- Ziriab Mobile
Transkript
- Ziriab Mobile
1 MAHŞER / UNDERGROUND POETIX 5/7 17 / 19 A.D. WINANS CAROLYN CASSADY on NEAL CASSADY & ALLEN GINSBERG 8 / 13 20 / 22 ANN CHARTERS RICHARD BRAUTIGAN on WILLIAM SEWARD BURROUGHS JR. 16 23 / 25 THE KISS-OFF A.D.WINANS by CHARLES BUKOWSKI on CHARLES BUKOWSKI & JACK MICHELINE 2 Doğrudan konuya girelim: Jack London’ın “On The Road”unu (kitap İngiltere’de “On The Road”, Amerika’da ise “Road” adıyla basılmıştır) ya da Steinbeck’in “Of Mice And Men”ini ayrı bir yere kaç kişi koyabilmiştir ve bu nasıl bir ayrı koyuştur? Karşı-kültür edebiyatının eşiği literatürcüler tarafından doğal (ve bazılarınca istemsiz) olarak Beat Kuşağı ile başlatılır; bu noktada yapılabilecek tek hareketse bu oluşumu eşik olarak belirlemeden önce beslendikleri ve belki de tabanları olarak kabul edilmesi gereken önceki oluşumları kronolojik açıdan öne almaktır. Birinci hareket ise kaçınılmaz bir şekilde Kayıp Kuşak denilen, bir diğer adıyla da Hemingwaylerin Kuşağı olarak anılması mümkün yazarlar dünyasından bahsetmektir. London ve Steinbeck yukarıda isimlerini zikrettiğimiz eserlerinde yol yazınını (Beat yazarlarına miras kalacak olan) ‘Hobo’ ve ‘Hip’ kavramlarıyla birlikte işlemişlerdir. Doğal olarak Beatler’in ‘yol yazını’na ülkemizde gösterilen pasif ilgiyi düşündüğümüzde, artık kaçınılmaz ve klişe bir mantıkla ‘klasik’ denilen bu yazarlara ve söz konusu eserlerine insanlar karşı-kültür ürünleri olarak (büyük ihtimalle) eğilmemişlerdir. Aslında bu, bir şeyleri görememe ya da yanlış görme sorunundan başka bir şey değildir. Üniversiteler de dahil olmak üzere okullarda hiçbir şekilde Amerikan edebiyatına dair ‘ciddi’ anlamda dersler verilmemesinden de bahsetmek mümkün. Burada okullarda neden Amerikan edebiyatı gerektiği şekilde işlenmiyor cinsinden bir şeyden bahsetmiyoruz kesinlikle, yoksa Oktay Rifat’ın da okullarda ne şekilde işlendiği aynı şekilde mevzuu edilebilir, Ece Ayhan’ın da... Beat Kuşağı burada bizim için sadece bir günah keçisi olsun, onu bir örnek olarak kullanalım. 3 Bu şablonu başka birçok alana ve isme uygulamak da pekâlâ mümkün. Han Shan’ın şiirlerine ve Doğu dinlerine ait genel geçerin üzerinde bir bilgiye sahip olmadıktan, Basho’nun edebiyat dünyasına 3-5 haikusunu okumanın ötesinde bir ilgi göstermedikten sonra, Ginsberg’in ya da Kerouac’ın eserlerinden kim nasıl bahsedebilir ya da okuyucusu olduğunu söyleyebilir. Aynı şekilde William Burroughs’un birçok eserini ‘anlamasıkavraması güç’ diye etiketlemek yerine, biraz Huxley okuması yapılsaydı, Foucault şöyle bir gözden geçirilseydi, Debord’un gösteri toplumlarına bir göz atılsaydı iyi olmaz mıydı? Kısa süre önce “Garip Şiir Hareketi ve Beat Kuşağı” üzerine eğilen bir çalışma yapmıştık ve umduğumuzun çok üzerinde (çeşitli ulaşım yollarıyla) bizimle iletişime geçenler olmuştu. Biz o çalışmayı bir nevi single mantığıyla ortaya koymuştuk ki sonsuza dek kendisine eklemelerde bulunmamak eserden bir şey eksiltmeyecektir. Bir şekilde o kitapçığın içerisinde değindiğimiz küçük bir nokta vardı: O eser hiçbir şekilde Beatler’le Garipler’i karşılaştırmak ya da Garipler’e Beat demek gibi yazmaya bile gerek duymadığımız bir amaç taşımamaktaydı; ama kitapçıkta doğal olarak aklımız bizim ‘gezgin ozanlarımıza’ ya da Neyzen Tevfik’e de takılmıyor değildi, işte yazının girişinde bahsettiğimiz gibi gene aynı soruna takılıp kaldık biz. Kendi ülke coğrafyasını hem de tren rayları dahi mevcutken gezmemiş insanların tutup da Nevada, Arizona, Frisco düşleri kurması hep acı gelmiştir bize. Aynı coğrafyanın mikro yansıması da edebiyat alanımızda mevcut işte. Kerouac’ın “On The Road”unun edebi olarak yazarın en kötü eseri sayılması gerektiği üzerine fikirler dolaşadursun, zaten sadece beş kitabını okuma şansına erişmiş bir ülkenin insanlarının Kerouac üzerinde ‘öte’ bir ahkâm kesme hakkı da doğal olarak mevcut değildir. Sorulardan biri şu: “On The Road” sevicilikten bahseden kaç insan Lester Young dinler, dinlediğini kaçı çözümler ve Allen Ginsberg’in bize açıkça şifrelerini verdiği çözümleri kitap üzerinde bulur? Bunun iç açıcı bir cevabı olduğunu sanmamaktayız. Koskoca “Dharma Bums” eserinin daha geçen yıla kadar Kabalcı’da 1-2 milyona kelepir olarak satıldığı bir kentte her şey çok açık aslında. Nevzat Erkmen’e neden kitapları kelepire verdiğini sorduğumuzda cevabı basitti: “Depoda çürüyecekti çocuklar.” Umarız alanların deposunda çürümemiştir. Şenol Erdoğan / Underground Poetix 4 A. D. WINANS “A. D. Winans, tanıştığım yazarlardan biri (lanet olasıca birçoğuyla tanıştım) ve bir yazar gibi davranmayan, kendini bir yazar gibi düşünmeyen ve belki de sırf bu yüzden bu işi diğerlerinden daha iyi yapan bir adam. Onun şairliğini beğeniyorum, on dakikadan daha fazla katlanabiliyorum yani. Nadir biri, A.D.”– Charles Bukowski Tercüme: Melis Oflas Vaktiyle Schmo adında önemsiz bir şair varmış. ederek Schmo, aynı zamanda şiirselliğini de ifşa ettiği, gideceği yolu biliyordu. Schmo, edebiyat dünyasında kelimeleri biçerek büyük olmanın hayalini kuruyordu. Her sabah saat 5’te, oluşturduğu pornografik bir gazeteyi hazırladığı ve bir gün meşhur olacağı umuduyla, şehir boyunca yayınladığı şehirde, San Francisco’da yaşıyordu. Bu, devam eden gazete bayilerine gidip gazetelerini teslim turistleri aldatmak için tasarlanmıştı; sanki şiirsellikmiş almak için kalkardı. Schmo, bir gün ondan da gibi, gerçeklik kül olarak satılıyordu, kelimeleri tahrip bahsedebilecek bozarak ve çıplaklığı kesip 5 gizliyorlardı. Kısacası durumda Huckster olabilecekleri Schmo, umuduyla arkadaşlarının eserlerini yayınlardı. Hatta arkadaşı San Francisco’nun merkezinde karşılaşmamız bu olmayanların bile eserlerini, bir gün arkadaşı olabilirler zamanlara denk gelir. umuduyla yayınladı. Schmo, eserlerini yayınlamamış “Schmo,” dedim. “Festivalde mi okuyacağım?” ve yayınlamayacak olan kişilerin isimlerini kaydetmek “Hayır,” dedi Schmo. Sesi sertti, büyük Tibetli Buda’dan için karma bir puan tablosu tutuyordu... Schmo, bu farksızdı. insanların bir gün alçak eylemlerinin karma sonucunun “Neden olmasın?” diye sordum. cezasını LSD “Bana neden olmasın diye sormaya mı kalkışıyorsun? gibiydi. Nitekim Schmo’nun şiir yazabilmesinin tek yolu İki yıl önce sana şiirlerimi gönderdiğimde onları geri LSD kullanmaktı, yine de onun şiirini okuyan ancak çevirdiğini hatırlıyor musun?” birkaç insan Schmo’nun ne söylediğini anlayabiliyordu. “Notta ne diyordu?” diye sordum. Ayık olduğu zamanlarda, Schmo çok yavaştı. “Parasız çekeceklerine inanıyordu. Schmo, olduğun ve bir süreliğine dergini yayınlayamayacağın.” Bir keresinde Schmo, bölgesel bir şiir olayında okuyucu “İyi…” olabilmek için bir haftanın ücretini ödedi. Okuması “Görmüyor musun?” diye sordu Schmo. “Karman sana salonun gerisindeki genç bir adam tarafından kesintiye geri döndü. Ben sadece bana dönebilen şeyleri yaptım uğratılmıştı: “BOKTAN! BOKTAN!” diye haykırıyordu insanlar için. Senin karman galaksinin kozmik ışıklarına adam. giremedi. Ruhun kâinatla uyumsuz. Bana yardımı Daha çok Schmo’nun umutsuzluğu olan kalabalık aynı şiddette bir ayine başladı: “BOKTAN! olmayan insanlarla konuşacak zamanım da yok.” BOKTAN!” Boktan çığlıkları oditoryumun her yanını “Bu kötü karma, değil mi?” diye sordum. kaplıyordu. Schmo gafil avlanmıştı ve bunun neden “Kötü olduğunu anlamamıştı; o sadece kendi boktan şiirlerini düşünüyorsun? Ordu şiirlerine şekil veriyorum, siyah okuyordu BOKTAN! BOKTAN! çığlıkları arasında. İşte bir bayrak tasarlıyorum, Broadway ve Columbus’un bu Schmo’nun ‘Boktan Schmo’ adını nasıl aldığını aşağısına doğru yürüyorum. Tanrı, onun yolunda olan açıklıyor. Schmo, kendi göt öpme ve pul yalama herkese yardım eder.” dünyasına perişan ve kızgın olarak geri döndü. Schmo “Hmmmmmmmmm,” dedim. bunu uzun yıllar önce yapmıştı ama yakın arkadaşları “Bu iyi,” dedi Schmo, sağ ayağı üzerinde bir aşağı bir da dahil olmak üzere hiç kimse onun çalışmalarını yukarı zıplayarak. yayınlamamıştı. İşte bu zamanlarda Schmo, pulların “Şimdi daha yüksek bir sadelikle ilişkidesin ama yapışkan yüzeylerini yalamaya başlamış, kendisini San korkarım bunun için çok geç. Benim karma puan Francisco’nun gayriresmi Karma Kralı ilan etmişti. tablom doldu ve sen çizginin üstünde değilsin.” karma. Bunun kötü karma olduğunu mu “Belki beni yedek adam olarak kullanabilirsin,” diye fikir Schmo, gençliğinde nasihat aldığı eski bir beatnik verdim. dergisiyle yeniden dirildi: ‘BEAT ZEVKLERİ’. Ama “İmkânsız,” dedi. “Bunun için çok geç.” Schmo’nun Marksist arkadaşları onun durumundan pek “Michael McClure’a her zaman fark atabilirsin,” diye mutlu değillerdi. Derginin adının onlardan sonra öneride bulundum. gelmesini istiyorlardı. Bir dolu tartışma sonrasında “McClure’a fark atmak mı?” Öfkelenmişti. “McClure Schmo, ünlü olmak için bir plan ileri sürdü. Schmo kâinatın merkezidir. Hayatın yemeğidir o. Kozmik kendisini, otuzüçüncü San Francisco Şiir Festivali’nin karma döngülerinin altındaki yıldızdır.” başı olarak tayin etti. Aleutian adalarından da olmak “Peki,” dedim. “Ben sadece bunun gibi şeyleri bozmak üzere çok uzaklardan şairler davet edildi. Schmo ile istemiyordum. Bilemedim. Özür dilerim.” “Bu senin 6 karman,” dedi Schmo, öfkelenerek. kafa olup yerden yükseliyordum. Beş gramlık kenevirle Zıplamasının yönünü sağ ayağından diğerine geçirmişti. geri geliyordum, Smith ve Wesson’dan iki sarma “Senin karman manyetik güçlerle birlikte çizginin dolduruyordum. Ah, ne günlerdi ama.” dışında,” diye devam etti Schmo. “Bu senin yeni bir şiirinden mi?” diye sordum. “Belki Lawrence Ferlinghetti’yi alt edebilirsin,” dedim. “Dumdumdumdum,” diye çıkıştı. “Demek istediğim gerçekten de okumanın bir parçası “Festivale devam edecek kadar iyi hissettiğine emin olmak istiyorum. Bunun önemi daha çok annem için.” misin?” diye sordum. “Annen mi? Annene yalan söylemeye cüret ediyorsun. “Karmalarını bulmak için milyonlarca trip vardır,” diye Ferlinghetti kıkırdadı Schmo. “Ve ben onlara nerede bulacaklarını kâinatın anasıdır. Bizler takımın parçalarıyız. Evrensel bir düzenin parçaları.” söylemeyeceğim.” “Senin evreninde Tanrı için de bir oda var mı?” diye Bu anda Schmo’nun karısı onu gömleğinden çekti. sordum. “Peki ya İsa?” “Saçmalıyorsun,” diye fısıldadı. “O iki kaybeden için zamanım yok,” dedi hızlı hızlı. “Dumdumdumdum,” diye cevapladı onu Schmo. Zıplamayı kesti. “O iki kaba şey benim için daha önce ne yaptı?” diye devam etti Schmo. Bu, şair olmak isteyen Schmo’yu en son görüşümdü. “Bak, festivalin konusunu değiştirme.” Festivalin bitiminde bana kısa bir mektup yazmıştı. “Anlamıyorsun, değil mi?” dedi Schmo. “Maddenin Sadeydi: kaşıkta maviye döndüğü zaman.” “Mavi?” diye sordum. “Simyasal Tekbencilik Megalomanik Halka.” “Janice Blue. Bufalo sürüsü. Harvard kalabalığı.” --D Schmo. Schmo dişlerinin arasından mırıldandı. “Benim izimden Mendocino’dan postalanmıştı. Yakınlarında bir devlet gitme. hastanesi vardı. Schmo’nun orda bir bakıcılık işi Çekmecedeki Hollandalı temizleyici hile bulduğunu düşünüyorum. yapmıyor. Şamdanın doğusundan. Bir parça alıyor ve A.D.Winans, San Francisco’lu bir şair, yazar, editör, biyografici ve sıkı bir literatür tarayıcısı. 1936 doğumlu. Panama’da US askerliğinde falan bulunuyor, 50’de San Francisco North Beach Beat hareketinin parçası oluyor. “San Francisco Streets”, “North Beach Revisited”, “13 Jazz Poems” gibi isimleri kadar kendileri de mükemmel olan eserlerini irili ufaklı yayınevlerinden sınırlı baskılarla bastırıyor. Yazıları ve şiirleri yüzlerce dergi ve antolojide yer alıyor. Kendisi de bir yığın basın organı çıkarıyor ve antolojiler hazırlıyor. Bukowski ilinti noktalı kitaplar kaleme alıyor, izine şimdi rastlayamayacağınız, şansınız varsa internette belki ve sadece kapaklarını görebileceğiniz muazzam şiir kitapları yazıyor. 40 kadar kitabı var. Ülkemizde Bukowski bile yeniyetme piçkurularının ekseninde sikindirik bir şair olarak tanınırken (kaç kişi onu müthiş bir sosyal gözlemci ve Amerikan edebiyatına olağanüstü hakim bir yazar olarak, edebiyat tarihiyle Amerikan altkültür yaşamını nabzen izleyen biri olarak okuyor? O sadece hoş küfürler eden ayyaş ve pislik ibnenin biri değil miydi?), elbette ki Winans’ı pek kimse bilmiyor. Bilmeye dursunlar, Winans’ın eserleri Fransa, Almanya, İspanya, Japonya, Rusya, Polonya, Hırvatistan’da tercüme edilerek basılıyor. 7 TAKE ME DRUNK, I’M HOME BURROUGHS JR. ANN CHARTERS (Speed+Kentucky Ham, Overlook Duckworth Edition, 1993, Tercüme Mahşer) William S. Burroughs Jr., 21 Temmuz 1947’de, değiştirdi. Burroughs ailesi, en sonunda, uyuşturucuya Conroe-Texas’ta doğdu. Hayatının ilk dört yılını, erişimin Birleşik Devletler’e nazaran daha kolay olduğu ebeveynleri Joan Vollmer ve William S. Burroughs, ve Mexico City’ye yerleşti. 6 Eylül 1951 gecesi, babası kız kardeşi Julie’yle (Joan’ın bir önceki evliliğinden olan sarhoş kızı) öldürdüğünde, Billy odadaydı. Burroughs, “William Tell” Texas-Lousiana ve Mexico City’de geçirdi. bir partide kazayla annesini vurarak Uyuşturucular hayatını ilk andan itibaren etkilemişti. oyununu Annesi Joan, kendisine hamile olduğu dönem de dahil koymasını istediği bir kokteyl bardağını vurmaya olmak üzere, uzun süredir benzedrin (amfetamin); çalışırken, karısını Colt .45’le alnından vurmuştu. oynamak istemiş ve Joan’dan başına babası William Burroughs ise morfin bağımlısıydı. Ebeveynlerin uyuşturucu ihtiyacı yüzünden, aile Annesinin yakasını kanundan kurtarmak için sürekli olarak yer ölümünün büyükanne-babası 8 ardından Laura Lee Burroughs ve Mortimer Jr., P. Burroughs’la birlikte, kısa bir süre için St. Louis’de ve karanlık” olarak niteleyecekti. “Tanca’da hiçbir yaşadı (Julie ise anneannesinin yanına, Albany’ye şekilde yakınlaşamadık. Yatmaya gittiğimde, onun yan gönderildi). 1952 yılında, büyükanne-babasının bir odada gitar çaldığını duyuyor ve bir kez daha, derin bir antika dükkanı açtığı Palm Beach-Florida’ya taşındılar mutsuzluk hissediyordum.” Billy ise, ikinci romanı ve Billy, Palm Beach’de özel bir okula gönderildi. “Kentucky Ham”de Tanca’da olanların daha detaylı bir Karısının sonrasında dökümünü vermesine rağmen, babasıyla yaşadığı Burroughs, arkadaşı Jack Kerouac’a, oğluyla birlikte travmatik olaylara açık bir şekilde değinmedi. Billy, Panama’ya yerleşmek istediğini söylemiş ancak olayın ziyaret kaza olduğuna karar verilip serbest bırakıldığında, üstesinden gelmek için yanına aldığı bilim-kurgu Mexico City’den ayrılarak Tanca’ya gitmişti. Burroughs kitabını sımsıkı tutmuş, “14 yaşında pembe yanaklı bir burada bir bağımlı hayatı sürdü ve 1959 yılında Amerikalı oğlan” olarak niteliyordu. Büyükanne-babası Paris’de “Naked Lunch” adıyla yayınlanacak kitabı Billy’ye, zamanında yage bulmak için Güney Amerika’yı üzerinde çalışmaya başladı. da trajik ölümünün birkaç ay öncesinde araştıran söylemişlerdi. kendisini, babasının Ancak uçma “bir çocuk korkusunun kaşif” Tanca’ya olduğunu geldiğinde, 14 yaşına dek, Billy babasını yalnızca üç kez, kısa babasının keşfe çıktığı asıl yerin kendi iç dünyası (ancak olduğunu gördü. Tanca’da Burroughs oğlunu, haşhaş canlı bir şekilde anımsadığı) Florida ziyaretlerinde görebildi. Sonraki yıllarda yazacağı gibi, ve “hiç tüm eğlendirmeye dair düşüncesi, yazar dostu ve ortağı büyükanne- Brion Gysin’le birlikte, teybe sonu gelmeyen deneysel babasıyla sıcak bir ilişkisi vardı. Ancak yıllar ilerledikçe, sözcük montajları kaydetmekti. Billy, “taş gibi bir Billy kontrol edilmesi çok daha zor bir çocuğa dönüştü. kafayla, arada bir terasa çıkıyor” ve orada “transa Billy, otobiyografik ilk kitabı “Speed”de kendisinden, girmiş “İngiliz bisikleti sürüp sürekli terleyen şişman küçük bir görüyordu. velet” diye bahseder. Billy gitar çalmaktan hoşlanıyor dudakları aralık, batan güneşe bakıyor ve ancak ancak ellerinin bir enstrüman için uygun olmadığını izmarite düşünüyordu; kutusunu harekete geçiyordu. Ve en sonunda, gece tam olarak buruşturamayan dünyadaki tek insan” olduğundan, çöktüğünde, daktilosunun başına koşuyordu.” Billy okul arkadaşları ona “Bira Kutusu Billy” diyordu. 13 Tanca’dan ayrılıp Florida’ya döndüğünde, babasının yaşında, “kendi küçük kırılmalarından” birini yaşarken, kendisi hakkında ne düşündüğünü merak ediyordu; Billy bir arkadaşını boynundan vurarak neredeyse ancak aralarındaki iletişim çok zayıftı. Burroughs’un öldürüyordu. psikolojik sert uyuşturucularla şekillenen yaşamına doğrudan rehabilitasyon için Billy’yi St. Louis’de özel bir kliniğe tanık olan çocuk, aynı zamanda babasının sürdüğü gönderdi ancak birkaç kaçma girişiminin ardından yazar yaşamından da büyülenmişti (Billy, babasının çocuğu yeniden yanlarına aldılar. “Naked memnuniyetsizlik şefkatleriyle” kendisine “sol göstermeden evlerini eliyle Büyükanne bir ve açan bira babası ve marihuanayla bir tanıştırdı. şekilde, “Sağ dayanan Lunch”ı Burroughs’un hareketsiz elinden sigara duran” düşmeyen parmaklarını yazmaktan ziyade, oğlunu babasını sigarasıyla, yaktığında “kaydettiğini” düşünüyordu). Amerika’ya döndükten sonra hayatının 1961 yazında, 14. yaşgününün hemen ertesinde, alacağı yönü asıl belirleyen, Billy’nin Tanca’daki Burroughs deneyimleri oldu. oğlunu Tanca’ya çağırdı. Bu ziyaret öncesinde, babasız büyümek zorunda kalan birçok çocuk gibi, Billy de Burroughs’u ilahlaştırmıştı. Ancak 1962 yılında büyükbaba Mortimer Burroughs öldü ve Burroughs, oğlunun Tanca’da olduğu dönemi, “gergin Billy, büyükannesi Laura Lee’yle yalnız kaldı. Billy 9 kadını annesi yerine koyuyor ve Laura Lee de torununa şiirsel bir metafora dönüştürmüştü: “Büyükbabam canayakın ve sevgi dolu bir şekilde yaklaşıyordu; öldüğünde, çatının rengini kaybetmesine ve arka ancak artık ergenlik çağına giren çocuğa göz kulak bahçedeki iki banyan ağacının birbirine sokularak olmak konusunda elinden çok fazla bir şey gelmiyordu. örümcek ağlarıyla örülmesine göz yumduk.” Altı yıl sonra, Burroughs Jr. ilk kitabı “Speed”i yazarken, hikayesine tam da bu noktadan başladı. Billy zamanının büyük kısmını evden uzakta geçirmeye Ailenin yaşadığı krizi ve dul kalmış büyükannesinin başladı. Arkadaşlarıyla okuldan kaçıyor, otostopla evine sinen ağır kederi, kitabının açılış paragrafında Miami’ye gidiyor, sürekli sarhoş oluyor, hali vakti yerinde olan Florida gençlerinin 1960’ların ilk yıllarında bulabildiği uyuşturucularla (paregoric, benzedrin, asit ve marihuana) ilk deneyimlerini yaşıyor ve en sonunda, sabahın ilk saatlerinde büyükannesinin evine dönüp, yaşlı kadına anlatmak için nerede olduğuna ve ne yaptığına dair “sakinleştirici bir hikaye” uydururken suçluluk hisleriyle boğuşuyordu. Bazen Laura Lee’nin salonundaki rahat koltuğa oturup bir gece önce ne kadar iyi uyuduğundan bahsederken gözleri kapanıyor ve kadını tedirginlik içinde bırakıyordu. 15 yaşına gelmeden, Billy uyuşturucularla başının belada olduğunu anlamıştı: “Ne zaman durmam gerektiğini asla bilemiyordum. Her zaman X noktasının ötesine geçmek istiyordum. Sanırım biraz aptaldım.” “Speed”, Billy’nin, bir arkadaşıyla birlikte New York’a kaçıp 1962 sonbaharı öncesinde beş ay boyunca uyuşturucu gittikçe batakhanelerinde ilerleyen takıldıkları amfetamin dönemde bağımlılığının bir dökümüdür. Speed’in neden olduğu zihinsel karışıklık ve paranoyanın da etkisiyle, Billy bu beş ay içinde iki kez tutuklandı ancak her iki sefer de babasının yakın arkadaşı salıverildi. Allen New salıverilmesinin Ginsberg’in York’da ardından, ödediği ikinci üç kez kefaletlerle tutuklanıp arkadaşıyla birlikte Florida’ya dönen Billy, intihara meyilli bir noktaya gelmişti: “Bir silahım olsaydı memnuniyetle beynimi dağıtırdım.” “Speed”in en sonunda Billy, Palm Beach’in sessiz bir sabahında büyükannesinin ön bahçesinde dikilir, speedle kafayı iyiden iyiye bozmuş bir halde ve delik deşik kollarıyla Laura Lee’nin bahçesindeki yaseminleri koklar, ve içinde bulunduğu sahnenin 10 bayağılığını düşünür: “Böyle derli toplu bir dünyadan kitabını, “tedavisini yöneten ve sapkınlıkların hepsinin nasıl oldu da benim gibi biri çıkabildi?” bir olduğunu çok iyi bilen Reverend George von Hilsheimer’a” adamıştır. “Kentucky Ham”, Hilsheimer Palm Beach’de yeniden büyükannesiyle yaşamaya Billy ve diğer öğrencileri yaz döneminde bir balıkçı başlayan Billy’nin durumu daha da kötüye gitti. teknesinde çalışmaları için Alaska’ya gönderdiğinde Kocasının ölümünün ardından Laura Lee hızla bunadı olanlarla kapanır. Alaska’nın ardından Green Valley’e ve birkaç yıl sonra da St. Louis’de bir huzurevine dönen Billy, burada 1968 yılında evleneceği Karen yerleştirildi. Kadın Billy’nin bağımlılığının farkındaydı ve Perry’yle tanıştı. Yirmi bir yaşına geldiğinde ilk kitabı çocuğa yardım edebilmek için elinden geleni yapmaya “Speed”i yazan Burroughs Jr. (kitap 1970 yılında çalıştı. Ancak, “Kentucky Ham”in açılış paragrafında da yayınlandı), 1969-70 yıllarında ise “Kentucky Ham”i yazdığı gibi, New York günlerinin ardından Billy’nin tamamladı (bu kitap ise ilk kez 1973’de yayınlandı). speed bağımlılığı ciddi bir noktaya ilerlemişti: “Sanki Kitapları için sözleşme yapan ve bir yazar olarak speed çakan ben değildim, sanki bütün metabolizmam yeteneği tasdik edilen Burroughs Jr.’ın “sokaktaki sürekli olarak bir speed yoksunluğu içindeydi.” Daha da günleri” sona ermiş gibi görünüyor ancak yeni bir sorun kötüsü, intihar düşüncelerini kafasından “defedebilmek” baş için speed bir zorunluluk halini almıştı. Billy 17 olmuştu. 1974 yılında, kocasının alkolik yaşamını daha yaşındayken, Florida’da bir eczanenin otoparkında, fazla kaldıramayan Karen, Billy’yi terk etti. gösteriyordu: alkol Billy’nin yeni bağımlılığı Desoxyn alabilmek için kullanmaya çalıştığı sahte Billy, Burroughs Jr.’ın kısa yaşamının son on yılı Boulder- tutuklanmanın ertesinde Laura Lee’nin Londra’daki Colorado’da, Allen Ginsberg’in kurduğu ve ders verdiği babasıyla bağlantıya geçtiğini ve Burroughs’un dava “Jack Kerouac School of Disembodied Poetics”in de esnasında kendisine yardımcı olabilmek için Florida’ya içinde bulunduğu, Tibet Budizmi üzerine çalışmalar geldiğini anlatır. İkinci dereceden suçla davadan yapılan Naropa Enstitüsü’nün hemen yakınlarında yakasını kurtaran Billy’nin, dört yıllık süre için gözaltına geçti. 1976 yılında Burroughs Jr.’ın karaciğeri aşırı alınmasına Federal alkol tüketimi yüzünden çalışamaz hale geldi ve Narkotik Hastanesinde zorunlu tedaviye girmesine Denver’da bir hastanede karaciğer nakli gerçekleştirildi. karar verildi. Üçünü kitabı “Prakriti Junction”da Burroughs Jr., reçeteyle yakalandı. ve “Kentucky Ham”de Lexington-Kentucky’deki ameliyat sonrasında oluşan ciddi sağlık sorunları “Kentucky Ham”in büyük bir kısmı, 1964-65 yıllarında nedeniyle hastanede geçen aylarından ve yaşadığı acı Billy’nin federal dolu nekahat döneminden bahseder. Ancak 1977-78 hastanede yaşadıklarını anlatmaktadır. Kitabın son yıllarında yazılmaya başlanan “Prakriti Junction” hiçbir bölümünde Billy, Lexington’dan çıktıktan sonra olanları zaman ve Florida’daki deneysel bir okula kaydoluşunu anlatır. düşüncesi, Bu üzerinde müsveddeleri üzerinde, “yaşadığı ıstırapları kaydetmek uzmanlaşmış olan” ve zaman içinde Billy’nin yakın bir ve bundan bir anlam çıkarabilmek için, eline ne arkadaşına dönüşen Reverend George von Hilsheimer geçerse, kibrit kutuları, peçeteler ve zarflara yazarak, tarafından açılmış Green Valley Okulu’ydu. Green ölümüne Valley’de Hilsheimer, biyografi yazarı Jenny Skerl’in Vücudunun tabiriyle, “Billy için gerçekten gerekli olan rehberlik ve farkında olan Burroughs Jr., sıcak iklimin sağlığına iyi istikrarı” sağladı. Zaten Billy de “Kentucky Ham” geleceğini umarak 1981 Ocak’ında yeniden Florida’ya okul, bağımlılığından “ergenlik kurtulmak çağındaki için gençler 11 tamamlanamayacaktı. Burroughs dek” Jr.’ın çalışmaya nakli yapılan Jenny “Prakriti devam Junction”ın ettiği karaciğeri Skerl’in yönünde. reddettiğinin döndü. İkinci kez karaciğeri çalışamaz duruma gelip İkinci kuşak Beat yazarlarından biri olan Burroughs acilen hastaneye kaldırılması gerektiğinde, George von Jr.’ın Hilsheimer’ı ziyaret otobiyografik Burroughs Jr., 3 etmekteydi. Mart William 1981’de, Seward karaciğer önünde, diğer roman bir modeli taraftan, de Kerouac’ın bulunmaktaydı (Kerouac’ın “Duluoz Efsanesi” dediği bütünü oluşturan yetmezliğinden öldü. kitap serileri). Otobiyografi Amerika’da her zaman el üstünde tutulan bir tür olmuştur ve Kerouac, gelecekte Burroughs Jr. yazmaya başladığında, etkisi altında roman türünün bir itiraf edebiyatı olacağını, insanların olduğu kitap, babasının 1953 yılında basılan ilk kitabı kendi hayatlarının hikayesini anlatacağını söylemiştir. ve otobiyografik bir roman olan “Junky”ydi. “Junky”, Çünkü, “hikayeler ölümsüzdür”. Burroughs’un 1944 yılında, otuz yaşındayken yaşadığı morfin bağımlılığını anlatır. “Speed”in ilk baskısı için bir Burroughs Jr. kendi hayatı hakkında yazarken henüz önsöz yazan Allen Ginsberg, anlatıcının “karakteristik yirmili yaşlarının başında; bir diğer deyişle, Jack Burroughs işaretler Kerouac ve William S. Burroughs’un ilk romanlarını gösterdiğini” söylemiştir. “Bu kitapta anlatılan kesinlikle (“On the Road” ve “Junky”) yazdıkları yaşlara kıyasla, ele avuca gelmeyecek bir hikayedir: Methedrine çok daha gençti. Genç bir yazar olarak, yeniyetmelik evrenine bir yolculuk. Burroughs’un elinden çıkan ilk iş yıllarında yaşadığı korkunç deneyimlerin henüz çok ise cank (morfin, eroin) evrenini anlatmaktaydı.” uzak bir geçmişte kalmamış olması, okuyucunun lakonizmi ve duyarlılığından karşısında Burroughs Jr.’ın saflığını, korunmasızlığını öne çıkarıyor ve anlatımına hatırı sayılır bir duygulanım katıyordu. Burroughs Jr’ın., bir anlamda, J. D. Salinger’in “Catcher in the Rye” romanının kahramanı Holden Caulfield gibi yazdığını söyleyebiliriz – yalnız, yirmi yıllık bir zamanlamasının farkla. çok kötü Billy’nin talihsizliği olmasıydı: arketip sayılabilecek isyankar gençliğini, 1940’ların görece sakin yıllarında değil, 1960’ların uyuşturucu deneyimi ve sosyal karışıklık yıllarında yaşadı ve yazdı. Kitaplarında Billy’nin üslubu, babasının yetişkin bir tona sahip keskin tarzından ziyade, yeniyetmeliğin aptal cesaretiyle örülmüştür. “Speed”de, asit attıktan sonraki zamanı şöyle betimler: “Günün geri kalanı, Life Magazine ya da benzeri bir dergide okuyabileceğiniz LSD tripleriyle geçip gitti.” Şair Anne Waldman’ın ortaya koyduğu gibi, otobiyografik romanlarında Billy yürekten konuşuyor ve “Arkadaşlarınız gidişinizi izliyorsa, hemen onların yanına geri dönün” gibi net ifadelerinden, uyuşturucuyla basıldığınızda “sahip olduğunuz haklar” üzerine hararetli çıkışlarına dek, genç okuyucularına irili ufaklı tavsiyeler veriyordu. “Kentucky Ham”, Harrison yasasıyla hayata geçirilen 12 yasal prosedürleri izleyen yıllarda ABD’de uyuşturucu bağlantısızlığını bağımlısı olmanın tehlikeleri üzerine uyarıcı nitelikte bir Hareketinin (ülkeye yönelik) dinsel bir yaklaşımı olduğu hikayedir – kitap, uyuşturucuların yasallaştırılması doğru ancak birkaç arkaik kaçığı dışarıda tutacak yönünde bir savunuyla kapanır. Burroughs Jr. kendi olursam, bugün tanıdığım herkesin tek istediği, bu hayatının, geçerli olan cezalandırma ve rehabilitasyon değerlerle kıçlarını silmek.” Uyuşturucular Billy ve sisteminin çalışmadığının bir kanıtı olduğunu öne sürer. arkadaşlarının durdukları yerde çürümelerine neden Polis ve narkotik ajanlarının “bağnaz” olduklarını ve oldu (New York turlarından birinde, Florida’dan tanıdığı tutuklandığı andan itibaren artık “onlara ait olduğunu” bir kızı gördüğünde, kızın “bütün ışıltısının kaybolmuş” anlamıştır. Aynı zamanda, bir uyuşturucu bağımlısı olduğunu yazar). Bu nedenlerle “Speed”, karanlık arka olarak kendini yok etmeye giden kaçınılmaz süreç sokakların, kirli uyuşturucu batakhanelerinin ve çirkin konusunda yüzlü da gerçekçi bir tutum içindedir. bir anlamıştı: kentin gece “Savaş boyu sonrası açık Beat hayaletimsi Lexington’daki federal hastanede doktorların kendisine kahvehanelerin ortasında, Amerikan edebiyatının en önerdiği tedavinin işe yaramayacağını hisseder, ancak korkunç içerdeki asit triplerinden birinin içinde yükselir. bir cankinin Burroughs Jr.’ın aradığı, gerçeklik, kendi benliğinin beyinle” mümkün özüydü – ancak, kendi tabiriyle, “bin ayrı trajik benlik olacağını söylediğinde de bunu dikkate alır. “Kentucky içinde kaybolmakta, gerçeklik içinde bir yeniyetme Ham” Burroughs Jr.’ın nasıl yakalanıp rehabilite olmaktan çok daha iyiydi.” “Boku yemiş bir çocuk” edildiğinin de, olarak, kendi mizah anlayışına tutunacak ve kafayı amfetamin ve Methedrine bağımlılığının, ve altmışların kırdığında yapabileceği en iyi şeyin “her şeyi olduğu diğer iki gözde uyuşturucusu LSD ve marihuanayla ilgili gibi, ancak beş farklı biçimde” görmek olduğunu deneyimlerinin bir dökümüdür. Tutuklanması, belli bilecek kadar zeki bir çocuktu. hasta-mahkumlardan iyileşmesinin ancak “yeni hikayesiyse, o bir biri zaman “Speed” konularda Burroughs Jr.’ın aklını başına getirmiştir. New York’ta içeri atıldığında, “konuştuğu herkesin “Speed” ve “Kentucky Ham”, 1960’larda Amerikan Amerika’da gücün kime uygulandığını en parlak politika sokaklarına taşan sözde “gençlik isyanının” en önemli profesörlerinden bile daha iyi bildiğini” görür. “Ve bu belgelerinden ikisidir. Bu gürültülü kültürel değişim durumun hayatlarını nasıl etkilediğini de çok iyi yıllarında, Burroughs Jr., “henüz yeniyetmelik yıllarında biliyorlardı. Hırsız-Polis oyunu Amerikan tarzının bir aklını uzantısıydı.” “uçurumun kenarına kadar” gelmiş olabilir; ancak bir yazar yitireceğine” olarak, kağıt inanıyordu. üzerinde Kendi hayatında sözcüklerin tınısını Burroughs Jr., varoluşunun neden olduğu psikolojik yakalama aşkı ve “olay örgüsünü” desteklemek için ıstıraplardan kaçmak için uyuşturuculara bağlandı; betimlemelerinde hem keskin fiziksel detayları hem de ancak zaman içinde uyuşturucu deneyiminin kendisinin akıldan kolay kolay çıkmayan şiirsel imgelemini bir korkunç araya getirebilen dehasıyla bunun karşılığını almıştır. bir çehre kazandığını gördü. 1960’ların Connecticut Üniversitesi’nde İngiliz Dili Profesörü olan Ann Charters’ın Beat edebiyatına olan ilgisi, Allen Ginsberg’in Howl şiirini okuduğu Berkeley’deki Six Gallery gecelerine dek uzanır. Kerouac ve önde gelen diğer Beat yazarlarıyla da burada tanışmıştır. Columbia Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında Beat yayınlarını toplamaya başlayan Charters’ın ilk önemli çalışması, Kerouac’ın ölümünün ardından yayınlanan kapsamlı biyografidir. The Beats: Literary Bohemians in Postwar America başlıklı iki ciltlik ansiklopedinin editörü olan Charters, Beat üzerine hazırladığı kitapların ve yazdığı sayısız makalenin yanında, Charles Olson ve Vladamir Mayakovski gibi şairler hakkında da kitaplar yayınlamıştır. 13 Sonun başlangıcı! Bir bariyer yıkıldı! Bir insan sesi ve bedeni, Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi. ULUMA Allen Ginsberg http://cyberzenarchy.wordpress.com/2009/05/17/howl-uluma-allen-ginsberg/ 14 Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Dünya kutsaldır! Ruh kutsal! Ten kutsaldır! Burun kutsal! Dil, sik ve el ve göt deliği kutsal! Her şey kutsaldır! Herkes kutsal! Her yer kutsaldır! Her gün sonsuzluk! Her adam melek! Kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal! Sen ve ruhum delinin kutsallığı kadar kutsal! Daktilo kutsal şiir kutsal ses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal! Kutsal Peter Kutsal Allen Kutsal Solomon Kutsal Lucien Kutsal Kerouac Kutsal Huncke Kutsal Burroughs Kutsal Cassady Kutsal gizli hayvan sikiciler ve ızdırap içindeki dilenciler ve iğrenç insan melekler kutsal! Kutsal tımarhanedeki annem! Kansas'taki atalarımın siki de kutsal! İnleyen saksafon kutsal! Kutsal mahşeri bop! Cazcılar ot hipsterler barış & junk & sarma kutsal! Kutsal gökdelen ve kaldırımların ıssızlığı! Milyonlarla dolan kafeteryalar kutsal! Sokakların aşağısındaki gizemli gözyaşı nehirleri kutsal! Doyumsuz yalnızlık kutsal! Orta sınıfın büyük kuzusu, isyanın çılgın çobanı kutsal! Kim Los Angeles’ı Los Angeles yapan! Kutsal New York Kutsal Frisco Kutsal Peoria & Seattle Kutsal Paris Kutsal Tanca Kutsal Moskova Kutsal İstanbul! Kutsal zamanın sonsuzluğu kutsal sonsuzluğun zamanı kutsal boşluktaki saatler kutsal dördüncü boyut! Kutsal beşinci enternasyonel! Kutsal melekteki Molok! Kutsal deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal tren kutsal görüler kutsal halüsinasyonlar kutsal mucizeler kutsal gözçukuru kutsal cehennem! Kutsal bağışlama! Merhamet! İyilik! İman! Kutsal! Bizler! Bedenler! Kederli! Yüce! Kutsal ruhun doğaüstü çokça gözalıcı yetenekli şefkati. 15 The Kiss Off it was one of those half-ass literary gatherings and this girl dropped to her knees on the rug and said to him: "O, Mr. C., let me kiss that thumb that great amputated thumb that appeared in that great American novel On the Road!" Mr. C. held out the amputated thumb and she kissed it and we all came all around all around, we all came all around Charles Bukowski 16 ALLEN VE NEAL ÜZERİNE CAROLYN CASSADY 1940’ların sonlarında, Allen Ginsberg adında bir Columbia öğrencisi, bir aralar New York’ta takılan ancak ardından ortalıktan kaybolan bir tanıdığını, Neal Cassady’yi ziyaret etmek için Denver’a yollandı. Denver’da bu ikiliye ortak bir arkadaşları, Jack Kerouac da katıldı (bu birleşmenin kurgusal bir dökümü daha sonra Kerouac’ın Yolda’sında yerini alacaktı). Denver, Neal Cassady’nin bir süre sonra evleneceği Carolyn Robinson’la da tanıştığı yerdi. Diğer bir taraftan, tanışmalarından itibaren Ginsberg tam anlamıyla Neal’ın büyüsü altına girmişti. Ginsberg, yıllar sonra, 1966’da ünlü bir Paris Review röportajında bahsedene dek, Neal’le olan ilişkilerinin cinsel boyutu birkaç kişi dışında kimse tarafından bilinmeden kaldı. Allen’ın 1997 yılındaki ölümüne dek Carolyn Cassady ünlü şairle arkadaşlığını sürdürdü. Anlaşılır bir şekilde, kendine has karmaşıklıkları olan bir ilişkiydi aralarındaki. Aşağıda Carolyn Robinson Cassady’nin Allen Ginsberg ve Neal Cassady’yle olan ilişkisinden bahsettiği özel bir röportajı okuyacaksınız. Tercüme: Mahşer 17 1940’ların Denver’ına dönecek olursak, yanınızdaki bu Allen’ın yazdığı şiirler içinde Neal’ın favorisi olan bir adamların, Ginsberg, Ginsberg, Kerouac ve Neal’ın bir gün tane var mıydı? mıydı? efsane olacağını düşünmüş müydünüz hiç? CC: Böyle bir şiir varsa bile ben bilmiyorum. Elbette ki CC: Ne Allen’ın ne de Jack’in bir mit yaratma peşinde anlıyordu ancak Neal’ın şiirden çok hoşlandığını olduğunu düşünmedim. En azından bilinçli olarak. Beat sanmıyorum, en azından Jack kadar. Neal’ın zihin Kuşağı ve etrafındaki mitler medya tarafından yaratıldı yapısının daha çok mantık düzleminde ve analitik ve o günden beri de birçok yazarla büyüdü. olduğunu düşünüyorum. Felsefeden ve olaylarla hareketlerin nedenleri üzerine gitmekten hoşlanıyordu. Yıllar içinde Allen, Neal için birçok şiir yazdı. CC: Sanırım Denver’daki tanışmamızın Yani daha pratik, kullanılabilir şeylerden bahsediyorum. hemen öncesinde Allen’ın Neal için yazdığı bazı şiirleri Allen’ı kıskanıyor muydunuz? okumuştum. Ve San Jose’de hep birlikte olduğumuz CC: İki kişinin aynı insanı sevdiği tüm durumlarda dönemde de Allen bana bazı şiirler okudu. Şiirlerden olduğu gibi, seçimleri yalnızca sevilen bu insan birinin adının “Yeşil Otomobil” olduğunu anımsıyorum. yapıyordu. “Diğerini” herhangi bir sebepten “suçlamak” Galiba ikimiz de aynı adamı seviyorduk ve Allen’ın bu anlamda hem çok aptalca hem de saçma. hislerini anlayabiliyordum. Bu ortak bir yanımızdı Kerouac biyografilerinden birinde, Neal’ın bir yerlerde, onunla. Allen’a karşı hissettiği yükümlülük nedeniyle gay olmaya çalıştığını söylediği yazıyor. CC: Neal’ın Allen’a karşı böyle bir yükümlülük hissetmesi söz konusu değil – bu çok gülünç bir fikir. Ortada olan şey yalnızca Neal’ın merhamet duygusuydu; Allen’ın çektiği acı yüzünden kendini çok kötü hissediyor ve onu bir şekilde teskin etmek istiyordu. Allen’ın günlüklerini okursanız, Neal’ın onu fazlasıyla teskin ettiğini düşünebilirsiniz, ama yalnızca Allen’ın fantazilerinde. Neal açık bir şekilde ona penislerden hoşlanmadığını söylemişti ve eminim ki hiçbir zaman da ona karşı baskın bir noktaya gelmedi. Sıradaki soru lütfen. “Gerideki Karakterler” isimli hatıratında Joyce Johnson (Jack Kerouac’la bir arada olduğu yıllardaki ismiyle Joyce Glassman) Barnard’dan bir arkadaşlarının, Elise Cowen’in, Ginsberg’den çok fazla hoşlandığını yazıyor. CC: Allen’ın Elise’den bahsettiğini hiç duymadım ve Joyce’un kitabını okuyana dek bu kızdan haberim yoktu. Ancak gençlik yıllarında Ginsberg de evlenmeyi düşünmüştür eminim bir ara; 30’lu ve 40’lı yıllarda bütün erkekler bu şekilde yetiştiriliyordu sonuçta. 18 Allen ilgi odağı olmayı seviyordu... seviyordu... CC: Ne zaman yaşadığım yere gelse, beni arar, CC: Kendi yarattığı bir imajın içinde debelendi. Zavallı, görüşmek kendisini hiç güvende hissetmiyordu, bu yüzden burukluğu yeniden ortaya çıkana dek, bana karşı her muazzam bir ego oluşturdu ve dünyanın her yerinde zaman çok nazik oldu. Son yazdığı şiirlerden biri alkışların peşinde koştu. Ona bir gün, şiirlerine düzülen “Neden halen Carolyn’e kızgınım?” diye başlıyordu. övgülere inanıp kendisini buna layık görmediği sürece, Londra’ya bunu yapmaya devam edeceğini söylemiştim – ki performansa çıkacaksa beni davet ederdi; sonrasında devam da etti zaten. da konuşurduk. Onu alkışlayacak bir çift el daha isterdi. geldiği Hayatının son zamanlarda yıllarında arayıp her eski ne bulmanın bir yoluydu bu onun için – aksi halde benim için silinip gideceğini düşündüğünden muhtemelen. Allen radikal fikirleri üzerine sizinle konuşuyor muydu? CC: Her ikisine de çok karşı olduğumu bildiğinden, benimle siyaset ya da anarşi üzerine konuşmuyordu. Allen’ı en son ne zaman gördünüz? Sonraki yıllarda benimle yalnızca sevgilileri hakkında CC: New York’ta, ölümünden bir yıl önce. Birlikte konuştu. Konuşmalarımız ekseriyetle edebiyat, yaşama olduğumuz tüm zaman boyunca bir fotoğraf makinesini yönelik planlar ya da Neal hakkında oluyordu. yüzümün içine soktu ki bunun biraz kaba bir hareket olduğunu düşünüyorum. Ama Allen buydu işte. Onu her zaman seveceğim... ailemden birisi gibi. 1960’larda Allen Ginsberg uyuşturucu kültürünün, özellikle de LSD’nin bir sembolü haline geldi. CC: Ginsberg yirmili yaşlarındayken, hatırladığım kadarıyla onu yalnızca esrar ya da amfetaminle kafayı bulmuş bir halde gördüm. Bir şey kullanmadığı zamanlar düşünceli, ciddi, bazen de suratsız ve depresif bir haldeydi. Fakat kafayı bulduğunda neşeleniyor; gürültülü, yerinde duramayan, biraz da şaşkın bir ruh haline bürünüyordu. Sonraki yıllarda, özellikle de Budizm’in üzerindeki etkileriyle, daha sakin ve nazik birisi oldu. Egosu büyümeye devam ediyordu ancak hissettiği güvensizlik halen aynı yerde duruyordu. Allen diğer Beat şairlerini beğeniyor, beğeniyor, takdir ediyor muydu? CC: Allen hemen kulağımın dibinde şairler hakkında konuşmuş olabilir ancak umrumda bile değildi. Whalen, Lamantia, McClure’u tanımıyordum. Onların biliyordum ama Rexroth’u yazdığı şiir türünden hoşlandığımı söyleyemem, bu yüzden hiçbirini çok fazla okumuş değilim. Neal’ın Neal’ın ölümünden sonra Allen’ı gördünüz mü? 19 Richard Brautigan, Beat Kuşağı ile 1960’ların karşı-kültürü arasında köprü kurmuş bir yazar. 1950’lerde Kenneth Rexroth’un çevresinde, Lawrence Ferlinghetti’nin City Lights kitabevinde, kafelerde, caz kulüplerinde, sokaklarda bir araya gelen ve San Francisco Rönesansı’nı fişekleyen şair ve yazarlar arasında yer aldı. 1960’larda yazdığı ve apaçık dönemin ruh halini yansıtan romanlarıyla gençler arasında popülerlik kazandı. Grateful Dead ve Jefferson Airplane dinleyenler, Monterey ve Woodstock festivallerini izleyenler, Haight-Ashbury’ye yerleşenler, “Amerika’da Alabalık Avı” ve “Karpuz Şekerinde”yi yutarcasına okudular. Daha özel bir ayrım yapan Edward H. Foster, Brautigan’ı Beat edebiyatının kolu sayılabilecek bir topluluğun üyesi olarak kabul etti: Kuzeybatılılar. Ancak Snyder, Whalen, Kesey gibi şair ve yazarların dahil olduğu Kuzeybatı kolu, tıpkı diğerleri gibi, Brautigan edebiyatını tanımlamak için de yetersiz kalacaktı. (Bu yazı bir gece yarısı sıkıntısının sonucunda, ağzı bozuk fanzin Zemberek’in tahminen 1998 tarihli üçüncü hamlesindeki “köttüne koduum okuyucusu kadir kıymetini bilemedi söz konusu yazarın” dizisinden dikilmiştir) 20 Brautigan’ın da dahil edildiği Kuzeybatılılar, kuşkusuz bireysellik, sevgi, ölüm ve kaçış gibi Amerika’nın güçlü bağımsız bir okul ya da gelenek sayılamaz. Bununla akıntıları vardır. Bu bakımdan Brautigan’ın nehirleri, birlikte, Batı rasyonalizmine ve analitik düşünceye sırt Kerouac’ın yitik ülkesini bulmak için katettiği yollara, çevirerek Uzakdoğu mistisizmi, Zen Budizmi, Taoizm, Whitman ve Twain’in uçsuz arayışlarına, Melville’in Şamanizm, Primitivizm, Kuzey Amerika yerli kültürü okyanusuna gibi inanç ve düşünce sistemlerine yakın durmuşlardır. çocuklarından ve son serüvencilerinden birinin düşleri, Bu benzer. Amerika’nın en masum Amerikası içinde spiritüel umutları, düş kırıklıkları, kaygıları sürüklenir bu sularda. görülebilirler. Öte yandan Ama Brautigan, Beat Kuşağını oluşturan yazarların Brautigan’ın daha köklü bir soy ilişkisi de saptanabilir. tepkisel bireyselliğinden farklı bir konumdadır. Beat Doğaya duyduğu derin saygı ve doğanın bağrında yazarlarına münzevi bir hayatı seçişi Brautigan’ı, Emerson ve dönüşümünden daha önemlidir ve bu kurtuluş ancak Thoreau’nun önde gelen sözcüleri olduğu Amerikan toplumsal baskıların ulaşamayacağı bir alanda, mistik pastoral geleneğine bağlar. ve eksantrik bir yaşantıyla gerçekleşebilir. Ancak açıdan devrimciler dönemin olarak göre bireyin kurtuluşu, toplumun onların bireysel başkaldırılarının bazen yüzeyinde, Richard Brautigan 1935’de Washington, Tacoma’da bazen derinlerinde öfke ve kızgınlık yatar. Brautigan’ın doğdu. On dokuzunda San Francisco’ya yerleşti, Six eserlerinde (açık anlamda) olmayan budur. Gallery’deki şiir ve caz gecelerine katıldı. Brautigan’ı San Francisco’ya çeken asıl neden Beatler değildi ama Öte yandan öfkenin tezahürleri farklılık da gösterebilir. burada Ferlinghetti, McClure ve bir süre aynı evi John Barth, Thomas Pynchon gibi en önemli yapıtlarını paylaştığı Whalen ile tanıştı; bu önemli isimlerin 1960’larda yaratmış yazarlardan biri olan Brautigan’ın aracılığıyla diğer Beat yazar ve şairlerini tanıdı. O romanlarında, bazen uzaklarda da olsa, mutlak bir günlerde yalnızca şiir yazıyor, kendi parasıyla bastığı kaosun hüküm sürdüğü, bütün dengelerin yıkıldığı, şiir kitaplarını sokaklarda satıyor, bazen de yoldan entropik sona doğru sürüklenen bir dünya imgesi geçenlere hediye ediyordu. Birkaç yıllık San Francisco vardır. Bu romanların çok duyarlı ve kolay kırılan döneminin ardından, 1961’de karısı ve kızıyla birlikte insanları kaos karşısında yalnızlığa çekilir. Bu durum ikinci el satın aldığı bir Plymouth’un arkasına taktığı Brautigan’a farklı açılardan yaklaşılmasına neden karavanla yola çıkarak, Idaho kıyılarındaki kamplarında olmuştur. Romanlarının duyarlılığına vurulan hippiler asıl onu bir idol olarak yükseltirken, yeni sol bu tür bir tezgahını daktilosunu kurdu. portatif Nerede bir mola masaya vermişlerse, “pasifizmi” yerleştiriyordu. Clayton, “Amerika’da Alabalık Avı” hızla oluşuyordu. çekinceyle karşılamıştır. Örneğin Jack New “Woodstock American Politikası” Review’da başlıklı yayınlanan makalesinde, Brautigan’a hiç de beklemediği bir şöhret getiren Brautigan’ın düşsel bir mekan yarattığını fakat burada “Amerika’da Alabalık Avı”nda, karısı ve çocuğuyla yaşamayı seçmenin barikatları terk etmek anlamına birlikte zaman geleceğini belirtiyor ve asla yan yana gelmeyecek iki mektuplarında “Amerika’da Alabalık Avı” imzasını ismi ele alarak soruyordu: “Acaba Brautigan ve kullanan kahramanıyla temasa geçer. Bir yandan Guevara’nın devrimlerini bir arada gerçekleştirmek Amerika’nın akarsularında alabalık kovalarken, beri mümkün müdür?” “Amerika’da Alabalık Avı” ve farklı yandan öyküler anlatır, mektuplar yazar. Fakat bu hayat tarzlarına yönelik arayışların öne çıktığı 1968’de pastoral sükunet ve dinginliğin, şiddet ve doğanın yayınlanan “Karpuz Şekerinde” romanlarında sunulan çözülmesiyle bozulduğu da olur. Avlandığı akarsularda, dünya, dönemin gençleri için elde edilebilecek bir gezinip avlanan anlatıcı, zaman 21 ütopya olarak düşünülmüştü. 1960’ların ilk yıllarında Brautigan’ın bu romanları çok rahat yazdığını, dahası yazılan ancak yayınlanmak için 4-5 yıl bekleyen onun asla tıkanma yaşamayacak bir yazar olduğunu “Karpuz Şekerinde”, Brautigan’ın kahince öngörülerde düşünür. Sanki birer tercümeymiş gibi. Çoğu şeyde bulunduğunu ortaya koymuş; artık ilk baştaki gücünü olduğu gibi, okur bunda da çok fena yanılmıştır. yitirmeye başlayan Beat Kuşağı’nın sınır tanımayan bireyselciliğini karşı-kültürün komünal 1970’lerin eğilimleriyle sonlarında, dönemin eğilimlerinin yön birleştiren Brautigan, 60’ların sonunda iyice kıpırdanan değiştirmesinin de etkisiyle büyük ölçüde okur yitiren genç kesim için ciddi bir alternatif oluşturmuştu. Ancak Brautigan, şiddetli bir bunalıma sürüklenerek alkol çizilen dünyadan daha önemli olan ve özellikle 1971’de kullanımını yayınlanan “Kürtaj”da görülebilecek bir unsur söz ülkesinde olduğundan çok daha popülerdi. Japonlar, konusuydu. Aslında Brautigan’ın roman kişileri birer elle tutulur bir olay örgüsü bulunmayan, önemsiz “karakter” veya “kahraman” değil, dünya karşısında bir ayrıltılar üzerine yoğunlaşan yalın anlatımlı Brautigan duruş, de romanlarını çok beğeniyordu. Bu karanlık yılların büyük özetlenebilir: “Hayat ürkütücü ve insafsız olabilir. kısmını, neon ışıklarının bolluğu yüzünden sevdiğini İnsanlar kaçınılmaz olarak acı çeker, yas tutarlar. Fakat söylediği Tokyo ile çiftliğinin bulunduğu Montana sen Ebeveynlerini arasına mekik dokuyarak geçirdikten sonra, 1980’de kaplanlar parçalamış olsa bile, sen güzel bir gün son dönem romanlarından en önemlisi olan “Tokyo- geçirebilirsin.” Bu açıdan bakıldığında, Brautigan’ın Montana Express” yayınlandı. Bu kitap Brautigan’ın romanlarındaki bu anlayışı düstur edinen insanlar en usta bir yazar olarak keskinleştirdiği tekniğini dolaysız kaotik olarak dünyaya farklısın, bir bakış farklı durumlarda, açısıydı. davranmalısın. en derin Şöyle karmaşalarda bile, iyice ortaya arttırdı. koysa Japonya’da da, Brautigan ise kendi insanlardan uzlaşmadan ya da yozlaşmadan ayakta kalmayı olabildiğince uzaklaşmış, McGuane’in ifadesiyle, Dylan başarırlar. Josephine Hendin, Brautigan kişiliklerinin Thomas’dan bile çok içer olmuştu. Nereye baksa edilgenlik, yumuşaklık ölümün ona yüzünü gösterdiğini düşünüyordu. Evinin kendilerini tehdit ve geri çekilmişliklerinin, için penceresinden girmeye çalışırken boynu kırılan bir başvurdukları stratejik bir manevra olduğunu ileri sürer. kuşun ya da sahilde yürürken gördüğü kıyıya vurmuş Oysa bunlar hiç de ince hesaplar yapan, ihtiyatlı ölü davranan insanlar bırakmıyordu. hesabıyla değil, eden güçlerden değildirler. korunmak Kendilerini ölçülemeyecek bir koruma bir fok balığının Bu hüznü karanlık, en haftalarca güzel peşini Brautigan romanlarından birini gün ışığına çıkardı: “Yani Rüzgar duyarlılıkla Her Şeyi Alıp Götürmeyecek”. Ama işler iyice yolundan davrandıkları için dünyadan geri çekilmişlerdir. çıkmıştı. Ölümünden önce tamamladığı son kitabı, Brautigan, Doğu felsefelerine, San “Talihsiz Bir Kadın”, artık çok yaklaşan intiharının bütün Francisco’da tanıştığı Gary Snyder ve Philip Whalen sayesinde işaretlerini yönelmişti. Snyder’ın deyişiyle Brautigan “boşlukta Brautigan’ın ölümünden yıllar sonra ortaya çıkacaktı. çiçek zihinsel 1984 yılında küçük bir balıkçı köyü olan Bolinas’a kavrayışın ötesinde kalan bir varoluşu ve yaşanan her yerleşti. Uyuyamıyor, hiç durmadan içiyordu. Duyarlılığı türlü deneyimin kaynağını ifade ettiği düşünülebilir. Zen bu hayatı kaldıramayacak kadar keskinleşmişti. Son düşüncesinin Brautigan estetiği üzerindeki etkileri, kez ava çıktı. Bir daha da dönmedi. Cesedi üç hafta kendiliğindenlik ve dolaysız yakınlıktır. Gerçekten de sonra, arkadaşları tarafından tutulmuş bir detektif Brautigan’ın eserlerinde yansıtıcı veyahut çözümleyici tarafından bulunabildi. Son tercihi, başına sıktığı bir olan hiçbir şey yoktur. Her şey öylesine yalındır ki, okur kurşun olmuştu. yetiştiriyordu”. Buradaki boşluğun, 22 veriyordu ve ne yazık ki bu kitap, HANK & MICHELINE BUKOWSKI ve JACK MICHELINE ÜZERİNE A.D. WINANS Tercüme: D. Schmo 1973’te Hank’e yazarak, Jack Micheline ile olan bir “Zavallı piç, şairmiş demek! Birçok stajyer doktor, görüşmemden söz ettim. Micheline bana, Hank’e çöpçü, bulaşıkçı, fabrika işçisi zavallı piç var. Eğer kızgın olduğunu çünkü bir yazısının basılmasına birilerinin kutsal hakları varsa, onların da olmalı!” yardım edeceği umuduyla kendisini Los Angeles’ta ziyaret ettiğini ancak Hank’in kayıtsız kaldığını Micheline, Bukowski’nin söylediklerine çok bozulmuştu. anlatmıştı. Hank bana cevabında, Jack’in çalışmasının 1998’deki ölümüne dek neredeyse yirmi yıllık bir süre iyi olduğunu ama kendisini yanlış zaman ve durumda boyunca Micheline’le ilişkim oldu. Genellikle küstah bir yakaladığını yazdı. Hank’e göre Jack, kendi ifadesiyle görüntünün altına gizlenen son derece hassas biri “ben şairim” tribine çok giriyordu ve bu tutum Jack’in olduğunu biliyordum. Bukowski’ye olan hayranlığı ve eserlerinden bir şeyler alıp götürüyordu: saygısı onunla ilk tanıştığım zamanlarda da ortadaydı. 23 New York’ta doğan ve gerçek adı Harvey Martin şairi denmesinden hoşlanmıyor, yalnızca ve o da Silvaer olan Jack Micheline’in ataları Rus-Romen gerekiyorsa, “bohem” sıfatını tercih ediyordu. Micheline Yahudisiydi. resme çok sık ve çok yüksek sesle “şairim” diye bağırdıysa, adamadan önce sendika görevlisiydi. Micheline gerçek bu sadece edebi çevrelerce görmezden gelindiği içindi. bir Bronx şairiydi ve ilginç bir adamdı; James T. Farell, Eserleri Hank’in edebiyata yaptığı toplam katkıya William Saroyan, Langston Hughes ve Charles Mingus erişemese de, Micheline son sokak şairlerinden biriydi. gibi isimlerin yakın arkadaşıydı. Şiirlerini sürekli kafe ve Sokak şiirinin para yapması, basılması ve şairini ünlü barlarda O etmesi hiç olacak iş değildir. Zaten Micheline de şöhret dönemde şiirlerini Micheline dışında caz ile birlikte veya para arıyor değildi. Hank gibi Micheline’in eserleri okuyabilen şairler sadece, kendisi gibi bir sokak şairi de olan Bob Kaufman ve Kenneth Patchen idi. Lirik bir şair toplumla olan Micheline eski blues ve caz ritimleri üzerinden fahişelere, eşcinsellere ve toplumun çoğunluğunun sırt giderek, dize yapılarını aşan bir canlılık, hayattan çekip çevirdiği diğer sefil insanlara. Micheline’in sokakla ve alınan saf bir enerji açığa çıkarıyordu. Ölümünden sokakta sonra de, Bukowski’nin deneyimlerinden fazlaydı. Belki şiire Micheline’in şiiri herhangi bir etiketin ötesindeydi. yüklediği görev biraz da buradan geliyordu. 1950’lerde Aslına bakılacak olursa, Micheline de kendisine Beat Greenwich Beat hareketinde, Micheline kendisini sokak Kendisini caz eserleri bütünüyle müzisyenleri Beat şiire eşliğinde edebiyatıyla ve okurdu. ilintilense aşağıdakilere ve uyumsuzlara, yaşayanlarla dışlanmışlara sesleniyordu; uyuşturucu bağımlılarına, olan ilk elden deneyimi şairi Maxwell Bodenheim ile özdeşleştirmişti. Bu şairi, insanları boğucu işlerinden ve ilişkilerinden kurtarmayı amaçlamış bir devrimci olarak görüyordu. Micheline, şairin görevinin şiiri yaşamak ve diğerleri için cesur örnekler oluşturmak olduğuna inanıyordu. Ama Micheline’in dizeleri bana her zaman William Wantling’in şu satırlarını da hatırlatmıştır: “Asla bir şair olmak istemedim. Zihnimdeki sesler beni rahat bırakacak olsa, ben de sefer tasımı alıp diğerleri gibi işimin yolunu tutardım.” Ölümünden kısa süre önce Micheline de bana, “Şair olmak gibi bir niyetim yoktu asla. Hala da olmak istediğimden emin değilim. Tek istediğim hayatımı yaşamak. Ama şunu gözardı edemiyorum: kendilerine bu şans verildiği takdirde çalışan kesimin insanları da şiirle ilgilenebilir. Onlara tek sunulan, spor ve televizyon. Asla kendi hayatlarını anlatan bir şair çıkmıyor karşılarına. Burada her şey kar odaklı ve bu insanlara şiir sunmanın karlı bir tarafı yok.” Ancak ölümün susturabildiği bu sesler Micheline’in peşini hiç bırakmadığı için kendimizi şanslı saymalıyız. Onun sesi orijinaldi ve kimse kendisini taklit etmeye cüret edemedi. 24 formunda şiirinden daha fazla görülemez. Bukowski’yi tanımadan olduğunda” kendisinin onunla boy ölçüşemeyeceğini eserlerine saldıranlara karşı, Micheline’in mısraları, söylemişti. Bu, birçok kişi tarafından İkinci Dünya Hank’in sevecen ve duygulu yanına da atıfta bulunur. Bir keresinde Hank bana, “Micheline Savaşı’ndan bu yana gelmiş en büyük yazarlardan biri olarak kabul edilen bir isimden büyük bir övgüdür. Bugün yazan ve nefes alan Micheline’in ilk şiir kitabı “Kızıl Şarap Nehri”, Esquire en hoş şairlerden biridir o Magazine’e yazan Dorothy Parker gibi isimlerden de O bira şişesidir oldukça olumlu eleştiriler almış, bu kitabın önsözü, O Quasimado’dur New York’taki Beat günlerinde sık sık Micheline’le O kendisi taş yüzlüdür birlikte sokakta görünen ve Micheline’in dizelerinin O Los Angeles’ın delisidir Amerika’da umudu yeniden canlandırdığını düşünen O Hollywood Bulvarı’nın kamburudur Jack Kerouac tarafından yazılmıştı. O kızına karşı naziktir O kızına karşı naziktir 68 yaşında öldüğünde ardında yirmi kitap bırakan O kızına karşı naziktir Micheline, şiiri kitlelere ulaştırılması gereken kutsal bir Sadece bir bardak sudan gelmiştir mesaj olarak görürken, Hank için şiir sadece bir başka ve eve uğramış en küçük ihtimalden işti. Marangozluktan ya da elektrikçilikten hiçbir farkı yoktu. Kesinlikle kutsal bir tarafı da yoktu. Hayatlarının ayrı rotalar izlemesine ve şiire bakışlarındaki farklılığa rağmen, Micheline ve Bukowski arasındaki ilişki yıllar boyunca sürdü. Temmuz 1993’te yazdığı bir mektupta, Micheline Hank’e yarı şiir-yarı düzyazı bir biçimde seslenmişti: Biliyorum, değişimlerden geçiyorsun dostum Oradalar, hissediyorum Pek sık yazamıyorum ve birbirimizi kullanmamız da kabul edilebilir. Zaten olması gereken de bu Micheline’e yazdığı cevabında ise, Hank şöyle diyordu: “Unutulmuş değilsin dostum. Sık sık senden söz ediyoruz ve senin için iki şiir yazdım. Birinin adı “Jack Micheline’i Ararken”. Diğerini siktir et. Ama ağır sövgüler filan da gelmesin aklına. Senin mektupların ise birer şiir zaten.” Micheline’in Hank’e duyduğu sevgi hiçbir yerde, Second Coming’in Bukowski sayısındaki “Gece Yarısından Çok Sonra” adlı serbest dizeli uzun 25 MAHŞER / UNDERGROUND POETIX BEAT GÖRÜNGÜSÜ Kunst und Wissenschaft = Ziriab Mobile + Cyberzenarchy Ziriab Mobile 003.01 Online Edition Ağustos 2009 (Orijinal Kraft Baskı Şubat 2008 Kadıköy) e-posta: [email protected] http://www.ziriabmobile.org/ 26 Cyberzenarchy / Underground Poetix Cyberzenarchy / Underground Poetix Press’ten üç hamle birden.. Kraft kağıdına baskı yoluyla sınırlı sayıda üretilmiş bu üç neşriyatın bir kısmı kapalı devre dağıtımda, geri kalan kopyalar ise Robinson Crusoe 389′da. Hamle 1 / Untitled A4, 300 gr karton kapak, kraft iç baskı. 12 Sayfa Charles Bukowski, Jack Micheline, Jean Genet, William S. Burroughs, Arthur Rimbaud, Jim Morrison + Rafet Arslan: Son Çıkış Hamle 2 / Soup and the Beat Generation A5, 300 gr karton kapak, kraft iç baskı. 16 Sayfa Hamle 3 / Dutch Poetry A5, 300 gr karton kapak, kraft iç baskı. 20 Sayfa Simon Vinkenoog, Hans Plomp, Ana Christy, Erling Friis Baastad http://cyberzenarchy.wordpress.com/ 27 28