1 / zine - Kaybolan Defterler

Transkript

1 / zine - Kaybolan Defterler
kaybolandefterler
/ zine
İKİ AYLIK EDEBİYAT-KÜLTÜR-SANAT DERGİSİ
YIL: 2 SAYI: 3 ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
ASLAN KOCAMAN | AYNUR KIZ | BATURALP İLKAY GÜLTEN | DOĞAN ATEŞ | EMİR YAKAMOZ | EMRAH ATEŞ
GECE İŞARETİ | GİZEM ALTINORDU | GÜNSELİ DAMLA UĞUR | HATİCE TOSUN | HIDIR MURAT DOĞAN | KÜBRA SIRMALI
MELTEM DOĞAN | MUHSİN GÜNEY | NECMETTİN TOPÇU | OĞULCAN KÜTÜK | RASİM DEMİRTAŞ | RIDVAN GÖKSU
ŞİRİN DÖĞÜŞ | TUĞBA TURAN | ULVİ KOÇU | ÜMİT KULAKSIZ | ZEKİ BERK GÜNDÜZ
kaybolandefterler
/ zine
1
kaybolandefterler
/ zine
DEĞİLDİR.
BEYAZ PEK TERCİH EDİLEN BİR RENK DEĞİLDİR.
2
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Delik deşik edilmiş coğrafyaların ortasında uzanan, virajlı
yollardan geçtim. Bir dilim gülümseyişe tamah eden mülteci
bakışmalar vardı bütün pencere ötelerinde.
Bütün karınlarda aynı açlık var.
Bir gürültüye dönüşür zamanla, bütün aykırı hezeyanlar.
Uçurum kenarlarında evrenin sonsuz boşluğuna armağanlar
biriktiren adamları bağırırken gördüm…
Cemiyette pişmeyi öğrenebileceğim yeni bir çocukluk ricasında bulundum tanrıya. İnsanlar nasıl mutlu? Ya da nasıl böyle
mutlu olur bir yaradılan bütün eğreti düşlere rağmen.
Azla yetinmek böyle bir şey mi? Ve neden hiçbir seans yoktur ki bana, bir terk edilişi öğretebilsin?
İlk duayı öğrendiğimde on dokuz yaşındaydım. Nenem ölmüştü, ve ellerimi açmam, mırıldanmam gerekiyordu. Çünkü
biliyorsun, biz aynı zamanda ağzımızı oynatmayı sevip, sesli
düşünen bir toplumuz.
Ellerin genellikle birbirine paralel durması gerektiğini düşünürdüm o zamanlar. El ele tutuşmalar mitolojik bir hikayeden
başka bir şey değildi. Ve evren olgusu, bütün sevişsel döngülerin yalnızca zahiri bir bütünlüğünden ibaretti.
Bizim gibi insanlar, yaralarından çelenk yaptırmayı severler
bütün eski seviler için. Bir muallak, öncelikle şizofreni belirtisidir ve bizde kaybetmek eski bir aile geleneğidir…
Masaların üzerinde duran bütün çiçekleri kurutabilir, önümden geçen bütün baharları bütün zamanlardan daha uzun,
öylece izleyebilirim.
Böylesi zamanlarda hep kendi kendime sayıklarım. Bir ölüm
döşeği sancısını hepiniz bilirsiniz. Yatak dediğin azraille buluşulan önemli bir mekandır sadece… Bunu en iyi Eros bilir.
Arayıp ona da sorabilirsiniz…
Hep yollara gidip, hep mola yeri rüzgarlarına astım kendimi.
Burnumda biraz sonra kalkacak bütün otobüslerin egzoz
kokularından miras tuhaf bir tat kalması gayet normaldir. Ve
bütün tuvalet kapılarına gizli gizli yazma isteğimin doruğa
ulaştığı uğuldamalarımdır aslolan.
Yaşamamayı dileyeceğin kentleri bıraktım oracıkta… Görmemeyi dileyeceğin kırıklardan geçtim… Kalbimde Çernobil
artığı okulların bahçelerinde sallanan, gıcırtılı bir salıncaktan
başka bir şey yok. Daha kötüsünü de gördüm, sen şimdi
korkma…
Şimdi sen beni dinle, çığlığımı duy, yanımda kal, parmaklarıma dokun, ellerimi tut, gözlerime bak… Her şeyi silip süpürecek bir tufan bekliyor insanlık yüzyıllardır. Herkes “bitse de
gitsek” diye bakıyor öylece uzun…
Bak, bence hiç gerek yok bütün bunlara. Ben buraya sadece
sendeki yanımı almaya geldim, hepsi bu. Mucizelere inanmayı bıraktığımda tam bir yaşımdaydım, iyisi mi sadece sen;
Önce sev, sonra öldür.
____________
HIDIR MURAT DOĞAN
kaybolandefterler
/ zine
3
Görsel: Eutah Mizushima
Genel Yayın Yönetmeni
Deniz
anlatıyor
mu
beni
sana?
DEĞİLDİR.
Ağu
ya da
Cate
sayha
Blanchett
SUYA
TUTUNMAK
SARMAL
ŞİNANAY
YEDİ
ACI – I.
KUMPANYA
İÇERLEMESİ
AYPERİ
BİSİKLET
Son Gölge
gölgesiz
duvarın
baharı.
yol rengi
hakkında
kaybolandefterler /zine
BAHAR
ÇOCUKLARI
güz’e
teşne
GENEL YAYIN YÖNETMENİ / DİZGİ-TASARIM / ÇEVİRİ HIDIR MURAT DOĞAN
UZUN
SUSKUNLUKLARDAN
SONRA
HERKES FISILDAR
KAPAK GÖRSELİ Alessandro Bonini
YAYIN KURULU HIDIR MURAT DOĞAN / FATİH AKÇA / HATİCE TOSUN / MELTEM DOĞAN / DOĞAN ATEŞ / EMRE YILDIRIM
.
.
icinde
-
-ki
ZAMAN
GEÇİP
GİDECEK
-ler
bu defterde ne yazıyor?
KÜL
BOĞUMU
sığınak
Masalların Kadınından
Kadınların Masalı:
Cadı
ÇİZGİ
NE DİNLEMELİ?
Nihavend
KİM DEMİŞ
AVRUPA’LILARIN
AĞITLARI
OLMAZ DİYE?
BANA BİR
BİRA,
MAHMUT
ABİ’YE BEYAZ
LEBLEBİ
kar
gündemi
Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. ©
Şubat 2016
kaybolandefterler
/ zine
Ben iyiyim,
sen memleketten haber ver.
Hala öldürüyorlar mı
esmer yüzlü çocukları
eşkıya diye?
Mehmed Uzun
6
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
MUHSİN GÜNEY
SARMAL
ŞİNANAY
hem çarmıhta hem mengenedeyiz
bozkırdan üzülüyoruz beton şehirlerin dramına
ve elif gibi duramıyoruz kamburumuz var çünkü
bu çarpık yapılanmalardan
zil zurna çiftetelliye aşikar
gündemin yoğunluğu
mesafeler
kulaçlar hep riyakar
böyle dönmekte sarmal şinanay
ama
hâlâ dünyanın en sessiz yüzüdür sabah
sonra
bak
fransızca sanılır
“le kınê qunıt nêm”
ve çok sevilen
çift sarılı faiz reklamları
ya da soğuk
sesim çöl için turuncu sanılır
Görsel: Krzysztof Puszczyński
kaybolandefterler
/ zine
1
kaybolandefterler
/ zine
Deniz anlatıyor mu
beni sana?
MELTEM DOĞAN
Görsel: MELTEM DOĞAN
2
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Dünyanın bir ucundaki herhangi bir şehrin, herhangi bir parkına düşmüş o yapraktan haberdar
olmamak ne garip bir durum. Gidemediğimiz yerleri daha çok özlüyor olmamız ne tuhaf. Hiç tırmanamadığımız o dağın sisini düşlemek ne büyük yalnızlık. Elini kaldırdığında insana çarptığın bir
şehrin penceresinde, kilometrelerce uzakta duran o ufuk çizgisini tutmak ne büyük olay.
O yıl bir ülkeyi ortadan ikiye böldüler. Ama öyle ekmeği böler gibi değil. Zira paylaşmak dediğin
insanı rahatlatır. Yani en olmadı gülümsetir. Bu kez öyle olmadı. Bahar bu sefer bazı yerlere hiç gelmedi. Hiç kuş ötmedi, güneş hiç doğmadı. İkiye bölünenden biri kanarken öteki acımadı. Kangren
olmuşuz meğer. Unutmak insan kârı, filler unutmaz, ben unutmam!
İzlediği çizgi filmlerin kahramanlarına, televizyonun içine girerek ulaşacağını sanan çocuklar. Büyüdüklerinde daha büyük bir yalnızlığın içine düşüyorlar. Tabii ki kahraman yok. Gölgeler savaşı…
Arkadaşını saatlerce dinliyormuş gibi yapmak… Mutluluktan değil de, yapılan esprinin güzelliğinden ağzını iki yana ayırmak… İnsan çok sahte, filler öyle değil!
Hangi şarkı acıtırsa en çok ondan koy meyhaneci. Bu yazıda sövüyoruz zira. Ağrıyan yanlarımıza
değil, ağrıtana da değil, hiçbir şey olmamış gibi davrananlara…
Sahillerde balon vuranlar iyi misiniz? Peki ya başka seçeneği olmadığı için renkli balonları öldürtüp
para alan abi sen nasılsın? Hangi renk düşün? En çok o vurulsun istiyorsun değil mi?
Martılara simit atmayı öğrenmiş olmalı bir çocuk daha, ama bu mutlaka öğrenilmeli… Sonra düş
kurmayı öğrenmeli, bir şiir mutlaka ezberlenmeli. Can Yücel’i düşünerek bir şişe şarabı daha devirmeli. Eğer varsa vücutta bir iz parmak gezdirilmeli. Saçlarınızdaki parmak izlerine dokunun. Bir
kere daha koklayın, kalmış mı koku eskiden? Otobüs durakları veda büstü olmasın diye abartılı makarna reklamlarını kim yapıştırdı? O büyük led tabelaların içindeki kol saati, bir çocuğun düşünden
daha mı pahalı? Aşk neden tek taş? Filler tek taş takmaz!
Ortadan ikiye bölünenler listesine neden acıyı dâhil edemiyoruz? Ben başım ağrırken, duvarları
yumruklardım, acı vücudumda dağılsın diye… Acı dağılır mı? Dağılır.
Kalbim acıdığında ise sustum. Sustuklarımı duymanız sizi yorar. İnsan yorulur, filler yorulmaz, ben
çürüdüm!
Küçücük bir damla kaç hadisede anlatılır? Çiğ, gözyaşı, yağmur, atasözlerinde göl oluşturan o damlalar… Karadeniz taştı, yolu yıktı. Bu ilk defa oldu. İnsan denize karıştı. Oysa öyle mi olur? Deniz
insana karışır. Ayak parmaklarından başlarsın hissetmeye saçındaki en kısa teli. Zaman ayarlı bir
vedada yaşanır tüm bunlar. Bilirsin, gidecek. İzlersin öylece. Dalgalar dizine çarpar. Bir tel daha derken saçların büsbütün tuz olmuştur. Dilin acılanmış, gözünün yaşında bir damla da benden olsun
demişsin bu yağmur. Bir şemsiyenin üzerine düşüvermişsin. Altında, yanında eskiden kalma başka
biri. Başka ya bilmez, sanır ki beni seviyor. Bilmez, kalp diye gördüğünün o hale gelmesi için hiç
tanımadığı bir insan ölmüştür.
Artık diptesin. Eski bir ayakkabı, batık bir gemi, Bizans’tan kalma bir gömü, tepende ışık kırılıyor…
Deniz sana karışmış, üzerinden vapurlar, insanlar geçiyor. Bir çocuk martılara simit atıyor. Bir kız
düş kuruyor. Bir adam şarap şişesi fırlatıyor. Filler koşuyor. Yavru fil annesine sarılıyor. Anne yürüyor. Biliyor ki ölmek olmaz. Anneler ölmez çünkü!
kaybolandefterler
/ zine
3
MELTEM DOĞAN
kaybolandefterler
/ zine
ŞUBAT-MART
2016
MELTEM
DOĞAN
4
BAHAR
Görsel: Chris Myers
sığınak
ASLAN KOCAMAN
kötü bi çağ bu bizimki
ölümü yerin dibine gömer gibi
bu içimizdeki sancı
acısından kanayan bi rahim
ne anne ne çocuk
ne de baba
ağlatmadık düş bırakmadı
imgesel bi ölüyüz
vicdanın sunak olduğu bi resimde
ve giderek tekinsiz bi göç olmakta yaşam
bahar mevsimi olmasa ne yapardık bilmiyorum
bir ona sığınıyor insan
yağmurun bereketiyle
baharın amansız rüzgârına kapılıp gitmek gibi
içimizde yaşadığımız
işte çocuk
umudumdan kanattığım dirençle
büyütüyorum sen gibi bir çocuğu
halimiz biraz yaslı işte
ama bunu sana sadece bi tebessüm içinde söylüyorum
kaybolandefterler
/ zine
5
kaybolandefterler
/ zine
Ağu ya
da Cate
Blanchett
NECMETTİN TOPÇU
şimdi
kırık bir mavidir
bir incirle bağdaş
yollar, sağ tuşla durmadan yenilenen
o ismi anılmayan çiçek
anılmayan kırmızı
kasımdı hani
ansızın hatırlamıştınız bir sabah.
biriken bir kadının sesi
azıcık bir çocuğun elleriyle
bir kusura vardım ki ah!
elledim göğü değiştiren şeyleri, bu
baktıkça büyüyen pencereler
bunca aşırı yüz, tenha
terk edilmiş bir ülkeye milli marş
yalnızlığa bayrak
ve işte meyve kuşları
kendi ovasında kuru
kendi ovasında ılımlı
unut
sen ki denizi sarsan
söyleyince de büyüyor pencereler
kusursuz çirkinliğimle
bir özre vardım ki ah!
6
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Görsel: Peter Lindbergh
beni her evde sabah
beni her evde bir başıma bırakan yüz
oysa karanlık… oysa koştum
Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekliyor limanda
Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum
Aşık Veysel
Son Şiiri
kaybolandefterler
/ zine
7
kaybolandefterler
/ zine
meltem doğan
meltem doğan
BAHAR
8
ŞUBAT-MART 2016
ağardı göğüm,
kendi yıldızlarım altında araladım dünyamı.
rüyalara bakmaktan geliyorum,
dedim / diye seslendim
çağrılmadığım her gün
bir rüya daha uzaklaştığım sokağa.
dönüp bakmadı kimse.
ben kulak verdim sesime,
sessiz sessiz yankılandı
karlar içinde.
Son Gölge
KÜBRA SIRMALI
çıktım dört duvar bir kapıdan,
fır döndüm insanların,
evlerin,
herkeslerin ve her şeylerin etrafında.
O’nu aradım,
O’na döneyim istedim,
ki “O Çiçeği” olsundu adım.
koşaradımlarımla kaldım..
tükettim nefesime yerleşik kelimeleri,
varamadan kimselere.
bir ağaç soluğunu bağışladı bana.
dinledim,
dinlendim.
yarın ve öbür gün
yine çıkar, ararım güneşimi
dedim.
yürüdüm. yürüdüm.
sokak kedilerine dâhi duyarlı
sokak lambaları arasından,
geldiğim gibi,
döneceğim derken yine
dört duvarın gölgesine;
bir kuru yaprak oldum, kaldım
Onların gölgesinde.
iki kol,
iki taş arasında,
ufal ufal
ve kapkara bir leke.
artık aynalarla örtebilirsiniz üzerimi,
üstüme düştü son gölge de.
Görsel: DUSTIN LEE
kaybolandefterler
/ zine
9
kaybolandefterler
/ zine
sayha
EMİ R YAK AMOZ
Şiirin duası:
Yüreğimin bağına bereket dolu bir gök ol
ki ardımda güven dolu bir karargâh olsun.
Yine bir gün, can sıkıntısı böğrümde tepiniyor;
o zamana kadar harcadığım düşler
usulca yanıma sokulup benden hesap soruyor.
Başımı göğe çeviriyorum;
susar gibi yapıyorum,
iyi kalpli imgelerim şakaklarımı ovuyor.
O esnada şehrimin yanan ruhuna
düş serçeleri gelip konuyor,
hüznün kesik fısıltısı
kalbimin ince sızısıyla
köşe yapmaca oynuyor.
Hadi, ne duruyorsun?
Ahmak ıslatan ne varsa
üzerime yollasana
hey mavisine kurban olduğum gök!
Önceden sözü vardı hem,
pişmanlıkları da alıp
uğrayacaktı yanıma.
Ağzında karanlık bir uçurumla gelecekti.
Geldiği gibi, acil servise mi kaldırsaydım göğü?
Önce ona sonra kendime mi baksaydım yoksa?
Aklım rüzgârlanıyor…
İçim doğuştan başka dünyalıymış.
Bir nebze daha başımı kaldırayım en iyisi
helallik alayım gökten,
sonra küçük küçük gülümseyeyim toprağa.
Tahmin edebileceğin gibi
devrilmiş devletler gibi ortada kaldım.
Bir an önce yola çıkmalıyım,
Azrail’e nanik yapıp
zamanı yakalamalıyım.
Ama önce
yetimhaneden çocukluğumu çıkarmalıyım.
En sonunda da
yazdıkça değiştirebileceğim
bir dünyayı anlatmalıyım,
çıktığı yoldan korkan bir seyyah misali.
10
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
meltem doğan
Görsel: TIM MARSHALL
meltem doğan
kaybolandefterler
/ zine
11
kaybolandefterler
/ zine
meltem doğan
meltem doğan
BAHAR
12
ŞUBAT-MART 2016
Görsel: leeroy
I
Kül boğumu yağmur kapında,
Ama sen kapıları sakın açma, korkaktır yüreğin.
Bilirim, toprak kokusunu azad edemez ellerin.
Oysa kana doymuştur toprak dediğin.
II
Belki de ruhunu yıkatman gerekir.
Ama ruh dediğin nasıl temizlenir?
Yahut kirletene sormak lâzım gelir.
KÜL
BOĞUMU
G Ü NSELİ DAMLA U ĞUR
III
Bir zat-ı şahane söylenebilir.
Pek muhterem ellerini taşın altından çekebilir.
Ve makbul maktule düşebilir.
IV
Sevgili us sen aradan çekilme, bu lâzım gelir.
Anlayabilene pek şahane satırlar yağma da edilebilir.
Gel gör ki şair dediğin acının eşiği olmayı 20.yüzyıldan bu yana bıraktı da denebilir.
kaybolandefterler
/ zine
13
kaybolandefterler
/ zine
G E CE İ Ş A R ETİ
YEDİ ACI – I.
Görsel: Andrew E Weber
14
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
1.bap
ÇAĞRILMADIĞIMDIR
Önce kimseler çağırmadı beni
Yokluğumu anlamamı beklediler
Beklerken de düşünmeme izin verdiler:
Rimbaud gerçekten haberi olmadan mı söyledi Arabi’den:
“ben bir başkasıdır.”
binlerce yıl çınladı.
Önce kimseler çağırmadı
Su yataklarından inerken, dağların dumanında, yaprakların hışırtısında
bir soluk duydum sadece
soluk da denemez, doğa ananın nefesi belki
Belki de sadece bir aynayla baş başa kaldım da
aynımla konuştum
o yüzden kimseler çağırmadı beni
Çok sıkıcı bir deneyim diye geçirdim içimden
sıkıcı sıkıcı sıkıcı, kendimiz sıkıcı
Gözlerimi ne yana çevirsem sıkıntı
Düşüncemi ne yana çevirsem hayal gibi bir hülasa
Kendimi tanımalıyım, asla!
Maslahatları geride bırakın
Çağırmayın da beni, bırakın
Acı, her daim bileklerinizde tetik vaziyette
Sote bir yerde
Kendimi duyumsadığım, dalga öncesi kıyı şeridine yazık!
Tenhalığımda uğuldadıkça çağrılmadıklarım
Esrimelerimde gittikçe sefihleşiyorum
Bir deveye, bin hendek atlatıp, çölde
görülmeyeni görmek için sudan uzak düşüyorum.
Düşüyorum da bir düşüncenin içine
İçinde yankılandığımı hissediyorum
Yedi acı belirliyorum, yedisinde de ayakta bekliyorlar beni
avuç içlerini bana doğrultarak
ve kitabı yarılayarak
Sudan uzaklaştıkça göğe hava atıyorum
Bir sarıasmanın ıslığında çağrılmayı beklerken
Kulaklarımda binbir kör pencere
Aynaları bir bir kırıyorum.
Hiç seslenilmediğimi bile bile bir masalda
Tiryakiyi oynuyorum.
Gözüme batan dikenden biliyorum
Bu alemde kimi gördüysem ya çaylak ya akbaba.
kaybolandefterler
/ zine
15
kaybolandefterler
/ zine
ZAMAN
GEÇİP
GİDECEK
DOĞAN ATEŞ
Görsel: Dmitry Ratushny
16
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Kusura bakma Ali amca, uzun zaman oldu sana yazmayalı. Kızgınsındır, biliyorum. Ancak mevzu
senin sandığın kadar basit değil. ‘’Yazmıyorsak vardır işte bir nedeni ve sen bunu anlarsın,’’ diye
bağırmak istiyorum, beni daha iyi duy diye. Ancak biliyorum. Duyamayacaksın beni. Sen doğduğun
günden beri sadece okursun ve yazarsın. Okudukların rafta yazdıkların ise sandıkta. İkisinin de üstü
tozlu. Yıllar.
‘’Duymak nedir?’’ diye bir soru sormak istiyorum sana. ‘’Ah be Ali amca, ne olurdu şöyle karşılıklı
otursak, iki tek atsak, duymak ve duymamak üzerine tartışsak ne güzel olurdu,’’ diye dert yanıyorum sonra kendi kendime. Ben, on sekiz yaşında, karşımdaki hiç kimseyi görmeyen sadece duyan
bir insanım. Sizlere göre belki de yarım yamalak bir insanım. Ne güzel! ‘’Bırakın beni ben yarım kalayım,’’ diye yazıyorum bir gece vakti, Kızılay’ın dar bir sokağında, sokak lambasının hemen altında.
Hava soğuk. Ayaz içime işliyor. Titriyorum. İki tek atmaya vaktimiz olmadığı için aradaki mesafelere
küfrediyorum bu gece. Diğer geceler de küfrediyorum. Ben aslında hiç küfür etmeyen bir insanım.
Sizlere göre yarım bir insan.
Kusura bakma Ali amca, bu yazıları sana yazan kişinin yazıları ne kadar okunaklı hiç bilemedim.
Kime sorsam inci gibi yazı yazdığından bahsediyor ancak herkese göre iyi, güzel olan bir şeyde ben
ister istemez bir şeyler arıyorum. Aradıkça arıyorum. Neredesin be Ali amca? Seni arıyorum. ‘’Ulan
diyorum,’’ karşımda olduğunu defalarca hatırlatan Rıza’ya. Rıza neden buraya gelmişti ki? Yoldan
geçerken tesadüfen denk gelmiştik. ‘’Ne oldu Oktay?,’’ dedikten sonra kendi cebinden çıkardığı, belki de elinde tutuyordur, bilemiyorum. Sigara yaktı bir tane. Onu elime tutuşturdu. Elimize tutuşturulan her şey, bir gün bitmedi mi Ali amca? Kalbimize tutuşturduğumuz her şey de bir gün bitmedi
mi? Bak, o ilk kıvılcım da kibrit çöpünü bitirdi. Bir şehri yakacakken yoldan geçen bir kadın üstüne
bastı, söndü, dumanı tüttü. Rüzgâr onu da götürdü.
‘’Oktay, haddini bil,’’ der gibi olduğunu duyuyorum. Nereden gelmiştik biz buraya? Duymak nedir?
Duymak, bana göre sadece gürültü kirliliğine ortak olmaktı. Gecenin bir yarısı ya da öğle vakti,
memurların ara verdikleri, güneşin en tepeden bize selam gönderdiği vakitlerde de ortak olmaktı.
Bundan kaçış yok. Olmayacak. Kendini o çok sevmediğin ancak içerisinde olmak zorunda bıraktığın
odanın içine bıraksan bile en kötüsünden bir tahtakurusunun sesini duyacaksın. Ya şu sürekli elimize, kalbimize veya cebimize sıkıştırılan şeyler ne olacak?
Bitecek. Gidecek. Yok olacak. Okunacak. Yazılacak. ‘’Ne saçmalıyorsun?,’’ diyorsun, diyeceksin. Ben
şunu diyorum: ‘’Her şey gürültüden ibaret. Elimize tutuşturulan davul, kalbimize tutuşturduğumuz
bir aşk, cebimize sıkıştırılan üç kuruş para. Her şey, ama her şey gürültü.’’
Bu gece sessizliği dinleyelim mi? Sen şimdi uyuyorsun Ali amca. Ben ise sabah ezanını dinliyorum.
Kaçıncı sigaram bitti, bilmem. Sadece içerim. Elime tutuşturulan davulu çalarım, kalbime tutuşturduğum aşkı sonuna dek yaşatırım. Ben gürültüyü çok seviyorum. Ancak gürültü beni hiç sevemedi.
Sürekli bir kaçış. Ardı arkası gelmeyen kaçışlar. Ağlamak bana göre değil. Bilmiyor musun?
‘’Duymak, kaçmak mıdır?,’’ diyorum. ‘’Yat, zıbar lan,’’ diye bir ses duyuyorum. Kapıdan çıkıp yürüyorum. Yürüdükçe o gürültünün başlama sesini dinliyorum. Sonrası malum. Ölüm. Hayır, hayır. Panik
yapmayın. Ben duyduğum her şeyden kaçarım. Sadece okurum veya yazarım. Sandıktan çıkardım
bu kelimeleri. Üzeri tozlu. Oysa seni çok seviyorum Nilgün! Anlamadın bir şey değil mi? Ben seni
sevdiğimi anlamak için yirmi yılımı vermiştim zaten. Duydun şimdi. Ne oldu? Ne olacak? Gidip bir
bankta kaçıncı şarabımı içtiğimi hatırlamayacağım. Bir de bir sigara fazla yakacağız o kadar. Başka
bir şey olmayacak! Gün doğacak. Gün batacak. Zaman böyle geçip gidecek işte. Anlıyor musun Nilgün? Anlamadığını biliyorum. Çünkü sen beni hiç duymadın. Şehir çok gürültülüydü. Bahanemiz bu
olsun, Nilgün. Olsun mu? Cevap vermedi, yanan kibrit çöpünün üzerine bastı. Gitti. Öyle diyorlar,
görmedim ben.
kaybolandefterler
/ zine
17
kaybolandefterler
/ zine
BAHAR
18
ŞUBAT-MART 2016
KUMPANYA İÇERLEMESİ
TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
/ zine
19
kaybolandefterler
/ zine
kar gündemi
RAS İM DEMİ R T A Ş
kar merdiveni
bir kurtarma hareketidir insanlığı
yukarıdan sarkıtılır aşağıya
yangın merdiveni
kar defteri
açılan birer yapraktır beyaz sayfa
an an yaşansın
tutulsun diye aşkla
kar köprüsü
kurulur; sınırlar, kıtalar arası
bayram günlerine barışın
geçilsin diye kardeşçe
Görsel: Jeremy Ricketts
20
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
meltem doğan
/ zine
meltem doğan
kaybolandefterler
21
kaybolandefterler
/ zine
SUYA TUTUNMAK
RIDVAN GÖKSU
ben o zamanlar şiirlere isim arıyordum
henüz bilmiyordum o vakitler
hiçbir atın yanlışlıkla koşmadığını
ve insanın öyle kolay kolay kopamadığını
anne karnından
bilmiyordum dönülen ve varılanın aynı olmadığını
yürünecekse yürünmeli derdim yollar için
ve gümrah kabul ederdim bütün bekleyenleri
beklemeyi ben bana râm bilirdim
yaramdan içeri bakmak bile hatırıma düşmemişken hiç
alay ederdim olmağının sızlamasına insanların
sigara söndürdüğüm avuçlarımı övünçle sunarken ilk sevgilime
nadan ve cüretkâr
yabansı ve sertti sesim
sesimi ben bana ait bilirdim
korkmadan, şah damarımda bir sonsuzluk rahatlığıyla
uyur uyanırdım
saçlarımda tarazlanan kavruk ikindileri
o vakitler
rüyalarımı ben bana dair bilirdim
dilimde koçak ve müselles balatlar
ve yumruklarımla kendimi müsellah sayarak
nasılsa hep bütün kalacağımı sanarak
umurdan ve tereddütten bihaber koşardım
benim olan olmayan bütün kavgalara
kendimi ben bana müzâhir bilirdim
nasılsa gidilir
ve nasılsa dönülür sanırdım bütün seferleri
nasılsa hep bir korunak olurdu beni bekleyen
nasılsa attığım her ok tuza bulanmak zorunda
nasılsa bijen de ben değildim çah da
suyu ben bana hep ikram
düşmeyi ben bana hep karar bilirdim
22
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
ve fakat bazense bilemedim
ilkin kendi ensesine yabancılaşırmış mesela insan
karşıya geçemeyen tek antilop gibi hissedermiş kendini bir sokak
ortasında
suya düşen bizatihi yılan kesilirmiş
suyun boğması nefessizlikten değil tutunulacak bir yanı olmamasındanmış
çoğu şey zaten yaşanmış da bizimkisi bir nevi tekrarmış falan
bilemedim
nerelere gidilse de birileri hep iç cepte taşınırmış
ağırca yol alınırmış bundan
yeriyse durup beklenirmiş
insan bir akşamüstü ansızın yoruluverirmiş
insan bir yaşta ansızın eve dönmek istermiş
ve bir yaştan sonra bütün eve dönüşler aslında yenilmekmiş
bunu da bilemedim
beklemenin insanı seçtiğini
ve tuttuğunu boyunduruğunda
sesimin benden çok uzakta kaldığını
rüyalarımın beni delirtmekten yana olduğunu
oğulların ilk düşmanının babalar
babaların ilk katilinin oğullar olduğunu
tabiidir ki bilemedim
sonra şöyle oldu
rüzgâr erişti
göğsüme çizdiğim kutlu harp alnımdan vurdu beni
birer birer döküldüm adımın harflerinden
kimin ve neyin aslında ne olduğunu bilmiyorum artık
her şeyin ve herkesin en çok ne olmadığı kaldı defterimde
Görsel: GREG RAKOZY
suya tutunmak
böyle diyorum mânâmı soranlara
kaybolandefterler
/ zine
23
kaybolandefterler
/ zine
İLLUSTRASYON: HIDIR MURAT DOĞAN
[
Bahara bir dilim mavi var,
Son çeyrek biraz hüzünlü olur,
Olsun.
24
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
]
meltem doğan
/ zine
meltem doğan
kaybolandefterler
25
kaybolandefterler
/ zine
AYPERİ
AYNUR KIZ
Görsel: Anders Jildén
BAHAR
26
ŞUBAT-MART 2016
Keşke her gece uyumak için annemizin karnına geri dönebilseydik, o ilk halimizde
kıvrılıp... N’olursa olsun, tepetaklak da olsa başımızla ayaklarımız...unutmamacasına
hatırlayabilseydik o ilk masumiyeti.
Dünya kurulu bir şantiye gibi. Sahi kaç adımda yok olur insan. Bu kanlı canlı dediğiniz etten insan, kaç adımda tükenir, varacağı yere kadar? Tutmayın beni. Zaten
gitmiyorum ben. Bunca dönme dolabı düzlüğe çıkarmadan gitmiyorum. Renklere
boyamadan saçlarımı, gitmiyorum. İçine işledikten sonra, içime işleyen... damla
damla dökülüyor gözlerim. Söylesene, kaç adımda geldiler sana ve kaç adımda
öldüler o’nlar? Sahi, Farsça bilir miydin... yoksaİtalyanca mı, İspanyolca mı söyleyeyim, öyle mi anlarsın ‘Ayperi’yi... Ölü ayperi koklayalım biraz. Ekvatorun dışında, hiç
kimse olan bir kimse. Perisi emanet, Ay’ı hayaletten büzme bir dil işte. Yerle yeksan
olmuş parmaklarının arasına layık olmayan, bir hiçlik kadar gerçek, kemiğe bürünmüş et kadar sahte ayperi.
Anlayamazsın gıcırtıyı. O ölenlerden olmayan bir tohum var cebimde, henüz toprağını bulamadığım bir tohum... Sahi toprak olabilir misin? Yağmuru göğüsleyebilir
misin? Hiç sanmıyorum...
Bir fotoğraf karesini, kahve köpüğü gibi yudumlarken gözlerin, dünyanın hiçbir özünü göğüsleyemez yüreğin. Sözlere aldanma. Bağışıklık sisteminden öperim. Öperim
o sımsıcak yokluğundan ve bağlanmayı bilmeyen düğüm düğüm olmuş ruhundan
öperim. Cinnet geçiren gerçekliğinden öperim. Çıldırmış halinin resminden dökülen
kırıntılarla beslerim ben küfürleri. Yeter ki yeşermesin siyah. Sor bakalım içindeki
koruma güdüne; çok mu fazla film izlemiş...tutunduğu dal çok muymuş ki yarınları
heba etmiş...? Sor, susmasın.
Şah Mat yallah mı hayatın toplamı? Aç pencereni, oksijeni keşfe çık yaşamak! Yaşamamak kaldı elde. İnsan icadı cumanın içine aşka düşerken, çok çetindi gerçekler.
Hayaller ayperi, yönetmen aydanadam.
Pilin bitik olduğunu anlamamak gibi yitirmek...
Yitip gitmek...
kaybolandefterler
/ zine
27
B A T U R A L P İ L K A Y G ÜL T EN
Büyük düşler parçalandı karanlığın avucunda
Büyük gülüşlerin hemen ardından
sönmüş bir sokak lambasının altında
Kainatın en derin yerinde için bulunur
Ve üç görünmez arkadaşınla beraber
Fotoğraflardan gülümseyen bir adam ve sen
El ele vermiş, bir ceketin altında uyuyan
bisikleti uyandırıyorsunuz
Sonra ben tam göğsümün ortasına bir bıçak saplıyorum
Savaşlardan daha fazla yakıyor canımı
bisikletin uyanması
Bir el bombası gibi kainatın en derin yerinde
içinin patlaması
Melodiler birer mızrak gibi giriyor kulaklarımdan içeri
Ve sesin mermilerin arasında kalmış bir kız çocuğu gibi
Tanrıya ulaşıyor en sonunda
Dönüp göz ucuyla şöyle bir yoklasa da
Ne sen umurundasın yaşlı adamın
ne de senin kalbe batan bir kıymık gibi can acıtan çığlıkların
Bir tek ben duyabilirim senin sesini
Bir tek ben çığlıklarını alıp yerine kahkahalar koyabilirim
Ve yine bir tek ben senin için yaşlı tanrının
evinin orta yerinde sönmez bir ateş yakabilirim
titreyen parmaklarımla
Uğruna kavga edilecek çok fazla şey var
Bu dünya böyle
İnsanın gökyüzüyle arasına giren
Güneşle, şiirle ve ellerinle arasına giren her neyse
öyle
Söylenir ve yarım kalır, bütün aşklar yer yüzünde*
28
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Görsel: Padurariu Alexandru
kaybolandefterler
/ zine
BİSİKLET
TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
/ zine
29
kaybolandefterler
/ zine
ŞİRİN DÖĞÜŞ
Hissediyorum, baharın öpücüğü sol yanımda filizleniyor.
30
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
kaybolandefterler
/ zine
31
kaybolandefterler
/ zine
BANA BİR BİRA,
MAHMUT ABİ’YE BEYAZ LEBLEBİ
ÜM İT KUL A K S IZ
Hani bazı insanlar vardır ya küçük şeyleri yapmakta epey başarılıdırlar
fakat işlerin boyutu biraz irileştiğinde eli ayağına dolaşır onların.İşte tam
da böyle bir insandı Mahmut Abi.İyi bira içerdi,at yarışındaki hisleri özenilecek kadar iyiydi fakat eşiyle olan sorunlarını halledemezdi mesela.Saatlerce otururduk Mahmut Abi’yle.Özellikle birahanede çok vakit geçirirdik.
Sarhoş olarak kaçıyordu Mahmut Abi sorunlarından,bense sarhoşken
sorunlarımın üstüne gidiyordum.Az konuşurdu Mahmut Abi sorunlarından pek bahsetmezdi ama onu tanıyanlar bilirdi,o gece meyhanedeyse
bir sorunu vardır Mahmut Abi’nin.Aylar geçti, gözüm Mahmut Abi’yi aradı
meyhanede.Artık yoktu aramızda.
Sonradan öğrendimki,bir gece alkollüyken trafik kazasında ölmüştü,belki
de daha fazla dayanamayıp arabayı sorunlarının üzerine sürmüştü.Sorunu yaşamaktı bana kalırsa…
Gittiğinden beri pek bir şey değişmedi dünyada.Kalanların koşuşturması
aynen devam ediyor.Meyhanedeki sandalyesi dolmuştu bile.İnsanların
gidenlere saygısı yoktu.Olsaydı;onun sandalyesi boş kalırdı,oturan onun
bardağından yudumlamazdı birasını,onun kültablasında söndürmezdi sigarasını.Bu gece mahmut abinin yerine de içiyorum.Kelimeleri karıştırsam
da garsona seslenebiliyorum hala.
’Bana bir bira Mahmut Abi’ye de beyaz leblebi’
GÖRSEL: Karolina Grabowska
32
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun?
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun
kaybolandefterler
/ zine
33
kaybolandefterler
/ zine
BAHAR
34
ŞUBAT-MART 2016
gölgesiz duvarın baharı.
TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
/ zine
35
güz’e teşne
TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
/ zine
36
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
kaybolandefterler
/ zine
37
kaybolandefterler
/ zine
yol rengi
OĞULCAN KÜTÜK
kış ağzı bu, kar sesi içinde
ilk solunda sokağın, sustuğun kalmış aklında
birileri kalmış, gidememiş,
yazmışsın:
al, damlat kaynattığın yaprağı işte avcum
acıyacaktır kabul
öyle topraktan konuşmayacaktık
silahın olmuş gariptir, inanmışsın,
al demişsin, ellerim sende, yazık olmuş
yazmışsın:
bana tuttuğun kurşunu
emanet diye diye ben vermedim mi sana?
inandığım her şey menzilden içeri şimdi
oysa hiç yaramda döndürmedim dünyayı.
parçalarıma çatladı sonra bir taş, sıcağını elledim
sabrımdan başladı, koyuldu yola,
sürüldü:
yol bitti de ancak konuştum:
hatırlı bir taş göğsümden kopmuş da sanki
geçip onca yolu şimdi başlamış
ağzımda dönmeye
ah ağzımda dönmeye.
38
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
GÖRSEL: Olivier Guillard
bir orman bildi boynundan topuğa
sürüyle insan geçti, onca yüz unuttu
su buldu, suyu geçti, kanda durdu ölmedi
yolu vardı, yolu unutmadı, yol biterdi
nefes tuttu, adı yumru oldu, allah ona
oyuk hazırlamıştı, oraya oturdu
tütünle vurdular.
MELTEM DOĞAN
MELTEM DOĞAN
kaybolandefterler
/ zine
39
kaybolandefterler
/ zine
HIDIR MURAT DOĞAN
HIDIR MURAT DOĞAN
40
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
GÖRSEL: Annie Spratt
BAHAR ÇOCUKLARI
ULVİ KOÇU
şiir dizelerinde yaşlanmaksa hayat
tutsak geçen bir ömürdür gençliğimiz
ne kış uslandırır yüreğimizi,
ne zemherinin soğuğu...
yaşımız ilerlese de,
küçük dağın heybetidir umutlarımız
hala tertemiz çünkü
hala çocuksu
hangi yaş yenebildi ki bizi
hangi acı döndürebildi ki yolumuzdan.
soğuk ve ürkütücü gecelerde,
bıkmadan yazdığımız hikayeler
ve kahramanlarımız
ve vazgeçemediklerimiz
bize güneşi getirirdi
yıldızları,
umudu,
baharı...
en alıngan günlere bile söylenecek sözlerimiz
en kimsesiz çocuklara bile anlatacak hayalimiz vardı
düşerken de, ölürken de
aynı şarkıydı sevdiğimiz
ve mevsimler inatla kaçışırken
yarım yamalak bir ömürdür gençliğimiz.
kaybolandefterler
/ zine
41
kaybolandefterler
/ zine
TUĞBA TURAN
42
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
kaybolandefterler
/ zine
43
ZEKİ BERK GÜNDÜZ
Kötü anıların ardından gülmeye başlamak,delirmenin değil,ölümün göstergesi.Bir şeyler gittiğinde,gözyaşları boş kalan yerlere karşı açılan savaşın ilk savaşçısı.Ve göz yaşları kuruduğunda,tebessümler ardına saklanır artık gözlerin kızarıklığı.İşe yaramamanın acısıyla daha çok grileştirir havayı.
Ve gün gelir bu yağmurlar senin içinde şiddetli şimşeklerle boşanır.
Zaman durmaz,hiçbir koşulda ve hiçbir yerde.Bir süre sonra acılarına,hala taze olan ve her gün
kanatılan acılarına dişlerini sıkıp,kaşlarını çatarak kıvranmaz,anıra anıra gülmeye başlarsın.Ne ara
gelmiş olduğunu bilmediğin,sapsarı bozkırın ortasında çırılçıplak kalmışsındır ve bu haline ağlayacak yerin kalmamıştır.Yaşam bir köşeye sıkışır gitgide.Çocukken yaşadığın coşkuların günden
güne tükenir.Gülüşlerin azalır.Ve biz en büyük yanlışı,çocukken bizde olmayanlara gözyaşı dökerek yaptığımızı anlarız.Bu yüzden artık sahip olduklarımızı kaybettiğimizde dizler üzerine kapanıp
ağlamaktansa,gülmeyi yeğliyoruz.Acı olan şu ki,biz artık gülerken de ağzımızı kapatıp,başımızı
çeviriyoruz ya da ellerimizle yüzümüzü kapatıyoruz.Öyle bir hal aldı ki yaşantımız,tabir-i zıtlarıyla
aynı anlama gelir oldu tepkiler.Ağlayamamanın yerini gülmek aldı.Sevmenin yerini nefret ve sevilmenin yerini hasret.Artık keyifle içilen çaylar yok,artık herkese benden çay yok.Bundan böyle bir
çay koy da içimiz ısınsın var.Bundan böyle ayazlar bir sarılışla değil,belki de normalden koyu bir
çayla savaş verecek.Belki bir simit yiyip,bir çay içerken deniz kenarında seni düşünüp tasalanacağım.Belki de eski günleri yad edeceğim.Belki de artık olmayışın ürkütecek beni.Sen gittin,mevsim
değişti.Yapraklar gitti,mavilikler gitti.Ya ben de gidersem? Ben de gidersem,kim yaşar bu hayatı?
Yerlere dağılıp paramparça olursam,daha anlamlı olurum belki.Acılar ayrışınca azalır mı? Sanmıyorum.Acılar,zamandan da hızlı deviniyor.Bir çığ gibi büyüyor her gün.Acı dendiğinde çoğu kişinin
aklına sıcak şeyler gelir.Oysa ki ben acı dendikçe üşüyorum.Herkes üşüyor da o yüzden sıcağı
düşünüyorlar galiba.Yabancılığımdan sıkıldım.İnsan bildiği sokakları özlüyor.Mesela şu köşedeki
kıraathanenin çayı çok güzel diyebilmeliydim.Nedenini de şöyle açıklayabilirim ki,bir şeyleri bilerek
severken onun kötü yanları batmıyor gözüne.Mesela aynı kıraathane pislik içerisinde.Ama çayı
güzel.Üstüne üstlük oraleti de güzel.Bir kıraathaneden beklenenin en iyisi.Mesela seni iyi bilirdim,saçını sabah kalktığında hangi tarafa atacağını,gülerken bir gözünün kapanışını ya da oje sürerken
mırıldandığın şarkıyı.Senin de müdavimlerin olabilirdi pek ala.Seni bir kıraathaneye benzettiğim için
özür dilerim ancak oralet kadar yara kapatıcı,çay kadar sarmalayıcıydın,o yüzden hiçbir zaman
böyle kâr getiren bir müesseseyi kapatacağını düşünmedim.Taşındın.Belki uzaklara.Ama söylemeliyim ki sokakları bize tanıtan asfaltlar değil,esnaflar.Ve ben artık burayı tanımıyorum ve ben başka
hiçbir yeri tanımıyorum.Ve bir şeyleri bilmemek insanı ensesinden askıya asılmış hissettiriyor.Çırpınmıyor,öylece duruyorum,yorgun bir emekli paltosu gibi.Bundan fazlasını umut etmem,düpedüz
kendini kandırmak olurdu.Şimdi,içerinin sıcaklığından buharlaşmış cama bakarken,şu tahta sandalyeyi öylece bırakıp gitmek bile içimi acıtıyordu.Ancak tanışmalıydım,önce kendimle.Ve bir insanı
en iyi yolculukta veya içki masasında değil,deniz kenarında tanırdınız.Çünkü böyle bir sonsuzluğa
şahit olurken sizi farketmek,sizin sonsuzluğunuzu kabul etmekti.Deniz kenarına gittim,kendimin
aklına bile gelmedim,sustum,öylece denizi seyrettim.Eğer ki aynı şans bir daha bana verilseydi,yine susar denizi seyrederdim.Buna değerdi.Yine kendimi tek kalemde harcamıştım ve bu oyunda
kaç canım kaldığını göremiyordum.
44
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
GÖRSEL: Jonathan Pendleton
kaybolandefterler
/ zine
UZUN SUSKUNLUKLARDAN SONRA
HERKES FISILDAR
hıdır murat doğan
hıdır murat doğan
kaybolandefterler
/ zine
45
kaybolandefterler
/ zine
Bizler kitaplar için yaşıyoruz.
Kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu dünyada
hoş bir görev bu.
46
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
HIDIR MURAT DOĞAN
HIDIR MURAT DOĞAN
kaybolandefterler
/ zine
47
HATİCE TOSUN
kaybolandefterler
/ zine
Masalların Kadınından
Kadınların Masalı:
48
Cadı
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Kıyıya yuvarlanmış bir kaya parçasının üzerinden ayak bileklerini suya daldırmış bir kız çocuğu. Az ileride
pullarını gün ışığında parlatan balıklara babaannesinden duyduğu masalları anlatıyor. Omuzlarına düşmüş
saçlarını hayatı bir masal gibi yaşayan anneannesinin elleri taramış. Annesinin ütülediği etek pilelerinden
hayatının bir masal olduğunu kavramış, yamacına dizdiği çam kozalaklarını sırayla Ada’dan ışıklı karşı yakaya
yolculuyor.
Masalların kadını, kadınların masalını anlatıyor.
***
Cadı, Oylum Yılmaz’ın etrafında dolandığı edebiyatın kapısını aralayış hikâyesi; hayatı güzel hikâyeler okumak olan bir çift gözün minnetini bundan sonra hikâyeler yazarak gösterme biçimidir.
Kitabın başkahramanı Büyükada(Prinkipo); Ada’nın başkahramanı ise Ümran’dır. Anlatıcının etrafına bakarken bakakaldığı yerde gördüğü kahramandır Ümran. Kadınlık dediğin şeyin en gösterişlisi, en saldırganı,
bir tuhaf temsilidir Ümran. Anlatıcısına; “Güç, ne erkeksi ayak oyunlarıyla kazanılır hayatta ne de kadınsı
sözde uyanıklıklarla, aldanma bunlara. Bayramlarda pembeler, nişanlarda allar, düğünlerde beyazlar giydirilir de başköşelerde oturturlar seni, önden bayanlar misali yani. Daha büyük aldatmaca var mı şu hayatta,
güzel güzel otur da kal bakayım sen bir kenarda.” diye nasihat edebilen, kendi kadınlığını yine kendi biçip
dikendir Ümran. Çocukluğundan bu yana diğer kızlara, kadınlara benzeyememiş, onların olağanlığına ayak
uyduramamıştır. Ada’nın meltemine, kozalağına, ağaç diplerine karışmış; Eskiler’den el almıştır. Eskiler ise;
Ümran’ı daha genç kızlığında fark eden, Adalılardan daha Adalı olan cinler, tarihi ağaçların dipleri, binlerce
yıl önce yaşamış Bizans İmparatoriçesi İren ve pagan Kocakarı’dır.
Daha romanın başında okuru dehlizine çeken bir kadın eli vardır. Tırnakları kırmızı ojeli, saçları kabarık,
ayakkabıları topuklu, Ada sakinleri tarafından cadı sayılan ama özünde cadının güzellik emaresini taşıyan bir
kadının eli. Karadan ayrılıp dört tarafına su çevreleyecek cesareti gösteren bir kara parçasında; toplumun
değirmeninden geçmeyip kendi doğasını sakınmadan etrafa saçan bir kadının eli.
“Oylum Yılmaz, usta kalemiyle bir romandan ötesini yaratmış, Ümran’ı merkezine koyduğu romanında
kadınlığın arkeolojisini yapmıştır. Yazar, toplumsal normlara uymayan arkaik davranışları ile ötekileştirilen
Ümran’ın, binlerce yıllık ayak izlerini bulabilmek için Prinkipo’nun bütün ağaçlarının altına, taşlarının dibine
bakmıştır. Tarihin derinliklerinden gelen kitonyen sesi takip etmek ve zamanı geri alabilmek için herkesten
farklı hatta gerisin geri yürüyen kadın kahramanının izini süren Oylum Yılmaz, kadın ve doğa arasındaki ilişkiye vurgu yapmış, tarih öncesi kadın karakterini günümüze kadar takip etmeyi başarmıştır.”
(İsmail Gezgin, Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu, Edebiyat Haber)
Anlatıcısını elinden tutup iskeleye getiren Ümran ona genç kızlık yıllarından başlayıp sırra kadem bastığı
güne kadar her şeyi anlatır; kulağına fısıldananları, bu fısıltılar dinsin diye gidilen hocaları, ilk aşkı Kenan’ı
yüreğinden fırlatıp attığı o köşkün bahçesini, kokusuna kanan İbrahim’i istetmeye getirişini, başka hikâyelerin eksik kısımlarını gördüğü fincan diplerini, düştüğü yerden saç teline bulanan Ferman’ı, Ada’dan kaçışını
ve yine Ada’ya dönüp kökleri ile dalları arasında çıkan savaşta teslimiyetini köklerine vermesini.
Ada’nın en güzel kızıdır. Aşkı Kenan’ı bir nefeste geride bırakıp İbrahim’i kendine koca kılmıştır. Onu ihya
etmiş, kalfalıktan eczane sahipliğine yüceltmiş, köşkü yuva etmiş, kucağına bir erkek evlat vermiştir. Ancak
İbrahim mutsuzdur. Her sabah yastığının, yol üstündeki esnafların, kahve içtiği kaymakamın arkasından
acıyacağı kadar mutsuzdur. Ümran’ın gözlerine baktığı ilk andan itibaren beliren siyah lekeler, tansiyonu
düştüğü için gördüğünü sandığı siyah lekeler, gitmemiştir. Onlarla beraber evliliklerinin içine yerleşmiştir.
Uykularına, uyanmalarına, Ümran’ın kaybolmalarına, İbrahim’in karıştığı fısıltılara karışmıştır. Delirmenin
işten olmadığı her günün gecesinde bir ilmek daha kopmuştur İbrahim’in umuda, aşka sıkı sıkıya bağlandığı
urganından. Ümran, İbrahim’i elinden tutup kuyusuna atmıştır. Verdikleri karşısında bir karanlık kuyuya...
Kimi gün pürüzlü gövdesine sarılmıştır ağaçların kimi gün ise aynı gövdeleri yumruklamıştır Ümran. Başlarda ürperdiği köklerde sonraları İren’i bulmuştur. Ona önden gitmeyi öğreten, Bizans’ın büyücü kraliçesidir
İren, düşmüş imparatoriçesi. Ardından Kocakarı gelmiştir; İren’in annesi. İren; ağaçların diplerini kazımıştır,
köklerini bilmiştir; Kocakarı ise köklerden de diplerden de öncesini. Böylece Metamorfoz Kilisesi’nin ve Manastırı’nın bahçesindeki çamların arasında üç kadın belirmiştir. Adanın diğer kadınlarını kendine çeken üç
kadın: Ümran, İren ve Kocakarı.
kaybolandefterler
/ zine
49
kaybolandefterler
/ zine
İren karakterinin Atinalı İrini’ye gönderme olduğu var sayılabilir. İrini, tam yetkili imparatorluk
gücü ile 797-803 döneminde hüküm süren Bizans İmparatorluğu’nun imparatoriçesidir. Kocası Leo imparatorluk yapmakta iken karısı olarak imparatoriçe unvanı taşımış ve genç oğlu VI.
Konstantin imparator olarak hüküm sürerken taht naipliği yapmıştır. Tahtan indirildikten sonra
Büyükada’da bulunan manastıra başrahibe olarak kapatılmıştır. Bundan sonra Midilli adasındaki
manastıra sürgüne gönderilmiştir. Orada hayata gözlerini yummuştur. Cesedi İstanbul’a getirilerek
Büyükada’da bulunan manastırına gömülmüştür.
Geniş düzlemde bakıldığı zaman İren ile Ümran’ın birden çok ortak özelliği vardır. Kocalarının iktidarsızlığı, oğulları ile bir yere ulaşma çabaları, eril düzenin içinde kadınlığı ile gaipten güç elde
eden yönleri ve Ada’dan sürülen köklerinin yine son nefeslerinde Ada’ya geri dönmesi bu ortaklıklar içinde en dikkat çekenleridir.
“Eril kültürün baskılamaya çalıştığı kadın ruhunun kendince kimi underground yöntemlerle bedenden bedene yaşamayı nasıl başardığının hikâyesi, Cadı başlığı ile bu kitapta edebiyata intikal
etmiştir. Oylum Yılmaz’ın Ümran’ı, Asya steplerinin derinliklerinden gelen bir şamandır ve kutsal
şaman ruhunu geçici, kendisinden öncekilerin yaptığı gibi, bir süre taşıyacak ve başkasına aktaracak bir bedenden teşekküldür. Asya kültürü ile özdeşleşmiş şamanların iki ruhları bulunmaktadır:
Birincisi ölümsüz kutsal şaman ruhu, ikincisi ise fani ruhtur. Şamanlık ruhun isteği üzerine kuşaktan kuşağa aktarılır. Kendisini taşıyan ihtiyar bedenin öteki dünyaya göçmesi üzerine arayışa giren
ölümsüz şaman ruhu, kendisine uygun genç bir beden bulduğunda ona askıntı olur, bedenin sahibi
olan gençten, kendisini içeri almasını ve şaman olmasını ister. Genç ne kadar dirense de sonunda
pes eder ve şaman ruhunu bedeninden içeri kabul etmek zorunda kalır. Bu andan itibaren ölümsüz
şaman ruhunun hizmetine giren genç tecrübeli bir şamanın yanında derslere başlar. Ölümsüz şaman ruhunun en belirgin özelliği istediği zaman bedenden ayrılıp dünyalar arasında yolculuk yapabilmesidir. Zaman, mekân ve ölüm onun sınırlarını belirleyemez. Onun bedenden bedene yaptığı
yolculuk onu hakikate ulaştıracaktır. Tüm bu özellikler Cadı’nın kadın kahramanlarında mevcuttur.
Pagan, her türlü işkenceye direnen Kocakarı, ondan yüzlerce yıl sonra yaşamış Bizans tahtına oturma başarısı göstererek eril iktidarla varoluşsal bir mücadele sonucunda yolu Büyükada’ya düşmüş
İren ve kitonyen kadın ruhunun son taşıyıcısı Ümran…”
(İsmail Gezgin, Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu, Edebiyat Haber)
D O Ğ AÜmran,
N A Tİren
E Şve Kocakarı ile girdiği efsunlu yolda bir yerden sonra yol kenarına atılacağını anlamış-
tır. Kaçmak ister; başkalarının fincan diplerinde gördüğü geçmiş ve geleceklerinden. Kocası İbrahim’i ve o zamana kadar sayısı üçe ulaşmış çocuklarını alıp şehre yerleşir. Kiliseyi, manastırı, İren’i,
Kocakarı’yı, ağaçları, falları unutur bir süre. Kocasına yardım eder, çocukları ile ilgilenir, ailesi ile
ilişkilerini güçlendirir. Bu aniden gelen aile saadeti aynı anilik ile terk eden Ümran’ın benliğini.
Yine çığlıklarla uyanılan uykular, uzaklardan gelen zil sesleri sarar evlerinin içini. Bir sabah kocasını
işe, çocuklarını okula yolculayan Ümran terk eder şehirde kurduğu iyi aile hayalini. Kendini şehrin kalabalığına bırakır ve kaybettirir izini. Sonra lüks bir apartman dairesinde bir adamla sarmaş
dolaş görünür bir ara, bir meyhanede rakı masasında, ardından da bir mahallede muhtar adayı
olarak. Ama nereye bakarsa baksın anlatıcı bir daha bulamaz o gördüğü anların izlerini. Ümran
silmiştir şehirdeki ayak izlerini, adaya dönmek için geri.
“Gözlerimin önünden silindikçe silinen izler. Kasvetime Ümran’ın derinden gelen kıkırdamaları eşlik
ediyor, üzerinde durmuyorum artık, omuz silkip yüreğim gibi bakışlarımı da adaya çeviriyorum.
Metamorfoz Manastırı’nda dört kadın ilk defa bir araya geliyoruz şimdi. Ümran, ben, o Kocakarı
ve büyücü İren. Ümran’ın adaya dönüşüne hep beraber yeniden bakıyoruz.”
(Oylum Yılmaz, Cadı)
Ümran, sessizce döner adaya. Sessizce terk ettiğini sandığı şehirden tüm olan biteni ondan önce
adaya taşımıştır, haberdar etmiştir Ada halkını dalgalar. Kimse bilmez Ümran’ın o gün son vapurdan iskeleye atlayacağını İren’den başka. İren içten kıkırdaması ile alır Ümran’ı iskeleden ve çamlıklara götürür.
“Döndün dedi, döndüm dedim. Sezgilerin, sanrıların ve tüm o sözde tanrıların işe yaradığı tek
50
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
yere, dedi, susup iç çektim ve devam etti: Ağaçlara ihanetin affedilmeyecek, bir daha hiç yatamayacaksın
ne kovuklarında ne diplerinde, yaprakların sözleri kapandı sana, ağaçları kaybettin, şimdi bir tek geceler
verilecek ellerine, gecelerde insanların o ipsiz, soysuz geleceklerini göreceksin hep, göreceksin ve artık bir
bunu söyleyebileceksin.”
(Oylum Yılmaz, Cadı)
Böylece terzi Ümran Hanım, falcı Ümran olmuştur artık, kimilerine göreyse deli Ümran. İren’in bıraktığı
yerden onu bir erkek eli kaldırmıştır. Ağaçların diplerinde, yaprakların içlerinde bilmediği tanrılara affedilmek için yakarırken bir el dokunmuştur omzuna; Ferman. Ada kadınlarınca korkulan, evini, kocasını, çocuğunu boşlayan kadınlara musallat olan, her kadına ayrı bir yakıcılıkla yaklaşan, Ada’nın yeşilini bedeninde
karaya çalan Ferman. Önceden beri var olan Ferman, Ümran için hep kaçtığı, kendini sakındığı, direndiği
esas adamdır. Ama tanrıçalıktan çam diplerine çakıldığı zaman bu mesafeyi iyiden iyiye aradan kaldırmıştır
Ferman ve düştüğü yerden el vermiştir Ümran’a.
Gizlendiği kovuklardan alıp adanın meydanına atmıştır Ümran’ı. İren ile Kocakarı’nın yarım bıraktığı işi Ferman tamama erdirmiştir. Ümran’a başka hayatların hatırlanmak istenmeyen parçalarını anlatmıştır geceleri. Yüreğe ağır gelen parçaları… Kaçmak istediği zaman ise saçlarından sürüyüp yeniden insanların içine,
meydana atmıştır Ümran’ı.
Okur ilk cümleden itibaren Ümran’ın ayak izlerine göz diktiğini sanırken romanın ortalarına doğru, Ümran’ın Ada’ya dönmesiyle anlatıcının ayak izleri ile de karşılaşır. Bu izler kimi yerde sahibini açık ederken
kimi yerde de kime ait olduğu noktasında zihni karıştırır.
“Kaç gecesini anlattı böyle Ferman’la geçen bana, sayısını unuttum. Niye anlattığını düşünüp düşünüp çok
sonraları buldum. Ümran, şimdi benim bulduğum kayıp ruhum. Buyruk gibi yazılı geçmişime ve geleceğime
ferman edilmiş olan. Ben, daha dönmeden önce bile bile yürüyen miydim ta içime içime, yazılmış bu fermanla derinlere, hem şehrin hem adanın hep birden denizlerine.”
(Oylum Yılmaz, Cadı)
Anlatıcı bu itirafı yaptıktan sonra bir vapurun camında almıştır soluğunu, adaya varmıştır. İskeleye ayak
basar basmaz Ferman’ın ivedi adımları ile karşılaşır. Gecenin siyahıyla dolan sokaklarda onu takip eder ve
Ümran’a ulaşır. Adaya ayak basar basmaz ulaştığı Ümran’ı aynı hızla da kaybeder. Düş ile gerçek arasında
sıkışır. Arşınlamaya başlar Ada’nın sokaklarını. Artık ne anlatıcı sesi vardır kulaklarında ne de Ümran ile
Ferman’ın sesleri. Yalnız kendi sesi… Durgun sayılabilecek bir öğle vaktinde karşılaşır İren ve Kocakarı ile.
Saklanayım derken düşer ellerine. Başka bir günün bir vaktinde ensesinde hisseder Ferman’ın nefesini. Ensesinden bel kemiğine saplanan ve tüm bedenine buz kestiren nefesini… Vazgeçmez Ümran’ı aramaktan.
Kızına vardırır yollarını, geçtiği yollardan geçer, adımı attığı her mekânın bekçisi olur; bulamaz. Beklemeye
başlar Ada’ya yazın gelişini, mimozaların açmasını. Evvelden Ümran’ın yerleştiği eve yerleşir. Onun gibi sofra kurmayı öğrenir. Kocakarı ile tohumlar diker bahçesine, İren’den kadınlığı öğrenir. Ferman’la tek vücut
olur. Bekler ama yine gelmez Ümran.
Ümran’ı aramaktan yorulduğu bir sabah kendini manastırın bahçesinde İren ile beraber bulur. Gözlerinde
biriken yılgınlığı yaşlarıyla akıtırken İren’in onun içindeki ağlayan kadın olduğunu anlar. İki kadın tek göz
olup ağlarlar. Ada’yı sel alır. Kendini, yaşının seline bırakan anlatıcı gözyaşları kuruduğu vakit yanı başında
üç tohum bulur: bir çam kozalağı, bir zeytin çekirdeği ve bir meşe palamudu.
Bahar geçer, yaz biter, sonbahar gelir, Ada boşalır ve anlatıcı elinde kalakalan tohumları bahçesinde Ferman’a kazdırdığı çukurlara gömer. Aramanın da başka yollarının olduğunu ve yola çıkmanın bulmanın tek
şartı olduğunu öğreten Kocakarı’yı yâd edip evden çıkar bir sabah. Kendi sonunun başlangıcı için bir kuaföre atar kendini. Kuaförden çıktığında saçları kabartılmış, tırnaklarına kırmızı ojeler sürülmüş, bedenine beli
iyice oturan lacivert bir elbise geçirilmiş, burnunun üzerine geniş çerçeveli bir gözlük iliştirilmiş, elinde bir
buket çiçek, ayakkabıları topuklu, bir faytondan inerken bulur kendini. Bir mezarlığın girişinde bir faytondan inerken... Birazdan elindeki buketi Ümran’ın mezarına dizmiş faytona geri dönerken. Faytoncuya aceleyle iskeleye sürmesini söylerken... Ve ilk vapura atlamış Ada’yı ardında bırakırken.
Adayı sırtına alıp şehre gözünü diktiği vakit artık bu yeni yolda laneti bozulmuş bir büyücü olarak yürüyeceğini anlar anlatıcı. Büyücü bir öykü anlatıcısı olarak, büyülü öyküler anlatarak, kelimeleri sürdüreceğini.
kaybolandefterler
/ zine
51
kaybolandefterler
/ zine
Oylum Yılmaz, Cadı ile Prinkipo’da büyülü bir arayışın peşine düşerken aslında kendi kaleminden
sızan ilk edebi eserinin yaratılış telaşına davet etmiştir okuru. Kendi adasını anlatmıştır. Kendi
adasındaki kadınları, erkekleri, şiirini, masalını, dilini... Kadını ehlileştirmek isteyen kültüre inat
içgüdüsel doğasını bastırmak yerine eteklerinden döken kadınları anlatmıştır. Baştan sona okunan romanı, sonuna gelindiği zaman sondan başa da okumak istenecek bir dille yazmıştır. Bu dil
yer yer büyülü bir hal alırken yer yer de dizine yatılan annenin gündelik sıcaklığına bulanmıştır.
Hikâyenin kadın tarafından konuşmuştur. Masallarla büyüyen bizlerin artık unutmaya yüz tuttuğu
masallara bir vefa borcudur Cadı.
“Kutsal şaman ruhunun, Asya steplerinde içine girip yaşam yolculuğunu sürdüreceği bir beden
arayışında olması gibi; fikirlerin, düşüncelerin ve dilin de söze gelmek için bir yazar aradıklarını
ileri sürmek mümkündür; tıpkı Cadı romanında kendi taşıdığı kimliğin köklerini arayan anlatıcı
gibi.
Prinkipo’lu “deli kadın ruhu” unutulmaya yüz tutmuş kendi öyküsünü anlatmak için, kendisine en
uygun Cadı’yı, kendi topraklarına yüz sürmüş, nemli ve tuzlu deniz rüzgârlarında saçlarını savurmuş Oylum Yılmaz’ı seçmiştir. Anlaşılan odur ki, bundan öncekiler gibi isabetli bir seçim yapmıştır.”
(İsmail Gezgin, Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu, Edebiyat Haber)
Yararlanılan Kaynaklar:
Oylum Yılmaz; Cadı, Sel Yayıncılık; 2012
Oylum Yılmaz; Kadınlar için masallardan kurtulmanın yolu: Masal yazmak; K24 Dosya;
2015
İsmail Gezgin; Cadı’nın Tarihsel Yolculuğu; Edebiyat Haber; 2012
Ceren Ünlü Ulutunçel; Zekâsı, Güzelliği, Tekinsizliği, Falları, Cinleri, Perileriyle Şahane Bir
Cadı; Egoist Okur; 2012
Melisa Kesmez; Yetişkinlere Cadı Masalı; Radikal Kitap; 2012
Hülya Ulupınar; Edebiyat sahnesinde yürekli bir kalem: Oylum Yılmaz; Sabitfikir Söyleşisi;
2012
Gülengül Altıntaş; Bembeyaz Bir Kahkaha; Bianet; 2012
görsel: noah hutson
52
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
/ zine
53
kaybolandefterler
/ zine
TUĞBA TURAN
54
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
kaybolandefterler
/ zine
55
kaybolandefterler
/ zine
TUĞBA TURAN
56
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
kaybolandefterler
/ zine
57
kaybolandefterler
/ zine
TUĞBA TURAN
58
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
kaybolandefterler
/ zine
59
kaybolandefterler
/ zine
TUĞBA TURAN
60
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
kaybolandefterler
/ zine
61
kaybolandefterler
/ zine
GÖRSEL: Vikram Mudaliar
MODERN KLASİK NEDİR?
KİM DEMİŞ
AVRUPA’LILARIN
AĞITLARI
OLMAZ DİYE?
H I D I R M U R AT D O Ğ A N
Ben hep hayatın bir çeşit film olduğunu düşünürüm. Hep her yaşantının bir sahne olduğunu zannederim belki de. Acı, sevinç, gülümseyiş, ağlayış... Buralardadır. Kalbimizin
derinlerinde. Ve filmlerdeki her sahneyi vurucu yapan, aslında o sahnedeki tınılardır,
bilmelisiniz. Müzikleri çıkarın, ortada bir şey kalmaz.
Klasik müzik az sayıda seçkin dinleyici tarafından dinlenir diye düşünürüz çoğunlukla.
Keza evet, çoğunlukla öyledir. Ancak son yıllarda yeni bir akım, eşsiz tınılar yaratan yepyeni klasik müzik ustalarını ortaya çıkardı.
Yeni modern klasik akımı, geleneksel klasik müziğe şöyle bir selam çakıyor ve genellikle
minimalist duruşuyla kulağımızın pasını siliyor, doyumsuz bir tını keyfi sunuyor.
Burada sizin için 12 modern klasik ustası seçtim, keyifli dinlemeler...
62
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
MAX RICHTER
Ólafur
Arnalds
‘Eulogy For Evolution’ (2007)
adlı ilk albümünü, ‘Variations of Static’ (2008) adlı EP
takip etti. Büyük ses getiren
Barbican Hall konserinden
sonra Sigur Ros ile Avrupa
turnesine çıktı. Elektro-akustik
olarak tanımlanan sound’unu
giderek daha geniş boyutlara
taşıdı. 2010’da ‘...And They
Have Escaped The Weight
Of Darkness’ adlı albümünü
yayımladı. 2011’de evinin salonunda gerçekleştirdiği ‘Living
Room Songs’ adlı projesi, aynı
yıl albüm olarak piyasaya çıktı.
‘For Now I Am Winter’ adını
taşıyan son albümü bu yıl
dinleyicilerle buluştu.
FABRIZIO
PATERLINI
6 yaşında piyano çalmaya
başladı. Üniversitede Müzik
Teorisi eğitimi aldı. 90’larda
pop, rock ve caz klasiklerini
yorumlayan yerel gruplarda
çaldı. 2006’da sadece piyano
için besteler yapmaya başladı.
Bugüne kadar sekiz piyano
albümü yayımladı. 2014’te
yayımlanan son albümü
“The Art of the Piano” gerçek
bir piyano şaheseri olarak
tanımlandı. İsmi Max Richter,
Dustin O’Halloran, Nils Frahm,
Yann Tiersen gibi çağdaşlarıyla birlikte anılıyor.
Bilindik klasik müzik kalıplarına, minimal ve modern
dokunuşlarla çok boyutlu
şekiller veren Richter’in
müzikal kimliğini tek bir tarzla
sınırlandırmak ise imkansız.
Gençlik yıllarında electronica
ve punk’tan ilham alan, farklı
müzik türlerini sentezleme
konusundaki yeteneğini
besteci ve yapımcı kimliğiyle
birleştiren Max Richter için
komple bir sanatçı demek
daha doğru olur. Farklı müzik
türlerindeki hakimiyetine
ek olarak, Royal Academy
of Music ve efsanevi İtalyan
müzisyen Luciano Berio’dan
aldığı eğitimle ufkunu fazlasıyla açan İngiliz sanatçı, bugüne
kadar isminin geçtiği her işte
çıtayı bir hayli yükseltti. Solo
albümleri haricinde, müzikal,
bale, opera, televizyon dizileri
ve sinema filmleri için müzikler besteledi. Özellikle sinema
ve televizyon endüstrisi, Max
Richter’in harikalarından ziyadesiyle faydalandı.
YANN TIERSEN
Yann Tiersen deneysel, minimalist Fransız müzisyen, multi-enstrümantalist. Eserlerinde
genellikle piyano, akordeon,
keman ve ailesi, gitar kullanır.
Bunların dışında toy piyano,
carillon, banjo, mandolin,
harpsikord, vibrafon, bas gitar
ve melodika enstrumanlarını
çalmakta ve müziğine yerleştirmektedir.
Eleştirmenler kendisini Erik
Satie, Nino Rota ve the Penguin Café Orchestra gibi isimlerle bir arada anarlar. Pek
çok ödül kazanan soundtrack
albümleri dahil tüm albümleri
BMG Music Publishing tarafından çıkarılmıştır.
kaybolandefterler
/ zine
63
kaybolandefterler
/ zine
NILS FRAHM
Jóhann
Jóhannsson
Peter Broderick, Ólafur Arnalds, Anne Müller ve Dustin
O’Halloran gibi müzisyenlerle çalıştı. 2008’de Berlin’de
Durton Studio’yu kurdu. ‘The
Bells’ ve ‘Wintermusik’ albümleri 2009’da yayımlandı. Son
albümü ‘Felt’ (2011) geniş
kitlelerce tanınmasını sağladı.
Thom Yorke onun müziğine
bayılıyor.
Katkıda bulunduğu albümler
de dahil olmak üzere bugüne
dek 10’un üzerinde albüme
imza attı. 1999’da kurduğu
Apparat Organ Quartet ile
Avrupa, Amerika ve Japonya
turnelerine çıktı.Yazdığı film
müzikleriyle Rhode Island ve
Sapporo film festivallerinde
ödüller aldı.
DUSTIN
O’HALLORAN
Bugüne dek dört solo albüme
imza attı. ‘Marie Antoinette’
(2006) ve ‘An American Affair’
(2009) filmleri için müzik
hazırladı. Son olarak Adam
Wiltzie ile birlikte ‘A Winged
Victory For The Sullen’ adlı
proje için bir araya geldi ve
aynı isimde bir albüm yayımladı.
64
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Peter
Broderick
Amerikalı müzisyen ve besteci Broderick, bir çok müzik
grubuyla çalışmıştır.
Genellikle minimalist eserleriyle tanınan sanatçının
çok sayıda solo çalışması
bulunmakla birlikte, notalar
üzerindeki sade ama güçlü
hakimiyeti onu modern klasik tarzının en önemli müzisyenlerinden biri yapmıştır.
HAUSCHKA
hans zımmer
Bugüne dek 10’un üzerinde
albüme imza attı. Birçok film
ve tiyatro oyunu için müzikler
hazırladı. İzlandalı deneysel
müzik topluluğu Mum’dan
Samuli Kosminen, Amerikalı
alternatif country müzik topluluğu Calexico’dan Joey Burns
ve John Convertino’nun yanı
sıra klasik müziğin yıldızlarından, keman virtüözü Hilary
Hahn ile işbirlikleri gerçekleştirdi.
Alman besteci Hans Zimmer,
Hollywood sinemasının ünlü
filmlerinin müziklerini yapmasıyla tanınır.
7 Oscar adaylığı (1 kez Aslan
Kral filmiyle kazandı), 4 Grammy adaylığı (1 kez Crimson
Tide filmiyle kazandı) ve 7 kere
de Altın Küre adaylığı (2 kez
Aslan Kral ve Gladyatör filmleriyle kazandı) elde etti. Sanatçı
Los Angeles’ta eşi ve dört çocuğuyla birlikte yaşamaktadır.
EVGENY GRINKO
Hildur
Guðnadóttir
Rus müzisyen Grinko’nun
esasen davulculuğa dayanan
bir geçmişi var. Ancak jazz ve
vals tınılarıyla harmanladığı
minimalist modern klasik
müziği, onu kısa sürede bu
alanda zirveye taşıdı. Müzikleri
birer düşsel yolculuk gibi.
İzlandalı müzisyen Hildur
Ingveldardóttir Guðnadóttir,
bir çellist.
Vurucu müzikler yapan müzisyen, modern klasik türünün
muhteşem müzikler yapan az
sayıda kadın sanatçılarından
biri.
kaybolandefterler
/ zine
65
kaybolandefterler
/ zine
Rüyaları asla resmetmedim.
Canlandırdıklarım
benim gerçeklerimdi.
66
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Frida Kahlo
kaybolandefterler
/ zine
67
TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
/ zine
TUĞBA TURAN
68
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
TUĞBA TURAN
kaybolandefterler
/ zine
69
kaybolandefterler
/ zine
ÇİZGİ
EMRAH ATEŞ
70
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
Sebze, meyve almış başını gitmiş ama adam
“Hani Rusya almıyordu, demek ki hepsi yalan.” diyor.
Ona göre devleti hala anlaşmalı Rusya’yla.
Bundan öyle memnun ki…
Çok seviyor devletini, partisini…
Onun için pahalılık da önemli değil zaten, “Asgari ücreti 1300 tl yaptı bizimkiler.” diye
seviniyor. Onunkiler,
hep doğru olanı yapar ona göre.
Bağlılık ve bağımlılık arasındaki o ince çizgide durmuş,
ne yana adım atsa hep aynı sonuca varıyor.
Oysa yaşamak
bir ip cambazının görevidir;
bilmiyor!
Soruyorum,
“Senin çocuk ne yaptı üniversiteyi” diye.
Sinirleniyor,
“Bir bitiremedi okulu batırdı bizi” diyor.
Çocuğuna sinirlendiği kadar devletine sinirlense belki bir şeyler değişecek
ama sinirlenemiyor.
Bakkala,
manava,
esnafa,
ailesine,
herkese sinirleniyor
ama bir tek devletine sinirlenemiyor.
Çünkü ne zaman devlet desen, parti desen tüp kuyruğu ve işsizlik geliyor aklına adamın. “Biz neler gördük be siz bilmezsiniz!” diyor.
O sırada Silopi’de bir çocuk elinde beyaz bayrak varken ölüyor;
daha savaşın anlamını bile bilmeden.
Gözü saate gidiyor,
“ikindiyi kılmayı unuttum” diye yalnızca kendinin duyacağı bir şekilde söylenip abdest
almaya gidiyor.
O arada telefonu çalıyor,
ekranda beliren bankanın numarasını görmezden gelip sessizse alıyor telefonu.
Üç aydır ödeyemediği kredi borcunu düşünüp fısıldayarak açıyor çeşmeyi;
Bismillah!
kaybolandefterler
/ zine
71
kaybolandefterler
/ zine
Nihavend
GİZEM ALTINORDU
Kışın orta yerinde bir eylül sancısı
Meydanlarda kendini fahiş fiyattan satsın
Ben alırım.
Ağır bir külçe gibi kendi yüreğime düştüm,
Bakkallarda satılıyor artık ruhsatsız silahlar
Sokak ortalarında çocuklar vuruluyor
Kendini yaşlanmışlıkla değiş tokuş ediyor yürek
Kendini yaslanmışlıkla
Bir göz ağrısı ki göz bebekleri safi bir yöne bakar
Bir göz ağrısı ki göz bebekleri uzaklarda yitmiş bir çayır gibi
Beni aşkın koynunda yalnız besledi dünya
Beni aşkın kasıklarından içilen bir lokma suyla
Kerbela’mız oldu çöl iklimleri.
Aşkı karneyle dağıtıyorlar senin sokaklarında
Bir karayel ensenden beni çok ötelere savurur
Vardığım yer gökkubbenin Kadıköy olmayan herhangi bir yeri
Vardığım yer ne demiştim sevgili?
Kara sevdalık gönlünün en gizli bahçeleri.
Aşk’ı, sevda’yı ve sarılmaları örgütleyelim sevgili,
Allah’ı örgütleyelim.
Allah çözer bu işi.
72
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
NE DİNLEMELİ?
Anadolu müziğinin ve bağlamanın günümüzdeki en önemli temsilcilerinden olan Erdal Erzincan’ın ‘Karasu’ adını verdiği enstrümantal albümü, Temkeş Müzik etiketiyle müzik marketlerdeki
yerini aldı.
Yalnızca icracı kimliğiyle değil, yetiştirdiği binlerce öğrenciyle
de Anadolu kültürüne çok büyük katkılar sunan Erdal Erzincan,
ünü bu toprakları çoktan aşmış önemli bir sanatçı. Dünyanın en
önemli konser salonlarında konserler verdi ve bu konserlerde
farklı milletlere mensup müzik dinleyicilerine Anadolu müziğini
ve bağlamayı sevdirdi. İran’lı kemençe sanatçısı Kayhan Kalhor
ile hazırladıkları iki albüm ECM etiketiyle yayınlandı.
eRDAL ERZİNCAN
KARASU
TEMKEŞ MÜZİK
TÜRK HALK MÜZİĞİ
Albümde yer alan eserlerin büyük bir bölümü Erdal Erzincan tarafından derlendi ve büyük bir titizlikle bağlamaya uyarlandı. Bu
yönüyle albüm, bağlamanın enstrümantal repertuvarına katkı
sağlamayı da hedeflemektedir.
Ayrıca albüme adını veren Karasu; dört bölümlü uzun bir eser
olup, sanatçının kendi sınırlarını zorladığı bir çalışma olarak dikkat çekmektedir.
Merhaba!
Hem kendi özümüze, hem de birbirimizin içindeki o nazende kelama doğru yaptığımız yolculukta bir sürü kuşla tanıştık.
Baykuşun halen virane beklediğini, ebabilin konmadan göğün
tüm setarelerini tekrar ve tekrar arşınladığını, güvercinlerin
tüm meydanları tuttuğunu, kumruların aşıkların koyunlarında
yattığını öğrendik.. Fırsattan istifade, biz de bir kış vakti yuvamıza kapanıp, çıktığımız bu yolculuğu sizinle paylaşalım dedik.
Velhasıl-ı kelam, An’dan İçeru’nun kendi adını taşıyan ilk albümü
Rast Akademi katkılarıyla basıldı, dağıtılmaya başlandı.. Kuşların,
dalgaların bize eşlik ettiği ilk albümümüzle balkonunuza yuva
yapma niyetimiz var. Güzellikle!
AN’DAN İÇERU
RAST AKADEMİ
Not: Istanbul’da olanlar albumu Mephisto muzik magazalarindaki dostlarimizdan temin edebilirler.. Internet uzerinden de
album siparis edilebiliyor. En kotusu itunes, spotify falan filan..
Sevgiyle...
An’dan İçeru
La Blogotheque
A STORY TOLD WELL
https://vimeo.com/blogotheque
https://vimeo.com/astorytoldwell
kaybolandefterler
/ zine
73
kaybolandefterler
/ zine
{
Bülbüller bizi eğlendirmek için şarkı söylemek
dışında bir şey yapmaz.
İnsanların bahçelerindeki bitkileri yemezler,
mısır ambarlarına yuvalanmazlar,
tek yaptıkları iş bize içlerini dökmektir.
İşte bu yüzden bülbülleri öldürmek günahtır.
74
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
TA Z E L E N İ YO R U Z . . .
Eğer siz de Kaybolan Defterler ekibinde yer almak istiyorsanız,
lütfen birden fazla eserinizi ve kısa bir öz geçmişinizi iletişim bilgileriniz
ile birlikte [email protected] adresine değerlendirilmek üzere
yollayınız.
İyi günler dileriz.
kaybolandefterler
BİR
KISIM
EDEBİ
ŞEYLER!
kaybolandefterler
/ zine
75
kaybolandefterler.com
kaybolandefterler
/ zine
b
a
z
x
r
fb.com/kaybolandefterler
twitter.com/kaybolandefter
kaybolandefterler.tumblr.com
instagram.com/kaybolandefterler
youtube.com/KaybolanDefterler
kaybolandefterler
/ zine
İKİ AYLIK EDEBİYAT-KÜLTÜR-SANAT DERGİSİ
YIL: 2 SAYI: 3 ŞUBAT-MART 2016
BAHAR
01022016PAZARTESI
76
ŞUBAT-MART 2016
BAHAR

Benzer belgeler

zine - Kaybolan Defterler

zine - Kaybolan Defterler kaybolandefterler /zine

Detaylı