kam e-bülten 4 - Bilim ve Sanat Vakfı

Transkript

kam e-bülten 4 - Bilim ve Sanat Vakfı
Murat Yılmaz
Yetimlere Dünyanızda
Yer Açın
Francesco Giumelli
Targeted Sanctions in the
21st Century: Challenges
and Opportunities
Aleksandr Sotniçenko
“Arap Baharı” Sürecinde
Rusya’nın Ortadoğu
Politikası
E-Bülten
Mart-Nisan 2012 Faaliyetleri
Muzaffer Şenel
Rusya Seçimleri:
Putinli Yıllara Devam
Vügar İmanov
İlyas Kamalov
4
MART-NİSAN 2012
1
Selin M. Bölme
İncirlik Üssü: ABD’nin Üs
Politikası ve Türkiye
Furkan Torlak
İşgalin 9. Yıldönümünde
Irak Paneli
Mesut Özcan
Merhaba,
Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merkezi’nce iki ayda bir yayımlanan KAM e-Bülten’in
dördüncü sayısı ile karşınızdayız. Bu sayımız, KAM’ın 2012’nin Mart ve Nisan aylarında düzenlediği faaliyetlerin değerlendirmelerini içeriyor. E-bültenler ile düzenlediğimiz toplantıları
daha kalıcı kılmayı ve faaliyetlerimizi daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefliyoruz.
Videosunu Bilim ve Sanat Vakfı web sitesine yüklediğimiz İşgalin 9. Yıldönümünde Irak Paneli
ile özellikle “Arap Baharı” sonrası ikinci plana itilen Irak’taki siyasi gelişmelere odaklandık.
İşgalin sona ermesinin ardından ortaya çıkan yeni durumu ve bunun Türkiye’ye ve Ortadoğu
siyasetine muhtemel etkilerini, SETA Dış Politika Araştırma Asistanı Furkan Torlak ve Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Mesut Özcan derinlemesine
değerlendirdiler. “Kitap-Makale Sunumları” serisinde Selin M. Bölme, akademide ihmal edilmiş bir konu olan İncirlik Üssü üzerine yazdığı İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye
başlıklı kitabını tanıttı; alanında önemli bir boşluğu dolduran çalışmasının araştırma sürecini
katılımcılarla paylaştı. “Avrasya Konuşmaları” serisinin dördüncü toplantısında, 4 Mart 2012’de
Rusya’da yapılan ve Vladimir Putin’in tekrar Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı seçildiği seçimleri gündemimize aldık. Bu seçimlerin Rusya’nın iç ve dış politikası ile Türk-Rus ilişkilerine
muhtemel etkileri, Türk Tarih Kurumu’nda uzman olarak çalışan İlyas Kamalov ile İstanbul
Şehir Üniversitesi’nden Vügar İmanov ve Muzaffer Şenel tarafından değerlendirildi. “Avrasya
Konuşmaları”nın beşinci toplantısında ise Petersburg Devlet Üniversitesi’nden Aleksandr Sotniçenko, Rusya’nın “Arap Baharı” sürecine bakışını ve Ortadoğu politikasındaki değişimleri ele
aldı. Nisan ayındaki “Kitap-Makale Sunumları”nda Prag Metropolitan Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler ve Avrupa Çalışmaları Bölümü’den Francesco Giumelli, uluslararası yaptırımlara dair
Coercing, Constraining and Signaling: Explaining UN and EU Sanctions after the Cold War başlıklı kitabını ana hatları ile sundu. KAM’ın bu dönemdeki son konuğu ise İHH İnsani Yardım
Vakfı’nın başkan yardımcılığı ve Yetim Birimi başkanlığını yürüten Murat Yılmaz idi. Yılmaz,
dünyada yetimlerin yaşadığı temel sorunları ele aldığı genel sunuşunun ardından, İHH’nın bu
konudaki vizyonunu ve çalışmalarını tanıttı.
Bilim ve Sanat Vakfı’nın 45. dönem seminerleri de yine bu dönemde, 9 Mart-28 Nisan tarihleri
arasında gerçekleştirildi. 2012 Bahar Dönemi KAM Seminerlerinde ders veren hocalarımıza
teşekkür ediyorum. Seminerlerin katılımcılar açısından verimli geçtiği ümidindeyim.
KAM’ın toplantılarına konuşmacı olarak katılan Mesut Özcan, Furkan Torlak, Selin M. Bölme, İlyas Kamalov, Vügar İmanov, Muzaffer Şenel, Aleksandr Sotniçenko, Francesco Giumelli
ve Murat Yılmaz’a teşekkür ediyorum. Ayrıca gerek toplantıların organizasyonunda gerekse
e-bültenin hazırlanmasında emeği geçen koordinatör yardımcısı arkadaşlarım Z. Tuba Kor ve
Kadir Temiz ile Özgür Dikmen’e; bu sayıya yazdıkları değerlendirmeler ile katkıda bulunan
Merve Uğur, Harun Küçükaladağlı, Abdullah Ayasun, Özgür Dikmen, Kadir Temiz ve Tuba
Gültekin’e müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim.
Talha Köse
Küresel Araştırmalar Merkezi Koordinatörü
Koordinatör
Talha Köse
Vefa Cad. No 41
34134 Vefa İstanbul
0212 528 22 22 / 801-802
www.bisav.org.tr
[email protected]
Koordinatör Yardımcıları
Z. Tuba Kor
Kadir Temiz
Küresel Araştırmalar Merkezi’nin
faaliyetlerinden haberdar olmak için
web sitemizde yer alan
üyelik formunu
doldurabilirsiniz.
http://bisav.org.tr/register.aspx?module=kayit&men
Editör
Z. Tuba Kor
Grafik Uygulama
Ayşenur Gönen
Fotoğraf
Cemil Akgül
MAYIS 2012 PROGRAMI
Kitap ve Makale Sunumları
TEZAT
Avrupa’da Yerelleşen İslam: Almanya ve
Hollanda’daki Türk Müslüman Cemaatleri
Çatışma Çözümü Perspektifinden
Oslo Barış Süreci
Ahmet Yükleyen
Bora Bayraktar
(Localizing Islam in Europe: Turkish Islamic Communities in
Germany and the Netherlands, Syracuse University Press, 2011)
(Doç. Dr., Mississipi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
Öğretim Üyesi)
(Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü
doktora tezi, 2012)
(Dr., Euronews Haber Kanalı İstanbul Temsilcisi)
4 Mayıs Cuma, 18:30 / Şakir Kocabaş Salonu
16 Mayıs Çarşamba, 18:30 / Şakir Kocabaş Salonu
Ortadoğu Konuşmaları 7
Etkin Yönetim Söyleşileri 20
“Arap Baharı” Sürecinde İran’ın Bölge
Politikası
Gayrimenkul Sektörüne Bakış:
Bir Kurumsallaşma Örneği Dumankaya
Bayram Sinkaya
(Yrd. Doç., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi)
26 Mayıs 2012 Cumartesi, 13:00 / Zeyrek Salonu
Ali Dumankaya
(Dumankaya İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi)
26 Mayıs Cumartesi, 14:00 / Şakir Kocabaş Salonu
2012 BAHAR DÖNEMI KAM SEMINERLERI LISTESI
GİRİŞ SEMİNERLERİ
İktisadın Temel Kavramları Halil Tunalı
Uluslararası İlişkilerin Temel Kavramları
Mesut Özcan-Muzaffer Şenel
TEMEL SEMİNERLER
Finansal Krizler Lokman Gündüz
İletişim Psikolojisi II İbrahim Zeyd Gerçik
Türk Dış Politikası: Teori ve Pratik Hasan Kösebalaban
Uluslararası Hukukun Temelleri II Berdal Aral
ÖZEL SEMİNERLER
“Arap Baharı” ve Ortadoğu’da Siyasi Dönüşüm
Burhanettin Duran-Mesut Özcan
Muzaffer Şenel-Talha Köse
Bölgesel Analizler (ABD-Çin-Hint Alt Kıtası-Balkanlar)
Helin Sarı Ertem-Kadir Temiz
Mahmut Osmanoğlu-Sevinç Alkan Özcan
Demokrasi Çağında Otoriter Rejimler ve Uluslararası Politika Ali Resul Usul
Enerji ve Jeopolitik Süleyman Beşli
Kariyer Planlama ve Geliştirme Nihat Erdoğmuş
Para’nın Dünü, Bugünü ve Yarını Celali Yılmaz
Stratejik Yönetim ve Planlama II Haluk Dortluoğlu
KAM PANEL
9 Mart 2012
İşgalin 9. Yıldönümünde Irak
Furkan Torlak • Mesut Özcan
Değerlendirme: Merve Uğur
4 KAM E-BÜLTEN 4
Furkan Torlak, Suriye’de 2000-2006 yılları arasında
Felsefe ve İslam Hukuku alanlarında eğitim gördü.
Kanal 7, Kanal 24, CNN Türk, 6NEWS, TRT Arapça
ve TRT Türk’te gazeteci olarak çalıştı. 2007 yılında
Doğan Yayın Holding tarafından yılın En Yaratıcı
Yeni Gazeteci Ödülü’ne layık görüldü. Hâlihazırda
SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırma asistanı
olup İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nde de lisans eğitimine devam etmektedir.
Mesut Özcan, Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisansını ve yüksek
lisansını, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde
ise doktorasını tamamladı. Doktora çalışmaları
sırasında Jean Monnet araştırma bursuyla Oxford
Üniversitesi St. Antony’s College’da bir yıl okudu.
Yüksek lisans tezi Sorunlu Miras Irak (Küre Yayınları,
2003) ve doktora tezi Harmonizing Foreign Policy:
Turkey, the EU and the Middle East (Ashgate, 2008)
adıyla kitaplaşan Özcan’ın Muzaffer Şenel ile birlikte
derledikleri Modernite ve Dünya Düzen(ler)i (Küre
Yayınları, 2010) adlı kitabının yanı sıra, Türk dış
politikası, Ortadoğu ve Irak konularında yayınlanmış
birçok makalesi bulunuyor. Hâlihazırda Dışişleri
Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi başkan
yardımcısı olarak görev yapıyor.
MART-NİSAN 2012
5
“Irak’ta egemenlik, birlik, siyasi
istikrar ve güvenlik meseleleri
henüz çözülebilmiş değil”
M
art ayı itibarıyla işgali üzerinden tam dokuz yıl geçen ve işgalci
askerlerin 2011 yılı itibarıyla tamamen geri
çekildiği Irak’ın hâlihazırdaki durumu, Küresel Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği “İşgalin 9. Yıldönümünde Irak” panelinde tartışıldı. İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi
Talha Köse’nin oturum başkanlığını yaptığı,
NTV program yapımcısı gazeteci-yazar Mete
Çubukçu’nun uçağındaki rötar nedeniyle katılamadığı panelde SETA Dış Politika Araştırma
Asistanı Furkan Torlak ve Dışişleri Bakanlığı
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Mesut Özcan, Irak’ın mevcut fotoğrafını çok iyi bir şekilde çektiler ve geleceğe ilişkin öngörülerini bizimle paylaştılar.
Panelistlerden Furkan Torlak, Amerikan
birliklerinin geri çekilmesinin ardından Irak’ın
hem bugününe hem de geleceğine damgasını
vuran temel meseleleri ve yeni düzen arayış-
6 KAM E-BÜLTEN 4
larını ele aldığı konuşmasına, Irak Savaşı’nın
ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan sonraki en geniş çaplı askerî operasyonu olduğunu hatırlatarak başladı. Irak halkının işgalin sona ermesiyle ilgili duygu ve düşüncelerini öğrenmek
ve karşı karşıya kaldıkları durumu gözlemlemek amacıyla gerçekleştirdiği Irak ziyaretinde
edindiği izlenimleri aralık ayında Ufuk Ulutaş
ile birlikte raporlaştıran1 Torlak, bu raporda
üzerinde durdukları beş temel mesele üzerinden konuşmasını şekillendirdi. Irak’ın yakın
geleceğini etkileyecek bu beş mesele hakkında
Torlak şu değerlendirmelerde bulundu:
“Amerikan işgali, askerî
boyuttan sivil boyuta
taşınmış durumda”
1. Egemenlik meselesi: Torlak, Amerika’nın Irak’tan çekilme zeminini iki anlaşma
üzerine kurduğunu belirtti. Bunlardan 1 Ocak
2009 itibarıyla yürürlükte olan SOFA Anlaşması (Status of Forces Agreement), aşamalı
olarak Irak’tan çekilme sürecinde Amerikan
askerî kuvvetlerinin durumunu belirlerken;
daha uzun vadeli olan Stratejik Çerçeve Anlaşması, çekilme sonrasında Amerika’nın Irak
ile kuracağı siyasi, iktisadi ve toplumsal ilişkilerin çerçevesini çiziyordu. İlk anlaşma gereği
Amerikan muharip birlikleri Haziran 2009
itibarıyla şehirlerden ayrılmaya başladı. Ağustos 2010 itibarıyla da son muharip birlikler
1 Furkan Torlak ve Ufuk Ulutaş, “Çekilme Sonrası Irak’ta
Düzen Arayışı”, SETA Analiz, No: 49, Aralık 2011.
Irak’tan ayrıldı. 2011 yılı sonuna gelindiğinde
ABD’nin Irak’ta, Irak ordusunu eğitme ve ülkedeki Amerikan misyonunu koruma dışında
görevi olmayan 2000-3000 askerden başka herhangi bir kuvveti kalmadı. Torlak askerî çekilmenin anlaşmaya uygun şekilde gerçekleştiğini
belirtirken farklı bir noktaya da dikkat çekti:
Amerika’nın Irak’ta bürokratik anlamda varlığını halen sürdürmesi. Zira şu an Irak’ta resmî
rakamlara göre 15.000 kişinin çalıştığı bir
Amerikan Büyükelçiliği var ve bu yapılanma
ile ABD Irak’taki tüm gelişmeleri yakında takip
ediyor. Dolayısıyla bu sivil yapılanma ile işgal,
askerî boyuttan sivil boyuta taşınmış oldu.
Torlak, ABD’nin askerî çekilişini Irak’ın
egemenlik problemiyle ilişkilendirdi. Irak’ın
hâlâ gerçek anlamda egemen olamadığına dikkat çekerken bunu 1990’daki Kuveyt’i işgaline
dayandırdı. Zira Kuveyt’i işgali üzerine BM
Güvenlik Konseyi kararıyla Irak’ın egemenliği
sınırlandırılmıştı. SOFA ve Stratejik Çerçeve
Anlaşması ile ABD bu sınırlandırmayı ortadan
kaldıracağına söz vermiş olsa da Aralık 2011’de
toplanan BM Güvenlik Konseyi bunun devamı
yönünde bir karar aldı. Dolayısıyla Irak’ın egemenlik meselesi henüz çözülebilmiş değil.
“Kimlik siyaseti, hükümet
çalışmalarına sekte vuruyor
ve toplumsal tabandaki
kırılmaları derinleştiriyor”
2. Siyasi istikrar meselesi: Torlak, Irak’ta
işgalden bu yana altı ayrı yönetim kurulduğunu, bunlardan ilk ikisinin “doğrudan Amerikan yönetimi”, sonraki ikisinin “Amerikan
kontrolünde Irak yönetimi” ve son ikisinin ise
“uluslararası toplum ve ABD etkisindeki Irak
yönetimi” olduğunu belirtti. Torlak’a göre,
Irak’taki siyasi süreç Sünni, Şii ve Kürtlere dayanan etnik ve mezhepsel ayrım üzerine kurulu ve bu süreçte taraflar karşılıklı güvensizlik
içinde siyaset yapıyorlar. Kimlik üzerinden yapılan siyaset ise toplumsal tabandaki kırılmaları derinleştiriyor. Koalisyon hükümetinde de
gözlenen bu ayrışma, hükümet çalışmalarına
sekte vuruyor; her kafadan bir ses çıkması nedeniyle birinin yaptığını öbürü bozuyor.
Torlak, 2010 seçimleri sonrası ortaya çıkan
siyasi yapıyı değerlendirirken Irak Meclisi’nde
öne çıkan dört büyük gruptan bahsetti: (i) Seküler bir oluşum olan Iyad Allavi liderliğindeki el-Irakiyye grubu (Irak Ulusal Hareketi)
MART-NİSAN 2012
7
(91 milletvekili), (ii) Nuri el-Maliki başkanlığındaki Hukuk Devleti Koalisyonu (89 milletvekili), (iii) Sadr ve el-Hekim grubu başta
olmak üzere Şii İslamcıların bir araya geldiği
Irak Ulusal İttifakı (70 milletvekili), (iv) Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin başını çektiği
Kürdistan İttifakı (43 milletvekili). Seçimler
sonucunda cumhurbaşkanı Kürtlerden Celal
Talabani, başbakan Şii Araplardan Nuri elMaliki, meclis başkanı ise Sünni Araplardan
Usame el-Nuceyfi olarak belirlenirken bakanlıklar da yine bu gruplar arasında paylaşıldı.
Güvenlikle ilgili bakanlıkların (savunma ve
içişleri bakanlığı ile ulusal güvenlikten sorumlu devlet bakanlığı) paylaşılamaması üzerine
Maliki, anlaşma sağlanana kadar bu üç bakanlığı başbakanlık ile birlikte kendisinin yöneteceğini açıkladı ve bir yıl boyunca bu makamlara kimseyi atamadı. Sonrasında ise bu
makamları vekâleten görevlendirdiği kişiler
aracılığı ile elinde tutması hem Sünnileri hem
de Şiileri kızdırdı. Torlak, bu durumun Irak’ta
farklı çevrelerce bir “Saddamlaşma” eğilimi
olarak algılandığını da aktardı.
“Irak’ta birliği sağlayacak
anayasal bir zemin olmadığı
gibi ayrışmayı tetikleyen
birçok sebep var”
3. Birlik veya bölünme durumu: Torlak,
Irak Anayasası’nda yer alan “federal bölge”
kavramının tanımlanmamış bir kavram olup
Anayasanın bölgesel yönetimlere tanıdığı
haklardan ötürü ülkedeki mevcut fay hatlarını tetikleyebilecek bir yapıda olduğuna dikkat
çekti. Ardından etnik ve mezhepsel grupların
federalizme bakışlarını değerlendirdi. Buna
göre, en başta Irak’ın bütününü kontrol edebilecek güce sahip olmayan Şii yönetimi, zaman
içinde güç kazanmasıyla birlikte Kürt Bölgesel
8 KAM E-BÜLTEN 4
Yönetiminin varlığından rahatsızlık duymaya başladı. Başta bölgesel yönetim kavramına
karşı çıkan Sünni Araplar ise, Şiiler ve Kürtler karşısında dezavantajlı konuma düşmeleri
üzerine, kendi bölgesel yönetimlerini kurma
taleplerini dillendirir hale geldiler. Her ne kadar kimileri Sünnilerin bu tehditle Bağdat yönetiminden kazanımlar elde etmeye çalıştığını
düşünse de Torlak’a göre bu dezavantajlı durumun devam etmesi halinde Sünni Arapların
federal yönetime daha sıcak bakıp kendi bölgesel yönetimlerini kurmaları ihtimal dâhilinde.
Ayrıca “normalleşme” henüz sağlanamadığı
için hiçbir statü verilemeyen Kerkük gibi anlaşmazlık bölgeleri de mevcut. Kısaca Irak’ta
birliği sağlayacak anayasal bir zemin olmadığı
gibi ayrışmayı tetikleyen birçok sebep var.
“Dış saldırılara karşı koyma
gücü olmayan Irak ordusu,
iç güvenliği sağlamakta da
yetersiz”
4. Güvenlik meselesi: Irak ordusunun hava
ve deniz kuvvetlerinden ziyade iç güvenliği
sağlamaya odaklı piyade birliklerinden oluştuğunu belirten Torlak, Genelkurmay Başkanı Babekir Zebari’nin “Ordunun 2030 yılına
kadar dışarıdan gelecek herhangi bir saldırıya
karşı koyabilme gücü yok” sözünü hatırlattı ve
şunları söyledi: Irak ordusu sadece dışarıdan
gelebilecek saldırılara karşı zayıf değil, iç güvenliği sağlamakta da yetersiz ve bu zaaf yine
ordu içindeki etnik ve mezhepsel ayrılıklara
dayanıyor. Ordu içinde bir de “eski subay”“yeni subay” tartışması var; yeni subaylar eskileri diktatörlükle, eski subaylar ise yenileri
İran ajanlığıyla suçluyor. Öte yandan Irak’ta
ikili bir ordu yapısı var; bölgesel yönetimin
ordusu ile merkezî yönetimin ordusu ileride
Kerkük gibi anlaşmazlık bölgelerinde çatışmaya dahi girebilir.
“Başta işgalci sayılan ABD,
artık Irak’ın iç meselelerinde
hakem konumuna geldi”
5. Çekilme sonrası Irak’ta jeopolitik boşluk meselesi: Amerika’nın Irak’tan çekilmesinin bir jeopolitik boşluk oluşturduğu görüşüne
karşılık Torlak, ülkedeki Amerikan Büyükelçiliğinin etkisine işaret ederek, başlarda işgalci
güç olarak görülen ABD’nin artık Irak’ın iç
meselelerinde hem Sünniler hem Şiiler hem
de Kürtler tarafından hakem konumuna çekildiğine dikkat çekti. Diğer yandan Amerikan birliklerinin ülkelerine geri dönmediğini,
sadece Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan’a
ken iç içe geçmiş üç üçgenden söz eder. Buna
göre dış üçgendeki dengeleyiciler TürkiyeMısır-İran, iç üçgendeki dengeleyiciler Suudi
Arabistan-Irak-Suriye, en iç üçgendeki dengeleyiciler ise Ürdün-Filistin-Lübnan’dır. Torlak,
Irak’ın ortadaki üçgende yer alan dengeleyici
bir unsur olmasının yanında, bir de Basra jeopolitiğinde yer alan üç temel güçten (İranIrak-beş küçük emirlikle Suudi Arabistan’dan
müteşekkil Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri)
birisi olduğunu söyledi. Irak’ın kuruluşundan
Amerikan işgaline kadar geçen dönemde garnizon görevi gördüğünü, özellikle 1980’lerden
itibaren Körfez İşbirliği Konseyi tarafından
İran’a karşı dengeleyici bir unsur olarak kullanıldığını belirtti.
çekildiğini, yani herhangi bir sorun çıkması
durumunda çok kısa bir sürede Irak’a geri gelebileceklerini söyledi. Amerikan ordusunun
halen Irak’ın hava ve deniz sahasını kontrol
ettiğini de hatırlattı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu’daki jeopolitik dengeleri değerlendirir-
“Amerikan işgaliyle birlikte
Irak, İran’ı dengeleyici bir
unsur olmaktan çıktı”
Torlak’a göre Irak’ın İran’ı dengeleyici bir
unsur olarak kullanılması durumu Ameri-
MART-NİSAN 2012
9
kan işgaliyle birlikte son bulurken süreç tam
tersine döndü. Körfez İşbirliği Konseyi’nin en
önemli aktörü olan Suudi Arabistan da Irak’ta
İran’a yakın bir yönetimin başa geçmesiyle bu
dengenin bozulduğunu hissedip güvenlik stratejisinde değişikliğe gitti. Suudi Arabistan’ın
işgal sonrası güvenlik stratejisi ABD’nin bölgede varlığı ve güvenliği sağlaması üzerine kurulu hale geldi. Ancak bu strateji kısa sürdü;
ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve İran’ın Irak’ta
nüfuzunu giderek artırması sonucunda Riyad
yönetimi silahlanma yolunu seçti.
Suriye’ye gelince, Irak ile ortak jeopolitiği
paylaşmalarına ve Baas Partisi tarafından yönetilmelerine rağmen iki ülke arasında sürekli bir gerilim olageldi ve İran-Irak Savaşı’nda
Suriye İran’ın tarafında yer aldı. İşgal sonrası
dönemde de iki ülke arasındaki gerilim devam etti ve hatta 2009’daki krizde Türkiye tarafların aralarını bulmaya çalıştı. Ancak “Arap
Baharı”yla birlikte Suriye’de başlayan siyasi
istikrarsızlık döneminde Irak, İran’ın da etkisiyle, Arap Birliği’nin ekonomik ambargo gibi
tekliflerini reddetti ve Şam’ı rahatlatıcı bir tavır izledi. Torlak, yine de ABD’nin baskıları
sonucunda Irak’ın son BM Genel Kurulu’nda
Suriye’yi kınayan tasarıya evet oyu kullandığını ve mart ayında Irak’ta yapılacak Arap Birliği
zirvesine Beşşar Esed’in davet edilmeyeceğini
duyurduğunu hatırlatarak konuşmasını sonlandırdı.
“Irak, Türk dış politikasında
belirleyici bir unsurdur”
Mesut Özcan, Irak’ın Türk dış politikasındaki yerini ve önemini değerlendirdiği konuşmasına, Irak’ta yaşanan gelişmelerin hem Kürt
sorununu hem de Ortadoğu’daki gelişmeleri
doğrudan etkilemesi bakımından Türk dış
politikasında -özellikle Türkiye’nin Ortadoğu
10 KAM E-BÜLTEN 4
politikasında- belirleyici bir unsur olageldiğini vurgulayarak başladı. 2003’teki işgal öncesinde yaşanan gelişmelerin Irak siyasetini
nasıl etkilediğine değindi. Buna göre, 1 Mart
Tezkeresi’nin TBMM’den geçmemesi suretiyle
Amerikan askerlerinin Türk toprakları üzerinden Irak’a geçişine izin verilmemesinin hem
olumlu hem de olumsuz yansımaları oldu.
Daha önce Batı’nın “Truva atı” veya “ileri karakolu” gibi görülen Türkiye, bu tutumuyla
artık Amerika’dan bağımsız hareket edebilen
bölgesel bir aktör olarak değerlendirilmeye
başlandı. Buna mukabil Ankara Irak’taki gelişmelere müdahil olamaz hale geldi. Irak’taki
Kürt gruplar Türkiye’nin herhangi bir müdahalesine karşı çıktı. Özellikle 2003-2006 döneminde Irak’ın bölünmesi ihtimaline karşı
Türkiye’nin müdahil olamaması Ankara açısından büyük bir handikaptı. Tezkere Krizi
Türk-Amerikan ilişkilerinde de ciddi sıkıntılara yol açtı. Bütün bu sıkıntılara rağmen Türkiye yeni yapının oluşması noktasında çeşitli
girişimlerde bulundu. Irak’taki farklı siyasi aktörleri Türkiye’ye getirerek anayasanın ve seçim kanununun yazılması ve devlet yapısının
tesisi noktasında yeniden inşa sürecine etki
etmeye çalıştı. Bu çerçevede Türkiye’de yapılan
toplantılara Irak’taki bütün etnik veya mezhepsel gruplardan temsilciler katıldı.
“Irak’ın bütünlüğü, hem iç
siyasetimiz hem de bölgesel
istikrar için önemli”
Bölünmenin çok fazla gündemde olduğu
zamanlarda dahi Türkiye’nin sürekli olarak
Irak’ın birliğine vurgu yaptığını söyleyen Özcan, Irak’ın birliğinin sadece (Kürt sorunu
bağlamında) Türkiye’nin iç siyaseti için değil,
bölgedeki istikrarın devamı için de önemli
olduğunun altını çizdi. Özcan’a göre ilk başta
federasyona karşı olan Türkiye, süreci çok da
etkileyemeyeceğini anlayınca, Irak’ın bölünmemesi ve demokratik bir yapı içerisinde federal bir sistem dahi olsa birliğin sağlanması
yönünde bir tavır benimsedi. Bu çerçevede
2005’ten itibaren yavaş yavaş Sünni Arapları daha fazla siyasal sürece angaje etmeye,
seçimlere katılma konusunda iknaya çalıştı.
Türkiye’nin bu girişimlerinden önce “kaybetmiş olan taraf ” psikolojisiyle hareket eden
Sünni Arapların bir kısmı öfkeyle siyasal sürecin dışında kalmayı tercih ederken bir kısmı
da direnişe katılmıştı.
“Türkiye eğer politikasını
Kürt sorunu ve Türkmen
ekseninden çıkartmasaydı,
tamamen İran etkisinde bir
Irak’la karşılaşacaktı”
Soğuk Savaş döneminde ve Saddam Hüseyin zamanında Irak’a çok fazla müdahil olmasa da Türkmenlerin haklarını korumaya dayalı
bir siyaset izleyen Türkiye, 2005-2006’dan iti-
baren Türkmen partilerinin seçimlerde iddia
ettikleri kadar başarılı olamadıklarını görünce
eski politikasından vazgeçip bütün aktörlerle
mümkün olduğunca temas kurmaya çalıştı.
Kürt bölgesiyle iyi ilişkilerin temelleri de işte
bu dönemde atıldı. Türkiye bu dönemde Irak
politikasını yavaş yavaş Türkmen ekseninden
ve Kürt sorunu bağlamından çıkartarak aşamalı bir şekilde Irak’ın tüm etnik ve mezhepsel
gruplarıyla temas kuran bir politikaya dönüştürdü. Özcan’a göre Türkiye eğer politikasını
bu şekilde dönüştürmeseydi, tamamen İran
etkisinde veya İran’ın etkisine açık bir Irak’la
karşı karşıya kalacaktı.
“Etnik veya mezhep temelli
Irak siyaseti kaotik bir
yapıya sahip”
Özcan, çok uzun yıllar devam eden tek
parti/tek adam yönetimi dolayısıyla Irak’ta
muhalefet kültürünün oluşmadığına, demokratik kurumlar ile araçların oluşumuna da
müsaade edilmediğine değindi. Irak’ın mevcut
MART-NİSAN 2012
11
siyasi durumunu, siyasi program veya ideolojiden ziyade, etnik veya mezhepsel temelde bir
araya gelmiş çok çeşitli partiler, koalisyonlar
ve liderlerden oluşan kaotik bir yapıya benzetti. Bu kaotik yapıda ilk başlarda Irak’ı birleştiren bir lider figürü çizen ülkenin mevcut
başbakanı Nuri el-Maliki’nin Amerika ve diğer
devletler nezdinde destek gördüğünü belirtti.
Özcan’a göre Amerikalıların, gelinen noktada
bir dizi olumsuzluğa rağmen hâlâ Maliki’ye
destek vermesinin en önemli nedeni, diğer aktörlerle mukayese edildiğinde Maliki’nin belli bir zeminde bütün Irak halkını birleştiren
veya Irak’ın ihtiyacı olan güçlü lider figürünü
temsil eden bir karaktere sahip olması. Mesela
Maliki, 2008 yılında direnişin tam anlamıyla
kırılması ve istikrarın sağlanması noktasında
Şii Sadr grubuna karşı çok ciddi askerî operasyonlar gerçekleştirebilmişti. Sünni grupların
direnişinin, Amerika’nın da desteğiyle, belirli
bir ölçüye çekilmesi ve Sünnilerin siyasal sürece dâhil edilmesi sonrasında Maliki daha fazla
ön plana çıktı. Bu kaotik yapıda dışlayıcı değil,
Iraklıları bir çatı altında birleştirici bir siyaset
izleyen Türkiye’nin, Maliki’nin başlangıçtaki
kapsayıcı tavrına desteği de gecikmedi.
“2010-2011 döneminde
Irak’a en fazla yatırım
yapanlar Türklerdi”
Irak ile Türkiye arasında yapılan üst düzey
ziyaretlerde samimi bir portre çizildi. Türkiye
bu temaslar esnasında birkaç noktayı sürekli
gündeme getirdi. Bunların en önemlisi Kuzey
Irak kaynaklı güvenlik endişeleriydi. Özcan’a
göre Kuzey Irak’ta her ne kadar bir Kürt bölgesi oluşsa ve ciddi bir peşmerge gücü bulunsa da buradaki gruplar, PKK’nın faaliyetlerine
karşı Türkiye’yle istenilen ölçüde bir işbirliğine hiçbir zaman girmediler. Ancak özellikle
12 KAM E-BÜLTEN 4
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kasım 2007’deki
Washington ziyaretinden sonra Amerika ve
Türkiye’nin ortak baskısı ile istihbarat paylaşımı ve Kuzey Irak’taki PKK faaliyetlerinin
kısıtlanması noktasında ciddi gelişmeler oldu.
Türkiye Irak’taki Kürtlerle daha fazla temas
kurmaya, Kürt yönetimi de Ankara’nın PKK
konusundaki endişelerine daha fazla cevap
vermeye başladı. İki taraf arasındaki bu yakınlaşma Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilişkilerinde
ekonomik araçları daha çok kullanmasının
önünü açtı. Özellikle küçük ve orta ölçekli
Türk şirketleri Irak’taki etkinliklerini artırırken müteahhitlik firmaları da Kürt bölgesinde ciddi bir inşaat faaliyetine girişti. 2009’da
küresel ekonomik kriz sonrasında Türkiye’nin
ihracatında bir daralma yaşanmasına rağmen
Irak’a olan ihracat o yıl %50 artış gösterdi.
2010-2011 yıllarına geldiğimizde başta Kuzey
Irak olmak üzere Irak’ın genelinde en fazla yatırım yapanlar Türklerdi. Irak’ta istikrarın sağlanamadığı dönemde bile THY Bağdat’a uçan
birkaç havayolu şirketinden biriydi ki THY’nin
Irak’a seferleri sayesinde sadece Türk şirketleri
değil birçok Avrupalı şirket de Bağdat’a gidip
yatırım yapma imkânı buldu.
“Türkiye’nin seçimlerde
el-Irakiyye grubunu
desteklemesi, Başbakan
Maliki ile arasını açtı”
İkili ilişkilerin sadece güvenlik ekseninde
şekillenmesini istemeyen Türkiye, bu çerçevede Irak’ın merkezî yönetimiyle Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurarak siyasi,
iktisadi ve kültürel işbirliğini daha da derinleştirmek ve diğer alanlara da yayarak kalıcı hale
getirmek üzere çeşitli adımlar attı. İki ülke
bakanlarının bir araya geldiği ortak bakanlar
kurulu toplantılarında kırkı aşkın anlaşmaya
imza kondu. Ancak Maliki ile ilişkilerin zedelendiği son dönemde bu toplantılar da akamete uğramış durumda.
Özcan, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile
Türkiye’nin ilişkilerinin bozulmasını, 2010’daki
seçimler sırasında Ankara’nın daha kozmopolit ve seküler bir yapıya sahip olan el-Irakiyye
grubunu belirli ölçülerde desteklemesine ve
ardından seçimlerden birinci çıkan el-Irakiyye
öncülüğünde mezhepsel ve etnik çizgilerden
uzak, bütün herkesi içine alan birleştirici bir
koalisyon hükümeti kurulması yönünde verdiği çabalara bağladı. Nitekim Maliki, bütün bu
süreçte Türkiye’nin el-Irakiyye grubunu desteklemesini kendisine karşı alınmış bir tavır olarak
değerlendirdi ve seçimlerden yaklaşık bir yıl
sonra İran’ın da baskısıyla Irak Ulusal İttifakı
ile koalisyon hükümeti kurmasının ardından
Türkiye ile ilişkilerine mesafe koymaya çalıştı.
Irak’ın içyapısını “tek parti döneminden
kalma devlet kontrollü bir yapı” olarak tasvir
eden Özcan, siyasi istikrar sağlanamadığı için
devlet kontrolünün iktisadi ve askerî kurumlar
üzerinden kalkmadığını ifade etti. Irak’ta devleti kontrol eden iktidarın muhalefeti çok kolay bir şekilde ortadan kaldırabilecek bir güce
sahip olması nedeniyle Özcan’a göre Irak’taki
tüm gruplar iktidarın bir parçası olma peşinde.
“Haşimi krizinin derinleşme
ihtimali çok yüksek”
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi’nin Başbakan Maliki tarafından suçlanması ve tutuklanma girişimlerine karşı kuzeydeki Kürt bölgesine kaçmasından sonra
ülkede siyasal ortam daha da gerginleşti ve
bu, Bağdat-Ankara ilişkilerini de olumsuz
yönde etkiledi. Özcan’a göre Türkiye, tek adamın işin başında olduğu, diğer grupların süreçten dışlandığı bir yapıdan memnun değil
ve bu süreçte tüm gruplarla temasını sürdürerek mevcut siyasi sürece etki etmeye çalışıyor.
Öte yandan iki dönemdir Irak’ta cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Celal Talabani’nin
sağlık sorunları nedeniyle siyasal sürece pek
fazla müdahale edememesi Irak için büyük
bir handikap; zira bu durum Maliki’nin tek
adam portresini güçlendiriyor. Özcan’a göre
şu an Irak’taki temel mesele yönetimde denge
unsurunun bulunmaması. Öte yandan “Arap
Baharı” sürecinde Ortadoğu’da yaşanan kaotik ortamda herkesin dikkati diğer ülkelere
yoğunlaşmış durumda ve bu nedenle Irak’taki sorunlar pek gündeme gelemiyor. Böyle bir
ortamda, Özcan’a göre, hem Haşimi krizinin
hem de Irak içi gerilimlerin derinleşme ihtimali çok yüksek.
Bu önemli paneli merak edenler, aşağıdaki linke yüklenen videodan izleyebilirler:
http://bisav.org.tr/merkez.aspx?module=panelayrinti&menuID=6_6&merkezid=
6&panelid=49&icerikid=21
MART-NİSAN 2012
13
KİTAP-MAKALE SUNUMLARI
17 Mart 2012
İncirlik Üssü:
ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye
Selin M. Bölme
Değerlendirme: Harun Küçükaladağlı
Selin Bölme, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans eğitimi aldı. Aynı
üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde İsrail dış politikası üzerine yüksek lisans yaptı.
Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı’nda “ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye:
Kuruluşundan Bugüne İncirlik Üssü” başlıklı tez ile doktorasını tamamladı. Kuruluşundan bu yana
SETA’da araştırmacı olarak çalışıyor.
14 KAM E-BÜLTEN 4
“Ortadoğu krizlerindeki misyonu
ve ABD’nin geniş imtiyazları
sebebiyle İncirlik, Amerikan
karşıtlığının sembolü oldu”
K
üresel Araştırmalar Merkezi’nin uzun bir aradan sonra yeniden başlattığı “Kitap-Makale Sunumları” programında
SETA araştırmacılarından Dr. Selin Bölme ile
İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye
(İletişim, 2012) başlıklı kitabı üzerine konuştuk.
“İncirlik Üssü hakkında
çokça konuşulup yazılsa da
hiçbir akademik çalışma
yoktu”
Bölme ilk olarak kitabın ortaya çıkış sürecini katılımcılarla paylaştı. Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı’nda
hazırladığı “ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye:
Kuruluşundan Bugüne İncirlik Üssü” başlıklı
doktora tezinin kısaltılmış hali olan bu kitabın
macerası, doktora sürecinin macerası ile büyük
ölçüde aynı. Tez konusuna karar verme süreciy-
le başlayan bu macera, yazara Türkiye ve Amerika’daki arşivlerde yaptığı taramalar sırasında
karşılaştığı zorluklar, tez yazım ve savunma
sürecinde ve nihayet kitaplaşma döneminde
yaşadıklarıyla farklı bir deneyim kazandırmış.
Tez konusunu belirlerken popüler konulardan
uzak durmaya çalışan Bölme, siyasi tarihi kendine çalışma alanı olarak belirlemiş; daha özelde ise hakkında çokça konuşulan ve yazılan
ancak hiçbir akademik çalışma bulunmayan
İncirlik Üssü’nü seçmiş. Ancak bu kendisi için
bir dezavantaja dönüşmüş ve kaynak bulmada
sorunlar yaşamış. Türkiye’de Dışişleri Bakanlığının arşivleri kapalı olduğu için konuyla ilgili
yazışmalara ulaşamayan yazar, ABD’deki Ulusal Arşivin büyük ölçüde açık olması sayesinde
tezinde önemli bir boşluğu doldurabilmiş. Buradaki belgeler sadece Amerikan makamlarının kendi iç yazışmalarını değil, Türk makamları tarafından gönderilen karşı yazışmaları ve
elçilik raporlarını da içerdiği için Türkiye’de
ulaşamadığı bazı belgelere ABD’de ulaşarak
önemli ayrıntılar yakalayabilmiş.
“Amerikan üsleri, sadece
stratejik ve askerî
değil, siyasi rolüyle de
bulundukları bölgelerde
etkili”
Bölme sunumunun devamında kitabın temel
tezi olan Amerikan üslerinin sadece stratejik ve
MART-NİSAN 2012
15
askerî güvenlik amacıyla değil, süreç içinde değişen siyasi rolüyle de bulundukları bölgelerde
etkili olduğu, İncirlik Üssü’nün de Türkiye’deki
Amerikan karşıtlığının bir sembolü haline gelip
dış politika tartışmalarında önemli bir faktör
“İncirlik, hukuki statüsü
itibarıyla bir Amerikan üssü
değil, Türkiye’ye ait bir
üstür”
olduğu iddiasını tartışmaya açtı. Tezinin teorik
Buradan İncirlik Üssü’ne geçen Bölme, ön-
kısmını Robert W. Cox’un “hegemonya” kavra-
celikle üssün hukuki statüsünü açıklığa kavuş-
mı çerçevesinde yazdığını belirten Bölme, bu
turdu. Bugünkü statüsüyle İncirlik’in NATO
tercihini de şu şekilde açıkladı: “Askerî üslerin
savunma planları kapsamında, ABD ile imzala-
varlık sebebi, literatürde genel olarak realist ve
nan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması
jeopolitik teoriler üzerinden açıklanıyor. Ancak
(SEİA) ile belirlenen koşullar çerçevesinde, BM
dünya egemenliğini elde etmenin belli bölge-
ve NATO amaçlarına uygun olarak ABD’nin
lere hâkim olmaktan geçtiği formülü üzerine
kullanımına tahsis edilmiş Türk Silahlı Kuv-
kurulu olan bu teoriler, davranışın kendisini
vetlerine ait bir hava üssü olduğunu belirtti.
tarif ederken nedenini açıklamıyor. Devletle-
Bölme üssün statüsünü şu şekilde özetledi:
rarası ilişkiler askerî stratejilere indirgenirken,
“Başlangıçta, Türkiye’nin NATO’ya üye olmak
bu yolla kurulan hâkimiyet ise sorgulanmıyor.
için yoğun bir çaba gösterdiği dönemde kuru-
Cox’un yaklaşımı ile bu zaaf aşılarak askerî üs-
lan İncirlik Üssü, örgüt üyeliğine paralel olarak
ler sadece askerî stratejinin bir parçası olarak
NATO amaçları doğrultusunda ABD’nin kulla-
değil, ABD’nin dünya üzerindeki hegemonyası-
nımına açıldı. O dönemdeki anlaşmalara göre
nı taşıyan ve yürüten kurumsal yapılardan biri
1954’te Türk Silahlı Kuvvetlerine devrinden
olarak değerlendirebilir.”
itibaren İncirlik, Türkiye’ye ait bir üstü ve hiç-
16 KAM E-BÜLTEN 4
bir zaman hukuki statüsü itibarıyla bir Amerikan üssü olmadı. Ancak Soğuk Savaş’ın ilk
yıllarında Türkiye’nin yaşadığı Sovyet korkusu
ve Batı ittifakı tarafından kabul görme arzusu,
üssün Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmaları zorlayan bir biçimde kullanılmasını beraberinde getirdi. Öyle ki Soğuk Savaş boyunca
istihbarat ve eğitim dışında hiçbir NATO faaliyetinde kullanılmayan üs, ABD’nin Ortadoğu
sebebiyle dönemin en çok tepki çeken üssü haline geldi ve Türkiye’deki Amerikan karşıtlığının da sembollerinden biri oldu.
“İran meselesinde ABD
İncirlik’i kullanmak isterse
Türkiye ile karşı karşıya
gelebilir”
krizlerine müdahaleleri ile özdeşleşti. Örneğin
Selin Bölme’nin sunumunun ardından
İncirlik, 1958’deki iç savaş sırasında Lübnan’ın
dinleyicilerden gelen sorularla konu daha da
bombalanmasında, 1970’teki Kara Eylül olayla-
derinlemesine tartışmaya açıldı. Bir soru üze-
rında Ürdün’e silah sevkiyatında, 1967 ve 1973
rine Bölme, bugün ABD’nin kullandığı dün-
Arap-İsrail savaşlarında acil inişlerde, İran
yadaki en büyük on üç üs arasında yer alan
Devrimi’nde Amerikan vatandaşlarının ülke-
İncirlik’in yakın gelecekte de önemini koruya-
den çıkarılmasında kullanıldı. ABD’nin sahip
cağını söyledi. Zira Bölme’ye göre Orta Asya
olduğu geniş imtiyazlar ve Türkiye’nin sınırlı
ve Ortadoğu’da Amerikan kuvvetlerine açık en
kontrolü İncirlik’in Amerikan üssü olarak ni-
büyük hava üssü olan İncirlik, Afganistan ve
telendirilmesine yol açtı.”
Irak işgalinin yanı sıra “Arap Baharı” ile ortaya
1960’larla birlikte Amerikan üslerinin dünya çapında sorgulanmaya başlandığını belirten
çıkan istikrarsızlık ortamında önemini korumaya devam ediyor.
yazar, bunun sebeplerini de şu şekilde sıraladı:
Üssün Türk-Amerikan ilişkilerine etki-
(i) Üslerin bulunduğu ülkelerde genel bir ikti-
si konusundaki bir soruyu Bölme’nin verdiği
sadi toparlanmanın yaşanması ve ABD’nin ha-
cevap da önemliydi: “Bölgede yaşanan son
miliğine ihtiyacın azalması, (ii) Amerikan as-
olaylarda Türkiye ile ABD’nin izledikleri po-
kerlerinin bulundukları ülkelerde karıştıkları
litikaların uyumlu olması nedeniyle şimdilik
adli olaylar nedeniyle kamuoylarında ciddi bir
ciddi bir karşı karşıya gelme durumu söz ko-
öfkenin birikmesi, (iii) Vietnam Savaşı ile bir-
nusu değil. Ancak önümüzdeki dönemde böl-
likte Amerikan politikalarının sorgulanmaya
gedeki istikrarsız yapının devam etmesi du-
başlanması, (iv) dünyada sol akımların yükse-
rumunda, özellikle de İran meselesinde, ABD
lişe geçmesi, egemenlik ve özgürlük söylemle-
İncirlik’i kullanmak isteyebilir ki bu durumda
rinin dünya kamuoyunda destek bulması. İşte
tıpkı 2003’teki Irak müdahalesi sırasında ol-
bu sebeplerle yükselen Amerikan karşıtlığı,
Bölme’ye göre, ABD’nin hegemonyasının sembolü olan üslere de yöneldi. Türkiye’deki İncirlik, gerek Ortadoğu krizlerindeki misyonu
gerekse ABD’nin sahip olduğu geniş imtiyazlar
duğu gibi Türkiye ile karşı karşıya gelebilir.”
Program dinleyicilerden çalışmanın teorik
zemini, üssün hukuki statüsü, “Arap Baharı”
ve ABD’nin Ortadoğu politikası üzerine gelen
sorular ve katkılarla sona erdi.
MART-NİSAN 2012
17
AVRASYA KONUŞMALARI - 4
28 Mart 2012
Rusya Seçimleri:
Putinli Yıllara Devam
İlyas Kamalov • Vügar İmanov
Muzaffer Şenel
Değerlendirme: Abdullah Ayasun
18 KAM E-BÜLTEN 4
İlyas Kamalov SSCB’de doğdu.
2001’de Marmara Üniversitesi
Tarih Bölümü’nde lisansını, 2003’te
“Altın Orda-İlhanlı Münasebetleri”
başlıklı tezle yüksek lisansını ve
2008’de “Altın Orda ve Rusya:
Rusya Üzerindeki Türk-Tatar
Etkisi” başlıklı tezle doktorasını
tamamladı. 2012’de doçent
oldu. Çok iyi derecede Rusça,
Türkçe ve İngilizcenin yanı sıra
orta derecede Farsça bilen Tatar
uyruklu Kamalov, 2004-2008
yılları arasında Avrasya Stratejik
Araştırmalar Merkezi (ASAM)’nde
Rusya-Ukrayna Masasında görev
aldı. 2009’dan bu yana Türk Tarih
Kurumu’nda uzman ve Ortadoğu
Stratejik Araştırmaları Merkezi
(ORSAM)’nde danışman olarak
görev yapıyor. Yayınlanmış bazı
kitapları şunlardır: Moğolların
Kafkasya Politikası (Kaknüs
Yayınları, 2003), Putin’in Rusya’sı:
KGB’den Devlet Başkanlığı’na
(Kaknüs Yayınları, 2004), Avrasya
Fatihi Tatarlar (Kaknüs Yayınları,
2007), Moskova’nın Rövanşı: Putin
Dönemi Rus Dış Politikası (Yeditepe
Yayınları, 2008), Altın Orda ve
Rusya: Rusya Üzerindeki TürkTatar Etkisi (Ötüken Yayınları,
2009), Avrasya Türkologları
Sözlüğü. I. Cilt - I. Kitap: Rusya
Türkologları (A. Kolesnikov ile
birlikte, TTK Yayınları, 2011).
Vügar İmanov Azerbaycan’da
doğdu. Lisansını İstanbul
Üniversitesi Tarih Bölümü’nde,
yüksek lisansını Boğaziçi
Üniversitesi Tarih Bölümü’nde ve
doktorasını Marmara Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde
tamamladı. Hâlihazırda İstanbul
Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
öğretim üyesidir. Ali Merdan
Topçubaşı (1865-1934) (Boğaziçi
Üniversitesi, 2003), AzerbaycanOsmanlı İlişkileri (1918) (Boğaziçi
Üniversitesi, 2006) ve Avrasyacılık:
Rusya’nın Kimlik Arayışı (Küre,
2008) adlı üç telif kitabının yanı
sıra, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı
Yaklaşım (Küre, 6. baskı, 2010) ve
Avrupa ve Beşeriyet (Küre, 2012)
başlıklı Rusçadan tercüme iki
kitabı bulunuyor.
Muzaffer Şenel Afyon’da
doğdu. Lisansını KKTC Yakın
Doğu Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nde burslu
olarak tamamladı. Yüksek lisans
derecesini Marmara Üniversitesi
Avrupa Topluluğu Enstitüsü’nden
“European Union Politics towards
the Middle East since 1980” başlıklı
teziyle aldı. Kocaeli Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü ve
Marmara Üniversitesi Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nde araştırma görevlisi
olarak çalıştı. Macaristan, Polonya
ve İngiltere’de misafir araştırmacı
olarak bulundu. Hâlihazırda
İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nde olup Modern
Türkiye Çalışmaları Merkezi’nin
de müdür yardımcılığını
yürütüyor. Anlayış dergisinde
AB, Türk dış politikası ve
Kıbrıs üzerine yazılar kaleme
alan Şenel’in çeşitli kitap ve
dergilerde yayınlanmış makaleleri
bulunuyor. Sadık Ünay ile birlikte
derledikleri Global Orders
and Civilizations: Perspectives
from History, Philosophy and
International Relations (Nova
Science Publications, 2009)
ve Mesut Özcan ile birlikte
derledikleri Modernite ve Dünya
Düzen(ler)i (Klasik Yayınları, 2010)
adlı iki kitap çalışması mevcut. MART-NİSAN 2012
19
“Post-emperyal sendrom
yaşayan Rusya, Putin’le siyasi
birliğini, iktisadi kalkınmasını ve
uluslararası güç konsolidasyonu
sağlamak istiyor”
etkilerini tartışmaya açtı. Bu bağlamda Avrasyacılık üzerine yaptığı çalışmalarından tanıdığımız İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim
Üyesi Dr. Vügar İmanov, Türk Tarih Kurumu
4
Uzmanı ve ORSAM Avrasya Danışmanı Doç.
Dr. İlyas Kamalov ve son seçimleri AGİT gözlemcisi olarak yerinde takip eden İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nden Muzaffer Şenel konuyla
ilgili bilgilerini ve gözlemlerini bizimle paylaştılar.
Mart’ta yapılan devlet başkan-
lığı seçimlerinin, Soğuk Savaş’ın üzerinden
yirmi yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen
post-emperyal sendromu henüz üzerinden
atamayan eski süper güç Rusya için normal
“Seçimin galibi önceden
belliydi; Putin’in karşısında
ciddi bir alternatif yoktu”
bir seçimden daha fazla anlam içerdiği söyle-
SSCB’nin yıkılmasından bu yana Rusya’da
nebilir. Hele de küresel ekonomik krizin et-
altıncı devlet başkanlığı seçiminin yapıldığını
kisiyle dünyada ve “Arap Baharı” ile birlikte
ifade eden İlyas Kamalov, öncelikle bunların
Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı, buna
ortak özelliklerini değerlendirdi: (i) Seçim so-
mukabil Rusya’nın uluslararası sistemdeki konumunu güçlendirmeye çalıştığı bir dönemde.
nuçlarının önceden belli olması (İkinci tura
kalan 1996 seçimleri tek istisnadır), (ii) katılı-
“Avrasya Konuşmaları” toplantı dizisinin
mın genelde %65-70 civarında seyretmesi (Tek
dördüncüsünde Küresel Araştırmalar Mer-
istisnası, SSCB yıkıldıktan sonra halkın ilk
kezi, böylesi bir ortamda yapılan devlet baş-
defa seçme ve seçilme hakkını kullanması ne-
kanlığı seçimlerini, bunun Rusya’nın iç ve dış
deniyle çok büyük ilgi gösterdiği 1991 seçimle-
politikası ile Türk-Rus ilişkilerine muhtemel
ridir), (iii) genelde aynı isimlerin aday olması
20 KAM E-BÜLTEN 4
ve siyasetin aynı kişiler etrafında dönmesi, (iv)
seçimlere gittikçe daha az sayıda adayın katılması (2000 seçimlerine on bir aday katılırken
2012 seçimlerinde sadece beş aday yarıştı).
Kamalov’a göre, 2012 seçimlerinin galibi
önceden belliydi. Zira Putin’in karşısında ciddi bir alternatif yoktu. Adaylardan Adil Rusya
Partisi lideri Sergey Mironov, Kremlin’e yakın
bir isim; Putin, eğer partisi Birleşik Rusya ile
başarısız olsaydı bu partiye geçecekti. Aşırı
milliyetçi ve Türk karşıtı duruşuyla bilinen ve
zaman zaman Türklerin Sibirya’ya sürülmesinden dem vuran Liberal Demokratik Parti
lideri Vladimir Jirinovski de Kremlin’e yakın
bir isim ve parlamento çalışmalarında genel
olarak Putin’in partisini destekliyor. SSCB
yıkılınca hızla zenginleşen bir oligark olan
bağımsız aday Mikhail Prokhorov ise rejime
itaatkârıyla bilinen bir isim; Putin’e rakipliği
söz konusu olmadığı gibi onu Kremlin’in aday
gösterttiği söyleniyor. Putin karşısındaki tek
muhalif aday Komünist Parti lideri Gennadi
Zyuganov’du; ancak %17’lik oy oranıyla yarışı
kazanabilmesi zaten mümkün değildi.
“Putin’in oy oranı
Çeçenistan’da %99,76,
İnguşetya’da %91,
Moskova’da ise %46 idi”
Kamalov seçimin dikkat çekici bir başka
sonucuna da değindi. Rusya Federasyonu’na
bağlı cumhuriyetlerde hem seçime katılım oranının hem de Putin’e verilen oyların yüksekliği. Mesela seçime katılım oranı Çeçenistan ve
Başkurdistan’da %95’lerde iken Moskova’da
%50’nin altına indi. Yine Putin geçerli oyların Çeçenistan’da %99,76’sını, İnguşetya’da
%91’ini, Tataristan’da %82’sini, Moskova’da ise
%46’sını aldı. Kamalov’a göre bunun iki temel
nedeni var: (i) Bu bölgelerde seçime katılımın
zorunlu olması, (ii) oranların düşük olması
halinde Kremlin tarafından cezalandırılma
korkusu.
“Putin, halkın gözünde
hâlâ bir kurtarıcı, ülkeyi
parçalanmaktan kurtaran
karizmatik bir lider”
MART-NİSAN 2012
21
Kamalov’a göre, Putin’e oy verilmesinin te-
de gerilimlere yol açacak çeşitli adımlar atabilir.
mel sebebi, insanların Yeltsin dönemine tekrar
Özellikle okullarda din eğitimi meselesi Mos-
dönmek istememesi. Putin, halkın gözünde
kova ile ona bağlı cumhuriyetleri, Hıristiyanlar
hâlâ bir kurtarıcı, ülkeyi parçalanmaktan kur-
ile Müslümanları karşı karşıya getirebilir.
taran karizmatik bir lider. Popülerliğinin ve
başarısının ardında onun döneminde maaşların düzgün ödenmesi, işsizlik sorunun kısmen
çözülmesi, cumhuriyetlerin merkeze bağlılığının artırılması, dış borçların ödenmesi ve
daha bağımsız bir dış politika takip edilmesi
bulunuyor.
“Protestolar Putin’in artık
dokunulmaz olmadığını
gösterdi”
“Putin sadece ‘halkın adamı’
değil, güvenlik bürokrasi
ve elitin de temsilcisi
konumunda”
Vügar İmanov da benzer şekilde Rusya’da
zengin bir demokrasi deneyimi ve pratiğinden
söz edilemeyeceğini belirtti ve Putin’in seçim
başarısının sebeplerini sıraladı: (i) Alternatifsizliği, (ii) seçim kampanyasını “halkın adamı” imajı üzerine kurması, (iii) sadece halkın
Devlet başkanlığı seçimleri öncesi başlayan
adamı değil, aynı zamanda Rusya’da güvenlik
ve “Acaba ‘Arap Baharı’ kuzeye doğru kayıyor
bürokrasi ve eliti olarak adlandırılan bir züm-
mu?” sorusunu akla getiren protesto gösterile-
renin, yani derin devletin de temsilcisi konu-
rine gelince, Kamalov bunun çok kısa sürdüğünü, ancak gösterilerle birlikte Putin’in artık
dokunulmaz olmadığının anlaşıldığını belirtti.
Yeni dönemde Putin’in muhaliflerin görüşlerine daha çok önem vereceği beklentisini dile
getirdi.
Seçim süreciyle ilgili bu değerlendirmelerin
munda olması, (iv) kamu imkânlarından sonuna kadar faydalanması, (v) genelde devlet
kontrolünde olan medyanın Putin’in başarılarını merkeze alması. İmanov, Müslümanların
yoğun olarak yaşadıkları Kafkas Cumhuriyetlerinde Putin’in çok yüksek oranda oy almasının Rusya’daki siyasi sistemden kaynaklan-
ardından Kamalov, Putin’in yeni dönemde nasıl
dığını vurguladı: “Cumhuriyet ekonomileri
bir iç politika izleyebileceğine dair öngörülerini
merkezî bütçe ile eklemlenmiş durumda ve
de paylaştı. Buna göre, (i) Yeltsin döneminde
federal bütçeden pay alıyorlar. Pastadan alınan
Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetlere ve-
pay, merkezle olan ilişkinin rengine ve seyrine
rilen hakları 2000’li yıllarda geri almaya başla-
göre değişebiliyor. İşte bu durum, bir sonraki
yan Putin, merkeziyetçi politikasını sürdürecek.
dönemde iktidara gelme ihtimali yüksek olan
(ii) Seçim öncesi vaatlerine paralel olarak eko-
bir adayın neden desteklendiğini açıklıyor.”
nomiyi düzeltmeye çalışacak; ancak bu konudaki başarısı tamamen enerji fiyatlarının seyrine bağlı. (iii) Seçim sürecindeki protestoları da
dikkate alarak demokratikleşme yolunda sınırlı
“Medvedev artık tükendi,
elit içinde etkisi kalmadı”
da olsa bazı adımlar atacak, daha özgür medya
Putin ile Medvedev arasında halef-selef
ve barajın düşürülmesi gibi. (iv) Din meselesin-
ilişkisi olsa da İmanov’a göre bir önceki dö-
22 KAM E-BÜLTEN 4
neme Medvedev dönemi denemez; zira ipler
İmanov, Putin’in seçim kampanyasında ge-
Devlet Başkanı Medvedev’in değil, tamamen
liştirdiği söyleme de dikkat çekti. Buna göre,
Başbakan Putin’in elindeydi. İmanov, Rusya’da
sürekli 1990’lar ile 2000’leri kıyaslayarak,
kişiler değişse de sistemi dönüştüremedikleri
kendisinin Rusya’yı batmaktan kurtardığını
görüşünde. Medvedev’in artık tükendiğini, elit
ileri sürdü. Son dönemde belirginleşen iktisa-
içinde etkisi kalmadığını, başbakan olsa bile
di meselelere temas etmek yerine dış politika
etkin pozisyonda olamayacağını düşünüyor.
ağırlıklı bir söylem geliştiren Putin, Rusya’ya
İmanov’a göre yeni dönemde Putin’i bekleyen birçok mesele var: tıkanmış olan iktisadi yapı, sistemik bir sorun haline dönüşen
yolsuzluk, zengin-fakir uçurumunun artması,
işsizlikle mücadele, cumhuriyetlerle siyasi entegrasyon ve konsolidasyonun sağlanması, demokratik reformların yapılması, sivil toplumun
beklentilerinin bir ölçüde karşılanması, hızla
yaşlanan nüfus, Slav olmayan nüfusun artması,
aşırı milliyetçiliğin yükselişi, eğitimli nüfusun
Rusya’yı terk etmesi yani beyin göçü vs.
“Putin, yakın çevresinden
kurtulmadığı takdirde
reformların başarıya
ulaşması çok zor”
eski ihtişamını geri kazandırma vaadinde bulundu. Bu bağlamda seçim kampanyasında
uluslararası arenada söz sahibi bir Rusya söylemi merkezî bir yer tutarken Avrasya Birliği
ise sunulan diğer önemli vaatlerdendi.
Rusya 2000’lerde Kazakistan ve Beyaz
Rusya’nın katılımıyla Avrasya Birliğine giden
yolda önemli bir aşama olarak telakki ettiği “gümrük birliği” projesini hayata geçirdi.
Yakın çevrede güçlendikten sonra Sovyetler
Birliği’ni canlandırma ve böylece uluslararası
alanda daha fazla söz sahibi olma hayali kuran Rusya’nın asıl amacı, Ukrayna’yı bu birliğe
dâhil etmek ve böylece bu ülkenin AB ile ilişkisini zayıflatmak. İmanov’a göre Putin, Avrasya
Birliği projesini 2018 sonrası iktidarda kalmak
MART-NİSAN 2012
23
için kullanıyor. İlyas Kamalov ise bu projeyi
gerçekçi bulmuyor. Rus politik mekanizmasında sistemik düzeyde bir dönüşüm ve siyasal
kadrolarda bir yenilenme olmadığı müddetçe
“Rusya’da yeni yeni serpilen
bir sivil toplumdan söz
etmek mümkün”
Putin’in planlarının gerçekleşmeyeceği iddia-
Şenel’e göre Rusya’da yeni yeni serpilen bir
sında. Kamalov’a göre Putin tarihî bir açmaz-
sivil toplumdan söz etmek mümkün. Nitekim
la karşı karşıya; çevresindeki yakın daireden
seçim öncesi ve sonrası, pek alışık olmadığı-
radikal bir kararla kurtulmadığı takdirde, re-
mız protesto gösterilerine katılımın nispeten
formların başarıya ulaşması oldukça zor.
büyüklüğü bunu kanıtlıyor. Bu gösterilere
katılan kesimlerin ortak özellikleri irdelendi-
“Oy kullanımında problem
yoktu; asıl mesele oyları
kimlerin, ne şekilde
saydığıydı”
İlk defa 2011’deki parlamento seçimlerinde
AGİT gözlemcilerine kapılarını açan Rusya’ya
2012 başkanlık seçimlerinde gözlemci olarak
giden Muzaffer Şenel, konuşmasının başında
Rusya’nın dünya topraklarının yedide birini
kapsayan devasa bir coğrafyaya sahip olduğunu
ve 143 milyon nüfuslu ülkede 110 milyon kayıtlı
seçmen bulunduğunu hatırlattı. Seçim usulsüzlüğü iddiaları hakkında Şenel özetle şunu söyledi: “Oy kullanımında problem olduğunu zannetmiyorum, asıl mesele oyları kimlerin ve ne
şekilde saydığıydı. Bütün kamu kuruluşlarının
ve resmî unsurların Putin için mobilize edildiği
bir gerçek. Sandıklarda görevli 1 milyon kişinin
%80’i devlet memuruydu.”
Şenel’e göre, Putin’e oy verenlerin çoğu,
ğinde, Şenel’in işaret ettiği üzere, üniversite
mezunu, dünya ile entegre, yolsuzluk, nepotizm, muhalefetsizlik ve sistemin tıkanıklığı
karşısında hayal kırıklığına uğrayan yeni bir
muhalif nesil karşımıza çıkıyor. Ancak bu kesimin etkileri oldukça sınırlı ve siyasal anlamda
temsiliyeti zayıf.
“Rusya’yı içeride kontrollü
bir serbestiyet, dışarıda
ise daha sert bir politika
bekliyor”
Rusya’da halkın ve entelektüel kesimin de
nabzını tutan Şenel, yönelttiği “Önümüzdeki
dönemde Rusya’nın geleceğini neler belirleyecek?” sorusuna verilen cevaplardan hareketle
şunları söyledi: “Post-emperyal sendrom yaşayan Rusya, (i) uluslararası sistemde güç konsolidasyonunda stratejik bir birikim yapma
derdinde. (ii) Ekonomik kalkınma, yani hammadde ve enerji bağımlı ekonomiden know-
onun dağılmanın ve çöküşün eşiğinde olan
how eksenli bir ekonomiye geçiş şart (zira eski
ülkeyi yeniden ayağa kaldırdığı görüşünde.
yapı en fazla yirmi yıl daha sürebilir). (iii) Siya-
Yaşlılar ise çoğunlukla Komünist Parti’ye oy
si birliğin, iç güç konsolidasyonun sağlanması
veriyor; zira kapitalizme sorunlu geçiş, devlet
(Rusların deyimiyle, merkezde kendilerinin
himayesine ve desteğine alışkın yaşlı kesimin
olması, diğerlerinin ise ona “zincirlenecekle-
sosyoekonomik sorunlarını derinleştirmiş du-
ri” ve hiçbir şekilde Rusya’dan ayrılamayacak-
rumda.
ları bir duruma getirilmesi) isteniyor. İşte bu
24 KAM E-BÜLTEN 4
bakımlardan Putin halkın büyük desteğini
Ankara’yı yeni-Osmanlıcı bir politika izlemek-
kazanıyor. Ancak Putin’in bunları ne ölçüde
le suçluyor. Kamalov’a göre 2010 ve 2011 yılı
başarabileceği birer soru işareti. Yine de önü-
Türk-Rus ilişkileri açısından çok önemliydi.
müzdeki dönemde içeride daha liberal (kont-
Vizelerin kaldırılması, Mersin’e inşa edilecek
rollü bir serbestiyet), dışarıda ise daha sert bir
nükleer santral ihalesinin Ruslara verilmesi ve
politika bekliyor Rusya’yı diyebiliriz.”
“Rusya, Türkiye’nin Orta
Asya ve Kafkasya’daki
çok küçük bir adımını bile
kıskançlıkla karşılıyor”
Zamanın su gibi aktığı ve katılımcıların yoğun ilgisine mazhar olan bu toplantı, uzunca
bir soru-cevap faslıyla sona erdi. Bu kısımdan
özellikle Türkiye-Rusya ilişkilerine dair görüşleri aktarmakta fayda var. Kamalov, Türkiye ve
Rusya’nın, Ortadoğu ve Balkanlar’dan ziyade,
Orta Asya ve Kafkasya’da karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Ancak iki ülke farklı fikirlerini ve pozisyonlarını bir çatışmaya dönüştürmemeye özen gösteriyor. Mevcut statükonun
enerji konusunda birçok ortak projenin hayata
geçirilmesiyle ilişkilerde geri döndürülemez
adımlar atıldı. Bunlar mevcut birtakım problemleri ilişkilere zarar vermeden çözme isteğinin de birer işaretiydi.
İkili ilişkileri olumsuz etkileme ihtimali
bulunan Füze Kalkanı Krizi konusunda Kamalov, Türkiye’ye NATO radar üssü kurulmasının
Rusya’da tedirginlik ve rahatsız yarattığına, ancak Rus politikacıların Avrupa ve Amerika’yı
çok sert ifadelerle eleştirmelerine karşın,
Türkiye’ye yönelik böyle bir diplomatik dil
kullanmadıklarına dikkat çekti. Üssün Rusya
tarafından kendisine yönelik bir hamle olarak
yorumlandığını belirten Şenel ise bu konuda
ilginç bir ayrıntıyı dile getirdi: “Kürecik’teki
devamı muhtemel bir krizi önlüyor. Türkiye
radar üssü, NATO’nun Rusya ile imzaladığı
eğer ileride Orta Asya ve Kafkasya’da aktif bir
AKKA Antlaşması sınırları dışında kalıyor.
siyaset izlerse ilişkilerde gerginlik yaşanabilir.
Dolayısıyla Rusya’nın güç dengesinin bozul-
Zira Rusya, bu bölgelerde Türkiye’nin çok kü-
duğu argümanına karşı Batı, biz antlaşmaya
çük bir adımını bile kıskançlıkla karşılıyor ve
sadık kalarak bunu inşa ediyoruz diyor.”
MART-NİSAN 2012
25
AVRASYA KONUŞMALARI 5
10 Nisan 2012
“Arap Baharı” Sürecinde
Rusya’nın Ortadoğu Politikası
Aleksandr Sotniçenko
Değerlendirme: Özgür Dikmen
Aleksandr Sotniçenko, lisans eğitimini Petersburg Devlet Üniversitesi Doğu Çalışmaları Fakültesi’nde aldı. Aynı üniversitede “Osmanlı İmparatorluğu’nda Jeopolitik Mekânın Evrimi (18391908)” başlıklı doktora tezini 2003’te tamamladı. Hâlihazırda Petersburg Devlet Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Fakültesi mensubu olan Doç. Dr. Sotniçenko, aynı zamanda Çağdaş Ortadoğu
Araştırmaları Merkezi’nin müdür yardımcılığı görevini yürütüyor. Rus basınında sık sık yorumları
yayınlanan Sotniçenko’nun akademik ilgi alanları arasında Türkiye, Ortadoğu, Kafkaslar, Bizans ve
Osmanlı İmparatorluğu, Avrasyacılık, din ve siyaset, Hıristiyanlık ve İslam’da heterodoks akımlar
bulunuyor.
26 KAM E-BÜLTEN 4
“Rusya son günlerine kadar Esed rejimine
destek verecektir”
A
vrasya Konuşmalarının
beşincisinde Petersburg Devlet Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Fakültesi Öğretim Üyesi Türkolog Doç. Dr. Aleksandr Sotniçenko,
Rusya’nın “Arap Baharı”na bakışına dair bir
konuşma yaptı.
“Türkiye’de ve Ortadoğu’da
postmodern dönem
yaşanıyor; modern
ideolojiler ve liderler miadını
doldurdu”
Sotniçenko, Rus elitinin ve entelektüellerinin “Arap Baharı”na bakışını daha iyi ortaya
koyabilmek için konuşmasının başında üçlü
bir dönemlendirmeye başvurdu: (i) Batı etkisinin Rusya’ya henüz ulaşmadığı “modern öncesi dönem”; (ii) Aydınlanma ile başlayıp 20.
yüzyılın sonlarına dek süren ve liberalizm, komünizm ve milliyetçilik ideolojilerinin damgasını vurduğu “modern dönem” - ki 20. yüzyılın sonuna doğru komünizm ve milliyetçilik
etkisini yitirirken liberalizm hâlâ etkiliydi; (iii)
20. yüzyılın sonuyla başlayan ve mahiyetini
tam da bilemediğimiz “postmodern dönem” ki bu yeni süreç modernliğin ve liberalizmin
değerlerine sarsıcı bir etki yaptı. Sotniçenko
bu noktada dini örnek gösterdi. Modernleş-
meyle birlikte din ve gelenek baskı altında tutulurken postmodern dönemle birlikte dinin
yeniden gündeme geldiğini belirtti ve ekledi:
“Postmodernizm Tanrı’nın rövanşıdır; çünkü
modernite dini ortadan kaldırmak isterken
postmodernlik onu yeniden gündeme getirdi.”
Bu noktadan hareketle Türkiye’de ve Ortadoğu’da postmodern dönemin yaşandığını belirten Sotniçenko’ya göre, bu yeni dönem AK
Parti’nin iktidar olmasıyla 2002’de başladı ve bir
kırılma yaşandı. Zira önceki dönemde iktidara
gelen siyasi partiler ve aktörler oldukça modern
ve laik iken son on senedir Türkiye’de din, siyaset ve gelişme bir arada yaşanıyor. Ortadoğu’ya
gelince, “Arap Baharı”yla birlikte halkların karşı
çıktığı liderlerin 20. yüzyıldan kalma modern
liderler olduğunu belirten Sotniçenko, benimsedikleri sosyalist, milliyetçi ve pan-Arap
görüşlerin zaten 20. yüzyılın sonunda geçerliliğini yitirdiğini vurguladı. Bu sebeple “Arap
Baharı”nın postmodern dönem bağlamında
değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Yaşananların her ne kadar liberalleşme bağlamında modern bir yüzü olsa da sürecin postmodernliğini
dinin toplumsal düzlemde yeniden yükselişe
geçmesine bağladı.
“Yönetici elitin Batı’ya
yönelme çabasına Rus halkı
tepkili”
Bu girizgâhın ardından Rusya’daki iç dengeleri anlamamız için geriye dönük olarak sürece bakan Sotniçenko, komünizmin yıkılmasının akabinde özellikle 1991-94 döneminde
Rusya’da elitlerin ağırlıklı olarak liberalizmi
MART-NİSAN 2012
27
ve Batıcılığı benimsendiğini ve siyasal alanda
Batı’yla iyi ilişkilerin sürdürülmesini desteklediğini, ama Rus halkının Batıcılık düşüncesini sevmediğini ifade etti. Nitekim Rusya’daki
Levada Merkezi’nin yıllardır yaptığı kamuoyu
araştırmalarının 2011 sonucuna göre, halkın
%10’u ülkesini Avrupa’nın, %6’sı da Asya’nın
bir parçası olarak görüyor; %74’lük kesim ise
Rusya’yı ikisinden de bağımsız bir Avrasya ülkesi olarak kabul ediyor ve yeni liberal yapıyı
benimsemiyor. Sotniçenko işte bu durumu,
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda yönetici elitin Batı’ya yönelme çabasına karşı halkın tepkisiyle ortaya çıkan gerilime benzetti.
“Putin, Ortadoğu’dakiler
gibi, modern dönemden
kalma milliyetçi ve laik bir
lider”
Bu çerçeveden hareketle Sotniçenko “Arap
Baharı”na yönelik yönetici elitler bazında iki
farklı bakış açısı olduğunu belirtti: “Vladimir
Putin, modern dönemden kalma milliyetçi ve
laik bir lider; tıpkı Mısır ile Libya’nın devrik liderleri Hüsnü Mübarek ve Muammer Kaddafi
ile Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed gibi.
Mevcut Rus eliti de Putin’le benzer bir arka
28 KAM E-BÜLTEN 4
plana sahip. Diğer yanda liberal bir elit kadro
var; Dmitri Medvedev ve arkadaşlarının yüzü
tamamen Avrupa’ya dönük. Bu kesim ‘Arap
Baharı’nın etkilerinin Rusya’ya da sıçrayabileceğinden ciddi bir şekilde endişe ediyor. Ama
bu vesileyle ilk kez yüzlerini Ortadoğu’ya çevirmiş durumdalar.” Öte yandan Sotniçenko
1991-94 döneminde etkin konumda olan liberal elitin Arap Devrimlerini desteklediğine,
ancak İslamcı bir devrimi değil, tıpkı Gürcistan ve Ukrayna’daki gibi, liberal bir “turuncu
devrim”i savunduğuna dikkat çekti.
“Rusya, Amerikan
birliklerinin Suriye’ye
mevzilenmesinden
kaygılanıyor”
Mısır’daki olaylar sırasında tarafsız bir
politika izleyen Rusya’nın, Libya konusunda
BM’deki oylamada veto yerine çekimser kalmayı tercih ederek bu ülkeyle ulaşımdan silah
ticaretine ve petrol ve doğalgaz yatırımlarına
kadar birçok alanda yürütülen milyar dolarlık
projeleri kaybettiğine ve şu anda Libya pazarından tamamen dışlandığına dikkat çekti.
Libya’daki gelişmelerden ders çıkaran Rusya
açısından Suriye’nin daha da özel bir konumda
olduğunu hatırlattı. Buna göre Rusya’nın Soğuk Savaş yıllarından beri Suriye’yle oldukça
iyi ilişkileri var; Ortadoğu’daki en büyük diplomatik temsilciliği Şam’da; bu ülkede bir de
donanma üssü bulunuyor. Ayrıca Suriye silah
ticareti açısından da Rusya için önemli bir kazanç kapısı. Asıl kaygı ise Libya’dakine benzer
bir müdahaleyle Amerikan ordusunun -Irak’ın
ardından- Suriye’ye girmesi ki bu, rakibi
ABD’nin Rusya’ya daha da yakın bir noktaya
mevzilenmesi anlamına gelecektir.
“Baas rejimi artık sona geldi;
ancak Suriye’yi büyük bir iç
savaş bekliyor”
Esed’in iktidarda son zamanlarını yaşadığını düşünen Sotniçenko, bunu 20. yüzyılda kalmış ve artık miadını doldurmuş bir ideolojik
yapıya mensup olmasına bağladı. Suriye’deki
mevcut rejimin belli bir ölçüde istikrar sağladığını düşünen Sotniçenko, bunu rejime alternatif teşkil edecek güçlü bir muhalefetin, ciddi
bir organizasyonel yapılanmanın olmamasına
bağladı. Yine de rejimin artık sona geldiğini ve
bundan sonra büyük bir iç savaşın çıkacağını
öngörüyor Sotniçenko. Çünkü ülkede mezhepsel bölünmeler çok derin. Özellikle SünniNusayri ayrımı ülkede oldukça etkili. %10’luk
Hıristiyan nüfus da Sünnilerden korktuğu için
ekseriyetle rejimi destekliyor. Ayrıca çoğunluğu oluşturan Sünni gruplar da kendi içlerinde
bölünmüş durumda. Öte yandan Kürtler rejimin devrilmesinden sonra Irak’taki Kürtler
gibi bağımsızlık isteyebilir. Bu haliyle Suriye’de
şartlar, Libya ve Mısır’a kıyasla, iç savaş için çok
daha müsait.
Sotniçenko, Rusya’nın son günlerine kadar
Esed rejimine destek olacağını, bir iç savaş halinde muhalifleri desteklemeyeceğini düşünüyor. Ancak uzun yıllardır yakın temas halinde
olduğu Ortodoks Hıristiyanlara yakın duracağını öngörüyor ki ona göre bu, nüfuslarının
azlığı (%6) nedeniyle iyi bir siyaset olmayabi-
lir. Öte yandan Sotniçenko bir iç savaş halinde
Ortodoks Hıristiyanların Rusya’ya göç edeceği
beklentisini de dile getirdi.
Türkiye-Suriye ilişkilerine gelince Sotniçenko, olayların başladığı döneme kadar komşularla sıfır sorun siyasetinin oldukça iyi ilerlediğini, ancak hâlihazırda Türkiye’nin yanlış
bir konumda olduğunu ve bundan da zararlı
çıkabileceğini öngörüyor. Türkiye’nin sınırına
gelen mültecilerin sayısı şu anda 25.000’i bulsa
da bir iç savaş durumunda bu rakamın milyonlara ulaşabileceğini ve bunun Türkiye için
büyük bir problem teşkil edeceğini düşünüyor.
“Rejimin yeni bir ideoloji
ortaya koymaması halinde
Rusya’yı ‘turuncu devrim’
bekliyor”
Son olarak Sotniçenko “Arap Baharı”nın
Rusya’ya muhtemel yansımalarını da değerlendirdi. Buna göre, Rusya’da rejimin alan
açmaması halinde muhalif elit -tıpkı Arap
Dünyası’nda olduğu gibi- orta veya uzun vadede bir devrime, “turuncu devrim”e, mutlaka
ama mutlaka öncülük edecektir. Bu noktada
Putin’in köklü bir reform yapıp yapamayacağı, daha da önemlisi yeni bir ideoloji ortaya koyup koymayacağı oldukça önemli. Zira
1994 sonrası dönem, belli bir görüş etrafında
şekillenmeyen, herhangi bir siyaset felsefesine dayanmayan ideolojisiz bir dönemdi ki bu
artık sürdürülebilir değil. Bunu başarabilmesi
için ise Putin’in etrafındaki yolsuzluktan beslenen istihbaratçı geçmişe sahip oligarkları saf
dışı bırakması gerekiyor ki bu kesinlikle kolay
değil. Aksi bir durumda ülkedeki liberal ve
milliyetçi kanat “turuncu devrim”le iktidara
gelecek ve bu, Rusya’yı paramparça edecektir.
Öte yandan Sotniçenko’ya göre, -bazılarının
Putin’in yeni ideolojik ve siyasi projesi olarak
gördüğü- Avrasyacılık, bir düşünce, bir söylem
olarak var olsa da fiiliyatta bu yönde herhangi
bir ciddi adım atılmış değil.
MART-NİSAN 2012
29
KİTAP-MAKALE SUNUMLARI
11 Nisan 2012
Targeted Sanctions
in the 21st Century:
Challenges and Opportunities
Francesco Giumelli
Değerlendirme: Kadir Temiz
Francesco Giumelli, İtalya’daki Avrupa Üniversitesi Enstitüsü’nde Jean Monnet Kürsüsü öğretim
üyesi ve Prag Metropolitan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Çalışmaları’nda yardımcı
doçenttir. Giumelli, Floransa Üniversitesi Siyaset Bilimi’nde “Coercing, Constraining and Signaling:
Explaining UN and EU Sanctions after the Cold War” başlıklı teziyle 2009 yılında doktorasını
tamamladı ve geçtiğimiz yıl bu çalışmasını kitaplaştırdı. Yaptırımlarla ilgili çeşitli yayınlarının
yanı sıra BM Yaptırımlar Konsorsiyumu ile ortak çalışmalar yaptı. 2008’de Avrupa Güvenlik ve
Dış Politika Çalışmaları kapsamında Compagnia di San Paolo tarafından burs ile ödüllendirildi
ve Notre Dame Üniversitesi Kroc Uluslararası Barış Çalışmaları Enstitüsü’nde misafir araştırmacı
olarak bulundu.
30 KAM E-BÜLTEN 4
“Bir müdahale yöntemi olarak
yaptırımlar diplomasi, ekonomik
teşvik ve kuvvet kullanımıyla beraber
fayda üretebilir”
gibi ülkeler üzerinden yaptırımların uluslararası siyasetin gündemine geldiğini belirtti.
Buna rağmen yaptırımların amaçları, hedefleri
N
isan ayında gerçekleştirdiğimiz “Kitap-Makale Sunumları”nda Prag
Metropolitan Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard.
Doç. Francesco Giumelli, Soğuk Savaş sonrası
dönemden günümüze hedefli yaptırımların teorik ve pratik boyutlarını tartıştı. Giumelli’nin
Coercing, Constraining and Signalling: Explaining UN and EU Sanctions after the Cold
War (ECPR Press, 2011) başlıklı kitabında
ele aldığı konuyu daha çok pratik örneklerle
açıklamaya çalıştığı sunumunun ana teması,
1990’lı yıllardan sonra yaptırımlardaki hedefin daha net ve belirli hale getirilerek etkisinin
artırılmış olmasıydı.
“1990’lardan sonra
yaptırımların hedefi daha
net hale getirilerek etkisi
arttırıldı”
ve etkilerine dair önemli bir bilgi eksikliğinin
olduğuna dikkat çeken Giumelli, kendi çalışmasının tam da böyle bir bilgi eksikliğini giderme amacı taşıdığını vurguladı. Giumelli’ye
göre yaptırımlar uluslararası hukuk ve siyaset
ile ilgili bir konu olduğu için uluslararası sistemin değişen yapısı ile beraber yaptırımların
tanımı, uygulanması ve etkisi de değişikliğe
uğruyor. Bundan yirmi yıl önce yaptırımlar
konusunu ele alırken daha fazla kuvvet kullanımı ve Soğuk Savaş’ın getirdiği siyasi kutuplaşmanın ideolojik etkilerini de konuşmaktaydık. Ancak bugün yirmi yıl öncesinden daha
farklı ve karmaşık olayların etkilediği bir uluslararası sistem var. Uluslararası krizler de böylesi bir ortamda şekilleniyor. Krizlerin niteliği
değiştikçe uygulanan yaptırımların boyutu,
niteliği ve formu da değişiyor.
“Hasmın davranışını
değiştirmeye dönük
en az maliyetli yöntem
yaptırımlardır”
Yaptırımların özellikle verimliliği ve faydası sıkça tartışma konusu oluyor, eleştiriliyor.
Sunumuna yaptırımlar konusunun neden
Giumelli eleştirileri makul karşılıyor; ancak
önemli olduğuna dair örneklerle başlayan Gi-
yaptırımların yerine uygulanabilecek başka
umelli, son yıllarda İran, Libya, Kuzey Kore
herhangi bir yöntemin, özellikle de kuvvet kul-
MART-NİSAN 2012
31
lanımının, hem daha maliyetli hem de insani
açıdan daha problemli olacağı kanısında. Bu
nedenle yaptırımları destekliyor; ancak amacı
ve hedefleri net yaptırımların geliştirilmesi gerektiğini savunuyor.
Bu genel girişin ardından yaptırımların
sebep ve sonuçlarını örneklerle açıklamaya
“Sivillere zarar veren
kapsamlı yaptırımlar
yerine artık sorunlu tarafı
cezalandırmaya dönük
hedefi belirli yaptırımlar
tercih ediliyor”
başlayan Giumelli’ye göre her siyasi ve iktisadi
1990’lı yıllarda yaptırımlar konusunda
davranış gibi yaptırımların da belirli amaçları
bir zihniyet dönüşümü yaşandığını belirten
bulunuyor. Mesela demokrasinin teşviki, kriz
Giumelli’ye göre bunun en önemli göstergesi
yönetimi, terörizmle savaş veya nükleer si-
kapsamlı yaptırımlardır (Irak, Haiti, Yugoslav-
lahlanmanın önlenmesi amacıyla yaptırımlar
ya ve Ruanda’ya yönelik BM yaptırımları gibi).
yürürlüğe konabilir. Yaptırımların bir özelliği
Kapsamlı yaptırımlara getirilen en önemli eleş-
esnekliğidir; ulaşılmak istenen hedefe uygun
tirilerden biri, hedef alınan aktörden ziyade si-
olarak farklı zaman ve mekânda farklı yön-
vil halka büyük zarar vermesidir; tıpkı Irak ve
tem ve araçlarla uygulanabilir. Karşı taraftaki
Ruanda’ya yönelik gıda yaptırımlarında oldu-
aktörün davranışını değiştirmeye dönük en az
ğu gibi. Giumelli’nin tanımladığı hedefi belirli
maliyetli yöntem de yine yaptırımlardır. Ör-
yaptırımlar da işte bunun fark edilmesinden
neğin ABD’nin Irak’ta kuvvet kullanması ile
sonra gündeme geldi; yaptırımların türleri ve
daha önce bu ülkeye uygulanan ambargoların
uygulama ağırlığı çeşitlenirken sorunlu tara-
maliyeti kıyaslandığında yaptırımların kuv-
fı cezalandırmaya yönelik yaptırımlara ağırlık
vet kullanımına göre çok daha az maliyetli bir
verildi. Yaptırımların ancak devletlere uygula-
yöntem olduğu görülür.
nabileceği varsayımından hareket eden bütün-
32 KAM E-BÜLTEN 4
cül bakış açısı yerine bireysel sorumluluklara
arasında sıralanabilir. Diğer yandan uygulama
odaklanan yeni bir bakış açısı ortaya çıktı. Artık
alanındaki sorunlar, devletlerin kapasiteleri,
devlet dışı aktörlere de yaptırımlar uygulanıyor.
yasal engeller ve mahkemelerde açılan davalar,
Ancak burada da birtakım sorunlar söz konu-
bazılarının çok hafif etkide bulunması gibi çe-
su. Örneğin bireysel yaptırımlarda da otorite-
şitli meydan okumalar yaptırımların önündeki
yi elinde bulunduran grup, yaptırımla ortaya
en büyük engeller olarak sayılabilir.
çıkan faturayı sivil halka ya da farklı gruplara
yayarak maliyeti düşürme stratejisi uyguluyor.
Sonuç olarak, yaptırımların başarılı sayılmasının kriterleri 1990’larla birlikte değişime
Giumelli’ye göre uygulama ve sonuçlardaki
uğradı. Eskiden bir yaptırımın başarılı sayıl-
bu farklılıkların veya istenmeyen durumların
ması için aktörün davranışlarının değişmesi
önlenmesi için yaptırımları belirli bir analitik
veya hedeflenen siyasi amacın gerçekleşme-
çerçeveye oturtmak gerekir. Bunların başında
si gerekli görülüyordu. Ancak bugün yaptı-
da mevcut yaptırımları çeşitlendirmek ve içeriklerini daha yoğun bir şekilde doldurmak
geliyor. Giumelli, farklı yaptırım formlarından
özellikle günümüzde sıkılıkla başvurulan dört
tanesi -silah ambargosu, ekonomik boykot,
finansal sınırlamalar ve seyahat yasağı- üzerinde durdu ve bunları Suriye, İran, Zimbabve
gibi örnekler üzerinden açıkladı.
rımların hedefi net ve belirli alanlara odaklı
olması ve kademeli bir değişimin yaşanması
başarı sayılıyor. Bu sebeple baskı ve zorlama
(coercing) ile bir davranış değişimi arzulanırken aynı zamanda sınırlama (constraining)
yöntemi ile belirli davranışların önüne geçilebilir. Yaptırımların üçüncü yöntemi olarak da
hedefe mesaj göndermek (signalling) bir ba-
BM ve AB’nin uygulamalarından örnekler
kıma ulaşılmak istenen amaca bir adım daha
veren Giumelli, yaptırımların gelecekte bazı
yaklaşılmasını sağlayabilir. Bu üçlü yaptırım
fırsatlar ve meydan okumalarla yüzleşeceği-
mantığının bugün uygulanan yaptırımlarda
ni dile getirdi. Bu anlamda Giumelli’ye göre
da görülebileceğini iddia eden Giumelli, yaptı-
yaptırımların daha da esnekleşmesi, farklı kriz
rımların her halükârda bir müdahale yöntemi
durumlarına uygulanabilir olması, daha az
olarak diplomasi, ekonomik teşvik ve kuvvet
maliyetli olması ve özellikle değişen formları
kullanımından farklı ama onlarla beraber kar-
ile daha da etkili hale gelmesi önemli fırsatlar
şılıklı bir fayda üretebileceğini vurguladı.
MART-NİSAN 2012
33
ÖZEL ETKİNLİK
25 Nisan 2012
Yetimlere Dünyanızda Yer Açın
Murat Yılmaz
Değerlendirme: Tuba Gültekin
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde lisansını, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde ise yüksek
lisansını tamamlayan Murat Yılmaz, 1994’ten beri İHH İnsani Yardım Vakfı’nda görev yapıyor.
Hâlihazırda İHH’nın hem başkan yardımcılığını hem de yönetim kurulu üyeliğini yürüten Yılmaz,
uzun yıllar sürdürdüğü Araştırma ve Yayınlar Komisyonu başkanlığının ardında 2011’de Yetim
Birimi başkanlığına geçti. Balkanlar konusunda uzmanlaşan Yılmaz’ın Drina’nın Öbür Yakası
Sancak: Kimlik Oluşumu ve Otonomi Sorunu ve Kosova - Bağımsızlık Yolunda isimli iki kitabı
bulunuyor.
34 KAM E-BÜLTEN 4
“İnsanî, dinî, toplumsal ve evrensel
kurallar gereği yetim çocuklardan
mesulüz”
yaygın olarak “yetim” ve çoğul anlamda “eytam” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir.
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuzluğun
hikâyesi ise kendine özgüdür.”
Tarihsel arkaplana bakıldığında, İlhanlı hü-
Lev Tolstoy, Anna Karenina
rafından yaptırılan yetimhane ve Osmanlı’nın
kümdarı Gazan Mahmut Han (1295-1304) taAvarız ve Müessesat-ı Hayriye isimlerini taşıyan, bünyesinde yardıma muhtaç dul ve yetimleri barındırmak için açılan vakıflar bulunmaktadır. Fatih Vakfiyesi yetim çocukların
okutulması ve meslek sahibi olması konusun-
Ü
da kanunlar içermektedir. Tanzimat’tan sonra 1851’de kurulan Eytam Nazırlığı, 1868’de
Mithat Paşa tarafından kurulan ıslahhaneler,
1872’de kurulan Darü’ş-Şafaka, 1903’te II. Abdülhamid tarafından kurulan Daru’l-Hayr-ı
Âli, 1915’te Trablusgarp ve Balkan savaşlarında babaları şehit olan çocuklar için açılan
Darü’l-Eytamlar ve 1917’de açılan Himaye-i
lkemizde ve dünyada
değişen hayat koşulları, süreğen hastalıklar,
doğal afetler, savaşlar ve benzeri durumlar
insan hayatını tehdit etmekte; hayatını kaybedenlerin yakınları, eşleri ve özellikle çocukları
zor bir hayat mücadelesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Ebeveynini kaybetmiş yetim çocuklar meselesi -bilinen ama dokunulmayan- bireysel ve sosyal sorumluluk alanı içerisinde yer
alan önemli konu başlıklarından biridir.
Etfal Cemiyeti ile kurumsal geçmişimiz özet-
Türkçede “anne” kelimesini karşılayan en
eski kelime “ög” kelimesidir ve ek almış olarak
kullanılan “ök+süz” kelimesi “annesiz” anlamına gelmektedir. Kutadgu Bilig’de “yetim”
anlamını karşılayan “atasız” (babasız) kelimesi
kullanılmıştır. İslamiyet’in kabulünden sonra
insanî, dinî, toplumsal ve evrensel kurallar ge-
lenebilir.1
Günümüzün yetim çocuklar meselesine
döndüğümüz vakit kurumsal olanın tevarüsü ve bu alanda yapılması gerekenlerin ihdası
noktasında önemli sorumluluk alanları ile karşılaşıyoruz. Bunlar devlet bünyesinde kurumsal bakımla iktifa edip bireysel açıdan muaf
sayılabileceğimiz sorumluluk alanlarından
olmayıp en yakın haleden en uzağına kadar
reğince mesul olduğumuz geniş bir alanı içermektedir.
1Veli İnanç, “Osmanlı Sosyal Yapısında Öksüz ve Yetimler”, Savaş Çocukları-Öksüzler ve Yetimler Sempozyumu Bildirileri, 2002.
MART-NİSAN 2012
35
“Sokaklarda yaşayan 90
milyon yetim, misyoner
örgütler ile organ, dilencilik
ve fuhuş mafyasının tehdidi
altında”
Bu alanda çalışmalarıyla dikkat çeken İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı
(İHH)’nın başkan yardımcılığını ve Yetim
Birimi başkanlığını yürüten Murat Yılmaz,
Küresel Araştırmalar Merkezi’nde gerçekleştirdiği sunumunda dünyadaki yetimler ile
ilgili şu bilgileri ve istatistikleri bizimle paylaştı: “Dünyada 165 milyon yetim çocuk olduğu belirtiliyor. UNICEF’in raporlarında ise
bu rakam 210 milyon olarak ifade ediliyor.
Ancak bu istatistikler dünyanın en kalabalık
nüfuslu ülkeleri Çin ve Hindistan ile 5 milyon
yetim çocuk bulunduğu tahmin edilen Irak
gibi toplamda 52 ülkenin verilerini içerme-
liriz. Afrika’da her yıl 2 milyon çocuk yetim
kalıyor ve bunların %30’u ebeveynlerini AIDS
sebebiyle kaybediyor. Öte taraftan yetim çocukların yaklaşık 90 milyonu tehlikeye açık
bir şekilde sokaklarda yaşıyor; bu da onları
misyoner örgütlerin yanı sıra organ, dilencilik
ve fuhuş mafyasının pençesine düşme riskiyle
karşı karşıya bırakıyor. İstatistikler her yıl 2,5
milyon çocuğun kaçırılarak satıldığını, çeşitli
suçlara ve fuhşa sürüklendiğini ortaya koyuyor. Bir diğer önemli veri ise savaşan çocuklarla ilgili; bugün dünyada 300 bin çocuk asker olduğu tahmin ediliyor.”
“İHH, topraklarından
kopmadan, güvenilir
ellerde yetim çocukların
maddi-manevi ihtiyaçlarını
karşılamayı amaçlıyor”
diğinden yetim çocuk sayısının gerçekte 210
İşte dünyadaki mevcut bu tablo karşısında
milyonun çok üzerinde olduğunu söyleyebi-
Yılmaz, İHH’nın yetimlere yönelik faaliyet-
36 KAM E-BÜLTEN 4
lerini ayrıntılarıyla anlattı. Buna göre İHH,
çok üzerlerinde hisseden yetim çocuklardan
1992’de Bosna Savaşı sırasında başladığı faali-
oluşuyor. Geçtiğimiz aylarda Van’daki deprem-
yetlerine yetim kalan çocuklarla ilgili çalışma-
lerde yetim kalan 200 çocuğa da İHH destek
larını da katarak, bugün toplamda 135 ülkede
veriyor. Bu çalışmaların dışında İHH, babasını
dönemsel destek kapsamında yetim çocuklara
kaybetmiş ve ailesi olmayan çocuklar için Açe
ve ailelerine destek veriyor ve bu ülkelerde
(Endonezya), Pakistan, Moro (Filipinler) ve
300’ün üzerinde partner kuruluşla çalışarak
Patani (Tayland) başta olmak üzere dünyanın
yerel kaynakları da güçlendiriyor. İHH, yur-
farklı bölgelerinde açtığı sekiz yetimhanede
tiçinde ve yurtdışında savaş, işgal, doğal afet,
650 çocuğun bakımını sağlıyor. İnşası devam
kronik yoksulluk, hastalık, kaza vb. sebeplerle
eden dört yetimhane daha bulunuyor. Temel
babasını veya anne-babasını kaybeden, bir ya-
destek başlıklarına ek olarak psiko-sosyal açı-
kını yanında veya yetimhanede barınan çocuk-
dan rehabilitasyonlarının sağlanması amacıyla
ları destek kapsamına alıyor. Yılmaz’ın belirtti-
özellikle savaş ve deprem riskinin yoğun ol-
ğine göre, bu çocuklara kendi topraklarından
duğu bölgelerde yetim çocuklar ile annelerine
kopmadan, güvenilir ellerde maddi ve manevi
yönelik psikolojik destek hizmeti de sağlıyor.
ihtiyaçlarının karşılandığı ortamlar sunmayı
amaçlıyor ve bu çerçevede eğitim, sağlık, gıda,
giyecek ve barınma konusunda destek veriyor.
Dönemsel çalışmaların yanı sıra düzenli destek kapsamında 2007’de başlattığı “Sponsor
Aile Sistemi” çerçevesinde bugün 36 ülkede
25.000 yetim çocuğa yardım yapıyor. Sponsor
olmayı kabul eden bağışçıların her ay verdiği
90 TL ile İHH’nın yetim tanımı çerçevesinde
belirlenen yetim çocukların başta eğitim, sağlık, gıda ve diğer temel ihtiyaçları karşılanıyor.
İHH Başkan Yardımcısı Murat Yılmaz, gerek dünyada hâlihazırda yetimlerin yaşadıkları
sıkıntılar ve yetimhanelerin içler acısı durumuna dair anlattıklarıyla gerekse İHH’nın maddi
yardımdan eğitime, psikolojik rehabilitasyondan sağlık hizmetlerine kadar bu çocukların
yüzünü güldüren faaliyetlerine dair paylaştıklarıyla, yetimlere dünyamızda bir yer açtı ve
bize bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızı
bir kez daha hatırlattı. Sınırlı imkânlarımızla
dahi bir yetimin elinden tutup bir nebze olsun
İHH’nın sponsorluk sistemi ile destekle-
dertlerine derman olabileceğimizi, geleceğini
diği yetim çocukların %60’ı Filistin, Irak ve
inşasına katkıda bulunarak yüzünü güldürebi-
Lübnan’dan; yani savaşın olumsuz etkilerini en
leceğimizi somut örneklerle ortaya koydu.
MART-NİSAN 2012
37

Benzer belgeler