. Ayrıca, ceza davaları sırasında hareketsiz geçen bir dönem olmamıştır.
AİHM, ayrıca yüksek mahkemeler önündeki yargılama sırasında da aşırı bir gecikme
olmadığını gözlemlemektedir. Bu nedenle, AİHM, ilk derece mahkemesinin tutumunun
yargılamanın tamamında önemli ve makul olmayan gecikmelere sebebiyet vermediği
sonucuna varmıştır (mutatis mutandis, Jakesevic / Hırvatistan, no. 18584/05).
AİHM, bu şikayetin dayanaktan yoksun olduğuna ve AİHS’nin 35/3 ve 4. maddesi
uyarınca reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Buna göre, AİHS’nin 29/ 3 maddesinin uygulanmasına son verilmesi uygun olacaktır.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM, OYBİRLİĞİYLE,
Başvurunun kabuledilemez olduğuna karar vermiştir.
—— • ——
NUR RADYO VE TELEVİZYON YAYINCILIĞI A.Ş./Türkiye Davası*
Başvuru No: 6587/03
Strazburg
27 Kasım 2007
İKİNCİ DAİRE
USUL
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 6587/03 no’lu davanın nedeni merkezi
Türkiye’de bulunan Nur Radyo Ve Televizyon Yayıncılığı A.Ş.’nin (“başvuran”) Avrupa
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesinin (“AİHS”) 34. maddesi
uyarınca 27 Ocak 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) yapmış
olduğu başvurudur.
Başvuran, Ankara Barosu avukatlarından G. Çulhanoğlu tarafından temsil
edilmektedir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran radyo yayıncılığı alanında faaliyet gösteren anonim bir şirkettir. Merkezi
İstanbul’da bulunan şirket buradan yayın yapmaktadır.
İskender Ali Mihr 26 Ağustos 1999 tarihinde saat 16:00’da yayınlanan ‘Sohbet’ adlı
programın canlı yayınına ABD’den telefonla katılmıştır.
Yine aynı programın 2 Eylül 1999 tarihli yayınında adıgeçen şahıs dinleyici sorularına
cevap vermiştir.
13 Ekim 1999 tarihinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) bu programlarda
sarf edilen bazı ifadelerin, 3984 sayılı kanunun 4/c) maddesinde zikredilen ‘Anayasanın genel
ilkeleri arasında yer alan ilkelere, demokratik kurallara ve kişilik haklarına’ aykırı yayın
yapılamayacağı ilkesini ihlal ettiği kanaatine varmıştır. Anılan şirkete bu ilkeyi ihlal ettiği
gerekçesiyle daha önce de bir uyarı cezası verildiğini tespit eden RTÜK, 3984 sayılı kanunun
33. maddesi uyarınca sözkonusu radyoya 8 Kasım 1999 tarihinden itibaren geçerli olmak
üzere 180 gün yayın durdurma cezası verilmesini kararlaştırmıştır.
Başvuran ihtilaflı kararın yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle Ankara İdare
Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Bu vesileyle başvuran, kendisine yöneltilen
suçlamaları inkâr ederek depreme dinsel bir izahat getirdiğini, insanların buna inanıp
inanmamakta serbest olduklarını belirtmiştir. Başvuran din ve vicdan özgürlüğünün
anayasayla güvence altına alındığını ve inancını ifade ettiği gerekçesiyle kimsenin
ayıplanamayacağını ve bu nedenle bir yayın organının kapatılamayacağını belirtmiştir.
İdare mahkemesi 25 Kasım 1999 tarihinde bu davanın başvurana bir günlük yayın
durdurma cezası verilmesiyle ilgili bir başka davayla birleştirilmesine karar vermiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
İdare mahkemesi 8 Aralık 1999 tarihinde başvuranın yürütmenin durdurulması
talebiyle yaptığı başvuruyu reddetmiştir. Mahkeme heyetinde yer alan bir hakim,
uygulanabilecek cezaların süresiyle ilgili olarak RTÜK’ün herhangi bir objektif ilke ortaya
koymadığı ve ihtilaf konusu tedbirin ağırlığının nedenlerini ve de bu ağır cezayı haklı kılacak
gerekçeleri mahkemeye bildirmediği gerekçesiyle bu karara muhalefet şerhi koymuştur.
Sözkonusu hakime göre bu ceza, objektif temelden yoksun ve orantısız bir cezaydı.
İdare mahkemesi 22 Şubat 2000 tarihinde başvuranın iptal başvurusunu reddetmiştir.
Bunun üzerine başvuran Danıştay’a temyiz başvurusunda bulunmuştur.
Danıştay 10 Mayıs 2001 tarihinde başvuranın temyiz talebini reddetmiştir.
Danıştay başvuranın karar düzeltme talebini 8 Nisan 2002 tarihinde reddetmiştir. Bu
karar başvurana 5 Ağustos 2002 tarihinde tebliğ edilmiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 10. MADDESİNİN 14. MADDEYLE BAĞLANTILI OLARAK İHLAL
EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran geçici yayın durdurma cezasının düşünce, vicdan, din ve ifade özgürlüğü
hakkına yönelik bir ihlal teşkil ettiğini ileri sürmektedir. Başvuran bu hususta AİHS’nin 9.,
10. ve 14. maddelerine atıfta bulunmaktadır.
AİHM bu şikayetleri AİHS’nin 14. maddesiyle bağlantılı olarak 10. madde yönünden
inceleyecektir.
Hükümet bu sava karşı çıkmaktadır.
A. Kabuledilebilirliğe ilişkin
AİHM başvurunun AİHS’nin 35/3 maddesi bakımından açıkça dayanaktan yoksun
olmadığını ve başkaca herhangi bir kabuledilemezlik gerekçesinin de bulunmadığını tespit
etmektedir. Bu itibarla başvurunun kabuledilebilir ilan edilmesi yerinde olacaktır.
B. Esasa ilişkin
Hükümet, ihtilaf konusu müdahalenin yasayla öngörülmüş olduğunu ve ulusal
dayanışma, toplumsal barış ve refahın korunmasının yanında başkalarının ününün ve
haklarının korunması gibi meşru amaçlar gözettiğine dikkat çekmektedir. Bu çerçevede
Hükümet, Türk Halkını toplumsal, psikolojik ve ekonomik olarak derinden etkileyen bir
felaketin meydana gelmesinin üzerinden bir gün geçtikten sonra sarf edilen bu ifadelerin
toplumu bölünmeye ve hoşgörüsüzlüğe sevk edici nitelikte olduğunu belirtmektedir. Hükümet
başvuranın AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen görev ve sorumluluklarını
yerine getirmediğini savunmaktadır.
Hükümete göre, hoşgörüsüzlükle mücadele insan haklarının korunmasının bir
parçasıdır ve ihtilaf konusu tedbir meşru bir amaç gözetmektedir. Hükümete göre acil bir
sosyal ihtiyaca cevap veren bu tedbir başvuranın çok sayıda yasadışı yayın yaptığı ve bu
yayınların Türkiye Cumhuriyeti Anayasa ve yasalarına aykırı olduğu göz önünde
bulundurulduğunda orantılı bir tedbir idi.
Başvuran bu iddialara itiraz ederek dini yayın yapan radyoların hemen gericilikle
suçlandığı ve sayıca daha çok kapatma tedbirine konu oldukları iddiasında bulunmaktadır.
AİHM ihtilafa konu tedbirin başvuranın AİHS’nin 10/1 maddesiyle korunan ifade
özgürlüğü hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği konusunda tarafların hemfikir olduklarını
kaydetmektedir. Sözkonusu müdahalenin yasayla öngörüldüğü ve AİHS’nin 10/2 maddesi
anlamında meşru bir amaç gözettiği varsayılsa dahi hâlihazırda uyuşmazlık bu müdahalenin
‘demokratik bir toplumda gerekli’ olup olmadığı meselesine dayanmaktadır.
AİHM konuyla ilgili içtihadından kaynaklanan genel ilkeleri esas almaktadır (bkz.,
diğerleri arasında, Handyside – Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976 tarihli karar, prg. 49 ; Özgür
Radyo-Ses Radyo Televizyon Yayın Yapım ve Tanıtım A.Ş., adıgeçen ; Radio France ve
diğerleri – Fransa, no: 53984/00 ; Gündüz – Türkiye, no: 35071/97, prg. 40 ; Giniewski –
Fransa, no: 64016/00, prg. 44 ve 52).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerinden olup toplumun
ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin başlıca koşullarından birini oluşturur. AİHS’nin 10.
maddesinin 2. fıkrasına tabi olmak kaydıyla bu özgürlük, yalnızca olumlu karşılanan ya da
zararsız veya önemsiz olarak algılanan ‘bilgi’ ve ‘fikirler’ için değil; şok edici, zedeleyici yahut
kaygı verici bilgi ve fikirler içinde geçerlidir. ‘Demokratik toplumun’ vazgeçilmezleri olan
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri bunlardır. AİHM, bu ilkelerin yalnızca
yazılı basın için değil aynı zamanda radyo yayıncılığı için de özel bir önemi haiz oldukları
kanaatindedir (Groppera Radio AG ve diğerleri – İsviçre, 13 Ekim 1998 tarihli Komisyon
raporu, prg. 138).
AİHS’nin 10/2 maddesi bağlamında ‘zorunlu’ sıfatı ile ‘acil bir toplumsal ihtiyacın’
varlığı kastedilmektedir. İfade özgürlüğünün kullanılmasına yönelik bir müdahalenin
‘zorunluluğu’ ikna edici surette ortaya konulmalıdır. Kuşkusuz, müdahaleyi haklı kılacak
nitelikte bir ihtiyacın var olup olmadığını değerlendirmek ilk elde ulusal mercilerin görevidir
ve ulusal merciler din ve ahlak ile ilgili kişisel mahrem inançlar alanında ifade özgürlüğü
sözkonusu olduğunda ‘daha geniş’ bir takdir payına sahiptir. (bkz. Otto-Preminger-Enstitüsü –
Avusturya, 20 Eylül 1994 tarihli karar, prg. 50 ve Aydın Tatlav, adıgeçen, prg. 24)Ancak bu
takdir hakkı, AİHM’nin hem yasa ve hem yasanın uygulanmasına ilişkin kararlar üzerinde
uyguladığı denetime tabidir.
Denetim yetkisini kullanırken AİHM, müdahaleyi davanın bütünlüğü içinde ve ihtilaf
konusu ifadelerin muhtevası ve yayınlandığı ortam dikkate alınmak suretiyle
değerlendirmelidir. Özellikle de nizalı tedbirin ‘izlenen meşru amaçlarla orantılı’ olup olmadığı
ve müdahaleyi haklı kılmak için ulusal mercilerce dile getirilen gerekçelerin ‘uygun ve yeterli’
gerekçeler olup olmadığını belirlemek AİHM’nin görevidir. Bu maksatla AİHM, ulusal
makamların sözkonusu olayları makul bir şekilde değerlendirmek suretiyle 10. maddede
belirtilen ilkelere uygun kuralları uyguladıklarından emin olmalıdır.
Bunu yaparken AİHM, AİHS’nin 10. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen hak ve
özgürlükleri kullanan herkesin‘görev ve sorumluluklar’ üstlenmiş olduğu hususunu gözden
kaçırmamalıdır . Dini inanç ve görüşler bağlamında bu görev ve sorumluluklar arasına
başkalarına karşı gereksiz tarzda hakaretamiz, dolayısıyla başkalarının haklarını ihlal eden
ifadeler sarf etmekten mümkün olduğunca kaçınma yükümlülüğü de haklı olarak dahil
edilebilir (Gündüz, adıgeçen, prg. 37). Bununla birlikte hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti haklı
göstermeye, desteklemeye, teşvik etmeye ve yaymaya yönelik ifade biçimlerini
cezalandırmanın hatta önlemenin demokratik toplumlarda gerekli olduğuna hükmedilebilse
dahi, getirilen ‘formalite’ ‘koşul’ ‘kısıtlama’ ya da ‘cezaların’ izlenen meşru amaçla orantılı
olması lazım gelir.
Halihazırda AİHM başvuranın, Mihr cemaati temsilcisi tarafından kendi kanalında
yayınlanan bir program sırasında sarf edilen sözler nedeniyle mahkum edildiğini tespit
etmektedir. Sözkonusu şahıs depremi ‘Allah’ın düşmanlarına’ yönelik ‘Allah’ın ikazı’ olarak
niteleyerek Allah’ın onların ‘ölmelerini takdir ettiğini’ belirtmiş ve günahlarının kurbanı
kimseler olarak tarif ettiği ‘inanmayanların’ ‘akıbeti’ ile Mirh Cemaatine mensup olan
kimselerin akıbeti arasında bir karşılaştırma yapmıştır.
AİHM sarf edilen sözlerin ağır olduğunu ve son derece trajik bir ortamda sarf
edildiklerini kabul etmektedir. AİHM ayrıca bu ifadelerin böylesi bir doğal afete dini bir anlam
yükleyerek batıl inancı, hoşgörüsüzlüğü ve gericiliği telkin etmek suretiyle kendi inancını
yayma niteliği taşıdığını tespit etmiştir. Bununla birlikte AİHM mevcut dava koşullarında,
ifade ettiklerini iddia ettikleri dini anlayış ile yakından ilintilidir. Bu çerçevede, her ne kadar
şok edici ve hakaretamiz olurlarsa olsunlar sözkonusu ifadelerin şiddete teşvik etmediğini ve
kendi dini cemaatlerine mensup olmayan kimselere karşı kine kışkırtmadığını kabul etmek
gerekir.
AİHM ayrıca, müdahalenin orantılılığı tespit edilirken verilen cezaların niteliğinin ve
ağırlığının da dikkate alınması gerektiğine dikkat çekmektedir. Halihazırda AİHM başvuranın
180 günlük yayın durdurma cezasına konu olduğunu tespit etmektedir. Ancak sözkonusu
tedbirin güdülen amaçlarla orantılı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla AİHS’nin 10.
maddesi ihlal edilmiştir.
Varılan bu neticeyi göz önünde bulunduran AİHM AİHS’nin 14. maddesi yönünden
yapılan şikayeti ayrıca incelemeye gerek olmadığı kanaatine varmaktadır (Özgür Radyo-Ses
Radyo Televizyon Yayın Yapım ve Tanıtım A.Ş., adıgeçen, prg. 86).
II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
A. Tazminat
Hakkında ihtilaf konusu tedbir kararının alınmasının ardından süresiz kapatma kararı
verilen radyonun değerini 1.000.000 Euro olarak tahmin eden başvuran toplam zararının
hesaplanması hususunu AİHM’nin takdirine bırakmaktadır.
Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir.
AİHM dosyada sunulan kanıt unsurlarının geçici kapatma kararının yol açtığı maddi
kaybı kesin olarak belirleyebilmesine müsaade etmediği kanaatindedir (bu anlamda, Özgür
Radyo-Ses Radyo Televizyon Yayın Yapım ve Tanıtım A.Ş, prg. 100). Ayrıca, ihlal tespiti
başvuranın uğradığı manevi zarar açısından başlı başına yeterli bir adil tatmin teşkil etmektedir.
B. Yargılama masraf ve giderleri
Başvuran ulusal mahkemeler ya da AİHM önünde yaptığı masraf ve harcamaların
iadesine ilişkin herhangi bir talepte bulunmamıştır.
BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİ İLE
1.
2.
3.
4.
Başvurunun kabuledilebilir olduğuna ;
AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine ;
AİHS’nin 14. maddesi yönünden yapılan şikayeti ayrıca incelemeye gerek olmadığına ;
İhlal tespitinin başvuranın uğradığı manevi zarar için başlı başına yeterli bir adil tatmin
teşkil ettiğine ;
5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine ;
Karar vermiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve
3. paragraflarına uygun olarak 27 Kasım 2007 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
—— • ——
RADERAN İÇEN ve ŞADİYE İÇEN/Türkiye Davası*
Başvuru No: 10268/02
Strazburg
6 Mayıs 2008
İKİNCİ DAİRE
(Dostane Çözüm)
OLAYLAR
Başvuranlar Raderan İçen ve Şadiye İçen T.C. vatandaşı olup sırasıyla 1973 ve 1977
doğumludur ve Diyarbakır’da ikamet etmektedir.
Başvuranlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Diyarbakır barosu
avukatlarından T. Elçi ve G. Abbasioğlu tarafından temsil edilmektedir.
Başvuranlar 14 Temmuz 2001 tarihinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle
Mücadele Şubesi ekipleri tarafından yakalanmışlardır. Başvuranların PKK örgütü mensubu
olmalarından ve bu örgüte yardım ve yataklık etmelerinden şüphelenilmekteydi. Başvuranlar
adli tıp doktoru tarafından muayene edilmelerinin ardından gözaltına alınmışlardır.
Yakalanmaları sırasında yakalanmalarının nedenlerine ilişkin bir tutanak imzalamışlardır.
Gözaltı süresi boyunca başvuranlara polisler tarafından itirafta bulunmaları için zor
kullanılmıştır.
Başvuranlar 16 ve 17 Temmuz 2001 tarihlerinde Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde
yeniden sağlık kontrolünden geçmiştir. Adı geçenlerde hiçbir kötü muamele izine
rastlanmamıştır.
Avukatları 20 Temmuz 2001 tarihinde başvuranları ziyaretinin ardından, özellikle
Raderan İçen’in yeni bir sağlık kontrolünden geçmesini ve gözaltının sonlandırılmasını talep
etmiştir.
Raderan İçen aynı gün Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde muayene edilmiş, adı geçende
herhangi bir kötü muamele izine rastlanmamıştır.
Başvuranlar 23 Temmuz 2001 tarihinde adli tıp doktoru tarafından yeniden muayene
edilmiştir. Hazırlanan raporda başvuranların vücudunda darp ve yara izine rastlanmamıştır.
Adli tıp doktoru Raderan İçen’in elektroşoka maruz kaldığını beyan ettiğini kayıtlara
geçirmiştir. Başvuranlar Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı
karşısına çıkarılmışlar, burada yalnızca Raderan İçen işkenceye maruz kaldığını öne
sürmüştür. Aynı gün nöbetçi hakim karşına çıkan başvuranlar ifadelerini gözleri bağlı ve
baskı altında imzaladıklarını beyan etmişler, ancak kötü muamele iddialarını dile
getirmemişlerdir. Nöbetçi hakim başvuranların tutuklanmalarına karar vermiştir.
31 Temmuz 2001 tarihli bir iddianame ile TCK’nın 168/2 maddesi uyarınca
başvuranlar PKK örgütü üyesi olmakla itham edilmişlerdir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye
çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
Yaklaşık iki ay süren tutukluluğun ardından Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
25 Eylül 2001 tarihli duruşma sırasında başvuranların serbest bırakılmalarına karar vermiştir.
Devlet Güvenlik Mahkemesi 4 Aralık 2001 tarihinde delil yetersizliğinden
başvuranları beraat ettirmiştir.
ŞİKAYET
AİHS’nin 3. maddesine atıfta bulunan başvuranlar polis karakolunda göz altında
bulundukları sırada işkenceye ve insanlık dışı muameleye maruz kaldıklarından şikayetçi
olmaktadırlar. Başvuranlar dövülüp, saçlarının çekildiğini, hakarete uğradıklarını, soğuk
suyun altında çırılçıplak soyulduklarını ve elektroşoka maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.
Başvuranlar ayrıca AİHS’nin 13. maddesine atıfla etkili başvuru yolunun bulunmadığından
yakınmaktadır.
AİHS’nin 5/1 c), 3. ve 4. maddelerine göndermede bunan başvuranlar kendilerine isnat
edilen suçun makul gerekçelerinin olmaması ve kendilerine söylenmemesi çerçevesinde
tutuklanmalarının yasal olmadığını iddia etmektedir. Başvuranlar son olarak gözaltı
süresinden şikayetçidir.
HUKUK
AİHM, Hükümetin izleyen beyanını almıştır:
«Türk Hükümeti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde bulunan başvurunun
dostane çözüme kavuşturulması bakımından başvuranların her birine karşılıksız olarak 2.500
(iki bin beş yüz) Euro ve yargı giderleri için ortaklaşa 200 (iki yüz) Euro ödemeyi taahhüt
eder.
Bu miktar her türlü maddi, manevi zarar ile yargı giderlerini ve harcamaları
kapsamakta olup ilgili dönemdeki her türlü vergiden muaf tutularak ödeme tarihindeki döviz
kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilecek ve AİHM’nin AİHS’nin 37/1 maddesi
gereğince verdiği kararın tebliğ edilmesini izleyen üç ay içinde ödenecektir. Ödemenin
öngörülen üç aylık süre içerisinde yapılmaması durumunda, Hükümet tarafından sözkonusu
sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar geçecek süre için Avrupa
Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz
uygulanacaktır. Bu ödeme davanın nihai halini oluşturacaktır.»
AİHM başvuran tarafın imzaladığı beyanı almıştır:
«Türk Hükümeti’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde bulunan başvurunun
dostane çözüme kavuşturulması bakımından olarak başvuranların her birine karşılıksız 2.500
(iki bin beş yüz) Euro ve yargı giderleri için ortaklaşa 200 (iki yüz) Euro taahhüt eden
beyanını not etmekteyim.
Bu miktar her türlü maddi, manevi zarar ile yargı giderlerini ve harcamaları
kapsamakta olup ilgili dönemdeki her türlü vergiden muaf tutularak ödeme tarihindeki döviz
kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilecek ve AİHM’nin AİHS’nin 37/1 maddesi
gereğince verdiği kararın tebliğ edilmesini izleyen üç ay içinde ödenecektir. Ödemenin
öngörülen üç aylık süre içerisinde yapılmaması durumunda, sözkonusu sürenin bittiği tarihten
itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar geçecek süre için Avrupa Merkez Bankası’nın o
dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanacaktır.
Yapılan bu öneriyi kabul etmekte ve bu başvuruya neden olan olaylarla ilgili Türkiye
Cumhuriyeti aleyhindeki tüm şikayetlerden vazgeçmekteyim. Davanın nihai hale geldiğini
beyan ederim.»
AİHM, tarafların üzerinde uzlaştıkları dostane çözüm antlaşmasını dikkate almakta ve
bu antlaşmanın Sözleşme ve eki Protokollerde tanımlanan İnsan Haklarına saygı ilkesine
uygun olduğuna kanaat getirmektedir (Sözleşmenin 37/1 in fine maddesi). Sonuç olarak
AİHS’nin 29/3 maddesinin uygulanmasına son verilmesi ve davanın kayıttan düşürülmesi
gerekmektedir.
Bu gerekçelere dayalı olarak, AİHM, oybirliğiyle,
Davanın kayıttan düşürülmesine karar vermiştir.
—— • ——
RASİM AYDIN/Türkiye Davası*
Başvuru No: 62597/00
Strazburg
31 Ocak 2008
İKİNCİ DAİRE
USUL
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 62597/00 no’lu davanın nedeni T.C vatandaşı
Rasim Aydın’ın (“başvuran”) Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması
Sözleşmesinin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca 31 Ağustos 2000 tarihinde Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) yapmış olduğu başvurudur.
Başvuran, İstanbul Barosu avukatlarından H. Kaplan, Ayşe Bingöl ve Gülcan Kartal
tarafından temsil edilmektedir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran üzerinde sahte kimlik taşıdığı gerekçesiyle 28 Aralık 1998 tarihinde yakalanarak
gözaltına alınmıştır.
31 Aralık 1998 tarihli iddianamede başvuranın polis sorgusunda PKK üyesi olduğunu ikrar
ettiği ancak daha sonra bu ifadesini savcı ve hakim karşısında inkar ettiği belirtilmiştir.
İddianamede ayrıca iki adet adres defterinin içeriği, grafoloji ekspertizi ve bir adet
yüzleştirme tutanağına yer verilmiştir. Savcı Türk Ceza Kanunu’nun 168/2 maddesinin
uygulanmasını talep etmiştir.
Başvuran 3 Ocak 1999 tarihinde tutuklanmıştır. Başvuranın dosyası İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi’ne sevk edilmiştir.
15 Ocak ve 9 Nisan 1999 tarihlerinde yapılan duruşmalarda İstanbul DGM dosyanın içeriğini
göz önünde bulundurarak başvuranın tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Bu
duruşmalarda başvuran avukatı tarafından temsil edilmiştir.
18 Haziran 1999 tarihinde düzenlenen üçüncü duruşmada başvuran aralarında halen askeri bir
hakimin de bulunduğu İstanbul DGM heyeti karşısında savunmasını sunmuştur. Başvuran
askerlikten kaçmak için kimlik üzerinde tahrifatta bulunduğunu, ancak bu kimliği
kullanmadığını iddia etmiştir. Hakkında yapılan tüm suçlamaları reddeden başvuran
gözaltında tutulduğu sırada kötü muameleye maruz kaldığından yakınmıştır. Başvuran ve aynı
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
suçtan sanık başka bir kimse soruşturma sırasında toplanan delillerin kanundışı olarak elde
edildiğine dikkat çekmişlerdir. İstanbul DGM tutuksuz yargılanma taleplerini reddederek
daha evvel Erzurum DGM’nin başvuran hakkında verdiği beraat kararına ilişkin dosyanın
kendisine gönderilmesini talep etmiştir.
18 Haziran 1999 tarihinde Anayasa’nın 143. maddesinde yapılan bir değişiklikle askeri
hakimler DGM’lerin oluşumundan çıkarılmıştır. Bu doğrultuda 22 Haziran 1999 tarihinde
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluşunu düzenleyen kanunda yapılan değişiklikler
uyarınca DGM’lerdeki askeri hakimler sivil hakimlerle değiştirilmiştir.
25 Ağustos 1999 tarihinde yapılan dördüncü duruşmada başvuranın tutuksuz yargılanma
talebi geri çevrilerek duruşma usul gerekçesiyle 3 Kasım 1999 tarihine ertelenmiştir.
3 Kasım 1999 tarihinde savcı davanın esası hakkındaki mütalaasını, başvuran ise yazılı
savunmasını vermiştir.
Üç sivil hakimden müteşekkil İstanbul DGM Türk Ceza Kanununun 168/2 maddesi temelinde
başvuranı PKK’ya üye olmak suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırmıştır. Karar
gerekçesinde aynı kanun hükmü uyarınca başvuran hakkında Erzurum DGM tarafından
verilen beraat kararına da atıfta bulunulmuştur. İstanbul DGM başvuranın PKK’ya silahlı
militan kazandırılmasına yardımcı olduğunu ve bazı militanların yurtdışına kaçmalarını
sağladığını ortaya koymuştur. Bu kararda bilhassa başvuranın ve bir tanığın soruşturma
sırasında verdiği ifadeler, başvuranın üzerinde bulunan tahrif edilmiş kimlik ve sözkonusu
örgüte ait dokümanlar esas alınmıştır.
Yargıtay 22 Mayıs 2000 tarihinde bu kararı onamıştır.
HUKUK
I. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, kendisini yargılayarak mahkum eden İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi hakim
heyetinde askeri bir hakim bulunduğu cihetle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından adil bir biçimde görülmediğinden yakınmaktadır. Başvuran ayrıca, bir izahat
vermeksizin, sözkonusu mahkeme önünde silahların eşitliği ilkesinden yararlanamadığını ve
savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylığın kendisine tanınmadığından şikayetçi
olmaktadır.
A. Kabuledilebilirliğe ilişkin
AİHM şikayetin AİHS’nin 35/3 maddesi bakımından açıkça dayanaktan yoksun olmadığını
ve başka herhangi bir kabuledilemezlik gerekçesinin bulunmadığını tespit etmektedir. Bu
itibarla şikayetin kabuledilebilir ilan edilmesi yerinde olacaktır.
B. Esasa ilişkin
Hükümet başvuran hakkındaki mahkumiyet kararının 1999 yılı Haziran ayında
gerçekleştirilen reformu müteakip 17 Aralık 1999 tarihinde verildiğine dikkat çekmektedir.
Hükümete göre sözkonusu şikayet açıkça dayanaktan yoksundur.
Hükümet ayrıca başvuranın İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve
tarafsızlığına ilişkin kuşkularına dair gerekçe sunmadığını savunmaktadır.
Başvuran iddialarını yinelemektedir.
AİHM, AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmasına yol açan benzer
davalardakinden farklı bir karara varabilmesi için Hükümet tarafından ikna edici herhangi bir
argüman sunulmadığını gözlemlemektedir (Özel – Türkiye, no: 42739/98, prg. 33-34, 7 Kasım
2002, ve Özdemir – Türkiye, no: 59659/00, prg. 35-36, 6 Şubat 2003).
Esasen mevcut davada da, bu denli ağır suçlamalara cevap veren başvuranın aralarında askeri
yargıya mensup profesyonel bir subayın da bulunduğu bir hakim heyeti karşısına çıkmaktan
endişe duyması anlaşılabilir bir durumdur. Bu nedenle başvuran, İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesinin haksız şekilde kendi davasıyla ilgili olmayan birtakım mülahazaların etkisinde
kalabileceğinden kuşku duymakta haklıdır.
18 Haziran 1999 tarihinde gerçekleştirilen reformu müteakiben 25 Ağustos 1999 tarihli
duruşmada dava dosyasının yalnızca sivil hakimlerden müteşekkil bir hakim heyeti tarafından
incelenmeye devam edildiği doğruysa da, bu durum mevcut davada anılan reform ile 17
Aralık 1999 tarihli karar arasında yapılan iki duruşmada yeni hakim heyeti, askeri hakimin
katılımıyla yürütülen davanın neticesi ve savunma hakları bakımından belirleyici nitelikteki
usul işlemlerinden hiçbirini yenilememiştir (konuyla ilgili tartışma hakkında, bkz. Kabasakal
ve Atar – Türkiye, no: 70084/01 ve 70085701, prg. 33-35, 19 Eylül 2006, bkz., ayrıca, Aslan
ve Şancı – Türkiye, no: 58055/00, prg. 25-27, 5 Aralık 2006, Kutal ve Uğraş – Türkiye, no:
61648/00, prg. 27, 13 Haziran 2006, ve Benli – Türkiye, no: 65715/01, prg. 39, 20 Şubat
2007).
Bu itibarla başvuranın İstanbul DGM’nin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin duyduğu
kuşkular nesnel olarak haklı görülebilir. Mevcut davada bu kuşkuların yalnızca askeri
hakimin sivil bir hakimle değiştirilmesiyle ortadan kaldırılması mümkün olamazdı.
Bu nedenle AİHM, AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır. AİHM,
şikayetin sarahatten yoksun olan diğer kısmını ise incelemeye gerek görmemektedir.
II. AİHS’NİN 7. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
AİHS’nin 7. maddesine atıfta bulunan başvuran, İstanbul DGM’nin daha önce Erzurum DGM
önünde bir yargılamaya konu olan ve beraatıyla sonuçlanan olaylar temelinde kendisini
mahkum ettiğinden şikayetçi olmaktadır.
Hükümet başvuran hakkında Erzurum DGM tarafından beraat kararı verilmesine konu olan
olayların 1993 ila 1997 yıllarında meydana geldiğini, ancak sözkonusu yargılamaya konu
olayların 1998 yılında gerçekleştiğine dikkat çekmektedir.
AİHM, başvuranın, hangi şekilde AİHS’nin 7. maddesinde öngörülen ‘kanunsuz ceza olmaz’
ilkesine aykırı bir mahkumiyet kararına konu edildiğini açıkça belirtmediğini
gözlemlemektedir. Bu nedenle AİHM sözkonusu şikayeti açıkça dayanaktan yoksun olduğu
gerekçesiyle kabuledilemez ilan etmek durumundadır.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
A. Tazminat
Başvuran 20.000 Euro maddi ve 20.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir. Başvuran
maddi tazminat talebine ilişkin herhangi bir belge sunmamıştır.
Hükümet bu talebin mesnetsiz olduğu kanaatindedir.
AİHM mevcut dava koşullarında ihlal tespitinin başlı başına yeterli bir adil tatmin teşkil
ettiğini değerlendirmektedir (bkz. sözgelimi, Kutal ve Uğraş, adıgeçen kararlar).
B. Yargılama masraf ve giderleri
Başvuran ayrıca AİHM önünde yaptığı masraf ve harcamalar için 5.000 Euro talep
etmektedir. Başvuran bu konuda herhangi bir belge sunmamıştır.
Hükümet bu talebin mesnetsiz olduğu kanaatindedir.
AİHM’nin içtihadı uyarınca yargılama masraf ve giderlerinin iadesi ancak bu masraf ve
giderlerin gerçekliği, gerekliliği ve de makul oranda olduğu ortaya konulduğu müddetçe
mümkündür. Yukarıda anılan kıstasları ve başvuranın taleplerini desteklemek üzere herhangi
bir belge sunmadığını göz önünde bulunduran AİHM bu talebi reddeder.
BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİ İLE
2. Başvurunun AİHS’nin 6/1 maddesi yönünden yapılan şikayete ilişkin olarak
kabuledilebilir, geriye kalanının ise kabuledilemez olduğuna ;
2. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun oluşu ve
hakim heyetinde askeri bir hakimin bulunması nedeniyle AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal
edildiğine ;
3. Şikayetin geriye kalanını incelemeye gerek olmadığına ;
4. İhlal tespitinin manevi zarar için başlı başına yeterli bir adil tatmin teşkil ettiğine ;
5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine ;
Karar vermiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve
3. paragraflarına uygun olarak 31 Ocak 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
—— • ——
SEYİTHAN ALPAR/Türkiye*
Başvuru No. 5684/02
27 Mayıs 2008
ÜÇÜNCÜ DAİRE
KABULEDİLEBİLİRLİĞE İLİŞKİN KARAR
OLAYLAR
Başvuran Seyithan Alpar, 1971 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve Mardin’in Midyat
ilçesinde yaşamaktadır. Başvuran, Diyarbakır Barosu avukatlarından F. Gümüş tarafından
temsil edilmiştir.
A. Dava Koşulları
22 Aralık 1992’de başvuran yasadışı bir örgüt olan PKK mensubu olduğu şüphesi ile
Nusaybin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi polis memurlarınca gözaltına
alınmıştır.
18 Ocak 1993’te Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranın tutuklanmasına
karar vermiştir. Cumhuriyet Savcısı, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne sunduğu
iddianamesinde başvuranı, Ceza Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca terörist bir örgüte üye
olmakla ve Devlet topraklarını bölmeyi amaçlayan faaliyetlere dahil olmakla suçlamıştır.
26 Nisan 1993’te Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuran ve diğer on üç sanık
aleyhindeki davayı görmeye başlamıştır.
18 Haziran 1999’da Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa’nın 143. maddesinde
değişiklik yapmış ve askeri hakimler Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yapısından
çıkarılmıştır. 22 Haziran 1999’da Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu’nda yapılan benzer
değişiklikleri müteakiben başvuranın davasına bakan Diyarbakır Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde yer alan askeri hakimin yerini sivil bir hakim almıştır.
8 Temmuz 1999 tarihli duruşmada Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yer
alan askeri hakimin yerini sivil bir hakim almıştır.
8 Mayıs 2000’de Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranı suçlu bulmuş ve müebbet
hapis cezasına çarptırmıştır. Başvuran, karara itiraz etmiştir. Başvuranın yasal temsilcisi,
Yargıtay’dan duruşma yapılmasını talep etmiş ve isteği kabul edilmiştir.
2 Nisan 2001’de Yargıtay, başvuranın temsilcisini dinledikten sonra, duruşmayı
bitirmiş ve taraflara, kararın 11 Nisan 2001 tarihinde açıklanacağını bildirmiştir.
11 Nisan 2001 tarihli duruşmada Yargıtay, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
kararını onayladığını belirtmiştir. Başvuranın temsilcisi, duruşmaya katılmamıştır.
4 Haziran 2001’de Yargıtay kararı, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi kalemine
kaydedilmiştir.
22 Ekim 2001’de başvuranın temsilcisi, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi
kayıtlarından nihai kararın bir nüshasını istemiştir. Nüsha aynı gün kendisine verilmiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
ŞİKAYETLER
Başvuran, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca, kendisini yargılayan ve mahkûm eden
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi heyetinde bir askeri hakimin bulunması nedeniyle
adil bir yargılamaya tabi tutulmadığından şikâyetçi olmuştur. Başvuran, hukuki yargılama
süresinin AİHS’nin 6/1 maddesinin “makul süre” zorunluluğunu aşmasından şikâyetçi
olmuştur.
HUKUK
Başvuran, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca makul sürede bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme tarafından adil bir yargılamaya tabi tutulmadığından şikâyetçi olmuştur.
Hükümet, başvuranın AİHS’nin 35/1 maddesinde öngörülen altı ay kuralına
uymadığını belirtmiştir. Mahkeme’nin Salih Özdemir/Türkiye davasındaki kararına değinen
Hükümet, sözkonusu davadaki altı aylık zaman sınırının, Yargıtay’ın kararını bildirdiği 11
Nisan 2001 tarihinden itibaren işlemeye başladığını ileri sürmüştür. Başvuranın yasal
temsilcisine, 2 Nisan 2001 tarihli duruşmada Yargıtay’ın kararını, 11 Nisan 2001’de
açıklayacağı bildirilmiş olduğu halde, 11 Nisan 2001 tarihindeki duruşmaya katılmadığını ve
22 Ekim 2001’e kadar nihai kararı öğrenmeye teşebbüs etmediğini belirtmiştir.
Başvuran, başvurunun kabuledilebilir olduğunu ileri sürmüştür.
AİHM, başvuranın nihai kararın yazılı bir nüshasını almaya otomatik olarak hak
kazandığı hallerde, AİHS’nin 35/1 maddesinin amaç ve kapsamının en iyi şekilde, altı aylık
sürenin yazılı kararın kendisine bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başladığının kabul
edilmesi ile yerine getirildiğini teyit etmektedir. İç hukukun buna imkan vermediği hallerde,
AİHM, tarafların kararın içeriğinden haberdar edildikleri durumda, kararın kesinleştiği tarihi
başlangıç noktası olarak kabul etmeyi uygun bulmaktadır.
AİHM Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun, mahkeme hükümleri ve kararlarının,
taraflara bildirilmesi gerektiğini öngören 33. maddesine rağmen, kararlarını sanıklara
bildirmenin Yargıtay Ceza Dairelerinin uygulamasına dahil olmadığını gözlemlemektedir.
Sanık ve avukatı Yargıtay kararının ilk derece mahkemesi kalemine tebliğ edildiği tarihten
itibaren kararın bir nüshasını talep edebilir.
Mevcut davada AİHM, başvuranın aleyhindeki davalar sırasında bir avukat tarafından
temsil edildiğini belirtmektedir. Yargıtay taraflara, kararını 11 Nisan 2001 tarihli duruşmada
açıklayacağını belirtmiş olduğu halde, başvuranın yasal temsilcisi duruşmaya katılmamıştır.
Ayrıca, Yargıtay kararı ilk derece mahkemesi sekretaryasına gönderildiği 4 Haziran 2001
tarihinden itibaren başvuran ve avukatının dikkatine sunulmuştur. Dolayısıyla, altı aylık
zaman sınırı, en geç, 4 Haziran 2001 tarihinden itibaren işlemeye başlamıştır. Başvuranın
avukatı, 22 Ekim 2001 tarihinde nihai kararın bir nüshasını edinmiş ve altı aylık zamanın
dolmasından bir gün sonra, 5 Aralık 2001’de başvuruyu AİHM’ye sunmuştur.
Mevcut başvuru, gerekli süre içerisinde sunulmamıştır. Dolayısıyla, AİHM
Hükümet’in itirazını onaylamakta ve başvurunun, AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4.
paragrafları uyarınca kabuledilemez olduğu sonucuna varmaktadır.
Yukarıda kaydedilenler ışığında, AİHS’nin 29/3 maddesinin uygulanmasına son
vermek ve başvuruyu reddetmek uygundur.
Bu gerekçelere dayanarak, AİHM oybirliğiyle
Başvurunun kalan kısmının kabuledilemez olduğu sonucuna varmıştır.
—— • ——
ÜNEL/Türkiye Davası*
Başvuru No:35686/02
Strazburg
27 Mayıs 2008
İKİNCİ DAİRE
USUL
Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (35686/02) no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşı
Sermet Mustafa Ünel’in (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 26 Haziran 2002
tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
Başvuran, AİHM önündeki davası için avukat tayin etmemiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran, 1959 yılı doğumludur ve Ankara’da ikamet etmektedir.
1997 ve 2000 tarihleri arasında başvuran, Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürü
olarak görev yapmaktaydı.
21 Ocak 2000 tarihinde, bir havacılık firmasının sahibi olan A.Ö. başvuran hakkında Ankara
Savcılığı’na şikayette bulunmuştur. A.Ö uçuş izni alabilmek için başvurana para ödemek
zorunda bırakıldığını ileri sürmüştür. A.Ö Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmiş ve
başvuranın uçuş izni vermek için maddi bir karşılık talebinde bulunduğunu beyan etmiştir.
A.Ö. ifadesinde, ilk seferinde talep edilen miktarı ödemesinin ardından, 20 Ocak 2000
tarihine kadar geçerli uçuş izni aldığını ifade etmiştir. Yönetmelikte yapılan düzenlemelerin
ardından A.Ö yeni bir izne ihtiyaç duymuştur. 31 Aralık 1999 tarihinde, A.Ö başvuranın
makamına gitmiştir. Başvuran, 50.000 Amerikan Doları karşılığında A.Ö’nün talebini yerine
getireceğini belirtmiştir. 20 Ocak 2001 tarihinde başvuran, A.Ö’ye uçuş izni verilmesini
reddetmiştir. Aynı gün A.Ö. sözkonusu sorunla ilgili olarak Ulaştırma Bakanı’nın makamına
çıkmıştır. Ulaştırma Bakanı’nın önerileri üzerine A.Ö, Bakan Beyin yanında başvuranı
aramıştır. Müsteşar Yardımcısı ve Bakanlığın bir avukatı da Bakan Beyin makamında hazır
bulunmaktaydı. Telefonda başvuran, “para yoksa ruhsat da yok” şeklinde yanıt vermiştir.
Aynı akşam, A.Ö polis yetkililerine başvurmuş polis yetkilileri de A.Ö’yü şikayetini sunmak
üzere Savcılığa yönlendirmişlerdir. Ardından olayların açıklığa kavuşturulması için A.Ö polis
operasyonuna katılmayı kabul etmiş ve randevu belirlemek için başvuranı aramıştır. Başvuran
ile A.Ö arasında geçen konuşma kaydedilmiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
22 Ocak 2000 tarihinde başvuranın suçlandığı olayları açıklığa kavuşturmak için polis
tarafından bir operasyon düzenlenmiştir. A.Ö, daha önceden seri numaraları alınmış paraları
başvurana teslim etmiştir. Başvuran, parayı aldığı anda suçüstü yakalanmıştır. Sözkonusu olay
gizli kamera ile kaydedilmiştir. Aynı gün, başvuranın evinde bir arama gerçekleştirilmiş ve
25.000 Amerikan Doları tutarındaki bir çek ele geçirilmiştir. Başvuran gözaltına alınmıştır.
23 Ocak 2000 tarihinde başvuran hakim karşısına çıkarılmış, hakim, başvuranın
tutuklanmasına karar vermiştir.
1 Şubat 2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı, başvuranı ve A.Ö’yü rüşvet suçu ile suçlamıştır.
Rüşvet ve görevi kötüye kullanma suçundan başvuran hakkında Ankara Ağır Ceza
Mahkemesi’nde ceza davası açılmıştır.
Cezai yargılama sırasında, operasyona katılan polis memurları dinlenmiştir. A.Ö. yazılı
beyanını sunduğu tek bir duruşmaya katılmıştır. Bu duruşma sırasında rahatsızlanarak,
mahkeme tarafından dinlenmeden salonu terk etmiştir.
Başvuran birçok kez, yakalanması sırasında yapılan film kaydının şifre çözümlemesi
aracılığıyla kriminolojik incelemesinin yapılmasını, bu kaydın duruşma sırasında
gösterilmesini, yakalamanın ses kayıtlarının ve A.Ö. ile yapmış olduğu telefon görüşmesinin
ses kayıtlarının kağıda dökülmesini talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, sözkonusu talepleri
kabul etmemiştir. Başvuranın, A.Ö.’nün Ağır Ceza Mahkemesi duruşmasına katılması, A.Ö
ile yüzleşme talebi ve Ulaştırma Bakanı’nın duruşmaya çağrılması yönündeki ısarlı talebi
reddedilmiştir.
Başvuran, savunma tanığı olarak aralarında Genel Müdür Yardımcısı S.K ve hava trafik
kontrolörünün de bulunduğu bazı tanıkların dinlenmesini talep etmiştir. Sözkonusu tanıklara
çağrıda bulunulmuştur. Tanıklar, duruşma günü hazır bulunmuşlar, ancak dinlenmemişlerdir.
Bununla birlikte, diğer dört savunma tanığı Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dinlenmiştir. 25
Ekim 2000 tarihinde, yalnızca S.K’nın istinabe yoluyla ifadesi alınmıştır.
Aleyhte tanıklarından biri olan H.İ., başvuranın para talebinde bulunduğu konusunda
A.Ö.’nün Bakan’a şikayetini sunduğunu işittiğini belirtmiştir. Sözkonusu tanığa göre, A.Ö.
Bakan’a bir kaset kaydı dinletmişti ancak kasetteki sesler anlaşılır değildi.
23 Kasım 2000 tarihli savunma layihasında, başvuran, A.Ö. ile yüzleşme, duruşma sırasında
video kaydının yayınlanması, telefon ve video kayıtlarının kopyasının verilmesi ile tanıkların
dinlemesi taleplerinin Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddetmesini kınamıştır. Başvuran,
yürütülen ceza soruşturmasının zaafiyet içinde olduğunu belirtmiştir.
Aynı gün duruşmanın sonunda, Ağır Ceza Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun 212. maddesi
uyarınca başvuranı ve A.Ö.’yü rüşvet suçundan suçlu bulmuş ve başvuranı, yedi yıl hapis ve
339.786.250.000 TL (yaklaşık 493.266 Amerikan Doları) para cezasına, A.Ö.’yü ise üç yıl
hapis cezasına çarptırmıştır.
20 Haziran 2001 tarihinde, duruşma gerçekleştirilmesinin ardından, Yargıtay, usul hatasından
ve Türk Ceza Kanunu’nun 219. maddesinin uygulanmamasından dolayı başvuran bakımından
sözkonusu kararı bozmuştur. Yargıtay, kararın A.Ö’ye ilişkin kısmını onamıştır.
24 Eylül 2001 tarihinde, Ağır Ceza Mahkemesi, dava dosyasını yeniden incelemeye
başlamıştır. Başvuran, yargılama sırasında taleplerini yinelemiş, talepleri sonuçsuz kalmıştır.
Esasa ilişkin olarak hazırladığı son layihasında başvuran, kendisine yöneltilen iddiaların iki
kanıt unsuruna dayandığının altını çizmiştir. Sözkonusu kanıt unsurları, A.Ö. tarafından
sunulan şikayet dilekçesi ve yakalanması sırasındaki video kaydıdır. Başvuran, sözkonusu
video kaydını izlememeleri nedeniyle avukatlarının savunmasını hazırlayamadıklarını
belirtmiştir. Ardından başvuran, taleplerine rağmen, A.Ö.’nün Ağır Ceza Mahkemesi’nde
ifade vermediğini belirtmiştir. Başvuran, cezai yargılama boyunca Ağır Ceza Mahkemesi’nin
taleplerini sürekli reddetmesine de itiraz etmiştir.
Olaylara ilişkin olarak, başvuran, A.Ö.’nün sahibi olduğu havacılık şirketi için uçak
kiralamasına aracı olarak A.Ö’ye yardımcı olduğunu, kendisine sunulan paranın da teminat
olarak verildiğini ileri sürmüştür.
22 Ekim 2001 tarihinde, Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın suçlu olduğunu yinelemiştir. Ağır
Ceza Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun 212. ve 219. maddeleri uyarınca başvuranı, altı yıl,
on beş ay on beş gün hapis ve 424.732.812.500 TL (yaklaşık 268.018 Amerikan Doları) para
cezasına çarptırmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, ayrıca başvuranın ömür boyu kamu
hizmetinden yasaklanmasına da karar vermiştir.
Başvuran, temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz layihasında, başvuran, duruşma
sırasında kanıtların incelenmemesine ve A.Ö’nün duruşmada dinlenmesinin sürekli olarak
reddedilmesine ilişkin görüşlerini yinelemiştir.
15 Mayıs 2002 tarihinde, Yargıtay, duruşma gerçekleştirmesinin ardından, ilk derece
mahkemesinin kararını onamıştır.
17 Aralık 2004 tarihinde, başvuranın durumuna daha uygun cezai hükümleri öngören Yeni
Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından 6 Haziran 2006 tarihinde, Ağır Ceza
Mahkemesi, ek bir karar vermiş ve başvuranın hapis cezasını dört yıl iki aya indirmiştir. Ağır
Ceza Mahkemesi, para cezasında da değişikliğe gitmiş ve cezayı 67.957 YTL (yaklaşık
35.753 Euro) olarak belirlemiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN 1. PARAGRAFININ VE 3. PARAGRAFININ d)
BENDİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
A. Kabuledilebilirliğe ilişkin
Başvuran, adil yargılama yapılmadığından şikayetçi olmaktadır. İddialarını desteklemek için
başvuran AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafına ve 3. paragrafının d) bendine atıfta
bulunmaktadır.
Hükümet, başvurunun kabuledilebilirliğine ilişkin olarak görüş bildirmemiştir.
AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun
olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca, başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru
bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir.
B. Esas
Başvuran, silahların eşitliği ilkesi ihlal edildiğinden Ağır Ceza Mahkemesi önündeki
yargılamasının adil olmadığından şikayetçi olmaktadır. Başvuran, AİHM önünde, polis
tarafından organize edilen bir komplonun kurbanı olduğunu ifade etmiştir.
AİHS’nin 6. maddesinin 3. paragrafının d) bendi uyarınca, başvuran, avukatlarının
savunmasını hazırlama imkanlarının bulunmamasından ve ihtilaflı olayların başlıca tanığı
olarak beyanları soruşturmaların ve mahkumiyetinin temelini oluşturan davalıyı
sorgulayamamalarından şikayetçidir. Başvuran, ayrıca ulusal mahkemelerin, bazı savunma
tanıklarının dinlenmesini reddettiğini de belirtmektedir. Başvuran, ulusal mahkemeleri,
yakalanması sırasındaki video ve ses kayıtları ve A.Ö. ile yaptığı görüşmelerin kopyasına
erişimini engellemekle suçlamaktadır.
Hükümet, başvuranın iddiasına karşı çıkmaktadır. Hükümet’e göre, cezai yargılama,
başvuranın savunma hakkına riayet edilerek gerçekleştirilmiştir. Hükümet, ihtilaflı
mahkumiyetin, takdiri hakimlere ait olan bir dizi kanıta dayandığını belirtmektedir. Hükümet,
Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin kararını bozduğunu böylece kararın ikinci kez
incelendiğini hatırlatmaktadır.
AİHM, Sözleşmenin 19. maddesi uyarınca taraf devletlerin Sözleşmeden kaynaklanan
yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlamak görevi olduğunu hatırlatır. Ancak kanıtların
kabuledilebilirliği esas olarak iç hukuk kurallarına dayanır ve ilke olarak toplanan unsurların
değerlendirilmesi görevi ulusal mahkemelere düşmektedir. AİHM ise sözkonusu kanıt
unsurlarının sunulma şekli de dahil olmak üzere bir bütün olarak ele alındığında cezai
yargılamanın hakkaniyete uygun olarak görülüp görülmediğini araştırmakla yükümlüdür
(Bkz. diğerleri arasından, Van Mechelen ve diğerleri- Hollanda, 23 Nisan 1997 tarihli karar;
Teixeira de Castro- Portekiz, 9 Haziran 1998 tarihli karar; Sequeira-Portekiz, başvuru no:
73557/01; Shannon-Birleşik Krallık, başvuru no: 67537/01).
Bu bağlamda, AİHS’nin ön soruşturma safhasında ve suçun niteliği gerekli kıldığında, kimliği
gizli tutulan muhbirler gibi kaynaklara müracaat edilmesine engel oluşturmadığını, ancak bu
tür kaynakların daha sonra bir esas hakimi tarafından mahkumiyete gerekçe olarak
kullanılmasının yargılamanın hakkaniyeti bakımından sorun teşkil edebileceğini hatırlatmak
uygun olacaktır (Teixeira de Castro; Sequeira).
Başvuranın üçüncü bir kişinin işbirliğiyle suçüstü yapmayı amaçlayan bir polis operasyonu
sırasında yakalanmış olması vesilesiyle, AİHM, daha önce birçok kez sızdırılan ajanlar ve
provokatör ajanların müdahaleleri hakkında karar vermek durumunda kaldığını
hatırlatmaktadır (Bkz, son olarak, Ramanauskas-Litvanya, başvuru no: 74420/01, 5 Şubat
2008 tarihli karar).
Ancak AİHM, suçun niteliği ve polisin üstlendiği görev bakımından bu davanın farklı
olduğunu belirtmektedir. Ortaya konan ve itiraz edilmeyen olaylardan, üçüncü bir kişinin
şikayetini Savcılığa sunmasının ardından, başvuranın rüşvet alma, nüfuzunu kötüye kullanma
ve görevi kötüye kullanma çerçevesinde gerçekleştirilen operasyon sonucunda yakalandığı
anlaşılmaktadır. AİHM, A.Ö.’nün şikayetçi olduğu sırada Savcılığı başvuranın tutumu
konusunda bilgilendirdiğini ve başvurana rüşvet verdiğini itiraf ettiğini kaydetmektedir.
AİHM, ayrıca, A.Ö.’nün de suçlandığını ve açılan ceza davasında sözkonusu olaylardan suçlu
bulunduğunu not etmektedir.
Bu bağlamda A.Ö. provokatör ajan olarak nitelendirilemez. Ayrıca, AİHM, polislerin
hareketlerini de suça teşvik edici olarak düşünmemektedir. AİHM, başvuranın polis
tarafından suç işlemeye teşvik edildiği hususunda ulusal mahkemeler önünde hiçbir şekilde
şikayetini dile getirmediğini de gözlemlemektedir. Aslında polisin ve Savcılığın başvuranın
rüşvet almasından şüphelenmek için haklı nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenle, AİHM,
belirtilen polis operasyonunun AİHS’nin 6. maddesi ile yasaklanan bir provokasyon olarak
değerlendirilemeyeceği kanaatindedir (mutatis, mutandis, Sequeira; Eurofinacom-Fransa,
başvuru no: 5753/00; a contrario , Teixeira de Castro ve Ramanauskas).
AİHM, bu bağlamda AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edilmediğini tespit etmektedir.
İncelenmesi gereken, tamamı ele alındığında özellikle vicahi yargılama ve silahların eşitliği
ilkesine riayet edilmesi gibi başvuranın savunma hakkı bakımından cezai yargılamanın,
hakkaniyete uygun olup olmadığıdır.
AİHM, usul yönleri de dahil olmak üzere her ceza davasının vicahi yargılama özelliğine haiz
olması ve iddia makamı ile savunma arasında silahların eşitliği ilkesini güvence altına alması
gerektiğini hatırlatmaktadır: bu durum adil yargılanma hakkının temel özelliklerinden biridir.
Vicahi yargılama hakkı, bir ceza davasında, hem iddia makamı hem savunma için, diğer
tarafça sunulan görüşlerden ve kanıt unsurlarından bilgi sahibi olma imkanı anlamına
gelmektedir. Ayrıca, AİHS’nin 6/1 maddesi, kovuşturma makamlarının aleyhte ve lehte sahip
oldukları ilgili kanıtların tamamını savunmaya iletmelerini gerektirmektedir (Fitt-Birleşik
Krallık, başvuru no: 29777/96; Georgios Papageorgiou –Yunanistan, başvuru no: 59506/00).
AİHM, başvuranın tanıkların dinlenmemesine ilişkin şikayetinin, tanık ifadelerinin aleyhte
kanıt unsuru olarak kullanılması ile bağlantılı olarak AİHS’nin 6/1 maddesi kapsamında
yapılan şikayet ile yakından ilgili bir sorunu ortaya çıkardığını gözlemlemektedir. Bu
çerçevede, AİHS’nin 6. maddesinin 3. paragrafında ifade edilen unsurların, 1. paragrafta
genel olarak güvence altına alınan adil yargılanma hakkının özel unsurlarını oluşturduğunu
hatırlatmaktadır. Bu nedenle, AİHM, başvuran tarafından dile getirilen şikayetin, bu iki
paragraf birlikte ele alınarak değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getirmektedir (Bkz.
Foucher-Fransa, 18 Mart 1997; Van Geyseghem-Belçika, başvuru no: 26103/95; Cartaİtalya, başvuru no: 4548/02, 20 Nisan 2006; Menteş-Türkiye, başvuru no: 36487/02, 6 Şubat
2007).
AİHM, bu bakımdan kanıt unsurlarının normal koşullarda halka açık olarak görülen duruşma
sırasında, vicahi yargılama yapılması amacıyla başvurana sunulması gerektiğini, ancak
hazırlık soruşturması ve soruşturma safhasında elde edilen ifadelerin kullanılmasının,
savunma hakkına saygının korunması kaydıyla AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafına ve 3
paragrafının d) bendine aykırılık teşkil etmediğini hatırlatmaktadır. Genel kural olarak,
AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendi, aleyhte tanıklığa itiraz
etmesi ve ifade sırasında veya sonrasında ifade veren kişiyi sorgulaması için başvurana yeterli
ve uygun fırsatın tanınmasını gerektirmektedir (Bkz, diğerleri arasından, Isgro-İtalya, 19
Şubat 1991 tarihli karar; Luca-İtalya, başvuru no: 33354/96; Hulki Güneş- Türkiye, başvuru
no: 28490/95). Bir mahkumiyet kararı, yalnızca ya da kesin bir şekilde, sanığın ne soruşturma
sırasında ne duruşma sırasında sorguya çektirebildiği bir kişinin ifadelerine dayandığı hallerde
savunma haklarının, AİHS’nin 6. maddesinde ifade edilen güvencelerle bağdaşmayacak bir
şekilde sınırlandığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır (Sadak ve diğerleri – Türkiye (no:1),
başvuru no: 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96; Saidi- Fransa, 20 Eylül 1993).
Mevcut davada, AİHM, başvuranın suçluluğuna karar verirken, Ağır Ceza Mahkemesi’nin
kararını, belirleyici bir önem atfederek A.Ö’nün ifadesine, başvuranın yakalanması sırasında
çekilen film kaydına ve bu esnada üzerinde bulunan paralara dayandırdığını belirtmektedir.
AİHM, başvuranın, yargılama süreci boyunca aleyhindeki kanıtlara ulaşması talebinin
reddedilmesinden şikayetçi olduğunu belirtmektedir. Başvuran, Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki
duruşmalar sırasında, düzenli olarak, ihtilaflı film kasetinin yayınlanmasını, yakalanması
sırasında kaydedilen video kasetler ile A.Ö ile yaptığı telefon görüşmeleri kaydının
kriminolojik incelemesinin yapılmasını, A.Ö’nün, Ulaştırma Bakanı’nın, ve diğer tanıklardan
bazılarının dinlenmesini talep etmiştir.
AİHM, Hükümet’in cezai yargılamanın AİHS’nin 6. maddesinin gereklerine uygun olarak
yapıldığına kanaat getirdiğine ve başvuranın sözkonusu iddiaları yaptığına itiraz etmediğini
kaydetmektedir.
Kanıt unsurları film ve ses kayıtlarına ilişkin olarak ise, başvuran, Ağır Ceza Mahkemesi
nezdinde bunların kağıda geçirilmelerinin ve duruşmada izlenmelerinin niye öyle
davrandığını ve davranışının kendine isnat edilen suç olarak değerlendirilemeyeceğinin
anlaşılacağını ısrarla tekrarlamıştır. AİHM, kayıtların içeriği hakkında yorum yapmaya gerek
duymamaktadır. Ancak AİHM, bu kayıtların başvuranı mahkum etmek için mahkemenin
temel aldığı başlıca unsurlar olduğunu tespit etmektedir. Bu bağlamda başvuranın, ifadesi
sırasında veya başka bir esnada, sözkonusu unsurlardan haberdar olması başvurana belli bir
yarar sağlardı (mutatis, mutandis, Georgios Papageorgiou).
A.Ö.’nün dinlenmemesine ilişkin olarak ise AİHM, A.Ö’nün başvuran hakkında şikayette
bulunduğuna ve başvuranın tutumlarını polis ve adli yetkililerin dikkatlerine sunduğunu not
etmektedir. A.Ö’nün ifadesi, en azından A.Ö. ile başvuran arasındaki -iddianamenin zımnen
esas aldığı ve suçun hukuki niteliğinin belirlenmesinde esas rolü oynayan- ilişkinin
niteliğinin tespiti açısından belli bir önem taşımaktadır.. Bu durumda başvuranın A.Ö’yü
sorgulama ve ifadelerinin geçerliliğinin sorgulama hakkı bulunmaktaydı (Bkz, özellikle,
Luca, Barbera Messegue ve Jabardo- İspanya, 6 Aralık 1988).
Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçe göstermeksizin, Ulaştırma Bakanı’nı ve başlıca lehte
tanıkları dinlemeyi reddettiği de görülmektedir. A.Ö’nün şikayetinden ve H.İ’nin ifadesinden,
A.Ö. ile başvuran arasında geçen telefon görüşmesini dinlemesinden dolayı, Bakan’ın
tanıklığının şikayet konusu davaya açıklık getirebileceği anlaşılmaktadır.
Başvuran
tarafından dinlenmesi talep edilen diğer üç tanığa ilişkin olarak ise, yalnızca S.K.’nın, cezai
yargılamanın sonlarında dinlendiği görülmektedir.
Kuşkusuz, birinci derecede iç hukuk kurallarına bağlı olan kanıtların kabuledilebilirliği
hakkında görüş bildirmek AİHM’nin görevi değildir. Ancak, yargılamanın bütününün adli bir
niteliğe haiz olup olmadığının araştırılmasına ilişkin görevi çerçevesinde, AİHM, başvuranın
savunma haklarının gerektiği gibi güvence altına alınmadığını tespit etmektedir. Zira ilgiliye,
kanıt unsurlarının gerçekliğini tartışma konusu yapma ve bu unsurların aleyhinde
kullanılmasına karşı çıkma imkanın tanınmadığı gözlemlenmektedir. Ayrıca, başvuran,
silahların eşitliği ilkesine riayet edilerek, aleyhte tanıklarla ayın koşullar altında lehte tanıkları
sorgulayamamış ya da sorgulatamamıştır. Silahların eşitliği ilkesi, yalnızca, konu bakımında,
iddia makamı ile savunma arasında bir eşitlik bulunması değil aynı zamanda da tanıkların
dinlenmesinin vicahi niteliğe haiz olması gerektiği anlamına gelmektedir (Barbera, Messegue
ve Jabardo).
AİHM, Yargıtay’ın da iki inceleme sırasında sözkonusu eksiklikleri gidermediğini tespit
etmektedir.
Başvuranın, sürekli yinelediği taleplerine rağmen, başvuranın suçlu bulunmasında belirleyici
nitelik taşıyan kanıt unsurlarının, vicahi yargılama ve silahların eşitliği ilkesine riayet edilerek
sanığın hazır bulunduğu bir duruşmada uygun bir şekilde sunulmadığı ve tartışılmadığını göz
önüne alarak, AİHM, bütünü içinde düşünüldüğünde, yargılamanın, adil bir yargılamanın
gereklerini karşılamadığı sonucuna ulaşmıştır.
Bu bakımdan, AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendi ihlal edilmiştir.
II. AİHS’NİN 6/2 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, yakalanma sahnesinin televizyonda yayınlanmasının, AİHS’nin 6/2 maddesinde
ifade edilen masumiyet karinesi ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
AİHM, başvuranın, ihtilaflı filmin yayınlanma bağlam ve koşullarını belirleme imkanı taşıyan
hiçbir unsur sunmadığını saptamaktadır. Başvuran, örneğin, yayın sırasında, yüzünün ve
kimliğinin saklanıp saklanmadığını belirtmemektedir.
Sonuç olarak, yeterli hukuki mesnetten yoksun olan söz konusu şikayet, açıkça dayanaktan
yoksundur ve AİHS’nin 35. maddesinin 3 ve 4. paragrafları uyarınca kabuledilemez
niteliktedir.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI
A. Tazminat
Başvuran, maaşı ve emekliliği göz önüne alındığında yüksek dereceli bir memur olduğunu
ileri sürmektedir. Başvuran, yargılanması sırasında aylık gelir kaybına tekabül eden maddi
zararın tazmin edilmesini talep etmektedir. Başvuran, alamadığı maaşını 75.000 Euro olarak
değerlendirmektedir. Başvuran ayrıca 50.000 Euro değerindeki evini ve 11.000 Euro
değerindeki arabasını da avukatlık ücreti ve diğer masrafları ödeyebilmek için sattığını iddia
etmektedir. Hapis cezasına mahkum edilmesi nedeniyle yararlanamayacağı emeklilik
haklarının telafi edilmesi için başvuran, 70.000 Euro istemektedir. Son olarak, başvuran, son
mahkumiyeti sırasında istenilen para cezasına tekabül eden 35.000 Euro’nun ödenmesini de
talep etmektedir.
Ayrıca, duruşmalar sırasında ahlaksız bir insan olarak değerlendirilmesi nedeniyle
aşağılandığını, manevi olarak küçük düşürüldüğünü ileri sürmektedir. Başvuran, durumundan
haberdar olan mesleki ve sosyal çevresinde sürekli bir korku olduğunu, kendisine ve ailesine
karşı manevi bir haksızlık yapıldığını iddia etmektedir. Özellikle, eşinin boşanma talebinde
bulunduğunu ve oğlunun eğitimine sağlıklı bir ortamda devam edebilmek için başka bir şehre
gitmek zorunda kaldığını belirtmektedir. Başvuran, manevi tazminat olarak 50.000 Euro talep
etmektedir.
Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır ve şayet ihlal olduğu kararına ulaşılırsa ihlal
tespitinin kendisinin yeterli adil tatmin oluşturacağı kanaatindedir.
AİHM, adil tatmin ödenmesi için tek kriterin mevcut davada başvuranın ulusal mahkemeler
önünde AİHS’nin 6. maddesinde ifade edilen haklardan yararlanmaması sebebinden
kaynaklandığını kanaatindedir. AİHM, aksi takdirde davanın seyrinin nasıl olacağı konusunda
yorum yapma gereği duymamakta ancak başvuranın AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve
3. paragrafının d) bendinin ihlal edilmesi nedeniyle belli bir manevi zarara maruz kaldığı
kanaatindedir. AİHM, AİHS’nin 41. maddesi uyarınca hakkaniyete uygun olarak, maruz
kaldığı zararın tazmini için başvurana 5.000 Euro ödenmesine hükmetmektedir.
AİHM, AİHS’nin 6. maddesinde öngörülen gerekliliklere uymayan bir mahkeme tarafından
bir mahkumiyet kararı verildiğinde, ilgilinin talebi üzerine davanın yenilenmesinin ya da
dosyanın yeniden açılmasının tespit edilen ihlali gidermek bakımından en uygun yolu teşkil
edeceğine kanaat getirmektedir ( Öcalan-Türkiye, başvuru no: 46221/99; Menteş-Türkiye,
başvuru no: 36487/02, 6 Şubat 2007).
B. Yargılama masraf ve giderleri
Başvuran, iç hukuktaki yargılama sırasında, savunma masrafları da dahil olmak üzere
yargılama masraf ve giderleri için 6.270 Euro talep etmektedir.
Başvuran, üç avukatından birinin 2.500.000.000. TL’ye (yani yaklaşık, 1.470 Euro) tekabül
eden avukatlık ücret makbuzları ile mahkumiyetinden dolayı ödemek zorunda kaldığı karşı
tarafın 270.460.000 TL tutarındaki (yaklaşık 158 Euro) avukatlık danışma ücret makbuzunu
AİHM’ye sunmaktadır.
Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır.
AİHM yerleşik içtihadına göre, AİHS ihlalini önlemesi ya da giderilmesi, AİHM’nin ödeme
tespitinde bulunması ve bu ödemenin yapılması amacıyla yargılama masraf ve giderlerinin
ödenmesinin haklı bulunması için, mağdur tarafın sözkonusu masraf ve giderleri yapmış
olması gerekmektedir. Ayrıca, yargılama masraf ve giderlerinin, gerçekliği, gerekliliği ve
makul yapıda olduklarının ortaya konması da gerekmektedir (Georgios Papageorgiou).
AİHM, başvuranın sözlü olarak, cezai yargılama süresi boyunca, ilk derece mahkemesi
olarak görev yapan Ağır Ceza Mahkemesi’nin, ihtilaflı kanıtların sunulmasına hükmetmesini
talep ettiğini hatırlatmaktadır. Sözkonusu talep yeterince ikna edici olmayan gerekçelerle
reddedilmiştir. AİHM, mevcut davada sunulan şikayetlerin ulusal mahkemeler önünde
başvuranın avukatları tarafından da belirtildiğini kaydetmekte ve başvuranın, makbuzlarını
belge olarak sunduğu avukatlık ücretinin bir kısmının ödenmesini elde etmeye hakkı olduğuna
kanaat getirmektedir (Georgios Papageorgiou). Başvuran tarafından dosyaya sunulan
unsurlar göz önüne alındığında, AİHM, ulusal mahkemeler önünde yapmış olduğu yargılama
masraf ve giderlerinin tamamı için toplamda başvurana 1.500 Euro ödenmesinin makul
olacağına kanaat getirmektedir. AİHM önünde yapılan yargılamaya ilişkin olarak ise, AİHM,
başvuranın bu harcamalarını destekleyen başka hiçbir belge sunmadığını tespit etmektedir.
C. Gecikme faizi
Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı orana üç
puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE,
1. AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendi kapsamında yapılan
şikayetlerin kabuledilebilir, başvurunun geri kalan kısmının kabuledilemez olduğuna;
2. Polis provokasyonu iddiasına ilişkin olarak AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal
edilmediğine;
3. Vicahi yargılama ve silahların eşitliği ilkesine riayet edilmemesi nedeniyle AİHS’nin
6.maddesinin 1. paragrafı ve 3. paragrafının d) bendinin ihlal edildiğine;
4. a) AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde,
ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ ye çevrilmek üzere, Savunmacı Devlet
tarafından başvurana:
(i)
5.000 Euro (beş bin Euro) manevi tazminat ödenmesine, bu miktarın her
türlü vergiden muaf tutulmasına;
(ii)
Yargılama masraf ve giderleri için 1.500 Euro (bin beş yüz Euro)
ödenmesine;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet
tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç
puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;
5. Adil tatmine ilişkin diğer tüm taleplerin reddine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve
3. paragraflarına uygun olarak 27 Mayıs 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
—— • ——
YALÇIN/Türkiye Davası*
Başvuru No: 15041/03
Strazburg
19 Şubat 2008
İKİNCİ DAİRE
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran 1976 doğumlu olup, Batman’da ikamet etmektedir.
Başvuran PKK ile olan bağlantısı nedeniyle 24 Eylül 1996 tarihinde Batman Emniyet
Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından yakalanmıştır.
Polis 25 Eylül 1996 tarihinde iki adet evraka el koyma ve imha tutanağı düzenlemiştir.
26 Eylül 1996 tarihinde Batman Emniyet Müdürlüğü’nün isteği üzerine başvuranın gözaltı
süresi yirmi sekiz gün uzatılmıştır.
Başvuran 15 Ekim 1996 tarihinde polis tarafından dinlenmiştir.
Başvuran aynı gün Mardin Emniyet Müdürlüğü şubesine götürülmüş, burada 20 Ekim 1996
tarihinde ifadesi alınmıştır.
Başvuran 21 Ekim 1996 tarihinde Batman Emniyet Müdürlüğü’ne geri götürülmüştür.
Başvuran 23 Ekim 1996 tarihinde Batman Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmiştir.
Başvuran aynı gün Batman Asliye Ceza Mahkemesi hakimi tarafından dinlenmiş, hakim
«işlenen suçun niteliğini ve kanıtların durumunu» dikkate alarak başvuranın tutuklanmasına
karar vermiştir.
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı 5 Kasım 1996 tarihli bir
iddianame ile olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan eski Türk Ceza
Kanunu’nun 125. maddesine dayalı olarak başvuranı ve H.A.’yı bölücülük yapma suçu ile
itham etmiştir.
Askeri hakimlerden oluşan Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) 11 Kasım 1996 tarihinden
itibaren başvuranı ve H.A.’yı dinlemeye başlamıştır.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye
çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
11 Kasım 1996 tarihinden 19 Ağustos 1999 tarihine dek on sekiz duruşma gerçekleştirilmiş,
bunlar sırasında DGM işlenen suçun niteliğini ve kanıtların durumunu göz önüne alarak
başvuranın ve H.A.’nın serbest bırakılma taleplerini reddetmiştir.
Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisi 18 Haziran 1999 tarihinde Anayasa’nın 143.
maddesinde bir değişikliğe giderek Devlet Güvenlik Mahkemelerinde ve Savcılıklarda
bulunan askeri hakimlerin varlığına son vermiştir. Aynı doğrultuda 22 Haziran 1999 sayılı
Kanun ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluş yapıları değişmiştir.
Sivil hakimlerden oluşan DGM, 5 Ekim 1999 tarihli bir karar ile eski TCK’nın 125.
maddesine dayalı olarak başvuranı ve H.A.’yı müebbet hapis cezasına çevrilmiş ölüm
cezasına çarptırmıştır.
Yargıtay, tarafları dinledikten sonra,
ilk derece mahkemesinin kararını yeterince
gerekçelendirilmediğine kanaat getirerek 4 Mayıs 2000 tarihli bir karar ile ilk derece
mahkemesinin kararını bozmuş ve temyiz dilekçesinde kendini Ş.A. olarak tanımlayan
H.A.’nın kimlik bilgilerinin kontrol edilmesini talep etmiştir.
DGM 21 Haziran 2000 tarihinden 16 Ekim 2003 tarihine kadar yirmi üç duruşma yapmış, bu
duruşmalarda savcılık tarafından yapılan ön soruşturmada elde edilen kanıt unsurlarına dayalı
olarak başvuranın davasını yeniden incelemiş ve H.A.’nın kimlik bilgilerinin kontrol
edilmesini talep etmiştir. Bu bağlamda, Emniyet Müdürlüğü’nden 29 Mayıs 2003 tarihinde
mahkemeye gönderilen yazıda sözkonusu sanığın adının Ş.A. olduğu teyit edilmiştir.
DGM önünde başvuran ve Ş.A. özellikle AİHS’nin hükümlerine atıfta bulunarak birçok kez
serbest bırakılmalarını talep etmişlerdir. Mahkeme bu taleplerini işlenen suçun niteliğini ve
kanıtların durumunu dikkate alarak reddetmiştir.
DGM 18 Aralık 2003 tarihinde eski TCK’nın 125. maddesine dayanarak başvuranı ve Ş.A.’yı
müebbet hapis cezasına çevrilen ölüm cezasına çarptırmıştır.
Yargıtay, tarafları dinlemesinin ardından, 29 Nisan 2004 tarihinde, ilk derece mahkemesinin
kararını onamıştır. Bu karar nihai hale gelmiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 5. MADDESİ’NİN 3. ve 4. PARAGRAFLARININ İHLAL EDİLDİĞİ
İDDİASI HAKKINDA
Başvuran tutukluluk süresinin uzunluğundan ve tutukluluk haline ve hürriyetten yoksun
bırakmaya itiraz edilebilecek başvuru yollarının bulunmadığından şikayetçi olmaktadır.
Başvuran bu yönde AİHS’nin 5. maddesinin 3. ve 4. paragraflarına atıfta bulunmaktadır.
A. Kabuledilebilirlik hakkında
AİHS’nin 5/3 maddesine yönelik şikayet ile ilgili olarak Hükümet altı ay kuralına riayet
edilmediği itirazında bulunmaktadır. Hükümet özellikle tutukluluk süresinin uzunluğunun
hesaplanmasında dikkate alınması gereken dönemin Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin
başvuran hakkında almış olduğu ilk mahkumiyet kararını bozduğu tarih olan 4 Mayıs
2000’den başvuranın ikinci kez mahkum edildiği 18 Aralık 2003 tarihine dek geçen süre
olduğunu gözlemlemektedir. Bununla birlikte başvuranın tutuklandığı 23 Ekim 1996
tarihinden Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından mahkum edildiği 5 Ekim 1999 tarihi göz
önüne alındığında, 14 Nisan 2003 tarihli başvuru gecikmeli olarak yapılmıştır.
Başvuran bu duruma itiraz etmektedir.
AİHM, AİHS’nin 5/3 maddesinde öngörülen sürenin sonlandığı anın «mahkemenin, ilk
derece mahkemesi bile olsa, suçu sabit bulduğu gün» (Wemhoff-Almanya kararı no: 27
Haziran 1968 ve Labita-İtalya kararı no: 26772/95) olduğunu, bu başvurudaki gibi birden
fazla tutukluluk süresinin sözkonusu olduğu durumlarda tutukluluk süresinin tamamının
dikkate alınması gerektiğini hatırlatır (Bkz. Baltacı-Türkiye no: 27561/02). Mevcut başvuruda
başvuran AİHM’ye 14 Nisan 2003 tarihinde başvurmuş olup bu tarihte Yargıtay tarafından
iade edilen davayı yeniden görmekte olan DGM, henüz suçu tespit etmemişti. Bu nedenle
AİHM Hükümetin itirazını reddetmekte ve başvurunun kabul edilemez olarak nitelendirilmesi
için hiçbir gerekçenin yer almadığını hatırlatır. Başvuru kabuledilmelidir.
AİHS’nin 5/4 maddesine ilişkin Hükümet, başvuranın tutukluluğu ile ilgili olarak olayların
meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan eski CMUK’un 104. maddesinde öngörülen
başvuru yolunu kullanmadığını ifade etmektedir.
Başvuran Hükümetin bu savına itiraz etmektedir.
AİHM başvuran tarafından dile getirilen bu şikayetin AİHS’nin 5/4 maddesinin esası ile
ilintili olduğuna itibar ederek esasa birleştirmektedir. AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı
çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka
açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle
başvuru kabuledilebilir niteliktedir.
B. Esasa dair
1. AİHS’nin 5/3 maddesi
Hükümet öncelikli olarak tutukluluk süresi için dikkate alınması gereken dönemin Yargıtay’ın
ilk derece mahkemesinin başvuran hakkında almış olduğu mahkumiyet kararını bozduğu 4
Mayıs 2000 tarihinden başvuranın ikinci kez mahkum edildiği 18 Aralık 2003 tarihine kadar
uzandığını gözlemlemektedir. Hükümet ayrıca başvuranın itham edildiği suçların niteliği,
ciddiyeti ve öngörülen cezalar göz önüne alındığında bu dönemin aşırı olmadığının altını
çizmektedir.
Başvuran bu sava itiraz etmektedir.
Hükümet değerlendirilmeye alınacak dönem ile ilgili yerleşik içtihadından ileri gelen ilkeleri
hatırlatır (Bkz. diğerleri arasında Wemhoff, Labita, Baltacı ve sözü edilen Solmaz). Bu
başvurudaki gibi birden çok tutukluluk sözkonusu olduğunda, bahse konu tutukluluk
döneminin bütününü dikkate almak gerekmektedir.
AİHM başvuranın ilk tutukluluk süresinin başvuranın tutuklandığı 23 Ekim 1996 tarihinde
başladığını ve 5 Ekim 1999 tarihinde mahkum edilmesi ile sona erdiğini hatırlatmaktadır. Bu
süre yaklaşık iki yıl on bir aydır. 4 Mayıs 2000 tarihinden itibaren Yargıtay 5 Ekim 1999
tarihli kararı bozmuş, dava DGM’de yeniden incelenmiştir ve AİHS’nin 5/3 maddesi uyarınca
ikinci tutukluluk dönemi başlamıştır. DGM son kararını başvuranı ikinci defa mahkum ettiği
18 Aralık 2003’te almıştır. Bu ikinci dönem yaklaşık üç yıl yedi aydır. Başvuran toplam
olarak yaklaşık altı yıl altı ay tutuklu kalmıştır.
AİHM, ilk olarak ulusal makamların tutukluluk süresinin makul sınırı aşmamasını gözetmekle
birinci derecede yükümlü olduklarını hatırlatmaktadır. Bu amaçla, masumiyet karinesi
doğrultusunda bireysel özgürlüğe saygı kuralına istisna getirilmesini meşru kılan kamu
çıkarının gerektirdiği gerçek bir zorunluluğun olup olmadığını ortaya çıkaracak bütün
koşulları incelemeli ve tutuksuz yargılanma talebini reddettiğinde kararında bunu
gerekçelendirmelidir. Özellikle mevcut kararlarda yer alan gerekçelere, ilgili tarafından
yapılan başvurularda ihtilafa mahal vermeyen olaylara dayalı olarak AİHM, AİHS’nin 5 / 3
maddesine yönelik bir ihlalin olup olmadığını tespit ederken, sözkonusu kararlardaki
gerekçeleri ve başvuran tarafından yerel mahkeme nezdinde yapılan başvurularda dile
getirilen tartışılmaz verileri değerlendirecektir. (Bkz. Assenov ve diğerleri-Bulgaristan kararı,
28 Ekim 1998, Remzi Aydın-Türkiye kararı 20 Şubat 2007).
Bu bağlamda yakalanan kişinin bir suç işlediğinden şüphe edilmesine neden olan makul
nedenlerin devam etmesi, tutukluluk halinin devamı için sine qua non (olmazsa olmaz)
koşuldur. Ancak bir süre sonra bu da yeterli olmaz. Dolayısıyla AİHM, adli makamlar
tarafından benimsenen diğer gerekçelerin, özgürlükten yoksun bırakmayı haklı göstermeye
yetip yetmediğini belirlemelidir. Bu gerekçeler “uygun” ve “yeterli” olduğu takdirde, AİHM,
bunun üzerine yetkili ulusal makamların “yargılamanın devamına özel bir ihtimam gösterip
göstermediğini araştırmalıdır (Bkz. diğerleri arasında, Ali Hıdır Polat-Türkiye kararı, no:
61446/00, 5 Nisan 2005 ve sözü edilen Baltacı kararı).
Bu başvuruda, yetkililerin geçen zaman kıstasını dikkate aldıklarını gösterir herhangi bir
unsur bulunmamaktadır. Bu bağlamda, AİHM başvuranın özellikle 23 Ekim 1996 tarihinde
tutuklandığını ve nihai olarak 18 Aralık 2003 tarihinde müebbet hapis cezasına çarptırıldığını
hatırlatmaktadır. Bu dönem boyunca başvuranın serbest bırakılma talepleri DGM tarafından
birbirinin aynı, hatta basmakalıp gerekçelerle sistematik olarak reddedilmiştir. Başvuran
AİHS’nin 5/3 maddesi bakımından sözkonusu sürecin başlangıcından sonuna dek tutuklu
kalmıştır.
AİHM’nin gözünde, “kanıtların durumu” suçluluğun ciddi belirtilerinin var olduğu ve var
olmaya devam ettiği şeklinde değerlendirilebilmekle ve genel olarak bu deliller davayla
alakalı önemli hususlar olabilmekle birlikte, bu davada, bu kadar uzun bir süre başvuranın
tutuklu kalmaya devam etmesini tek başına haklı gösteremez (Bkz. sözü edilen Ali Hıdır Polat
kararı ve Baltacı kararı).
Bu koşullar çerçevesinde, başvuranın tutukluluk süresinin uzunluğu dikkate alındığında, AİHM
AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır.
2. AİHS’nin 5/4 maddesi
Hükümet başvuranın tutuklanması ile ilgili olarak olayların meydana geldiği dönemde
yürürlükte bulunan eski CMUK’un ilgili hükümlerinde öngörülen başvuru yolunu
kullanmadığını söylemekle yetinmektedir.
Başvuran iddiasını yinelemektedir. Başvuran bilhassa serbest bırakılma taleplerinin DGM
tarafından benzer ve basmakalıp ifadelerle reddedildiğinin ve sözü edilen tutukluluk süresinin
uzunluğuna itirazda bulunulacak herhangi bir başvuru yolunun mevcut olmadığının altını
çizmektedir.
AİHM başvuran birçok kez serbest bırakılma talebinde bulunduğunu ve bunların DGM
önünde gerçekleştirilen kırk bir duruşmada reddedildiğini gözlemlemektedir.
Sonuç itibarıyla, AİHM’ye göre iç hukuk mahkemelerinin aşırı olarak nitelenebilecek bu
tutukluluk süresini sonlandıracak, başvuranın iddia ettiği aksaklığa mahal vermeyecek veya
ortadan kaldıracak olanakları bulunmaktaydı (Bkz. Temel ve Taşkın-Türkiye kararı, no:
40159/98, 14 Kasım 2002, Acunbay-Türkiye kararı no: 61442/00 ve 61445/00, 31 Mayıs
2005 ve Çobanoğlu ve Budak-Türkiye kararı no: 45977/99, 30 Ocak 2007).
Hükümet tarafından öne sürülen başvuru yolu ile ilgili olarak AİHM, daha önce de benzer
başvurularda, bir yandan, uygulamada başarı ile sonuçlanacağına dair makul bir güvence
sunmadığı (Bkz. Koşti vd-Türkiye no: 74321/01, 3 Mayıs 2007), diğer yandan adli nitelikli
bir başvurunun ayrılmaz parçaları olan çekişmeli dava ve silahların eşitliği ilkelerine
uymadığı için (Bkz. bu bağlamda Bağrıyanık-Türkiye kararı, no: 43256/04, 5 Haziran 2007)
bu yolun etkisiz olduğuna hükmetmişti.
AİHM, Hükümetin Mahkemenin bu davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak ikna edici
hiçbir tespit ve delil sunmadığını tespit etmiştir.
AİHM, bu şartlar altında, Hükümet tarafından ileri sürülen başvuru yolunun etkili olmadığına
itibar etmektedir. AİHM, Hükümetin itirazını reddetmekte ve AİHS’nin 5/4 maddesinin ihlal
edildiği sonucuna varmaktadır.
II. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran yargı sürecinin uzunluğunun «makul» süre ilkesi ile bağdaşmadığını ve devlet
güvenlik mahkemesindeki yargılama sürecinin bir bölümünde askeri hakimin varlığı
nedeniyle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkemede görülmediğini iddia etmektedir.
Başvuran bu yönde AİHS’nin 6/1 maddesine atıfta bulunmaktadır.
A. Kabuledilebilirlik hakkında
AİHM, izleyen gerekçelerden dolayı devlet güvenlik mahkemesinin bağımsızlığı ve
tarafsızlığı şikayetinin kabuledilebilirliği hakkında görüş bildirmeyi gerekli görmediğini ifade
etmektedir.
AİHM, 22 Haziran 1999 tarihinde yapılan Anayasal değişikliğin ardından başvuranı 5 Ekim
1999 tarihinde müebbet hapis cezasına çarptıran devlet güvenlik mahkemesinin yalnızca sivil
hakimlerden oluştuğunu, başvuranın temyize gitmesi üzerine Yargıtay’ın ilk derece
mahkemesinin kararını 4 Mayıs 2000 tarihinde bozduğunu gözlemlemektedir. Daha sonra,
Yargıtay’ın kararı geri göndermesinin ardından, başvuranın davası yeni yapıdan oluşan devlet
güvenlik mahkemesi tarafından tekrar ele almış ve adı geçen mahkeme dava dosyasında yer
alan delillerin tamamını incelemesinin ardından 18 Aralık 2003 tarihinde başvuranı yeniden
mahkum etmiştir.
Bu saptamalar ışığında ve davanın özel koşullarında AİHM, AİHS’nin 6/1 maddesinde
öngörülen bağımsız ve tarafsız mahkeme prensiplerine riayet edildiğine ve sözü edilen dava
sürecinde bunların güvence altına alındığına itibar etmektedir (Bkz. aynı anlamda, Mahmut
Yaşar-Türkiye kararı, no: 46412/99, 31 Mart 2005).
Yapılan bu şikayet dayanaktan yoksun bulunmaktadır ve AİHS’nin 35/3 maddesi gereğince
reddedilmelidir.
Yargı sürecinin uzunluğu konusunda, bu şikayetin AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı
çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka
açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle
şikayet kabuledilebilir niteliktedir.
B. Esas hakkında
Dikkate alınması gereken dönem başvuranın gözaltına alındığı 24 Eylül 1996 tarihinde
başlayıp Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin kararını onadığı 29 Nisan 2004 tarihinde sona
ermektedir. Bu süre iki dereceli mahkemedeki dört yargılama için yaklaşık yedi yıl yedi aydır.
Hükümet özellikle davanın karmaşık yapısı, başvuranın itham edildiği suçların niteliği,
ciddiyeti ve öngörülen cezalar göz önüne alındığında sözkonusu sürenin aşırı olmadığını
gözlemlemektedir.
Başvuran bu sava karşı çıkmaktadır. DGM’nin 21 Haziran 2000 ve 16 Ekim 2003 tarihleri
arasında gerçekleştirdiği duruşmalardan yaklaşık yirmisinin esas olarak beraber yargılandığı
kişinin kimliğinin tespit edilmesine harcandığını, kendi davasının da ön soruşturma
kapsamında elde edilen deliller kapsamında incelendiğini, yeni kanıt unsurlarının
araştırılmasına ve görgü tanıklarının dinlenmesine çaba gösterilmediğini belirtmektedir.
AİHM, yargılama süresinin makullüğünün davanın şartları ışığında ve davanın karmaşıklığı,
başvuran ve ilgili mercilerin tutumu gibi içtihadında yerleşmiş ölçütlere bakılarak
değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatır (bkz. diğerleri yanında Pélissier ve Sassi – Fransa
[BD], 25444/94).
AİHM, daha önce de bu başvurudakine benzer sorunları ortaya koyan davaları incelemiş ve
AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
AİHM ayrıca, bütün yargı süreci boyunca başvuranın tutukluluğunun devam ettiğini, bu
durumda yetkili mahkemelere mümkün olan en kısa sürede adaletin tecelli etmesini
sağlayacak kadar gerekli özeni göstermek düştüğünü saptamaktadır (Bkz. Kalachnikov-Rusya
no: 47095/99).
AİHM mahkemeye sunulan tüm delil unsurlarını incelemiş ve Hükümetin Mahkemenin bu
davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak ikna edici hiçbir tespit ve delil sunmadığını
tespit etmiştir. Mahkemenin bu yöndeki yerleşik içtihadını göz önünde bulunduran AİHM
sözkonusu yargı sürecinin uzunluğunun aşırı ve «makul süre» koşuluna aykırı olduğu
sonucuna varmıştır.
Bu nedenle AİHS’nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine
karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi
edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil
tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
Başvuran uğradığı manevi zarar için 50.000 YTL. (yaklaşık 28.150 Euro) talep etmekte,
rakam telaffuz etmeden maddi zararının giderilmesini istemektedir.
Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır.
AİHM ihlal tespiti ile öne sürülen maddi zarar arasında hiçbir illiyet bağı kuramamakta ve bu
talebi reddetmektedir. Buna karşın, uğradı manevi zarar için başvurana 5.100 Euro
ödenmesine karar vermiştir.
B. Yargılama masraf ve giderleri
Başvuran kanıtlayıcı belge sunmaksızın iç hukukta ve AİHM önünde yapmış olduğu yargı
giderleri için 10.700 YTL. (6.024 Euro) Euro talep etmektedir.
Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır.
AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul
miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. Bu başvuruda mahkemeye sunulan unsurlar ve
sözü edilen kıstaslar göz önüne alındığında AİHM, yargı giderlerine ilişkin bu talebi
reddetmektedir.
C. Gecikme Faizi
Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana üç
puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Uzun yargılama, uzun tutukluluk ve buna karşı etkili başvuru yolunun olmadığı yönündeki
şikayetlerin kabuledilebilir olduğuna;
2. Diğer şikayetlerin kabuledilemez olduğuna;
3. AİHS’nin 5. maddesinin 3. ve 4. paragraflarının ihlal edildiğine;
4. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine;
5 a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç
ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflardan muaf olarak, ödeme
tarihindeki döviz kuru üzerinden Y.TL.’ye çevrilmek üzere, Savunmacı Hükümetin başvurana
5.100 (beş bin yüz) Euro manevi tazminat ödemesine;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet
tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan
fazlasına eşit oranda basit faizin uygulanmasına;
6. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3.
maddelerine uygun olarak 19 Şubat 2008 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.
—— • ——
BEYAZ/Türkiye Davası*
Başvuru No: 16254/02
Strazburg
1 Temmuz 2008
İKİNCİ DAİRE
USUL
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan (16254/02) no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşı
Hasan Beyaz’ın (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 21 Aralık 2001 tarihinde
Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
Başvuran AİHM önünde Ankara barosu avukatlarından N. Başel tarafından temsil
edilmektedir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran, 1948 doğumlu olup Tunceli’de ikamet etmektedir.
Başvuran, olayların meydana geldiği dönemde memurdu ve Tunceli Karayolları Genel
Müdürlüğü’nde (“Genel Müdürlük”) yapı teknisyeni olarak çalışmaktaydı. Başvuran aynı
zamanda Enerji-Yapı Yol-Sen üyesidir.
Başvuran, Olağanüstü Hal Bölge Valisi’nin isteği üzerine, 17 Ekim 2001 tarihli bir
kararla, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uyarınca Sinop’a tayin edilmiştir.
Bu karar 19 Ekim 2001 tarihinde başvurana tebliğ edilmiştir.
Başvuran, 1 Kasım 2001 tarihinde, emekliliğine az bir süre kaldığını belirterek Genel
Müdürlükten tayin yerinin değiştirilmesini ve emekli olduğunda ailesi ile birlikte yerleşmeyi
düşündüğü Bursa’ya tayin edilmeyi talep etmiştir.
Aynı gün, Genel Müdürlük bu talebi kabul etmiştir.
Başvuran, 15 Ocak 2002 tarihinde emekliye ayrılmıştır.
HUKUK
I. AİHS’NİN 11. VE 14. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, hakkında alınan tayin kararının, yürüttüğü siyasi ve sendikal faaliyetler nedeniyle
alındığını ve bunun dernek kurma ve toplantı özgürlüğü hakkına yönelik bir ihlali teşkil
ettiğini belirtmektedir. Başvuran bununla ilgili olarak AİHS’nin 11. ve 14. maddelerine atıfta
bulunmaktadır.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
AİHM, başvuran tarafından dile getirilen olayların daha çok AİHS’nin 11. maddesi
kapsamında olduğuna kanaat getirmekte ve başvuran tarafından dile getirilen şikayetleri
sadece bu açıdan incelemeye karar vermektedir.
Hükümet, başvuranın sendika üyesi olması ile tayin edilmesi arasında herhangi bir
bağlantı olmadığını vurgulayarak başvuranın iddiasına karşı çıkmaktadır. Hükümet, ne
AİHS’nin 11. maddesinin ne kişinin sendika üyesi olmasının, memurun farklı görev ya da
bölgelere olası tayinini engelleyecek bir husus teşkil ettiğini belirtmektedir.
AİHM, Akat-Türkiye, Bulga ve diğerleri-Türkiye (no:43974/98, 20 Eylül 2005), Ertaş Aydın
ve diğerleri-Türkiye, (no: 43672/98, 20 Eylül 2005), Soysal ve diğerleri-Türkiye, (no:
54461/00 ve 55922/00, 15 Şubat 2007) davalarında buna benzer olayları incelediğini
hatırlatmaktadır.
Mevcut davada, incelemesine sunulan unsurlardan hareketle AİHM, başvuranın,
yetkili makamların sendikal faaliyetleri nedeniyle kendisini tayin ettiklerini hiçbir şekilde
ortaya koyamadığını tespit etmektedir (Kızılkaya-Türkiye, no: 50690/99, 20 Kasım 2007
tarihli karar).
AİHM, dava olaylarını ve tarafların iddialarını bir bütün olarak inceledikten sonra,
başvuranın aleyhinde alınan tayin kararının, başvuranın sendikal faaliyetler yürütmesine
yönelik bir müdahale teşkil ettiğinin ortaya konmadığı kanaatindedir (Soysal ve diğerleri, adı
geçen).
Bu nedenle AİHM başvurunun bu kısmının, AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası
uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve 35. maddenin 4. fıkrası uyarınca
reddedilmesi gerektiğine karar vermektedir.
II. AİHS’NİN 13. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, Olağanüstü Hal Bölge Valisi tarafından alınan tayin kararına itiraz
edebileceği etkili hiçbir başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle AİHS’nin 6. maddesinin
ihlal edildiğinden şikayet etmektedir. AİHM, başvuran tarafından dile getirildiği şekliyle
şikayetin, 13. madde kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatindedir.
A. Kabuledilebilirlik Hakkında
Hükümet, memurların statüsünün 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile
düzenlendiğini belirtmektedir. Kamu hizmetine ilişkin kurallar, “kamu yararı” kavramı
üzerine kuruludur ve kamu kurumlarının takdir hakkı içeren yetkileri bulunmaktadır.
Hükümet, memurların işe alınmalarına, kariyerlerine ve görevlerine son verilmesine ilişkin
hususların, genel kural itibariyle, AİHS’nin uygulama alanlarının dışında kaldığını
belirtmektedir.
Başvuran bu iddiaya itiraz etmektedir.
AİHM ilke olarak AİHS’nin, bir memurun taraf olduğu davalarda uygulandığını
hatırlatmaktadır (Vilho Eskelinen ve diğerleri-Finlandiya [Büyük Daire], no: 63235/00, 19
Nisan 2007 tarihli karar; Kızılkaya, adı geçen).
Bu nedenle AİHM, bu itirazı reddetmektedir. AİHM, ayrıca başka açılardan
bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru
kabuledilebilir niteliktedir.
B. Esas Hakkında
Başvuran, Olağanüstü Hal Bölge Valisi’nin kararıyla tayin olan bir memur tarafından
açılan ve 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7. maddesi uyarınca reddedilen bir
kararın iptali davasına atıfta bulunmaktadır. Başvuran, bu nedenle ulusal makamlar nezdinde
sözkonusu kararlara itiraz etmesini sağlayacak başvuru yollarının bulunmadığını
belirtmektedir.
Başvuranın iddiasına karşı Hükümet, içeriği aynı olan başka davalarda daha önce dile
getirilen görüşlerini yinelemektedir (Bkz., örneğin, Ertaş Aydın ve diğerleri, adı geçen).
Mevcut davada AİHM, dava dosyasında yer alan unsurların her ne kadar başvuranın
sendikal hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaya yetmemiş olsa da, bu durumun 11. madde
uyarınca yapılan şikayetin savunulabilirliğini engelleyemeyeceği kanaatindedir. AİHM’nin
esasa ilişkin kararı, AİHS’nin 13. maddesine uygun olarak ulusal makamlar önünde etkili bir
başvuru yapma zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır (Soysal ve diğerleri, adı geçen).
AİHM, AİHS’nin 11. maddesinin kamu güçlerinin sahip oldukları yetkileri
kullandıkları sırada meydana gelebilecek her türlü keyfi müdahaleye karşı bireyin
korunmasını amaçladığını belirterek, özellikle de tayin konusunda geniş imtiyazlara sahip
olan Olağanüstü Hal Bölge Valisinin kararlarının adli denetimden yoksun oluşunun, başvuranı
muhtemel suiistimalleri engelleyecek güvencelerden yoksun bıraktığını tespit etmektedir
(mutatis mutandis, Sorensen-Danimarka ve Rasmussen-Danimarka [Büyük Daire], no:
52562/99 ve 52620/99, 11 Ocak 2006 tarihli karar, Soysal ve diğerleri, adı geçen).
Bu alandaki yerleşik içtihadı uyarınca (diğerleri arasında Metin Turan-Türkiye, no:
20868/02, 14 Kasım 2006; Bulga ve diğerleri, Kızılkaya, adı geçen) ve bu içtihadından
ayrılmasını gerektirecek koşulların mevcut olmaması nedeniyle AİHM, Olağanüstü Hal Bölge
Valisi tarafından başvuran aleyhinde alınan tayin kararına karşı iç hukukta ulusal makamlar
önünde itiraz edilmesini sağlayacak başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle AİHS’nin 13.
maddesinin ihlal edildiği kanaatindedir.
III. AVRUPA SOSYAL ŞARTI’NIN 5. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
HAKKINDA
Başvuran ayrıca Avrupa Sosyal Şartı’nın 5. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
AİHM, AİHS’nin 32. maddesi uyarınca kullandığı yetkisinin, Sözleşme ve
Protokollerinin yorumu ve uygulanmasına ilişkin konuları kapsadığını hatırlatmaktadır
(mutatis mutandis, Djaoui-Fransa, no: 5107/04, § 64, 4 Ekim 2007). Bu nedenle bu başvuru,
AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası uyarınca ratione materiae bakımından AİHS hükümleri
ile bağdaşmamaktadır ve 35. maddenin 4. fıkrası uyarınca reddedilmelidir.
IV. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI HAKKINDA
“AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal
edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen
telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın
adil tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
Başvuran uğradığı manevi zarar için 5.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir.
Hükümet bu miktara itiraz etmektedir.
AİHM, başvuranın, Olağanüstü Hal Bölge Valisi tarafından aleyhinde alınan karara
karşı iç hukukta ulusal mahkemeler önünde itiraz etmesini sağlayacak bir başvuru yolunun
bulunmaması nedeniyle manevi zarara uğradığını tespit etmektedir (Ademyılmaz ve diğerleriTürkiye, no: 41496/98, 41499/98, 41501/98, 41502/98, 41959/98, 41602/98 ve 43606/98, §
52, 21 Mart 2006 tarihli karar). AİHM, hakkaniyete uygun olarak başvurana 500 Euro manevi
tazminat ödenmesine karar vermiştir.
B. Masraf ve Harcamalar
Başvuran aynı zamanda AİHM ve ulusal mahkemeler önünde yaptığı masraf ve
harcamalar için 1.000 Euro talep etmekte, bu iddialarını destekleyecek hiçbir açıklayıcı belge
sunmamaktadır.
Hükümet bu miktara itiraz etmektedir.
AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı
makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. Mevcut davada, başvuranın iddialarını
destekleyecek belgelerin bulunmaması nedeniyle AİHM masraf ve harcamalara ilişkin talebi
reddetmektedir.
C. Gecikme Faizi
Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana
üç puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE,
1. AİHS’nin 13. maddesine ilişkin olarak dile getirilen şikayetin kabuledilebilir, geri
kalan kısmının ise kabuledilemez olduğuna;
2. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;
3. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ye çevrilmek ve her türlü vergiden muaf
tutulmak üzere Savunmacı Hükümet tarafından başvurana 500 (beş yüz) Euro manevi
tazminat ödenmesine;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet
tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan
fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;
4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2.
ve 3. fıkralarına uygun olarak 1 Temmuz 2008 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.
—— • ——
BUYRUK/Türkiye Davası*
Başvuru No: 14558/03
Strazburg
8 Nisan 2008
ÜÇÜNCÜ DAİRE
USUL
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 14558/03 numaralı başvurunun nedeni T.C.
vatandaşı Hüseyin Buyruk’un (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 5
Şubat 2003 tarihinde Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerini güvence altına alan Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Ankara barosu
avukatlarından K. Bayraktar tarafından temsil edilmektedir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuran 1949 doğumlu olup Ankara’da ikamet etmektedir.
Başvuran Ankara Keçiören Belediyesi’nde işçi olarak yirmi bir yıllık hizmetinin
ardından 14 Şubat 1998 tarihinde emekli olmuştur.
8 Şubat 1999 tarihinde başvuran bağlı bulunduğu sendika ile çalışanı arasında
imzalanan toplu iş sözleşmesinin kimi hükümlerinin kendisine uygulanmadığı gerekçesiyle
belediye aleyhine tazminat davası açmıştır.
Ankara İş Mahkemesi 19 Temmuz 1999 tarihinde başvuranın taleplerini haklı bularak
yasanın ticari işlemlere uygulanmasını öngördüğü yasal faiz oranı ile birlikte Belediye’nin
başvurana 552.048.631 TL ödemesini kararlaştırmıştır.
Yargıtay 29 Kasım 1999 tarihinde bu hükmü onamıştır.
Bu başvurunun yapıldığı 5 Şubat 2003 tarihine kadar başvuranın alacağı halen
ödenmemişti.
Belediye daha sonra 7 Ekim, 7 Kasım ve 14 Kasım 2003 tarihlerinde üç aşamada bu
tazminatı ödemiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran başvurusunda nihai hale gelen yargı kararının ifasının aşırı uzunluğundan
şikayetçi olmakta ve bu yargılama ile maddi, manevi ve yargı giderleri bakımından zarara
uğradığını ileri sürmektedir. Başvuran AİHS’nin 6. ve Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesine
atıfta bulunmaktadır.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye
çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
Başvuran 7 Ocak 2005 tarihinde AİHM’yi son ödemenin yapıldığı, İdare aleyhine
yapmış olduğu maddi tazminat şikayetini sürdürmek istemediği konusunda bilgilendirmiştir.
Buna karşın, başvuran başvurusunun bu gecikmenin neden olduğu manevi zarar çerçevesinde
geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM başvuranın kayıttan düşmesi gereken Ek 1 no’lu
Protokol’ün 1. maddesi hakkındaki şikayetini incelemeye almayacağını ifade ederek bu
durumda başvuranın şikayetinin yalnızca AİHS’nin 6. maddesi açısından değerlendirileceğine
itibar etmektedir.
A. AİHS’nin 6/1 maddesine yönelik şikayetin kabuledilebilirliği hakkında
Hükümet mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın 2003 yılında ödendiğini
savunarak başvuranın mağdur sıfatının bulunmadığını kaydetmektedir.
Başvuran Hükümetin savlarına karşı çıkmaktadır.
AİHM başvuranın İdarenin yargı kararının ifasını geciktirdiği şikayeti ile ilgili olarak
sözü edilen mahkeme tarafından ödenmesine hükmedilen tazminatın öne sürülen ihlalin
giderilmesinde bir tazmini oluşturmadığını belirtmektedir. Bu durumda Hükümetin itirazı
reddedilmektedir.
AİHM, başvuranın AİHS’nin 6. maddesinin ihlali ile mağdur olduğunu öne
sürebileceğine itibar etmektedir. AİHM bu şikayetin kabuledilemezliği hakkında hiçbir
gerekçe tespit etmemiştir. Başvuru kabuledilmelidir.
B. Esasa dair
Hükümet başvuranın davasının ulusal mahkemeler tarafından «makul bir süre»
zarfında dinlendiğini savunmaktadır.
Başvuran iddialarını yinelemektedir.
AİHM, ara veya nihai hangi karar türü olursa olsun bir hükmün ifasının AİHS’nin 6.
maddesinin 1. paragrafında yer alan «davanın» bütünleyen bir parçası sayılması gerektiğini
hatırlatır (Bkz. özellikle, sözü edilen Ak-Türkiye, Hornsby-Yunanistan 19 Mart 1997 ve son
olarak Metaxas-Yunanistan 27 Mayıs 2004). Sözleşmeci bir Devletin iç hukukta almış olduğu
bir hükmü nihai hale geliyor ve bundan doğan yükümlülük bir tarafın zararına etkisiz
kalıyorsa AİHS’nin 6. maddesinin 1. paragrafının bir mahkemeye erişimi güvence altına
aldığı hak aldatıcı hale gelmektedir.
Etkili bir yargılamanın korunması İdarenin yargı kararlarına uyma zorunluluğunu da
kapsamaktadır. Devletin bir kurumu yargı kararıyla kesinleşmiş borcunu ödememek için
kaynak yetersizliği bahanesini öne süremez (Bkz. Bourdov-Rusya kararı no: 59498/00).
AİHM, bir idarenin ödeme yapmadan evvel- ki bu zaman dilimi makul bir süreyi
aşmamalıdır- belirli bir süreye gereksinim duyduğunu kabul etmektedir.
Mevcut başvuruda, AİHM İdarenin borcunu başvurana nihai kararın ardından dört yıl
sonra ödemesinin makul bir süre olarak sayılamayacağını hatırlatır.
Sonuç olarak nihai olarak kesinleşen yargı kararlarına makul bir sürede uymayan
ulusal mercilerin 6/1 maddenin anlamını ortadan kaldırdıklarına itibar etmektedir.
Bu nedenle bu madde ihlal edilmiştir.
II. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASINA İLİŞKİN
AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal
edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen
telafi edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın
adil tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
Başvuran manevi tazminat olarak 2.200 Euro talep etmektedir.
Hükümet bu miktara karşı çıkmaktadır.
AİHM, ödemenin yapılmasındaki belirsizliğin başvuranı manevi zarara uğrattığını
kabul etmektedir. AİHM hakkaniyete uygun başvurana bu yönde 1.000 Euro ödenmesini
kararlaştırmaktadır.
B. Yargılama masraf ve giderleri
Başvuran 2.222 Euro avukatlık ücreti talep etmekte bunun için diğer belgelerin yanı
sıra avukatı ile yaptığı sözleşmeyi kanıt olarak sunmaktadır.
AİHM sunulan belgeler ve yerleşik içtihat ışığında başvurana tüm yargı giderleri için
2.000 Euro ödenmesine karar vermektedir.
C. Gecikme Faizi
AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz
oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Yargılamanın uzunluğuna dair şikayetin kabuledilebilir olduğuna ve bunun
dışındaki şikayetin kayıttan düşmesine;
2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine;
3. a) AİHS’nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz
kuru üzerinden Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümetin başvurana manevi tazminat
için 1.000 (bin) Euro, yargılama giderleri için 2.000 (iki bin) Euro ödemesine;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet
tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan
fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;
4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2.
ve 3. paragraflarına uygun olarak 8 Nisan 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
—— • ——
DİLSİZ VD./Türkiye Davası*
Başvuru No: 71844/01
Strazburg
20 Mayıs 2008
ÜÇÜNCÜ DAİRE
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
Başvuranlar Mehmet Dilsiz, Bedurhan Dilsiz, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve
Ömer Tunç sırasıyla 1949, 1970, 1978, 1948, 1944 ve 1954 doğumlu olup Cizre’de
ikamet etmektedir. Başvuranlar olayların meydana geldiği dönemde Halkın Demokrasi
Partisi (HADEP) yerel teşkilatının yöneticileriydi.
A. Başvuran Mehmet Dilsiz’in silahlı bir çeteye yardım suçundan yakalanması
Cizre Emniyet Müdürlüğü polisleri 7 Mayıs 2000 tarihinde PKK’ya karşı düzenlediği
operasyon kapsamında başvuranı yakalayarak gözaltına almıştır.
15 Mayıs 2000 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenen başvuran Sulh
Hakimi karşısına çıkarılmış, hakim başvuranın tutuksuz yargılanmasını kararlaştırmıştır.
9 Haziran 2000 tarihinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Savcısı
TCK’nın 169. maddesi gereğince başvuranı silahlı bir çeteye yardım etme suçu ile itham
etmiştir.
30 Ekim 2001 tarihinde DGM delil yetersizliğinden başvuranı serbest bırakmıştır.
B. Başvuran Mehmet Dilsiz’in silahlı bir çeteye katılma suçundan yakalanması
Başvuran Mehmet Dilsiz yine PKK mensubu olma suçu ile iki ayrı ceza davasının sanığı
olmuştur.
1. İlk süreç
15 Ekim 2000 tarihinde başvuranın evinde yapılan aramalar sonucunda PKK propagandasını
yapan yayınlar ve haberleşme amaçlı bir telsiz ele geçirilmiş, başvuran yakalanarak gözaltına
alınmıştır. Başvuran tutuklama tutanağını imzalamamıştır.
18 Ekim 2000 tarihinde başvuran ifade vermediğinden polisler ifadesini alamamıştır.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye
çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
Başvuran 19 Ekim 2000 tarihinde Silopi Cumhuriyet Savcısı ve ardından Sulh Hakimi
karşısına çıkarılmış, Sulh hakimi hakkında tutukluluk kararı vermiştir.
Başvuran bu karara karşı 24 Ekim 2000 tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde itiraz
etmiştir. DGM 8 Kasım 2000’de başvuranın itirazını kabul ederek serbest bırakılmasına karar
vermiştir.
Cumhuriyet Savcısı 24 Kasım 2000 tarihli bir iddianame ile DGM önünde başvuranı TCK’nın
168/2 maddesi uyarınca silahlı bir çete mensubu olma suçu ile itham etmiştir.
Devlet Güvenlik Mahkemesi 28 Mart 2002 tarihinde kamu davasının zamanaşımından
düştüğüne karar vermiştir.
2. İkinci süreç
Başvuran 2 Ekim 2001 tarihinde sorgulanmış, Şırnak Cumhuriyet Savcısı’nın talebi üzerine
ertesi gün serbest bırakılmıştır.
Başvuran 4 Ekim 2001’de yakalanarak yeniden gözaltına alınmıştır.
Başvuran 6 Ekim 2001 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmesinin
ardından Sulh Hakimi karşısına çıkarılmış, hakim hakkında tutukluluk kararı vermiştir.
Belirtilmeyen bir tarihte Cumhuriyet Savcısı DGM önünde yasadışı örgüt PKK’ya yardım ve
yataklık etme suçundan başvuran hakkında kamu davası açmıştır.
Başvuran 28 Aralık 2001 tarihinde serbest bırakılmıştır.
DGM 21 Kasım 2002 tarihli bir karar ile delil yetersizliğinden başvuranı serbest bırakmıştır.
Temyize gidilmediğinden bu hüküm nihai hale gelmiştir.
C. Başvuranların uyuşturucu madde kaçakçılığından ve silahlı bir çete mensubu olma
suçundan tutuklanması
Güvenlik güçleri 1 Nisan 2001 tarihinde başvuran Mehmet Dilsiz’in evinde yeniden arama
yapmıştır. Arama tutanağına göre uyuşturucu madde içeren iki paket ile PKK teröristlerinin
bir Jandarma karakoluna düzenlediği saldırının görüntülerinin yer aldığı bir video kaseti ele
geçirilmiştir. Mehmet Dilsiz ve Bedurhan Dilsiz bu tutanağı imzalamayı reddetmiştir, bunun
üzerine adı geçenler gözaltına alınmıştır.
2 Nisan 2001 tarihinde başvuranlar Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç
yakalanarak gözaltına alınmışlardır.
7 Nisan 2001’de Cumhuriyet Savcısı tarafından dinlenmelerinin ardından Mehmet Dilsiz,
Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç Sulh Hakimi karşısına çıkarılmışlardır.
Hakim Mehmet Dilsiz’in tutuklanmasına, diğer başvuranların serbest bırakılmasına karar
vermiştir.
Cumhuriyet Savcısı 25 Nisan 2001 tarihinde Bedurhan Dilsiz, Halil Zeyrek, Ali Güven ve
Ömer Tunç hakkında takipsizlik kararı almış, buna karşın uyuşturucu madde kaçakçılığı
suçundan Mehmet Dilsiz ve Muhsin Gasır hakkında ceza davası açmıştır.
PKK mensubu olma ve propagandasını yapma suçlarından tutuklu bulunan Mehmet Dilsiz
hakkında Cumhuriyet Savcısı TCK’nın 169. maddesi uyarınca silahlı bir çete mensubu olma
suçundan 10 Mayıs 2001 tarihinde ikinci bir ceza davası açmıştır.
DGM 18 Eylül 2001 tarihli bir karar ile başvuranın bu son davadan beraatına karar vermiştir.
Uyuşturucu madde kaçakçılığı ile ilgili olarak, DGM 1 Haziran 2005 tarihinde Şırnak Ağır
Ceza Mahkemesi lehine yetkisizlik kararı vermiştir.
Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 8 Haziran 2006 tarihinde Mehmet Dilsiz’i uyuşturucu madde
kaçakçılığından dört yıl hapis cezasına çarptırmıştır.
Yargıtay 20 Ekim 2006 tarihinde bu kararı onamıştır.
D. Başvuranlar Ali Güven ve Muhsin Gasır’ın silahlı bir çete mensubu olma suçundan
tutuklanması
Ali Güven ve Muhsin Gasır 8 Kasım 2000 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır.
Sulh Hakimi 15 Kasım 2000’de başvuranların tutuklanmalarına karar vermiştir.
25 Aralık 2000 tarihinde başvuranlar 4616 sayılı Yasa «Af Yasası» uyarınca serbest
bırakılmışlardır. Yine bu yasanın uygulanmasına istinaden Savcı 26 Aralık 2000 tarihinde
açılan davaların beş yıl süreyle ertelenmesine karar vermiştir.
E. Başvuran Mehmet Dilsiz’in Jandarmaların tehdit ettiği ve mallarına el koyduğuna
ilişkin şikayeti
Başvuran 21 Şubat 2001 tarihinde ulusal yetkililere yazmış olduğu mektuplarla keyfi olarak
tutuklandığını, siyasi faaliyetleri nedeniyle kendisini engelleyen jandarmaların topraklarını
ekip biçmesine engel olduklarını dile getirmiştir. Başvuran topraklarını terk etmesi halinde
kendisini öldürmekle tehdit eden jandarmalar hakkında cezai kovuşturma açılması şikayetinde
bulunmuştur.
Öne sürülen suç ile ilgili, 3 Nisan 2001 tarihinde davacı taraf olarak başvuranı dinleyen Cizre
Cumhuriyet Savcısı takipsizlik kararı vermiştir.
20 Eylül 2001 tarihinde HADEP’in Cizre teşkilatında bir bomba patlamış, patlamada ölen ya
da yaralanan olmazken teşkilatın olduğu binada ve çevre binalarda önemli maddi hasar
meydana gelmiştir.
19 Ekim 2001 tarihinde Siirt Ağır Ceza Mahkemesi başkanı takipsizlik kararına karşılık
başvuranın şikayetini değerlendirmeye almış ve dosyayı yeniden incelemesi için Cizre
Cumhuriyet Savcılığına göndermiştir.
5 Haziran 2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı bir kez daha takipsizlik kararı vermiştir.
2 Temmuz 2002 tarihinde Siirt Ağır Ceza Mahkemesi 5 Haziran 2002 tarihli takipsizlik
kararını iptal etmiştir.
Cumhuriyet Savcısı 11 Eylül 2002 tarihinde sözkonusu jandarmalar hakkında Cizre Asliye
Ceza Mahkemesi’nde (Mahkeme) kamu davası açmıştır.
Mahkeme 26 Aralık 2003 tarihli bir karar ile delil yetersizliğinden jandarmaların serbest
bırakılmasına karar vermiştir. Temyize başvurulmadığından-başvuran müdahil taraf olarak
bulunmadığından- bu hüküm nihai hale gelmiştir.
HUKUK
I. AİHS’NİN 5/ 1 c) ve 3. MADDELERİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
A. Kabuledilebilirlik hakkında
AİHS’nin 5/1 c) ve 3. maddelerine atıfta bulunan başvuranlar birçok kez, makul bir gerekçe
olmadan aşırı uzun sürelerle gözaltına alındıklarından şikayetçi olmaktadır.
Hükümet iç hukuk yolları tüketilmediğinden AİHM’yi 5/3 maddesine yönelik şikayetleri
reddetmeye davet etmektedir. Hükümete göre başvuranlar 466 sayılı Kanun gereğince
tazminat talebinde bulunabilirlerdi.
AİHM Hükümet tarafından sözü edilen 466 sayılı Kanun ile ortaya konulan başvuru şeklinin
AİHS’ye veya yasalara aykırı olarak özgürlükten yoksun bırakma hallerine karşı bir tazminatı
öngördüğünü hatırlatmaktadır. Oysa bu başvuruda böyle değildir, sözkonusu gözaltı
sürelerinin uzunluğu ilgili dönemde yürürlükte bulunan yasal mevzuata uygundur (Bkz.
Keklik vd.-Türkiye kararı, no: 77388/01, 3 Ekim 2006).
AİHM başvuranların gözaltı süresinin aşırı uzunluğundan ve tutukluluk haline karşı telafi
yollarının bulunmayışından şikayetçi oldukları saptamasını yapmaktadır. Bu şikayetler
AİHS’nin 5/3 maddesi alanına girmektedir, oysa Hükümet tarafından öne sürülen başvuru
yolu yalnızca 5/5 maddesine yöneliktir. Yapılan ön itirazın bu kısmı dayanaktan yoksun
bulunmaktadır.
Hükümetin itirazı bu durumda reddedilmektedir.
Başvuran Mehmet Dilsiz’in 7 Mayıs 2000 tarihli ilk tutuklanması ile ilgili olarak altı ay süresi
başvuruda yer alan suç unsuru eylemden, gözaltından itibaren başlamakta ve 15 Mayıs 2000
tarihinde sona ermektedir (Bkz. Sakık vd.-Türkiye kararı 1997-VII). Başvuru bu çerçevede
gecikmeli olarak 5 Nisan 2001 tarihinde yapılmıştır.
AİHM işlendiği ileri sürülen suçlardan itham edilecek makul gerekçelerin yer almadığına
yönelik şikayetler ile ilgili, gözaltına alınmalarının ardından başvuranların silahlı bir çeteye
yardım ve yataklıktan ve uyuşturucu madde kaçakçılığından ceza soruşturması kapsamında
yer aldıklarını (savcılık iddianamesi ile itham edip, hakim kararı ile tutuklama) tespit
etmektedir. Başvuranların bu durumda makul suçlanma gerekçeleri olmadan gözaltına
alındıkları söylenemez. Yapılan bu şikayetler dayanaktan yoksun bulunmaktadır (Bkz. Rahat
ve Tuş-Türkiye kararı, no:39865/02, 18 Mart 2004; Mürsel OKAY-Türkiye kararı, no:
6283/02, 1 Haziran 2006).
AİHM, Mehmet Dilsiz’in gözaltı süresi ile ilgili sırasıyla 15-19 Ekim 2000, 2-3 Ekim 2001 ve
4-6 Ekim 2001 tarihlerine uzanan üç dönemi dikkate almaktadır. Başvuran Bedurhan Dilsiz’in
gözaltı süresi 1 Nisan 2001’de başlayıp 4 Nisan 2001’de sona ermektedir. Bu süre AİHM’nin
bu yöndeki yerleşik içtihadına uygun bulunmaktadır (Bkz. Brogan vd-Birleşik Krallık, 29
Kasım 1988). Başvurunun bu kısmı dayanaktan yoksun bulunmaktadır ve AİHS’nin 35.
maddesinin 3. ve 4. paragraflarına uygun olarak reddedilmelidir.
AİHM, aynı şekilde yapılan başvuruda Mehmet Dilsiz’in 1-7 Nisan 2001 tarihleri arasındaki
gözaltına (altı gün), Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç’un 2-7 Nisan 2001
tarihleri arasındaki gözaltı süresine (beş gün) ve 8 Kasım 2000’den 15 Kasım 2000’e dek
(yedi gün) süren Ali Güven ve Muhsin Gasır’ın tutukluluk sürelerine ilişkin yerleşik içtihadını
göz önüne almakta (Bkz. diğer birçokları arasında sözü edilen Öcalan kararı) ve gözaltı
sürelerine yönelik şikayetlerin AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca dayanaktan yoksun
olmadığına kanaat getirmektedir. Başvurunun kabuledilemez olarak nitelendirilmesi için
hiçbir gerekçe yer almamaktadır. Başvuru kabuledilmelidir.
B. Esasa dair
Başvuranlar Mehmet Dilsiz, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç gözaltı
sürelerinin uzunluğundan şikayetçi olmakta, AİHS’nin 5/3 maddesine atıfta bulunmaktadırlar.
Hükümet bu iddialara karşı çıkmakta, başvuranların gözaltı sürelerinin AİHM’nin yerleşik
içtihatlarına uygun olduğunu savunmaktadır.
AİHM, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç’un gözaltı sürelerinin 2 Nisan
2001’de başlayıp 7 Nisan 2001 tarihinde (sulh hakimi önüne çıktıkları tarih) sona erdiğini
gözlemlemektedir. Bu süre beş gündür. Başvuran Mehmet Dilsiz’in gözaltı süresi 1 Nisan
2001’de başlayıp 7 Nisan 2001’de sona ermektedir. Bu süre altı gündür. Ali Güven ve Muhsin
Gasır’ın gözaltı süreleri 8 Kasım 2000’de başlayıp 15 Kasım 2000 tarihinde sona emektedir.
Bu süre ise yedi gündür.
AİHM, Brogan vd.-Birleşik Krallık kararında -ki bu kararı müteakip içtihat birçok kez teyit
edilmiştir- genel olarak terör amaçlı kolektif işlenen suçların önlenmesi gözetilse dahi, 5/3
maddesinde yer alan sınırlamaların haricinde bir kişinin yetkili bir hakim karşısına
çıkarılmaksızın gözaltında tutulma süresinin dört gün olduğuna itibar etmektedir.
Hükümetin bu gerekçenin dışına çıkılmasını teyit edecek herhangi bir argüman sunmaması
ışığında, AİHM bahse konu gözaltı sürelerinin AİHS’nin 5/3 maddesinde yer alan ivedilik
koşulunu karşılamadığı sonucuna varmaktadır.
Bu nedenle bu hüküm ihlal edilmiştir.
II. AİHS’NİN 2, 3, 11, 13, 14 VE EK 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİ’NİN
İHLAL EDİLDİĞİ İDDİALARI HAKKINDA
Mehmet Dilsiz HADEP bünyesindeki işinden istifa etmesi için jandarmaların kendisini
ölümle tehdit ettiklerini ileri sürmektedir. Başvuran partisinin bulunduğu binanın sahibinin de
ölüm korkusuyla kira sözleşmesini uzatmayı reddettiğini öne sürmektedir. Başvuran ayrıca 20
Eylül 2001’de meydana gelen patlamadan dolayı maddi zarara uğradığını belirtmekte,
AİHS’nin 2. maddesini öne sürmektedir.
AİHM, Mehmet Dilsiz’in HADEP’in yerel teşkilatı başkanı olarak kira sözleşmesinin
yenilenmesinde karşılaştığı zorluklar ve parti binasında 20 Eylül 2001 tarihinde meydana
gelen patlamada oluşan maddi hasar ile ilgili bu şikayetlerin ulusal mahkemeler nezdinde
hiçbir surette dile getirilmediğini ifade ederek, iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle bu
şikayetlerin reddedilmesi gerektiğini kaydetmektedir.
Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesini hatırlatan başvuran Mehmet Dilsiz silahlı yerel güvenlik
güçlerinin arazilerini ekip, kiralamaya engel olduklarını iddia etmektedir.
AİHM Türk hukuku’na göre normal, etkili ve yeterli bir başvuru yolu ile istihkak davası
açılarak tazminat elde etmenin mümkün olduğuna itibar etmektedir. Başvuran böyle bir dava
açmayı ihmal etmiştir, iç hukuk yolları tüketilmediğinden bu şikayet reddedilmektedir.
Başvuranlar tutuklu bulundukları süre zarfında gözlerinin bağlı oluşu, dar bir hücrede
kalmaları, tehdit edilip, kendilerine küfredilmesi ve bütün ifadeleri imzalamaya zorlanmaları
ölçüsünde tutuklanma nedenlerine ve koşullarına itiraz ederek bu bağlamda AİHS’nin 3.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvuranlar AİHS’nin 11. maddesini hatırlatarak
HADEP bünyesindeki siyasi faaliyetleri nedeniyle haklarında soruşturma açıldığından
şikayetçi olmaktadır. Başvuranlar son olarak etnik kökenlerinden, siyasi düşünce ve
faaliyetlerinden dolayı bir ayrımcılığa maruz kaldıklarını öne sürmekte, iç hukukta haklarını
savunabilecekleri etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını iddia etmektedir. Başvuranlar
yukarıda sözü edilen maddelerin biri veya diğeri ile birlikte AİHS’nin 13. ve 14. maddelerine
göndermede bulunmaktadır.
Bütün bu şikayetleri destekleyici delillerin yokluğunda, dayanaktan yoksun bu şikayetlerin
reddedilmesi gerekmektedir.
Başvurunun bu bölümü AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafına uygun olarak
kabuledilemez olarak nitelendirilmekte ve reddedilmektedir.
III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI
AİHS’nin 41. maddesine göre “Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine
karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi
edebiliyorsa, AİHM, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun surette, zarar gören tarafın adil
tatminine hükmeder.”
A. Tazminat
Başvuranlar tutuklanmalarının fiziksel olduğu kadar ruhsal açıdan yol açtığı travmalar
sonucunda manevi zarara uğradıklarını öne sürmektedirler. Bu bağlamda Mehmet Dilsiz
50.000 Euro ve diğer başvuranların her biri 10.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir.
Hükümet bu talepleri aşırı ve kabuledilemez olarak nitelendirmektedir.
AİHM tespit edilen ihlal ışığında ve hakkaniyete uygun olarak Mehmet Dilsiz’e 1.000 Euro,
Muhsin Gasır’a 2.000 Euro, Ali Güven’e 2.000 Euro, Halil Zeyrek’e 500 Euro ve Ömer
Tunç’a 500 Euro manevi tazminat ödenmesini kararlaştırmaktadır.
B. Yargılama masraf ve giderleri
Başvuranlar iç hukukta yapmış oldukları yargı giderleri için 10.500 Euro ve AİHM nezdinde
yapmış oldukları yargı giderleri için 4.700 Euro olmak üzere toplam 15.200 Euro talep
etmekte, kanıtlayıcı belge niteliğinde İstanbul barosunun avukatlık ücreti tarifesini ve
faturaları sunmaktadırlar.
Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır.
AİHM’nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliğini kanıtladığı makul
miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. Bu başvuruda mahkemeye sunulan unsurlar ve
sözü edilen kıstaslar göz önüne alındığında AİHM, yargı giderlerine ilişkin beş başvurana
ortaklaşa 1.500 Euro ödenmesini kararlaştırmaktadır. Bu meblağdan Avrupa Konseyi
tarafından adli yardım başlığı altında ödenen 850 Euro’luk kısım düşülmelidir.
C. Gecikme Faizi
Gecikme faizi Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana üç
puanlık bir artış eklenerek belirlenecektir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Hükümetin ön itirazının reddine;
2. Başvuranlar Mehmet Dilsiz, Halil Zeyrek, Muhsin Gasır, Ali Güven ve Ömer Tunç’un
gözaltı sürelerinin uzunluğuna ilişkin şikayetlerinin kabuledilebilir olduğuna;
3. Geri kalan şikayetlerin kabuledilemez olduğuna;
4. AİHS’nin 5/3 maddesinin ihlal edildiğine;
5 a) AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç
ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflardan muaf olarak, ödeme
tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ ye çevrilmek üzere, Savunmacı Hükümet tarafından:
i.
ii.
manevi tazminat için başvuran Mehmet Dilsiz’e 1.000 (bin) Euro, başvuran
Muhsin Gasır’a 2.000 (iki bin) Euro, başvuran Ali Güven’e 2.000 (iki bin) Euro,
başvuran Halil Zeyrek’e 500 (beş yüz) Euro ve başvuran Ömer Tunç’a (beş yüz)
Euro ödenmesine;
yargılama gideri için 1.500 (bin beş yüz) Euro’dan Avrupa Konseyi tarafından adli
yardım başlığı altında ödenen 850 (sekiz yüz elli) Euro düşülerek kalan kısmın beş
başvurana ortaklaşa ödenmesine;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet
tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan
fazlasına eşit oranda basit faizin uygulanmasına;
6. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine;
KARAR VERMİŞTİR.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3.
maddelerine uygun olarak 20 Mayıs 2008 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.
—— • ——
ÖZGÜR AKGÖÇMEN/Türkiye*
Başvuru No. 43840/02
KABULEDİLEBİLİRLİĞE İLİŞKİN KARAR
DÖRDÜNCÜ DAİRE
OLAYLAR
Başvuran, Özgür Akgöçmen, 1954 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve Ankara’da
yaşamaktadır. Başvuran, İzmir Barosu avukatlarından S. Cengiz tarafından temsil edilmiştir.
A. Davanın koşulları
Mevcut başvuruya neden olan olayların yaşandığı sırada başvuran, Mersin’in ilçesi
Erdemli’de noter olarak görev yapmaktaydı.
12 Mayıs 1999’da Erdemli Vergi Dairesi, Erdemli Cumhuriyet Savcılığı’na
başvuranın, 16 Aralık 1998 ve 31 Aralık 1998 tarihleri arasındaki noter işlemleri için istihsal
edilen 2,000,000,000 Türk Lirası1 (TRL) tutarındaki damga vergisini ödemediğini
bildirmiştir.
13 Mayıs 1999’da Erdemli Cumhuriyet Savcısı (“Savcı”) başvuranı dinlemiştir.
Başvuran, inter alia, ekonomik zorluklar nedeniyle 2,000,000,000 TRL tutarındaki damga
vergisini ödeyemediğini belirtmiştir.
14 Mayıs 1999’da Cumhuriyet Savcısı tarafından sunulan soruşturma raporuna göre,
başvuran 2,000,000,000 TRL’yi beyan etmemiş ve kayıtlarında 2,225,129,000 TRL ödemiş
olduğu belirtilmesine rağmen vergi dairesine yalnızca 225,129,000 TRL ödemiştir.
22 Temmuz 1999’da Tarsus Cumhuriyet Savcısı, Türk Ceza Kanunu’nun 240.
maddesi uyarınca görevini kötüye kullanmakla itham ederek Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi’ne
başvuran aleyhinde bir iddianame sunmuştur. Cumhuriyet Savcısı ayrıca davanın, Mersin
Ağır Ceza Mahkemesi önünde incelenmesini talep etmiştir.
30 Temmuz 1999’da başvuran, Erdemli Vergi Dairesi’ne sözkonusu meblağı
ödemiştir.
9 Eylül 1999’da Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi, davayı talep edilmiş olduğu gibi
Mersin Ağır Ceza Mahkemesi’ne havale etmiştir.
* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
26 Ekim 1999’da Tarsus Cumhuriyet Savcısı, ilgili vergi dairesine Aralık 1998 ve
Şubat 1999 tarihlerinde ilgili vergi dairesine katma değer vergisini ödemediği için Türk Ceza
Kanunu’nun 202. maddesi uyarınca zimmetine para geçirmekle itham ettiği başvuran
1
Olayların yaşandığı sırada yaklaşık 4,750 Euro (EUR).
aleyhinde Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi’ne bir iddianame sunmuştur. Ayrıca davanın, Mersin
Ağır Ceza Mahkemesi’nce incelenmesini talep etmiştir.
23 Kasım 1999’da Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi, davayı Mersin Ağır Ceza
Mahkemesi’ne havale etmiştir.
5 Ekim 1999’da Mersin Ağır Ceza Mahkemesi önünde başvuran aleyhinde görevini
kötüye kullanması nedeniyle cezai takibat başlatılmıştır.
27 Aralık 1999’da Mersin Ağır Ceza Mahkemesi başvuran aleyhindeki iki davayı
birleştirmiştir.
8 Mart 2000’de Mersin Ağır Ceza Mahkemesi başvuranı ve yasal temsilcisini
dinlemiştir. Mahkeme, başvuran aleyhindeki suçlamaları okumuş ve kendisine CMUK’un
135. maddesi bağlamındaki haklarını bildirmiştir. Başvuran, inter alia, harcamalarda
bulunması nedeniyle damga vergisini zamanında ödeyemediğini ve ekonomik durumu düzelir
düzelmez gerekli meblağı ödediğini ileri sürmüştür. Başvuranın yasal temsilcisi, inter alia,
ekonomik problemleri olması nedeniyle başvuranın sözkonusu vergiyi zamanında
ödeyemediğini ancak hiçbir şekilde suç işleme niyeti bulunmadığını belirtmiştir.
19 Haziran 2000’de daha önce başvuranla çalışmış olan bir kişinin ifadesi, dava
dosyasına eklenmiştir. Aynı tarihte mahkeme, birleştirilen dava dosyası kapsamındaki
suçlamaların, farklı suçlara ilişkin olduğunu ve başvuranın, bu suçlamalara ilişkin
savunmasını sunmadığını belirtmiştir. Mahkeme, başvuran aleyhindeki suçlamaları okumuş
ve kendisine CMUK’un 135. maddesi bağlamındaki haklarını bildirmiştir. Başvuran, yasal
haklarını bildiğini belirtmiştir. Inter alia, ekonomik kriz ve görevi nedeniyle yapmak
durumunda kaldığı harcamalar nedeniyle katma değer vergisini zamanında ödeyemediğini ve
bu parayı zimmetine geçirdiğine ilişkin suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir.
Aynı gün, başvuranın ve yasal temsilcilerinin tevsi tahkikat talep etmediklerine ilişkin
ifadesini müteakiben Mersin Ağır Ceza Mahkemesi, gelecek duruşmada Cumhuriyet
Savcısı’nın davanın esasına ilişkin görüşlerini sunmasına karar vermiştir.
11 Temmuz 2000’de Cumhuriyet Savcısı, davanın esasına ilişkin görüşlerini sunmak
için ek süre talep etmiştir. İlk derece mahkemesi, 25 Eylül 2000’e kadar ek süre vermiştir.
25 Eylül 2000 tarihli duruşmada Cumhuriyet Savcısı, davanın esasına ilişkin görüşünü
sunmuştur. Başvuranın 2,000,000,000 TRL tutarındaki damga vergisini ödememesinin, ihtilas
teşkil ettiğini ileri sürmüş ve mahkemeden, başvuranı Ceza Kanunu’nun 202. maddesi
uyarınca mahkum etmesini istemiştir.
Mahkeme, Cumhuriyet Savcısı’nın fiilleri, ihtilas olarak nitelendirmesine itiraz eden
başvuranın yasal temsilcileri M.P. ve Ö.G.’yi dinlemiştir. Her ikisi de başvuranın yalnızca
ihmalkar olduğunu, zimmetine para geçirme amacı gütmediğini belirtmiş ve beraat etmesini
talep etmiştir.
Bu süre içerisinde başvuran, duruşmaya katılmıştır. Mahkeme, Cumhuriyet
Savcısı’nın görüşünü başvurana okumuş ve uygulanacak hukuku açıklamıştır.
Başvuran, Cumhuriyet Savcısı’nın suçu ihtilas olarak tanımlamasını kabul etmediğini
belirtmiştir. Dava olaylarının açık olduğunu ve damga vergisini ekonomik nedenlerden ötürü
ödeyemediğini ileri sürmüştür. Gerekçe olarak daha önceki ifadelerini göstermiş ve beraat
etmeyi talep etmiştir.
Aynı gün Mersin Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranı damga vergisini ödememesine
ilişkin suçu hususunda Ceza Kanunu’nun 202. maddesi uyarınca ihtilastan suçlu bulmuştur.
Başvuran, iki yıl altı ay hapis ve 833,333,333 TRL para cezasına mahkum edilmiş ve kamu
hizmetinde çalışmaktan sürekli olarak men edilmiştir. Öte yandan, ilk derece mahkemesi,
katma değer vergisinin ödenmemesinin Ceza Kanunu bağlamında suç teşkil etmediğine ve
başvuranın, bu verginin ödenmemesine ilişkin suçtan beraatine karar vermiştir.
Başvuran, itiraz etmiştir. İtirazının usule ve esasa dayalı gerekçeleri olarak, inter alia,
sözkonusu suçlamalar için yeni bir iddianame çıkarılmadığı ve savunmasını hazırlaması için
kendisine ek süre verilmediği halde zimmetine para geçirmekten suçlu bulunduğu hususunda
şikayetçi olmuştur. Dava olaylarının Ceza Kanunu’nun 202. maddesi bağlamında neden
ihtilas olarak kabul edilemeyeceğine ilişkin iddialarını sunmuş ve inter alia, ihmal ve
tecrübesizlik sonucu oluşan bu fiili, ihtilas olarak tanımlamanın, yanlış bir yorumlama ve
orantısız bir hüküm olduğunu ileri sürmüştür.
Başvuran, 19 Şubat 2002 tarihli ek itirazında, inter alia, parayı iktisap etmek ya da
kullanmak gibi bir niyeti olmadığını ancak görevi gereği çok harcama yaptığını ve ekonomik
krizden ötürü damga vergisini zamanından ödeyemediğini ileri sürmüştür. Bu nedenle, dava
olaylarının Ceza Kanunu’nun 202. maddesi bağlamında ihtilas olarak kabul edilemeyeceğini
belirtmiştir.
23 Mayıs 2002’de Yargıtay bir duruşma düzenlemiş, başvuranın yasal temsilcisinin
iddialarını dinlemiş ve ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Kararında, inter alia,
yerel mahkemenin gerekçelerinin yeterli olduğuna, başvuranın mahkum edildiği suçun doğru
takdir edildiğine ve mahkumiyetinin kanuna uygun olduğuna karar vermiştir.
8 Temmuz 2002’de Yargıtay Başsavcısı, başvuranın Yargıtay kararının düzeltilmesine
ilişkin talebini reddetmiştir.
1 Kasım 2002 ve 31 Ekim 2003 tarihleri arasında başvuran, hapis cezasını çekmiştir.
9 Nisan 2003’de Mersin Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın yeniden yargılanma
talebini reddetmiştir.
ŞİKAYET
Başvuran, suçlandığından farklı bir suçtan mahkum edildiği ve bunun, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği hususunda şikayette bulunmuştur.
HUKUK
Başvuran suçunun, adil yargılanma hakkını ihlal edecek şekilde isnat edilen suçun
hükmün verilmesinden hemen önce yasal olarak yeniden tanımlanmasına ilişkin şikayette
bulunmuştur.
Mahkeme, bu şikayetin AİHS’nin 6. maddesinin 1. ve 3. (a) ve (b) paragrafları
uyarınca incelenmesi gerektiği kanısındadır.
A. Tarafların iddiaları
Hükümet, yerel mahkemeler önünde şikayetini sunmamış olması nedeniyle
başvuranın, AİHS’nin 35/1 maddesinin gerekli gördüğü şekilde iç hukuk yollarını
tüketmediğini belirtmiştir.
Hükümet, esasa ilişkin, başvuranın ihtilası da içeren iki farklı suçtan yargılandığını ve
bu nedenle yeni suçlamalar ve yeni olayların sözkonusu olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca
Cumhuriyet Savcısı davanın esasına ilişkin görüşleri sunduğu sırada başvuranın ve yasal
temsilcilerinin itiraz etmediklerini ve savunmalarını hazırlamak için ek süre istemediklerini
gözlemlemiştir. Son olarak Hükümet, ihtilasın görevin kötüye kullanılmasının bir çeşidi
olduğunu belirtmiştir.
Başvuran, iç hukuk yollarını tüketmiş olduğunu ileri sürmüştür. Esasa ilişkin, görevini
kötüye kullanmaktan değil ihtilastan mahkum edileceğini bilmesinin mümkün olmadığını
belirtmiştir. İlk derece mahkemesinin kendisine ne bu olasılığı bildirdiğini ne savunmasını
hazırlayabilmesi için dava işlemlerini ertelediği hususunda şikayette bulunmuştur.
B. AİHM’nin değerlendirmesi
AİHM, sözkonusu şikayetin, aşağıda kaydedilen nedenlerden ötürü kabuledilemez
olması nedeniyle AİHS’nin 35/1. maddesi bağlamında başvuranın iç hukuk yollarını tüketip
tüketmediğine karar vermenin gerekli olmadığı kanısındadır.
AİHM, 6. maddenin 3 (a) paragrafının hükümlerinin, “suçlamadan” davalının
haberdar edilmesi hususuna özel bir önem gösterilmesi gereğine işaret ettiğini yinelemektedir.
Dava gerekçesi tebliğ edildiği andan itibaren şüpheli resmen kendisi aleyhindeki suçlamaların
hukuki ve olaylara dayanan temeli hakkında resmen bilgi sahibi olduğu cihetle ceza
davalarında çok önemli bir rol oynamaktadır. (bkz., örneğin, Juha Nuutinen/Finlandiya, no.
45830/99, 30. paragraf, 24 Nisan 2007). AİHS’nin 6/3 (a) maddesi davalıya, yalnızca
suçlamanın nedeni, bir diğer deyişle, işlediği iddia edilen ve suçlamanın dayandırıldığı fiiller
değil sözkonusu fiillerin yasal tanımlamaları hususunda da bilgilendirilmesi hakkını
vermektedir. Ceza davalarında, davalının aleyhindeki suçlamalara ilişkin tam ve detaylı bilgi
alması ve sonuç olarak, mahkemenin suça ilişkin yapabileceği yasal tanımlama hakkında bilgi
sahibi olması, yargılamanın adil olmasını garanti etmek için önkoşuldur. Ayrıca AİHM, 6.
maddenin 3 (a) ve 3 (b) paragraflarının, bağlantılı olduğu ve suçlamanın niteliği ve nedenine
ilişkin bilgilendirilme hakkının, sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında
değerlendirilmesi gerektiğini sonucuna varmıştır (bkz., Sipavičius/Litvanya, no. 49093/99,
paragraf 28, 21 Şubat 2002).
AİHM ayrıca AİHS’nin 6. maddesine uyulup uyulmadığına karar verirken, temyiz
usulü de dahil olmak üzere dava işlemlerini bir bütün olarak göz önüne alması gerektiğini
yinelemektedir. Önceki davalarda AİHM, cezai takibatın adilliğini bir bütün olarak
değerlendirirken, sanığın inceleme işlemleri sırasında kendisini savunmak için yeterli fırsata
sahip olduğu hallerde suçun yeniden nitelendirilmesinin, savunma haklarını ihlal etmediğini
kabul etmiştir (bkz., Dallos/Macaristan, no. 29082/95, 47.-53. paragraflar, AİHM 2001-II,
Sipavičius, 30. paragraf, 21 Şubat 2002; ve Balette/Belçika (karar), no. 48193/99, 24 Haziran
2004).
Mevcut davada başvuran öncelikle, noterlik görevini yapmakta olduğu sırada ilgili
vergi dairesine ödemesi gereken damga vergisi meblağını tam olarak ödemediği için Ceza
Kanunu’nun 240. maddesi bağlamında görevini kötüye kullanmakla itham edilmiştir. Ancak,
esasa ilişkin görüşlerinde, Cumhuriyet Savcısı suçu zimmete para geçirme olarak yeniden
nitelendirmiş ve Ceza Kanunu’nun 202. maddesi uyarınca başvuranın mahkum edilmesini
talep etmiştir. Türk Hukuku uyarınca, maddesel bağlamda bir dereceye kadar farlılık gösterse
de, zimmete para geçirme suçunun görevi kötüye kullanmanın özel bir şekli olduğunu göz
önüne alan AİHM, başvuranın zimmetine para geçirmekten mahkum edilme olasılığını tahmin
edip edemeyeceği konusunda tereddütleri vardır.
Ancak AİHM, yapılan suçlamanın altında yatan olayları başvuranın önceden bildiğini
gözlemlemektedir. Olaylara dayanan yeni bir unsur sözkonusu değildir. Ayrıca, başvuranın ve
iki yasal temsilcisinin, suçlamanın yapıldığı gün suçlamaya ilişkin görüşlerini dile getirdikleri
ve meseleyi mütalaa etmek üzere daha fazla süre elde etmek için kovuşturmanın ertelenmesini
talep etme imkanları olduğu halde bunu yapmadıklarını gözlemlemektedir (Noe/Fransa
(karar), no. 10292/03, 7 Kasım 2006, Bäckström ve Andersson/İsveç (karar), no. 67930/01, 5
Eylül 2006; ve karşıt karar Miraux/Fransa, no. 73529/01, 34. paragraf, 26 Eylül 2006).
Ayrıca başvuran davayı temyiz etmiş ve Yargıtay başvuranın davasını usul ve esas
yönünden incelemiş ve başvuranın temsilcisini duruşmada dinlemesi ardından ilk derece
mahkemesinin kararını onamıştır. Bu nedenle AİHM, başvuranın yeniden nitelendirilen suç
hususunda Yargıtay önünde savunmasını sunma fırsatı bulunduğu kanısındadır.
Yargılamanın bir bütün olarak adilliğini değerlendiren AİHM, başvuranın AİHS’nin
6/3 (a) maddesi anlamında yapılan suçlamanın niteliği ve nedeni hususunda
bilgilendirilmediği veya AİHS’nin 6/3 (b) maddesinin ihlal edildiği veya AİHS’nin 6/1
maddesi bağlamında adil şekilde yargılanmadığı konularında ikna olmamıştır. Bu nedenle,
başvurunun sözkonusu kısmı dayanaktan yoksundur ve AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4.
paragrafları uyarınca reddedilmelidir.
Başvuran, 19 Mayıs 2007 tarihli görüşlerinde, yerel hukukun kendi davasına
uygulanma şekli ve yargılamanın sonucuna ilişkin AİHS’nin 6/1 maddesi çerçevesinde bir
dizi iddiada bulunmuştur.
AİHM, başvuranın bu başlık altındaki iddialarının bazılarının önceki aşamada
kabuledilemez olduğuna karar verildiğini belirtmektedir (bkz. Akgöçmen/Türkiye (karar), no.
43840/02, 19 Ekim 2006). AİHM, diğer şikayetlerin 19 Mayıs 2007’de AİHM’ye
sunulmasından altı aydan fazla bir süre öncesinde gerçekleşen olaylara ve verilen kararlara
ilişkin olduğu sonucuna varmış ve bu nedenle şikayetleri, AİHS’nin 35. maddenin 1. ve 4.
paragrafları uyarınca reddetmiştir.
Yukarıda kaydedilenler ışığında, AİHS’nin 29/3 maddesine dayanılarak yapılan
başvuruya devam etmemek ve başvuruyu reddetmek uygundur.
Bu gerekçelere dayanarak AİHM, oybirliği ile
Başvurunun kalan kısmının kabuledilemez olduğuna karar vermiştir.
—— • ——
Tebliğ
Sermaye Piyasası Kurulundan:
SERMAYE PİYASASINDA DERECELENDİRME FAALİYETİ VE
DERECELENDİRME KURULUŞLARINA İLİŞKİN ESASLAR
TEBLİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ
(SERİ: VIII, NO: 68)
MADDE 1 – 12/7/2007 tarihli ve 26580 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Seri: VIII,
No: 51 sayılı Sermaye Piyasasında Derecelendirme Faaliyeti ve Derecelendirme
Kuruluşlarına İlişkin Esaslar Tebliğinin 8 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile dördüncü fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(3) Kurulca kabul edilen uluslararası derecelendirme kuruluşları bu Tebliğin
öngördüğü kamuya açıklama ve bildirim yükümlülüklerini yerine getirmek üzere Türkiye’de
yerleşik gerçek veya tüzel kişi temsilci atarlar. Türkiye’de yerleşik tüzel kişi temsilcinin,
derecelendirme notuna esas oluşturacak bilginin toplanması dışındaki derecelendirme
faaliyetlerinde bulunması yasaktır.
(4) Kurulca kabul edilen uluslararası derecelendirme kuruluşlarının bu maddenin 3 üncü
fıkrasında belirtilen tüzel kişi temsilcileri dışında, bağlı ortaklığı veya iştiraki olarak ya da bu
kuruluşlar ile bilgi paylaşım sözleşmesi çerçevesinde derecelendirme faaliyetinde bulunmak
isteyen kuruluşlar, Tebliğ hükümleri çerçevesinde yetkilendirilmeleri halinde Türkiye’de
derecelendirme faaliyetinde bulunabilirler ve Kurulca yetkilendirilen derecelendirme
kuruluşları olarak bu Tebliğ hükümlerine tabi olurlar.”
MADDE 2 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3 – Bu Tebliğ hükümlerini Sermaye Piyasası Kurulu yürütür.
[R.G. 15 Nisan 2010 – 27553]
—— • ——
İlânlar
Adalet Bakanlığından :
MÜNHAL NOTERLİKLER
Aşağıda 2009 yılı gayrisafı gelirleri ve isimleri yazılı olan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler
münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF,
İKİNCİ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLİK BELGESİ
SAHİPLERİNDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay
içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya
bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurmaları gerekmektedir.
Başvuruda bulunan ve belge numarası 7500'ün altında olan belge sahiplerinin başvuru
dilekçelerine 1512 sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı, sağlık
raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruşturma ya da disiplin cezası olup,
olmadığına ilişkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet Başsavcılıklarından
temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde tamamlamayan kişilerin istemi dikkate alınmaz.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler ve ekleri başvurma
süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde dikkate alınmaz.
Aynı kanunun değişik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra
vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiş sayılacaktır.
İlan olunur.
SIRA
NO:
1234567891011121314151617181920212223242526272829-
NOTERLİĞİN ADI:
AKÇADAĞ NOTERLİĞİ
ALTINEKİN NOTERLİĞİ
ARABAN NOTERLİĞİ
BALYA NOTERLİĞİ
BEKİLLİ NOTERLİĞİ
BOZTEPE NOTERLİĞİ
BÜNYAN NOTERLİĞİ
ÇAMLIYAYLA NOTERLİĞİ
ÇAYIRALAN NOTERLİĞİ
DİGOR NOTERLİĞİ
DOĞANHİSAR NOTERLİĞİ
EĞİL NOTERLİĞİ
EMİRDAĞ İKİNCİ NOTERLİĞİ
ENEZ NOTERLİĞİ
ERUH NOTERLİĞİ
GÖKÇEBEY NOTERLİĞİ
HASSA NOTERLİĞİ
İDİL NOTERLİĞİ
İLİÇ NOTERLİĞİ
KARAİSALI NOTERLİĞİ
MENGEN NOTERLİĞİ
MUDURNU NOTERLİĞİ
SULUSARAY NOTERLİĞİ
ŞALPAZARI NOTERLİĞİ
ŞİRAN NOTERLİĞİ
TERCAN NOTERLİĞİ
TORUL NOTERLİĞİ
TUZLUCA NOTERLİĞİ
ULUBEY NOTERLİĞİ
İLİ:
MALATYA
KONYA
GAZİANTEP
BALIKESİR
DENİZLİ
KIRŞEHİR
KAYSERİ
MERSİN
YOZGAT
KARS
KONYA
DİYARBAKIR
AFYONKARAHİSAR
EDİRNE
SİİRT
ZONGULDAK
HATAY
ŞIRNAK
ERZİNCAN
ADANA
BOLU
BOLU
TOKAT
TRABZON
GÜMÜŞHANE
ERZİNCAN
GÜMÜŞHANE
IĞDIR
UŞAK
2009 YILI
GAYRİSAFİ
GELİRİ
36.296,09,-TL.
53.923,27,-TL.
60.498,20,-TL.
30.158,10,-TL.
45.457,82,-TL.
11.984,57,-TL.
94.393,09,-TL.
30.312,10,-TL.
74.557,07.-TL.
19.892,44.-TL.
64.380,63.-TL.
11.060,25.-TL.
137.337,84.-TL.
37.018,85.-TL.
14.612,13.-TL.
104.608,23.-TL.
88.920,09.-TL.
86.404,39.-TL.
36.691,87.-TL.
62.151,04.-TL.
72.953,57.-TL.
95.283,03.-TL.
18.655,21.-TL.
44.806,58.-TL.
85.997,17.-TL.
51.358,61.-TL.
41.955,69.-TL.
46.051,00.-TL.
67.030,28.-TL.
2837/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLİK
2009 yılı gayri safı geliri 334.413,88.-TL. olan ikinci sınıf Kozan Birinci Noterliği
8 Haziran 2010 tarihinde yaş tahdidi nedeniyle boşalacaktır.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BİRİNCİ SINIF
VE İKİNCİ SINIF NOTERLERDEN bu noterliğe atanmaya istekli olanların ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına
başvurmaları gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiş olan dilekçeler başvurma süresi
içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama işleminde nazara alınmaz.
Keyfiyet Noterlik Kanununun 22 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca ilan olunur.
[R.G. 17 Nisan 2010 – 27555]
—— • ——
Duyurular
—— • ——
Duyurular
—— • ——
Duyurular

Benzer belgeler

Türkçe

Türkçe bunlar dışında ilave unsurlar içeren uyarı yazılarının geçerliliği yoktur. (2) Yasal uyarıları asma yükümlülüğünü yerine getirmeyenler ile yasal uyarıları bu Yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar...

Detaylı

tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni

tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Topkaya ve Diğerleri/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Sar ve Diğerleri/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Serdar Çakmak/Türkiye) İnsan Ha...

Detaylı

tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni

tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni Tütün Ürünlerinin Tüketilmesine ve Satışına İlişkin Yasal Uyarılar Hakkında Yönetmelik (R.G. 17 Nisan 2010 – 27555) Kamu İdarelerinin Denetim Elemanlarınca Yapılacak Tespitler Hakkında Yönetmelikte...

Detaylı