İNTERAKTİF KÜLTÜR DERGİSİ NİSAN 2016 KANAL

Transkript

İNTERAKTİF KÜLTÜR DERGİSİ NİSAN 2016 KANAL
KİTAPSANATFİLMTİYATROMÜZİKTARİHFELSEFEBİLİMYAZARDİZİEĞİTİMKİŞİVİDEOEKONOMİOYUNTEKNOLOJİSPOR
Y OUREAD S
SEYAHATHABERMEKANİLİŞKİLERSAĞLIKYAZILIMSİYASETSORUCEVAPETKİNLİKYEMEİÇMEÇEŞİTLİANKETYOUREADS
KANAL
KİTAP
SANATÇININ
BİR GENÇ ADAM OLARAK
PORTRESİ
İ N TE R A K Tİ F KÜLTÜR DER GİSİ
NİSAN 2016
FİLM
THE COOK, THE THIEF,
HIS WIFE & HER LOVER
ÖYKÜ
OCAYAKÜSTÜ HİKAYELER AKDENEME
TEDRİSAT-I ALİYE
OSMANLI'DA CELLATLAR
...BENCE ŞİİR
ŞİİR
İSTEK KİPİNDE ÜTOPYA
YERSİNA PETRİS
SAN'A ÇIKAN YOLLAR
7
FELSEFE KÖŞESİ
NIETZSCHE VE ŞİİR
-ŞİİR OLMA İSTEĞİ
YOLUNDA FELSEFİ ŞAİRLİK
BİLİM KÖŞESİ
MADDE
YOUREADS SEÇKİSİ
NİSAN 2016
EDİTÖR
Kanal Nisan-2016
@abi
YAZARLAR
@robespierre
@sde
@multiple personality syndrome
@koktenbilimci
@bona dea
@akinburak
@deanmoriarty
@ismin e-hali
@jokerhyme
Süleyman Altunbaş
ÇİZERLER
@yudum cetin
@ismin e-hali
KAPAK FOTO
@enhalnas
Sevgili Kanal Dergisi okurları,
Üç aylık dergimiz Kanal'ın yepyeni sayısını sizlere sunmaktan
gurur duyuyoruz. Bu sayıda Felsefe Köşesi ve Bilim Köşesi'ni
dergimize eklemiş bulunuyoruz. Böylelikle Youreads Kanal
Dergisi edebiyat, sanat, sinema, öykü, deneme, makale, bilim, felsefe, şiir, resim, çizim, fotoğraf alanlarında paylaşımda
bulunma idealine kavuşmuş oldu.
Kanal Dergisi artık 1 yaşında. 2015 Nisan ayında bir heves çıkarmıştık, ortaya koyduğumuz çalışma amatör ve bir o kadar
da güzeldi. Bugün de amatör ruhumuzdan bir şey kaybetmedik. Çok sevgili youser'lar bu konuda emeğini esirgemedi,
yazılarını çizimlerini göndermeye devam ettiler. Dergi fikri ilk
ortaya atıldığında "en azından yapılabiliyor olduğunu gösterelim, bu bize yeter" demiştik. Aradan geçen 1 yılın neticesinde dergimiz, Youreads'in vazgeçilmezi haline geldi. Ayrıca
bizden başka 2 farklı sözlük sitesi daha dergi çıkarma girişiminde bulundu. Onlara da bu yolda başarılar diliyorum.
Bu sayıda geleneğimizi bozmadık ve bir öncekinin üstüne
çıkmayı yine başardık diye düşünüyorum. Sizlerin de görüş
ve eleştirilerinizi merakla bekliyoruz.
Herkese keyifli okumalar dileriz.
@abi
İçindekiler
4 Yazar Aynası
Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi - James Joyce
6
Beyaz Perde
8
Felsefe Köşesi
8
Bilim Köşesi
8
Öykü
The Cook, The Thief, His Wfe & Her Lover
(Peter Greenaway)
Nietzsche ve Şiir -Şiir Olma İsteği Yolunda Felsefi Şairlik
Madde
Ayaküstü Hikayeler
10 Deneme
Tedrisat-ı Aliye
Bence Şiir
Kemerle Fermuar Arasına Sıkışmış Aşkların Zamanı
page 10
Osmanlı'da Cellatlar
11 Şiir
Şiir Seçkisi
13 Youreads Seçkisi
Nisan 2016
14Görsel
Taş Boyama Sanatı
Resim, Çizim
M A R C H 2 0 1 1 U Nocak
I V E 2016
R S A Lyoureads
M A G A Zkanal
INE 3
S EyCaTz IaOr Na yNnAaM
sE
ı
@robespierre
S a n atç ın ın Bir
G enç Adam O l a ra k
Por t re si
"Yapayalnızdı. Kimsenin dikkatini çekmiyordu, mutluydu, yaşamın
vahşi kalbine yaklaşmıştı. Yalnızdı, gençti, başına buyruk ve yabanıl
yürekliydi. Sert havanın ıssızlığı, acı sular, denizden gelme kabuklar
ve yosunlar ile perdelenmiş kurşuni günışığında bir başınaydı..."
JAMES JOYCE
4 Uyoureads
N I V E R Skanal
A L Mnisan
A G A 2016
ZINE M A R C H 2 0 11
yazar aynası
T sI O
@Sr E
oC
be
p iNe rNr A
eME
Dubliners`'deki yalın ifadelere yakınlığı bir
kenara bilinç akışı eserlerin rahatlıkla okunabildiği belki de bir kaç romandan biridir.
Hem o kadar yoğun değil hem de pek çok
defa bilince geçmeden önce okurun 'düşündü' diye uyarıldığına rastlayabiliyoruz.
Yine de `a portrait of the artist as a young
man`,james joyce diyince ulysses'i anmamak olamayacağından okunması zor bir roman oluyor.
Kitabın genel havasını pek de kapsamayan
bir anne motifi ilk dikkati çeken çok şey oluyor. Annesinin kendisinin öpüp öpmediğini
soran suale vardığı evet-hayırlı iki cevabın
da arkadaşlarını güldürmesini anlamlandıramayan çocuk dedalus, gençlik yıllarında
yine anne motifi üzerinden bir konuşmayı
sürdürürken freudcu soluk tanımlamanın
hüznünü arşınlıyor.
En güzel yanı benim için Ulysses'in, içinde
büyük gizem barındıran karakteri stephan
dedalus'u tekrar ve bu defa daha yakından
inceleyebilme keyfiydi. Dini ve politik bir
hengamenin irlandalılığında henüz etrafını
anlamlandırmaya çalışan bir çocuk dedalus.
Cizvitlerin sıkı disiplini altında aldığı eğitim,
masa başlarında ailesinin büyüklerinin politika üzerine tartışmalarına kulak veren bu
çocuğun muhtemelen -joyce'un- ilk fark ettiği şey din ve politikanın iç içe geçip kendilerini sulandırması oluyor. Fakat bu karşılıklı
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S Ayoureads
L M A G Akanal
ZINE 5
S EyCaTz IaOr Na yNnAaM
sE
ı
@robespierre
Beslemede dedalus'un kendisini nereye konumlandıracağını okur olarak merak ediyorsunuz -ulysses'i okuyanlar dedalus'u ve
dolayısıyla buck mulliganlı bölümleri hatırlayacaklardırVe başından geçen ilk cinsel deneyimin ardından ruhu ateşler içinde yanar. Ne yapacağını bilemez, çünkü yaşadığı sancının sebebi aşk belası değildir. Günah çıkarmaya
kendini ikna edişinin ardından bir süreliğine
sıkı bir dindar olacaktır.
İşte dedalus'un içinde bulantıya neden olan
şeyi kavraması böylece gerçekleşir. Artık
kavrayışının dışında çıkmış olan yerleşik politik ve dini geleneklerin sıkı biçimde kabul
ettirildiğinin farkına varır. Dedalus'un dini
düstur konusunda yaşadığı gelgitler ve kendisine gelen rahiplik teklifi sonrası yaşadığı
`epiphany`en yakınlarına kardeş demekten
alıkoyacaktır.
bu kelimeleri ruhumda herhangi bir huzursuzluk duymadan yazıp söyleyemiyorum.
Onun dili, hem o kadar tanıdık hem de o kadar yabancı, benim için hep sonradan edinilmiş bir dil olacak. Onun sözcüklerini, ben
yapmadım ama kabul etmedim. Sesim onları hep yadırgayacak. Onun dilinin gölgesi
ruhumu kemiriyor."
Bir başkasında `stephan`'ın da özgür dil özgür ulus muhabbetine yakınlaştırmaya çalışan bir arkadaşıyla tartışır;
"Beni ortaya çıkaran bu ırk ve bu ülke ve bu
hayattır, dedi. Kendimi olduğum gibi dile
getireceğim."
"Bizden biri olmaya çalış, diye tekrarladı davin. Senin de yüreğin irlandalı ama fazla gururlusun."
"Atalarım irlanda dilini terk edip başka bir dil
edindiler, dedi stephan. Bir avuç yabancının
onları boyunduruk altına almasına izin verJoyce'un özellikle din üzerinden gerçekleş- diler. Onların borçlarını ben kendi hayatım
tirdiği yoğun anlatılar dedalus'un arayışları- ve kendi kişiliğimle öder miyim sanıyorsun?"
nın sadece bir kaç ayakizidir. Milliyetçilik, aşk
ve sanat bu takibin diğer önemli kavramları
olacaktır.
Üniversitedeki arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmalar o yaşların en dokunaklı uğraşlarıdır
belki. Çevresinde şair olarak anılan bu genç
adamın hayranlık ve kıskançlıkla kendine
çevrilen yüzlere aldırmazlığı ile noktalanırken irlanda milliyetçiliği üzerine sorgular
durur kendisini;
"Konuştuğumuz dil benden önce ona ait ev,
isa , bira, efendi, sözcükleri onun dudaklarına bende olduğundan ne kadar farklı! Ben
6 Uyoureads
N I V E R Skanal
A L Mnisan
A G A 2016
ZINE M A R C H 2 0 11
yazar aynası
Ve konuşmanın devamında dedalus, ulusçuluk, dil ve dinin ağlarından kaçmaya çalışacağını ifade eder. İrlanda reflekslerini az
çok takip eden biri olarak o zamanki tartışmaların gölgesini takip ederek bizim üstümüze su sıçratmayayım, yine de dedalus'un
çizdiği çizginin bir sanatçı tavrı olarak bizzat
- joyce'un- tavrı olduğunu idrak etmek oldukça rahatlatıcı oluyor. Çünkü ideolojinin
ne çeşit bir aptallık olduğunun farkına varmak - suya sabuna dokunmamak- anlamına
gelmiyor.
SE
Ny u
Nm
AME
@C
nT
u rI O
an
Kendisi de onlara katılmadan önce ailesinin
yoksulluğuna maruz kalan bu çocukların seslerindeki yorgunluk tınılarını dinler.
Sonuçta hayat müşterektir ve her ne hikmetse
hayata karşı herkes aynı zamanda sorumluluk
sahibidir.
@robespierre
Ayrıca kitapta en sevdiğim kısım ise, varlıklı bir
çocukluğun ardından zaman geçtikçe yoksullaşan dedalus ailesinin taşınıp durma seansları
sürüp giderken, bir akşam eve gelen stephan
kardeşlerine sorar; "niye taşındıklarını sormamın bir sakıncası var mı," diye, aldığı yanıtın ardından en küçük kardeşi 'oft in the stilly night'
şarkısını söyler.
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S Ayoureads
L M A G Akanal
ZINE 7
C zT IpOeN
bS
eE
ya
r dN
eA M E
@sde
Th e Co ok , Th e Th ief,
H is Wife & H er Lover
Peter Greenaway
"Metin! metin! metin! Sinemada koro şeflerine değil, bestekarlara
ihtiyaç var. Bence hikaye anlatımı da sinemanın konusu değil. İyi
filmlerde hatırladığımız;
"hikaye değil, sinemasal bir andır."
8 Uyoureads
N I V E R Skanal
A L Mnisan
A G A 2016
ZINE M A R C H 2 0 11
beyaz perde
SECTION
@ sN
dA
eME
Dışavurumcu sanatın şahsına münhasır ço- The thief: (kahkahalar) "hayır seni katır. O
cuğu Greenaway, bu sözlerini Lean-luc Go- derisidir. Şimdi yut onu.. Şimdi Mitchel, kodard, Pedro Almodovar ve Lars Vor Trier gibi yun taşağı yemiş oldun."
yönetmenlere eleştiri mahiyetinde sarfeder.
Sinemanın, geleneksel kuralların dışına çıkarak gerçeğin biçimini bozduğunu ve yönetmenin öznel hislerine dayanması gerektiğini düşünegelmesinden olacak ki, daha
çok Emir Kusturica ve Leos Carax sinematografisine benzer filmler çeker.
Faşizm kitabını Opus Magnum'u olarak kabul eden toplumlarda istisnasız görülen
hastalıktır 2+2=5. Mussolini'nin ütopyası.
Yukarıdaki diyalog bu filmden 14 Yıl önce
çekilmiş salo'daki gerçekliği çarpıtma eğilimine bir örnektir.
The thief: "bunun bir istiridye olduğunu dü- İslak bir ekmeğin istiridyeye dönüşmesi, haşün. Şimde ye onu. Tadı nasıl?"
yal gücü yüksek bir muktedirin iki dudağının arasından çıkan bir kelimeye bağlıdır.
Mitchel: "islak ekmek."
The thief, yani geçimsiz diktatörümüz onThe thief: "hayır. Yumuşak ve içinde çakıl tolojik olarak ona yarar sağlayacak bütün
parçaları var."
olumsuz özelliklere çelişkili söylemleriyle
beraber sahiptir.
Mitchel: "ona kum denir."
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S Ayoureads
L M A G Akanal
ZINE 9
C zT IpOeN
bS
eE
ya
r dN
eA M E
@sde
Refah toplumunu yok ettiği iddia edilen demir leydi dönemine göndermelerde bulunduğu su götürmeyen bir gerçek olan bu film, yönetmenin çeşitli yönlendirmeleriyle (Frans Hals'ın 1616 tarihli tablosu)
Politik metinler- yanlış okumaların önünü
kesiyor. Yine de rahatlıkla söyleyebiliriz ki insan bazlı bir okuma da diğeri kadar iş görür
nitelikte olacaktır.
lerdir. Hırsız sürekli yer, öğütür. Seçim yapmaz.
Bu yüzden katili olduğu adamı yemekten
alıkoyamaz kendini. Tek işi parçalamaktır.
Ruhsal açlığını da öğütmekle giderir. Siyah
Greenaway zaten bu fikirle yola çıkmış ve yemekler yiyip ölümü altettiğini sanır. Hırsıautorlerin keskin silahı metaforuyla beraber zın karısı çiftdüşün kurbanı ve toplumu kuroldukça ilgi çekici bir işe imza atmış.
tarabilecek tek umuttur.
Metaforlar filmi anlamaktan çok tüketmeye
hizmet ettiğinden onları bir bir açıklamaktan ziyade birkaç örnek ile anlatmaya çalışalım.
Yaşamasının nedeni sadece ölmemesi olan,
hayata bağlayacak hiçbir sebebi olmayan
bu kadın hırsızla çıkar çatışmasına dayanan
bir ilişki içindedir.
Aşçı parayı elinde tutan kişi. Değer oluşturan. Kapitale sahip olmasa da ona değer kazandıran bir aracı. Hırsıza ve avanelerine nefis yemekler hazırlayan kişi.
Parasından yararlanır ve bu davranışı yüzünden ondan ayrılma fikrini kendine yakıştırmaz. Kendine söz geçirecek yüzü yoktur
çünkü.
Fransız olması hasebiyle hazırladığı yemek- Aslında metniyle olduğu kadar sinemasal
ler bir nevi talipleri doyuran devrimci fikir- üslubuyla da öne çıkıyor film.
1 0 youreads
U N I V E Rkanal
S A L nisan
MAGA
ZINE 2016
M A R C H 2 0 11
beyaz perde
Orwell'in 1984 distopyasındaki gibi duygularını tekrar kazanmış çiftin kaçamak sevişmeleri ve Big Brother ile olan çatışmaları,
beyazlara bürünmüş tuvalette birbirlerine
kavuşmuş çiftin kırmızılara bürünen koridor
ışığıyla taciz edilmesine benzetilebilir.
.
Aşçı tarafından 'the wife and her lover' a
mabed yapılan mutfaktaki yeşil ve sevişme
sahnelerindeki sarı sinemayı greenaway
gibi algılayanlara kaçırılmaz bir nimet gibi
gelebilir.
SECTION
@ sN
dA
eME
Hırsız tarafından katledilen aşığı hakkında
bilgi toplamaya çalışan talihsiz kadınla aşçı
arasında şu diyaloglar geçer:
The wife: "tanık olmazsa, onun beni sevdiğini nereden bilebilirim?"
The cook: "eğer onu gerçekten sevdiysen,
bu önemli bir soru olamaz."
The wife: "evet önemli ne bildiğini anlat!"
The cook: "benim gördüklerim, sizin görmeme izin verdiklerinizdi."
The wife: "tabii ki öyle. Biri izlemedikçe, olanların gerçek olduğunu nereden bilebilirim?"
Gerçeklik algısının tamamen manipüle edilebildiği bir zaman. Etrafındakilerin gerçeği
olmak yerine kendi gerçeğini yaratmaya çalışan bir kadın. Gerçeklik düzleminde boğulan bir aşık.
Nede olsa: "gerçek dediğimiz, herkesin kabul ettiği bir şey değil midir?"
@sde
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 11
felsefe
@multiple personality syndrome
N ietzsche ve Şiir
-Şiir Olma İsteği Yolunda
Felsefi Ş air lik
‘’ İyi edebiyat, felsefedir. ‘’
Jacques Derrida
Nietzsche’nin şiirle ilintisini anlamlandırabilmek için epey uzun bir geri dönüş yapmak
elzemdir. Sokratik dönemden itibaren dünya
felsefe tarihinin, hakikât arayışındaki başat
paradigma kaymalarına bakmalıyız.
Şiirin yadsınışı ilkin Platon’un Devlet’inde
açık şekilde dile getirilir. Platon, şairleri yalancı olarak addeder ve bu özelliklerinden
dolayı hakikât aranımındaki faydasızlıkları
öngörüsüyle onları hakikât aranımının dışarısına iter. Bu durumda olmasının gerekçesi, hocası Sokrates’in ‘ussallık temelli insan’
modelini benimsemesindendir aleni olarak.
Nietzsche’ye göre de, pre-sokratik çağdaki
trajedik felsefeyi daha da trajik hale getiren,
‘bilgi’ üzerinden yükselecek yeni felsefenin
temeli burada atılmıştır. Yani ‘şiir’in ötelendiği ve ‘mantık’ın ululandığı ilk karşıtlıkların
ayyuka çıktığı paradigma kaymasında.
Mantıksal pozitivizmin bu temelleri üzerinde
ilerleyen felsefe tarihinde ‘şiirsel dil’ her daim
görmezden gelinmiştir.
Bütün bu uzun mantıksal ilerleyişten sonra Nietzsche’nin ilk ‘dizesi’ olan Tragedya’nın
Doğuşu’nun yani Nietzsche’nin ilk şair adımlarının, şairliğinin zirvesine değin işleyen
sürecin devindirici dinamikleri ise diğer paradigma kaymalarının özneleri; Gottfried
Wilhelm Leibniz, Baruch Spinoza, İmmanuel
Kant ve Arthur Schopenhauer’dur.
Bahsolunan düşünürlerin, Nietzsche’nin ‘şiir
olma’ yoluna girmesine yaptıkları katkıları
‘kendilik’ bağlamında kısaca ve basitçe açıklamaya çalışırsak;
Leibniz, monad doktrini ile ‘kendilik’ ilkesini, özgür bir irade’yi, yalnızca Tanrı’ya atfeder. Yalnızca Tanrı ‘kendi’ olabilir der. Bu en
önemli paradigma kaymalarındandır.
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 12
@multiple personality syndrome
felsefe
Spinoza ise, Leibniz’in sadece Tanrı’da bulunabilir dediği özelliklerin insanda da bulunduğunu söyler. Her şey’de Tanrısallık vardır
der. Tasavvufi ‘vahdet-i vücut’ ile bağdaştırılması da bu sebeptendir.
İmmanuel Kant’ta kendilik ise daha karmaşık tezahür eder. Kant’a göre insanda iki
uzam bulunur, fenomenal ve numenal olmak üzere. Fenomen ve numen uzamlarını
dahiliyetinde bulunduran insan, duyumsal,
sensöriyel temayülleri ile fenomenal uzam
içerisinde, insan olması ve diğer canlılardan
farklı olarak aklı olması gerekçesiyle de ‘deterministiklik’ barındıran uzam olan numen
alan içerisindedir. Kant’ın açımladığı bu durumlara göre ise ‘kendilik’, duyusal alandan
uzaklaşarak aklını kullanan insanda gerçekleşebilir. Bütün bunlara ek olarak bu akli
uzamda seyreden insanın ahlakilikle donanmasını da ister Kant.
Gelelim Schopenhauer’a; Schopenhauer,
Kant’ın ‘kendiliğin’ numenal uzam içerisinde bulunacağına dair görüşüne karşı çıkar.
O’na göre ‘kendilik’ ne deterministik numenal alanda ne de duyumsal fenomenal alandadır. Bu iki uzam da ‘istenç’in bir tortusudur
der. İstenç yani irade, akıllanmamızı istediğinden dolayı akıllandık ve yine duyumsamamızı istediğinden dolayı duyumsadık.
Şöyle der tam olarak Kant’ın söylevlerine
dair;
‘Bu ayrımlar, ancak onların içinde doğar.
Şöyle ya da böyle dünyaya ait olan ya da
olabilen her şey, kaçınılmaz biçimde şundan etkilenir: O, özne tarafından koşullanır,
yalnızca özne için vardır. Dünya, tasarımdır. ‘
( istenç ve tasarım olarak dünya )
Ancak Schopenhauer’da ilginç olan bir şey
vardır bu da, kendi yarattığı ‘istenci’ nihayetinde kötümser bulur ve buna bağlı olan
arzu’yu reddeder. Ve bu oluş içerisinde bulunması yazık ki onu da Nietzsche’nin tekmeleyeceği bir merdiven yapmıştır.
Nietzsche, bütün bu ‘basamaklar’ üzerinden yükselerek ve aynı zamanda bu
basamakların oluşturduğu merdivenleri tekmeleyerek kendisinin hiçbir merdivene benzemeyen ‘kendi’ merdivenini
Tragedya’nın Doğuşu’nda yaratmaya başlamıştır. Bu diğerlerine benzemeyişin tınısı,
Nietzsche’nin en başından, kimsenin yapamadığı şekilde -özellikle Schopenhauer’un
sonuna kadar gidemeyişi ürkekliğini barındırmayarak- Platonik felsefenin kalıntıları
üzerinden ilerlemeyip, bütün bunlara reddiye vereceğinin işaretleriyle dolu olmasıdır.
Zirâ bu art planına rasyonalitel bir şekilde
sâdık ananevi ilerleyişin, her daim, ‘Dionysosça’ dediği özgürlük alanını kısıtlar, bastırır halde olduğunu görmüştür.
O, istenc’i hiç reddetmemiştir. İstenci reddetmenin nihilizme yol açtığını ve bir ahmaklık olduğunu söyler. Ve bu söylevi ile paradigma kaymalarının nihai durumunu yani
modern felsefenin sonunu imlemiştir.
‘Kendiliği’ salt eyleyişsel zuhurlar bulunan
antik yunan mitologyalarındaki apollon-dionysos ikiliğine indirgeyerek bahsettiğimiz
bütün teorik, ussal insan sürecini ‘apollon’
tekeline alıp, karşısına ‘dionysos’u diker.
Bilinen bu tarihsel süreci yeniden hatırlatma
sebebim, Nietzsche’nin neyi görerek felsefeyi aşmak isteğini, şiirsel oluş metamorfozuna uğrayış sebebini bizim de görebilecek
olmamız sebebiyledir.
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 13
felsefe
@multiple personality syndrome
Akli uzamın yüzyıllarlık çırpınışının faydasızlığını görmüştür Nietzsche. Hep bir başkasını aşmak üzere ve yeni bir basamak eklemekle geçen koca bir süreç. Artık başka bir
oluş gereklidir ona göre. Paradigmalar her
daim kayacaktır, bir paradigmanın kaymaması ancak paradigma dışılıkta husule gelebilir. Bu sebepten salt evetleyen bir eyleyişsel uzamda seyralınmasını salık verir, us’u,
tarih’i, ahlak’ı, dil’i ve bunların sürüklediği
boğuntu durumu nihilizm’i reddederek.
Ve böylece kendi üzerinde durduğu, yarattığı merdivenini de tekmeleye meyyal olur.
Bunun, Nietzsche’nin ‘ İnsan, hayvan ile üstinsan arasında gerili duran bir iptir ‘inin
apaçık esin kaynağı olduğu görülüyor. Hölderlin şiirlerinin Nietzsche üzerindeki etkisini Richard Wagner’in karısı Cosima Wagner
günlüğünde şöyle dile getirir;
‘’ Malwida, Wagner’e Hölderlin’in eserlerini
vermişti. Wagner ve ben bu yazarın Profesör Nietzsche üzerindeki büyük etkisini fark
edince biraz endişelendik; retorik tumturaklılık, tuhaf bir şekilde dizilmiş imgeler (kuzey
rüzgarı söyletir tomurcukları v.s.); ama aynı
zamanda da güzel, soylu bir anlam. ‘’
Böylelikle, Dionysosça esrikliğe en yakın
oluş hal’ini, küçük yaşlarından beri önem
verdiği ve hayran olduğu şiirselliğe yayma
süreci başlamıştır. Elbette bu çabasının altı
boş değildir.
Wagner’lerin
bu
endişe
durumu,
Nietzsche’nin artık benimsediği yola girdiğinin kanıtıdır. Yani ‘şairliğe’.Dionysosça esrikliğin talipliğine.
Nietzsche bundan kelli felsefe yapmamakta, felsefeyi varsayıp bunun üzerinden bamBu çabasının dinamiğinde en sevdiği şair başka bir dil üretmektedir. Güç istenci, benFriedrich Hölderlin yatmaktadır.
gi-dönüş, trajedik tarihin aşımı, amor fati,
Nietzsche’nin bu şairi neden bu denli çok üstinsan doktrinleri ile yerleşikleştirip var
sevdiğini, şairin yaşamına ve söylevlerine saydığı felsefe, şiirce satırlara sızıp neşvünebakarak ivedice görebiliriz.
ma bulacaktır artık.
Nietzsche gibi Hölderlin de babasını erken
yaşta kaybetmiş, annesinin etkisiyle büyümüştür.
Nietzsche gibi doğayı sever ve onun üzerine
şiirler yazardı.
Nietzsche gibi o da yatılı okulda kalmış idi.
Nietzsche gibi o da antik yunan’a ilgi duyar
ve alman kültürünün kendi dönemindeki
durumundan rahatsızlık duyardı.
Ve en önemlisi Hölderlin, ‘ Şairler insan ile
tanrı arasında bir köprüdür. ‘ diye bir söz
söylemiştir.
Bu ‘şiirce satırlar’ dediğimiz ve Cosima
Wagner’in ‘ tuhaf şekilde dizilmiş imgeler ‘
aşamasının da kozaları bulunmakta elbet.
Herkesin aşina olduğu bu kozalardan birisi
‘aforizma’ kozasıdır. Şöyle der bu durumuna
dair Nietzsche;
‘ Ustası olduğum aforizma biçimi bir bengilik biçimidir. Yapmak istediğim; başkasının
bir kitapta söyleyebildiğini hatta bir kitapta
bile söyleyemediğini on cümlede söylemektir. ‘
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 14
@multiple personality syndrome
felsefe
Burada, başkasının yetersizliğinden dem vurmaktan daha öte bir şey var. Burada, dil’in
yetersizliğinden dem vurma durumu var,
Nietzsche’de ‘kendiliğin’ ne’liğine dair izleri var.
Reddettiği dil’sel uzama rağmen onun çıkmaz
sokağında kısıtlı kalmış olduğunun ve sokağın
duvarını yumruklamanın tezahürü.
maktan çıkar; çelişkiler onun ta kendisini kendi düşüncesi içerisinde hedef alır, ileri sürdüğü gerçeklerle yetinmesi için onların üstünde
deneme yapması, onları sınaması, aşması sonra da onlara dönmesi şart olan enerjik düşüncesinin dışavurumudur bunlar. Böylece güç
istenci, kimi zaman öz’ü dile getiren, şeylerin
kökünü dile getiren varlıksal bir açıklama ilkesi
olabilir, kimi zaman da her türlü aşmanın gereği, kendini gerek olarak da aşan gerek olabilir.
Bengi dönüş kimi zaman kozmolojik bir gerçektir, kimi zaman etik bir kararın dile getirilişidir, kimi zaman da oluşum olarak düşünülen
varlık düşüncesidir v.s.
Söz ne kadar ussal lineerlikten uzaklaşırsa duvara savrulan yumruklar o denli sertleşecektir.
Bunun bilinciyle aforizma kozasından da çıkmış artık ‘tuhaf şekilde dizilmiş imgeler’ yoluna koyulmuştur. Yani, partiküler yazı biçimine.
Nietzsche’de bu partiküler yazma biçiminin
içeriği non-lineer işler.
İnsanlar bir yazıyı okudukları zaman yazının
bir düzen içerisinde olmasını beklerler ve bu
düzenliliğin muhtevasındaki bahsedilenlerin
bağlılaşık olmasını. Yazının ereğinin işaret etmek istediği ‘bütün’e vakıf olunabilinmesi için
‘elzemdir’ bu. Lâkin Nietzsche’nin partiküler
yazı biçiminde bu gelenek değişir. Direkt olarak bir düzen içerisinde söylemek istediğini
söylemez.
Bu karşıtlıklar bir tür çoğul doğruyu ortaya
koyar ve değere göre doğruyu söylemek gerektiğinde çoğul düşünme zaruretini ayyuka
çıkarır, - ama bu çoğulluğun hâlâ Bir’le ilişkisi
vardır, hâlâ Bir’in çoğullaşmış olumlanışıdır. ‘’
Partiküler yazı biçimi ve ‘tuhaf şekilde dizilmiş imgeler’ durumu Böyle Buyurdu Zerdüşt
kitabında açıkça sergilenir, zirvesine ulaşır. Ve
bu zirveye ulaşmayı, yine burada da bir metamorfozun gerekli olduğunu Böyle Buyurdu
Bu durumu obskürantizm (anlamasınlarcılık) Zerdüşt’ünde ‘Efkâr Şarkısı’ adlı bölümde şöyle
olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Zirâ dile getirir Nietzsche;
Nietzsche’nin partiküler biçimini akarsular olarak görmeli ve bunların kesin şekilde bir denizde birleştiğini. Buna rağmen Nietzsche denizi ‘ Hava berraklaştığında,
işaret etmez, etmemek gerektiğini söyler. De- Çiyin tesellisi çoktan, Yeryüzüne damladığında
nizi görmek okuyucunun yetkinliğiyle ilgilidir. Görünmeden, duyulmadan:
Bu durumu Maurice Blanchot şöyle açıklar;
– Çünkü narin ayakkabılar giyer teselli veren
çiy, tüm yumuşacık teselli verenler gibi –
‘’ Nietzsche, bulunduğu yerde çürüttüğü söy- Hatırlar mısın, söyle hatırlar mısın, ey ateşli yülemden yola çıkarak düşünmek ve konuşmak rek,
zorunda olduğunu bilir: -hâlâ çürüttüğü söyle- Bir zamanlar nasıl da susamıştın, Göğün gözme bağlıdır- tıpkı herkesin bağlı olduğu gibi: yaşlarına ve çiy damlalarına,
bu halde Nietzsche’nin partiküler yazısında Yanıp kavrulmuş, susamış, yorgunken sen, Sagörülen çelişkiler, polemik ya da eleştirel ol- rarmış çimenli patikalarda
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 15
felsefe
@multiple personality syndrome
Akşam güneşinin hain bakışları Karanlık ağaçların arasından süzülüp de etrafında koşuşurken,
Göz kamaştıran güneşin kızgın bakışlarını, o
fesadı?
“Hakikatin talibi? Sen ha?”
– diye alay ederlerdi seninle –
“Hayır! Şairin biri sadece! ‘’
Bir hayvan ki, kurnaz, yırtıcı, sinsice yaklaşan,
Yalan söylemek zorunda,
Bile bile, isteye isteye yalan söylemek zorunda:
Av peşinde,
Yüzünde rengârenk bir maske,
Kendisi kendisinin maskesi,
Kendisi kendisinin avı
Bu mu, – hakikatin talibi? Hayır! Sadece soytarı! Sadece şair!
Sadece rengârenk konuşan,
Soytarı maskelerinin ardından rengârenk çığlıklar atan,
Yalancı söz köprüleri üzerinde yükselen,
Rengârenk gökkuşakları üzerinde,
Sahte göklerle Sahte yerler arasında,
Gezinip salınan,
Sadece soytarı! Sadece şair!
‘Bu mu hakikatin talibi? ‘
haber yapması yıllarıyla aynı yıllardır, Dionysos
Dithyrambosları’nın yılları.
Bu, Nietzsche’nin en önemli çıkımsızlık çığlığıdır belki de. Kozadan çıkamayaşın çığlığı.
Bu çığlığı içinde barındırarak yaşamını sürdürmeye devam etmiştir Nietzsche. Ta ki kendince bir yol bulana daha doğrusu yaratana,
‘Dionysos Dithyrambosları’na değin. Bu tamamen şiirden oluşan, yani tamamen ‘şiirleşmiş’ bir Nietzsche’den oluşan kitapta artık deniz, en yetkin okuyucusu için bile görünmez
olmuştur. Bu sadece kendisinin görebildiği
akarsuların birleşimidir. Allgemeine Schweizer gazetesinin Nietzsche’nin akli durumunu
yitirdiğine dair Shakespeare’den alıntı yaparak
‘ Ne Büyük Bir Zihin Devrildi Burada ‘ başlığıyla
Burada, derginin ilk defa açılan felsefe köşesinde felsefenin aktüel halini göstermekti
amacım. Umarım köhneleşmişliğe takılı kalınmayıp, artık felsefenin bu durumu üzerinden
yükselir düşünceler.
Öğrendiniz mi şarkımı? Anladınız mı ne manaya geldiğini?
Pekâlâ!
Hadi bakalım!
Siz daha yüce insanlar, hep birlikte söyleyin
şarkımı!
"Böyle Buyurdu Zerdüşt - Friedrich Wilhelm Nietzsche "
@m u l t i p l e p e r s o n a l i t y s y n d r o m
Yani Nietzsche’nin mental med-cezirler yaşadığı yıllar. Onu tüm öğretisine karşı çıkarak değerlendirirsek evet ‘devrilmiştir’.
Bence ulaşmak istediği, ‘sadece soytarı’lıktan
sıtkını sıyırmak istediği o uzamsız uzama hastalığı sayesinde yükselmiştir. Lâkin herkes Nietzsche gibi şanslı değildi. Yarattığı postmodern durumun kayda değer bütün düşünürleri
onun yumrukladığı çıkmaz sokaktaki duvarda
bulunan yumruk izlerine bakarak duvarı aşmanın ya da aşmamanın yollarını kendilerince yaratmaya çalışmış, yaratmaya çalışıyor.
Wittgenstein, Derrida, Deleuze, Guattari, Foucault, Blanchot, Kafka, Heidegger, Sartre, Saussure, Freud ve daha bir çoğu.
Bu yazı, felsefenin artık nerede olduğunun, ne
ile uğraştığının veya ne ile uğraşması gerektiğinin kısa bir özetini geçmekte. Elbette daha
geniş bir perspektiften ele alınması gerekti
bütün bu durumun lâkin bu halde ele almanın herhangi bir böylesi kısa yazı ile mümkünü
yoktur. Sadece bir perde aralaması bu.
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 16
bilim
@koktenbilimci
M adde
e=mc²
İnsanoğlu, tarihi boyunca bilmediği akıl yürütemediği konularda karamsar bir ruh haline ürünmüş, akıl sağlığını ve toplumsal yaşantısını korumak için açıklayamadığı her
konuya hayali bir takım çıkarımlar getirerek
konu hakkında düşünmekten süreli olarak
kendisini muaf kılmayı başarabilmiştir.
Ne kadar gözlem yapabiliyoruz?
Bu sorunun cevabını bilim insanları farklı şekilde yanıtlasa da, ortak buluştukları payda
%3 ila %5 civarında. Yani 200.000 Bin yıl içinde yaşadığımız evrenin sadece %4’ünü görebilmeyi ve algılayabilmeyi başarabilmişiz.
Bilinmeyen bir olgudan korkmak dna yapımıza kodlanmış bir sigortadır, ana bütünü
korur. Korkularımıza hızlıca bir göz atarsak
hepsinin yaşamımızı devam ettirmek için aslında ne kadar gerekli olduğunu anlayabiliriz.
Bu bilgiler doğrultusunda bir denklem kurarsak kabaca 200.000 Yılda %4 ilerleme ile
uzay çağına geldiğimiz sonucuna ulaşmamız
kaçınılmaz. Neyse ki bundan sonraki her %1
gelişim için 50.000 Yıl beklemek zorunda değiliz. Teknolojinin teknoloji yarattığı bir dönemde gelişimlerin eskiye kısayla daha kısa
Algı ve gözlem yeteneklerimiz arttıkça kor- sürmesi bilinen bir gerçek.
kularımızın azalması, insan ırkının bir sonraki nesle bırakacağı genetik mirası değerli
kılmaktadır. Bu çıkarım ile daha çok bildikçe
daha az korkarız demek yanlış olmaz.
Neleri biliyoruz?
İnsanoğlu 200.000 Yıllık tarihinde bize göre
bilimsel açıdan birçok başarılar elde etti, teknolojilerini geliştirdi. Mağara yaşamından
uzay çağına uzanan bir gelişimi görece bir
zamanda tamamlayarak bir sonraki yüz bin
yılın artık doğduğu geliştiği gezegende devam etmeyeceği edemeyeceği bir noktaya
geldi ve bunları sadece gözlem ve algı yetenekleri ile başardı.
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 17
bilim
@koktenbilimci
%5 İçin önümüzdeki ilk problem;
larda daha net anlaşıldı ki algılarımızın çok
üstünde şimdilik bir muamma.Bilimin tanımı
Yazının gidişatından anlaşılabileceği gibi iler- açıktır, ispat gerektirir ve herkes tarafından
lememizin önündeki en büyük engel gözlem aynı sonuca ulaşılmalıdır. Fakat algılayamave algı yeteneğimizin kısıtlı olması daha doğ- dığımız bir olguyu nasıl ispatlayabiliriz?
ru bir tabir ile görememek algılayamamak.
Dünya üzerinde birçok bilim insanı yaşadığı
Son 5-10 yıl içinde uzmanlık alanınız olma- çağdan çok ileride çıkarımlarda bulunmuş, o
sa bile karanlık madde, karanlık enerji, anti- dönem için kabul edilemeyecek teoriler ormadde, cern gibi terim ve yerleri gerek ha- taya atmışlardır. Bunlardan en çok bilineni
berlerden gerekse ilgili insanlardan mutlaka dünya yuvarlaktır teorisi ile roma engizisyoduymuşsunuzdur. Bu bilim insanları ve bilim nu tarafından soruşturulan galileo’dur. Daha
merkezleri aslında 5 duyu organımızın başa- yakın dönemde albert einstein çağının öteramadığı bir durumu açıklamaya ve görebil- sinde teorileri ile günümüzde bile en çok komenin yeni yollarını araştırıyorlar.
nuşulan bilim insanlarının başında gelir.
İnsanoğlu bu güne kadar sadece algı ve
gözlem yeteneklerini baz alarak bir takım
çıkarımlarda bulundu. Bilim ve felsefe alanlarında gözlemlerinden edindiği bilgileri işleyerek teoriler üretti.
Karanlık enerji, karanlık madde
Bundan birkaç on yıl önce uzay boşluğu terimi sık sık kullanılırdı, gelişen bilimsel veriler
ışığında sanıldığını gibi uzayda boşluk olmadığı, aksine her bir santimetresinin madde ve
enerji ile çevrili olduğu anlaşıldı. Kabaca evren %74 karanlık enerji, % 22 karanlık madde, %4 ise bildiğimiz maddeler ile oluştuğu
anlaşılmıştır.
Daha iyi gözlem yapabilen insanlar bilim insanı ve felsefeci oldu bize verilen %4 ile kendimizi bu evrenin efendisi kabul ettik, peki
aslında çok büyük bir yanlışın içindeysek? Ya
bugüne kadar algıladığımız dış dünya sadece bir yanılsamadan ibaretse?
Einstein, görecelik teorisindeki formüllerinde karanlık enerjiyi hesaba katmış fakat bu
Madde
enerji türüne “saçma sapan enerji” ismini takarak çok fazla önemsememiştir.
Madde ya da diğer ismi ile özdek uzayda yer
kaplayan, hacmi ve kütlesi olan her türlü ya- Karanlık enerji ve karanlık maddeye “karanpıya verilen isimdir. Maddeyi ayrıca duyu or- lık isminin verilmiş olmasının sebebi ise bu
ganlarımız ile algılayabilmemiz gerekir.
enerji ve madde formunun gerçekten karanlık (gözlemlenemez) olmasından kaynaklaModern bilim ile gerçek arasında fark vardır. nır.
Modern bilim günümüz teknolojisi ile algılayabildiklerimiz, aslolan ise özellikle son yıl- Gözlemlenemez tabiri hafif kaçtıysa sıkı duM A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 18
bilim
@koktenbilimci
un, bu madde ve enerji bizim fizik kuralları- Planc’ın teorisine göre ise ışık “kuanta” adı vemız için de , ve bildiğimiz hiçbir madde ile rilen küçük parçacıklar halinde yayılıyordu.
hatta ışıkla bile etkileşime geçmiyor.
1920’Lerde Schrödinger ve Heisenberg “yeni
Karanlık madde ve karanlık enerjiyi şimdilik kuantum teorisini” keşfettiler. Teorideki tek
sadece “(bkz: kütleçekim) ” yasasına göre var- sorun özel görelilik teorisine uygulanabilir
lıklarını biliyoruz.
olmamasıydı.
1928’De paul dirac problemi çözdü ve elektron davranışını tanımlamak için özel görelilik
ve kuantum teorisini bir araya getirdi. Dirac
denkleminde biri pozitif diğeri negatif enerjili olmak üzere iki adet çözüm yolu vardı.
Klasik fizik ise parçacığın enerjisinin daima
pozitif bir sayı olması gerektiğini söylüyordu.
Antimadde
Denklem aslında bize, her bir parçacığın kendisi ile tıpatıp aynı ama yükü zıt olan bir karşıt parçacığı olacağını açıkladı. Teorideki tek
kusur dönemin teknolojisinin karşıt maddeyi
fiziksel olarak algılamaktan uzak olmasıydı.
Antimadde, kısaca maddenin ters ikizi olarak
tanımlanabilir. Antimadde ya da karşıt madde 1928 yılında paul dirac isimli bir fizikçinin
matematiksel denklemlerinden karşımıza
çıktı, sonrasında bir çok bilim insanı üzerine
çalışmalar yaptı bu çalışmalar bilim insanlarına nobel ödülleri ve daha iyi çalışma ortamları sağladı günümüzde geldiğimiz son nokta cern’de yapılan ve bir çok ulus tarafından
desteklenen bir insanlık projesine dönüştü.
Özel görelilik kuramı, uzay-zaman ve kütleenerji arasındaki ilişkiyi açıklayabiliyordu.
Aynı dönemde yapılan deneyler ile ışığın
farklı akımlar halinde davrandığı gözlemlendi. İşık bazen dalga bazen küçük parçacık
akımları halinde kendini gösteriyordu. Max
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 19
bilim
1930’Dan sonra birçok tesis ve bilim insanı
“karşı madde” arayışına girdi. Parçacık hızlandırıcıların hayatımıza girmesine ile proton
çarpıştırmak ve negatif yükleme yapmanın
kapıları açılmış oldu.
@koktenbilimci
1995 Yılında Cern’de bulunan (lear) düşük
enerjili karşıt proton çemberi sayesinde 9
adet karşı atom üretilebildi. Günümüzde halen cern’de düşük ve yüksek enerjili çarpıştırma deneyleri ile bilinen atomların ve maddelerin karşıt atomları ve karşı maddeleri ile
ilgili deneyler devam etmektedir.
Karşıt madde ile çalışabilmenin tek yolu özel
tesisler değildir. Karşıt madde evrende her
zaman bulunabilir. Dirac teoreminde karşı
maddeyi astronomik ölçekte bulabilmek için
çok uğraşmıştır. Teoreminin ispatından sonra pozitron, karşıt proton ve karşıt nötronun
ortaya çıkması sonucunda çok daha zihin yakan fikirler ortaya atıldı.
1954 Yılına geldiğimizde 6,2 gev enerji ile 2 Karşıt gezegen, karşıt yıldızlar, karşıt galaksielektron karşıt proton üretebilmek için çar- ler ve hatta karşıt bir evren.
pıştırılabiliyordu. 1955 Yılında negatif yüklü
protonlar yani, yeni atom parçacığı bulundu
@koktenbilimci
ve doğanın temel simetrisi madde ve antimadde kanıtlandı.
İlerleyen yıllarda atomun temel 3 parçacığının birer karşıt parçacığı olduğu biliniyordu.
Karşıt çekirdeğin varlığının da kanıtlanması
ile bilim insanlarının aklına gelen ilk soru doğal olarak “karşıt elektron ve karşıt çekirdek
ile maddeyi oluşturacak fiziksel bağlar yapılabilir mi?” Oldu.
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 20
öykü
@deanmoriarty
Aya k üs t ü
H ik aye le r
İsmini sormayı akıl edemediğim, Adana’da Adanalı bir taksicinin askerlik hikâyesini yazacağım
aklıma gelmezdi hiç.
…
I.
yanından yeni ayrılmış bir insan, o kadar samimi
biçimde dinlemeye başladım. Son derece samimiyetsiz gülümsememle de bu durumu destekledim. Ancak fark etmedi. Devam etti.
“Kaçtım kaçtım ama 35 yaşında aldılar askere”
Ağlaya ağlaya bindiğimde taksiye, henüz veda dedi. Evet dedim kendi kendime yol kısa zaten,
anını da layığıyla yerine getirememiş, en azından zorlarsam dinlenebilir bu hikaye.
elimi sol omzumdan belimin sağına çaprazlamasına indirip, işaret dilinde bir “seni seviyorum” la Şimdi hatırlamadığım, açıkçası o an bile kısa süretaçlandıramamışken, aklımı da ondan öte bir yere li belleğime almadığım bir celp dönemiyle gitmiş
çevirememişken üstelik, sordu adanalı taksici. Gaziemir’e acemiliğe. Askere gitmemek için üni“Asker mi?” “hı-hı” diyebildim sadece, sesimin tit- versiteyi olabildiğince uzatmış, araya dönemin siremesine tahammülüm olamayacağını düşündü- yasi karışıklıkları, karıştığı olaylar, uzaklaştırmalar,
ğüm için. Nereye? Der gibi baktı. İnce bir “havaa- gözaltına alınmalar – ve bir duraklama sesinde –
lanı” çıktı boğazımdan.
belki de bir hapis dönemi girmiş. Sonunda otuz
beş yaşında almışlar askere. Sonra acemiliğin bit“E onu da götürseydik geri getirirdim ben” dedi. mesine yakın nedendir bilmem 45 gün hava de“Yok” dedim. Teslim olması lazım, vakti yok.” Sesi- ğişimi vermişler.
min daha güçlü çıkması ikimizi de şaşırttı.
Bir kız varmış Adana’da sevdiği. Korkmuş asker“Uçağa daha varsa onu götürseydik seni geri ge- deyken başkasına verecekler diye. Apar topar da
tirirdim” dedi. Şimdiden 5.45 lira yazmış taksimet- askere alınınca – otuz beşinde artık ne kadar apar
renin olduğu aynaya doğru gülümsemekle yetin- toparsa – istetememiş kızı babasına. Hava değişidim. Sessiz kaldım…
mine gelince evlenelim demiş. Kızın babası ver…
mezmiş fakülteyi bitirmedi diye. “Bak” dedi buraII.
da araya girip; “o zaman bile kız almak için okul
bitirmek önemliydi burada”. Neyse diye devam
“Ben askerliğimde önce İzmir Gaziemir’e gittim” etti.
diye başladı anlatmaya. Aniden başlayan askerlik
anısını ne kadar dinleyebilirse asker sevgilisinin
2 1 youreads
UNIVERS
AL M
A G A2016
ZINE kanal
nisan
M A R C H 2 0 11
öykü
@deanmoriarty
Gel kız demiş kaçırayım seni. Olurdu olmazdı derken tutmuş kaçırmış kızı bir gece. Onun da evlenmeye gönlü varmış hani nicedir, içten içe fakülte
yolu, asker yolu beklemekteymiş de ağırdan satıyormuş kendini yok diyerek. Hava değişimi diye
gelip nikah yapıp dönmüş askere. Para da yok fakülteyi bitirememiş asker adamda. Düğün yapamamışlar.
O kırk beş gün bitmiş, usta birliği İstanbul
Çengelköy’e çıkmış. A-aa dedim araya girerek biz
de Beykoz’dayız. “güzeldir oralar ama gezemedik
ki, İstanbul büyük şehir, benim dosya gelip vukuatlar öğrenilince o karışıklıkta tutmadılar beni
orda Tekirdağ- Malkara’ya gönderdiler hemen”
dedi.
Giderken asker harçlığı, evlilik hediyesi diye verilenlerle bir fotoğraf makinesi almışlar, elden düşme. Hanım demiş “fotoğraflarını çek de bana gönder, bakayım.”
-
E yeni evli tabi, özlüyor insan.
Gitmiş Malkara’ya, Askerler hemen amca sıfatını
yapıştırmışlar üstüne, sözü geçer olmuş tertiplerine. Vermiş makineyi yeğenler dediği askerlere,
çekin beni demiş. O zaman tabi böyle çubuklar
yok. İnsan kendi anını yakalatmak için başkasına
muhtaç. O zaman demiş askerler sen de bizi çek.
Bir iki fotoğraf çekmiş, film bitmiş ama tab ettirecek, bastıracak para yok. Askerler sen çek biz karşılarız demişler.
Sonra iş büyümüş, düzene oturmuş. Fotoğraf başına para almaya başlamış. Birkaç fotoğrafla başlayan iş günde otuz altılık pozdan on – on iki film
bitirmeye kadar çıkmış. Merkezde bir fotoğrafçıyla anlaşmış, fotoğrafları çarşıya çıktıkça tab ettirmek için. Ama kışla merkeze uzak, git-gel bir de
orda bekle derken uzun sürüyor, bazı filmler aynı
güne yetişmiyor, öyle olunca gecikiyor da askerlere teslim etmek ki memlekete gönderebilsinler.
Fotoğrafçı da iyi para kazanıyor sonuçta bu işten.
Bir araba ayarlamış bizim amcaya. Her çarşıda arabayla gidip geliyormuş merkeze. Her hafta da eve
para gönderiyor, kaçırıp evlendiği, düğün bile yapamadığı gencecik hanımına askerden bakıyormuş.
2 2 youreads
UNIVERS
AL M
A G A2016
ZINE kanal
nisan
M A R C H 2 0 11
Taburda fotoğrafını çekmediği kimse kalmayınca
tabur komutanının bu durumu duyması da zor
olmamış tabi. Çağırtmış bir gün yavere. Korkmuş
bizimki makineyi alacaklar ekmek parasından
olacak diye. Tabur komutanı konuşmuş konuşmuş, sormuş ne kadar kazandığını, parayı ne yaptığını… Tek ricam var demiş koca tabur komutanı
“amca”nın rütbesizliğine bakmadan. “Doğudan
gelen yoksul askerler var” demiş. “Teskereden
sonra eve dönecek paraları yok. Onlara bilet al
evlerine dönebilsinler.” Zamanı geldikçe almış biletlerini, vermiş fotoğraflarını, yolcu etmiş memleketlerine tertiplerini. Paradan da çok hayır duası
almış askerliğinde.
Artık dönmesine yakın bakmış eve gönderdiğinin dışında da birikmiş parası var. Fotoğrafçının
da yardımıyla gitmiş bir araba almış kendine, yine
elden düşme.
Terhis olduktan sonra inmiş Tekirdağ’a arabasıyla.
Çekmiş gelinlikçinin önüne. Gencecik kız, düğün
yapamadık içinde kalmasın” diye güzel bir gelinlik
almış askerinin yolunu bekleyen hanımına. Bir de
ayakkabı uydurmuşlar gelinliğin altına; beyaz, topuksuz, bilekten bantlı çocuk ayakkabılarından.
Otuz beş numara hanımın ayakları, küçücük.
Arabada koymuş yan koltuğa gelinliği, çocuk
ayakkabılarını, çıkmış Tekirdağ’dan yola. Yol boyunca geçtiği yerlerin fotoğraflarını çeke çeke,
filmleri bitirip molalarda tab ettire, bastıra tam 2
günde varmış Adana’ya.
Evlendikten 17 ay sonra askerde fotoğraf çekerek
kazandığı parayla dillere destan bir düğün yapmış gencecik hanımına.
…
III.
Havaalanı sapağına geliyoruz hikayenin bitişiyle
denk bir şekilde, ne zaman gelirsen diyor ara ben
gelir alırım seni de askeri de. Hem hanım da ister sizi görmek. Kartını uzatıyor; bu hikayeyi yazıp
bitirdikten sonra aklıma geliyor cüzdanımda kartı
bulup ismini okumak. Mehmet “Amca” böyle giriyor hayatıma hikayesiyle…
@deanmoriarty
deneme
Ted r is at- ı
Aliye
Eğitim sistemimiz yıllardır bir standarda
bağlanamadı. Her yıl değişen müfredatlar,
sınavlar, yönetmelikler ve sonunda ulaşılamayan hedefler. Milli eğitimden sorumlu
kimselerin neyi hedeflediklerini çok merak
ediyorum.
Zamanında Anadolu liseleri, fen liseleri ve
öğretmen okulları belli bir kalitede öğrenci
yetiştirmeye yönelik eğitim vermeyi amaçlıyorlardı. Öğretmen okullarından bırakın
mezun olmayı bu okullara kabul edilmek
bile büyük bir meseleydi. Doğal olarak mezun olan insanlar da vatana, millete hayırlı
birer evlat olarak yetişmiş ve en keskin mevkilerde görev almışlardır. Günümüzde bu ve
bunun gibi insan yetiştirme çabası görünmemektedir.
Aksine nicelik olarak arttırılan okullarda eğitimin niteliği kaybolmuş ve çocuklar neredeyse boş bir şekilde diplomaya ulaşabilmektedirler. Ve hatta sadece diplomanın
önemsendiği bir kafa yapısı ile mezunlar verilmektedir. Ahlak, onur, şeref, insanlık gibi
temel karakterlerin okullarda anlatılması
hayal olmuşken bugünün Türkiye’sinde materyalist ve kapitalist bir pragmatizm içinde
yoğrulan bir gençlik ortaya çıkmıştır. Yazık.
2 3 youreads
UNIVERS
AL M
A G A2016
ZINE kanal
nisan
M A R C H 2 0 11
@akinburak
Bu yazıya başlamadan önce yakın zamanda
birinci ayağı uygulanmış olan üniversite sınavı hakkında bir şeyler düşünmüştüm. Konuyu daha fazla dağıtmadan bundan bahsedeyim: Üniversite giriş sınavı her yıl olduğu
gibi bu yıl da tartışmaya mahal vermemek
için bütün samimiyetini koruyarak çalkantılı bir dönemde yapılmıştır. Nedir; her yıl
bu sınavın gençlerin bilgilerini ölçmediği,
tüm öğrenim hayatının 3-4 saatlik bir sınava bağlanmasının anlamsız olduğu gibi tedirginliklerle her yıl muhalefet edilen sınav
şekilden şekle girmiştir. 2013 yılında parça
parça olan sınavın her parçası arasında bir
haftalık süre vardı. İki sınav arasındaki süre
sınav motivasyonunu olumsuz etkilemekteydi.
deneme
@akinburak
Bu durum tahmin edildiği üzere bir yıl sonra motivasyonu düşmüş ve artık müfredatı bideğişti ve 2016 yılında araları makul uzak- tirmek ya da takip etmek gibi bir hedefi kallıkta olmak üzere yine iki aşamalı hale geldi. mamıştır. Devlet okullarında durum bu derece vahimken özel okullardaki durum tahmin
Dikkat çekici bir nokta; soruların zorluk de- edildiği kadar pembe değildir.
recelerinin yıllara göre çok fark göstermeleridir. Bir önceki yılın sınav sorularından en Özel okullarda velilerin beklentisi kaliteli bir
az 15 tanesinin kalem bile oynatmadan işa- eğitim ve öğretim için para ödemekten biraz
retlenebilmesinin yanında bir sonraki yılın sapmıştır. Artık aileler çocuklarının bir kalıp
sorularında en az 15 tane soruda kalem bile içerisinde yetişmesi kaygısına kapılmışlar ve
oynatmadan işaretleme yapılamıyor olması bu da toplumda kutupsal okulların patlaeşitsizliğin bir göstergesidir. Yıllara göre so- masına imkan vermiştir.
ruların değişen zorluk dereceleri müfredatı
sorgulamamızı gerektirir. Zorluk derecesin- Sağ-sol ayrımından kurtulamamış bir topden maksadım, hali hazırda verilen müfre- lumda eğitim için bile ayrım yapılmasını
dat yüküne bağlı olarak sorulan soruların beklemek anlamsız olmayacaktır. İlginç olan
uyumsuz olmasıdır. Nedir; okullarda sınavda sağ-sol gibi iki kutuplu eksenin din odaklı
sorulan soruların herhangi birinin çözülmüş çevreler tarafından bir üçüncü kutba ayrılolma ihtimalinin çok düşük olmasındandır. masıdır.
İnsanların dershanelere akın etmelerinin
doğal sonucu olarak okullarda yürütülen
konu takibinde birçok konu pas geçilirken
bu konuların dershanelerde tamamlanması
beklenmektedir. (Dershanelerin ülkemizde
son yıllardaki durumlarını burada konu dışında tutuyorum. Konuya sadece niteliksel
açıdan yaklaşmak istiyorum. Hepimiz dershanelerin o veya bu şekilde var olacaklarını
biliyoruz)
Yıllardır üzerimize yapıştırılmış olan dershane kavramı artık milli eğitim sistemimizin bir parçası haline getirilmiştir. Dershane
desteği olmadan sınav başarısı göstermenin
mümkün olmadığı bugünlerde dershaneler
bile artık kendi aralarında kalite spektrumu
oluşturmaktadırlar. Bir zamanların fen, Anadolu liseleri ve öğretmen okulları ayarlarında dershaneler türemiştir. Öğrencisi dershaneye giden öğretmenin de sınıf dersindeki
2 4 youreads
UNIVERS
AL M
A G A2016
ZINE kanal
nisan
M A R C H 2 0 11
Okullarda üstünkörü anlatılan konular ve çözülen sorular sebebiyle düşen kalite kendini
sınav sonuçlarında göstermektedir. Soruların beklentilerin üzerinde zor olduğunun
düşünülmesi aslında soruları zanlı hale getirmemektedir. Hatta soru hazırlama komitesinin de bu uygulamada bir suçu yoktur.
@akinburak
deneme
Toplumdan kopuk uygulamalar ve standartlar sayesinde bugünkü tablo ortaya çıkmaktadır. Sınav sorularını hayatında ilk defa
gören öğrenciler olabildiği gibi soruları bir
çırpıda ezbere çözebilen bir güruh da var
olmuştur. Her iki grubun da ortak sıkıntısı
ezber olmalarıdır. Sorgulayıcı ve tatbik edici
bir eğitim sistemi yürütülmediğinden öğrenciler daha önceden çözdükleri soru tipleri dışında bir soru tipi ile karşılaştıklarında
fikir yürütememektedirler. Lise düzeyindeki bu eksiklik ileride üniversite yıllarında da
kendini gösterecek ve yüksek öğrenim düzeyinde sıkıntılar baş gösterecektir ki, hali
onlardan çok bizim zararımızadır. Henüz
hazırda bu durum yaşanmaktadır.
yozlaşmamış, kirlenmemiş ve şekillenmeHer yıl sınav sisteminin yararsız olduğu ve miş fikirlerinden en erken dönemlerinde
değiştirilmesi hususundaki serzenişler bu faydalanmak uygun olacaktır. İlkokuldan
yıl da seslendirilmiştir. Halbuki, sınav sistemi itibaren çocuklara onların da birer birey oltüm eğitim sistemi içerisinde küçük bir ay- dukları ve onların da fikirleri olabileceği ve
rıntıdır. Resmin tamamına bakılacak olursa, bu fikirlerini ifade edebilecekleri ve bu fikirbu sistem içerisinde bu sınav uygulaması- lerinin mutlaka değerlendirileceği anlayışı
nın aslında en masum olan kısmının olduğu verilecek olursa aslında eğitimin bir ayağı
görülecektir. Niyetim sınav sistemini övmek tamamlanmış olacaktır.
değildir; fakat yaklaşımın ne kadar önemli Artık sınıf derslerinde çocukları, tabiri caizolduğu aşikardır. Milli eğitim sistemimizde se, “zapt etmek” zorunda kalınmayacaktır;
yapılacak köklü değişiklikler bu sınav siste- çünkü artık talep eden taraf onlar olacaklarmini de mutlaka ortadan kaldıracaktır. Ge- dır. Talepleri dikkate alınıyor olmak çocukrekli çalışmalar çok uzun yıllar alabilir; fakat ları yarın için daha umutlu ve dinamik kılabundan sonraki kuşakların yararına olacak caktır. Kendi mühendislerinin, mimarlarının
olan bir çalışmanın ne kadar süreceği çok yapılarını, kendi artistlerinin eserlerini takip
ederek ilham alacak olan çocuklar kendi fibüyük önem arz etmemektedir kanımca.
kirlerine de bir yön verme eğilimi içinde olaÜlkelerin eğitim, savunma, sağlık gibi temel bileceklerdir.
konulardaki politikaları o ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile doğrudan ilişkilidir. Bizim
hala bir sistem oluşturamamış olmamız gelişmişlik düzeyimizin nerelerde olduğunun
da bir nevi göstergesidir. Gençleri en verimli
dönemlerinde politikadan uzaklaştırmak
2 5 youreads
UNIVERS
AL M
A G A2016
ZINE kanal
nisan
M A R C H 2 0 11
Benim öne sürdüğüm naçizane bir öneridir.
Bu konuda bile karar verirken gençlerin fikirlerine intizar etmek bize hiçbir şey kaybettirmeyecektir.
@akinburak
deneme
@bona dea
O sma n lı 'd a
Ce llatla r
Osmanlı döneminde cellatlar 15. Yüzyildan
itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Cellatlar
16.Yüzyılda bostanlı ocağına bağlı bir ocak
kurmuşlardı. Cellatlar ocağa bağlı. Cellatbaşı bostancıların lideri ‘bostancıbaşına’ bağlıydı. Cellatlar genellikle hırvat dönmeleri ve
çingenelerden seçilirdi. Cellatların sağır ve
dilsiz olması gerekiyordu. Bu yüzden saraya
cellat olarak kabul edilenlerin dilleri kesiliyordu. Mahkumun son çığlığını duyup merhamete gelmesinler, etkilenmesinler diye
sağırlık ön koşuldu.
Cellatlar sarayda sürekli hazır bulunduruluyordu.Cellatlar aynı zamanda padişahların özel korumasıydılar. Osmanlı sarayında
cezalar asmak, boğmak, kelle kesmek şeklinde uygulanıyordu. Cezalar suçun şekline,
mahkumun sosyal statüsüne göre uygulanıyordu. İnfazlar topkapı sarayının önünde
bulunan cellat çeşmesi diğer adıyla siyaset
çeşmesinin önünde infaz edilirdi. İnfazdan
sonra eller ve baltalar bu çeşmede yıkanır,
kelleler çeşmenin sağında ve solunda kesilmiş kafaların sergilendiği kelle taşlarının
üzerinde 3 gün sergilenirdi.Kelle taşlarının
bir diğer ismi ibret taşlarıydı.
Mahkumların üzerindeki giysiler, değerli
eşyalar cellatların malıydı. Ayrıca cellatlar
2 6 youreads
UNIVERS
AL M
A G A2016
ZINE kanal
nisan
M A R C H 2 0 11
isterlerse idam ettikleri kişilerin bedenleri
atar, isterlerse ailelerine para karşılığı verirlerdi. İnfaz edilen kişi müslümansa sırtüstü
uzatılır ve kesilen başı koltuk altına konurdu. Gayri müslim ise, yüzükoyun uzatılır ve
kellesi kalçasına konurdu. Kelle koltukta deyimi de buradan gelmektedir.
@bona dea
deneme
Her infazın farklı kuralları vardı. Vezirler, sadrazamlar, devlet adamları kementle boğdurulur ölümlerinden sonra inandırıcı olması
açısından "şifre" denilen özel bir usturayla
başları gövdelerinden ayrılırdı. Yeniçerilerin
idamları cellat satırıyla gerçekleşirdi. Halktan olanlar ise kılıçla idam edilirdi. Şehzadelerin kellesi vurulmaz, osmanlı hanedanı
soyu mukaddes sayıldığından kanları akıtılmaz yedikule zindanlarında yay kirişi ile boğularak infaz edilirlerdi. Yay kirişi öldürme
şekli türklerin müslüman olmadan önceki
dinleri şamanizmden gelmektedir.
Osmanlı tarihinin en meşhur ve en acımasız
cellatlarından biri kara ali'dir.Kara ali ilk padişah cellatı olarak tarihe geçmiştir. Sadrazam Sofu Mehmet Paşa'nın emriyle Sultan
İbrahim'i boğarak infaz etmiştir.
İnfazdan sonra kesilen başlar padişaha sunulurdu. İmparatorluğun uzak bir yerinde
idam edilenlerin kelleleri ise meşin bir kırbaya konur içine bal doldurularak saraya
ulaştırılır ve gümüş bir tepsi içinde padişaha gösterilirdi. Bedenleri ise infaz edildikleri İslam dininde adam öldürmek en büyük güyere gömülürdü. Bu sebeple başı başka yer- nah olduğu için bu can alan cellatlara halk
de, bedeni başka yerdedir.
iyi gözle bakmamış ve öldüklerinde cenazelerini kendi mezarlıklarına gömdürmemişSadrazamlar ve devlet adamları çoktur. Me- lerdi.Mezarlarının bile cellat mezarı yanında
sela viyana kuşatmasındaki başarısızlığı se- olmasını istemediklerinden cellatların farklı
bebiyle başı kesilen ve bir bal torbası içinde bir mezarlıkları vardı. Cellatlar, o zamanlar
pâyitahta gönderilen, sonra da denize atılan istanbul’un en uç noktalarından biri kabul
merzifonlu kara mustafa paşa gibi.
edilen, karyağdı tekkesinin 100 m. İlerisindeki cellat mezarlığı’na defnedilirlerdi. BaşFatih sultan mehmetin imparatorluğun de- larına uzun bir taş dikilirdi. Taşta hiçbir bilgi
vamı için nizam-ı alem fermanı çıkarmıştı. yazmazdı.
Bu ferman " her kimseye evladından saltanat müyesser ola kardeşlerini nizam-ı alem Cellat mezarları zaman içinde kaybolmuş
için katletmek münasiptir" şeklinde idi. Bu günümüzde sadece eyüp mezarlığında bifermana dayanarak padişahlar kardeşlerini linmeyen iki cellatın diktörtgen kesimli meidam ettiriyordu. Iıı. Mehmet 19 çocuk şeh- zar taşları kalmıştır.
zadeyi bir gecede cellatlarına boğdurarak
tarihe geçmiştir. I.Mehmet tahta geçince
@bona dea
150 yıllık nizamı alem kanunu kaldırmış ve
kardeş öldürme geleneğine son vermiştir.
2 7 youreads
UNIVERS
AL M
A G A2016
ZINE kanal
nisan
M A R C H 2 0 11
şiir/deneme
…BENCE ŞİİR…..
…Ben, yüreğimizde biriktirdiğimiz mavi ve hüzün kokulu duygularımızın kelimelerle
su yüzüne çıkışına şiir diyorum. Şiir ,kar beyaz bir dokunuştur.Yeni doğan bir güne tatlı
bir gülüştür. Bazen savunmasız masum bir bebek,bazen sevgiliye uzatılan bir demet
papatyadır. Bazen de boğaza oturup,yutulamayan bir hüzündür… Şiir,ezelden gelip,ebede
gider. Şiir bilindik bütün dillerden daha etkilidir,daha çarpıcıdır.Şiir bahardır, domur
domur gül,patır patır açan erik ağacı,sapsarı açan bahar mimozasıdır. Şiir bir hayat tarzıdır
insanoğlu için; farkında olsun olmasın.. Şiir,umuttur,mutluluktur,güzelliktir,özlemdir.Şiir
hayatın ta kendisidir.O küllenmiş bir mangal değil,hayatın cap canlı ta kendisidir.Şiir sabah kalktığında geride bıraktığın yatağın gibi sıcaktır.Şiir bir yelkenlidir,masmavi okyanusa alıp,götürür seni hayallerinle. Türk toplumunun ağırlığı duygusal insanlardan meydana
geliyor. Kime sorsanız mutlaka çocukluğunda ,ya ergenliğinde yada üniversitede yolu mutlaka şiire düşmüştür. Buna rağmen bir kitapçıya, yada kitap fuarına gittiklerinde ne yazık
ki en son para vererek alacağı kitap şiir kitabıdır. Konu buraya kadar gelmişken ben bazı
araştırmalardan çıkan çarpıcı sonuçlara da değinmek istiyorum.Şu an dünyada tam 164
ülkeden 123’ü bizim şiirimizi taklit ediyor.Bu 123 ülke bizim şiirlerimizden hareketle kendi
şiirlerinde yeni bir soluk arıyor ve buluyorlar.Ve yeni edebiyat ortaya koyuyorlar. Mesela
İskoçya bizim “ozanlık geleneğimiz”i taklit ediyor.Biz ise ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Süleyman Altunbaş….09 nisan 2016...00:59
…KEMERLE FERMUAR ARASINA SIKIŞMIŞ AŞKLARIN ZAMANI…
Üşüyen rüzgârın soğuğunda yazıldı şiir Kırılan kapı kolunun kilidine asıldı maviler Sigarası
dudağında söndü gece Âsumandan yere atladı kurbağalar Durdu saatler köprü altı
çocukları sokaklardayken Ve sürgülenmiş dış kapının dışında kaldı Süleyman Peki sebep?
Sebep: Matemin dansa dönüştüğü andı o başını eğdiğinde. Ve dönüp ürkek adımlarla
gittiğinde… Farkında değildi ama, O benden gitmeye başladığında sanki kentimin bütün
caddeleri,bulvarları onunla birlikte gidiyordu benden. Ve ardından “tek”leşti aşk bende.
Çünkü; Sözlerle davranışların birbirini tutmadığı, Sadakâtin, Sarsılmaz güvenin Yücelmiş
sevginin Değil, Kemerle fermuar arasına sıkışmış aşkların zamanıydı. Kemerle fermuar
arasına sıkışmış aşkların zamanı…
Süleyman Altunbaş…14 ekim 2015…17:51
2 8 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A2016
ZINE nisan
M A R C H 2 0 11
şiir
İstek Kipinde Ütopya
San'a Çıkan Yollar
Bir sabaha,
Bir de geceye düşer selamlarımız.
Arada kalan zaman,
Gül yaprağımışçasına,
Yağmur yağmışçasına,
Tanrıya inanmışçasına,
kitap arasında kuruttuklarımız.
Sabahı da unutur gül yaprağı,
Selamı da.
Gül yaprağı kalır yıllarca bir kitabın,
Tozlu, ıssız, belki de bizi anımsatan
Sayfaların arasında.
Her zaman seni buluyorum bir toplumun,
Kabuk bağlayan yarasında.
Yarasın!
İçtiğin meyler,
Verdiğin şu kız çocukları kalbime,
Yarasın.
Yarasın ki sen tekrardan,
Sen tekrardan o yaraları sarasın.
Sesini tam olarak duyamıyorum sevda.
Sen ya hayattan,
Ya da Tanrıdan yanasın.
Yanasın her defasında,
benden uzak kaldığın her defasında.
Her defasında bir vaveyla duyasın.
Bir avuç su uzatan kalbime hasret,
kalasın.
Sen tam şu anda,
on ikiye
çeyrek
kalasın.
"Gittiğin yolun hiçbir önemi yok. "
-İçindeki diğer san'a çıkıyor.
(tüm yollar)
ve
"Bunu anlaman bazen yıllar alıyor. "
Bazen
"Anlayamadan göçüp gidiyorsun "
(Kendinden)
@jokerhyme/Remzi Ünal
@ismin e-hali
Yersina Petris
Sevdaya bağnazlık diyemeyiz
Yobazlık hiç diyemeyiz
Böyle bir kararı verebilmek için önce
Birçok kafa kesmemiz gerekir.
Global dünyadaki bağnazlık ve
Yobazlığın gerçek tanımı bu.
Lakin sevda…
İnanıyorum, onun bir gücü var.
Suyun kaldırma kuvveti kadar,
Yer çekimi kadar, fizik kadar!
İsterse o kesilen kafaları tekrar birleştirebilir.
Sevda dünyadan çocuk almaz Ütopya,
Sevda dünyaya çocuk verir!
Sabahı göremeyecek şehirlere,
Yeni bir güneş verir.
Aldığı tek şey,
insanların saçmalıkla inandığı düşüncelerdir.
Sevdalı insan düşünemez diyorlar, yalan!
Aynı şeyi 14. yüz yılda vebalı insanlar için de söylüyorlardı.
En çok onlar düşünür.
Düşünür ki varız biz.
Düşünür ki hissederiz.
Sevda insan evrimini meşru kılar sevgilim.
Gerçekten.
Tanrı diyorlar, Theos diyorlar,
Jumala diyorlar, Itga diyorlar.
İlginç.
Elimden gelse kendimi tüm dinlerden aforoz ederim,
Sen hariç.
@jokerhyme/Remzi Ünal
M A R C H 2 0 1 1 Unisan
N I V E2016
R S A youreads
L M A G A Zkanal
INE 29
youreads seçkisi
46 Yok Olan
Olmuş dizidir. Beklentimin
bir kaç tık üzerindedir ama
bazı eksikleri olduğunu söylemek gerçekçi olur :
- Pazar günü saat 11:30'da
yayına sokuyorsun diziyi ve
başrol bir bilim adamı. Yani
bu diziyi ev hanımlarının ya
da ilkokul terk adamların
izleyebileceğini düşünmüyorsun.Hedef kitlen bilim
kurgudan,gerilimden
haz
alan kitleyse danışman ekibin çok sağlam olacak.
4) Şaman iksirinin vücuttaki etkisini göstermek adına
yaptığınız o media player
efektine tek söz etmiyorum
zaten. Çok mu zordu kardeşim oraya bir kaç tane nöronlardaki elektrik akımı görseli
yerleştirmeniz.
5) Yine laboratuvarda kullanılan o mikroskop elektron
mikroskobu değil kardeşim,
saniyeler içindeki hücre dejenerasyonunu koca profesöre o mikroskoptan izletmeyi
düşünürken hiç mi uyarmadı
kimse sizi, o mikroskoptan
1) Yıllardır komada olan soğan zarı bile birkaç dakikabir hasta var ve oksijen sa- da anca izleniyor.
turasyonu %54 lerde. Yani
o kızın o kadar yaşaması Bunlar izlerken direkt gözüimkansız,yaşasa bile bitkisel me çarpanlar. Dizi olmuş muhayattan asla çıkamaz.
dur, evet olmuştur. Ama hedef kitlenizin izlerken gözüne
2) Genetik profesörü adam komik gelecek böyle detayladerse giriyor ve de ilkokul bi- ra özen göstermesseniz nur
yoloji dersinde anlatılan dna topu gibi bir 'doktorlar' dizisarmalı resmini mi çiziyor miz daha olacak bilmiş olun.
yani tahtaya.Kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi.
@emekli sadrazam
İnsan daha moleküler daha
akademik şeyler bekliyor.
Hayata Bağlayan Şey
3) Laboratuvarda tüplerin dizili olduğu kutu bir santifürüj İstinye'den emirgana dönen
cihazı, neredeyse tüm aile yolda, yolun tarifine uygun
hekimliklerinde bile var. O ci- bir şekilde istinye'den emirhaza asrın buluşu muamelesi gana doğru yürüyorum. Ayyapmanın alemi yok yani.
lardan şubat. Karakış geçiyor
3 0 youreads
U N I V E Rkanal
S A L nisan
MAGA
ZINE 2016
M A R C H 2 0 11
üstümüzden. Bir bankanın
herhangi bir departmanında
çalışıyorum. Her gün takım
elbise, toplantı, hedefler, saçma sapan konuşmalarla bir
hayatı maaşın alındığı hafta
kurulan rakı masalarına endekslemişim. İçeride biriken
izinler işten atılma durumunda tazminata ek olacak diye
izin yapmıyoruz. Ama mevzuatı bilenler bunu farkedip,
para kaybetmektense eleman kaybetmeyi göze alırım
düsturu ile zorunlu izne tabi
tutuyor bizi. Aylardan şubat.
Karakıştan geçiyoruz. Bir haftalık özgürlüğüm var. Follow
the sun yapıp güney yarımküreye inecek, yazı yaşayacak
ne param ne bilgim ne de vizyonum var. Ben de tek bir şeyin hayalini kuruyorum. Her
gün emirgana gider, nargilemi içer, kitabımı okur akşam
üstü eve dönerim. Herkesler
çalışırken ben keyif yaparım.
Nasıl olmuşsa hava durumu
tanrıları benden yana olmuş.
Şubatın ortasında, hava günlük güneşlik, biraz serin, öyle
tişörtle çıkayım, güneşleneyim güneşi değil. Kış güneşi.
Bir hafta boyunca her gün
öğleden sonra bir ila dört
arası herkes çalışırken kitap
okuyup nargile içmenin verdiği gazla senelerdir hayata
bağlı bir şekilde yaşıyorum.
Emirgan çay bahçesine gelen
youreads seçkisi
emekli amcalar, teyzelerle soh- Namus iki bacak arasınbet, işsiz güçsüz ya da çok zengin da değilse nerededir
insanların buluştuğu saatlerde
buluşuyorum denizle, martılarla. Tdk'ya göre "namus"un anlamları şu şekilde:
Sanırım beni hayata çok ufak
şeyler bağlıyor. Çaydanlığın çı- 1. Bir toplum içinde ahlak kuralkardığı duman mesela. Soğuk larına ve toplumsal değerlere
kış günlerini en çok sevme ne- bağlılık, iffet
denim. Yağmur yağarken, başımı sokacak bir delik bulduktan 2. Dürüstlük, doğruluk
sonra, yağmuru izleyebilmek ya
da delicesine ıslanırken aynı ka- Yani aslında namus kafa yapısıyderi paylaştığın biri ile karşılıklı la, zihniyetle alakalıdır. Mesela
selamlaşabilmek. Çok severek insanları kandırarak mal satan
okuduğun kitabını bitirdikten bir esnaf sırf dükkanında seks
sonra gökyüzüne bakıp, tekrar yapmıyor diye namuslu olarak
okumam lazım bunu diyebil- adlandırılamaz. Eğer namus iki
mek, en sevdiğin caddeyi her bacağın arasında olsa idi bu kigün tekrar adımlayabilmek. Ha- şiye de "namusuyla para kazanıyatını idame ettirecek kadar para yor" diyebilirdik. Gerçi her türlü
kazandıktan sonra fazlasını iste- pisliği yapan birine bunu söymeyecek olgunluğa gelebilmek. lediğinizde "ne namussuzluğu,
milletin karısına kızına mı sarkıntılık ettik" gibi bir cevap almanız
@yeter artik yazdim buraya
olası. İşte bunlar hep namusu
Her konuda fikir sahibi bacak arasında aramak...
@tabi canim insanda akil oldukolmak
tan sonra
Eskilerin allame dedikleri insandır. Allameler her/çoğu konuda Fyodor Mihailyeviç Dosaz çok bilgi sahibi olurlar ama toyevski
bunlar hakkında derinlemesine
bilgi sahibi olmazlarmış. Derin- Gençliğimin baharına - o büyülü
lemesine bilgi sahibi olanlara ise zamanlardan, yetkinliğime, galimütebahhir(ilme dalan) denir- ba beni manen etkilemiş en büyük romancıdır.
miş.
Zira uzun yıllara dayalı bu tespiŞöyle bir şey de var tabi, eskiden timden her zaman şüphe duycahil insanlar bilmediği şeylerin muşumdur. Şimdi daha açık ve
cahiliymiş, şimdiyse bildiğini sa- gözle görülür somutlukta - etrafım, yaşamım, eylemlerim nanların çoğu bildiğinin cahili.
dostoyevski"ye duyduğum ya@hayali kınlık (hatta buna telapetik ilişki
de diyebiliriz) beni kişiliğinin,
3 1 youreads
U N I V E Rkanal
S A L nisan
MAGA
ZINE 2016
M A R C H 2 0 11
karakterinin de ötesinde - romanlarının dünyasına bir gezgin
gibi dalmamı ön görüyor. Onun
roman kahramanlarına mı benziyorum? Pek değil. Olsa bile (sözümona biraz ivan karamazov
ve rogojin, razumihin karışımı
bir karaktere ait olurdum) bu karakterleri romanlarının asıl söz
sahibi değillerdir. Yani demem
o ki, raskolnikovun büyülü cinayeti, mışkin"in idiot ve tanrılsal
karışımdan doğan aşkı, kolya
krostkin"in kendine has - çocuksu - alayı (ki kendisi bir baş karaman değildir, ama en az baş karaman niteliğindedir) değildir bu
yakınlığın sebebi.
Başka şeyler var, azizim... Başka
hayatlardan başka hayatlara ait
izlerden bahsediyorum galiba.
Oysa çok isterdim çocukluk ve
gençlik aşkım çehov"a aşık kalmayı. Biraz büyüyünce, tolstoy"u
daha çok sevmeyi. Ama dostoyevski başka. Onda bulduğum
huzuru bir tek bach"da bulurum. Oysa wagner"in yeri ayrıdır,
onu bütün hisslerimle dinlerim.
Ya purcell? Aşkı handel"le beraber buldular romantik müzikte... Konuyu çarpıtmadan şuna
getirmek derdindeyim: fyodor
mihayloviç"i pek o kadar sevmiyorum - ki buna gerek de yoktur, ona duyduğum yakınlığın
yanında. O, orada iyidir ve böylesine bir dünyadan (artık iyi mi,
kötü mü, sizin bileceğiniz iş) bir
dostoyevski"nin geçmesi çok harika bir olaydır.
@karamazov
S Et C
T IbOoNy aNm
AaM E
aş
Taş B oyama
Taş boyama, kolaylıkla uygulamaya geçebileceğiniz bir
hobidir. İhtiyacınız olan ana malzeme olan taş doğada rahatlıkla bulunabilmekle birlikte, benim gibi dalgaların pürüzsüz hale getirdiği oval taşlardan yanaysanız işiniz pek
de kolay sayılmaz. Taşlı bir deniz kenarı bulunup, itinayla
taşlar toplanır, en keyifli kısım, taşlar yıkanıp kuruladıktan
sonra boyamaya hazır hale getirilir. Tercihe bağlı olmakla
birlikte, akrilik boya çabuk kuruması avantajı nedeniyle
tercih edilebilir. Sosyal medyada, internet sitelerinde envai çeşit boyanmış taş bulunabilmekle birlikte, esas marifet orijinal parçalar ortaya koymaktır kanımca. Akla hayale
sığmayacağını düşündüğünüz görseller topladığınız taşlar
üzerinde yerlerini alır.
3 2 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
AGAZINE nisan2016
M A R C H 2 0 11
@yudum çetin
Her defasında bir öncekinden daha iyi çalışmalar ortaya çıkar. Ünlü ressamların bir resim için defalarca eskiz hazırladığını da göz önünde bulundurursak ne kadar taş o kadar
güzel çalışmalar demektir. Eşinize dostunuza hediye edebileceğiniz gibi, özellikle tatil yörelerinde sergileyebilirsiniz
de taşlarınızı. Ya da benim gibi evin dört bir köşesini taşlarla doldurabilirsiniz. Bitmek tükenmek bilmeyen bir boyama aşkıdır bu. Boyamak iptiladır, müptelalara selam…
@yudum cetin
S Et C
T IbOoNy aNm
AaM E
aş
@yudum çetin
*Evde ya da ofiste size eşlik edecek bir başka taş boyama çalışması.
3 3 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A2016
ZINE nisan
M A R C H 2 0 11
S Er C
T iIm
ON NAME
es
3 4 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A2016
ZINE nisan
@yudum cetin
M A R C H 2 0 11
S EçC
ON NAME
i zTiIm
3 5 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A2016
ZINE nisan
@ismin e-hali
M A R C H 2 0 11
S EçC
ON NAME
i zTiIm
3 6 youreads
U N I V E R kanal
SAL M
A G A2016
ZINE nisan
@ismin e-hali
M A R C H 2 0 11
sE
S E C TyI o
OuNr eNaAdM
youreads kanal nisan 2016
iletişim: [email protected]
M A R C H 2 0 1 1youreads
U N I V E kanal
R S A Lnisan
M A G2016
AZINE 37