8. Toplumsal Cinsiyet

Transkript

8. Toplumsal Cinsiyet
TOPLUMSAL
CİNSİYET
KAMLA BHASIN
Kamla Bhasin
2
Kamla Bhasin sosyal bilimlerde lisans
eğitimini tamamladıktan sonra 196567 yıllarında Rajasthan Üniversitesinde
ekonomi dalında yüksek lisans eğitimi
aldı. 1967-69 yıllarında Almanya’daki
Muenster Üniversitesinde, Gelişmenin
Sosyolojisi üzerine eğitim gördü ve bir
araştırma enstitüsünde araştırma
asistanı olarak çalıştı.
1972 yılında Rajasthan’da gönüllü
olarak kurulmuş olan bir örgüte
katıldıktan sonra kalkınma, eğitim,
toplumsal cinsiyet vb. konular üzerinde
çalıştı. 1976 ve 2001 yılları arasında BM
Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO)
Açlıktan Kurtuluş Kampanyası /
Kalkınma için Eylem’de yaratıcı çözümler üreten sivil toplum örgütü
girişimlerinin desteklenmesine, eğitimler ve çalışma atölyeleri düzenlenmesine. Güneydoğu ve Güney Asya’daki SKT’lar, kadın örgütleri ve diğer
halk örgütleri arasında bilgi ve işbirliği ağı oluşturulmasına çalıştı. Halen
Güney Asya Toplumsal Cinsiyet Aktivistleri ve Eğitimcileri Çalışma Ağı’nın
(SANGAT) koordinatörlüğünü yapıyor ve Jagori (Kadınların Bilgi Danışma
ve Eğitim Medkezi)’nin, WIPSA (Güney Asya’da Barış için Kadınlar
Girişimi)’nin ve SAHR (Güney Asyalılar İnsan Hakları Örgütü)’nün aktif bir
üyesidir. Kamla, politik kimlik, askerileşme, çatışmaların çözümü, barış
v.b. ile ilgili konularla derinden ilgilidir. Kendisi farklı konular arasındaki
bağlantıları görmeye ve farklı hareketler arasındaki ortak çalışma ve
işbirliklerini güçlendirmeye gayret göstermiştir.
Kamla Bhasin, yerel, ulusal ve Güney Asya düzeyinde toplumsal cinsiyet
ve sürdürülebilir kalkınma konularında kadınlar ve erkekler için kapasite
artırıcı, katılımcı ve deneysel atölye çalışmaları ve eğitimler düzenlemektedir. Kendi eğitim ve atölye çalışması deneyimlerini ayrıntılı raporlar haline getirmiş ve bu deneyimlerini yaygın bir biçimde paylaşmıştır.
Kamla, çok sayıda kadın grubunun ve gönüllü örgütün ve bazı bölgesel
ve uluslararası bilgi ve işbirliği ağlarının kurucusu ve üyesidir.
Kamla Bhasin, katılımcı ve sürdürülebilir kalkınma, katılımcı eğitim, medya
ve iletişim, toplumsal cinsiyet, kadınların güçlendirilmesi v.b. konularda
kapsamlı yazıları bulunmaktadır. Kitaplarının çoğunun hedef kitlesi aktivistler ve kalkınma konusunda çalışanlardır. Kamla, aynı zamanda kadın
hareketi için şarkılar, sloganlar ve çocuklar için şarkı kitapları yazmaktadır.
Kendisi, iyi bir şarkıcı olmamasına rağmen fırsat bulduğunda yüksek sesle
ve tutkuyla şarkı söylemekte ısrarlıdır.
Çeşitli hareketler için çok sayıda afiş ve bez pankart da yaratmıştır. Nisan
1946 doğumlu olan Kamla’nın iki çocuğu, bir kocası vardır ve Hindistan’da Yeni Delhi’de yaşamaktadır.
TOPLUMSAL
CİNSİYET
KAMLA BHASIN
çeviri: Kader Ay
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
İÇİNDEKiLER
Sunuş
Türkçe Baskı İçin Önsöz
Birinci Bölüm: Toplumsal Cinsiyeti Anlamak
- Cinsiyet sözcüğüne yüklenen yeni anlam
- Toplumsal cinsiyeti belirleyen normlar
- Kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik farklılığın onlara atfedilen rollerle ilişkisi
- Mekanların da cinsiyeti var
- Dil de cinsiyetçidir
- Ataerkil sistem toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve kadınların ikincil konumunu
nasıl etkiliyor
İkinci Bölüm: Ulusal Kurtuluş, Modernleşme, Eğitim - Uluslar kurtuldu, ya kadınlar
- Toplumsal cinsiyet ilişkileri ya da ince politika
- Aile içi politika ve kadının sürekli müzakereye dayanan pazarlık gücü
- Din, kast ve sınıf gibi diğer kimliklerimiz toplumsal cinsiyet ilişkilerini nasıl etkiler
4
Üçüncü Bölüm: Toplumsal Cinsiyete Dayalı işbölümü - Üreme ve Üretim
- Toplumsal - yapısal bir sorun
- Sanayi devrimi ve özel alan - kamusal alan ayrımı
- Kamusal ve özel alan ayrımı eşitsizlikleri keskinleştirdi
- Özel olan politiktir
- Kadınların ikincil konumuyla ilgili kavramlar arasındaki farklar
Dördüncü Bölüm: Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma
- Toplumsal cinsiyet, kalkınma konularında neden bu kadar önemli oldu
- Kadınların önemsizleştirilmesine, dışlanmasına
(marjinalleştirilmesine) yol açan kalkınma programları
- Feminist bakış açısından kalkınma programları
- Modernleşmenin kurbanları
- “Kalkınmada Kadınlar”dan “Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma”ya
- Kadın hareketi güçleniyor, kalkınma anlayışı değişiyor
- Söylemesi kolay yapması zor: Gücü kadınlar ve
erkekler arasında yeniden paylaştırmak
Beşinci Bölüm: Toplumsal Cinsiyete Duyarlılığı Artırmak
- Toplumsal cinsiyeti anlamak ve değiştirmek
- Toplumsal cinsiyet kavramının sorunları
- Kavram neden popüler oldu
- Daha fazla önem verilmesi gereken konular
- Toplumsal cinsiyet konusundaki çalışmalar erkeklerle birlikte
yapılmalı, görüşünde olanlar var
- Toplumsal cinsiyet tartışması erkeklere karşı kadınların tartışması değildir
- Toplumsal cinsiyet ile ilgili konular neden tepki uyandırıyor
- Ataerkil toplumda radikal dönüşümler gerekiyor
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
SUNUŞ
Kadınlarla
Dayanışma
Vakfı
(KADAV), örgütlü yaşamının dördüncü, tüzel kişiliğini kazanışının
ikinci yılını doldururken, önemli üç
kitapla “KADAV Yayınları”nı başlatmanın sevincini duyuyor. “Ataerkil
Sistem, Erkeklerin Dünyasında Yaşamak”, “Feminizm Üzerine Bazı Sorular” ve “Toplumsal Cinsiyet, Bize
Yüklenen Roller” adlı kitaplardan
oluşan bu setin Türkiyeli kadınların
hem keyifle okuyacakları hem de
kaynak olarak yararlanacakları kitaplar olacağın i umut ediyoruz.
Bu kitapları yayımlama olanağını,
2001 Haziran’ında kendilerini tanıma ve üç günlük bir eğitim alma
şansına sahip olduğumuz, Hintli
Toplumsal Cinsiyet Uzmanları Abha
Bhaia ve Kalyani Menon-Sen’e borçluyuz. Kitapların içerdiği bilgileri aldığımız o seminer bizleri öylesine
heyecanlandırmıştı ki, edindiğimiz
bilgileri paylaşmak için güçlü bir
arzu duymuştuk. Şimdi bu arzumuz
da gerçekleşmiş oluyor.
Kitabın yazarı Kamla Bhasin de,
Abha ve Kalyani gibi, Hindistan’ın
en büyük kadın örgütü JAGORi’nin
aktivist ve uzmanlarından biridir.
Kısa biyografisinde de görüleceği
gibi, uluslararası alanda da sayısız
deneyim ve engin birikime sahiptir.
Gelişen, giderek güçlenen ve o ölçüde de tutucu, baskıcı güç odakla-
rının saldırısıyla karşı karşıya bulunan Türkiye’ deki kadın hareketinin
iki önemli ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Birincisi dayanışma ve
güçlerimizi birleştirmekse, ikincisi
de eylem ve söylemimizi kuramsal
bilgiyle güçlendirmektir. Bhasin’in
Türkçe baskıya yazdığı önsözde de
belirttiği gibi, “teorisyenlerle aktivistlerin, kuram ve eylem arasındaki duvarları” yıkmalarına; eylem
ve deneyleri kuramsal düzeye yükseltmelerine ihtiyacımız var. Kadın
hareketinin en temel konularına,
ağırlıkla soru cevap yöntemiyle, anlaşılır yalınlıkta yanıtlar getiren,
ama güçlü bir kuramsal temele dayanan bu kitapların da bu ihtiyacın
karışlanmasına katkı yapacağına
inanıyoruz.
Herhangi bir telif söz konusu olmaksızın kitapları Türkçeye ve Türkiyeli okura kazandırmamızı kabul
ederek uluslararası dayanışmanın
güzel bir örneğini veren JAGORi’ye
ve kitabın yazarına, buna vesile olan
Abha ve Kalyani’ye teşekkür ederiz.
Ayrıca kitapların çevirisinde, redaksiyonunda, düzeltisinde gönüllü
emeklerini esirgemeyen Kader,
Ayşe, Mine, Beril ve Iraz arkadaşlarımıza da en içtenlikle teşekkürler.
Kadınlarla Dayanışma Vakfı
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
TÜRKÇE BASKI İÇİN ÖNSÖZ
“Ben bir duvar değilim ki duvar böler, şimdi çeşitli ülkelerdeki örgütleriayırır Ben o duvardaki bir gediğim.” miz arasında bir bağ, duvarları
Benim için duvarlar dışlamanın ve
ayırmanın sembolleridir. Duvarlar
“diğer”ini tanımayı, diyaloğu ve birlikte güç yaratmayı zorlaştırır.
Günümüz dünyasında fazlasıyla
duvar var - uluslar, topluluklar ve
dinler arasındaki duvarlar; sınıflar,
kastlar ve ırklar arasındaki duvarlar; toplumsal cinsiyetler ve cinsiyetler
arasındaki
duvarlar;
toplumsal hareketler arasındaki duvarlar; teorisyenler ve aktivistler,
teori ve eylem arasındaki duvarlar.
Bu kitapçıklar bu duvarların bazılarında, özellikle de disiplinler, eylem
ve teori, teorisyenler ve aktivistler
arasında bulunan duvarlardaki gedikler olarak tasarımlandı. Kitapçıklarda, bilimsel tezleri anlamak için
zamanı ve olanağı olmayan aktivistler için kavramları ve konuları kolaylıkla anlaşılabilir hale getirmeğe
gayret gösterdim. Eylem ve teorinin
el ele yürümesi ve birbirini güçlendirmesi son derece önemlidir.
Gerçekten de, bu kitapçıkların pek
çok ülkede kullanılması ve beğeni
kazanması böylesi malzemelere
olan ihtiyacın bir kanıtıdır. Feminist
hareketin kızları, bu kitapçıklar
yıkan bir gedik haline geliyor. Örgütler ve aktivistler arasındaki bu
uluslararası bağ, neo-liberalizmin
ve dinsel tutuculuğun yeni elbiselerini giyen ataerkil güçlerle; devlet
ve devlet dışı terörle mücadelede
yaşamsaldır.
Kitapçıklarımın şimdi de Türkçeye
çevrilip basılmasından dolayı sevinçliyim, Bir feminist aktivist ve yazarın sınırlar ötesindeki feministler
tarafından kabul görmesinden daha
büyük mutluluk ne olabilir?
Kamla Bhasin Yeni Delhi - Haziran
2003
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
Birinci Bölüm
Toplumsal
Cinsiyeti Anlamak
*Cinsiyet sözcüğüne
yüklenen yeni anlam
Dilbilgisi açısından cinsiyet kelimesini biliyoruz; ama belli ki, günümüzde bu kavramın farklı bir
kullanımı var.
Cinsiyet kelimesi sosyolojik olarak
ya da kavramsal bir kategori olarak
kullanılmaktadır ve ona çok özgün
bir anlam verilmiştir. Yeni halinde
cinsiyet, kadın ve erkeğin sosyo-kül-
türel açıdan tanımlanmasını, toplumların kadın ve erkeği birbirinden ayırt etme biçimini ve onlara
verdiği toplumsal rolleri ifade etmektedir. Kadınlar ve erkekler açısından
toplumsal
gerçekleri
anlamanın çözümsel bir aracı olarak kullanılmaktadır.*
Cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrım, kadınların, erkeklerin
hükmü
altındaki
ikincil
konumunu kadınların anatomilerine dayandıran genel eğilimle baş
etmek için ortaya kondu. Yıllar boyunca toplumda kadınlara ve erkeklere atfedilen farklı özelliklerin,
roller ve statülerin biyolojik olarak
(yani cinsiyet ile) belirlendiğine,
bunların doğal, dolayısıyla da değiştirilemez olduğuna inanıldı.
* Türkçe sözlük anlamı ‘ismin cinsi’ veya ‘cinsiyet’ demek olan İngilizce gender kelimesi bu bağlamda ‘toplumsal cinsiyet’ anlamına gelir. Feminist araştırma ve çalışmalarda bu kavram ‘toplumsal cinsiyet rolü’
olarak da kullanılır (ç.n.).
7
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
Bir bakıma kadınlar ve kadınların
bedeni, onların toplumdaki ikincil
statülerinin sorumlusuydu ve halen
de bundan sorumlu tutulur. Bu bir
kere doğal olarak kabul edilince,
toplumda var olan adaletsizliğe ve
toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizliğe işaret etmeye de elbette
gerek kalmaz.
Toplumsal cinsiyet kavramı, cinsiyeti bir şey, ama toplumsal cinsiyeti
çok daha başka bir şey olarak ifade
etmemizi mümkün kılar.
Herkes erkek ya da dişi olarak
doğar. Cinsiyetimiz sadece cinsel organımıza bakılarak tespit edilebilir.
8
Fakat her kültürün kızları ve oğlanları değerlendirme yöntemi vardır
ve onlara farklı roller, tepkiler, nite-
likler yükler. Doğumlarından itibaren kızlara ve oğlanlara tüm bu sosyal ve kültürel algı ve davranışların
“paket halinde yüklenmesi” aslında,
“toplumsal cinsiyetin öğretilmesi ve
benimsetilmesi”dir. Her toplum; bir
erkek ya da kadını, farklı nitelikleri,
davranış model- leri, rolleri, sorumlulukları, hakları ve beklentileri
olan bir erkek ve kadına, eril ve dişile yavaş yavaş dönüştürür. Biyolojik olan cinsiyetten farklı olarak
erkeklerin ve kadınların toplumsal
cinsiyet kimlikleri psikolojik ve sosyolojik -yani tarihsel ve kültürelolarak belirlenmiştir.Bu kavramı ilk
kullanan birkaç feminist akademisyen arasında yer alan Ann Oakley
şöyle söyler:
“Toplumsal cinsiyet bir kültür meselesidir,
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
erkek ve kadınların ‘eril’ ve ‘dişil’ olarak
sosyal sınıflandırılmasına işaret eder. insanların erkek ya da kadın olduğu, çoğunlukla biyolojik göstergelere göre
anlaşılabilir. İnsanların eril veya dişil olduğu ise aynı şekilde anlaşılamaz; ölçütler
kültüreldir, yere ve zamana göre değişiklik
gösterir. Cinsiyetin değişmezliğini kabul
etmek zorunludur, ama böylece toplumsal
cinsiyetin değişkenliği de kabul edilmelidir.”
Oakley şöyle bir sonuca varıyor:
Toplumsal cinsiyet rolünün biyolojik kökeni yoktur, cinsiyet ile toplumsal
cinsiyet
arasındaki
bağlantılar gerçekte hiç de “doğal”
değildir.
Bu iki kavram arasındaki temel
farklılıkları görelim:
CİNSİYET
~ Cinsiyet doğaldır.
~ Cinsiyet biyolojiktir.
~ Cinsel organlardaki görünür farklılıklara ve buna bağlı olarak üreme
işlevindeki farklılıklara işaret eder.
~ Cinsiyet değişmez, her yerde aynıdır
~ Cinsiyet değiştirilemez.
TOPLUMSAL CİNSİYET
~ Toplumsal cinsiyet sosyokültüreldir, insan icadıdır
~ Toplumsal cinsiyet sosyo kültürel-
dir, eril ve dişi niteliklere, davranış
modellerine, rollere, sorumluluklara vs. işaret eder.
~ Toplumsal cinsiyet değişkendir.
Zamana, kültüre hatta aileye göre
değişir.
~ Toplumsal cinsiyet değiştirilebilir.
Toplumsal
cinsiyet
(gender),
Güney Asya dillerine nasıl tercüme
edilir?
Bu, gerçekten bir sorun. İngilizce’de
iki ayrı kelime (sex ve gender) varken, çoğu Güney Asya dilinde yalnızca bir kelime (linga) hem cinsiyet hem de toplumsal cinsiyet için
kullanılmaktadır. Bunları birbirinden ayırt edebilmek için linga’yı nitelendirecek iki kelime bulduk:
Cinsiyete ya da doğal/biyolojik cinsiyete (sex) “praakritik linga” diyoruz ve gender kelimesi yerine
“saamaajik linga” ya da toplumsal
cinsiyet diyoruz. Aslında gender kelimesi yerine bu tanımlar daha çok
işe yarıyor, çünkü bu kavramlar tanımlamayı içerdikleri. için daha
fazla açıklamaya da gerek kalmıyor.*
Toplumsal cinsiyet, cinsiyetimizle
ne kadar ilişkili?
Eğer bir kadın yemek yapabiliyorsa,
bir erkek de yapabilir, çünkü yemek
yapmak için rahim gerekmez!
* Aynı durum Türkçede kullandığımız “toplumsal cinsiyet” için de geçerli, hem açıklayıcı hem de kendini tanımlayan bir kavram kullanmış oluyoruz. (ç.n.)
9
10
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
Yalnızca bir dereceye kadar. Kadınlar, ama her kadın değil, bedenleri
sayesinde çocuk doğurur, onları
besler ve adet görür; fakat bundan
başka kadınların yapıp erkeklerin
yapamayacağı ya da erkeklerin
yapıp da kadınların yapamayacağı
hiçbir şey yoktur. Çocuk doğurmak,
yalnızca kadınların çocuklara bakabileceği ya da bakması gerektiği anlamına gelmez. Erkekler de bakım
işini gayet iyi yapabilir. Dolayısıyla
yalnızca kadın ya da erkek bedenine sahip olmakla, özelliklerimizin,
rollerimizin ya da kaderlerimizin
ister istemez belirlenmesi söz konusu değildir. Fakat gerçekte neyin
doğal ve neyin sosyal olarak yapılandırılmış olduğunu saptamak oldukça güçtür; çünkü çocuk doğar
doğmaz, toplum ve aileler toplumsal cinsiyetine göre çocuğu yetiştirmeye başlarlar. Birçok Güney Asya
kültüründe bir oğlun doğumu kutlanır, bir kızın doğumunda yasa bürünülür; erkek çocuklara sevgi,
saygı, daha iyi gıda ve bakım yağdırılır. Erkekler dayanıklı ve dışadönük olmaya, kızlar ise çekingen,
ağırbaşlı ve eve bağlı olmaya teşvik
edilir. Bir kız çocuğun bedeninde
onu şort giymekten, ağaca tırmanmaktan ya da bisiklete binmekten
alıkoyan hiçbir şey yoktur.
Bir erkek çocuğun bedeninde de
onu oyuncak bebeklerle oynamaktan, kendinden daha küçük kardeşleriyle
ilgilenmekten,
yemek
hazırlamaya ya da temizlik yapmaya yardımcı olmaktan alıkoyan
hiçbir şey yoktur. Farklılıklar, top-
lumsal cinsiyetteki farklılıklardır ve
toplum tarafından yaratılır. Toplumsal cinsiyetin doğal bir şey olmaktan
ziyade,
kültürel
ve
toplumsal bir nitelik olduğu gerçeğinin kanıtı, onun zaman boyunca,
farklı yerlerde ve farklı sosyal gruplar arasında değişmeye devam etmesidir. Örneğin bir kabile kızı
hayvan otlatarak, meyve, yaprak
veya dal toplamak için ağaçlara tırmanarak ormanda özgürce dolaşırken orta sınıftan bir kız çocuk okula
ya da eve kapatılabilir. Her ikisi de
kız çocuktur, fakat vücutlarının aynı
olduğu gerçeğine rağmen, farklı yetenekler, amaçlar ve hayaller geliştirirler.
Benzer şekilde pek çok ailede kızlar
geleneksel olarak okula gönderilmez ya da 10-11 yaşlarından sonra
evden dışarı çıkmalarına izin verilmez ve çoğunlukla ergenlik çağında
evlendirilirlerdi. Fakat şimdi çok
şey değişti. Aynı şekilde, çok da
fazla olmamakla birlikte, erkeklerin
eğitimleri, rolleri ve sorumluluklarında da değişimler oldu. Toplumsal
cinsiyetin değişken olduğunu söylerken bunu kastediyoruz; farklı ailelerde ya da topluluklarda ve aynı
ailede farklı zamanlarda farklı olur
ya da olabilir.
Vücutlarımız bile kendimiz, toplum
ya da kültür tarafından biçimlen- dirilebilir ya da değiştirilebilir. Vücutlarımızın ölçüsünü, biçimini ve
gücünü egzersizle, kullanma, kullanmama, yanlış kullanma veya suistimalle değiştirebiliriz. Kadın ve
erkek güreşçilerin, vücut geliştiren-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
lerin, atletlerin, dansçıların, yoga
uygulayıcıların vs. vücutları, bunun
en bariz örnekleridir.
Benzer şekilde, kadın vücudunun
üreme yetisi vardır, fakat şimdi bizler çocuk doğurup doğurmamaya,
kaç çocuk doğuracağımıza ve hangi
aralıklarla doğuracağımıza karar
verebiliriz. Doğurganlık, kadınlar
için dişi hayvanlarda olduğu gibi
kaçınılmaz değildir.
Bunu takip eden ise şudur: Kadınların ve erkeklerin toplum içinde
sahip olduğu farklı statüler aslında
toplumsal ve kültürel olarak belirlenmektedir; insan yapımıdır, doğanın bununla ilgisi çok azdır. Hemen
hemen her yerde bir grup olarak
kadınların erkeklere göre ikincil sayılmalarını cinsiyet değil, toplumsal
cinsiyet belirlemektedir. Kadınlar
daha az hakka ve daha az kaynağın
denetimine sahiptir, erkeklerden
daha uzun saatler çalışır fakat işlerine ya az değer verilir ya da az
ödeme yapılır. Kadınlar erkeklerin
ve toplumun sistematik şiddetine
maruz kalırlar; toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumlarda karar
alma güçleri çok azdır.
“Tarihteki hiçbir toplumsal düzen,
cinsiyetler arasındaki doğal farklılığı, günümüzde olduğu kadar vahşi
ve sistematik bir şekilde kullanmadı, artırmadı ve çarpıtmadı. Bu
düzen önce doğal olan cinsiyeti
yapay bir toplumsal cinsiyete dönüştürüp erkeği ‘erkek’, kadınıı
‘kadın’ yaptı. Gerçekte ise erkeği
‘insan ırkı ‘na, kadını da yalnızca bir
cinsiyete dönüştürdü ... Ve sonuçta,
bu düzen kadınları ve erkekleri ekonomik olarak sömürülebilir kılmak
için, kendi yarattığı farklılıkları tekrar ‘doğal’ ilan etmekte.” Claudia
von Werlhof
*Toplumsal cinsiyeti
belirleyen normlar
Her toplum kızlar ve oğlanlar, kadınlar ve erkekler için, onların yaşamlarının ve geleceklerinin hemen
her durumunu belirleyen farklı
normlar tayin eder. Bunların en görünür olanlarına şöyle bir göz atalım.
Giyim
Çoğu toplumda kızlar ve oğlanlar,
kadınlar ve erkekler birbirlerinden
farklı giyinir. Bu fark, bazı yerlerde
çok az, diğerlerinde çok belirgin
olabilir. Bazı topluluklarda kadınlar,
yüzleri de dahil olmak üzere, tepeden tırnağa tüm vücutlarını örterler. Giyim tarzı insanların hareket
yeteneğini, özgürlük ve saygınlık
duygusunu etkileyebilir ve etkilemektedir.
Nitelikler
Pek çok toplumda kadınlardan yumuşaklık, nezaket, ilgi gösterme,
besleyip yetiştirme ve itaat gibi niteliklere sahip olmaları ve bunları
mükemmelleştirmeleri; erkeklerden
ise güçlü, özgüvenli, mantıklı olmaları ve rekabet etmeleri beklenir.
11
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
Hindistanlı feminist Vasanth Kannabiran, toplumsal cinsiyet konulu bir
seminerde şöyle diyor:
12
“Kadınların çocuk yetiştirmesinin
çocuk doğurmak kadar doğal ve kalıtımsal olduğu varsayılıyor... Ve bu
sadece ürettiğimiz çocuklarla da
kalmıyor; sevginin ya da anneliğin
içimizde oturmuş, ihtiyacı olan herkese akmayı bekleyen bir nehir olduğu sanılıyor. Ezeli ve ebedi
anneler haline geliyoruz. Böylece
kendi çocuğuma, başkalarının çocuklarına, kocama, erkek kardeşlerime, kız kardeşlerime ve gerçekten
de, bana ‘cici anne’ diye seslenen babama annelik yapıyorum! Kapsamı
genişletilmiş bir anne haline geliyorum. Tüm evrene karşı bir annelik
duygusuyla dolup taşman bekleniyor. Ve bunun doğal olduğu varsayılıyor! Bunun bir iş olduğu değil,
nefes almak, yemek yemek ya da
uyumak kadar kolay yaptığınız bir
şey olduğu düşünülüyor.”!
Roller ve sorumluluklar
Erkekler ev halkının reisi, ekmeği
kazanan, mülkiyetin sahibi ve yöneticisi, siyasette, dinde, iş ve meslek
hayatında aktif yer alanlar olarak
kabul edilir. Diğer yandan kadınlardan çocuk doğurmaları ve yetiştirmeleri, hasta ve yaşlılara bakmaları.
tüm ev işini yapmaları vs. beklenir
ve kadınlar bu doğrultuda eğitilir.
Bu ise kadınların eğitimlerini ya da
eğitim eksikliğini, istihdam için hazırlıklarını, istihdamıarının doğasını
vs. belirliyor. Ancak kadın ve erkek
rolleri arasındaki farklılığın derecesi çok değişkendir. Bazen kurallar
sadece tercihe bağlıdır ve geçici rol
değişimleri konusunda her iki cins
de pek az endişelenir.
“Core du Bois, Alor’da cinsiyetler arasında
ekonomik roller açısından farklılıklar olmasına karşın, bir kişinin diğer cinsiyetin
işini yapmasının sağlıksız olduğunun düşünülmediğini - aksine ek bir yetenek kazandıkları için takdir edildiklerini
belirtir. Kadınlar yaşamsal tüketim malları ekonomisini kontrol ediyor, erkekler
ise mali işlerle uğraşıyor, fakat pek çok
erkek tutkulu bahçıvanlardır, pek çok
kadın da mali yeteneklere sahiptir. Diğer
yandan bahçıvanlığın kadın işi olarak tanımlandığı bazı kültürlerde, bir erkeğin
bu tür işlere eğilimi cinsel sapma olarak
değerlendirilir. Başka kültürlerde ise her
iki cinsiyete atfedilen işlerin üstesinden
gelen kadınlar için özel bir kategori bile
yaratılabilmektedir.” Ann Oakley
Diğer toplumlar, katı cinsiyet rolleri
dayatır. Orta Brezilya’da yaşayan
Mundurucu yerlileri, yine Ann Oakley’e göre “cinsiyet rolleri ve cinsiyet
gruplaşmaları kutuplaşmasının asli bir
toplumsal öğe halini almış olduğu bir toplum örneğidir. Cinsiyetlerin fiziksel ve toplumsal ayrışması, fiilen tamamlanmıştır.
Erkekler ve erkek çocuklar, kadınlardan
ayrı erkek evlerinde yaşarlar. Her bir cinsiyet grubu (küçük çocuklar hariç) yalnızca kendi grubuyla etkileşim içindedir
ve iki cins arasındaki zıtlık pek çok ayinde
ve diğer vesilelerle sergilenir. Cinsiyet kutuplaşması yalnızca ekonomik görevler ve
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
toplumsal rolleri değil, egemenlik ve
teslimiyetle ilgili olarak şekillenen kişilik alanlarını da
kapsar. İnsanların tanımlanmış cinsiyet rolleri
ve kişilik türleri içinde
kalma becerileri konusunda veya bunları
aşmak için gerçek ve hayali
arzuyla ilgili korku, pek çok
folklorik öğede ve dini merasimde ifade edilir.”5
Dışarıdan bakanlar batı
toplumlarında toplumsal
cinsiyetler arasında çok
az farklılığının olduğunu
sanabilir, fakat Ann Oakley şöyle belirtiyor:
“Günümüz Batı toplumlarında cinsiyet, toplumsal yapıyı
örgütleyen bir ilkedir ve yaygın
inancın aksine toplumsal rollerin belirlenmesinde büyük bir
rol oynar. Böylece Mundurucular’da olduğu gibi, batı kültüründeki
korkunun büyük bir kısmının köklerini de
toplumsal cinsiyet rolleri tarafından ortaya konan taleplerde bulmak şaşırtıcı değildir. Psikiyatrlar, yetişkinler olarak
güvenliğimizin büyük bir bölümünün, bu
rol sınırları içinde kalmaktan kaynaklandığını söylemektedir -zihin sağlığı korunacaksa bu sınırlar içinde kalmalıyız.”
Kadınlar biyolojik olarak zayıf mı?
Aslında biyolojik açıdan değerlendirecek olursak, zayıf cinsiyet erkek-
tir ve Y kromozomu (yalnızca
erkeklerde bulunur) pek
çok eksiklikten sorumludur.
Ashley Montagu’nun
The Natural Superiority of Women (Kadınların
Doğal
Üstünlüğü) isimli kitabında verdiği liste,
ya tamamen ya da
büyük oranda cinsiyetilişkili genler sebebiyle ve
çoğunlukla erkeklerde görülen 62 özgün hastalık içerir.
“Bunların yarıya yakını ciddi
rahatsızlıklardır ve hemofili
(kanın pıhtılaşma mekanizmasındaki yetersizlik), kalp kapakçığı daralması (bir kalp
deformasyonu) ve bazı zihinsel
yetersizlikleri kapsar. Ana rahminden itibaren yaşamın her
aşamasında kalıtsal nedenlerden dolayı dişilerden daha fazla
erkek ölür. Dişilerden daha fazla
erkek üretilir ve bu iki gerçek,
ölümlülük ve üretim oranlarının
yüksekliği, el ele gider görünüyor.”
“X ve Y spermleri eşit sayıda üretiliyor görünmesine karşın, her 100 dişiye karşılık 120 ila 750 erkeğe
gebe kalınmaktadır. Doğum anına
kadar erkeklerin dişilere oranı, Birleşik Devletler’de (yalnızca beyazlar
için) yaklaşık 106: 700’e, Britanya’da ise yaklaşık 98: 100’e düşer.
Kızlara göre daha çok erkek çocuk
düşüğü olmakta ya da ölü doğmaktadır, doğum travması nedeniyle
kızlardan fazla erkek çocuk ölmek-
13
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
tedir; kız çocuklara göre yüzde 54
oranında daha fazla erkek çocuk
doğum zedelenmesi nedeniyle ölmekte ve yüzde 18 oranında daha
fazla erkek çocuk doğuştan sakat
kalmaktadır.”
“Aslında kadınların ortalama ömrü, neredeyse evrensel olarak erkeklerden daha
uzundur. Britanya’da kadınlar için ortalama ömür uzunluğu 74.8 yıl iken, erkekler için 68.1, Çin’de 65.6’ya karşılık 61.3,
Brezilya’da ise 45.5’e karşı 41.8’dir.”
14
Ann Oakley, erkeklerin bulaşıcı hastalıklara karşı çok daha hassas ve
ölüm oranlarının daha yüksek olduğunu ortaya koyan araştırmalardan
ayrıntılı veriler sunmaktadır. Oakley’e göre bu hassasiyet “kadın ve
erkek arasındaki kromozom yapı
farklılığıyla doğrudan ilintilidir. Vücudu enfeksiyonlara karşı dayanıklı
kılan mekanizmaları kontrol eden
genler, X kromozomu aracılığıyla
taşınmaktadır... erkeklerin yüksek
hassasiyeti, açıkça biyokimyasal bir
temele sahiptir.”
Buna karşın Güney Asya’da kadının
biyolojik üstünlüğü, kadınlara dayatılan toplumsal ve kültürel ikincilik
ile gölgelenmektedir ve günümüzde
hemen hemen her alanda kadın erkeğin gerisinde kalmaktadır.
Aristo, erkeği aktif dişiyi ise pasif
olarak adlandırmaktadır. Ona göre
dişi, “sakat edilmiş erkek”, bir ruha
sahip olmayan kimseydi. Onun
bakış açısında, kadının biyolojik
ikincil/iği onu yeteneklerinde, ekı!
yürütme becerisinde ve dolayısıyla
karar alma becerisinde de ikincil
hale getirir. Erkeğin üstün, birincil,
kadının aşağı, ikincilolması nedeniyle erkek yönetmek, kadın da yönetilmek için doğar. Aristo, “Erkeğin
cesareti, emrederken, kadının ise
itaat ederken sergilenir” demiştir.9
Sigmund Freud, kadınlar için
“gövde yapısı (enetomi) kaderdir”
der. Freud’un normal insanı erkekti,
kadın ise penisi olmayan ve güya
tüm psikolojisi bu yetersizliği telafi
etme çabası etrafında odaklanan,
aykırı bir insandı.
Ve işte Bay Darwin’in kadınlar hakkında dedikleri:
“Kadının, en başta derin şeati ve daha
az bencilliğiyle zihinsel yapısında erkekten
farklı olduğu görünür. ... Sezgi ya da daha
hızlı algılama ve belki de taklit etme güçlerinin kadınlarda erkeklerden çok daha
güçlü olarak ortaya konduğu genellikle
kabul görür; ama bu yeteneklerin en azından bazıları daha aşağı ırkların, dolayısıyla geçmiş ve daha aşağı bir uygarlık
seviyesinin karakter özelliğidir.”
*Kadınlar ve erkekler
arasındaki biyolojik
farklılığın toplumda onlara
atfedilen rollerle ilişkisi
Kadınlar ve erkekler arasında bazı
biyolojik farklılıklar olduğunu inkar
edemeyiz; ancak kültürler arasında
toplumsal cinsiyet rollerinin çok
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
fazla çeşitlenmesi, bunların yalnızca
cinsiyet üzerine temellendirilip
açıklanamayacağını gösterir. Bilimin basit bir kuralını hatırlamalıyız:
-değişkenler (toplumsal cinsiyet rolleri) sabitlerle (cinsel organlar ve
kromozomlar ya da cinsiyet) açıklanamaz. Eğer biyoloji yalnız başına
rollerimizi belirleseydi, dünyadaki
her kadının yemek yapıyor, çamaşır
yıkıyor ve dikiş dikiyor olması gerekirdi, fakat bunun böyle olmadığı
açık, çünkü profesyonel aşçıların,
çamaşırcıların ve terzilerin çoğu erkektir.
Biz, kadınlar ve erkekler arasındaki
haksız eşitsizliklerden ne cinsiyetin
ne de doğanın sorumlu olduğunu
söylüyoruz. Tıpkı kastlar, sınıflar ve
ırklar arasındaki eşitsizlikler gibi,
bunlar da insan icadıdır; tarihsel yapılardır, bu yüzden sorgulanabilir,
karşı durulabilir ve değiştirilebilirler. Bir kadın pekala çocuk doğurabilir, ancak bu onun aşağılanmasına
ve boyun eğmesine neden olamaz;
ne de eğitimini, öğrenimini ya da
mesleki olanaklarını belirler. Farklı
vücutlar ve farklı işlevlere sahip
olmak niçin eşitsizliğe yol açmak
zorunda olsun? Eşit olmak, eşit hak
ve olanaklara sahip olmak için aynı
olmak gerekmez.
Feminist bir aktivist ve akademisyen olan Maria Mies, The Social Origins of the Sexual Division of
Labour’da (Cinsiyete Dayalı işbölümünün Toplumsal Kökenleri) şunları söylemektedir:
“Erkek-lik ve dişi-lik biyolojik veriler değil
daha ziyade uzun tarihsel bir sürecin sonucudur. Her bir tarihsel devirde erkeklik ve dişi-lik farklı tanımlanır; tanım her
devrin başlıca üretim biçimine bağlıdır...
Bundan dolayı, kadınlar ve erkekler kendi
vücutları ile farklı nitelikte ilişkiler geliştirir. Böylece anasoylu toplumlarda dişilik, tüm üretkenliğin toplumsal modeli,
hayatın üretiminde esas aktif ilke olarak
yorumlanmıştı. Tüm kadınlar ‘anne’ olarak tanımlanmıştı. Fakat o zamanlar ‘anne’nin farklı bir anlamı vardı. Kapitalist
koşullar altında tüm kadınlar toplumsal
olarak, ev kadını diye tanımlandı (tüm
erkekler de ekmeği kazanan) ve analık bu
ev kadınlığı sendromunun ayrılmaz bir
parçası haline geldi. Dişiliğin anasoylu ve
modern tanımları arasındaki fark, modern tanımdan tüm aktif, yaratıcı, üretken (yani insani) niteliklerin çıkartılmış
olmasıdır.”
Toplum, kadın ve erkekleri eril ve
dişil varlıklara nasıl dönüştürüyor?
Bu, aile ve toplum içinde süregelen,
bir toplumsallaşma ya da toplumsal
cinsiyetin ve buna uygun düşünce
ve davranışların benimsetilmesi süreci üzerinden gerçekleşir.
Hepimiz biliyoruz ki, yeni doğan bir
bebek derhal sadece cinsiyetiyle sınıflandırılmaz, ona bir de toplumsal
cinsiyet rolü verilir. Bazı kültürlerde
yeni doğmuş bir çocuğa ne kadar
farklı şekillerde hoşgeldin denildiğini gördük. Bunu, çocuklara hitapta, muamelede, davranışta ve
15
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
çocukları giydirmedeki farklılıklar
izler. Bu düzenleme üzerinden
çocuk içinde doğduğu toplumun bir
parçası olarak nasıl davranması gerektiğini öğrenir. Buna toplumsallaşma denmektedir. Çocuklara
toplumsal cinsiyet rollerinin öğretildiği özgün toplumsallaştırma süreci
ise toplumsal cinsiyetin benimsetilmesi ya da toplumsal cinsiyet fikri
olarak aşılanması olarak da açıklanır. Farklı toplumsal mekanizmalar
çocuklara kadınlık ve erkeklik kişiliklerini öğretir ve davranış, tutum
ve rolleri içselleştirmelerini sağlar.
16
Ruth Hartley’e göre toplumsallaşma; aşağıda sırasıyla açıkladığımız dört süreç üzerinden, yani
manipülasyon, yönlendirme, sözel
tanılar ve etkinlik teşhiri aracılığıyla gerçekleşir. Bu dört sürecin
hepsi de normal olarak cinsiyete
göre farklılık gösterir ve hepsi çocuğun doğumundan itibaren toplumsallaşmasının özellikleridir.
Manipülasyon ya da şekillendirmeyle, bir çocuğa muamele biçiminiz ifade edilir. Erkek çocuklara en
başından itibaren güçlü ve bağımsız
varlıklarmış gibi davranıldığı tespit
edilmiştir. Bazı kültürlerde anneler,
kız bebeklerinin saçlarını titizlikle
süsler, onları dişi] bir tarzda giydirir
ve ne kadar güzel olduklarını söylerler. Erken çocukluk döneminde
yaşanan bu fiziksel deneyimler, kız
ve erkek çocukların öz-algılarının
şekillenmesinde çok önemlidir.
İkinci yöntem olan yönlendirme,
erkek ve kız çocukların dikkatlerini
nesnelere ya da nesnelerin özelliklerine yönlendirmeyi içerir. Buna
örnek, kız çocuklara oynamaları
için oyuncak bebeklerin ya da kap
kacağın verilmesi, erkek çocukların
ise silahla, araba ve uçakla oynamaya teşvik edilmesidir. Güney Asya’da işçi sınıfı evlerinde kız
çocuklar oyuncak kap kacakla oynamaz, onlar gerçek tencere ve tavaları yıkamaya, gerçek evleri
temizlemeye, çok küçük olmalarına
rağmen gerçek bebeklere bakmaya
başlatılırlar; erkek çocuklar ise ya
okula ya da ev dışında çalışmaya
yollanır. Bu farklı tutumlar nedeniyle kız ve erkek çocukların ilgileri,
farklı noktalara yönlendirilir, böylece onlar da farklı yetenekler, tutumlar, amaçlar ve hayaller
geliştirir. Belirli nesnelere aşinalık,
tercihlerini de yönlendirir.
Sözel tanılar, hitaplar da kız ve
erkek çocuklar için farklıdır. Örneğin genellikle kız çocuklara “Ne
kadar da güzel görünüyorsun” derken, erkek çocuğa “Büyük ve güçlü
görünüyorsun,” deriz. Araştırmalar
bu tür sözlerin, kız ve erkek çocukların, kadınların ve erkeklerin özbenliğini
yapılandırdığını
göstermektedir. Çocuklar kendilerini dişi ya da erkek olarak düşünmeyi, dolayısıyla diğer dişi ya da
erkeklerle özdeşleştirmeyi öğrenirler. Aile üyeleri toplumsal cinsiyet
rollerinin özelliklerini çok küçük
çocuklara bile konuşma tarzıyla sürekli aktarır ve her bir çocuğa verilen önemi de ifade ederler.
Son süreç etkinlik teşhiridir. Hem
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
kız hem de erkek çocuklar, çok
küçük yaşlardan itibaren, geleneksel eril ve dişil eylemlerle karşı karşıya kalır. Kız çocuklardan günlük
ev işleri için annelerine yardımcı olmaları, erkek çocuklardan da dışarıdaki işler için babalarına eşlik
etmeleri istenir. Cinslerin tümüyle
birbirlerinden ayrıldığı toplumlarda, kız ve erkek çocuklar iki ayrı
mekanda yaşarlar ve çok farklı faaliyetlerin etkisi altın- da kalırlar. Bu
süreçler dolayısıyla çocuklar, eril ve
dişil olmanın anlamını özümserler
ve çoğu kez bunları farkında olmadan içselleştirirler.
Bu toplumsal/aşma süreci süregelen bir şeyse o zaman niye “doğuştan” veya “sonradan” arasındaki
tartışma hala sürüyor? Kız ve
erkek çocuklar arasındaki farklılıktan yetiştirilişin sorumlu olduğu yeterince açık değil mi?
Şaşırtıcı olan şey, çoğumuzun çocuklarımıza ne yaptığımızın her
zaman farkında olmamamızdır. Aslında kız ve erkek çocuklara, gerçekten farklı oldukları için farklı
davrandığımıza inanıyor olabiliriz.
Kız ve erkek çocuklarımızın, okulun,
toplumun ve bizzat bizim onlara yönelik tutumlarımız nedeniyle farklı
geliştiklerini kabul etmeyebiliriz.
Ayrıca çocuklar şekillendirildikleri
gerçeğinin farkına varmaksızın da
bu rolleri öğrenirler. Eğer kız ve
erkek çocuklar arasında bir fark olmasaydı ve tüm kızlar ve tüm erkekler her yerde hemcinsleriyle az çok
benzer davranışlar sergileseydi, biri
çıkıp toplumsal cinsiyetin biyolojik
cinsiyetten kaynaklandığını iddia
edebilirdi, ama gördüğümüz gibi
durum böyle değildir.
Toplumsal cinsiyet rol/erinden
sapma gösterdiklerinde çocuklara
ve yetişkinlere yönelik yaptırımlar
ya da kınama, beklenen kadın-erkek
davranışlarına uymaya zorlamanın
bir başka güçlü yöntemidir. En yaygın yaptırım biçimi, toplumsal olarak alay etmektir.
Cinsiyetçi rollere uymama cesareti
gösteren kadınlara yönelik tepkinin
en berbat örneğine, Kerala’da bir
köyde tanık oldum. Üç genç kadın
işçi, erkek meslektaşlarının köydeki
bara her gün gittiklerini görür. Bir
gün sırf eğlence olsun diye onlar da
aynısını yapmaya karar verirler. Bu
davranış, her çeşit erkeğin onları
takip edip, cinsel taleplerde bulunmasına yol açar. “iyi” kadınların
adım bile atmayacağı bir mekana
girme cesareti gösterdikleri için,
onlar artık “kötü” kadınlardır. Mantık şu: “Bir bara girebiliyorsan, cinsel ilişkiye de girebilirsin.” Bu
toplumsal alay ve tacizle başa çıkamayan kızlardan ikisi intihar etti.
Toplumsal yaptırımlara ek olarak
“ekonomik yaptırımlar” da söz konusudur ve Ann Oakley’e göre, çocuklu bekar kadınların karşı
karşıya kaldığı ciddi sorunlar ve
ekonomik zorluklar, toplumun onları nasıl kınadığının bir göstergesidir. Sık sık aileler, konulmuş norm
ve uygulamalara aykırı davranan
17
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
çocuklarını tehdit ederler veya onlara maddi açıdan destek olmayı
reddederler.
Belirli karekter özellikleri ve nitelikleri eril ve dişil olarak nasıl etiketleniyor?
Belirli ikilikler erkek ya da kadın
diye bir ayrımı gerektirmese bile,
Böyle tanımlanmaktadır. Örneğin;
Beden - - - - - Akıl
Doğa - - - - - Kültür
Duygu - - - - - Mantık
18
Özne
- - - - - Nesne
Özel
- - - - - Kamusal
Solda sıralananlar “kadına”, sağdakiler ise “erkeğe” özgüdür.
Bu sıralama yalnızca zıt kutupları
ifade etmemektedir, bunlar arasında aynı zamanda bir hiyerarşi de
yaratılmıştır. Aklın bedenden daha
üstün olduğu, kültürün doğa karşısında bir ilerleme olduğu ve doğadan üstün olduğu varsayılmaktadır.
Mantıklı ve nesnel olanlar, duygusal
ve öznel olanlardan çok daha fazla
değer görmektedir. Kadınlar vücuttur, hemen hemen doğa gibi (hayvanlar gibi ürerler): erkeklerse
akıldır, doğayı işleyip “o”nu kültüre
dönüştüren, düşünen, mantıklı, eylemci varlıklardır. Bu yüzden erkekler doğaya baskın ve üstündürler,
doğaya istediklerini yapabilirler.
Yukarıda belirtilen ikiliklerin sol tarafında sıralananlar yalnızca kadın-
larla özdeşleştirilmez, yerliler ve
yoksullar da böyle sınıflandırılmaktadır. Bu nedenle kadınlar gibi, kabile mensupları, orman sakinleri,
küçük köylü ve balıkçılar da, kalkınma planlamacıları tarafından
önemsenmiyorlar. Bu insanların bilgileri ya da rızaları olmaksızın ormanları kesilebilir, toprakları işgal
edilebilir. Bunların milyonlarcası bu
şekilde “kalkınma göçmeni” oluyor
ve şehir merkezlerindeki korkunç
gecekondu mahallelerinde en insanlık dışı koşullarda geçim mücadelesi
veriyorlar.
Küresel düzeyde ise, üçüncü dünya
veya Güney, Beden; birinci dünya,
Akıl; üçüncü dünya, Doğa; birinci
dünya, Kültür; üçüncü dünya, duygusal ve mantıksız; birinci dünya,
mantıklı, bilimsel, modern olarak
değerlendirilmektedir.
Toplumsal cinsiyet ile sınıf, kast, ırk,
birinci dünya ve üçüncü dünya vs.
gibi diğer hiyerarşiler arasındaki
ilişkinin anlaşılması önemlidir.
“Üçüncü Dünya insanının olduğu kadar
kadınların da güçlerini, ekonomilerini ve
bilgilerini ellerinden almak ve onları
bugün oldukları gibi ev kadınları ve “az
gelişmiş” kılacak şekilde sosyalleştirmek
için dünyanın sömürgeleştirilmesine paralel giden üç yüz yıllık cadı avcılığı gerekliydi. Ev kadını -ve onunla birlikte
‘azgelişmişlik’- tüm ekonomi, hukuk,
bilim, sanat ve siyaset, aile, özel mülkiyet
ve modern kurumlarımızın üzerine inşa
edildiği son derece sarsıcı bir gelişmeden
ortaya çıkan suni bir üründür. Üçüncü
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
Dünya, cadı avcılığı günlerinin
“cadı”sıdır. Üçüncü Dünya, erkekleri de
dahil olmak üzere, günümüzün ‘genel ev
kadını’, ‘dünyanın ev kadınıdır. Kart ve
koca arasındaki ilişki, Birinci ve Üçüncü
Dünya arasındaki ilişkide yinelenmektedir.” Claudia von Werlhof
*Mekanların da
cinsiyeti var ...
Yalnızca nitelikler ve özellikler
değil, mekanlar bile toplumsal cinsiyet esaslıdır. Bar, stadyum, sokak
başı, kahvehane, dükkan, sinema salonu vs. erkek mekanları halini alabilir. Kadınlar normal koşullarda
buralara erkekler eşliğinde gider.
Eğer bu mekanlara yalnız girmek
zorundalar ise, başlarını derde sokmamak için mümkün olduğu kadar
çabuk çıkmaları beklenir. Hiçbir şekilde ortalıkta erkekler gibi salınmayı düşünemezler.
Benzer şekilde mutfak ve halkın yararlandığı çeşme de neredeyse tümüyle bir kadın mekanıdır.
Yalnızca kadınlara özel bir sosyal mekan bulmakta zorlanıyorum; kadınların eğlenmek
veya çalışmak için sadece kendilerine ait bir mekanı yok.
Dhaka’da bazı kadınlar haftalık bir “adda” - başlattılar; bu
kavram genellikle erkeklerin
sohbet ettikleri, yiyip içip eğlendikleri toplantılar için kullanılıyor. Pek çok erkek ve bazı
kadınlar, “adda” kelimesinin
kadınlar tarafından kullanılmasına
itiraz ettiler, çünkü “adda” son derece eril bir kavramdı -kadınlar için
yeterince “saygın” değildi. “Saygın”
erkekler için uygun olan kavramlar
ve etkinlikler, “saygın” kadınlar için
yeterince iyi bulunmuyor. Bu, ataerkil mantıktır.
Ev içinde bile, sessiz bir oda ya da
mekan, diğer ev halkı tarafından rahatsız edilmemesi için erkeğe ayrılabilir. Atölye çalışmaları bana,
evdeki kaynakların ya da eşyaların
bile toplumsal cinsiyet esaslı olabileceğini gösterdiler. Örneğin, daha
büyük olan bardak, koltuk ya da
yatak, evin (erkek) reisine ayrılıyor.
işçi sınıfı evlerinde bisiklet, radyo,
kol saati hep erkekler içindir.
*Dil de cinsiyetçidir
Dil ataerkildir, bu yüzden toplumsal
cinsiyete dayalı önyargılar ve eşitsizlik içerir ve bunu yansıtır. Genellikle erkeklerin
19
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
kendilerine özgü ve kadınların çok
ender kullandıkları bir kelime hazneleri vardır. Bunun en açık örneği,
çoğunlukla erkeklerin kullandığı,
cinsel içerikli küfür kelimeleridir.
Erkekler bu sözcükleri hiç çekinmeden kullanırlar, ancak bunları bir
kadın söylese dehşete düşerler.
Dillerimiz kadınların erkeklerden
daha aşağı olduğunu gösteren, onları günahkar, kötü ve kavgacı addeden deyişler ve atasözleriyle de
doludur.
20
Davulun, cahilin veya alt kasttan
bir insanın ve ‘ kadınların dövülmeyi hak ettiğini söyleyen ve sık
kullanılan bir Hindu sözü vardır.
“Kadın için cennet, kocasının ayakları altındadır” atasözü kimi ulema
tarafından sürekli tekrarlanır. Bangla’da şöyle bir deyiş vardır: “ineği
ölen adam şanssızdır. Karısı ölen
adam şanslıdır.”
Ayrıca erilin bir standart, norm olarak kullanımı vardır. Kadınlar ifade
edildiğinde bile ‘insanoğlu’ (lngilizcede mankind, ‘o’ (İngilizcede ‘he’:
erkek), ‘onun’ (İngilizcede ‘his’; erkeğin) kullanılır. ingilizce’de chairman
(yönetici), newsman (muhabir),
sportsman (Türkçe’de de sportmen,
yani sporcu) one man show (tek kişilik gösteri) vs. gibi yüzlerce kelime, bu işi yapan kadınlar için bile
kullanılmaktadır -ancak bu kullanım şu sıralar değişmektedir (İngilizce’de “man” erkek anlamına
gelir).
“Sosyal bilimler, felsefe ve diğer disiplinler
de ataerkil olmaya devam ediyor ve kadın-
ları göz ardı ediyor, küçümseyip dışlıyor
ya da yanlış tanıtıyor. Soyut düşünme
yöntemi ve bunun ifade edildiği dil, kadının dışlanmışlığını, önemsizliğini sürekli
kılacak şekilde biçimlenmiştir. Biz kadınlar, kullanmak zorunda olduğu- muz dile
yansıyan ataerkil düşünceyle kendimizi
ifade etmek zorunda kaldık. Bu, bizim
erkek zamiri altında ifade edildiğimiz ve
‘insanoğlu’ için kullanılan terimin “erkek”
olduğu bir dildir. Biz kadınlar, bedensel
deneyimlerimizi tanımlamak için ‘ahlaksız kelimeler’ ya da ‘gizli kelimeler’ kullanmak zorunda kaldık. Her dildeki en
iğrenç hakaretler, kadın vücudunun bölümlerinden ya da kadın cinselliğinden
bahseder.” Cerda Lerner
Burada sözü edilmeye değer bir
başka nokta, dilimizdeki belirli kavram ve rollerin toplumsal cinsiyete
atıflar içermesidir (toplumsal cinsiyet bunların içine yapılandırılmıştır); amca-teyze, erkek kardeş- kız
kardeş, anne-baba gibi kavramlar,
kişinin cinsiyetini ya da toplumsal
cinsiyetini gösterir. Fakat toplumsal
cinsiyete bir atıf içermese de bir
kadın ya da erkekten söz edildiği
varsayılan başka pek çok kavram
vardır. Örneğin sekreter, hemşire,
anaokulu öğretmeni denildiğinde
kadınlardan söz edildiği varsayılırken, patron, pilot, yönetici, politikacı, cerrah ya da çiftçi denildiğinde
bir erkekten bahsedildiği düşünülür. Bu varsayımlar sadece, kamusal
alan ve mesleklerin erkeklerin egemenliğinde olmayı sürdürdüğünün
bir kanıtıdır. Özellikle karar meka-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
nizmaları ve yönetim mevkiilerinde
hala çok az sayıda kadın var.
*Ataerkil sistem toplumsal
cinsiyet eşitsizliğini ve
kadınların ikincil
konumunu nasıl etkiliyor?
Ataerkil sistemi anlamak, kadın ve
erkek arasındaki günümüz ilişkilerini anlamak açısından son derece
önemlidir. Toplumsal cinsiyet ilişkileri, ataerkil sistemin varlığı nedeniyle çarpıtılmıştır. Genel deyişle
ataerkil sistem erkek egemenliğini
ifade eder; ataerki kelimesi yazınsal
olarak babanın ya da “aile reisi sayılan adam”ın yönetimi anlamına
gelir ve aslen belirli bir “erkek-egemen aile” türünü tarif etmek için
kullanılmıştır: egemen erkeğin yönetimi altında bulunan kadınları,
daha genç erkekleri, çocukları, köleleri ve ev hizmetlilerini kapsayan
geniş ev halkı. Şimdi ise daha genel
olarak erkek egemenliğini, erkeğin
kadına egemen olduğu güç ilişkilerini anlatmak ve çeşitli yollardan
kadınların ikincil konumda tutulduğu bir sistemi nitelendirmek için
kullanılıyor. Örneğin Güney Asya’da
buna Hintçe pitrasatta, Urdu dilinde
pidarshahi ve Bangla dilinde pitratontro denir.
Hangi sınıfa mensup olursak olalım,
kadınların günlük hayatta yaşadığı
bu ikincil konum, ezilmişlik, aile
içinde, işyerinde ya da toplumda
çok çeşitli biçimler almaktadır: ayrımcılık, önemsenmemek, aşağılanmak, denetim, sömürü, baskı, şiddet
vs. gibi. Detaylar değişse de konu
değişmez.
Ataerkil sistem her yerde aynı değildir. Doğası, aynı toplumdaki farklı
sınıflar içinde, farklı toplumlarda ve
tarihin farklı dönemlerinde farklılık
gösterebilir /gösterir. Örneğin, büyükannelerimizin içinde yaşadığı
ataerkil sistem ile bugünkü aynı değildir; aşiret kadınları, üst kastlardaki Hindu kadınlar, Amerika’daki
kadınlar ve Hindistan’daki kadınlar
için farklılıklar gösterir. Her toplumsal sistem ya da tarihi dönem,
ataerkil sistemin işleyişine ve toplumsal ve kültürel uygulamalara
kendine özgü değişiklikler getirir.
Buna karşın genel ilkeler aynı kalır,
yani çoğu ekonomik kaynak ve toplumsal, iktisadi ve siyasi kurumların
tümü erkeklerin denetimindedir.
Ataerkil sistem, hem toplumsal bir
yapı hem de bir ideoloji ya da erkeklerin üstün olduğunu iddia eden bir
inanç sistemidir. Dinler, ataerkil
ideolojiyi yaratmakta ve devamını
sağlamakta önemli bir rol oynamıştır. Dinler, Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı ya da
erkeğin Tanrı’nın suretine göre yaratıldığı vs. gibi öykülerle, erkeğin
üstün olduğu fikrini yaymıştır. Günümüzde medya ve hatta eğitim kurumları
bile,
erkeği
karar
mekanizmalarında ve daha güçlü,
kadını ise doymak bilmez bir tüketici, bağımlı ve kıskanç göstererek
ataerkil ideolojiyi yaygınlaştırmak-
21
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
tadır. İdeoloji, toplumsal sistemlerin
devamlılığında ve insan aklını denetim altında tutmakta önemli bir rol
oynar. Örneğin kadınları bir vücuda
indirgeyip nesneleştirerek medya,
kadına yönelik şiddeti teşvik etmektedir. İdeoloji, toplumsal davranışları ve sosyo-ekonomik yapıları
haklı gösterecek gerekçeler sunmaktadır.
Normal koşullarda kadın yaşamının
ve toplumların aşağıdaki alanlarının ataerkil denetim altında olduğu
söylenebilir:
Kadınların üretim ya da işgücü
Kadınların doğurganlığı
22
Kadınların cinselliği
Kadınların etkinlikleri
Mülkiyet ve diğer ekonomik kaynaklar
Toplumsal, kültürel ve siyasal kurumlar15
Toplumun temel kurumlarının -aile,
din, hukuk, siyaset, eğitim ve iktisat
kurumları, medya, bilgi sistemleribir incelemesi, bunların tamamının
ataerkil bir doğaya sahip olduğunu,
ataerkil yapının dayanaklarını temsil ettiklerini açıkça sergilemektedir. Bu iyi örülmüş ve derinlere kök
salmış sistem ataerkil sistemi yenilmez ve ayrıca sanki doğalmış gibi
gösterir.
Kadını denetim ve buyruk altına
almak için ataerkil sistemde, farklı
şiddet türleri kullanılabilir, hatta bu
şiddet meşru bile görülebilir. As-
lında feministler, ataerkil sistemlerde kadına yönelik şiddetin yalnızca yaygın değil, sistematik de
olduğunu savunur.
Tüm bunlar, ataerkil sistemde kadınların tümüyle güçsüz, etkisiz ya
da haklara ve kaynaklara sahip olmadığını göstermez. Gerçekte, eşitliğin olmadığı hiçbir toplum baskı
altındakilerin de katılımı olmaksızın
devam edemez, ayrıca ezilenler arasında da sistemden kimi çıkarlar
sağlayanlar olur. Aynı şey ataerkil
sistemler için de geçerlidir. Kadınlar
da iktidara yükselmiş, seyrek de
olsa denetim sahibi olmuşlar, küçüklü büyüklü kimi kazançları zorla
elde etmişlerdir. Ancak tüm bunlar
sistemin erkek egemen olduğu gerçeğini değiştirmez; kadınlar bu sistem içersinde çeşitli yöntemlerle
barındırılırlar sadece. Benzer bir
örnek vermek gerekirse; kapitalist
bir ekonomide işçiler çok önemli bir
role sahiptir, belirli ölçülerde yönetime bile katılabilirler, fakat bu asla
onların denetime ve güce sahip oldukları anlamına gelmez. Pek çok
karmaşık nedenle, kadınlar da ataerkil sistemi destekler ve devamlılığını sağlar. Çoğumuz bu sistemin
değerlerini içselleştirdik ve her
zaman ataerkil ideolojiden kurtulmuş değiliz.
Ayrıcalıklı konumlarını korumak
için kadınlar, tabir caizse pazarlık
güçlerini, kimi zaman diğer kadınlar pahasına, sürekli olarak yeniden
müzakere ederler. Fakat sistemin
genelini göz önünde bulundurmak
ve bu karmaşanın nedenlerini araş-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
tırmak önemlidir. Kadınların genellikle erkek çocuklarına daha iyi davrandıkları,
kız
çocuklarını
okutmadıkları, onların özgürlüklerini kısıtladıkları, gelinlerine çok
kötü davrandıkları doğrudur. Tüm
bunların, erkeklerin ve kadınların
ailede ve toplumda sahip oldukları
ayrı ayrı güç ve konumları bağlamında anlaşılması gerekir. Köylü
bir kadın bunu çok güzel açıkladı.
Şöyle dedi: “Bizim ailelerimizde erkekler güneşe benzer, onların kendi
ışıkları var (kaynaklara sahipler, hareket halindedirler, karar alma özgürlükleri var vb.). Kadınlar kendi
ışığı olmayan uydulara benzerler.
Eğer güneşin ışığı onlara değerse ve
sadece o zaman parlarlar. İşte bu
nedenle kadınlar güneş ışığından
daha büyük pay almak için sürekli
birbirleriyle rekabet ederler, çünkü
bu ışık olmaksızın hayat da yoktur.”
Kadınlar üzerindeki erkek denetimini tanımlamanın uygun bir biçimi
baba hakimiyetidir. Hakimiyet vardır ama babaya aittir, kadınlara barınma, bakılma ve dışarıdaki
insanlardan korunma olanağı sağlar. Baba hakimiyetinin baskıcı yanları vardır ancak bir dizi karşılıklı
yükümlülük içermektedir ve sıkça
da baskıcı olarak algılanmaz. Onu
tanımayı ve onunla mücadele etmeyi zor kılan da budur.
İkinci Bölüm
Ulusal Kurtuluş,
Modernleşme,
Eğitim
Tarih, erkeklerin hikayelerinden oluşur.
Dünyanın gerçek ve tam bir resmini elde
edebilmek için kadınların hikayelerine de
ihtiyacımız vardır. *
*Uluslar kurtuldu,
ya kadınlar?
Her ne kadar ulusal bağımsızlık hareketleri, sömürgeci güçlerin siyasal denetimine son verip yasama,
yürütme ve yargı güçlerinin ayrılığı
ilkesini hayata geçirmiş olsa da kadınlar ev halkının içindeki kocaların
ya da babaların yönetiminden kurtarmadı. Ev içinde erkekler, kuralları
belirleme,
davranışları
yargılama ve eşlerini ve çocuklarını
cezalandırmayla ilgili pekişmiş ve
keyfi güçlerini hala koruyorlar. Bu
yüzden erkekler aşağıdakileri
yapma yetisine sahiptir:
~ herhangi bir zaman cinsel ilişki
talep etme
~ eşlerinin doğum kontrol yöntemleri uygulamasını engelleme
~ eşlerinin ve kızlarının ev işlerine,
* Yazar, İngilizcede “tarih” anlamına gelen “history” kelimesi ile “erkeğin hikayesi” anlamına gelen “his
story” sözleri arasındaki bağlantıyı göstererek, dilin erkek egemen bir söylem içerdiğini ve yazılı tarihin
adı üstünde erkeklerin tarihinden başka birşeyolamayacağını vurguluyor. Orjinal metinde: ‘history is
his story’ tarih erkeğin hikayesidir (ç.n.)
23
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
eğitime, kendilerine ya da kültürel
aktivitelere nasıl ve ne kadar zaman
ayırabilecekleri ve ayırmaları gerektiğini belirleme ve çalışmak için
kamusal alana girme koşullarını belirleme
~ kendilerinin koyduğu kuralları kadınların ihlal etmesi halinde cezalandırıcı ve ıslah edici şiddet
uygulama ve bunun karşılığında
hiçbir yasal cezanın muhatabı olmama
~ eşlerinin kazandığı ya da eşlerine
miras kalan mülkü kullanma ve
elden çıkarma
24
~ eşleri/kızları, alma ve satma veya
borçlarını karşılamak ya da diğer
erkekler tarafından hor görülmeyi
telafi etmek için elden çıkarma.
Bu varsayımlar ve davranışların pek
çoğu, dışarıdaki toplulukta, işyeri ve
siyasal alandaki kadınlarla ilişkilere
doğrudan aktarılmaktadır.
Eğitim ve tüm bu modernizasyon
ya da kalkınma, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitliği sağlıyor mu?
Sağladığı söylenemez. Genellikle
eğitimin kendisi de ataerkildir;
kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri haklı gösterir, devamlılığını sağlar veya görmezden gelir. Ders
kitapları ve çocuk edebiyatı üzerine
yapılan sayısız inceleme, içerdikleri
toplumsal cinsiyete dayalı -erkekler
lehine- önyargıyı göstermektedir.
Bu önyargı neredeyse tüm akademik disiplinlerde devam etmektedir;
bu yüzden her yerdeki kadın hareketlerinin ve kadın araştırmaları yapanların mücadele ettiği ana
cephelerden biridir.
Çok uzun süredir evrensel bir eğitim sistemini benimseyen ve modern, sanayileşmiş, eşitliğin hakim
olduğu toplumlar oldukları varsayılan Amerika ve İngiltere’ye şöyle
bir göz atmak bile, bu toplumlarda
da toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin halen var olduğunu gösterir.
Her iki ülkede de kadınlar tarafından yönetilen çok sayıda ev olduğu
gerçeğine rağmen hala erkeklerin
evin reisi olduğu varsayılmaktadır.
Bu toplumlardaki kadınların yüzde
ellisinden fazlası eşlerinin fiziksel
şiddetine maruz kalmaktadır; tecavüz ve fiziksel şiddet oranları son
derece yüksektir. ABD’de Eşit Ücret
Yasası hala onaylanma aşamasındadır ve pek çok eyalette kürtaj cezai
bir suçtur.
ABD Nüfus Sayım Enstitüsü rakamlarına göre, üniversiteden yeni
mezun çalışan bir Amerikalı kadın,
birlikte eğitim gördüğü erkek meslektaşının aldığı ücretin yüzde
75’ini almaktadır ve kadın yaşlandıkça kendini daha da gerilerde
bulur. 1991 ‘de açıklanan bir nüfus
istatistiğini değerlendiren Associated Press, her eğitim düzeyi için geçerli olmak üzere, kadınların aynı
eğitim düzeyindeki erkeklerden
daha az kazandıklarını ortaya koymaktadır.
Ann Oakley’nin sunduğu istatistikler de tüm sanayileşmiş ülkeler- de,
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
mesleklerin tamamı değilse çoğu
için geçerli olan, ciddi bir toplumsal
cinsiyet ayrımcılığı olduğunu göstermektedir. Özellikle bir meslek, ev
kadınlığı, sadece kadınlara açıktır.
Oakley, sanayide cinsiyete dayalı
çok fazla ayrımcılık olduğunu belirtmektedir. Kadınların çoğu, tüm çalışan kadınların genelde üçte biri ila
ikisi, tekstil ve giysi imalatı ile yiyecek sektöründe yoğunlaşmaktadır.
Prestiji ve geliri yüksek, beceri gerektiren işlerin çoğunluğunda genellikle erkekler söz sahibidir ve bu,
tüm sanayileşmiş dünya için geçerlidir. Britanya’da 1966 yılında listelenen
büyük
kuruluşların
yöneticilerinin yüzde 87’si erkek,
yüzde 13’ü ise kadındı. ABD’de en
yüksek mahkemelerde dava görebilen tüm avukatların yüzde üçünü,
İngiltere’de yüzde dördünü, İsveç’te
ise yüzde yedisini kadınlar oluşturmaktadır. İngiltere’de mühendislerin aşağı yukarı binde altısı, ABD’de
binde yedisi, Fransa’da ise yüzde
3.7’si kadındır. Uzmanlık gerektiren
mesleklerde kadınlar erkeklerle
aynı ücreti alsa da pek çok işte alamamaktadır. Yani beceri, prestij,
maddi mükafat ile toplumsal cinsiyet, karmaşık ama tutarı! bir biçimde birbiriyle ilişkilidir.’?
Yüksek eğitimde de çok büyük farklılıklar sürüp gitmektedir. Ann Oakley’e göre: “En göze çarpan
eşitsizlik, eğitimin en yüksek düzeyin- dedir. 1965’te Britanya’da yüksek
eğitimdeki
20-24
yaş
grubundaki her yüz kişinin 6,6’sı,
Danimarka’da 5.3’ü, İsviçre’de 2.3’ü,
Bulgaristan’da ise l5.2’si kadındı.
Britanya’da 1967’de kadınlar üniversiteye kabul edilen öğrencilerin
yaklaşık beşte ikisini oluştururken,
üçte birinden daha azı diploma derecesine, yalnızca dokuzda biri ise
daha yüksek eğitim düzeyine ulaşmaktaydı.” Bu gerçekler, gelişmiş
varsayılan uluslarda bile bir erkek
çocuğun eğitiminin kız çocuğunkinden daha önemli olduğunu göstermektedir. Kız ve erkek çocukların
eğitim gördükleri konular da bu
eşitsizliği yansıtmaktadır. ABD’de
1964’de alınan yüksek lisans derecelerinin yüzde 46’sı kadınlara aitti,
ancak bunların yalnızca yüzde 10’u
fen bilimleri dalındaydı. 1967’de
Britanya’da tıp, diş hekimliği ve sağlık alanında okuyanların üçte ikisi
erkekti.”
Kapitalist ya da sosyalist, sanayileş-
25
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
miş ülkelerden elde edilen bu istatistikler, ataerkil yapılar ve tutumları değiştirmeye yönelik ciddi
girişimler olmadıkça, toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin tek başına eğitim ya da kalkınmayla ortadan
kaldıramayacağını göstermektedir.
*Toplumsal cinsiyet
ilişkileri ya da ince politika
Toplumsal cinsiyet kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkileri de belirler mi?
26
Doğrusu belirler. Eğer altın ve gümüşe farklı değerler atfederseniz,
otomatik olarak bu ikisi arasındaki
ilişkiyi de belirlersiniz; bunun gibi
toplum da kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiyi belirler. Toplumsal
cinsiyete dayalı ilişkilere, toplumsal
cinsiyet ilişkileri denmektedir.
“Toplumsal cinsiyet ilişkileri kavramı; kadınlarla erkekler arasındaki işbölümü,
roller ve kaynakları da içeren ve onlara
farklı yetenekler, arzular, kişilik özellikleri, davranış düzenleri vb. atfeden bir
dizi uygulamalar, fikirler, betimlemeler
ile ortaya çıkan, kadınlar ve erkekler arasındaki güç ilişkilerini ifade eder. Toplumsal cinsiyet ilişkileri, sınıf, kast ve ırk gibi
toplumsal hiyerarşinin diğer yapılarıyla
etkileşim içinde bulunan bu uygulamalar
ve ideolojiler tarafından hem yaratılır
hem de bunların yaratılmasına yardımcı
olur. Bunların, (biyolojik olarak belirlenmiş olmaktan ziyade) zaman ve mekana
göre değiştiği ve büyük ölçüde toplumsal
olarak yapılandırıldığı görülebilir,”!”
Tıpkı toplumsal cinsiyet gibi, toplumsal cinsiyet ilişkileri de her toplumda aynı değildir ve tarihsel bir
değişmez (statik) değildir. Bu ilişkiler dinamiktir ve zaman içinde değişirler. Buna karşın bir genelleme
yapıp çoğu toplumda toplumsal cinsiyet ilişkilerinin adil olmadığı söylenebilir.
Bu algılayış, ev içinde kadın ve
erkek arasında uyumlu, çatışmasız
bir ilişki olduğu varsayımına karşı
çıkar. Aslında hem işbirliği hem çatışma, hem uyum hem de uyumsuzluk söz konusudur. Bir başka
deyişle toplumsal cinsiyet ilişkilerinde politika vardır. “Politika” kavramı burada, tüm ilişkilerde var
olan güç oyunlarını ifade etmektedir. İnsanlara farklı güç, otorite ve
denetim (diğer insanlar, kaynaklar,
karar mekanizmaları üzerinde) atfedilmesi nedeniyle -tam da kastlar,
sınıflar ve ırklar arasında olduğu
gibi- ailede, işyerinde ve toplumda
toplumsal cinsiyetler arasında da
açık ve gizli güç oyunları veya politika yapılır.
Kuramsal olarak toplumsal cinsiyet
hiyerarşisi, toplumsal cinsiyetlerin
birbirleri üzerindeki hakimiyeti anlamına gelse de pratikte hemen
hemen her zaman erkeklerin hükmeden ve kadınların ise hükmedilen olduğu bir hiyerarşiyi ifade
eder. Kültürler ve yakın tarih boyunca toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ortak özelliği, kadınların
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
erkeklere boyun eğmesidir. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet ilişkileri,
egemenlik ve ast- üst (boyun eğme)
ilişkileridir. İşbirliği, zor ve şiddet
unsurları bu ilişkileri sürekli kılar.
Bu böyledir, çünkü pek çok toplum
ataerkil ya da erkek egemendir.
Aynı zamanda çoğu toplumda toplumsal cinsiyet ilişkilerinin doğasının ataerkil olduğu, ataerkil
sistemin -erkeklerin kadınlardan
üstün sayıldığı, egemen olduğu ve
kaynakların ve toplumsal kurumların çoğunu denetim altında tuttuğu
bir ideoloji ve sosyal bir sistem- kurallarını izlediği söylenebilir.
Toplumsal cinsiyet, yalnızca kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkileri
değil, erkekler arasındaki ve kadınlar arasındaki ilişkileri de belirleyebilir.
Toplumsal
cinsiyet
hiyerarşisinin son derece eşitsiz olduğu Güney Asya’da toplumsal cinsiyet çok güçlü bir örgütlenme
etmenidir. Örneğin Kuzey Hindistan’da, damat babası ile gelin babası
arasındaki toplumsal ilişkiler -genelde damat babasının daha üstün
ve daha saygın olduğu varsayılırdurumu net bir şekilde açıklamaktadır. Gelin babası salt bir kız babası
olması nedeniyle daima daha aşağı,
itaatkar bir konumdadır.
Toplumsal cinsiyetin iki kadın arasındaki ilişkileri belirlemesine
örnek ise kayınvalide ile gelin (saasbahu) arasındaki, kadın ile yengesi
(bhabhi) ya da görümeesi (nanad)
arasındaki; ya da iki kayınvalide (er-
keğin ve kızın anneleri) arasındaki
ilişkilerdir. Tüm bu durumlarda, damatla akrabalığı olan kadın otomatik olarak gelinle bağlantısı olana
göre daha üstün bir statü elde eder.
Üç yüz yıl kadar önce Almanya’da
yaşamış, aslında akıllı ve Allah korkusu olan Hıristiyan lider Thomas
von Aquinas, kadınların yabani otlara benzediğini, hızla büyüdüklerini, çünkü pek bir değerleri
olmadığını söylemiştir. (Elbette erkekler esas mahsuldür, günümüz
dünyasında peşin paraya giden
mahsul!)*
Erkeğe eşdeğer görülmek için, kadınlar erkeklerden iki kat daha iyi
olmak zorundadır. ..... Neyse ki bu
hiç de zor değil ....
*Aile içi politika
ve kadının sürekli
müzakereye dayanan
pazarlık gücü
Bir ev halkının bütün üyelerinin,
kaynak, hizmet ve fırsatlardan aynı
şekilde yararlanmadığını daha önce
gördük. Bu eşitsizliklere dayanarak
bazı sosyal bilimciler, aileyi güç müzakerelerinin yapıldığı bir pazarlık
ve yarışma alanı olarak değerlendiriyor. Tanınmış ekonomist Amartya
Sen, buna bir işbirliği ve çatışma
modeli diyor. Feminist bir ekonomist olan Bina Agarwar, bu kavramı
* Hindistan’da gelin için damadın ailesi başlık parası vermez; aksine evlenirken damada çok yüklü bir
çeyiz getirilir. (ç.n.)
27
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
biraz daha geliştirdi; ona göre toplumsal cinsiyet, yaş, ilişki çeşidi ve
“karşı gelinmez gelenekler” tarafından konulan sınırlamalara bağlı olarak devam eden pazarlığın yapıldığı
karmaşık bir ilişkiler kalıbıdır ev
halkı/aile.
Toplumda, piyasada ve devlette olduğu gibi aile içinde de toplumsal
cinsiyet etkileşimi, işbirliği ve çatışma unsurlarını içermektedir.
Eğer işbirliği yapmamak onları
daha zararlı çıkaracaksa, iki taraf
da işbirliği konusunda hemfikir
olur.
28
Bina Agarwal, kırsal kesim insanının (kadın ya da erkek) pazarlık gücünün, pazarlığı kaybetse bile
koruduğu konuma bağlı olacağını
iddia eder ki bu, özellikle aşağıdaki
beş etmene bağlıdır:
~ özellikle ekilebilir arazi olmak
üzere, özel mülkiyet ve mallar üzerinde denetim
~ istihdam ve diğer gelir getirici
yöntemlere erişim
~ köyün müşterek arazisi ya da ormanı gibi, kamusal kaynaklara
erişim
~ev dışı geleneksel toplumsal destek sistemlerine erişim
~ devletin ya da sivil toplum kuruluşlarının desteğine erişim
“Bu beş etmen, kişinin geçim ihtiyaçlarını aile dışında karşılayabilme
yetisi üzerinde doğrudan etkilidir.
Buradaki önerme şudur; kişinin fi-
ziksel yaşamını aile dışında da sürdürebilme yetisi ne kadar yüksekse,
onun (erkek/kadın) aile içindeki pazarlık gücü de (en azından geçim
kaynaklarını paylaşma ilişkisinde) o
kadar yüksek olacaktır. Aile üyeleri
arasında bu etmenlere dayanan
eşitsizlik, bazı üyeleri diğerlerine
nazaran, pazarlık açısından daha
zayıf bir konuma getirir. Eşitsizliğin
böylesi kaynaklarından birini toplumsal cinsiyet, bir diğerini ise yaş
oluşturur.”
Bir örnek vermek gerekirse; kadınlar para kazanabildiklerinde ve özellikle ailenin geçimi onların gelirine
dayanıyorsa, ev halkının diğer üyeleri karşında daha güçlü bir pazarlık
konumuna yerleşirler. Benzer şekilde, arazi, para veya diğer kıymetli
varlıklar üzerinde hak ya da tasarruf
sahibi olmaları, kadınların bağımlılıklarını azaltır ve onlara aile içinde
daha iyi bir konuma sahip olmak
için pazarlık yeteneği sağlar.
*Din, kast ve sınıf gibi
diğer kimliklerimiz,
toplumsal cinsiyet
ilişkilerini nasıl etkiler?
Hepimiz çok kimlikliyiz. Örneğin,
bir kişi kadın olmasının yanı sıra
Hindu, orta sınıf, üst ya da alt kast
mensubu, evli vs. olabilir. Toplumsal
cinsiyet rolü diğer kimliklerle etkileşim içindedir, toplumsal ve ekonomik faktörlerin yanı sıra, ırk, yaş,
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
etnik ve medeni durumu etkiler ve
bunlardan etkilenir. Toplumda tüm
kadınlar, tüm erkeklerin emrinde
değildir. Örneğin zengin bir kadın,
sınıf bağları nedeniyle, ev işlerinde
onun için çalışan erkeklere hükmetme konumundadır. Bu durumda, kadının mensup olduğu
sınıf, Onun toplumsal cinsiyetinden
daha önemlidir. Diğer durumlarda,
“alt” kast/sınıf mensubu bir kadın,
üst kast/sınıftan bir erkeğin çifte sömürüsüne maruz kalabilir. Örneğin
Hindistan’da bazı topluluklarda, alt
kast mensubu gelin, evlendiği ilk
geceyi, üst sınıf toprak sahibiyle geçirmeye zorlanmaktadır.
Farklı dinlere dayanan özel yasaların varlığı da toplumsal cinsiyet ilişkilerini etkilemektedir. Örneğin,
Müslümanlık yasaları çokeşliliğe ve
erkek lehine tek taraflı boşanmaya
izin verirken, Hıristiyanlık yasaları,
erkeğin zinasını boşanma nedeni
olarak tanımamakta, Hindu yasaları
farklı iki din mensubu ebeveyn tarafından çocuk evlat edinilmesine
izin vermemektedir vs. Ve bütün din
yasaları, mülkiyet hakları ve miras
konusunda erkekler lehine hükümlere sahiptir.
“Tecavüz başta olmak üzere cinsel sömürü, yöneten sınıfın sömürülen sınıfı
yola getirmek için kullandığı bir araçtır.
Arazi sahipleri ve polis, yoksul isyancı
köylü ve topraksız tarım işçisi erkekleri,
yalnızca döverek ya da kulübelerini yakarak cezalandırmakla tatmin olmaz, pek
çok durumda kadınlarına da tecavüz
ederler. Niçin? Açıkçası bu tecavüzler,
çoğu kez sanıldığı gibi tecavüzcülerin bastırılmış cinsel arzuları için bir tür emniyet
sübabı değildir. Aslında bu eylemlerin,
böylesi bir cinsellikle ilgisi olmadığı gibi,
hedefi de kadınlardan ziyade, yoksul sınıfın erkekleridir. Kadınlar, dilenecek hale
getirilmiş erkeklerin hala sahip olduğu tek
mülkiyet olarak görülmektedir. Bu yoksul
erkeklerin kadınlarına tecavüz etmek, onlara mutlak güçsüz ve mülkiyetsiz konumlarını öğretecek bir derstir. Arazi sahipleri
ve polis tarafından yoksul kadınlara yönlendirilen bu cinsel saldırı, mülkiyetsiz sınıfın erkeklerini bastırmanın ve kırsal
bölgede var olan ya da yeni gelişen güç ilişkilerini sabitlemenin bir silahıdır. Burada, sınıfın yönetimi ile kadınlar
üzerindeki baskı iç içedir. Toprağa sahip
olan erkek, toprak üzerinde yaşayan kadınlara da sahiptir.” Maria Mies21
Benzer şekilde, farklı ırklara ya da
etnik gruplara mensup insanlar arasında da farklılıklar olabilir. Genellikle “üst” kasttan kadınlar hareket
özgürlüğü konusunda “alt” kasttan
kadınlara göre daha fazla sınırlamalarla karşı karşıyadır, çünkü kadınlar
kastlarının
saflığını
ve
üstünlüğünü korumak zorundadır.
Genellemek gerekirse, “üst” kastlar
daha erkek egemen ya da ataerkildir, çünkü kastın arılığını olduğu
kadar babadan kalan mirası ya da
mülkiyet denetimini de göz önünde
tutarlar. Bu yüzden “üst” kasttan aileler kadınlarının üzerine hareket
ve giyim yasakları koyar, böylece de
kadınların cinselliğini kontrol eder.
“Alt” kastların koruyacakları her-
29
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
hangi bir arılıkları olmadığı için kadınlarına benzer yasaklar dayatmazlar.
30
Farklı sınıflara mensup erkek ve kadınların toplumsal, ekonomik ve siyasal statülerinde de farklılıklar
vardır. Burjuva ya da özel mülkiyet
sahibi sınıf, ekonomik kaynaklardan, eğitim ve bilgiden daha fazla
yararlanır; sosyal, ekonomik ve dini
kurumları, işçi sınıfından insanlar
değil, onlar denetler. Burjuva kadınlar ile işçi kadınların rolleri, sorumlulukları ve ayrıcalıkları arasında
farklar vardır. Engels, burjuva ve
işçi sınıfından kadınlar arasındaki
önemli bir farklılığa işaret etmiştir.
İncelemesine göre, aile dışında çalışmayan burjuva kadın, tümüyle
kocasına bağımlıdır, onun mülküdür. Tek görevi, mirasçılar üretmektir. Diğer yandan işçi sınıfına
mensup kadın, bir işçi olarak baskıları kırmış, dolayısıyla belli ölçüde
ekonomik bağımsızlık kazanmıştır.
İşçi sınıfından kadınlar örtünmezler
ya da cinsiyet ayrımcılığına uğramazlar, çünkü onlar geçimlerini
sağlamak için kamusal alana girmek zorundadır. Küçük çiftçi ailelerin, ekonomik durumları iyileştikçe,
kadınlarının ev dışında çalışmasını
istemedikleri görülmektedir. Kadınların çalışmayıp evde kalması, bağımlı olması ya da inzivaya
çekilmesi, pek çok ataerkil toplumda, sosyal statünün bir sembolü
olarak görülür.
Üçüncü Bölüm
Toplumsal
Cinsiyete Dayalı
İşbölümü
*Üreme ve üretim
Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü ya da cinsiyete dayalı işbölümü, kadınların ve erkeklerin ne
yapması gerektiği ya da neleri yapabileceği hakkında toplumda yaratılmış olan fikirlere dayanarak
kadınlara ve erkeklere farklı roller,
sorumluluklar ve görevler yüklenmesini ifade etmektedir. Kız ve
erkek çocuklara, kadınlara ve erkeklere, onların kişisel tercihleri ya
da yeteneklerine göre değil, cinsiyet-toplumsal cinsiyet rollerine
göre farklı görev ve sorumluluklar
atfedilmektedir. Tüm işler/çalışmalar üç kategoriye ayrılabilir: üretim,
üreme (veya doğurganlık) ve kamusal işler/etkinlikler. “Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü” açısından
hepsini ayrı ayrı inceleyelim.
ÜRETİM, tüketim ve ticaret için mal
ve hizmet üreten etkinlikleri ifade
eder. Fabrikalarda, bürolarda ve tarlalarda gerçekleşen tüm işler bu kategoriye girmektedir ve yalnızca bu
işler, ekonomik açıdan dikkate alınmakta, ülkelerin gayri safi milli hasılalarına dahil edilmektedir. Hem
kadınlar hem de erkekler üretim çalışmalarında bulunsalar da toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü
varlığını korur. Erkekler daha nite-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
likli ve yüksek ücretli işlerde çalışmaktadır. Sıkça kadınların üretim
faaliyetleri, evde yaptıkları işlerin
bir uzantısıdır. Tarım sektöründe
kadının üretici olarak çalışması ekonomik hesaplara yansıtılmaz, çünkü
bu, ev işlerinin bir uzantısı olarak
görülmektedir. Kadınların üretim
faaliyetlerine daha az önem ve
değer verilmektedir. Ataerkil görüşte, ekmeği kazanan asli unsurun
ve ev halkı reisinin erkek olması nedeniyle kadınlar en son işe alınacak
olanlardır. Bu yüzden erkeğin istihdamına daha çok önem ve öncelik
verilmektedir.
‘ÜREME, biyolojik ve toplumsal
olmak üzere iki türdür. Biyolojik
olarak, yalnızca kadınların yapabildiği, yeni bir insan dünyaya getirmeyi, üremeyi ifade eder. Toplumsa
olarak ise insanın hayatta kalması
ve yaşamını sürdürebilmesi için gerekli tüm bakım ve beslenme etkinliklerini ifade eder. Bu yüzden
üreme, insan emeğinin üretilmesi,
yani yeniden üretim faaliyetidir. Çocukların bakımı, yemek pişirme ve
besleme, çamaşır bulaşık yıkama,
temizlik, hasta bakıcılığı ve diğer
tüm ev işleri bu kategoriye dahildir.
Ancak bu işler insan yaşamının sürdürülmesi için gerekli olsa da ne iş
ne de ekonomik etkinlik olarak
kabul edilmektedir, bu yüzden görünmez, tanınmaz ve ücreti ödenmez. Yeniden üretim işleri tüm
dünyada esas olarak kadınlar ve kız
çocuklar tarafından üstlenilmektedir.
KAMUSAL işler ise toplum yaşamını
idare ve organize etmek için gerekli
olan tüm etkinliklerdir. Yönetim,
toplumsal ve kültürel şenliklerin organizasyonu ve bunlara katılım, sosyal hizmetler ve yollar, okullar,
sağlık vs. gibi olanakların sağlanması kamusal çalışmalardır. Hem
kadınlar hem erkekler, ama yine
“kadın” işleri ve “erkek” işlerini tanımlayan belirlenmiş normlara
göre bu etkinliklerde görev alır.
Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü, bu nedenle yalnızca ev içindeki üreme ve yeniden üretim
etkinliklerinde değil, çoğunlukla ev
dışında gerçekleşen üretim ve kamusal etkinlikler için de geçerlidir.
Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü günümüzde, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin ve asimetrinin
nasıl korunduğunu ve yeniden kurulduğunu anlamak için kilit kavram kabul edilmektedir.
Giderek bu işbölümü, yeteneklerin
31
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
toplumsal cinsiyete göre taksim
edilmesine yol açar. Erkekler ve kadınlar, kız ve erkek çocuklar, yalnızca kendi toplumsal cinsiyetlerine
uygun olduğu varsayılan becerileri
öğrenip bu konularda uzmanlaşırlar, Böylece kadın ve erkeklerde, kız
ve erkek çocuklarda farklı beceri ve
yetenekler yaratılır, sonra bunlar
birine ya da diğerine (kadın-erkek)
atfedilir.
32
Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü aynı zamanda hiyerarşilere ve
eşitsizliklere de yol açar, çünkü erkeklerin ve kadınların emekleri eşit
ücretlendirilmez ve ödüllendirilmez. Hatta günümüzde bile eşit işe
eşit ücret birçok ülkede norm haline gelmemiştir; ev işleri ücretsizdir ve ekonomide durgunluk
işyerlerini etkilediğinde işten ilk çıkarılanlar kadınlardır.
Üretim süreçlerinde (özellikle ev içi
üretimde) kadınlara ve erkeklere
belirli görevlerin tahsis edilmesi,
aynı zamanda kaynaklar ve emek
ürünleri üzerinde emir ve kumanda
konusudur. Böylece toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü nedeniyle erkekler toprak, teknoloji, ürün
satışından elde edilen nakit ya da
kredi vs. üzerinde denetime sahip
olur. Normal koşullarda, kadınlar
geçimlerini sağlamak, erkekler ise
değiş tokuş veya nakit para için üretir.
Tıpkı toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ilişkileri gibi, bu rollere
dayalı işbölümü de her yerde aynı
değildir. Kültüre, yer ve zamana öz-
güdür. Bir toplumda, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümüyle mücadele
etmek, o toplumda “kadın” ve
“erkek” olmanın gerekleriyle mücadele etmek anlamına gelir. Kadınların üreme ve üretim işlerine, genel
olarak pek fazla ekonomik değer atfedilmez. Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu’nun (UNDP) 1995
insani Kalkınma Raporu’na göre, kadınların katkıda bulunduğu ücretsiz
ve görünmez işlerin değeri yıllık 11
trilyon Amerikan dolarıdır.
“Malların kraliçesi yani para, kocanın cebine girer, fakat karısına yaptığı iş karşılığında para ödenmez. Koca eşine yalnızca
yiyecek ve barınak sağlamakla yükümlüdür; ancak bunları bir köle için de yapmak zorunda kalacaktı. Ev kadınının
çalışma saatleri, çalışma koşulları, tatil ve
izinleri bir sözleşmeyle karara bağlanmaz; evlilik sözleşmesi, iş sözleşmesiyle kıyaslanamaz. Grev hakkı yoktur, ev
kadınlarının bir dayanışma örgütü yoktur; aksine kadınlar bireyselleştirilmiş ve
birbirlerinden ayrılmıştır. Kadınlar, ne ev
kadınları olarak işlerinde bir sosyal güvenliğe sahiptir ne de onları koca şiddetinden ve despotluğundan koruyacak yasalar
vardır. Ev içinde hiç kimse insan haklarını uygulanacağını garanti edemez; dolayısıyla bu haklar, fiziksel güvenliğin
olmadığı durumlarda bile toplumu ilgilendirmediği düşünülen özel meseleler
olur.
Kadın hizmet etmenin de ötesinde, kocasına itaat etmek zorundadır; koca bunu
yasalarla talep edebilir. Özetle ev ksdını,
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
met verendir. Kadınların din ve ruhani işler, eğitim gibi üstün uğraşlar için yetersiz, “pis” ve “kusurlu”
oldukları varsayılır. Hizmetçilik işlerinin önemsiz ve pek değerli olmayan
işler
olarak
görülmesi
nedeniyle, kadınların yaptığı işler,
eğer evde gerçekleştiriliyorsa tümüyle ücretsiz ve görünmezdir. Dışarıda gerçekleştiriliyorsa düşük
ücretlidir.
tüm ömrü boyunca tam saatli olarak, kocasının emrine amade,
Ücretsiz bir işçidir;-dahası cinselliği,
çocuk doğurma yetisi, duygu ve düşünceleri dahil olmak üzere, tüm kişiliği kocasının emrindedir. Aynı zamanda kadın,
hiçbir şey hissetmediği zamanlarda bile
sevgi gösterisinde bulunmak da dahil, kocasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayacak tüm işleri yapmaya mecbur bir
köle ve serir. Burada söz konusu olan birinin sevgisi nedeniyle çalışması ve sevginin bir iş haline gelmesidir. Bu durum her
zaman katlanılmaz olmayabilir, ancak
bu hale gelmeyeceği hakkında kehanette
bulunmak da imkansızdır.” Cfaudia von
Werlhof
Sınıfı ya da kastı dikkate alınmaksızın, aile içinde kadınlar, toplumda
“hizmetçiler”in yaptığı işleri yapar.
Her evde kadınlar “hizmetçi”, erkekler de “üst kast”tır. Burjuva ya da üst
kast bir ailede de olsa kadınlar hiz-
Kadınların ev dışındaki işleri sıklıkla aile içindeki işlerinin bir uzantısıdır. Örneğin çok sayıda kadın
ana okul ya da ilkokul öğretmenliği,
hemşirelik ve havayolları hostesliği
yapmaktadır. Otorite, güç ve denetim gerektiren mesleklerin erkeklere, bakma, besleme ve hizmetle
ilişkili mesleklerin ise kadınlara
özgü olduğu varsayılmaktadır. Kadınlar evde itaatkar ve hizmetli konumundadır ve bu konum evin
dışında da devam eder. Erkekler
evde güç ve denetim sahibidir ve dış
dünyada da benzer konumlarını korurlar. Erkekler daha eğitimlidir,
mesleki becerileri daha gelişmiştir
ve çifte iş yükümlülüğü taşımazlar,
dolayısıyla çalışma hayatında kadınlardan daha hızlı ve daha çok
yükselirler.
“Kadınların yaptığı her şey meyve vermek
ve tıpkı soluduğumuz hava gibi bedava
olmak zorundadır. Bu yalnızca çocuk doğurmayı ve bakmayı değil, çeşitli ev işlerini ve ücretli işleri, etrafındakilere,
çalışma arkadaşlarına duygusal özen ve
dostluk göstermeyi, uysallığı, daima diğerlerinin emrine amade olmayı, tüm yara-
33
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
ları iyileştirmeyi, cinselliğinin kullanıma
açık olmasını, her şeyi yeniden düzene
sokmayı, sorumluluk ve fedakarlık duygusunu, tutumlu ve iddiasız olmayı, başkaları için kendi çıkarlarından vazgeçmeyi,
tüm dertlere katlanmayı ve sorunların üstesinden gelmeyi, çekingenliği ve görünmeksizin daima orada olmayı,
gerektiğinde edilgen, işler sarpa sardığında aktif olmayı, bir askerin dayanıklı
ve disiplinine sahip olmayı da içermektedir. Bunların tamamı, kadının çalışma
kapasitesini oluşturur.” Cfaudia von
Werlhof
34
“Afganistan’da Taliban iktidarı kurulduğunda, verdikleri ilk talimat, erkeklerin
takke giyip sakal bırakması, kadınların da
örtünmesi ve dışarı çıkmaması oldu. Kadınların çalışması ve halka açık hamamları kullanması yasaklandı. Yeni bir siyasi
rejim ile yürürlüğe giren toplumsal cinsiyet rejimi arasındaki bağlantıyı ve toplumsal cinsiyete dayalı bir işbölümünün
nasıl takviye edildiğini görmek ilginçtir.
Cinsiyete dayalı işbölümü bu nedenle,
kendi çapında bir yapılanma değildir.
Toplumsal cinsiyete göre yapılandırılan
üretim, tüketim ve dağıtım sisteminin bir
parçasıdır.” Vasanth Kannabiran
Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü, şu tarz istatistiklerin sorumlu- sudur: Küresel olarak
kadınlar kıdemli yöneticilik pozisyonlarının yalnızca yüzde 14’üne
sahiptir (UNDP insani Kalkınma Raporu, 1995); ABD’de kadın ve erkeklerin maaşları arasındaki oran 3’e 5
olarak korunmaktadır ve bu oran
son yüz yıldır bir değişiklik göstermemiştir. Dünyadaki en yoksul ve
okuma yazma bilmeyen insanların
yüzde yetmişini kadınlar oluşturmaktadır.
*Toplumsal - yapısal bir
sorun
Maria Mies’a göre, cinsiyete dayalı
işbölümüne artık aile içi bir sorun
olarak değil, daha ziyade tüm toplumun yapısal bir sorunu olarak bakmamız gerekiyor. Erkekler ve
kadınlar arasındaki hiyerarşik işbölümü ve bunun dinamikleri egemen
üretim ilişkilerinin, yani belirli bir
dönemde ve toplumdaki sınıf ilişkileri ve daha geniş ulusal ve uluslararası işbölümünün ayrılmaz bir
parçasını oluşturur.
Feminist tarihçi Joan Kelly’e göre,
cinsiyete dayalı işbölümü ve cinsiyete dayalı düzenin temel belirleyeni olarak, mülkiyet ilişkilerine ve
kadınların işle ilişkisine bakmamız
gerekir. Özel ve kamusal alan ne
kadar farklılaştırılmışsa, iş ve dola-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
yısıyla mülkiyet açıkça ayırt edilebilir iki şey haline gelir. Yaşamsal geçimi sağlamak için üretim ve
mübadale için üretim vardır ve cinsiyete dayalı işbölümünü etkileyen
budur.
Kadınlar bakım ve besleme işleri
için doğal olarak daha donanımlı
değiller mi?
“Daha donanımlı” terimini kullanmanız ilginçtir. Gerçekten de kadınlar, bir rahim ve bir çift meme ile
donatılmışlardır, ancak bakım, temizlik ya da gözetmek için ayrıca
bir donanımları yoktur, dolayısıyla
herkesle ilgilenmek onlar için
“doğal” değildir. Ve erkeklerin eğer
ücreti ödeniyorsa, silip süpürmek.
temizlik yapmak, bulaşık yıkamak
ve yemek pişirmek gibi işlerin üstesinden geldiklerini unutmayalım,
dolayısıyla yeniden üretim işlerini
yapma ya da yapmama nedenleri biyolojik ya da doğal olamaz.
Fakat insanlar mevcut toplumsal
cinsiyet ilişkilerinin ve işbölümünün, kadınların biyolojisi nedeniyle
“doğal” olduğuna inanmak istedikleri için, vücutların ötesinde düşünmeyi zor buluyorlar. Ayrıca her şeyi
doğaya indirgemek de son derece
kolaydır, böylece ataerkil ayrıcalıkları sorgulamanız ya da onunla mücadele etmeniz gerekmez. Tüm
sorumluluklarınızdan da sıyrılmış
olursunuz. Toplumsal cinsiyet rolleri konulu atölye çalışmalarında,
bu rollerin toplumsal olarak yapılandırıldığını, bu roller arasındaki
ilişkilerin, bu rollere dayalı işbölümünün doğal olmadığını ortaya
koyduğumuzda, erkeklerin çok bozulduğunu, heyecanlandığını ve saldırganlaştığını sıkça gözlemledik.
Tüm bunların bir başlangıcı vardı,
dolayısıyla da bir sonu olabilir. Feminizmin başkaldırısı ve politik
kadın hareketinin çalışmaları, biyolojik farklılığa dayanan eşitsizliği
son vermeye yöneliktir. Pek yaygın
olmasa da artık birçok toplumda,
“doğal” denen farklılıkların ve işbölümünün değiştiği ne dair örnekler
bulmak mümkündür.
*Sanayi devrimi ve
özel alan - kamusal alan
ayrımı
Bu işbölümünün bir kısmı kadınların eve kapatılması, erkeklerinse
dış dünya ile ilgilenmesi nedeniyle
oluşan toplumsal şartlanmanın bir
sonucu olabilir mi?
Bu önemli fakat karmaşık bir soru
ve buna doğrudan bir yanıt vermek
kolay değildir. Öncelikle özel ve kamusal alan ikiliğini anlamamız gerekiyor. Erkekler kamusal alanda
etkinlik gösterip aynı zamanda özel
alanı denetlerken, kadınlardan özel
alanda kalmaları beklenir. Sanayi
devriminden önce bu iki alan arasındaki ayrım bu kadar belirgin değildi. Üretimin büyük kısmı ev
içinde gerçekleşirdi ve tüm üyeler
buna katılırdı. Herkes “eve ekmek
35
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
getirirdi”. Ev hem yeniden üretim
hem de üretim alanıydı. Erkekler ve
kadınlar arasında işbirliği ve tamamlayıcılık vardı. Kadınların becerileri. bilgisi ve bir sonraki kuşağı
yaratma yetileri son derece değerliydi, çünkü bunlar yaşamın devamı
için zorunluydu. Pek çok açıdan bu
eski düzen jinosentrik, yani kadınmerkezliydi. Kolonilerden oluşan
Amerika’da kadının ev ekonomisinde oynadığı önemli rol nedeniyle,
“reis (koca)-ana” (tüm ev içi meseleleri takip ve idare eden, denetleyen
ya da yöneten kadın) sözü, yaygın
bir şekilde kullanılmaktaydı.
36
Ortaya çıkan piyasa ekonomisi ve
sanayileşme, özel ve kamusal alan
birliğini, doğa ve insan arasındaki
uyumu çarpıcı bir şekilde altüst etti.
Üretim artık sadece bir geçim sorunu değildi, o aynı zamanda piyasa
ve kar için de tasarlandı. Zaman
içinde üretim, ev içinden fabrikalara, ticari üretim çiftliklerine vs. taşındı ve doğadan ziyade piyasa
sıradan insanların yaşamlarını denetleyen güç haline geldi.
“Ekonomi erkeği” evin dışına çıkarken “evcimen kadın” ev içinde kaldı.
Kız çoçuklar “ev” yaşamı için gerekli
becerileri kazanmak üzere evde tutulurken, erkek çocuklar dış dünyada etkinlik gösterebilmek için
bilgi ve beceri edinmeye okula ve
üniversiteye gitti.
“Eski düzende kadınların önemi yalnızca
doğurganlıklarından kaynaklanmıyordu.
Hastalıklara iyi gelen şifalı otları, ateşi
çıkmış bir çocuğu yatıştıracak şarkıları,
hamilelik esnasında alınacak tedbirleri
bilirlerdi. Daha istisnai yeteneklere sahip
kadınlar, ebe, bitkisel ilaçlarla şifa dağıtan doktor ya da ünü evden eve, köyden
köye yayılan ‘bilge kadın’ oluyordu. Ve
tüm kadınların, annelerinden ya da büyükannelerinden çocuk yetiştirme, yaygın
hastalıkları iyileştirme, hastaya bakma yeteneklerini öğrenmesi beklenirdi.” Bar-
bara Ehrenreich ve Deidre English
Avrupa’da sanayileşme ve piyasa
ekonomisinin bir sonucu olarak
gerçekleşenler, Güney Asya’da da
gerçekleşti. Burada da eğitim de
üretim de evin dışına taşındı. Daha
önce çoğu insan, bilgiyi de üretim
için gerekli becerileri de ev içinde
edinirdi; kız ve erkek çocuklar, yaşamları için gerekli beceri ve faaliyetler konusunda, evde birlikte
eğitilirlerdi.
Güney Asya’nın uzak bölgelerindeki
kabileler ormanda yaşayan insanlar
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
ve köylüler arasında bugün bile üretim büyük oranda ev içinde gerçekleşir. Ekonomileri esas olarak hala
yaşamsal malların üretimi ekonomisine dayanır; artı ürün, ev içinde
üretilmeyen mallarla yöresel pazarlarda takas edilir. Kadınlar ve erkekler
ev
içindeki
etkinlikleri
paylaşırlar, özel ve kamusal alan ayrımı çok küçüktür ya da yoktur.
Diğer sınıf ya da topluluklarla kıyaslanırsa, kadın ve erkek arasında
büyük bir eşitsizlik de yoktur.
Ancak yavaş yavaş bu toplumlar da
piyasa ekonomisine “katılmaya”
başlamakta ve olduklarından daha
fazla “ataerkil” hale gelmektedir.
“Üretim tarzındaki değişiklikler nedeniyle ev, ekonomik üretimin merkezi olarak görülmekten çıktı ve daha çok
ekonomik üretime karşı bir sığınak, ‘acımasız dünyanın kıyısında bir liman’, ‘şehirden ütopik bir kaçış’ olarak görülmekte.
Yeniden üretim aile içinde kalırken, üretim evin dışına çıkmakta. Ev idaresi, kamusal karakterini yitirmekte. Artık
toplumu ilgilendirmiyor. Özel bir hizmete
dönüşmekte ve Engels’in dediği gibi, kadın
toplumsal üretime katılımdan dışlanarak
baş hizmetkar haline gelmekte.” Alison
M. Jagga
“Kamusal” ve “özel” alan arasındaki
ayrım, erkeklere yeni ufuklar ve
olanaklar açıyor ama kadının konumunu ve işlevini sınırlıyor. Bir bakıma bu, jinosentrik, yani kadın
merkezli düzenin sonu oldu. Özel ve
kamusal ayrımının bir başka sonucu, kadınların göreceli tecridi ve
eve kapanmasıdır. Kadınlar toplumdan dışlanmakta ve diğer kadınlar
ve erkeklerden ayrılmakta.
“Kadının dokuma ve giysi imalatı, yiyecek
üretimi gibi geleneksel üretim becerileri
fabrika sistemine aktarıldı. İşçi sınıfından
kadınlar, bu emeklerini yeni sanayi toplumunda da var edebilirlerdi, ancak artık
üretim süreci üzerinde hakimiyetleri olmayacaktı. Eski yeteneklerini unutacaklardı. Zamanla, özü itibariyle dişil bir iş
olan şifa verme etkinliği bile bir metaya
dönüştürülüp ‘piyasa’ya sürülecekti. Ev
yapımı bitkisel toniklerin yerini, çokuluslu
ilaç firmalarının kimyasal ürünleri, geleneksel ebe-kadınların yerini ise cerrahlar
aldı” Barbara Ehrenreich ve Oeidre
English
*Kamusal ve özel alan
ayrımı eşitsizlikleri
keskinleştirdi
Bu ayrımla, iki alan arasında bir hiyerarşi oluştu. Ev içi ya da özel alan
tüm ekonomik, siyasi, tarihi anlamını yitirdi ve giderek önemsizleşti.
Piyasaya girmeyen hiçbir şey
“iş”ten sayılmamaya, piyasa içinde
etkinlik göstermeyen hiç kimseye
ekonomik bir değer verilmemeye
başlandı. Kadınlar ekonomik öneme
sahip olmayan ev içinde kaldıkları
için merkezi konumlarını ve değerlerini de kaybettiler. Erkeklerin işi
daha önemli hale geldi, kadınlar ve
erkekler arasındaki farklar artmaya
devam etti, ataerkil sistem daha da
37
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
güçlendi. jinosentrik olan aile -ve
tabii ki kamusal alan- androsentrik
(erkek-merkezli) ve androkratik
(erkek-yönetimli) oldu.*
Özel ve kamusal alana hakim olan
temel değerler de keskin bir şekilde
ayrılmıştır; hatta neredeyse birbirlerine zıt oldukları bile söylenebilir. Özel alanda sevgi, koruma kollama, fedakarlık ve anlayış değer
görürken, kamusal alan rekabeti,
hırsı, saldırganlığı, bencilliği gerektirir ve bunları cesaretlendirir. Kadınlardan, evde erkeklere piyasanın
acımasızlığından uzak bir sığınak
sunmaları beklenir.
38
Din esaslı ahlak ve değerlerin artık
ekonomi, bilim ve teknolojide yeri
yoktur. Barbara Ehrenreich ve Deirdre English bu kopuşu çok iyi tanımlamıştır: “Dünyanın bu yeni
düzenlemesi, tarafsız bir bölü çizgisi
boyunca bölmelere ayrılmışlık olarak görülmemelidir. Bu iki alan,
temel değerler açısından, birbirine
karşı durur ve aralarındaki çizgi ahlaki gerilimle yüklüdür. Piyasa, en
temel işleyişi açısından, açgözlülük
ve hırsı kınayıp başkalarını düşünme ve fedakarlığı (en azından ilkesel olarak) yücelten yüzyılların
dini ahlak anlayışına meydan okur.
Eski Ahit’te ticaret onursuzlukla lekelenmişti; faiz karşılığı borç para
vermek tefecilik olarak suçlanıyordu. Fakat yeni düzeni özümse-
yen piyasa, tüm ahlaki değer yargılarını, soğuk bir aldırmazlıkla silip
atar. Artık kar sadece bazıları tarafından ve ötekilerin yoksullaşması
pahasına elde edilebilir ve insani
sevgi, cömertlik ya da bağlılığa yer
yoktur ... “
Özel ve kamusal ayrımı kadınların
statüsünü de geriletiyor
Bazı feminist tarihçilere (ve Engels’e) göre, durum böyle görünüyor. Üretimin ev içinde gerçekleştiği
ve özel alan ile kamusal alan arasındaki ayrımın daha az olduğu toplumlarda kadınlar daha eşit bir
statüye sahiptir. Fakat bu özel-kamusal ikiliği esas olarak, kadınların
çok farklı rolleri üstlendiği, iki farklı
üretim tarzı ve ekonomik sisteme
dayanır. (Dolayısıyla gerçekte kadınların statüsünü, onların iş ve mülkiyet ile ilişkileri belirlemektedir.
Sosyalist feministler, kadınların tarihteki ikincil statüsünün, iktisada
dayandığı görüşündedir, çünkü bir
grup olarak kadınlar neredeyse her
toplumda üretim ve mülkiyet ile çok
özgün bir ilişkiye sahip oldu. İkincil
statünün kişisel ve psikolojik sonuçlarının, iş ile aralarındaki bu özel ilişkiden kaynaklandığı düşünülebilir.
Joan Kelly’e göre, “ ‘Özel’ ve ‘kamusal’ alanı oluşturan şey, kültürden
kültüre değişse de ve aralarındaki
*Gyne: Yunanca’da kadın; Andros: Yunanca’da erkek; Jinekoloji: Kadınların fizyolojik sağlığı, işlevleri
ve hastalıkları ile ilgilenen bilim; Jinosentrik: Kadın-merkezli; Androsentrik: Erkek- merkezli; Jinarşi:
Kadınlar tarafından yönetim; Jinokrasi: Kadınların yönetimi; Androkrasi: Erkeklerin yönetimi; Jinelatori: Kadınlara tapma; Jinosid: Kadın soykırımı; Jinofobi: Kadınlardan neet ya da korku; Androjen: Erkek ve dişi karakter özelliklerinin aynı kişide bulunması.
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
ayırım çizgisi farklı çekilse de bir
uçta ailesel ve kamusal etkinliklerin
oldukça iç içe geçtiği toplumlar,
diğer uçta ise ev içi ve kamusal etkinliklerin keskin bir şekilde ayrıldığı
toplumlar
bir
düzleme
yerleştirildiğinde, karşımıza tutarlı
bir model çıkar. Ailesel etkinlikler,
kamusal ya da toplumsal etkinliklerle örtüştüğünde, kadınların statüsü,
erkeklerinkiyle
karşılaştırılabilir ya da erkeklerden
bile üstündür. Bu model Engels’in
görüşleriyle uyumludur, çünkü bu
tür durumlarda geçim ve üretim
araçları ortak maldır ve her şeyi
ortak paylaşan ev halkı hem ev içi
hem de toplumsal yaşamın odak
noktasıdır. Mübadele için üretimin
çok sınırlı olduğu, özel mülkiyet ve
sınıf eşitsizliğinin henüz gelişmediği toplumlarda, cinsiyetler arasındaki eşitsizlikler de bariz değildir.
Bu düzlem boyu tüm toplumlarda
kadınlar aktif üretici olmayı sürdürürler, ancak artı değer arttıkça,
özel mülkiyet geliştikçe, paylaşımcı
aile özel bir ekonomik birime dönüştükçe ve aile (ister geniş ister çekirdek olsun) bir erkek tarafından
temsil edildikçe, kadınlar da mülkiyet, ürünler ve kendileri üzerindeki
denetimi sürekli olarak yitirirler.
Kadınların etkinlik alanı olan ailenin kendisi, bir devlet tarafından yönetilen daha geniş bir toplumsal ve
kamusal düzenin emrine girer ki, bu
düzen erkeklerin nüfuz alanı olma
eğilimindedir. işte bu, tarihsel ya da
uygar toplumlar tarafından sergilenen genel modeldir.”
*Özel olan politiktir!
Kesinlikle! Aslında pek çok siyasi
düşünür (ve onların izleyicileri) tarafından, devletin “özel” alemde söz
sahibi olmaması gerektiği iddia
edildi. Ev ve aile üyeleri arasındaki
ilişkilerin hükümet düzenlemelerinden muaf olması gerektiği tartışıldı.
Böylece, evin dört duvarı arasında
olup biten her şey, kişisel bir sorun
olarak değerlendirilir ve hiçbir dış
müdahale teşvik edilmez. Kadınlara
karşı bariz eşitsizliğin ve vahim saldırıların sürmesine izin verilmektedir. Koca dayağı, evlilik içi tecavüz,
kız çocuklara babanın veya diğer
erkek akrabaların tecavüzü, kadınlara ve kız çocuklara uygulanan fiziksel ve zihinsel işkence ve kız
çocukların yaşadığı genel mahrumiyet, yakın zamana kadar, görünmez,
tartışılmaz ve mücadele edilmez olarak kaldı.
Ev içi ve kamusal alan arasındaki
bölünme aynı zamanda evin dışında
çalışan kadınlar için de sorunlar yaratır. Dışarıdaki çalışma ‘hayatı bu
kadınlardan bağımsızlık, hareketlilik, rekabet ve uzun çalışma hayatı
bu kadınlardan bağımsızlık, hareketlik, rekabet ve uzun çalışma saatleri talep ederken, aile tam tersi,
itaat, hizmet, işbirliği istemektedir.
Çok sayıda çalışan kadın, neredeyse
hiç uzlaştırılamayan bu taleplerin
onları fiziksel ve duygusal gerilime,
strese sürüklediğini belirtmiştir. İyi
bir eş (karı) ve etkili bir patron rollerinin bütünleştirilmesi zordur.
Oysa erkeklerden böyle bir şey; iyi
39
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
bir koca ve etkili bir patron rolünü
bütünleştirmeleri talep edilmez.
Feministler, özel ve kamusalın bu
sert ayrımını eleştirdiler ve ona
karşı koydular, çünkü bunun erkek
egemenliğini teşvik ettiğine ve eşitsizlikleri artırdığına inanırlar. Feminist
hareketin
türettiği
ve
yaygınlaştırdığı “Özel olan politiktir” sloganı bu ikileme karşı koymak
içindir. Bu slogan, kadınların özel
alanda farklı boyun eğdirme ve
baskı çeşitlerine maruz kaldığını
toplumun dikkatine sundu.
40
*Kadınların ikincil
konumuyla ilgili kavramlar
arasındaki farklar
Adları geçecek olan bu kavramlar
genellikle birbirleri yerine, gelişigüzel kullanılsa da aralarında farklar
vardır. Fakat öncelikle belirtmek isterim ki, toplumsal cinsiyet baskısı
ve toplumsal cinsiyet hakimiyeti
gibi kavramlar yalnızca toplumsal
cinsiyete dayalı baskı ve hakimiyet
var olduğunu ifade ederler. Bunlar,
kesinlikle hangi toplumsal cinsiyetin baskı altında tutulduğunu ya da
ezildiğini belirtmez. Tam manasıyla
söylemek gerekirse, toplumsal cinsiyet baskısı, yalnızca kadınların
baskı görmesi anlamına gelmez;
yine de, genellikle kadınlar ikincil
konumda oldukları için, toplumsal
cinsiyet baskısı ve toplumsal cinsiyet hakimiyetinin mağdurlarının
kadınlar olduğu farz edilir.
Sömürü kavramı, şimdi normal olarak Marksist bir anlamda kullanılmaktadır ve ekonomik sömürüyü ya
da artı değer çıkartmayı ifade
eder. Böylece kadınların sömürüsü,
kadınlara ekonomik hizmetleri karşılığında düşük ücret ya da hiç ücret
verilmemesi ve sömürenlerin, bu
sömürü ilişkisinden ekonomik ve
maddi çıkar elde etmesidir.
Baskı yaygın olarak kadınların ikincil konumu ya da erkekler tarafından egemenlik altına alınmalarından bahsederken kullanılır. Genel
olarak bu kavram, bir grubun diğer
grup aleyhine çıkar sağladığı, tarihsel ve yapısal olarak kurumsallaştırılmış haklar sistemini ifade eder.
Kavram, zorla boyun eğdirme durumunu belirtir ve bireylerin ve grupların maruz kaldığı koşulları
açıklamak için kullanır, “sınıf baskısı”, “kast baskısı” ya da “ırk baskısı”nda olduğu gibi.
Ezilmişlik ise bir başkasına göre
daha aşağı konumda yer almak
veya herhangi birine göre ikincil bir
konumda sıralanmak ya da başkasının denetimine veya otoritesine
maruz kalmak anlamına gelir. “Kadınların” ezilmişliği kavramı, kadınların ikincil konumunu, kaynaklara
ve karar mekanizmalarına vb. erişim yollarından yoksun bırakılmalarını ve kadınların çoğu toplumda
karşı karşıya kaldığı ataerkil egemenliği ifade eder.
Bazı feministler “baskı” kavramını
kullanmayı uygun bulmamaktadır.
Gerda Lerner’a göre, bu kavram
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
“hem baskıcı yanları olan hem de
bir dizi karşılıklı yükümlülükler içeren ve sıkça da baskıcı olarak algılanma- yan baba hakimiyetini
yetersiz olarak tanımlar... “
“ ... ‘Baskı’ kelimesi bir yanlış üzerine yoğunlaşıyor; bu kişisel içeriklidir, haksızlığa uğramış olan hedef
grubun bilincini temsil eder. Kelime
bir güç mücadelesini, bir grubun
diğer grup üzerinde egemen- liğine
sebep olan yenilgiyi ifade eder. Kadınlar, cinsiyet - toplumsal cinsiyet
sistemini ‘kabul ederek kendi ikincil
konumlarının
oluşturulmasında
diğer gruplardan daha fazla işbirliği
yaptı. Kendilerini ezen değerleri öylesine içselleştirirler ki bunları gönüllü olarak çocuklarına aktarırlar.
Bazı kadınlar diğer kadınlar ve erkekler üzerinde güce sahipken, yaşamlarının
bir
yanında
da
kocalarının ya da babalarının ‘baskısına’ maruz kalırlar. ‘Baskı’ kavramı bir grup olarak kadınların
durumunu tanımlamak için kullanıldığında, böylesi karmaşıklıklar
görünmez hale geliyor.”
Lerner, “kadınların ikincil konumu”
kavramını kullanmanın farklı yararları olduğunu düşünmektedir. “ikincil olmak kavramı, egemen taraf
hakkında kötülük çağrışımı yapmıyor; kavram erkek ve ikincil olan
arasında danışıklı dövüş olasılığına
izin veriyor. Bu, koruma ve imtiyaz
karşılığında -ki, bu durum kadınların tarihsel deneyiminin büyük bir
kısmını niteler- ikincil konumun gönüllü olarak kabulü olasılığını içerir. Böylesi bir ilişki için ‘baba
hakimiyeti’ kavramını kullanacağım. ‘ikincil konumda olmak’, ‘baba
hakimiyeti’ne ek olarak diğer ilişkileri de kapsamaktadır; ayrıca ikincilliğin nedenleri hakkında tarafsız
olma avantajına da sahiptir, ‘baskı’
kavramında bu avantaj yoktur. Erkeklerin ve kadınların beş bin yıllık
karmaşık cinsiyet/toplumsal cinsiyet ilişkileri, basit bir nedene -erkeklerin
iktidar
hırsınayüklenemez. Bu yüzden, farklı
zaman ve yerlerde erkekler ve kadınlar tarafından yapılandırılan
farklı ve çeşitli cinsiyet/toplumsal
cinsiyet ilişkilerini tanımlamamızı
mümkün kılacak, değerlerden olabildiğince arınmış kavramlar kullanmak daha iyidir.”
Mahrumiyet kavramı bazen kadınların durumunu açıklamak için kullanıldı, ama iktidar ilişkilerinin
varlığını gizlediği için uygun değildir. Mahrumiyet, gözlemlenen yetki
ve ayrıcalık yokluğudur. Bu kavram,
kimin mahrum ettiği değil, neyin
mahrum edildiği üzerine dikkat
çeker. Mahrumiyet, tek bir kişi,
insan grupları, kurumlar, doğal koşullar ve afetler, sağlık sorunları ve
daha pek çok nedenle ortaya çıkabilir.
Kadınların durumu toplumdan topluma ve tarihin farklı dönemlerine
göre değişiklik gösterdiğine göre
anlatılan duruma uygun farklı kavramlar kullanılabilmektedir.
41
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
Dördüncü Bölüm
Toplumsal
Cinsiyet ve
Kalkınma
*Toplumsal cinsiyet,
kalkınma konularında
neden bu kadar önemli
oldu ?
42
Son 10-15 yıldır toplumsal cinsiyet
ve kalkınma gerçekten de büyük ölçüde tartışılır oldu. Bu konuda sayısız konferans, eğitim ve atölye
çalışması yapıldı. Toplulukların tüm
yaşamlarının iyileştirilmesine çalışması gereken planlı kalkınma çabalarının, ya kadınlara yardım
etmediği ya da gerçekte onlara çok
çeşitli yollardan zarar verdiği
açıkça ortaya çıkmaya başladığında,
kadınlarla veya toplumsal cinsiyet
ile ilgili kaygılar kalkınma konularını etkiledi.
1960 sonları ve (esas olarak) 1970
başlarında dünyanın farklı bölgelerindeki kadın araştırmacılar, kalkınma planlamasında kadınların
ihmal edildiğine dikkat çekmeye
başladılar. Daha önce de bu süreç
içersinde benzer şikayetler, katılım
eksikliği ve yoksulların dışlanması
ve durumlarının daha da kötüleştirilmesi konusunda gözlemlenmişti.
Planlamacılar, tüm toplum üyeleri-
nin otomatik olarak kalkınma programlarından yararlanacağını varsaydılar fakat bu varsayım, hemen
hemen her yerde geçersiz bulundu.
1950’Ierde bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler planlı kalkınmaya
başladıklarında, modelleri Batı’ydı.
Sanayileşme ve modern tarımın büyüme ve kalkınmada öncü olacağı
düşünüldü ve sanayiciler, toprak sahipleri, zengin çiftçiler ve girişimciler
üzerinde
yoğunlaşıldı.
Kalkınmanın yararlarının fakir çoğunluğa “damla damla akacağını”
ve zamanla tüm toplulukların zenginleşeceğini farz eden gelişmekte
olan ülkelerin hükümetleri “güçlünün üzerine para” koydular. Alt
gelir grubuna ve, kadınlara çok az
önem verildi. Kadınların eve ve ekonomiye katkıları ne tanındı ne de
buna değer verildi.
İlk Birleşmiş Milletler On Yılı, yani
1960-1970 boyunca, kalkınmanın
yararlarının yoksul çoğunluğa ulaşmadığı açığa çıktı. Yetersiz istihdam, gıda malları eksikliği ve
zenginle yoksul arasında daha da
artan kutuplaşmanın göstergeleri
vardı. Bu göstergelerin ve aşağıdan
gelen baskıların bir sonucu olarak,
kalkınmanın hedefleri ve bunlara
ulaşabilme yöntemleri ikinci Kalkınma On Yılı. Yani 1970-80’ler boyunca yeniden gözden geçirildi.
Hindistan ve Bangladeş gibi ülkelerde kırsal bölgede çalışmalar
yapan sivil toplum örgütleri (STK)
kalkınma programlarına kadınların
ve yoksulların katılmadığına dikkat
çektiler. Bu dönemde “halkın katı-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
lımı”, “aşağıdan-yukarıya yaklaşımı”, “büyümeyle birlikte yeniden
dağıtım” gibi kavramlar tartışılmakta ve yoksulluk karşıtı programlarla birlikte “temel ihtiyaçlar
yaklaşımı” ortaya konmaktaydı.
Benzer şekilde bir aile, kalkınma
programlarından yarar sağladığında bile, ailedeki kadınların bu
yarardan eşit pay ya da herhangi
bir pay almadığı keşfedildi. Feminist bir bakış açısıyla gerçekleştirilen çalışmalar -yani, kadınların
çıkarları, kaygıları ve eğilimlerinin
rehberliğinde hiyerarşik toplumsal
cinsiyet ilişkilerini dönüştürmek ve
onları eşit hale getirmek için çalışmalar- toplumsal cinsiyet körü kalkınma
planlarının;
kadınları,
onların bakış açılarını, ihtiyaç ve çıkarlarını gene lolarak göz ardı ettiğini sergilemek için dünyanın çeşitli
bölgelerinden bilgi ve kanıtlar sağladı. Bu ihmal, kadınlar ve erkekler
arasındaki mevcut eşitsizliğe karşı
çalışılmadığını ve ikinci olarak da,
kadınların kalkınma sürecindeki
faaliyetlerinin, potansiyel katkısının
ve katılımının göz ardı edildiğini
ifade ediyordu. Sonuç olarak kadınlar daha da önemsiz, dışlanmış ve
yetkisiz hale getirildi.
Kadınların eğitim ve beceri kazanma olanaklarından yararlandırılmadığı, teknolojinin onları ağır ve
sıkıcı işlerden kurtarmadığı. önyargı ve yanlış kanıların devam ettiği gerçeği herkesin görebileceği
şekilde ortadaydı.
Hemen hemen dünyanın her ye-
rinde kadınlar çiftçi ya da yiyecek
üreticisi olmuşlardır. Buna karşın
planlamacılarımız, karar mercilerimiz ve iletişimcilerimiz, kadınların
katkılarını kabul etmeyi ısrarla reddetmektedir. Bu bayların (ve bayanların)
kullandıkları
dil
bile
algılamalarındaki ayrımcılığı ele
verir. Nitekim çiftçiler ifade edildiğinde istisnasız erkekler (men), baylar, efendiler, ve o (İngilizce’de
erildir, he) gibi eril zamirler kullanırlar.
*Kadınların
önemsizleştirilmesine,
dışlanmasına
(marjinalleştirilmesine)
yol açan kalkınma
programları
Kadınlara karşı kullanılan bu at gözlüklerinin sonucunda ve halen de,
tarımsal ve kırsal kalkınma planlamasında, kadınlar ihmal edilmekte
ve daha ötesi marjinalleştirilmektedir. Tarım, bahçıvanlık ve hayvancılıkla ilgili bilgi, mesleki eğitim ve
kredinin büyük kısmı, kadının bu etkinliklere büyük katkısına rağmen,
erkek çiftçilere verilmektedir. Yardım ve kredi programları çoğunlukla erkekler tarafından ve
erkekler için yürütülmektedir.
Bunun aksine kadınlara yönelik
gelir getirici etkinlikler gelenekselliğini korumuştur; bunlar, çok
küçük bir gelir ve ancak eril ve dişi-
43
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
lin ne olduğuna dair sürüyle efsane
yaratan dikiş, nakış, papad ve turşu
yapımı gibi şeylerdir.
44
Tarımsal kalkınma, normal şartlarda, karar almadan uygulamaya
kadar erkekler tarafından neredeyse tümüyle “adamlarla donatılmıştır”. Örneğin, 1980’lerde Dünya
Bankası tarafından planlanan ve finanse edilen, Hindistan’da tarımın
genişletilmesi için yapılan muazzam
ve pahalı “Mesleki Eğitim ve Ziyaret” projelerinde kadınlar tamamıyla göz ardı edildi ve dışlandı.
Benzer şekilde, Nepal’de yeniden
ağaçlandırma programlarını desteklemek için medyada yer alan bir
raporda kadınlardan bir kere bile
bahsedilmedi. Kadınlar, yeniden
ağaçlandırma, su tedariki, tahıl depolama vb. gibi esas olarak kadınlar
tarafından idare edilen ve onlar için
ciddi önem taşıyan projelere bile
dahil edilmemiştir.
Dahası, kadınlar daha sıkıcı, tekrarlanan ve yıpratıcı görevleri yapmayı
sürdürürken çoğu teknolojinin erkekler tarafından kullanılıp denetlendiğini
görürüz.
Tarımın
ticarileşmesi, çoğu kez işi kadınlar
yaptığı halde erkeğin nakit ve aile
kaynakları üzerindeki denetiminin
daha da büyümesine yol açtı.
Seksenlerde Nepal’de uygulanan on
bir büyük kırsal kalkınma projesine
dair bir inceleme, kadının üretici rolünün, “ev kadını”, “ev reisi” ve “ekonomik” faaliyet gibi çarpıtılmış
kavramlar nedeniyle topyekün reddedildiğini gösterdi. Bu projelerin
çoğunda yeni tarım teknolojileri ve
makineleri yalnızca erkeklerin kullanımına sunuldu ve saban sürmek
gibi sadece erkek işlerine tahsis
edildi. Makineleşme süreci, mısır
soyma ya da değirmencilik gibi bir
kadın işine girer girmez, o iş erkek
işine dönüştürüldü. Bu olay, Endoneyza ve Bangladeş’de yüksek pirinç rekoltesi nedeniyle mekanik
değirmenciliğin devreye girmesiyle
gerçekleşti. Sonuçta bir darbede
çok sayıda kadın önceki küçük kazançlarından bile mahrum edildi.
Kadınlar aynı zamanda tarım ekonomilerinde yaşamsal üretici kaynak olan toprağın denetimi ve
sahipliğinden de dışlandı/ar. BM
Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) bir
çalışması, geleneksel toprak kullanma sistemlerinin kadınlara,
resmi toprak sahipliği için başvurmak- sızın, kendisi, çocukları ve
daha geniş ailesi için ürün yetiştirme olanağı sağladığını ortaya
koymuştur. Buna karşın bazı toprak
reformu programları, toprak tapularını, kadınların artık bunlara erişemeyeceği veya üzerinde denetime
sahip olamayacağı şekilde, bireysel
olarak erkeğe vermiştir. Aynı zamanda yeni sahip, toprağı satmaya
karar verip toprağı işlemekten ve
yerel tüketim için ürün yetiştirmekten vazgeçebilir.
Toprak tapuları erkek adına düzenlendiği için resmi aile reisi de onlar
oldu. Böylece borç alma, hükümet
projelerine katılma, kooperatif
üyesi olma vs. hakkına yalnızca
onlar sahip oldu. Bu durum, erkek-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
lerin şehre göç ettiği ve çoğu tarım
işinin kadınlar tarafından yapıldığı
Hindistan’daki up* yaylaları gibi yörelerde bile geçerlidir. Mesleki eğitime gelindiğinde de hikaye aynıdır.
Sri Lanka’da Mahaveli Projesi, Malezya’da Muda Projesi, Kenya’da
Mwea Projesi gibi çok sayıda sulama amaçlı yeniden-yerleştirme
projesi üzerine yapılan bir inceleme; bunların bir çekirdek aile (bir
erkek reis ve bir ev kadını yardımcı)
düşüncesiyle planlanmış olduğunu
ve böylece bu topluluklarda kadınlara üretici olarak göreceli bir bağımsızlık
tanıyan
geleneksel
uygulamaları göz ardı ettiğini gösterir.
Feminist araştırmacılar, Sri Lanka’daki Mahaveli Projesi’nde, evli
kadınların toprak sahibi olamadığını ve her aileden sadece bir varis
gösterilmesi istendiği için bunun
çoğunlukla oğul olduğunu belirtti.
Projenin uygulandığı köylerdeki
evli kadınların bağımlı olduğu düşünülüyordu. Oysa, Sinhala’da geçerli
olan adet hükmünde yasa ve iki taraflı miras uygulamalarına göre,
hem oğullar hem de kızlar ailenin
çeltik tarlası üzerinde hak sahibiydi
ve evli kadınların bağımsız ve ellerinden alınamaz toprak sahipliği
hakları vardı. Yine, toprak tapuları
verilmediği için kadınlar tarımsal
yardım ve kredi bilgisinden, kurumsal kredilerden ve kooperatif üyeliğinden çok az yararlandı. Böylece
kadınlar yeni yöntemlerle marjinal-
leştirildi ve yetkisizleştirildi.
Yardım ve kredi eğitimi çalışmalarının da kadınları ihmal ettiği ve kültürel tutumların kadınlar ile erkek
danışmanlar arasındaki ilişkiyi engellediği ortaya kondu. Örneğin
Bangledeş’in kuzeybatısındaki bir
bölgede geleneksel olarak ekim için
tohumları kadınlar seçiyordu. Yüksek verimli yeni bir buğday türü tanıtıldığında,
sonuç
hayal
kırıklığıydı; yardımcı eğitim programı yalnızca erkeklere yönelik olduğu için kadınlar yanlış tohumları
seçmişti.
Nitekim dünyanın farklı bölgelerindeki deneyimler, kadınların “kalkınma” adına, ana tarım tarzlarının
dışına iteklendiğini gösteriyor.
Daha önceleri, erkekler ve kadınlar
tarımda eşit haklara sahip ortak
Karar almada bilgileri, katkıları ve
katılımları aşağı yukarı aynıydı. Zamanla erkek çiftçiler, erkek “kalkınmacılar”ca
özenle
seçildiler;
yüklerini hafifletecek, verimlerini
artıracak makinelere sahip oldular;
kooperatif ve kalkınma komitelerine üye edildiler. Peşin para ile satılan mahsul erkeklerin ellerine
nakit verdi. Tarımın ticarileşmesi
de, kadını marjinalleştirdi; çünkü piyasalar, bankalar ve ticaret merkezleri
“kamusal”
alanlardı
ve
dolayısıyla çoğu kadın için erişilmezdi.
Diğer ekonomik etkinlik alanlarında da benzer anlayışlar ortaya
*Hindistan’ın az gelişmiş bölgelerinden olan Kuzey Doğu eyaleti Uttar Pradesh (ç.n.)
45
46
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
çıktı. Örneğin Hindistan’da, çok sayıda kadının istihdam edildiği tekstil sektöründe makineleşme ve
modernleşmenin bir sonucu olarak
kadınlar işlerini kaybettiler. Bu ekonomik marjinalleşme, kadınların
sosyal olarak da marjinalleşmesine
ve statülerinin daha da aşağıya çekilmesine yol açtı. Bunun muhtemel
bir sonucu, Hindistan’da örneğin,
kız çocukları ana karnında ya da
doğar doğmaz öldürme ve çeyiz geleneklerinin daha önce uygulanmadığı bazı bölge ve toplumlarda
yaygınlaşmasıdır. Güney Asya’da
kadın-erkek oranındaki sürekli düşüşün temel bir nedeni de bu olsa
gerektir. Ekonomik açıdan yapısal
işsizliğin, kadınların hayatta kalma
şansını azalttığı görülüyor.
*Feminist bakış açısından
kalkınma programları
Birçok sosyalist feminist araştırmacı, üretimin parayla ilgili olmasının ve ticarileşmesinin, kadınların
ve yoksulların marjinalleşmesine
yol açtığını sergileyecek yeterince
kanıt toplamış bulunuyor. Kimileri
toprak ve kaynaklar üzerindeki denetimlerini yitirirken, sermaye birikimi bazı insanların birikiminin
daha da artmasına olanak tanır. Yitirenlerin denetim altında tutabildikleri tek şey işgüçleridir, .ancak
emeklerinin değerini de kendileri
belirleyemezler. Aslında Engels oldukça kategorik olarak özel mülkiyetin sınıfları ve toplumsal cinsiyet
hiyerarşisini yarattığını söylemiştir.
Ona göre, kadınları denetim altına
alma gereği, özel mülkiyetin doğuşuyla, ortaya çıkmıştır. Erkeklerin,
kadınların doğurganlığı ve cinselliği
üzerindeki denetimi, dünya -çapında ana hakkının tarihi yenilgisine neden oldu ayrıca burjuva
kadının pozisyonu, işçi kadınınkinden daha kötüdür, çünkü burjuva
kadınların kendileri mülkiyettir,
yalnızca varislerin üreticisi ve taşıyıcısıdırlar.
Ekonomist Amartya Sen ve Jean
Dreze, Hindistan’da Kadın Erkek
Oranları (KEO) üzerine yaptıkları
araştırmalarında benzer sonuçlara
ulaştılar.” Öncelikle 1901’den beri
tüm Hindistan’da KEO’nın nasıl sistematik olarak düştüğünü (kadın
nüfusunun erkeklere oranla azaldığını) ortaya koydular. İkinci olarak
genellikle oranların yoksullar,
okuma yazma bilmeyen işçi sınıfı ve
kastlar arasında daha yüksek olduğunu gösterdiler.
1901’de, tüm UP eyalet nüfusu için
KEO 937 iken, (yani her bin erkeğe
karşın 937 kadın var) UP’taki daha
alt kastlarda 986 idi. 1981’de- ki
KEO ise bu Listelenmiş Kastlar ve
Aşiretler arasında ve diğer kastlarda aşağı yukarı aynı seviyeye
düşmüştü. Çünkü UP’in Listelenmiş
Kastları ve Aşiretleri günümüzde
‘yüksek’ kastlara giderek daha çok
benziyor. Bu benzerlik, onların da
kadınlara yönelik ataerkil kayıtsızlık, dolayısıyla kadınların yaşama
şanslarını azaltma uygulamalarına
başlamış oldukları anlamına geli-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
yor. Diğer bir deyişle bu rakamlar,
daha üst kastların ataerkil normlarının diğerleri arasında da yaygınlaştığını kanıtlamaktadır.
Sen ve Dreze bu sürecin, aşağı kastlar ekonomik olarak yükselmeye
başladığında özellikle güçlendiğini
söylüyor. Sen ve Drezeirı daha yüksek düzeyde yoksulluğun daha yüksek KEO’yu koruma eğilimi
gösterdiğini ortaya koymaları oldukça sarsıcı ve şaşırtıcıdır. Aslında,
kadınların daha bağımlı ve sembolik bir konumda olduğu imtiyazı i ailelere nazaran, hayatta kalma
mücadelesinin aktif bir işbirliğine
dayandığı daha yoksul ailelerde
toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ortaklık yönünün daha güçlü olması
esasında son derece makuldür.
*Modernleşmenin
kurbanları
Alman feminist akademisyen Veronika Bennholdt-Thomsen de benzer
bir hipotez sunmuştur. BennholdtThomsen, Üçüncü Dünya kadınlarının
çoğunluğunun
içinde
bulunduğu korkunç durumun, eski
ataerkil sistemin bir kalıntısı ya da
geri kalmışlığın, kalkınmamışlığın
bir göstergesi değil, aksine modern
kalkınmanın bir ürünü olduğunu
yazmıştır. Ona göre, bugünkü haliyle bildiğimiz ev kadınlığı 19. yüzyılda Birinci Dünya Savaşı sırasında
ortaya çıkmıştır. Ev kadınlığı, proletaryalaşma ile kıyaslanabilir ve bununla yakından bağlantılı uzatılmış
bir tarihi sürecin sonucudur. Bennholdt-Thomsen bu süreci “evcilleştirme” ya da “ev kadınlaştırma”
olarak adlandırmaktadır. Modern
para ve mal ekonomisi nüfuz kazanır kazanmaz, kadınlar kendilerini,
çalışma hayatının ücretsiz ya da en
düşük ücretli alanına itilmiş buldular. Özellikle kadınlar, böylesine zor
eriştikleri para üzerine dönen bir
dünyada, çocuklarıyla birlikte bağımsız yaşama olanaklarını kaybettiler. Giderek artan mülkiyetsizlik
kadınları, erkeklere bağımlı olmayı
kabullenmeye zorladı; erkekler ve
kadınlar arasındaki ilişkide işbirliği
son buldu. Bu nesnel koşullarda ilişkiler ister istemez hiyerarşik ilişkiler
haline
geldi.
Bennholdt-Thomsen, modern toplumda para ve toplumsal itibar sıkıca bağlantılı olduğundan beri,
paraya erişimi çok sınırlı olanların
saygıdan da mahrum bırakıldığını
söyler.”
70’li yıllarda Hindistan’da köy kadınlarıyla ilgili araştırmalar yapan
Maria Mies şunları yazmaktadır:
“En vahşi şiddet ve cinsiyetçi terör,
tarımın son yıllarda hızla ‘kalkındığı’, yeni refah biçimlerinin ortaya
çıktığı, sinemanın, alkolün, televizyon ve diğer yeni tüketim ürünlerinin ‘modernleşme’ göstergeleri
olarak sunulduğu bölgelerde ortaya
çıkmaktadır.”
Bu istatistikler ve anlayışlar, “kalkınma” sürecine dahil olan herkesin
oturup yeniden düşünmesini gerektiriyor. Bunlar ekonomik gelişme-
47
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
nin kendi başına toplumsal cinsiyet
eşitsizliklerini muhakkak azaltmadığını bize hatırlatıyor. Aslında kapitalist
ekonomik
büyüme,
gerçekten toplumsal cinsiyete dayalı önyargıların yoğunlaşmasına
yol açabiliyor. Hindistan’ın ekonomik açıdan en gelişmiş eyaletlerinden olan Punjab ve Haryana’da
(Hindistan ortalaması olan 927’ye
karşılık) sırasıyla 882 ve 865 olan
KEO, bu noktayı iyi bir şekilde örneklemektedir.
48
Daha fazla toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak, ekonomik büyümeyle
bariz bir bağlantısı olmayabilen,
aktif bir toplumsal değişim sürecini
gerektirir. Bazı araştırmalar, kadın
karşıtı önyargının, aile içinde kadına daha fazla söz ve güç veren çeşitli etmenlerle önemli derecede
azaltıldığını göstermiştir. Bunlar öncelikle eğitim ve ayrıca ücretli istihdam yoluyla bağımsız bir gelir elde
edebilme kabiliyetidir. İkincisi kadınların daha fazla dışa açılmasını,
daha çok saygı görmesini, pazarlık
gücünün ve hayatta kalma şansının
artmasını sağlar.”
Bu araştırmalar ve anlayışlar, kalkınma plan ve programlarına yansıyor mu?
Bazı planlamacılar ve karar mercileri, kadınları dışlamanın ya da göz
ardı etmenin, yalnızca kadınlara
değil tüm topluma ve ulusa zarar
verdiğini fark ettiler; çünkü her
şeyin ötesinde onlar insan ırkının
yarısı- dır. Üye ülkeleri etkilemek
için Birleşmiş Milletler tarafından
1975’te Meksika’da Kadın ve Kalkınma konulu büyük bir küresel
konferans düzenlendi ve 1975-85
yılları Kadın On Yılı ilan edildi, pek
çok üye ülkenin onayladığı bildiriler ve eylem planları biçimlendirildi.
Bunlar doğrultusunda dünyanın çeşitli bölgelerinde, kadınların kalkınma sürecine nasıl dahil edileceği
konulu yüzlerce konferans ve toplantı düzenlendi. Böylece bir yanda
aşağıdan gelen bir baskı -yani,
kadın hareketinin eşitlik, adalet ve
kalkınma talepleri- diğer yanda üstten bir baskı -yani küresel bildiriler,
BM sözleşmeleri vb.- vardı.
Sonuç olarak çoğu hükümet, kadınlar hakkında veri ve nitel bilgi toplamak, kalkınma programlarının
kadınlar üzerindeki etkisini gözlemek ve değerlendirmek, kadınlarla
ilgili konuları kalkınma planlamasına dahil etmekle görevli bakanlıklar, daireler ve komisyonlar
oluşturdu. Genel olarak kadınların
üretime ve topluma katkıları ile kadınların özgün gereksinimleri kabullenildi ve tartışıldı. Bir ölçüde
ihmal ve önemsememenin peçesi
kaldırıldı ve kadınlar oldukça görünür hale geldi. Pek çok devlet, toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde
gerçekleştirdikleri ilerleme konusunda yıllık raporlar hazırlayıp BM
Kadın Statüsü Komisyonu’na sunma
konusunda anlaştı.
Yine de, Saskia Wieringa’nın da dikkat çektiği gibi: “Son on yıllarda kadınlar ve kalkınma konularına
önem verilmesine karşın, ister eko-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
nomik gerileme ister ekonomik büyüme koşulları altında olsun, gerçek ilerleme düzensiz ve yavaştır.”
1991 tarihli bir Birleşmiş Milletler
Raporu’nda, o zamanın Genel Sekreteri Perez de Cueller şöyle yazmaktadır: “Bu veri ve göstergelere göre,
son yirmi yılda kadınlara yönelik
bazı ilerlemeler olmuşsa da çoğunluğunun hala güç, refah ve fırsat
açısından erkeklerin çok gerisinde
kaldığı açıktır. 1993 insani Kalkınma Raporu, kadınların (dünyanın, kalkınma sürecinden dışlanan
en büyük grubu) sıklıkla iktidar konumlarından uzak tutulduklarını,
erkeklerden daha az eğitimli olduklarını, iş konusunda fırsatlarının
daha az olduğunu göstermektedir.
ilgili verilerin bulunduğu (gelişmekte olan) ülkelerde, kadın insani
kalkınma indeksi, erkeklerinkinin
yalnızca yüzde 60’ını oluşturmaktadır.” Yakın zamanda yapılan bazı çalışmalar, kalkınmadaki toplumsal
cinsiyet uçurumu ve kadına yönelik
şiddet arasındaki bağlantıyı da vurgulamaktadır.”
Güney Asya’da toplumsal cinsiyet
ilişkilerinde eşitlik arttı mı?
Bu soruya açık bir yanıt vermek zor.
Bu karmaşık bir konudur ve tüm
toplum ya da ülkeler için genelleştirilemez. Bazı açılardan kadınlar
kesinlikle kazançlı çıktı. Günümüzde kadınlar daha fazla hakka
sahiptir (oy kullanma ve miras
hakkı gibi), daha fazla fırsatları vardır (okula gitme, mesleki eğitim, iş,
seyahat gibi) ve politik karar alma
mekanizmalarına daha fazla katılırlar. Ayrıca kadınlara yönelik baskı
ve bu baskıyla sistematik olarak
başa çıkma gereksinimi hakkında
çok daha fazla bilinç vardır. Kadınlar kendilerini daha açık ifade ediyorlar ve değişim için örgütlüler.
Ancak kadınların durumlarının kötüleştiği başka konular var.
Örneğin, ortalama kadın ömrü ve
okuryazarlık durumlarına yönelik
istatistiklerin oldukça iyi olduğu Sri
Lanka’da, bu durum son 10-15 yıl
içinde kötüleşmiştir. Hindistan, Bangladeş ve Pakistan’da cinsiyet oranı,
kadınlar aleyhinde bozulmayı sürdürüyor. 1901’de bölünmemiş Hindistan’da kadın-erkek oranı, 1000
erkeğe 975 kadındı. 1991’de bu
oran, Bangladeş’de 940, Hindistan’da 927 ve Pakistan’da 91 oldu.
Bugün Güney Asya’da 74 milyon
kadın ve kız çocuk “kayıp”tır, yani
kadın nüfusu normalin 74 milyon
altındadır. Bunun anlamı, 90 yıl öncesinin ataerkil ihmal, ayırımcılık ve
şiddeti sonucu ölen kadın ve kız çocuğundan daha fazlasının günümüzde “öldürüldüğü/dür. Rakamlar,
kadınlar ve kız çocukların durumunun “kalkınma’’ya rağmen ya da bu
yüzden, kötüleştiğini kanıtlamaktadır.
Güney Asya’nın çoğunluğunda, kadınlara daha fazla fırsat sağlanıyor
ve toplumsal cinsiyet konularında
daha açıkça konuşuluyor bilinç
oluşturuluyor, ancak aynı anda ataerkil düzenler de yeniden diriliyor.
Her tür dini bağnazlık kadınlar için
49
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
daha fazla kısıtlanma anlamına gelmektedir. Örneğin Pakistan’da, ilerici aile hukuku, kadın karşıtı
Hudood Projesi’yle değiştirildi; Bangladeş’te köktendinciler kadın
gruplarına ve kadının güçlendirilmesine çalışan sivil toplum örgütlerine
(STK)
saldırılarda
bulunmaktalar.
50
Hindistan’da sağcı Hindu gruplar,
ataerkil rol modellerini yeniden
canlandırmaya uğraşıyor. Piyasa fanatikleri pornografiyi yaygınlaştırıyor ve kadın imajını inanılmaz bir
hızla küçültüyorlar. Gözden düşen
ve nerdeyse yok olmaya yüz tutan
güzellik yarışmaları, küreselleşme
ve liberalleşmeyle birlikte alabildiğine geri dönmüş bulunuyor. Kadına yönelik şiddet vakaları büyük
bir hızla artmaktadır. Ekonomik sıkıntı, kadınlara karşı ayrımcılığın
artmasına yol açıyor. Örneğin, kız
çocukları doğduktan sonra öldürme
uygulaması, daha önce böyle bir
şeyin var olmadığı Güney Hindistan’ın köylerine kadar uzandı, daha
önce ne çeyiz alan ne de çeyiz veren
toplumlarda çeyiz uygulaması baş
gösterdi. Yedi Güney Asya ülkesinin
dördünde kadın devlet başkanları
olmuş olmasına rağmen, kadınların
siyasete katılım oranının düşüklüğü
dehşet verici olmaya devam ediyor.
Bağımsızlıktan bu yana hiçbir
Güney Asya ülkesinde bir avuçtan
fazla kadın parlamenter olmamıştır.
Britanya’da ataerkil sistemin değişimlerini inceleyen Sylvia Walby,
Güney Asya’ya da uyarlanabilir görünen gözlemlerde bulunmaktadır.
Walby şöyle diyor: “Britanya’da ataerkil sistemin hem derecesinde hem
de biçiminde değişiklikler oldu. Son
yüzyıl boyunca Britanya’da, ataerkil
sistemin özel alandan kamusal
alana doğru hareket ettiği görüldü.
Ataerkil sistem özelde, kadınlar üzerindeki baskının esas alanı olan ev
içi üretime dayanır. Ataerkil sistemin kamusal şekli ise en başta istihdam ve devlet gibi kamusal alanlara
dayanır; ev hanesi, ataerkil bir yapı
olmaktan çıkmaz ama artık ana
saha da değildir. Özelde yaşanan
ataerkil sistemde kadınların emeği
esas olarak hükmeden bireyler tarafından sömürülür, kamusal boyutta
ise bu sömürü bireyler değil topluluk tarafından gerçekleştirilir, kolektiftir... “
Kadınların durumunda ilerleme mi
yoksa gerileme mi olduğu sorusuna Walby şu yanıtı veriyor: “Ataerkil
sistem, tarihi bir değişmez değildir.
Son yüzyıl boyunca toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki değişimler, ilerleme, gerileme veya hiçbir kapsamlı
değişiklik olmadı gibi çeşitli biçimlerde yorumlandı. Bu değişimleri, liberaller
ilerleme,
Marksistler
gerilemeyi izleyen ihtilaf içinde
durma hali ve radikal feministler ise
önemli bir değişikliği barındırmaz,
diye tanımladı.”
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
*“Kalkınmada
Kadınlar”dan “Toplumsal
Cinsiyet ve Kalkınma”ya
Başlangıçta çoğu insan kadınların
kalkınma sürecine dahil edilmesi
hakkında konuştu. Buna, Kalkınmada Kadınlar (KK) yaklaşımı deniyordu. KK’nin amacı kadınların
gereksinimlerini karşılamak ‘ve kalkınmanın hedeflerine ulaşmak için
kadınların geleneksel beceri ve yeteneklerinden yararlanmaktı. Ancak
KK politika ve programlarının, kadınların ikincil konumuna ve kadınlar üzerindeki baskıya çözüm
aramadığı, kalkınma düşünce ve
programlarındaki yoksul karşıtı önyargıları sorgulamadığı fark edildi.
BO’lerde dikkat, kadından toplumsal cinsiyete; refah, temel ihtiyaçlar
ve verimlilik yaklaşımlarından, kadınların güçlendirilmesi yaklaşımına kaydırıldı ki, bu yaklaşım
kadınların ikincil konumunun kökenindeki ataerkil sistemi vurgulamayı ve çözümlemeyi amaçlamaktadır. Sadece kadınlara odaklanmanın ne sorunsuz ne de yeterli olacağı savunuldu. Kadınlar üzerinde
odaklanmak, sanki kadınlar sorunmuş. sanki kadınlarla ilgili bir terslik varmış, eğer bir şeyler
düzeltilirse her şey iyileşecekmiş
gibi bir görüntü yaratıyordu. Daha
sonra kadınların koşul ve statülerini geliştirmek ve kadınları kalkınmanın ortağı kılmak için kadınların
ezilmişliğinin nedenlerini anlamanın; kadınları baskı altında ve ikincil
konumda tutan toplumsal sistemi
(ataerkil sistemi) incelemenin önemine işaret edildi.
Toplumsal cinsiyet kavramı, sorunun kadınlarda değil, kadınlara ve
erkeklere atfedilen, onların haklarını ve sorumluluklarını, işlerini,
alanlarını vs. belirleyen sosyo-kültürel tanımlarda olduğunu vurguluyordu. Kadınlar toplumsal sistem
nedeniyle nasıl tanımlanıyorlarsa
öyledirler ve kadının statüsünün geliştirilmesi için bu toplumsal sistemin
ve
onun
tanımlarının
değiştirilmesi gereklidir. Toplumsal
cinsiyeti sorgulamak, erkeği sorgulamayı da gerektirir, çünkü kadınları,
soyutlayarak
anlamak
mümkün değildir. Farklı toplumlarda toplumsal cinsiyetin nasıl yapılandırıldığı ve devam ettirildiğine
ilişkin bir araştırma gereklidir; bu
da toplumsal cinsiyet ilişkilerini,
toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünü ve toplumsal cinsiyet hiyerarşisini incelemek demektir. Ve daha
da önemlisi, toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki gücü incelemeyi ve çözümlemeyi gerektirir.
‘‘Kalkınmanın toplumsal cinsiyet konusunda tarafsız olmadığının giderek kabul
edilmesi, ‘kadınlar’dan ‘toplumsal cinsiyet’e doğru kavramsal bir değişimi beraberinde getirdi. Toplumsal cinsiyet
kavramı, biyolojik farklılıkları ve toplumsal yapılı eşitsizlikleri ayırt etmenin bir
yöntemi olarak ortaya çıktı. Bu arada,
toplumsal cinsiyet ilişkileri kavramı dikkatleri, birbirinden soyutlanmış kategoriler olarak değerlendirilen kadın ve
51
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
erkekten, eşitsiz toplumsal kategoriler olarak kadın ve erkeğin karşılıklı oluşturduğu toplumsal ilişkilere yöneltti.
Toplumsal cinsiyet ilişkileri, daha kapsamlı toplumsal ilişkilerin bir yanıdır ve
tüm toplumsal ilişkiler gibi, kaynakları
tahsis eden, görev ve sorumlulukları belirleyen, değerleri atfeden gücü hareketlendiren
kurallar,
normlar
ve
uygulamalardan meydana gelir. Toplumsal cinsiyet ilişkileri, aile ve toplum içindeki merkezi konular olan güç ve
hiyerarşiyi dikkate alır.’’ Madhu Sarin
52
Tüm “toplumsal cinsiyet uzmanları”
böyle yapmasa da, toplumsal cinsiyet ve kalkınma üzerinde konuşurken, aşağıdaki noktaların önemle
vurgulanması gerektiğine inanıyoruz:
Kadın ve erkeklerin başarıları ve katılımları arasındaki fark, biyolojik
farklılıkların değil, toplumsal olarak
yapılandırılmış toplumsal cinsiyetin
bir sonucudur.
Sorgulanması ve değişmesi gereken
yalnızca kadınlar değil, toplumsal
cinsiyet ilişkileri ve toplumsal cinsiyete dayalı işbölümüdür.
Kadın rollerinin, konum ve koşullarının değişimi, erkek rollerinin,
konum ve koşullarının benzer bir
değişimini gerektirir. Bu ikisi birbiriyle bağlantılıdır ve aralarında bir
güç ilişkisi vardır.
Kadınların konumunu değiştirmek
için ataerkil yapılarla ve ideolojilerle mücadele etmek şarttır.
Toplumsal cinsiyet hakimiyeti nede-
niyle, kadınlara özel dikkat ve ilgi
göstermek halen gereklidir.
Toplumsal cinsiyet ilişkileri ve hiyerarşiler soyutlanarak anlaşılamaz.
Kast, sınıf, ırk ve kuzey-güney ilişkileri bağlamında da incelenmelidir.
Kadınların mutlaka güçlendirilmesi
ve onları ikincil konumda kılan sistemler ve ideolojilerin parçalanması
gerektiği şimdi yaygın olarak kabul
görmektedir. Kadınlar tüm kurumlarda ve her düzeydeki karar mekanizmalarında eşit ortaklar olmalıdır;
kalkınma politika ve programlarının nesnesi ya da sadece yararlananı değil, öznesi olmalıdır.
Kadınlar ve kalkınma üzerindeki
düşüncelerde görülen bu değişiklikler, (daha çok) kadın araştırmacılar
ve akademisyenler tarafından incelenmiş, sınıflandırılmış ve adlandırılmıştır. Son otuz yılın yaklaşımları
“Kalkınmada Kadınlar”, “Kadınlar ve
Kalkınma” ve “Toplumsal Cinsiyet
ve Kalkınma” olarak adlandırıldı. Bu
adlandırmalar; duyarsız analistlerin, planlamacıların ve politikacıların, dünya nüfusunun çoğunluğuna
ve doğaya yaptığı muameleden hoşnutsuz olan dünya çapındaki milyonlarca kadın ve erkek tarafından
tabandan yukarıya doğru hareketlendirilen akımları yakalamaya çalışmıştır.
Çoğunluğun derdi, daha fazla “ilerleme” değil hayatta kalmaktır.
Geçimlerini sağladıkları doğal kaynaklar üzerindeki sınırlı denetimlerini de kaybetmiş olan yoksulları
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
1980 ve 90’Iarda Yapısal Uyum
Programları, küreselleşme ve özelleştirme daha da fazla ezdi. Dünyanın doğal zenginliğini çoğunluk
yerine, gözlerini kar ve iktidar hırsı
bürümüş bir avuç şirket, denetim altında tutmakta ve sömürmektedir.
Dünyanın çoğu ülkesinde yoksullar,
60’Iarda olduklarından daha kötü
durumdadır. o zaman nerede kaldı
“planlı kalkınma”.
Son yirmi yıl içinde yaklaşık 100 ülkede yaşayan 1.6 milyar insan, kişi
başına düşen gelirlerinin sürekli düşüşüne şahit olmuştur.
Büyüme, çok insan için işsizlik, söz
hakkından yoksunluk, köksüzlük ve
geleceksizlik haline gelebilir ve gelmiştir de. Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu, insani Kalkınma
Raporu, 1996
*Kadın hareketi
güçleniyor, kalkınma
anlayışı değişiyor
Halk örgütleri ve hareketleri (kadın,
çevre, insan hakları ve STK hareketleri gibi) kalkınma düşüncesini sorguladılar ve kast, sınıf, ırk ve
toplumsal cinsiyet hiyerarşileriyle
mücadele ettiler. Alternatif düşünce
biçimleri ile uygulamalar yaratmaya çalıştılar. Bunlardan biri, kalkınmada
kadının
yeniden
kavramsallaştırılmasıydı. Feminist
araştırmacı Maxine Molyneux, Nikaragua devrimi sonrasında, kadınların
toplumsal
cinsiyetten
kaynaklanan somut ihtiyaçları karşılanmaya çalışılsa da stratejik çıkarlarının hedef alınmadığına
dikkat çekmiştir. Devrim sonrası kadınların yaşadığı koşullar değişmiş
olsa bile erkekler karşısındaki konumları değişmemiştir. Dünyanın
farklı bölgelerinden benzer öngörüler bazı yararlı kavramların biçimlenmesine yol açtı, örneğin koşul,
konum, toplumsal cinsiyetten kaynaklanan somut ihtiyaçlar, stratejik
toplumsal cinsiyet çıkarları, ikincil
konumda olmak, güçlendirilmek,
özerklik, vs.
Kadınların koşulları; beslenme düzeyi, sağlık, temel gereksi- nimler ve
eğitimden yararlanma gibi kadınların maddi durumunu ifade eder ve
bunlar yiyecek, sağlık ve eğitim hizmetleri vb. sağlanarak iyileştirilebilir.
Kadınların konumu; erkeklerle ilişkili olarak kadınların toplumdaki
yerlerini ya da statülerini ifade
eder. Konumu değerlendirebilmek
için toplumsal cinsiyet ilişkilerine
ya da kadınlar ve erkekler arasındaki güç ilişkilerine bakmamız gerekir. Kadınların konumlarını
iyileştirebilmek için kadınlarla erkekler arasındaki mevcut kurallar,
yapı ve güç ilişkileri değiştirilmelidir.
Toplumsal cinsiyetten kaynaklanan
somut ihtiyaçlar; kadınların koşullarıyla bağlantılıdır. Bu ihtiyaçlar,
kolaylıkla saptanabilir (yiyecek,
temiz ve sağlıklı su, ilaç, barınma)
ve var olan toplumsal cinsiyete da-
53
54
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
yalı işbölümüyle ilişkilidir. Örneğin
su, yakacak ve yemek ihtiyaçlarını
kadınlar dile getiriyor; çünkü çocuklara, eve ve ev hayvanlarına
bakan onlardır. Kadınların toplumsal cinsiyetten kaynaklanan somut
ihtiyaçlarını karşılamak, mevcut
güç ilişkilerini değiştirmediği için
bu ihtiyaçları karşılamayı hedefleyen program ve etkinlikleri kimse
tehdit edici bulmamaktadır.
bunlar erkek egemenliğine karşı koyarlar ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinde uzun vadeli değişiklik talep
ederler. Fakat bu kategoriler genelde akışkandır. Kadınların koşulları.
Onların
konumlarında
değişikliklere ve toplumsal cinsiyet
ilişkilerinin dönüştürülmesine yol
açan bir biçimde de değiştirilebilir.
Stratejik toplumsal cinsiyet çıkarları; kadınların toplumdaki ikincil
konumlarıyla var olan hiyerarşik
toplumsal cinsiyet ilişkilerini değiştirme ve onları daha eşit hale getirme isteği ile ilişkilidir. Bu
çıkarlar, toplumsal cinsiyet ilişkilerini dönüştürmek için kadınların örgütlenmesi, karar alma konumlarını
elde etmesi, ayrımcı uygulamaları,
normları ve kuralları değiştirmesi
aracılığıyla elde edilebilir. Eğitim,
bilinç yükseltme, hareketlilik ve örgütlenme, liderlik ve yönetim becerileri geliştirmek vs., kadınların bu
çıkarlarını destekleyecek etkinliklerdir. Bu tür etkinliklere karşı genellikle tepki gösterilir, çünkü
*Söylemesi kolay yapması zor:
Gücü kadınlar ve erkekler
arasında yeniden
paylaştırmak
Aslında tüm bunları, özellikle de
güç ilişkilerini değiştirmek hiç
kolay değildir. İster resmi hükümet
büroları, isterse sivil toplum örgütleri olsun, değişimi planlaması veya
sağlaması gereken örgütlenmelerin
bizzat kendisi ataerkildir. Hatta kadınlar ve kadın örgütleri bile ataerkil
düşünceden
özgürleşmiş
değildir, çünkü onlar da aynı kültürün ürünleri- dir. Gerçek bir toplumsal değişim için düşüncede, örgütsel
yapı ve politikalarda, kalkınma
programlarının planlanmasında ve
uygulanmasında kapsamlı değişimler gerekir.
Tüm dünyada çok sayıda kadın ve
erkek, ataerkil düşünceyi, tutumları, yapı ve kurumları değiştirmek
için farklı düzeylerde çok çeşitli çabalar göstermişlerdir. Sadece birkaç
örnek verecek olursak:
~ Okul müfredatları incelenip top-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
lumsal cinsiyete daha duyarlı kılındı.
~ Medyanın ataerkil önyargılarına
dikkat çekildi, medyayı cinsiyetçilikten arındırıp kadınların katkılarını, ihtiyaçlarını ve isteklerini
yansıtmasını sağlayacak yasalar,
düzenlemeler ve öneriler hazırlandı.
~ Yasalar dikkatlice incelenip toplumsal cinsiyet konusunda daha duyarlı kılındı.
~ Toplumsal cinsiyete duyarlı araştırmalar yapabilecek kadın ve erkekleri yetiştirmek, toplumsal,
ekonomik ve siyasal mevzuları
kadın bakış açısıyla incelemek
üzere kadın araştırmaları merkezleri kuruldu.
~ Ulusal nüfus sayımlarını toplumsal cinsiyete duyarlı kılmak ve toplumsal
cinsiyeti
dönüştürme
planları hazırlayabilmek için cinsiyete göre değişen verileri elde
etmek üzere girişimlerde bulunuldu.
~ Hem hükümet hem de sivil toplum
örgütleri planlamacılarına, yöneticilerine, eğitimcilerine ve saha çalışanlarına yönelik, onların cinsiyet
eşitsizliklerini anlamalarına yardımcı olacak, onları toplumsal cinsiyet konularına duyarlı kılacak ve
cinsiyet eşitliğine bağlılığı aşılayacak yüzlerce atölye çalışması ve eğitim düzenlendi. Bu tür atölye
çalışmaları, emniyet mensuplarıyla,
medya çalışanlarıyla, hukukçularla,
halkın seçilmiş temsilcileriyle ve
diğer kamu görevlileri ile düzen-
lendi.
~ Plan ve programları incelemek,
bunları toplumsal cinsiyete duyarlı
ve dönüştürücü kılmak için öneri ve
kurallar, kontrol listeleri ve örnekler hazırlandı.
~ Eşitlik yönündeki gelişmeleri
planlamak ve izlemek üzere hükümetler, sivil toplum örgütleri ve BM
tarafından özel birimler, bölümler
ve komisyonlar oluşturuldu. 1985’e
kadar üye ülkelerin yüzde 90’1,
kadın statüsünü geliştirmeye yönelik kurumsal bir yapı ya da sistem
kurdu.
~ Hemen hemen her ülkede, çeşitli
toplumsal cinsiyet konularında çalışmalar yapmak üzere kadın örgütlenmeleri oluştu. Pek çok ülkede
kadın yayınları, filmleri, sanatı, mimarisi, gazete ve dergileri yaygınlaştı.
Bazı hükümetler, BM örgütleri ve
sivil toplum örgütleri; kadınları işe
almak ve onları daha üst konumlar
için eğitmek; örgütleri, politikalarını, kuralları ve çalışma kültürünü
kadınlar için daha elverişli kılmak
için özel çaba harcadı. Kadınların
güçlendirilmesini ve toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen programların başarısını ölçecek özel
toplumsal cinsiyet göstergeleri geliştirildi.
Kalkınmayı toplumsal cinsiyete
daha duyarlı kılmak için şimdi hükümet politikaları kadınlara özgüven aşılamaya odaklanan, onları
hakları konusunda bilinçlendiren,
55
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
ekonomik etkinlik ve istihdam için
eğiten niteliksel girdilere daha çok
vurgu yapmaktadır. Kadınların toprak, ev ve ağaçlar gibi üretim kaynaklarına ve önemli girdilere
bireysel sahipliğini ya da ortaklığını
artıracak çabalar, kredi (ya da
küçük çaplı sermaye) verme, pazarlama, mesleki/yönetimsel/teknolojik beceri eğitimi gibi destekleri
kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Kadın örgütlenmelerinin gelişmesi
şimdi kadının güçlendirilmesini teşvik edici, etkin bir strateji olarak
kabul edilmektedir.
56
Siyasal alanda toplumsal cinsiyet
eşitliğini desteklemek için Hindistan hükümetinin en bilinen girişimi,
yerel yönetimde kadınlara üçte bir
oranında kota sağlayan 73. madde
değişikliğidir. Bu düzenleme sayesin- de, yalnızca kırsal bölgelerde,
tahminen bir milyon kadın taban seviye- sinde lider olarak, bunların
75.000’i ise başkan olarak ortaya
çıkabilmiştir. Hindistan hükümeti
aynı zamanda, kadının güçlendirilmesine yönelik ulusal bir politika
taslağı da hazırlamaktadır. Parlamento ve eyalet yasama organlarında bile üçte birlik kadın kotası
tartışmaları sürmektedir.
Beşinci Bölüm
Toplumsal
Cinsiyete Karşı
Duyarlılığı
Artırmak
Kadın milleti evde oturur. Doğru, kadınlar milletin evinde, BÜYÜK MiLLET
MECLiSi’nde oturmalıdır!
*Toplumsal cinsiyeti
anlamak ve değiştirmek
Farklı kişiler bu kelimelere farklı
anlamlar yüklemektedir. En basit
anlamıyla toplumsal cinsiyete karşı
duyarlılık, çoğu toplumda kadınların ikincil konumda olduğunu, bu
ikincilliğin yalnızca kadınlara ve kız
çocuklara değil, erkeklere, erkek çocuklara ve tüm topluma zarar verdiğini bilmektir. Kadınların ve
erkeklerin niçin farklı davrandığının farkında olmayı, onların ihtiyaç
ve endişelerini anlamayı ifade eder.
Aynı zamanda farklı politika ve
programların kadınlar ve erkekler
üzerindeki etkilerini ve dolaylı sonuçlarını algılamak demektedir.
Planlamada toplumsal cinsiyete
karşı duyarlılık, kadınların dışlanmasını ve daha da marjinalleşmesini engellemenin yanı sıra,
kadınların özel ihtiyaçlarını da gözeten, kadınları dahil etmeye ve
güçlendirmeye çaba harcayan plan-
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
lar yapılmasıdır. Kısaca toplumsal
cinsiyet ilişkilerini dönüştürmektir.
Feminist toplumsal cinsiyet eğitimcilerine göre toplumsal cinsiyete
karşı duyarlılık, yalnızca ataerkil
sistemi ve diğer birbiriyle bağlantılı
kast, sınıf, ırk ve kuzey-güney gibi
hiyerarşileri anlamak değil, onlarla
mücadele etmek de demektir. Toplumsal cinsiyete karşı duyarlılaştırmanın tüm örgütlerde her düzeyde
gerekli olduğuna inanıyoruz. “Özel
olan politiktir” feminist sloganı doğrultusunda, toplumsal cinsiyete
karşı duyarlılaştırmanın kendimizden, ailelerimizden ve kurumlarımızdan başladığı inancındayız.
Yalnızca toplumsal cinsiyet ve ataerkil sistem gibi kavramları zihinsel
olarak anlamak değil, bu anlayışı
kendi düşünme ve davranış şeklimizi dönüştürmek için de kullanmak gerekir. Anlamak tek başına
toplumsal ilişkileri ve toplumsal
gerçekleri değiştirmez; toplumları
değiştiren şey insanların davranışları ve yaptıkları eylemlerdir. Bir
başka deyişle, toplumsal cinsiyete karşı duyarlılık, anlayışlarımızı içselleştirmeyi ve bu
öngörüleri davranışlarımıza yansıtmayı gerektirir. Toplumsal cinsiyet ilişkilerini dönüştürmek,
kuram ve uygulama, özel ve kamusal, öznel ve nesnel, mantıklı ve
duygusal arasındaki ayrımı yıkmak
anlamına gelir. Toplumsal cinsiyete
karşı duyarlılık, sadece kadınları
“ana akım”a yerleştirmeyi ifade
etmez, o ana akımı feminist bir
bakış açısıyla değerlendirmeyi ifade
eder. Eğer bu akım ataerkil, adaletsiz ve sürdürülemez ise, buna dahil
olmak yerine, kadınların mücadele
edip bunu değiştirmesi gerekir.
Aynı zamanda toplumsal cinsiyete
karşı duyarlılık -ekonomik, kültürel,
toplumsal ya da siyasi- TÜM konuların, kadınları ilgilendiren konular
olduğunu anlamak demektir, çünkü
kadınlar insanların yarısını temsil
etmektedir.
Açıktır ki, bunun tersi de doğrudur:
Yalnızca kadınları ilgilendirdiği varsayılan konular -çeyiz, tecavüz, pornografi, dişi ceninlerin veya kız
çocukların katledilmesi vs.- sadece
kadın meseleleri değil, toplumsal
meselelerdir. Ne yazık ki çok uzun
bir süre yalnızca kadınlar ve kadın
örgütleri bunlarla ilgilendi. Ancak
bazı duyarlı erkeklerin de şimdi bu
konuları ele aldığını ve “Tecavüz
Karşıtı Erkekler” ya da “Kadına Yönelik Şiddet Karşıtı Erkekler” gibi
gruplar oluşturduklarını görmek
cesaret
57
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
vericidir.
Toplumsal cinsiyete karşı duyarlılık
ve toplumsal cinsiyet adaleti kesinlikle örgütlerde ve karar süreçlerinde kadınların eşit katılımını
gerektirir, fakat buna ek olarak örgütlerin uygulamalarında ve kültürlerinde de bir dönüşüm gerektirir.
Örneğin, pek çok sivil toplum örgütünde daha fazla kadın yer almasına
karşın, örgütsel kültür, zaman
zaman kadın düşmanlığına varacak
kadar, erkek egemen olmayı sürdürmektedir. Bu yüzden tüm örgütlerde kullanılan dil, yapılan şakalar,
söylenen şarkılar, insanların giyim
tarzı hakkındaki yorumlar vs. çok
dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
58
Çoğu sivil toplum örgütü, üst düzey
yöneticilerinin geç saatlere kadar
çalışmasını, seyahat etmesini ve
hafta sonları da çalışmasını vs. bekler. Ev içinde de sorumluluklar üstlenen kadınlar için bu beklentileri
gerçekleştirmek, dolayısıyla yönetim kadrolarında bulunmak mümkün değildir. Bu nedenle sivil
toplum örgütlerinin, daha uzun çalışma saatleriyle kadınlar üzerinde
gereksiz bir baskı oluşturmak yerine, erkekleri evde daha fazla
zaman geçirmeye, ebeveyn, eşler ve
aile üyeleri olarak üstlenmeleri gereken rol ve sorumluluklara daha
fazla önem vermeye teşvik etmeleri
gerekir. Adaletsiz toplumsal cinsiyet
ilişkilerindeki gerçek değişim ancak
erkeklerin davranış ve faaliyetlerindeki somut değişimlerle gerçekleşebilir. Erkekler, ancak kadınların
evdeki sonsuz, yinelenen ve takdir
edilmeyen işlerine ortak olarak onları anlayabilir, onlara değer verebilir ve yardımcı olabilir.
Toplumsal cinsiyete karşı duyarlılık, dışarıdaki işiyle ev işini bütünleştirmek zorunda kalan kadınların
durumunu anlamayı da gerektirir.
Çifte iş yüküne ek olarak kadınlar,
özellikle yönetim kadrolarında yer
alanlar, davranışları konusunda birbiriyle çatışan taleplerle karşı karşıya kalır. Bir kadın yöneticinin sert,
serinkanlı, mantıklı, hırslı ve denetime hakim olması beklenir, fakat
aynı kadın yöneticinin bir eş ve
anne olarak, uysal, koruyucu ve fedakar olması beklenir. Erkek yöneticiler böylesi şizofrenik bir
durumla karşılaşmazlar.
Son tahlilde toplumsal cinsiyete
karşı duyarlı olmak, en basit şekliyle duyarlı ve ilgili olmak, erkekler
ve kadınlar arasındaki adaletsizliğe,
eşitsizliğe her nerede olursa olsun
karşı çıkmak demektir.
*Toplumsal cinsiyet
kavramının sorunları
Kavramlar esas olarak görüşlerimizi netleştirmeye ve toplumsal
gerçekleri daha sistematik bir yolla
incelemeye yardımcı olan analitik
araçlar ya da kuramsal yapılardır.
Kavramlar kendi başına gerçekliği
değiştiremez, ancak gerçekliği algılamamızı etkileyebilir ve bu anlamda gerçekliği inşa edebilirler.
Toplumsal cinsiyet, en basit haliyle
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
kadınlık ve erkekliğin yalnızca biyolojik kategoriler değil toplumsal kategoriler ya da yapılar olduğunu
açıklayan bir kavramdır.
Buna karşın bazı feministler bu kavramın kuramsal sorunlar içerdiğini
düşünmektedir. Maria Mies’e göre
cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki fark, “doğa”yı “kültür”den
ayıran tanınmış ikilik modelini izler.
Meis, kadınlar için bu ayrımın batı
düşüncesinde uzun ve feci bir geleneğe sahip olduğunu, çünkü modern bilimin gelişmesinden itibaren
kadınların doğayla özdeşleştirildiğini söyler. Cinsiyet ve toplumsal
cinsiyet arasındaki ikilik sorunludur, çünkü insan cinsiyeti ve cinselliği hiçbir zaman sadece biyolojik
ilişkilerden ibaret olmamıştır. Cinsiyet en az toplumsal cinsiyet kadar
kültürel ve tarihsel bir kategoridir.
Cinsiyet ve toplumsal cinsiyeti ikili
bir şekilde ayırmak, birini biyolojik
diğerini ise kültürel kabul etmek;
insanlar arasındaki cinsel farklılığın
bir anatomi sorunu ya da bir sorun
olarak kabul etmek isteyenlere ka-
pıları tekrar açar”
Diğerleri ise biyolojinin siyasi ve felsefi önemi üzerinde yeniden düşünme ihtiyacını gerekli görür.
Onlara göre toplumsal cinsiyet kısmen cinsiyet tarafından belirlenmektedir, dolayısıyla cinsiyetin bazı
yönleri hala politikayla ilgilidir. Örneğin kadın biyolojisinin belli özellikleri
bazen
kadınların
ihtiyaçlarının, en bariz olarak da hamilelik durumunda, erkeklerinkinden farklı olduğunu ifade edebilir.”
Ancak bu kuramsal ayrımlardan
daha sorunlu olan şey, toplumsal
cinsiyet kavramının günümüzdeki
kullanım biçimidir.
Günümüzde toplumsal cinsiyet terimi kullanmaksızın yapılan, kadınlarla ilgili bir atölye çalışması, yazı,
makale ya da konuşma hemen
hemen yoktur. Bu terime karşı ilgi
öyle yüksek ve ama anlayış öyle
azdır ki, terim kullanılmaması gereken yerde kullanılmakta ya da yanlış
kullanılmakta
ve
yanlış
yorumlanmaktadır. Örneğin, insanların cinsiyet oranı yerine “toplumsal cinsiyet oranı”, cinsiyete göre
ayrılmış veri yerine “toplumsal cinsiyete göre ayrılmış” veri dediğini
duymaktayız.
Bu karışıklığın ve yanlış kullanımların temel nedeni, çoğu insanın bu
kavramın ne anlama geldiğini gerçekten anlamamış olmasıdır.
Bangladeş’in uzak bir bölgesindeki
yaşlı bir sosyal hizmet uzmanına ne
tip bir iş yaptığı sorulduğunda,
59
60
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
“Aami gender kori” (toplumsal cinsiyet yapıyorum) demiştir; kanımca,
demeye çalıştığı kadınların gelişimi
için çalıştığıydı. Kadınların güçlendirilmesi, kadınların özerkliği ya da
kadınların gelişimi gibi kavramlar,
herkesin dilediğince yorumlamakta
serbest olduğunu sandığı toplumsal
cinsiyet adaleti ve eşitliği kavramlarıyla değiştirilmektedir. Hatta bir
keresinde kıdemli bir kalkınma uzmanı bana şunları söyledi: “Bu toplumsal cinsiyet ve toplumsal
cinsiyete karşı duyarlılık hakkındaki yaygara niye? Herkes toplumsal cinsiyetin ne olduğunu bilir,
herkesin üzerindeki kıyafetleri
çıkar o zaman görürsün toplumsal
cinsiyetin ne olduğunu.” Zavallı
adam, konuyu hiç anlamamıştı. Toplumsal cinsiyet hakkında, giysilerimizin çıplak bedenlerimizden daha
çok şey söylediğinin farkında değildi!
*Kavram neden popüler oldu
Hem kadınlardan hem de erkeklerden söz etmemizi sağladığı ve aralarındaki ilişkileri incelemeye mecbur
ettiği için toplumsal cinsiyet kavramı popülerleşti. Buna rağmen
kavramı kullanan pek çok insan,
yalnızca kadınlardan söz etmeyi, kadınlar ÜZERİNE, İÇİN ve İLE çalışmayı sürdürüyor.
Bazılarıysa tarafsız bir kavram olduğu için, yani hem kadınları hem
de erkekleri işaret ettiği, dolayısıyla
daha az tehditkar olabileceği için
bunu tercih ediyor. Toplumsal cinsiyet kavramı, erkekleri “kadınların
güçlendirilmesi” ya da “ataerkil sistem” gibi kavramlar kadar kızdırmaz. Fakat birçok feminist için
kavramla ilgili sorun da tam budur
tarafsızlığı. Toplumsal cinsiyet ya
da toplumsal cinsiyet ilişkileri kavramı, bu ilişkilerin doğasıyla ilgili
hiçbir imada bulunmaz. Örneğin
toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınların eşit haklara sahip olmadığı ya
da kadınların ezildiği anlamına
değil, yalnızca toplumsal cinsiyetler
arasında eşitsizlik olduğu anlamına
gelir.
Maria Mies, aksi halde feminizme
pek de sempati duymayacak hatta
düşman kesilebilecek her cinsten
insan tarafından bu kavramın hevesle benimsenmesinin şaşırtıcı olmadığını söylemektedir. “Cinsel
şiddet” yerine “toplumsal cinsiyete
dayalı şiddet”ten söz edersek, sarsıcı etki soyut bir terim tarafından
tüketilir ki, bu da tüm sorunu politik vaat ve uygulama alanından görünüşe göre tarafsız tartışmalar
alanına nakleder.
Öte yandan kadınların ikincil konumda tutulması sözü, kimin ezildiğini, marjinalleştirildiğini ve kimin
odak noktası olması gerektiğini
doğrudan ifade eder. Aynı şekilde
kadınların güçlendirilmesi de belirsizlikten son derece uzak bir terimdir.
Elbette toplumsal cinsiyet kelimesinin
yerine
geçmeyen
ama
kadın/erkek toplumsal cinsiyetçiler
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
tarafından giderek daha az kullanılan “ataerkil sistem” kavramı da tarafsız
değildir.
Bu
kavram,
toplumsal cinsiyet ilişkilerinin doğasını -yani denetimin erkekte olduğunu, erkek egemen bir dünyada
yaşadığımızı- açık ve net bir şekilde
ortaya koyar. Erkek dünyanın özellikleri ve ayrıntıları titizlikle incelenmeyi gerektirir, fakat iktidarda
kimin olduğu ve iktidarın nasıl yeniden paylaştırılması gerektiği açıktır.
Toplumsal cinsiyet kavramı tarafsız
olduğu için pek çok karmaşa yaratır. İnsanlara bu kavramın ne olduğu, niçin ortaya çıktığı ve nasıl
kullanılması gerektiği açıklanmadığı için çoğunluk bu kavramı, konu
hakkında kendi düşüncelerine uyacak şekilde kullanıyor. “Madem ki
bu bir toplumsal cinsiyet komisyonu, niye yönetici bir kadın?”,
“Toplumsal cinsiyet atölye çalışmalarında niye erkekler yok?”, “Toplumsal
cinsiyet
atölye
çalışmalarında niye kadınların güçlendirilmesinden söz ediyorsunuz?”
ya da “Toplumsal cinsiyet konusunda eğitim veren erkek niye
yok?” gibi şeyler söyleyen sayısız
erkek var. Erkeklerin dışarıda bırakılmadığını garanti etmek ve bizlerin
toplumsal
cinsiyeti
konuştuğumuzu ispatlamak için birdenbire her şey yarı yarıya olmak
zorunda kaldı. Aniden bir çok insan
(başlıca ama sadece erkekler değil)
erkekler geri planda ya da dışarıda
tutuluyor, her şeye dahil edilmiyor,
diye endişeleniyor. Henüz kadınlar
lehine daha fazla adalet sağlanmadan erkeklere karşı olası haksızlık
tehdidi bir kaygı haline geliyor.
Bu yüzden toplumsal cinsiyet kavramının genellikle güç ilişkilerini aydınlatmaktan ziyade bulandırdığını
fark ettik. Bu kavram, arındırılmış,
tarafsız bir kategori olarak görülüyor. Toplumsal cinsiyetle ilgilenen
pek çok kişi için artık toplumsal cinsiyet bir uzmanlık dalıdır. Canlı, her
şeyin birbirine bağlı olduğu dünyadan çıkartılmıştır. Ataerkil sistemden bahsetmeden ya da toplumsal
cinsiyet hakimiyetinin asli nedenlerini kavrayıp onlarla mücadele etmeksizin bir proje bağlamında
toplumsal cinsiyetten söz edilebilir.
Ayrıca toplumsal cinsiyet, hızla ötekilere, özellikle “hedef gruplara” ya
da yarar sağlayanlar denilenlere
“yapılan” bir şey haline geldi. Kuramda olmasa bile uygulamada,
toplumsal cinsiyetle ilgili endişeler
sıklıkla “taban” seviyesindedir. Toplumsal cinsiyetle yalnızca bir proje
kapsamında ilgilenildiği sürece, hiç
kimseye karşı bir tehdit olmayacaktır. Baskıcı yapıları, kurumları ve tutumları yıkmayı hedefleyen ataerkil
sistem karşıtı mücadeleleri n tersine, toplumsal cinsiyet oldukça
kabul edilebilir, temel görüş haline
getirilebilir bir kavramdır.
Bu, toplumsal cinsiyetin politik olarak kullanılma fırsatını reddetmek
değildir ve pek çok feminist de toplumsal cinsiyeti bu şekilde kullanmaktadır.
Ancak
kavramın
gerçekten de tümüyle apolitik ola-
61
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
rak kullanılma olasılığı vardır.
Ancak hiçbir şey apolitik olmadığına göre, bu kavram gerçek sorunu, yani ataerkil hakimiyeti,
gizlemek için kullanılabilir. Bu yüzden Güney Asya’da çoğumuz, bu
kavramı kullan- makta çok isteksiz
olmuşuzdur, şimdi bile son derece
dikkatle ve ancak ataerkil sistem
gibi diğer kavramların yanı sıra kullanmaktayız.
62
Kalkınma programlarına yapılan
toplumsal cinsiyete dayalı müdahaleler, anlayış ve hedeflerine göre
çok çeşitlilik gösterse de erkek (ve
kadın) politikacılar, planlamacılar
ve yürütmeciler için resmi bürolar
ve danışmanlar/eğiticiler tarafından kullanılan çok sayıda toplumsal
cinsiyete karşı duyarlılaştırma modülünün hedefi aynıdır. Kalkınma
program ve politikalarının verimliliğini artırmak için toplumsal cinsiyet ilişkilerine bakmak; kadınların
“üretici yararlılıklarını” kullanmaya
başlamak için kadınları programlara dahil etmek; kadına “yatırım
yapmak”. Toplumsal cinsiyet eşitliği
ve adaleti onların öncelikli hedefleri
değildir. Bu uzmanlar çok nadir olarak toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki güç konusuna değinirler. Ben,
genellikle toplumsal cinsiyet kavramının yalnızca erkeklerin ve kadınların farklı rol ve sorumluluklarını
ya da kaynaklar ve karar almada
sahip oldukları farklı hak ve denetimlerini tanımlamak için kullanıldığını duydum. Pek çok toplumsal
cinsiyet eğitmeni durumu tanımlamanın ötesine geçmezler, hatta top-
lumsal cinsiyet eşitsizliğinin nedenlerini incelerken bile, bunlara karşı
pek mücadele etmezler. Sıklıkla da,
kalkınmaya yönelik müdahalelerini
bile var olan toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünün üzerine kurarlar.
Çoğu toplumsal cinsiyet eğitmeni
ya da uzmanı toplumsal cinsiyet konusuna teknik bir mesel e olarak
bakar, kullanılacak birkaç analiz
yöntemiyle toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler giderilebilirmiş gibi
değerlendirirler. Bu tür eğitim ya da
müdahalelerin yalnızca toplumsal
cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelede
yetersiz kaldığını değil, aynı zamanda konuyu apolitize ederek değişimi
daha da zorlaştırdığını biliyoruz.
Saskia Wieringa, kalkınma planlamacılarının son derece karmaşık
durumları ifade ederken nasıl basitlik, kolay programlar ve nicelleştirilebilir hedefler peşinde olduğuna
dikkat çekmektedir. Esnek olmak ve
karmaşıklığı takdir ettiklerini göstermek yerine, toplumsal gerçekleri
kendi dar çerçevelerine uydurmaya
çalışmaktadırlar.
Wieringa, kalkınmada müdahaleler
planlanırken, kadınların toplum- sal
cinsiyet çıkarlarıyla ilgili asli sorulara değinilmediğini söylemektedir.
Wieringa’ya göre yapısal uyum
programları bağlamında, bu sorulardan bazıları şöyledir: Niçin yoksulluk
dişilleştirilir?
Niçin
çocukların, yaşlıların ve hastaların
bakımı gibi ücretsiz işleri kadınlar
yapmak zorunda? Bu tür işlere
neden erkekler dahil edilmiyor?
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
Niçin pek çok erkek, yaratmaya yardımcı oldukları ailelerden ayrılıyor?
O, şöyle devam etmektedir: “Bunlarla ilişkili daha bir dizi konu var:
Yiyeceklerin, lüks maddelerin ve
boş zamanların paylaşımında cinsiyetler arasında dengesizlik; kadınların yeni yaşam alanlarına girmesini
engellemek için geleneklere başvurulurken, aynı koşullardaki erkeklerin
yenilikçi
addedilmesi;
sürdürülebilirlik, çevresel tahribat
ve toplumsal cinsiyet konularının
önemsenmemesi; kendi yaşamlarıyla ilgili ekonomik ve politik kararların
alındığı
merkezi
konumlarda kadınların olmaması;
kalkınmayı temelde ekonomik bir
süreç olarak değerlendirip toplumsal yanlarını (bir ülkenin en önemli
kaynağı insanlar olduğu halde) göz
ardı etme eğilimi; cinsel şiddetin
çok nadiren meşru bir kalkınma
meselesi olarak kabul edildiği gerçeği gibi.”
Bugün Güney Asya’da yürütülmekte
olan “ana akımı” izleyen bir çok toplumsal cinsiyet çalışmasını göz
önünde bulundurarak, çoğu “toplumsal cinsiyet uzmanı”nın toplumsal gerçeklerin kararlı, esnek,
ekolojik ve ilintili yöntemlerle incelenmesini cesaretlendirmek yerine,
ortaya son derece basitleştirici araçlar, çerçeveler ve uygulamalar saçtıklarını görüyoruz.
Endişe veren durum, toplumsal cinsiyet kavramının kendisi değil, çok
sayıdaki “toplumsal cinsiyet uzmanı” tarafından kadın konularının
tarafsızlaştırılmasıdır. Bu şekilde,
kadın konulu tartışmaların mücadeleci yanları ve militanlığı yok edilmektedir. Bu da, ataerkil sistemle
mücadelenin sulandırılması değil,
güçlendirilmesi gerektiği ne, ataerkil sistemin ve ataerkil imtiyazın kesinlikle bir azalma göstermediğine
inanan diğer pek çok eğitimci için
bir sorundur. Aslında ekonomik liberalizasyon, köktencilik ve tutuculuğun önem kazanmasıyla birlikte
ataerkil sistem de yeniden dirilmektedir.
Sosyalist feministler ve eko-feministler, mevcut kalkınma modelini
ataerkil ve ekolojik açıdan yıkıcı
olarak değerlendirip onunla mücadele ederken, pek çok ana akıma ait
toplumsal cinsiyet uygulaması, kadınların “güçlendirilmesine” yönelik
fırsatları mevcut sistem içinde artırmaya çalışmaktadır. Ataerkil sistem,
kast, sınıf, ırk, devlet, sömürgecilik
/ emperyalizm ve çevre arasındaki
ilişki ender olarak sorgulanır,
çünkü bunlar “politik” konular olarak tanımlanırlar!! Buradaki varsayım, bu hiyerarşileri kabullenmenin
apolitik olduğudur.
Bu yüzden bizim meselelerimizi
apolitize etme potansiyeline sahip
akımlarla mücadele etmek önemlidir. Güney Asya’daki kast, sınıf, din
ve etnik hiyerarşilere ve ataerkil sisteme karşı mücadele etmek ve ilerici
bir
toplumsal
değişimi
gerçekleştirmek için daha fazla netliğe, kararlılığa ve inanca ihtiyacımız
var.
Planlamacılar
ve
uygulayıcılar, düşünenler ve yapan-
63
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
lar, uzmanlar ve uzman olmayanlar
arasındaki ayrımın en aza indirilmesi, toplumsal cinsiyete dayalı
planlama, feminist kuram ve kadın
hareketi arasında çok daha yakın
bir etkileşim ve işbirliği olması gerekir. Feminizmden uzak durmak
yerine, kadınların güçlendirilmesine yönelik programlarımızın daha
açıkça feminist olması gerekir.
*Daha fazla önem
verilmesi gereken konular
64
En azından şu iki konuya şimdiye
kadar olduğundan daha fazla önem
verilmesi gerekir:
-Kadınların toprak, su ve ormanlar
gibi doğal kaynaklardan yararlanması ve onlar üzerindeki denetimi.
Kadınların bu kaynaklardan yararlanmasını ve onlar üzerinde denetimini sağlayacak politika ve
programlar düzeyinde daha somut
adımların atılması gerekir.
-Ev işlerinin erkekler ve erkek çocuklar tarafından paylaşılması.
Güney Asya’da kadınların ikincil konumunun, bağımlılığının ve sağlıksızlığının temel bir nedeni, aşırı ev
işi yüküdür. UNDP insani Kalkınma
Raporu’na göre, kadınlar tarafından
yapılan ücretsiz işlerin toplam değeri, küresel olarak 11 trilyon ABD
dolardır. Kalkınma projeleri, kalkınma sürecine kadınları dahil etmeye, “insan kaynak”larını ve “sermaye”sini küresel üretim hizmetinde kullanmaya çabalamaktadır;
çok daha yakın zamanlarda ise pek
çok insan, kadınların her düzey yönetime katılımlarını artırmak için
çalışmaktadır. Ancak işçi sınıfından
çoğu kadın, aşırı çalışma nedeniyle
zaten çökme sınırındadır. Niçin kadınların ev işi sorumluluklarının azaltılmasına dair pek bir şey
duymuyoruz?
Çoğu program, “kadınların kalkınması” ve “güçlendirilmesi” adına kadınların iş ve sorumluluklarının
artmasıyla sonuçlanıyor. Oysa artık,
kadınların evde tam zamanlı işten
daha fazla çalışmalarının, resmi görevlere ve üst düzey yönetim konumlarına gelememelerinin bir
nedeni olduğunu kabul etmek zorundayız. Kadınların eş ve annelik
rolleri, onları ücretli işlerde ikincil
konumlarda yer almaya zorlamaktadır. Yeniden üretim ve çocukların,
ailenin bakımı konusu ortadan kalkacak gibi görünmediğine göre, erkekleri ailenin mutfağına ve evine
doğru yönlendiren paralel bir harekete başlamak gereklidir. Eğer
kadın yöneticiler, politikacılar ve
sivil toplum liderleri istiyorsak,
daha fazla erkeğin, anne, bakıcı,
hemşire ya da aşçı olmasına ihtiyacımız var. Kadınlar ancak yeniden
üretim işinin yükü azaldığında,
kendi vücutları üzerinde ve hayatlarında özerkliğe kavuşabilirler.
Maria Mies’in dediği gibi: “Erkekler,
yaşamın doğrudan üretimi, çocuk
bakımı, ev işi, yaşlı ve hasta bakımı,
kısaca ‘ev işi’ kavramı altında sınıflanan her işin sorumluluğunu paylaşmak zorundadır. .. Bu doğrudan
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
şu etkiyi yapacaktır: Erkekler çocuklara, yemeğe, temizliğe, hastaların bakımına, ilişkiler için çaba
göstermeye vs. daha fazla zaman
ayırmak zorunda kalacak ve erkeklerin tahrip edici sanayi üretimlerine, yıkıcı araştırmalarına, zararlı
boş zaman etkinliklerine ve savaşlarına ayıracak daha az zamanları olacaktır.
Olumlu
olarak
konulduğunda, kendi bedensel ve
zihinsel bütünlüklerini ve özerkliklerini yeniden kazanacak; iş yapmayı hem bir yük hem de keyif
olarak yeniden tadacak ve nihayet
işle ilişkili farklı bir değerler dizisi
geliştireceklerdir. Acaba erkekler
yaşamı-üretme ve yaşamı-sürdürme
işini bizzat yaparak sömürücü, kapitalist, ataerkil kavramın ötesinde
bir iş kavramı geliştirebilecekler
midir?
... Kadın ve erkeğin özgürleşme süreci birbiriyle ilişkilidir. Toplumumuzda kadınların ataerkil ilişkiler
kıskacını kırması, erkekler de aynı
doğrultuda bir hareket başlatmadıkça mümkün değildir. Ataerkil sisteme karşı bir erkek hareketi,
yardımsever bir baba hakimiyetinden değil, kendilerine insani değer
ve saygınlığı yeniden kazandırma
arzu- sudan esinlenmelidir. Eğer erkekler kadınlara saygı duymazsa,
kendilerine nasıl saygı duyabilirler?”
*Toplumsal cinsiyet
konusundaki çalışmalar
erkeklerle birlikte
yapılmalı, görüşünde
olanlar var
Bu görüşleri ben de duydum, ancak
katılmıyorum. Toplumsal cinsiyet
ve kalkınma, ayrı kadın ve erkek
grupları oluşturmamanız ya da
onlar için ayrı atölye çalışmaları düzenlemeniz ve hatta her atölye çalışmasında kadın ve erkek eğitmenler
bulundurmanız gerekiyor anlamına
gelmez. Ben, incelememizin kadın
ve erkek kimliklerinin toplumsal inşası ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine
odaklanması
gerektiğine
inanıyorum. Böyle bir inceleme, durumun gerektirdiği buysa, ayrı
gruplarda yapılabilir. Aslında bazı
topluluklarda, dayanışma bağlarını
geliştirmek ve ortak stratejileri biçimlendirmek için kadınlara özgürce
konuşabilecekleri
ve
düşünebilecekleri ortamı sağlayabilmek için kadınlarla ayrı toplantılar yapmak gereklidir. Benzer
şekilde, yine dürüst tartışmalara
olanak sağlamak için erkeklerle
ayrı toplantılar ve atölye çalışmaları
düzenlemek gerekebilir. Kadın ve
erkeklerin kendilerini rahat hissettikleri karma gruplarda, ortak
atölye çalışmaları ve toplantılar düzenlenebilir.
Tekrar edersek, toplumsal cinsiyet
üzerine odaklanmak, artık kadınlar
ya da kadınların güçlendirilmesi
65
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
hakkında konuşamayacağımız anlamına gelmez. Toplumsal cinsiyet
ilişkileri hiyerarşik, kadınlar ise
ikincil konumda olduğu sürece, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak
için kadınların güçlendirilmesini
desteklememiz gerekiyor. Erkeklere
ve kadınlara her zaman, toplumsal
cinsiyet eşitliğine ulaşmadan önce
bile, eşit şekilde davranılması gerektiğini düşünmek için henüz çok
erkendir. Erkekler ve kadınlar arasında eşitsizlikler sürüp gittiği için
toplumsal cinsiyetten söz etmeye
başladığımızı unutmamalıyız.
66
*Toplumsal cinsiyet
tartışması erkeklere karşı
kadınların tartışması
değildir
Elbette, toplumsal cinsiyet eşitliği
meselesi ne erkeklere karşı kadınlar tartışması, ne de tüm kadınlar ve
tüm erkekler arasında bir çatışmadır. Bu tartışma, eşitliğe inanan ve
eşitlik isteyenler ile erkek egemenliğini sürdürmek isteyenler arasındadır: inanç sistemleri ve ideolojiler
arasındadır. Her iki kampta da kadınların ve erkeklerin olduğunu hepimiz biliyoruz. Ataerkil sistemi
kabullenip bundan çıkar sağlayanlar, halihazırda var olanı (statükoyu) korumak isteyenler ve
toplumsal değişim için çalışmak isteyenler var. Günümüzde birçok
erkek hak ve imtiyazlarını, rol ve sorumluluklarını sorgulamaktadır. Er-
keklik, erkek iktidarı, erkek cinselliği, erkek bilgi sistemleri ve toplumsal ilişkilerin eril düzenlemesi
ilk kez eleştirel bir sorgulama için
masaya yatırılmaktadır ve sorgulayanlar ise hem erkekler ve hem de
kadınlardır.
Bu yüzden toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadelenin, erkekler ve
kadınlar arasında bir mücadele olduğunu düşünmek hem yanlış hem
de basit bir düşünce biçimidir.
Fakat erkeklerin ve kadınların çıkarları arasında bazı çatışmalar olduğu
reddedilemez;
kadınlar
kendilerini güçlendirmeye başladıkça, bu çatışma da kısa vadede artacak gibi görünüyor. Ancak
herhangi bir eşitlik mücadelesi, adil
bir dengeye ulaşılmadan önce bazı
kutuplaşmaları gerektirir.
*Toplumsal cinsiyet ile
ilgili konular neden tepki
uyandırıyor
Maria Mies bunu iyi açıklar. Mies,
çoğu erkek ve kadının toplumsal
cinsiyet ilişkilerini sorgulamaktan
kaçındığını söyler, çünkü eğer kendilerine toplumumuzdaki kadınerkek ilişkisinin gerçek doğasını
fark etme izni verirlerse para üretmenin, iktidar oyunlarının ve açgözlülüğün hakim olduğu vahşi
dünyadaki barış ve uyumun son
adasının da imha edileceğinden korkarlar. Dahası, bu konunun bilinçlerine girmesine izin verirlerse,
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
kadınlar ve erkekler olarak kendilerinin sadece bir yanda mazlumlar
(kadınlar), diğer yanda zalimler (erkekler) değil, aynı zamanda kadınlar ve erkekleri birbirine bağlayan
sömürü ve baskı sisteminde suç ortakları olduklarını da kabullenmek
zorunda kalacaklardır. Gerçekten
özgür bir insan ilişkisine sahip
olmak istiyorlarsa, suç ortaklıklarından vazgeçmek zorundalar. Bu,
yalnızca imtiyazları bu sisteme dayanan erkekler için değil, maddi
varlığı bu sisteme bağlı olan kadınlar için de geçerlidir.
lamalarında olduğu kadar ataerkil
toplumda da radikal bir dönüşümün
gerektiğine inanıyoruz.
*Ataerkil toplumda
radikal dönüşümler
gerekiyor
Daha önce de gördüğümüz gibi, kalkınma plan ve projeleri pek çok
kadın-karşıtı (yoksul-karşıtı) önyargılara sahip olabilir ve hatta sahiptir. Sadece bu plan ve projelere
kadınları dahil etmek yerine, bunlarla mücadele edip değiştirmemiz
gereklidir. Ekonomik büyüme, kar
hırsı ve bireysel çıkarları vurgulayan günümüz kalkınma modelinin,
kadınlar ve erkekler, zengin ve yoksul ile zengin ve yoksul ülkeler arasındaki uçurumu artırdığına dair
pek çok kanıt bulunmaktadır. Ek
olarak ekolojinin mahvolmasına da
yol açmaktadır. UNDP insani Kalkınma Raporları, mevcut kalkınma
biçiminin pek çok insanı işsizliğe,
sessizliğe, insafsızlığa, köksüzlüğe
ve geleceksizliğe ittiği ne dair tüm
dünyadan istatistikler sunmuştur
(UNDP, insani Kalkınma Raporu
1996). Günümüzde 358 milyoner
(ABD doları milyoneri), dünyadaki
2.5 milyar yoksul insanın sahip olduğundan daha fazla paranın denetimine sahiptir. Bazı çokuluslu
şirketlerin bütçeleri, pek çok devletin ulusal bütçesinden daha fazladır.
Gücün bu şekilde merkezileşme ve
kutuplaşması daha fazla gerilime,
çatışmaya ve şiddete yol açmaktadır.
Bazı örgütler yalnızca “kadın unsurunu” mevcut kurumlara ve sistemlere eklemek isterken, bizler gerçek
bir toplumsal değişimi gerçekleştirmek için kalkınma fikirleri ve uygu-
Kalkınma düşüncesindeki değişim
ile beraber, örgütlerimizde, toplumsal, iktisadi ve siyasal sistemlerimizde de radikal değişiklikler
olmak zorundadır. Ayrıca değer yar-
Eşitsiz ve baskıcı kadın-erkek ilişkileri ile ilgili gizli sessizlik komplosunu bozmaya cesaret edenler ve bu
ilişkileri değiştirmek isteyenler feministlerdir. Şimdi giderek çok
daha fazla insan, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitliğin, aile ve toplumlarda adil ve barışçı ilişkiler
kurmanın temeli olduğunu fark ediyor. Her yerde kadınlar ve erkekler,
toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak, herkes için adil ve barışçı bir
dünya yaratmak için el ele vermek
zorunda.
67
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
gılarında da -örneğin kendini öne çıkartmak ve rekabetten işbirliğine
ve sosyal adalete; yayılmacılıktan
korumacılığa; maddi kazanç edinmekten içsel gelişime doğru- büyük
bir değişim gerekecektir. Bildiğimiz
haliyle kalkınma anlayışını dönüştürmenin, onu herkesin yararına ve
adil kılmanın tek yolu, kalkınma
modelleri ve uygulamaları ortaya
koymaktır.
68
Toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak, “eril” ve “dişil” özellik ve değerlerini
(egemenlik-itaatkarlık,
rekabet-işbirliği, kendini öne çıkarmak- razı olmak, sömürme-bakma
ve besleme) bir kez daha incelemeyi
ve ciddi bir şekilde düşünmeyi gerektirir:
etiketlemenin doğru olup olmadığını da sorgulamak zorundayız.
Bunlar insani değerler değil midir?
Erkekler ve kadınlar hem “eri!” hem
de “dişil” yanlar geliştirip her ikisine de ihtiyaç duymazlar mı? Kadınların ve erkeklerin hem mantıklı
hem duygusal, hem kendini dayatıcı
hem başkalarına karşı duyarlı, hem
müteşebbis hem yuva kurucu, hem
dışa dönük hem içe dönük tipler olmaları gerekmez mi? Eğer kadınlar
kamusal alana girip bu alanda sorumluluklar üstleniyorlarsa, erkeklerin de özel alana girip çocuk
bakımı, hasta bakıcılığı ve ev yönetimi gibi sorumlulukları üstlenmeleri gerekmez mi?
~ mevcut kutuplaşmış, çatışmayla
yönetilen, ekolojisi mahvolmuş
dünya daha fazla rekabeti mi yoksa
işbirliğini mi gerektirir? Doğanın
daha fazla sömürülmesi mi korunmasını mı gerekir? Bir başka deyişle
günümüz dünyası daha “dişi!” niteliklere mi yoksa “eril” niteliklere mi
ihtiyaç duyar?
Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ve
erkek her birimizin kendimizi yeniden sorgulayıp olumsuz “eril” (saldırgan, otoriter, rekabetçi, benmerkezli olmak) ve “dişil” (itaatkar,
korkak, çekingen olmak) niteliklerimizin üstesinden gelmeyi gerektirir.
Aynı zamanda kız ve erkek çocuklar, kadınlar ve erkekler hepimizin
olumlu eril ve dişil nitelikleri de kollaması şarttır. Her birimizin güçlü
ve ilgili, korkusuz ve duyarlı, duygusal ve mantıklı olması gerekir. Bizler,
benzeri
görülmemiş
ve
tahammül edilemez düzeydeki şiddet ve çevresel rezalet içinde yaşayan günümüz dünyasının, ancak
özel ve kamusal alanda koruma ve
kollama gibi niteliklerin geniş kapsamlı uygulanması yoluyla iyileştirilebileceğine inanıyoruz.
Aslında biraz daha ileri gidip, değerleri ve özellikleri eril ve dişil diye
Ayrıca bir başka düzeyde, ekonomi
ve etik, siyaset ve ahlak, bilim ve din
~ kalkınma, “dişil” karakter özelliklerini ve değerleri ikincil konuma
yerleştirmeyi ve “eril” karakter özelliklerini ve değerleri yüceltmeyi mi
ifade eder ya da etmelidir?
~ toplumsal cinsiyet ve kalkınma,
kadınların kamusal alana girip
erkek gibi davranması mı demektir?
Toplumsal Cinsiyet “Bize Yüklenen Roller”
arasındaki ayrımı da sorgulamamız
gerekiyor. Bu ayrım, etik olamayan
ekonomik işlere, ahlaksız siyasi iktidara, bilimin sorumsuzca ve yıkıcı
amaçlar için kullanılmasına yol açmıştır. Bizler, değer sistemlerinin ve
ahlak sisteminin ekonomi, siyaset,
bilim ve teknolojinin kıyısında yer
alması değil, bunların temelini ve
itici gücünü oluşturması gerektiğine inanıyoruz. Ekolojik ve holistik
(bütünü kapsayan) düşünme, var
olma yöntemlerine ihtiyacımız var.
Tüm bu endişeler kalkınmayı gerçekleştirme kaygımızın parçalarıdır.
Toplumsal cinsiyet ve kalkınma konularının dar ve mekanik biçimde
ele alınamayacağına inanıyoruz. Bu
tartışmaların sınırları, ne kadar
kadın ya da erkeğin bunları sorguladığına indirgenemez. Onlar sürdürülebilirlik
arayışımızın
kapsamında toplumsal cinsiyet ve
kalkınma tartışmaları, günümüzdeki toplumsal cinsiyet, kast, sınıf,
ırk ve tümüyle tek taraflı ve sömürücü kuzey-güney işbölümünün
dönüştürülmesini de tartışmak zorundadır. Ayrıca kalkınmanın hedefleri
ve
insan
yaşamının
amaçlarıyla ilgili temel sorular sormamız gerekiyor. Aşağıdaki sorulara, bugünkü toplumsal cinsiyet
söylemlerinin çoğunun verdiğinden
çok daha fazla önem vermek gerekiyor.
~ İnsan çabalarının hedefi, yaşam ve
değer üretmek ve değerlendirmek
mi, yoksa yalnızca mal ve kar üretmek mi olmalıdır?
~ İnsanlar, eğer doğadan ve doğal
şeylerden tümüyle yabancılaşırlarsa, hala insan olarak kalabilirler
69
K
Liseli
ıvılcım Eğitim Broşürleri
mi?
~ Toplumların, şantaj ve sömürüyü
önlemek için temel ihtiyaçları karşılamada kendi kendilerine yeterli
olmaları gerekmez mi?
~ Kadınların kendi vücutları ve ya-
şamları üzerinde özerklikleri olmadan, erkekler yaşamın doğrudan
üretiminin ve şimdiye kadar “ev işi”
adı altında toplanan tüm işlerin sorumluluğunu paylaşmadan, sürdürülebilir toplumlar ve aileler
kurulabilir mi?
SON
70
71

Benzer belgeler