tıklayınız - OyunaBakış

Transkript

tıklayınız - OyunaBakış
Merhaba arkadaşlar bu ay için size entresan
bi röportaj hazırladık. Bu ay özel konuğumuz
Bakuman isimli manga ve animenin sevilen
karakteri Moritaka Mashiro.(Aşağıdaki yazılar
birebir Japonca’dan çeviridir)
Azuki'de sadece bir gün anime yaparsam ve
onun seslendirmesini kendisi yaparsa evleneceğimizi söyleyince artık yapacak birşey yoktu. Bu işi yapmam geriyor dedim kendime ve
Tagaki ile manga maceramız başlamış oldu.
Murat: Hoşgeldin Mashiro. Bize öncelikle kendini tanıtır mısın?
Mashiro: Merhaba, ben Moritaka Mashiro. 24
yaşındayım, 171 boyunda ve 58 kiloyum.
Shounen Jump'da manga çizerliği yapıyorum.
Murat: O zaman öncelikle neden manga-ka
(Manga çizeri) olmak istediğinle başlayalım.
Biraz anlatır mısın?
Mashiro: Tabii ki. Ben küçüklüğümden beri
hep amcama özendim. Hep onun gibi mangaka olmak istiyordum. Ama amcam çok çalışmaktan dolayı öldükten sonra bu ilgimi kaybetmiştim. Ama sonra Takagi çıkageldi ve
beni ikna etmeye çalıştı, bir de işin içine Azuki'ye o sırada yanlışlıkla evlenme teklif etmem girince iyice karıştı işler.
1
Murat: Çok güzel bir başlangıç olmuş bence.
Buralara kadar gelmek zor olmuştur sizin
için, neler yaptınız, ne zorluklar yaşadınız?
Mashiro: Evet, gerçekten zordu. Bazen pes
edecek hale bile geldik ama asla vazgeçmedik
tabii ki. Öncelikle ufak teker şeyler yaparak
başladık. Amcamdan kalan çalışmaları inceledik. Takagi hikayeleri yazdım ben de çizmeye
çalıştım. Çoğu zaman uykusuz kaldık, atolyede sabahladık, çok yorucuydu ama çok eğlendik. Yaptığımız şeyler bazen beğenilmedi, bazen ise başkaların yaptıkları şeyleri görünce,
bizim uğraşlarımızın boşuna olduğunu düşündük ama yine de yılmadık ve başardık.
Murat: Çok güzel bir başlangıç olmuş bence.
Buralara kadar gelmek zor olmuştur sizin
için, neler yaptınız, ne zorluklar yaşadınız?
Mashiro: Evet, gerçekten zordu. Bazen pes
edecek hale bile geldik ama asla vazgeçmedik
tabii ki. Öncelikle ufak teker şeyler yaparak
başladık. Amcamdan kalan çalışmaları inceledik. Takagi hikayeleri yazdı ben de çizmeye
çalıştım. Çoğu zaman uykusuz kaldık, atolyede sabahladık, çok yorucuydu ama çok eğlendik. Yaptığımız şeyler bazen beğenilmedi, bazen ise başkalarının yaptıkları şeyleri görünce, bizim uğraşlarımızın boşuna olduğunu düşündük ama yine de yılmadık ve başardık.
Murat: Sence manga çizimleri mi daha zor,
yoksa batı tarzı çizgiromanları çizimleri mi?
Mashiro: İkisi de zor, çizgiromanlarda çizimler, renklendirmeler, gölgelendirmeler çok
zor, çok detaylı ve yaptığınız en ufak bir yanlış kötü görünmesine neden oluyor. Mangalarda ise bu detaylara girmeden, siyah beyaz
çizimle derinlik vermek, birşeyler anlatmak
zor.
Murat: Bir oyun dergisi olarak biraz da oyunlar hakkında soru sorayım. Oyunlarla aran
nasıldır?
Mashiro: Japonyada oyun sektörü gerçekten
çok ilerde, oturup evimde bilgisayar başında
çok oyun oynamasam da, Sega gibi firmaların
arcade salonlarına gidip bol bol stres atıp eğleniyorum.
Murat: Evet güzel işler çıkarttınız gerçekten.
Peki o zaman senin en çok sevdiğin manga/
anime serisi hangisi?
Mashiro: Benim favorim Dragon Ball, ondan
sonra ise One Piece.
Murat: Arcade salonlarındaki oyunlardan en
çok seviğin hangisi?
Mashiro: Persona'nın dövüş oyunu çok güzel.
Tamamen anime tarzı olduğu için çok hoşuma gidiyor ve çizimleri harika. Karakterler,
renklendirmeleri, haraketleri kusursuz nerdeyse.
Murat: Bu ikisi gerçekten shounen dünyasına
yön veren seriler. Peki kendi çizimlerinde ya
da hikayelerde bu serilerden ektilendin mi?
Mashiro: Elbette etkilendim, eminim ki Takagi de hikayeler konusunda etkilenmiştir. Onları okuyalarak büyüdük, ve çok sevdiğimiz
şeyler olduğu için istesek de istemesek de
etkinledi.
2
Murat: Arcade salonlarındaki oyunlardan en
çok seviğin hangisi?
Murat: Peki oyunlar için çizim yapmayı düşünüyor musun?
Mashiro: Persona'nın dövüş oyunu çok güzel.
Tamamen anime tarzı olduğu için çok hoşuma gidiyor ve çizimleri harika. Karakterler,
renklendirmeleri, haraketleri kusursuz nerdeyse.
Mashiro: 3D oyunlar için çizimler çok farklı,
becerebileceğimi sanmıyorum. Ama kendi serilerimizin iki boyutlu oyunları için yapmak
isterim.
Murat: Son soru olarak, manga-ka olabilmenin en önemli kuralı ne sence?
Mashiro: Sıkı çalışma, hayal gücü, ve yaptığın
şeye inanmak.
Murat: Çok teşekkür ederim Mashiro. İlerki
işlerin için başarılar diliyoruz.
Mashiro: Ben teşekkür ederim.
Murat Karakaş
3
Capcom’ın tutunacağı yeni dalı, Remember
Me…
Önümüze ısıtılıp ısıtılıp sunulan senaryolardan hepimiz bıktık aslında. Şehri kurtar, sevgiliye ulaş, gençlik iksirini bul, dünyayı uzaylılardan kurtar. Bunların daha ötesinde bir senaryo, Dontnod’ın geliştirdiği, Capcom’ın yayıncılığını yaptığı Remember Me ile karşımıza
çıkmayı bekliyor.
2084 yılı Paris’i… İnsanoğlu, anıları dijitalize
edip, onların ticaretini yapar olmuş. Gizlilikten kalan son kalıntılar, 21. Yüz yıl sosyal ağ
çılgınlığı sonucu yok olup gitmiş. Öyle bir hafıza deposu oluşturulmuş ki, insanlar bu deponun anahtarını elinde tutanlar tarafından
yönetilir olmuş. Düşünsenize, bütün hareketleriniz kayıt altına alınıyor ve istenildiği zaman düşünceleriniz değiştirilebiliyor. Eğer
akvaryumda olduğunu hissetmeyen balık değilsek, bu duruma “ne oluyoruz abi?” denir.
Remember Me’de Nilin isimli bir hafıza avcısını canlandırıyoruz. Nilin’in hafızası siliniyor
ve Bastil Hapishanesi’ne atılıyor. Arkadaşı tarafından kurtarılan Nilin, kendini, anılarını
ararken içine düştüğü, nefes kesici bir serüvenin içinde buluyor.
Aslında, oyun 2011 yılında Gamescom’da duyurulmuştu. Ancak oyun, yayıncı sorunları
nedeni ile çıkarılamamıştı. Gamescom
2012’de, oyunun 4 Haziranda Amerika, 7 Haziranda da Avrupa pazarlarına sunulacağının
duyurulması ile de, bu güzel oyunun daha oynanmadan yok olmasının önüne geçildi.
Nilin usta bir yakın dövüşçü. Oyun boyunca
daha çok yumruk yumruğa kavgalara gireceğimizi seziyorum bu yüzden. Aslında sadece
yumruklarını kullanmıyor Nilin… Karşısındaki
rakibin hafızasını silebiliyor, yeniden düzenleyebiliyor. Her ne kadar, kavga esnasında düşmanların hafızalarıyla oynamanın, trainer etkisi yaratacağını düşünsem de, bu özelliğin
oyuna benliğini kazandıran özellik olduğu ortada.
Capcom, dağıtıcısı olmayı kabullendiği Remeber Me’de büyük bir ışık görmüş olmalı. Umarım Remember Me, gözlerimizi kamaştırır. İyi
oyunlar.
Halil Coşgun
4
Yeminimi Bozdum Ağalar!
Son oyundan sonra yenisi gelmez artık dedik,
hikaye bitti artık dedik ama Sony durmadı ve
yeni oyunu yaptı. Başarılı oldu mu, olmadı.
Birazdan incelerken göreceğiz. O zaman biraz
hikayeyi inceleyerek başlıyalım. Oyunu Türkçe
oynadığım için isimleri de oyundaki gibi
aktaracağım.
Oyunun açılışındanki sinematik bize titanların
zamanından önceki savaşı anlatarak başlıyor,
sonrasında Hiddetlilerin (Furies) ortaya
çıkışını anlataarak başlıyor. Bu hiddetliler
onurun koruyucuları olarak suçlu bulduklarını
cezalandırıyorlar. İlk Aegaeon, Zeus için
ettiğin kan yeminini bozduğunda, Hiddetliler
ona işkence yapıp, taşa çeviriyorlar ve onun
üzerine Lanetliler Hapishanesini kuruyorlar.
Bunu da herkese örnek olsun diye yapıyorlar.
5
Oyunun hikayesi God of War ilk oyunundan
yaklaşık 10 yıl öncesini anlatıyor. Oyuna
girdiğinizde ilk Kratos'un Lanetliler Hapisanesinde zincirlenmiş bi şekilde buluyorsunuz.
Burada Hiddetlilerden Megaera Kratos'a
işkence yapıyor Ares'e olan kan yeminini
bozduğu için. Megaera işkence yaparken
Kratos'un boynundaki zincirleri kırıyor, bunu
fırsat bilen Kratos kurtulup Megaera'yı kovalamaya başlıyor. Bu sırada Megaera kendi
parazit böceklerini kullanarak Aegaeon'u canlandırıyor ama biraz değişime uğramış bir
halde. Bu savaşın sonunda Kratos Megaera'yı
alt edip Uroborus Cevheri geri alıyor. Oyun
burada 3 hafta öncesine gidiyor. Kahinden
aldığı bilgiler üzere Gerçekğin Gözleri aramaya gidiyor Kratos. Hikayenin geri kalan
kısmınıda anlatmayalım, bence oynarak
öğrenin.
Oynanış kısmına gelecek olursan, eski oyunlarla nerdeyse aynı, ama bazı değişikler
yapışlar. Oyun her zamanki gibi hack/slash
öğeleri üzerine kurulmuş ve oyun için yine
bulmacalar var. Oyunda Kratos'un ana silahı
hepimiz bildiği Kaos'un Kılıçları. Bu oyunda
yeni gelen özellik ise düşmanı döverek
aldığınız yada yerde bulduğunuz silahları
kullanabiliyorsunuz ama bunların belli bir
kullanım sınırı var. Elinize bu yerden silah
almadıysanız Kratos tekme atıyor yada yumruk savuruyor.
Eski oyunlardaki gibi farklı entresan silahlar
yok, onun yerine dört tanrının güçlerini alıp
Kaos'un Kılıçları ile bu güçleri kullanabiliyorsunuz. Bunlar Ares'in Ateşi, Poseidon'un
Buzu, Zeus'un Yıldırımı ve Hades'in Ruhu. Bu
güçlerin hepsinin kendine göre özellikler ve
özel öfke sadırısı var. Elbette bu özelliklerin
hepsini açmanız için yine kırmızı orblardan
toplayın geliştirme yapmanız gerekmete. Silahlar dışında kullanabileceğin bazı eşyalar
var. Bunlar size hem dövüş kısmında hem
bulmaca çözme kısımlarında baya yardım
edecekler. İlk aldığımız Uroborus Cevheri size
objeleri yıkma ve düzeltme gücü verecek.
Orkos'un Yemin Taşı size kendi kopyanızı yapmanızı sağlayacak. Son olarak Gerçeğin
Gözleri ise Hiddetlilerin yarattığı iluzyonların
kaybolmasını ve düşmanlarınızı kör edecek
bir ışık yaymanızı sağlayacak.
Eski oyunlarda olan Öfke sistemi bu oyunda
da mevcut ama değişik bir halde. Bu sefer
Öfke barınızı doldurduğunuzda direk aktive
oluyor. Kratos darbe alana kadar da sürekli
devam ediyor. Bu bar dolduğunda size gelen
özellik hangi tanrının güçünü kullandığınıza
bağlı olarak değişiyor. Öfke barınız dolu iken
isterseniz
kullandığınız
gücün
öfke
saldırısınıda kullabilirsin ama bu barın tamamen boşaltıyor. Oyun da bu sefer daha az
kombo mevcut olanları da yapmak pek kolay
değil. Çünkü bu komboların bir çoğu ya Öfke
barını harcayarak yapılıyor ya da Öfke barını
doldurum Öfke modunda iken yapabiliyorsunuz. Bu kısmını büyük ihtimalle oyunu zorlaştırmak için yapmışlar. Ama bazen
gerçekten sinirinizi bozabiliyor, çünkü çok
sayıda gelen düşmanlardan darbe almadan
barın dolu kalmasını sağlamak hünerli bir iş.
Bunu yapabilmenizin en güzel yolu ise Spartalı'nın
İntikami özelliğini iyi kullanabilmekten geçiyor. Bu
özel bir savunma haraketi, tam düşmanının size
saldırdığında bunu kullanırsanız düşmanın saldırısı
tamamen bloke ediyorsunuz ve karşı saldırı
yapıyorsunuz. Bunu kullanmakta gerçekten ustalaşırsanız bu size gerçekten büyük bir avantaj
sağlıyor.
Yeni oyunda da her zamanki gibi sandıklar bulunuyor bunlardan geliştirme yapmanız için kırmızı
orblar ya da sağlık ve enerji barınızı doldurmanız
için yeşil ve mavi orblar çıkıyor.
6
Ve elbette sağlık ve enerji barınızı geliştirmeniz için
Gorgon Gözleri ve Ankakuşu Tüyleri çıkıyor beyaz
sandıklardan.
Oyun bu kadarla bitmiyor tabiki, bu sefer bi
ilki deneyip oyuna multiplayer seçeneği
koydular. Multiplayer kısmı çevirimci olarak
oynanıyor ve level sistemi üzerine kurulmuş.
Oyunlardan XP kazanıp bunlarla yeni
yetenekler, zırlar, silahlar açabiliyorsunuz.
Oyuna Lanetliler Hapisanesinde esir edilmiş
bir yemin bozan olarak başlıyorsunuz. Size 4
tanrıdan birini seçmenizi istiyor ve bunları
hepsi size farklı özellik ve yetenekler sunuyor. Seçimden sonra biraz yeteneklerinizi,
büyülerinizi test ediyorsunuz. Sonrasında ise
hangi moda gireceğiz size kalmış. Toplam
dört adet seçenek var. Bunlardan ilki
Tanrıların Beğenisi, bu moda girdiğinizde
takımlar halinde dörde dört savaşıyorsunuz.
İkincisi Şampiyonların Karşılaşması, bunda
ise herkes kendisi bir takım. Biraz Alman
usulü. Üçüncüsü Tanrıların İmtahanı, bu imtahan size gönderiler canavarları gerekli sürede kesmeniz. Sonuncu ise, hepimiz her
oyunda severek oynadı, Bayrak Kapma.
Karşılıklı iki grup birbirlerinin bayraklarını
alıp kendi bölgelerine götürmeye çalışıyor. Bu
seçenekler
eğlenceli
olmuş,
aslında
yapımcıların, hikayeden çok multiplayer
kısmına yoğunlaştığını fark edebiliyorsunuz.
Ki oyun içindeki dövüş sistemindeki değişiklik
de multiplayer için yapıldığı aşikar.
Şimdi gelelim kritik kısmına, oyunun senaryosu güzel ama diğerleri gibi değil, ben her
zaman derim bir oyunun bu kadar çok devamı yapılmamalı, her zaman oyun daha
kötüye gidiyor. Oyunun grafikleri gerçekten
harika ama bu yeterli değil hiç bir zaman.
Mesela God of War serisinde genelde anlamadığım ve bu oyunda hiç anlamadığım bir
konu ise, mitolojik bir olgunun içinde
savaştığımız yaratıkların çok anlamsızca orda
olmaları. Oyunun ortasında bir anda
karşımıza Chimera çıkıyor ve dedim sen
napıyorsun burda? Kim getirdi seni? Niye
durduk yere saldırdın ki? gibisinden sorular
geliyor aklıma. Türkçe seslendirmelerine
uğraşmışlar ama bence yeterli olmamış. Oynanışı değiştirmeleri biraz sıkıntılar yaratmış,
normal yada kolay seviyede oynayanlar için
sıkıntı yok ama zor seviyede oynarker sizi
gerçekten zorluyor, oyunun zor olması
oyunun bir eksisi değil ama bu sistemin tam
oturmamış olmasından kaynıklı bir zorluk
olmuş. Oyundaki çevre, bina tasarımları ve
bunlara eşlik eden ambians müzikleri
gerçekten çok güzel. Ama ne olursa bence
eski oyunların tadını vermiyor. Sadece hikaye
bu kısmınıda öğrendiğimiz güzel oldu. Neden
Kratos dağlara taşlara yardırıyor anlamış
olduk.
Serinin tutkunu iseniz durmayın oynayın,
eminim ki seveceksiniz. Ama eksikleri siz de
fark edeceksiniz.
Yürü bire Olympus Tanrıları, bu çenk amansız
olacak!!
İyi oyunlar .
Murat Karakaş
7
Kontakt 3 ve İstanbul Macerası
8
Türkiye’de cosplay etkinlikleride hızla artmaya devam ediyor ve gittikçe daha güzel işler
çıkıyor. Bu etkinliklerden biri de Türkiye Alt
Kültür Topluluğunun yaptığı Kontakt etkinliği, bu sene üçüncüsü yapıldı ve bizde OyunaBakış ekibi olarak orda bulunduk. Bu etkinlik içinde aslında sadece cosplay değil bir çok
şeyi kapsıyor. Frp ve Larp'lar, oyun turnuvaları, define avı gibi bir çok şey vardı. Bunların
çoğu güzeldi ama yine de bazı eksiklikler
vardı, bazıları etkinliğe gelenlerle alakalıydı.
Ama işte saat hala 7.30 olduğu için hiç biryer
açık değildi. Önce Dreamers'ı buldum, vitrinde gördüğüm Deadpool figürü beni o an
bitirdi, etrafa bakındım, yerden taşı aldım
salladım içeri. Deadpool figürünü kaptım,
sonra dedim ki niye bu kadarıyla yetinesin
Murat, kucağıma sığdırdığım kadarını aldım
ve fırladım ordan. Sonra bir korna sesi geldi,
gözlerimi bir açtım Dreamers'ın önünde
kaldırımda oturuyorum.
Önce ekip olarak Ankara'dan çıktı yola, gırgır
şamata İstanbula ulaştık. Ekipdeki diğer insanların aileleri orada olduğu için, onlara
uğramak istediler. Herkes Dudulludan
servislere bindi gitti, ben de İstanbul'da hiç
bir yer bilmediğim için en mantıklı olan yere
Kadıköy'e gittim. Servis Kadıköy'e vardı, saat
sabah 7 ve ben hala ne yapacağımı
bilmiyorum. Aç ayı oynamaz dedim ve girdim
bir güzel kahvaltı yaptım. Sonra aklıma geldi,
insanlar hep Kadıköy'de bir sürü çizgiroman
dükkanı var güzel figür satan yerler var
demişlerdi. Onları gezeyim dedim, vurdum
kendimi Kadıköy sokaklarına.
Artık yapacak birşey yok dedim, hüzünlü
hüzünlü kalktım ordan ve aşağı doğru
yürümeye başladım. Sonra bir baktım ki Gerekli Şeyler'in dükkanı, büyük bir mutlulukla
uçtum ama kapıdaki kilidi görünce double
damage yemiş gibi acım ikiye katlandı. Bıraz
da onun önünde oturdum, insanları seyrettim, orda barlara kamyonetlerle gelen bira
tenekelerinin indirip sokaktan aşağı yuvarlanmalarını izledim. Saat geçti geçti 10'a
geldi ve hala açılmadı iki dükkanda. Artık
ekibin gerisi ile buluşma vakti geldiği için
tekrar meydana indim. Dediler ki, boğa heykelinin orda buluşalım oraya bir gittim, zaten
herkes orada buluşuyormuş galiba,
30 bilemedin 40 tane insan toplaşmış
ellerinde kiyafetleri yaptıkları silahlar
bekleşiyorlar. Sonra ekibin gerisi geldi ve hep
beraber bir otobüse doluşup Yeditepe Üniversitesine gittik.
Etkinlik alanına ulaştığımızda zaten bir çok
insan gelmişti, baya kalabalık vardı içerde.
Ben de gidip giydim kıyafetimi. Benim
yaptığım karakter ise Batman serisinde ikinci
Robin olan Jason Todd'un sonraki hali olan
Red Hood idi. Çok güzel olmadı ama idare
ederdi, en azından silahlarım çok güzeldi. Bu
boncuk tabanca olayı baya gelişmiş, modifiye
ediyorsun, lazer felan takıyorsun. Düzinelerce
Cosplay vardı say say bitmez, bazıların
aşağıdaki ve yukardaki fotolardan görebilirsiniz.
İnsanların bazıları birbirinin fotoğraflarını
çekiyor, bir kısmı League of Legends
turnuvası yapıyor, bir kısım Street Fighter
turnuvası yapıyordu. Alanda gezerken Dreamers ve Gerekli Şeyler'in standını da gördüm,
gözlerinin içine bakıp delici bakışlar attım
ama bu onlara birşey ifade etmedi.
9
Etkinlik alanında en çok sevdiğim kısım ise,
bir Gundam hayranı olarak Gundam Sergisi
idi. Gundam Türkiye grubun düzenliği bu sergi beni yaklaşık 45 dakika oraya kitledi. Zaten
etrafda Gundam muhabbeti edecek insan az
ama orada muhabbetin dibini gördüm.
Oradaki figürlerden ve maketlerden cebe atıp
kaçmayı planlıyordum ama güzelce ilgilenip
yardım ettikleri için bu fikirler aklımdan çıktı.
Anlamadığım bir nokta insanlar çok güzel
kostümler hazırlamışlar ama böyle sanki
mutlu değil gibilerdi. Bir enerji eksikliği vardı
insanlarda. Biraz etrafta gezindim turnuvaları izledim. Sonra Cosplay yarışması başladı.
Yarışma Doctor Who temesı eşliğinde başlaması güzeldi. Yarışmada katılımcılar sırayla
sahneye çıkıp karakterlerini ve kostümlerinin
yapılışını anlattılar ve isterseler ufan bir, iki
dakikalık gösteri yaptılar. Bu sırada anladı ki
Cosplay yapanların bir çoğu gerçekten yaptığı
karakteri bilmiyordu.
Birileri güzel olur bu sana yakışır demiş ya da
bakıp
kendine
uyabilecek
bilmediği
tanımadığı bir karakteri yapmış. Sahneye
çıkıyorsan eğer gerçekten bence o karaktere
bürünüp çıkman gerekir. O sırada beni
bitiren olay ise, çocukluk aşkım Rouge,'un
çıkmasıydı, duyunca mutlu oldum ama karakteri anlat dediklerinde o kadar saçmaladı ki,
gözlerimden yaşlar aktı resmen.
Bu arada bahsettiğim yer böyle D&R daki gibi
çizgiromanların olduğu bir yer değil. Bir
tarafı Marvel, bir taraf DC aralarda Image,
Vertigo gibi diğer yayınlar var, ve siz bunların
arasında kayboluyorsunuz, ve hepsi de yeni
sayılar. Şuan ruhum hala orda ve hemen
tekrar gitmek istiyorum. İstanbul'da iseniz
yada gidecekseniz kesinlikle uğramalısınız
ama sakın çok almayın bana da kalsın :D
Yarışma bittikten sonra çıktık evlere dağıldık,
ertesi gün ise gitmek istemedik tekrar. Dedik
onun yerine İstanbul’da güzel yerlere gidelim. Yazının bu kısımdan sonrası çizgiroman
sever arkadaşlar için önemli bi nokta. İkinci
gün önce yine, Kadıköy'de buluştuk, ve bu
sefer Dreamers'a gittiğimizde açıktı, doyasıya
figürleri inceledim. Çok harika çok güzel
figürler vardı ama fiyat açısından gerçekten
pahalı. Ama yine de aklım orda kalmış bir
şekilde çıktık ordan. Sonra Gerekli Şeyler'in
yerine gittik. Orda da kendini çizgiromanların
içine attım. Sonra bir baktım ki DC'nin New
52 serisinden çizgiromanlar var. Dayanamadım ve Batman'in ilk cildini aldım. Sonrasında ise Beyoğluna geçtik. Ekipden Can'ın
hep bahsettiği bi yer vardı Gon Kitapevi diye.
Oraya gidelim madem dedik ve gittik. İşte bu
noktada oraya gittiğim için üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Kendimi çizgiroman cennetinde bulduğum için çok mutluydum aslında ama bir o kadarda çok para harcıyacağım
için üzgündüm. Kendimi kontrol edip sadece
bir citl Red Hood and The Outlaws'ın ilk cildini aldım.
Güzel bir cosplay daha.
Özet olarak, etkinlik güzel ve başarılıydı,
sadece bana orda derginin broşürlerini
dağıtmama izin vermediler, o beni gerçekten
üzdü. Bir de yemek sıkıntısı vardı, daha çok
yemek seceneği sunulabilirdi. En önemlisi
eğlendik, güldük bir dahakine yine gideriz.
Murat Karakaş
10
Merhabalar sayın Oyunabakış okurları.Bu senenin neredeyse en çok beklenen oyunu olarak gösterilen Bioshock:Infinite'i ele aldım
sizler için. Puanları oldukça yüksek olan ve
herkesin gönlünde taht kurmuş muhteşem
senaryosu ile işte Bioshock:Infinite.
Şüphesiz Bioshock serisinde hikaye kusursuz
bir şekilde işleniyor.Mükemmel bir denge var
oyunda. Bioshock'un ilk 2 oyununda su altındaydık. Bu oyunda ise su altındaki görevimiz
sona erdi. Artık yeryüzüne uçan bir şehirden
bakıyoruz. Çıkıverdik göklere ve yepyeni maceralara atılmaya başladık.
11
Bu oyunun ilk serisini oynayanlar ve sonrada
Bioshock:Infinite'i görenler hep şöyle bir şey
dedi "Hiç mi yeryüzüne inmeyeceğiz?".
İlk oyunlardan biraz farklı bir mekanda dalıyoruz aksiyonun içine. Columbia uçan şehrinde geçiyor hikayemiz bu sefer. Bu şehir çeşitli bir kaç bölümden oluşmakta. Birbirine demirler ile bağlanmış olan bölümlerde ulaşımda aynı zamanda bu demirler sayesinde yapılıyor. Elinizdeki çengeli ulaşım aracı olarak
kullanabiliyoruz. Hatta bir adım daha öteye
gidip savaşta bile kullanabiliyoruz bu çengeli.
Şehir gerçekten renkli ve canlı bir tasarıma
sahip. Çok iyi tasarlanmış her şey.
Oyun ilk gelen oynanış videoları ile büyük bir
beğeni toplamıştı. Daha çıkmadan neredeyse
emindik mükemmel olacağından. Videolarda
karmaşa, kaos, dram ve macera dolu bir senaryo haber ediliyordu bizlere. Elizabeth adlı
kadını bulmak için ölümüne bir çaba göstereceğiz. Kontrol edeceğimiz kişi ise gizli bir
ajan olan Booker DeWitt. Hayatta kalmak biraz daha zor olabilir bu oyunda tabi. Zorlayıcı
düşmanlar çok. Bunlardan birini size kısaca
tanıtmak istiyorum. Motorized Patriot adlı
zorlu bir düşman. Korkusuz olacak bu düşman, elinde dev silahlarıyla üstümüze doğru
hiç tereddüt etmeden gelecek. Oyunda çok
fazla diyalog var açıkçası. Fakat bunlardan
hiçbiri sizi sıkmıyor, endişelenmeyin. Bilirsiniz bazı sahnelerde diyalog gerektiğinden
uzun sürerse cidden sıkıcı bir hal alabiliyor ve
"Hadi sus artık, kes sesini de oyunumuza bakalım!"gibi sözler kaçınılmaz oluyor.
12
Oynanışı çok sevdiğimi söylemek isterim.
Gayet eğlenceli aksiyonlar karnaval günü gibi
çatışmalar açıkcası çok hoşuma gitti ve eğlenceli de. Silahlar çok güzel tasarlanmış.
Sanki ateş ederken gerçekten o silah elinizdeymişcesine bir his veriyor size. Elizabeth
adlı kişiyi arıyoruz demiştik size. Oyunu oynarken farkedeceksiniz ki Elizabeth'i bulmak
kolay fakat asıl zor olan bu çizginin arkasında
olanlar. Elimizdeki silahlar, pilazmitler bir
aşamadan sonra Elizabeth adlı kişi ile ortaklık kuruyor.
Bu şehirde hemen hemen herşey ve herkes
bize düşman sayılır. Rapture halkını hatırlarsınız, buna bir de açık havayı ve inanılmaz
genişlikte alanları da eklerseniz çok daha iyi
anlarsınız Bioshock:Infinite'i. Siz de hatırlarsınız ki Bioshock oyununun önceki serilerinde
hep dar koridorlarda dövüşürdük ve en fazla
1-2 düşman olurdu. Tamam su altındayız ne
kadar geniş olabilir mekanlar diyebilirsiniz.
Fakat şimdi her şey çevreye göre yeniden şekilleniyor. Siz de taktir edersiniz ki daha geniş çevre demek, daha fazla düşman, daha
fazla sorun, daha fazla karmaşa kısacası herşeyden bir miktar daha fazla demektir.
Bu oyunda grafik motoru değiştirilmiş. İlk iki
oyun Unreal 2.5 ile yapılan oyunlardı. Bu
oyunda ise Unreal 3.0'a geçilmiş. Dolayısıyla
grafikler gayet kaliteli. O parlak güneş ışınları, her yerde en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş detaylar ve gölgedeki kaliteye diyecek
pek bir şey yok açıkcası bu konuda.
İçinizi her zaman ferahlatacak bir atmosfer
var havada. Tabi bu kadar iyi ve kaliteli grafiklerinin olduğunu söyledik. Bu kadar kaliteli
ve en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir
oyun dedik. Bunları söyleyince şüphesiz herkesin aklına direkt olarak şu soru geliyor
"Oyunun sistem gereksinimleri nedir acaba?".Bu tarafını da oyunun her ince detayını
düşündükleri kadar düşünmüşler elbette. Sistem gereksinimleri dudak uçuklatacak kadar
yüksek değil. Bunun anlamı da, harika bir optimizasyon var demektir oyuna. Buna o görkemli, kaliteli ve ışıl ışıl gökyüzünü de eklersek ne kadar uğraşılmış ve kaliteli bir oyun
olduğunu görürüz Bioshock:Infinite'nin. Ayrıca MAC OS kullananlara da bir müjdemiz var!
Oyun bu platforma da geliyor! Oyun bakımından çok büyük eksiklikleri olan MAC OS bu
oyunla birlikte bu açığını büyük ölçüde giderecek gibi gözüküyor.
Bioshock:Infinite tam bir şaheser ve beni büyülediğini söyleyebilirim. Çok iyi bir şekilde
düşünülmüş, hikaye harika, grafik harika,
aksiyon harika. Kısacası oynanması gereken
oyunların başlarında Bioshock:Infinite. Etiket
fiyatını da sonuna kadar hak ediyor şüphesiz.
Harun Özcan
13
Mario efsanesinin ikinci kısmıyla tekrar karşınızdayız. Geçen sayıda sizlere daha çok Mario’nun Super Mario Bros. serisi arkasında
kalan oyunlardan bahsetmiştim. Bu sayıda
ise tüm yazımı Super Mario Bros. serisine
ayıracağım.
İşte Mario’yu Mario yapan oyun serisi: Super
Mario Bros.
Temelleri Mario Bros. ile 1983 yılında atılan
Mario Kardeşler serisi alışık olduğumuz hâline 1985 yılında Super Mario Bros. ile geldi.
NES için geliştirilen oyun, Super Mario serisinin de ilk oyunu olma özelliğini taşımaktadır.
Mario’nun, kardeşi Luigi’yi de alıp eski adıyla
Prenses Toadstool’u (Sonradan mahkeme kararıyla adını Prenses Şeftali’ye çevirdi) kurtarmak için Mantar Krallığı’na gitmesiyle
oyunumuz ve 28 yıllık Super Mario Bros. serisi başlamış oldu.
14
İki kişilik oynamadığımız zamanların tamamında sadece Mario ile oynayabildiğimiz
oyunda amacımız kötü mantarları, kaplumbağaları ve daha birçok yaratığı geçip Prenses’i
kötü güçlerin elinden kurtarmak. Oyunda yardımımıza koşanlarsa büyüme mantarları,
ateş çiçekleri, hak mantarları ve yıldızlar.
Toad’un çok yardımcı olduğunu söyleyemem.
Zira görevi bölüm sonlarında bizi Prenses’e
ulaşmışız gibi kandırmak ve uzun uzun konuşmaktan ibaret.
Super Mario Bros.’un bir diğer meşhur öğesi
ise meşhur “?” kutuları. Bu kutular bize genelde altın, bazense büyüme mantarı, ateş
çiçeği veya yıldız sağlıyor. Altınlar hem yüksek puan elde etmemize hem de +1 hak kazanmamıza yararken; büyüme mantarı ve
ateş çiçeği düşmanlara karşı bize avantaj
sağlıyor.
Super Mario Bros., 8 ayrı dünya ve her dünyanın içerdiği 4 bölümle birlikte toplam 32
bölümden oluşuyor. Her dünyanın 4 numaralı
bölümü ise özel bölümler. Zira halk arasında
“8’in 4’ü” olarak bilinen, Super Mario
Bros.’un son bölümü hariç hepsinde bin bir
güçlükle lavları, alev toplarını, sondaki
“ boss” u geçip Prenses’e ulaşıyorsunuz; ama
sonrası bir hüsran oluyor… Çünkü ulaştığınız
Prenses değil; Toad oluyor.
Yine de diğer NES oyunlarında olduğu gibi
ekrana büyük büyük harflerle “GAME OVER”
yazdırmaktan iyidir… En azından teşekkür
ediyor…
Mario’yu bu kadar özel yapan ve hatta son
bölümdeki hayal kırıklığına rağmen defalarca
oynamamıza sebep olan ise sadece içerdiği
inanılmaz heyecan ve eğlence değil. Super
Mario Bros. aynı zamanda bir “puzzle/
adventure” oyunu kadar gizem içeriyor.
“8’in 4’ü” ise çok daha özel bir bölüm. Çünkü
insana aynı anda hem büyük bir sevinç hem
de büyük bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Prenses’e sonunda ulaşıyorsunuz ulaşmasına da
size diyor ki “Teşekkür ederim Mario! Arayışın sona erdi. Seni bir hiç uğruna böyle bir
maceraya soktuk. Çünkü canımız çok sıkıldı…
O yüzden sana böyle bir oyun çevirdik ve şimdi de sana yeni bir arayış sunuyoruz; ama aslında aynı bölümleri içeriyor! B tuşuna bas ve
yeni arayışına başla!”
Örneğin; gizli altın madenleri! Bir anda zıpladığınız yerde belirip uçurumdan aşağı düşmenize sebep olan hak mantarları! Tavanın
üzerine çıkıp yürüdüğünüzde size birkaç dünya birden atlama imkânı tanıyan borular!
Ama hiç şüphesiz; “eksi dünya”!
Herkesin sürekli oradan geçmiş olmasına rağmen; çok az kişi tarafından fark edilip gidilememiş olan “eksi dünya”; birkaç dünya atlamanıza yarayan borularla aynı yerde. Duvarların içine saklanmış olan geçiş yeri sizi “eksi
dünya”ya gönderiyor.
15
Oyunun normal dünyalarıyla benzer haritaya
sahip olsa da su altında olan “eksi dünya” bölümleri sizi bir sonsuz döngü içine sokuyor.
Bölümün sonundaki borudan girseniz bile bölümün başındaki borudan tekrar çıkıyorsunuz
ve tüm haklarınız bitene kadar bu döngü böyle sürüyor.
Bence yeterince felsefi ve eğlenceli…
Oyunun konusu yine Prenses’i kurtarmak olsa da
Super Mario Bros. 3, özellikle oyun alanlarının, onların özelliklerinin, grafiklerinin ve karakter özelliklerinin değişmesi yönünden diğer iki Super Mario
Bros. oyunundan ayrılmaktadır. Bu yönlerden bakıldığında; Super Mario Bros. 3’nin tüm zamanların
en iyi oyunları arasında gösterilmesi boşa değildir.
Yazılan bu kadar şeyi bir arada düşününce
1985 yılında çıkmış bir oyunun; neden hâlâ
oynandığı anlaşılıyor sanırım… Günümüzün
“süper teknolojik aletleri”ni ve “5 dakikada
oyun yazma motorları”nı kullanan oyunlar bile veremezken; Super Mario Bros., oyuncuya
aradığı eğlenceyi de heyecanı da gizem ve
bulmacayı da 8 bitlik grafikleriyle sağlayabiliyor…
Super Mario Bros. 3
Super Mario Bros.tan 5 sene sonra, 1988 yılında;
serinin üçüncü oyunu olan Super Mario Bros. 3 bizlerle buluştu. Yine NES ortamı için geliştirilen Super Mario Bros. 3; Super Mario Bros. serisindeki
önemli değişiklikleri içeren ilk oyundur.
16
Super Mario Bros. 3’nin diğer Super Mario Bros.
oyunlarından ayrılan en önemli yanı; Mario ve Luigi’nin sadece zıplama ve koşmayla kalmayıp kayabilmesi ve hatta uçabilmesidir. Oyunda karakterler,
çeşitli hayvanların tipine bürünebilir ve uçma, kayma… gibi özellikleri hayvan tipine göre elde eder.
Üstelik yine bu özelliklerin gücü bürünülen hayvan
Hayvanların özelliği ise ufak oyunlar oynanarak veya hile yapılarak kazanılabilir. Evet,
yanlış duymadınız hile yapılarak! Super Mario
Bros. 3’deki bir başka değişiklik de oyunun
kendi trainer ’ı bile birlikte gelmesidir.
Super Mario Bros. 3; önceki Super Mario
Bros. oyunlarından daha uzun, grafikleri çok
daha iyi, özellikleri ve oynanabilirliği çok daha
yüksek bir oyundur. Sizi günlerce başından
kalkmadan oynatabilir ve günümüz oyunlarının hepsinden çok daha eğlenceli olduğunu
da rahatlıkla söyleyebilir. Özellikle Mario ve
Luigi’nin, hayvanların özelliklerini alabilmesi
oyunu daha eğlenceli ve çekici bir hâle getirmiştir.
Super Mario World 2: Yoshi's Island
Yaklaşık yedi sene boyunca Super Mario Bros., Super Mario Bros. 3’deki gibi çok büyük bir değişiklikler içermeden yoluna devam etti. 1995 yılında
SNES için çıkarılan Super Mario World 2: Yoshi's
Island ise Super Mario Bros. serisi için yine büyük
farklılıklar içermekteydi.
Oyun, 8 ayrı dünya ve dünyalardaki bölgelerden oluşur. Super Mario Bros. 3’deki bir başka değişiklik de bölgelerin harita üzerinden
seçilmesidir. Harita üzerindeki yolları kullanarak bölümleri farklı sırada geçebilirsiniz.
Oyundaki her dünyanın farklı bir teması vardır. Kimisi çölde, kimisi su altında geçer.
17
Değişikliklerden en büyüğü; Super Mario World 2:
Yoshi's Island’ta oyuncuların direkt Mario’yu değil;
Yoshi dinazorlarını kontrol etmesidir. Oyunun amacı ise Bebek Mario’yu güvenli bir şekilde bir Yoshi’den diğerine ulaştırmaktır.
Her bölümde ayrı bir Yoshi vardır ve sırtında
Bebek Mario’yu taşır. Eğer Yohsi bir düşman
ya da engele çarparsa; Bebek Mario, Yoshi’nin sırtından düşer ve bir balonun içinde
uçmaya başlar. Eğer kullanıcı belli bir süre
içinde Mario’yu yakalayamazsa; Mario, Bebek
Bowser tarafından kaçırılır ve oyuncu bir hak
kaybeder. Bebek Mario’yu kurtarma süresi
normalde 10 saniyedir; ama oyuncu yıldızlar
toplayarak bu süreyi 30 saniyeye kadar uzatabilir. Tabii oyuncunun hak kaybetmesine
sebep olan tek şey Bebek Mario’yu düşürmek
değildir. Ayrıca Yoshi ile lava düşmek veya
uçurumdan aşağıya uçmak da oyuncunun can
kaybetmesine sebep olur.
Yoshiler, diğer Super Mario Bros. karakterlerinden farklı hareket eder. Bu da Super Mario
World 2: Yoshi's Island’ı daha da eğlenceli bir
hâle getirir. Örneğin, Yoshiler zıpladıktan
sonra birkaç saniye havada asılı kalabilir ve
bir uçurumdan aşağıya düşme riski oluştuysa
yukarıya tırmanabilir. Ayrıca Yoshiler dilleriyle düşman yakalayabilir ve yumurta yaratıp
yumurta atarak kendilerini koruyabilir, uzaktaki nesnelere bu şekilde ulaşabilir. Dahası,
kimi noktalarda Yoshiler şekil değiştirip bir
araç şekline de bürünebilirler. Bu araçlar helikopter, araba, denizaltı gibi birkaç çeşittir.
18
Super Mario World 2: Yoshi's Island; sadece
işlediği konu ve yeni başkarakteri dışında
grafikler ve oyun kontrolü açısından da çok
fazla yenilik içermektedir. Özellikle oyundaki
grafikler, renkler bize farklı bir Super Mario
Bros. deneyimi yaşatmaktadır ve en az Super
Mario Bros. ve az Super Mario Bros. 3 kadar
eğlenceli bir oyundur.
Super Mario 64
Nintendo 64 için 1996 yılında yılında üretilen
Super Mario 64; Super Mario Bros. serisinin
ilk üç boyutlu oyunudur ve 11 milyon civarında satmıştır. Oyunda üç ve iki boyutlu öğeler
bir arada kullanılırken; oyuncuya üç boyutlu
geniş bir oyun alanı sağlanmıştır.
Oyunda dinamik bir kamera sistemi kullanılmıştır. Böylece oyunun kamera açısı, kullanıcının hareketlerine göre değişmektedir. Super Mario 64’daki oyun alanları geniştir ve
oyuncuya süre kısıtlaması olmadan oyun alanını keşfetmesine izin verir. Oyun alanları
düşmanlar, dost yaratıklar, her Mario oyununda olduğu gibi altınlar ve başka türde kimi nesneyle doludur. Her bölüm, bulmacaları
çözme, altınları toplama… gibi amaçlar içerir
ve her bölümün sonundaki “ boss ”un yenilmesi ile bir sonraki bölüme geçilir.
Ayrıca oyunda birkaç çeşit Mario şapkası da
bulunmaktadır. Bu şapkalar Mario’ya; uçma,
nesnelerin içinden geçebilme, az zarar görme… gibi özellikler kazandırır. Super Mario
64’daki bir diğer yenilikse; Mario’nun hareket
kabiliyetlerindedir. Alışık olduğumuz Super
Mario Bros. serisindeki Mario sadece yürüme,
koşma, zıplama gibi temel özelliklere sahipken; Super Mario 64’daki Mario, bunlara ek
olarak tırmanma, sürünme, yumruk ve tekme
atma… gibi özelliklere de sahiptir.
Oyunda bu kadar radikal değişiklikler olmuşken; oyun konusu ise 13 yıl öncekine benzer
bir çizgiden devam eder. Mario, Prenses Şeftali’den kek yemek için bir davet alır. Prenses
Şeftali’nin kalesine gittiğindeyse; Prenses’in
13 yıldır olduğu gibi yine Bowser tarafından
esir alındığını anlar ve yine Prenses Şeftali’yi
kurtarmaya çalışır.
19
Super Mario Bros. serisi; Super Mario 64 ile
artık üç boyutlu dünyaya geçiş yapmıştır ve
11 milyon gibi bir satış rekoruna sahiptir. Yine de bana göre eski, iki boyutlu Super Mario
Bros. oyunlarının sıcaklığını, tadını ve eğlencesini vermemektedir.
İki ay boyunca Nostalji köşesinde Mario ve
Luigi Kardeşleri konuk ettik. Hep birlikte çocukluk günlerimize döndük. Herkese “Super
Mario” dolu, “Goal 3” dolu günler! “Tank”ta
düşmana saldırırken, kendi “Kartal”ınızı da
korumayı unutmayın!
Mustafa Cihan Özer
20
21
Arkandayım Dostum Merak Etme
22
Oyunları her zaman iki kişi oynamak daha
eğlenceli olmuştur, single player oyun bile
oynarken yanınızda birinin olması, o oyunu
daha eğlenceli kılar. Size gaz verecek ya da
yaptığın komik hareketler için size gülecek
biri olması her zaman iyidir. Army of Two
serisi adından da anlayacağımız üzere bize iki
kişi oynanması tavsiye edilen bir oyun. Evet
tek kişi de oynanıyor ama o kadar zevkli
olmuyor ve oyunun bütün nimetlerinden
faydalanamıyorsunuz.
Burada oyun bizi 5 yıl öncesine götürüyor,
Alpha ve Bravo'nun maskelerini nasıl
aldıklarını ve sonrasındaki ilk kurtarma
görevlerini görüyoruz. Sonrasında ise oyun
tekrar 5 yıl sonrasına dönüyor ve o
çatışmanın içinden sıyrılıp Cordova'yı bulmaya çalışırlar. Buradan sonrasında işler iyice
kızışır ve aksiyon tavan yapar. Sadece iki kişi
bütün çete ile uğraşmak gerçekten zor
olacaktır
Army of Two Devil's Cartel'in hikayesi Trans World
Operations adına çalışan iki ana karakterimiz - Alpha ve Bravo - Meksika da bir göreve atanırlar. Bu
görev Cordova adındaki siyasetçiyi korumaktır. Bu
siyasetçinin amacı La Guadanayı çökertmek ve
Meksikayı daha güzel bir hale getirmektir. Alpha ve
Bravo konvoya eşlik ederken, konvoy La Guadana
tarafından saldırıya uğrar. Büyük bir çatışmanın
arasında kalan Alpha ve Bravo bir şekilde kurtulurlar.
Oyunu oynanışı eski oyunlar gibi, ilk oyundaki
Overkill özelliğini tekrar eklemişler, bu özellik
sayesinde belli bir süreliğine oyuncular hasar
görmüyor ve düşmanlarına daha fazla hasar
veriyor, hatta bu moda girdiğinizde siz ateş
ettikçe duvarlar yıkılıyor arabalar patlıyor,
kendinizi kısa bir süreliğine de olsa terminator gibi hissediyorsunuz. Oyunda bazı co-op
özellikleri kaldırılmış, mesela back to back
(sırt sırta) ve taş kağıt makas özellikleri yok.
Eski oyunlarda bazı anlarda partnerinizle sırt
sırta verip etrafanızı saran düşmanlarınıza
mermi yağdırabiliyordunuz, ya da bazen partnerinizle seçim yapmak için taş kağıt makas
oynuyordunuz.
Bunların
kaldırılmasının
nedeni büyük ihtimalle oyunun akışını
hıslandırmak olmuş ama bu yanlış bir karar
olmuş bence. Çünkü yukarda bahsettiğim gibi iki kişi oynamak bu oyunun asıl amacı ve
bu tarz özellikler oyuna daha fazla tat
katıyor.
Bunlar dışındaki diğer özellikler eskisi gibi
duruyor, oyunda grafiksel açıdan pek bir
gelişme yok diyebiliriz. Şimdi ki çıkan oyunlarla kısaylama yaparsak, grafikleri düşük
kalmış ama bildiğimiz üzere oyun her zaman
grafikten ibaret değildir. Bakınız Crysis 3,
çok fazla grafiklere yoğunlaştıkları için oynanış ve yapay zeka gerçekten kötü olmuş.
Army of Two Devil's Carteli güzel hale getiren
şey, oynanışı ve eğlencesi. Ben grafik felan
takmam, ben arkadaşlarımla oturup güzel
vakit geçireyip eğleneyim diyorsanın Army of
Two Devils Cartel bu isteğinizi karşılayacaktır.
Bu arada grafikler düşük olmuş dedim ama o
kadar da kötü değil, yani bir Alien Colonial
Marines'den kat kat daha güzel. O kadar
bekledikten sonra o oyunun o kadar kötü çok
üzdü beni o yüzden burada da bir laf sokmak
istedim.
Hepinize iyi oyunlar
Bu oyundan diğerlerinden daha fazla costumization özelliği var, silahlarınızı güzel geliştirmeler yapabiliyorsunuz, kendi oynayış
tarzınıza göre değişikler yapabiliyorsunuz ve
bir çok maske seçeneği var, Hatta bu sefer
kendi maskenizide oluşturabiliyorsunuz. Yok
bana yetmez daha fazla istiyorum dersenizde
oyunun Overkill edition'ını alıp farklı maskeler
ve silah parçaları edinebilirsiniz
23
Murat Karakaş
Güncel programlama dillerinden hangisini
kullanıyor olursanız olun; eğer oyun motoru
kullanmadan oyunun fiziğini gerçekçi kılmak
istiyorsanız yolunuz Box2D’den geçer. Açık
kaynak kodlu, 2B fizik motoru olan Box2D;
özellikle Angry Birds gibi ses getirmiş oyunların fiziğinde kullanılmış ve günümüzde özellikle mobil oyunlar için kullanılmaya devam
edilmekte ve hatta 2B oyun yapımında kullanılan oyun motorlarının alt yapısında kullanılmaktadır. Aslen C++ ile Eric Catto tarafından
geliştirilen Box2D; daha sonra Java, ActionScript, C#, Phyton, JavaScript… ve daha birçok
programlama dili için başkalarınca uyarlanmıştır. Kısaca diyebiliriz ki Box2D; oyun dünyasının başına gelmiş en güzel şeylerden biridir, bir devrim niteliğindedir.
çalıştırılacak ortamda C++ kodlarını derleyecek bir yapının var olması.
Kullandığımız işletim sistemlerinin bile C/C++
ile geliştirildiğini düşünürsek; bu çok zor sağlanacak bir şart değil. Nitekim Wii’den bilgisayarlara, akıllı telefonlara kadar çoğu ortamda Box2D kullanılarak geliştirilmiş oyunlara rastlayabiliyoruz.
Frogout
Box2D ile geliştirilmiş oyunların sayısına bakarsak oldukça fazla olduklarını görürüz.
Box2D’nin bu kadar fazla oyunda tercih edilmesi ise tabii ki tesadüf değil. C++’ın gücünü
en iyi şekilde bizlere yansıtan Box2D, aynı zamanda çoklu platformda çalışma özelliğine de
sahip. Box2D’nin yardımıyla geliştirilen bir
oyunun çalışması için aranan tek şart;
24
Oyunlarınızda Box2D’yi kullanmak içinse yapılması gereken ilk şey Box2D kütüphanesi
hakkında bilgi sahibi olmak. Hatta diyebilirim
ki oyunu geliştirdiğiniz asıl dille ilgili kullandığınız tek şey; dilin syntax yapısına bağlı kalarak Box2D fonksiyonlarını çağırmaktan ibaret. Özellikle Unity ile oyun geliştiren kişiler
neden bahsettiğimi anlayacaktır. Ama Box2D
için bu durum korku verici bir durum değil.
Çünkü Box2D ile ilgili internette tonlarca bilgi, kitapçılarda onlarca kitaplar bulmak
mümkün.
Neden Box2D?
Box2D’nin kazandırdığı en büyük kolaylıklar; oyununuza kolayca rigid body simülasyonu ekleyebilmek,
oyundaki kuvvetleri kolayca kontrol edebilmek ve
çoklu çarpışmaları kolayca yönetebilmektir. Özellikle rigid body işlerinin ve çoklu çarpışmaların yönetilmesi kendi başınıza yazmaya kalktığınızda çok
fazla sorunla karılaştıran, muhtemelen gerçekleştiremeyeceğiz veya uzun uğraşlar sonucu yapsanız
bile çoğunlukla istediğiniz sonuçları elde edemediğiniz durumlardır. Box2D ise bu tarz olayları rahatlıkla kontrol eder ve son derece gerçekçi bir fizik
sunar. Box2D’de kuvvetlerden, yer çekimine, sürtünmeye kadar fizikle ilgili neredeyse her şey vardır
ve kolaylıkla yönetilebilir.
All That Matters
Box2D’de, performans için hesaplamalar yaklaşık değerlerle yapılır ve bazı şeyler gerek
performans, gerek kullanılan platformlar
destek veremeyeceği için göz ardı edilmiştir.
Eğer her şeyiyle dört dörtlük bir fizik motoru
istiyorsanız aradığınızı Box2D’de bulamayabilirsiniz; ama öyle bir fizik motoru olduğu da
meçhul zaten. Her şeyiyle gerçekçi bir fizik
ortamını belki oyun motorları sağlayabilir;
ama zaten Box2D; mobil, internet veya az sayıda geliştirici ile üretilmiş ufak oyunlar için
kullanılan bir fizik motorudur ve siz de bu
tarz bir geliştiriciyseniz fizik açısından ihtiyacınız olandan fazlasını verecektir.
Performansı arttırmak içinse her zaman en
güncel Box2D kütüphanesini ve fonksiyonlarını kullanmak ve frame başına düşen büyük
hesaplamaları olabildiğince azaltmak yeterli
olacaktır. Box2D, performansı zaten iyi olan
bir fizik motorudur.
Dikkat Edilmesi Gereken
Oyununuzda Box2D kullanmadan önceyse ilk
olarak programlama dilinize uygun olan
Box2D kütüphanesini edinmeniz gerekiyor.
Örneğin Flash oyununuz için “Box2DFlashAS3”
kütüphanesini kullanmanız gerekmektedir.
Box2D, resmi sitesinde dokümantasyon sağlasa da C++ ile oyun geliştirmeyecekseniz
resmi sitedeki dökümantasyon işinize yaramayacaktır. O yüzden seçtiğiniz dil kütüphanesi ile ilgili dokümantasyona ulaşmakta yarar var.
Box2D’de dikkat edilmesi gereken bir diğer
durum ise kullanılacak birimler. Genelde oyun
geliştirirken pikselleri kullanıyor olabilirsiniz;
ama Box2D’de piksele dayalı hesaplamalar
hataya sebep olur. Yapılacak her türlü hesaplamayı metre, kilogram ve saniyeye çevirmeniz gerekiyor. Kilogram ve saniyeye çevirmede çok sıkıntı yaşanmayacak olsa da pikselden metreye geçiş için kullandığınız sayısal
değerleri 30’a bölebilirsiniz. Piksel-metre dönüşümü için öneriler en kolay yol ve en etkili
değer budur.
RockSolid Rally
Box2D ile çalışırken en çok unutulacak şey
piksel-metre dönüşümünü yapmamak olacaktır. Eğer unutulursa hiç beklenmeyecek,
“doğaüstü” olaylara sebebiyet verebilir. Bu
açıdan, kullanılacak değerleri daha yaratılırken metreye çevirmek veya bunun için özel
bir fonksiyon/metot yazmak işinizi kolaylaştıracaktır.
Wayne The Brain
25
Dikkat edilmesi gereken en önemli husussa
Box2D kullanmaya gerçekten ihtiyacınız olduğuna doğru bir şekilde karar vermektir. Nitekim karakterlerin sadece zıpladığı bir oyunda
Box2D kullanmanın bir anlamı yoktur. Ama
eğer oyununuzda fizik kurallarının önemi büyükse, çoklu çarpışmalar varsa ve bu çoklu
çarpışmalar oyunun bir sonraki durumunu
etkiliyorsa veya rigid body kullanılması gereken işler yapıyorsanız; Box2D tercih etmeniz
gereken fizik motoru olacaktır.
ActionScript 3.0 için Box2D kurulumu
Son olarak sizlere Flash oyunlar için Box2D
konfigürasyonunun nasıl yapılacağından bahsedeceğim. Diğer programlama dilleri için
konfigürasyon da çok farklı olmayacaktır.
ActionScript 3.0 için Box2DFlashAS3 kütüphanesi
kullanılır. Linkten veya Sourceforge’tan kütüphaneye ulaşıp indirebilirsiniz.
İndirdiğiniz dosyaların içinde “Box2D” isimli
klasörü bulup proje dosyanıza kopyalayın.
“Box2D” klasörü, oyununuzda kullanacağınız
kütüphaneleri içerir ve “Source” isimli klasörde bulabilirisiniz.
Oyununuzla ilgili FLA ve AS dosyalarının, kopyaladığınız Box2D klasörüyle aynı yerde olmasına dikkat edin.
En sevdiğiniz şarkıları açın ve Box2D ile oyun geliştirmenin tadını çıkarın.
Mustafa Cihan Özer
26
Merhabalar sayın Oyunabakış okurları.Bu yazımda
sizlere yine biz oyuncuların gönlünde büyük yeri
olan Resident Evil serisinin 6. üyesini inceledim.
Korku/Gerilim kategorinde olan RE serisi siz de
taktir edersiniz ki bir zamandan sonra maalesef bu
özelliğini yitirmeye başladı. Resident Evil 4 çıktığında herkes RE 3'ten sonra baya bir şaşırmıştı. Çünkü oyunda korku öğesi adına pek bir şey yoktu.
Ucuz aksiyon oyunu gibiydi adeta. Güzelim RE serisini ucuz bir aksiyon oyununa dönüştürmek Capcom için karlı oldumu acaba? Fakat şu bir gerçek ki
Capcomcular ve RE ciler bu durumdan hiç de hoşnut değiller. İşte böyle bir sürecin içinden geçtik ve
geldik 6. oyuna.
27
Gelelim oyunumuzun incelemesine. RE 5 çıktıktan
sonra korku öğesinin artık oyundan resmen kaldırılmasıyla oyuncular oyundan pekte bir zevk almamıştı. Çok büyük eleştiriler gelmişti "RE serisini ne
hale getirdiler!" gibi. Ve bu yorumları duymaktan
çok sıkılanlardan biri de benim. Bu yorumlar gel
dikten sonra RE 6 çıkmadan önce hatırlarsanız
Capcom biz oyunculara bir söz vermişti. Capcom
"RE 6 tıpkı ilk oyunlardaki gibi korku öğelerini içe
recek ve sizi tatmin edecek." sözünü. Peki öyle oldu
mu?
Oyunun oynanış süresi baya bir yüksek. Bunun sebebi hikayenin bölüm bölüm olması. Resident evildaki bütün ana karakterlerimizin kaderi bir hikayede birleştirilmek yerine ayrı ayrı senaryolara bölünmüş ve hepsinin kendine ait ayrı bir sonu olmuş.
İşte RE benliği bu noktada değişiyor. Fakat bu noktada hikayelerin her biri RE 6'nın dünyasını oluşturan en büyük elementler. Dolayısıyla her bir hikaye
birbiri ile alakası olmasa da ayrı ayrı bağlanıyorsunuz hepsine çünkü o dünyanın ne hale geldiğini
başka başka anlatıyor her biri kendi bakış açısı ile.
Capcom hikayeyi anlatma konusunda çok büyük bir
çaba göstermiş. Oyun bizden sürekli bir şeyleri gizlediği için açıkçası oyunda ilerleme arzunuz hiç bitmiyor.
Biraz da oynanıştan bahsetmek istiyorum sizlere. RE serisini baştan sona kadar hiç kaçırmadan oynadığımı söyleyebilirim. Fakat zombi öldürmekten karşımıza çıkan yaratıkları
öldürmekten ve elimdeki silahı ateşlemekten
hiç bu kadar zevk almamıştım. Oyunun oynanışı gerçekten çok güzel. Zombi öldürmek
etrafta kaos yaratmak büyük ölçüde zevk veriyor size. RE bosslarını (büyük yaratıkları)
hepimiz iyi biliriz değil mi? Zor ölürler bizi
öyle bir zorlarlar ki bazen neredeyse 1-2 saat
sadece o yaratığı öldürmek için hırs yaparız.
Fakat RE 6'da oyunun en sonundaki büyük
yaratığın bile çok da zor öldüğünü söyleyemeceğim.
Silah ve sağlık sistemi ise tıpkı geçen RE serilerinde olduğu gibi devam etmiş. Yerden yeşil
bitki veya kırmızı bitki bularak sağlığımızı artırabiliyoruz. Ve tabi ki RE'nin olmassa olmazı
sağlık spreyleri. Önceki RE lerde paralı bir
sistem vardı hatırlarsınız yaratıklardan altın
düşer o altınları alırız ve o altınları kullanarak, bölümlerin sonlarında silahlarımızı upgrade eder, cephane veya sağlık spreyi gibi
şeyler alırdık. RE 6'da ise yaratıklardan düşen altın yerine puanları toplayarak oyun sonlarında yetenek (skill) satın alabiliyoruz. Yani
paranın yerini yetenek (skill) puanları almış
diyebiliriz. Böylece sağlığımız veya diğer yeteneklerimizi geliştirebiliyoruz.
Oyunda yakın dövüş sistemi de mükemmel
şekilde yapılmış. Hareket ederek ateş etmekten bahsetmeme gerek yok zaten fakat bunun yanında eğilmek, koşarken kaymak ve
yüzükoyun yatarken ateş etmek bize pek yabancı olmasa da RE de yeni sayılır ve kolaylıkla alışılan bu kontrollerde aynı zamanda silahla ateş ederken birden bire yumruk yumruğu dövüşe geçebiliyorsunuz. Yakın dövüşte
üst üste bir kaç kez tıpkı dövüş oyunundaymışcasına geçirebiliyorsunuz zombilere pata
küte!.Tabiki adamımız bir zamandan sonra
yoruluyor, e haklı da, Süpermen değil ki! RE
6 oynanış bakımından gerçekten çok zevkli
bir oyun. Fakat Capcom'un bir huyundan nefret ediyorum ki oda şudur; bazı yeni mekanikleri kendi oyununa yeni eklediğinde onu
sizden defalarca kullanmanızı istemesi bana
saçma geliyor. Öyle zamanlar geliyor ki artık
yerde ateş etmek zorunluluk haline geliyor
resmen.
Sonuç olarak RE 6 ne sizin istediğiniz gibi nede benim istediğim gibi bir oyun olmuş diyebiliriz. Eğer oyunları kendi aralarında karşılaştıracaksanız ilk 3 oyuna göre 5 para etmez
diyen kişiler olabilir.RE 4 ve 5'e göre ise mükemmel bir oyun olduğunu söyleyebilirim size.
Harun Özcan
28
Merhabalar sayın Oyunabakış okurları. Bu yazımda sizler için çok tartışmalara yol açan ve
çok fazla eleştiri alan bir oyunu inceledim.
The Walking Dead:Survival Instinct. Açıkcası
bu oyunu incelerken gerçekten üzüldüğümü
söylemem gerek. Önceki oyunlarını siz de bilirsiniz. Tıpkı dizi gibi, bölüm bölüm yayımlanmıştı ve her bölümünü tıpkı dizide olduğu
gibi heyecanla olmuştuk. Ancak maalesef
TWD:Survival Instinct'ta böyle olmadı.
Oyunu açtığım ilk an, çok heyecanlanmıştım.
Oyuna dair herşeyin güzel olacağı hissi vardı
içimde, fakat maalesef öyle olmadı. Öncelikle
şunu belirteyim oyunlarda grafik sizin için ön
planda ise maalesef oyun sizden geçer puan
alamayacaktır. Vasat ötesi de değil grafikleri
fakat bu zamanın oyunlarında böyle grafikler
görülmemeli. Üstelik grafikler ile oyuncuları
tatmin edemeyecek olan TWD:SI maalesef
hikaye işlenişi yönü ile de oyuncuları tatmin
edemeyecek.
29
Oyunun eksilerini saymak ile sizi hayal kırıklığına uğrattıysam beni bağışlayın. Lakin inanın oyunda daha fazlası ile karşılaşacaksınız.
Oyuna bir derenin içinde başlıyoruz. Arkadaşımız bizden gelen zombi seslerine bakmamızı istiyor ve gidiyoruz. Zombilerin arasında
kalıveriyoruz birden. Oyunda bölüm sonlarında haritadan gideceğimiz bir yer seçmemiz
isteniyor. Haritadan bir yer seçtikten sonra
nereden gitmek istediğiniz soruluyor size.
Otoban, arka sokaklardan veya mahallelerden.
Her yolun kendine göre eksiler ve artıları var.
Örneğin otoban en az benzin harcama yaptıran yol fakat bu yolu seçerseniz yolda erzak
ve cephane bulma şansınız en aza iniyor. Mahalleden gitmeyi seçerseniz benzin harcama
oranı orta dereceye geliyor ve bulacağınız
malezemeler de aynen orta dereceye geliyor.
Arka sokaklardan gitmeyi seçerseniz benzin
harcaması yüksek dereceye geliyor fakat malzeme bulma şansınız da en yüksekliyor.
Oyunun yapay zekasına gelecek olursak. Oyundaki
zombilerin, genel zombi tanımından nasıl daha geri
zekalı
olduğunu
görmüş
oluruz.
Genel olarak bakacak olursak öylesine vakit geçirmek için çerezlik bir oyun arayanlar için iyi olacaktır
bu oyun. Çerezlik için iyi bir oyun fakat eğer almak
isterseniz kesinlikle oyunun fiyatı düşene kadar
biraz beklemelisiniz. Şu anki fiyatını hiçbir şekilde
hak etmiyor oyun. The Walking Dead hayranlarına
ise kötü haberim şu, oyun önceki bölümlerinde olduğu gibi hiç de güzel ve etkileyici değil.
The Walking Dead'in bu oyununda hayatta
kalmak biraz daha zor elbette. Yolda araba
ile giderken tekerimiz patlayabiliyor yol kapanmış olabiliyor ve gideceğimiz yeri tıkıyor.
Tamda bu noktada istersek eğer yolu elimizle
temizleyebiliyoruz zombilerden ve yolda kaza
yapmış, devrilmiş, ters dönmüş araçlardan.
Tabi ki bu biraz zor onlarca zombi arasındayken. Eğer istersek alternatif bir yol da seçebiliyoruz fakat bunun için ekstra benzin harcamamız gerekiyor.
30
Ah o eski oyunlar…
Atari kaşsısında sabahladığım zamanları unutamıyorum. O zamanlar aldığım tat, hala damaklarımda. Bugün oynadığım her oyunda o
tadı arıyorum desem yeridir. Ve işte tam da
burada, Indie Game Dünyası kollarını açıp duruyor karşıma. Sarılıyorum… Neredeyse,
“anne!” diye hıçkıra hıçkıra ağlayacağım. Ağlıyorum… Ah nerede o eski oyunlar!..
Adında gizli herşey, DLC…
DLC Quest, şu ana kadar oynadığım en komik
oyunlar listesine, daha oyunda on dakikamı
dahi doldurmamışken girmeyi başardı. Bu
büyük başarın için gözlerinden öpüyorum seni güzel oyun!(Bu gün çok duygusalım :D)
Oyuna başlar başlamaz, DLC Quest isminin ne
anlama geldiğini kavrıyorsunuz. Karakteriniz
sadece sağa gidiyor, sol ok tuşuna da basıyor
parmaklarınız arada, çalışmadığını görüp, gereksiz panik yapıyorsunuz. Yapmayın… Orada
bir amca var, DLC satın alabileceğiniz. Ona
gidin. İlacınız onda. Siz DLC satın aldıkça, sağa yürüme, zıplama ve benzeri özellikleriniz
açılacak, DLC Quest dünyasına daha bir içiniz
ısınacak.
31
3 Dolara 40 Dakika mı?
Oyunu Steam’den 3 Dolar’a alabilirsiniz. Peki bu kadar kısa bir oyuna 3 dolar verilir mi?
3 Dolar’a bir dolu güleceğimizi ve “o eski
oyunlar” ayarında bir oyunu oynayacağımızı
düşünürsek, 10 Dolar’a kadar yolu var. Bu
kadar eğlenceli grafikler ve daha ilk dakikadan son sahneye kadar önümüze “gülün” diye
serilen kurgular… Hepsi 3 Dolar’a, gel vatandaş gel!
Espiriler havada uçuşuyor!
Senaryoların tekdüzeliğinde dahi yapılan espiri gözden kaçmıyor. Kötü adam prensesi
kaçırır ve peşinden gideriz. (Sonunda prensesi “kurtarırız”). Tabi bu oyunun normal modunda işlenen senaryo.
Bir de Live Freemium or Die! Modu var. Ki bu
mod, oyunları gereksiz yerde gereksiz zorlaştırarak, kullanıcıyı item satın almaya zorlayan
oyunlarla bir güzel dalga geçiyor. Bu modun
senaryosu ise, köyü canavardan kurtarmak
üzerine. (Sen köyü kurtarabilecek birine benziyorsun, ama yapamazsın! :D)
Yolculuk boyunca karşılaştığınız herkesle komedi dozajı bir hayli yüksek dialoglara gireceksiniz. Ben bir kaçını zaten parantez içinde
aktardım ama, umarım bunları spoiler yerine,
birer ip ucu olarak sayarsınız.
Going Loud Studios tarafından geliştirilen bu
kısa ama eğlenceli oyunun art, game desing
ve programlama kısımlarına da Ben Kane
bakmış.
“Dört ciltlik bir seriyi, kırk dakikada okumuş
gibiyim, sanırım beynimde kanatlar oluştu…”
Arkadaşlar, oyun her geliştiricinin, kesinlikle
oynaması gereken türden. Hem mizah olarak,
hem de bakış açısı olarak çok şey katıyor. Yaratıcılığı körüklediği gerçeğiyse, değinilmesi
gereken asıl nokta. Kısacası, oynayın!.. İyi
oyunlar. :D
Halil Coşgun
32
THQ’nun iflas bayrağını çekmesi üzerine, bir
çok oyun açıkta kalmıştı. Bunlardan en dikkat
çekeni ise şüphesiz Metro Last Light oldu.
Fakat fırsatı iyi değerlendirdiğini düşündüğüm Deep Silver, oyunu satın alarak Last
Light’ın çıkışını garantiye almış oldu.
Metro 2033 kitabın oyunu olarak sunulmuştu piyasaya. Bir FPS’nin can
damarı olan silah tutma hissini yaşatamadığı gerekçesiyle çok eleştirilmişti 2033. Fakat, kitabın oyunu olmasının da etkisiylek, bize muhteşem bir atmosfer ve senaryo sunmuştu.
Metro Last Light’ın, başka bir ekip tarafından
çıkarılacak olması ise Metro hayranlarını daha
iyi bir oyun umut etmeye itti. Dolayısıyla da
oyunun yapımcısı A4 Games üzerinde, beklentileri karşılamaları için güzel bir baskı
oluşmuş oldu.
Last Light’ta, serinin ilk oyununda yakalanan
atmosferden ödün verilmediğini göreceğiz.
Düşman askerlerle bir taraftan, mutantlarla
bir taraftan derken, aksiyonun da dibine vuracağız. Ve son olarak basına yansıtıldığı üzere, ışıkları kapatarak ilerleme gibi yöntemlerle, oynanışta, ışığın ön plana çıkarıldığı da
gözlemlenecek.
Last Light’ın senaryosuna biraz göz atacak
olursak, karşımıza mutantlar tarafından metrolara sıkıştırılmış insanları odak alan bir
dünya çıkacak. Bu dünyada, yerin altında ya
da üstünde olmak bir şey değiştirmiyor. Üstte mutantlar, altta da birleşmeyi kafasına bir
türlü koyamamış gruplar… Bu gruplar, Kıyamet Günü isimli bir silah için birbirleriyle savaşırken, biz de oyunun ana karakteri Artyom
ile senaryoya dahil oluyoruz.
17 Mayıs’ta oyun severlerin beğenisine sunulacak olan Metro Last Light, gerek grafik, gerek oynanış gerekse senaryo açısından dikkatleri üzerine toplayacağının sinyallerini veriyor. Umarım başarmak istediklerine ulaşırlar. İyi oyunlar…
Halil Coşgun
33
Başta seversin… Bazen çok seversin hem de… Ama sonra bir şey olur, nefret edersin, sinir olursun… Sonra gider
yumruklarsın kum torbasını; ama izi kalır… Yıllar geçse de hep hatırlarsın; yine gider yumruklarsın…
Dakikaların Katili: Velvet Assassin
Stealth türündeki oyunları hep sevmişimdir.
Hitman’den tut Splinter Cell’e, Metal
Gear’a… Ama favorim Manhunt’tır. O zamanlar da sene 2009. Manhunt’ı beş senedir filan
oynuyoruz, ikincisinin çıkmasına da daha birkaç ay var. Hitman ve Metal Gear’ın çıkmasına zaten yıllar var… Baktım olacak gibi değil,
bir piyasaya baktım ne var ne yok diye; karşıma Velvet Assassin diye bir oyun çıktı. Nereden bilebilirdim ki ileride aklıma geldikçe bana “hayatımdan çalınmış dakikaları” hatırla-
34
Keşke “Oysa her şey ne kadar güzel başlamıştı…” diyebilsem; ama başlangıcı bile güzel
olmadı… Daha oyunun ilk bölümünde inanılmaz bir yapay zekâsızlık ile karşılaştım. Yıllar
içinde bilinçaltım unutmayı seçmiş; ama yine
de hayal meyal hatırlıyor gibiyim… Asker…
asklerler vardı. Nazi askerleri, her zamanki
gibi… İki.. iki taneydiler ve ben… dağların
arasında ilerliyordum. Bir patika… bir patika
vardı ve askerler… bir köprüyü tutuyorlardı.
Birini öldürmüştüm… Evet, birini öldürmüştüm! Arkadaşının yanında hem de… Ve gürültü… gürültü oldu… Özellikle askeri sürüklerken. Ama arkadaşı hiç umursamadı. Ne
gözlerinin önünde arkadaşını öldürürken ne
de sürüklerken. Öylece izledi bizi… Yoksa arkadaşından nefret ettiği için miydi?
Ha Duke Nukem Forever Ha Postal III
Ama beni asıl oyundan soğutan ve bir anda
ALT+F4 kombinasyonu ile çıkıp hemen oyunu
kaldırdığım olaysa sonraki bölümlerde oldu…
Bu olayı ise asla unutamadım… Öğle vaktiydi
ve artık Nazi subaylarına kadar erişmiştim.
Birini öldürmem gerekiyordu. Korumalık yapan askerlerin tamamını öldürmüştüm ve
tam asıl hedefime doğru ilerleyecektim ki arkasını döndü ve beni gördü! Gerisin geri koşmaya başladım. Saklanacak bir yer arıyordum; ama yoktu! Öğle vakti nereye saklanılabilirdi ki? En sonunda baktım olacak gibi değil, bir ağacı arkama siper ettim ve gardımı
aldım. Bu kez sessiz bir infaz olmayacaktı.
Hedef, bana doğru koştu koştu ve tam önümde durdu. Beni arıyor gibiydi. Kafam karıştı…
Öğle vakti, bir ağacın gölgesinde saklanıyordum ve hedef beni göremiyordu!
35
Postal’ı oynadık. Postal II’yu oynadık.
Hatta Postal II’yu 1900 küsur çözünürlüğe sahip ekranda 1024 çözünürlükle oynama işkencesine dayanarak bile oynadık ve bekledik Postal III
çıksın diye. Ekran görüntüleri, oyun
içi sahneler ortaya çıktıkça daha da
heyecanlandık ve sonunda geldi. Hemen edinip bilgisayarımıza kurduk vee…
Daha oyunun başlarıydı. Hatta en başıydı! Köprüdeki patlamanın içinde dolaşıyordum ve The Postal
Dude, bir anda anafora kapılmış gibi oldu. Kendimi
tutamadım “N’oluyor laaan!” diye bağırdım. Sonra
da “Nvidia PhysX…” diye sayıkladım. Postal III’de
de Nvidia PhysX kullanılmamış mıydı? Yoksa ben
var olmayan bir şeyi mi hatırlıyordum? Hani şu Mafia II’da harikalar yaratan Nvidia PhysX… Postal
III’de neden fizik hataları oluyordu?
Sonraki oyun hatalarını ise hoş görmemeye çalıştım; ama olmadı… Hataları hoş gördüm bu kez de
oyunun konusu tek düze olmaya başladı. Konuya
takılmayayım dedim, görevler gereksiz uzadı ve
Postal’a oranla bile mantıksızlaşmaya başladı… O
2014 Yaklaştıkça İçime Bir Korku Hasıl Oldu
Benim, PES ile tanışmam taa ISS’lere uzanır.
PES’in ISS dönemini de Goal Strom dönemini de
Winning Eleven hâlini de görmüş; Talcami, Nirat ve
Risko ile kupalar kaldırmış, Allejo’yu yıllarca Pelé
sanmışımdır. Her yeni PES oyunu oynadığımda PES
5’ı; dayanamayıp PES 5’ı her tekrar kuruşumda da
International Super Star Deluxe’u aramışımdır ve
hep PES’in çift sayılı oyunlarından korkmuşumdur…
Aslında her şey; PES, Fifa’ya rakip olmaya başladıkça sarpa sardı ve kırılma noktası PES 6’ti. Güzeldi,
gerçekten iyiydi; ama sürekli orta sahadan gol atmak bir süre sonra sıkıyordu insanı. Ama kırılma
noktası olsa bile, en iyi, çift sayılı PES’ti… Sonra
PES 2008 geldi ki o bende bastırılmış bir anıdır.
Yine de o bile iyiydi…
Benim, PES ile tanışmam taa ISS’lere uzanır.
PES’in ISS dönemini de Goal Strom dönemini de
Winning Eleven hâlini de görmüş; Talcami, Nirat ve
Risko ile kupalar kaldırmış, Allejo’yu yıllarca Pelé
sanmışımdır. Her yeni PES oyunu oynadığımda PES
5’ı; dayanamayıp PES 5’ı her tekrar kuruşumda da
International Super Star Deluxe’u aramışımdır ve
hep PES’in çift sayılı oyunlarından korkmuşumdur…
Aslında her şey; PES, Fifa’ya rakip olmaya başladıkça sarpa sardı ve kırılma noktası PES 6’ti. Güzeldi,
gerçekten iyiydi; ama sürekli orta sahadan gol atmak bir süre sonra sıkıyordu insanı. Ama kırılma
noktası olsa bile, en iyi, çift sayılı PES’ti… Sonra
PES 2008 geldi ki o bende bastırılmış bir anıdır.
Yine de o bile iyiydi…
Ama sonun başlangıcı olan oyun PES 2010’dir. Ben
bir oyunda; sadece ilerleme tuşlarına iki kere basılarak ve dümdüz gidilerek herkesin çalımlanabileceğini ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda; gerçekte 92 maçta 9 gol atabilmiş Heskey’nin;
oyunda gol makinasına dönüştüğünü, her seferinde gol kralı olduğunu ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda… neyse… bu liste daha
uzar gider…
36
Ama sonun başlangıcı olan oyun PES 2010’dir. Ben
bir oyunda; sadece ilerleme tuşlarına iki kere basılarak ve dümdüz gidilerek herkesin çalımlanabileceğini ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda; gerçekte 92 maçta 9 gol atabilmiş Heskey’nin;
oyunda gol makinasına dönüştüğünü, her seferinde gol kralı olduğunu ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda… neyse… bu liste daha
uzar gider…
Ve şimdiyse eylül giderek yaklaşıyor… Eylül
demek PES 2014 demek… 2014 demek çift
sayı demek… Üstelik bu kez “yeni oyun motoru kullanılacak” söylentileri de var… Korkuyorum… Geceleri PES 5 CD’me sarılıp gizli gizli
ağlıyorum… Gelmesin istiyorum… Eylül gelmesin istiyorum…
Özetle PES 2010’nin ömrü benim bilgisayarımda sadece birkaç gün oldu… Ama keşke
2010 ile bitseydi… Oysa her şey daha yeni
başlıyormuş… Sonra PES 2012 geldi ki onu
hiçbir zaman bilgisayarıma kurmadım. Normal şartlarda uzatmalar sonucu 1-0, bilemedin 2-1 biten maçlar artık 13-8, 21-20 gibi
skorlarla bitebilir mi? Eğer kaleciyle karşı
karşıya kaldığınızda kaleci bir anda ellerini
kullanma yetisini kaybediyorsa ve topu yatarak kayarak müdahale ile tutmaya çalışıyorsa
biter… Peki, böyle bir oyun hatası gözden
nasıl kaçabilir? Bu oyun hiç mi test edilmiyor? Yoksa PES’i test eden ekip futbolu bilmeyen, kaleciyle karşı karşıya kaldığında onu
çalımlamaya çalışmayan kişilerden mi oluşuyor? Cevapsız… hepsi cevapsız bu soruların…
37
Merhaba
arkadaşlar, bir önce ki sayımızda
sizlere
FRP'nin ne olduğunu açıklamaya çalıştım. Bu sayımızda
da FRP'de nelerin
olduğunu açıklamaya çalışacağım. Bu ay DM’yi (Dungeon Master) anlatmaya çalışacağım. İlk önce Dungeon
Master elinde iyi bir senaryo olmalı ve senaryoya uygun ek senaryolar eklenmelidir. Örnek
verecek olursak bir oyuncu partiden ayrılırsa
onu da hikayeye katarak oyunu devam ettirmeniz gerekebilir. Örneğin bir hırsız daha çok
para için gruptan ayrılabilir. İkinci olarak elinizde birer envanter listesi ve harita olsun.
Envanterden kastım bazı oyuncular şehre indiklerinde, “ağabey ben büyülü long-sword
alıyorum.” tarzı uçuk şeyler isteyebilirler.
DM'ler oyuncu karakterlerinin öz geçmişlerini
hazırlayabilirler. Öz geçmiş hazırlamak çok
önemlidir çünki, oyuncuların karakterlerine
daha da bağlanmalarını sağlarlar.
38
Zayıf öz geçmiş, oyuncunun oyundan soğumasını sağlayabilir.”Benim karakterim ne kadar ezikmiş.” Diye düşünerek kendisini öldürtebilir veya “Benim öz geçmişim onun öz geçmişinden daha kötü, o kralın oğlu ben kasabın oğluyum.” diye zırlayabilir. Bunları engellemek için dengeli öz geçmişler ve ırklara ve
sınıflara uygun öz geçmiş yazılmalıdır. Bazı
oyuncular, kendi öz geçmişlerini yazmak isteyebilirler. Oyunun dengesini bozmadıkça
oyuncuların kendi öz geçmişini yazmaları karaktere daha da bağlanmalarını sağladıklarından daha yararlı olabilir.
Bunda oynayacağınız sistemi iyice bilmeniz
gerekir. Çünki, atacağınız zarın kaç geldiğinde ne olacağını siz biliyorsunuz bu bilgileri de
edindikten sonra oyun tasviriniz çok önemlidir. Çünki hayal gücünüzü dile dökerek oyuncuları kendi dünyanıza çekmeye çalışıyorsunuz ki bu inanılmaz zor bir olaydır. Ben pek
beceremiyorum. Güzel tasvirlerinizi müziklerle güçlendirebilirsiniz mesela orta çağ tarzı
bir oyunda “Blind Guardian” dan “Bard Song”
ya da “Valhalla” gibi parçalara başladığınızda
oyuncular daha bir istekli oluyorlar ve en
önemlisi zar atarken önünüzü kesinlikle kapayın. Oyuncular sizin zarınızı görmesinler.
Çünki karşılarına çıkan durumlardan kaçmaları için sizin atmış olduğunuz zarı düşürmeniz gerekebilir ve “Oh Dm bizi öldürmüyor,
haydi ejderhaya kafa tutalım.” gibi abuk olaylarla karşılaşa bilirsiniz ya da kıl bir oyuncuyu
rahatça öldürebilirsiniz. Oyunu daha çekici
kılmak için kostümler giyip daha gerçekçi bir
hale sokabilirsiniz Dm'in en uğraştığı olaylardan birisiyse karakter kağıdı hazırlama kısmıdır. Karakter kağıdında karakter şekli seçilir
bunlar :
Strength-Str (Güç)
Dexterity-Dex (Çeviklik)
Constitution-Con (Dayanıklılık)
Wisdom-Wis (Bilgelik)
Intelligent-Int (Zeka)
Charisma-Chr (Karizma)
olmak üzere zarla ya da DM'in belirlediği rakamlarla seçilir. Eğer zar tekniği ile seçilirse genellikle
statlar 18 olduğundan 4d6 (dört tane altılık zar)
atılır. Bunların en düşüğü yok sayılır ve geri kalanlar toplanılır. Örnek olarak:
Str için 6-6-4-4 geldi diyelim. Bir tane dört
silinir ve Str hanesine 16 yazılır. Eğer bu ırk
half-orc ise +2 daha fazla str kazanır ya da
dövüşçü sınıfındaysa ve DM'e Str’ si düşük
geldiyse bonus str ekleyebilir. Bunların hepsi
DM'in insafına kalmıştır bu vereceğiniz statlar karakterinizin gücünü, sağlığını, büyü öğrenme, büyü kullanma durumlarını etkiler.
Örnek olarak böyle bir tablo oluşturduğumuzda:
Bizim Str’miz +3 alıyor ve bizim Str 16 olduğundan tablodan +3 geliyor. Bu, oyuncunun
atakları ve saldırılarından alacağı bonustur.
Yani bu kişinin saldırısı +2 ise saldırı bonusuyla
toplamda
+5
olmaktadır.
Karakter kağıdına bir sürü şeyler ekleyebilirsiniz bence. Karakter kağıdını yalayıp yutmak
için www.frp.net den bakmanızı tavsiye ederim.
Çünki karakter kağıdı yaratmak, başlı başına
başka bir konudur. Karakter kağıdımızı yarattıkdan sonra senaryonuzdaki ırkları ve sınıfları anlatmak önemlidir. Çünki oyuncuların nasıl bir dünyada olduklarını ve ne tür karakterler yaratabileceklerini öğrendikleri kader anları bunlardır. Bir çok arkadaşınızda “Dragon
Rider” olsam, ”Paladinlerle dalga geçtiğim
için Paladin Tanrısı tarafından Paladin yapılan
Goblin” olsam, gibi uçuk fikirlerle karşılaşabilirsiniz.
Ay artık sıkıldım Frp anlatmaktan. Neyse ki
“Metucon! yaklaşıyor. Umarım sizler de
“Metucon”a gelirsiniz. Sakın, ben hiç oynamadım
utanırım, sıkılırım diye fikirleriniz olmasın. Dünyanın en iyi ve eğlenceli oyuncuları toplanıp bütün
gün kahkahalarla eğlencelerle günü geçirmeyi
planlıyoruz. Eğer sizi bunlar sarmazsa
“Warhammer” masaları “Magic Cardlar” oyun turnuvaları ve bin bir türlü zamazingolarla kesinlikle
eğleneceğinizi garanti ederim. En kötü oturur bir
çay
içeriz memleketi kurtarmaya çalışırız.
Sevgiyle, bol fantastik günlerle kalın.
1 -5
2-3 -4
4-5 -3
6-7 -2
8-9 -1
10-11 0
12-13 +1
14-15 +2
16-17 +3
18-19 +4
20-21 +5
Can Sokullu
39
Merhabalar arkadaşlar. Bu hafta size Samsung’un yeni amiral gemisi olan I9500 kod
adlı Galaxy SIV’ü inceleyeceğiz.
Hepinizin de bildiği gibi, Samsung akıllı telefon pazarında çok önemli bir rol oynamakta.
Özellikle Apple firması ile süren patent davalarıyla gündemde olan firma, S serisi için yeni
akıllı telefonunu piyasaya sürmeye hazırlanıyor.
Galaxy SIV Amerika için resmi satışa sunulma
tarihi 16 Nisan olarak açıklandı. 2 yıllık kontrat ile 249 dolar fiyat ile piyasaya sürülmesi
planlanıyor.
Tabii bu durum, akıllı telefonun, “akıllı” kısmıyla ilgilenmeyen, gösteriş meraklısı olan
“esüç” tayfasının çok zoruna gidecek. Çünkü
SIII çıkalı 1 sene olmadı ve onlar esüç’lerini
daha yeni edindiler. Teknoloji gittikçe hızlanıyor. Ayak uydurmak zor ve pahalı.
Büyüyen ekran konusu ile esprilere konu olan
S serisi, büyümeye devam ediyor. Geçmiş modellerin ekran boyutlarını hatırlayalım:
Galaxy S 4 inç, Galaxy SII 4.3 inç, Galaxy SIII
4.8 inç.
40
Galaxy SIV’ün en bomba özelliklerinden biri
ise kablosuz şarj desteği ile gelmesi. Samsung’un, Qi isimli bir firmayla anlaşarak, Qi
firmasının kablosuz şarj ünitesini kullanacağı
resmi olarak duyuruldu. Kablosuz şarj deyince, aklınıza bilgisayarınızla bağlandığınız kablosuz ağlar gelmesin. Resimde görüldüğü gibi, bu farklı bir ünite. Telefonunuzu üstüne
koyuyorsunuz ve telefonunuzu şarj etmeye
başlıyorsunuz. Ofis vb. telefonun hem şarjda
durması, hem de telefonla görüşme yapmak
gerektiğinde çok pratik oluyor.
Örneğin telefonunuz şarjda duruyor, çağrı
geldiğinde telefonunuzu alıp konuşmaya başlıyorsunuz, konuşmanız bittiğinde telefonunuzu, masanızın üstüne koyduğunuz kablosuz
şarj ünitesine bırakıveriyorsunuz, şarja devam ediyor. Kablo sök tak derdi yok. Fiyatı
100$ gibi söylentiler var. Şöyle ki, kablosuz
şarj ünitesini kullanabilmek için arka kapağı
değiştirmeniz gerekecek. Bu kapağın fiyatı
yaklaşık 40 dolar. Kablosuz şarj ünitesinin ise
60 dolardan satışa sunulması bekleniyor. Dolayısıyla biraz lükse kaçıyor. Dahası, şarj cihazının Nisan ayı gibi piyasa sürülmesi beklenirken, kablosuz şarj
kapağı Haziran’dan önce beklenmiyor. Fakat
bu gecikmeye çözüm olarak, 3. Parti kablosuz
şarj cihazlarına destek sunulacak gibi gözüküyor.
Yapımında yine polikarbonat kullanılan Galaxy
SIV, rakiplerine göre pek de sağlam bir izlenim bırakmıyor. Telefon piyasaya çıkmadığı
için drop test verilerini paylaşamıyoruz.
Full HD Super AMOLED 4.99” ekran ile gelen
Galaxy SIV, 441 ppi’a sahip. Bu da insan gözünün algılayabileceği rakamın çok üzerinde.
Ekran boyutu ve çözünürlüğü Sony Xperia Z
ile aynı. Belirtmeden geçmeyelim. HTC One
da aynı çözünürlüğe sahip olsa da, ekranı daha küçük olduğu için piksel yoğunluğu Galaxy
SIV’ü solluyor. 468 ppi.
Galaxy SIV’ün boyutları ise 136.6 x 69.8 x 7.9
mm. Yumuşatılmış kenarları ile hoş bir dizayna sahip. Tip olarak da S serisini andırıyor
zaten. Hatta Galaxy SIII’ün abisi bile diyebiliriz. Pek bir değişiklik yok.
41
Yapımında yine polikarbonat kullanılan Galaxy
SIV, rakiplerine göre pek de sağlam bir izlenim bırakmıyor. Telefon piyasaya çıkmadığı
için drop test verilerini paylaşamıyoruz.
Full HD Super AMOLED 4.99” ekran ile gelen
Galaxy SIV, 441 ppi’a sahip. Bu da insan gözünün algılayabileceği rakamın çok üzerinde.
Ekran boyutu ve çözünürlüğü Sony Xperia Z
ile aynı. Belirtmeden geçmeyelim. HTC One
da aynı çözünürlüğe sahip olsa da, ekranı daha küçük olduğu için piksel yoğunluğu Galaxy
SIV’ü solluyor. 468 ppi.
Galaxy SIV’ün boyutları ise 136.6 x 69.8 x 7.9
mm. Yumuşatılmış kenarları ile hoş bir dizayna sahip. Tip olarak da S serisini andırıyor
zaten. Hatta Galaxy SIII’ün abisi bile diyebiliriz. Pek bir değişiklik yok.
Android Jelly Bean 4.2.2 ile gelen Galaxy
SIV’te, arayüz olarak ufak tefek değişiklikler
yapılmış. Örneğin kilit ekranında dalgalanan
su efekti artık yok. Onun yerine parmağınızı
takip edecek ufak bir ışık huzmesi var. Hoşunuza gidecek.
Ayrıca Samsung’un yaratıcı ve yeni bir çözümü daha var. Smart pause. Bu özellik ile, örneğin siz Galaxy SIV ile video izlerken, kafanızı ekrandan uzaklaştırdığınızda telefon bunu
algılıyor ve videoyu durduruyor. Galaxy SIII’te
de buna benzer olarak, mesaj yazarken telefonu kulağımıza götürdüğümüzde mesaj yazıyor olduğumuz kişiyi otomatik olarak arayabiliyorduk. Samsung kullanıcı dostu olmaya
özen gösteriyor.
Smart stay özelliğiyle de siz ekrana bakmadığınız zamanlarda tasarruf amacıyla ekran kapatılıyor. Son olarak da ve bence en önemlisi,
Smart scroll özelliği. Örneğin siz internette
gezinirken, gözünüzle sayfanın alt veya üst
kısmına doğru baktığınızda telefon gözlerinizi
algılıyor ve sayfayı sizin için kaydırıyor. Bu bir
şeyler okumak için mükemmel bir çözüm. Bu
şekilde telefonunuzla fazla yorulmadan ekitap bile okuyabilirsiniz. Fakat siz yine de
abartıp göz sağlığınızı sıkıntıya sokmayın derim.
Telefonun bir başka özelliği ise yenilenen
klavyesi. Klavyeye yenilik olarak Android kullanıcıların severek kullandığı Swiftkey klavye
uygulamasının sözcük tahmin etme algoritması eklenmiş. Bu bağlamda, sözcük tahminlerine dayalı hızlı kullanımlarda daha başarılı
sonuçlar elde edeceğiniz söylenebilir.
Telefonun yapısında bahsedecek olursak,
Samsung bu modelde Gorilla Glass 3 kullanmış. Gorilla Glass 3’ün bir önceki nesile çizilmelere 3 kat, kırılmalara 50 kat dayanıklı olduğunu hatırlatalım.
Air Gestures modunda ise ellerinizi kullanmadan telefonu yanıtlayabilir veya resimler, müzikler arasında geçişler yapabilirsiniz. Elleriniz sık sık kirleniyorsa ve ekranı kirletmek
istemiyorsanız, bu özellik tam size göre.
Galaxy SIII ile gelen AllShare Cast özelliğine
Galaxy SIV’te de yer verilmiş. Bu özellikle
medyalarınızı TV’den izleyebilir ya da ev ağınızdaki bilgisayarınıza aktarabilirsiniz.
42
Galaxy SIV, LTE versiyonunda Qualcomm’un
Snapdragon 600 çipsetini kullanacak. Bu çipsete kısaca bakacak olursak;4 çekirdekli ve
1.6 GHz olan hatta 1.9 GHz’e kadar yükselebilen piyasanın en güçlü ARM işlemcisi Krait
300 yer alıyor. Ayrıca bu çipsette Adreno 320
GPU yer almakta. Bluetooth 4.0 ve 802.11 a/
b/g/n/ac (2.4/5 GHz) standartlarına destek
veriyor. Yurtdışından alım yapacaklara hatırlatalım, Amerika için pazara sürülen versiyonda saat hızı 1.9 GHz olması planlanıyor.
Avrupa içinse saat hızı 1.6 GHz olarak belirlenmiş.
HSPA versiyonuda ise Samsung kendi işlemcisi olan Exynos 5 Octa’yı kullanacak. Exynos 5
Octa’ya kısaca bakacak olursak; 28 nm’lik bir
mimariye sahip. ARMv7 komut setlerini kullanıyor. 1.6-1.8 GHz 8 çekirdekli ARM CortexA15 işlemcisini barındıracak. GPU olarak 3
çekirdekli 533 MHz hızda çalışan PowerVR
SGX544MP3 barındırıyor. Dünyanın ilk 8 çekirdekli akıllı telefonu olma ünvanını elinde
bulunduruyor.
Batarya olarak da 2,600 mAh’lık bir batarya
kullanılacak ki bu da Galaxy SIII’ün bataryasından yaklaşık 500 mAh büyük. Ekran boyutu da büyüdüğü için etkisi konusunda net bir
şey söylemek zor. Malumunuz, günümüz akıllı telefonlarında en çok enerji tüketen donanımların başında ekran geliyor. Ben Galaxy
Nexus’umda gücün ekrana giden kısmında %
50’nin altına indiğini göremedim. Belki ilerleyen teknolojiyle bu güç tüketimine de bir çözüm bulunabilir. O zamana kadar yedek pillere veya cebimizde şarj aleti gezdirmeye muhtacız. Yine de ortalama bir kullanıcı için Galaxy SIV’ün bu bataryası 1 günü rahatlıkla tamamlayacaktır.
Galaxy SIV depolama alanı olarak 16, 32 ve
64 GB bellek kullanacak. Ayrıca 64 GB’a kadar microSD kartları destekleyecek. RAM olarak da yine kendi ürettiği 2 GB’lık belleği kullanacak.
Backside-illuminated (BSI) sensörü ve 13 megapiksellik arka kamerası sayesinde hızlı ve
düşük ışıktaki fotoğraf çekimlerinde bile tatmin edici sonuçlar alabileceksiniz. 4128 x
3096 çözünürlükte fotoğraflar alabileceksiniz. Videolar için Full HD video yakalayabileceksiniz.
Galaxy SIV, küçük kardeşine oranlandığında 3
gram daha hafif ve 1 milimetre daha ince.
Boyutları 136.6 x 69.8 x 7.9 mm ve 130
gram. Ayrıca GPS ve GLONASS desteği de var.
Maliyet fiyatları:
Galaxy S IV HSPA: 236$
Galaxy S IV LTE: 233$
Sonuç olarak, kasa yapısı ve Touchwiz arayüzü haricinde bence hiçbir eksiği bulunmayan,
bomba gibi bir telefon çıkıyor piyasaya. Galaxy S III’ü olanların alma ihtiyacı yok bence
çünkü Galaxy S III’ün donanımı da günümüz
şartları açısından gayet yeterli. Samsung yine
yapmış yapacağını. Umarız çıktığında hayal
kırıklığına uğramayız. Bir sonraki incelememizde görüşmez üzere, hoşçakalın.
Ahmet Dağtaş
43
Ahmet Dağtaş
Can Sokullu
[email protected]
[email protected]
Erdem Ergin
[email protected]
Halil Coşgun
Harun Özcan
[email protected]
[email protected]
Murat Karakaş
Mustafa Cihan Özer
[email protected]
[email protected]

Benzer belgeler

tıklayınız. - OyunaBakış

tıklayınız. - OyunaBakış açabiliyorsunuz. Bu yeni silahları kullanmak tabii ki size kalmış. Mesela ben highfrequency blade çok sevdiğim için diğer silahları çok kullanmak istemedim. Ama kullandım, denedim, hepsinin kendine...

Detaylı

tıklayınız - OyunaBakış

tıklayınız - OyunaBakış ona işkence yapıp, taşa çeviriyorlar ve onun üzerine Lanetliler Hapishanesini kuruyorlar. Bunu da herkese örnek olsun diye yapıyorlar.

Detaylı