ÖRGÜT KURAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Koşul Bağımlılık

Transkript

ÖRGÜT KURAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Koşul Bağımlılık
ÖRGÜT KURAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
1.
Varlık Bilimsel Varsayım
Koşul Bağımlılık
Kaynak Bağımlılık
Örgütsel Ekoloji
gerçekçilik
gerçekçilik
gerçekçilik
Yeni Kurumsal
Kurulmuş
gerçekçilik
İşlem Maliyeti
gerçekçilik
Gerçekçilik: insandan bağımsız bir sosyal gerçeklik vardır.
Kurulmuş Gerçeklik: İnsanın dışında algılanan sosyal gerçekliğin aslında toplumsal olarak kurulduğunu
ve kurumsallaşarak dışşallık kazandığını varsaymaktadır.
2.
Bilgi Bilimsel Varsayım
Koşul Bağımlılık
Pozitivist
Kaynak Bağımlılık
pozitivist
Örgütsel Ekoloji
pozitivist
Yeni Kurumsal
Özneler arası
nesnellik
İşlem Maliyeti
pozitivist
Pozitivist: Bilginin somut, elde edilebilir ve aktarılabilir olduğunu varsayan pozitivist geleneği izlerler.
Özneler arası nesnellik: Bilginin nesnel ve somut statüsünü kabul etmekle birlikte, bu nesnelliğin
öznellikler arası nesnellik olduğunu varsayar.
3.
İnsan Doğası
Koşul Bağımlılık
belirlenimci
Belirlenimci:
Kaynak Bağımlılık
indirgemeci
Örgütsel Ekoloji
belirlenimci
insanların davranış ve eğilimlerinin
Yeni Kurumsal
etkileşimci
çevresel
oluşumlarca
İşlem Maliyeti
İndirgemeci
(yapı)
belirlendiğini
varsaymaktadır.
İndirgemeci: insanların kendi doğaları gereği (sınırlı da olsa) ussal seçimler yapacaklarını
varsaymaktadır, (indirgemeci ussal aktör)
Etkileşimci: pratik eylem kuramı çerçevesinde, yapı ile eyleyen arasında karşılıklı etkileşim olduğunu
varsayar, (kümelenme ve baskı neticesinde etkileme)
4. Yöntem Bilim Varsayımı
Koşul Bağımlılık
Kaynak Bağımlılık
açıklamak
açıklamak
Örgütsel Ekoloji
açıklamak
Yeni Kurumsal
Anlamak
İşlem Maliyeti
açıklamak
Açıklamak: nomotetik (bilimsel kanunlar koyan) geleneği izlerler. Bu geleneğe uygun olarak, somut,
nesnel ve insandan bağımsız sosyal geçekliği açıklayan genellenebilir yasaları gözlem yoluyla
geliştirmeye çalışırlar.
1
Anlamak: nomotetik geleneği kısmen izlemekle birlikte temel olarak, sosyal geçekliğin toplumsal
olarak nasıl kurulduğunu anlamaya çalışır.
5.
Dayandığı Toplum Kuramı
Koşul Bağımlılık
Düzen (uzlaşma)
Kaynak Bağımlılık
Düzen (uzlaşma)
Örgütsel Ekoloji
Düzen (uzlaşma)
Yeni Kurumsal
Düzen (uzlaşma)
İşlem Maliyeti
Düzen (uzlaşma)
Düzen (uzlaşma): toplumsal çatışma ve değişimden ya da baskın söylemleri sorgulamaktan çok,
mevcut toplumsal düzeni kabul eden ya da baskın toplumsal söylemle uzlaşan bir görünüm
sergilemektedir.
6. Örgütü Tanımlama Biçimi
Koşul Bağımlılık
Ussal-açık
Kaynak Bağımlılık
doğal-açık
Örgütsel Ekoloji
doğal-açık
Yeni Kurumsal
doğal-açık
İşlem Maliyeti
Ussal-açık
ussal-açık: örgütleri çevreyle etkileşen, belirgin amaçlara ve biçimsel yapılara sahip ussal
kollektiviteler olarak tanımlar, (örgüte tasarım veriyoruz) (koşul bağımlılıkta bu tasarım seçimi
örgütün mekanik sistem veya organik sistem seçimi yapmasıdır)
doğal-açık: örgütleri yine çevreyle etkileşen ancak farklı çıkarları barındıran, biçimsel olmayan
yapılara sahip, ussal amaçları olsa bile bunları gerçekleştirmesi içinde bulundukları çevredeki diğer bir
çok etmene bağlı doğal kollektiviteler olarak tanımlarlar, (örgüt çevreye göre şekilleniyor)
7. Çevreyi Tanımlama Biçimi
Koşul Bağımlılık
Teknik-ekonomik
çevre
Kaynak Bağımlılık
Ekonomik-politik
çevre
Örgütsel Ekoloji
Ekonomik çevrel
Yeni Kurumsal
Kurumsal çevre
İşlem Maliyeti
Ekonomik çevre2
Teknik-ekonomik çevre: bu çevrede örgütsel yapıyı biçimleyen teknolojik etmenler ve piyasa koşulları
söz konusudur. Böylesi bir çevre örgüt için belirsizlik kaynağı oluşturmaktadır.
Ekonomik-politik çevre: yine çevrenin ekonomik yanı vurgulanmakla birlikte, çevre örgütün kaynaklar
açısından bağımlı olduğu diğer örgütlerden oluşan bir çevredir. Yine bir belirsizlik kaynağıdır ancak
müdahale edilemez değildir. Bu çevrede örgütler kaynaklara ulaşabilmek için güç mücadelesi
içindedirler. Çevrenin politik bir doğaya sahip olmasının nedeni de budur.
Ekonomik çevre 1: çevre temelde, benzer ürünleri üreten ve bu nedenle benzer kaynaklar için
rekabet eden birebirinden yalıtılmış örgütlerden oluşan ekonomik bir çevredir. Ancak, buna ek olarak
çevre ebetteki politik dinamiklerin, teknolojik gelişmelerin ve hatta doğal felaketlerin yaşandığı ve
örgütlerin müdahale etmeyi bile düşünemeyeceği bir çevredir.
Ekonomik çevre 2: örgütün dışında bir çevre kavramı tanımlamaz. Analiz birimi, iktisadi işlemler
olduğu için, üzerine konuştuğu çevre, neoklasik iktisadın varsaydığı piyasa koşullarından pek de farklı
değildir.
2
Kurumsal çevre: çevre, sadece örgütleri verimli ve etkili çalışmaya yönlendiren teknik ve ekonomik bir
çevre değil, örgütün kendisini meşrulaştırması gereken, yasal, sosyal ve kültürel, kısacası kurumsal bir
çevredir.
8. Çevre-Örgüt İlişkisi
Koşul Bağımlılık
Örgüt çevreye
uyumlanır
Kaynak Bağımlılık
Örgüt çevreye
uyumlanır ve
çevreyi etkiler
Örgütsel Ekoloji
Çevre örgütleri
belirler
Yeni Kurumsal
Örgütler
kurdukları çevre
tarafından
biçimlenir
İşlem Maliyeti
Çevreyi örgütten
ayıran sınırların
geçirgenliği verimli sınırlar
Örgüt çevreye uyumlanır: örgüt çevreyi etkileyemez, sadece çevredeki değişiklikleri saptayarak ona
göre tasarımda değişiklikler yapar ve böylece çevreye uyumlanarak hayatta kalır.
Örgüt çevreye uyumlanır ve çevreyi etkiler: çevrenin belirsizlik kaynağı olduğu kabul edilmekle
birlikte, örgütlerin bu belirsizlik karşısında sadece kendilerini uyumlamakla yetinmeyecekleri
vurgulanır. Koşul bağımlılık kuramı ile stratejik seçim görüşü arasında bir köprü kurularak, kaynak
bağımlılığı kuramında örgütlerin, diğer örgütlerle bağlantılar kurarak veya alanı doğrudan değiştirerek
çevreyi etkileyecekleri vurgulanır.
Çevre örgütleri belirler: örgütlerin kaderi çevreleri tarafından tayin edilir. Örgütlerin hayatta kalmaları
onların eylemleri sonucu değildir. Örgütler çevresel koşullar tarafından seçilebilirler ya da
ayıklanabilirler.
Örgütler kurdukları çevre tarafından biçimlenir: örgüt-çevre ilişkisi karşılıklı etkileşim biçimindedirler.
Örgütler, hem içinde doğdukları ve tarihsel olarak oluşmuş kurumsal çevre tarafından biçimlenirler,
hem de kendi eylemleri ve diğer örgütlerle etkileşimleriyle bu çevreyi yeniden üretirler ve
değiştirirler.
Çevreyi örgütten ayıran sınırların geçirgenliği -verimli sınırlar: örgüt-çevre arasında sınır bulanıktır.
Örgütün sınırları işlem maliyetini enazlayan yönetişim mekanizması neyse oraya kadar uzanabilir.
Örneğin, örgüt bir işlemi hiyerarşi mekanizması ile değil piyasa mekanizması ile yaptığında işlem
maliyetini minimize edeceğini düşünüyorsa, o örgütün sınırları işlemi yaptığı piyasaya ya da diğer
örgüte kadar uzanır. Burada analiz düzeyi örgüt ya da örgütler değil iktisadi işlemlerdir ve örgüt de
bazı koşullarda işlem maliyetlerini enazlayan, piyasa ve klan gibi yönetişim mekanizmalarından
sadece biridir.
9. Örgütsel Değişim
Koşul Bağımlılık
uyum
Kaynak Bağımlılık
uyum
Örgütsel Ekoloji
Seçilim
Yeni Kurumsal
uyum
İşlem Maliyeti
uyum
Uyum: örgütlerin çevresel koşullar karşısında uyumlanabilme kapasitesine sahip olduklarını kabul
ederler.
Seçilim: yapısal durağanlık nedeni ile örgütlerin uyumlanma kapasitelerinin sınırlı olduğunu ve
uyumlanma yoluyla değişmelerinin zor olacağını iddia etmektedirler. Bunun yerine değişim,
örgütlerin çevre tarafından seçilimi yoluyla örgütsel topluluk düzeyinde gerçekleşmektedir.
10. Analiz Düzeyi
Koşul Bağımlılık
Mikro (örgüt)
Kaynak Bağımlılık
Meso (örgütün
ilişkileri)
Örgütsel Ekoloji
Makro (örgüt
topluluğu)
Yeni Kurumsal
Makro (örgütsel
alan)
İşlem Maliyeti
Mikro (iktisadi
işlemler)
Mikro (örgüt): büyük ölçüde örgütün çevreyle etkileşimi ışığında yapısal tasarımına odaklanır.
Meso (örgütün ilişkileri): analiz düzeyini biraz yukarı çeker ancak örgütten kopmaz. Örgütün genellikle
diğer örgütler olan ilişkisine odaklanır. (Meso: endüstriyel organizasyon yani, rakipler, tedarikçiler ve
birbirleri ile kaynak etkileşiminde olanlar)
Makro (örgüt topluluğu): benzer örgüt biçimine sahip ve genellikle belirli bir coğrafik bölgede yer alan
örgüt topluluğudur.
Makro (örgütsel alan): Ele alınan örgüt kümesinin niteliği ortak bir kurumsal çevreyi paylaşmalarıdır;
adı da örgütsel alandır.
Mikro (iktisadi işlemler): analiz düzeyi iktisadi işlemlerdir.
11. Temel Araştırma Sorusu
Koşul Bağımlılık
Kaynak Bağımlılık
Örgütsel
tararımın
nedenleri ve
sonuçları
nelerdir?
Örgütler kaynak
bağımlılıklarını
nasıl yönetir?
Örgütsel Ekoloji
Örgütler neden
bu kadar
çeşitlidir?
Yeni Kurumsal
Örgütler neden
bu kadar birbirine
benzer?
İşlem Maliyeti
Örgütler neden
vardır?
Örgütsel tararımın nedenleri ve sonuçları nelerdir?: bu kuram için en temel amaç, farklı bağlamsal
koşullarda etkili ve verimli olan örgütsel tasarımları keşfetmektir.
Örgütler kaynak bağımlılıklarını nasıl yönetir?: örgütlerin çevresel belirsizliği ve özellikle kaynak
bağımlılıklarını nasıl etkili bir biçimde yönettikleri sorusudur.
Örgütler neden bu kadar çeşitlidir?: evrim kuramını örgüt topluluklarına uyarlayarak, ekolojik
koşullarda eşbiçimlilik süreci içinde örgütsel çeşitliliği açıklamaya odaklanırken bu süreçte seçilim ve
belirli örgütsel biçimlerin hayatta kalma süreçlerini de çalışır.
Örgütler neden bu kadar birbirine benzer?: belirli bir örgütsel alanın oluşumunun başlangıç
aşamasında örgütsel biçimlerin çeşitliliği söz konusu iken zaman içinde bu örgütlerin nasıl eşbiçimli
hale geldiklerine odaklanır.
Örgütler neden vardır?: örgüt kuramcılarının varlık nedenlerini oluşturan ve bu nedenle sormaya
gerek duymadıkları bu soruyu iktisat kökenli kuramcıların sorması aralarındaki kavganın temel
4
nedenidir. Cevap: belirli koşullarda piyasa mekanizması işlem maliyetini minimize etmede başarısız
olduğu için örgüt vardır. Ayrıca örgütün başarısız olduğu yerde de klanın ve ağ düzeneğinin gündeme
geldiği ileri sürülür. Bu yanıtlar, örgüt kuramcılarının varlıklarını dayandırdıkları örgütü evrensel bir
kategorü olmaktan çıkarıp (evrensel olan iktisadi işletmelerdir) sadece belirli koşullarda var olan, ki o
koşullar ortadan
kaldırıldığında
varlığına
gerek
duyulmayacak
olan
geçici
bir
kategoriye
indirgemektedir.
12. Temel Katkısı
Koşul Bağımlılık
Farklı
bağlamlarda etkili
yapısal
tasarımların
belirlenmesi
Kaynak Bağımlılık
Örgütlerin kaynak
bağımlılıklarını
nasıl
yönettiklerinin
belirlenmesi
Örgütsel Ekoloji
Örgüt
topluluklarında
örgütsel formun
evriminin
açıklanması
Yeni Kurumsal
Örgütsel alan
içinde örgütlerin
nasıl eşbiçimli
hale geldiklerinin
anlaşılması
İşlem Maliyeti
Farklı türdeki
işlemlerin
maliyetlerini
enazlayan
yönetişim
biçimlerinin
belirlenmesi
Farklı bağlamlarda etkili yapısal tasarımların belirlenmesi: bağlamsal koşulların örgütsel tasarım
boyutlarını nasıl biçimlendirdiğini ortaya koyarak, farklı bağlamlara uyumlu ve bu nedenle etkili olan
alternatif yapısal tasarımların neler olduğunu belirlemektedir.
Örgütlerin kaynak bağımlılıklarını nasıl yönettiklerinin belirlenmesi: örgütlerin ne tür stratejiler
izleyerek çevresel belirsizlikleri yönettiklerini ve kaynaklara ulaşabildiklerini anlamamıza katkı
sağlamaktadır.
Örgüt topluluklarında örgütsel formun evriminin açıklanması: kuşbakışı ve uzun uzun izlendiğinde,
örgüt topluluklarında örgütsel biçimlerin hangi dinamiklerle evrildiğini, örgütlerin hayatta kalma
şanslarının nasıl da topluluk dinamiklerinde belirlendiğini görmemizi sağlamaktadır.
Örgütsel alan içinde örgütlerin nasıl eşbiçimli hale geldiklerinin anlaşılması: aynı örgütsel alandaki
örgütlerin nasıl eşbiçimli hale geldiğini açıklaması yanı sıra, örgütsel olguların sadece ekonomik değil,
temelde sosyolojik bir olgu olduğunu, örgütlerin davranışlarında kurumsal çevrenin nasıl da
biçimlendirici rol oynadığını ve örgütsel yaşamda meşruiyet kavramının önemini anlamamızı
sağlamaktadır.
Farklı türdeki işlemlerin maliyetlerini enazlayan yönetişim biçimlerinin belirlenmesi: farklı özelliklere
sahip işlemlerin maliyetlerini enazlayan piyasa, hiyerarşi (örgüt) ve klan yönetişim mekanizmalarını
tanımamaktadır.
13. Araştırma Niyeti
Koşul Bağımlılık
Bilimci-yönetimci
Kaynak Bağımlılık
Bilimci-yönetimci
Örgütsel Ekoloji
bilimci
Yeni Kurumsal
bilimci
İşlem Maliyeti
Bilimci-yönetimci
Bilimci: Bilim yapmak
Yönetimci: örgütleri etkili ve verimli kılacak öneriler geliştirmek
5
14. Örgütsel Başarının Temel Kıstası (Öneri Ve Tavsiyeler)
Koşul Bağımlılık
Çevreye uyumlu
yapısal tasarıma
ulaşmak
Kaynak Bağımlılık
Kaynak
bağımlılığını
optimum kılacak
stratejileri
uygulamak
Örgütsel Ekoloji
Örgütsel başarıyı
çevre tayin eder
Yeni Kurumsal
Çevrede yerleşik
kurumlan
benimseyerek
örgütü
meşrulaştırmak
İşlem Maliyeti
işlem
maliyetlerini
enazlayan
yönetişim
mekanizmasını
kullanmak ve
böylece daha
verimli çalışmak
Örgütsel başarıyı çevre tayin eder: her şeyin ellerinde olmadığı mesajı ile yöneticilerin daha gerçekçi
olmalarını sağlar. Ancak yine de hangi koşullarda genelci veya öznelci stratejiler izlemeleri gerektiği
konusunda da ipuçları verir.
15. Yöneticiye Biçtiği Rol
Koşul Bağımlılık
Değişen çevreye
uyumlu yapıyı
tasarlamak
/u ja r tm u
Kaynak Bağımlılık
Uygun kaynak
edinme
stratejilerini
seçerek çevresel
belirsizliği
azaltmak
Örgütsel Ekoloji
Yöneticinin
rolünü
önemsemez
Yeni Kurumsal
Örgütü sosyo­
kültürel çevrede
meşrulaştırmak
İşlem Maliyeti
İşlem
maliyetlerini
enazlayacak
yönetişim
mekanizmasını
seçmek
(r û V o k e n d
u fr r a a ı
Değişen çevreye uyumlu yapıyı tasarlamak: değişen çevreye uyumlu yapıyı kuran tasarımcı rolü
Uygun kaynak edinme stratejilerini seçerek çevresel belirsizliği azaltmak: uygun kaynak edinme
stratejilerini seçen müzakereci rolü
İşlem maliyetlerini enazlayacak yönetişim mekanizmasını seçmek: verimlilik uzmanı rolü
Ö R G Ü T K U R A M L A R IN A G E N E L B A K IŞ
S a lih A R S L A N
Ö rgü t K u ram ı A lan ın ın D oğu şu ve G elişim i (S .S argu t ve Ş.Ö zen)
Örgüt kuramı alanının doğuşu ve gelişimi dört evrede incelenir. İlk evre; farklı disiplinlerde ve
uygulamada yönetim ve örgüt üzerine çalışmaların yapddığı 1800’lerin sonu ile 1950’lilerin başını, ikinci
evre; örgüt kuramının bir çalışma alanı olarak belirginleştiği ve koşul bağımlılık kuramı etrafında geçici
uzlaşmanın sağlandığı 1950’Ierin başı ile 1970’lerin sonunu, üçüncü evre; örgüt kuramlarında
çeşitlenmenin görüldüğü 1970’lerin sonu ile 1990’ların sonunu, dördüncü evre ise; çeşitlenmeyle birlikte
bütünleşme çabalarının arttığı 1990’lardan günümüze kadar olan dönemi kapsar.
Örgüt kuramı idari, sosyolojik ve psikolojik olmak üzere üç kökten beslenerek oluşmuştur. Örgüt
kuramına ilk ciddi ve en önemli katkıyı M.Weber’in yaptığı söylenebilir. Ondan önceki çalışmalar
uygulamaya yöneliktir.
Örgüt kuramları çalışma alanı başlıca koşul bağımlılık, kaynak bağımlılığı, örgütsel ekoloji, yeni
kurumsal kuram ve işlem maliyeti kuramlarından oluşmaktadır. Bu kuramlar bilim felsefesi açısından
“nesnelcedir ve yeni kurumsal kuram hariç diğerleri doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak ampirik
araştırmalarla sosyal dünyayı açıklamaya çalışmaktadır. Yine yeni kurumsal kuram hariç diğer kuramlar,
insanın dışında sosyal bir gerçeklik olduğunu söylemekte ve bilginin somut, elde edilebilir ve aktarılabilir
olduğunu kabul ederek pozitivist bir çizgi takip etmektedirler. Yeni kurumsal kuram ise bu sosyal
gerçekliğin toplumlar tarafından kurulduğunu ve kurumsallaştırılarak dışsallık kazandığım söylemekte ve
bilginin nesnel ve somut yapısını kabul etmekle beraber, bu nesnelliğin öznellikler arası nesnellik
olduğunu varsaymaktadır.
Koşul bağımlılık ve işlem maliyeti kuramları; örgütleri çevreyle etkileşen, belirgin amaçlara ve biçimsel
yapılara sahip rasyonel işbirlikleri olarak, kaynak bağımlılığı, örgütsel ekoloji ve yeni kurumsal kuram
ise; örgütleri yine çevreyle etkileşen fakat farklı çıkarları barındıran, biçimsel olmayan yapılara sahip
rasyonel amaçlarını gerçekleştirmede çevredeki bir çok etkene bağlı doğal işbirlikleri olarak
tanımlamaktadır.
Çevre denildiğinde Koşul bağımlılık için teknolojik ve ekonomik çevre, kaynak bağımlılığı için örgütün
kaynak bakımından bağımlı olduğu örgütlerden oluşan çevre, örgütsel ekoloji için benzer ürünleri üreten
ve bu yüzden benzer kaynaklar için rekabet eden ekonomik çevre, yeni kurumsal kuram için örgütün
kendisini meşrulaştırması gereken yasal, sosyal ve kültürel çevre akla gelmekte, işlem maliyeti kuramı ise
örgütün dışında bir çevre tanımlamamaktadır.
Koşul bağımlılık kuramına göre örgüt çevreyi etkileyemez sadece çevreye uyum sağlar, kaynak
bağımlılığına göre örgüt belirsizlik kaynağı olan çevreyi diğer örgütlerle birlikte etkileyebilir, örgütsel
ekoloji kuramına göre örgütlerin hayatta kalması çevresel koşullara bağlıdır, yeni kurumsal kurama göre
örgüt ve çevre etkileşim halindedir, işlem maliyeti kuramına göre ise örgüt-çevre arasındaki sınır
muğlaktır.Örgütsel ekoloji dışındaki diğer kuramlar örgütlerin çevreye uyum sağlayabileceğini söylerken,
örgütsel ekoloji örgütlerin çevreye uyum kapasitelerinin sınırlı olduğunu, değişimin çevrenin örgütleri
seçmesi/ayıklamast ile gerçekleştiğini söylemektedir.
Her örgüt kuramı farklı temel sorunlar üzerine odaklanmaktadır. Koşul bağımlılık örgütsel tasarımın
nedenleri ve sonuçları, kaynak bağımlılığı çevresel belirsizlik ve kaynak bağımlılığının yönetimi, örgütsel
ekoloji örgütlerin niçin bu kadar çeşitli olduğu, yeni kurumsal kuram örgütlerin niçin bu kadar birbirine
benzediği ve işlem maliyeti kuramı ise örgütlerin niçin var olduğu konularını açıklamaya çalışmaktadır.
1
Örgütsel başarı için koşul bağımlılık kuramı örgütün çevreye uyum göstermesini, kaynak bağımlılığı
kuramı uygun kaynak sağlama stratejisi geliştirmeyi, örgütsel ekoloji bir çok şeyin ellerinde olmadığı için
gerçekçi olunmasını, yeni kurumsal kuram örgütün meşruiyetini sağlamayı ve işlem maliyeti kuramı
işlem maliyetlerini en aza indirecek yönetim uygulamalarını gerçekleştirmeyi önermektedir.
D eğerlen d irm e
Kuramların ağırlıklı olarak örgüt-çevre ilişkisini açıklamaya çalıştığı söylenebilir. Burada önemli olan ve
kuramlar arasındaki farklılığı meydana getiren, örgütlerin çevreyle ilişkisinin boyutu ve yönüdür. Bazı
kuramlara göre örgüt çevreyle etkileşim halinde, bazılarına göre örgüt çevreye bağımlı, bazılarına göre ise
örgütler çevreyi değiştirebilir. Bu yaklaşım farklılığı kuramcıların örgüte nereden baktıkları yani
perspektifleri ile yakından ilişkilidir. Her perspektif örgütün ancak belirli bir yönüne ışık tutabilir ve
açıklayabilir. Bu nedenle örgütün tamamına ilişkin bütüncül bir analiz ancak bütüncül bir perspektif
geliştirmekle ya da mevcut perspektifleri birleştirmekle mümkün olabilir.
Örgüt araştırmalarında temel iki yaklaşım mekanik ve organizmacı görüştür. Mekanik görüşün insanları
rasyonel varlık olarak kabul etmesi ve başka yönde bir tercihte bulunmayacaklarını öngörmesi nedeni ile
örgüt ilişkilerini açıklayamadığını söyleyebiliriz. Bu nedenle sınırlı rasyonalite kavramı ortaya çıkmıştır.
Organizmam görüşün her şeyin tahmin edilemeyeceğine dair ifadesi önemlidir fakat organizmayı
oluşturan her alt sistem arasında uzlaşmanın gerekliliğini ihmal etmesi bir eksikliktir. Çünkü sosyal
sistemler organik sistemlerin aksine sistemin alt parçaları arasında asgari uzlaşmayı gerekli görmektedir.
Organik sistemlerde ise bu durum beyin denilen komuta merkezi tarafından yerine getirilir. Bu nedenle alt
parçalar arasında uzlaşma gerekliliği söz konusu değildir.
Örgüt kuramları örgütlerin yapı ve işleyişlerini açıklamak isterler. Bu anlamda örgütlerin varlık nedenleri
üzerinde dururlar. Bazı kuramcılar örgütleri belirli amaçlar etrafında toplanmış insan birliktelikleri olarak
açıklarken, bazı kuramcılar amaçların zamanla varlığı devam ettirme amacına dönüşeceğini söyler.
Böylelikle örgütler için amaç varlığı devam ettirmek olur. Bazı kuramcılara göre ise örgüt ortak amaçtan
çok ortak menfaatlerin sonucunda oluşur.
Örgütsel çalışma alanının temel sorunları olarak bütüncül perspektif ve dayandığı temeller konusundaki
belirsizlik gösterilebilir. Farklı bakış açılarının örgütün bir boyutuna odaklanması ve diğer yönlerin
gözden kaçırılması analizlerin eksik kalmasına sebep olmaktadır. Ayrıca dayandığı temellerin henüz
tamamlanmamış olması bilimsel çalışmaların yoğunluk ve sınırlılıklarını olumsuz yönde etkilemektedir.
Böylelikle bir bilim cemaati ve belirgin bir bilimsel çalışma alanı oluşamamaktadır.
Kuramcıların örgütleri neden-sonuç ilişkisi içerisinde tek sebepli metedolojik bir yaklaşımla açıklamaya
çalışmaları örgütleri var eden gerçek nedenleri tespit etmekte yetersiz kalmaktadır. Örgütler için kaynak
bağımlılığı önemli olduğu kadar, kendini çevreye meşru kabul ettirme de bir o kadar önemli olabilir. Yine
örgütlerin çevreye uyumu önemli olmakla beraber işlem maliyetlerinin düşürülmesi de bir o kadar önem
arz edebilir. Sosyal bilimlerin gelişiminde metedolojik yaklaşımlara bakıldığında A.Comte deneyselgözlemlenebilir bilgiyi, L.Play coğrafyayı, K.Marks alt yapı olarak adlandırdığı ekonomi-teknolojiyi,
M.Weber ise üst yapı olan dinin etkin faktör olduğunu düşünüyordu. Hâlbuki sosyal bir olayın
gerçekleşmesinde tüm bu faktörler farklı derecelerde de olsa etken konumunda olabilir. P.Sorokin’in
sistemleştirdiği “bağdaştırıcı metod” klasik determinist yaklaşımın ve tek sebepli izahların aksine
bağımlı- bağımsız değişkenlerin zaman ve şartlara göre yer değiştirebileceği, faktörlerin bir sosyal olayda
hepsinin yada bir kısmının etken olarak bulunabileceği esasına dayanır. Örgüt çalışmalarının bu
metedolojik yaklaşım üzerinde daha fazla durması bütüncül perspektif oluşturulması çabalarına katkı
yapabilir.
2
KOŞUL BAĞIMLILIK KURAMI
S a lih A R S L A N
Koşul bağımlık kuramı örgüt çalışmaları alanında önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Özellikle
pozitivist ve nesnelci tavrı onun benimsenip yaygınlaşmasını artırmıştır. Özellikle örgütün iç ve dış
dinamikleri arasındaki ilişkileri açıklama da öncü rol oynamıştır. Kuramın ortaya çıkmasında ve
gelişmesinde ampirik araştırmaların rolü büyüktür. Kuram, en iyi örgüt yapısının ve yönetim
modelinin ne olacağının koşullar tarafından belirleneceği, temel iddiasını taşımaktadır. Yöneticiler
örgütlerini içerisinde bulundukları bağlama, yani koşul bağımlılık faktörlerine uyarlamaları
gerekmektedir. Koşul bağımlılık faktörleri ise çevre, teknoloji, büyüklük ve strateji olarak
belirlenmiştir. Yapısal unsurlar ise iş bölümü, uzmanlaşma, kontrol, otorite, iletişim ve yönetimdir.
Örgüt araştırmacılarından Woodward örgütsel yapının oluşmasında teknolojiyi önemli faktör olarak
görürken, Aston grubu büyüklüğü ve yapıyı belirleyici faktör olarak görmektedir. Aston grubunun
çalışmalarında merkezleşme, uzmanlaşma, biçimselleşme ve standartlaşma olarak dört yapısal
değişken belirlenmiştir. Büyük örgütlerin bu değişkenler açısından daha çok yapısal özellik
gösterdikleri tespit edilmiştir. Chandler ise stratejiyi örgütün belirleyici faktörü olarak görmektedir.
Bir diğer araştırmacı Thompson ise örgütsel yapı ve dinamiklerin teknoloji, amaçlar, çevresel baskılar
ve eşgüdüm gibi belirleyicilere dayandığını belirtmektedir. Donaldson ise kuramın paradigmasında üç
çekirdek öğenin yer aldığını ileri sürer. İlki koşul bağımlılık ile örgütsel yapı arasındaki ilişki, İkincisi
koşul bağımlılığın örgütsel yapıyı belirlemesi, üçüncüsü ise örgüt yapısının değişkenleri ile koşul
bağımlılık arasında uyum olduğudur.
Kuramda yapının öne çıktığı görülmektedir. Yapının bütün biçimleri belirlediği ve bireylerin
varlıklarının da bu yapı içerisinde düzenlendiği varsayılır. Bu yaklaşım bireyin özgür seçiminin
olmadığı, yapının bireyin seçimini belirlediği anlamına gelmektedir. Kuramda öne çıkan diğer bir
husus, örgütlerin çevreye gösterdikleri tepkisel uyum konusudur.
Örgütsel çevre birçok araştırmacı tarafından çalışılmış bir konudur. Emery ve Trist çevreyi durgun,
durgun kümelenmiş, karışık-tepkici ve çalkantılı çevre olarak dört tipe ayırır. Burns ve Stalker,
mekanik ve organik örgüt tiplerinden yola çıkarak mekanik yapının durağan çevrelerde, organik
yapının ise çalkantılı çevrelerde uygun olduğu tespitini yapmışlardır. Pfeffer ise koşul bağımlılıkları
görev belirsizliği, teknoloji, yenilik, çevresel değişme, teknolojik değişme, ayrımlaşma, dikey
bütünleşme, karşılıklı görev bağımlığı olarak tespit ettikten sonra bütün bu koşul bağımlılıkların
yapıdan kaynaklanabileceği gibi çevreden de kaynaklanabileceğini belirtir. Thompson’a göre çevre üç
temel boyuttan oluşur. Bunlar örgütsel alan, örgütün görev çevresi ve örgütsel alan ve örgütün görev
çevresinden kaynaklanan güç ve bağımlılık ilişkileridir. Duncan ise çevreyi bir boyutu durağan ve
değişken diğer boyutu basit ve karmaşık olmak üzere iki açıdan tanımlayarak durağan-basit, durağankarmaşık, dinamik-basit ve dinamik-karmaşık olmak üzere dört çevre tipolojisi geliştirmiştir.
Kuramda çevre ve yapı ilişkisinde eylem kavramı önemlidir. Donaldson ve Thompson gibi bazı
yazarlara göre çevre örgütle ilgili her şeyin belirleyicisidir. Weick ve Giddens gibi yazarlara göre ise
örgütler ve bireyler çevrelerini yeniden yaratmaktadırlar. Bireylerin seçimi örgütsel yapı ve çevre
üzerinde belirleyici faktör olarak görülür. Giddens’a göre yapı bireylerin uygulamalarını
biçimlendirirken, bireylerde eylemleriyle yapıları kurmakta ya da yeniden üretmektedirler.
Kuram üç temel tavrı açısından eleştirilmektedir. İlki eyleyeni yok sayması, İkincisi değişime ilişkin
bir açıklama getirmemesi, üçüncüsü ise sert bir kavram olan yapı ile yumuşak bir kavram olan
kültürün ilişkilendirilememesidir. Ayrıca kuram önermelerdeki belirsizlik, kavramsal çerçevenin
özensizliği ve koşul bağımlı ilişkilerdeki varsayımları açısından eleştirilerek kuramsal bir temelden
yoksun olduğu vurgulanmıştır.
D eğerlen d irm e
Koşul bağımlılık kuramında en dikkat çekici nokta örgütün koşullara uyum göstermesi gerektiğine
olan vurgudur. Bu anlamda örgüt içerisinde bulunduğu bağlama yani bağımlılık faktörlerine göre
yapılanacaktır. Bağımlılık faktörleri olarak teknoloji, çevre, büyüklük ve strateji belirlenmiştir.
Faktörler üzerinde yapılan çalışma ve değerlendirmelere bakıldığında her bir faktör üzerinde genelde
kavramsal birliktelik sağlanamadığı görülür.
Çevre faktörü üzerinde en çok durulan konudur. Çevre farklı araştırmacılara göre; dinamik, durağan,
dengesiz, kümelenmiş, durgun, tepkici, çalkantılı, basit, karmaşık, görev çevresi, çevresel belirsizlik,
alt sistem çevresi gibi değişik tip ve sınıflandırmalarla ele alınmıştır.Bu durum çevresel alanın
sınırlarının tam net olarak belirlenemediğini göstermektedir.
Teknoloji faktörü üzerinde en çok çalışılan diğer bir konudur. Farklı yazarlar teknoloji kavramından
farklı şeyleri kastetmektedirler. Bazıları teknoloji ile üretim biçimini anlarken, bazıları kullanan
kişilere göre teknolojileri sınıflandırmış, bazıları teknolojiyi girdi-çıktı ilişkisi üzerinden incelerken,
bir kısım araştırmacı ise iş akışında kullanılan unsura göre teknolojiyi ele almıştır. Teknoloji gibi
nesnel ve gözlemlenebilir bir unsur üzerinde bile tam bir kavramsal sınırlılık belirlenemediği
görülmektedir. Böylelikle hangi tür teknolojinin ya da teknolojinin hangi boyutunun örgütsel yapıyı ne
yönde etkilediği belirlenememektedir. Kullanılan teknolojinin mi, yoksa teknolojiyi kullanma biçimi
ya da nerede kullanıldığının mı önemli olduğu tam açıklanmış değildir.
Büyüklük faktörü ile örgüt yapısı arasında var olan ilişki de tam olarak üzerinde uzlaşılmış bir konu
değildir. Kuram örgütler büyüdükçe standartlaşma, merkezileşme, denetim ve iletişim gibi yapısal
unsurlarda değişimin meydana geleceğini ve örgütün giderek daha bürokratik ve mekanik bir hal
alacağını söylemektedir. Hâlbuki günümüzde gelişen iletişim ve ulaşım imkânları nedeniyle ortaya
çıkan farklı iş görme biçimleri örgütler büyüse de örgütsel yapıda çok önemli bir değişiklik yapma
zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Bugün çalışan sayıları onbinlere varan şirketlerde merkezileşme,
iletişim ve koordinasyon sorunları, denetim ve otorite gibi yapı faktörlerinde gözle görülür bir artışın
saptanması ya da buna ihtiyaç duyulması zor görünüyor.
Strateji faktörü de yine ilk iki faktör gibi üzerinde tam uzlaşılmış bir konu değildir. Strateji nedir, nasıl
belirlenir ve nasıl uygulanır, anlık mıdır yoksa uzun süreli bir yaklaşım mıdır gibi sorular tam bir
netliğe kavuşmadan değişen stratejilerin örgüt yapısını da değiştireceğini söyleyebilmek kolay
değildir.
Bu saptamalardan sonra koşul bağımlılık kuramının örgüt-yapı ve koşul bağımlılık faktörleri
arasındaki ilişkiye tam olarak ışık tuttuğunu söylememiz zorlaşmaktadır. Özellikle hızla değişen
günümüz iş dünyasında örgütlerin şartlara göre yapılanmalarını hızla uyumlaştırmaları zorunluluğu
gerçekçi görünmemektedir. Bu açıdan örgütler değişen şartlara yapılarını uyumlaştırmaktan çok belki
politika, strateji ya da taktiklerini uyumlaştırmak durumunda kalabilirler. Fakat bunlarla örgütsel yapı
birbirlerinden apayrı unsurlardır.
2
KAYNAK BAĞIMLILIĞI YAKLAŞIMI
S a lih A R S L A N
Durumsalcı yaklaşımın esas ilgisini örgütlerin içyapılarının şekillenmesi ve tasarımı teşkil
etmekteydi. Kaynak bağımlılığı yaklaşımı durumsalcı yaklaşımdan farklı olarak dikkati iki
iddiaya çekmek istiyordu. İlki; örgütsel eylemin sadece örgüt amaçlarına ve yöneticilere bağlı
olmadığı, aynı zamanda çevrenin oluşturduğu baskı ve kısıtlara bağlı olduğudur. Diğeri ise;
örgütlerin kendi bünyeleri içinde de gücün önemli bir rol oynadığı ve bu nedenle karar alma
süreçlerinin siyasi nitelik taşıdığıdır.
Kaynak bağımlılığı yaklaşımı üç temel konu üzerine inşa edilmiştir. İlki; açık sistem
yaklaşımıdır. Örgütlerin çevreyle etkileşim halinde oldukları ve çevrenin belirsiz olma
durumunu ifade eder. İkincisi; kaynakların kıt olduğu bir ortamda ihtiyacı başka örgütlerden
temin edebilmektir. Üçüncüsü; gerek örgütler arası gerek ise örgüt içi güç mücadeleleridir.
Örgütlerin esas kaygısı varlıklarını devam ettirebilmektir. Bu nedenle ihtiyaç duyduğu
kaynağın temininde istikrar ve güvenli bir ortam ararlar. Fakat kaynakların temin edildiği
çevre istikrarlı olmayabilir ve örgüt için bir belirsizlik oluşturabilir. Bu anlamda örgütlerin
fiilen temasta oldukları çevre yakın çevreleridir. Örgütlerin kaynak temin ettikleri çevre tek
başına bir bağımlılık ilişkisi oluşturmayabilir. Önemli olan kaynak temini için kurulan
ilişkilerin bağımlılık derecesi ve kaynağın örgüt için ne kadar hayati olduğudur.
Yaklaşım için çevre dışarıda nesnel olarak vardır fakat çevrenin olduğu gibi kavranması
zordur. Her örgüt çevresini algılamalarına göre değerlendirir ve hareketlerine yön verir. Örgüt
çevreyi ne kadar doğru ve gerçeğe uygun algılıyorsa ve ona göre hareket ediyorsa başarı
ihtimali o kadar artar.
Yaklaşıma göre örgütler çevreyle iki farklı şekilde ilişki kurarlar. Biri çevreye uyum gösterme
iken diğeri çevreyi kendine uymaya çalışmaktır. Burada çevreye bağımlılığın asgariye
indirilmesi ve çevrenin örgüte bağımlılığının derecesinin artırılması amacı söz konusudur. Bu
amaç üç farklı şekilde gerçekleştirilebilir. İlki; bağımlılıkların yapısını değiştirmek, İkincisi;
örgütler arası eşgüdümü artırma, üçüncüsü; çevrenin şekillenmesinde siyaseti ve kamu
kuruluşlarım etkilemektir. Bağımlılıkları değiştirmenin de dört şekli vardır. Birincisi; geriye
ve ileriye doğru dikey büyüme, İkincisi; yatay bütünleşme, üçüncüsü; ortak şirket kurma veya
çevresel unsurların şirkette temsil edilmesi, dördüncüsü; ülke veya yerel düzeyde siyaseti
etkileme gayretleriyle, siyasi bir aktör haline gelmektir.
Yaklaşım yöneticinin rolüne ve etkisine kısmi bir yer verir. Yöneticinin kararları kaynak
temininin sağlanmasında önemlidir fakat yönetici hem örgüt içi kısıtlamalar hem de tercihleri
noktasında çevreye bağımlı olduğu için sınırlı imkânlar dâhilinde hareket edebilir. Bu
durumda yöneticinin sonuçlar üzerindeki etkisi azalmış olur.
Yaklaşım analiz birimi olarak örgütü temel alır. Fakat bazı görüşler şirketleri yönetenlerin
aynı sosyal sınıfa mensup odlularını ve bu nedenle sınıf temelli izahların yapılması gerektiğini
iddia etmektedirler.
Kaynak bağımlılığı yaklaşım ile diğer örgütsel kuramları birleştirmeyi amaçlayan çalışmalar
vardır. Kurumsal yaklaşımda örgütlerin çevre karşısındaki edilgen durumuna kaynak
bağımlılığı yaklaşımı eklenerek son verilebileceği söylenmektedir. Bazı yazarlara göre ise
asil-vekil, işlem maliyetleri ve kaynak bağımlılığı yaklaşımlarını birlikte kullanmak daha iyi
açıklama yapmaya yarayabilir.
Kaynak bağımlılığı kuramı örgütün çevreye bağımlılığı ve bunun için ne yaptığı teması
üzerine kuruludur. Bu ise örgütü bir güç ilişkisinin yönetilmesi zorunluluğuna götürmektedir.
Bu güç ilişkilerinin yönetilmesinde örgüte aktif rol biçen yaklaşım çevrenin şekillendirilme
ihtimalinden bahsetmektedir. Bu değerlendirme örgüt sayılarının ve çevresel unsurların
oldukça fazla ve karmaşık olduğu bir çevrede zor bir ihtimaldir.
Kuramın örgütü politik bir yapıya benzeterek hem örgüt içi hem de örgütler arası güç
ilişkilerinin yönetimini vurgulaması önemlidir. Fakat güç ilişkilerinde daha makro kurumlan
ihmal etmesi ise zayıf yönünü oluşturur.
Yaklaşımın bir diğer eksikliği sosyal ve kültürel değişkenleri hiç dikkate almaması ve
fazlasıyla nesnel kalmasıdır.
Kaynak bağımlılığı yaklaşımı kaynakların temininde çevreye bağımlılık ve bu bağımlılığı
yönetilmesi konusunda strateji yaklaşımlarıyla birbirlerine yaklaşmaktadır. Fakat stratejilerin
mi örgütsel yapıyı belirlediği yoksa örgütsel yapının mı stratejileri belirlediği noktasında
fazlasıyla soru işareti vardır.
Bu anlamda yaklaşımın birçok örgütsel durumu ya da eylemi açıklama yetersizliğinden dolayı
“yardımcı kuram” olarak değerlendirmeye başlayanlar olmuştur. Diğer kuramlarla birlikte
örgütsel olayları açıklamada kullanılmaya başlanmış ve hatta kuramın öncü teorisyenleri dahi
kuramın tek başına örgütsel yapıların oluşumunu açıklamada yetersiz kaldığını kabul
etmişlerdir. Son zamanlarda yaklaşımın tek başına bir kuramsal konu olarak ele alındığı
çalışmaların sayısında gözle görülür bir azalış gözlenmektedir.
Bir diğer belki de üzerinde tartışılması gereken nokta kuramın temel sorununu teşkil eden
kaynakların kıtlığı konusudur. Kaynaklar gerçekten bahsedildiği kadar kıt mıdır ve örgütlerin
günümüzdeki en önemli sorunları kaynaklara ulaşma güçlüğü müdür?
ÖRGÜTSEL EKOLOJİ
S a lih A R S L A N
Yaklaşım örgüt odaklı anlayış ve araştırma programlarına temel bir eleştiri olarak ortaya
çıkmıştır. Örgütlerdeki çeşitliliği ve değişimi, örgütlerin çevrede meydana gelen değişikliklere
kısa vadede uyum sağlama çabalarının bir sonucu olarak gören anlayışı yetersiz bulmakta,
örgüt-çevre ilişkisine çevresel ayıklanma veya doğal seçilim açısından bakmaktadır. Bu
bağlamda yaklaşımın temelini iki ana biyolojik kuram beslemektedir. Biri; türlerin çevreye
adapte olması yaklaşımı ile Lamark’çı evrim kuramı, diğeri ise; türlerin hayatlarını devam
ettirebilmek için önce çeşitlendikleri ve daha sonra çevreye uyum sağlayanların hayatlarını
devam ettirdiklerini iddia eden Darwin’ci evrim kuramıdır.
Örgütlerin içinde yapılandıkları ekolojik bağlamı çeşitlenme, seçme, tutunma ve rekabet
süreçleri ile açıklayan yaklaşım çok sayıda örgütsel ve çevresel etkenin örgütlerin çevresel
koşullara yeterince hızlı tepki vermelerini zorlaştırdığını, çevresel değişimin kestirilemez
olduğunu ve kararların-sonuçların rastlantısal olduğunu varsaymaktadır.
Yaklaşımın analiz birimi örgütler değil örgüt topluluklarıdır ve buna popülasyon adı verilir.
Örgüt topluluklarını belirlemek ve birbirinden ayırmak için örgütsel biçim veya örgütsel form
kavramları kullanılır. Aynı örgütsel biçime sahip örgütler maddi ve toplumsal çevreye aynı
şekilde bağımlıdırlar ve çevrede meydana gelen değişiklikler aynı biçime sahip örgütler
üzerinde benzer etkiler oluşturur.
İlk dönem çalışmalarda örgüt topluluklarındaki yaş ve büyüklük
değişimlerin örgütlerin “doğum” veya kuruluş ve “ölüm” veya
ilişkilerini inceleyen yaklaşım daha sonra örgütler arası rekabet ve
meşruiyet kazanması konularına eğilen yoğunluk bağımlılığı, kesim
bölünmesi gibi yaklaşımlarla alanını genişletmiştir.
gibi özelliklerin ve
kapanma oranlarıyla
bir örgütsel biçimin
genişliği ve kaynak
Örgütlerin hayatlarına ait süreçleri inceleyen “örgütlerin demografisi” konusu, örgütlerin
kuruluşları, kapanışları, değişimleri, birleşmeleri, dağılmaları üzerine odaklanır. Örgütlerin
hayatları incelendiğinde temel değişkenlerin demografik (büyüklük ve yaş), ekolojik
(popülasyon yoğunluğu) ve çevresel (kurumsal, politik, yasal) olduğu görülür.
Bir popülasyon içerisinde yeni bir form oluşuyorsa örgütsel doğumun meydana geldiği kabul
edilir. Bir popülasyona yeni giren örgütün o popülasyonun özelliklerini tam olarak
bilememesi durumuna “yeniliğin zafiyeti” ismi verilir. Örgütlerin popülasyonda yaşama
ihtimallerinin meşruiyetlerini sağladıkları sürece devam edeceği varsayılır.
Örgütsel ekoloji yaklaşımı “neden bu kadar çok çeşit örgüt var” sorusunun cevabım bulmaya
çalışır. Örgütsel çeşitliliği sağlayan iki değişken vardır. Biri örgüt topluluklarının sayısı diğeri
ise her bir örgüt topluluğunu oluşturan örgütlerin sayısıdır. Örgüt doğumlarını ve ölümlerini
belirleyen örgütler arası ekolojik süreçler ve daha genel sosyal, siyasi ve iktisadi etkilerdir.
Örgütlerin esas ve ikincil olmak üzere iki tür özellik yapıları vardır. Örgütler esas özelliklerini
değiştirme konusunda isteksizdirler ve değişim bir dirençle karşılaşır. Bu direnç hem örgüt
içinden hem de örgüt dışından kaynaklanır. İkincil özellikler ise daha kolay değiştirilebilir ve
örgüt ölüm riskini esas özelliklerin değiştirilmesindeki kadar artırmaz. Bu bağlamda esas
özellikler örgütsel biçimlerin sınırlarını çizen ve belirginleştiren unsurlardır.
Örgütsel biçimlerin tanımlanmasında ve örgüt topluluklarının ayrıştırılmasında “örgütsel
kimlik’’ kavramı da kullanılmaktadır. Örgütsel kimlik en kısa ifadesiyle örgütlerin dışarıdan
nasıl göründükleriyle ilgilidir.
Örgütsel değişimi ifade etmede kullanılan “yapısal durağanlık” kavramı, örgütlerin çevreye
kıyasla durağan oldukları, bunun nedeninin ise çeşitli çevresel ve örgütsel kısıtlar olduğunu
ifade eder. Bu kavram örgütsel güvenilirlik ve hesap verebilirlik kavramlarıyla geliştirilmiştir.
Örgütsel güvenilirlikten kastedilen, örgütlerin ürettikleri arasında farkların az olması yani
standart üretim yapabilmedir. Örgütsel hesap verebilmeden kasıt ise örgütlerin yaptıkları ve
sonuçları konusunda akılcı ve ikna edici açıklama ve gerekçe sunabilmesidir.
Yoğunluk bağımlılığı yaklaşımı, bir zaman noktasında popülasyon içerisindeki örgütlerin
sayısını ifade eder ve evrimi sosyolojik süreçler olarak rekabet ve meşruiyet kazanma etkileri
üzerine temellendirir. Örgüt sayısındaki artış örgütün bilinirliliğini artırır ve bilişsel bir
meşruiyet zamanla ortaya çıkar yaklaşımı kurumsal kuramdan alınma bir varsayımdır.
Yoğunluğun giderek artması ise aynı kaynak tabanından beslenen örgütler arasında rekabeti
de artırır.
Kesim genişliği yaklaşımı, örgütleri genelci ve özelci örgütler olmak üzere ikiye ayırır.
Genelci örgütlerin daha genel bir alandan beslendikleri ve daha çeşitli üretim yaptıklarını,
özelci örgütlerin ise daha dar bir çevreden beslendiklerini ve daha az çeşit üretim yaptıklarını
fakat bu durumun farklı ortam ve şartlara göre her iki örgüt tipine avantaj ve dezavantaj
sağlayabileceğini ifade eder.
Kaynak bölünmesi yaklaşımı, popülasyon içerisindeki kaynak tabanının fiilen kullanımı ve bu
taban için örgütlerin nasıl rekabet ettiklerini açıklamaya çalışan bir yaklaşımdır. Merkezde
olan genelci örgütlerin kaynağın büyük bir kesimini kullandıklarını söyler ve bunu da ölçek
ekonomisi ile izah eder.
Örgütsel ekoloji yaklaşımı örgütlerin hayatlarını canlıların hayatlarından esinlenerek
açıklamaya çalışan ve evrensel yasalar arayan bir yaklaşım olması nedeniyle eleştiriye
oldukça açık görünmektedir.
Çevrenin örgütler üzerindeki etkisi büyüktür fakat örgütlerin tek varlık ve yokluk nedeni
olarak gösterilmesi içsel dinamiklerin tamamen yok sayılması anlamına gelir.
Büyüklük ve yaş ile örgütsel ölüm oranları arasında kurulan ilişki çoğunlukla varsayımsaldır
ve uzun tarihsel süreçler incelenerek yapılan analizlere dayanmamaktadır. İddiaların aksine
örnekler mevcut olduğu için yaklaşım bu yönüyle de eleştirilmiştir.
Yaklaşım dışsal kurumların etkilerinin içsel olduğunu iddia etmesi ile de eleştirilmiş hatta
kapalı sistemci yaklaşım sergilemekle itham edilmiştir.
2
KURUMSAL KURAM
S a lih A R S L A N
Kuramın kökleri 1970’li yılların öncelerine uzanmakla beraber yönetim ve organizasyon alanında
1970’lerin sonlarından itibaren ilgi görmeye başlamıştır. Kurumsal kurama göre, örgütlerin varlığını
devam ettirebilmeleri sadece etkili ve verimli olmalarına bağlı değildir, kurumsal çevre içinde ne
derece kabul gördükleri de önemlidir. Bu nedenle örgütler teknik gerekliliklerinin ötesinde faaliyette
bulundukları sosyal çevre içerisinde meşru görülmelerini sağlayacak düzenleme ve faaliyetlerde
bulunurlar. Bu durum örgütleri çevrelerine uyumlu bir yapılanmaya götürerek birbirilerine
benzemelerini sağlar. Bu bağlamda kurumsal kuramcılar örgütlerin nasıl birbirlerinden
farklılaştıklarından daha çok nasıl birbirlerine benzeştikleri sorusuyla ilgilenir.
Ekonomi, siyaset ve sosyoloji alanında 1960’lı yıllara kadar yapılan kurumsalcı çalışmaların yönetim
ve örgüt alanındaki kurumsalcı çalışmaların altyapısını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Weber, onun
takipçisi Parsons, Parsons’un öğrencisi Merton ve Merton’un öğrencisi Selznick erken kurumsalcı
çalışmaların öncüleridir. Weber; sosyal olaylar açıklanırken bireylerin öznel anlam dünyalarının
anlaşılması gerektiğini, çünkü bireylerin çeşitli durumlara anlamlar yüklediklerini ve bu anlamlara
göre hareket ettiklerini söylemekle beraber geleneklerin, yasaların veya benzeri kural sistemleri gibi
kültürel unsurların sosyal yapıları tanımladığını ve sosyal davranışı şekillendirdiğini belirtmiştir.
Parson da Weber gibi sosyal eylemi açıklarken öznel ve nesnel yaklaşımları birleştirmeye çalışmıştır.
Parsons’a göre kurallara dayalı yapılar sosyal aktörlerden bağımsız olarak toplumda vardır ve bireyler
bu kurallara uyarlar. Uymadıkları takdirde çevre tarafından tepki göreceğini düşünürler. Bu nedenle
ister toplumsal, ister örgütsel ya da sosyo-psikolojik her sosyal sistem varlığını devam ettirebilmek
için uyum, amaca ulaşma, bütünleşme ve meşruiyet işlevlerini gerçekleştirmelidirler. Parsons örgüt
yapısını üç bölümde ele alır. Örgütün en altına teknik sistemi, onun üstüne yönetsel sistemi ve en üste
ise kurumsal sistemi yerleştirir. Merton ise Parsons’dan ayrı olarak her şeyi kapsayan büyük bir kuram
yerine sınırlı durumlara uygulanabilecek orta büyüklükte kurumlar oluşturulmasını savunur. Merton
bürokrasi de kurallara bağlı kalmanın kendi başına bir amaç haline gelebildiğini ve bürokratların
kurallara körü körüne bağlı kalmaları nedeniyle bürokratik yapının bozuk işlev gösterdiğini
belirtmektedir. Selznick’e göre örgütler görünürde formet olarak akılcı yapılar şeklinde
tasarlanmalarına rağmen pratikte formel olmayan unsurlardan ve işin insana dayalı sosyal yapısından
etkilenmektedir. Örgütün içinde bulunduğu kurumsal çevreden gelen baskılar, örgütlerin resmi ve
sosyal yapısını etkileyerek verimlilik ve etkinlik odaklı akılcı anlayıştan sapmasına neden olmaktadır.
Selznick’e göre örgütsel olgular görünenin ötesinde “anomaliler” taşır ve kendiliğinden oluşan doğal
süreçleri izler.
Erken-kurumsalcı çalışmalar örgütün uygulamalarının içinde bulunduğu politik ve sosyal çevre
içerisinde nasıl şekillendiği ile ilgilenmekteyken, yeni kurumsalcı çalışmalar ise belirli bir alandaki
örgütlerin ortak kurumsal mekanizmaları ve meşruluğa dayalı benzer uygulamaları ile ilgilenmektedir.
Yeni kurumsalcı kuramın en temel farklılığı, Berger ve Luckman’ın bilgi sosyolojisi anlayışını
çalışmaların temeline yerleştirmeleridir. Berger ve Kuckman’a göre sosval gerçeklik sosyal etkileşim
süreciyle oluşturulmuş bir insan inşasıdır. Gerçekliğin inşası, nesnel olarak insanların eylemleri ve
etkileşimleri ve öznel olarak da anlamlı bir biçimde tecrübe edilen ve paylaşılan bir gerçeğin devamlı
olarak oluşturulması sürecidir. Günlük gerçek toplumsal olarak kurulmuş bir sistemdir. Toplumsal
eylemlerin tekrarlanması ve bunlara farklı kişilerce benzer anlamlar yüklenmesi sürecine
kurumsallaşma denilmektedir. Yeni kurumsal kuram, dışarıda bulunan verili bir gerçeklik anlayışı
yerine gerçekliğin toplumsal olarak inşası anlayışını ve dolayısı ile karşılıklı olarak etkileşim
sürecinde gerçekliğin toplumsal olarak tanımlanması yaklaşımını benimsemiştir. Böylece örgütlerdeki
yapı, uygulama, plan ve programların kurumsallaşmasının kendiliğinden değil toplumda karşılıklı
olarak verilen anlamlar yolu ile kanıksanmaya bağlı olarak oluştuğu kabul edilir. Kurumların bilişsel
yönünü vurgulayan yeni kurumsal yaklaşım bu yönüyle kurumların normatif yönünü vurgulayan
erken-kurumsal çalışmalardan ayrılmaktadır.
Yeni kurumsal kuram da Meyer ve Rowan ile Zucker’in çalışmaları öncü yer tutar. Daha sonra ise
Scott ve Meyer ile DiMaggio ve Powel’in çalışmaları kuramı belirli bir olgunluğa taşımıştır. Meyer ve
Rowan ister bilişsel ister normatif süreçler olsun makro çevrede oluşmuş kurumsallaşmış kuralların
örgütsel yapıları nasıl biçimlendirdiğine odaklanırken, Zucker tek bir örgütsel davranış örüntüsüne
uymanın veya onu benimsemenin altındaki sürecin mantığına ve doğasına odaklanmaktadır. Meyer ve
Rowan’in yaklaşımı, sistem düzeyindeki sosyal olguların örgüt düzeyinde yeniden üretimi ya da
kopyalanması sürecine odaklandığı için “kurum olarak çevre” yaklaşımı diye adlandırılır. Zucker’in
yaklaşımı ise, örgüt düzeyindeki yeni kültürel unsurlara ilişkin anlamların üretilmesi sürecine
odaklandığı için “kurum olarak örgüt” yaklaşımı diye adlandırılır. Bu noktada kurumsallaşma hem
nitelik hem de bir süreç ise Meyer ve Rowan niteliği, Zucker ise süreci vurgulamaktadır.
Meyer ve Rowan; modem toplumlarda formel örgütsel yapıların yüksek derecede kurumsallaşmış bir
bağlamda ortaya çıktığını belirtmektedir. Çalışmalarındaki bulgulara göre, örgütlerdeki yeni
uygulamalar verimlilik kaygısından ziyade örgütsel meşruiyeti artırmaya yöneliktir. Kurumsallaşmış
ürün, hizmet, teknik, program ve politikalar efsane türü işlev gösterir. Örgütler meşruiyet kazanmak,
kaynaklara ulaşmak ve varlığını devam ettirebilmek için efsane işlevi gören bu kurallara uymak
zorundadır. Çoğu örgüt bunları dış çevreye göstermek ya da bilinmesini sağlamak için törensel olarak
bünyesine dâhil eder. Bunlar çoğu zaman örgütlerin verimlilik faaliyetleri ile ters düşse de kurumsal
çevre ile ters düşmemek ve meşruiyeti korumak için kurumsal çevreye uyum tercih edilir. Böylece
örgütler sürecin sonunda çevrelerindeki kuramlarla benzeşerek eşbiçimli hale gelirler. Bu eşbiçimlilik
temelde iki tür soruna neden olur. Birincisi; verimlilik kaygısının örgütte çelişki ve uyumsuzluğa yol
açması, İkincisi ise; efsaneleşmiş ve törensel hale gelmiş kuralların örgütün farklı çevrelerinden
kaynaklandığı için çelişmesidir. Bu sorunun çözümü ise teknik faaliyetler ile yapıları birbirinden
“ayırma” ya da güven yaratma ile gerçekleştirilir. Ayırma, örgütün teknik faaliyetlerde verimliliği esas
alıp kurumsallaşmış yapısını muhafaza ederek meşruiyetini devam ettirmeye çalışmasına denir. Güven
yaratma ise, örgütlerin verimliliği tam olarak saptayamasalar bile iyi niyetli oldukları ve ellerinden
geleni yaptıkları ve güvenilir oldukları izlenimini oluşturmalarıdır.
Zucker, bireylerin nezdinde kültürel kalıcılığın nasıl gerçekleştiğini incelediği çalışmasında, kültürel
kalıcılığın ancak bir eylemin nesnel yani herkes tarafından benzer şekilde anlaşılan ve tekrar edilen bir
hal alması ve de varlığı sorgulanmayacak kadar dışsal bir gerçeklik kazanmış olması ile
sağlanabileceğini ortaya koymuştur. Toplumsal bilgi kurumsallaştığında dışsal bir gerçeklik
kazanmakta ve bir “gerçek” olarak başkalarına aktarılmaktadır. Böylece kültürel olarak kalıcı hale
gelmektedir. Ona göre bir edim ne kadar dışsallaşmış ve nesnelleşmiş ise o kadar kurumsallaşmış
demektir.
DiMaggio ve Powel’in çalışmaları ise örgütsel yapıların verimlilik ve rekabetten dolayı değil örgütsel
alanların yapılanma biçimlerinden dolayı değiştiği tezi üzerine kuruludur. Örgütsel alan, bir bütün
olarak fark edilir bir kurumsal yaşamı oluşturan örgütleri kapsar. Çalışmaya göre; örgütler çevresel
belirsizlik ve karşılaştıkları zorunluluklar nedeniyle homojen hale gelmekte ve bu noktada devlet ve
meslekler bir örgütsel alandaki örgütlerin birbirine benzemesine neden olmaktadır. Örgütsel alanın
içinde ana tedarikçiler, tüketiciler, düzenleyici kuruluşlar ve benzer ürün ve hizmetleri üreten diğer
örgütler bulunmaktadır.
Scott ve Meyer ise çalışmalarında “toplumsal sektör” kavramını yeni bir analiz birimi olarak
kullanmışlardır. Bu kavram benzer hizmet veya ürün üreten ve benzer işlevler gösteren örgütlerin
etkileşim halinde oldukları ve içinde rakipler, tedarikçiler, müşteriler ve ikame malları da üreten
örgütlerin dâhil olduğu geniş bir alanı ifade etmektedir. Ayrıca daha önceki çalışmalarda ele alınan
teknik ve kurumsal çevre ayrımı bu çalışmada yumuşatılmış, bir örgütün hem teknik hem de kurumsal
çevre tarafından şekillendirilebileceği, iki çevrenin birbirlerinin zıttı şeklinde algılanılmadan kabul
edilmesi gerektiği ve örgüt yapısının teknik faaliyetlerden ayrılması zorunluluğunun her zaman
gerekmeyebileceği belirtilmiştir.
Kurumsal kuramın özünü oluşturan bazı temel kavramlar vardır. Bunlar kurum, kurumsallaşma,
eşbiçimlilik ve meşruiyet olarak sıralanabilir. Kurum; kendisine özgü bir nitelik kazanmış olan
kalıplaşmış bir toplumsal anlayışı ifade etmektedir. Kurumsallaşma ise bu niteliğin kazanılma
sürecidir. Kurumsal kurama göre, kurumsallaşma, yeni örgütsel biçimlerin, yönetim uygulamalarının
ve örgütsel alanların ortaya çıkması, benimsenmesi ve kalıcı hale gelmesidir. Tolbert ve Zucker’e göre
kurumsallaşma üç aşamada gerçekleşir. İlki örgütlerin yasalar, pazar ve teknolojideki değişimlere göre
geliştirdiği uygulamaların kalıplaşmış davranışlara dönüştüğü “alışma” aşamasıdır. İkincisi
kalıplaşmaya başlayan davranışlar üzerinde herkesçe paylaşılan anlamların oluştuğu “nesnelleşme”
aşamasıdır. Üçüncüsü ise davranışların dışsallık kazanarak artık kendi başlarına bir gerçeklik elde
ettikleri “çökelme” aşamasıdır. Örgütsel meşruiyet; bir örgütün faaliyetlerinin sosyal olarak inşa
edilmiş olan normlar, değerler, inançlar ve tanımlar sistemi içerisinde arzu edilir, uygun ve kabul
edilirliğine ilişkin genel algı ve varsayımdır. Eşbiçimlik ise; örgüt yapılarının birbirine benzer hale
gelmesini ifade eder ve zorlayıcı, öykünmeci ve normatif olmak üzere üç değişik biçimde gerçekleşir.
Zorlayıcı eşbiçimlilik, örgütlerin bağımlı oldukları diğer örgütlerden ve içinde yaşadıkları toplumun
beklentilerinden kaynaklanan formel ya da infonnel baskılar sonucu oluşan biçimlenmedir.
Öykünmeci eşbiçimlilik, çevredeki
belirsizliğe karşı gösterilen
standart tepkilerden
kaynaklanmaktadır. Karmaşık ve belirsiz çevresel ortamda örgütler başka örgütleri rol model
alabilirler ve zamanla yapısal olarak onlara benzerler. Normatif eşbiçimlilik ise, belirli meslek
gruplarının profesyonelleşmesi ve çeşitli normları belirlemeleri ile bunların örgütlerde
yaygınlaşmasından kaynaklanmaktadır. Zucker, normatif ve öykünmeci eşbiçimlilik mekanizmalarını
kabul ederken, zorlayıcı eşbiçimlilik mekanizmasını kurum olgusuna ters düştüğü için kabul
etmemektedir. Ona göre, bir kurum zorla benimsetiliyorsa kurum değildir, kurum tanımı gereği
kanıksandığı, normal ya da doğru bulunduğu için benimsenir.
Kuramın ilk dönemlerinde, kurumlar oluştuktan sonra değişmelerinin çok güç olduğu fikri hâkimken
sonradan kurumsallaşmanın döngüsel bir yapıya sahip olduğu düşünülmeye başlandı. Zucker,
kurumsallaşmış sistemlerin, kendi doğasında inşa ve çözülme dengesi içerisinde bir değişim yaşadığını
söylemektedir. Ona göre sosyal sistemler içsel olarak değişir, fakat bir bütün olarak istikrarlıdırlar.
Oliver’e göre; kurumsal değişim için kurumsal yapıda öncelikle “çözülme” olması gerekir. Çözülme,
kurumsallaşmış bir örgütsel uygulamanın meşruiyetinin aşınması veya kesintiye uğramasıdır.
Kurumsal değişim kanıksanmış iş yapma biçimlerinde, örgütsel form ve yapılarda, endüstri
standartlarında ve kurumsal mantıklarda gerçekleşebilir. Greenwood vd.’ne göre kurumsal değişim şu
şekilde gerçekleşir. Önce sosyal, teknolojik ve yasal değişimler gibi hızlandırıcı olayların etkisiyle
kurumsal çözülme meydana gelir. Sonra uygun teknik çözümler ve yenilikler ortaya çıkar. Çözümler
ve yenilikler haklı bulunur ve meşrulaştırılır. Bu uygulamalar dışsal bir gerçeklik kazanarak
nesnelleşir ve yaygınlaşır. En son bilişsel bir meşruiyet kazanarak yeniden kurumsallaşma sağlanır.
Thornton ve Occasio ise kurumsal değişimi dörtlü bir mekanizmayla açıklamıştır. Bunlar kurumsal
girişimci, yapısal örtüşme, olay sıralaması ve çelişen kurumsal mantıklardır. Kurumsal girişimciler,
kaynakları kendi çıkarları içim kullanarak kurumlan üreten, değiştiren ve varlıklarını sağlamlaştıran
aktörleri tanımlamaktadır. Yapısal örtüşme, daha önceden örgüte uzak bireysel roller, örgütsel yapılar
ve fonksiyonların örgütlere dayatılmasıyla oluşan durumu ifade etmektedir. Olay sıralaması, benzersiz
sıralı olayların meydana gelmesiyle kültürel sembollerin ve ekonomik yapıların anlamlarının
değişmesini veya yıkılması sürecidir. Çelişen kurumsal mantık ise, birbiriyle rekabet halindeki
kurumsal mantıkların kurumsal değişime neden olmasını ifade eder. Kurumsal mantık, “sosyal eylemi
kategorize eden ve ona bir anlam yükleyen dünya görüşü” olarak tanımlanırken, her bir kurumun
merkezi bir kurumsal mantığının bulunduğunu fakat bununla beraber merkezi mantıkla çelişen, çatışan
çoklu mantıkların bir arada bulunabileceği belirtilmektedir.
Kuramın temel tezleri özetlenecek olunursa;
1- Örgütler sadece teknik unsurlardan oluşan bir çevrede değil, uzun zaman içinde oluşmuş,
kurumsallaşmış kuralları ve yapıları içeren makro bir çevrede yaşarlar.
2- Çevresel unsurlar, sadece yasal ya da ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel sistemler
içerir.
3- Örgütlerin yapıları ve uygulamaları sadece, içsel teknik faaliyetlerin ve dışsal ekonomik ilişkilerin
işlevsel bir biçimde tasarımlanması sonucunda değil, makro çevredeki kurumsal kalıpları yansıtacak
biçimde oluşur.
4- Örgütlerin hayatta kalabilmesi için sadece teknik anlamda verimli çalışması değil, kendisini
bulunduğu çevrede meşru kılması gerekmektedir.
5- Örgütlerin belirsizlikten kaçınma, bağımlılık ya da mesleki nedenlerle kurumsallaşmış yapı ve
uygulamaları benimsemeleri, aynı örgütsel alanda bulunan örgütleri kurumsal çevreleriyle ve
birbirleriyle eşbiçimli hale getirir.
6- Kurumların kendi içinde çelişik olması veya teknik gerekliliklerle çelişmesi nedeniyle, örgütte
gevşek bağlanmış bir yapı söz konusudur.
Kuramın ihmal ettiği ya da eksik bıraktığı yönlere dair Zucker’in eleştirileri şöyledir;
1- Kurumsal çevrenin örgütün dışında kendi içinde farklılaşmayan, her örgütü aynı ölçüde etkileyen
yeknesak bir çevre olarak değerlendirmenin gerçekçi olmadığı
2- Kurumsal çevreye uyum karşılığında örgütlerin, meşruiyet dâhil, kaynaklara ulaştığı vurgusunun,
yeni kurumsal kuramı kaynak bağımlılığı kuramının bir versiyonu haline getirebileceği
3- Örgütsel alan kavramının sektörle ya da popülasyonla özdeşleştirilmesinin hatalı olduğu
4- Kurumsal baskıların gerisindeki aktörlerin gücünün ve çıkarlarının az çalışıldığı
5- Bazı örgütlerin teknik bazı örgütlerin de kurumsal çevrenin etkisinde olduğunu varsaymanın
sakıncalı olduğu, iç içe geçmiş olan bu iki çevrenin tüm örgütleri bir ölçüde etkileyebildiği
6- Dışsal kurumsal baskılara boyun eğen aşırı sosyalleşmiş insan varsayımının hatalı olduğu, insanların
çoklu sosyal gerçeklikler arasında seçim yaptığının göz ardı edildiği
DiMaggio; kuramların doğma, yeniden üretilme ve çözülme süreçlerini açıklayabilmesi için, kurumsal
kuramın açık biçimde çıkara dönük, amaçlı ve çatışmacı davranışı analize katması gerektiğini, aksi
takdirde kendisini şu konularda sınırlayacağını iddia etmektedir.
1- Örgütsel yaşamın dışsallaşmış ve özneler arası hale gelmiş, hiçbir aktör tarafından sorgulanmayacak
yanlarını incelemek
2- Yüksek düzeyde kurumsallaşmış veya geleneksel otoriteye dayalı olarak yönetilen örgütler üzerinde
çalışmak
3- Kurumsallaşmış bir örgütsel formun varlığı halinde ancak örgütsel değişimi açıklayabilmek
4- Sadece uzun dönemli ve istikrarlı değişimleri açıklamak
5- Sadece farklı ancak kendi içinde homojen kurumsal yapılar arasındaki farkı açıklamak
DiMaggio’nun bu eleştirilerine karşı Scott; kurumsal kuramın amaçlı ve çıkara dönük davranışı inkâr
etmediğini, sadece insanların ve grupların çıkarlarının verili alınamayacağını söylemektedir. Meyer ve
Scott; toplumları, örgütleri kuran inşa eden kurumsallaşmış çevrenin kökenini “gerçek insanlarda”
aramanın kurumsal analizden taviz anlamına geleceğini, kurumsal çevrenin aktörlerin eylemlerine
dayandırılmayacak kadar uzun dönemli ve kapsamlı olduğunu, “kurumsal girişimci” kavramının
kuramın reddettiği “rasyonel insan” kavramını çağrıştırdığını belirtmektedirler.
Örgütsel yapıdaki değişimin sadece zorlayıcı, öykünmeci ve normatif yolla değil, ayrıca örgütsel
doğum sürecinde, çevreyle bütünleşme yoluyla veya kültür yoluyla da olabileceği değişik çalışmalar
aracılığıyla ortaya çıkarılmıştır.
Turuncu kitap 1991 yılında DiMaggio ve Powel’ın editörlüğünde yayınlanmış ve kurumsal kuramın
ayırıcı özellikleri şu üç noktada belirtilmiştir.
1-Sektör, ulus ve uluslar arası düzeyde örgüt yapı ve süreçlerini incelemek
2- Kuramları bireysel tercihlerden bağımsız tarihsel ve kültürel bağlama yerleşik kolektif çıktılar olarak
almak ve insan davranışını, rasyonel seçim dâhil, meşru eylemi biçimleyen bu kuramların bir
yansıması olarak tanımlamak
3- Kurumsallaşmış düzenlemelerin, seçenekleri dahi sınırlaması nedeniyle sürekliliğinin söz konusu
olduğunu, ancak makro düzeydeki değişimlere tepki olarak dramatik bir biçimde değişebileceğini
kabul etmek
Scott son çalışmasında, kurumu, sosyal davranışa anlam ve istikrar kazandıran, bilişsel, normatif ve
düzenleyici yapı ve faaliyetler olarak tanımlamıştır. Bilişsel boyutta meşruiyetin temeli ortak
mantıksal çerçeveyi taklit etmek iken, normatif boyutta ahlaken doğru ve uygun olan, düzenleyici
boyutta ise meşruiyetin temeli yasalardır. Bilişsel, normatif ve düzenleyici boyutların kültürel alana,
sosyal yapılara ve rutinlere yerleşik olduğunu belirtmektedir.
Sorular
1- Örgütsel meşrulaştırma süreci nasıl gerçekleşir?
2- Örgütler ne kadar eşbiçimsel hale gelir, bunun sınırı var mıdır varsa nedir?
3- Örgütsel değişimde bireylerin rolü var mıdır, varsa sınırlılıkları nelerdir?
4- Kuram yapı-eyleyen problemine nasıl yaklaşır?
5- Örgütsel alan neleri kapsar ve örgütsel yapı bakımından önemi nedir?
6- Kuramın diğer örgüt kuramlarının kavramlarını kullanması kurama zarar verir mi?
7- Örgütler teknik çevre (verimlilik) ve kurumsal çevreden (meşruiyet) gelen ve birbiriyle çelişen
taleplere nasıl cevap verirler?
8- Günlük yaşamda öznel olarak yaratılan anlamlar nasıl nesnel olgulara dönüşür?
9- Kurum olarak çevre yaklaşımı ile kurum olarak örgüt yaklaşımı arasındaki temel farklılık nedir?
10- Kuram açısından efsane, sembol ve törenselliğin önemi nedir?
İŞ L E M M A L İY E T İ K U R A M I
İktisat ile organizasyon teorisini birleştiği alan olarak kabul edilen ve bazen “ örgütsel iktisat”
olarak da adlandırılan bu çalışmaların, klasik teorinin rasyonellik kavramları, ekolojik
yaklaşım ve organizasyon yapılarını klasik iktisat anlayışı ile birleştiren bir alandır.
Oliver Williamson’un, gelişmesine büyük katkıda bulunduğu bu yaklaşım organizasyonları
açık sistem olarak kabul eder ve ağırlığı organizasyonun kullandığı teknoloji ve üretim
sistemi yerine, üretilen mal ve hizmetlerin sistemin sınırları dışındaki kişilerle değiştirilmesi
işlemine kaydırır.
Bu yaklaşım, esas kritik önem taşıyan faaliyetin üretim değil, fakat üretilen mal ve
hizmetlerin değişimi ve bu değişimi yöneten organizasyon yapıları olduğunu
vurgulamaktadır.
Bu yaklaşımın ana fikri şudur: Organizasyonlar ürettikleri mal ve hizmetlerin değişim
işlemlerini, maliyeti en ekonomik olacak şekilde organize etmek isterler. Bu en ekonomik
olma bir yandan karar vericilerin “sınırlı rasyonelliğe” sahip olmaları, bir yandan da değişimle
ilgili kişilerin kendi çıkarları doğrultusunda davranmalarından etkilenir.
Williamson’a göre bu yaklaşım, stratejik yönetim gibi kompleks ve disiplinler arası bir alanda
kullanılabilecek bir yaklaşımdır. Çünkü ekonomi en iyi stratejidir. İşlem maliyeti yaklaşımını
en önemli mesajı budur.
Kuram, "firmalar neden vardır?" sorusu üzerinde şekillenmiştir. Piyasa varsa, aslında piyasa
olması için de üretim firmalarının olması gerekir ancak temel noktamız şu anda piyasadır,
ihtiyaç olması durumunda istenen ürünler piyasadan sağlanabiliyorsa firmalara ne gerek
vardır? Kuram, firmaların varlığını, piyasaya nazaran firmaların işlem maliyetlerini düşürme
özelliğine bağlamıştır.
Hem Oliver Williamson hem de Ronald Coase firma ve piyasayı birbirlerinin alternatifi olan
düzenleyici araçlar olarak görmüş, firmayı otorite ilişkileri, piyasayı ise fiyat mekanizması
üzerinden düzenleyiciler olarak nitelemişlerdir.
Firmayı üretim fonksiyonunun ötesinde açıklamaya çalışan ilk çalışma Coase'ın 1937 tarihli
"The Nature o f the Firm" isimli makalesidir. Neoklasik model, üretim fonksiyonunda üretim
yapılan miktardan hareket ederken, Coase hangi işlemlerin firma içinde yapılacağı,
hangilerinin piyasadan temin edileceği üzerinde durmaktadır. Coase'a göre, firmayı açıklarken
niçin var olduğuna ve sınırlarına dair bir açıklama sunmak gerekmektedir. Yöneticiler, hangi
işlemlerin firma içinde yapılacağı, hangilerinin piyasadan temin edileceğine karar verirken, bu
işlemlerin kartlaştırm alı maliyetlerine bakmaktadırlar.
Coase, firmanın varlığını piyasada işlem yapmanın maliyetli olmasına bağlamaktadır. Peki,
firma nereye kadar büyüyecektir? Dünyadaki bütün üretimin tek bir firma tarafından
yapılması mümkün müdür? Coase, bu soruların yanıtlarını koordinasyonun marjinal
maliyetine bağlamaktadır. Firma ilave bir işlemi firma içinde yapmanın maliyetleri aynı
1
işlemi piyasa yoluyla ya da bir başka firma kurma yoluyla yapmanın maliyetlerine eşit olana
kadar genişleyecektir. Bu noktanın ötesinde ise piyasa tercih edilecektir.
Peki işlemi nasıl tanımlamak gerekmektedir? Her ne kadar fikir birliği bulunmasa da, yaygın
olarak kabul gören görüş işlemin hem piyasada yapılan spot işlemleri hem de sözleşmeleri
içeriyor olmasıdır. Piyasadaki bir işlem mülkiyet haklarının transferini içerirken, sözleşmeler
geleceğe dönük taahhütleri içermektedir, İşlem maliyetleri, hem mevcut hem de gelecekte
ortaya çıkabilecek olan maliyetleri ifade etmektedir.
İşlem maliyeti kuramındaki temel mesele işlemlerin 'örgüt (hiyerarşi) de mi? yoksa piyasada
mı? daha verimli gerçekleşeceğidir. Burada altının önemle çizilmesi gereken nokta işlem
maliyeti kuramında yönetişim mekanizmalarının belirlenmesinde en temel unsurun verimlilik
olmasıdır. Bu soru işlem maliyeti kuramı içinde 'yap (hiyerarşi) ya da satın al (piyasa) kararı'
(make or buy decision) olarak da anılmaktadır.
Temel olarak işlem maliyeti kuramının iki davranışsal varsayımı vardır. Bunlar sınırlı
akılcılık ve fırsatçılıktır. Sınırlı akılcılık kavramı daha önceleri Simon'ın bireylerin
davranışlarını tanımlarken; akılcı olmaya eğilimli fakat bilişsel kapasite sorunu yüzünden
ancak sınırlı olarak akılcı olabilen olarak tanımlamasına dayanmaktadır. Williamson benzer
olarak bireylerin bilişsel yetersizliği yüzünden sözleşmelerin gerekli tüm olası durumları
karşılayamayacağını belirtmiştir.
Fırsatçılık, temel olarak ekonomik aktörlerin kendi çıkarlarını kollayan nitelikte davranış
sergilemelerini ifade etmektedir.
İşlem maliyeti kuramı içinde sınırlı akılcılık varsayımı altında, tüm karmaşık sözleşmelerin
eksik sözleşmeler olacağı önermesi vardır. Buna ek olarak fırsatçılık varsayımı altında ise
güvenilir olmayan vaatlere dayanan taahhütlerin tarafları tehlikeye maruz bırakacağı önermesi
yer alır. Buna göre ekonomik faaliyetleri içeren işlemleri, sınırlı akılcılığı en aza indiren ve eş
zamanlı olarak işlemleri fırsatçılık tehdidinden koruyacak bir şekilde güvenlik önemlerini
alarak tasarlamak gerekir.
Dikey bütünleşme işlem maliyeti kuramının en yoğun, en bilinen ve en çok çalışılan
uygulaması olup, kuramın temellerini oluşturan 'örgütler neden vardır?' sorusunu cevaplamak
üzere incelenen bir uygulamadır. Nitekim işlem maliyeti kuramı, kuramın temel tartışmasını
oluşturan 'yap ya da satın al' kararı için doğrudan dikey bütünleşmeyi işaret etmiştir.
İşlem maliyeti kuramının gelişimini sağlayan diğer bir uygulama da çok bölümlü (multi
divisonal) yapılardır. Çok bölümlü yapılar genel olarak M-biçimli terimi ile ifade
edilmektedir. Çünkü merkezileşmiş ya da bölünmez (U-biçim) biçimli yapılarda firmalar
büyüdükçe ve çeşitlendikçe üst yönetimin faaliyet sorunları ile baş edebilmesi zorlaşacak ve
karmaşıklık artacaktır.
Melez yapılar ortak mülkiyet altında bütünleşmenin olamadığı durumlarda yönetişim
problemlerinin üstesinden gelmesi ihtimal olan bir yönetişim yapısı olarak ortaya çıkmaktadır,
melez yönetişim biçimlerine ilişkin yapılan çalışmalar temelde üç uygulamaya
2
^ ù rn *su r\ (ù^/yju
ÿcap/Yktx
lcö/yç;»hd&
cLa^Yh a ş
¡T\Ur*bL
(U VfıV\
-a
/yuxÀye,J&'
fzdLefJhL
loçJfaçLL
fleJcAÏ iU- '/CfCrîefe-
c h h iltY .
-
vcr/rr&étL.
oloğru Iö/l/İm Il y< y*l» a¿)
/ f/ h lu vn u tı
h¡ c e !
/> ¡ 4 e /
*=ô ğjî/u ey\
G>JJCs\ ¡clñ ja^ladeui foirot ôJ^Lt^arnQ^
frodUu' feri-
J a y a J ^ e c q e llif.
Ç—t f r t z ir u s i a / r & u ,
p ty a s i& n ù o
^rm> 0 es>>/fy* (f*A sfa
!uÿ>jGùr&
u & frpû r
es> <"*“'*& ñ y w * w ^ W 8*
yoğunlaşmıştır. (1) uzun dönemli sözleşmeler (2) ortak girişimler (3) marka (franchising)
anlaşmalarıdır.
Ouchi Williamson'm daha önce üzeri durduğu piyasa ve hiyerarşi mekanizmalarına ’klan'
mekanizmasını eklemiş ve bu anlamda işlem maliyeti kuramına katkı sağlamıştır. Fakat
burada önemle altım çizilmesi gereken nokta Ouchi'nin bu mekanizmaları daha çok firma
içindeki kontrol sistemlerine yönelik olarak sunmuş olmasıdır. Ouchi,ye göre firmalar genel
olarak üç tip kontrol mekanizmasına dayanmaktadır. Bunlar; piyasa, bürokrasi (hiyerarşi) ve
klanlardır. Williamson yönetişim mekanizmalarının verimliliğini işlemlerde ortaya
çıkabilecek durumlara dayandırırken, Ouchi (1979, 1980) piyasa, bürokrasi ve klan
mekanizmalarının verimliliğini; (1) performans bulanıklığına, (2) amaç uyuşmazlığına
dayandırmıştır.
/'fljatvrt p o f r A L
o It& jmc»
/ / û/no
pdfitr*)*
C/¡cfa-erf)
//
P -tr^ odc/dıL
P /'ytA i& p P /* y e * W
L—
/(//
'€ h
(J j Jkj /ÿ /' o cfy/cftâ * yoyoM 7
ç jg h » t y t (/e d a n
— v firfr>a
^
d (y c r o r g /
/
R ic a ld e *
U a jıL
p" ™ *, cJ,5 e' '
J
J
u/ı%k4 h .
Ic Jç ^ L .
'/¿ ¿ H t
L *À vrin / i f p j i o i L ayxtar.
hjluhisd
Ih>ü4ûrt {l*-kic>eb
3
İŞ L E M M A L İY E T İ T E O R İS İ
S a lih A R S L A N
Örgütleri iktisadi bakış açısı ile inceleyen yaklaşım, “örgütler neden vardır?” sorusunun cevabını arar
ve fiyat sisteminin işlemediği durumlarda örgütlerin oluşturulduğunu iddia eder. Bundan dolayı jjrgüt
otorite ilişkileri ile, piyasa ise fiyat mekanizması ile düzenleyici rol üstlenmektedirler. Fakat örgütlerin
işlem maliyetlerinin hangisi piyasa hangilerinin örgüt içinde yapılması gerektiği tam olarak
belirlenmiş değildir.
Yaklaşımın temel analiz birimi işlemdir ve yönetişim mekanizmaları ile insani aktör unsurları üzerinde
durur. İşlemi; “alıcı ile satıcı arasındaki mal ve hizmetlerin değişimi olarak tanımlarken”, işlem
maliyetini de; “değişim süreci içerisinde ortaya çıkan maliyetler” olarak tanımlar.
İşlem maliyetlerinin sözleşmelerden kaynaklandığını, bu sözleşmelerin hem sözleşme öncesi hem de
sözleşme sonrası iki farklı maliyet ortaya çıkarır. Sözleşme öncesi maliyetler; sözleşmeyi tasarlama,
müzakere ve himaye altına alma gibi maliyetleri içermektedir. Sözleşme sonrası maliyetler ise;
işlemlerin belirlenen sınırdan sapması, pazarlıkların maliyeti, başlatma ve yürütme maliyetleri ve
teminat benzeri maliyetlerdir.
İşlemlerin gerçekleştirilmesinde iki alternatif vardır. Biri “piyasa” diğeri ise “hiyerarşj” (örgüt) dir. Bu
iki araca “yönetişim mekanizması” adı verilir. Piyasa; fiyat, rekabet ve sözleşmelere dayanırken,
hiyerarşi (örgüt); üçüncü bir tarafın (yönetici) denetiminde piyasanın yapamadığı “yönetim idaresi”
olarak tanımlanır. Yönetişim mekanizması bazı araçlarla çalışır. Bunlar; özendirme kuvveti, idari
denetim ve sözleşme hukukudur.
İşlem maliyeti kuramındaki temel mesele; işlemlerin örgüt içinde mi? yoksa piyasada mı? daha
verimli gerçekleştirileceğidir. Piyasa ve örgüt mekanizmaları arasında seçim yaparken işlemlerin
oluşturacağı maliyetlere göre karar verilir. Yönetişim mekanizmalarının seçimi temelde iki nedene
-------dayanır. Biri; davranışsal varsayımlar, diğeri ise; işlemlerin özellikleridir.
Teorinin insanın doğasına ilişkin davranışsal varsayımları; sınırlı akılcılık ve fırsatçılıktır. Sınırlı
akılcılık; bireylerin akılcı olmaya eğilimli olduğunu fakat bilişsel nedenlerden dolayı ancak sınırlı
olarak akılcı olabileceğini ifade eder. Fırsatçılık ise; ekonomik aktörlerin kendi çıkarlarını kollayan
nitelikte davranış sergilemelerini ifade eder. Ekonomik işlemlerde bilginin tam ve doğru olarak
aktarılmasını açıklamak için kullanılır. Bireylerin her zaman fırsatçı olmayacaklarını kabul etse de
kimlerin fırsatçı olmadığının tespiti maliyetli olacağı için böyle bir genelleme yapar.
Davranışsal varsayım için sınırlı akılcılık ve fırsatçılık, piyasadaki belirsizlik ve az sayıda tedarikçi
olması nedeniyle sorun yaratır. Piyasa belirsizliğin yüksek olması durumunda yönetişim biçimlerini
kullanmayı zorlaştırır. Bu durumda hiyerarşi (örgüt) mekanizması üçüncü tarafın kontrolü altında
işlemlerdeki beklenmeyen problemlerin nasıl çözümleneceğini belirler. Piyasada az sayıda
tedarikçinin olması durumunda ise yine örgütler (hiyerarşi) otorite sahibi üçüncü taraf (yönetici)
sayesinde fırsatçılığın zayıflamasına neden olur.
Yönetişim mekanizmalarını seçiminde diğer temel neden ise işlemlere ait bazı özelliklerdir. Bu
özellikler işlem maliyetlerinin artmasına neden olmakta ve piyasa başarısızlıklarını ortaya
çıkarmaktadır. Bu özellikler; belirsizlik, işlem sıklığı ve varlık özgüllüğüdür.
İşlemlere ait belirsizlik kendini çevresel belirsizlik ve davranışsal belirsizlik olmak üzere iki şekilde
gösterir. Çevresel belirsizlik; genel olarak sözleşme öncesi öngörülemeyen koşul bağımlılıkların
1
olmasından kaynaklanır. Davranışsal belirsizlik ise; sözleşme sonrasında işlem yapan tarafların fırsatçı
olabilme ihtimalini ve tarafların sözleşme sonrasındaki davranışlarının ve icraatlarının nasıl olacağı
konusundaki belirsizlikleri içermektedir. İşlem sıklığı; işlemlerin ne kadar sıklıkla tekrarlandığı ile
ilgilidir. Hiyerarşik (örgüt) yönetişimin sabit maliyetlerinin tekrarlayan işlemleri daha kolay telafi
etmesi yönüyle, işlem sıklığının örgütleri hiyerarşik yönetişime sevk ettiği iddia belirtilmektedir.
Varlık özgüllüğü; bazı işlemlerin sadece o işleme has yatırım yapma gerekliliğini ifade etmektedir.
Varlık özgüllüğü taraflar arasında iki taraflı bağımlılığı da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle uzun
dönemli ve varlık özgüllüğü gösteren yatırımlarda işlemleri yapan tarafların kimlikleri oldukça önemli
hale gelmektedir. Diğer yandan varlık özgüllüğü; yer özgüllüğü, maddi varlık özgüllüğü ve insan
kaynağı özgüllüğü olmak üzere bu üçünden biri şeklinde ortaya çıkabilir. Yer özgüllüğü, tarafların
bazı faaliyetleri birbiri ardına yapmasını gerektiren durumları ifade etmektedir. Maddi varlık
özgüllüğü, tedarikçi tarafın alıcı tarafın ihtiyacı doğrultusunda parça üretimini özellikli hale getirmek
için yatırım yapmasını ifade eder. İnsan kaynağı özgüllüğü ise, çalışanların bazı konularda kimsede
olmayan bilgi ve tecrübeye sahip olması durumunu ifade eder. İşlemlerin varlık özgüllüğü özelliği,
işlemlerin doğasının çok özel olmasıyla beraber güvenlik sorunlarını ortaya çıkarmakta ve fırsatçılık
ihtimalini artırmaktadır. Bu durumda hiyerarşi mekanizması fırsatçılık ihtimalini düşürmek açısından
piyasa mekanizmasına göre daha başarılıdır. Teori “örgütler varlığını” bu nedene bağlamaktadır.
Piyasa ve hiyerarşi mekanizmasına alternatif farklı “ara yönetişim mekanizması” olabileceği de kabul
edilmektedir. Bu ara yönetişim mekanizmaları “melez yönetişim biçimi” olarak adlandırılırlar.
Kuramda melez yönetişim biçimine yönelik çalışmalar üç uygulamaya yoğunlaşmıştır. Bunlar; uzun
dönemli sözleşmeler, ortak girişimler ve marka anlaşmalarıdır. Ouchi, piyasa ve hiyerarşi
mekanizmalarına “klan” mekanizmasını da eklemiştir. Ouchi’ye göre firmalar genel olarak piyasa,
bürokrasi (hiyerarşi) ve klan olmak üzere üç tip kontrol mekanizmasına dayanır. Ouchi; piyasa,
hiyerarşi ve klan mekanizmalarının verimliliğini performans bulanıklılığına ve amaç uyuşmazlığına
dayandırmaktadır. Performans bulanıklığı; bireysel performansın ölçümünün güçlük derecesini ifade
ederken, amaç uyuşmazlığı; tarafların (işveren ve çalışan) örgütsel amaçları paylaşıp paylaşmadığı ile
ilgilidir. Performans bulanıklığının en düşük ve amaç uyuşmazlığının en yüksek olduğu durumlarda
piyasa mekanizmasının verimliliği artarken, performans bulanıklığı arttıkça ve amaçların uyum
gerekliliği fazlalaştıkça hiyerarşi mekanizması verimli hale gelmektedir. Diğer yandan performans
bulanıklığının en yüksek seviyede olduğu durumda amaç uyuşmazlığı klan mekanizması ile en düşük
seviyeye inmektedir. Klan mekanizması; hiyerarşi mekanizmasının kontrol edemediği karmaşıklığı,
ortak değerlerin paylaşılması, bireylerin birbirine güvenmesi ya da bireyler arası ilişkilerin uzun vadeli
kurulması gibi uygulamalarla oluşan örgüt kültürü aracılığıyla çözmektedir.
İşlem maliyeti kuramı; farklı örgüt kapasitelerinin rolünü göz ardı etmesi, güç ilişkilerini ihmal etmesi
ve güven gibi toplumsal davranış biçimlerini ele almaması nedeniyle eleştirilmiştir. Kuramın odağında
işlem maliyetlerinin azaltılması hususunun olması, üretim ya da yönetim işlemlerinden çok daha fazla
bir anlam ifade eden örgütün diğer önemli boyutlarının ihmal edilmesine neden olmuştur. Özellikle
sosyal ilişkilerin rolüne değinmemesi sosyal bir varlık olan örgütü piyasa işleyişinin sonucu ortaya
çıkan bir yapı olarak göstermesi gibi tek boyutlu bir yola girmesine neden olmuştur.
Kuram örgütlerin ortaya çıkışını ekonomik nedenler üzerinden nedensel olarak ve mantıklı biçimde
açıklıyor olsa bile siyasi ve sosyal nedenlerin örgüt varlığının ortaya çıkışındaki etkilerini ihmal
ederek açıklayıcı gücünü düşürmektedir. Temel bir bakış açısı ile söylersek; insan ya da insan
topluluklarının tutum, davranış ve eylemlerinin siyasal, sosyal ya da iktisadi etkenlerden herhangi bir
tanesi ile tek başına açıklamak zordur. Bu nedenle örgütlerin varlığı sadece bu nedenlerden biri ile
değil ancak bu üç temel etkenin farklı derecelerdeki katkılarıyla oluşturulacak bir analiz biçimiyle
açıklanabilir.
2
VEKÂLET KURAM I
S a lih A R S L A N
Faaliyetlerin giderek daha da karmaşıklaştığı ve bilginin artan ölçüde önemli hale geldiği
örgütlerde, örgüt sahiplerinin profesyonel yönetici istihdam etmeleri zorunlu hale gelmiştir.
Yöneticilerin uygulamaları ile örgüt sahiplerinin amaçları arasında meydana gelen farklılaşma
çeşitli problemleri beraberinde getirmiş ve bu problemlerin çözümü için çekici
mekanizmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Kuram, işi yapan bir taraf (vekil) ile yetki veren diğer taraf (asil) arasındaki ilişkileri
incelemektedir. Kuramda tarafların risk tutumlarına vurgu yapılır ve riski kabul eden olarak
asili, riskten kaçınan taraf olarak vekili kabul eder. Bu durum ilişkide ahlaki bir sorunu ortaya
çıkarır ve sorunun giderilmesi için yönetsel ve teşviksel mekanizmalara başvurulur.
Risk farklılaşmasında karşımıza çıkan “mülkiyet ve kontrolün ayrılması” kavramı, asilin
vekilin hareketlerini etkin bir şekilde kontrol edemeyeceğini iddia etmekte, böylelikle örgüt
sahiplerinin amaçlarının tam olarak gerçekleşmeyeceğini öne sürmektedir. Böylelikle ortaya
vekâletten doğan maliyetler çıkmakta ve buna “vekâlet maliyeti”., adı verilmektedir. Bu
maliyetler; vekilin her zaman asilin çıkarına uygun hareket etmeyeceği ve uzun dönemli
ihtimaller öngörülemeyeceğinden kontratların eksik yapılacağı varsayımlarına dayanmaktadır.
Maliyet ise; asilin vekili kontrol için katlanacağı izleme maliyetleri, vekilin asile zarar veren
hareketleri yapmamayı güvence altına almak için katlanılan tahvil maliyetleri ve bu maliyetler
sonrasında bile vekilin asilin çıkarlarını gözetme konusunda farklılaşma yaşaması sonucu
oluşan artık kayıplar olmak üzere üç şekilde oluşur.
Örgüte bu anlamda maliyet yükleyen yöneticilerin pazarın disiplini ve fırsatları tarafından
kontrol edildiğini ifade eden kuramcılarla beraber, karar mekanizmasını karar yönetimi ve
karar kontrolü biçiminde ayırarak yöneticinin kontrol edilebileceğini söyleyenler vardır. Karar
yönetimi; örgüt fonksiyonunun yerine getirilmesi ile ilişkili olarak, üst yöneticilerin elinde
dururken, karar kontrolü; karar yönetiminin performansının denetlenmesi ile ilişkili olarak,
yönetim kurulunun elinde bulunmaktadır. Ayrıca başka bir etkili kontrol etme aracı ise;
yöneticinin görevlerini istekli bir biçimde yerine getirmesi için hisse senedi veya hisse senedi
opsiyonu gibi paylaşıma dayalı teşvikler vermektir.
Kuram iki problemi çözmeye çalışmaktadır. Birinci problem; asil ve vekilin amaçlarının
çatıştığı durumlarda, vekilin hareketlerinin doğruluğunun tespit edilmesindeki maliyetler ve
zorluk, ikinci problem ise; asil ve vekilin risk önceliklerinden dolayı farklı seçenekleri tercih
etmeleridir.
Kuramın genel analiz birimi asil ile vekil arasındaki kontrattır. Kuramın odak noktası ise;
kişiler, örgütler ve bilgi hakkındaki varsayımlar altında en etkili kontratın belirlenmesidir. Bu
durumda davranış odaklı kontrat ile sonuç odaklı kontratın hangisinin daha etkili olacağı
sorusu cevaplanmalıdır.
Pozitivist vekâlet kuramı; asil ile vekilin çatışan amaçlarını ve vekilin çıkarcı yaklaşımını
sınırlandıracak durumları açıklamak için büyük örgütlerin asil-vekil ilişkisinde özel durumlara
odaklanırken, asil-vekil araştırması daha çok matematiksel ve soyut analizlere
odaklanmaktadır. Pozitivist kuramda, ödül vermek gibi sonuç odaklı kontratların ve bilgi
sistemlerinin vekilin fırsatçılığını önleyeceği önermeleri vardır. Asil-vekil araştırmalarında
ise; riskten kaçınma, sonuç belirsizliği ve bilgi faktörlerinin altında en uygun kontratın en
basit model olduğunu varsaymaktadır.
Basit modelde; asilin vekilin ne yaptığını tam olarak bildiği durumlarda sonuç odaklı
kontratın uygulanmasını öngörür. Asilin vekilin ne yaptığım tam olarak bilememesi halinde
ise vekilin anlaşmaya uymadığı ahlaki tehlike durumu ve vekil tarafından yanlış beyanda
bulunulan ters seçim durumunun ortaya çıkacağını öngörür. Bu durumlarda ise asil ya
bütçeleme sistemi, raporlama prosedürleri, yönetim kurulları ve ilave yönetim kademeleri gibi
bilgi sistemlerine yatırım yapmalıdır ya da vekilin davranışlarının sonuçları üzerine kontrat
yapmalıdır. Böylece riski vekile transfer etmek pahasına da olsa vekilin öncelikleri ile asilin
öncelikleri uyumlaştırılarak vekilin davranışı motive edilmiş olacaktır.
Yüksek derecede sosyalleşmiş ve klan odaklı işletmelerde asil ve vekilin amaç çatışması
yaşaması durumunda, çatışmanın derecesi yüksek ise sonuç odaklı, çatışmanın derecesi
düşükse davranış odaklı kontrat tercih edilmelidir. Eğer yöneticinin görevi programlanabilir
ise davranış ölçümü kolaylaşmakta ve bu durumda vekilin davranışına dair bilgi daha belirgin
olacağı için davranış odaklı kontrat tercih edilmelidir. Eğer sonuçların ölçülebilirliği düşükse
davranış odaklı kontratlar ancak sonuçların ölçülebilirliği yüksek olduğunda sonuç odaklı
kontratlar tercih edilmelidir. Vekil ile asil uzun dönemli bir çalışma ilişkisine sahipse davranış
odaklı, kısa süreli bir çalışma ilişkisine sahipse sonuç odaklı kontratlar tercih edilmelidir.
Kuram; bireysel çıkar ve örgütsel amaç çatışması konularında politik bakış açısıyla;
çıkarcılık, amaç çatışması, sınırlı rasyonellik ve bilgi asimetrisi konularında işlem maliyeti
kuramı ile; asimetrik bilgi ve sınırlı rasyonellik konularında koşul bağımlılık kuramı ile
benzeşmektedir. Yine asil ve vekil arasındaki güç dengesi ilişkisi ile kaynak bağımlılığı
kuramı ile; asil-vekil ilişkilerinin çevresel kurumlardan etkileneceğini varsayarak kurumsal
kuramla ve örgütsel amaçlar ile sonuçların ilişkilendirmesinde örgütsel kontrol yaklaşımı ile
benzeşmektedir.
Kuram; sosyal bağlamı göz ardı etmekle ve sosyo-kültürel değişkenleri araştırmalara dahil
etmemekle eleştirilmiştir. Yine yöneticilerin davranışlarını çok dar bir bakış açısı ile ele
alması, örgüselsel güven, örgütsel vatandaşlık, motivasyon gibi kavramlara hiç değinmemesi,
örgütlerin karmaşıklığı dikkate alınmada harekete geçirici güç olarak sadece yöneticinin
çıkarlarının kabul edilmesi yönüyle de eleştirilmiştir. Elygulama ve önerileri ile kuram
yöneticinin psikolojik boyutunu, onun bu durumdan dolayı iş yapma isteğinin düşebileceğini
ve performansın dolayısıyla verimliliğin azalacağını göz önünde bulundurmamaktadır.
Bazı araştırmalar kuramın varsayımlarını desteklemekte sınırlı kalırken bazı yönetişim
uygulama sonuçları kuramın varsayımlarını desteklemektedir. Bu durum aslında insanın
doğasını ontolojik olarak çıkarcı (olumsuz) varsayan kuramın bazı noktalarda haklı olsa bile
diğer durumlarda yamlabileceğinin ve varsayımları itibariyle hatalı ilişkilendirmeler
yapabileceğinin bir göstergesidir.
2
ÖRGÜT KURAMINA POSTMODERN VE ELEŞTİREL BAKIŞ
S a lih A R S L A N
Örgüt kuramında egemen olan nesnel epistemoloji ve yöntemler, öznelliğe vurgu yapan
araştırmacılar tarafından eleştiriye tabi tutulmaya başlanınca ve bilim felsefesinde ortaya
çıkan paradigma tartışmaları örgüt kuramına yansıyınca alanda bir çok unsur hatta alanın
kendisi sorgulanır hale geldi. Bu eleştirileri başlıca iki grup altında toplayabiliriz. İlki
postmodern eleştiriler diğeri ise eleştirel yönetim çalışmalarıdır.
Postmdemizm, modemizmden sonraki bir tarihsel aşamayı ifade etmek için ya da dünyayı
anlama ve açıklamada yeni bir epistemoloji olarak görülebilir. Postmodern eleştirilerin
temelinde kendi felsefesindeki çelişki, belirsizlik, gelip geçicilik, kaos ve karışıklık vardır. Bu
anlamda tek bir gerçeklik yoktur. Modernliğin bütün iddialarını reddeder ve tersine çevirir.
Modernist düşüncede dil, gözlem ve akılla bulunanı yansıtırken, postmodern düşüncede dil,
gerçekliğin kendisidir ve hatta gerçekliği inşa eder. Dil mecazi, metaforik, belirlenemeyen,
çelişkilerle dolu ve kararsızdır. Bu nedenle anlam evrensel olamaz, yerel olabilir.
Postmodemizmde yöntem doğrunun tek belirleyicisi olma tekelini yitirir. İnsan kendi
varsayımları hakkında bile eleştirel olabilmelidir. Postmodern anlayışta araştırmacılar
genelleştirmeden daha çok bir veya birkaç vakayı derinlemesine incelerler.
Örgütsel kuramlarında paradigmaların hepsi modernist kökene dayanır. Temel varsayımları
genel olarak akılcı fail, görgül bilgi ve dilin bir temsil olarak değerlendirilmesidir.
Postmodern örgüt anlayışı akılcı fail yerine toplumsal akılcılık, görgül bilgi yerine sosyal
kurmaca ve temsili dil yerine eylem olarak dili koyar. Postmodern örgüt bürokratik iş
bölümünün egemen olmadığı örgüt olarak tanımlanır. Küçük ölçekli, esnek üretime dayalı,
çok vasıflı işgüçlerine dayalı, bilgi teknolojilerini kullanan, ademi merkeziyetçi ve katılımcı
yönetimi uygulayan, ağlar ve şebekeler halinde biçimlenmiş örgütlerdir. Sanal örgütlerde bu
anlamda postmodern örgütlerdir. Burada örgüt kültürü ön plana çıkar ve yöneticinin işi örgütü
yönetmek değil kültür oluşturmaktır. Postmodern anlayış modem yönetim uygulamalarının
iddia ettiği gibi çalışanı özgürleştirmediğini aksine onları nesneleştirerek uysal ve faydalı bir
meta haline getirdiğini ileri sürer.
Postmodern anlayışa yönelik de eleştiriler vardır. Postmodemizmi, yeni örgütsel pratikleri
meşrulaştırmaya yarayan araç olarak gören, örgüt kültürünü insanların nasıl düşünmesi ve
davranmasını etkileyen yönetsel kontrol mekanizması olarak gören görüşler vardır.
Postmodernist anlayışta öznellik, kimlik, düşünümsellik, dengesiz güç ilişkileri, duygular,
cinsellik, maneviyat, estetik gibi konular da analiz birimi içinde değerlendirilmektedirler. Bu
anlamda örgütte modernist anlayışın yönetemediği alanlar vardır. Postmodern alan bu
konuları irdelemekle nüfuz edilememiş bu alanların sömürülmesine neden olma ihtimali ile
eleştirilir.
Postmodernizm sorunlara cevap bulmayı amaçlamayıp, cevapları sorunsallaştıran bir akılcılık
peşinde koşmakla eleştirilmiştir.
Radikal hümanist paradigma içinde değerlendirilen eleştirel kuramın temelini, bireyin
yaşadığı dünyayı meydana getirdiği düşüncesi oluşturur. Bu anlamda bilincin ve toplumun
oluşumunda fikirlerin rolüne vurgu yapar. Temel varsayımı insanın kendi doğasına
yabancılaştığı varsayımıdır. Eleştirel kuram bilimin tarafsızlığını reddeder. Akılcı ilerlemeyi
özgürlükle eşanlı olarak gerçekleşmesi gerektiğini savunur.
Eleştirel kuramcı demek sol, antiemperyalist, feminist, çevreci, geleneksel pozitivizme uzak
bir araştırmacı tipi olarak görülür. Burada araçsal akıl eleştirilir ve dil oluşturan bir olgu
olarak görülür. Kuram Ortodoks kuramları insanı manipüle eden teknokratik düşüncesinin
ifadesi olarak görür. Yönetimin faaliyet ve ideolojilerinin etkilediği gruplara söz hakkı verir.
Amacı tahakkümün olmadığı eşit fırsatların olduğu işyerleri oluşturmaktır. Ortodoks
araştırmaları yöneticilere yardımcı olmakla itham eder.
Eleştirel yönetim çalışmaları sınıf, etnik köken ve cinsiyet konularına önem verir. Nesnel
olmayan bir ontoloji ve epistemolojiye dayanır. Etnografı, gözlem ve mülakat gibi teknikler
sıklıkla kullanılır. Sadece davranış ve yapılar üzerinde değil, semboller ve anlamlar üzerinde
de durur. Yönetime karşı değildir sadece mevcut yönetim anlayışını çalışanın lehine ve
özgürlüğü adına reforme etmek istemektedir. En önemli kavram özgürleşmektir. Doğasına
yabacılaşan insanın tekrar doğasına dönüşü arzulanmaktadır. Bu bireyin sosyal ve psikolojik
gereksiz sınırlamalardan kendisini kurtarması ile mümkündür.
Eleştirel kuram küreselleşmenin olumsuz yönlerine dikkat çeker ve sömürü, baskı ve sosyal
adaletsizlikleri anlatma ve eleştirmeyi temel amaç olarak benimser.
Eleştirel kuram soyut kuramsallaştırma ve yönetimin pratiğine yönelik hiçbir şey
söylememekle eleştirilir. Bu anlamda ampirik ve nicel yöntemlere sıcak bakması tavsiye
edilir. Bu anlamda marjinal olarak görülen akademik konumu aynı zamanda zayıflığı olarak
nitelenir.
2

Benzer belgeler

örgüt teorilerinin sınıflandırılması ve tartışmalar

örgüt teorilerinin sınıflandırılması ve tartışmalar bütünleşme çabalarının arttığı 1990’lardan günümüze kadar olan dönemi kapsar. Örgüt kuramı idari, sosyolojik ve psikolojik olmak üzere üç kökten beslenerek oluşmuştur. Örgüt kuramına ilk ciddi ve e...

Detaylı