ANKARA 1920`ler ve Ötesinden Beriye

Transkript

ANKARA 1920`ler ve Ötesinden Beriye
ANKARA
1920’ler ve Ötesinden
Beriye
“... o sıralar elektrik gelmişti; o Kandil, oturdukları Hacı Bayram Mahallesi’ndeki caminin
minaresinde lambalar yanıyordu. Yıl 1928’di ve çocuk gözleri ilk kez elektrikle tanışmıştı..”
** ** **
Okuyacaklarınız,
Cumhuriyet’in kurulduğu yıllar
ve hemen sonrasındaki Ankara’yla ilgili
“her şey” değildir ama
“en başı”nı yaşamıştan,
bizzat “tanık” olmuştan
bir “Türk İstikbalinin Evladı”ndan:
Avukat Halil Hulusi Makaracı’dan;
yani “birinci ağız”dan,
yani “son anlatabilen”den,
yani “son eli öpülebilen”den derlediğim
geleceğin Ankaralılarına aktarılması gereken
“pek çok şey”dir...
düş hekimi yalçın ergir
eylül 2004 - Ankara
** ** **
BABASI ZĠYA (MAKARACI) EFENDĠ‟NĠN ANLATTIKLARI:
ANKARA SEMALARINDA ĠKĠ YUNAN UÇAĞI & TEMENNAH
1921 – Ankara;
bir yıl önce, 23 Nisan 1920‟de toz - toprak içindeki TaĢhan Meydanı‟nda ilk meclis
kurulmuĢtu. Meydan adını 1888‟de Vali Abidin PaĢa‟nın zamanında yapılmıĢ olan TaĢ
Han‟dan alıyordu. Önce Hakimiyeti Milliye, 1930‟lardan sonra da Ulus adını alacak meydanın
Ģu anda Ulus ÇarĢısı olan köĢesinden Ankara Kalesi yönüne doğru Karaoğlan ÇarĢısı yer
almaktaydı.
Ziya Efendi‟nin çarĢıda bir aktar dükkanı vardı. Yunan ordusu, EskiĢehir Ovası‟ndan
Ankara‟ya doğru, Sivrihisar, Polatlı üzerinden de Haymana köylerine yaklaĢmaktaydı. Top
sesleri Ankara‟dan bile iĢitilmekteydi, bu yüzden Ankara halkı büyük bir heyecan
içerisindeydi.
GüneĢli bir gün, batıdaki Sincan tarafından iki tane uçak (tayyare) geldiği görüldü.
Alüminyum ve bezden tek kanatlı, halkın pırpır dediği uçaklar önce istasyona, sonra da
Meclis‟in üzerinden Hakimiyeti Milliye Meydanı, TaĢ Han, Zencirli (Zincirli) Cami ve Vilayet
Binası‟na gelmiĢlerdi. Karaoğlan ÇarĢısı, Tahtakale (eski Hal‟in bulunduğu alan), Balıkpazarı
(Çıkrıkçılar YokuĢu), At Pazarı, Samanpazarı, Hacı Bayram Mahallesi ve diğer yerlerde
bulunan bütün esnaf ve ahali iĢ yerlerinden, evlerinden çıkmıĢ, pilot mahallinin üstü açık, önü
mikalı, mitralyözlü bu iki Yunan uçağını izliyorlardı.
ġehrin korunması için tayyare dafi topları (uçaksavar ) mevcut değildi. ġehre en yakın
Kalaba Köyü‟nün üzerindeki platoda Harbiye Binası‟nın etrafındaki siperlerde birkaç obüsün
mevzilendirilmesi dıĢında, düĢman casusları uzaktan top gibi görüp, Ģehir müdafaa ediliyor
sansın diye boyanmıĢ soba boruları ve saclardan kalkanlar dikilmiĢti.
Daha sonra uçaklar iki tur atarak istasyona yönelmiĢti. Bir alçak turdan sonra pilotlar üstü
açık pilot mahallinden beraberinde getirdikleri bombaları elleriyle Mustafa Kemal‟in ve
Erkanıharp‟lerinin bulunduğu, KurtuluĢ SavaĢı harekat planlarının yapıldığı (Ģimdi müze olan)
Direksiyon Binası‟na atmıĢlar, ancak bombalar binaya isabet etmeyip istasyondaki
vagonların üzerine düĢmüĢtü. Vagonlar yanarken, iki uçak, arkalarında kara bir duman,
tekrar Karaoğlan ÇarĢısı ve Hacı Bayram Mahallesi üzerine gelmiĢlerdi. Kendilerine ateĢ
açılamayacağını anladıkları için çok alçaktan uçan pilotların meĢin baĢlıkları, gözlerindeki
lastikli gözlükler, sırtlarındaki meĢin ceket gayet net görülebiliyordu. Pilotlar aĢadakilere
defalarca el sallayarak selam vermiĢler ve Ģehre ilk geldikleri yöndeki Akköprü (Ankara Çayı)
üzerinden gözden kaybolmuĢlardı.
Bu olay Ankaralılarca “Temennah” (eli baĢa götürerek verilen selam) olarak adlandırılmıĢtı.
** ** **
Ziya Efendi, bir gün Ankaralıların “Pank-i Osmani” dedikleri “Bank-i Osmani” binasında
KurtuluĢ SavaĢı için Sovyetler Birliği‟nden, Ġnebolu - Kastamonu - Çankırı - Kalecik üzerinden
yardım olarak gönderilmiĢ altınların sayılıp, el terazileriyle okka – dirhem hesabı tartılmasına
tanık olmuĢtu. Bank-i Osmani, Ģimdiki Anadolu Medeniyetleri Müzesi‟nin yanından Kale
Kapısı‟na doğru çıkan tarihi Bedesten‟in olduğu Gözcü Sokak yokuĢundaki taĢ binadaydı.
KurtuluĢ SavaĢı sırasında Kuvayı Milliye‟nin silahları Mavzer (Mauser), Filinta ve
Karabina‟ydı. Kuvayı Milliye‟nin halktan toplanan paralarla peĢin olarak Amerika BirleĢik
Devletleri‟nden silah ve beĢ milyon mermi satın alma talebini A.B.D. reddetmiĢti.
Ziya Efendi‟nin eĢi Hatice Hanım, Milli Mücadele yıllarında uzun mekikli Singer dikiĢ makinası
ile Hacı Bayram Mahallesi‟ndeki evlerinde Kuvayı Milliye‟ye yüzlerce uçkurlu asker donu,
kaput bezinden göynek (gömlek) dikmiĢ bir Ankaralıydı. Hatice Hanım, hayatı boyunca
mahalle ebesinden baĢka ne bir sağlıkçı, ne de bir tıp doktoru görmüĢtü.
** ** **
29 TeĢrinievvel (Ekim) 1923;
Türkiye Cumhuriyeti, Hacı Bayram Mahallesi‟nde Ahi Zafer Sokağı‟ndaki avlulu, asmalı
evlerinden çıkıp azıcık aĢağıya yürüdükleri yerde TaĢ Han‟ın karĢısındaki binada
kuruluyordu.
Bu küçük Anadolu Ģehri henüz on altı gün önce, Gazi Mustafa Kemal‟in isteği doğrultusunda
Ġsmet (Ġnönü) PaĢa‟nın verdiği kanun teklifinin (bir milletvekilinin itirazına karĢılık) kabul
edilmesiyle Makarrı Ġdare, yani baĢkent olmuĢtu.
Bolu Mebusu Ġsmet (Eken) Bey‟in baĢkan olduğu oturumda kürsü konuĢması yapan
Abdurrahman ġeref Bey:
- Çocuk doğmuĢtur, doğan çocuğun adı da “Cumhuriyet”tir diyordu.
Artık “Hakimiyet, bilâkaydüĢart (kayıtsız ve Ģartsız) milletin”di.
Kısa bir süre öncesine kadar Mehmetçik'lerin cepheye gitmek üzere aĢağıdaki istasyon
binasına yürürken:
"Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Ankara'nın dardır yolu
Yunan almış sağı-solu
Gelsin Kemal Paşa Kolu
Korku nedir içimizde bilinmez
Kanlı yazı alnımızda silinmez
Biz var iken, Ankara'ya girilmez."
diye marĢ söyleyerek önünden geçtikleri binada 20:30‟da Cumhuriyet ilan edilmiĢ; hemen
akabinde Gazi Mustafa Kemal 159 mebusun 158‟inin oyuyla CumhurbaĢkanı seçilmiĢ, tek
oyu da kendisi Ġsmet PaĢa‟ya vermiĢti.
O gece Kale‟den yüz bir pare top atılmıĢ, kapılarında kilit olmayan, sadece kapı “çıtlak”larını
halkalara takıp meclis önüne gelmiĢ Ankaralılar coĢkuyla birbirlerine sarılmıĢlardı. Daha
sonra af ilan edildi. Zaten pek hırsızlık olmadığından hapishaneler boĢ sayılırdı. O zamanlar
“Kadınlar Hapishanesi”, Zencirli Cami‟nin arkasında, yıkılıp yerine pembe Mahzeni Evrak
binası yapılan yerdeydi.
O yoksulluktaki bu onurlu ilana Amerikalılar, Ġngilizler gelmemiĢ, Lenin‟in Sovyetler Birliği ise
daveti reddetmemiĢti.
Ġngilizler, Fransızlar, Ġtalyanlar, baĢkentin Ġstanbul olmasında ısrarlıydılar ve büyükelçi
göndermeye yanaĢmıyorlardı. Ancak Gazi‟nin kararlı tutumu neticesinde 1927,1928‟lere
gelindiğinde dirençleri kırılmıĢ, büyükelçileri Ankara‟ya göndermek zorunda kalmıĢlardı.
... ve HALĠL MAKARACI‟NIN ANLATTIKLARI:
HEYKEL
1927 – Ankara;
küçücük bir Cumhuriyet çocuğunun, tamamı Ankara‟da geçen yaĢam çizgisinde ilk “kendi”
anıları – bir baĢka yüzyılda heyecanla anlatacakları oluĢmaya baĢlamıĢtı.
Artık Arnavut kaldırımı döĢenmiĢ olan Hakimiyeti Milliye Meydanı‟nda annesinin elini tutmuĢ,
TaĢ Han ve Karaoğlan ÇarĢısı arasında kocaman bir heykelin inĢaatını izliyordu.
Küçük Halil ilgiyle taĢların sürüklenerek yerlerine taĢınıĢını izlerken, az ötedeki Meclis
binasında Cumhuriyet Halk Fırkası 2. kongresinde, Genel BaĢkan Gazi Mustafa Kemal 15 -
22 Ekim 1927 tarihleri arasındaki toplam 36 saat 31 dakika süren büyük nutkunu veriyor ve
Türk Cumhuriyeti‟ni, Ġstiklali‟ni gençliğe emanet ediyordu.
1 Kasım 1927‟de Gazi ikinci defa CumhurbaĢkanı seçiliyordu.
24 Kasım 1927 PerĢembe günü, Hükümet Caddesi‟nde basılan Yeni Gün Gazetesi‟nin sahibi
Muğla Mebusu Yunus Nadi (Abalıoğlu) Bey‟in de giriĢimleriyle, Heinrich Krippel‟ın yaptığı –
Gazi‟nin “Sakarya” isimli aygırın üzerinde yer aldığı - Zafer Abidesi coĢkulu bir törenle
açılıyordu. Ortalık ana baba günüydü; heykel hazineden para alınmadan, halktan toplanan
paralar, yüzüklerle yapılmıĢtı. O sıralarda Ankara‟nın nüfusu 75000‟di.
Gazi Mustafa Kemal, heykelin yönünün batıya dönük, meclis binalarına bakacak Ģekilde
olmasını istemiĢti.
Ve bu abide o kadar etkilemiĢti ki küçük Halil‟i, bir ömür boyu heykelin detaylarını incelemiĢ,
birikimlerini bambaĢka bir yüzyılda, heykelin dibinde iki gözü iki çeĢme, bana ve oradaki
meraklılara anlatmıĢtı:
Taş Han ile Karaoğlan Çarşısı arasındaki atlı heykelin çevresinde iki Mehmetçik, bir de top
mermisi taşıyan (Kuvayı Milliye deyimiyle) “Kara Fatma” var. Mehmetçik'lerden Taş Han
tarafındaki elini güneşe siper etmiş, Polatlı tarafindan gelebilecek düşmanı kolluyor
O kadar keskin ki gözleri elli metreden ateş böceğini görebilir. Ayağında sekiz delikten bağlı,
ökçesi nalçalı, altı kabaralı Bursa postalı, tozluk yerine sekiz defa sarılmış “dolak”, elinde 7.9
mm’lik Mavzer (Mauser), üzerinde kışlık kaput var.
Yani 9-11 Ocak 1921’deki 1. İnönü ve onu takip eden 23 Mart-1 Nisan 1921’deki 2. İnönü
savaşlarındaki kıyafeti. Mavzerin ucuna kasatura (süngü) takılmış, çünkü göğüs göğüse
çarpışma çok yakın. Başında Alman ordusuyla yapılan alışverişten 1. Dünya Savaşı’ndan
kalma miğfer, göğsünde ise el bombası var.
Kara Fatma, kağnının artık gidemediği yerden itibaren top mermisini kendisi taşımaya
başlamış. Ayağında şaplı çarık (süt danası, koç ya da keçi derisinden yapılan “gön”) , örme
çorap, altında Kocatepe’nin kayaları var. Şalvarı, belinde kuşağı, başında yemeni, üzerinde
göynek. Kolları sıvalı, yakasının dört düğmesi kapalı – altı düğmesi açık – çünkü tepesinde
Ağustos sıcağı, omuzunda Büyük Taarruz’a yetişmesi gereken bir ağır sahra obüs mermisi
var.
Öteki Mehmetçik ise kıtlık şartlarından dolayı zayıf ama Mehmet Akif’in dizelerindeki;
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın...
der gibi göğsünü açmış, eliyle Namazgah Tepesi’ndekileri çağırır gibi.
Namazgah Tepesi şimdiki Numune Hastanesi ve Etnoğrafya Müzesi’nin bulunduğu yerde,
sığır kuyruğu, deve dikeni, ebegümeci, madımak bitkileriyle örtülü bir kırsaldı. Savaşa
giderken askerler, bayramlarda, güneşli cumalarda ahali topluca namaz kılar; bazen de
yağmur duaları yapılırdı.
Sakarya’nın ağzında gem değil, kantarma var. At hırslı; burun deliklerinden, kulaklarının
istikametinden ve ağzındaki kantarmayı terazilemesinden belli - Gazi’den komut bekliyor.
Ancak bir kantarma dizginleyebilir böyle komut bekleyen kuvvetli aygırı. Atta “alabacak” var;
yani ön iki ayakta tırnaktan dize, arka tek ayakta ise tırnaktan dirseğe kadar olan kısım
beyaz. Bir de alnın şakı denen alanda buruna kadar beyazlık var; yani at “aynalı”, ya da
“akıtmalı”.
Mustafa Kemal’in ayağında ise, Canonica’nın Zafer Meydanı’na yaptığı Mareşal üniformalı
heykelinden farklı olarak “kapaklı getir” değil, çizme var.
** ** **
AçılıĢa Gazi‟de gelmiĢti. Yanında sefirler, açılıĢı ve Gazi‟yi görmeye gelmiĢ halk vardı.
Heykelin TaĢ Han‟a bakan yüzünde top mermisi taĢıyan kağnılı, dedeli, neneli, kucağındaki
bebesiyle analı rölyefe bakarak sormuĢtu:
- Bu çocuk neden çıplak, o üĢümez mi?
Bebeğin çulunu, kundağını, yağıĢtan ve havanın rutubetinden etkilenmesin diye arkadaki
kağnının içindeki top mermilerinin kapsüllerinin üzerine örtmüĢlerdi – zaten bir yavru için en
sıcak yer de anasının kucağıydı.
Gazi‟nin gözleri dolmuĢtu. Daha sonra 1932‟de Recep Peker‟in Himaye-i Etfal (Çocuk
Esirgeme) Kurumu‟na bağlı olarak Keçiören Bağları‟nın Kızlarpınarı ve Keçiören Köy
Gazinosu‟nun bulunduğu çevrede açtığı kreĢe Ana Kucağı adı verilecekti.
Heykelin, Darülmuallimin Binası cephesinde, yani Anadolu‟ya erkek öğretmen yetiĢtiren,
birinci meclis zamanında Ankara dıĢından gelen mebusların konakladığı, daha sonra Milli
Eğitim Bakanlığı olarak kullanılan ve her nedense Kasım 1947‟de bir gece tamamen yanan
mektep binası tarafında iki rölyef vardı. Belinde Browning tabancasıyla Gazi‟nin 1 Eylül
1922‟de Ġsmet PaĢa‟lı, Fevzi PaĢa‟lı komutanlara “ilk hedef” Akdeniz‟i iĢaretleyen ve 9 Eylül
1922‟de iĢgalcilerin yakıp yıktıkları Ġzmir‟de denize dökülüĢlerinin rölyefleri.
KurtuluĢ SavaĢı‟mızın ilk Ģehidi Hasan Tahsin‟dir. Ġkinci ama ilk asker Ģehidi ise Hasan
Tahsin‟in Ģehit edildiği 15 Mayıs 1919 günü rıhtımda “Zito (YaĢa) Venizelos” diye
bağırtılamadığı için defalarca süngülenerek Ģehit edilen Miralay (Albay) Süleyman Fethi‟dir.
ĠĢte rölyefteki denize dökülme yeri, Miralay Süleyman Fethi‟nin Ģehit edildiği rıhtımdır.
Krippel‟in yaptığı, bu abide, uzun ve detaylı bir araĢtırmanın ürünüdür. Samani renkteki
taĢları Marmara Adası‟ndan önce gemilerle HaydarpaĢa‟ya, sonra da vagonlarla Ankara‟ya
getirilmiĢtir. Bulunduğu yerde yapılan heykelin tüm yazıları harf devrimi ( 1 Kasım 1928)
henüz yapılmamıĢ olduğundan eski Türkçe, yani Arap harfleriyle kazınmıĢtır.
Heykel açıldıktan sonra, belli aralıklarla Ankara Ġtfaiye TeĢkilatı‟nın önden kurmalı Fiat marka
arazözleriyle getirilen sularla baĢtan aĢağıya yıkanır, çamaĢır sodası ve arap sabunlu doğal
süngerlerle kuĢların pisliklerinden, tozdan temizlenirdi. Ankaralılar heykelin çevresine ne bir
izmarit, ne de bir yemiĢ kabuğu atarlardı. Ulus Meydanı da yazın, günde iki defa arazözlerle
sulanırdı.
Meydandaki Greenwich‟e göre ayarlı ĠĢ Bankası‟nın kumbara Ģeklindeki Longines saati
dakika baĢı tık – tık diye hep bir ileriye atlayacak ve yirmi dokuz sene sonra Halil Bey, bu
sefer annesinin elini tutmuĢ bir çocuk olarak değil, eli tutulmuĢ bir avukat baba olarak yine
Zafer Abidesi‟nin taĢlarının taĢınmasına tanık olacaktı. Abide 1956 yılında Nallıhan‟lı avukat
arkadaĢı eski Ankara Belediye BaĢkanı (içiĢleri bakanlığı da yapmıĢtır) Orhan Eren
zamanında, Ulus Meydanı düzenlenirken ve Ģimdiki Ulus ĠĢhanı yapılırken, on metre kadar
Kızılay yönüne doğru taĢınacaktı. Bu taĢınmada heykel aslına sadık kalınmayarak, biraz
daha yükseltilmiĢti.
OKUL
O sıralar elektrik gelmiĢti; o kandil, oturdukları Hacı Bayram Mahallesi‟ndeki caminin
minaresinde lambalar yanıyordu. Yıl 1928‟di ve çocuk gözleri ilk kez elektrikle tanıĢmıĢtı.
Aslında Ankara‟ya ilk elektrik 1925‟te üretilmiĢti. Havagazının gelmesine daha bir sene vardı.
Evlerine elektrik daha da sonra geldi.
17 Mayıs 1928‟de ikinci Meclis‟in karĢısında, mimarı değiĢince projesi bulunamadığı için
yapılması unutulan giriĢ merdivenleri de tamamlanmıĢ, Ankara Palas açılmıĢtı. 19 Mayıs
1928‟de Afgan Kralı Emanullah Han ve refikası Kraliçe Süreyya, Ankara Palas‟ın ilk konukları
oldular. Ankara Palas‟ın yüz on kaloriferli odası, her birinde de Ericsson marka geyik
boynuzuna benzeyen telefonlar vardı.
1 Kasım 1928‟de Harf Devrimi yapılmıĢ, Latin harflerine geçilmiĢti. Yediden yetmiĢe herkes
yeni harfleri sökmeye çalıĢırken 1929‟da küçük Halil‟i ilkokula göndermeye karar vermiĢlerdi.
Ancak henüz beĢ yaĢında olduğu için okullar onu kabul etmiyordu. Samanpazarı - Denizciler
Caddesi ve 2. Anafartalar Caddesi arasında kalan üçgende Ankara‟nın Musevi
vatandaĢlarının ağırlıklı olarak oturdukları Musevi Mahallesi vardı. Halil‟i bu mahallede,
Sinagog‟un bulunduğu daracık Birlik Sokak‟ın devamındaki Esen Sokak‟ta, babasının ahbabı
maarifci Hüseyin Avni (Çubukgil) Bey‟in “Hususi Bizim Mektep”ine gönderdiler. Kayıt için
fotoğraf çektirmeleri gerekiyordu. Kendini körüklü fotoğraf makinasının karĢısında bulmuĢtu;
civciv çıkacak – kuĢ çıkacak derken siyah örtünün altına saklanmıĢ fotoğrafçı elinde bir
tabaka fotoğrafla çıktı. Alaminut yani seyyar fotoğrafçı, makasla altı küçük fotoğrafı
birbirinden ayırdı, Halil‟in mendilinin her bir katına kuruması için yerleĢtirdi – gerektiğinde bir
daha yapılabilmesi için arabını da (negatifi) verdi
ve okul yolu tutuldu.
BeĢ yaĢındaki bir çocuk her sabah kendi baĢına Hacı Bayram‟daki evinden çıkıyor, yürüye
yürüye Anafartalar Caddesi‟nin sonundan sağa - aĢağıya inerek Sakalar Mahallesi‟ndeki
okuluna gidiyor, Türkiye Cumhuriyeti‟nin ilk Latin harfli eğitimini alıyordu.
Bırakın bir okul servisini, kimsede kol saati bile yoktu. Zil elle sallanarak çalınca okuldan
çıkar, yürüyerek evine dönerdi.
Okul öğretmeni Bedia Hanım‟ın ödevlerindeki baĢarısından dolayı kendisine verdiği cicili bicili
kartları yetmiĢ beĢ sene sonra - 2004 yılında, hala çantasında taĢıyordu.
Denizciler (Bahriyeliler) Caddesi, adını ilk hükümet zamanında o caddeye taĢınan Denizcilik
MüsteĢarlığı‟ndan dolayı almıĢtı. Yıllar içerisinde, Musevi Mahallesi‟nde, belki biraz 1942‟deki
Varlık Vergisi, belki de Ġstanbul‟da 1955‟te yaĢanan 6-7 Eylül olayları nedeniyle göçler olacak
– kalan son Musevi vatandaĢ yaĢlı Sarah‟ın 1994‟te, Sinagog görevlisinin de 2004
Ağustos‟unda ölmesiyle hiç Musevi vatandaĢ kalmayacaktı.
Denizciler Caddesi‟nde Marmara Hamamı‟nın çapraz karĢısında Ġstiklal Ġlk Mektebi, Ģimdiki
Posta Caddesi‟nde ise etrafı borularla çevrili Ġnkilap Ġlkokulu vardı. Daha sonra adı Devrim
Ġlkokulu olarak değiĢtirilien bu okul 1950‟li yılların ikinci yarısında yıkılarak yerine “yürüyen
merdivenli” Modern ÇarĢı yapılacak, yıkılmıĢ bir okul üzerine kurulan bu çarĢı da 24 Aralık
2003‟te tamamen yanacaktı.
Yeni Cumhuriyet‟in yeni baĢkentine akın akın memurlar geliyordu. Bu yüzden had safhada
konut ihtiyacı vardı. Derken babası birinci sınıfın sonunda Hacı Bayram‟daki evi Beypazarlı
terzi Cemal‟e sattı ve Etlik Bağları‟na taĢındılar.
Artık ilkokula Etlik‟te gitmeye baĢlamıĢtı. 23 Aralık 1930‟da gericiler Menemen‟de
ayaklanarak ihtiyat zabiti (yedek subay) öğretmen Kubilay‟ı, bekçi Hasan ve ġevki Efendi‟leri
Ģehit etmiĢlerdi. Bir sene önce Menemen Savcısı olan eniĢtesi Emin Halim (Ergun) Bey‟i
ziyarete gitmiĢlerdi. Gerçi eniĢtesi artık Ankara‟da avukatlığa baĢlamıĢtı ama Menemen artık
bildiği bir yer olduğundan “Menemen‟de bir öğretmeni kestiler”i duyduğunda çok etkilenmiĢ,
çok sorular sormuĢtu kendi kendine; o infiali hiç unutamayacaktı.
Ulus‟tan, Keçiören‟e, Etlik Bağları‟na Ģasi ve motoru ithal edilen, karöseri ağaçtan Bursa‟da
yapılan gri renkte, beĢ, altı ya da sekiz kiĢilik “Kaptıkaçtı”lar yolcu taĢımaktaydı.
Bir de Ġmalat-ı Harbiye‟nin (Makina Kimya Endüstrisi) çalıĢtırdığı on iki, on dört kiĢilik üstü
açık sarı, altı yeĢil, yüksek iki basamakla çıkılan, motoru önden kurmalı olarak çalıĢtırılan,
yolcuları tamamen dolduktan sonra kalkan, halkın EMAYEN dediği Almanya‟dan getirilmiĢ
M.A.N. otobüsler vardı. Sovyetler Birliği‟nden buğday karĢılığı yüz adet alınan ve bilet
ücretleri, tam: 15 kuruĢ, öğrenci: 7,5 kuruĢ olan ZIS marka otobüsler daha sonraları, 1935‟te
gelecekti.
Zis marka otobüslerin karoserlerinin üzerine “Uray Otobüsleri” diye yazılmıĢtı. Uray: Belediye
demekti. “Uray” halk tarafından hiç tutulmamıĢ, kullanılmadığı için zamanla unutulup gitmiĢti.
Uray gibi halk tarafından benimsenmeyip unutulan baĢka sözcükler de vardı:
Kamutay: Meclis
Ġlbay: Vali
Ġlçebay: Kaymakam
Zis‟lerin arkasında Emayen‟lerde olmayan yolcu indirme - bindirme kapısı vardı. Sibirya‟nın
eksi kırk derece soğunda bile tıkır tıkır iĢlediği söylenirdi. Otobüslerin garajı da Sıhhiye‟de,
bugünkü Abdi Ġpekçi Parkı‟nın olduğu yerdi. Bu garaj 1946‟da tamamen yanmıĢtı.
Yollarda, Körük (tek atlı), Fayton (çift atlı), iki kiĢilik Landon (Kupa) at arabalarının dıĢında,
halkın aynen “Dodge”, Ford ve “ġevrole” diye okuduğu, lastik “ebüüüve” (fosford) kornalı
araçlar vardı. ġehir içinde korna çalmak yasaktı.
Ġkinci Meclis Binası‟nın önünde Gazi‟nin Lincoln arabası beklerdi. Az sayıdaki taksinin
numarası (plakası) baĢında daha 06 olmadan sadece T ile baĢlıyor, hususi araçlarınki ise H
ile baĢlıyordu. Ulus Meydanı‟nda hep park etmiĢ iki hususi araç görülürdü. Bir tanesi Vehbi
Koç Apartmanı‟nın önündeki tel tekerlekli bir Ford, öteki de ĠĢ Bankası Genel Müdürü‟nün
otomobiliydi. Hacı Bayram‟da babasının arkadaĢı (ıspanağın oğlu) Dr. Hüseyin Ertuğrul‟un
tenteli, tel tekerlekli 1927 model Ford‟u, Etlik yıllarından da Bursa Mebusu Muhittin Baha
(Pars) Bey‟in tel tekerlekli, tek kapılı otomobili zihninde yer etmiĢti.
Benzin satıĢı 1928‟den itibaren ĠĢ Bankası ve Meydan Palas‟ın yanında, kollu tulumba ile
çekilen iki galonluk cam ĢiĢelerle vasıtalara satılırdı. Asfalt 1933 yılına kadar sadece BaĢ
Vekalet önünde (eski Maliye Bakanlığı), o da binanın uzunluğu kadar vardı.
Ankara Kale‟sinin kapısında Ģimdi kaderine terkedilmiĢ, viran bir saat kulesi vardır. O saat
kulesi Abidin PaĢa‟dan (1886-1894) önceki Vali Sırrı PaĢa zamanında yapılmıĢtı. Strazburg
yapımı saatin bir metre çapındaki dövme zili vurduğu zaman sesi Etlik‟ten de, Çankaya
Bağları‟ndan da duyulurdu. Ramazan topu da Kale‟den atılır, Ankaralılar iftarlarını açarlardı.
Saat Kulesi‟nin istasyon tarafına bakan yüzüne “Ankara‟nın AĢağı Yüzü”, Hüseyin Gazi ve
Ġdris Dağı‟na bakan yüzüne ise “Ankara‟nın Yukarı Yüzü” denirdi.
Saat Kulesi‟nin dibindeki At Pazarı‟na, daha aĢağılardaki Koyun Pazarı‟na ve
Samanpazarı‟na çevre köylüler alıĢ veriĢe geliyordu. Atlarını, eĢeklerini Ģimdi otomobilleri
otoparklara bırakır gibi Pilavoğlu Hanı‟na, Çukurhan‟a, Çengel Han‟a bırakıyorlar, bir yandan
alıĢveriĢlerini yaparlarken hayvanlarının bakımları yapılıyordu. Kimbilir belki de Ģimdi
kullandığımız “değnekçi” lafı o zamanlardan kalmaydı. Develer, kömüĢler, inekler, öküzler,
camuzlar da han ve civar sokakların gelip geçenleri arasındaydı. ġu anda restore edilmekte
olan Çengel Han‟ın içinde, Koçzadeler‟in ilk dükkanları yer almaktaydı. Saat beĢe gelirken
evli evine, köylü köyüne giderdi.
SU
Ankara susuzluğuyla meĢhur bir Ģehirdi, sokaklarında su taĢıyan sakalar dolanırdı.
Ankaralılar suyu sokak çeĢmelerinden ya da kuyulardan sağlardı. Dut ve kavak suyun
iĢaretiydi ve kuyular genellikle bu ağaçların olduğu bölgelerde bulunuyordu.
Ġmkanı olanlar, Ayvalı‟da Hayat Suyu, Yalçınkaya Suyu, Dutlu Suyu ve TaĢyaran Suyu
membağlarından çinko kapaklı tenekelerle, varilli arabalarla su temin ediyor, Ġstanbul‟dan
ĢiĢelerle TaĢdelen Suyu, Ġzmit‟ten de Çene Suyu geliyordu.
Gazi Mustafa Kemal‟in asıl adı Cankaya olan ama Çankaya olarak tanımlanan bağlardaki evi
Can Membağı‟nın yakınındaydı. Bu membağın suyu aĢağılara, Ģimdiki Sheraton Oteli‟nin
karĢısındaki vadiden akardı; kıĢın ve yağıĢlı havalarda Kavaklıdere‟de oluĢan dere
yatağından Ġncesu‟ya karıĢırdı.
Evlerdeki çeĢmelere su 1936‟da geldi. Nafia Vekili (Bayındırlık Bakanı) Ali Çetinkaya
zamanında, Türkiye Cumhuriyeti‟nin “ilk” barajı, altı milyon lira harcanarak Aydos
Yaylası‟ndan gelen Çubuk Çayı üzerine kurulmuĢtu. Halil Makaracı, kırk metre
yüksekliğindeki baraj bendinin betonunun iki tepe arasına çekilmiĢ teleferikle dökülüĢüne
1934‟te tanık olmuĢtu. Tepelerin tekine nedense Alman Tepesi dendiğini de hatırlıyordu.
Ankara‟ya 1929 -1946 yılları arasında hem belediye baĢkanı, hem de vali olarak çok büyük
hizmetlerde bulunmuĢ olan Nevzat Tandoğan, Çubuk Barajı‟ndan Ģehre borularla su
gelmesini sağlamıĢ, bir damla suya muhtaç Ankaralıları suya kavuĢturmuĢtu.
10. YIL
Cumhuriyet‟in 10. Yılı‟nda büyük bir coĢku havası hakimdi. On yılda her savaĢtan açık alınla
çıkılmıĢtı. Ankaralılar henüz Hipodrom yapılmadığından ikinci TBMM‟nin önüne yapılacak
tören için toplanmıĢlardı. Hipodrom, ana giriĢinde bugün de asılı olan mermer tabelada
yazdığı gibi “Ankara Vilayeti Hususi Ġdaresi” tarafından 1934 -1936 yıllarında yaptırılacaktı.
19 Mayıs Stadyumu ise 15 Aralık 1936‟da hizmete girecekti.
29 Ekim 1933‟te ikinci TBMM binasının hemen önüne seyyar tribünler yapılmıĢ, tüm
Ankaralılar coĢkuyla Ankara Palas‟ın önüne toplanmıĢtı. Ulus‟tan istasyona doğru akın akın
öğrenciler, askerler, izciler, hukuk mektebi talebeleri, onluk toplar, süvariler, trampetliler,
efeler, askeri birlikler, piyadeler, topçular ve o günkü levazım birlikleri Gazi‟ye selam vererek
geçit yapıyor ve küçük Halil hayatında ilk defa uzaktan Gazi‟yi görüyordu.
Gazi yakasında beyaz mendili, siyah smokini ile kürsüden coĢkuyla sesleniyordu:
“... KurtuluĢ SavaĢı‟na baĢladığımızın on beĢinci yılındayız.
Bugün Cumhuriyet‟imizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!...”
Küçük Halil bir daha Gazi‟yi, 10 Haziran 1934‟te, istasyonda Ġran ġahı Rıza Pehlevi‟yi
karĢılarken görecekti.
Kutlamalar sırasında Ankara Palas, Ulus Meydanı üzerindeki semada Vecihi (HürkuĢ) Bey
baĢında meĢin baĢlık, gözünde gözlük, tek kanatlı (satıhlı) uçağıyla takla atarak gösteri
yapıyor ve eliyle aĢağıya vecizeler yazılı biletler atıyordu.
O alkıĢlar,
o gözyaĢları,
o güzelim 10. Yıl MarĢı,
o güzelim 10. Yıl Kutlamaları bir ömür boyu unutulamayacaktı.
ORTAOKUL
Ortaokula KurtuluĢ‟ta baĢlamıĢtı. Okula gelebilmek her sabah, sefertasında pekmez eksik
olmayan arkadaĢı Mehmet Tek‟le birlikte Etlik‟ten Ulus‟ta iniyor, Ulus‟ta kaptıkaçtıyı kaçırırsa,
Ġbadullah Cami - Tacettin Sultan‟a kadar yürüyüp derse yetiĢiyordu. ġimdiki Dikimevi‟nin
olduğu yerde Gedikli ErbaĢ Okulu, az ilerisinde de Musiki Muallim Mektebi vardı.
Bir yıl sonra okulunu değiĢtirdi. O yıllarda Anadolu‟da muazzam bir öğretmen açığı vardı.
Çok seri Ģekilde Anadolu‟ya koĢacak öğretmenler yetiĢtirilmeliydi. 1926 yılında Konya‟da
kurulmuĢ olan iki yıllık “Orta Muallim Mektebi” 1929‟da Ankara‟ya, Ģimdiki Gazi Üniversitesi
Rektörlüğü‟nün olduğu yere taĢınmıĢ. Mimar Kemalettin Bey‟in eseri yeni binada “Gazi
Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” adı altında, lise ile birlikte eğitim vermeye baĢlamıĢtı.
Daha sonra lise kısmı Gazi Muallim Mektebi‟nden ayrılarak Galatasaray Lisesi ayarında
olabilmesi arzusuyla Gazi Lisesi olarak 1936‟da Hergelen (Hergele ya da Ġtfaiye)
Meydanı‟ndaki yeni binasına taĢınacaktı. Muallim Mektebi ise “Gazi Orta Öğretmen Okulu ve
Eğitim Enstitüsü” adı ile yerinde eğitime devam edecekti.
Bu arada 21 Haziran 1934‟te 2525 numaralı Soyadı Kanunu çıkmıĢtı. 24 Kasım‟da Gazi
Mustafa Kemal‟e “Atatürk” soyadı TBMM tarafından takdim edilmiĢti. KurtuluĢ‟taki
ortaokulundan gelen artık Makaracı soyadını taĢıyan küçük Halil, Gazi‟yi meclis binasındaki
toplantıdan (inikat) çıkarken görebilmek umuduyla Ankara Palas‟ın “altı buçuk basamaklı”
merdivenine çıkmıĢ bekliyordu. Derken hava kararmaya baĢladığı için, Gazi‟yi göremeden
Etlik‟e dönmek zorunda kalmıĢtı.
Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Gazi Lisesi‟nin yeni binasına taĢınmadan
önceki öğrencilerindendi.
Halil Makaracı, üç numara traĢı – aynı Gazi gibi körüklü bağlanmıĢ kravatıyla Gazi Lisesi‟nin
yeni binasının ilk öğrencilerindendi. Ġsmet Ġnönü‟nün oğlu Ömer‟de aynı okulda orta 2‟ye,
Erdal Ġnönü ise orta 1‟e gidiyordu.
Bugün, Yüksek Ġhtisas Hastanesi‟nin bulunduğu yerde, babası Ziya Makaracı‟nın 1902‟de
mezun olduğu TaĢ Mektep (Ankara Erkek Lisesi) bulunuyordu. TaĢ Mektep‟in batısındaki
gayri müslim mezarlığı “MaĢatlık”ın yerine 1936‟da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi
kurulmuĢtu. TaĢ Mektep‟in ismi 1938‟de Atatürk Lisesi olarak değiĢecek, 1940‟lı yıllarda da
yeni binasına taĢınacaktı.
Halil Makaracı, 31 Mayıs 1937‟de Gazi‟yi, 30 Ocak 1937‟de açılmıĢ olan yeni Ankara
Garı‟nda, bu sefer Ürdün Emiri Abdullah‟ı karĢılarken, hem de çok yakından görmüĢtü.
Gazi‟yi bir daha ve son defa 29 Ekim 1937 tarihinde resmi geçit için Hipodrom‟a gelirken ve
tribündeki yerini alırken görecekti. Ondan dört gün önce Celal Bayar baĢbakan olmuĢtu.
1938 geldiğinde Gazi hasta, hem de çok hastaydı. 23 Nisan törenlerinde Atatürk Orman
Çiftliği‟ne götürülen öğrencilerden Hatice Kıratlı‟dan yıllar sonra dinliyordum:
Sağır Dilsizler Okulu öğrencileri mavi formaları ile akordeon çalıyorlardı. Derken Atatürk
manevi kızı Ülkü ile belirmişti. Ülkü beyaz elbisesiyle tavşanları seviyordu.
Bütün öğrenciler el çarpıp,
- Çok yaşa Atatürk diye bağırıyorlardı.
Hayatı boyunca bir daha böyle güzel mavi göz göremeyecekti küçük Hatice. Ata‟nın
gözlerinde öyle bir ıĢık vardı ki; camgöbeği gibi, buğulu maviydi. Ama sapsarıydı benzi. O
sarılığı da hiç unutamayacaktı. Atatürk‟ü görebildiği için bir ömür boyu kendisini hep çok
Ģanslı hissedecekti Hatice Hanım.
Halil Makaracı 1938 sonbaharında her sabah Gazi Lisesi‟ne giderken Ulus Gazetesi alıyor,
sınıf arkadaĢlarına Ata‟nın sağlık durumu ile ilgili son geliĢmeleri, günlük tıp raporunu, nabız,
kan, idrar değerlerini okuyordu. Ata‟nın karın boĢluğundan asidoza bağlı devamlı su
alınıyordu. Hastalığının son dönemlerinde karnından alınan su miktarı otuz iki litreyi
bulmuĢtu.
10 Kasım 1938 günü öğleye doğru kara haber geldi;
Ata ölmüĢtü...
Bütün öğrenciler Ulus‟taki heykele koĢtular; hep bir ağızdan “ATAM ĠZĠNDEYĠZ” diye
bağırıyorlardı.
Babasını, Ata‟sını, büyük önderini kaybetmiĢ bir ulus hep birlikte (bu satırları yazarken benim
de olduğum gibi) iki gözü iki çeĢme ağlıyordu.
BĠR EDEBĠYAT SINAVI
1941‟de Gazi Lisesi‟ndeyken bir yıl önce Köy Enstitüleri‟ni kuran Milli Eğitim Bakanı Hasan
Ali Yücel, üzerinde kruvaze ceket, kırmızı “9” plakalı Cadillac Lasalle makam aracıyla Gazi
Lisesi‟ne gelmiĢti. Sınıflarındaydı; edebiyat hocaları kemençe üstadı, daha sonra Ankara
Radyosu Müdürlüğü de yapacak olan RuĢen Ferit Kam‟dı.
Hasan Ali Yücel, yanında Hıfzı Rahman RaĢit Öymen, ReĢat Tardu ile birlikteydi. Gür sesiyle
öğretmenlerine seslendi:
- RuĢen Beyyyy; hangi öğrenciyi isterseniz kaldırabilirsiniz!
Halil Makaracı‟yı öğretmenleri çok severlerdi. Kuvayı Milliyeci coğrafyacı Edip Öymen ne
zaman harita yırtılsa onu çağırır, o da zamkıarabi ile haritayı yapıĢtırırdı.
RuĢen Bey‟de sınıfa döndü:
- 956 Halil Makaracı; kalk ayağa!
diye seslendi.
Rappppp...
Halil Makaracı, saçlar yine üç numara, kravat 2004 yılında da aynı Ģekilde bağlayacağı gibi
yine körüklü, ayakta “hazır ol”daydı.
Hasan Ali Yücel, ġair-i Azam Abdülhak Hamit‟i soruyor, Halil‟in cevapları divan edebiyatı,
tanzimat edebiyatı, serveti fünun, fecri ati‟den baĢlayıp, Abdülhak Hamit‟in Belçikalı eĢi
Lucienne‟e kadar gidiyordu.
Bakan elini sıktı, çok hoĢuna gitmiĢti;
Siyah Cadillac‟ının lastikleri bahçede ve Halil‟in belleğinde silinmez izler bırakarak Gazi
Lisesi‟nden ayrıldı.
Ġkinci Dünya SavaĢı kapımızı çalarken bütün okullar 10 Nisan 1941‟de erkenden tatil edildi;
neler olacağı kestirilemiyordu.
HUKUK FAKÜLTESĠ
Derken Hukuk Fakültesi yılları geldi. Mektebi Hukuki ilk olarak 5 Kasım 1925‟te Hükümet
Meydanı‟ndaki eski Telgrafhane binasında Gazi Mustafa Kemal‟in:
- Cumhuriyetin müeyyidesi olacak bu müessesenin küĢadında hissettiğim saadeti hiç bir
teĢebbüsümde duymadım sözleriyle açılmıĢtı.
Eski Telgrafhane binası 1890'larda Abidin PaĢa zamanında inĢa edilmiĢ ve KurtuluĢ SavaĢı
sırasında bütün civar vilayetlerle ve diğer bölgelerle iletiĢimi sağlayarak çok önemli bir rol
oynamıĢtı.
Mektebi Hukuki‟nin 1925‟teki müderrislerinden (profesörlerinden) Münir (Ertegün) Bey‟in
cenazesi yirmi bir sene sonra Washington Büyükelçisi olduğu Amerika BirleĢik
Devletleri‟nden, Japonya‟nın kayıtsız Ģartsız teslimiyeti imzaladığı, nice Kamikaze‟nin çakılıp
batıramadığı dev Missouri gemisiyle Türkiye‟ye gönderilecekti. Aslında Missouri‟nin geliĢi
Joseph Stalin‟e bir gözdağıydı. KarĢılama için gönderilen Hukuk Fakültesi öğrencilerinden
birisi de, geminin karton kibrit kutusunu elli sekiz senedir saklayan son sınıf öğrencisi Halil
Makaracı olacaktı.
1940‟ta Opera‟nın karĢısındaki Ġller Bankası‟nın yanında bulunan çıkmaz sokaktaki binaya
taĢınmıĢ, 1941‟den itibaren de Ģu anda bulunduğu Cebeci‟deki binasında eğitime devam
etmiĢti. Halil Makaracı fakülteye 1942‟de yeni binanın ikinci senesinde baĢlamıĢ, kendisini
ordinaryüs profesörlerin karĢısında dizinin üzerindeki defterlere notlar tutarken bulmuĢtu.
BoĢ zamanlarında küçüklük arkadaĢı Muzaffer Akdağ ve Setter cinsi köpeği Can ile
avlanmak için, Kurt Ġni (Ģimdiki Yenimahalle verici antenlerinin Ayvalı‟ya doğru uzantısı), Kurt
Ġni‟nin son tepesi Cin Kalesi, Memlik, Ġvedik, Pamuklar Çiftliği, Yakacık, Kumludere,
Damlamaz, Ovacık (KarĢıyaka Mezarlığı sırtları) Meteoroloji‟nin olduğu KarakuĢ Dağı‟na ya
da Uğur Mumcu‟nun dedesi Ethem Efendi‟nin Ayvalı‟daki bağına gidiyorlardı. Bazen de Tıp
Fakültesi‟nden arkadaĢı Oktay Uygur‟la Borsalino Ģapka ve en Ģık giysileriyle Ulus‟ta
turluyorlardı.
O sıralar Ġkinci Dünya SavaĢı devam ediyordu. Geceleri karartma uygulanıyordu. Ekmek
karneyleydi; memurlara Ģeker, basma veriliyordu. Milli Korunma Kanunu yürürlükteydi ve
malların fiyatları sabit kalmak zorundaydı. Liseli erkek öğrenciler okullar tatil olduğunda
kıĢlalarda akĢam olunca evlerine gönderildikleri yirmi günlük bir askeri eğitimden geçiyorlar;
yüksek okul öğrencileri ise bu yirmi günlük eğitimi bazen kıĢlalarda, bazen de çadırlarda
yatarak tamamlıyorlardı.
ĠĢte böyle bir ortamda Hindenburg‟un zamanında baĢbakanlık yapmıĢ Von Papen,
Kavaklıdere‟deki Nazi Bayrağı dalgalanan Alman Sefareti‟nde Hitler‟in büyükelçisi olarak
bulunuyordu. 1942‟de Von Papen bombalı bir suikastten kurtulmuĢtu. Makaracı, Emin
YoldaĢ‟ın hakim olduğu, Pavlov ve Kornikof isimli sanıkların yargılandığı suikast davasını
izleyen genç bir Hukuk Fakültesi öğrencisiydi.
Aslında çocukken 7 Mart 1927‟de kapatılmıĢ Ġstiklal Mahkemesi‟nin önünden az mı geçmiĢti.
Ġstiklal Mahkemesi, Anafartalar Caddesi‟nin KurĢunlu Cami ve Samanpazarı‟na yakın
kısmında, Ģu anda 95 numara ile hala yerinde, bakıma muhtaç bir ikametgah olarak
kullanılan eski Ankara evindeydi. Ġstiklal Mahkemesi savcı ve üyelerinin çoğunun adının "Ali"
olmasından dolayı "Dört Ali‟ler Mahkemesi" olarak da anılırdı (Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Necip
Ali Küçüka, Rize Mebusu Ali). Mahkemede Dr. ReĢit Galip gibi Meclis‟ten de üye bulunurdu.
Ağır Ceza mahkemelerinde verilen idam cezaları açıkta infaz edilirdi. 1933‟te henüz dokuz
yaĢındayken babasının Karaoğlan Caddesi‟ndeki aktar dükkanına geldiğinde, Hükümet
Caddesi‟ndeki Kuyulu Kahve‟nin çapraz köĢesinde, Ģimdi Ulus Oteli olan, o zamanki
Anafartalar Karakolu‟nun önüne kurulan darağacına asılmıĢ üç mahkümu, babasından gizli
görmeye gitmiĢ – güler yüzlü bir polisin:
- Yeğenim çok baktın, sonra gece uykuna girer...
sehpaların yanından uzaklaĢmıĢtı.
uyarısıyla gıcır gıcır gıcırdayan
Nazım Hikmet‟in Kuvayı Milliye Destanı‟nın Dördüncü Bap‟ında ihtiyat zabiti olarak cepheye
gitmek üzere olan öğretmen Nurettin EĢfak'ın mektup yazdığı Kuyulu Kahve, 1940‟ta
yıkılacak, yerine yıllar sonra üzerine uçak düĢecek Ticaret Han yapılacaktı.
Hukuk Fakültesi yıllarında Ankara‟daki bir önemli değiĢiklik de Ulus ile YeniĢehir (Tosbağa
Yatağı) arasındaki sivrisinek yuvası Boklu Bostan olarak tanımlanan alana yapılan Gençlik
Parkı‟ydı. Boklu Bostan‟da, “kokaryakıt” olarak tanımlanan tezek de kurutulurdu.
Ankaralılar Gençlik Parkı yokken, halka açık olan, havuzunda kırmızı balıkların yüzdüğü,
Ġkinci Meclis binasının yemyeĢil bahçesine giderlerdi.
Bu arada gecekondulaĢma da baĢlamıĢtı. Kale‟nin karĢısındaki, Timur‟un Yıldırım Bayezid‟i
beklediği, yakın bölgenin en yüksek rakımlı yeri olan Hıdırlık (Hızırlık) Tepe (Altındağ), bir
gecede yapılan derme çatma evlere ve önüne kuruluveren ip salıncaklara sahne oluyordu.
Salıncak, evde “yaĢandığının” kanıtı oluyor, mesken hüviyetiyle dokunulmazlık zırhı ortaya
çıkıyordu. Uyduruk tuvaletler, salıncaktan sonra, ilaveten yapılıveriyordu.
Bu arada “asri” kelimesi furyası almıĢ baĢını gitmiĢti. “Asri”, berberinden, lokantasından yeni
yapılan Cebeci Mezarlığı‟na kadar oldukça yaygın kullanılırken Anafartalar Caddesi‟nde,
Çıkrıkçılar YokuĢu‟nun baĢına, caddenin tam ortasına, yerin altında kalan bir de “Asri Hela”
inĢa ediliyordu.
Daha sonra 1946 - 1947 yıllarında askerlik, ardından avukatlık stajı, bir avukat olarak daha
güzel konuĢabilmek için duruĢma günlerini ayarlayarak devam ettiği Dil, Tarih ve Coğrafya
Fakültesi‟ndeki iki sene edebiyat, iki sene felsefe tahsili ve kırk yıl sürecek serbest avukatlık
yılları geldi.
1950 ve sonraki yıllar, daha iyi bilinen ve anlatabileni çok olan yıllar olduğu için burada
kısaca değiniyorum. 1950‟ler ve sonrası Kızılay‟ını http://www.ergir.com adresindeki “Piknik”
yazısında detaylı olarak yazmıĢtım.
1956 -1958 yılları arasında Cebeci ve Keçiören okullarında gönüllü öğretmenlik yapmıĢ –
Ulus, Akis, Hürses gibi gazetelere gerek haber olmuĢ, gerekse yazılar yazmıĢ, pek çok
önemli davada mesleğini icra etmiĢti.
Alkol muayenelerini polis memurlarının “sürücünün ağzından çıkan nefesi, bizzat burunlarıyla
koklayarak” yaptıkları dönemlerde, bu kontrollerin çağdaĢ aygıtlarla yapılabilmesi için Trafik
Mevzuatı çalıĢmaları, içinde “kelepçenin takılma Ģartları”yla ilgili çok kapsamlı araĢtırmaların
bulunduğu etüdleri olmuĢtu. Türk Hukuk Kongresi‟ne “Hukuk ve Adalet Reformu Tebliği”ni
sunmuĢ, Yüksek Trafik Konferansı‟nda Trafik Mahkemeleri hususunu, dile getirmiĢti. Ankara
Barosu Dergisi‟nde de yıllarca yazıları yayınlanmıĢtı.
Halil Makaracı, 1953‟te sevgili eĢi Gönül Hanım‟la hayatını birleĢtirmiĢti. 24 Temmuz 1952‟de
Kınacı Han‟da kuyumculuk yapan ortaokuldan sınıf arkadaĢı, Ahmet Ġsvan‟ın da sıra
arkadaĢı Kevork Kayzak‟ın yaptığı alyansları bir daha çıkartmamak üzere parmaklarına
takmıĢlardı. Alyansların manevi değeri, içlerine kazınmıĢ olan “24 Temmuz” tarihinin, 1923‟te
imzalanan Lozan AnlaĢması ile aynı tarih olmasından dolayı da çok yüksekti.
1 Ekim 1943‟te çekilmiĢ bir fotoğrafta, Halil Makaracı, Karaoğlan ÇarĢısı‟nın önünde
Borsalino Ģapkasıyla yürürken, 26 Temmuz 1943 tarihinde tam aynı noktada çekilmiĢ bir
baĢka fotoğrafta, yedi yaĢında bir kız çocuğu annesinin elini tutmuĢ yürüyordu. Bu iki fotoğraf
on yıl sonra Makaracı Ailesi‟nin albümünde bir araya gelecekti, çünkü fotoğraftaki o küçük
kız, bir ömür seveceği, kızları AyĢe ve Ferda‟nın annesi olacak Gönül DemirtaĢ‟tan baĢkası
değildi.
NURETTĠN ALPTEKĠN – YENĠMAHALLE
Yazımın bu bölümünde kısaca Anafartalar Caddesi‟nin tarihi kolonyacısı Eyüp Sabri
Tuncer‟in damadı Nurettin Alptekin‟in anlattıklarına da yer vermek istiyorum. Eyüp Sabri,
Adliye Sarayı‟nın tam karĢısında Gazi Mustafa Kemal‟in Selanik‟ten çocukluk ve silah
arkadaĢı Nuri (Conker) Bey‟in Sakarya Apartmanı‟ndaki dükkanında 1927‟de tuhafiyeci
olarak kiracıydı.. ĠĢler kötü gittiğinde Nuri Bey kirayı ya eksik alır, ya da hiç almazdı. Gazi,
zaman zaman Nuri Bey‟le apartmana gelir, en üst katta yemek yerler, ileride Anıt Kabir‟in
bulunacağı Rasathane Tepesi‟ne (Anıttepe) bakarak sohbet ederlerdi.
Nurettin‟in babası Selanik göçmeni Mustafa‟ydı. Mustafa, Hamza ve Bahri kardeĢler,
Pamuklar Çiftliği‟nin sahipleriydi (Gazi Orman Çiftliği için istimlak çalıĢmaları yapılırken
buğday eken Mustafa, Gazi‟nin dikkatini çekmiĢ, yanındaki tapu müdürüne:
- ġu köylü bizim Dobruca köylülerine ne kadar benziyor
demiĢti.
Gazi, Mustafa‟ya arazilerinin sınırını sormuĢ, Mustafa „da Akmaz ÇeĢme‟den Ģimdi
Yenimahalle verici antenlerinin yer aldığı tepeye kadar olan araziyi göstermiĢti ve istimlak,
Pamuklar Çiftliği sınırına, yani Ģimdiki Ġvedik Caddesi‟ne kadar yapılmıĢtı.
1940‟lı yılların sonunda konut sıkıntısı had safhaya ulaĢmıĢ, yeni gelen memurlara ahırdan
bozma evler kiralanırken 1948 -1950 yılları arasında Ankara Belediye BaĢkanı olan Ragıp
Tüzün, metrekaresi 17 kuruĢtan Pamuklar Çiftliği‟ni satın almıĢ, alt yapı çalıĢmalarını bitirmiĢ
ve metrekaresi 1 liradan halka konut yapabilmeleri için parselleyip satmıĢtı. Ucuz Arsalar
olarak adlandırılan bu yeni mahalle, daha sonra Yenimahalle adını alarak Ankara‟nın önemli
bir yerleĢim merkezi haline gelecekti. Daha sonra Yenimahalle‟nin troleybüs hattı boyunca
kalbinden geçen ana caddesinin adına da Ragıp Tüzün Caddesi adı verilecekti.
DÜKKANLAR
Halil Makaracı, Karaoğlan Caddesi‟nin baĢından, Anafartalar‟ın en sonuna –
Samanpazarı‟ndaki Esen Park‟a kadar olan tüm dükkanların tek tek ve sırasıyla, sayfalar
tutan uzun listesini oluĢturmuĢtu.
Birinci, Yenice, Serkldoryan, Boğaziçi, Yaka, Ġsmet Sigarası, Hanımeli gibi sigaralar satan
tütün giĢesi, Yahya Kemal‟in her Ankara‟ya geliĢinde mutlaka uğradığı Ġstanbul Pasta Salonu
ve Çay Evi, Arnavutluk‟tan göç ettikten sonra baĢlangıçta seyyar olarak ibrikle “hani ya
boooza?” diye seslenerek boza, demirhindi, Ģıra satan Muharrem Akman‟ın, kardeĢi Vahap
ile birlikte açtıkları Akman Boza Salonu, Bonomo Hırdavat, MenekĢe KumaĢ, hırdavatçı Aron
Araf, Atatürk‟e ayakkabı yapan kunduracı Haim Kohen, yeĢil zeytini ilk defa orada gördüğü
Ankara‟daki ilk mandıra Bursa Pazarı, Süslen Manifatura, (babası) Ziya Makaracı‟nın aktar
(attar) dükkanı, Apa Kundura, Rehber Mağazası, Yüz Bir ÇeĢit Ayakkabı, Kuyumcu Zeynel,
Ġnci Terlik, Akalın Kundura, Eyüp Sabri Tuncer Kolonya, Singer DikiĢ Makinaları
Kumpanyası, Akasya Tuhafiye, Foto Rıdvan (Kırmacı), dondurmanın vejetalin yağıyla
yapılarak ilk defa kesilerek satıldığı Akalın Pasta Salonu bu uzun listeden seçtiklerim.
Asıl adı “kalenin altı” anlamına gelen “Tahta‟l - Kal‟a” olan ama “Tahtakale” olarak anılan
Suluhan‟dan Belediye‟ye kadar olan çarĢı ise (hal civarı) bir “yangınlar Ģehri” olan Ankara‟da
daha 1929‟da tamamen yanıp tarihe karıĢmıĢtı. Suluhan ise Posta Caddesi inĢaatı
sonrasında yol seviyesinin oldukça altında kalmıĢtı. Ankara, tarihinin en büyük yangın
felaketini “32 Yangını” olarak anılan (Hicri 1332) 1917‟de yaĢamıĢ, Hisarönü‟nden Bent
Deresi – Tabakhaneye kadar yapı ustası ya da kuyumcu Ermeni‟lerin de oturduğu çok geniĢ
bir yerleĢim bölgesi yanıp kül olmuĢtu.
Merkez Bankası‟nın yanında Ģimdiki 100. Yıl ÇarĢısı‟nın olduğu yerde, bol akasya ağaçlı
ġehir (Millet) Bahçesi 1933‟te yıkılıp yerine tek katlı Muhasebei Hususiye (Özel Ġdare) ÇarĢısı
yapılmıĢtı. Bu çarĢıda yer alan ve bir kültür merkezi olan Akba Kitabevi‟ni, Hacı Bekir, Osman
Nuri Ģekercilerini, Merkez Bankası tarafındaki Ġnebolu Sokak ile Bankalar Caddesi‟nin
kesiĢtiği köĢede bulunan “Karpiç‟in ġehir Lokantası”nı da bu satırlara eklemeliyim.
Karpiç‟in Cumhuriyet Ankara‟sında apayrı bir yeri vardır. Gazi‟nin emriyle Ġstanbul‟dan
Ankara‟ya taĢınıp 1928‟de TaĢ Han‟da açılan Gürcü Karpiçesko‟nun lokantası, daha sonra
1933‟te Muhasebei Hususiye ÇarĢısı‟na taĢındı.
Süleyman Kazmaz‟ın anlatımıyla; Ankaralılar “Borç Çorbası”nı Karpiç sayesinde tanımıĢtı.
Karpiç, polikacıların, gazetecilerin, diplomatların uğrak yeriydi. Macar asıllı DarvaĢ kemanıyla
Çigan Müziği çalardı.
Karpiçesko çok sevilir ve “baba” lakabıyla anılırdı. 1953‟teki ölümüne kadar Karpiç,
Türkiye‟nin en iyi ve standartlarına göre en ucuz lokantası olarak kaldı.
Cumhuriyet dönemi Ankara‟sının lokantalarında diğer “ilk”ler ise;
sahibi, Halil Makaracı‟nın diğer eniĢtesi Mustafa Çizmecioğlu olan ve 1956‟da yanan Zevk
Lokantası, Cumhuriyet Yıldız, Turan Tavukçu, Çiçek ve Karadeniz olarak sayılabilirdi.
Sinemalara gelince; ġehir (Millet) Bahçesi‟nin istasyon tarafına yakın kısmında 1928 yılında
yanan, arada çocuklara tiyatro da oynatan ahĢap bir sinema vardı: Büyük Sinema. Sinemayı
iĢleten Ġstanbul‟dan gelen Mümtaz Hanım ve kızı ġeref Hanım, Halil Makaracı‟ların Hacı
Bayram Mahallesi‟ndeki ikinci evlerinin kiracılarıydı.
TaĢ Han‟ın yanında Yeni Sinema vardı. ĠĢ Bankası‟nın çapraz karĢısında, Ģimdiki Rüzgarlı
Sokak‟ın köĢesinde ise Haziran 1941‟de Ken Maynard ve atı Tarzan‟ın otuz altı kısım tekmili
birden kovboy filmi oynarken yanan Kulüp Sineması vardı. Yangın, Halil Makaracı‟nın
seyretmeyi çok istediği bu filme henüz gidemeden çıkmıĢtı. Ġkinci Anafartalar Caddesi‟ndeki
Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme Kurumu) Binası yanındaki Sus Sineması, Denizciler
Caddesi üzerindeki Sümer Sineması da Makaracı‟nın “sinemalar” listesindeki yerlerini
almıĢlardı.
Yeni Sinema çok güzel bir sinemaydı. TaĢ Han‟ın Zencirli Cami tarafına doğru komĢusu olan
bu iki katlı binadaki sinemanın deniz mavisi renginde geniĢ koltukları, arkalarında da localar
vardı. Bir de Gazi Mustafa Kemal için ayrılmıĢ özel bir Reisicumhur Locası vardı. Yeni
Sinema 1956‟da Ulus ĠĢhanı ve çevre düzenlemesi yapılırken yıkıldı. Yapının sağlamlığından
ötürü bu yıkım çok zor yapılabilmiĢti.
Yeni Sinema‟nın giriĢinin yanındaki Longines Saat Dükkanı‟nın vitrininde Greenwich‟e göre
ayarlı bir saat bulunur, gelip geçenler saatlerini ona göre ayarlardı.
Az ötede de, Tayyare Piyango Bileti satan ilk hanım bilet giĢecisi Müzeyyen Abla vardı.
KAÇIN BARAJ TAġTI; ANKARA SULAR ALTINDA KALACAK!..
11 Eylül 1957‟de, Elmadağ ve idris Dağı‟na ikindi üzeri büyük bir dolu yağıĢı olmuĢtu. Bu
doluların erimesiyle Hatip Çayı tarihte görülmemiĢ bir seviyeye yükselmiĢ, Ankara sel
felaketine maruz kalmıĢtı Köylerden, KayaĢ‟tan, Mamak‟tan ve o havaliden gelen selle
Cebeci, Bent Deresi, Kazıkiçi Bostanları, Akköprü Civarı, Mezbaha‟nın bulunduğu bölge ve
Atatürk Orman Çiftliği sular altında kalmıĢtı. Çiftlik Köprüsü‟nün altı hayvan leĢleriyle
tıkanmıĢtı. Sel artıklarının temizlenebilmesi çok uzun bir süre almıĢtı.
Ankaralılar aslı olmayan:
- Kaçın baraj taĢtı; Ankara sular altında kalacak!..
söylentisiyle büyük bir panik yaĢamıĢtı.
ULUS ÜZERĠNDE HAVADA ÇARPIġAN ĠKĠ UÇAK
Halil Makaracı‟nın Cumhuriyet‟le baĢlayan Ankara anılarına yer verirken nispeten yakın bir
tarihte olmuĢ olsa da, 1 ġubat 1963 günü saat 15:30‟da, pırıl pırıl bir havada iki uçağın
çarpıĢarak Ulus‟a düĢtüğü kazaya yer vermeseydim olmazdı.
Ramazan ayında meydana gelen bu kaza Ankaralıların belleklerine kazınmıĢtı, ancak
günümüze ulaĢan bir yazılı kaynak olamamıĢtı. Halil Makaracı, Anafartalar Caddesi‟nde o
zamanki Adliye Sarayı‟nın karĢısındaki Adalet Han‟ın 3. katındaki bürosunda otururken
penceresinden Hisar üzerinde iki uçağın çarpıĢtığı görülüyordu. Kör uçuĢu yapan bir keĢif
uçağı ile Lübnan Havayolları‟na ait Esenboğa‟ya iniĢe geçmiĢ bir yolcu uçağı havada
çarpıĢmıĢlardı. Esenboğa Havalimanı‟ndan çok önceleri, Türkiye Cumhuriyeti daha yeni
kurulurken bez kanatlı, alüminyum kanatlı uçaklar Ģimdi Tandoğan Meydanı olan Tayyare
Meydanı‟na inerlerdi. Daha sonra Etimesgut Havaalanı, en sonunda da Esenboğa hizmete
girmiĢti.
Lübnan Havayolları‟na ait uçak, deposunda bir ton yakıt kaldığından Esenboğa‟da yakıt
ikmali yapacaktı. Yani on dört tonluk deposu tam dolu olsaydı, yaĢanan facianın boyutları çok
daha büyük olacaktı. Uçak, Zencirli Cami‟nin az yukarısında Hükümet Caddesi‟ndeki Kuyulu
Kahve‟nin yerine yapılmıĢ olan Ticaret Han‟ın üzerine düĢmüĢtü. Eğer Zencirli Cami‟nin
üzerine düĢmüĢ olsaydı, ikindi namazını kılmakta olan cemaatle birlikte yüz yirmi olan ölü
sayısı çok daha artmıĢ olacaktı.
Ortalık ana baba günüydü. Alev topu, yoldan geçenleri, önünde kaçan yayaları, ayakkabı
boyacılarını yakalayıp yutuyordu. Yükselen kara duman tüm Ankara‟dan görülüyordu. ġimdiki
Abdi Ġpekçi Parkı‟nın yerinde bulunan Amerikan Yardım Heyeti‟nin PX itfaiyesi de, Ġtfaiye
(Hergelen) Meydanı‟ndan Ankara Ġtfaiyesi‟ne yardıma gelmiĢti. Ankaralılar bir yangına
“köpükle müdahele”yi ilk defa bu yangında görmüĢtü. Zencirli Cami‟den aĢağılara doğru oluk
oluk köpük akıyordu.
Hükümet Caddesi‟nin köĢesindeki Gazi Orman Çiftliği Süt Ürünleri SatıĢ Mağazası‟nın yerine
açılmıĢ Gima, yanındaki RaĢit Efendi‟nin apatmanı ile Ticaret Han arasında uçak enkazından
çukur oluĢmuĢ, yanık bedenlerin kokusu ortalığı sarmıĢ, uçağın bir tekerleği, yanmıĢ döĢeme
parçaları diğer metalik aksam çevreye dağılmıĢtı. Diğer tekerlek ise Hal‟de peynir satan
UlaĢan kardeĢlerin önce çatısına sonra da lastik top gibi sekerek dükkanlarının önüne
düĢmüĢtü.
Caddeler kamyonetlerle hastanelere taĢınan ve“bazıları hala yanar vaziyette” ya da tütmekte
olan yaralıların haykırıĢları ile inliyordu. ġimdiki Oğultürk Hanı‟nın olduğu yerdeki iki katlı
binada hizmet veren Ġstanbul Bankası‟nın Ģubesinde demir pencerelerden çıkamayan pek
çok kiĢi yanarak ya da boğularak ölmüĢtü. KuĢlarını kurtarmaya çalıĢırken yanan Fahrettin
Ayvaz‟da yıllarca Ģifa bulamayanlardandı.
** ** **
Ali Esat Bozyiğit‟in, “BaĢkent Ankara Konulu Seçme Makaleler Bibliyografyası” adıyla
yayınlanmıĢ, 1923 -2003 yılları arasında Ankara ile ilgili, gazete ve dergilerde çıkmıĢ tüm
yazıların bibliyografik künyelerinin kronolojik olarak sıralandığı bir bibliyografyası vardır. Ali
Esat Bozyiğit‟in derlemesi, Milli Kütüphane bünyesindeki, 1923 -1999 tarihleri arasında
Türkiye‟de yayınlanmıĢ 566,627 adet makalenin bibliyografik künyelerinden seçilmiĢtir.
2004 yılında, hiç görmediğim, görebilmeyi çok istediğim bir dönem hakkında yazdıklarım
mutlaka eksik, hem de çok eksik kalmıĢtır,
ama Halil Makaracı Okyanusu‟ndan Ģimdilik bu kadar.
Ġnce bir Ankara deresinde, birkaç damla oldu bu satırlar.
Elbette, baĢka damlalar, baĢka derelere kavuĢacak,
dereler birleĢip, koca bir göl oluĢacak;
çivit mavisi gölün adı da:
“Ankara, Ankara,
güzel Ankara” olacak...

Benzer belgeler