- Ziriab Mobile

Transkript

- Ziriab Mobile
1
MAHŞER / UNDERGROUND POETIX
5/7
17 / 19
A.D. WINANS
CAROLYN CASSADY
on NEAL CASSADY & ALLEN GINSBERG
8 / 13
20 / 22
ANN CHARTERS
RICHARD BRAUTIGAN
on WILLIAM SEWARD BURROUGHS JR.
16
23 / 25
THE KISS-OFF
A.D.WINANS
by CHARLES BUKOWSKI
on CHARLES BUKOWSKI & JACK MICHELINE
2
Doğrudan konuya girelim: Jack London’ın “On The Road”unu (kitap
İngiltere’de “On The Road”, Amerika’da ise “Road” adıyla basılmıştır) ya
da Steinbeck’in “Of Mice And Men”ini ayrı bir yere kaç kişi koyabilmiştir ve
bu nasıl bir ayrı koyuştur? Karşı-kültür edebiyatının eşiği literatürcüler
tarafından doğal (ve bazılarınca istemsiz) olarak Beat Kuşağı ile başlatılır;
bu noktada yapılabilecek tek hareketse bu oluşumu eşik olarak
belirlemeden önce beslendikleri ve belki de tabanları olarak kabul edilmesi
gereken önceki oluşumları kronolojik açıdan öne almaktır. Birinci hareket
ise kaçınılmaz bir şekilde Kayıp Kuşak denilen, bir diğer adıyla da
Hemingwaylerin Kuşağı olarak anılması mümkün yazarlar dünyasından
bahsetmektir. London ve Steinbeck yukarıda isimlerini zikrettiğimiz
eserlerinde yol yazınını (Beat yazarlarına miras kalacak olan) ‘Hobo’ ve
‘Hip’ kavramlarıyla birlikte işlemişlerdir. Doğal olarak Beatler’in ‘yol
yazını’na
ülkemizde
gösterilen
pasif
ilgiyi
düşündüğümüzde,
artık
kaçınılmaz ve klişe bir mantıkla ‘klasik’ denilen bu yazarlara ve söz konusu
eserlerine
insanlar
karşı-kültür
ürünleri
olarak
(büyük
ihtimalle)
eğilmemişlerdir. Aslında bu, bir şeyleri görememe ya da yanlış görme
sorunundan başka bir şey değildir. Üniversiteler de dahil olmak üzere
okullarda hiçbir şekilde Amerikan edebiyatına dair ‘ciddi’ anlamda dersler
verilmemesinden de bahsetmek mümkün. Burada okullarda neden
Amerikan edebiyatı gerektiği şekilde işlenmiyor cinsinden bir şeyden
bahsetmiyoruz kesinlikle, yoksa Oktay Rifat’ın da okullarda ne şekilde
işlendiği aynı şekilde mevzuu edilebilir, Ece Ayhan’ın da...
Beat Kuşağı burada bizim için sadece bir günah keçisi olsun, onu bir örnek
olarak kullanalım.
3
Bu şablonu başka birçok alana ve isme uygulamak da pekâlâ mümkün.
Han Shan’ın şiirlerine ve Doğu dinlerine ait genel geçerin üzerinde bir
bilgiye sahip olmadıktan, Basho’nun edebiyat dünyasına 3-5 haikusunu
okumanın ötesinde bir ilgi göstermedikten sonra, Ginsberg’in ya da
Kerouac’ın eserlerinden kim nasıl bahsedebilir ya da okuyucusu olduğunu
söyleyebilir. Aynı şekilde William Burroughs’un birçok eserini ‘anlamasıkavraması güç’ diye etiketlemek yerine, biraz Huxley okuması yapılsaydı,
Foucault şöyle bir gözden geçirilseydi, Debord’un gösteri toplumlarına bir
göz atılsaydı iyi olmaz mıydı?
Kısa süre önce “Garip Şiir Hareketi ve Beat Kuşağı” üzerine eğilen bir
çalışma yapmıştık ve umduğumuzun çok üzerinde (çeşitli ulaşım yollarıyla)
bizimle iletişime geçenler olmuştu. Biz o çalışmayı bir nevi single
mantığıyla ortaya koymuştuk ki sonsuza dek kendisine eklemelerde
bulunmamak eserden bir şey eksiltmeyecektir. Bir şekilde o kitapçığın
içerisinde değindiğimiz küçük bir nokta vardı: O eser hiçbir şekilde
Beatler’le Garipler’i karşılaştırmak ya da Garipler’e Beat demek gibi
yazmaya bile gerek duymadığımız bir amaç taşımamaktaydı; ama
kitapçıkta doğal olarak aklımız bizim ‘gezgin ozanlarımıza’ ya da Neyzen
Tevfik’e de takılmıyor değildi, işte yazının girişinde bahsettiğimiz gibi gene
aynı soruna takılıp kaldık biz. Kendi ülke coğrafyasını hem de tren rayları
dahi mevcutken gezmemiş insanların tutup da Nevada, Arizona, Frisco
düşleri kurması hep acı gelmiştir bize. Aynı coğrafyanın mikro yansıması
da edebiyat alanımızda mevcut işte.
Kerouac’ın “On The Road”unun edebi olarak yazarın en kötü eseri
sayılması gerektiği üzerine fikirler dolaşadursun, zaten sadece beş kitabını
okuma şansına erişmiş bir ülkenin insanlarının Kerouac üzerinde ‘öte’ bir
ahkâm kesme hakkı da doğal olarak mevcut değildir. Sorulardan biri şu:
“On The Road” sevicilikten bahseden kaç insan Lester Young dinler,
dinlediğini kaçı çözümler ve Allen Ginsberg’in bize açıkça şifrelerini verdiği
çözümleri kitap üzerinde bulur? Bunun iç açıcı bir cevabı olduğunu
sanmamaktayız. Koskoca “Dharma Bums” eserinin daha geçen yıla kadar
Kabalcı’da 1-2 milyona kelepir olarak satıldığı bir kentte her şey çok açık
aslında. Nevzat Erkmen’e neden kitapları kelepire verdiğini sorduğumuzda
cevabı basitti: “Depoda çürüyecekti çocuklar.”
Umarız alanların deposunda çürümemiştir.
Şenol Erdoğan / Underground Poetix
4
A. D. WINANS
“A. D. Winans, tanıştığım yazarlardan biri (lanet olasıca birçoğuyla tanıştım) ve bir yazar gibi davranmayan, kendini bir
yazar gibi düşünmeyen ve belki de sırf bu yüzden bu işi diğerlerinden daha iyi yapan bir adam. Onun şairliğini
beğeniyorum, on dakikadan daha fazla katlanabiliyorum yani. Nadir biri, A.D.”– Charles Bukowski
Tercüme: Melis Oflas
Vaktiyle Schmo adında önemsiz bir şair varmış.
ederek
Schmo, aynı zamanda şiirselliğini de ifşa ettiği,
gideceği yolu biliyordu. Schmo, edebiyat dünyasında
kelimeleri
biçerek
büyük olmanın hayalini kuruyordu. Her sabah saat 5’te,
oluşturduğu pornografik bir gazeteyi hazırladığı ve
bir gün meşhur olacağı umuduyla, şehir boyunca
yayınladığı şehirde, San Francisco’da yaşıyordu. Bu,
devam eden gazete bayilerine gidip gazetelerini teslim
turistleri aldatmak için tasarlanmıştı; sanki şiirsellikmiş
almak için kalkardı. Schmo, bir gün ondan da
gibi, gerçeklik kül olarak satılıyordu, kelimeleri tahrip
bahsedebilecek
bozarak
ve
çıplaklığı
kesip
5
gizliyorlardı.
Kısacası
durumda
Huckster
olabilecekleri
Schmo,
umuduyla
arkadaşlarının eserlerini yayınlardı. Hatta arkadaşı
San Francisco’nun merkezinde karşılaşmamız bu
olmayanların bile eserlerini, bir gün arkadaşı olabilirler
zamanlara denk gelir.
umuduyla yayınladı. Schmo, eserlerini yayınlamamış
“Schmo,” dedim. “Festivalde mi okuyacağım?”
ve yayınlamayacak olan kişilerin isimlerini kaydetmek
“Hayır,” dedi Schmo. Sesi sertti, büyük Tibetli Buda’dan
için karma bir puan tablosu tutuyordu... Schmo, bu
farksızdı.
insanların bir gün alçak eylemlerinin karma sonucunun
“Neden olmasın?” diye sordum.
cezasını
LSD
“Bana neden olmasın diye sormaya mı kalkışıyorsun?
gibiydi. Nitekim Schmo’nun şiir yazabilmesinin tek yolu
İki yıl önce sana şiirlerimi gönderdiğimde onları geri
LSD kullanmaktı, yine de onun şiirini okuyan ancak
çevirdiğini hatırlıyor musun?”
birkaç insan Schmo’nun ne söylediğini anlayabiliyordu.
“Notta ne diyordu?” diye sordum.
Ayık olduğu zamanlarda, Schmo çok yavaştı.
“Parasız
çekeceklerine
inanıyordu.
Schmo,
olduğun
ve
bir
süreliğine
dergini
yayınlayamayacağın.”
Bir keresinde Schmo, bölgesel bir şiir olayında okuyucu
“İyi…”
olabilmek için bir haftanın ücretini ödedi. Okuması
“Görmüyor musun?” diye sordu Schmo. “Karman sana
salonun gerisindeki genç bir adam tarafından kesintiye
geri döndü. Ben sadece bana dönebilen şeyleri yaptım
uğratılmıştı: “BOKTAN! BOKTAN!” diye haykırıyordu
insanlar için. Senin karman galaksinin kozmik ışıklarına
adam.
giremedi. Ruhun kâinatla uyumsuz. Bana yardımı
Daha
çok
Schmo’nun
umutsuzluğu
olan
kalabalık aynı şiddette bir ayine başladı: “BOKTAN!
olmayan insanlarla konuşacak zamanım da yok.”
BOKTAN!” Boktan çığlıkları oditoryumun her yanını
“Bu kötü karma, değil mi?” diye sordum.
kaplıyordu. Schmo gafil avlanmıştı ve bunun neden
“Kötü
olduğunu anlamamıştı; o sadece kendi boktan şiirlerini
düşünüyorsun? Ordu şiirlerine şekil veriyorum, siyah
okuyordu BOKTAN! BOKTAN! çığlıkları arasında. İşte
bir bayrak tasarlıyorum, Broadway ve Columbus’un
bu Schmo’nun ‘Boktan Schmo’ adını nasıl aldığını
aşağısına doğru yürüyorum. Tanrı, onun yolunda olan
açıklıyor. Schmo, kendi göt öpme ve pul yalama
herkese yardım eder.”
dünyasına perişan ve kızgın olarak geri döndü. Schmo
“Hmmmmmmmmm,” dedim.
bunu uzun yıllar önce yapmıştı ama yakın arkadaşları
“Bu iyi,” dedi Schmo, sağ ayağı üzerinde bir aşağı bir
da dahil olmak üzere hiç kimse onun çalışmalarını
yukarı zıplayarak.
yayınlamamıştı. İşte bu zamanlarda Schmo, pulların
“Şimdi daha yüksek bir sadelikle ilişkidesin ama
yapışkan yüzeylerini yalamaya başlamış, kendisini San
korkarım bunun için çok geç. Benim karma puan
Francisco’nun gayriresmi Karma Kralı ilan etmişti.
tablom doldu ve sen çizginin üstünde değilsin.”
karma.
Bunun
kötü
karma
olduğunu
mu
“Belki beni yedek adam olarak kullanabilirsin,” diye fikir
Schmo, gençliğinde nasihat aldığı eski bir beatnik
verdim.
dergisiyle yeniden dirildi: ‘BEAT ZEVKLERİ’. Ama
“İmkânsız,” dedi. “Bunun için çok geç.”
Schmo’nun Marksist arkadaşları onun durumundan pek
“Michael McClure’a her zaman fark atabilirsin,” diye
mutlu değillerdi. Derginin adının onlardan sonra
öneride bulundum.
gelmesini istiyorlardı. Bir dolu tartışma sonrasında
“McClure’a fark atmak mı?” Öfkelenmişti. “McClure
Schmo, ünlü olmak için bir plan ileri sürdü. Schmo
kâinatın merkezidir. Hayatın yemeğidir o. Kozmik
kendisini, otuzüçüncü San Francisco Şiir Festivali’nin
karma döngülerinin altındaki yıldızdır.”
başı olarak tayin etti. Aleutian adalarından da olmak
“Peki,” dedim. “Ben sadece bunun gibi şeyleri bozmak
üzere çok uzaklardan şairler davet edildi. Schmo ile
istemiyordum. Bilemedim. Özür dilerim.” “Bu senin
6
karman,”
dedi
Schmo,
öfkelenerek.
kafa olup yerden yükseliyordum. Beş gramlık kenevirle
Zıplamasının
yönünü sağ ayağından diğerine geçirmişti.
geri geliyordum, Smith ve Wesson’dan iki sarma
“Senin karman manyetik güçlerle birlikte çizginin
dolduruyordum. Ah, ne günlerdi ama.”
dışında,” diye devam etti Schmo.
“Bu senin yeni bir şiirinden mi?” diye sordum.
“Belki Lawrence Ferlinghetti’yi alt edebilirsin,” dedim.
“Dumdumdumdum,” diye çıkıştı.
“Demek istediğim gerçekten de okumanın bir parçası
“Festivale devam edecek kadar iyi hissettiğine emin
olmak istiyorum. Bunun önemi daha çok annem için.”
misin?” diye sordum.
“Annen mi? Annene yalan söylemeye cüret ediyorsun.
“Karmalarını bulmak için milyonlarca trip vardır,” diye
Ferlinghetti
kıkırdadı Schmo. “Ve ben onlara nerede bulacaklarını
kâinatın
anasıdır.
Bizler
takımın
parçalarıyız. Evrensel bir düzenin parçaları.”
söylemeyeceğim.”
“Senin evreninde Tanrı için de bir oda var mı?” diye
Bu anda Schmo’nun karısı onu gömleğinden çekti.
sordum. “Peki ya İsa?”
“Saçmalıyorsun,” diye fısıldadı.
“O iki kaybeden için zamanım yok,” dedi hızlı hızlı.
“Dumdumdumdum,” diye cevapladı onu Schmo.
Zıplamayı kesti. “O iki kaba şey benim için daha önce
ne yaptı?” diye devam etti Schmo.
Bu, şair olmak isteyen Schmo’yu en son görüşümdü.
“Bak, festivalin konusunu değiştirme.”
Festivalin bitiminde bana kısa bir mektup yazmıştı.
“Anlamıyorsun, değil mi?” dedi Schmo. “Maddenin
Sadeydi:
kaşıkta maviye döndüğü zaman.”
“Mavi?” diye sordum.
“Simyasal Tekbencilik Megalomanik Halka.”
“Janice Blue. Bufalo sürüsü. Harvard kalabalığı.”
--D Schmo.
Schmo dişlerinin arasından mırıldandı. “Benim izimden
Mendocino’dan postalanmıştı. Yakınlarında bir devlet
gitme.
hastanesi vardı. Schmo’nun orda bir bakıcılık işi
Çekmecedeki
Hollandalı
temizleyici
hile
bulduğunu düşünüyorum.
yapmıyor. Şamdanın doğusundan. Bir parça alıyor ve
A.D.Winans, San Francisco’lu bir şair, yazar, editör, biyografici ve sıkı bir literatür tarayıcısı. 1936 doğumlu. Panama’da
US askerliğinde falan bulunuyor, 50’de San Francisco North Beach Beat hareketinin parçası oluyor. “San Francisco
Streets”, “North Beach Revisited”, “13 Jazz Poems” gibi isimleri kadar kendileri de mükemmel olan eserlerini irili ufaklı
yayınevlerinden sınırlı baskılarla bastırıyor. Yazıları ve şiirleri yüzlerce dergi ve antolojide yer alıyor. Kendisi de bir
yığın basın organı çıkarıyor ve antolojiler hazırlıyor. Bukowski ilinti noktalı kitaplar kaleme alıyor, izine şimdi
rastlayamayacağınız, şansınız varsa internette belki ve sadece kapaklarını görebileceğiniz muazzam şiir kitapları
yazıyor. 40 kadar kitabı var. Ülkemizde Bukowski bile yeniyetme piçkurularının ekseninde sikindirik bir şair olarak
tanınırken (kaç kişi onu müthiş bir sosyal gözlemci ve Amerikan edebiyatına olağanüstü hakim bir yazar olarak,
edebiyat tarihiyle Amerikan altkültür yaşamını nabzen izleyen biri olarak okuyor? O sadece hoş küfürler eden ayyaş ve
pislik ibnenin biri değil miydi?), elbette ki Winans’ı pek kimse bilmiyor. Bilmeye dursunlar, Winans’ın eserleri Fransa,
Almanya, İspanya, Japonya, Rusya, Polonya, Hırvatistan’da tercüme edilerek basılıyor.
7
TAKE ME DRUNK, I’M HOME
BURROUGHS JR.
ANN CHARTERS
(Speed+Kentucky Ham, Overlook Duckworth Edition, 1993, Tercüme Mahşer)
William S. Burroughs Jr., 21 Temmuz 1947’de,
değiştirdi. Burroughs ailesi, en sonunda, uyuşturucuya
Conroe-Texas’ta doğdu. Hayatının ilk dört yılını,
erişimin Birleşik Devletler’e nazaran daha kolay olduğu
ebeveynleri Joan Vollmer ve William S. Burroughs, ve
Mexico City’ye yerleşti. 6 Eylül 1951 gecesi, babası
kız kardeşi Julie’yle (Joan’ın bir önceki evliliğinden olan
sarhoş
kızı)
öldürdüğünde, Billy odadaydı. Burroughs, “William Tell”
Texas-Lousiana
ve
Mexico
City’de
geçirdi.
bir
partide
kazayla
annesini
vurarak
Uyuşturucular hayatını ilk andan itibaren etkilemişti.
oyununu
Annesi Joan, kendisine hamile olduğu dönem de dahil
koymasını istediği bir kokteyl bardağını vurmaya
olmak üzere, uzun süredir benzedrin (amfetamin);
çalışırken, karısını Colt .45’le alnından vurmuştu.
oynamak
istemiş
ve
Joan’dan
başına
babası William Burroughs ise morfin bağımlısıydı.
Ebeveynlerin
uyuşturucu
ihtiyacı
yüzünden,
aile
Annesinin
yakasını kanundan kurtarmak için sürekli olarak yer
ölümünün
büyükanne-babası
8
ardından
Laura
Lee
Burroughs
ve
Mortimer
Jr.,
P.
Burroughs’la birlikte, kısa bir süre için St. Louis’de
ve karanlık” olarak niteleyecekti. “Tanca’da hiçbir
yaşadı (Julie ise anneannesinin yanına, Albany’ye
şekilde yakınlaşamadık. Yatmaya gittiğimde, onun yan
gönderildi). 1952 yılında, büyükanne-babasının bir
odada gitar çaldığını duyuyor ve bir kez daha, derin bir
antika dükkanı açtığı Palm Beach-Florida’ya taşındılar
mutsuzluk hissediyordum.” Billy ise, ikinci romanı
ve Billy, Palm Beach’de özel bir okula gönderildi.
“Kentucky Ham”de Tanca’da olanların daha detaylı bir
Karısının
sonrasında
dökümünü vermesine rağmen, babasıyla yaşadığı
Burroughs, arkadaşı Jack Kerouac’a, oğluyla birlikte
travmatik olaylara açık bir şekilde değinmedi. Billy,
Panama’ya yerleşmek istediğini söylemiş ancak olayın
ziyaret
kaza olduğuna karar verilip serbest bırakıldığında,
üstesinden gelmek için yanına aldığı bilim-kurgu
Mexico City’den ayrılarak Tanca’ya gitmişti. Burroughs
kitabını sımsıkı tutmuş, “14 yaşında pembe yanaklı bir
burada bir bağımlı hayatı sürdü ve 1959 yılında
Amerikalı oğlan” olarak niteliyordu. Büyükanne-babası
Paris’de “Naked Lunch” adıyla yayınlanacak kitabı
Billy’ye, zamanında yage bulmak için Güney Amerika’yı
üzerinde çalışmaya başladı.
da
trajik
ölümünün
birkaç
ay
öncesinde
araştıran
söylemişlerdi.
kendisini,
babasının
Ancak
uçma
“bir
çocuk
korkusunun
kaşif”
Tanca’ya
olduğunu
geldiğinde,
14 yaşına dek, Billy babasını yalnızca üç kez, kısa
babasının keşfe çıktığı asıl yerin kendi iç dünyası
(ancak
olduğunu gördü. Tanca’da Burroughs oğlunu, haşhaş
canlı
bir
şekilde
anımsadığı)
Florida
ziyaretlerinde görebildi. Sonraki yıllarda yazacağı gibi,
ve
“hiç
tüm
eğlendirmeye dair düşüncesi, yazar dostu ve ortağı
büyükanne-
Brion Gysin’le birlikte, teybe sonu gelmeyen deneysel
babasıyla sıcak bir ilişkisi vardı. Ancak yıllar ilerledikçe,
sözcük montajları kaydetmekti. Billy, “taş gibi bir
Billy kontrol edilmesi çok daha zor bir çocuğa dönüştü.
kafayla, arada bir terasa çıkıyor” ve orada “transa
Billy, otobiyografik ilk kitabı “Speed”de kendisinden,
girmiş
“İngiliz bisikleti sürüp sürekli terleyen şişman küçük bir
görüyordu.
velet” diye bahseder. Billy gitar çalmaktan hoşlanıyor
dudakları aralık, batan güneşe bakıyor ve ancak
ancak ellerinin bir enstrüman için uygun olmadığını
izmarite
düşünüyordu;
kutusunu
harekete geçiyordu. Ve en sonunda, gece tam olarak
buruşturamayan dünyadaki tek insan” olduğundan,
çöktüğünde, daktilosunun başına koşuyordu.” Billy
okul arkadaşları ona “Bira Kutusu Billy” diyordu. 13
Tanca’dan ayrılıp Florida’ya döndüğünde, babasının
yaşında, “kendi küçük kırılmalarından” birini yaşarken,
kendisi hakkında ne düşündüğünü merak ediyordu;
Billy bir arkadaşını boynundan vurarak neredeyse
ancak aralarındaki iletişim çok zayıftı. Burroughs’un
öldürüyordu.
psikolojik
sert uyuşturucularla şekillenen yaşamına doğrudan
rehabilitasyon için Billy’yi St. Louis’de özel bir kliniğe
tanık olan çocuk, aynı zamanda babasının sürdüğü
gönderdi ancak birkaç kaçma girişiminin ardından
yazar yaşamından da büyülenmişti (Billy, babasının
çocuğu yeniden yanlarına aldılar.
“Naked
memnuniyetsizlik
şefkatleriyle”
kendisine
“sol
göstermeden
evlerini
eliyle
Büyükanne
bir
ve
açan
bira
babası
ve
marihuanayla
bir
tanıştırdı.
şekilde,
“Sağ
dayanan
Lunch”ı
Burroughs’un
hareketsiz
elinden
sigara
duran”
düşmeyen
parmaklarını
yazmaktan
ziyade,
oğlunu
babasını
sigarasıyla,
yaktığında
“kaydettiğini”
düşünüyordu). Amerika’ya döndükten sonra hayatının
1961 yazında, 14. yaşgününün hemen ertesinde,
alacağı yönü asıl belirleyen, Billy’nin Tanca’daki
Burroughs
deneyimleri oldu.
oğlunu
Tanca’ya
çağırdı.
Bu
ziyaret
öncesinde, babasız büyümek zorunda kalan birçok
çocuk gibi, Billy de Burroughs’u ilahlaştırmıştı. Ancak
1962 yılında büyükbaba Mortimer Burroughs öldü ve
Burroughs, oğlunun Tanca’da olduğu dönemi, “gergin
Billy, büyükannesi Laura Lee’yle yalnız kaldı. Billy
9
kadını annesi yerine koyuyor ve Laura Lee de torununa
şiirsel bir metafora dönüştürmüştü: “Büyükbabam
canayakın ve sevgi dolu bir şekilde yaklaşıyordu;
öldüğünde, çatının rengini kaybetmesine ve arka
ancak artık ergenlik çağına giren çocuğa göz kulak
bahçedeki iki banyan ağacının birbirine sokularak
olmak konusunda elinden çok fazla bir şey gelmiyordu.
örümcek ağlarıyla örülmesine göz yumduk.”
Altı yıl sonra, Burroughs Jr. ilk kitabı “Speed”i
yazarken, hikayesine tam da bu noktadan başladı.
Billy zamanının büyük kısmını evden uzakta geçirmeye
Ailenin yaşadığı krizi ve dul kalmış büyükannesinin
başladı. Arkadaşlarıyla okuldan kaçıyor, otostopla
evine sinen ağır kederi, kitabının açılış paragrafında
Miami’ye gidiyor, sürekli sarhoş oluyor, hali vakti
yerinde olan Florida gençlerinin 1960’ların ilk yıllarında
bulabildiği uyuşturucularla (paregoric, benzedrin, asit
ve marihuana) ilk deneyimlerini yaşıyor ve en sonunda,
sabahın ilk saatlerinde büyükannesinin evine dönüp,
yaşlı kadına anlatmak için nerede olduğuna ve ne
yaptığına dair “sakinleştirici bir hikaye” uydururken
suçluluk hisleriyle boğuşuyordu. Bazen Laura Lee’nin
salonundaki rahat koltuğa oturup bir gece önce ne
kadar iyi uyuduğundan bahsederken gözleri kapanıyor
ve kadını tedirginlik içinde bırakıyordu.
15 yaşına gelmeden, Billy uyuşturucularla başının
belada olduğunu anlamıştı: “Ne zaman durmam
gerektiğini asla bilemiyordum. Her zaman X noktasının
ötesine geçmek istiyordum. Sanırım biraz aptaldım.”
“Speed”, Billy’nin, bir arkadaşıyla birlikte New York’a
kaçıp 1962 sonbaharı öncesinde beş ay boyunca
uyuşturucu
gittikçe
batakhanelerinde
ilerleyen
takıldıkları
amfetamin
dönemde
bağımlılığının
bir
dökümüdür. Speed’in neden olduğu zihinsel karışıklık
ve paranoyanın da etkisiyle, Billy bu beş ay içinde iki
kez tutuklandı ancak her iki sefer de babasının yakın
arkadaşı
salıverildi.
Allen
New
salıverilmesinin
Ginsberg’in
York’da
ardından,
ödediği
ikinci
üç
kez
kefaletlerle
tutuklanıp
arkadaşıyla
birlikte
Florida’ya dönen Billy, intihara meyilli bir noktaya
gelmişti: “Bir silahım olsaydı memnuniyetle beynimi
dağıtırdım.” “Speed”in en sonunda Billy, Palm Beach’in
sessiz bir sabahında büyükannesinin ön bahçesinde
dikilir, speedle kafayı iyiden iyiye bozmuş bir halde ve
delik deşik kollarıyla Laura Lee’nin bahçesindeki
yaseminleri koklar, ve içinde bulunduğu sahnenin
10
bayağılığını düşünür: “Böyle derli toplu bir dünyadan
kitabını, “tedavisini yöneten ve sapkınlıkların hepsinin
nasıl oldu da benim gibi biri çıkabildi?”
bir olduğunu çok iyi bilen Reverend George von
Hilsheimer’a” adamıştır. “Kentucky Ham”, Hilsheimer
Palm Beach’de yeniden büyükannesiyle yaşamaya
Billy ve diğer öğrencileri yaz döneminde bir balıkçı
başlayan Billy’nin durumu daha da kötüye gitti.
teknesinde çalışmaları için Alaska’ya gönderdiğinde
Kocasının ölümünün ardından Laura Lee hızla bunadı
olanlarla kapanır. Alaska’nın ardından Green Valley’e
ve birkaç yıl sonra da St. Louis’de bir huzurevine
dönen Billy, burada 1968 yılında evleneceği Karen
yerleştirildi. Kadın Billy’nin bağımlılığının farkındaydı ve
Perry’yle tanıştı. Yirmi bir yaşına geldiğinde ilk kitabı
çocuğa yardım edebilmek için elinden geleni yapmaya
“Speed”i yazan Burroughs Jr. (kitap 1970 yılında
çalıştı. Ancak, “Kentucky Ham”in açılış paragrafında da
yayınlandı), 1969-70 yıllarında ise “Kentucky Ham”i
yazdığı gibi, New York günlerinin ardından Billy’nin
tamamladı (bu kitap ise ilk kez 1973’de yayınlandı).
speed bağımlılığı ciddi bir noktaya ilerlemişti: “Sanki
Kitapları için sözleşme yapan ve bir yazar olarak
speed çakan ben değildim, sanki bütün metabolizmam
yeteneği tasdik edilen Burroughs Jr.’ın “sokaktaki
sürekli olarak bir speed yoksunluğu içindeydi.” Daha da
günleri” sona ermiş gibi görünüyor ancak yeni bir sorun
kötüsü, intihar düşüncelerini kafasından “defedebilmek”
baş
için speed bir zorunluluk halini almıştı. Billy 17
olmuştu. 1974 yılında, kocasının alkolik yaşamını daha
yaşındayken, Florida’da bir eczanenin otoparkında,
fazla kaldıramayan Karen, Billy’yi terk etti.
gösteriyordu:
alkol
Billy’nin
yeni
bağımlılığı
Desoxyn alabilmek için kullanmaya çalıştığı sahte
Billy,
Burroughs Jr.’ın kısa yaşamının son on yılı Boulder-
tutuklanmanın ertesinde Laura Lee’nin Londra’daki
Colorado’da, Allen Ginsberg’in kurduğu ve ders verdiği
babasıyla bağlantıya geçtiğini ve Burroughs’un dava
“Jack Kerouac School of Disembodied Poetics”in de
esnasında kendisine yardımcı olabilmek için Florida’ya
içinde bulunduğu, Tibet Budizmi üzerine çalışmalar
geldiğini anlatır. İkinci dereceden suçla davadan
yapılan Naropa Enstitüsü’nün hemen yakınlarında
yakasını kurtaran Billy’nin, dört yıllık süre için gözaltına
geçti. 1976 yılında Burroughs Jr.’ın karaciğeri aşırı
alınmasına
Federal
alkol tüketimi yüzünden çalışamaz hale geldi ve
Narkotik Hastanesinde zorunlu tedaviye girmesine
Denver’da bir hastanede karaciğer nakli gerçekleştirildi.
karar verildi.
Üçünü kitabı “Prakriti Junction”da Burroughs Jr.,
reçeteyle
yakalandı.
ve
“Kentucky
Ham”de
Lexington-Kentucky’deki
ameliyat sonrasında oluşan ciddi sağlık sorunları
“Kentucky Ham”in büyük bir kısmı, 1964-65 yıllarında
nedeniyle hastanede geçen aylarından ve yaşadığı acı
Billy’nin
federal
dolu nekahat döneminden bahseder. Ancak 1977-78
hastanede yaşadıklarını anlatmaktadır. Kitabın son
yıllarında yazılmaya başlanan “Prakriti Junction” hiçbir
bölümünde Billy, Lexington’dan çıktıktan sonra olanları
zaman
ve Florida’daki deneysel bir okula kaydoluşunu anlatır.
düşüncesi,
Bu
üzerinde
müsveddeleri üzerinde, “yaşadığı ıstırapları kaydetmek
uzmanlaşmış olan” ve zaman içinde Billy’nin yakın bir
ve bundan bir anlam çıkarabilmek için, eline ne
arkadaşına dönüşen Reverend George von Hilsheimer
geçerse, kibrit kutuları, peçeteler ve zarflara yazarak,
tarafından açılmış Green Valley Okulu’ydu. Green
ölümüne
Valley’de Hilsheimer, biyografi yazarı Jenny Skerl’in
Vücudunun
tabiriyle, “Billy için gerçekten gerekli olan rehberlik ve
farkında olan Burroughs Jr., sıcak iklimin sağlığına iyi
istikrarı” sağladı. Zaten Billy de “Kentucky Ham”
geleceğini umarak 1981 Ocak’ında yeniden Florida’ya
okul,
bağımlılığından
“ergenlik
kurtulmak
çağındaki
için
gençler
11
tamamlanamayacaktı.
Burroughs
dek”
Jr.’ın
çalışmaya
nakli
yapılan
Jenny
“Prakriti
devam
Junction”ın
ettiği
karaciğeri
Skerl’in
yönünde.
reddettiğinin
döndü. İkinci kez karaciğeri çalışamaz duruma gelip
İkinci kuşak Beat yazarlarından biri olan Burroughs
acilen hastaneye kaldırılması gerektiğinde, George von
Jr.’ın
Hilsheimer’ı
ziyaret
otobiyografik
Burroughs
Jr.,
3
etmekteydi.
Mart
William
1981’de,
Seward
karaciğer
önünde,
diğer
roman
bir
modeli
taraftan,
de
Kerouac’ın
bulunmaktaydı
(Kerouac’ın “Duluoz Efsanesi” dediği bütünü oluşturan
yetmezliğinden öldü.
kitap serileri). Otobiyografi Amerika’da her zaman el
üstünde tutulan bir tür olmuştur ve Kerouac, gelecekte
Burroughs Jr. yazmaya başladığında, etkisi altında
roman türünün bir itiraf edebiyatı olacağını, insanların
olduğu kitap, babasının 1953 yılında basılan ilk kitabı
kendi hayatlarının hikayesini anlatacağını söylemiştir.
ve otobiyografik bir roman olan “Junky”ydi. “Junky”,
Çünkü, “hikayeler ölümsüzdür”.
Burroughs’un 1944 yılında, otuz yaşındayken yaşadığı
morfin bağımlılığını anlatır. “Speed”in ilk baskısı için bir
Burroughs Jr. kendi hayatı hakkında yazarken henüz
önsöz yazan Allen Ginsberg, anlatıcının “karakteristik
yirmili yaşlarının başında; bir diğer deyişle, Jack
Burroughs
işaretler
Kerouac ve William S. Burroughs’un ilk romanlarını
gösterdiğini” söylemiştir. “Bu kitapta anlatılan kesinlikle
(“On the Road” ve “Junky”) yazdıkları yaşlara kıyasla,
ele avuca gelmeyecek bir hikayedir: Methedrine
çok daha gençti. Genç bir yazar olarak, yeniyetmelik
evrenine bir yolculuk. Burroughs’un elinden çıkan ilk iş
yıllarında yaşadığı korkunç deneyimlerin henüz çok
ise cank (morfin, eroin) evrenini anlatmaktaydı.”
uzak bir geçmişte kalmamış olması, okuyucunun
lakonizmi
ve
duyarlılığından
karşısında Burroughs Jr.’ın saflığını, korunmasızlığını
öne çıkarıyor ve anlatımına hatırı sayılır bir duygulanım
katıyordu.
Burroughs
Jr’ın.,
bir
anlamda,
J.
D.
Salinger’in “Catcher in the Rye” romanının kahramanı
Holden Caulfield gibi yazdığını söyleyebiliriz – yalnız,
yirmi
yıllık
bir
zamanlamasının
farkla.
çok
kötü
Billy’nin
talihsizliği
olmasıydı:
arketip
sayılabilecek isyankar gençliğini, 1940’ların görece
sakin yıllarında değil, 1960’ların uyuşturucu deneyimi
ve sosyal karışıklık
yıllarında yaşadı ve yazdı.
Kitaplarında Billy’nin üslubu, babasının yetişkin bir tona
sahip keskin tarzından ziyade, yeniyetmeliğin aptal
cesaretiyle örülmüştür. “Speed”de, asit attıktan sonraki
zamanı şöyle betimler: “Günün geri kalanı, Life
Magazine ya da benzeri bir dergide okuyabileceğiniz
LSD tripleriyle geçip gitti.” Şair Anne Waldman’ın
ortaya koyduğu gibi, otobiyografik romanlarında Billy
yürekten
konuşuyor
ve
“Arkadaşlarınız
gidişinizi
izliyorsa, hemen onların yanına geri dönün” gibi net
ifadelerinden,
uyuşturucuyla
basıldığınızda
“sahip
olduğunuz haklar” üzerine hararetli çıkışlarına dek,
genç okuyucularına irili ufaklı tavsiyeler veriyordu.
“Kentucky Ham”, Harrison yasasıyla hayata geçirilen
12
yasal prosedürleri izleyen yıllarda ABD’de uyuşturucu
bağlantısızlığını
bağımlısı olmanın tehlikeleri üzerine uyarıcı nitelikte bir
Hareketinin (ülkeye yönelik) dinsel bir yaklaşımı olduğu
hikayedir – kitap, uyuşturucuların yasallaştırılması
doğru ancak birkaç arkaik kaçığı dışarıda tutacak
yönünde bir savunuyla kapanır. Burroughs Jr. kendi
olursam, bugün tanıdığım herkesin tek istediği, bu
hayatının, geçerli olan cezalandırma ve rehabilitasyon
değerlerle kıçlarını silmek.” Uyuşturucular Billy ve
sisteminin çalışmadığının bir kanıtı olduğunu öne sürer.
arkadaşlarının durdukları yerde çürümelerine neden
Polis ve narkotik ajanlarının “bağnaz” olduklarını ve
oldu (New York turlarından birinde, Florida’dan tanıdığı
tutuklandığı andan itibaren artık “onlara ait olduğunu”
bir kızı gördüğünde, kızın “bütün ışıltısının kaybolmuş”
anlamıştır. Aynı zamanda, bir uyuşturucu bağımlısı
olduğunu yazar). Bu nedenlerle “Speed”, karanlık arka
olarak kendini yok etmeye giden kaçınılmaz süreç
sokakların, kirli uyuşturucu batakhanelerinin ve çirkin
konusunda
yüzlü
da
gerçekçi
bir
tutum
içindedir.
bir
anlamıştı:
kentin
gece
“Savaş
boyu
sonrası
açık
Beat
hayaletimsi
Lexington’daki federal hastanede doktorların kendisine
kahvehanelerin ortasında, Amerikan edebiyatının en
önerdiği tedavinin işe yaramayacağını hisseder, ancak
korkunç
içerdeki
asit
triplerinden
birinin
içinde
yükselir.
bir
cankinin
Burroughs Jr.’ın aradığı, gerçeklik, kendi benliğinin
beyinle”
mümkün
özüydü – ancak, kendi tabiriyle, “bin ayrı trajik benlik
olacağını söylediğinde de bunu dikkate alır. “Kentucky
içinde kaybolmakta, gerçeklik içinde bir yeniyetme
Ham” Burroughs Jr.’ın nasıl yakalanıp rehabilite
olmaktan çok daha iyiydi.” “Boku yemiş bir çocuk”
edildiğinin
de,
olarak, kendi mizah anlayışına tutunacak ve kafayı
amfetamin ve Methedrine bağımlılığının, ve altmışların
kırdığında yapabileceği en iyi şeyin “her şeyi olduğu
diğer iki gözde uyuşturucusu LSD ve marihuanayla ilgili
gibi, ancak beş farklı biçimde” görmek olduğunu
deneyimlerinin bir dökümüdür. Tutuklanması, belli
bilecek kadar zeki bir çocuktu.
hasta-mahkumlardan
iyileşmesinin
ancak
“yeni
hikayesiyse,
o
bir
biri
zaman
“Speed”
konularda Burroughs Jr.’ın aklını başına getirmiştir.
New York’ta içeri atıldığında, “konuştuğu herkesin
“Speed” ve “Kentucky Ham”, 1960’larda Amerikan
Amerika’da gücün kime uygulandığını en parlak politika
sokaklarına taşan sözde “gençlik isyanının” en önemli
profesörlerinden bile daha iyi bildiğini” görür. “Ve bu
belgelerinden ikisidir. Bu gürültülü kültürel değişim
durumun hayatlarını nasıl etkilediğini de çok iyi
yıllarında, Burroughs Jr., “henüz yeniyetmelik yıllarında
biliyorlardı. Hırsız-Polis oyunu Amerikan tarzının bir
aklını
uzantısıydı.”
“uçurumun kenarına kadar” gelmiş olabilir; ancak bir
yazar
yitireceğine”
olarak,
kağıt
inanıyordu.
üzerinde
Kendi
hayatında
sözcüklerin
tınısını
Burroughs Jr., varoluşunun neden olduğu psikolojik
yakalama aşkı ve “olay örgüsünü” desteklemek için
ıstıraplardan kaçmak için uyuşturuculara bağlandı;
betimlemelerinde hem keskin fiziksel detayları hem de
ancak zaman içinde uyuşturucu deneyiminin kendisinin
akıldan kolay kolay çıkmayan şiirsel imgelemini bir
korkunç
araya getirebilen dehasıyla bunun karşılığını almıştır.
bir
çehre
kazandığını
gördü.
1960’ların
Connecticut Üniversitesi’nde İngiliz Dili Profesörü olan Ann Charters’ın Beat edebiyatına olan ilgisi, Allen Ginsberg’in
Howl şiirini okuduğu Berkeley’deki Six Gallery gecelerine dek uzanır. Kerouac ve önde gelen diğer Beat yazarlarıyla da
burada tanışmıştır. Columbia Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında Beat yayınlarını toplamaya başlayan Charters’ın ilk
önemli çalışması, Kerouac’ın ölümünün ardından yayınlanan kapsamlı biyografidir. The Beats: Literary Bohemians in
Postwar America başlıklı iki ciltlik ansiklopedinin editörü olan Charters, Beat üzerine hazırladığı kitapların ve yazdığı
sayısız makalenin yanında, Charles Olson ve Vladamir Mayakovski gibi şairler hakkında da kitaplar yayınlamıştır.
13
Sonun başlangıcı!
Bir bariyer yıkıldı!
Bir insan sesi ve bedeni, Amerika’nın sert duvarına,
onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi.
ULUMA
Allen Ginsberg
http://cyberzenarchy.wordpress.com/2009/05/17/howl-uluma-allen-ginsberg/
14
Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!
Dünya kutsaldır! Ruh kutsal! Ten kutsaldır! Burun kutsal! Dil, sik ve el ve göt deliği kutsal!
Her şey kutsaldır! Herkes kutsal! Her yer kutsaldır!
Her gün sonsuzluk! Her adam melek! Kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal!
Sen ve ruhum delinin kutsallığı kadar kutsal! Daktilo kutsal şiir kutsal ses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal!
Kutsal Peter Kutsal Allen Kutsal Solomon Kutsal Lucien Kutsal Kerouac Kutsal Huncke Kutsal Burroughs Kutsal
Cassady Kutsal gizli hayvan sikiciler ve ızdırap içindeki dilenciler ve iğrenç insan melekler kutsal!
Kutsal tımarhanedeki annem! Kansas'taki atalarımın siki de kutsal! İnleyen saksafon kutsal! Kutsal mahşeri bop!
Cazcılar ot hipsterler barış & junk & sarma kutsal! Kutsal gökdelen ve kaldırımların ıssızlığı!
Milyonlarla dolan kafeteryalar kutsal! Sokakların aşağısındaki gizemli gözyaşı nehirleri kutsal!
Doyumsuz yalnızlık kutsal!
Orta sınıfın büyük kuzusu, isyanın çılgın çobanı kutsal! Kim Los Angeles’ı Los Angeles yapan!
Kutsal New York Kutsal Frisco Kutsal Peoria & Seattle Kutsal Paris Kutsal Tanca Kutsal Moskova Kutsal İstanbul!
Kutsal zamanın sonsuzluğu kutsal sonsuzluğun zamanı kutsal boşluktaki saatler kutsal dördüncü boyut!
Kutsal beşinci enternasyonel! Kutsal melekteki Molok! Kutsal deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal tren kutsal görüler
kutsal halüsinasyonlar kutsal mucizeler kutsal gözçukuru kutsal cehennem! Kutsal bağışlama! Merhamet! İyilik! İman!
Kutsal! Bizler! Bedenler! Kederli! Yüce! Kutsal ruhun doğaüstü çokça gözalıcı yetenekli şefkati.
15
The Kiss Off
it was one of those
half-ass
literary gatherings
and this girl dropped to her knees
on the rug and said to him:
"O, Mr. C., let me kiss
that thumb
that great amputated thumb
that appeared in that great American novel
On the Road!"
Mr. C. held out the amputated thumb
and she kissed it
and we all came
all around all
around, we all came all
around
Charles Bukowski
16
ALLEN VE NEAL ÜZERİNE
CAROLYN CASSADY
1940’ların sonlarında, Allen Ginsberg adında bir Columbia öğrencisi, bir aralar New York’ta takılan
ancak ardından ortalıktan kaybolan bir tanıdığını, Neal Cassady’yi ziyaret etmek için Denver’a yollandı.
Denver’da bu ikiliye ortak bir arkadaşları, Jack Kerouac da katıldı (bu birleşmenin kurgusal bir dökümü
daha sonra Kerouac’ın Yolda’sında yerini alacaktı). Denver, Neal Cassady’nin bir süre sonra evleneceği
Carolyn Robinson’la da tanıştığı yerdi. Diğer bir taraftan, tanışmalarından itibaren Ginsberg tam anlamıyla Neal’ın
büyüsü altına girmişti. Ginsberg, yıllar sonra, 1966’da ünlü bir Paris Review röportajında bahsedene dek,
Neal’le olan ilişkilerinin cinsel boyutu birkaç kişi dışında kimse tarafından bilinmeden kaldı.
Allen’ın 1997 yılındaki ölümüne dek Carolyn Cassady ünlü şairle arkadaşlığını sürdürdü.
Anlaşılır bir şekilde, kendine has karmaşıklıkları olan bir ilişkiydi aralarındaki. Aşağıda Carolyn Robinson
Cassady’nin Allen Ginsberg ve Neal Cassady’yle olan ilişkisinden bahsettiği özel bir röportajı okuyacaksınız.
Tercüme: Mahşer
17
1940’ların Denver’ına dönecek olursak, yanınızdaki bu
Allen’ın yazdığı şiirler içinde Neal’ın favorisi olan bir
adamların, Ginsberg,
Ginsberg, Kerouac ve Neal’ın bir gün
tane var mıydı?
mıydı?
efsane olacağını düşünmüş müydünüz hiç?
CC: Böyle bir şiir varsa bile ben bilmiyorum. Elbette ki
CC: Ne Allen’ın ne de Jack’in bir mit yaratma peşinde
anlıyordu ancak Neal’ın şiirden çok hoşlandığını
olduğunu düşünmedim. En azından bilinçli olarak. Beat
sanmıyorum, en azından Jack kadar. Neal’ın zihin
Kuşağı ve etrafındaki mitler medya tarafından yaratıldı
yapısının daha çok mantık düzleminde ve analitik
ve o günden beri de birçok yazarla büyüdü.
olduğunu
düşünüyorum.
Felsefeden
ve
olaylarla
hareketlerin nedenleri üzerine gitmekten hoşlanıyordu.
Yıllar içinde Allen, Neal için birçok şiir yazdı.
CC:
Sanırım
Denver’daki
tanışmamızın
Yani daha pratik, kullanılabilir şeylerden bahsediyorum.
hemen
öncesinde Allen’ın Neal için yazdığı bazı şiirleri
Allen’ı kıskanıyor muydunuz?
okumuştum. Ve San Jose’de hep birlikte olduğumuz
CC: İki kişinin aynı insanı sevdiği tüm durumlarda
dönemde de Allen bana bazı şiirler okudu. Şiirlerden
olduğu gibi, seçimleri yalnızca sevilen bu insan
birinin adının “Yeşil Otomobil” olduğunu anımsıyorum.
yapıyordu. “Diğerini” herhangi bir sebepten “suçlamak”
Galiba ikimiz de aynı adamı seviyorduk ve Allen’ın
bu anlamda hem çok aptalca hem de saçma.
hislerini anlayabiliyordum. Bu ortak bir yanımızdı
Kerouac biyografilerinden birinde, Neal’ın bir yerlerde,
onunla.
Allen’a karşı hissettiği yükümlülük nedeniyle gay
olmaya çalıştığını söylediği yazıyor.
CC:
Neal’ın
Allen’a
karşı
böyle
bir
yükümlülük
hissetmesi söz konusu değil – bu çok gülünç bir fikir.
Ortada
olan
şey
yalnızca
Neal’ın
merhamet
duygusuydu; Allen’ın çektiği acı yüzünden kendini çok
kötü hissediyor ve onu bir şekilde teskin etmek
istiyordu. Allen’ın günlüklerini okursanız, Neal’ın onu
fazlasıyla teskin ettiğini düşünebilirsiniz, ama yalnızca
Allen’ın fantazilerinde. Neal açık bir şekilde ona
penislerden hoşlanmadığını söylemişti ve eminim ki
hiçbir zaman da ona karşı baskın bir noktaya gelmedi.
Sıradaki soru lütfen.
“Gerideki Karakterler” isimli hatıratında Joyce Johnson
(Jack Kerouac’la bir arada olduğu yıllardaki ismiyle
Joyce Glassman) Barnard’dan bir arkadaşlarının, Elise
Cowen’in, Ginsberg’den çok fazla hoşlandığını yazıyor.
CC: Allen’ın Elise’den bahsettiğini hiç duymadım ve
Joyce’un kitabını okuyana dek bu kızdan haberim
yoktu. Ancak gençlik yıllarında Ginsberg de evlenmeyi
düşünmüştür eminim bir ara; 30’lu ve 40’lı yıllarda
bütün erkekler bu şekilde yetiştiriliyordu sonuçta.
18
Allen ilgi odağı olmayı seviyordu...
seviyordu...
CC: Ne zaman yaşadığım yere gelse, beni arar,
CC: Kendi yarattığı bir imajın içinde debelendi. Zavallı,
görüşmek
kendisini hiç güvende hissetmiyordu, bu yüzden
burukluğu yeniden ortaya çıkana dek, bana karşı her
muazzam bir ego oluşturdu ve dünyanın her yerinde
zaman çok nazik oldu. Son yazdığı şiirlerden biri
alkışların peşinde koştu. Ona bir gün, şiirlerine düzülen
“Neden halen Carolyn’e kızgınım?” diye başlıyordu.
övgülere inanıp kendisini buna layık görmediği sürece,
Londra’ya
bunu yapmaya devam edeceğini söylemiştim – ki
performansa çıkacaksa beni davet ederdi; sonrasında
devam da etti zaten.
da konuşurduk. Onu alkışlayacak bir çift el daha
isterdi.
geldiği
Hayatının
son
zamanlarda
yıllarında
arayıp
her
eski
ne
bulmanın bir yoluydu bu onun için – aksi halde benim
için silinip gideceğini düşündüğünden muhtemelen.
Allen radikal fikirleri üzerine sizinle konuşuyor muydu?
CC: Her ikisine de çok karşı olduğumu bildiğinden,
benimle siyaset ya da anarşi üzerine konuşmuyordu.
Allen’ı en son ne zaman gördünüz?
Sonraki yıllarda benimle yalnızca sevgilileri hakkında
CC: New York’ta, ölümünden bir yıl önce. Birlikte
konuştu. Konuşmalarımız ekseriyetle edebiyat, yaşama
olduğumuz tüm zaman boyunca bir fotoğraf makinesini
yönelik planlar ya da Neal hakkında oluyordu.
yüzümün içine soktu ki bunun biraz kaba bir hareket
olduğunu düşünüyorum. Ama Allen buydu işte. Onu
her zaman seveceğim... ailemden birisi gibi.
1960’larda Allen Ginsberg uyuşturucu kültürünün,
özellikle de LSD’nin bir sembolü haline geldi.
CC: Ginsberg yirmili yaşlarındayken, hatırladığım
kadarıyla onu yalnızca esrar ya da amfetaminle kafayı
bulmuş bir halde gördüm. Bir şey kullanmadığı
zamanlar düşünceli, ciddi, bazen de suratsız ve
depresif
bir
haldeydi.
Fakat
kafayı
bulduğunda
neşeleniyor; gürültülü, yerinde duramayan, biraz da
şaşkın bir ruh haline bürünüyordu. Sonraki yıllarda,
özellikle de Budizm’in üzerindeki etkileriyle, daha sakin
ve nazik birisi oldu. Egosu büyümeye devam ediyordu
ancak
hissettiği
güvensizlik
halen
aynı
yerde
duruyordu.
Allen diğer Beat şairlerini beğeniyor,
beğeniyor, takdir ediyor
muydu?
CC: Allen hemen kulağımın dibinde şairler hakkında
konuşmuş olabilir ancak umrumda bile değildi. Whalen,
Lamantia,
McClure’u
tanımıyordum.
Onların
biliyordum
ama
Rexroth’u
yazdığı
şiir
türünden
hoşlandığımı söyleyemem, bu yüzden hiçbirini çok
fazla okumuş değilim.
Neal’ın
Neal’ın ölümünden sonra Allen’ı gördünüz mü?
19
Richard Brautigan, Beat Kuşağı ile 1960’ların karşı-kültürü arasında köprü kurmuş bir yazar.
1950’lerde Kenneth Rexroth’un çevresinde, Lawrence Ferlinghetti’nin City Lights kitabevinde, kafelerde, caz
kulüplerinde, sokaklarda bir araya gelen ve San Francisco Rönesansı’nı fişekleyen şair ve yazarlar arasında yer aldı.
1960’larda yazdığı ve apaçık dönemin ruh halini yansıtan romanlarıyla gençler arasında popülerlik kazandı.
Grateful Dead ve Jefferson Airplane dinleyenler, Monterey ve Woodstock festivallerini izleyenler,
Haight-Ashbury’ye yerleşenler, “Amerika’da Alabalık Avı” ve “Karpuz Şekerinde”yi yutarcasına okudular.
Daha özel bir ayrım yapan Edward H. Foster, Brautigan’ı Beat edebiyatının kolu sayılabilecek
bir topluluğun üyesi olarak kabul etti: Kuzeybatılılar. Ancak Snyder, Whalen, Kesey gibi şair ve yazarların
dahil olduğu Kuzeybatı kolu, tıpkı diğerleri gibi, Brautigan edebiyatını tanımlamak için de yetersiz kalacaktı.
(Bu yazı bir gece yarısı sıkıntısının sonucunda, ağzı bozuk fanzin Zemberek’in tahminen 1998 tarihli üçüncü
hamlesindeki “köttüne koduum okuyucusu kadir kıymetini bilemedi söz konusu yazarın” dizisinden dikilmiştir)
20
Brautigan’ın da dahil edildiği Kuzeybatılılar, kuşkusuz
bireysellik, sevgi, ölüm ve kaçış gibi Amerika’nın güçlü
bağımsız bir okul ya da gelenek sayılamaz. Bununla
akıntıları vardır. Bu bakımdan Brautigan’ın nehirleri,
birlikte, Batı rasyonalizmine ve analitik düşünceye sırt
Kerouac’ın yitik ülkesini bulmak için katettiği yollara,
çevirerek Uzakdoğu mistisizmi, Zen Budizmi, Taoizm,
Whitman ve Twain’in uçsuz arayışlarına, Melville’in
Şamanizm, Primitivizm, Kuzey Amerika yerli kültürü
okyanusuna
gibi inanç ve düşünce sistemlerine yakın durmuşlardır.
çocuklarından ve son serüvencilerinden birinin düşleri,
Bu
benzer.
Amerika’nın
en
masum
Amerikası
içinde
spiritüel
umutları, düş kırıklıkları, kaygıları sürüklenir bu sularda.
görülebilirler.
Öte
yandan
Ama Brautigan, Beat Kuşağını oluşturan yazarların
Brautigan’ın daha köklü bir soy ilişkisi de saptanabilir.
tepkisel bireyselliğinden farklı bir konumdadır. Beat
Doğaya duyduğu derin saygı ve doğanın bağrında
yazarlarına
münzevi bir hayatı seçişi Brautigan’ı, Emerson ve
dönüşümünden daha önemlidir ve bu kurtuluş ancak
Thoreau’nun önde gelen sözcüleri olduğu Amerikan
toplumsal baskıların ulaşamayacağı bir alanda, mistik
pastoral geleneğine bağlar.
ve eksantrik bir yaşantıyla gerçekleşebilir. Ancak
açıdan
devrimciler
dönemin
olarak
göre
bireyin
kurtuluşu,
toplumun
onların bireysel başkaldırılarının bazen yüzeyinde,
Richard Brautigan 1935’de Washington, Tacoma’da
bazen derinlerinde öfke ve kızgınlık yatar. Brautigan’ın
doğdu. On dokuzunda San Francisco’ya yerleşti, Six
eserlerinde (açık anlamda) olmayan budur.
Gallery’deki şiir ve caz gecelerine katıldı. Brautigan’ı
San Francisco’ya çeken asıl neden Beatler değildi ama
Öte yandan öfkenin tezahürleri farklılık da gösterebilir.
burada Ferlinghetti, McClure ve bir süre aynı evi
John Barth, Thomas Pynchon gibi en önemli yapıtlarını
paylaştığı Whalen ile tanıştı; bu önemli isimlerin
1960’larda yaratmış yazarlardan biri olan Brautigan’ın
aracılığıyla diğer Beat yazar ve şairlerini tanıdı. O
romanlarında, bazen uzaklarda da olsa, mutlak bir
günlerde yalnızca şiir yazıyor, kendi parasıyla bastığı
kaosun hüküm sürdüğü, bütün dengelerin yıkıldığı,
şiir kitaplarını sokaklarda satıyor, bazen de yoldan
entropik sona doğru sürüklenen bir dünya imgesi
geçenlere hediye ediyordu. Birkaç yıllık San Francisco
vardır. Bu romanların çok duyarlı ve kolay kırılan
döneminin ardından, 1961’de karısı ve kızıyla birlikte
insanları kaos karşısında yalnızlığa çekilir. Bu durum
ikinci el satın aldığı bir Plymouth’un arkasına taktığı
Brautigan’a farklı açılardan yaklaşılmasına neden
karavanla yola çıkarak, Idaho kıyılarındaki kamplarında
olmuştur. Romanlarının duyarlılığına vurulan hippiler
asıl
onu bir idol olarak yükseltirken, yeni sol bu tür bir
tezgahını
daktilosunu
kurdu.
portatif
Nerede
bir
mola
masaya
vermişlerse,
“pasifizmi”
yerleştiriyordu.
Clayton,
“Amerika’da Alabalık Avı” hızla oluşuyordu.
çekinceyle karşılamıştır. Örneğin Jack
New
“Woodstock
American
Politikası”
Review’da
başlıklı
yayınlanan
makalesinde,
Brautigan’a hiç de beklemediği bir şöhret getiren
Brautigan’ın düşsel bir mekan yarattığını fakat burada
“Amerika’da Alabalık Avı”nda, karısı ve çocuğuyla
yaşamayı seçmenin barikatları terk etmek anlamına
birlikte
zaman
geleceğini belirtiyor ve asla yan yana gelmeyecek iki
mektuplarında “Amerika’da Alabalık Avı” imzasını
ismi ele alarak soruyordu: “Acaba Brautigan ve
kullanan kahramanıyla temasa geçer. Bir yandan
Guevara’nın devrimlerini bir arada gerçekleştirmek
Amerika’nın akarsularında alabalık kovalarken, beri
mümkün müdür?” “Amerika’da Alabalık Avı” ve farklı
yandan öyküler anlatır, mektuplar yazar. Fakat bu
hayat tarzlarına yönelik arayışların öne çıktığı 1968’de
pastoral sükunet ve dinginliğin, şiddet ve doğanın
yayınlanan “Karpuz Şekerinde” romanlarında sunulan
çözülmesiyle bozulduğu da olur. Avlandığı akarsularda,
dünya, dönemin gençleri için elde edilebilecek bir
gezinip
avlanan
anlatıcı,
zaman
21
ütopya olarak düşünülmüştü. 1960’ların ilk yıllarında
Brautigan’ın bu romanları çok rahat yazdığını, dahası
yazılan ancak yayınlanmak için 4-5 yıl bekleyen
onun asla tıkanma yaşamayacak bir yazar olduğunu
“Karpuz Şekerinde”, Brautigan’ın kahince öngörülerde
düşünür. Sanki birer tercümeymiş gibi. Çoğu şeyde
bulunduğunu ortaya koymuş; artık ilk baştaki gücünü
olduğu gibi, okur bunda da çok fena yanılmıştır.
yitirmeye başlayan Beat Kuşağı’nın sınır tanımayan
bireyselciliğini
karşı-kültürün
komünal
1970’lerin
eğilimleriyle
sonlarında,
dönemin
eğilimlerinin
yön
birleştiren Brautigan, 60’ların sonunda iyice kıpırdanan
değiştirmesinin de etkisiyle büyük ölçüde okur yitiren
genç kesim için ciddi bir alternatif oluşturmuştu. Ancak
Brautigan, şiddetli bir bunalıma sürüklenerek alkol
çizilen dünyadan daha önemli olan ve özellikle 1971’de
kullanımını
yayınlanan “Kürtaj”da görülebilecek bir unsur söz
ülkesinde olduğundan çok daha popülerdi. Japonlar,
konusuydu. Aslında Brautigan’ın roman kişileri birer
elle tutulur bir olay örgüsü bulunmayan, önemsiz
“karakter” veya “kahraman” değil, dünya karşısında bir
ayrıltılar üzerine yoğunlaşan yalın anlatımlı Brautigan
duruş,
de
romanlarını çok beğeniyordu. Bu karanlık yılların büyük
özetlenebilir: “Hayat ürkütücü ve insafsız olabilir.
kısmını, neon ışıklarının bolluğu yüzünden sevdiğini
İnsanlar kaçınılmaz olarak acı çeker, yas tutarlar. Fakat
söylediği Tokyo ile çiftliğinin bulunduğu Montana
sen
Ebeveynlerini
arasına mekik dokuyarak geçirdikten sonra, 1980’de
kaplanlar parçalamış olsa bile, sen güzel bir gün
son dönem romanlarından en önemlisi olan “Tokyo-
geçirebilirsin.” Bu açıdan bakıldığında, Brautigan’ın
Montana Express” yayınlandı. Bu kitap Brautigan’ın
romanlarındaki bu anlayışı düstur edinen insanlar en
usta bir yazar olarak keskinleştirdiği tekniğini dolaysız
kaotik
olarak
dünyaya
farklısın,
bir
bakış
farklı
durumlarda,
açısıydı.
davranmalısın.
en
derin
Şöyle
karmaşalarda
bile,
iyice
ortaya
arttırdı.
koysa
Japonya’da
da,
Brautigan
ise
kendi
insanlardan
uzlaşmadan ya da yozlaşmadan ayakta kalmayı
olabildiğince uzaklaşmış, McGuane’in ifadesiyle, Dylan
başarırlar. Josephine Hendin, Brautigan kişiliklerinin
Thomas’dan bile çok içer olmuştu. Nereye baksa
edilgenlik,
yumuşaklık
ölümün ona yüzünü gösterdiğini düşünüyordu. Evinin
kendilerini
tehdit
ve
geri
çekilmişliklerinin,
için
penceresinden girmeye çalışırken boynu kırılan bir
başvurdukları stratejik bir manevra olduğunu ileri sürer.
kuşun ya da sahilde yürürken gördüğü kıyıya vurmuş
Oysa bunlar hiç de ince hesaplar yapan, ihtiyatlı
ölü
davranan
insanlar
bırakmıyordu.
hesabıyla
değil,
eden
güçlerden
değildirler.
korunmak
Kendilerini
ölçülemeyecek
bir
koruma
bir
fok
balığının
Bu
hüznü
karanlık,
en
haftalarca
güzel
peşini
Brautigan
romanlarından birini gün ışığına çıkardı: “Yani Rüzgar
duyarlılıkla
Her Şeyi Alıp Götürmeyecek”. Ama işler iyice yolundan
davrandıkları için dünyadan geri çekilmişlerdir.
çıkmıştı. Ölümünden önce tamamladığı son kitabı,
Brautigan,
Doğu
felsefelerine,
San
“Talihsiz Bir Kadın”, artık çok yaklaşan intiharının bütün
Francisco’da
tanıştığı Gary Snyder ve Philip Whalen sayesinde
işaretlerini
yönelmişti. Snyder’ın deyişiyle Brautigan “boşlukta
Brautigan’ın ölümünden yıllar sonra ortaya çıkacaktı.
çiçek
zihinsel
1984 yılında küçük bir balıkçı köyü olan Bolinas’a
kavrayışın ötesinde kalan bir varoluşu ve yaşanan her
yerleşti. Uyuyamıyor, hiç durmadan içiyordu. Duyarlılığı
türlü deneyimin kaynağını ifade ettiği düşünülebilir. Zen
bu hayatı kaldıramayacak kadar keskinleşmişti. Son
düşüncesinin Brautigan estetiği üzerindeki etkileri,
kez ava çıktı. Bir daha da dönmedi. Cesedi üç hafta
kendiliğindenlik ve dolaysız yakınlıktır. Gerçekten de
sonra, arkadaşları tarafından tutulmuş bir detektif
Brautigan’ın eserlerinde yansıtıcı veyahut çözümleyici
tarafından bulunabildi. Son tercihi, başına sıktığı bir
olan hiçbir şey yoktur. Her şey öylesine yalındır ki, okur
kurşun olmuştu.
yetiştiriyordu”.
Buradaki
boşluğun,
22
veriyordu
ve
ne
yazık
ki
bu
kitap,
HANK & MICHELINE
BUKOWSKI ve JACK MICHELINE ÜZERİNE
A.D. WINANS
Tercüme: D. Schmo
1973’te Hank’e yazarak, Jack Micheline ile olan bir
“Zavallı piç, şairmiş demek! Birçok stajyer doktor,
görüşmemden söz ettim. Micheline bana, Hank’e
çöpçü, bulaşıkçı, fabrika işçisi zavallı piç var. Eğer
kızgın olduğunu çünkü bir yazısının basılmasına
birilerinin kutsal hakları varsa, onların da olmalı!”
yardım edeceği umuduyla kendisini Los Angeles’ta
ziyaret
ettiğini
ancak
Hank’in
kayıtsız
kaldığını
Micheline, Bukowski’nin söylediklerine çok bozulmuştu.
anlatmıştı. Hank bana cevabında, Jack’in çalışmasının
1998’deki ölümüne dek neredeyse yirmi yıllık bir süre
iyi olduğunu ama kendisini yanlış zaman ve durumda
boyunca Micheline’le ilişkim oldu. Genellikle küstah bir
yakaladığını yazdı. Hank’e göre Jack, kendi ifadesiyle
görüntünün altına gizlenen son derece hassas biri
“ben şairim” tribine çok giriyordu ve bu tutum Jack’in
olduğunu biliyordum. Bukowski’ye olan hayranlığı ve
eserlerinden bir şeyler alıp götürüyordu:
saygısı onunla ilk tanıştığım zamanlarda da ortadaydı.
23
New York’ta doğan ve gerçek adı Harvey Martin
şairi denmesinden hoşlanmıyor, yalnızca ve o da
Silvaer olan Jack Micheline’in ataları Rus-Romen
gerekiyorsa, “bohem” sıfatını tercih ediyordu. Micheline
Yahudisiydi.
resme
çok sık ve çok yüksek sesle “şairim” diye bağırdıysa,
adamadan önce sendika görevlisiydi. Micheline gerçek
bu sadece edebi çevrelerce görmezden gelindiği içindi.
bir Bronx şairiydi ve ilginç bir adamdı; James T. Farell,
Eserleri Hank’in edebiyata yaptığı toplam katkıya
William Saroyan, Langston Hughes ve Charles Mingus
erişemese de, Micheline son sokak şairlerinden biriydi.
gibi isimlerin yakın arkadaşıydı. Şiirlerini sürekli kafe ve
Sokak şiirinin para yapması, basılması ve şairini ünlü
barlarda
O
etmesi hiç olacak iş değildir. Zaten Micheline de şöhret
dönemde şiirlerini Micheline dışında caz ile birlikte
veya para arıyor değildi. Hank gibi Micheline’in eserleri
okuyabilen şairler sadece, kendisi gibi bir sokak şairi
de
olan Bob Kaufman ve Kenneth Patchen idi. Lirik bir şair
toplumla
olan Micheline eski blues ve caz ritimleri üzerinden
fahişelere, eşcinsellere ve toplumun çoğunluğunun sırt
giderek, dize yapılarını aşan bir canlılık, hayattan çekip
çevirdiği diğer sefil insanlara. Micheline’in sokakla ve
alınan saf bir enerji açığa çıkarıyordu. Ölümünden
sokakta
sonra
de,
Bukowski’nin deneyimlerinden fazlaydı. Belki şiire
Micheline’in şiiri herhangi bir etiketin ötesindeydi.
yüklediği görev biraz da buradan geliyordu. 1950’lerde
Aslına bakılacak olursa, Micheline de kendisine Beat
Greenwich Beat hareketinde, Micheline kendisini sokak
Kendisini
caz
eserleri
bütünüyle
müzisyenleri
Beat
şiire
eşliğinde
edebiyatıyla
ve
okurdu.
ilintilense
aşağıdakilere
ve
uyumsuzlara,
yaşayanlarla
dışlanmışlara
sesleniyordu;
uyuşturucu
bağımlılarına,
olan
ilk
elden
deneyimi
şairi Maxwell Bodenheim ile özdeşleştirmişti. Bu şairi,
insanları boğucu işlerinden ve ilişkilerinden kurtarmayı
amaçlamış bir devrimci olarak görüyordu. Micheline,
şairin görevinin şiiri yaşamak ve diğerleri için cesur
örnekler oluşturmak olduğuna inanıyordu.
Ama Micheline’in dizeleri bana her zaman William
Wantling’in şu satırlarını da hatırlatmıştır: “Asla bir şair
olmak
istemedim.
Zihnimdeki
sesler
beni
rahat
bırakacak olsa, ben de sefer tasımı alıp diğerleri gibi
işimin yolunu tutardım.” Ölümünden kısa süre önce
Micheline de bana, “Şair olmak gibi bir niyetim yoktu
asla. Hala da olmak istediğimden emin değilim. Tek
istediğim hayatımı yaşamak. Ama şunu gözardı
edemiyorum: kendilerine bu şans verildiği takdirde
çalışan kesimin insanları da şiirle ilgilenebilir. Onlara
tek sunulan, spor ve televizyon. Asla kendi hayatlarını
anlatan bir şair çıkmıyor karşılarına. Burada her şey
kar odaklı ve bu insanlara şiir sunmanın karlı bir tarafı
yok.”
Ancak
ölümün
susturabildiği
bu
sesler
Micheline’in peşini hiç bırakmadığı için kendimizi şanslı
saymalıyız. Onun sesi orijinaldi ve kimse kendisini taklit
etmeye cüret edemedi.
24
formunda
şiirinden daha fazla görülemez. Bukowski’yi tanımadan
olduğunda” kendisinin onunla boy ölçüşemeyeceğini
eserlerine saldıranlara karşı, Micheline’in mısraları,
söylemişti. Bu, birçok kişi tarafından İkinci Dünya
Hank’in sevecen ve duygulu yanına da atıfta bulunur.
Bir
keresinde
Hank
bana,
“Micheline
Savaşı’ndan bu yana gelmiş en büyük yazarlardan biri
olarak kabul edilen bir isimden büyük bir övgüdür.
Bugün yazan ve nefes alan
Micheline’in ilk şiir kitabı “Kızıl Şarap Nehri”, Esquire
en hoş şairlerden biridir o
Magazine’e yazan Dorothy Parker gibi isimlerden de
O bira şişesidir
oldukça olumlu eleştiriler almış, bu kitabın önsözü,
O Quasimado’dur
New York’taki Beat günlerinde sık sık Micheline’le
O kendisi taş yüzlüdür
birlikte sokakta görünen ve Micheline’in dizelerinin
O Los Angeles’ın delisidir
Amerika’da umudu yeniden canlandırdığını düşünen
O Hollywood Bulvarı’nın kamburudur
Jack Kerouac tarafından yazılmıştı.
O kızına karşı naziktir
O kızına karşı naziktir
68 yaşında öldüğünde ardında yirmi kitap bırakan
O kızına karşı naziktir
Micheline, şiiri kitlelere ulaştırılması gereken kutsal bir
Sadece bir bardak sudan gelmiştir
mesaj olarak görürken, Hank için şiir sadece bir başka
ve eve uğramış en küçük ihtimalden
işti. Marangozluktan ya da elektrikçilikten hiçbir farkı
yoktu. Kesinlikle kutsal bir tarafı da yoktu. Hayatlarının
ayrı rotalar izlemesine ve şiire bakışlarındaki farklılığa
rağmen, Micheline ve Bukowski arasındaki ilişki yıllar
boyunca sürdü. Temmuz 1993’te yazdığı bir mektupta,
Micheline Hank’e yarı şiir-yarı düzyazı bir biçimde
seslenmişti:
Biliyorum, değişimlerden geçiyorsun dostum
Oradalar, hissediyorum
Pek sık yazamıyorum
ve birbirimizi kullanmamız da kabul edilebilir.
Zaten olması gereken de bu
Micheline’e yazdığı cevabında ise, Hank şöyle diyordu:
“Unutulmuş değilsin dostum. Sık sık senden söz
ediyoruz ve senin için iki şiir yazdım. Birinin adı “Jack
Micheline’i Ararken”. Diğerini siktir et. Ama ağır
sövgüler filan da gelmesin aklına. Senin mektupların
ise birer şiir zaten.”
Micheline’in Hank’e duyduğu sevgi hiçbir yerde,
Second
Coming’in
Bukowski
sayısındaki
“Gece
Yarısından Çok Sonra” adlı serbest dizeli uzun
25
MAHŞER / UNDERGROUND POETIX BEAT GÖRÜNGÜSÜ
Kunst und Wissenschaft = Ziriab Mobile + Cyberzenarchy
Ziriab Mobile 003.01
Online Edition Ağustos 2009 (Orijinal Kraft Baskı Şubat 2008 Kadıköy)
e-posta: [email protected]
http://www.ziriabmobile.org/
26
Cyberzenarchy / Underground Poetix
Cyberzenarchy / Underground Poetix Press’ten üç hamle birden..
Kraft kağıdına baskı yoluyla sınırlı sayıda üretilmiş bu üç neşriyatın bir kısmı kapalı devre dağıtımda,
geri kalan kopyalar ise Robinson Crusoe 389′da.
Hamle 1 / Untitled
A4, 300 gr karton kapak, kraft iç baskı. 12 Sayfa
Charles Bukowski, Jack Micheline, Jean Genet, William S. Burroughs, Arthur Rimbaud, Jim Morrison
+ Rafet Arslan: Son Çıkış
Hamle 2 / Soup and the Beat Generation
A5, 300 gr karton kapak, kraft iç baskı. 16 Sayfa
Hamle 3 / Dutch Poetry
A5, 300 gr karton kapak, kraft iç baskı. 20 Sayfa
Simon Vinkenoog, Hans Plomp, Ana Christy, Erling Friis Baastad
http://cyberzenarchy.wordpress.com/
27
28