eski kabadayılar

Transkript

eski kabadayılar
ESKİ KABADAYILAR
BAKİ SARISAKAL
ESKİ KABADAYILAR
Kabadayı, fiyakacı, kıyak, hacamatçı, külhanbeyi, küçük bey adlan altında anılan
kimselerdi.
Bu kişiler konuşmalarına Türkçenin argosu bir takım acayip kelimeler karıştırırlar,
akıntı çağanozları gibi bir omuz havada, tuhaf ve çarpık yürüyüşle yürürler, hele sıfır numara
yani tepesi gayet dar sipsivri fesleri, bol paçalı pantolonları, herkesinkine uymayan yelekleri
ve ceketleri ile şeref ve haysiyet erbabından ayrı, bir zümre teşkil ettiklerini meydana
koyarlardı.
Ahmet Resim yaşadığı devrin külhanbeylerini nasıl gözlerde canlandırıyor:
“ Benim zannettiğime göre bu külhanbeyi unvanı, II. Mahmud’un pek ziyade sevdiği
hanendelerinden:
“Şu karşıda bir kuzu meler,
Kuzunun feryadı ciğerim deler.”
Yahut:
“Acem kızı ne bakarsın kuleden? “
Veya:
“ Aman Memo, canım Memo, tonton Memo” gibi musiki erbabının «Dâgi » dedikleri
tarzda okumakta zamanının Feridi olan meşhur Külhanbeyi’nden miras kalmıştır.”
Benim eski musiki hocalarından işittiğime göre bu zat, sarayda fasıl biter bitmez
kunduralarını koltuğuna sıkıştırır, soluğu Gedikpaşa Hamamı külhanında alırmış. Bir gün
veya iki gün sonra Padişah istedi mi ikamet mahallini bilen saray hademesinden bir kaçı o
külhana giderler, külhanbeyini kolundan tutunca götürürlermiş. İsmini de biliiyordum ya,
külhanbeylik zamanından sersemledim de hatırımdan kaçtı.
Bu «külhanbeyi» unvanı belki de bu zattan kalmadır. Çünkü meşrebinde aykırı,
serserilik hissediliyor: sen koca. mükellef sarayı bırak, gel hamam külhanında yaslan!.. Evet,
mezhepten bahs olunur, meşrebdcn olunmaz.”
Üstat Ahmet Rasim o devrin külhaneyi kıyafetlerini şöyle tarif eder:
“ Başta: dublin yani iri taneli püskül, hindi ibiği gibi önde sıfır kalıp fes (Fes giyilen devirde
memurlar, efendiden zatlar fesin püskülünü daima arka tarafta, enselerine gelecek şekilde fesi
başlarına oturturlardı. Püskülü sağ veya sol şakağa getirmek, fesi bir tarafa eğri olarak
giymek, hele üstad merhumun dediği gibi püskülü fesin ün tarafına getirip öyle gezip
dolaşmak ciddiyetle, vekar ve haysiyet üe telifi kabil olmayan bir lâubalilik, bir terbiyesizlik
sayılırdı.) ekseriyetle kıvırcık saçların ortasına tersine çevrilmiş, fesligen saksısı tarzında
oturtulmuş, ense matruş bir saha idi.
Sırtta: kollarının yenleri kıvrık, o kıvrık parçaya turuncu veya çiy sarı kadife kaplı, o
dönem terzilerinin (Patatuka) dedikleri önü iri düğmeli, fermeneli, istirahat halinde kartal
kanat giyilen; lâterna, zurna, klârnet arkasında gelişigüzel omuza vurulan kısacık ceket vardı
ki, (kartal kanat) giyildiği zamanlar bele sarılan ipekli Sakız veya Trablus kuşağın bükümleri
arasında dökme pirinç ekeceğin iğri ucu, gelişigüzel omuza vurulduğu vakit de (Camadan) ın
aynası görünürdü. Bu ayna, camadanın sırta gelen tarafı idi ki, iki tarafına kılapdan dan birer
saksı, iki saksı arasınada keyfe göre, yine kılapdandan, arslan, kaplan, tavuskuşu, yılan, akrep,
hattâ, deniz kızı işlenirdi. Bu bir alâmeti farika idi. (beylik) bu alâmet ile (kopukluk) tan
ayılırdı.
Hattâ artık (pangodoz) olmuş, yetmiş beşlik eski bir (bey) dedi ki:
- Bu camadanlar, o zamanın paraıye beş liraya idi.
Pantolonu söylemeğe hacet var mı? Hâlâ tek tük nümunesl görülen bol paça, yarım
Fransız biçimi idi ki, bunun da dışarıya kıvrık paçaları, bir buçuk parmak eninde fırdolayı
koyu mor ve siyah kadife kaplı idi.”
«Ayakkabıların da envai var idiyse de, en gösterişlisi, sakız gibi beyaz çoraplarla yan
lâstikleri yürek şeklinde olan (domates burun), (yumurta ökçe) yarım potinlerdi.
Az kaldı (Patatuka) nın veya ceketin üst yan cebindeki ipekli, menevişli mendiller ile
camadananın tâ üst sağ yakasına takılı, salkım kordonu, otuz üçlü teşbihi unutacaktım.”
Şu tarafı da belirtmek gerekir kii, bu külhanbeyler ne kadar çamur, ne kadar sulu
olurlarsa olsunlar mahallelerinde baş kaldırıp, komşu kadın ve kızlarına yan gözle bakmazlar,
yalnız kendi büyüklerine değil, mahallede kendilerinden yaşlı olanlara saygı gösterirler, konu
komşu, büyük hatırı sayarlar, bazen kendilerinden umulmayacak mertliklerde fedakarlıklarda
bulundukları da olurdu.
Birde palavracı kabadayılar vardı. Ahmet Rasim o kabadayıları da şöyle anlatır.
“Benim erbabından ettiğim tahkikat neticesinde tezahür ediyor ki, babayiğitliğin pek
aşağısında, olan kabadayılık (palavracı), (fiyıkacı), (kıyak), (hacamatçı), (raconcu) gibi
sınıflara ayrılmıştır.
Bunların aralarına sıkışan ev, dü'kkan bozanlarla alelıtlak (sulu denilen zümrenin
mevkileri daha aşağıdadır.
Palavracı Kabadayılar en komikleridir. Eski orta oyunlarında bir atılışta bir arslan, bir vuruşta
dokuz can narasıyla (somun pehlivan) lığına çıkan, her koltuğu iki değil, dört beş karpuz
sığacak kadar açık, göğüs ileri, adımlar canbaz beygiri gibi talimli, başta mevsimine göre
fesin üstünde keyfiye, kuşak, kukuleta, laz başlığı bağlı; sırtta, yine mevsimine göre, eski
(sako) bozması çifte kapaklı ceketten yelek, ayak ta düz deve derisi potin, yahut çizme:
- Var mı bana yan bakan!. tavriyle geçer, oturur, konuşur, görüşürler.
Bunların en birinci zekâsı (fırsat kollamak), (göze kestirmek)tir. Az cesur, ziyade
korkak, polise dalkavuk, kendi tâbirleri veçhile, dişli kimselere karşı alçaktan görüşen, onlara:
Beybaba, ağabey!, diyen, başka semtlerin palavracılariyle dost, delikanlılariyle hoş beşçi;
meyhanede, gazinoda su, mecliste serefraz, daima sandık açmak, sandık tutmak; meyhane,
umumhane kapatmak; dost tutmak, şunun bunun elinden âlüfte almak; baskın verince kama,
tabanca fori:
- Açılın, yoksa kıyarım!. diye kolları sallaya sallaya baskına gelmiş olan cemaatin
ortasından yol açıp geçmek, yirmi sene evvel bir hacamatçının kaba etine çizdiği basitr bir
yarayı, o seneden beri her fırsat düştüğünde anlatma ya başlayarak, ballandıra ballandıra:
- Beni Kalenderi! Rcfet, gece Okçularbaşında kasığımdan vurduğu zaman baktım ki,
bağırsaklarım dökülecek, sol elimle 'yarayı sıkı sıkı tuttum, sağ elimle de bıçağımı...
Arkasından ha bire! ha bire ha!..Lâleli, Aksaray, Şehremini ta Topkapı, kale kapısı budur,
kovaladım. Herif, ayağına sıkı Ben de halden düştüm; kan paçalarımdan akıyordu. Yanımda
tabancam olsaydı, arkasından^ mıhlardım ama... Bir iş için Kundakçı Sabriye vermiştim...”
Gibi her anlatışta yekdiğerini tutmaz palavralar savurmak, bir meyhane veya gazinodan söz
açılsa, gözleri yukarı kalkık:
- Benim orada Sardelâ Şükrü ile bir kavgam vardır ki..demek; herhangi bir
umumhaneden bahsedilecek olursa:
- Ta on beş sene evvel benim orada (Benli Eftalya) diye bir dostum vardı, tarzında
hâtırat tazeliyormuşçasma görünmek; ölmüş bir kabadayının hatıralarını yâd sırasında, diğer
ölmüşleri de şahit göstermek şartiyle:
- Bir kere Fener gazinosunda bir ağız dalaveremiz vardır... Rahmetli Şişman (Lûtfl),
Sandalcı (Rasim), Tiriz (Hasan) da beraberdi, diye hiç görmemiş olduğu kimselerle âşinâ,
çıkmak, meselâ eşkiyadan (Ethem) le on beş gün Gebze taraflarında gezmiş olmak, oltacılık
bilmediği halde (alamana) reisliğini hor görmek, 110 okkalık pehlivan aşçı (Mehmed) i,
(Yenibahçe) de bir iki dakikada yenmek, bir sürgün avında Kelebek (Zihni) ile birlikte, bel
kalınlığında bir meşe ağacının arkasından çıkıveren yavrulu bir ayıyı öldürmüş olmak; yalnız
bir defasında —içlerinden bir kaçını almakla beraber— meselâ Cinci Meydanlılardan güzel
bir dayak yemiş bulunmak, gençliğinde çifte atlı bir kupa arabasını, yokuş aşağı, arkasından
tutup durdurmak, Yunan muharebesinde on üç yaşında gönüllü yazılmak.ve emsali yarısı
veyahut hepsi yalan bir yığın atıp tutmaklarla vakit geçirirler.”
Bir de Fiyakacı Kabadayı ile Kıyak ve Hacamatçı’1ar vardı ki, «Kanbersiz düğün
olmaz fehvasınca, bunlara da huzurunuzda bir geçit resmi yaptırayım da seri tamam olsun.
Evvelâ Fiyakacı kabadayımdan başlayalım: Bu tipi bakın Üstad Ahmet Rasim
merhum, bir dostundan naklen, nasıl gözlerde canlandırıyor:
“ Bir akşamüstü idi; Aksaray’dan geçiyordum. O zaman esnaf iki sıralı küfeleri ile
durur, cadde bir pazar şeklini bağlardı. Ben yolumda gidip dururken yanımdan hızla birinin
geçtiğini, biraz ötede bir küfeci ile kendi halinde, pazarlık etmekte olan diğer birinin
ensesinden yakalayıp pataklamaya başladığım gördüm Benimle beraber bir kaç kişi daha
aralamak istedik. Döven adam bir taraftan tekme, yumruk indiriyor, diğer taraftan da:
- Amanın, beni bırakın! Ancak yakalıyabildim, fırsat bu fırsattır, biraz hırsımı alayım,
diye yalvarıyordu. Bu esnada dayak yiyen kalkındı. Yediği yumruk, tekmelerden başı şiş,
yaralı bereli olduğu halde hem gidiyor, hem de dönüp dönüp sövüyordu. Dayağı atan adam
hırsından kandil kandil tükrük olmuş bıyıklarım çevresi ile silerek bize döndü, dedi ki:
-İşte bu herifler böyledir. Kalabalıkta söverler, üzerine vardın mı kaçarlar. Kaç defadır
böyle yaptı. Bir türlü elime geçiremiyordum. Bugün yakaladım; onda da siz iyice ıslatmama
mâni oldunuz! Siz bunları bilmezsiniz; insanı maazallah katil ederler. Bu herife (Çopur Aziz)
derler. Bakarsınız, âhım, şâhım bir şey görürsünüz. Üzerine vardınız mı, kaçar; biraz tereddüt
ettiniz mi? söver, sayar. Geçen şene idi, Karakulağın Şişman Lütfi’ye çatmış; bir hale getirmiş
ki, beygirciler içinde Lütfi bunu yakalamış, yere yatırmış, bıçağını çekmiş, gırtlağına
dayamış. Bereket versin kl. beygirciler eline, ayağına sarılmışlar da kurtarmışlar... Bunlar ne
utanırlar, ne arlanırlar, sonra da İsimlerini kabadayı çıkarırlar!. Kabadayı mı? Bunlar ha!.. Tüh
öyle kabadayının ervahına... Bunların neresi kabadayı? Fiyakacılık nelerine yetmez ?.
Rahmetli üstad bu ibret verici olayı arkadaşından naklen hikâye ettikten sonra bu
«fiyakacı kabadayı» 1ar hakkında kendi bildiklerini de şöyle anlatır:
“Evet bundan kırk, kırk beş sene evvel hemen her semtin böyle bir fiyakacı kabadayı
takımı vardı. Bu takımlar Aksaray, Yusufpaşa, Cerrahpaşa, Şehremini, Sultanahmet,
Şehzadebaşı, Çeşme Meydanı, Firuzağa. Boğazkesen, Tophane gibi mevkilerde âdeta
hükümran olurlar, keserler, biçerler, zabıtadan el buldukları için serbest gezerler, kumarhane,
umumhane, meyhane gibi yerlerden yerler, içerler, pay, mano alırlar, dost tutarlar, ev, dükkân
bozarlar, kadınlara, delikanlılara musallat olurlardı. Eskilerin:
- Şerlerine ninni!., dedikleri bunlardı.
“Bunların en birinci fiyakaları caddelerde, halkın toplandığı kahvehanelerde, ağız
dolusu küfür savurmak, arkadan atıp tutmalarla böbürlenmek, umumhane taşlamak, kapı
kırmak; dükkânlarda, meyhanelerde hırıltı, zırıltı çıkarıp müşteri kaçırmak suretiyle sahibini
haraca kesmek, kaba kaba entrikalarla şunu bunu ele geçirmek, üçü beşi bir araya gelerek
birinin diş bilediği adamı dövmek, mahalle delikanlılarından atak, eli ayağı tutar olanlarını
emir altında bulundurmak, taşıdıkları kama, gaddâde, tabanca gibi silâhlan, hal ve tavırlariyle
hissettirmek, çekmek, icap ettiği halde gizlemek; bir iki kadehten sonra sulanmak, kendi
tâbirince «çingar» çıkarmak, «zaptiyelik» olmak, bir kaç gün hapis yatmak, on, on beş gün
veya bir ay için sürgüne gitmek, el bağlı, baş ı sanlı gezmek, meyhane dönüşlerinde nâra
atmak, umumhanelerde dostunu o akşamki zamparasının elinden almak, şunun bunun önünde
caka satmak, daima dövdüğünden, vurduğundan bahsetmek.”
Samsun’da Kabadayılar
Külhanbeyi: Hayyt… İmanım Savulun Be, Adımız Fili Kıran, Çene Söküp, Kapı Kıran,
Var mı BizeYan Bakan 1
Sarhoşluk, sokaklarda nara atmak, Silah atmakta Samsun’da sık rastlanan suç
türlerindendi:
‘Bayramda silah atanların ve sarhoş olarak icra-i rezalet edenlerin tevkif edileceği
komiserliğin işnarına atfen beyan olunur. ‘2
‘ Un kapanı ahalisinden mutat imzalı bir varakadan:
Mahalle arasında bir alay sarhoş naralarla, karı oynatıyorlar. Adap İslamiye ve namus
milli nokta-i nazarından mucip teessüf olan bu hallere polis lakayt kalıyor. Şikayet üzerine
gelen devriye memuru bunları salıveriyor. ‘3
‘ Çiftlik mahallesinde mukim Drama mübadillerinden ve tütün amelelerinden Hüseyin
oğlu Mustafa’nın son derecede sarhoş olduğu halde mahalle aralarında dolaştığının görülmesi
üzerine derdestle hakkında tanzim edilen zapt varakası adliyeye tevdi edilmiştir. 4
1
Salih ERİMEZ ,“ Tarihten Çizgiler “
Aks-ı Sadâ 14 Teşrinievvel 1324, Sayı: 22
3
Aks-ı Sadâ 4 Teşrinisani 1324, Sayı: 28,
4
Samsun 12 Kânunusani 1928, Sayı: 180,
2
‘Dün gece Pazar Mahallesi sakinlerinden arabacı Kalafat oğlu Ali Bin Bekir, kafayı
layıkıyla tütsüleyerek mahalle-i mezkure sakinlerinden ve kayıkçı esnafından Gümüş
Kapudan oğlu Hafız İlyas’ın hanesine taaruzatta bulunmuş, ve müteakiben merkez civarından
nara atarak savuştuğu görülmüş olduğundan polis memurları tarafından derdest olunarak
evrak tahkikesiyle cihet adliyeye teslim edilmiştir.’ 5
‘Çifte Hamamı hademelerinden Cireoğlu Kadir evvelki gün sarhoş olarak Saathane
Meydanı’nda gelip geçene sarkıntılık etmekte ve istirahatı Umumiyeyi bozmakta olduğu
İskele polis memuru Mehmet Efendi tarafından görülerek derdest edilmişse de merkum
derdeste alındığı demirli kelepçe ile memura zarp ve tahkire ictisar eylemiş ve ahalinin
yardımıyla merkeze götürülerek evrak lazımesi badel tanzim edilerek Liva komiserliğine sevk
ve teslim olunmuştur. ‘
‘Teşrinisaninin 27. Cuma gecesi Zafer Sinemasında körkandil derecesinde sarhoş iki
bahriyeli refik istirahat amiyeye salb edecek suret de yüksek sesle Rumca konuşmaları bir
zabit efendi tarafından ihtarı icap ettirmiş ise de aldıran olmayınca dışarıya çıkarılarak inzibat
askeriye devriyesine teslim edildiği anda firara tesaddi etmesi ve karanlık sokaklarda ve tutun,
yakalayın gürültüleri arasında kaçan bir şahıs polis devriyesinin şüphesini artırmış ve dur
emrine itaat etmediği için iki el havaya, firara devam ettiğinden üçüncü kurşun ayağına isabet
ederek derdest edilmiştir. ‘6
Cumhuriyet Döneminde de Samsun’da kabadayılara rastlanırdı. Hemen hemen her
mahalde kabadayılar vardı. Benim hatırladığım Unkapanı’nda Samsunun ünlü
kabadayılarından Arap Temel vardı. Kadem Kademoğlu vardı. Keş Niyazi vardı. Baba Eşref
vardı. Arap Temel daha çok narkotik ürünlere yönelmiş bir keşti. Kadem Kadem oğlu,
Belediye civarında kahvelerde barınırdı. Baba Eşref şofördü. Daha sonra birtakım yeni
kabadayılarda türedi ama bunlar daha çok iş adamı niteliğinde görünen kimselerdi. İsimlerinin
çoğunu hatırlamıyorum.
Kadıköy’de ise Kıvırcık Mustafa, Ayı Kamil, Dayı Recai, Kadem’de ünlü
kabadayılardandı.
5
6
Aks-ı Sadâ 20 Kânunuevvel 1325, Sayı: 147, Sayfa: 1
Ahali 30 Teşrinisani 1925, Sayı: 169, Sayfa: 2