Kamusal iç Mekan ve Toplumsal Kimlik

Transkript

Kamusal iç Mekan ve Toplumsal Kimlik
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ * FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
KAMUSAL İÇ MEKAN VE TOPLUMSAL KİMLİK
Y. Mimar Nilüfer Sağlar Onay
Anabilim Dalı: MİMARLIK
Programı: Bina Bilgisi
Mimarlık ve Kimlik
Prof. Dr. Orhan HACIHASANOĞLU
OCAK 2005
KAMUSAL İÇ MEKAN VE TOPLUMSAL KİMLİK
Kamusal mekan, kamusal aktiviteyi barındıran, toplumsal yaşantıyı besleyen ve
yönlendiren mekandır. Tarihinin en eski devirlerinden beri insanlar bir araya
gelebilecekleri mekanlara ihtiyaç duymuşlardır. Toplumun her kesiminden insanın
sürekli etkileşim halinde bulunduğu kamusal alanlar, toplumsal kimliği şekillendiren
en önemli öğelerden biridir. Antik çağlarda genellikle kamusal dış mekanlar toplumsal
hayatı daha çok barındırırken, daha sonraki devirlerde kamusal hayat iç mekanlara
da kaymaya başlamıştır.
Bu yazı kapsamında kamusal iç mekanların tarih içindeki gelişimine değinildikten
sonra günümüzdeki kamusal iç mekanların toplumsal yaşantı ve kimlik açısından
değerlendirilmesi yapılacaktır. Kamusal iç mekanlar, toplumsal kimliğin en yoğun
şekilde yansıdığı mekanlar olmalarına karşın günümüzde bu konuda yazılı çok az
kaynak bulunmaktadır. Konunun öneminin yavaş yavaş gündeme gelmesinin nedeni
belki de kamusal yaşantı üzerindeki dış mekan hakimiyetinin iç mekanlara doğru
kaymasının etkilerinin yeni yeni gözlemlenebilmesi olabilir.
Mimarlık tarihinde insanların bir araya geldikleri ilk kamusal yapılar dini yapılar olarak
göze çarpmaktadır. Gerçek anlamda kamusal aktivitenin iç mekanda organize olduğu
ilk yapılar Antik Mısır’da göze çarpmaktadır. İklim koşullarının Avrupa ve Anadolu
kadar elverişli olmadığı çöl ortamında kamusal aktivitenin daha çok iç mekanlarda
yoğunlaşması kaçınılmazdır. Mısır’da Orta Krallık zamanında en önemli kamusal yapı
olan Mısır tapınağı, bildiğimiz kilise kavramından farklı bir anlama sahipti. Büyük
tapınaklarda
okullar,
üniversiteler
ve
arşivler
bulunuyordu.
Tapınak;
devlet
yönetiminin, eğitimin ve bilimsel çalışmaların merkezi konumunda idi. Toplumsal
kararlar burada alınır, kutlamalar burada yapılırdı.
Antik Yunan’da ise kamusal yaşantı çok önemli olmasına karşın kamu yapılarının
çoğunun üstü açıktı. Tapınaklar ise Mısır’da olduğu gibi kamusal nitelik taşımıyordu
çünkü tapınağın içine sadece rahipler ve seçilmiş kişiler girebiliyordu. Evler ve kamu
yapılarıyla sınırlanan “agora” antik Yunan’da kamusal yaşantının kalbiydi. Bu açık
alanda ticaret ve eğitim aktiviteleri yürütülür, kenti ve halkı ilgilendiren sorunlar
burada tartışılırdı. İÖ üçüncü yüzyılda mallarına satan zanaatkarlara barınak olan ve
en az bir kenarları sütun dizileriyle agoraya açılan uzun yapılarla yani “stoa”larla
kamusal ve ticari aktivite daha da zenginleşmiştir.
Şekil 1: Yunan Agorası(Mimarlığın Öyküsü)
Roma Uygarlığı zamanında ise kentsel yaşam üzerinde odaklanılması, kamusal
kullanım için kapalı yapıların inşa edilmesini gündeme getirdi.
Bundan daha da
önemlisi kent mekanının sürekliliği önem kazandı. Kentsel açık alanlarda süregelen
toplumsal aktivitenin iç mekanlarda devam etmesi fikri gelişti. Giovanni ve Battista
Nolli’nin 1748 senesinde çizdikleri ünlü Roma planı’nda kilise, bazilika gibi kamusal
yapıların iç mekanlarının da kentsel açık alanlarla birlikte beyaz bırakılması, iç ve dış
kamusal mekanlar arasındaki sürekliliğinin en önemli somut örneklerinden biridir.
Şekil 2: Giovanni- Battista Nolli’nin çizdiği Roma Planı,1748.(“Public İnteriors”)
Roma Dönemi’nde mekan sürekliliğinin yanı sıra kent nüfuslarının artması ile birlikte
toplumsal yaşantının belli kurallara bağlı olarak yönlendirilmesi ve değişik toplumsal
aktiviteleri barındıracak farklı yapıların tasarlanması önem kazandı. Dindışı yönetsel
işlemler için kullanılan bazilikalar, geniş mekanların kapatılması ve yönlendirilmesini
getirmiştir. Toplumsal yaşantıyı yönlendirme anlayışı, bu anlayışın işlevsel olarak
yürütüldüğü bazilika yapısının mimari kimliğine de yansımıştır. İç mekandaki düzenli,
ritmik ve görkemli karakter, imparatora ve onun adaletine duyulan saygıyı
simgelemektedir.
Şekil 3: Bazilika Ulpia iç görünüşü (Mimarlığın Öyküsü)
Roma İmparatorluğu Dönemi’nde tarih içinde ilk defa toplumsal hayat bu denli
desteklenmiş ve o devre göre çok büyük insan kitleleri aynı mekanlarda toplanmıştır.
Roma İmparatorluğu’nda toplumsal kimlik, yurtseverlik ve adalete bağlılık ilkeleriyle
şekillenmiştir. Bunun yanı sıra bilime gösterilen ilgi ve bilimsel çalışmalara sağlanan
destek toplum yapısının bir parçası olmuştur.
Roma’da toplumsal yaşantının geçtiği en önemli yapılardan biri de Hamam’dı.
Hamamlar sadece yıkanma işlevini karşılayan yapılar değillerdi. Hamamlarda halkın
eğitimi, eğlenmesi, iyi ve verimli vakit geçirmesi için gerekli her türlü donanım vardı.
Üstelik bu yapılardan yararlanmak tamamen ücretsizdi. Hamamların bünyesinde,
kütüphaneler, ders salonları, okuma odaları, beden eğitimi avluları, dükkanlar ve yeşil
avlular bulunurdu. Devletin bu kamusal yapılara bu denli yatırım yapmasının nedeni
yasadışı eylemlere yönelebilecek geniş işsiz kitlesini meşgul etmekti.
Şekil 4: Caracalla Hamamı (Mimarlığın Öyküsü)
İnsan kanının döküldüğü sporlara düşkünlük, bahsettiğimiz toplumsal kimlikle çelişse
de bunun politik bir nedeninin olduğu düşünülebilir. Bilime son derece açık olan ve
geniş kitleler halinde bir araya gelebilen bir halkın toplumsal aydınlanma ile yönetime
baş kaldırma ve imparatorun hakimiyetini tehlikeye düşürme potansiyeline karşı
dikkatlerin başka yöne çekilmesi belki de bu denli vahşi gösterilerin düzenlenmesinin
nedeniydi. Yani toplum ne kadar serbest ve özgür olsa da kamusal yapılar
ve
barındırdıkları işlevler toplumu yönlendirme özelliğine sahipti.
Roma imparatorluğunun Hıristiyan İmparatorluğuna dönüşmesi, kamusal alanların
toplum yaşamındaki yerinde bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde kilise dışındaki tüm
kamusal yapılar önemini kaybeder. Avrupa’da toplumsal yaşantı yüzyıllar sürecek
olan bir duraklama dönemine girer. Mimari üsluplar kendilerini sadece dini yapılarda
gösterir. Hıristiyanlık anlayışı, gökte bulunduğuna inanılan tanrıya yönelme arzusu ile
Gotik Mimariyi doğurur. Kilise iç mekanları çok yükselir. Ancak bu yükselme
toplumsal kimlik üzerindeki din baskısının bir göstergesidir.
Rönesans ile beraber yeniden kent ve kamusal yaşantı önem kazanır. Rönesans,
günümüze dek sürecek olan sürekli bir yükselişin habercisidir. Artık toplum ve mimari
birbirinden kopuk değildir. Mimaride insan ölçeği ve ihtiyaçları ve dolayısıyla
toplumsal kimlik ön plandadır. İç mekan kurgusunda matematiksel oranlar, ritim ve
düzen kendini gösterir. İlerleyen yüzyıllarda dinsel mistisizm yeniden canlanır ve
barok mimari doğar.
Sanayi devrimi ile ulaşım ve ticaret aktivitelerinin artışı, yeni yapı tiplerini getirir. Gar,
fabrika, depo, alışveriş merkezi, ofis binası, müze gibi yeni yapı tipleri doğar. Bu yeni
yapıların çoğu geniş ve aydınlık açıklıklara ihtiyaç duyarlar. Çelik ve cam kullanımı,
geniş açıklıkların gün ışığından mahrum kalınmadan örtülebilmesini sağlayınca,
gerçek anlamda çağdaş kamusal iç mekanın temeli atılmış olur. Bu gelişme kamusal
iç mekan organizasyonunda bir dönüm noktası olarak göze çarpar.
Şekil 5: Crystal Palace İç Mekan Görünümü (www.victorianstation.com/palace.html)
1851’de endüstri fuarı için inşa edilen “Crystal Palace” o güne kadar inşa edilmiş en
aydınlık ve büyük kamusal iç mekan niteliğini taşıyordu. Krallığın gücünü ve prestijini
simgelemek için inşa edilen yapı, aslında daha çok içindekileri değil kendini
sergiliyordu. 140 yıl boyunca krallık kapsamındaki en önemli kamusal ve ticari
faaliyetlere ev sahipliği eden yapı, teknolojinin mimari üzerindeki hakimiyetinin de
simgesiydi.
Endüstri Devriminin etkisiyle yükselmeye başlayan toplumsal yaşam kalitesi,
toplumun daha korunaklı ve konforlu mekanlara talebini getirmiştir. 19. yy ortalarında
yaygınlaşmaya başlayan üstü şeffaf örtülü alışveriş mekanları bu eğilimin somut bir
örneğidir. Söz konusu alışveriş mekanlarına en iyi örneklerden biri Milano’da halen
çok gözde bir alışveriş merkezi olan Galleria Vittorio Emanuele’dir. Galleria Vittorio
Emanuele, boyutları ve biçimlenişi açısından kamusal bir dış mekan niteliği
taşımasına karşın iklim koşullarına karşı korunaklı bir iç mekandır. Söz konusu pasaj
aslında kent içindeki 2 meydanı birbirine bağlayan bir yaya aksı üzerinde bulunduğu
için kamusal dış mekanın iç mekandaki sürekliliğini sağlamaktadır. Tarih içinde
özellikle Roma İmparatorluğu Devri’nde olduğu gibi pek çok dönemde kamusal iç ve
dış mekanların birbirlerine geçişlerindeki süreklilik önem kazanmıştır. Çünkü bu
alanların tasarımında esas olan toplumsal hayatın sürekliliğidir. Kentin değişik işlev
alanları arasındaki trafik ve hareket aslında gelişen ticari ve ekonomik hayatın bir
gereğidir. Kamusal alanların bu hareketi destekler şekilde organizasyonu harekete,
ticarete ve değişime hız vermektedir..
Şekil 6: Galleria Vittorio Emanuele, Milano (Interior Architecture)
Diğer taraftan 20 yy’da yaygınlaşan taşıt trafiğinin neden olduğu ses, görüntü ve
hava kirliliği şehir merkezinde bulunan açık kamusal alanların eski cazibesini
yitirmesine yol açmıştır. Yayaların konforlu şekilde kullanabilecekleri kamusal açık
alanları azalması, korunaklı iç mekanlara yönelimin nedenlerinden biri olmuştur. Söz
konusu durum, Amerika ve Avrupa’nın ardından 21. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
ülkemizdeki büyük kentlerde de yaşanmaya başlamıştır.
Kamusal iç mekanların işlevsel açıdan pek çok açık alana nazaran daha planlı ve
organize olması, kullanıcıların çeşitli faaliyetleri daha kısa sürede yapabilmelerini
sağlamıştır. Zaman kavramının geçmiş dönemlere göre çok daha değerli olduğu
günümüz çağdaş toplumsal yaşamında, zamandan tasarruf sağlama isteği de, iyi
planlanmış ve organize edilmiş iç mekanların kullanılması için bir gerekçedir.
Dünyanın birçok ülkesinde özellikle ticari aktivitelerin dış mekanlardan iç mekanlara
kayması söz konusudur. Toplumsal aktivitenin en önemli bileşenlerinden biri olan
ticaret, her dönemde toplumsal kimliğin oluşumunda etkin rol oynamıştır. Hatta pek
çok uygarlık döneminde ticari sistem kamusal alanların oluşumunda birincil etken
olmuştur. Örneğin Antik Yunan’da kentin kamusal yaşantısının kalbi olan Agora ve
Stoa kentteki ticari aktivitenin yürütüldüğü yerlerdir. Mimarlık tarihinde de çoğu kentin
konumlanışı ve biçimlenmesinde de en önemli bileşenler ticari ve ekonomik
bileşenlerdir. Bu durumda ticaretin kamusal mekanları büyük ölçüde şekillendirdiğini
ve kamusal aktiviteyi yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Yani ticari aktivitelerin gitgide dış
mekanlardan iç mekanlara kayması kamusal yaşamın da değişimini getirmektedir.
Kapalı kamusal alanlara karşı olan eğilimi karşılamak adına harekete geçen ticari
çevreler,
alışveriş
ve
eğlence
mekanlarının
biçimlenişinde
en
etkin
rolü
oynamaktadırlar. Ancak toplumsal yaşantının sağlıklı ve devingen bir şekilde
yürütülmesi için daha çok ticari kaygılarla oluşturulan bu kamusal alanlar yeterli
midir? Söz konusu kamusal iç mekanlar gerçekten kamusal aktiviteyi barındırabilecek
niteliklere sahip midirler? Bu soruların cevabı elbette her uygulama için farklı olabilir
fakat
toplum-kamusal
alan
etkileşimi,
belli
kesimlerin
yönlendirmesine
bırakılamayacak kadar önemlidir.
Bu durumda dünyanın her yerinde gitgide birbirine benzemeye başlayan kamusal iç
mekan düzenlemelerinin başarısı mekansal kimlik ve toplumsal kimlikle etkileşimleri
açısından ciddi şekilde sorgulanmalıdır. Akmerkez, Metrocity gibi günümüzün gözde
alışveriş mekanları acaba İstanbul’un en eski kapalı kamusal alanlarından olan
Kapalı Çarşı ya da Mısır Çarşısı gibi mekanların toplumsal hayata kattığı değerlere
sahip midirler?
Şekil 7: Kapalı Çarşı iç mekanında toplumsal yaşam (Gravürlerle Türkiye)
Ya da kamusal açık alanların içe yönelimi, toplumsal kimlik sürekliliğini nasıl
etkilemektedir? Örneğin Eski İstanbul’un Balık Pazarı veya Ankara’nın Çıkrıkçılar
Yokuşu gibi kamusal açık alanların barındırdığı toplumsal yaşantıyı bu saydığımız
çağdaş kapalı alanlar sağlayabilmekte midirler?
Daha önce de değinildiği gibi toplumsal yaşantının bu gitgide ivmelenen iç mekana
yönelimi, kamusal yaşam kalitesinin sorgulanmasını gerektirmektedir. Kamusal iç
mekanlar; yapay iklimlendirme, çağdaş malzeme ve tekniklerin kullanımı ve düzenli iç
mekan organizasyonu ile bireysel konfor ve tatmini artırırken, genellikle toplumsal
etkileşimi azaltmaktadırlar. Yani çağdaş yaşantının bir gereği ve sonucu olan
bireyselleşme, kamusal iç mekanların tercih edilmesine neden olmakta, diğer taraftan
da söz konusu çağdaş iç mekanlar toplumu bireyselleşmeye götürmektedir. Örneğin
bir süper markette tüketici, tek bir kelime etmeden evinin tüm ihtiyacını alıp,
marketten çıkabilmektedir. Tabi ki diğerleriyle etkileşim düzeyi ve biçimi her birey için
farklıdır. Belki de kimi bireyler için kamusal iç mekan kullanımı sırasında etkileşim
kaybı söz konusu olmayabilir. Ancak toplumun geneli göz önüne alındığında, eğilim
bireyselleşme yönündedir. Yani toplumu oluşturan bireylerin özel hayatındaki içe
yönelme, kamusal yaşantıda da içe yönelmeyi getirmektedir. Bu durumda iç mekana
yönelen kamusal alanların tanımlamasında kullanılan “kamusal” sıfatının da
sorgulanması gerekmektedir. Yüzyıllardır kamusal açık alanlarda tanımlanmış ve
yürütülmüş
olan
pek
çok
aktivitenin,
çağdaş
koşullara
göre
yeniden
yorumlanmasındaki en önemli kriter toplumsal yaşantı ve toplumsal kimlik olmalıdır.
Dolayısıyla her toplumun özgün kimliği, kamusal mekanı biçimlendirmeli ve
beslemelidir. Aksi taktirde kamusal mekan kimliği ve dolayısıyla onunla diyalektik
ilişki içinde olan toplum kimliği özgün gelişim sürecinin dışına çıkar. Oysa ki her
mekan; kullanıcılarının, atmosferinin, fiziki verilerinin ve daha pek çok bileşenin
belirlediği bir özgün karaktere sahiptir. Kamusal alan düzenlemeleri, bu özgün yapıyı
destekleyecek biçimde olmalıdır.
Çağdaşlaşma adına toplumun yüzyıllar boyunca yaşattığı ve nesilden nesile aktardığı
toplumsal kimlik bileşenleri feda edilmemelidir. Elbette ki burada söylenmek istenen
kamusal alanların iç mekana taşınmaması gerektiği değildir. Vurgulanmak istenen,
kamusal mekan tasarımını gerçek yönlendirmesi gereken olgunun, kamusal
yaşantının kendisi olduğudur. Böylece toplumsal kimlik; çağın getirdiği yenilik ve
gelişimleri de kendine özgü şekilde yorumlayarak çağdaş, özgün ve gerçek anlamda
“kamusal” iç mekanları tanımlayacaktır.
KAYNAKLAR:
1. GIEDION Sigfried, Space Time and Architecture, Cambridge, 1941, Harvard
University Pres
2. GÜLERSOY Çelik, Kapalı Çarşının Romanı, İstanbul, 1979, İstanbul Kitaplığı
Ltd. Yayınları
3. KLOOS Maarten, Public Interiors, Amsterdam, 1993, Architectura& Natura
Pres
4. KURTICH
John-EAKIN
Garret,
Interior
Architecture,
London,
1993,
International Thomson Publishing
5. LOZANO Eduardo E, Community Design and the Culture of Cities, New York,
1990, Cambridge University Pres
6. ROTH Leland M, (çeviren Ergün Akça), Mimarlığın Öyküsü, İstanbul, 2000,
Kabalcı Yayınevi
7. SENNETT Richard, Flesh and Stone, London, 1994, Faber and Faber Limited
8. SEVİM Mustafa, Gravürlerle Türkiye, İstanbul, 2003, T.C. Kültür Bakanlığı
Yayınları
9. http://www.victorianstation.com/palace.html
10. http://www.crystalinks.com/romeculture.html