ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi

Transkript

ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
______________ Ankaralı Gezginler Bülteni _______________
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
Sayı: 13, Temmuz 2011
Dünyadan; Dünya Gözüyle Beyaz Rusya
Türkiye’den: Efsanelerden, Rivayetlerden Bugüne Van
Ankara’dan: Kurtuluş’a Doğru: Kurtuluş Yolu
Tadı Damağımda: Arnavutluk
Gez/Oku, Gez/Dinle
Đçindekiler
3- EDİTÖRDEN “Timur Özkan”
4- KISA/KISA; Ankara’dan ve Grubumuzdan Haberler
9- ÜYELERİMİZ “Onur Ataoğlu”
11- GEZ/DİNLE: Japonya “Belkıs Ceyla Çetinsoy”
12- OBJEKTİF “Nihani Bayındır”
14- DÜNYADAN; Beyaz Rusya “Mustafa Kemal Yılmaz”
17- TADI DAMAĞIMDA: Arnavutluk “Erdem Engin”
18- TÜRKİYE’DEN; Van “Timur Özkan”
20- GEZ/OKU “Melih Uslu, Bülent Demirdurak, Faruk Budak”
21- ANKARA’DAN; Kurtuluş Yolu “Ş. Pınar Şenol, Gülücan Taş”
22- ANKARA KÜTÜPHANESİ “Zeynep Cemali”, “Augustus”
23- ANKARA/ANKARA; Ulus Ankara Gazetesi
24- DİZELERDEN “İrfan Çelik”
Kapak Fotoğrafları
Ön: Yalçın Ergir, Arka: Haluk Sargın
.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGİNLER BÜLTENİ
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir.
Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve
sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir.
Editör: Timur Özkan, [email protected]
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler
[email protected]
ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkındaki her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi, bültenimizde yayımlanmasını istediğiniz etkinlik
haberlerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected] adresine bekliyoruz.
◙
ANKARA ÇĐĞDEMĐ 'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi" klasörünü veya
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20E-Dergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz
sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza
indirmek için aynı şekilde sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz.
◙
Bültenlerimiz dergi formatında tasarlandığından booklet olarak baskı alırsanız, 24 sayfalık bir dergi olarak okuyabilirsiniz.
◙
Ankara Çiğdemi’nin tüm sayılarını, medya destekçimiz www.fotogezgin.com sitesinden de takip edebilirsiniz…
Editörden ______________________Timur ÖZKAN [email protected]
6 YAŞINDAYIZ
Grubumuz, gezmeyi ve Ankara’yı seven bir grup gezgin tarafından 2005 yılında kuruldu.
Bizler, Çin Seddi’nden Ümit Burnu’na, Alaska’dan Sibirya’ya dünyanın her tarafını gezmeye devam ederken
iletişimin ve paylaşmanın en güzel örneklerini verdik ve vermeye devam ediyoruz.
6 Yılda; 6 Gezi Kitabı, 6 Fotoğraf Sergisi yaptık…
“Ankaralı Gezginler” serisinden yayınladığımız ilk üç kitabımızı “Gezgin Gözüyle” serisinden yayınladığımız diğer
üç kitap izledi. Sıradaki kitaplarımız “Hindistan ve Yakın Asya” ile “Afrika” için çalışmalara başladık bile…
Gezginler Kulübü’nün düzenlediği “Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışması”nda verilen 6 ödülün 3’ü Ankaralı
Gezginlere giderken bu dönemde üyelerimizden de birçok gezi ve Ankara kitabı raflara çıktı…
Seyir Defteri dergisine “Gezi” ve MEB Ankara dergisine “Ankara” konulu özel sayılar yaptık. Dünyayı Türkiye’yi ve
Ankara’yı anlatmayı, gazete ve dergilerde de sürdürüyoruz… Gün geçmiyor ki bir üyemizin bir gazete veya
dergide yeni bir yazısını okumayalım…
Üç ayda bir yayımlanan ve adını Ankara’nın endemik çiçeği “Ankara Çiğdemi”nden alan bültenimiz bu ay 13.
sayısına ulaştı…
Her yıl daha geniş katılımlı olarak düzenlediğimiz fotoğraf sergilerimiz de “bir grup
geleneği” olarak devam ediyor… Ankara’da düzenleyeceğimiz, beşinci serginin takvimi
işlemeye başladı,. Sergilenen fotoğraflardan oluşan ve LÖSEV yararına satılan masa
takvimlerimiz her yıl daha çok aranıyor…
ABD’de açtığımız ilk yurt dışı sergisinden sonra Moskova’da açacağımız ikinci yurt
dışı sergimizin hazırlıkları devam ederken yeni ülkelerden sergi teklifleri alıyoruz…
Bu sene bir sergi de Ankara için yapacağız. “Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze Ankara” temalı bu sergi
DTCF’nin 75. kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde düzenlenecek ve konsepti itibariyle bir ilk olacak…
Ve Ankara…
Ankara’dan vazgeçemeyiz, Antik Ankara’dan, Ankara Garı’na, Dikmen’den Keçiören’e düzenlediğimiz tematik
Ankara gezilerimiz çeşitlenerek devam ediyor… Ayrıca Beypazarı’nda Festivalde, Kavaklıdere’de Çocuk
Şenliğinde, Atpazarı’nda Sokak Sergisinde Ankara’nın her yerinde olduk ve olmaya devam edeceğiz…
Öte yandan, Ankara’da ağırladığımız Gezginler Kulübü Derneği’nin İstanbullu üyeleriyle Anıtkabir’i ziyaret ettik…
Tire’de kardeş kulübümüz İzmirli Gezginlere, Eskişehir’de gezgin dostlarımıza konuk olduk…
Tanışma toplantılarımız, foto-sunumlu yemeklerimiz sık sık tekrarlanıyor… Pakistan’la başlayan dünya
mutfaklarındaki gezimiz Çin, İran ve Özbek Mutfağıyla devam ediyor, sıradaki ülke mutfağımız Yunanistan
olacak…
Valiliğin düzenlediği Ankara Turizm Konseyi’nde, Ankara Kulübü’nün düzenlediği “Turizm ve Ankara” Paneli başta
olmak üzere katıldığımız birçok panel, seminer, konferans vb platformda Ankara için söylenecek sözümüz oldu…
Genç gezginleri önemsiyoruz, onlarla Ankara’yı geziyor, davet aldığımız okullarda Ankara’yı anlatıyoruz.
Avustralya’dan Amerika’ya,
Rusya’dan Afrika’ya
Dünyanın her tarafından,
her yaştan,
her meslekten
500’e yakın üyemizle
DÜNYAYI GEZİYORUZ,
ANKARA’YI SEVİYORUZ…
Kısa/Kısa ______________________________________________
İlk yurt dışı sergimiz
Birmingham AL’de açıldı…
Yemekli bir toplantı şeklinde
düzenlenen ve çok samimi bir
atmosferde geçen açılış
kokteylinde grubumuzu; Haluk
Sargın ile birlikte Türkiye’den
giden Timur Özkan ve İlhan
Samur ile ABD’den diğer
eyaletlerinden Ali Adnan
Akgündüz ve Mehmet Fatih
Koca temsil ettiler.
başvuran 52 üyemize ait 577
fotoğraf arasından 37 üyemize
ait 62 fotoğraf sergilenmek üzere
seçildi. ABD’deki sergimizde
olduğu gibi gene Türkiye’nin
tanıtımına yönelik olarak sadece
Türkiye fotoğraflarından oluşan
bu serginin Eylülde yapılması
planlanıyor…
Kurtuluş Yolu Gezisi
ABD’nin Alabama eyaletinin en
büyük kenti olan Birmingham’da
devam eden “Spotlight on
Turkey” etkinlikleri kapsamında
ve TAAA’nın (Turkish Amerikan
Association of Alabama) ev
sahipliğinde düzenlediğimiz ilk
yurt dışı sergimiz 2-8 Nisan 2011
tarihleri arasında gerçekleşti.
73 üyemizin gönderdiği 700’den
fazla fotoğraf arasından seçilen
36 üyemize ait 62 fotoğrafın
sergilendiği “Turkey, through
Lenses”in açılışı Birmingham
International Center’da yapıldı.
Çoğunluğu Amerikalı 100’den
fazla davetlinin katıldığı açılış
seremonisinde TAAA BAşkanu
Aynur Ateş Vloon’dan sonra söz
alan ve bu sergi için özel olarak
Houstan’dan gelen TC
Konsolosu Akil Öktem’in
“Ankaralı Gezginler”e verdiği
plaketi üyemiz ve serginin
katılımcılarından Haluk Sargın
aldı.
Açılış seremonisinden sonra
serginin yapılacağı Regions
Herbert Plaza’daki Jennifer
Harwell Sanat Galeri’sine
taşınan ve burada bir hafta
boyunca sergilenen
fotoğraflarımızın 36’sı, Türk ve
Amerikalı ziyaretçiler tarafından
satın alındı.
24 Nisan 2001 Pazar günü
düzenlediğimiz gezide; Sakarya
Meydan Savaşı’nın komuta ve
destek merkezlerinden cephe
hattına uzanan bir rotayı
kapsayan Kurtuluş Yolu’nu
gezdik. Yağmurlu havaya
rağmen 40 üyemizin ve
yakınlarının katıldığı gezi çok
samimi bir havada geçti. İlk
olarak Mustafa Kemal Paşa’nın
savaşı yönettiği Alagöz Karargah
Müzesi’ni ve daha sonra savaşta
revir, lojistik merkez ve uçak pisti
olarak kullanılan Malıköy Tren
İstasyonu’nu ziyaret ettikten
sonra Polatlı’da bir yemek
molası verdiğimiz gezimize
Sakarya Şehitleri Anıtı’nı
gezerek devam ettik.
“Turkey, through Lenses”in
ABD’nin başka eyaletlerinde de
tekrarlanması için TAAA
yöneticilerinin ve ABD’de
yaşayan üyelerimizin girişimleri
devam ediyor.
İkinci yurt dışı sergimiz
Moskova’da açılacak…
Grubumuz üyelerinden Hüseyin
Altun’un girişimleriyle gündeme
gelen ve merkezi Moskova’da
bulunan Rus Türk İşadamları
Birliği’nin sponsorluğunda
gerçekleştirilecek olan ikinci yurt
dışı sergimizin hazırlıkları
başladı ve bu sergi için
Savaşta ilk geri alınan ve aynı
zamanda birkaç kez
kaybedildikten sonra tekrar
alınan Duatepe ile Kartaltepe,
Kurtuluş Yolu gezimizin son
durakları oldu.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Gezi Edebiyatından bir ilk…
İDV Özel Bilkent İlköğretim
Okulu öğrencilerinin yazılarından
oluşan ve editörlüğünü
grubumuz üyelerinden Necati
Ekmekçioğlu ve Murat Özsoy’un
yaptığı Torun Çelebiler
Seyahatnamesi 28 Nisan 2011
tarihinde okulda düzenlenen ve
çok sayıda üyemizin de katıldığı
bir kokteylle okuyucuya tanıtıldı.
Satış gelirinin tamamının
UNICEF projelerine bağışlandığı
kitap, Türkiye’de (belki de
Dünyada) çocuk gezginler
tarafından hazırlanmış
yazılardan oluşan “ilk” kitap
özelliğine sahip. Torun Çelebiler
Seyahatnamesi, 50 civarında
öğrencinin yazılarından oluşuyor
ve özenli tasarımı ve baskısıyla
dikkat çekiyor.
Geleceğin gezginleriyle
birlikteydik…
26 Haziran Pazar günü,
grubumuz üyelerinden Rasim
Selçuk’un ev sahipliğinde bu
defa çocuklarımızla bir araya
geldiğimiz bir toplantı
gerçekleştirdik. Geleceğin
gezginlerinin birbirleriyle
tanışmasını ve gezginlik
kültürünün genç yaşlarda
oluşmasını amaçlayan bu
toplantıda, çocuklar için Nihani
Bayındır’ın “Dünyadan Çocuk
Portreleri”, büyükler için Timur
Özkan’ın “Nepal, Bhutan, Sri
Lanka” konulu fotoğrafları
sunuldu ve katılan tüm çocuklara
İDV Özel İhsan Doğramacı
İlköğretim Okulu öğrencilerinin
eseri “Torun Çelebiler
Seyahatnamesi” adlı kitap
hediye edildi.
Ankaralı Gezginler AFSAD’da
Her ayın ilk Çarşamba günü öğle
yemeğinde bir araya gelen
Türkiye Kamp Karavan Derneği
üyelerinin 4 Mayıs günü
düzenlenen toplantısına konuk
olduk.
15 civarında üyemizin de
katıldığı ve karşılıklı olarak
birbirimizi tanıdığımız toplantı,
ABD’de sergilenen
fotoğraflarımızdan oluşan fotosunumla sona erdi.
www.kampkaravan.org.tr’den
Mayıs ayı toplantımız yapıldı.
Ankara Gezginler Gurubunun
da katılımıyla ve yaptıkları
sunumla çok renkli bir toplantı
gerçekleştirildi.
Her geçen gün artan üye
sayımız ve misafirlerimizle
birlikte olmak hepimizi çok
mutlu etti. Ankara Gezginler
Gurubu üyesi 13 misafir
toplantımıza katıldı.
Mor Menekşeler’i izledik
Yönetmenliğini grubumuz
üyelerinden Egemen Adak’ın
gerçekleştirdiği ve Ankara’nın
köklü futbol kulüplerinden
Hacettepe Spor’u konu alan “Mor
Menekşeler” adlı belgesel 14
Mayıs Cumartesi günü saat
17’de Ankara Kulübü’nün
merkezi olan Abidinpaşa
Köşkü’ne Ankaralılara sunuldu.
Çok sayıda Hacettepelinin ilgiyle
izlediği sunum, konukların
duygulu konuşmalarına da
sahne oldu.
Türkiye Kamp Karavan
Derneği’nin aylık yemeğine
konuk olduk…
29 Nisan Cuma günü Ankara
Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin
Bestekar sokaktaki yeni yerinde
bir kez daha üyelerimizle birlikte
olduk. ABD sergimizin
izlenimlerini paylaşmak ve
sergiye katılanların teşekkür ve
katılım belgelerini vermek üzere
düzenlediğimiz toplantıya 30
civarında üyemiz katıldı.
Üyelerimizden Olcay Özgen’in
girişimleriyle düzenlenen
toplantıda önce Haluk Sargın’ın
hazırladığı ve ABD gezimizi
özetleyen bir sunumu, daha
sonra Gülcan Acar’ın hazırladığı
ve ABD’de sergilenen
fotoğraflarımızın yer aldığı bir
diğer sunumu izledik…
Ankara Gezginler Gurubu
Başkanı Sn. Timur Özkan önce
Guruplarını ve faaliyetlerini
anlatan bir sunum yaptı. Sonra
da Gurup olarak Amerika’da
açtıkları ve Türkiye’deki bir çok
şehrin muhteşem
fotoğraflarından oluşan
serginin slayt şovunu izledik.
Bizim için gerçekten bir görsel
ziyafet idi. Daha sonra,
geleneksel hediye ve piyango
çekilişimiz ile Gurubun getirmiş
olduğu ve kendi üyeleri
tarafından hazırlanmış 10 adet
belgesel nitelikli kitap
Derneğimiz üyelerine kura ile
dağıtıldı.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Ülke Mutfakları: 4
Özbek Mutfağı
Ülke mutfakları ziyaretlerimizin
dördüncüsünü, 15 Mayıs Pazar
günü, Keçiören Estergon
Kalesi’ndeki Semerkand
Restoran’da gerçekleştirdik.
Konuklarıyla birlikte 35 üyemizin
katıldığı gezimiz Kaledeki
Etnografya Müzesi’nin
gezilmesiyle ve isteyen
üyelerimizin katıldığı teleferik
turuyla başladı.
Özbek Mutfağı’nın lezzetlerini
tattığımız, üyelerimiz Ali Adnan
Akgündüz, Melih Eriş ve Timur
Özkan’ın Özbekistan
fotoğraflarını izlediğimiz ve çok
samimi bir havada geçen
Keçiören buluşmamız Şelale’nin
karşısındaki alışveriş merkezinin
terasında çay/kahve seansıyla
son erdi.
Ülkem, Kentim, Semtim…
Çankırı ve Turizm Paneli
Gezi Fotoğrafçılığı Semineri
7 Mayıs Cumartesi günü, Ankara
Mali Müşavirler Odası’nın
Konferans Salonunda
düzenlenen ve üyelerimizden
Ömer Türkoğlu ile Timur
Özkan’ın panelist olarak katıldığı
ve bir diğer üyemiz Ömer Faruk
Eryılmaz’ın yönettiği “Uzak
Çağların Yakın Kenti Çankırı’nın
Turizm Potansiyeli konulu
panelde; İnanç ve Kaplıca
Turizmi başta olmak üzere
Çankırı’nın turistik potansiyeli
tüm yönleriyle tartışıldı.
Grubumuz üyelerinden Olcay
Özgen’in hazırladığı Gezi
Fotoğrafçılığı Semineri 4 ve 11
Haziran tarihlerinde AFSAD’da
düzenlendi.
Tamamen gezginlere yönelik
teknik ve pratik bilginlerin
verildiği seminere aralarında 5
grubumuz üyesinin de
bulunduğu 11 gezgin ve
fotoğrafçı katıldı.
Ankara Fotoğrafları Sergileri:
1 Adım Adım Ankara
Tümer’in fotoğraf sergisi:
Sırt Çantamdaki Avrupa
Grubumuz üyelerinden
Mehmet Cengiz Tümer, “Sırt
Çantamdaki Avrupa” adını
verdiği foto-sunumunu, 24 Mayıs
2011 tarihinde İzmir’de, Konak
Belediyesi Türkan Saylan Kültür
Merkezi’nde gerçekleştirdi…
Tarihçi, Yazar Abdülkerim
Erdoğan’ın Ankara fotoğrafları
Büyükşehir Belediyesi’nin
Güvenpark Sanat Galerisinde
sergilendi. 5-15 Mayıs tarihleri
arasında düzenlenen sergide
Erdoğan’ın Ankara ve ilçelerinde
çektiği 100 fotoğraf yer aldı.
2 Eski Ankara
Ankara UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne aday olmaya
hazırlanıyor
Ruşen Akyıl’ın 1927-1949
yıllarına ait “Eski Ankara
Fotoğrafları” 14-31 Mayıs 2011
tarihleri arasında tarihi Atpazarı
sokaktaki sergilendi.
3 Cumhuriyet Ankara’sı
“Aydın Birlikteliği” ve
“Kavaklıderem Derneği”
tarafından, geçen yıl
kaybettiğimiz Yazar ve Düşünür
Aydın Köymen anısına
düzenlenen “Ülkem, Kentim,
Semtim” konulu yazı yarışması
sonuçlandı. “Anneme Anlatmak”
başlıklı yazısıyla birinciliği Savaş
Zafer Şahin’in aldığı ve Pelin
Güneş’in ikinci ve Doruk Çakır’ın
üçüncü oldukları yarışmanın
ödülleri 25 Mayıs 2011 tarihinde
Çankaya Belediyesi Çağdaş
Sanatlar Merkezi’nde yapılan bir
törenle verildi.
Ankara Kalkınma Ajansı’nın
desteklediği bir proje
kapsamında “Ankara’nın
UNESCO Dünya Kültür Mirası
Adaylığı” konusunda bir rapor
hazırlayan, Atılım Üniversitesi
öğretim üyelerinden, Yrd. Doç.
Dr. Savaş Zafer Şahin, 17 Mayıs
Cumartesi günü saat 18.30’da,
Ankara Kulübü’nde” bu konudaki
çalışmalarıyla ilgili bir konferans
verdi.
Koleksiyoner Faruk Küçük’ün,
Cumhuriyet Ankara’sına ait
fotoğrafları “Dericizade
Koleksiyonundan Fotoğraflarla
Ankara” adıyla 4-30 Haziran
tarihleri arasında Ankara Kulübü
Derneği’nde sergilendi.
4 Antik Ankara
Fotoğraf Eğitmeni Mehmet Özer
öncülüğünde bir araya gelen 40
mimarın, 61 fotoğrafı, Haziran
ayında bir hafta süreyle Mimarlar
Odası Ankara Şubesi’nde
sergilendi.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Kolâj: Olcay Özgen
Genç gezginler için iki fırsat:
Grubumuzun 6. kuruluş
yıldönümünü 5 Haziran Pazar
günü Abidinpaşa Köşkü’nde
kutladık.
2005 yılında kurulan ve bugüne
kadar gerçekleştirdiği çeşitli
etkinliklere tüm gezgin
çevrelerinde tanınan ve takdir
edilen bir grup olan Ankaralı
Gezginlerin 6. yaşgününü
kutlamak üzere düzenlediğimiz
toplantıda farklı bir sergi
gerçekleştirdik ve üç foto-sunum
izledik.
İlkini geçen yıl açtığımız
Gezginin Çantasından sergilinin
ikincisinde 20 kadar üyemiz
dünyanın farklı yörelerinden
getirdikleri koleksiyon ve anı
objelerini sergilediler. Daha
sonra Olcay Özgen’in (Kurtuluş
Yolu Gezisi). Gülcan Acar’ın
(Yedigöller), Emel Aşkın’ın
(Küba) ve Ahmet Yay’ın (Safari)
sunumlarını izledik. 50’den fazla
üyemizin katıldığı ve çok samimi
bir havada geçen toplantı,
bahçede kestiğimiz yaşgünü
pastamızın ikramıyla son erdi.
Özlem Yücel’den Genç Gezgin
Seyahat Bursu
Ankaralı Gezginler,
Mülkiyeliler Birliği’nde
İletişimci Özlem Yücel’in
başlattığı ve geçen yıl ilk kez
verilen “Genç Gezgin Seyahat
Bursu” için başvurular
sonuçlandı. 18-24 yaş arası
gezginlere açık bu fırsattan
yararlanacak isimler ve ayrıntılı
bilgi www.ozlempansiyon.blogspot.com’da...
British Council, Devlet
Bakanlığı ve ORG-DER
işbirliğiyle ve Hürriyet Online
ve MicrosoftTürkiye
sponsorluğunda: Hayalimdeki
Yolculuk Yarışması
Evliya Çelebi’nin doğumunun
400. yıldönümünde, yeni
kuşakların seyahat hayallerinin
gerçekleştirilmesi amacına
yönelik proje kapsamında,
hayallerindeki seyahat projesini
yazı, fotoğraf veya video ile
anlatan 18-30 yaş arası
gençlerden seçilecek 24 kişi en
az üç ülkeyi kapsayan ve 7-10
gün sürecek Avrupa seyahati
kazanacak. Sonuçlar ve ayrıntılı
bilgi için:
www.hayalimdekiyolculuk.org
Mülkiyeliler Birliği salonlarında
ve her ay farklı bir ülkeyi
konuşmak üzere planladığımız
“Bir ülke” toplantılarının ilkini 8
Haziran Çarşamba günü
gerçekleştirdik.
Grubumuz üyelerinden Zafer
Bozkaya’nın sunumuyla ve 30
kadar üyemizin katılımıyla
gerçekleşen toplantının
sonunda, akşam yemeğinde de
grup üyelerimizle birlikte olduk.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Ankaralı Gezginler, Gezginler
Kulübü tarafından düzenlenen
Evliya Çelebi 3. Gezi Yazı
Yarışmasına damgasını
vurdu…
Türkiye Gezginler Kulübü
Derneği tarafından düzenlenen
ve seçici kurul üyeliklerini Gülten
Dayıoğlu, Hüseyin Gökçe,
Nasuh Mahruki, Orhan Kural ve
Timur Özkan’ın yaptığı gezi
yazısı yarışması sonuçlandı. 6
Nisan Çarşamba günü açıklanan
sonuçlara göre ilk altı derecenin
üçü Ankaralı Gezginler üyeleri
tarafından paylaşıldı.
Yarışmaya İstanbul’dan katılan
Dr. Lale Apaydın’ın, “Tanrıların
Sayfiyesi Pelion” başlıklı
yazısıyla birinci olduğu bu
yarışmada; Ankaralı
Gezginlerden Onur Ataoğlu” Bir
Geyşanın Peşinde Kyoto
Tapınakları” başlıklı yazısıyla
ikincilik ve İzmir’den katılan Doç.
Dr. Caner Fidaner ise “Münihli
Ludwig” başlıklı yazısıyla
üçüncülük ödüllerini aldılar.
Bunların haricinde verilen
Türkiye Gezginler Kulübü Özel
Ödülü’ne, halen ABD’de yaşayan
grubumuz üyelerinden Mehmet
Fatih Koca “Otto Dede’nin
Berlin’i” başlıklı yazısıyla layık
görülürken, yarışmaya
İstanbul’dan katılan Doç. Dr.
Mustafa Kemal Yılmaz “Dadaş
Ellerinde Yaz Sefası” başlıklı
yazısıyla Teşvik ve de bir diğer
üyemiz Duygu Demirayak
Çeviker ise ”Alev Alev Yanan
Şehir” başlıklı yazısıyla Juri Özel
Ödülü’nün sahibi oldular.
Seçici Kurul kararı gereği diğer
dereceler açıklanmamakla
birlikte, 132 başvurudan finale
kalan 22 yazı arasında birçok
grubumuz üyesinin bulunması
dikkat çekti.
Ödül töreninde herkesin dikkatini
çeken bu sonuçlarla, Ankaralı
Gezginler Grubu”nun, ülkemizin
gezgin çevrelerinde her zaman
takdir edilen yeri bir kez daha
tescillenmiş oldu.
Ankara Çiğdemi, dereceye
girenlerle birlikte, yarışmaya
katılarak grubumuza bu kıvancı
yaşatan üyelerimizi kutlar ve
başarılarının devamını diler.
TÜRKĐYE’DE DAHA ÖNCE DÜZENLENEN
GEZĐ YAZISI YARIŞMALARININ SONUÇLARI
(Derleyen: Timur Özkan)
2000
GEZGĐNLER KULÜBÜ DERNEĞĐ
1. GEZĐ YAZISI YARIŞMASI
1.Ödül: Hamdullah Köseoğlu “ Seslere Tutunmak”
2.Ödül: Y. Numan Tefek “Bir Senfonidir Anadolu”
3.Ödül: Demet Eşrefoğlu Vardar “Çikolatalı Krep”
2002
GEZGĐNLER KULÜBÜ DERNEĞĐ
2. GEZĐ YAZISI YARIŞMASI
1.Ödül: Y. Numan Tefek “Hüznümüz Geceye Akar”
2.Ödül: Seher Keçe Türker “Yerle Göğün Birleşip Dünyayı
Tersyüz Ettiği Zaman Aşk Yoktu”
3.Ödül: Ahmet Yenmez “Avusor’dan Dikkaya’ya”
2006
ĐSTANBUL BĐLGĐ ÜNĐVERSĐTESĐ
TÜRK DĐLĐ BĐRĐMĐ GEZĐ YAZISI YARIŞMASI
Ödüller:
1.Selma Şevkli “Filistin Günlüğü”
2.Amed Gökçen “Beyaz mı Doğubeyazıt?”
3.Tunç Karaçay “Varolduğum Yerdeyim”
Övgüye Değer:
Đdil Elveriş “Üç Hafta Venezüella”
A.Seven Hasdemir “Yapbozun Parçaları”
Özüm Kasapoğlu “Aşk Kokan Şehir”
2007
BEHZAT AY YAZI ÖDÜLÜ (Gezi)
Ödül, Z.E.Deniz Oğuz’un “Bin” Göl’ün Meşeli Yolları ve
Solhan’ın Yüzen Adaları başlıklı yazısı ile Burcu Tuğba
Düzgüner arasında paylaştırılırken Đncila Çalışkan, Tahsin
Şimşek ve M. Ali Sulutaş’ın yazıları “Övgüye Değer bulundu.
2010
FOTOGEZGĐN.COM
GEZĐ YAZISI YARIŞMASI
1.Ödül: Semra Kadaifçioğlu “Rivayetler Şehri” (Mardin)
2.Ödül: Mustafa Dorsay “Yalova’nın Tepe köylerine bir gezi”
3.Ödül: Sevgi Ünal “Dört Meyveli Ağaç” (Antakya)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Üyelerimiz
Onur ATAOĞLU [email protected]
Onur Ataoğlu
Türkiye Gezginler Kulübü 3. Geleneksel Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışması İkincisi
“Ankaralı Gezginler” gezginlik kültürünün
yeşermesi, gezginliğin paylaşılması
konularında tüm Türkiye’de başı
çekmektedir..
Fuji
Dağı
Onur Ataoğlu’nu “Japon Yapmış” adlı kitabıyla
tanıdık, daha sonra Evliya Çelebi Gezi Yazısı
Yarışması’nın ödülü geldi.
Önce sizi biraz
tanıyalım, Onur Ataoğlu kimdir? Ne iş yapar?
Neden gezer? Gezmekten ne anlar?
1970 yılında Ankara’da doğdum. 1988 yılında
Ankara Fen Lisesinden, 1992 yılında ODTÜ
Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldum.
Kısa bir süre Aselsan’da çalıştım, 1993 yılından bu
yana Hazine Müsteşarlığı’nda görev yapıyorum. 6
ay askerlik ve Japonya’da bulunduğum 3,5 yıl
dışında hep Ankara’da yaşadım ve kendimi bir
“Ankaralı Gezgin” olarak tanımlayabilirim.
Gezginlik virüsü çok küçük yaşlarımda ailemden
bulaştı. Yaz tatillerimiz dışında da fırsat buldukça
yurt içi seyahatlere çıkardık, anne ve babamın
memleketleri
haricinde
özellikle
İstanbul’da
gezerdik. Çok küçük yaştan İstanbul’un müzelerini,
sokaklarında
saraylarını,
camilerini
görmüş,
saatlerce yürümüştüm. İlk büyük yurt dışı gezim,
üniversitenin son sınıfında, Mimarlık Fakültesinin
düzenlediği Avrupa gezisi olmuştu. Yaklaşık 25 gün
içinde otobüsle yedi ülkeyi gezmiştik; gecelerin
yarısını otobüste uyuyarak, yarısını da hostellerde
geçirmiştik. Çok farklı bir tadı olan bu turdan sonra
içimdeki gezgin virüsü tedavi edilemez derecede
benliğimi ele geçirdi.
Kamuda işe başladıktan sonra iş nedeniyle çok
sayıda yurt içi ve yurt dışı gezilere gittim. İş gezisi
olsa da, mutlaka gittiğim yerleri gezecek,
gözlemleyecek
fırsatlar
yarattım
kendime.
Arkadaşlarım boş vakitlerini kaldığımız otellerin
havuzunda veya spor salonunda değerlendirirken,
ben her fırsatta fotoğraf makinemle sokaklara attım
kendimi. Eğer bir iş seyahatinde değil, özel
gezideysem de otelleri sadece birkaç saatliğine
uyumak için kullandım.
“Gezmekten ne anlar” sorunuzun cevabı da bu
tercihlerimde yatıyor aslında. Gezmek, benim için
öncelikle
tanımaktır. Tanımayı
da birbirini
tamamlayan iki yolla yaparım; çok gezerek ve çok
okuyarak! Eğer fırsat bulursam, mutlaka gittiğim yer
hakkında önceden okuyarak dersime çalışırım.
Özellikle tarihini mutlaka okumak isterim. Kültürü,
mutfağı, görülecek yerlerini öğrenirim. Sanat ve
kültür birikiminin en iyi gözlemlenebileceği
Okuyarak
gezimin
müzelerini
araştırırım.
“deterministik” (önceden tasarlanmış) bileşenini
planlarım.
Bu şekilde çalışmak ve gezi planı yapmak, gittiğim
yerdeki kısıtlı vaktimi en iyi şekilde değerlendirmemi
sağlar. Çünkü şimdiye kadar haftalar süren, zamanı
istediğimce
kullanabileceğim
aylak
gezilere
çıkamadım. Ama gezimin ikinci bir bileşeni de
mutlaka olur; kendimi plansızca sokakların akışına
bıraktığım, anlık karar verdiğim, daha çok insanları
ve gündelik hayatı gözlemlediğim, gezerken pek
haritaya
bakmadığım
saatler.
Daha
önce
milyonlarca kişinin benzer rotalarda dolaştığı
“falanca şehri” gezisini bana özel yapan, ayırt edici
nüansları katan işte bu bileşendir. Değişik insanlarla
tanışmak, turist rehberlerinin tavsiyeleri dışında
yerler keşfetmek mümkün olur.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Başa dönecek olursam, bu gezi felsefemin bana
kişisel haz veren ana amacı “tanımak”tır. İnsan
değişik yerleri tanıdıkça dünyayı ve hatta kendisini
tanır. Değişik coğrafyaların, halkların ve kültürlerin
birbirileri ile hem ortak, hem de farklı yönlerini
gözlemlemek insanı zenginleştiren, hoşgörüsünü
artıran ve kendisini tanımasını sağlayan bir süreçtir.
Gezip gözlemlemeyi sevdiğim kadar bunları yazıya
dökmeyi ve diğer gezginlerle paylaşmayı da
seviyorum. Şimdiye dek birçok defa kısa gezi
yazıları yazdım, arkadaşlarımla çeşitli iletişim
platformlarında e-posta aracılığıyla paylaştım.
Çeşitli dergilerde, kolektif kitaplarda yazılarım
yayınlandı, blog sayfamı da sürekli güncelliyorum
(http://www.onurataoglu.blogspot.com)
Gezdiğim yerlerdeki seçimlerim ise, yukarıda da
bahsettiğim gibi, önceden planladığım şekilde o
şehrin “olmazsa olmaz”ları. Gittiğim yerlerin mimari,
kültürel ve sanatsal mirasına çok önem veririm,
gittiğim süreyle paralel olarak elimden geldiğince
görmeye çalışırım. Doğayı, yürüyüşü çok sevdiğim
için gittiğim yerin yakınlarındaki doğa parkurlarına
zaman ayırmaya çalışırım; hiç olmazsa şehrin
parklarını görmek isterim. Ve tabii ki sokaklar... Belki
de Ankara gibi yayanın ikinci plana atıldığı, sokak
kültürünün yok sayılmaya çalışıldığı bir şehirde
yaşadığımdan, meydanların, yaya yollarının canlı
olduğu şehirlerde sadece sokakta bulunmak bile
benim için çok caziptir.
Japonya’da iken gezmeye ayırdığım vaktim müsait
olduğundan, her hafta sonu arabama atlayıp plan
yapmadan yola çıkardım. Ülke dağlarla, vadilerle,
ormanlarla kaplı bir cennet olduğundan, otobanın
herhangi bir noktasından köy yollarına çıkar,
rastgele bir yerde uzun yürüyüşler yapardım.
Turistik olsun olmasın, ülkenin her yerinde trekking
rotaları
işaretlenmiş,
geleneksel
ryokanlar
(pansiyon) ve kaplıcalar gelişmiş, gözden ırak
bölgeler bakirliğini ve temizliğini korumuş olduğu
için, güvenlik faktörünü de eklediğinizde, büyük
keyifle gezebiliyordunuz.
Geyşalarla, 2005
En son olarak da Evliya Çelebi Gezi Yazısı
Yarışmasında ikincilik ödülü alan yazımı derledim.
Bu yazı Kyoto üzerineydi; 2002 sonunda iş gereği
3,5 yıllık bir süre için Japonya’ya tayin olmuştum. Bu
süre içinde bazen iş gereği, bazen de kendim
gezmek için Japonya’nın büyük bölümünü dolaştım,
Japonya hakkında birçok kitap okudum, değişik
yemeklerini denedim, çeşitli konser, sergi, sanat
etkinliklerine katıldım, çok sayıda Japon arkadaşım
ile gezilere gittim, uzun süren sohbetlerde
bulundum.
Bütün
bu
tecrübeden süzülen
gözlemlerimi kısa notlar alarak biriktirdim ve
Türkiye’ye döndükten sonra toparlayarak kitap
haline getirdim. Kitap, “Japon Yapmış” adıyla Çınar
yayınlarından çıktı ve şu anda ikinci kitabım üzerine
çalışıyorum.
Gideceğiniz yerleri nasıl seçiyorsunuz? Nereleri
gördünüz ve nereleri görmek istiyorsunuz?
Bundan sonra ilk geziniz nereye olacak?
Gezilerimin
bir
bölümünü
iş
seyahatlerim
doğrultusunda gerçekleştirdiğim için fazla seçme
şansım olmadı. Ama bu fırsatları da olabildiğince
değerlendirdim; dünya üzerinde gidilebilecek her
yerin bir hikâyesi, görmeye değer unsurları
olduğunu düşünüyorum. İnsan önyargı
ve
beklentilerinden sıyrıldığı sürece gezilerinden daha
fazla keyif alabilir; örneğin, Brüksel ve Cenevre için
bana son derece sıkıcı, bir günden fazla dayanılmaz
diyen arkadaşlarımın aksine, bu iki şehirde de çok
keyifli zaman geçirdim.
Helsinki, 2010
Şimdiye kadar Kuzey ve Batı Avrupa’da birçok
ülkeyi gördüm; Danimarka, Finlandiya, İsveç,
Avusturya, Fransa, Belçika, İtalya, Macaristan,
İspanya ilk
aklıma gelenler.
Uzakdoğu’da
Japonya’nın büyük bölümünü dolaştım, Kore’ye,
Guam ve Hawaii gibi tropik adalara gittim. Amerika
kıtasında ise Washington DC dışında bir yer henüz
görmedim. Güney Amerika’nın çok methini duydum,
gezginler için kutsal bir rota gibi geliyor bana...
Bundan sonra en büyük hayalim diyebilirim. Ütopik
Güney Amerika planlarımı bir kenara bırakırsak,
bundan sonraki ilk gezimi Kuzey İtalya’ya yapmak
istiyorum.
Ankaralı gezginlerle nasıl tanıştınız? Ankaralı
olmak sizin için ne anlam ifade ediyor?
Ankaralı Gezginlerle “Japon Yapmış” kitabımla ilgili
bir sunum sırasında tanıştım. Bir diğer gezgin
platformu olan “Sırtçantalılar” grubu ile birlikte,
Japonya anılarım ve fotoğraflarım üzerine bir sunum
organize etmiştik. Ankaralı Gezginler de bu
organizasyona destek oldu ve üyelerinden katılanlar
oldu. Ben de bu sayede gezgin hemşerilerim ile
tanışmak ve aralarına katılmak olanağını buldum.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Ankara, doğup büyüdüğüm ve hayatımın çok büyük
bölümünü geçirdiğim bir şehir. Ankara hakkında
yapılan haksız yorumlara hiç bir zaman katılamam;
sonuçta benim de, sizlerin de kültürünün ve hayat
anlayışının şekillenmesinde rol oynamıştır. Ve
gördüğüm
kadarıyla,
gezginlik
kültürünün
yeşermesi, gezginliğin paylaşılması konularında tüm
Türkiye’de başı çekmektedir. Ankaralı olmak, benim
için tevazu, arkadaşlık, sükûnet, dayanışma gibi
kavramların halen güçlü bir şekilde paylaşılması,
İstanbul’a gitmenin en güzel tarafının Ankara’ya geri
dönülmesi olmasıdır.
Gez/Dinle
Belkıs Ceyla ÇETĐNSOY [email protected]
YALNIZ DEĞİLSİN JAPONYA!
Şehrim hakkındaki en büyük kaygım da, insan ve
yaya olgusunun giderek günlük hayattan dışlanması
ve şehrin taşıtlara öncelik verecek ve bir gelişme
sürecine girmesidir. Ne yazık ki şehrimiz “Avrupa’da
kişi başına en çok kapalı AVM alanı düşen şehir”
gibi unvanlar kazanmakta, hafta sonu gezilerinin
araba ile bir alışveriş merkezine gitmekle
sınırlanması yolunda ilerlemektedir. Hayatın kapalı,
hijyenik ve lüks merkezlerden tekrar sokaklara
inmesi, Ankara içi gezginliğin daha da canlanması
en büyük arzum...
Binlerce yıldır çalınan geleneksel Japon enstrümanı
KOTO’nun ruhsal dinginlik verdiğine inanılıyor.
Đmza Günü’nde Ankaralı Gezginlerle, 11 Aralık 2010
Gezi
gruplarının
işlevi
hakkında
ne
düşünüyorsunuz? Bu
bağlamda
Ankaralı
gezginler hakkındaki görüşünüz ve gruptan
beklentileriniz nelerdir?
Gezginliğin en önemli unsurlarından birisinin
paylaşım olduğunu söylemiştim. Bu bağlamda, gezi
grupları gezmeye gönül veren insanları bir araya
getirdiği, paylaşım platformu sağladığı ölçüde
işlevseldir. Bir ülkeye gitmeden önce, internetten
veya gezi rehberlerinden ne kadar araştırma
yapsam da, benimle benzer gezgin felsefesine
sahip insanların tecrübeleri her zaman çok daha yol
gösterici olmuştur. Bu yüzden, gideceğim bir yer
hakkında üyesi olduğum gezgin gruplarının
deneyimlerine başvurmak, gittiğim bir yeri de bir kez
daha başkalarının gözünden gezmek bana keyif
verir.
Ankaralı gezginler grubuna üye olurken, iki öğenin
kuvvetle vurgulanması hoşuma gitmişti. Birisi tabii ki
gezginlik, bir diğeri de Ankaralılık! Grubun, başka
şehir ve ülkeleri gezmek kadar, Ankara’ya yönelik
faaliyetlerinin olması bence ayırt edici bir özellik.
Grup faaliyetlerinde bu nüansın vurgulanarak yola
devam edilmesini destekliyorum.
Türk – Japon Vakfı salonunda deprem ve tsunami
felaketzedeleri yararına düzenlenen, “Yalnız
Değilsin Japonya” mesajının işlendiği konserde
tanıştım koto ile. Dünyaca ünlü virtüözümüz Şefika
Kutluer’in sihirli flütüne eşlik ediyordu. Kimono
giymiş genç bir kadın sanatçı olarak Atsuko
Suetomi çalıyordu enstrümanı.
Bizim kanunun daha büyüğünü düşünün ama telleri
o kadar sık olmasın. Dokunaklı ve dinlendirici bir
sesi olduğunu belirtmeliyim. Ruhsal dinginlik
verdiğini söylüyor Japonlar. Genelde kadın
sanatçıların icra ettiği geleneksel bir müzik aleti
imiş. Şinto törenlerinde kullanılırmış.
Ünlü bir usta Kazue Sawai’den dinleyebilirsiniz:
http://www.youtube.com/watch?v=dhxlQlZafvY
Batının bir çok pop ve rock müzik sanatçısı
orkestralarına dahil etmiş. Operalara girmiş ve etnik
caz gruplarında yerini almış bile. Yine bir başka
ünlü Japon koto sanatçısı Chieko MORİ’nin
albümlerinden parçaları dinleyebilir ve satın
alabilirsiniz:
http://morichieko.fastmail.fm/discography.html
“Japon Halkıyla Elele Bağış Kampanyası”na
katkıda bulunmak isteyenler, banka hesap
numaralarına aşağıdaki linkten ulaşabilirler:
http://www.tjv.org.tr/
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011)
Objektif
Nihani BAYINDIR nihanibay @yahoo.com
George Town, Malezya
Manila, Filipinler
Bali, Endonezya
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
.
Ho Chi Minh, Vietnam
Mumbai, Hindistan
Tokyo, Japonya
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
Dünyadan
Mustafa Kemal YILMAZ
[email protected]
DÜNYA GÖZÜYLE BEYAZ RUSYA
Yazımın başlığı sizi şaşırtabilir. Ancak bu başlığı atmamın önemli bir nedeni var. Bundan tam bir yıl önce, Ankaralı
gezgin dostum sevgili Timur Özkan Bey’in editörlüğünde çıkan “Gezgin Gözüyle Rusya ve Kafkasya” kitabı için,
Rusya hinterlandında hiçbir yeri görmemiş olmama rağmen, kendisi tarafından yazı yazmaya teşvik edilmiş ve “Gönül
Gözüyle Rusya” başlıklı yazıyı kaleme almıştım. O günden bu yana, Rus Cumhuriyetlerden birine gitmek hasreti ile
yanıp tutuştuğumu itiraf etmeliyim. İş nedeni ile Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’e seyahat etme fırsatı ortaya
çıktığında ise, “gönül gözüyle” yazdığım yerleri “dünya gözü” ile görecek olmanın heyecanı sardı beni. İşte bu yazının
başlığı da böyle ortaya çıktı.
Atatürk Havalimanından 14:00’de kalkan
uçağımız iki saat sonra Minsk semalarında. İki
ülke arasında saat farkı yok. Uçağımız yavaş
yavaş alçalırken, pencereden gözbebeklerimize
akseden görüntü muhteşem. Minsk, düz ve
verimli bir ova üzerine kurulmuş bir şehir. Her
taraf yemyeşil ve sık aralıklarla sıralanmış ağaç
kümeleri ile çevrili. Tarlalar adeta cetvelle
çizilmişçesine muntazam bir şekilde sürülmüş.
Minsk havalimanı mütevazi ama yılların
yorgunluğunu omuzlarında taşıyan eski yapısı
ile renovasyon ihtiyacı içinde. Pasaport
kontrolünden geçiş süremiz ortalama beş
dakika. 1960’lı yıllardan kalma saç tipleri ve
koyu yeşil renkteki üniformaları ile bayan
kontrol memurları sanki bir filmin karesinden
fırlamış gibi. Hepsi de son derece ciddi. Çoğu
İngilizce
bilmediği
için,
anlaşmaya
çalıştığınızda azar yeme ihtimaliniz kuvvetle
muhtemel. Çıkışta döviz bozdurabileceğiniz tek
bir büfe var. Kurlar ise hemen hemen her yerde
aynı: 1 Euro = 4000 Ruble, 1 Dolar = 2815
Ruble.
Havalimanından şehre ulaşım taksiyle 40-45
dakika. Yollar otoban, üç şeritli ve geniş.
Otobanın her iki tarafı da yemyeşil. Şehre
yaklaştığımızda birbirinin peşi sıra toplu
konutlar boy gösteriyor. Hepsi de mimari
açıdan düzgün ve şehir planlaması ile
bütünleşmiş. Aynı görüntü şehir içinde de
hakim. Minsk’te eski ile yeninin mükemmel bir
uyumu göze çarpıyor. Otelimiz (Hotel Europe)
şehir merkezinde, beş yıldızlı ve konforlu.
Minsk’te konaklanacak diğer güzel oteller
arasında Minks Hotel, Hotel Victoria sayılabilir.
Meydanlar ve Bulvarlar Şehri
Kısa
bir
dinlenmeden
sonra
vakit
kaybetmeksizin şehri keşfetmeye çıkıyoruz.
Minsk, 15. yüzyılda inşa edilmiş ve
Moskova’dan daha eski bir geçmişe sahip.
Şehirde en büyük yıkım 2. Dünya Savaşı
sırasında yaşanmış. Birçok kişi ölmüş, birçok
yer de tahrip edilmiş. Bugüne gelindiğinde,
Minsk’i “büyük meydanlar ve bulvarlar şehri”
olarak tanımlamak yanlış olmaz. En büyük
bulvarı, eski adı ile “Lenin”, yeni adı ile
“Bağımsızlık Bulvarı”. Beyaz Rusya adında
geçen “Beyaz” kelimesi de “özgürlük ve
serbestlik” anlamına geliyor. Tıpkı Rus dili ve
edebiyatında “Kırmızı”nın güzeli ifade ettiği gibi.
Biz de Bağımsızlık Bulvarı’nda yürüyerek
otelimizin birkaç dakika ilerisinde bulunan ve
şehrin en önemli meydanı kabul edilen Ekim
Meydanı’na (October Square) geliyoruz.
Portekizliler
Meydanın
başlangıcında,
tarafından konulan ve şehrin sıfır noktasını
gösteren bir anıt var. Meydanda, büyüklükleri
ile dikkati çeken iki bina var. Bunlar;
Cumhuriyet Sarayı ve Ticaret Odaları Birliği
Kültür Sarayı. Ayrıca Ekim Meydanı’nda,
gezilmesi gereken ve içinde 2. Dünya
Savaşı’nda yaşanılanları anlatan çok sayıda
belgenin sergilendiği Minsk Savaş Müzesi de
var.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
Ekim Meydanı’nın devamında, şehre hayat
veren Slovrich Nehri karşılıyor bizi. Yürüyüş
yaptığımız caddeler boyunca her yer tertemiz.
Tretuvarların kenarlarına renk renk çiçekler
dikilmiş. Kaldırımlar beş kişinin yanyana
yürüyebileceği kadar geniş. Slovrich Nehri
etrafında çok sayıda park var. Bunlar içinde
belki de en büyüğü Gorki Parkı. Geniş bir
alana yayılmış olan parkın içi yemyeşil ve
modern tarzda yapılmış heykellerle donatılmış.
İnsanlar davranışlarında son derecede rahat.
Gündüz vakti parkta, oldukça samimi pozlar
veren çiftlere rastlamak mümkün. Gorki
Parkı’nın 50 metre ilerisinde, sürekli bir
meşalenin yandığı Özgürlük Anıtı yer alıyor.
Hemen hemen herkes bakımlı ve özenli
giyiniyor ve mutsuz bir görüntü çizmiyor.
İnsanlar arasında bariz bir gelir dağılımı
farklılığının izini görmek zor. Ortalama gelir
seviyesi 550-600 dolar olmasına karşın, dört
gün boyunca sokakta tek bir dilenciye
rastlamıyoruz. Konut fiyatları ise yüksek,
insanların çoğu kirada oturuyor.
32000 genç için yaptırılmış. Ağlayan annelerin
heykellerinin dikili olduğu anıtın önü her daim
çiçek bahçesi. Anıtın ön tarafında, Hz.
Meryem’in Hz. İsa’yı kucağına aldığı heykel ile
analık duygusu pekiştirilmiş. Nehir kenarında
gece-gündüz her saatte rahatlıkla yürüyüş
yapabilirsiniz. Ayrıca, nehirde deniz bisikleti ile
dolaşma imkanınız var. Gece ise nehir kenarı
geç saatlere kadar gençlerin eğlence mekanı.
Şehir, güneş battıktan sonra eski binaların ve
nehir üzerindeki köprülerin ışıltılı görüntüleri ile
ayrı bir güzel
Rus Müziği ve Dansları Eşliğinde Dudutki
Minsk sakin, telaşsız, kendi mecrasında
yaşayan bir şehir. Şehrin nüfusu 2 milyon,
Beyaz Rusya’nın toplam nüfusu ise 9 milyon.
Trafik yoğun değil, ulaşım ucuz ve kolay.
Metro, tramvay, otobüs dahil her türlü kamu
taşımacılığı
imkanı
mevcut.
Taksiye
bindiğinizde kilometre başına ödeyeceğiniz
ücret 25 cente denk geliyor. Caddelerde Alman
ve Japon marka arabalar dikkat çekiyor.
Minsk’ten Moskova ve Saint Petersburg’a
seyahat etmek isterseniz, en akıllıca seçim tren
yolculuğu yapmak. Minsk tren garından
neredeyse her saat başı Moskova veya Saint
Petersburg’a tren kalkıyor. Yolculuk 14 saat
sürse de, gece birinci sınıf mevkide keyifli bir
yolculuk yapma imkanınız var. Zaten iş
adamlarının çoğu da bu şehirlere trenle
seyahat etmeyi tercih ediyorlarmış. Beyaz
Ruslar için bu iki şehre seyahat ederken vize
gerekmiyor, sadece pasaport göstermek yeterli.
Diğer yabancı turistler için ise vize şart.
Minsk’e hayat veren Slovrich Nehri üzerindeki
köprülerden birinin yakınında Gözyaşı Adası
bulunuyor. Bu adada yer alan anıt, Rusya’nın
Afganistan’ı işgal ettiği dönemde Beyaz
Rusya’dan bu savaşa katılan ve geri dönmeyen
Minsk’de görülmesi gereken yerlerden biri de,
Rus yöresel yaşamından izler taşıyan Dudutki.
Şehre yaklaşık 40 km uzaklıkta bulunan ve tipik
bir köy hayatının izlerini taşıyan bu kasaba
özellikle turistler için tasarlanmış. Dudutki’ye
girişte, büyük bir yel değirmeni ile, Kremlin
Sarayına benzer yapısı olan ahşap bir kilise
karşılıyor sizi. Yerel giysiler içinde, yüzlerine
bebeksi gülümsemeler kondurmuş Rus kızları,
Rus müziği eşliğinde güzel ezgiler ile bize sıcak
bir hoşgeldin seramonisi düzenlemişler. Bu
güzel kızlarla el ele, kol kola dans ediyor ve
sonrasında da bizler için hazırlanmış turşu, bal
ve ekmekten oluşan aperatiften tadıyoruz.
Dudutki’de, ahşap kulübelerde kurulmuş
atölyelerde, farklı el sanatlarının yapılışını
izleme imkanınız var. Bunlar arasında; dokuma
tezgahında yapılmış kemerler ve dantel işlemeli
örtüler, hasır işlemeli abajurlar, samanla
doldurulmuş kız-erkek motifleri ve kapı
süslemeleri, Avanos tarzı testi ve kapkacakların
çamurdan üretildiği tezgahlar, ince işlemeli,
üzerine zarif motifler kazınmış deriden eserler,
tuğladan yapılmış at nalı ve düdükler sayılabilir.
Atölyelerde üretilen tüm eserler satışa
sunuluyor.
Atölyeler
dışında
köyde,
devekuşundan ineğe, keçiden domuza çok
sayıda hayvanın yetiştirildiği bir de çiftlik var.
Köyü gezmeyi bitirdiğimizde, eskiden ekmek
fırını olarak kullanılan küçük bir restoranda bize
ikram edilen peynir çeşitlerinden oluşan tabağı,
sıcak çay eşliğinde afiyetle yiyoruz.
Dudutki gezimize sağanak yağmur altında
başlamamıza rağmen, güneş ile yağmur sanki
ikiz kardeşçesine sürekli yer değiştiriyor. Buna
şehir içinde yaptığımız geziler sırasında da
şahit oluyoruz. Bu nedenle Minsk’te, özellikle
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
de yaz aylarında, “hava yağmurlu” diye
endişeye kapılmanıza gerek yok. Şiddetli bir
yağmurun ardından sizi şaşırtacak ölçüde
güneşli bir hava ile karşılaşabilirsiniz. Havadan
söz açılmışken, Beyaz Rusya’da yaz aylarında
havanın akşam saat 10:00’da karardığını,
sabah ise erken saatte aydınlandığını ve
kısmen de olsa Beyaz Gecelerin yaşandığını
söyleyebilirim. Akşam saat 8:00’de Rus
dansları eşliğinde girdiğimiz ahşap kulübede,
insanı baştan çıkaran Rus namelerinin
eşliğinde bizler için hazırlanmış sofrada
yemeğimizi alıyoruz. Yerel giysiler içindeki Rus
kızları, akordiyon eşliğinde çalınan hareketli
müziğe, güzel sesleri ve yöresel dansları ile
eşlik ediyor. Yüzlerine bebeksi gülümsemeler
kondurmuş bu cici kızların makyajsız ve günlük
giysiler içindeki görünümleri de bir o kadar
alımlı.
Biraz Kültür, Biraz Alışveriş
Minsk’teki üçüncü günümüzde, biraz dolaşmak,
biraz da alışveriş yapmak niyetindeyiz.
Merkeze yakın yerde birkaç büyük alışveriş
merkezi var. Büyük dediysem, o
kadar da değil. Beyaz Ruslar
daha tüketim çılgınlığının çok
başında. Alışveriş merkezleri de
komünist
sistemin
primitif
gelişimini simgeleyen izlerle
dolu. Beyaz Rusya’da ekonomik
aktivitenin % 75’i halen devletin
elinde. Bu açıdan, Türkiye ile
Beyaz Rusya arasında 20-25
yıllık bir gelişmişlik farkı var.
Dükkanlardaki satıcılar soğuk ve
somurtkan. Yüzleri bebek kadar
güzel olsa da bakışları donuk.
Malı sanki zorla, dayak atar gibi
satıyorlar.
Alabileceğiniz
hediyelik eşyalar arasında; Matruşka bebekler,
hasırdan yapılmış yerel giysiler içindeki kızerkek çocukları, yel değirmenleri sayılabilir.
Ayrıca, masa örtüleri ve diğer tekstil ürünleri de
revaçta.
Şehri gezerken, eski binaların tarihi dokusunun,
tıpkı birçok Avrupa ülkesinin başkentinde
olduğu gibi orijinal hali ile, ama bakımlı bir
şekilde muhafaza edilmiş olması dikkat çekiyor.
Binaların çoğu 50-100 yıllık. Ana caddeler
üzerinde,
etrafı
naylonlarla
kapatılmış,
üzerlerine bej renkli tenteler örtülü, yarı açık
satış mekanları ilgimi çekiyor. Bir nevi büfe
tarzında işletilen bu mekanların bazısında
yiyecek-içecek, bazısında deterjan satılıyor,
bazı yerler ise kafe olarak işletiliyor.
Şehirde görülmesi gereken yerlerden biri de,
Saint Simon ve Helena Kilisesi, nam-ı diğer
Kırmızı Kilise. 17. Yüzyılda yapılmış olan bu
Roma Katolik Kilisesi, dış cephesinin tuğla
rengindeki görüntüsü ile dikkat çekiyor. Tavan
kısımları da dış cephesi ile aynı renkte. Beyaz
Rusya’da yaşayanların %70’i Ortodoks, % 18’i
ise Katolik. Ülkede az sayıda Yahudi ve
Müslüman da yaşıyor. Kırmızı Kilisenin biraz
ilerisinde ise Lenin Heykeli yer alıyor. Birçok
yerde Lenin’in heykelleri yıkılmış olmasına
karşın buradaki heykele dokunulmamış.
Kilisenin yakınında, 3 katlı bir yeraltı alışveriş
merkezi de var.
Minsk’te çok sayıda kilise olmasına karşın, biz
sadece 4-5 tanesini (Bernadine Kilisesi, Kutsal
Ruh Katedrali gibi) gezebiliyoruz. Kiliseleri
gezdiğimiz Cumartesi günü, Hıristiyanlar için
özel bir dini gün olduğu için hepsi dolu.
Özellikle çok sayıda kadının kiliseye gelmiş
olması dikkat çekici. Dikkatimi çeken bir başka
nokta da, kadınların tam olarak Müslümanlar
gibi olmasa da başlarını örtüyor olmaları. Hepsi
de kiliseye girerken ve çıkarken ikonoların
önünde rüku eder gibi saygıyla eğiliyor ve
ellerinde taşıdıkları uzun yeşil dalları ikonaların
önüne koyuyorlar. Arka tarafta bazı kişiler bir
yerden beyaz kağıtlar alıp, üzerine bir şeyler
yazdıktan sonra tekrar kağıdı aldıkları yere
veriyorlar. Daha sonra ise Papaz Efendi gelip
tüm bu kağıtları topluyor.
Beyaz Rusya’da yaşayanların % 67’si Beyaz
Rus, % 11’i ise Rus kökenli. Bununla birlikte,
insanların yüzlerine bakarak Beyaz
Rus, Rus veya Ukraynalı olduklarını
söyleyebilmek zor. Slav ırkından
geldikleri için hepsi de birbirlerine
çok benziyorlar. Beyaz Ruslar
genellikle uzun boylu, özellikle de
bayanlar sütun gibi uzun ve güzel
bacakları ile dikkat çekiyorlar.
25-26
Ortalama
evlilik
yaşı
olmasına karşın, boşanma oranı
yüksek (% 50’den fazla).
Minsk’de yaşayanların % 80’i Rusça
konuşuyor.
Beyaz
Rusça
konuşanların sayısı ise %0! Bu
anlamda Rusya ile Beyaz Rusya
arasında çok yakın kültürel ve ticari ilişkiler var.
Üniversiteler de dahil olmak üzere okullardaki
eğitim dili Rusça. Beyaz Rusya’da zorunlu
eğitim 9 yıl, öğrenime başlama yaşı ise 6.
Prestreyko’dan önce üniversite eğitimi parasız
iken, şimdilerde üniversite eğitim ücretinin %
60’ı öğrenciler tarafından karşılanıyor. Tüm
üniversite binaları eski, sağlam, tertemiz ve
geniş bir alana yayılmış. Ülkede sanata olan ilgi
üst düzeyde. Yoğun ilgi gösterilen sanat
dallarının başında bale ve opera geliyor. Yerel
halk için bale ve opera gösterileri ucuz (15-20
dolar) olmasına karşın, yabancıların bu
gösterileri seyretmek için ödemeleri gereken
ücret yüksek (60-70 dolar).
Beyaz Gecelere Özlemle Minsk’e Veda...
Minsk’e veda zamanı. Tek üzüntüm, vizem
olmadığı için buradan trenle Saint Petersburg
ve Moskova’ya geçememiş olmak. Gönül
gözüyle kaleme aldığım yerleri, dünya gözüyle
görmüş olmanın keyfi ve Beyaz Gecelerde
buluşmak dileklerimle veda ediyorum sizlere bu
yazıyla
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
Tadı Damağımda
Erdem ENGĐN [email protected]
GEZGİN TATLI : “TRİLEÇE”
Bu tatlı için üç farklı türde süte ihtiyacınız var. Adını da
bundan almış zaten, üç süt tatlısı, trileçe… Püf noktası
sütlerin kaynatılmadan güzelce karıştırılması. Bu karışım
tatlıyı hafifletiyor ve damağınızda hoş, değişik bir tat
bırakıyor. Tiran’da oturan arkadaşım “Arnavutluk’da ne
yerim?” dediğimde “Trileçe” dedi. Denedim, beğendim,
tarif için pastane sahibine sorduğumda “Bu tatlı İtalyan”
dedi, şaşırdım. Kendi özgün tatlıları baklavaymış. Aslında
şaşmamak lazım, 500 yılın izi kolay silinmiyor.
Tiran, biraz bizim şehirlerimize benziyor aslında. Trafikten
mi binalardan mı bilemedim, bir gürültü, bir kaos… Bir
süre sonra caddeler boyunca, ağaçlar ve bira şemsiyeleri
altında kafelerden oluşmuş farklı bir şehir algılıyorsunuz,
şehir içinde şehir gibi… Kafeler boyunca yürürken çarpık, sıvasız binalar artık dikkatinizi çekmez oluyor.
Ve o kafelere dalınca hakim tatların Osmanlı-İtalyan tatları olduğunu görüyorsunuz. Osmanlı ve İtalyan
mutfağı birleşmiş de Arnavutluk mutfağını oluşturmuş gibi. Baktım gördüm, gittiğim tüm kafelerin hepsinin
menüsünde vardı bu tatlı. İnternette araştırayım dedim ve işte o zaman gerçekten şaştım kaldım.
Arnavutluk’ta tesadüfen buluştuğum trileçe, meğer dünyanın en gezgin tatlısıymış!!! Her ülkenin kendine
göre bir trileçe tarifi varmış. Latin Amerika’da çok sevilen bir tatmış ama buraya da orta çağda Avrupa’dan
geldiği düşünülüyormuş. O kadar çok trileçe öyküsü vardı ki hangi ülkeye ait olduğuna karar
veremeyeceğime karar verdim ve sınırları okyanusları aşıp dünyayı dolaşmış bu tadı sizlerle paylaşmak
istedim. Aşağıdaki tarif karamelli olması sebebi ile Arnavutluk’a özel.
8 yumurtanın beyazı kar beyazı oluncaya kadar çırpılır, 8 kaşık şeker eklenir ve çırpmaya devam edilir,
sonra yumurta sarıları, 8 kaşık un, 1 paket kabartma tozu ve 1 paket vanilya eklenerek kaşıkla yavaş
yavaş karıştırılır. Hafif yağlanmış –tercihen dikdörtgen veya kare - tepsiye dökülür, 180 derecede 40-50
dakika pişirilir, hafif ılıyınca kare kare kesilir. Bir kapta küçük kutu krema, 200 ml koyu kıvam keçi sütü ve
200 ml normal süt iyice karıştırılır (ısıtılıp, kaynatılmaz) ve pandispanyanın üzerine dökülür. Son olarak
üzerine karamel sürülerek servis yapılır, “Diğer ülkelerdeki trileçeler nasıl acaba?” diyerek merakla yenir…
TOMOR’UN TADI : “RAKI ME ARRA”
Arnavutluk'un güneyinde Berat şehri. Amasya'nın
ikizi sanki... Osmanlı yeni çıkmış gibi şehirden,
hiçbir şey bozulmamış. Berat'ın girişinde küçük,
şirin bir bağ evi... Bodrum kat imalathane, üst kat
ürünlerin sergilendiği ve tadım yapılan salon. Her
yer pırıl pırıl. Saat kaç olursa olsun kapısı size
açık. Biz akşam onda çaldık kapılarını, güler yüzle
karşılandık, üstelik tüm aile tarafından. Baba,
anne, oğul, kardeş, torun hepsi geldi bizimle
tanışmaya ve bizleri şaraplarıyla tanıştırmaya.
Çobo Ailesi bu işe gönül verenlerden, 1900'ların
başında başlamışlar şarap üretimine, 1950'de
gelen komünizmle ara vermek zorunda kalmışlar
bu işe. Ailenin büyükleri, hatıraları ve hikayeleri
hep canlı tutmuş, sonrasında 1990'larda aynı
tutkuyla, tekrar, kaldıkları yerden devam etmişler. Dillerini bilmesem de tutkulu bakışlarından anladım ne
demek istediklerini, bakışlarımız o noktada kesişti ve hemen anlaştık. Üzümler, Arnavutluk’un Olimpos’u
Tomor Dağı’nın eteklerinden. Tomor dev bir aslan olmuş, şehrin gerisinde yatmış şehri beklerken, tüm tadı
şişelere dolmuş bizi bekliyor sanki… "Berat'ın Beyaz"ı ile başladık, "Kaşmir"le devam ettik ve ceviz rakısı
"Rakı me Arra" ile büyülendik. Bir doktorun bal, ceviz ve rakının şifalarıyla ilgili açıklamalarını
dinleyince oğul Çobo, kafasını bu konuya takmış ve araştırmaya başlamış. Çalışmış, çeşitli karışımları
denemiş, sonunda üretime başlamış. Balı, cevizi, üzümü yüce Tomor’un gülleriyle harmanlamış ve ortaya
bu tat çıkmış. Bizim rakıya benzemiyor tadı - tipi, koyu - çok koyu bu rakı. Yemek üzerine içilen, sindirimi
kolaylaştırıcı içkilerden, konyak tipi. Berat gibi büyülü, Tomor gibi ihtişamlı... Yolunuz düşerse Berat'a,
girişte sağda Çobo şaraphanesi... Lütfen duvarlarına bir göz gezdirin, karşılaşıveririz belki orada bu
yazıyla…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
Türkiye’den
Timur ÖZKAN [email protected]
EFSANELERDEN, RİVAYETLERDEN BUGÜNE VAN
Van deyince akla Van Kedisi ve Van Gölü gelir.
Van Gölü deyince de benim aklıma halâ, Van
Gölü Canavarı gelir. Van Kedisi, Van’ın
tartışılmasız sembolü olarak Van’la anılmaya
devam ediyor. Van Gölü ise siyasetçilerin “göl
mü deniz mi” polemiğiyle bir kez daha
gündeme gelirken bir zamanlar Türkiye’yi
sarsan (bugün artık bir kurgu olduğu sır değil)
Van Gölü Canavarı efsanesi çoktan unutuldu
bile… TV kanallarını ve gazeteleri günlerce
meşgul eden yapay canavarın maketi gölün bir
kenarında bulunduğunda olup bitene kimse
inanmak istememişti. Oysa İskoçya’nın ünlü
Ness Gölü Canavarı gibi Van Gölü Canavarı
Efsanesi de kuşaktan kuşağa devam edebilir,
“Van” ve “canavar” sözcüklerinin birleşmesiyle
üretilen “Canovan” veya kısaca “Cano”, Van
için yeni bir turistik sembol olabilirdi.
Biraz da tesadüfen Van gezimize
kentin sembolü Van kedisiyle
başladık. Van kedisinin Yüzüncü Yıl
Üniversitesi’nde oluşturulan ve
ziyaretçilere açık Kedi Evi’nde
yaşatılmaya çalışıldığını biliyorduk.
Ancak Van’a gelince öğrendik ki
Kedi
Evi
hafta
sonlarında
kapalıymış ve ayrıca Mart ayında
zaten ziyarete izin verilmiyormuş. Bu durumda
Havaalanı yolundaki Urartu Halı Kilim
Mağazası’nın kendi bahçesinde yetiştirdiği üç
kediyi görebileceğimizi öğrenince ilk ziyaretimiz
buraya yaptık. Beyaz uzun tüyleriyle ve biri
mavi diğeri yeşil gözleriyle dikkat çeken ve
nesli koruma altında nadide bir tür olan Van
Kedisi’nin kent dışına çıkarılmasına izin
verilmiyor. Ve ayrıca, daha sonra birkaç kez
duyacağımız gibi Vanlılar, kedilerine Ankara’nın
sahip çıkmasına fena bozuluyorlar…
Böylece, Van kedileriyle tanıştıktan sonra ikinci
ziyaretimizi yapmak üzere, kentin diğer bir
sembolü olan Van Kalesi’ne gidiyoruz. Van’ın
binlerce yıl geriye giden tarihinin tek tanığı Van
Kalesi bugünkü kentin merkezine 3 km kadar
uzaklıkta yer alıyor. Önce kalenin çevresini
geziyoruz, kalenin eteklerinde harabe halindeki
eski Van’da ayakta kalmayı başarmış tarihi
camilerden (bir Mimar Sinan eseri olan) biri
olan Hüsrevpaşa Camii restore edilmiş.
Caminin karşısındaki tarihi mezarlıkta iki
kümbet dikkat çekiyor. Bu kümbetlerin birinin
Kafkas Timuroğlu Derviş Mehmet Paşa,
diğerinin Beylerbeyi Mehmet Emin Paşa
(18.Yüzyıl) adlı iki komutana ait olduğu rivayet
ediliyor.Kale çıkışında, geleneksel mimarisine
uygun olarak inşa edilen ve içi Etnografya
Müzesi olarak düzenlenen Van Evi’ni dışarıdan
gördükten sonra üzerine çıktığımız kaleden
gündüz kuşbakışı olarak kent merkezini,
akşamları ise Van Gölü‘ndeki etkileyici gün
batımını izlemek mümkün…
Tarihi İÖ 4 binlere uzanan Van, Hurriler, Hititler
ve Asurlulardan sonra 900-600 arasında
yöreye egemen olan Urartuların başkenti
olmuş. Urartuların burada kurduğu kalenin adı
olan Biane, zamanla Viane’ye ve daha sonra
da Van’a dönüşmüş. Tarımda ileri bir uygarlık
olan Urartuların, uzunluğu 50 km’yi aşan,
gelişmiş bir kanal sistemiyle Gürpınar ilçesi
yakınlarındaki Başet Dağı’nda çıkan kaynak
suyunu kente taşıdıkları biliniyor.
Daha sonra Pers, Bizans ve
Selçuklu’yu takiben yönetimi ele
geçiren Osmanlılar, bu kanallara
kerhiz denilen yeraltı su depolarını
eklemişler…
Van’ın tarihi yüzü hakkında not
edilebilecekler bunlar… Yeni Van’ın
olarak
merkezi
ise,
Beşyol
adlandırılan ve
Cumhuriyet
ile İskele
caddelerinin kesiştiği meydan kabul ediliyor.
Beşyol’daki Valilik binası ile Van Belediyesi
arasındaki Cumhuriyet Caddesi, Van’ın en işlek
kesimi, büyük oteller, banka şubeleri, büyük
mağazalar vb burada yer alıyor. Belediye
binasının arkasında yer alan Van Müzesi küçük
fakat zengin bir müze. Urartu döneminin
yanısıra Selçuklu ve Osmanlı eserlerine de ev
sahipliği yapan müzede aralarında Van-Hakkari
kilimlerinin de bulunduğu etnoğrafik eserler de
sergileniyor. Van Müzesi, Türkiye'nin en az
gezilen müzesi unvanına sahip ve bu nedenle
olsa gerek, ücretsiz…
Van’ın kent merkezini böylece gezdikten sonra,
kentteki diğer önemli bir tarihi eser olan
Akdamar Kilisesi’ni görmek üzere, merkeze 50
km uzaklıktaki Gevaş ilçesine doğru yola
çıkıyoruz. Burada çekilen Vizontele filmiyle
ünlenen Gevaş’ta bulunduğumuz gün, güzel bir
rastlantıyla Nevruz kutlamalarına denk geldi.
Yaktıkları, Nevruz ateşinin etrafında eğlenen
ilçe halkını kısa bir süre izledikten sonra
Akdamar’ İskelesi’ne doğru yolumuza devam
etik.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
Gevaş-Tatvan yolunun 10. kilometresindeki
Akdamar İskelesi’nin 3 km kadar açığındaki
küçük ada, Van’ın en çok ziyaretçi çeken yeri.
20 dakikalık bir tekne yolculuğuyla ulaştığımız
bu adada bulunan tarihi kilise, yakın zamanda
restore edildikten sonra müze olarak açıldığı
zaman, eksikliği bazı eleştirilere neden olan
haçı da yerine konmuş. Kısa bir süre önce
uluslararası bir ayinin de gerçekleştirildiği
Akdamar veya Kutsal Haç Kilisesi 915-922
yıllarına tarihleniyor. Önceleri adada bulunan
bir saray kompleksi içinde saray kilisesi olarak
inşa edilen, daha sonra zaman içinde sarayın
yıkılmasını takiben yapılan ilavelerle bir
manastıra
çevrilen
kilise
20
metre
yüksekliğindeki sivri kubbesiyle çevre yolundan
da görülebiliyor. Haç planlı kilisenin dış
cepheleri benzersiz kabartmalarla, iç duvarları
ve tavanları ise günümüze gelmeyi başarmış
fresklerle süslenmiş.
Akdamar adının kökeni bir rivayete
dayanıyor. Çevre köylerin birinden
yüzerek adaya gelen bir genç, o
zamanlar yabancıların çıkmasının
yasak olduğu adadaki manastırda
yaşayan güzeller güzeli Tamara’yı
görüp, aşık olur ve sevdiğini
görmek için geceleri gizlice adaya
yüzmeye başlar. Tamara da her
gece karanlıkta yüzen sevgilisine
bir fenerle işaret vererek yol
gösterirmiş. Rivayete göre fırtınalı
bir gece Tamara feneri yakmayarak sevgilisinin
gelmesini önlemek ister. Gencin gelmesini
istemeyen biri daha vardır. Tamara’nın yasak
aşkını öğrenen ve onu kıskanan baş keşişin
kızı babasını durumdan haberdar etmiştir. Baş
keşiş fırtınalı o gece elindeki fenerle (sevgilisini
uygun bir yerde bekleyerek ona yol gösteren
Tamara’nın aksine) adanın etrafında dolaşır.
Sürekli ışığa doğru yüzen fakat bir türlü adaya
ulaşamayan genç yorularak sonunda bitkin
düşer ve son nefesinde “Ah Tamara” diye
bağırır. Bu sese koşan Tamara da sevgilisinin
boğulmasına dayanamayarak kendini suya
bırakır… Genç sevgilinin son sözleri ise
zamanla Akdamar’a dönüşerek bu adanın adı
olur ve günümüze kadar ulaşır…
Van’ın göl kıyısındaki
ilçelerinden
güneydeki
Gevaş, Akdamar Adası
nedeniyle
ziyaretçi
çekerken,
kuzeyindeki
Muradiye,
şelalesiyle
ünlü…
Adını
Bağdat
seferinde buraya uğrayan
4.
Murat’tan
alan
Muradiye, Vana 80, şelale ise Muradiye’ye 10
km uzaklıkta. Tendürek Dağı’ndan gelen
Bendimahi Çayı üzerindeki şelalenin 20
metreden akan suları kışın donarak ayrı bir
güzellik oluşturuyor. Buraya kadar gelmişken,
şelalenin 1 km kadar gerisindeki tarihi Şeytan
Köprüsü’nü atlamamak gerekir.
Van’dan çıktıktan sonra, güneyden veya
kuzeyden devam ederek, uzunluğu 360 km’yi
bulan çevre yolunu gene Van’da tamamlamak
mümkün.
Böyle bir yolculukla, etraftaki
dağların ve bunların göle yansımalarının
yarattığı güzel görüntülerin yanısıra, Van’ın
Tatvan ilçesindeki Nemrut Krater Gölü ve
Bitlis’in Ahlat ilçesindeki Selçuklu eserleri de
görülebilir.
Gerek Gevaş’a, gerekse Muradiye’ye giderken
kıyısı boyunca yolculuk yaptığımız Van
Gölü’nün büyüklüğünü görünce, buraya Van
Denizi diyen yöre halkına hak vermemek
olmuyor. Nemrut Dağı’nın (heykelleriyle ünlü
olan değil) patlaması sonucu oluşan Van Gölü,
teknik olarak diğer denizlerle bağlantısı
olmadığı içindeniz değil göl kabul edilse de,
3713 km2 yüzölçümü, 430 km’yi bulan kıyı
uzunluğu ve 451 metreyi inen derinliğiyle bir
gölden çok denizi andırıyor. Dünyanın birbiriyle
bağlı deniz kütlesinden çok içerde bulunması
bir yanan deniz düzeyinden 1646 metre
yükseklikte bulunması; göl kıyısına kurulan
Van’a, dünyanın değilse de Türkiye’nin en
yüksek sahil kenti gibi bir özellik kazandırıyor.
Van Gölü’nün bir diğer özelliği de dünyanın en
yüksekteki sodalı gölü olması. Sodalı suyun
farkını, bu suda ellerinizi yıkarken fark
ediyorsunuz.
Yıkadıkça
köpüren
suda,
deterjansız çamaşır yıkamanın mümkün olduğu
söyleniyor
Van’ın mutfağı, özellikle kahvaltısı da meşhur,
Van Kahvaltısı yapmak üzere gittiğimiz
Bakhelebak adlı restoranın adı gibi ilginç bir kişi
olan sahibi Yusuf Konak'ın çeşitli sorularla ve
esprilerle
süslediği
sohbeti
arasında
yöreye
özgü
kahvaltımızı
yapmış
olduk. Van kahvaltısının
diğer
bir
adresi
Cumhuriyet Caddesi’nin
paralelindeki
Kahvaltıcılar
Sokağı.
Van’ın kahvaltısı kadar ünlü bir diğer yiyeceği
ise İnci Kefali… Van Gölü’nün acı suyunda
yaşayan tek balık cinsi olan İnci Kefali, burada
aynı Van Kedisi gibi, kent merkezinde heykeli
yapılacak ve adına her yaz festival
düzenlenecek kadar önemseniyor.
Sonuç olarak, Van bir göl, bir kedi değil...
Kalesinden müzesine, kahvaltısından kefaline,
adasından şelalesine, efsanesinden rivayetine
kadar bir gezginin ilgisini çekecek çok şey var
burada… Bütün bunlara mutlaka, yöre insanın
konukseverliğini de eklemek gerek. Üstelik Van
artık eskiden olduğu kadar uzak ve ulaşımı zor
bir yer değil. Van Ferit Melen havaalanı,
Ankara’ya 1,5 İstanbul’a 2 saat uzaklıkta olup
erken bilet almak koşuluyla aynı kentlerden
kalkan otobüslerin fiyatına Van’a uçmak
mümkün. Ayrıca bu tarafa yolu düşenler için;
gölün karşı kıyısında bulunan Tatvan’dan, iki
saatlik karayolu veya beş saatlik feribot
yolculuğuyla da ulaşılabiliyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
Gez/Oku _______ _________________________________
NEREYE GİTMELİ, Melih Uslu
60 Ünlüden Tam 360 Seyahat Önerisi
208 Sayfa (14x20) Truva Yayınları
Gelecekte dünyayı gezmeyi ev Anadolu’da bir köy evine yerleşmeyi hayal
eden gazeteci-yazar melih Uslu, gezi üzerine çok sayıda yazıya ve
röportaja imza atmış deneyimli bir gezgin ve yazar. 5 yıl boyunca seyahat
edip 25 587 kilometre yol kat ettikten sonra 60 popüler isme sormuş;
“Nereye Gitmeli?” Favori tatil mekanlarından en yeni gezi rotalarına, az
bilinen yerlerden, otomobil ve gemi turlarına, en gözde plajlardan kültür
gezilerine, yürüyüş rotalarından dalış önerilerine kadar birbirinden ilginç
360 önerinin derlendiği Nereye Gitmeli deyimin gerçek anlamıyla tam bir
başucu kitabı… Önsözünü Tayfun Talipoğlu’nun yazdığı kitapta; Orhan
Pamuk, Çelik Gülersoy, Tan Sağtürk, Sunay Akın, Coşkun Aral, Nasuh
Mahruki, Saffet Emre Tonguç, Ali Demirsoy gibi sanat ve bilim dünyasının
tanınmış simalarının yanı sıra Mevlevi olup Konya’ya yerleşerek Rabia
adını alan Arjantinli Sylvia gibi ilginç isimlerin gezi önerileri de yer alıyor.
YUVARLAK DÜNYANIN YEDİ KÖŞESİ, Bülent Demirdurak
246 Sayfa (14x20) Gita Yayınları, 2008
Bende 1 lira vardı / Sende 1 lira vardı / Paraları değiştirdik / Bende
1 lira var, sende 1 lira var / Sende 1 bilgi vardı / Bende 1 bilgi vardı
/ Bilgileri değiştirdik / Şimdi sende 2 bilgi var, ben de 2 bilgi var /
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Böyle başlıyor Yuvarlak Dünyanın Yedi
Köşesi. Bülent Demirdurak, Yuvarlak Dünyanın Dört Köşesi ile
başlayan serinin dördüncü kitabında bizi önce Ege bölgemizden
başlayarak Akdeniz ülkelerine götürüyor. Önsözünü Reyan Tuvi’nin
yazdığı kitap daha sonra Hindistan’dan Peru ve Bolivya’ya doğru
birbirinden ilginç gezi yazıları ile devam ediyor…
ASYA’NIN 9 KAPISI, Faruk Budak
15 Aylık Asya-Afrika gezisinin birinci bölümü
192 Sayfa (17x24) Sigma Yayıncılık, 2007
Işığın yükseldiği coğrafyadaki 9 ülkede 6,5 ay süren bir içsel yolculuk...
Hindu aşramlarından Budist manastırlarına, Müslüman dergahlarından
Hıristiyan kiliselerine uzanan ruhani yaşamın gizemli çekiciliği, bir Hindu
tapınağında karşıma çıkan Mevlana, Katmandu’nun efsanevi atmosferi,
Burma’da sahipsiz Türk şehitliğinde dökülen gözyaşları, Efsanevi
Mekong nehrinde uzun nehir yolculukları, Kamboçya’nın görkemli
Angkor Wat tapınağı ve Ölüm Tarlaları, Tayland’da halkalı köleler
dönüşmüş Karen kadınlarının trajedisi, Phangan adasında yalnızlığın
ve sessizliğin müthiş bir meditasyona dönüştüğü eşsiz huzur dakikaları
ve Tanrıların adası Bali’deki dinsel ritüeller... (Arka kapaktan)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011)
Ankara’dan
Ş. Pınar ŞENOL, Gülücan TAŞ
Ankara Üniversitesi Öğrencileri
KURTULUŞ’A DOĞRU
18 Mart Cuma Günü sabah 9.30’da DTCF
önünde yaklaşık 1 saat sabırsızlıkla beklemenin
ardından gezi otobüsümüzün gelmesiyle
‘Kurtuluş Yolu’ adlı gezi serüvenimiz başladı.
Kurtuluş Yolu’nun ilk durağı olan Ankara Garı’na
zamanımız kısıtlı ve bireysel ulaşımın da rahat
olması dolayısıyla gezimize dahil etmeden
rotamızı Alagöz’e çevirdik. Gezimizin amacı
Sakarya Meydan Muharebesi’nin cereyan ettiği
mekanları yerinde görüp o atmosferi solumaktı.
Tam
da tarih kitaplarından okuyup
hocalarımızdan defalarca dinlediğimiz bu
savaşın top seslerinin Ankara’dan nasıl
duyulduğunu merak ederken Timur Özkan
Hocamız imdadımıza yetişti ve kendisinin de
üniversite yıllarında bu savaşın Sakarya ilinde
yaşandığını sandığını ancak sanılanın aksine
Sakarya Meydan Muharebesi Sakarya ilinde
değil Sakarya Nehri civarında gerçekleştiğini
esprili bir dille anlattı.
Tabii bunları anlatırken Alagöz’e ulaştık. Ve
Ata’mızın 22 gün 22 gece Başkomutanlık
Karargahı olarak kullandığı, savaşı planlayıp
yönettiği Polatlı’nın Alagöz köyündeki Türkoğlu
Ali Ağa’ya ait iki katlı çiftlik evini meraklı
bakışlarla inceledik. Bu arada Çiftlik Evinin
oldukça soğuk, karanlık ve kasvetli olduğunu
söylemeden
edemeyeceğiz.
Bugün
Başkomutanlık
Karargah
Müzesi
olarak
yaşatılan bu evin önünde toplu bir hatıra
fotoğrafı çektirip ikinci durağımız olan Malıköy
Tren İstasyonu’na doğru yola koyulduk.
Savaş zamanında revir, lojistik destek merkezi
ve askeri uçak pisti olarak kullanılan Malıköy
Tren İstasyonu’na vardığımızda karşılaştığımız
ortam bizi bir yandan duygulandırırken bir
yandan da temayı kullanıp eğlenceli fotoğraflar
çektirmemizi sağladı. Bu eğlenceli mekanı
geride bırakıp Ayşegül hocamızın memleketi
olan Polatlı’ya doğru yola çıktık.
Polatlı merkezinde Torki’nin Yeri’nin yanındaki,
hafif engebeli çardaklı parkta kumanyalarımızı
afiyetle midemize indirdik. Ardından Şehitler
Kaşı tepesinde bulunan Sakarya Şehitleri
Anıtı’nı görmek üzere tepeye tırmandık.
Vardığımızda Polatlı ayaklarımızın altındaydı ve
dev anıt tüm gösterişi ve ihtişamıyla
.
önümüzdeydi.
Tepede bulunan Sakarya
Meydan Muharebesi Müzesi’ni dolaştıktan sonra
dev anıttan aşağıya indik. Tepeden indikçe
karşılıklı sıralanmış sütunlarının aralarının açılıp
boylarının kısaldığını, ortadaki merdivenlerin ise
dikliğinin ve sayısının arttığını fark ettiğimizde
hocamızın açıklaması şu şekilde oldu: ’’Sakarya
Şehitleri Anıtı’nın merdivenlerinin, yukarı
çıkıldıkça
dikliğinin
azalması
(çıkışın
kolaylaşması) ve sütunların giderek yükselmesi;
22 gün 22 gece süren savaşın ilk zamanlarında
Türk Milleti’nin çektiği ızdırabın şiddetini ama
lehimize dönen savaşa paralel olarak bu sıkıntı
ve zorlukların aşıldığını ve zafere yaklaşıldığını
gösterir.’’
Bu anlatılanlar karşısında anıtın manevi
değeriyle büyülendik. Toplu bir fotoğraf da anıtın
önünde çektirip Kartaltepe’ye yöneldik. AnkaraEskişehir yolundan da görülebilen ve düşmana
eliyle ‘dur’ diyen askerin tasvir edildiği,
Türkiye’nin en yüksek Mehmetçik Anıtını da
gezdikten sonra Duatepe’ye hareket ettik.
Buradaki
görkemli
heykeller
savaşın
gözümüzün önünde canlanmasını sağlayacak
kadar
gerçekçiydi.
Heykellerden ‘savaşı
dürbünüyle izleyen Atatürk figürü’ ile güzel
kareler yakaladıktan sonra Kurtuluş Yolu
gezimize nokta koyduk. Ama buraya kadar gelip
Duatepe’ye 3 km uzaklıkta bulunan M.Ö. 1000’li
yıllara ait tarihi eserlerin sergilendiği Gordion
Müzesi ve Kral Midas’ın mezarının bulunduğu
tümülüsü gezmeden edemedik.
müzeye
giderken yol kenarında gördüğümüz tümülüsler
dağa taşa bakış açımızı değiştirdi. Bizim tepe
sandığımız toprak yığını meğer insan eliyle
oluşturulmuş kral mezarlarıymış. Müzeyi ve
tümülüsü yoğun yağmur altında gezdikten sonra
gezimiz sonlandı
Hava şartlarının çok da iyi olmadığı bir günde
bu geziye gitmekte tereddüt etmemize rağmen
buraları görmekten, o atmosferi yaşamaktan
onur duyduk.
Kurtuluş Yolu olarak adlandırılan bu tarihi
mekânların, her Türk vatandaşının, bilhassa
Ankara ve civarında ikamet eden herkesin
mutlaka gezip görmesi gereken yerler olduğu
kanısındayız
Ankara Kütüphanesi
Timur ÖZKAN [email protected]
ANKARALI, Zeynep CEMALİ
200 Sayfa (12x18) Günışığı Kitaplığı
Çılgın Babam ve Patenli Kız gibi çok sevilen kitapların usta yazarı Zeynep
Cemali, aramızdan ayrılmadan önce tamamladığı son romanında sıradan
insanların sıradışı öykülerini anlatıyor. Çocukluk ve gençlik arasındaki
gelgitlerle kurgulanan kitap, okuru meyve ağaçları, çiçek seraları ve doğa
sevgisiyle sarmalanana aile ilişkilerine götürürken; farklılıklar, önyargılar,
gelenekler, töre ve eğitim hakkı gibi güncel birçok temaya da cesaretle
dokunuyor.
Çevreci, idealist bir ana babanın kızı olan Doğa, işlettikleri botanik
bahçesinde karşılaştığı yaşlı bir kadın sayesinde ailesinin sırlarla dolu
geçmişini merak etmeye başlar. Doğa, zamanla zincirin halkalarını
birleştirdikçe, büyük büyükbabasıyla 1940’larda başlayan hikaye de
boyutlanır. Doğa her geçen gün, babası ve amcası arasındaki soğukluğun
nedenlerini daha iyi anlarken, gizemli Ankaralı hakkında gerçekler de
aydınlanır… (Arka kapaktan)
ANKARA ANIDI Monumentum Ancyranum, Augustus (Çeviren: Hamit Dereli)
MEB Dünya Edebiyatından Tercümeler (12x18) 124 Sayfa, 1949
Ankara’da Hacı Bayram Camii’ne bitişik “Ogüst Mabedi” adıyla tanıdığımız
tapınağın duvarlarına hakkedilmiş olan “Monumentum Ancyranum” bu
zamana kadar bulunan Latince yazıların en uzunu, en önemlisi ve en ilgi
çekenidir. Roma İmparatorluğ’nu kuran Augustus, İsa’nın doğumundan
ondört yıl sonra öldü. Ölümünden biraz önce kaleme aldığı bu yazı
Senato’da okunduktan sonra Roma’da dikili iki tunç üzerine kazdırılmıştı.
Ayrıca kopyaları da imparatorluğun diğer eyaletlerindeki muhtelif tapınaklara
konmuştu. Bugün bu kopyalardan biri en mükemmel bir surette muhafa
edilmiş olduğu halde Ankara’mızda bulunuyor. Diğer iki kopyadan bazı
parçalar Isparta vilayeti içinde Antiochia (Yalvaç) ve Apollonia (Uluborlu) da
bulundu. Öteki kopyalar ise tamamıyla yok olmuştur. (Sonsözden)
Arkeolji Literatürüne “Ankara Anıdı” olarak geçen Augustus Tapınağı’nın
duvarlarında bulunan ve arkeologlar tarafından “Yazıtlar Kraliçesi” olarak
adlandırılan Augustus’un Vasiyetnamesi’ni konu alan kitapta; Remzi Oğuz
Arık tarafından bu vasiyetnamenin nasıl keşfedildiğini anlatan geniş bir giriş
bölümünün ardından, sözkonusu vasiyetnamenin günümüze ulaşabilen
dördüncü ve son bölümünün tam metni yer alıyor. “Tanrısal Augustus’un
arz küresini Roma halkının hakimiyeti altına almak için başardığı işleri,
Roma Devleti ve halkı için yaptığı masrafları gösteren vesika” 35 madde ve
4 ekten oluşur. Yalvaç’ta sadece Latince ve Uluborlu’da sadece Grekçe
versiyonları bulunan bu metnin hem Latince hem Yunanca versiyonu,
dünyada sadece Ankara’da, Augustus Tapınağı’nın duvarlarındadır.
Ankara/Ankara ________________________________________
Ulus Gazetesi’nin haftalık Fransızca Ankara Baskısı, 24 Kasım 1938, Başyazarı: Falih Rıfkı Atay (Turhan Tanyer Arşivi)
Dizelerden
SEVGİ ÇİÇEĞİ YANAR DÖNER
İrfan Çelik
Sevgisin çiçeksin yanar dönersin
Sevgisiz kalırsan bir gün sönersin
Kalıp kalıp beton gelir üstüne
Kapatır güneşi açmaz sinersin
Dertlerin boğupta seni asanda
Kokla yanar döner keder tasanda
Sevgiyle açıyor sevgi çiçeğim
Ankara Gölbaşı Hacı Hasanda
Yaprağın çiçeğin hep sevgi dolu
Sevgi hasretine açarsın kolu
Sevgi çiçeğini görmeden gitme
Ankara Gölbaşı yakındır yolu
Verdiğin sevgiyle buldular seni
Koruma altına aldılar seni
Sevgiden haberi olmayan eller
Bilmeden kıydılar yoldular seni
Çiçeklerin aldır gülersin yüze
Temiz sevgin kalbi döndürür köze
Papatyagillerden eşin bulunmaz
Cennetten hediye Mevlâdan bize
Dünyada bulunmaz başka hiç yerde
Merhem olunur mu sevgisiz derde
Tertemiz toprakta sevgi çiçeğim
Yetişmez toz duman çöplükte kirde
İnsana sevgiyle boyun eğmesi
Coşturur yüreği dili nağmesi
Anılıyor türlü türlü adlarla
Peygamber, kırmızı, gelin düğmesi
Sevgi çiçeğime denilir türbe
Nesli bitiyordu öksüzüm körpe
İnsanı sürükler sevgiyle aşka
Sevgiyi bir kere yeterki gör be
Sevgi dolusun sen sevgi çiçeğim
Sevgi şerbetinden ver de içeyim
Çiçekler hepside çok güzel amma
Çiçeğim olarak seni seçeyim
18/04/2011
Dünyada sadece Ankara Gölbaşı, Hacı Hasan Köyünde yetişen ve
Yanar döner, Peygamber Çiçeği, Kırmızı Gelin Düğmesi ve Türbe
olarak da adlandırılan Sevgi Çiçeği koruma altına alınmıştır.
http://www.siirkolik.com/siirler/171092-sevgi-cicegi-yanar-doner.asp

Benzer belgeler

ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi

ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20E-Dergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ kl...

Detaylı

ANKARA ÇİĞDEMİ

ANKARA ÇİĞDEMİ Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir. Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir....

Detaylı

ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi

ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi “Ankaralı Gezginler” serisinden yayınladığımız ilk üç kitabımızı “Gezgin Gözüyle” serisinden yayınladığımız diğer üç kitap izledi. Sıradaki kitaplarımız “Hindistan ve Yakın Asya” ile “Afrika” için ...

Detaylı