Untitled - Genç İDSB

Transkript

Untitled - Genç İDSB
FARKLI HAYATLAR & ORTAK İDEALLER
İTTİHAD-I İSLAM
ŞUBAT 2013
ULUSLARARASI GENÇLİK BULUŞMASI
AKADEMİK FORUM
Genç İDSB
UGB AKADEMİK FORUM DİZİSİ-1
MEDYA VE GENÇLİK
DANIŞMA KURULU
CİHAD TERZİOĞLU
RAGIP TANRIKULU
AHMET UBEYDULLAH ÖZER
İSMAİL EMANET
SUAT KIR
YUSUF KARA
EDİTÖR
FATİH COŞAR
EMRE GÖKYİĞİT
PROJE EDİTÖRÜ
BURAK ERUSLU
MEHMET AKDAŞ
ii
GRAFİK VE BASKI KOORDİNATÖRÜ
CİHAT ADIGÜZEL
EMRAH EKER
KAPAK
KEREM KILIÇ
RAGIP ABDULLAHOĞLU
MİZANPAJ
SİNAN YILDIRIM
İSMET YILDIRIM
1.
BASKI
ŞUBAT 2013, İSTANBUL
www.GencIDSB.org
twitter.com/GencIDSB
facebook.com/IDSB.UNIW
YAYIN HAKLARI
ESERİN HER HAKKI ÜMMETE AİTTİR.
ÜMMETE FAYDALI OLACAK ŞEKİLDE ALINTI YAPILABİLİR.
iii
Genç İDSB
Biz kimiz?
Genç İDSB, farklı meslek grupları ve eğitim alanlarına mensup 18-30
yaşları arasındaki genç gönüllülerden müteşekkil İDSB bünyesinde faaliyet
gösteren bir kuruldur. Üyeler arasında farklı dallarda eğitim alan üniversite
öğrencileri, özel sektör çalışanları ve genç akademisyenler bulunmaktadır.
Üyelerin bir çoğu Genç İDSB bünyesinde gönüllü faaliyetlerine başlamadan
önce de “ittihad” düşüncesine inanan, bu gayede hizmet eden farklı sivil
toplum kuruluşlarında görev almış ve sivil toplum kültürüne ve işleyiş
biçimine vakıf kişilerdir.
Genç İDSB, İslam Dünyasının dertleriyle dertlenen ve çözüm için her
zaman ve her mekanda aktif bir şekilde görev almaya hazır, bu doğrultuda
çalışmalarını gerçekleştirirken Türkiye'de veya dünyanın farklı
coğrafyalarında faaliyet gösteren diğer STK'larla işbirliği yapan bir
kuruldur. İslam Dünyasını refaha ulaştıracak ve mevcut sorunlarına çözüm
getirebilecek yolların birlik olma ve istişare yapmadan geçtiğine inanan
Genç İDSB, yürüttüğü projeler ile İDSB'nin öncülük ettiği “ittihad”
yürüyüşünün bir parçasıdır.
Ne yapıyoruz?
Genç İDSB, İslam Dünyası gençleri arasında devamlılığı olan bir iletişim
ağı kurmak, karşılıklı tecrübe alışverişinde bulunmak ve farklı
coğrafyalardaki müslüman gençlerin sorunlarını çözüme kavuşturmak adına
çalışmalar yapar.
Uluslararası Gençlik Buluşmaları (UGB) bu çalışmaların başında gelir.
Uluslararası Gençlik Buluşmalarında 40'ın üzerinde ülkeden 100'ü aşkın
genç bir araya gelerek İslam Dünyasını alakadar eden ekonomik, sosyal,
siyasi, kültürel ve dini konularda görüş alışverişinde bulunur ve akademik
forumlar düzenlerler. Bu sayede farklı coğrafyalardan gelen gençler, farklı
ülkelerdeki Müslüman kardeşlerinin problemlerinden haberdar olmanın yanı
sıra, onlarla tanışma ve dostluk kurma fırsatını da elde etmiş olur.
STK Akademileri Genç İDSB tarafından gerçekleştirilen önemli
faaliyetlerden biridir. Bu çalışma çerçevesinde İstanbul'a davet edilen bir
STK'nın temsilcileri Türkiye'deki başarılı ve köklü STK'ların yetkilileri ile
buluşturularak tecrübe alışverişi yapılması sağlanır. Program düzenlenen
seminerler ve eğitimlerle desteklenir.
iv
Ülke Masaları Heyeti Projesi uzun soluklu bir proje olmakla beraber, Genç
İDSB bünyesindeki üyelerin belli bir ülkedeki ekonomik, sosyal, siyasi ve
dini alanda yaşanan gelişmeleri takip etmesi ve düzenli araklıklarla diğer
üyelere bilgilendirici sunumlar yapması temeline dayanır. Bu çalışma
vesilesi ile, her bir İslam Ülkesini yakından tanıyan bir uzman yetiştirilmesi
hedeflenmektedir.
Bu çalışmalara ek olarak, Genç İDSB, İslam Dünyasının farklı
bölgelerindeki sorunlara dikkat çeken ve bu sorunları çözmeyi amaçlayan
konferanslar, seminerler ve istişare toplantıları düzenler.
Neden Yapıyoruz?
Genç İDSB, tüm dünya sathına yayılmış Müslüman gençlerin fikir, düşünce
ve gelecek tahayyülü noktalarında ortak bir bilince ve hareket etme yetisine
sahip olmasının asıl amaç olan “ittihad”a giden yolda çok önemli bir mihenk
taşı olduğu düşüncesine sahiptir.
Gerçekleştirilen faaliyetlerle ümmet gençlerinin düşünsel ve eylemsel
düzlemde bir araya gelmeleri hedeflenmektedir. Ancak bu sayede on
yıllardır birbirinden ayrı kalmış kardeşlerin kavuşabileceği ve beraber
güçleneceği açıktır.
Genç İDSB olarak biz, karşılıklı tecrübe aktarmının, bilgi paylaşımının ve
fikir alışverişinin sürekliliği olan sağlam bir ilişki ağı kuracağına
inanıyoruz. Bu itibarla, İslam Dünyası gençleri arasındaki işbirliği ve
kooridnasyonun sağlanması, güçlenerek devam edebilmesi adına çalışmalar
yürütüyoruz.
v
MEDYA VE GENÇLİK
Genç İDSB
Bağcılar Belediyesine Katkılarından Dolayı
Teşekkür Ediyoruz…
vi
İÇİNDEKİLER
Takdim- ALİ KURT ........................................................................................... 4
Takdim- CİHANGİR İŞBİLİR ........................................................................... 7
Takdim- CİHAD TERZİOĞLU .......................................................................... 9
İDSB 9. UGB İstanbul Deklerasyonu ............................................................... 11
BALKANLARDA İSLAM VE MÜSLÜMANLAR: SORUNLAR VE
ÇÖZÜMLERi ................................................................................................... 14
BALKANLARDA İSLAM VE MÜSLÜMANLAR: SORUNLAR VE
ÇÖZÜMLERi /
ALI PAJAZITI ................................................ 15
SIRBİSTANDA
SORUNLARI /
İSLAM-ARNAVUT
MÜSLÜMANLARININ
MAJLINDA HYSENI ................................................. 30
RUSYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ / NAIDA TONAEVA ................................................................. 34
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ / METIN HOXHA ..................................................................... 39
ARNAVUTLUKTA İSLAMIN YANLIŞ ANLAŞILMASI / FATJON
KADILLARI ..................................................................................................... 46
İSLAM DÜNYASININ SORUNLU BÖLGELERİ / ARBER LAMI.............. 48
AVRUPA-ABD MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ .................................................................................................... 51
ABD'DEKİ MÜSLÜMANLARIN KARŞILAŞTIĞI SOSYAL VE
KÜLTÜREL SORUNLAR / FAROOQ SYED HAQUE ................................. 52
İNGİLTERE MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE BU
SORUNLAR İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / TANER DOĞAN ...................... 58
Fransa Müslümanlarının Sorunları Ve Çözüm Önerileri /
LOKMAN BALKAN ....................................................................................... 62
Belçika Müslümanlarının Sorunları Ve Çözüm Önerileri / TUBA
YARDIM .......................................................................................................... 66
Avrupa’da Müslümanların Sorunları Ve Çözüm Önerileri / VEYSEL
FİLİZ ................................................................................................................ 73
ALMANYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI / YUSUF
AYDIN ............................................................................................................. 78
ASYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ ..................................................................................................... 90
Asya Müslümanları’nın Sorunları Ve Çözüm Önerileri /
ALI ŞAHIN .................................................................................................... 91
BANGLADEŞ’İN EKONOMİK DURUMU / MOHAMMAD
ABDULLAH ALMASOOD .......................................................................... 102
Doğu Türkıstan Müslümanlarının Sorunları Ve Çözüm Önerılerı /
ABDUSSELAM TEKLIMAKAN ................................................................. 115
İSLAM
DÜNYASI’NIN
SORUNLARINA
ÇÖZÜMLER:
GENÇLERİN VE ÇEVRELERİNDEKİ İNSANLARIN ROLÜ /
MUHAMMAD SUHAIL AHMAD ............................................................... 126
KAŞMİR ÇATIŞMASI/ WAQAS LODHI .................................................... 145
İslam’ın Orta Asya Ve Kırgızistan’daki Dinamikleri / KUBANGAZY
BUGUBAEV .................................................................................................. 147
Kazakıstan Müslümanlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri / DOÇ.DR.
ZHALGAS SANDYBAYEV ......................................................................... 167
AFRİKA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ ................................................................................................... 172
Afrika’daki Çatışmaların Arkasındaki Temel Sebep: Kıtada Müslümanları
Etkisizleştirme Girişimi
Prof. Dr. Ahmet KAVAS .............................................................................. 173
İSLAM DÜNYASI’NDA SORUNLU BÖLGELER
SRİ LANKA - SERENDİP / ASHSHEIKH. S.M. SUFIYAN ....................... 184
Siyah Afrika’da Genel Sorunlar Ve Çözümleri / EMRE GÖKYİĞİT ........... 212
2
ORTADOĞU MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ ................................................................................................... 216
POLİTİK ŞARTLAR: LÜBNAN / MAHER ISLAMBOULI ........................ 217
İÇ KESİM FİLİSTİNLİLERİYLE ALAKALI BİR BELGE / AMIR
ASLI
................................................................................................... 221
Türkiye'de Müslümanların Sorunları ve Çözüm Önerileri
MUHAMMET ASAN, VEDAT BALIKÇI .................................................... 223
İslam Dünyasında Gençlerin Manevi Sorunları ve Çözüm Yolları
VAHAP GÜLTEKİN ...................................................................................... 227
3
TAKDİM
Değerli genç kardeşlerimizle her yıl yazın
Türkiye’de kışın ise farklı bir coğrafyada olmak
üzere buluşmaktayız. Uluslararası Gençlik
Buluşmaları adını verdiğimiz bu toplantılar bir
hafta sürüyor. Buluşmanın yapıldığı ülkelerde
tarihi, dini ve kültürel mekanların yanı sıra çeşitli
devlet kuruluşları ve sivil toplum yapılanmaları
ziyaret ediliyor. Yine bu buluşma bünyesinde üç gün de belirlenen bir
konuda “forum” yapılıyor.
Bu buluşmada da Kıbrıs’ı bu güzide İslam beldesini tanımaya, Kıbrıslılarla
tanışmaya geldik. Evet, biz bile çok yakınız buraya, ama samimiyetle
söylüyorum birbirimizi hakkıyla tanımıyoruz. Ümit ediyorum bu buluşma,
bu güzel ülkeyi tanımamıza ve kalıcı dostluklar kurmamıza vesile olur.
Bir hafta süren bu programdaki forumun konusu “İslam Dünyasındaki
Sorunlu Bölgeler ve Çözüm Önerileri” oldu. Sorunsuz bölge mi var ki
dünyada diye soranlarınız veya düşünenler muhakkak var. Ama bizler bu
sorunlara gençlerin nasıl baktığını, nasıl yaklaştığını, çözüm için neler
düşündüklerini, neleri önerdiklerini bu forum sayesinde dinleyeceğiz.
Yarınımız olan bu gençleri gerçekten önemsediğimizi, bu forumun yerküre
üzerindeki sorunlara “genç ve dinç” bir bakış açısı ile yeni açılımlar
sağlayacağına inandığımızı bu konuşma vesilesiyle ifade etmek istiyorum.
Yarınımız gençler deyip de onları arka plana atmak, karar alma süreçlerine
dahil etmemek ve aslında yarın yine onları etkileyecek sorunlu meselelerde
onları dinlememek herhalde büyük haksızlık olacaktır. Bu çerçevede zaten
forum bünyesinde uzmanlarımız ve katılımcılar tarafından ciddi birçok
tebliğ sunulacak ve bunlar kitapçık olarak katılımcılarla paylaşılacak.
Az önce zikrettiğim ve fazlasıyla önemsediğimizi ifade ettiğim genç
kardeşlerim dünyanın dört bir yanından Kıbrıs’a buluşma için geldiler. Her
biri kendi ülkesinde çok yakın bir gelecekte farklı farklı yerlerde ve
makamlarda hizmet edecek olan bu gençlerin niçin buraya geldiklerine dair
soruyu sormamız gerekiyor. Gerçekten de farklı farklı dillerde, renklerde ve
kültürlerde olan yüzlerce gencimizi Kıbrıs’ta buluşturan ruh, ideal ve amaç
ne acaba? Acaba Akdeniz’in incisi olan Kıbrıs’ı gezip tozmak için mi geldi
bunca genç? Ciddi maddi ve manevi külfetlere katlanarak vakıflar,
dernekler ve teşkilatlarımız bu gençleri neden gönderdi?
4
Bu soruların cevabı temsil ettiğimiz teşkilatın kurucu fikrinde gizli: “İttihad
Ruhu”! İslam dünyasının bugün belki en fazla ihtiyaç duyduğu ruh bu
ittihad ruhudur. Globalleşen, türlü türlü tehditler ve meydan okumalarla
karşı karşıya olduğumuz bu zaman diliminde ezilmeden, komplekse
kapılmadan güçlü olarak kalmanın, söz söylemenin ve eylem ortaya
koymanın adıdır İttihad Ruhu. Bu gençleri Kıbrıs’a getirten bu ruh, onların
abileri ve büyüklerini de 2005 yılında İstanbul’da düzenlenen konferansta
bir araya getirdi. Yüzlerce katılımcı iki günün sonunda ittihad ruhunun
tecessüm ettiği İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB)’nin
kurulması kararını aldı.
Dünyanın her yerinden Müslümanlar arasında akidevi, tarihi ve stratejik bir
zorunluluk olarak anlam biçtiğimiz ittihad ruhu İDSB’nin kurucu ruhudur.
Birbirimizi her anlamda daha yakından tanımak, bilmek ve kendi
meselelerimize vukufiyet kesbetmek gerektiğine inanıyoruz. Forum
bünyesinde gençlerin tartışacağı sorunları, sorunlu bölgelerin, alanların
neler olduğunu ancak birbirimizi tanıyarak, güç birliği yaparak bilebilir ve
çözüm yolları için adımlar atabiliriz. Ancak ittihad ruhu ile birbirimizin
derdini bilir, derdiyle dertlenir ve çözmek için imkanlarımızın,
sınırlarımızın neler olduğunu anlayabilir ve elle tutulur projeler ortaya
koyabiliriz. Çünkü Mevlana’nın da dediği gibi “sizin tüm bildiğiniz
karşınızdakinin sizi anladığı kadardır.” Bizler de bu anlayışın boyutlarını
genişletmek ve derinleştirmek için çalışmaktayız. Bu amaç ve gayelerle
kurduğumuz bugün 53 ülkeden 225 üyesi ile İDSB, Müslümanların birbirini
daha iyi tanıması, kaynaşması, ittihadı temin ederek güçlü bir varlık olarak
yerküre üzerinde yer almaları için çalışan önemli bir küresel mekanizmadır.
Kuds-i Şerif’ten Şâm-ı Şerif’e, Bağdat-ı Reşid’den, Darul Beyda’ya,
Saraybosna’dan Üsküp’e, Rusya steplerinden Maveraünnehir’e, Açe
diyarından Kuala Lumpur’a oradan Hind diyarlarına kadar yeryüzünü inşa
ve ihya edecek genç kardeşlerimize tekrardan teşekkür ediyorum.
Belki birçoğumuzun bu yaşlarda iken imkanlar ve fırsatlar bulamadığımız
ziyaretleri, programları ve buluşmaları Rabbimiz bu genç kardeşlere ihsan
etti. Hayallerimizi şimdi fiiliyata geçiren İslam ümmetinin liderliğini
yapacak bu pırıl pırıl gençler İttihad-ı İslam ruhuna uygun bir şekilde
bulundukları her yerde, tüm imkanları ve şartları zorlayarak aşkla, şevkle ve
ihlasla hedefine kilitlenmiş bir şekilde çalışacaklardır. Bundan zerre kadar
şüphem yoktur.
5
Yukarıda zikrettiğim İttihad Ruhunun esasını teşkil eden akidevi ve tarihi
şuur ile yetişecek, kendi alanlarında ümmete hizmet için en iyisi olacak
gençlerin yetişmesi boynumuzun borcu.
Dokuzuncusunu gerçekleştirdiğimiz bu buluşmada gecesini gündüzüne
katan Genç İDSB kadrosunu, onlara destek veren her bir ferdi, kurumu,
kuruluşu ve yapıyı da hayırla ve duayla zikrediyorum.
Av. Ali KURT
İDSB Genel Sekreteri
6
TAKDİM
Sevgili kardeşlerim,
Burada, Kıbrıs’ta, İslam dünyasının sorunlu bölgeleri ve
çözüm yolları üç gün boyunca istişare edildi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıslıların sıcak ev
sahipliğinde bu verimli buluşmayı gerçekleştirmiş
bulunmaktayız.
Ama Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları unutmayacağız.
Unutturmayacağız.
Kıbrıs, Hala Sultanımızın yurdudur. Kıbrıs, sahabe diyarıdır.
Kıbrıs, mücahidin, gazinin, şehidin, yiğidin harman olduğu yerdir.
Bu emsalsiz Akdeniz adasını, bu güzel ülkeyi, bu mübarek İslam beldesini
hafızalarımızın en müstesna köşesine kazıyacağız.
Arzumuz, bu buluşma sona ererken yeni başlangıçlara da vesile olmasıdır.
Büyük bir heyecan ve şevkle, yüksek bir gayret ve azimle yolumuza devam
edeceğiz. İslam âleminin birliği ve refahı için daha çok fedakârlık bizleri
bekliyor.
Aziz dostlar,
Bahar kolay gelmez, bedel ister!
Zaferler kolay elde edilmez, şehitler, gaziler ister!
Güneş, yıldızlar kaybolmadan doğmaz!
Bugün dünyanın dört bir yanında; Mali’de, Arakan’da, Suriye’de, Irak’ta,
Afganistan’da, Gazze’de şehit olan on binlerce genç ortak baharımız için
kendilerini feda ettiler.
Onları rahmet ve minnetle anıyorum.
Bugün, dünyanın dört bir yanında on binlerce genç, biz dirilelim diye
direniyorlar.
Tunus’un, Libya’nın, Mısır’ın, Yemen’in, Suriye’nin, Irak’ın baharını tebrik
ediyorum.
Tunus’un, Libya’nın, Mısır’ın, Yemen’in, Suriye’nin, Irak’ın, Filistin’in
devrimci gençlerini selamlıyorum.
Bahar gelecekse hepimize gelecek.
Diktatörleri devirmek yetmez, zihinlerdeki zorbaları da devirmek, sınırları
da silmek gerekiyor.
İttifak etmek yürek ister; ittihat, cehd ve gayret gerektirir.
Sizde bu yürek bu gayret var çok şükür.
Muhterem kardeşlerim,
7
Gelecek 10. buluşmayı Balkanlarda gerçekleştireceğiz inşaallah.
Daha sonra ise Beyrut’ta, Kuala Lumpur, İstanbul’da ve daha pek çok İslam
şehrinde buluşmalar icra edeceğiz.
Önümüzdeki yıllarda İstanbul buluşmalarını geniş bir şekilde
gerçekleştirmeyi, bugüne kadar buluşmalara katılan 1000’i aşkın genç
kardeşimizi İstanbul’a davet etmeyi planlıyoruz.
Bu birlikteliğin kıymetini bilelim.
Bu ağımızı hep birlikte kuvvetlendirelim.
İslam dünyasının yeni bir medeniyet hamlesi yapabilmesi, insanlığa barış ve
huzurun doğru adresini sunabilmesi için bizim ittifak ve fedakârlığımızın ne
kadar hayati olduğunu görelim.
Cihangir İŞBİLİR
İDSB Genel Koordinatörü
8
TAKDİM
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
Pergel misali bir ayağı milli ve manevi değerlerinde
sabit, diğer ayağı tüm Islam dünyasında...
Bir gençlik, dünyanın bir ucunda kardeşi
üzüldüğünde üzülen, diğer ucunda bir kardeşi
sevindiğinde sevinen...
İslam kardeşliğini pekiştirmek, ittihad-ı islamı
kurmak için kuşatıcı ve gerçekçi bir dilin yeniden
üretilmesi gerektiğine inanan; birikimiyle ülkeye
önder olacak, yolu uzun, geleceği aydınlık bir gençlik...
Bütün İslam dünyasındaki problemlerin sorumluluğunu, yüklendiği İslam
şuuru ile omuzlarında hisseden; mazlumun, çaresizin, kimsesizin kabul
olmuş duası olmak için kollarını sıvayan, ümmetin yetim çocuklarının
ağabeyi, ablası olmaya aday bir gençlik...
Mehmet Akif’in Asım’ın Nesli diye seslendiği, Üstad Necip Fazıl’ın Büyük
Doğu’da medeniyetimizin mayasıyla yeşerttiği ve Sezai Karakoç’un
iklimler ötesinden dirilişini müjdelediği bir gençlik…
Ancak böyle bir gençlik ile birlikte insanlığın kurtuluş reçetesi olan İslam’ı
dünyaya tanıtabilir ve yeryüzünün her karış toprağında adaleti ve kardeşliği
tesis edebiliriz.
İnsanların hayrı ve saadeti için var gücü ile çalışan, aldığı her nefesin
hesabının verileceğini bilen, ömrünün sonuna kadar insanlığa hizmeti en
kıymetli görevi bilen gençlerden teşekkül olan Genç İDSB olarak en asil
vazifemiz; inancı, ahlakı, azmi, şevki, feraseti ve yaşantısı ile insanlığa
örnek olacak, kendisini bu büyük davaya adamış, bilhassa İslam
dünyasındaki gelişmelere duyarlı ve Müslümanlar üzerinde oynanan kirli
oyunları idrak edebilecek, oyunu görecek ve oyuna gelmeyecek, ilke ve
prensip sahibi öncü nesillerin yetişmesine katkı sağlamaktır.
Bu çerçevede Genç İDSB olarak; Her yıl biri Türkiye’de, diğeri ayrı bir
ülkede olmak üzere toplam 40 ülkeden 100 gencin katılımıyla Uluslararası
Gençlik Buluşmaları gerçekleştirmekteyiz. Bu buluşmaların 9.uncusunda
Kıbrıs’ta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde sizlerle buluşmaktan
duyduğumuz mutluluğu ve heyecanı bilhassa vurgulamak isterim.
9
Bu buluşmamızda, yeni nesillerin İslam dünyasındaki sorunlara kuşatıcı bir
bakış açısına sahip olmalarını gaye edindik. Ayrıca, gelecekte ümmetin
aklını, duygularını ve vicdanını temsil edecek gençlerin sorun alanları
üzerine bilgi paylaşımlarını, farklı bölgelerdeki sorunları öğrenmelerini ve
bu sorunlara ortak çözüm stratejilerini tartışmaları, öncelikli amaçlarımız
arasında yer almaktadır. Zira İslam dünyasının sorunları aynıdır ve bu
sorunların çözümü Peygamberine layık bir ümmet olmaktan, kardeşinin
derdini kendi derdi bilmekten geçer.
Bir kişinin hidayetine vesile olmak, güneşin aydınlattığı dünyadaki bütün
varlıklardan daha kıymetlidir hadisine muhatap olan gençler olarak;
geçmişte ve bugün olduğu gibi, bundan sonrada çalışmalarımıza aşkla,
şevkle ve ilk günkü heyecanımızla devam etme gayreti içerisinde
olacağımızı bilmenizi isteriz.
Kaynağını Kur’an olan, bitmez tükenmez enerjiye sahip kutlu bir davanın
yolcusu ve Resulullah’ın “kardeşlerim” diye müjdelediği zümrenin taliplisi
olan gençlere son olarak şunu söylemek istiyorum:
İnsanlığı bugünkü küresel bunalımdan kurtararak adil bir dünyayı inşa
edecek olanlar; nefsinin dizginlerini eline alarak kutlu idealleri peşinde
koşan, medeniyet tarihinden miras olarak aldıklarıyla yolunu ve zihnini
aydınlatan; fedakâr, azimli ve zamanın ruhunu okuyabilen bugünün şuurlu
gençleri olacaktır.
Cihad TERZİOĞLU
Genç İDSB Başkanı
10
9.
ULUSLARARASI
DEKLERASYONU
GENÇLİK
BULUŞMASI
KIBRIS
35 ülkenin 150 genç temsilcileri olarak inanmaktayız ki;
1. Sorunlarımızın çözümünde ilk adımımız, ittihadı tam manasıyla
gerçekleştirmek ve güçlendirmek olmalıdır. Bundan dolayıdır ki yeni
bir dil inşa etmek elzemdir. Bu dil bir biz dili olmalıdır.
Ötekileştirmeyen, insanı, özelde gençliği hiçbir başkaya kurban
etmeyen bir dil.
2. Uluslararası Gençlik Buluşmalarının sloganı Biz Bir Milletiz olmuştur.
Bu söylem bize şunu hatırlatır ki bizler eşitler düzleminde bir ilişki
tarzını referans almalıyız. Akıl veren ve alan konumları oluşturmadan,
birbirimizden öğrenecek bir çok tecrübemiz olduğunu hatırlayarak,
yeni ve doğru bir ilişki tarzı oluşturmalıyız.
3. Dünyanın değişiminin öncelikli şartının kendimizi değiştirmemizle
gerçekleşeceği unutulmamalıdır.
4. Bizlerin özgürlük tahayyülü var olan bu dünyayı reddetmeyi ve daha
iyi bir dünyanın inşa edilebileceğini içerir. İnsanın zora, güçe, otoriteye
ve diğer hiçbir başkaya kurban edilmeyeceği bu dünyayı inşa edecek
biz gençler
olarak, değişimin öncelikle kendi nefislerimizde
gerçekleşmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.
5. Değişimin insanın kendinden sonraki adımı ise aile, çevre, toplum ve
tüm insanlık şeklinde olmalıdır. Bu bağlamda tüm dünyanın
değişiminde İslami şartlara uygun bir aile yapılanmasının gerekli
olduğu aşikar bir gerçek ve insanlığın temel toplumsal sorunlarına en
büyük çözüm önerimizdir.
6. Müslüman toplumların arasındaki fiziksel sınırların ittihat ve
tesanütümüze engel teşkil etmemesi için öncelikle zihinlerimizdeki
sınırları kaldırmamız gerekmektedir. Evet belki aramızda fiziksel
sınırlar vardır ve belki olacaktır ama bizim sınırlarımız, gönüllerimizin
çizdiği sınırlarla şekillenmelidir ve gerçek sınırlarımız kardeşliğimizin
sürdüğü yere kadar devam etmelidir.
7. Gayri Müslim dünyada söz dilden çıkar ve akıla varır. Sözün davasına
inanan, güçlünün sözünün değil sözün, adaletin ve hikmetin gücünün
hakim olması için uğraşan bizlerde söz gönülden çıkar ve gönüle varır.
8. Müslüman halklar arasında tefrika tohumları ekmek ve birbirlerine
karşı nefret oluşturmak amacıyla kasıtlı olarak söylenen her türlü söz,
11
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
12
davranış ve hileler karşısında uyanık olmalı, oyuna gelinmemelidir bu
noktada Hucurat suresi rehber olmalıdır.
İslam’ı karalamaya yönelik tüm kampanyalara duyarsız kalmayarak
ölçülü tepkimizi ortaya koymalı, ancak, onları haklı çıkartacak,
İslam’ın tasvip etmeyeceği tüm yersiz söylem ve şiddet eylemlerinden
kaçınmalıyız.
İslamofobi dünya genelinde bir nefret sucu sayılmalıdır.
Ancak Müslüman Halklar şunu bilmelidir ki, İslamofobi’nın gerçek
çözümü Müslüman Halkların ve devletlerin güçlü olmasıyla, bir
olmasıyla olacaktır.
İslam Dünyası’nın genel sorunlarının çözümlerine yönelik İslam
İşbirliği Teşkilatı ve İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları
Birliği’nin ortaklığında bir komisyon oluşturulmalı ve bu komisyon
ciddi anlamda inisiyatif alarak somut adımlar atmalıdır.
Sivil toplum kuruluşları faaliyet programlarında gençlerin İslamî
bilinçlerinin arttırılmasına yönelik çalışmalarını öncelemelidir.
Sorunlarımızın tespiti noktasında gayri müslim menşeli medya
organlarının bize sunduğu veriler sahadan sağlıklı kaynaklarla
süzgeçten geçirilmelidir.
Sorunlarımızın çözümleri için ilk olarak bir farkındalık ve algı
yönetimi kendi kaynaklarımızla oluşturulmalıdır.
Forum süresince masaya yatırılan sorunlarımız bizleri umutsuzluğa
düşürmemeli bilakis sorunların çözümü için ilk adım olarak telakki
edilmelidir. Sorunların ifade edilişinde karamsar bir dil kullanılmamalı,
umut verici ve teşvik edici bir söylem geliştirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki bizim canlarımızdan dahi sonra kaybedeceğimiz en
son şey umutlarımızdır.
İslam dünyası olarak sessiz kaldığımız sürece, gayri Müslim dünya
sessizliğimizi fırsat bilerek bizi istedikleri şekilde tanımlandıracak ve
konumlandıracaktır. Bu nedenledir ki Müslümanlar kendilerini doğru
tanıtma ve konumlandırma noktasında yazılı ve görsel medyayı da aktif
olarak kullanmalıdır.
İdeolojiler ve gayri Müslim aklın ortaya koyduğu sosyal bilimler
toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engellerdir, bu aklın ürünü
olarak kapitalizm ve sekülerizm gibi her türlü ideolojik dayatmaya
karşı uyanık olmalı ve bu akımları bertaraf edebilmek için Kur’an ve
Sünnet’e dayanarak yeni ve yeniden bir söz üretmeliyiz.
19. Bizler buradan şunu tekrar ilan ediyoruz. Dillerimiz farklı, renklerimiz
farklı ancak inancımız, imanımız, derdimiz, davamız ve tüm insanlığa
söyleyecek sözümüz bir. Bu birliğimiz bizi İttihad-ı İslama en kısa
sürede götürecektir inşallah.
20. Müslüman dünyanın gelişmesi ve ıslahatı hep kendisiyle beraber
karşısındakini de imar ederek olmuştur ancak Gayri Müslim aklın
gelişmesi ve ıslahatı hep karşısındakini yok ederek olmuştur,gayri
Müslim aklın getirdiği acı, ızdırap ve zulüm yerine tevhid, adalet ve
özgürlük sedamızı tekrarlıyoruz.
21. Ümmetin sorunlarına karşı hep beraber çözümler üretmeliyiz. Buradaki
paylaşımları öncelikle ülkelerimizde anlatmalı ve tespitlerin çözümleri
için kurumsal ve gönüllü bir şekilde sorunların üzerine gitmeliyiz.
Ortak bir gelecek tahayyülü Müslümanların kendi ülkeleri için uğraş
vermesiyle mümkündür. En temel sorunumuz birlik olamamaktır.
Bunun için bizler birlik için çalışmalı ve çalışanlara destek olmalıyız.
22. Unutulmamalıdır ki bizler özgürlüğe ve adalete ekmeğe ve suya
muhtaç olduğumuz kadar muhtacızdır. Bu nedenle Müslüman halkların
özgürlük istekleri her alanda talep bulmalıdır.
İnsanlık şunu unutmamalıdır ki, bizler yani Müslümanlar kim olursa
olsun her daim mazlumun yanında ve kim olursa olsun her daim zalimin
karşısında olacağız.
13
BALKAN MÜSLÜMANLARININ
SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
14
BALKANLARDA İSLAM VE MÜSLÜMANLAR: SORUNLAR VE
ÇÖZÜMLER
ALI PAJAZITI1[1]
MAKEDONYA
Balkan coğrafi bir bölge olmanın yanında, yüzyılların akışı boyunca birçok
trajik öykünin olduğu bir yaşam dünyası, terminolojik rezilliği üreten
sorunların daimi yıkımının bir metaforudur: Anlaşmazlığı, belirsizlikleri,
etnik ve dini düşmanlıkları, ötekiye ve ötekiliğe karşı abartılı ve afarozcu
mitolojilerin bir sonucu olarak yıkıcı eğilimleri, soykırımı, kültürkırımı ve
benzeri şeyleri işaret eden, Balkanlaştırma. Balkanlararası iletişimin bir
diğer özelliği öznelciliktir, politik boyuttan tarafsız araştırmayı ve
gerçekçiliği esas almak zorunda olan bilimsel söylem. Bugün Pax
Balkanica'nın gelecekte oluşturulması gereken sözlü bir imge olduğu bir
gerçektir. Hala Avrupa'nın Avrupalı olmayan parçasını (P.Rau) oluşturan
Arnavut, Boşnak, Türk, Roman, Pomak ve diğerlerinden oluşan Balkan
Müslümanları 1912'den beri gerçek bir felaket yaşamaktadırlar: gerçek bir
yaşam mücadelesi veren bu gruplar defalarca özellikle Osmanlı öncesi
Balkanlar hayaliyle yaşayan panslavist ve panortodoks akımlar tarafından
tehdit edildiler. Bugün, “Balkan Saçmalığı” (L. Starova) zamanında, şiddet
sarhoşu bu coğrafyada, islamofobik ruh Yunanistan’dan Sırbistan’a,
Makedonya’dan Bosna’ya Müslümanlar arasında endişe aşılayarak
yaşamaya devam ediyor.
1.
1. Balkanlar'da İslam tarihi ve nüfus Üzerine
Birleşmiş Milletler verilerine göre Balkan’ın 75 milyon sakininden 5te 1i
Müslüman. Aynı iddia Zentrak İslam Arşivi Enstitüsü tarafından da ileri
sürülmektedir. İslam dini Güneydoğu Avrupa’da ikinci büyük dindir.
Balkan İslamının en büyük temsilcileri Arnavut ve Boşnaklardır. Bu
topraklarda Müslümanlar yoğun olarak Arnavutluk’ta (%70), Bosna1[1] Güney Doğu Avrupa Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Tetovë
(Makedonya).
15
Hersek(%40), Kosova (%89.6) ve Makedonya’da (%33.3)yaşar. Bazı gerçek
demografik eğilimlere dayanan fütürist verilere göre beş ülkenin (Karadağ
ve Makedonya ayrıca Kosova, Arnavutluk ve Bosna) gelecekte Müslüman
bir çoğunluğa sahip olacağı bekleniyor. Balkan’da İslam, yerli kökenlerinin
temsilcilerin yanında, daha sonra gelen azınlıklarla (Müslüman dünyasının
çeşitli bölgelerinden gelen işadamları, işçiler, öğrenciler) oldukça
heterojendir. İslamiyeti temsil edenler Arnavutlar, Boşnaklar, Türkler,
Pomaklar, Torbeşler ve Çingeneler gibi farklı etnik gruplardan oluşur ve
Arnavutça, Türkçe, Slav dili (Boşnakça, Makedonca, Sırpça ve Hırvatça),
Romanca gibi farklı diller konuşurlar. Çeşitli dini geleneklere bağlıdılar,
yaygın olan mezhep sünniliktr; Arnavutluk’ta ve az da olsa Makedonya’da
Bektaşiler, Bulgaristan’da Aleviler ve Balkan’ın çeşitli yerlerinde çok
sayıda Selefi gruplar vardır. Bazı Avrupa ülkelerindeki Müslümanların
sayısı da İslami dirilişin seviyesini gösteriyor. (Alibašić, 2012).
Tablo 1. Güneydoğu Avrupa’da Müslüman Nüfusun Etnikdilsel
Çeşitliliği
Bourgarel ve Clayer’e dayanıyor (2001: 19) ve bilimsel çalışma
metaryeliyle genişletilmiştir. (Öktem, 2010: 10)
Balkan ve İslamiyet arasında ilk karşılaşma 13. yüzyılda gerçekleşmiştir;
14. ve 15. Yüzyıllarda ise Osmanlıların gelmesiyle bu ilişki güçlenip
kurumsallaşmıştır. (Ibrahimi, 2003) Boşnak bilim adamı Smail Balić’e
gore, İslamiyetin Güneydoğu Avrupadaki devamlı tarihi Osmanlılarla
başladı, Ortadoks ve Katolik Hristiyanlığına tepki olarak büyük çapta
16
islamiyete dönüşün sakin süreci ve Arnavutların Slav ve Yunanlar
tarafından asimilasyon edilme tehditlerine de dikkat çekerek, Balkan
halkının korkudan dolayı İslamiyete dönmüş olduklarını savunan tez doğru
değildir. Prof. Muhić’e göre İslamı kabul etmenin insan ruhuna bir yatırım
gerektirdiği (cihada katılma) için cesaret anlamına geldiğini, eski dinlerinin
gerektirdiği vergi ya da haraçtan (cizye) kurtulmayı garantiliyordu.
20. yüzyıla kadar Balkan Müslümanlarca şekillendi. Müslümanların
olmadığı hiçbir şehir yoktu. Büyük şehirlerde birçok cami, medrese, han,
kervansaray vesaire vardı. Evliya Çelebi, 300 yıl önceki seyehatnamesinde
Valjevo’da 10 cami ve 1 Türk Hamamı, Smederevo’da 24 camii, iki
medrese, bir dergah ve bir Türk hamamı (bunun yanı sıra her evin kendisine
ait bir Türk hamamı vardı) olduğunu söylüyor. Yine aynı yazara göre,
Mitrovica of Srem’de 12 camii, 3 mescit, 10 dergah, 2 Türk hamamı ve
gelen kişilerin geceleri bedava kaldığı bir kervansaray vardı. Çelebi yine
Belgrad’ın da 270 camiisi, 12 mesciti, 7 hanı, 3 türbesi, 160 konağı, 6
kervansarayı, bekarlar için 7 odası, ve imarat hanı (bir hafta boyunca hiçbir
şey ödemeden bunun yerine hayırseverlerin ruhuna dua ederek kalınabilen
yer.) olduğunu da not ediyor. Aynı kaynağa gore Evliya Çelebi’nin
zamanında Krushevac’da 9 camii, Zemunda 1 camii ve 6 mescit, Poshega of
Uzhice’de 10 camii, Crnik’te (bugün Nova Gradishka’ya yakın bir köy) 21
camii, bir dergah ve bir Türk hamamı vardı. Vokovar 5 mescide, gözalıcı bir
camiiye, Osijek 66 camii, 14 misafir camii, 4 dergah, güzel bir Türk
hamamı ve bir kervansaraya sahipti. Hersek’te 46 camii, 44 mescit, ve iki
medrese vardı. (Ahmedi, 2010) Bugün bahsedilen şehirlerin kentsel alanı
tamamen değişti , İslami kültür ve medeniyetiyle ilgili çok düşük oranda
(Bayraklı Camii gibi) unsur var.
Hukuki ve kuramsal açıdan Balkandaki Müslümanlar kültürel terbiye
yönüyle Hanafi-Maturidi mezhebine ve Osmanlı kültürüne mensuptur.
İslam ve Müslümanlar Avrupa için, onu özel yapacak bir kültürbilimsel
hazine sunuyorlar. Avrupa’yı Hristiyan milletlerin fesat kaynağı olarak
görenlerin en barbarca fiil ve zulümler karşısında bile Müslümanların yok
olmadığı gerçeği karşısında verebilecekleri cevapları yok.
2.
Osmanlı Barışından, Balkanlaştırma Yüzyılına
Osmanlı Devleti 5 asırdan fazla Balkan semalarının altında varlığını
sürdürdü. (Hristiyan ve Musevi) Gayrimüslim toplulukların kültürel ve dini
17
haklarını belirleyen, adına millet denilen sosyal sistem sayesinde etnik
çeşitliliğin sorun çıkarmadığı, aksine bir armağan olduğu bu dönemde
devletin her yerinde hoşgörü hüküm sürdü. Bu sistem, hepsi için
hoşgörüyü ilerletme yoluyla etnik, dini ve dilbilimsel konularında düzene
olanak sağladı. (Иванов, 2004: 67-77)
Ulusalcılık ve ötekine karşı ayrımcı düşüncenin canlanması, 20. yüzyıl
boyunca bu coğrafyanın bir olgusu olması, Müslümanların yaşam alanının
modernitenin mezbahası haline geldiği 90ların Sırp barbarlığıyla zirvesine
ulaşmış olması, günümüzdeki “balkanlaştırma” terimiyle ilgilidir.
Osmanlı sonrası dönem boyunca Müslümanlar yeni Balkan ülkeleri
tarasından nefret edilen ve zulme uğrayan bir halk oldular. Onlar ortadan
kaldırılmak ya da sürgün edilmek için Osmanlı devletinden arta kalanlar
olarak algılandılar. Bu durum, çeşitli kurumların kültürel, ekonomik ve
politik baskı gibi çeşitli vasıtalar aracılığıyla uygulamayı planladıkları
stratejiydi. Balkan’daki her yeni Hristiyan devletin, Müslümanlara karşı,
onları terk ettirmek için kendilerine ait baskı yöntemleri vardı. (Öktem,
2010: 5) Amerika’da Louisville Üniversitesi’nden Justin McCarthey’e göre
nüfus değişimi için çeşitli savaşlar ve anlaşmalar yaklaşık 1.5 milyon
Müslümanın -daha çok da Türkiye’ye- sürgün edilmesiyle sonuçlandı
(McCarthy, 1995). Bu tarihçinin çalışmasına gore Balkan savaşlarından
once bu bölgede toplamda 3.242.000 Müslüman yaşamış, yani toplam
nüfusun % 51’i. Bu savaşlar bugüne kadar gözlemlenebilir şeyleri, bölgenin
demografisini değiştirdi. Çoğunun açlıktan ve çeşitli hastalıklardan öldüğü
Müslümanların büyük bir bölümü bu savaşların kurbanı oldu. McCarthy’e
göre Balkan savaşları dünyadaki en büyük trajedilerden biriydi. 3’te 1’i
Anadolu’da mülteci olarak bulunurken Müslümanların %27si çeşitli yollarla
katledildi. (Hodžić, 2012). Bir kimsenin Balkanlardaki Müslümanların
çektiği acılar hakkında ilgili kaynak bulması çok zorken, Bulgarlara veya
Yunanlara karşı şiddeti anlatan kitaplar bulabildiğini ve bu durumun da
“Müslümanlar üzerindeki önyargı” oluşturduğu söyleniyor.
Önce bir bütün olan Osmanlı devletinin dağılmasıyla Balkan, Müslüman
toplulukların suni bir şekilde organizmalara ayırılarak normalde yaşaması
imkansız hale getiren doğal olmayan sınırlarla ayırılan yeni devletlere
ayrıldı. Aşağıdaki kelimeler bu durumun en iyi açıklaması olabilir:
18
“Sınırlar çiftçiyi tarladan, sığırları otlaktan, köyü değirmenden, satıcıyı ve
alıcıyı pazar yerinden, çevreyi şehirden ve bütün dağlık nüfusu ekonomi
merkezlerinden ve mısır tarlalarından ayırdı… yaşamın kaynağı kesildi.”
(Tucović, 1975: 91)
Balkan Müslümanlarına karşı işlenen suçlar bununla da son bulmadı,
Sırplar tarafından yapılan on bir soykırım tarihin karanlık sayfalarına
kaydedildi. İlki 1683ten 1699 a son ikisi ise 1992-1995 yılları arasında
Bosna Müslümanlarına ve Milosevic’in barbar sürüsü tarafından
Kosova’nın Arnavut Müslümanlırına karşı işlendi. Yaklaşık 250.000
Müslüman öldürüldü ve İslami-Osmanlı altyapı nesneleri de dahil 1500
camii yerle bir edildi.
Hristiyan-Slav ordu politikası öksüz kalan Müslümanların işini bitirmek için
seferleri boyunca en acımasız metodları kullandı. Bunu iki örnekle
açıklayabiliriz: Makedonya’da Debar, Sancak ve Šahovići’de:
Tablo 2. 1920’de Müslüman Debara karşı Sırp seferinin sonuçları.
men
women
children
total
Stabbed
263
69
75
407
Fusilladed
341
78
65
484
Burnt
109
256
138
503
Total
713
403
278
1. 394
Kaynak: Xhafa, 2001: 222
"Bebekler annelerinin ve ablalarının kucağından alınıp gözlerinin önünde
katledildi… Müslüman dini liderlerin sakalları yolundu ve alınlarına haçlar
kazındı. Bir köyde bir grup ot yığınının etrafında bağlandı ve ateşe verildi.
Daha sonra bazıları yanan adamların alevlerinin mor olduğunu söyledi.".
(Djilas, on 1924 Šahovići case)
II. Dünya Savaşı boyunca; Bllaca, Tetova tütün tekeli, Kërçova, Tivar
katliamları da Müslümanların yok edilmesindeki eğilimlere örnek
gösterilebilir.
19
Burada Üsküp’ün Saraj köyünün yaşlı bir sakini Haji Metush (85)
Müslümanların çektikleri acıları anlatıyor:
“Sırpların zorlamalarından dolayı neredeyse köyün yarısı Türkiye’ye gitti…
1917’de Bulgarlar geldi ve üç amcamı fırında yaktılar… Büyükbaş
hayvanları koruyan Haji Zenun Slavlar tarafından dövüldü ve kafası dışarıda
kalacak şekilde toprağa gömüldü ve yine bilinci yerine gelene kadar 24 saat
boyunca o şekilde kaldı… 1921’de büyükbabam evinin girişinde öldürüldü.
Göç etmek için bizi Türkler olarak savunan Abdullah Presheva’yı avukat
olarak tuttuk çünkü Türkiye bizi Arnavut olarak kabul etmeyecekti. Biz
burada kalırken belgeleri alanlar gitti. 1951’de toprağımızı aldılar ve onlarla
çalışmamız için bize baskı yapmaya çalıştılar. Toprağımızı verdik ama
onlarla iş birliği yapmadık. 3 yıl sonra bize toprağımızı geri verdiler. 2[2]
Fotoğraf 1. Makedonya’da 2001 çatışmaları sırasında
yananPirlepe Camii ve 2004’te yanan Bayraklı Camii (Belgrad)
Sırp soykırım projesinin çoğu sivil olan yaklaşık 8000 müslümanı birkaç
gün içerisinde infaz ederek II. Dünya Savaşı’ndan beri en ağır suçun
işlendiği yer olan Srebrenitsa, Balkandaki Müslümanlar tarafından çekilen
acının bir sembolüdür. Bu durum Müslümanlara karşı bir yok etme savaşı
olan Slav barbarlığı karşısında uluslararası toplumun “uyuduğunu” ortaya
çıkardı. (Izetbegoviq, 2008: 241-252). Sırplardaki İslam karşıtı düşüncenin
hala canlı olduğu gerçeğini en iyi şekilde Sırbistan genelinde futbol
maçlarında atılan sloganlar gösterir: Nož-Žica-Srebrenica (Bıçak-Tel-
2[2] Kasım 2012’de yapılan bir röportaj.
20
Srebrenitsa), bu slogan Soykırımın hangi aletlerle yapıldığını ve “Mezardan
gelen bir Boşnak çığlığı”nı anlatır. (Srebrenica).3[3]
Bunun gibi yok etme eğilimlerinin yanında, Müslümanların sınırdışı
edilmesi için son 100 yıldır her zaman devlet çabaları da vardır. Bu bazen
1938 veya 1954 (Eski Yugoslavya ve Türkiye arasında) gibi anlaşmalar
yoluyla olmuştur, bazen de toprakların milliyetçilik ve kamulaştırma
yoluyla hayati alanı daraltarak baskı ve provokasyonlar ile gerçekleşmiştir.
Yüz peçesinin yasadışı ilan edilmesi (başörtüsü, ferace), dini kişiliklere
işkence, inananların dini hayatına müdahale için sarfedilen çabalar (örneğin
oruçlarını bozarak), askerlik hizmeti için Müslüman kadınları toplamak,
inananların duygularını inciten ateist politikalar, avlu duvarlarının ve
Müslüman evlerin geleneksel kapılarının yıkılması, soyisimlerinin Slav
ekleriyle zorla değişmesi –ov, -ski, ya da –vić
( örn; Musliov,
Shabanovski, Arifović) vs. gibi birçok girişim olmuştur. Bunun gibi yok
etme eğilimlerinin yanında, Müslümanların sınırdışı edilmesi için son 100
yıldır her zaman devlet çabaları da vardır. Bu bazen 1938 veya 1954 (Eski
Yugoslavya ve Türkiye arasında) gibi anlaşmalar yoluyla olmuştur, bazen
de toprakların milliyetçilik ve kamulaştırma yoluyla hayati alanı daraltarak
baskı ve provokasyonlar ile gerçekleşmiştir. Yüz peçesinin yasadışı ilan
edilmesi (başörtüsü, ferace), dini kişiliklere işkence, inananların dini
hayatına müdahale için sarfedilen çabalar (örneğin oruçlarını bozarak),
askerlik hizmeti için Müslüman kadınları toplamak, inananların duygularını
inciten ateist politikalar, avlu duvarlarının ve Müslüman evlerin geleneksel
kapılarının yıkılması, soyisimlerinin Slav ekleriyle zorla değişmesi –ov, ski, ya da –vić ( örn; Musliov, Shabanovski, Arifović) vs. gibi birçok
girişim olmuştur. Müslüman bilim adamlarının faaliyetleri sayesinde,
inananların bir bölümü kendi yerlerinde kaldı ve Balkanlar’da ikinci bir
Endülüs ve yeni bir reconquista(endülüs döneminde iber yarımadasındaki
hristiyanların müslümanların yarımadadaki varlıklarını ortadan kaldırma
çabaları) gerçekleşmedi. Ataullah Efendi Kurtishi gibi İslamiyet uğruna her
şeyini feda eden, hayatları hapislerde geçmiş; Hafiz Ibrahim Dalliu, Hafiz
Sabri Koçi, Husejin Djozo gibi, öyle ki komünist baskıdan kaçmak için
mısır tarlasını mektebe dönüştüren (Rafiz Efendi of Rashçe), 100den fazla
3[3] Bu konu hakkında bir belgesel hazırlanmıştı. A Cry from the Grave (1999).
21
kuran hafızı yetiştiren (Mahmut Arsllani of Tetovo), zamanın en büyük
komünist tehditleri karşısında feslerini-türbanlarını çıkarmayarak direnen
(Hafiz Idriz of Skopje), ve bunlar gibi birçok aktivist vardı.
Fotoğraf 2. Hafız İdris Efendi’nin Komünist Yugoslavya'ya
meydan okuyan hayatı boyunca taktığı fesiyle olan kimlik kartı
Ancak, öyle ya da böyle yer değiştirme devam etmiştir. Çalışmalarım
sırasında (1993-2000) bir otobüs Doyuran Türk’ünün yanlarına sofraları,
ahşap sandalyeleri vb gibi eşyalarını alarak aileleriyle birlikte Türkiye’ye
göç ettiklerine tanık olduk. Bunun başka bir şekli de beyin göçüdür. Farklı
bilim dallarında eğitim gören birçok genç tahsilleri bittikten sonra İstanbul,
Bursa, Ankara gibi kendilerini bulabildikleri yerde yani Türkiye’de
yaşamaya devam ediyor.
3.
İslami uyanış, neo-Osmanlıcılık ve İslamofobi
Son otuz yıldır, Balkan da dahil, dünya çapında “kutsala geri dönüş olarak
adlandırılan bir olay”a, bir dini uyanışa tanıklık ediliyor. Bu bağlamda
dikkat edilmesi gereken İslami uyanışın başlangıcı Balkan İslamının
sembolü Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarının 1983’te hapse atılıp 1990’da
geri çıkmasıyla yankı bulmuştur. Dini duyguların yeniden canlanması da
birçok insanın hayallerini yıkan ve bir alternatif arayışa sürükleyen
(özellikle 1967de sadece kendini ateist devlet ilan eden - Arnavutluk) bir
ideoloji olan komünizmin çöküşüne, modernite krizine, Yogoslav krizine ve
Boşnak ve Arnavutlara yapılan soykırımlara vs. borçludur.
Bu uyanış, bireysel dindarlıktan (Pajaziti, 2003) büyük bir kitleye kadar,
camilerin ve dini yapıların yeniden inşa edilmesi, eğitim (komünist
dönemde Balkanlarda yalnızca 3 olan medreselerden sonra 23 yeni
medresenin açılması) çeşitli Kur’an meallerinin, İslami kaynak eserlerin,
22
Buhari, Nevevî, İbn Haldun’dan İsmet Özel, el-Attas, T. Ramazan’a klasik
ve modern İslami düşünce yazarlarının (Ibrahimi, 2012) yayınlanmasına
kadar çeşitli alanlarda görülmektedir.
Dini duyguların güçlendirilmesi ile, AK Parti Türkiyesinin etkisi de
2002’den beri Balkan’da yükselişte. Son zamanlarda bu güç küresel
boyutlarda, devletçilikten evrensel sahnenin baş aktörlerinden birine
dönüşerek, siyasi hem de ekonomik ve kültürel açıdan gelişmektedir.
Türkiye ekonomisi Avrupa ortalamasını aşan yüksek büyümesi ile etkileyici
bir durumda; 2002-2012 arasındaki bu büyüme % 7 olmuştur. Şu anda
Avrupa'da altıncı, dünyada on altıncı büyük ekonomidir. Balkanlar için
bölgedeki en etkili unsur olması ticaret, yabancı yatırım, eğitim, inşaat
sektörü, insani yardım gibi mutedil gücünden kaynaklanır: (Balcer, 2011:
2). Tüm bu alanlarda Türkiye'nin etkisi oldukça açıktır. Türkiye'nin hiper
aktivizmi Diyanetin ve TİKA’nın faaliyetlerinde, Gülen hareketinde de
görülür.
Türkiye'nin bu yükselişi farklı Balkan bölgelerindeki çeşitli çevrelerde,
özellikle Sırbistan ve Arnavut bölgelerinde ve Balkanların yeniden
osmanlılaşmasıyla ilgili tehlikeye dikkat çeken Karadağ ve Yunanistan’da
korku ve psikoza sebep oldu. “Avrupa Birliği kapılarında Yeni Rumeli”
adında, daha önce Türkiye’de Sırp büyükelçiliği yapmış bir Sırp entellektüel
tarafından yazılan bir makale Avrupa’yı yeniosmanlıcılık tehdidi konusunda
ikaz ediyor. Bu bağlamda, Balkanlar’ın İslam tarafından yeniden
fethedilmesinin engellenmesi adına çeşitli senaryolarla İslam-Müslüman
tehditi uzun süre konu edildi.. Ezan, cami, peçe gibi İslami sembollere ve
Müslüman Dünya ile Balkan müslümanlarının yakın ilişkilerine saldıranlar
var. İslam ve Müslümanlara karşı patalojik bir korku iklimi ortaya çıkıyor.
Bu bağlamda siyaset, sanat ve bilim dünyasından bazı isimler Balkan
Müslümanlarını Osmanlı varisleri olmakla suçlayanlar arasında yer almıştır.
Karadjić’i bir kahraman olarak adlandıran, Miloseviç için sempati
duyduğunu ifade eden ve Bosnada tecavüze uğrağan kadınların ve
kurbanların sayısını az gören yönetmen Emir Kusturica Osmanlı
karşıtlarından biridir.
“Yeşil hat”tan korku saçanlar, Balkan’da islamofobi çıkaranlar arasında
Miroljub Jevtić, Sonja Jekić, Srđa Trifković, Tatijana Lazić, Ioannis
Michaletos, Kastriot Myftaraj, Pirro Misha, Ismail Kadare, Aurel Plasari,
Veton Surroi, Mirela Bogdani, Enver Robelli gibi bu toprakların insanları ve
23
bunların yanında Cristopher Deliso, Elizabeth Kendal, Sam Vaknin,
Johnathan Widel, Russell Gordon, Kevin McCoy gibi yabancılar da vardır.
Arnavut çevrede islamofobi örnekleri olarak Arnavutların baskı ve şiddet
nedeniyle İslam dinine geçtikleri tezini savunan, İskender Bey (İsa'nın
Atleti), Rahibe Teresa, Peter Bogdani, Peter Budi, Marin Barleti gibi
Hristiyan figürlerin tasvip edildiği ve abartıldığı Arnavut okul kitaplarında
anti-Osmanlı ve Katolik yanlısı propagandaları da bunlara ekleyebiliriz.
Arnavut Literatüründe Türk; suçlu, hırslı, cahil, eli silahlı adam gibi ima
edilir ve Anadolu "sultan" "harem" terimlerini de manipule edilerek
anlatılır. Çeşitli televizyon tartışmalarında minareleri “İran Roketleri”
olarak betimleyen durumlar ve gazete makalelerinde ezana "köpek
havlaması" diyen ve İslamın yasaklanmasını talep eden akıl hastası ve
ahlaksız insanlar olmuştur. Islamfobikler kafilesine "Osmanlı'ya Meydan
Okumak" başlıklı yazısında Davutoğlu'nun yeni paradigması yoluyla
Türkiye'nin Balkanlar'da Osmanlı'nın rolünü canlandırmayı hedeflediğini
söyleyen Arben Caferi de katıldı. (Caferi, 2009). İslamofobik ve
Osmanlıfobik renklerle ilgili diğer bir makale de “Başından beri (Türkiye)
Bosna, Kosova ve Arnavutluk'taki etkisini yeniden kazanmayı hedefliyor.
Kendimizi İslam toplumundan ayırmak istiyoruz ama “küçük hain”
tarafından engelleniyoruz ” diyen Robert Papa’ya ait. (Tema, 16.01.2013)
Cevat Lloshi’nin "Arnavut dilinin istenmeyen doğululaşması" adlı makalesi
de anti-Osmanlı öğeler içerir. Bu yazıda, Arnavutçadaki Allahu ekber,
allahrazolla, ehl-i zimmet, estagfirullah, tobestakfirullah gibi Türkçe ve
Arapça kökenli kelimelere itiraz eder ve bu kelimelerin Arnavutçadan
arındırılmasını talep eder. Arnavutçanın Türkçeden ayrılması gerektiğini
savunarak Arnavutçanın bir Hint Avrupa dili olup bir Turan dili olmadığını
ve Arnavutların bir Avrupa milleti olup Türkmen olmadığını söyler. (Lloshi,
2013). Son yıllarda Arnavut basını “Arnavutluk için İslam tehditi”, “İslam
Arnavutluk'ta terör ve şiddet yoluyla yayıldı”, “Arnavutluk, İslamın bir
mühimmat deposu”, “Arnavut Müslümanlar sultan haremlerinin
torunlarıdır” , “Allah kiliseleri yok eder” , “Allah’ın bölünmüş oğulları” vs.
gibi islamofobik başlıklar yayınladı. (Jazexhi, 2008). Ferizaj’da Başbakan
Thaçi’yi “Seni Türk Haşim...” diyerek kurşunlarla tehdit eden Kosova
grafitisi ortaya çıktı. Bir diğeri “Yeni Camii ile birlikte yıkıl!” diyor.
Müslümanları kısa pantolonlu ve hacı şapkalı mısır bıyık gibi sakallı
şeklinde tanımlayan makaleler de var. (E. Robelli).
24
Geçen yıl Bulgaristan'da ATAKA Partisinin temsilcileri Sofya Camii'nin
cemaatine saldırdı. Yunanistandaki "Altın Şafak" ülkeden yabancı ve İslami
unsurların ortadan kaldırılmasını amaçladığını ilen ederek faşist ve
neonazist bir politika izler. Boşnaklar arasında da Türk etkisine karşı
tepkilerin ortaya çıkmış olması ilginçtir. Daha iyi bir gelecek için Osmanlı
İmparatorluğunun herhangi bir reenkarnasyonu olamaz diyen Daha İyi
Partisi'nden F. Radončić Bosnalıların kendilerini sömürgeci mentaliteden
kurtarmaları gerektiğini söylüyor; the Central Committee (Yugoslavya
Komünist Partisi) de zamanında İstanbul’un, Viyana’nın onlar için karar
verdiğini şimdi ise onların kendileri hakkında karar vereceklerini söylüyor.
Bosna Hersek'te, yani Balkanlardaki İslamfobinin merkezi olarak tarif
edilen Saraybosna'da (F. Alispahić) Oslobodjenje, Nezavisne Novine and
Slobodna Bosna gibi gazeteler tarafından yönetilen ve Müslüman topluluğu,
Müslüman Alimler başkanını (Rais el-Ulam ') ve diğer İslami sembolleri
hedef gösteren İslam karşıtı bir medya kampanyası aktif durumda. Bir
müzik grubu (Dvadesetorica) şarkılarından birinde şu sözler geçiyor :
Arkadaşım İbrahim
Kapıdaki ilk sakal
Dört yaşında bir oğlu var
Ona nasıl dua edeceğini öğretir
Ticaret merkezine gitti
İki tehlikeli bombayla
Kuran, başörtüsü, fes, cüppe, namaz, seccade gibi İslami değerlere karşı
alaycı ve rahatsız edici saldırıların olduğu, ve bazı sınırların çiğnendiği,
paganlık ve eğlencenin modern bir kombinasyonu olan Vevchani Karnavalı
(2012) Makedonya'da tepkilere neden olan bir olaydı. Makedonya genelinde
Müslüman nüfusun tepkisine neden olan bu onur kırıcı lekeleme, kutsalın ve
pornografinin yapay ve sapıkça bir alaşımıydı. İslam karşıtı kini ifade eden
duvar yazıları ve cami kapılarındaki haçlar sıklıkla görülmüştür. Başka bir
olay da Smilkovci Gölü'nde beş Makedonyalının infazından sonra (2012)
masumiyet karinesi prensibini göz ardı ederek bunun İslami radikaller
tarafından yapılan bir eylem olduğunu söyleyen içişleri bakanının beyanı
oldu. Bu beyan Üsküp'te Müslüman gençlerin güçlü protestolarına neden
25
oldu.
Benzer dalgalanma Bilgi Toplumu Bakanı, Ivo Ivanovski'nin “500
yıllık Türk köleliğine yeter artık!" ve “Türk dizileri yerine artık Makedon
yapımı dizileri izleme zamanı!" gibi ifadeleri nedeniyle gerçekleşmişti.
(A1on, 10.11.2012) Ayrıca Makedonya'da Kanal5 ve Facebook'tan takip
edilebilen Milenko Nedelkovski, Latas (“Malcolm X”, Veçer, 12.03.2012)
gibi gazeteciler ve Toni Naunovski gibi açık bir islamofobik diskurları olan
entelektüeller var. Bunlar kelime-i şahadet bulunan bayrakların El-Kaide'yi
temsil ettiğini, çerçeve anlaşmanın çok uluslu bir devlet kurmaya çalıştığı
için feshedilmesi gerektiğini ve Arnavutların FYROM Müslümanları
üyeliğinden ayrılması gerektiğini söylüyorlar.
4. Balkan Müslümanların Başlıca Sorunları ve Çözümleri
Balkan'da İslam sadece dini rolüyle sınırlı değildir. Aynı zamanda
birçok Balkan Devletinde ve ötesinde ahlaki bir kod, bir yaşam tarzı, bir
değer oluşturan kültür ve sanattır (AIITC, 2006). Balkan Müslümanları
birçok problemle karşı karşıyadır ve bu durum sonucunda ortaya çıkan
hayatları ve gelecekleri hakkındaki süreğen belirsizlik onları strese sokuyor.
Bazıları dahili sorunlarken bazıları ise İslami olmayan faktörlerden gelen
harici sorunlardır. Bu dış faktörler arasında İslam karşıtı ve ayrımcı
politikalar uygulayan çeşitli Hristiyan ve Slav merkezli hükümetler ; "eski
işgalci kalıntıları", “11 Eylül sonrası teröristler” ve “Hıristiyanlara karşı her
an cihada başlatma anını bekleyen mücahitler” olarak algılanan İslamiyet'e
inananlar hakkındaki popüler önyargı ve basmakalıplar vardır. Balkan
Müslümanlarının vakıf topraklarıyla, devlet tarafından işgal edilen mülkleri
ile alakalı ciddi problemleri vardır. Devletin yaptığı ayrımcılıkla ilgili
sorunları var; Hristiyan topluluklar (Makedon parlamentosunda Hıristiyan
ikonografisi, devlet parasıyla kiliselerin inşası, devlet törenlerinde rahiplerin
rol alması gibi) gibi şeylerle açıkça destekleniyor. Bir başka sorun ise
medyada, özellikle TV’de, İslam'a çok az yer verilmesi (sadece Ramazan
ya da bayram boyunca). İslam hakkında konuşulduğunda bu olumsuz bir
durum oluyor. Diğer önemli sorunlar ise şunlardır: modernleşme sürecinden
dolayı aile otoritesinin zayıflaması, kızların modaya göre eğitilmeye
zorlandığı eğitim, gençleri Avrupa ülkelerine göç etmeye teşvik eden
fakirlik, Balkan Müslümanların sayısını gözle görülür şekilde azaltan
"formalite icabı evlilikler".
İç faktörler Müslümanların İslam algısındaki çeşitliliğidir; özellikle bazı
çevrelerce bu ayrım desteklenmektedir. Bir yandan geleneksel, ılımlı
26
Osmanlı, Avrupa İslamı (Avroİslam) ve diğer yandan yerel ve sufi
inançlardan temizlenmiş sade İslam, veya Vahhabilik olarak da adlandırılan
Selefi. Bu bölünme, Sancak'ta (Arap Camii, Novi Pazar, 2006) ya da
Üsküpte İsa Bey Camii'ndeki gibi (2010) cami içindeki çatışmalar ve bunun
yanı sıra namaz kılma usulü, yenilikler, mevlüd gibi konular cemaatleri
birbirleriyle çatışma noktasına kadar götürmüştür. Bu bölünme "Arap
İslamı" ve "Türk İslamı" arasında olan irrasyonel bir bölünmedir.
Bununla ilgili olarak başka bir iç sorun da İslami toplumların pasifliği ve
sivil toplum kuruluşları, İslami kültürel insani yardım kuruluşları ve İslami
yayın evlerine İslam çağrısı için farklı bir ses ve bir destek olarak
bakılmaları gerekirken resmi kurumlar tarafından rakip olarak görülüp
onlarla işbirliği yapmak istememeleri veya bu konudaki tembellikleridir. Bu
durum özellikle de İslami ve vakıf ve toplulukların insani yardım ve İslami
yayın bakımından, özel yayınevlerinin İslami toplulukları çok geride
bıraktığı Arnavut bölgelerinde yapmış oldukları önemli katkıyı düşünürsek
çok trajik bir durumdur. Müslümanların başka bir iç sorunu da İslami kimlik
için hiçbir anlamı olmayan ve kendilerine İslami olmayan bir görünüm
veren bir maskenin arkasına saklanmaya çalışan Müslümanların siyasi
liderliklerindeki seküler konsepttir.
5.
Sonuç
Balkanlar, gerçek aktörlerden çok nesnelerin olduğu sakinleriyle büyük
güçlerin menfaatlerinin kesiştiği bir yoldur.Müslümanlar yüzyıllardır
problem olan Balkan coğrafyasında kendi sahte tehlikesi ve gerçek
kurbanlarıyla ‘istenmeyen bir kitle’ iken, Balkanlar “ihraç edilecek tek şeyin
tarihleri olduğu” ve “içgüdüsel vatanseverliğin” coğrafyasıdır.(J.Leach).
Otokton olmasına rağmen, son 100 yıl onlar için bir Golgotha olmuştur.
Bugün onlar,devlet ve uluslararası olan yasal organizmaları yoluyla
çözmeye çalıştıkları farklı türlerden problemlerle karşı karşıyadırlar. Önemli
bir miktarın bir araya gelmesine rağmen, hala kendi aralarında yoğun bir
etkileşime sahip değiller ve bu nedenle, Balkan İslam forumu kurmaya
ihtiyaçları vardır. Politika ve eğitim alanında da Müslümanlar arasında daha
fazla iletişim olmalıdır,özellikle gençlerin üniversite gençliği arasındaki
ümmet ruhunu ortadan kaldırmaya çalışan milliyetçi politikalar tarafından
manipüle edilen atalarının hatalarından kaçınmakta daha çevik olmaları
gerekir. Medyada da yatırımlara ihtiyaç vardır. Ortak bir TV, ortak bir
gazete ve dergi kurulmalıdır. İslami renklerle yapılan muhafazakar siyasi
27
ruh, siyaset yapmanın en zirve noktasından Müslümanların sesini gür bir
şekilde duyurabilecek genç ekipleriyle Arnavutluk ve Kosova'da daha aktif
olmalıdır. (Kosova'da Adalet Partisi ve Birleşmiş İslami Parti diye iki siyasi
parti var.) Bu durum, inananların oylarının çoğunluğunun alınmasına
rağmen, Müslümanların İslami yaşantıya öncülük edemeyecek olanların
yada manevi değerleri üçüncü plana atmayı düşünen politik faktörlerin
veya her zaman yabancı programların aracı olarak kalmaması adına
Müslüman inananlar için gereklidir. Bence, Balkan Müslümanlarının
karışık durumu bu yılın başındaki birbiri ardına gerçekleşen iki çelişkili olay
sayesinde en iyi şekilde görülmüştür: iyi olanı Yunan Hükümeti tarafından
Atina'ya cami yapılmasına izin verilmesi; kötü olanı ise Makedonya'nın
başkenti Üsküp'te bir caminin yıkılıp yerine şehir evi yapılacak
olmasıdır. Yani, Balkanlar Balkanlardır.
6. Bibliyografi
1. Ahmedi, N. “Islami dhe ndikimi i tij në Ballkan”, islamgjakova.net,
18.10.2010.
2. A1on, 10.11.2012.
3. Balcer, A. (2011). “Turska i Zapadni Balkan: Pogled iz Poljske”,
Beograd: Demos Europa & ISAC.
4. Hodzic, E. (2012). “Milion i po muslimana sa Balkana protjerano je u
Anadoliju”, http://www.aa.com.tr/ba/vijesti/15.12.2012
5. Honig, J. W. & Both, N. (1996). Srebrenica: Record of a war
crime. Penguin Books.
6. Ibrahimi, N. (2012). “Natyra, manifestimet, problemet dhe perspektiva
e zgjimit islam në Ballkan”, www.albanur.net/07.03.2013
7. Interview with Metush Aliu, Saraj, Skopje, November 2012.
8. Иванов, Ѓ. (2004). ”Милетскиот систем – модел на религиозна
толеранција“. Политичка Мисла. Year 2, Nr. 8.
9. Izetbegoviq, A. (2008). Kujtime. Prishtinë: AKEA.
10. Jazexhi, O., “Përdorimi politik i islamofobisë në Shqipërinë
paskomuniste”, shqiperia.com, 12.09.2008.
11. Lloshi, Xh. “Orientalizimi i padëshiruar i shqipes”, Dita, 08.03. (2013).
28
12. Merdjanova, I. (2012). Rediscovering the Umma: Muslims in the
Balkans between Nationalism and Transnationalism, Oxford
University Press.
13. Mojzes, P. (2011) Balkan Genocides: Holocaust and Ethnic Cleansing
in the Twentieth Century. Rowman and Littlefield Publishres, Inc.
14. “Muslimanët në Ballkan - realiteti dhe e ardhmja”, AIITC & Qendra
për Bashkëpunim Ndërkombëtar, Tirana, 02.09.2006.
15. Öktem, K. (2010). New Islamic actors after the Wahhabi
intermezzo: Turkey’s return to the Muslim Balkans. University of
Oxford: European Studies Centre.
16. Papa, R. “Pleqtë rrugaçë”. SotNews, 29.12.2012.
17. Shenja, Nr. 23, March, 2013.
18. D. Tucović, D. (1975). Serbia dhe Shqipëria. Prishtinë.
19. Nurellari, A. “Osmanofobia si përpjekje për të minimizuar dëmet e
komunizmit”. Gazeta Shqip. 29.08.2010.
20. Sulstarova, E. (2010). Në
artikuj, Skopje: Logos-A.
pasqyrën
e
Oksidentit: Studime
dhe
21. Göç, şehir ve Yerel Yönetimler. (2009). İstanbul: TDBB.
22. Turkeshi, A. (2011). Kufiri administrativo-politik, shkaku kryesor i
migracionit të popullatës së Dibrës. Tetovo: SEE University.
23. Veçer, 12.03.2012.
24. Xhafa B. (2001). Lufta e Dibrës 1920. Tirana.
25. Xhaferi, A. “Sfida osmane”. Shekulli. 31.10.2009.
26. http://www.zeriislam.com/artikulli.php?id=1878/21.05.2011
27. http://www.shekulli.com.al/2011/05/05/universiteti-i-shperthimitatomik.html
28. http://www.fis.edu.rs/index.php?option=com_content&view=article&i
d=91%3Abudunost-islama-na-balkanu-i-suivot&Itemid=41
29. http://www.youtube.com/watch?v=fkCv6tcwzvU
30. http://www.youtube.com/watch?v=r-0JChjftR4&feature=related
31. http://www.youtube.com/watch?v=KpYh-RZt7rg
29
SIRBİSTANDA
SORUNLARI
İSLAM-ARNAVUT
MÜSLÜMANLARININ
MAJLINDA HYSENI
SIRBİSTAN – DITURIA VAKFI
Sırbistan Orta ve Güneydoğu Avrupa'nın kesişme noktasında yer alır. Ülke
Kuzey'de Macaristan; Doğu'da Romanya ve Bulgaristan; Güney'de
Makedonya; Batı'da Hırvatistan, Bosna ve Karadağ ile; ayrıca Kosova
bölgesi boyunca Arnavutluk ile sınır komşusudur. 2011 nüfus sayımı
itibariyle , Sırbistan (Kosova hariç) 7,186,862 toplam nüfusa sahiptir.
Nüfus sayımı 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova'da yürütülmedi.
Sırplar, Kosova hariç toplam nüfusun % 83.3'ünü temsil eden Sırbistan’daki
en büyük etnik gruptur, Macarlar ise Boşnaklar, Romanlar, Arnavutlar,
Hırvatlar, Bulgarlar, Karadağlılar, Makedonlar, Slovaklar, Ulahlar,
Romenler, Çinliler ve diğerleri arasında Sırbistan’daki ikinci büyük etnik
gruptur.
Sırbistan Avrupa'nın en büyük mülteci nüfusuna sahiptir. Sırbistan'da
mülteciler ve ülke içinde göç etmek zorunda kalmış kimseler nüfusunun %7
ila %7,5unu oluşturuyor. - mültecilerin yarım milyon kadarı art arda devam
eden Yugoslav savaşları sonunda ülkeye sığındı, bunlar genel olarak
Hırvatistan'dan ve daha az olarak da Bosna-Hersek'ten gelmişlerdir, 200,000
civarında da Kosova'dan sürülmüş mülteciler bulunmaktadır.
SIRBİSTAN'DA DİNİ YAŞAM
Sırbistan Avrupa'nın dini olarak en fazla çeşitliliğin olduğu ülkelerden
biridir. Çoğunlukla Doğu Ortodoksluğunun yanında Katolikler, Müslüman
azınlık ve daha az diğer küçük gruplar bulunmaktadır.
SIRBİSTAN'DA İSLAM
Sırbistan’da pek çok etnik grup olduğu gibi, Boşnaklar ve Arnavutlar
çoğunlukla Müslüman’dır, ama daha küçük Müslüman etnik gruplar da
vardır: Aşkali, Mısırlı, Goralı, Roman ve Türkler.
2002 nüfus sayımına göre Sırbistan'da 239,658 Müslüman vardı.
Sırbistan'da Müslümanlar en yoğun Novi Pazar, Tutin ve Sancak'taki
30
Sjenica bölgelerinde ve Preševo ve Preševo vadisindeki Bujanovak
bölgelerinde bulunuyorlar.
İslam'ın Osmanlı Devleti'nin genişleyerek Balkanlar'a geldiğine inanılır.
Sırplı Müslümanların çeşitli etnik kökenleri şöyledir:
Milletlere göre Boşnaklar ve Müslümanlar, çoğunlukla Sancak bölgesinde
yaşayan, Osmanlı yönetimi sırasında İslam dinine geçen Güney Slavlardır.
Şimdiki Arnavutların ataları olan Osmanlı öncesinde Katolik ve Ortodoks
Hıristiyanların büyük bir bölümü ve Kosova'nın bir bölümü 17. ve 18.
yüzyılda Müslüman oldular.
Güney Kosova asıllı Slav Goraniler daha önce Hristiyandı ve 18. ve
özellikle 19. yüzyılda Müslüman oldular.
Arnavutça konuşan Kosova asıllı Romanlar, Aşkaliler ve Mısırlılar
Müslümandır; genellikle önceki vatanları Makedonya ve Bosna olan ve
dilleri Sırpça olan Romanlar da Müslümandır.
Tarihsel olarak Osmanlı yönetimi altında çok sayıda Sırp Müslüman
olmuştur.
Sırbistan'ın biri Belgrad diğeri ise ağırlıklı olarak Boşnak Müslümanlardan
oluşan Güneybatı'daki sancak bölgesi merkezli iki rakip islami topluluğu
var. Sırbistan'da Müslüman topluluklar arasındaki bölünme 2007 yılına
kadar uzanır. Sancaktaki en büyük kent olan Novi Pazar merkezli Sırbistan
İslam Topluluğu manevi rehberlik için komşu Bosna'ya danışır.
Sırbistan'da İslam dini mensupları iki büyük topluluk halinde organize
edilmiştir:
Sırbistan İslam topluluğu (Islamska zajednica Srbije), Belgrad üyeliğiyle,
reis-ül-ulema (Baş Müftü) Adem Zilkić tarafından yönetilir ve şu şekilde
ayrılabilir:
·
Belgrad üyeliği ile Sırbistan Meshihatı,
·
Novi Pazar üyeliği ile Sancak Meshihatı,
·
Preševo üyeliği ile Preševo Meshitatı,
·
Novi Pazar üyeliğiyle Sırbistan'daki İslami topluluk (Islamska
zajednica u Srbiji) şunları içerir:
·
Novi Pazar üyeliği ile Sancak'ta İslam toplumu (Islamska zajednica u
Sandžaku) ya da Sancak Müftülüğü.
·
Novi Sad üyeliği ile Voyvodina'da İslam Toplumu (Islamska zajednica
u Vojvodini) ya da Novi Sad Müftülüğü.
·
Preševo üyeliği ile Preševo Vadisi'nde İslam toplumu (Islamska
zajednica u Preševskoj Dolini) ya da Preševo Müftülüğü.
31
·
Belgrad üyeliği ile Merkezi Sırbistan'da İslam topluluğu (Islamska
zajednica u Centralnoj Srbiji) ya da Belgrad Müftülüğü.
http://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_Serbia
PREŠEVO VADİSİ
Medvedja'dan başlayarak, ortada Bujanovac ve Güney'de Preševo olmak
üzere 3 bölgeyi kapsayan Güney Sırbistan bölgesi (Doğu Kosova),
çoğunlukla Slavlar tarafından doldurulan Leposaviç ve Zubinpotok diye iki
bölgeye bedel olarak 1945 yılında idari açıdan Kosova'dan ayrıldı.
Bu ayrılığın amacı siyasi, ulusal, ekonomik gibi cihetlerden Arnavut
stokunun ezilmesi olarak görüldü.
Preševo vadisi 1249 km2 olup, nüfusu 111.000dir. Kilometrekare başına 72
kişinin yaşadığı bu toprakların %62si Arnavut nüfusuyla doludur.
SORUNLU MESELELER
Preševo Vadisi ekonomik olarak gelişmiş bir bölge olabilmek için tüm
parametrelere sahip olsa bile, bu üç şehrin hala en yüksek işsizlik oranına
sahip olmak gibi büyük bir sorunu var.
Bu bölgedeki Arnavutlar siyasette ayrımcılık yapıldığını düşünüyor;
kendilerini bireysel ve toplu haklardan yoksun hissediyorlar.
Uygulama dışı ekonomik kalkınma planı, istikrarsız siyasi durum, verimli
olmayan eğitim ve pek çok kritik konular Preševo'nun görünümünü basit bir
şekilde resmediyor.
Bu faktörlere bağlı olarak asıl sorun Arnavutların kendi topraklarından Batı
ülkelerine sessizce göç etmeleridir. Bu bölgedeki gençler eğitsel becerilerini
bu bölgenin dışında geliştirebilmek için yeni kaynaklar bulmaya çoktan
hazırlar; bunun bir sonucu olarak yavaş yavaş kendi kültürlerini,
geleneklerini ve dinlerini unutuyorlar. Başkalarının alışkanlıklarını ve
kültürlerini kabul etmeye başlamaları temel sorun haline geliyor; bununla
birlikte kendi ulusal sembollerini, bazı temel geleneklerini ve dini
yaşamlarını koruma gururunu taşımak gibi meseleler ikinci plana bırakılmış
gibi görünüyor.
Toplumun geri kalanı ise her zaman kendilerinin ayrımcılığa uğramış ve
şevklerinin kırılmış olduğunu düşünüyorlar. Genç lise öğrencileri ana
dillerinde kitaplar bulamamak ve okulun çalışma koşullarında ve ders dışı
etkinliklerde yaşadıkları eksiklikler gibi eğitimle alakalı temel sorunlarla
uğraşıyorlar.
32
Neyse ki, din derslerinin ilköğretim ve lisede verilmesine izin veriliyor,
ancak batı kültürünün etkisi günlük hayatımızda giderek artan bir hızla
devam ediyor ve gençlerimizin bu açıdan bakabilmelerini engelliyor.
ÇÖZÜMLER
Bu bölgedeki Müslümanların karşı karşıya geldiği vaziyeti iyileştirmek
amacıyla bu meseleler uzun soluklu bir şekilde ele alınmalıdır.
Arnavutların düşük ekonomik gelişmişlik düzeyinden kurtulabilmeleri ve
daha iyi bir altyapıya sahip olmaları, yıllardır değişmeyen bu durumdan
yavaş yavaş kurtulan gençler için daha verimli eğitim imkanı ve işsiz
insanlara yeni çalışma yerleri düzenlemek için onlara istikrarlı bir siyaset
gerekecektir.
STK'ların faaliyetleri, genç ruhu korumak ve onları daha gelişmiş özellikler
için hazırlamak için önemli bir esas olacaktır.
''DITURIA'' KÜLTÜR DERNEĞİ
Kültürel ve sosyal faaliyetlere bağlı kültür derneği "DITURIA" 90lı yılların
başlarında Preserve'de kurulmuştur.
Bu kuruluşun temel amacı eğitici, sosyal, eğlenceli ve sportif faaliyetler
yoluyla gençler arasında bir İslami bakış açısı hissi uyandırmaktır.
Bu derneğin faaliyetleri iki cihete odaklanmıştır : kültürel ve insani.
Bu dernek kültürel faaliyetler açısından; yabancı dil, bilgisayar kursları
açmak, alkol, uyuşturucu gibi olumsuz olaylara duyarlılığı arttırmak için
kampanyalar düzenlemek gibi faaliyetlerde bulunur.
Bilgi yarışması, Kur'an geceleri, drama ve belgesel yayınları gibi diğer
kültür ve sanat programları ve yayıncılık alanındaki faaliyetler de bir
taraftan devam etmektedir. ‘’Identiteti’’ bilgilendirici ve kültürel
dergilerinden birisidir. “Freskia e Ramazanit” adlı 5. sayısı çıkan dergi de
aylık bir dergi olarak yayına devam etmeyi planlıyor.
Yetimler ve savaş malullerine sağlanan insani yardım devamlı bir şekilde bu
kuruluşun faaliyetlerini takip etmektedir. Muhtaçlara dağıttığımız kurban eti
ve kumanyalar yapmaya çalıştığımız sembolik yardımlardır.
Eğlence amaçlı gençlere spor aktiviteleri ve yarışmalar düzenliyoruz.
Kadınlar için de farklı türlerde eğitici ve bilgilendirici programlar var.
33
RUSYA MÜSLÜMANLARININ
ÖNERİLERİ
SORUNLARI
VE
ÇÖZÜM
NAIDA TONAEVA
RUSYA-DAYANIŞMA VAKFI
Son birkaç yıl çok sayıda Müslümanın hayatında bir dönüm noktası
olmuştur. İki yıl önce Ortadoğu'nun birçok ülkesinde başlayan Arap Baharı,
özgürlük ve bağımsızlık için mücadele simgesi oldu. Ancak, diktatörlerin
devrilmesinden sonra bile Müslümanlar özgürlük hakları için mücadele
etmeyi bırakmamıştır. Yıllardır Filistin, İsrail işgalinden muzdarip olmuştur
ve Suriye gittikçe kendi vatandaşlarını kaybeden bir iç savaşın içine
girmiştir.
Ancak, Arap Baharı sadece Ortadoğu ülkelerine gelmedi. Ağırlıklı olarak
gayrimüslim nüfusa sahip ülkelerde yaşayan Müslümanlar da barış içinde
yaşama ve kendi dinlerini yaşayabilme hakkı için mücadele etmişlerdir. Çok
sayıda iç sorunları olmalarına rağmen, onlar dünyanın farklı yerlerindeki
kardeşlerine kayıtsız değildirler. Dayanışma Vakfı'nın abluka altındaki
Gazze halkına ve Başkurdistan’dan kardeşlerin Somali'de açlık çeken
insanlara yardım yetiştirmek ilk defa insani yardım göndermek için sıraya
girmelerinin nedeni budur.
Bahsi geçen konuyu ve bahsi geçen deneyimi ve Müslüman Rusların yaşam
koşullarını
göz önünde
bulundurduğumuzda,
dünyadaki
tüm
Müslümanların ortak acısı olan abluka altındaki Gazze’ye değinmenin yanı
sıra raporumuzda en sorunlu üç bölgeden bahsetmenin çok doğru olacağına
inanıyoruz; bunlardan ikisi Rusya Federasyonu içinde bulunuyor.
Bu üç bölümde sorunun özünü anlamaya ve Rus Müslümanlar tarafından
üstlenilen faaliyetleri açıklamaya çalışacağız.
Kuzey Kafkasya
Kuzey Kafkasya ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluşan nüfusu ile Rusya
sınırlarında kalan bir bölgedir. Bugün bu büyük ülkede en istikrarsız
bölgelerden biridir. Bölgenin elverişli bir coğrafi konum, zengin tarih ve
34
kültürel miras ve çok sayıdaki doğal kaynak gibi bariz avantajlarına rağmen
Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya, Kabardin ve Balkar gibi Müslümanların
yaşadığı yerlerde, insanların çoğu işsizlik, sosyal destek eksikliği, yerel
yönetimlerin kanunsuzlukları ve güvenlik güçlerinin sürekli düzenledikleri
özel operasyonlardan mağdurlar.
Kafkas Müslümanların karşılaştığı en büyük sorunlardan biri aralıksız
devam eden terörle mücadele operasyonlarıdır. Kanun uygulayıcı kurumlar
ve "savaşçılar" arasındaki silahlı çatışmalar günlük hayatın bir gerçeği
haline geldi ve yavaş yavaş normal bir kâr kazanma yoluna dönüştü. Teröre
karşı operasyonlarla ilgili günlük haber raporlarının arka planında insanlar
her gün kaç çocuğun yetim bırakıldığını ve kaç yaşamın sözüm ona
"temizlik" adına yok edildiğini dahi bilmiyorlar. Ne yazık ki hemen hemen
her Müslüman olarak yaşayan insan (tabii ki güçlü bir aileye sahip değilse),
bütün bunlarla hiçbir ilgisi olmasa bile her an bir "terörist" ya da silahsız
çetenin suç ortağı olarak kabul edilebilir. "Teröre karşı savaş"ın en popüler
metotlarından biri de adam kaçırma ve işkencedir. Bu yüzden, tehlikeli
savaşçıların neredeyse her zaman ölüleri bulunur, suçlarını (ya da
başkalarının suçlarını?) itiraf edenler elektrik şokları ve coplarla kötü bir
şekilde darp edilir veya hukuk ve adalet gardiyanları tarafından tekmelenip
ve darp edilir. Cumhuriyetlerin yorgun sakinleri şu ana kadar daha sık
düzenlenen mitinglerle tepki veriyor. Kanun uygulayıcı kurumların ve
teröristlerin eylemleri arasında artık hiçbir fark hissetmediklerini
söylüyorlar.
Uluslararası insan hakları örgütleri (İnsan Hakları İzleme Örgütü,
Uluslararası Af Örgütü, vb) tarafından hazırlanan raporlara göre
Dağistan’daki insan hakları durumu, Rus bölgeleri arasında en endişe verici
olanıdır. Sadece 2011 yılındaki çeşitli verilere göre bölgede yaklaşık 300
özel harekat gerçekleştirildi.
Dini liderlerin öldürülmesi ve Müslümanların kendileri arasındaki dini iç
çatışmalar Kuzey Kafkasya'daki en büyük problemlerden bazıları olmaya
devam ediyor. Devlet kurumları İslam’ın "geleneksel" ve "geleneksel
olmayan" şeklinde ayıran çatışmaları kızıştırmakta önemli bir rol oynar.
Yakın zamanda Dağıstan toplumu, Sufi tarikatın lideri Şeyh Said Efendi
Chirkey ve İlahiyat Enstitüsü rektörü Mahmud Sadıkov gibi dini figürlerin
ünlü cinayetleriyle şok oldu. Her ikisi de Müslümanların uzlaşması ve
Ümmetin karşılaştığı genel sorunları çözmek amacıyla diyalog için aktif
35
şekilde çalışıyorlardı. Bu arada Kafkasya'da çoğunlukla sıradan dini liderler,
imamlar öldürülüyor.
Bununla birlikte, son zamanlarda ortaya çıkan olumlu bir eğilime de dikkat
etmeliyiz. Selefiler ve resmi din adamlarının temsilcileri arasında yuvarlak
masa toplantıları ve Müslüman Alimler Uluslararası Konseyi Genel
Sekreteri Ali el-Karadagi tarafından Dağıstan'a yapılan ziyaret gibi olaylar
Müslümanların yanı sıra yetkililer ve halk arasına barış getirmek için
yapılan girişimlerdir.
Sosyal yardımın yetersiz düzeyde olması, işsizlik ve çok sayıdaki yetimlerle
gerginlikler şiddetlendi.
Son zamanlarda Dayanışma Vakfı Kafkasya'nın farklı cumhuriyetlerinde
yaşayan yüze yakın yetimin bakımını üstlendi. Her yıl, özellikle İslam'ın
kutsal ayları boyunca yüzlerce yoksul Müslüman sadece insani ve maddi
yardım değil sevgi ve ilgi paylaşımlarını da alıyorlar.
Biz sadece sevgi, birbirimiz için şefkat ve ilim peşinde koşmakla bugün
üzerimize asılı olan zulüm ve cehaletin karanlığının üstesinden
gelebileceğimize inanıyoruz.
Rusya eğitim kurumlarında başörtüsü yasağı
Ekim ayı ortalarında Stavropol Bölgesi'nin (Kuzey Kafkasya) Kara-Tube
köyündeki ortaokulun müdürü görünüşlerini provoke edici olarak
niteledikleri üç kız öğrenciye daha sonra başörtüsü ile okula gelmelerini
yasakladı. Çocukların eğitimde anayasal haklarını ihlal eden bu emri veren
müdür tek üniforma gerektiren okul şartına işaret ediyor. Bu anlaşmazlık
Stavrapol bölgesi boyunca yayıldı. 31 Ekim tarihinde bölgenin valisi
Müslüman öğrencilerin başörtüsü takmalarını fiili olarak yasaklandığı okul
üniforması yönetmeliği üzerine bir karar yayınladı. Bugün, Müslüman kızlar
normal derslere katılamıyor ve evde çalışmak ya da başörtülerini çıkarmak
zorunda kalıyorlar. Batı'da bu tür anlaşmazlıklar hoşgörü lehine çözümlenir,
ama Rusya henüz böyle bir duruma tanık değil. Rusya Federasyonu Eğitim
Bakanı okul yetkililerinin eğitimin laik yapısını ve bazı bölgelerde ya da
bazı ailelerde kabul edilen kültürel geleneğe bağlılığı sağlamak için her
zaman bir uzlaşma aramasını talep eden konuyla ilgili konuştu.
36
Köy okullarındaki Müslüman kız öğrenciler, Güney Bölge'deki okul
yarışmalarına katılan mükemmel öğrencilerdir, ve onları eğitimden
uzaklaştırıp evlerine mahkum etmek yanlış bir pedagojik karar olacaktır.
Bir köy okulunun öğretmeni "Onlar diğerleri için bir örnek teşkil eden
okulumuzun gururlarıdır ve öğretmenler sadece dini inançlarından dolayı
kızları evde çalışmaya göndermek istemezler," dedi.
Bu anlaşmazlık en yüksek makamlara ulaşmıştır, öyle ki Rusya Başbakanı
Vladimir Putin okul üniformasına geri dönüş için çağrıda bulunmuştur. Ona
göre bu, okullarda örtü problemini çözmeye yardımcı olacaktır. Putin,
"Rusya başlangıç noktamız olması gereken laik bir devlettir. Biz çok uluslu
bir devletiz ama bizde kilise devletten ayrılır" -dedi.
Başkan'a göre, eğer Müslümanlara okulda başörtüsüne izin verilirse diğer
dinlerin mensupları haklarının ihlal edilmiş olduğunu düşünebilirler.
Dayanışma Vakfı başörtüsü desteğine imza kampanyası organize etti, ve
Müslüman kızların vicdani özgürlüklerini ve anayasal haklarını korumak
için Başkan Vladimir Putin'e bir mektup gönderdi. Yetkililer bürokratik bir
hile ile cevap verdi. Vakıf, bu davaya Rusya’nın en iyi avukatlarıyla katıldı.
Bu kızların aileleri Müslümanların hakları üzerine pratikte açılan ilk dava
ile şikayette bulundular.
Biz bir demokratik toplumun ülkemizin totalitarizm yönetim altında tecrübe
ettiği şey olan bütün insanları tek tip gri kitlelere dönüştürme gayreti
olmadığına belki farklı grupların, özellikle yerli halkların menfaatlerinin
dikkate alındığı sistem olduğuna inanıyoruz.
Eğitimin laik yapısı öğrencilerin sınıflara dini kıyafetlerle katılma
gerçeğiyle katiyen ihlal edilmez, Önemli olan başkalarının haklarının
herhangi bir şekilde ihlal edilmeden laik bilgi alabilmeleridir.
Abluka Altındaki Gazze Şeridi
2011 sonbaharında ve 2012 yazında Vakfımız abluka altındaki Gazze
Şeridi'ne insani bir görev için gitti. Rusya Dışişleri Bakanlığı yardımı ile bir
kargo ilaç gönderdik ve bir cerrah heyeti düzenledik. AB'den, Türkiye'den
ve Arap ülkelerinden gönüllü doktorlar Gazze'de vardiyalı olarak çalışırlar.
2009 yılında Rus Hükümeti abluka altındaki Gazze Şeridi'ne insani yardım
için bir karar almış olmasına rağmen Gazze Rus heyetinin tarihinde ziyaret
37
ettiği abluka altındaki ilk bölgedir. Filistin Başbakanı İsmail Haniye, Sağlık
Bakanı Basim Naim toplantı sırasında heyetimizden daha fazla yardım rica
etti.Fakat geçtiğimiz yılın sonlarına doğru Gazze İsrail tarafından başka bir
bombalamaya daha maruz kaldı.
Bu günlerde Dayanışma Vakfı’nın Gazze'de başka bir insani görevi daha
vardır. Oraya hastaneler için ilaç gönderiyoruz. Vakıf ekibine bir gazeteci
ve yazarlar heyeti de eşlik ediliyor.
Biz Rusya'nın ve dünyadaki diğer ülkelerin Filistinli mağdurlara yardıma
katkıda bulunmalarını görmeyi çok istiyoruz. Mazluma yardım etmeyi çok
önemli buluyoruz, böylece içten bir şükran olarak kutsal toprak Filistin'in
birçok adresinin hafıza kartında kaydedilebilirsiniz.
38
MAKEDONYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
METIN HOXHA
MAKEDONYA - VIZONI - M
Kısa açıklama:
Makedonya 1991’de kurulan 2 milyonluk bir nüfusa sahip genç bir ülkedir.
Nüfusu Müslüman toplumu için tehlikeli sayılabilecek bütünleşme
sürecinden sonra daha da artış gösterme eğilimindedir.
Makedonya’da Dini Yapı
Makedonya Cumhuriyeti'nde en yaygın din Ortodoks Hıristiyanlıktır.
Müslümanlar İslam nüfusunun neredeyse üçte biri ile ikinci en büyük dini
gruptur. Makedonya'da topluluk Makedonya topraklarında tüm
Müslümanlar için yalnızca dini bir kuruluştur. Bu dini yaşamı
geliştirmekten ve inananların din işleri organizasyonlarından sorumlu bir
kurumdur.
Ülkedeki Dini Gruplar ve Hükümet ile İlişkileri
İslamfobiklerin bakış açısından, belli siyasi atamaların ve yerel ve ulusal
düzeyde seçilmiş yetkililerin İslamcı nedenleri doğrudan hızlandırıyor
olduğu bilinmektedir. Çeşitler motifler tarafından yönlendirilen bu destek
Makedonya'nın gelişen ekonomisine katkıda bulunan İslam ülkeleriyle ve
potansiyel yatırımcılarla üst düzeyde diplomatik yardım için STK'ların
faaliyet göstermesi ve camilerin yerel olarak inşa edilmesi için izin
vermekten geçer. 2006 yılındaki seçilmelerinden beri (2008 yılında yeniden
seçildi), ülkenin mevcut merkez sağ hükümeti bir numaralı önceliği olan
yabancı yatırımı cazip hale getirdi. Muhalefetin bu amaçla, konuyu her
fırsatta başarısızlığa getirmesiyle, -müreffeh Basra Körfezinden ve
Müslüman Dünyası'nın herhangi bir yerinden gelenler de dahil- hükümet
güvenlik sorunları nedeniyle potansiyel yatırımcıların uzaklaşmalarına
neden olduğu için hükümet oldukça zor bir durumdadır.
(Aslında,
Ortadoğu ve Türkiye özellikle yerel işadamları için umut verici ticaret
ortaklığı olarak tasvir edilmektedir.) Ve ülkeye istikrar ve pozitif bir imaj
sağlamak için, -bazı siyasi ve güvenlik yetkililerinin bu etkisiz durumla
hüsrana uğramış olmaya inandırılmasına rağmen- hükümet de İslamcılık
39
konusunun açıkça bahsini açmakta çekingendir. Uzun vadede , bu yüzleşme
kaçınılmazdır.
Şuna dikkat çekilmelidir: Ortodoks Kilisesi toplum hayatında çok fazla
etkin değilken ülkenin siyasi işlerinde çok önemli roller oynamaktadır. Bu
gücü hükümetin LGBT hakları gibi bir takım konularda geri adım atmasına
sebep olacak nitelikte etkilidir.Bir çok durumda Ortodoks Kilisesi
İslamiyet’in yaşanabilmesi için katkıda bulunmuştur, fotoğraflarda ve resmi
dokümanlarda İslami sembol olan başörtüsünü kullanımına izin vermesi
gibi.
Hükümet Yönetiminde İslam'ın Etkisi
İslamiyet’in 14. ve 15. yüzyıllardaki Osmanlı istilalarından beri
Makedonya'da büyük bir etkisi olmuştur. Birçok Türk Makedonya'ya
yerleşti ve İslam kültürünün değişik yönlerini anlattı. Bu Bitola, Üsküp ve
Kalkandelen kentlerinde daha belirgindir. Birçok Makedon ve pek çok
Arnavut Müslümanlaştı, çoğu Türkler tarafından asimile edilirken Makedon
Müslümanlar ya da Torbeshi genellikle Makedonya kültür ve geleneklerini
muhafaza ettiler. 19. yüzyıla gelindiğinde şehirlerin çoğu Müslümanlar
tarafından dolduruldu. Kalkandelen'de Alaca Camii ülkenin Osmanlı
geçmişinden kalan bir mirasıdır. Makedonya'nın Müslüman nüfusu 2002
yılında yaklaşık 500,000'di. Bugün, Müslümanlar milletin toplam nüfusunun
yaklaşık %33 ünü oluşturmaktadır.
1991’de kazanılan bağımsızlıktan bu yana birçok Makedon hükümeti
İslamcılığa yardım etmiş ve bu hükümetlerden hiçbir İslam’ı engelleyici
hiçbir şey yapmamıştır. Bunun sebebi ülkede uğraşılacak daha önemli
meselelerin olmasıydı. Tehlikeli boyutlardaki fakirlik, altyapı eksikliği,
Yunanistan’la yaşanılan gerginlikler, Arnavutların bitmek bilmez etnik,
milliyetçi talepleri gibi. Fakat devletin tarafsız politikası mevcut ve önceki
memurlara olan güvensizliğinden de kaynaklanıyor.
Makedonya’daki Müslümanların 1990'dan beri "din özgürlüğü" ve insan
hakları retoriği altında gerçek gündemleri gizlendi. Aynı zamanda Makedon
yetkililer , etnik Arnavut hassasiyetleri üzme korkusu dışında, İslamcı
gruplara karşı hareket etmekte tereddüt etmekteydiler. Ve Makedonya’daki
etnik gerginliklerin farkında olan Batılı Politikacılar İslami aşırı uçlara
yönelik operasyonlardan hiç bahsetmediler, bu da daha sonraki
hükümetlerin İslami hareketlere karşı sessiz kalmayı tercih etmesine ve
uluslararası arenada da bu tür olaylara karşı cesur bir tavır almasını
engellemiştir.
Dini Temelli Sorunlar
Son birkaç yılda ülkede Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında gözle
görülür bir gerilim söz konusudur. Başörtüsü takan öğrencilerin okullardan
40
kovuldukları olaylara oldukça nadir gerçekleşmiştir. Yaşanan olaylar ise
yine Müslümanların yaşadığı bölgede gerçekleşmiş ve okuldan kovulma
sebebi başörtüsü olmayıp başka meselelere dayanmaktadır. Bu da toplumda
din temelli değil başka problemlerin olduğunu gösterir. Müslümanlar
arasında çıkan tartışmalar için spesifik bir örnek Makedonya, Vevcani
maskeli festivalinde gerçekleşmiştir. Karışıklığın sebebi festivalde
Peygamber Efendimiz (sav) ile dalga geçilmiş olmasıdır bunun üzerine
eylemler ve gösteriler yapılmış ve eylemler sırasında vandal davranışlar
gösterilmiş hatta dini nesneler, camiler ve kiliseler zarar görmüştür.
Bir diğer din kaynaklı sorun ise 5 Hristiyan Makedon’un tam da
Hristiyanların dini günlerinden birinde gerçekleştirilmiş olması üzerine
polisin konuyu incelemesi ve operasyonlar düzenlemesidir. Polis kendilerini
radikal İslamcı olarak nitelendiren bir grubu ülke içerisinde tehdit unsuru
oluşturdukları gerekçesiyle tutukladı. Yargı süreci hala devam etmektedir.
Makedonya'da Müslümanların Kurumsal Yapısı
Makedonya'da Müslüman toplum dernek ya da STK'larda bir araya
geliyorlar. Aralarında dikkate değer herhangi bir gerginlik yok , İslam’a
hemen hemen hiç etkileşim katmamışlardır. İslam asla kimlik oluşumunda
bir faktör olmayı başaramadığı için, Türkiye örneğinde olduğu gibi, zaman
içinde birleşmenin bütün gücünü kaybetti. Müslüman geleneklerinin sadece
diğerlerine nispeten daha uzun sürekliliği, kırsal alandan kentsel alanlara
göçerken kendileriyle birlikte bu tür gelenekleri şehre getiren kırsal
kesimden geliyor.
Kurumsal açıdan, Müslüman Topluluk tarihi boyunca oldukça çok
kaybetmiştir. Makedonya'da İslam'ın canlanması için sadece Müslümanlar
arasında dini duyguların yeniden canlanmış olması gerekli olmayıp aynı
zamanda kurumsal ilerleme ve nitelikli din adamları da mevcut olmalıdır.
Makedon Müslüman Kimlik
Makedonya Müslüman Kimliğinin bazı genel özelliklerini içerdiğini
düşündüğüm Balkan Müslüman kimliği içindeki döngüsünü, her ülkede
tüm Balkan Müslüman kimliğinin oldukça farklı yapan belirli özellikler
olmasına rağmen, bu konu üzerinde duracağım.
Eşsiz bir Balkan Müslüman Kimliğinin varlığı olasılığını önceden tartışan
hiçbir teori olmamasına rağmen, ben bir tane olduğunu düşünüyorum. Bir
41
kimlik Balkanlar'da her yerde aynı olur gibi bir anlama gelmesi şart değil,
sadece Balkanlardaki çeşitli Müslüman toplulukların hala diğer Müslüman
kimlikler ile ve özellikle Avrupa bağlamında karşılaştırıldığında kendi
duruşunda onu tek yapan bazı ortak özelliklere sahip oldukları anlamına
gelir, bu yerli Avrupa Müslüman kimliği sağlar. Şunların arasında
Balkanlar'daki bütün Müslüman toplumların takip edilebildiği belirli bazı
özellikleri tespit ettik: Osmanlı mirası, Hanefi mezhebi, son dönemde
gerçekleşen milli canlanma, İslam'ın kurumsallaşması, dinin devletten
ayrılması ve İslam’dan kaynaklanan ama yine de bağlılık anlamına
gelmeyen Müslüman toplumların kültürel öğeleri.
İlk kez olmamasına rağmen İslam hala kütlesel olarak dünyanın bu kısmını
Osmanlı fethi ile Balkanlara getirildi4[4]O zamandan beri Müslümanların
önemli nüfusu Balkanlar'da fark edilmiştir ve yakın zamana kadar bazı
bölgelerde ve kentlerde nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadır.5[5] Maddi
çıkara ya da dini inancın kendisine bağlı olup olmadığı tartışmasına
girmeden İslam'a dönüş gönüllü olarak yapılmıştır. Osmanlılar Osmanlı'da
zaten var olan dini hoşgörüyü kendileriyle birlikte getirdiler 6[6], bundan
dolayı yeni Müslümanlar, daha sonra Balkan Müslümanları olmak için,
diğer dini grupların üyeleri ile hoşgörü ve birlikte yaşama geleneği kurdu,
ümmet için aidiyet hissine ek olarak Müslüman ülke sınırlarının ötesine
uzanıyordu.
İkinci özelliği tam olarak bir öncekinden yani Osmanlı mirasından
kaynaklanmaktadır. Osmanlılar İslam hukukunda Hanefi düşünce okuluna
bağlı olduğu için Balkanlara getirilen İslam Makedonya dahil bütün Balkan
ülkelerinde hala devam eden Hanefi geleneği formundaydı. Böyle bir eğilim
için delil İslami topluluklar içinde Hanefi Okul Hukuk'u uygulandığını iddia
ederek çeşitli Balkan devletlerindeki İslam Topluluklarının yasaları içinde
izlenebilmektedir.
Ulusal canlanma diğerleri ile karşılaştırıldığında Müslümanlar için biraz
daha geç gerçekleşti. Bunun nedeni çoğu Müslüman’ın "İçinde yaşamak
4[4] Bieber, Florian. "Muslim Identity in the Balkans before the Establishment of
the Nation States." Nationalities Papers, 2000: 14
5[5] Mentzel, Peter. "INTRODUCTION: IDENTITY, CONFESSIONALISM,
AND NATIONALISM." Nationalities Papers, 2000: 7
6[6] Bieber, Florian. "Muslim Identity in the Balkans before the Establishment of
the Nation States." Nationalities Papers, 2000: 14
42
istedikleri bir devlet yapısı olarak Osmanlı imparatorluğu" nu tercih etmiş
olmalarıdır7[7]. Ulusal canlanmanın başladığı zaman yaklaşık olarak
İmparatorluğun düşmeye başladığı zamandı. Bu, iki özellikle iki büyük
Müslüman topluluk: Makedonya'da yaşayanlar her ikisi de dahil Arnavutlar
ve Boşnaklar için geçerlidir. Böyle geç bir ulusal canlanma İslam inancına
çok tanıdık olmayan kavramlar, milliyetçilik ve etnisite fikirlerine yeni olan
Balkan Müslümanların kimliği için belirleyici faktör olan din için zemin
hazırladı.
Sonraki özellikleri Müslümanların azınlık veya çoğunluk olduğu Balkan
ülkelerindeki İslam’ın kurumsallaşmasıdır.
Balkan Müslümanları
Müslümanların dini hayatının yürütülmesinden hem de dinin uygulaması
için fırsatlar sağlamakla sorumlu olan İslami Topluluklar halinde
düzenlenmiştir. Bir rijaset (ana ofis), medzlis (meclis), muftinija (bölgesel
merkezi olmayan ofisler) ve yerel camiiler ile oldukça benzer bir yapıyı
izlerler.8[8] Bütün dini hayat devletler içinde topluluğun üyeleri tarafından
finanse edilen İslami Topluluklar tarafından organize edilir.
Balkan devletlerinde İslam'ın kurumsallaşması din ve devletin ayrılması ile
oldukça fazla bağlantılıdır. Devletin kendisi tarafında finanse edilen devlet
dinleri ile birçok Avrupa ülkesi varken, çoğunluk oldukları devletlerde
bile(Arnavutluk, Bosna Hersek ve Kosova) Balkan Müslümanları devletten
ayrı bir şekilde organize edilmektedir. Kurumsallaşmış şekilde kendi İslami
Topluluklarına sahip olmaya devam ettikleri sürece ve devlet dinin
tezahürünü ve uygulamasını engelleyen yasalar üretmedikçe bu,
Müslüman'ın herhangi bir birliğe kolay uyumuna olanak sağlar.
Son olarak, Balkanlar’daki tüm Müslüman grupları İslam’ı günlük
hayatlarına ve geleneksel ve kültürel uygulamalarına o kadar fazla
sokmuşlardır ki bu işleri yapan herkesin İslamiyeti yaşadıklarını söylemek
doğru olmayabilir. Pek çok bölgede başörtüsü geleneğin bir parçasıdır, bunu
giyenlerin mutlaka İslam'ı yaşadıkları anlamına gelmez. Bununla birlikte, bu
tür alışkanlıklar ve yaşam tarzları kişinin Müslüman olduğunu gösteren
fakat o dini yaşadığını kanıtlamayan ölçütlerdir.
7[7] Bieber, Florian. "Muslim Identity in the Balkans before the Establishment of
the Nation States." Nationalities Papers, 2000: 25
8[8] Yapısı için BH ve Kosova İslam Toplulukları anayasalarına bakın.
43
Makedon Müslüman olmak ile Avrupalı Müslüman Olmak Arasında
bir İkilem Var mıdır?
İkilemin kendisi var olduğu için değil ama aksine Avrupalı Müslümanları
Avrupa Birliği'nde entegrasyon sorunları ile yüz yüze getiren ve din ile
vatandaşlık arasında seçim yaptıran Avrupa’nın islamofobikleri tarafından
oluşturulmasından dolayı Avrupa Birliği kapsamında böyle bir soru oldukça
geçerlidir, Makedon Müslüman Kimlik için böyle bir tartışmanın olup
olmadığını sorma zamanıdır. Avrupa'da yaşayan Müslümanların
durumunda, din sorununa ek olarak bir göç sorunu da vardır. Ancak Balkan
Müslümanların entegrasyonu durumunda, Makedonyalı Müslümanlar iki
farklı değerler grubu, Avrupa ve İslami olanlar, arasında, yer alan demokrasi
değerleriyle çoktan entegre olduğundan beri söz konusu olan sadece din
meselesidir. Fakat, hala söz konusu olan bir tehdit, Müslüman toplumlara
karşı tepki olarak Avrupa’da algılanan değerlerin kabul edilmesi
çabalarıdır.
Yani, Makedonya için ve genel olarak Balkan Müslümanları için a mevcut
mudur? Açıkçası hiç değildir. Makedon Müslümanlar hem kendi dillerinden
hem de komünizmin çöküşünün ardından son yirmi yılda Batı'da etkileri
olan eşsiz bir kimlik oluşturmaktadır. Ortaya çıkabilecek tek sorun
bireylerin asimile olarak görmeleri olası olan entegrasyonun uygunsuz
modeline tepkileridir böylece daha radikal kimliklere bürünebilme
ihtimalleri var. İkilik bir kimlik olarak sadece Makedon Müslüman olma ile
Avrupalı olma arasında değil entegrasyonun mevcut bakış açıları ve seçim
yapmak zorunda hissetmeden kendi kimliklerini korumak arasında da
mevcuttur.
Derneğimiz Vizion-M
Sivil Kültür Derneği "Vizioni M" – gençler için sivil ve kar amacı gütmeyen
bir kültür derneği- büyük manevi ve kültürel boşluğu doldurmak için büyük
bir ihtiyacı fark ederek aynı zamanda insani değerlerin korkunç
zedelenmesini fark ederek bu yaşam görüşünü ülkemizde ve ötesinde yerine
getirmek, tamamlamak ve teşvik etmek için bulunmuştur.
Aydınlar bir halkın harekete geçiren güçler olduğunu bilerek, derneğimiz
tam olarak nihai hedefleri bu bölgedeki vatandaşları bilinçlendirmek,
44
geliştirmek, hayatlarını kolaylaştırmak ve kalkındırmak gibi hedeflerle
Üsküp ve Kalkandelen'den genç aydınları (öğrenci ve profesör) tarafından
kuruldu.
Makedonya vatandaşlarının kültürel, entelektüel, dini ve ahlaki
farkındalığını güçlendirerek ve yükselterek hedeflerini gerçekleştirmektedir.
Projeleri genel olarak kültürel, eğitsel, ve genç yaşamını ilgilendiren
performans, kurs, seminer ve buluşmalar düzenlemektir.
45
ARNAVUTLUKTA İSLAMIN YANLIŞ ANLAŞILMASI
FATJON KADILLARI
ARNAVUTLUK-ARDHMERIA GELECEĞİN KÜLTÜRÜ DERNEĞİ
Ülkemizdeki en hassas konulardan biri İslam'da yanlış anlaşılmadır. Bu
şekilde İslam hem onu yaşayanlar tarafından daha zor hale getirildi, hem de
avamdan bir insanın anlayamayacağı bir hal aldı.
İslam’ın kendi mensupları tarafından doğru anlaşılmaması İslami ilimlerin
sıradan insanlar tarafından İslam’ın dışarıdaki sıradan bilgilerle eş tutar hale
getirdi. Müslüman stajyerlerin bir kısmı, bu nedenden dolayı sofuluğa
itilerek Müslüman bireylerin bir şekilde geniş bir sosyal ilişkiden yoksun
bırakılarak, birçok meslek ve sanattan mahrum kaldılar.
İslam'a ve gerçeğe aşina olmayan ama sadece bastırılmış olanlara bakarak
İslam’ın tek tarafını bilen insanlar aracılığıyla İslam'ın bir yaşam biçimi
olmadığını bu yüzden bir parçası da olamayacağını ima ettiler.
Atalarına (Tamamen dini normları ve temel uygulamaları bırakan komünist
sistemde 50 yıllık bir süre geçiren önceki nesil) gerekli olmayan bilgilere
göre, çoğu sadece İslam’ın sıradan takipçileri olan nüfusumuzun 70% inin
İslam'ın olduğunu unutmayın!
İçeriden kaynaklanan ilk sorun, Müslümanların Konfederasyonlara
ayrılmasıyla aralarında ayrılık ve nefret oluşmasıdır. Farklı bir açıdan
bakılacak olursa, İslam’ın doğru anlaşılmaması sonucunda birçok insanın
İslam’ın yerleşmesi ve yayılması için çalışan insanları kaybetmesine sebep
olmuştur.
Kamuoyunun gözünde böyle bir bölünme İslam'ın muhtemelen daha fazla
siyasi görüş, propaganda veya ona benzer bir şey olduğu ve bütün birey, aile
ve
toplum
düzenine
bakmadığı
izlenimini
uyandırır.
Problemin ana kaynağı: düz ve sığ düşünen insanlardan bilgi sahibi olmak.
Sorunun nedeni geçmişte iş gücüne duyula aşırı ihtiyaç olarak görülebilir.
Ayrıca güncel konular hakkında fikir beyan etmekteki gerçeklikten
46
bihaberlik... Bu sorunun bir sonucu olarak, ülkemizde İslami gruplar
arasında ittifak kurmak gösterilebilir.
En acil çözüm ise İslama katkı sağlamak isteyen genç insanların düzenli bir
eğitime tabi tutulmaları ve yaptıkları çalışmaların vasıflı insanlar tarafından
gözden geçirilmesidir. Uzun soluklu bir çözüm ise istikrarli, uzun vadeli,
devamlı, İslam’ın yayılmasını devam ettirecek ve de gerekli becerilerle
donanmış eğitmenler yetiştirecek bir müfredat hazırlamaktır.
Sorunun çözümünün bir parçası olarak uygulamaya konulan şeyler: bireysel
aktivistler ile eğitim, hiyerarşik bir programın oluşturulması, mevcut şartlar
altında genişlettim... vb.... Bütün bunların bir sonucu olarak kendilerine ve
topluma faydalı çağdaş bir Müslüman oluşturulması sağlanmıştır. Ayrıca bir
mesleki yeterlilik için, Müslüman akademisyenler örnek verilebilir
47
İSLAM DÜNYASININ SORUNLU BÖLGELERİ
ARBER LAMI
ARNAVUTLUK-ARDHMERIA GELECEĞİN KÜLTÜRÜ DERNEĞİ
Bismillahirrahmanirrahim, Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla,
Allah'ın Rahmeti ve Selamı üzerinize olsun! Saygıdeğer Organizatörler,
Üyeler ve Misafirler! Son 21 yılda Arnavutluk çok ciddi değişimlerle
karşılaşmıştır. Bu değişimlerin bir parçası olarak Müslümanlar da kendi
rollerini, komünist bir ülkeden demokratik bir ülkeye geçerek
oynadılar. Başta, Müslüman kurum ve kuruluşlar eski materyalist komünist
nüfusa gerçek ahlakın, inancın ve değerlerin geri gelmesinde önemli bir
faktör olarak görülüyordu.
Fakat, Soros gibi farklı derneklerin de bu sürece girmesiyle, bir şeyler
değişmeye başladı. Müslüman nüfus tarafında “çok da önemli olmayan"
meseleler bugünün en önemli meseleleri haline geldi. Arnavut
televizyonlarının farklı bölümlerinde, islamofobyanın anti-islami
meselelerle kamufle edilerek sunulduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu durum
günlük gazetelerde de kolaylıkla fark edilebilir. Arnavutluk'ta herhangi bir
İslâmi televizyon veya gazete olmadığına dikkat çekmek gerekir. Medyada
Müslüman yapı çok zayıf ve bu ileride gerçek Müslüman topluluğu için
daha büyük sorunlar üretebilir. Müslümanların (internet dışında) Kitlesel
Medyada olmaması, İslami kuruluşların veya şirketlerin bu alanda yatırım
yapmamasından kaynaklanan çeşitli faktörlerin sonucudur. Bir diğer etmen
de TV kurumlarında çalışanların çoğunun İtalya, Yunanistan, ABD, Fransa
gibi ülkelerde eğitim almış olmalarıdır. İslami olmayan değerlerin yanında
İslam karşıtı meseleler de televizyonlarda işleniyor.
İslami bir televizyon ihtiyacını tam olarak karşılamayan bazı yerel
kanallarda
Müslüman
duruşu
görmek
mümkün.
500 yıldır Arnavutların sahip olageldiği Müslüman değerlerini, tarihini ve
kültürünün paylaşılmasına önemli katkı sağlayacak televizyon ve günlük
gazetelerin
kurulması
çok
önemlidir.
Geçici bir çözüm olarak farklı kanallarla İslami-eğitim programları
hazırlamak konusunda işbirliği yapılabilir. Hızlı bir çözüm olarak maddi
sıkıntı geçen televizyonlarla bu tür anlaşmalar yapılabilir. Uzun vadeli bir
48
çözüm için ise tamamıyla İslami olan bir televizyonun kurulması gereklidir
ve bu televizyonun başarılı olabilmesi için önemli üniversitelerden mezun
olmuş çalışanlardan oluşan bir takıma ihtiyacımız var. İslami değerlere
önem veren ve mezuniyetten sonra bizimle çalışmayı kabul edecek başarılı
öğrencilere burs imkanı sağlanabilir. Arnavutluk Müslüman Topluluğu,
Beder Üniversitesi, Epoka gibi farklı kurum ve kuruluşlar ve Ardhmeria ve
Alsar gibi STK'lar televizyon için önemli destekte bulunabilirler.
Arnavutluk Radyo ve Televizyon Konseyi gibi bazı kurumlar ve
bahsettiğimiz
kuruluşlar
arasında
bir
işbirliği
yapılabilir.
Tartışılması gereken diğer bir sorun da Arnavutluk Müslümanlarının dini ve
dini olmayan konularda eğitim alması meselesi. Farklı şehirlerde açılmış
medreseler var fakat şehirdeki nüfus ve diğer din okulları düşünüldüğünde
bunların sayısı yeterli değil.
Medreselere yatırım yapılıyor fakat bunlar genel manzarayı değiştirmek için
kafi değil. Problemlerin ana sebepleri arasında ekonomik ve siyasi meseleler
var. Güney Arnavutluk'un siyasi yönü Yunan ve İtalyan yatırımcıların yerel
ve bölgesel işlerinden büyük bir oranda etkilenmiş durumda. En azından
onların yaptığı kadar Müslümanların da bu bölgelerde eğitimsel ve eğitim
dışı faaliyetler için yatırım yapmaları çok gereklidir. Üniversiteler için de
hemen hemen aynı durum geçerli. Müslümanların varlığı Beder
Üniversitesi, Epoka Üniversitesi ve kısmne (tamamen Müslümanlardan
oluşmayan)
CIT'de
görülebilir
ve tabi bu üç üniversite Arnavutluk'taki talebi tam olarak karşılamıyor. Bu
üniversiteler Arnavutluk'un diğer şehirlerinde de bölüm açmaları
desteklenmeli ve Arnavut müslümanlarının henüz temsil edilmediği tıp gibi
fakülteleri için akademik kadro açısından da destek olunmalıdır.
Çoğu zaman maddi sıkıntılarla boğuşan bu üniversitelerle işbirliği yapılarak
bu sorunlar aşılabilir.
Diğer bir çözüm de Islamic Online University gibi internet üzerinden eğitim
veren, ücretsiz, kaliteli bir eğitim süreci vadeden üniversiteler vasıtasıyla
gerçekleştirilebilir. 3. sanayi devriminin yaklaşmakta olduğu ve 3 boyutlu
teknoloji ve (Java yazılımları ve diğer simülasyon metotlarıyla) enteraktif
öğretimin birleşimiyle yaygınlaşacak olan bu çözüm yolu sadece
Arnavutluk için değil eğitimin geleceği için de uzun soluklu bir çözüm
yoludur. Sonuç olarak Arnavutluk'taki Müslüman kimliğini korumak ve
güçlendirmek için gerçek bir yatırım, destek ve özellikle Türkiye gibi
ülkelerin STK'larıyla işbirliği yapmak gerekir. Asimile edilen Kordoba ve
49
Tatar Müslümanlar örneğini biliyoruz. Hiçbirimiz bu örnekleri unutmamalı
ve benzerlerinin tekrar yaşanmaması için hepimiz destek olmalıyız.
50
AVRUPA-ABD
MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI
VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
51
ABD'DEKİ MÜSLÜMANLARIN KARŞILAŞTIĞI SOSYAL VE
KÜLTÜREL SORUNLAR
FAROOQ SYED HAQUE
ABD - YARDIM ELİ
Önsöz
Zamanının ünlü coğrafyacısı El-Şerif El-İdrisi'ye göre, Müslümanlar
Amerika kıtasına ilk olarak 12nci yüzyılda gelmişlerdir. Ayrıca 16ncı
yüzyıldan 19uncu yüzyıla kadar Afrika'dan %30u Müslüman olan köle
Amerika'ya taşınmıştır.
Yani, Müslümanlar ABD'de 9 asırdan fazla bir zamandır
yaşamaktalar. İslam ve Müslümanların etkisi Amerikan Kent Meydanı'ndaki
şu sözlerden de anlaşılıyor: ”O hakikatin peşinde koşmayı bırakmayan bir
adamdı."
Bu söz ABD'nin kurucularından olan John Addams'ın “Yönetim Üzerine
Fikirler" adlı kitabında Hazreti Muhammed (s.a.v.) için iltifatlarıdır.
1. Dünya Savaşından sonra çok sayıda müslüman ABD'ye
göçmüştür. Ayrıca, yüksek öğretim veya daha iyi bir eğitim için ABD'ye
gelen Müslümanların bir çoğu 1965'te gerçekleşen Göç ve Milliyet
Hareketinin ardından ABD'de devamlı olarak kalmaya başladılar.
“ Amerikan Camisi 2011) adlı bir araştırmaya göre, ABD'de (2000 ile 2011
arasında %75lik bir artışla) 2106 mescid veya cami bulunmaktadır.
Ihsan Bagby, Paul M. Perl ve Bryan T. Froehle tarafından hazırlanan 20
Şubat 2010 tarihli bir makaleye göre Amerika'da 7 milyona yakın müslüman
bulunmaktadır. Ortalama olarak her yıl 100,000den fazla Müslüman ABD
vatandaşlığına alınıyor.
A.B.D Dışışleri Bakanlığı'na göre, Amerikan Müslümanlarının en fazla
olduğu etnik gruplar, %34le Güney Asyalılar, %26yla Araplar, %25le
Afrikan-Amerikan kökenliler ve %15le geriye kalanlar. Birleşik
52
Devletler'de Müslümanların çoğu Kaliforniya, Teksas, Florida, Illinois, New
Jersey, Pensilvanya,Michigan, Georgia ve Virjinya bölgelerinde yaşar.
Müslüman toplulukların ünlü derneklerinden bazıları şunlar: “The American
Society of Muslims (ASM)”, “The Islamic Society of Greater Houston
(ISNA)”, “The Islamic Circle of North America (ICNA)”, “The Muslim
American Society (MAS)”, “The Muslims Student Association (MSA)”,
“The Young Muslims (YM)”, “The Council on American-Islamic Relations
(CAIR)”, “The Muslim Public Affairs Council (MPAC)”, “The American
Islamic Congress (AIC)”, ve daha bir çok benzer dernekler.
Amaç
Bu makalenin amacı Amerika'daki Müslümanların karşılaştığı toplumsal ve
kültürel sorunları ele almak ve daha da önemlisi bu sorunların çözümleri
nelerdir, onları tartışmaktır. Bu meselelerin hepsi de olumsuz olacak diye
bir durum söz konusu değil. Bilakis, Amerikan Müslümanların şu andaki
durumu değişim ve gelişim için büyük bir fırsat olarak görülebilir. Bu gün
uğraşmak durumunda kaldığımız meseleleri iki alanda tarif edebiliriz: biri
Müslümanlar olarak diğer Amerikalılarla karşılaştığımız durumlar, diğeri
ise Amerika'da yaşayan Müslümanlar olarak karşılaştığımız durumlar. Son
on yılda, batı medyasında İslam'a karşı müthiş bir ilgi artışı
olmuştur. İslam'a ve Müslümanlara karşı bu odaklanma, diğerleri tarafından
nasıl görülüyoruz acaba diye daha duyarlı olmamıza vesile oldu. Amerikan
Kültürüyle alakalı sorunlarımızın ötesinde, kendi Müslüman gruplarımızla,
maddi sıkıntılarla, ailevi meselelerle, eğitim ikilemleri ve hatta sağlık ve
tıbbi ihtiyaçlarla alakalı ciddi sorunlarımız var.
Bu makalede ele alınacak olan meseleler sadece Amerikalı Müslümanların
karşılaştığı sorunlar değil. Bu konuların çoğu herhangi bi kültürde yaşayan
Müslümanları da alakadar eder niteliktedir. Bunu derken, amacım basit bir
şekilde başta kendimiz, ailelerimizi ve çevremizi geliştirebilmek için
öncelikle benzer sorunlarımızla yüz yüze gelebilmenin önemini
göstermektir. Amerikalı Müslümanlar olarak kendimizi dünyanın geriye
kalanında yaşayan insanlardan ayırmaya gerek yok; aynı şekilde de onların
kendilerini bizden ayrı bir yerde görmelerine de lüzum yok. Bir araya
gelmeyi ve bizi küresel bir topluma dönüştürecek bağları tesis etmeyi
öğrenmemiz gerekiyor. Küresel bir toplum oluşturmak hepimizin paylaştığı
53
benzer sorunlarla baş edebilmeyi ve hepimizin idrak edemediği meseleleri
birlikte anlayabilmeyi sağlayacaktır.
Amerika'da Karşılıklı Etkileşim
Amerikalı Müslümanlar Amerikan toplumunda önemli bir rol
oynamaktadırlar. Çoğumuz Müslüman olmayanlarla günlük işlerimizle
alakalı olarak, okulda, işte, toplu buluşmalarda, komşuluk ilişkilerinde hatta
evlerimizde etkileşim içine giriyoruz. Fakat aynı zamanda, birçok
Müslüman da kendilerini toplumdan soyutlayıp sadece kendi kültüründen
olan Müslümanlarla münasebet kurmaktadır. Bizler gayrimüslimlerin veya
dünyanın başka bir bölgesinden gelen Müslümanların yanında kendimizi
rahat hissetmeyiz. Bu yabancılaşma bir kaç önemli tartışma hususuna yol
açıyor.
Kendimi gayrimüslim Amerikalılardan soyutladığımız sürece kendimizi
toplumun geri kalanından da soyutlamış olacağız. Müslümanlar olarak
çevremizdeki insanlarla etkileşim içinde olmanın bizim için bir görev
olduğunu anlamamız gerekiyor. Çocuklarımızın çevredeki çocuklarla
oynamalarına müsaade etmek, şehir toplantılarına katılmak, grup
buluşmalarında yer almak ve komşularımızı kendi programlarımıza davet
etmek gibi şeylerle etkileşimimizi artırmalıyız. Fakat küçük bir çevrede dahi
diğer insanlarla basit bir sohbetin hatta ufak bir tebessümün insanların
tavırlarının değişmesinde ne kadar büyük bir etkisinin olduğunun farkına
varmalıyız. Kendi kabuğumuzu kırarak, karakterimizdeki güzellikleri
etrafımızdakilere gösterebiliriz. Bu durum ülkemizdeki diğer insanlarla
aramızdaki
ilişkinin
büyük
bir
hızla
gelişmesine
yol
açacaktır. Katılımcılığımızla, Amerika'nın yalnızca geçici vatandaşları değil
Amerika’nın bir parçası olduğumuzu gösterebiliriz.
Çeşitlilik
Müslümanlar arasındaki ayrılık da diğer bir mesele. Ülke boyunca her yere
yeni mescidlerin yapılması, bu ülkedeki giderek artan gücümüzü
göstermektedir. Fakat bizlerin sadece sayısal açıdan güçlü bir şekilde
büyümek yerine birlik halinde güçlü bir şekilde büyümeye ihtiyacı var. Arap
Müslümanlar, Pakistanlı Müslümanlar, Hint Müslümanlar, Amerikalı
Müslümanlar, beyaz Müslümanlar, siyah Müslümanlar vesaire bu liste böyle
sürüp gidiyor. Amerika'da her gün daha güçlü bir şekilde büyümeye devam
54
ediyor fakat hala birbirimizle etkileşim içine giremiyoruz. Kendimizi kendi
grubumuzla sınırlıyor, kendi mescidimizin dışında başka bir mescide
gitmiyoruz.
Birbirimizi anlamayı ve ortak noktalarımızı paylaşmayı öğrenene kadar,
sadece daha zayıf olabiliriz. Amerika'nın sunduğu çeşitliliğin şaşırtıcı
faydaları vardır. Fakat öyle görünüyor ki bir çoğumuz bu faydaları kabul
etmeye hazır değil. Bilakis, aramızdaki farklılıklara takılıp dinimizin birlik
dini olduğunu unutuyoruz. Çözüm oldukça basit aslında: etrafındakileri
kabul et, mescidde, işte, okulda, hatta spor yaparken farklı geçmiş ve
kültürlerden
gelen
Müslümanlarla
bir
ol,
onlarla
beraber
ol! Benzerliklerimizi kabul etmeli ve bu benzerliklere istinad etmeliyiz.
Bu sorunları çözme girişimleri şu anda devam ediyor. Çözüm süreci yaşlı
insanlar tarafından değil, bilakis çocuklar tarafından başlatıldı. Amerika'ya
yerleşen ve bugünün çocuklarını yetiştirmiş olan ilk kuşak Müslümanlar
değişimi fark edebiliyorlar. Amerika'da çocuklar okulda, işte veya sporda
kendi Müslüman kardeşleriyle ve gayrimüslimlerin çocuklarıyla beraberlik
içinde olabiliyorlar. Çocuklar düzgün bir şekilde yetiştirildiği sürece,
değişimi hızlandıracak faktörler haline gelebilirler. Uygun bir destekle,
çocuklar Amerika'daki mevcut durumun daha olumlu bir hale evrilmesi için
değişimi başlatabilirler.
Amerika'daki Müslümanlar
Kültürel geçmiş, renk, yaş, cinsiyet ve kişilik gibi faktörlere bağlı olarak
karşılaştığımız sorunlar birçoğumuz için farklılık göstermektedir. Ama
ekseriyetle benzer zorluklar yaşıyoruz. Bunların bir kısmı maddi
sıkınıtılarla, ailevi meselelerle, eğitim ikilemleri ve hatta sağlık ve tıbbi
ihtiyaçlarla alakalı sorunlardır.
Faiz Odaklı Ekonomi: Faiz müslümanların karşılaştığı en büyük
ikilemlerden biridir. Amerika'da kredilerin hemen hemen tamamı
faizlidir. Çoğumuz
faizden
başka
bir
yol
olmadığına
inandırılıyoruz. Öğretim kredileri, mortgage kredileri, kredi kartları, teminat
kredisi, yatırım destekleri ve her türlü finansman faizle
yürümektedir. Müslümanların çoğu ya herşeyi nakit parayla alıyor veya
faizli cezaya kalmadan borçlarını ödüyorlar. Fakat bu durum ev almak
55
isteyen aileler ve eğitimini bitirebilmek için öğrenim kredisi almak isteyen
öğrenciler için zor bir durum.
ABD'de İslami bankacılık yavaş yavaş gelişiyor. Bu bankalar bir takım
faizsiz kredi imkanları sunuyorlar. Fakat, banka sistemleri oldukça karmaşık
ve faiz cezalarından sıyrılmak oldukça zor. Faizsiz kredi potansiyeli, yeni
bir potansiyel. Daha fazla destekle bu bankalar faizsiz kredi vermek adına
daha iyi bir donanıma sahip olabilirler.
Ailevi ve kültürel farklılıklar ise dikkat edilmesi gereken ayrı bir
husus. Amerika'da yaşayan Müslüman ailelerin çoğunun ebeveynleri
Amerika'ya başka bir ülkeden göç ederek gelmiş. Onlar buraya ilk
geldiklerinde ilk kültür şokunu tecrübe ettiler. Fakat yerleştikten ve çocuk
sahibi olduktan sonra bile, çoğu aile çocuklarının yaşadığı kültür şokuyla da
uğraşmak durumunda kaldılar. Çocuklar büyüdükçe aileleriyle aralarındaki
bağın zayıfladığına inanır ve arkadaşlarından etkilenirler. Aile ve arkadaşla
arasındaki ve ebeveynlerinin kültürüyle arkadaşlarının kültürü arasında
denge kurmak onlar için ağır bir yük haline gelir.
Çoğu çocuk ergenlik çağına geldiğinde ebeveynleri tarafından istemedikleri
şeyleri yapmak durumunda bırakıldıklarını hissederler. Bir kimlik krizi
yaşarlar. Ebeveynler farkına varmazlarsa, bu sorun daha da kötüye
gidebilir. Kısa zaman içinde, ebeveylerinin öğrettikleri değerleri, kültürü ve
bazen dinlerini bile kaybedebilirler. Gençliğimiz için büyüyen bir sorunlar,
uyuşturucu, şiddet, alkol, evlilik öncesi cinsellik ve intihar gibi korkunç
meseleler.
Ebeveynler bu tür sorunların olduğunu yeni yeni fark ediyorlar. Yerel
cemaatler bu konuların tartışıldığı ebeveynlik kursları düzenliyorlar. Aileler
kendi çocuklarının dikkatini çekebilecek çözümler bulmak adına bu konular
hakkında birbirlerine danışıyorlar. Bu sorunlar cemaatlerimiz sayesinde
çözülebilir. Asıl meselemiz cemaat desteğinin yanında zaman ve kendini
adayabilmektir.
Çoğu ailenin kendine göre yoğun bir programı var. Çoğu ailenin anne ve
babadan gelen iki geliri bulunmaktadır. Durum ne olursa olsun, annebabalar ve çocuklar arasında daha fazla etkileşim olmalıdır. Çocuklar
ailelerinin desteğini arkalarında hissettikleri zaman psikolojileri değişmeye
56
başlar. Çocuklar ebeveynleriyle daha rahat iletişime geçebilir ve böylelikle
aralarındaki bağlar daha güçlü bir hale gelir.
Eğitim meselesi ise tartışılması gereken diğer bir meseledir. Ebeveynler
eğitimin önemini her zaman vurguluyor olsalar da, eğitimin türü daha
önemlidir. Bazı kültürlerde tıp, mühendislik gibi belli bazı meslek
gruplarına önem verir, fakat diğer bölümler de gençlerin ilgisini
çekebilmektedir. hukuk, işletme, eğitim, politika, medya ilişkileri,
uluslararası ilişkiler, danışma, tıp gibi her alanda öğrencilerimizi olursa, o
alanlarda bizi temsil edecek daha fazla insanımız olabilir. Ne kadar güçlü
bir temsilimiz olursa, bir o kadar da etkimiz olur.
Şahsen,
daha
fazla
aile
desteğine
ihtiyacımız
olduğunu
düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğimiz bütün hususlar aile düzeyindeki
önemli değişikliklerle düzgün bir şekilde çözülebilir.
57
İNGİLTERE MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI
SORUNLAR İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
VE
BU
TANER DOĞAN
İNGİLTERE - IGMG
Sevgili kardeşlerim,
9. Gençlik Buluşması'nda konuşma fırsatı bulduğum için mutluyum.
Öncelikle bu başarılı program için organizatörlere teşekkür ederim. Allah
Tealadan bize doğru yolu göstermesini, ümmete birlik vermesini ve bu
konferanstan istifade edebilmemizi nasip etmesini niyaz ederim.
Girişte de bahsedildiği gibi ben İngiltere'deki Müslümanlar hakkında
konuşacağım. Kısaca sorunlara değinip çözüm yollarını sunacağım.
Ümmetin problemleri hakkında konuşmak kalbimizi yaralasa da
çocuklarımıza ve sonraki nesillere daha iyi bir gelecek bırakabilmek için
kendi yaptığımız ve geçmişte yapılan hataları görmemiz gerekir. Tabii ki
tüm meselelere değinmek imkansız, fakat farklı ülkelerden değerli
misafirlerimizle eminim ki bir çok konuya temas etmek mümkün olacaktır.
Değerli kardeşlerim,
İslam resmi olarak 1812’de Trinitarian Yasa’sı ile tanınsa 1707’de
İngiltere’nin kuruluşundan beri ülkede varlığını sürdürmüştür. Bugün, İslam
2011 İngiltere Nüfus Sayımı rakamlarının gösterdiği gibi 2.7 milyon ile
nüfusun % 4.7’sini oluşturarak İngiltere’nin en büyük ikinci dinidir.
İngiltere Müslümanlarla Orta Çağda temelleri atılan uzun bir ilişkiye
sahiptir. 19. yy’da Yemenli işçiler gemilerde çalışmak üzere geldi ve ilk
Müslüman topluluğun temelleri böylece atılmış oldu. 1960’larda önemli
sayıda Müslüman eski sömürü devletlerinden iş teklifi alarak İngiltere’ye
geldiler. Bir kısmı Doğu Afrika’dan gelirken önemli bir kısmı da Güney
Asya’dan geldi. Sonrasında kalıcı toplumlar oluştu ve şu anki Müslüman
nüfusun en azından %50’si İngiltere doğumludur. Ayrıca Türkiye, İran,
Irak, Afganistan, Somali ve Balkanlardan gelen de önemli bir nüfus
bulunmaktadır.
58
Müslümanlar ile İngiltere arasında uzun bir tarih olsa da bir entegrasyondan
bahsedilebilir mi?
Bugün Müslümanların ve Müslüman olmayanların birbirlerini algılamaları
arasında bir uyumsuzluk bulunmaktadır. Bu kopukluk Müslüman
olmayanların Müslümanların İngiliz ve Müslüman kimlikleri arasında
kaldıklarına dair varsayımları yüzünden oluşuyor. Fakat bu varsayımlar
Essex Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmayla tartışmaya açıldı.
Araştırmaya göre Müslümanlar kendilerini herhangi bir İngilizden daha
İngiliz hissediyor. Bu araştırma benzer sonuçlara ulaşan diğer bir çok
araştırmadan sadece biri. Bulgulara göre:
·
Müslümanların %83 İngiliz vatandaşı olmaktan gurur duyarken bu
oran genele bakıldığında %79.
·
Müslümanların %77’si kendilerini güçlü bir şekilde İngiliz olarak
görüyor.
·
Müslümanların %86’sı kendilerini İngiltere’ye ait görüyor.
·
Müslümanların %82’si karışık ve çeşitli unsurlardan oluşan bir
çevrede yaşamak istiyor.
·
Pakistanlıların %90’ı İngiltere’ye ait olmaktan gurur duyarken bu
oran beyazlarda %84.
İşin aslı, Müslümanların İngiltere’nin bir parçası olmak istememeleri gibi
bir durum yok. Fakat İngiliz toplumunda Müslümanları toplum dışı gören ve
pek dillendirilmeyen ama yaygın olan bir yabancı düşmanlığı var. Bu da
Müslümanların ısrarla İngiliz kimliklerini vurgulamalarına rağmen
Müslüman olamayan İngilizlerin onları hala potansiyel düşman olarak
görmesinin sebebi. Şu örneklere bakabiliriz:
·
İngilizlerin %47'si Müslümanları tehdit olarak görüyor.
·
İngilizlerin sadece %28'i Müslümanların İngiliz toplumuna entegre
olmak istediklerini düşünüyor.
·
İngilizlerin
düşünüyor.
%52'si
Müslümanların
sorun
kaynağı
olduklarını
59
·
İngilizlerin %45'i İngiltere'de çok fazla Müslüman olduğunu
düşünüyor.
·
İngilizlerin %55'i çevrelerinde cami inşa edildiğinde tedirgin
olacağını söylüyor.
·
İngilizlerin %58'i İslamı aşırılıkla ilişkilendiriyor.
Bu araştırma tam olarak Müslümanların entegrasyonu meselesinin tek taraflı
olmadığını gösteriyor. İki taraflı bir anlayış ve politika gerektiriyor. Bu
süreçte medya özellikle Müslüman olamayanların anlayışlarını etkileme
açısından çok önemli bir yer tutuyor. Her gün haberlerde radikal grupların
"terör" resimleriyle ya da Müslüman toplum temsilcilerinin olumsuz
haberleriyle karşılaşabilirsiniz. Hem İngiltere özelinde hem de genel olarak
dünyada Müslümanların entegrasyon sürecinde en önemli engel medya
olarak görünüyor. Peki başarılı olan entegrasyon süreçleri için ne diyebiliriz,
mesela Pakistan örneği? Bunu Pakistanlıların göç geçmişleri ile
açıklayabiliriz. Pakistanlıların göçü 1947'deki bağımsızlıklarından çok daha
önceye gidiyor. Keşmir ve Sint'ten Müslüman göçmenler 17. yüzyılın
ortalarından itibaren İngiltere'ye gelmeye başlamışlardı. Bu Pakistanlı
göçmenler İngiliz sahillerine çıkan ilk Asyalılar sayılabilir. Buna rağmen ilk
Pakistanlı göçmenler Güney Asyalı kadın sayısının az olmasından dolayı
yerli İngiliz kadınlarla evlendiler. Diğer ilk Pakistanlı göçmenler ise İngiliz
Hindistan’ına dönmeden önce İngiltere’de üniversite hocası olarak veya
belli başlı İngiliz kurumlarında iyi mevkilerde çalıştılar.
İşte bu, özellikle Pakistanlıların nispeten daha iyi entegre olabilmelerinin
arkasındaki en önemli sebep olarak sayılabilir. İngiliz kolonileri olmaları
bakımından Pakistanlıların en azından dil sorunları yoktu fakat mesela
Almanya’daki Türkler için bu büyük bir sorundu. Diğer bir mesele de genç
neslin kendi ülkeleriyle, maalesef, ilişkilerinin pek iyi olmaması. Bazıları
kendi ülkelerini ziyaret bile etmemişler ve bu da aslından İngiltere ile daha
güçlü ilişkiler kurmalarına sebep oluyor.
Başarılı bir entegrasyon için önemli yollardan biri de dil. Fakat burada dilin
kimliğin bir parçası olduğu konusunda dikkatli olmalıyız. Genç nesiller
bulundukları coğrafyanın dilini konuşabilmeli fakat aynı zamanda kendi
dillerinde de hakim olmalılar. Eğer tersi olursa asıllarına olan bağlarını
kaybederler. Ve din de kimliğin en önemli parçası olduğundan, dili korumak
60
kimliği korumak olduğu gibi kimliği korumak da dini korumak manasına
geliyor.
İkinci en önemli yol ise iyi bir eğitim almak. Bu da Müslümanların
toplumun bir parçası olmasını hızlandıracaktır ve kurumları da bu yönden
etkileyecektir. Bu yüzden aileler ve İslami toplum tarafından verilecek
önemli bir eğitime ihtiyaç duyuluyor.
Üçüncü önemli mesele de eğitimle kuvvetli bağı olan medya. Daha önce de
bahsettiğim gibi medya özellikle 11 Eylül'den itibaren İslam hakkında
olumsuz yayınlar yapıyor. Bu konuda problemlerden çok fazla bahsetmek
istemiyorum, zaten bilinen meseleler. Fakat burada altı çizilmesi gereken
nokta Müslümanların kendi yayın organlarının olması gerektiği. Ayrıca
Müslümanların farklı yayın ve basımları etkileyebilmek için kitle iletişim
araçlarının parçası olması gerekiyor. Bu Müslümanların olumsuz
resmedilmesinin önüne geçmede daha etkili bir yol olabilir. Bu da yeni
nesillerin eğitimi ile yakından alakalı. Bizim yeterli sayıda doktorumuz,
hukukçumuz, ekonomistimiz, öğretmenimiz, iş adamımız var fakat
gazetecimiz, medya yöneticimiz ve batı medyasında temsilcilerimiz çok az
sayıda. Bu mesele eğer başarılı bir şekilde değerlendirilirse Müslüman
cemaati ileri götürecek önemli unsurlardan.
Son olarak:
Sonuç olarak İngiltere ve Avrupa’da Müslüman nüfusun arttığının altını
çizelim fakat kalite olarak istediğimiz noktada değiliz. Aslında, ihtiyacımız
olan şey bugün karşılaştığımız ve gelecekte karşılaşacağımız sorunlara
çözüm bulacak olan entelektüeller ve niteliksel gelişmedir. Yeni ve genç
nesiller olarak bizler elbette kendimizden başlayarak tüm dünya
Müslümanlarının sorunlarına çözümler bulmalıyız.
Son olarak unutmamalıyız ki çözüm bulmadığımız zaman sorunların bir
parçası haline geliyoruz.
61
FRANSA MÜSLÜMANLARININ
ÖNERİLERİ
LOKMAN BALKAN
FRANSA-EMISCO
SORUNLARI
VE
ÇÖZÜM
Fransa’da halk sosyal bütünlük ve birlikte yaşama kriterleri açısından
gözlemlendiğinde belirli ortak benzerlikleri olan insanların şehirlerin belirli
bölümlerinde, belirli ortak farklılıklara sahip insanların ise şehirlerin diğer
başka bölümlerinde kümelendikleri dikkatimizden kaçmıyor. Burada
farklılık ya da benzerlik kelimelerini Fransa’ya tarihsel süreçte hakim olmuş
Hıristiyan ve Yahudi kimlik ve kültürüne yakınlık derecesini dikkate alarak
tanımlama yapıyorum. Elbette mevcut durumu kafamızda daha iyi
canlandırabilmek için ilk gruptaki toplulukların yerli kimliğiyle şehirlerin
merkezlerinde yaşadıklarını, çoğunlukla Müslümanlardan, daha genel
haliyle de göçmenlerden oluşan ikinci gruptaki halkın ise banliyö adi verilen
kenar mahallelerde yaşadıklarını belirtmemiz gerekir.
Sosyo-kültürel ayrışmaya neden olan bu durumun nedenlerini anlamak için
birkaç on yıl geriye gitmek yeterli olacaktır.
Müslüman topluluklar Fransa’ya daha iyi hayat şartlarında yaşama hayaliyle
göç etmeye başladıklarında özellikle ekonomik anlamda elleri oldukça
zayıftı. İşçi statüsünde bu topraklara gelen bu insanlar sıklıkla çalıştıkları
fabrikaların, madenlerin ya da inşaatların yakınlarında onlar için daha
önceden hazırlanmış baraka tipi binalarda konaklama imkânına sahiptiler ve
bu yerler şehir merkezlerinden uzak alanlarda konuşlanıyordu. Sosyal
imkanlar açısından da son derece yetersiz olan bu işçi mahalleleri daha
sonraki göç dalgalarıyla, benzer şartlarda Fransa’ya gelmiş insanlara
kapılarını açacaktı. Şüphesiz, yabancı bir ülkeye gitmiş her birey için
kendisiyle ortak paydalara sahip olduğu insanlara yakın olmak doğal bir
ihtiyaçtır. Bunun için de işçi barınaklarından ibaret bu mahalleler iş saatleri
dışında yalnızlıkların giderildiği en kaçınılmaz yerlerdi.
Zamanla buralarda yaşayan insanların sayısı da arttı, bu profildeki
mahallelerin sayısı da. Sosyal ve kültürel etkinliklerin uzağında, ekonomik
olarak alt sınıfa ait, eğitim olarak göç ettikleri ülke halkının ortalamasının
çok altında kalmış insanların içinde bulundukları durum 20. yüzyılın ikinci
yarısındaki gettolaşma tanımına denk geliyordu.
62
Zamanla bu türden mahallelerin bulunduğu şehirlerde yaşayan eğitimli veya
elit kesim de bu mahallelerden uzaklaştı. Resmi kurumlar tarafından da en
temel alanlarda ihmale uğrayan bu bölgelerin listeleri emniyet kurumları
tarafından tutuluyor, sınırları kırmızı çizgilerle işaretleniyordu…
Yaşadıkları şehirlerin merkezlerine hep uzak kalan banlieu sakinlerinin
çocukları gerçek sorunlarla karşılaşacaktı. Biraz para kazanıp ülkelerine
dönmek üzere Fransa’ya gelmiş olan insanlar bir türlü dönememişler ve
yeni nesiller dünyaya gelmeye başlamıştı. Tabi ki bu durum başta eğitim
olmak üzere yeni ihtiyaçları da beraberinde getirdi. Şehir merkezlerinde
yaşayan yerli halka sunulan eğitim seçeneklerinin pek azı göçmen ailelerin
yaşadıkları bölgelerde eğitim gören öğrencilere sunuluyordu. Öğretmenlerin
“sürgün görevi” olarak verdikleri eğitim yeni nesillerin Fransa toplumunda
daima kendi yerlerini sorgulamalarına sebep oluyordu. Böylelikle
çoğunluğu Müslümanlardan oluşan göçmen çocuklarının üzerinde annebabalarının dahi bir çözüm üretmekte zorlandıkları kimlik sorunları baş
göstermeye başladı. Her şeyden önce Fransız mıydılar, Müslüman mı, Türk,
Faslı, Cezayirli ya da Tunuslu muydular, ana dilleri hangisiydi, bu ülkede
onları tutan şey neydi, bu ülkeye borçlu muydular, bu ülke onları birinci
sınıf vatandaş olarak görüyor muydu? Ve benzer sorular birbirini kovaladı
şehirlerin merkezine gittiklerinde yabancı olarak görülen bu gençlerin
beyinlerini ve kalplerini. Bu sorgulamaları devlete ve topluma karşı güven
kayıpları takip etti. Birçok alanda haksızlıklara ve ayrımcılıklara maruz
kalan Müslüman gençler kendilerini güvende hissetmedikleri bir toplumun
ortasında yaşamanın zorluklarıyla karşı karşıya kaldı.
Hiç kolay bir durum değildi. Devletin, medyanın ve sistemin bu insanları
getirdiği nokta azınlık toplumu haline gelmekten başka bir şey değildi.
Büyük çoğunluğu bugün bile göçmen psikolojisinden bir türlü kurtulamamış
bu insanlar bireysel anlamda bazı başarılar elde etseler de Hıristiyan ve
Yahudi kimliğinin baskın olduğu bu ülkenin karar alıcı mekanizmalarına
etki etme gücüne neredeyse hiç sahip değil dersek mevcut duruma dair
doğru bir tespit yapmış oluruz. Merkeze erişemeyen ve kimlik krizlerinden
kurtulamamış bir azınlık toplumunun böyle bir güce erişememesinden daha
doğal bir şey yoktur. Böyle bir toplum ne mevcut haklarını koruyabilir ne
de ihtiyaçlarına göre yeni haklar talep edebilir. Buna karşılık kendileriyle
ilgili kendilerinden habersiz kararlar alınır, kanunlar çıkartılır ve
uygulamaya konulur. Medyanın imaj karalayıcı propagandalarının,
63
siyasetçilerin ülkenin baş sorunlarının sebebi olarak hedef göstermelerinin,
eğitim dünyasında dışlanmaların, iş dünyasında ticari haksızlıklara
uğramanın en aktif malzemesi bu toplum olur. Demokrasi, insan hakları ve
hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerin sahiplenicisi Batı toplumu, konu
içinde barındırdığı azınlık toplumuna gelince adeta unutur. Bu profile sahip
olan Müslüman topluluğuna ait olan bireylerin evlerinde yedikleri etin
niteliğinden sokakta giydikleri elbiseye kadar her şeylerine müdahale eder.
Hatta daha da ileri giderek Müslüman ailelerin özel alanlarında çocukları
için tuttukları bakıcıların bile başörtüsüz olmasını şart koşar. Kültürel
terörizmin baş yönetmeni haline gelir Batı toplumu, 2. Dünya Savaşı’nda
yerle bir olmuş Avrupa’nın yeniden inşasında fiziksel güç olarak kullandığı
ve bir sembolik teşekkür bile etmediği insanlara karşı.
Elbette sorunları tek tek detaylandırmak konuşmamızın uzamasına ve diğer
konuşmacıların zamanlarından çalmamıza neden olur. Bunun için çözüm
önerilerini kısaca sıralamaya gayret edeceğim.
Söylemem gerekir ki bir azınlık toplumuna ait bireylerin kendilerini
yaşadıkları ülkenin ve çoğunluk toplumunun bir parçası olarak
hissedebilmeleri için her şeyden önce görünür olmaya ihtiyaçları vardır.
Görünür olmak, Fransalı Müslümanlar için kendilerinin de bu ülkede var
oldukları anlamına gelecektir. Giyiniş biçimleriyle, ibadet ettikleri
mekanlarla, sosyal ve kültürel etkinlikleriyle ve kendilerine ait tüm diğer
karakteristikleriyle kabul görmek en temel ihtiyaçtır. Tabi ki bütün bunları
yaparken diğer hiçbir toplumun ya da bireyin haklarına girmemeye de
Müslümanlar dikkat etmelidirler.
Kendilerini Fransa’ya ait hissedebilen Müslüman bireyler de nihayet bu
ülkenin sorunlarına ortak çözümler üretmek için sahip oldukları bilgi ve
birikimlerini kullanmakta cimrilik etmeyeceklerdir.
Demokratik toplumlarda ülkeye hizmet etmenin yolu genellikle siyaset
mekanizmasında etkin olmaktan geçmektedir. Bu hedefe odaklanan
bireylerin içinden geldikleri ya da ait oldukları kimliğin ve kültürün temel
haklarını savunabilmesinin en iyi yolu budur. Kimlik siyaseti yapmayı
kendine misyon edinmiş bir Müslüman’ın Batı toplumuna ve içinde yaşadığı
ülkenin sorunlarına çözüm üretmede katacağı birçok artı değer mevcuttur.
Adalet, vicdan, merhamet ve dayanışma kavramları biraz önce saydığımız
demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi evrensel
64
değerlerle birleştirildiğinde ortaya bambaşka bir dünya ortaya çıkacaktır.
Fransa’da ya da daha genel anlamda Müslüman toplulukların azınlık
oldukları ülkelerde bu azınlık topluma ait bireylerin söz konusu
gayretlerinin son derece İslami olduğunu söylemeye gerek bile yoktur diye
düşünüyorum.
Bununla birlikte bu düşünceler sadece siyaset alanına hapsedilmemeli,
eğitim, ekonomi, sanat, spor, müzik gibi tüm alanlara genişletilmelidir.
Medeniyet kodlarından gelen değerlerimizin Avrupa’da her alanda
görünürlülüğünün sağlanarak bu sayede çok kültürlülükten gelen birikim ve
becerilerimizin Avrupa toplumlarına katkı olarak geri dönmesinin
sağlanması gerektiğine inanıyorum. Bunun da yolunun bizim gibi, sizin gibi
genç insanlardan geçtiğinin bilincinde olmak gelecek yıllar için isimizi
kolaylaştıracaktır...
65
BELÇİKA MÜSLÜMANLARININ
ÖNERİLERİ
TUBA YARDIM
BELÇİKA-EMISCO
SORUNLARI
VE
ÇÖZÜM
Avrupa ve özellikle AB, 3. dünya ülkelerinde imkânsızlıklar içinde yaşayan
insanlar için cazibe merkezi olmaya ve göç almaya devam eden bir kıta
olmasına karşın, bu sınırlar içinde yaşamak bir takım sorunları da
beraberinde getirmektedir. Bu, özellikle çoğulcu niteliği fazlasıyla artmış
yeni bir Avrupa’nın, farklılıkları eşitlik prensiplerini koruyarak idare etmesi
veya etmemesiyle ilgilidir.
Günümüzde, Avrupa ülkeleri, kendi bünyelerinde bulunan hukuki çerçevede
tanımlayabileceğimiz azınlık topluluklarından dolayı, farklı din ve kültürleri
barındıran yapılar haline gelmişlerdir. Bu durum, söz konusu ülkeler
kendilerini böyle bir yapıya hazırlamadığı için birçok sorun ortaya
çıkarmıştır. Örneğin, oluşturulan tek taraflı uyum politikalarının da iflası
sonrası, Angela Merkel’in örneğinde olduğu gibi, çok kültürlülüğün
başarısız olduğunu vurgulayan liderlerin öne çıkması sonucunu
doğurmuştur.
A.
Belçika: Müslüman ve Azınlık politikası
Avrupa ülkelerine yakından bakıldığında, neredeyse hepsinde, uyum
politikalarını tartışmaya açabilecek bir takım sorunlar ortaya çıkmakta
olduğunu ve bunun azınlıklarla ilgili daha görünür hale geldiğini görmek
mümkün.
Azınlık politikaları genel anlamda her Avrupa ülkesinin kendi ulusal uyum
politikaları çerçevesinde oluşturulur. Bu durum, Avrupa ülkelerinin, hem
siyasi ve ekonomik bakımdan, hem de hak ve özgürlükler bakımından
sınırlarının esnekleştiği bir dönemde ciddi sorunlara neden olmaktadır. Bu
da tabi ki Avrupa Müslümanları için en başta, kendilerini nasıl
tanımladıklarına ve yaşadıkları ülkede nasıl konumlandırdıklarına dair
önemli sorulara yol açmaktadır.
Azınlık tanımı, azınlıkların aidiyetlerinin korunması ve geliştirilmesi
yönündeki haklarının neler olduğu söz konusu edildiğinde önem arz
etmektedir. Azınlık terimi, çok kullanılmasına karşılık, nadiren
tanımlanmıştır. Azınlıklar hukukunda genel olarak kabul edilen tanım ise
BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu
66
Raportörü Francesco Capatorti’nin hazırladığı rapordaki ölçütlere
dayanır. Capatorti tanımına göre birey halinde veya bir grup niteliğinde
“azınlık” denilebilmesi için dört koşulun yerine gelmesi gerekir; buna göre,
1) Sayıca bir devletin nüfusunun toplamı içinde genelden az olması; 2) Ülke
içinde hâkim olmayan durumda bulunan; 3) Kültürlerini, geleneklerini,
dinlerini ya da dillerini ortak dayanışma halinde sürdürenler; 4) İkamet
edilen devletin vatandaşı olarak.
Belçika’yı ele alacak olursak, nüfusu 2012 yılı 11 milyonu aşmıştır.
Yaşayan Müslümanların sayısı ise 623 bin civarındadır. Diğer Avrupa
ülkeleri gibi, Belçika’nın da büyük Müslüman topluluğu 1960 yıllarında
başlayan göçmenlerden oluşmaktadır. Müslümanların çoğunluğunu
“Mağrip” dediğimiz Kuzey Afrika ülkeleri vatandaşları ve Türkler
oluşturmaktadır ve hukuki boyutta azınlık olarak tanımlanmışlardır. Belçika,
1974 yılında İslamiyet’i resmi din olarak tanıdı. İslâm'ın resmi olarak
tanınması Belçika Müslümanlarına çeşitli kolaylıklar sağlıyor. Öncelikle,
Devlet okullarında, din eğitimi görme imkânı veriyor. Devlet
Müslümanların kurdukları eğitim kurumlarına yardımda bulunuyor. Ayrıca,
her dinin ibadethaneleri ve din görevlilerinin finansmanını sağlıyor.
Belçika’nın anayasasına baktığımızda, azınlık maddesi sadece 11. maddede
işlenmektedir : “Belçikalılara tanınmış hak ve özgürlüklerin kullanımı ayrım
gözetilmeksizin sağlanmalıdır. Bu amaçla, kanunlar ve federal kanunlarda,
diğer hususların yanı sıra, ideolojik ve felsefi azınlıkların hakları ve
özgürlükleri teminat altına alınmıştır. ” Her şeyden önce, her bireyin din
özgürlüğü, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 18. maddesi
“Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır.” maddesiyle
koruma altına alınmıştır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9. maddesi
bu özgürlüğü tekrarlamakta. Şu bir gerçektir ki, Müslümanların yaşamak
istedikleri inançları ve inançlarının gereği yaptıkları tedirginlik yaratmakta.
Bu, ayrımcılığa da yol açmaktadır. Örnek olarak, yakın zamandaki bir olaya
değinebilirim: Avrupa da önemli bir mağaza olan HEMA‘da çalışan bir
bayanın, başörtülü olduğu gerekçesiyle müşterilerden gelen olumsuz
tepkiler sonucu işine son verilmiştir. Mahkeme bu tutumundan dolayı
mağazaya 10 000 Euro ceza vermiştir.
Burada sorulması gereken soru şudur: Azınlık olarak kabul edilen
Müslümanların dini hak ve özgürlükleri korunması gerekli değil midir?
Anlıyoruz ki, bazı haklar ve özgürlükler vermekle, bu vatandaşların
sıkıntılarının giderildiği söylenilemez. Buna bağlı olarak burada şu soruyu
67
sorabiliriz: Bu hak ve özgürlük ne kadar geliştirilmiş, Müslümanlar
bunlardan ne kadar faydalanmaktadır ve ne kadar haberdardır.
Bu bağlamda, öncelikle siyasilerin ve yöneticilerin, özellikle azınlıkların
uyumundan bahsederken etnik aidiyetle, inancı ayırt etmeleri
gerekmektedir. Oysa şimdi vereceğim, buna dair bir uygulama örneğinde,
pratikte buna pek fazla dikkat edilmediği görülecektir. Şöyle ki; uyumun
başarısız olmasının en büyük nedeni olarak öne sürülen tezde, genel ve
teorik olarak, azınlıkların uyum konusunda isteksiz göründüğü ve uyuma
direnç gösterdikleri söylemi kullanılıyor; hâlbuki kullanılan terminolojiye
bakıldığında, başka azınlık topluluklarından hiç söz edilmeden etnik veya
dinsel azınlıklar olarak sadece “Müslümanlar” kast ediliyor. Aynı zamanda
Müslümanlar ötekileştirildiklerinden dolayı, Müslümanlarda dışlanma
hissiyatının oluşmasının birçok sebepleri mevcuttur:
Önyargı: bazı medya organlarında olduğu gibi birçok siyasetçide de var
olduğu gözlemlenen, Müslümanlar hakkındaki önyargılar ve bu önyargıların
doğurduğu hakaretler. Bu önyargı ve hakaretlerden en önemlileri ise
şunlardır: Uyuma karşısınız, paralel topluluklar kurmaya çalışıyorsunuz,
Avrupa kıtasını İslâmlaştırma amacındasınız, ilkel geleneklere sahipsiniz,
kadın ve çocuklara baskı yapma gibi bir takım adetlere sahipsiniz, Terör ve
aşırı uçlara sempati duyuyorsunuz.
Tutum: bazen nefret içeren tutumlar ayrımcılık, tahammülsüzlük ve ırkçılığa
yol açmaktadır. Bunlar, korkuya, izole olmaya, ezilebilir olmaya,
köklerinden kopmaya ve umutsuzluğa neden olmaktadır. Ayrımcı polisiye
uygulamalar; mesela gerekçesiz kontroller ve tutuklamalar, evlere baskınlar,
yargısız tutuklamalar gibi.
Bu çerçevede, siyasilerin ve medyanın İslam ve Müslümanlarla ilgili
konularda dikkatli olmaları gerekmektedir. Önyargılar ve yansıtma şekilleri
genelleştirmeye neden olduğu için dışlamayı ve bu toplulukların hedef
haline gelmesine sebep olurken, çoğunluk tarafından da daha kati
davranışlar sergilenmesi sonucunu doğurmaktadır. Medyanın bu konuda da
çok büyük payı vardır, onları da şöyle sıralayabiliriz:

Terörün, Müslümanların ve İslâm’ın medya’da hangi terminoloji ile
gündeme getirildiğine eğilmek.

Medya organlarını, İslâm, terör ve militanlık arasında dolaylı
dolaysız bağ kurulması konusunda dikkatli olmaları için uyarmak.
68

Medya ile kesintisiz iletişim ve ifade özgürlüğüyle azınlık hakları
arasında denge sağlanmasına dikkatli olmak.

Gazetecilere yönelik seminerlerin ve tartışma toplantılarının farklı
Müslüman gruplarla birlikte düzenlenmesini sağlamak ve onların bu
topluluklara dâhil edilerek yakından tanınması için gerekli zemini
oluşturmak.
Sunumun bu noktasında, Müslüman toplulukların çoğulcu gibi görünen
Avrupa toplumuna uyum bağlamında neler yapmakta oldukları veya
yapmaları gerektiği üzerinde durmak istiyorum. Tabi ki bunun yanında
Avrupa’nın üstüne düşen görevleri de maddeler halinde sizlere sunacağım.
B.
Avrupa Müslümanlarının iç sorgulamaları
Müslümanlar Avrupa toplumlarına uyum konusunda hiçbir şey yapmamakta
mıdırlar? Bunun böyle olmadığı, ilk başta, Müslümanların kendi içlerinde
bazı konuları tartışmaya açmış olmalarından bellidir. Bu tartışmaların
bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
·
·
·
·
·
·
·
·
·
Yeni kültürler hangi ölçüde kabul edilmelidir?
İslâm’ın günlük hayatlarındaki yeri ne olmalıdır?
Çocukların aile içi eğitimi ve okuldaki eğitim arasındaki farklar
konusunda neler yapılmalıdır?
Kadın’ın toplumdaki ve ailedeki yeri ne olmalıdır?
Yüksek orandaki işsizlik sorunu nasıl aşılabilir?
İslâm’ın medyada çarpık tanımlanması nasıl aşılabilir?
Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz; Batı dünyasının dışından gelmiş
Müslüman topluluklar, özellikle yerleşik duruma geçtikten sonra, bu
bölgedeki farklı koşulları göz önünde bulundurarak yaşam tarzlarıyla
ilgili özeleştiriye gitmek durumundadırlar. Bu doğrultuda
sorgulamanın öncelikli olduğu alanlar şunlardır:
İlk olarak, vatandaşı olunan ülkeyi kendi evi gibi görmek, aidiyet
duyulması zor olsa dahi sadakat, dayanışma ve çevre konusunda çaba
sarf etmek gerekmektedir.
Müslümanların kendilerini içlerine kapatmayıp diğer etnik grupların
kendilerini anlamalarına, tanımalarına fırsat vermeleri gerekmektedir.
69
·
·
Baskın bir topluluğa aidiyet duygusunun eksikliği veya kültürel kimlik
bağlarındaki zaaflar ki, bunlar kimlik krizine dönüşerek iki kültür ve
sistem arasında bocalamayı doğuruyor. Özellikle, içinde yaşanılan
topluma saygıyı göstermek ve toplumun iyileştirilmesine katkı
sağlamak gerekmektedir. Burada önyargılarımızın gözden geçirilmesi
gerekmektedir, bize saygı duyulmasını istediğimiz oranda bizim gibi
olmayana da saygı gösterebilmeliyiz.
Müslüman toplulukların, vatandaşlık bağıyla bağlı olunan ülkeden
isteklerde bulunurken veya hak talep ederken yanlış metotlardan
kaçınmaları gerekir. Farklı düşünüldüğü durumlarda, orta yolu bulmak
ve anlaşma sağlamak daha yapıcıdır. Şiddet, ölüm tehdidi, güç
kullanımı İslâm dışıdır. Ayrıca kendi dışındakileri küçümseme,
dışlama, yok sayma gibi tavırlar da pek tabi ki Müslümanların işlerini
zorlaştırır ve kabul görmelerini engeller. Müslüman topluluklar doğru
davranış yolunu seçmeli ve ümitsizliğe düşmeden tavırlarının
sonuçlarını beklemelidir.
C.
Avrupalıların atması gereken adımlar
Avrupa’nın istikrarını koruması, daha da bir güçlü yapıya dönüşmesi,
güvenli ve huzurlu bir ortamın oluşması için, kendine düşen adımları atması
gereklidir. Toplum içindeki her bir bireyin hak ve özgürlüklerini koruması
için gereken ortamın sağlanması gerekmektedir. Çoğunluk Toplumu olan
Batı’nın atması gereken adımlar:
·
·
·
·
70
Avrupalılar önyargılarından sıyrılıp, öncelikli olarak diğer din ve etnik
yapıları daha çok araştırıp hakkında bilgi edinip, onları tanımaya
çalışmalıdırlar.
Batı toplumları, İslâm’ın bir uyruk veya etnik köken değil, bir inanç
olarak algılanması gerektiğini anlamalıdır.
Batı toplumları çoğulcu bir toplumda yaşadıklarını unutmayıp, egemen
olan kendi kültürlerini kendilerinden olmayanlara veya kendilerinden
farklı düşünen ve farklı dine mensup olanlara dayatmamalıdırlar.
Entegrasyon mu asimilasyon mu ikilemine gelince; Avrupa
ülkelerinde entegrasyon denilen şey, fiyaskoyla sonuçlanmış,
entegrasyon söylemi altında asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Bu
özellikle Fransa’da geçerli bir durumdur.
Batı ülkeleri, anayasalarında, hukuki olarak, tanınmış veya tanınmamış
dinleri garanti altına almakta ve din mensuplarına dinî özgürlükler
·
·
·
·
·
·
·
vermektedir. Fakat çoğu zaman çıkarılan kanunlar ve uygulama bu
gerçeğe uygun olmamaktadır. Dolayısıyla, kanunların tam buna uygun
çıkarılması ve uygulamanın da bu doğrultuda olması gerekmektedir.
İslâm ve Müslüman karşıtlığına karşı yasalarda yerini bulmuş
yaptırımlar uygulanmalıdır.
Bu maddeleri yerine getirmenin en etkili yolu; eğitimdir. Eğitim ve
öğretim hem çoğunluk hem de azınlık açısından birçok sorunun
çözümünde anahtar konumundadır:
Yurttaşlık eğitimi aidiyet konularını da ele almalıdır ve farklılıklara
karşı saygı ön planda tutulmalıdır.
Kültürlerarası eğitim ve insanlık tarihi eğitimi,
Medya takibi eğitimi, elektronik medyanın doğurduğu sorunlar,
Din eğitimi, diğer dinleri de dâhil ederek sunulmalıdır.
Öğretmenlerin, imamların, sosyal aktörlerin, kanun uygulayıcıları
şeklinde bilinçlendirilerek yetiştirilmesi önemlidir.
SONUÇ
Müslümanların Avrupa toplumlarında yerleri çok uzun zamandır tartışıla
gelmiştir. Her ne kadar Müslümanların Avrupa’daki varlıkları ve beraberliği
tarihe dayanıyor olsa da bugün gelinen durumda, Müslümanların dini
aidiyetlerinden dolayı, kin ve nefret duyguları içerisinde dışlayıcı siyasi
tavırlarla Avrupa’da yerlerinin olmadığı görüşü günden güne iyice belirgin
hale gelmiştir. Her iki kesim, hem Bati toplumları, hem de Avrupalı
Müslümanlar, birlikte yaşama sürecine destek ve katkıda bulunmak
zorundadırlar.
Avrupa bazında, çoğunluk toplumu İslâm’ı genel terimleriyle bilmek
zorundadır. Bu şekilde karşılıklı saygı ve anlayış birlikte yaşama olgusuyla
beraber dayanışmacı topluluk meydana getirecektir. Ayni zamanda küresel
ölçekte yürütülen diyalog, etkileşim ve inançlar, kültürler ve etnik gruplar
arası anlayış desteklenmelidir. Medeniyetler İttifakı prensibi buna bir
örnektir. Bu doğrultuda bu sorunları çözmek için uygulamaya konulmuş en
güzel pratikler örnek alınabilir.
Belçika’da İslam’a ve Müslümanlara karşı bakış açısı diğer Avrupa
ülkelerinden pek farklı değildir. İslam'dan ve Müslümanlardan korkma,
ürkme veya endişe duymanın başlıca sebeplerinden biri, Müslümanlık
hakkında yeterince bilgi sahibi olmamalarıdır.
71
Batı toplumlarında bugün medyadaki yayınların, siyasi söylem ve
tutumların etkisiyle Müslümanların yerlerinin ve dolaylı olarak dinlerinin de
yani İslam’ın Avrupa peyzajında yerinin olmasının imkânsızlığı dile
getirilmektedir. Bu nedenden dolayı medyanın haber yaparken ve verirken
daha sorumlu haber yapıp kavramları birbirine karıştırmaktan kaçınması
gerekir. Aynı şekilde siyaset alanında aşırı sağcı ve ırkçı tutumların
cezalandırılıp bu söylemlerinin bayağılaşmasının önüne geçilmelidir.
Siyasilerin, halkı ve toplumu birbirine saygılı hale getirecek ve beraber
yaşamı sağlayacak siyasi adımlar atmaları gerekmektedir. Bu doğrultuda
dinî veya etnik aidiyetinden dolayı ayrıcalıklarla kesin ve kararlı bir şekilde
mücadele edilmelidir. Müslümanların da radikal söylemler ve tutumları bir
kenara bırakıp İslâm dininin ve Müslüman olmanın Avrupa kültürü, yasa ve
kanunlarıyla bağdaşmayacağı fikirlerinden arınmalıdırlar. Bu çerçevede
dindar olsun veya ateist olsun, unutmamalıdır ki Avrupa toplumu artık bir
sekilerleşme sürecinde ve dini referansları iyice azalmaktadır. Özellikle bu
kendini laik veya ateist olarak tanımlayan kesimle diyaloga girip karşılıklı
saygı ve anlayış çerçevesinde ortak noktalarda beraber adım atılmalıdır.
Son olarak, hedeflenen uyum çoğunluk merkezli ve tek taraflı dayatılarak
veya İnsan Hakları bir kenara bırakılarak, inanç eksenli temelle şekillenerek
sunuldukça başarısız olmaya mahkûmdur. İnsanlık kaynaklı haklar
demokratik toplumların vazgeçilmez referanslarıdır. İnancımızdan hareket
ederek hak isterken bile insanlıktan yana tavır koymamız en doğrusudur.
Öngörülen birlikte yaşamanın uyumu ancak toplumun birbirleri hakkında
bilgi edinmeleri, diyaloğun sağlanmasıyla ve birbirlerine saygı ve anlayışı
artırmalarıyla mümkün olacaktır.
72
AVRUPA’DA MÜSLÜMANLARIN
ÖNERİLERİ-
SORUNLARI
VE
ÇÖZÜM
KÜLTÜRLERARASI TOPLULUK İNŞASI VE
YENİ AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ
AVRUPA’DA İLERİ DEMOKRASİYE GEÇİŞ ARAYIŞI
VEYSEL FİLİZ
BELÇİKA-EMISCO
Avrupa’nın en büyük iki tarihi travmaları olarak insanlık belleğine kazılan
dünya savaşlarının tahribatları maddi ve manevi açıdan bölge yurttaşlarının
hayatlarında ciddi yıkıntılara neden olurken etnik gruplar arasındaki
ilişkileri de kalıcı şekilde yaralamıştı. Bu dönem sonrasında, bir kısım
politikacı ve karar alıcılar Avrupa için yeni bir yol çizmek adına işe
koyulacaklardı. Yaşanılan barbarlıklar, şiddet, kanlı ve acımasız savaşlar
yerine gelişim ve barış eksenli bir güzergah belirlenerek karşılıklı işbirlikleri
ön plana çıkarılacaktı.
Özellikle serbest ticaret imkanları, gümrüklerin kaldırılması, ortak çıkarlara
dayalı siyasi birliğin oluşturulması ve aynı zamanda gerçek anlamda saygı
ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesi Avrupalılar adına başarının temel
damarlarını oluşturdu. Böylece Avrupa dünya’da özenilen çekim merkezi
haline geldi ve kendi içinde etnik gruplar, farklı kültürler ve farklı dinleri
dengeli şekilde barındırma başarısını gösterdi.
Çoğunluğu Hıristiyanlar tarafından oluşan bu toplumlarda, dahil etmek, bir
nevi farklı din ve kültürler için de gerçek ve eşit bir yer tahsis etmek
anlamına gelmektedir. Bu durum azınlık gruplarına var olan hukuki ve sivil
imkanların tamamından yararlanma fırsatını vermektir. Bir anlamda
harekete geçmiş Demokrasi demekti bu !
Ancak, Son on yılda cereyan eden olaylar bu kazançların gerilemesine
neden oldu. Özellikle 11 Eylül saldırısıyla başlayan terör süreci çoğunluk
toplumuyla Müslüman azınlıklar arasındaki makası açarak uçurumu
derinleştirdi ve Avrupalı yurttaşlar ile Müslüman inancına ait gruplar
arasında o güne kadar süregelen iyi niyet köprülerini yıktı. Medya organları
ve bir kısım popülist politikacılar bazı teröristlerin eylemlerini İslam’a ait
73
bir program takip eden Müslümanların temel uğraşları olarak tanıtmaktan
çekinmedi. 2005’te Danimarka’da yayınlanan Hz. Muhammed (SAV)
karikatürleri gerilmiş olan bir durumu ateşlemiş oldu. Tüm bu gelişmeler
maalesef Avrupa’daki politik iklimi hem içerik hem de görüntü olarak
değiştirdi. Bugün söylemlerde çok net olan negatif bir değişim
gözlemlemekteyiz.
Bu korku ve yüzleşme ikliminde açık veya gizli ayrımcılık, yasama
süreçlerindeki iyi pratiklere yönelik saldırılar ve iktidar kullanımında küstah
davranışlar normalleşmiş durumlar olarak günlük hayata damgasını
vurmaktadır. İktidarlar tarafından terslenmeyen bu durum içinde
Müslümanlar kaçınılmaz hedef haline getirilmişlerdir. Bu saldırgan söylem,
büyük siyasi akımlar içinde de gelişme göstererek yasakçı yaklaşımlara
neden olmuştur (kültürel semboller, minare, helal kesim, cami sorunsalları,
başörtüsü gibi..) ve kamuoyu tarafından kabul görmektedir. Polis ve
istihbarat ibadet yerlerini aşırı uçların ve batı karşıtlığının merkezi olarak
algılamakta. Anti-İslam akımlar Avusturya, Fransa, Belçika, İsveç,
Finlandiya, Norveç, Danimarka, Hollanda, Doğu Avrupa’da ve birçok farklı
Avrupa ülkesinde yerel veya ulusal yönetimlere gelmekteler ve ulusal
politikaları etkilemekteler. Oysa bu ülkelerin bir kısmı liberal kültür ve
hoşgörü gelenekleriyle tanınırken bugün aşırı sağcı politikacıların kucağına
düşmekteler.
Artık bu topraklarda dini kurum temsilcileri, siyasetçiler, akademisyenler ve
entelektüellerden oluşan “Avrupa İttifakı” oluşarak, Avrupa’yı İslam’dan
arındırmayı hedeflemekte. Bu İslamofobik hareketler mevcut ekonomik ve
manevi buhran’dan ve bunlarla mücadele etmek için alınan önlemlerden
faydalanmaktalar. Bu bağlamda Müslümanlar günah keçisi olarak hedef
gösterilmekte ve “İslami terör”, “ İslam faşizmi”, “Avrupa’nın
İslamlaştırılması” ve “demografik yöntemlerle Avrupa’nın ele geçirilmesi”
söylemleriyle bu korku perçinleştirilmekte.
8’nci yüzyıldan beri, başta İspanya ve Balkanlar’da köklü geçmişe sahip
olan Müslümanlar artık Batı Avrupa’nın önemli demografik unsuru olmakla
beraber bölgenin istenmeyen grubu haline getirilerek çeşitli kampanyalara
hedef olmaktalar. İltica başvuruları, aile birleşimi ve Müslüman ülkelerden
gelen turistleri engellemek için birçok Avrupa ülkesinde yasalar
çıkartılmaktadır. Medya’nın Genel yaklaşımları tarafından Müslümanların
uyum fikrine muhalif, ilkel kültüre sahip, aktivizme, şiddete ve suça yatkın
74
olarak tanıtılmaları sonuç olarak Müslümanların bir kısmının kendisini
kuşatma altında hissetmesi ve topluma yüz çevirmesine neden olmaktadır.
Terörle mücadele için oluşturulan yasaların İslam ve Müslümanların
kamuoyunda tartışılır hale getirilmesi için araçlara dönüşmesi çok ilginç bir
durum. Bu yaklaşımlar Zenofob, güvenlik esaslı ve milliyetçi perspektiflerle
yürütülmekte. Buna tepki olarak birçok Avrupa yasama kurumları sertleşen
Müslüman karşıtı duygulardan faydalanarak kamuoyuna hukukun temel
niteliklerini hatırlatan uyarılar vermiştir. Uluslararası kurumlar, STK’lar ve
hukuk uzmanları tarafından paylaşılan bu uyarlılar başta Avrupa İnsan
hakları sözleşmesi olmak üzere çeşitli İnsan Hakları beyanlarına atıfta
bulunmuştur. Terörle mücadele kanunları azınlıkların haklarını doğrudan
kısıtlarken çoğunluk toplumunu da olumsuz sonuçlarla etkilemekten de
kaçınmamıştır.
Görüyoruz ki bugün Avrupa demokrasilerinin muhteşem süreci, insan
hakları alanındaki kazanımlar, yurttaşlar arasındaki eşitlik prensibi, çok
kültürlülüğü destekleyen yaklaşımlar artık gerileme içindeler. Bizim
inancımız, bu endişe verici gelişmelerin önüne geçilmesi ancak kendi norm
ve gelişimci hümanist değerlerinin kaybedilmesinden endişe duyan
çoğunluk toplumu üyeleri ile ve bu değerlere katılan ciddi sayıdaki
Müslüman azınlığın işbirliğiyle mümkün olacaktır.
Avrupa’da birçok insan dünyanın bu bölgesinin farklı etnik grupları, dinleri
ve kültürleri barındırdığının bilincindedir. İslam Avrupa’nın ikinci en büyük
dinidir ve Müslümanlar toplumun her alanında bu topraklara katkı
sağlamaktadır. Bugün siyaset, eğitim, kültür, spor, gastronomi, edebiyat,
STK çalışmaları ve güncel konjonktürde çok önemli olan istihdam ve
şirketlerin ekonomik katkıları göz ardı edilemez.
İslam’ın dolaylı veya doğrudan Avrupa’daki varlığı önümüzdeki yıllarda
derinleşerek artacaktır. O zaman bu gerçeği tanımak ve kabullenmek
kaçınılmaz olacaktır. Avrupa’yı doğru raylar üzerine koymak ancak tüm
aktörlerin gayretlerini birleştirerek, insanlık eksenli, kabullenme ve
azınlıklara karşı saygıyı içeren bir yaklaşımla mümkündür. Politikacılar
Müslüman toplulukları yabancı unsur olarak belirlemekten vazgeçmelidirler
ve onları vergilerini ödeyen, seçimlere katılan, çocuklarının yüksek eğitim
alması için çaba gösteren, demokrasiyi uygulayan ve toplumun saadeti için
katkı sağlayan eşit-yurttaş olarak görmek zorundalar. Bahsedilen bu
75
Müslüman topluluklar Avrupa ile doğu arasında irtibatın gelişmesine katkı
sağlamak için de aracı olabileceklerdir.
Sonuç itibariyle Avrupa demokrasilerinin kazanımlarından bizler de
faydalandığımız için gayet memnunuz. Ancak, Hıristiyan ve Yahudi
dinlerinin sentezleri üzerine bina edilmiş Avrupa değerleri göç ve
Müslümanların
yerleşmesinden
doğan
sorunsallar
karşısında
yetersizliklerini göstermişlerdir.
Bunun birçok nedeni vardır ancak en önemlisi Avrupa değerler sisteminin
yapay korkular üretilmesi karşısında kendine olan özgüven kaybıdır. Bu
nedenle Avrupa demokrasilerinin tekrar yörüngesine oturması
özgürlüklerden vazgeçilmesi ve aydınlanma döneminin kazançlarından
ödün verilmesinin sürdürülmesiyle mümkün olmayacaktır. Tersine, ancak
kendi değerlerine sahip çıkmakla mümkündür. Güvenlik esaslı refleksler
özgürlüklerin eksilmesine neden olmakta ve normal şartlarda kabul
edilemeyecek bir gerilemenin yaşanması tehlikeli bir durumdur.
Çıkış yolu olarak tüm grupların Avrupa’nın demokratik süreçlerine dahil
edilmesini öngörmekteyiz. Bu dahil edilme işlemi yeni ve sonuç vermediği
kanıtlanmış yapay uyum politikalarıyla vakit kaybedilmeyecek kadar önemli
ve zaruridir. Avrupa hükümetleri cesur ve denenmemiş katılımcı programlar
oluşturmalıdırlar. Bunun için de derin bir değişimi başlatmak zorunluluğu
vardır. Bize göre bu ihtiyaca cevap vermek bir “ Yeni Avrupa Anlaşması “
oluşturularak mümkündür. Bu anlaşma demokrasiler için şu anlama
gelecektir:
- Avrupa değerlerini kapsayıcı bir yaklaşımla yeniden tanımlayıp HıristiyanYahudi değerlerle Müslüman değerlerini harmanlayarak daha bütünlükçü
bir Avrupa tanımına doğru yol almak. Bu tanımlama krizleri çözer ve
Avrupa demokrasilerinin dünyada yeniden prestij kazanmasını sağlar.
- Tanımlanan bu Yeni Avrupa kendi dini ve etnik azınlıklarıyla
oluşturulacak yeni bir toplumsal sözleşmeyle yürürlüğe girecektir.
Bize göre artık Yeni Avrupa konusunda bir düşünce ortamı tasarlama
zamanı gelmiştir. Bu inisiyatif mevcut Avrupa demokrasilerini
sağlamlaştırma girişimi olmalıdır. Bu düşünce gelecek kuşakları ve farklı
kültürleri temsil eden siyasi aktörler için bir yol haritası ve ajanda haline
gelmelidir. Bu çalışma aynı zamanda Müslüman Toplulukları pasif
durumdan proaktif ve yapıcı konuma geçiş sağlatacaktır.
76
Bu zor dönemde, Müslüman topluluklar moral ve siyasal desteğe ihtiyaç
duymaktadır ve özellikle Avrupa’daki karar alıcıların söylemlerinde
değişikliğe gitmelerini ve kendilerini eşit yurttaşlar olarak kabul görmelerini
beklemektedirler. Kimse sorumluluklarından kaçmamalı. Bu ateş hepimizi
hedefliyor ve artık Avrupa’nın ortasında incinebilir savunmasız bir kitle
oluşturuldu. Müslüman topluluklar Avrupa’nın şamar oğlanı olma rolünü
kabul edemezler. Bunun için, onlar da İslamofobi benzeri ortak meselelerde
bir araya gelmeli. Tarih bunun tersini yapanlara karşı çok acımasız
olacaktır, çünkü her verilen can'da onların da sorumlulukları vardır. Biz
değişmeliyiz, bu toprakları sahiplenmeliyiz, buralara da en az anavatanımız
kadar ait olarak içinde yaşadığımız toplumun derdiyle dertlenmeliyiz.
Beklenilen ortak gelecek ancak Müslüman aklının kendi sorumluluklarını
kuşanması, gerekli evrimi geçirerek herkes için adalet, refah ve barış
üretmesiyle mümkün olacaktır. Bu projenin adı “Yeni Avrupa” projesidir.
77
ALMANYA MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI
YUSUF AYDIN
ALMANYA - WEFA VAKFI
A. Almanya Müslümanlarının Kısa Bir Tarihi
B. Göçmenlik Geçmişi Olan Müslümanların Sayısı
C. Müslümanların Temel Sorunları
1- Başörtüsü
2- İslamofobideki artış (İslamofobik Hadiseler)
-
İslamofobik Hadiseler
3- İslamofobik Medya
4- Entegrasyon x Asimilasyon (Bu kavramlar arasındaki farklar)
5- (İki kültür arasında yaşanan) Kimlik Sorunu
6- Ayrımcılık
-
İş Piyasası
-
Eğitim
-
Siyasi Katılım
-
Toplumsal Hayattaki Ayrımcılık
D. Sonuç ve Çözüm Tavsiyeleri
Bayanlar ve Baylar,
GENÇ İDSB tarafından tertip edilen 9. Gençlik Buluşması'na katılmak
benim için büyük bir zevk.
Beni böyle önemli bir faaliyete davet eden organizatörlere ayrı ayrı teşekkür
etmek istiyorum. Dünya'nın dört bir yanından gelen STK temsilcilerine de
“Hoşgeldiniz!" diyorum.
A. Almanya Müslümanlarının Kısa Bir Tarihi
Almanya Müslümanlarının ilk olarak varlığının 1960lı ve 1970li yıllarda
gerçekleşen emek göçü sonucunda meydana geldiğini biliyoruz. Fakat
78
Almanya'ya Müslümanların ilk olarak geldiği tarih daha da eskiye
dayanmaktadır. Kronojik tarih ise şu şekildedir;
-
Almanya'ya gelen ilk Müslümanlar Osmanlıların Viyana
Kuşatmalarının ardından esir olarak getirilen Müslümanlardır. (1683)
-
Müslümanların bu ülkeye geldikleri başka bir tarih de 18. yüzyılda
Rus-Türk savaşının ardından esir olarak getirilen Müslümanlarla
gerçekleşmiştir. (1735-39)
-
Dünya Savaşından sonra 90 kadar Müslüman sürgün ve öğrenci
Berlin'de kalmaya devam etti.
-
Müslümanların Almanya'ya kitleler halinde gelmeye başlamaları
Türkiye (1961), Fas (1963), Tunus (1965) ve Yugoslavya (1968) gibi
Müslüman ülkelerle yapılan işçi alımın anlaşmalarının imzalamasıyla
olmuştur. 1973 ekonomik kriziyle bu işçi alımına son verilmiştir.
B. Göçmenlik Geçmişi Olan Müslümanların Sayısı
Almanya'nın nüfusu 82 milyondur. Almanya dünyada en fazla göçmen
oranına sahip ülkelerden biri. (10 milyon göçmen)
Göçmenlik ve İltica Federal Ofisi'nin 2009'da yaptığı bir çalışmaya göre 3,8
ila 4,3 milyon arasında Müslüman göçmen bulunmaktadır. (Toplam nüfusun
%5i civarında) Bunların %45inin Alman vatandaşlığı vardır. Diğer milletler
ise %55 civarında.
Türkler Müslümanlar arasında açık arayla en kalabalık grup. (2.5 ila 2.7
milyon arasında)
Müslümanların en fazla orana sahip olduğu bölge ise (nüfusun 3te 1inin
Müslüman olduğu) Kuzey Rhine-Westphalia Eyaletidir.
İslam Almanya'daki en kalabalık azınlık dinin. (%5, her 20 insandan biri
Müslüman). 1960'ta ilk defa Müslümanların işçi olarak Almanya'ya
gelmelerinden bu yana Müslümanların sayısı artmaya devam etmektedir.
Pew Araştırma Merkezi'nin 2011'de raporladığı istatistikte de görüldüğü
gibi, Almanya'da Müslüman nüfusu %5ten %7,1e yükselmektedir.
C. Müslümanların Temel Sorunları
Yalnızca Müslümanların yaşadıkları en önemli sorunlara değineceğim.
79
1- Başörtüsü
Başörtüsü hakkında genel bir yasak yok. Fakat 16 eyaletin yarısında,
öğretmenlerin başörtüsü ile çalışmaları yasak. (Bu durum İnsan Hakları
İzleme Örgütü'ne bildirilmiştir.) Ve başörtüsü yasağı bazı eyaletlerde daha
sert bir şekilde uygulanmakta.
Örneğin Hessen'de bütün kamu kuruluşlarında başörtüsü yasağı var.
Okullarda başörtüsü kullanımı ile ilgili anlaşmazlıklar devam ediyor.
Müslüman öğretmenler işleri ve dinleri arasında tercih yapmak durumunda
bırakılıyorlar. Bu durum demokratik, sosyal bir ülke için utanç verici bir
durum.
Alman toplumunda başörtüsüne karşı büyük bir önyargı mevcut. Müslüman
kadınlar iş görüşmelerine giderken bazı dezavantajlarla karşılaşıyorlar. Bir
araştırma, başörtülü kadınların %90'ının iş görüşmelerinden olumsuz sonuç
aldıklarını ortaya çıkardı. İş başvurusu yaparken başörtülü fotoğraf
kullanmaları da işe girme ihtimallerini zayıflatıyor.
Almanlar başörtüsünü genellikle aşırı dinciliğin bir sembolü olarak
görüyorlar. Onlara başörtüsünün İslam dininin bir gereği olduğunu
anlatmamız gerekiyor. Zira biz Müslümanlar başörtüsünün Kur'an'da geçen
bir emir olduğuna inanıyoruz.
2005'te, Pew Küresel Araştırması, Almanya'da insanların %54ünün
başörtüsü yasağını desteklediğini gösterdi.
2- İslamofobideki artış (İslamofobik Hadiseler)
11 Eylül'den sonra İslamofobi hızlı bir artış gösterdi. 2004'te Alman bir film
yönetmeni Fas'lı bir Müslüman tarafından öldürüldü. 2005'te ise Londra'da
intihar saldırıları gerçekleşti. Bu tür terörist saldırılar Almanya'daki
İslamofobi'yi etkiledi.
Müslümanlara yönelik birçok saldırı hadisesi ve cami kundaklama olayları
gerçekleşti.
Özellikle Almanya'nın doğu taraflarında Müslümanlar fiziksel şiddet
tehdidiyle karşı karşıya kaldılar. Geçen bir kaç yıl içinde en az 148 kişi ırkçı
ve aşırı sağcı gruplar tarafından öldürüldü. (qantara.de)
Almanya'da islam karşıtı düşünce yayılmaya devam ediyor. Biefeld
Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma İslamofobi'nin artık
80
Almanya'da kültürel olarak kabul edilebilir bir durum olduğunu ortaya
çıkardı.
Almanya'da Müslümanlara karşı giderek büyüyen düşmanlığın yansıtıldığı
uluslararası bir araştırma Almanların diğer Avrupa ülkelerinin
vatandaşlarına göre Müslümanlara karşı çok daha fazla hoşgörüsüz
olduklarını öne sürüyor.
Munster Üniversitesi'nin yaptığı bir anket batılı Almanların %58inin,
doğulu olanların ise %62sinin Müslümanlar hakkında olumsuz düşünceleri
var.
Şu anda Almanya'da herhangi bir terörist saldırı olması, Müslümanlar
aleyhine çok önemli bir kırılma noktası olabilir. 2011'de 32 yaşındaki
Anders Breivik 77 masum insanı öldürdüğünde kimse bu durumu “Hristiyan
Terörü" olarak adlandırmadı.
Almanları İslam hakkındaki düşünceleri Allensbach Enstitüsü tarafından
araştırıldı:
%83 İslam'ın kadınlara karşı ayrımcılık yapan bir din olduğunu; %70 ise
İslam'ın fanatizm ve radikallikle yakından alakalı olduğunu söyledi. Yalnıza
%13 İslam deyince akıllarına iyi komşuluk geldiğini söyledi.
İslamofobik Hadiseler
a-
Sarrazin Vakası
2009'da Merkez Bankası yöneticilerinden Thilo Sarrazin entegrasyon
meselesi hakkında yeni bir tartışma başlattı. Kitabında “Toplum
Müslümanlar yüzünden gerizekalılaşıyor" fikrini savunuyordu.
(“Almanya Kendini Yok Ediyor") adlı kitabı bir milyonun üzerinde satış
yaptı ve Alman Merkez Bankası'ndan ayrılmak zorunda kaldı.
Sarazzin'in temel olarak tartıştığı mesele, Müslümanların bir sorun olduğu
ve toplumun zekasını gerilettiği fikridir. Tabi ki bu konuda haklı değil ve bu
duruş tamamen ırkçılıkla alakalıdır. Tek doğru cevabı ise işe yarar olabilir:
bizler toplumumuzdaki imkanları görmeli ve kendimizi olumlu bir şekilde
ifade edebilmeliyiz.
En büyük sorun, İslam'ın Almanya'nın bir parçası olarak görülmemesidir.
Bu yüzden her geçen gün İslam ve Müslümanlarla alakalı tartışma görmek
mümkün. Fakat Yahudiler hakkında herhangi bir tartışma görmek imkansız.
Zira Yahudilik resmi din olarak kabul edilen dinler arasında.
81
Örneğin geçen yıl, Alman Eski Başkanı C.Wulff İslam'ın Alman
toplumunun bir parçası olduğunu vurguluyordu. Siyaset ve medya
dünyasında bu konuşma büyük bir yankı buldu, uzun ve geniş tartışmalara
sebep oldu. Bir kaç ay önce, Wulff Alman Başkanlığından istifa etti.
b-
İslamofobik Karikatürler
Almanya'da din özgürlüğüne yapılan saldırılarla alakalı bir kaç örnek
vermek istiyorum.
İslam karşıtı bir Alman Partisi, geçen sene Kuzey Rhine-Westphalia yerel
seçimlerinde islamofobik karikatürler kullanmıştır.
Pro-NRW başkanı Markus Beisicht Spiegel Online’a verdiği demeçte
“Küçük partiler için seçim zamanları her zaman zor olmuştur.” dedi.
Parti “en iyi” karikatürü çizene nakit para ödülü vereceğini söyledi. Ödül
adını 2005 yılında çizdiği karikatürle Müslümanların nefretini kazanan
Danimarkalı Kurt Westergaard’tan almıştır.
Fakat parti oyların yalnızca 1,5unu kazanabildi. Fakat ilginç olan şu ki bu
partinin oyları iki sene önce yapılan eyalet seçimlerine oranlar %0,1’lik bir
artış gösterdi.
c-
Aranıyor İlanları
2011’de Güvenlik İşbirliği İnisiyatifi adında bir departman kuruldu. Her
nasılsa bir süre sonra bir “Aranıyor” ilanında, başörtülü biri terörist gibi
resmedildi.
Bu ilanlar 4 kayıp kişi üzerinde duruyordu - Hasan, Fatma, Alman mühtedi
Tim ve Ahmed - ve bu insanların radikalleşmenin kurbanı olduğu üzerinde
duruluyordu.
“Bu arkadaşım Fatma. Onu çok özlüyorum, zira artık onu tanıyamıyorum.
Gün geçtikçe içine kapanıyor ve daha da radikalleşiyor. Onu fanatik ve
terörist grupların ellerinde tamamen kaybetmekten korkuyorum. Sizin de
benzer endişeleriniz varsa, lütfen Radikalleşme Danışma Merkeziyle 09119434343 ü arayarak veya [email protected] adresine e-posta yazarak
iletişime geçin.”
Almanya’daki Müslüman kuruluşların ve Türk Hükümeti’nin tepkilerinin
ardından, Bakanlık kampanyanın temdit edildiği fakat iptal edilmediğine
dair bir açıklama yaptı.
d82
Camilere yapılan Molotof kokteylli saldırılar
Camilere neo-Naziler tarafından yapılan saldırılar artık olağan bir durum.
Örneğin; Berlin’deki en kalabalık cami olan “Şehitlik Camii” son üç yıl
içinde dört defa kundaklamaya hedef oldu.
Genel olarak, 2010 Haziran’dan beri yedi ateşli saldırıya sahne oldu. Bu
durumun benzerlerini Almanya’nın farklı bölgelerinde görmek mümkün.
Ayrıca, camilere ve hususen minarelere karşı birçok gösteri düzenlendiğini
de biliyoruz.
Neo-Nazi Parti tarafından Köln’deki iki minaresi bulunan Avrupa’nın en
büyük camiine karşı bir takım gösteriler yapılmaya devam ediliyor. Camii
güvenlik güçleri tarafından emniyet altında tutuluyor. Çoğu eyalette
minareli camii inşa etmek hala yasak.
e-
Neo-Nazi Terörü
Geçen sene yeni bir neo-nazi grubu ortaya çıkarıldı.
National Socialist Underground adında bir çete sekizi Türk olan dokuz
göçmen ve bir polis 2000 ve 2007 yılları arasında öldürdü. Alman hükümeti
bu skandalın hem ülke içinde hem de uluslararası platformda yayılmasını
engellemek için çok uğraştı.
3- İslamofobik Medya
Eylül 2011’den bu yana medyanın İslam’a olan ilgisi hızlı bir şekilde
artmıştır. Bu konu Alman medyasında en popüler konulardan biri.
Müslümanlar tehdit olarak tasvir ediliyor, İslam ise cinayet, terör, kadınlara
şiddet, töre cinayeti, gericilik ve hoşgörüsüzlükle birlikte anılıyor.
“İslami Terör”, “Radikal Müslüman” veya “İslamcılık kanseri/ülseri” gibi
kavramlar Alman gazetelerinde sık sık görünüyor.
Müslümanlar genellikle “öteki”yi sembolize eder ve baskın tek taraflı
medya yayınlarında korku ve şüphe unsuru olarak algılanmaktadır.
Hemen hemen Alman medya yayınlarının çoğu İslamı aşırı tutuculuk ve
terörizmle birlikte ele almaktadır.
Cami baskınları ile alakalı raporlar toplumdaki cami algısını değiştirdi.
İslam karşıtı Almanların önyargıları medya haberleri sayesinde artmaya
devam ediyor.
4- Entegrasyon x Asimilasyon
83
Almanya’da yaşayan Müslümanlar şimdiye kadar kendi kimliklerini
koruyabilmiş ve Almanya’nın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Müslümanlar Almanca öğrenebilirler fakat kendi kimliklerini
unutmamalıdırlar. Alman Hükümeti göçmen grupların, kendi kültürlerini
tamamıyla bırakmak pahasına da olsa Alman hayat tarzına uyum
sağlamaları gerektiğini savunmaktadır. Biz, Müslümanlar bu konuda
uzlaşamayız.
Almanlar Müslümanların bir gün gelip Alman Toplumunda eriyeceklerini
hayal ediyorlar. Bu asimilasyon hedefi için çalışmaktadırlar. Başörtüsü
takmak, camilerin inşa edilmesi ise önlerine büyük bir engel koyuyor.
Tariq Ramadan’ın dediği gibi; İslam’ın entegrasyonda herhangi bir sakınca
yoktur. Bilakis, Müslümanların toplumda ve kurumlarda eksiksiz yer
almalarını şiddetle teşvik eder. İslam asimilasyona karşıdır.
Asimilasyon bir insanlık suçudur. Bizler dinimizi ve kültürel değerlerimizi
korkusuzca yaşamalıyız. Alman toplumuna ve kuruluşlarına entegre
olabiliriz fakat dini çizgilerimizi korumak durumundayız.
Sonuç olarak, entegrasyonun kapsamlı bir tanıma ihtiyacı var.Bana göre,
entegrasyon farklı geçmişlerden gelen insanların karşılıklı olarak iletişim
kurduğu ve değerlerini paylaştıkları bir süreçtir.
Örneğin; Alman Toplumunun sosyal hayatı içki görmeyi çok olağan
görürken Müslümanların değiş alkol kullanması, alması, satması, taşıması
hatta kullanılan mekanda bulunması bile kabul edilemez. Bu Müslümanların
entegrasyonu için bir engel midir? Yoksa nedir?
Başka bir örneği düşünelim. Erkekler ve kadınlar arasındaki münasebet
İslam’da oldukça farklıdır. İslam flörte izin vermez.
Maalesef, biz Müslümanlar alkol kullanmadığımız ve flörte karşı
olduğumuz için Alman toplumuna entegre olamamış oluyoruz.
Tekrar edelim, Almanya İslam’ı okumalı ve hakkında bilgi edinmelidir.
Daha sonra, “entegrasyon” kavramını tekrar tekrar tanımlamalıdır. Dinimiz
hakkında bilgi edinmedikleri sürece, “entegrasyon” kavramı bizim için
“asimilasyon” olmaktan öteye geçmeyecek.
5- Kimlik Sorunu
Müslümanlar kimlik sorunu yaşamaktadırlar. İki kültür arasında kimlik
sorunu yaşamaktadırlar. Bu yüzden nereye ait olduklarını bilemiyorlar.
84
Örneğin Türk kökenli bir müslümanın sosyal hayata dair kimlik problemleri
vardır. Dışarı çıktığında Hıristiyan arkadaşlarının yanındayken onları
kaybetmemek adına onlar gibi davranır. Okula giderken de farklı
davranmak zorunda kalır. “Dinimin ve kültürümün gerektirdiklerini
yaparken, dışlanıyorum” gibi hissediyorlar. Gün sonunda, eve geldiğinde ise
ailesi dinin gereklerini yapmaları için baskı yapıyorlar. Böyle bir insanın
nasıl hissettiğini düşünebiliyor musunuz? Bir günde 3-4 farklı hayat tarzı.
6- Ayrımcılık
1-
İş Piyasası
Bazı eyaletlerde genç Müslüman nüfus arasındaki işsizlik oranının %30
kadar olduğu tahmin ediliyor.
Yabancılarla niteliksiz Almanları karşılaştırdığımızda, yabancıların 4te 3
oranında, Almanların ise 3te 1 oranında işsizlik sorunları olduğunu
söyleyebiliriz.
EUMC tarafından yapılan bir araştırmaya göre, iş pazarı göçmen olan ve
göçmen olmayan toplumlar arasında büyük oranda paylaşılmıştır.
Müslüman erkeklere göre daha zor çalışma şartları olan genç Müslüman
kadınlar genellikle kuaför, dişçi asistanı veya sağlık memuru olarak
çalışmaktadırlar. İyi pozisyonlarda iş bulmaları çok zor.
Müslümanlar ancak Alman veya AB üyesi bir ülkeden gelen biri tarafından
doldurulmamış iş alanlarına girebiliyorlar.
Cuma namazı ve 5 vakit namaz gibi dini vazifelerini yerine getirirken
genellikle işverenlerin hoşgörüsüz tutumlarıyla karşılaşıyorlar.
Müslüman kadınlar ise bunlara ilaveten başka sorunlarla da
karşılaşabiliyorlar, başörtünün yasaklanması buna örnek olarak verilebilir.
2-
Eğitim
Müslümanlar arasındaki yüksek işsizlik oranları onların düşük eğitim
seviyeleriyle alakalı olabilir.
Şu anda okula giden veya yüksek eğitim gören Müslüman asıllı tahmini
700,000 öğrenci var.
(Almanya’daki üç katmanlı eğitim sistemine göre) Genelde sadece en düşük
derecedeki okullara gidiyorlar ve genelde herhangi bir derece alamadan
okulu bırakıyorlar.
85
Yabancıların %47si ortaöğretime ve %15inden azı ise yüksek öğretime
devam ediyor. (OECD’nin sağladığı bilgiye göre)
ISCED’in verilerine baktığımızda, Müslümanların genelde başarısız
olduğunu görüyoruz. Müslümanların sadece %5i yüksek öğretime devam
ediyor.
YÜKSEK
ORTA DÜŞÜK
Müslüman
%5
%25
%71
Gayrimüslim
%19
%56
%25
Belirsiz
%13
%40
%46
Başörtüsü kullanan öğrenciler öğretmenlerinde şikayetçi olabiliyorlar.
Öğrenciler
öğretmenlerin
Müslüman
öğrencilere
karşı
adil
davranmadıklarını düşünüyorlar. 4. sınıftan sonra öğretmenler öğrencinin
geleceği hakkında karar verebilirler. Ortaöğretim için dört farklı seçenek
var. Liseye devam eden öğrencilere en iyi avantajlar sağlanmakta. Zira 12.
sınıftan sonra üniversiteye gitme imkanı doğuyor. Fakat Müslümanların
çoğu veya göçmenler bu okullara gönderilmiyor. Onun yerine Hauptschule
diye adlandırılan en kötü okullara gidiyorlar. İlkokullardaki öğretmenler
önemli bir etmen.
Müslümanların %41,5i toplumda çok kötü bir algısı olan Hauptschule’a (en
kötü orta okul / varoş okulu diye de bilinir) gidiyorlar. Öğrenciler bu
okuldan mezun olsalar bile, üniversiteye gidemiyorlar. Mesleki eğitim
almaya devam ediyorlar.
Alman öğrencilerin çoğu ortaöğretim için en iyi okullara gidiyorlar.
Öğretmenlerin Müslümanlara ve göçmenlere karşı önyargılarını
gidermeliyiz.
Müslüman öğrenciler genelde okulda ayrımcılığa maruz kalıyorlar.
Kornmann’a göre, Baden-Württemberg adlı eyalet yabancı öğrencilere ve
gençlere karşı açık ara en fazla ayrımcılığın uygulandığı eyalet.
Müslüman kız öğrenciler yüzme derslerine katılmak zorundalar !
3-
Müslümanların Parlamentoda Siyasi Katılımları
Almanya’daki Müslümanların çoğunluğunun Alman vatandaşlığı
bulunmuyor ve bu yüzden oy kullanmak ve aktif olarak siyasete katılmak
86
gibi haklardan mahrum kalıyorlar. Alman toplumuna gerçek bir entegrasyon
sağlamak için bunlar temel şeyler. Alman pasaportu almakta dinle alakalı
birçok sorunla karşılaşabilirsiniz. (dinle alakalı birçok sorular sorarak
Alman pasaportu almanızı engellemeye çalışıyorlar.)
2005-2009 seçim döneminde, Alman Parlamentosuna Müslüman kökenli
beş siyasetçi girebilmiştir (Bundestag):
Aşağıdaki listede Bundestag’ın Müslüman kökenli üyelerini görebilirsiniz;
ÜYE
PARTİ KÖKEN
Lale Akgün
SDP
Türk Kökenli
Ekin Deligöz
Yeşil
Türk Kökenli
Hakkı Keskin
Sol
Türk Kökenli; daha önce Hamburg Yerel
Meclisi’nde SDP üyesiydi.
Sevim Dagelen
Sol
Türk Kökenli
Huseyin Kenan Aydin Sol
Türk Kökenli
Alman siyasi parti üyelerinin çok azı Müslümanlardan oluşuyor. Çalışma ve
Sosyal İşler Bakanlığı’nın 2001’de yaptığı bir araştırma Müslümanların
%95’inin Almanya’daki herhangi bir partiye üye olmadığını göstermiştir.
Müslümanların siyasete bu benli az katılımları okullarda ve diğer
kurumlarda karşılaştıkları kurumsal ayrımcılığın sonucu olarak
açıklanabilir.
Müslüman
toplulukların
ihtiyaçları
Alman
siyasi
partilerince
karşılanmamaktadır çünkü Müslümanların çok düşük bir miktarı oy
kullanma hakkına sahip.
Genel olarak, Almanya’da Müslümanların siyasi temsilciliği çok sınırlı. Bu
yüzden Müslümanların dini eğitimin yaygınlaştırılması, yeni camiler
yapılması ve benzeri diğer konularda herhangi bir parti tarafından
desteklenmeleri çok nadir oluyor.
4-
Toplumsal Hayattaki Ayrımcılık
Toplumsal hayatın farklı yerlerinde ayrımcılıkla karşılaşmaktayız.
87
2003’te yapılan bir araştırmaya göre, Almanların %65i İslam’ın Batı’yla
uyuşamadığını iddia ediyor ve çoğunluk yeni göçlerin olmasını istememekle
beraber Müslümanlara yakın çevrelerde yaşamak istemiyorlar.
Müslümanlar kendilerini iş, eğitim ve yaşadıkları yerlerde dahil her yerde
direkt veya dolaylı olarak çeşitli ayrımcılığa uğradıklarını düşünüyorlar.
Devlet tarafından da polis veya hukuk eliyle de çeşitli ayrımcılık hadiseleri
bildirildi.
Bu ayrımcılık hadiseleri gazete ve internet ilanlarında da gözlemlenebilir.
(“Yalnızca anadili Almanca olanlar”, “Yalnızca Almanlar”, “Başörtüsüz”
gibi.)
Kamusal ayrımcılığın en fazla yapıldığı, kurumsallaştığı ve kabul edildiği
durumlar emlak pazarında görülebilir.Almanya Türkiye Araştırmaları
Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre %15 oranında ayrımcılık hadisesi
mevcut.
Devlet kurumlarında da çeşitli ayrımcılık vakaları yaşanmaktadır.
Ayrımcılık hadiselerinin üçte birinden fazlası kamu yönetimi sahasında
gerçekleşmektedir. Polis tarafından gerçekleştirilen ayrımcılık vakaları da
bildirilmektedir.
D-) Sonuç ve Çözüm Tavsiyeleri
1-
Müslümanlar siyasete daha fazla katılmalıdır. Ancak o zaman bazı
sınırları değiştirebiliriz. Büyük sorunları daha iyi çözebiliriz.
2-
İslam hakkındaki olumsuz görüşleri yıkmalıyız. İslami özellikle
kamusal alanda daha iyi bir şekilde yaşayabilmeliyiz.
3-
İslam resmi bir din olarak kabul edilmeli ve Almanya’nın bir parçası
olarak görülmelidir. Zira, İslam Almanya’da hala bir din olarak
algılanmamaktadır. Müslümanlar tarafından kurulan dernekler
tanınmamaktadır. Bu dernek ve cemaatlerin tanınması, kabul edilmesi
gerekir. Islam’ın ve İslami dernek ve cemaatlerinin kabul edilmesi
akabinde devlet tarafından ciddi sorunlar çıkarılacağını biliyoruz.
4-
İslam ve Entegrasyon yeniden tanımlanmalıdır. Yakın zamanda
Leipzig Üniversite’sinin yaptığı bir araştırma, Almanların çoğunun
İslam olmadan Almanya’nın daha iyi olacağını düşündüğünü ortaya
çıkardı.
88
İslamı daha iyi anlatmalı ve kendi hayatlarımızda daha iyi yaşamalıyız.
İslam hakkında konuşma tarzımızı değiştirmeli ve “öteki”lerimizi
oluştururken dikkatli olmalıyız.
5- Daha iyi organize olmalıyız. Almanya’da “örgütlenmiş bir İslam”
bulunmamakta ve bu ülkede yaşayan Müslümanları temsil edecek
resmi yapılar yok. Almanya’da bulunan 4 milyon Müslüman homojen
bir topluluk değil. Ülkede 70ten fazla Müslüman derneği ve 2500 civarı
cami var.
6- Almanların hususen de öğretmenlerin Müslümanlara ve göçmenlere
karşı önyargılarını gidermeliyiz.
7- Eğitim meselesine daha iyi odaklanmalıyız. İslami ilimler vasıtasıyla
aile içi eğitimi güçlendirmeliyiz. Ancak bu şekilde kimlik sorunlarımızı
çözebiliriz. Ancak o zaman kendimizi daha iyi savunabiliriz.
8- Merkezi Müslüman Konseyi’ne (Zentralrat der Muslime) rağmen,
Müslümanların sorunlarını çözmek adına somut adımlar atılmamıştır.
Bu konuda elle tutulur hedefler belirlenmelidir.
Umuyorum ki, bu programın bir neticesi olarak, ümmet daha fazla birlikte
hareket edecek. İnşallah bugün hepimiz için bir milat olur.
Dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.
89
ASYA MÜSLÜMANLARININ
SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
90
ASYA MÜSLÜMANLARI’NIN
ÖNERİLERİ
SORUNLARI
VE
ÇÖZÜM
ALI ŞAHIN
TÜRKİYE- AK Parti Gaziantep Milletvekili
Esselamü Aleyküm ve Rahmatullahi ve Berekatuhu
İslam coğrafyasının mütevekkil ve inanmış gençleri!
Siz Müslüman kardeşlerimle bugün Kıbrıs’ta bir araya gelmek, bir ananın
birbirlerinden zorla ayrılmış evlatlarının uzun yıllar sonra tekrar buluşması
gibi bir his uyandırdı yüreğimde...
Göz bebeklerinize bakınca her birinizi tarihin derinliklerinden bir yerlerden
tanır ve hatırlar gibiyim.
Bizlere bugünü bahşeden Rabbime hamd ediyor, siz kardeşlerimi sımsıkı
kucaklıyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Kardeşlerim! Sizlere selamlar getirdim. Başbakanımız ve Liderimiz Recep
Tayyip Erdoğan’ın selam ve sevgilerini getirdim. Sizleri tek tek
gözlerinizden öpüyor.
Müslüman Türkiye gençliğinin selamlarını getirdim sonra… Limanlar
gemileri nasıl beklerse öylesine ufukta gözleri. Ve bir gün sınırlar olmadan
sizlerle özgürce kucaklaşacakları günleri özlemekteler.
Sizlere Çanakkale şehitliğimizde yatan şehitlerimiz;
Beyrutlu Piyade Er Hüseyin Ebu Cemi’nin, Irak Nabluslu Piyade Er
Abdulgani Haravi’nin, Şamlı Piyade Er Muhammed Fatum’un, Yemen
San’alı İstihkam Teğmen Muhlis Abdullah’ın Libya Trablusgarplı Teğmen
Muhammed Musavuf’un Mekke-i Mükerreme’den Üsteğmen Hüseyin
Naim’in İran Tebrizli Yüzbaşı Kazım’ın Afganistanlı Piyade Er Cuma Khan
oğlu Ali Arrat’ın
Yani topraklarımızda yatan şehit dedelerinizin ve atalarınızın selamlarını
getirdim. Bir de mesajları var sizlere; Müslüman gençlerimiz Batılıların
aralarına çizdikleri fiziksel, siyasi ve psikolojik sınırları biran evvel
kaldırsınlar. Biz onların suni sınırlarla bölünmeleri parçalanmaları için
değil, Allah’ın emri olan birlik ve bütünlükleri için canlarımızı feda ettik,
kanlarımızı akıttık diyorlar.
91
Evet kardeşlerim, doğusundan batısına Asya’da yaşayan tüm
Müslümanların temel sorunu bu işte: Fiziksel, Siyasi, Mezhepsel ve
Psikolojik bölünmüşlük ve parçalanmışlık.
Saygıdeğer kardeşlerim!
Yıl 1994. Pakistan Karaçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde
Lisans yaptığım yıllardı. O yıllarda benimle birlikte Karaçi üniversitesinde
okuyan Ortadoğu’dan birçok Arap öğrenci arkadaşım vardı. Filistin asıllı
Ürdünlü Alauddin de bunlardan biriydi. Arap kardeşlerime karşı her zaman
sevgi ve saygı duymuştum. Ne de olsa peygamber efendimiz Hz.
Muhammed de bir Arap’tı. Gerek Araplara olan sevgi ve saygımdan dolayı
gerekse var olan Arapçamı konuşarak geliştirmek adına Alauddin’e yakınlık
duyuyor, sürekli iletişim kurmaya çalıyordum. Ben böyleyken Alauddin
bana karşı oldukça soğuk ve mesafeli duruyor iletişime kendini kapatıyordu.
Alauddin’in bu mesafeli duruşuna rağmen ben kendisine karşı kardeşlik
duygularımı sıcak tuttum. Aradan birkaç yıl geçti. Bir gün Alauddin yanıma
gelerek; “Ali seni ve Türkiye’den gelen diğer arkadaşlarımı tanıdıktan sonra
size ve Türkiye’ye karşı olan kanaatlerim değişti” dedi. O’na “Peki, bize ve
Türkiye’ye karşı olan kanaatlerin neydi” diye sordum. “Biz lisede iken tarih
kitaplarımızda Osmanlıların bizi sömürdüğünü, Türkler varlık ve safahat
içerisinde yaşarken Araplar sefalet ve yokluk içinde yaşıyorlardı şeklinde
okuduk ve eğitim aldık. Bu okuduklarım bende Türkiye ve Türklere karşı
bir antipati yaratmıştı. Oysa sizleri tanıdıktan sonra sizlerin de bizler gibi
sıradan ve samimi insanlar olduğunuzu gördüm” dedi ve ekledi: “Bir de
aklıma takılan bir soru var. Ürdün’ün kimi bölgelerinde siyah köpeği “Türk”
lakabı takarak çağırırız. Şimdi niçin böyle olduğunu düşünmeye başladım.”
Alauddin’in bu samimi ifadeleri beni şaşırtmamıştı. Acımsı bir tebessümle
ona “Peki Alauddin, Türkiye’nin kimi bölgelerinde de siyah köpekleri Arap
lakabı takarak çağırdığımızı söylesem şaşırır mısın ve sence bu bir tesadüf
olabilir mi?” diye sordum. Alauddin gerçekten şaşkınlık içerisindeydi.
İslam coğrafyasını kendileri için tehdit olmaktan çıkarmak ve
zenginliklerini sömürebilmek adına, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı
son dönemlerinde Arap toplumlarının şuur altına giren Lawrance ve benzeri
İngiliz ajanları: “Bu kadar geniş Arap kabileleri olarak kendi
imparatorluğunuzu
kurmak
varken
neden
Türkler
tarafından
sömürülüyorsunuz” şeklinde telkinlerle Araplarla Türkler arasında nifak
tohumları ektiler. Sonuç olarak Ortadoğu’da yeni sınırlar oluşturarak aynı
dili konuşan, aynı dine inanan, aynı kültürden tam 22 Arap ülkesi ürettiler.
92
400 yılı aşkın süre bir arada barış ve huzur içinde yaşamış Türklerle Araplar
arasında fiziksel sınırlar oluşturdular. Bununla da yetinmeyerek Türklerle
Arapların fiziksel anlamda temaslarını kesmek adına sınırlarda oluşturulan
kilometrelerce karelik alanlara mayınlar döşendi. Ama hiçbir stratejileri iki
toplumun şuur altına ektikleri kin ve nefret tohumları kadar tehlikeli ve acı
olmadı. Türkler üzerinde “Araplar emperyalistlerle işbirliği yaparak sizi
arkadan bıçakladılar” propagandası işlenirken Araplar “Türkler sizi
yüzyıllar boyu sömürdü” propagandası ile hipnoz edildiler. Türkler üzerinde
Arap antipatisi yaratmak için özdeyişler ürettiler ve sinsi bir şekilde şuur
altlarımıza yerleştirdiler. Arapları tahkir etmek, kötülemek için
“Anladıysam Arap Olayım”, içinden çıkılmaz hale gelen bir işi tanımlamak
için “Bu İş Arap Saçına Döndü” şeklinde tanımlamalar ürettiler ve sinsice
bilinçaltımıza bir virüs gibi yerleştirdiler. Araplarla ilgili antipati oluşturmak
için “Ne Şam’ın Şekeri Ne Arap’ın Yüzü” dedirttiler. Arap coğrafyasında da
durum farksızdı. Geçtiğimiz günlerde Suriye ile ilgili yeni yapılmış bir
belgeseli izlerken kendisine mikrofon uzatılan bir Suriyeli “Biz Türkleri
kafir biliyorduk. Bize böyle öğrettiler” diyordu.
Emperyalist güçler, Asya’nın Batı yakasında bir yandan kendileri için
Müslüman kimliğiyle potansiyel tehdit oluşturan diğer yandan da bakir
enerji zenginlikleriyle iştah kabartan Ortadoğu’yu, tehdit olmaktan
çıkarmak ve zenginliklerini sömürmek adına küçük parçalara bölerek
yaklaşık 100 yıl süren bir sömürü asrı başlattılar. Ortadoğu’daki bölünme
sadece oluşturulan fiziki sınırlarla da kalmadı ve ideolojik, dini ve
mezhepsel ayrılıklarla da desteklenerek derinleştirildi. Tüm bunların üstüne
1948 yılında işgal edilmiş Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devleti de
kurulmak suretiyle Ortadoğu, 100 yıl süren kronik bir istikrarsızlık iklimine
maruz bırakıldı. Böylelikle Batılı ülkeler bir yandan Ortadoğu’nun petrol ve
doğalgaz gibi çok değerli enerji kaynaklarını sömürdüler, diğer yandan da
bölüp parçalayarak ve kendi aralarında da çatıştırarak zayıflattılar, kendileri
için tehdit olmaktan çıkardılar.
ASYA’NIN DOĞU YAKASI DA BÖLÜNDÜ
Müslüman coğrafyada yaşanan fiziksel, kültürel, ideolojik ve siyasi
bölünmeler Asya'nın sadece batı yakasında yaşanmadı. Doğu yakasındaki
Müslümanlar da çeşitli senaryolarla bölünerek bir yandan etkisiz ve tesirsiz
hale getirilirken diğer yandan da bölünmelerle kendi aralarında savaştırıldı
ve çatıştırıldılar. İngilizlerin 1947 yılında Hindistan yarım adasından
çekilmesiyle birlikte Hindistan yarımadası önce Hindistan ve Doğu-Batı
93
Pakistan şeklinde ikiye ayrıldı. Ardından Doğu ve Batı Pakistan 1972
yılında birbirinden ayrılarak bugünkü Pakistan ve Bangladeş'i oluşturdular.
Bu da yetmedi Pakistan ile Hindistan arasında Keşmir sorunu yaratıldı ve
bölgede kalıcı bir istikrarsızlık unsuru oluşturuldu. Keşmir Güney Asya'nın
Filistin’i haline getirildi.
Hindistan Yarımadasının bu şekilde bölünüp parçalanması tümüyle bir
İngiliz projesiydi. Bugün Müslüman bir coğrafya olarak ayrılmış olmalarına
rağmen Hindistan'da yaşayan Müslüman sayısı (200 milyon) hem
Pakistan'da hem de Bangladeş'te yaşayan Müslümanların sayısından daha
fazladır. İngiltere Hindistan'dan çekilirken Hindistan’da Müslüman bir
ülkenin kurulmasını istemedi. Hindistan İngilizler çekilinceye kadar hiçbir
dönemde Hindular tarafından yönetilmemişti. Bölgede tarih boyunca
Hindistan dışından gelenler (Fransız, Portekiz, İngiliz ve Türkler) hüküm
sürdüler. Kast sistemi ve anlayışı Hinduları bir bakıma pasif toplum haline
getirmiş ve siyasi olarak etkisizleştirmişti. Hindular arasında devlet yönetme
geleneği yoktu. İngilizler çekilmelerinin ardından Hindistan'da dünyanın en
büyük İslam devletinin kurulmasından ve Hindistan'da İslam merkezli bir
devlet oluşturularak hızla İslamlaşmasından endişe ettiler. Ve sonuç olarak
bugün Güney Asya'da 200 milyonu aşkın Müslüman Hindistan’da, 170
milyon Müslüman Pakistan’da ve 150 milyonu aşkın Müslüman ise
Bangladeş sınırları içinde bölünmüş ve etkisizleştirilmiş olarak terör ve
çatışma iklimleri içinde yaşam sürüyorlar.
Asya’nın Güney’inde ikinci bir istikrarsızlaştırma süreci ise ABD ve
Koalisyon Güçleri’nin 2001 yılında Afganistan’ı işgali ile başlatıldı. Sovyet
işgalinden yorgun, bitkin ve tahrip olmuş şekilde çıkan Afganistan’a
kolayca yerleşen ABD ve Batılı güçler, Pakistan ve İran’ın kaosa
sürüklenmesi ve istikrarsızlaştırılmasını sağladılar. Afganistan’daki otorite
boşluğundan yararlanarak burayı bir uyuşturucu üretim merkezi ve terör
laboratuarı haline getiren Batılılar özellikle Pakistan ve İran’ı hedef aldılar.
Her hedef ülkenin dokusuna göre bir terör örgütü üreterek, bu ülkeleri
istikrarsızlaştırmayı ve kaosa sürüklemeyi amaçladılar. Taliban ve El Kaide
bahanesiyle Afganistan’ı işgal eden ABD ve Batılılar, bu ülkeye yerleşerek
şu amaçlarına ulaşmayı arzuladılar:
1- Pakistan Taliban Hareketi ile Pakistan’ı istikrarsızlaştırarak
Pakistan’ın, İsrail ve Batı için tehdit oluşturan nükleer silah ve
yeteneklerinin bertaraf edilmesi düşünüldü. Her ne kadar İran’ın
nükleer çalışmaları gerekçe gösterilerek bir tehdit algısı yaratılmaya
94
çalışılsa da, İsrail ve Batı için asıl hedef nükleer silahlar üretmiş ve bu
kabiliyetini uzun menzilli nükleer füzeler üzerinde geliştiren
Pakistan’dı. Pakistan Taliban Hareketi, sadece ve sadece Pakistan’ı
hedef alması için kurulmuş bir terör örgütüdür. Kurucusu Abdullah
Mehsud 2001 yılında ABD’nin Afganistan’a müdahalesi sırasında
yaralı olarak yakalanmış, 2004 yılına kadar Guantanamo’da
tutulduktan sonra sosyal rehabilitasyon adı altında bölgeye gönderilmiş
ve Pakistan’ın en sorunlu bölgesi olan Güney Weziristan’a yerleşerek
bugün Pakistan’ı ekonomik ve sosyal anlamında çökertme noktasına
getiren Pakistan Taliban Hareketi’ni (TTP) kurmuştur.
2- Afganistan’ın işgaliyle güdülen 2. önemli amaç ise İran’ın hedef
tahtasına oturtularak istikrarsızlaştırılması, İsrail ve Batı için
tehdit unsuru olmaktan çıkarılmasıdır. ABD ve Batılı güçler
Afganistan’a yerleşerek, İran’ı tümüyle kuşatıp bir çember içine almış
durumdalar. ABD, Pakistan’ın İran’a sınır ve otorite boşluğu bulunan
bölgesine Cundullah örgütünü yerleştirerek İran’ı hedef alan saldırılar
düzenlettirdiler. İran’da bir Sünni-Şii çatışmasını körükleyerek ülkeyi
siyasi bir kaosa sürüklemek hedefi güttüler.
Afganistan’ın işgali ve buna bağlı olarak bölgede gerçekleştirilen İranPakistan kuşatması, Asya’da Müslüman coğrafyanın maruz kaldığı bir başka
istikrarsızlaştırma operasyonu olarak ortaya çıktı.
ASYA’DA MÜSLÜMAN AZINLIKLAR SORUNU
Asyalı Müslümanların yaşadığı diğer önemli bir sorun da Asya’da yaşayan
“Müslüman Azınlıklar” sorunudur. Asya’nın ücra coğrafyalarında
Myanmar’da Arakan Müslümanları, Filipinlerde Moro Müslümanları,
Tayland’ta Patani Müslümanları yine Keşmir Müslümanları Asya’nın yetim
kalmış ve Müslüman dünya tarafından nerdeyse unutulmaya yüz tutmuş
çilekeş Müslümanlarıdır. Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü
yıllarda Asya’nın azınlık Müslümanları başları sıkıştığında bir heyet
göndererek Halifeliğin merkezinden yardım talebinde bulunurlardı ve
talepleri karşılıksız kalmazdı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun ardından
Asya’nın azınlık Müslümanları sahipsiz ve kimsesiz kaldılar. Asya’nın
çilekeş Müslümanları özellikle Myanmar’ın Arakan eyaletindeki Roghinya
Müslümanları gibi katliamlara, ayrımcılığa asimilasyonlara maruz
bırakıldılar. Roghinya Müslümanlarının çile yolculuğu modern dünyanın
gözleri önünde maalesef halen devam etmektedir.
95
Filipinler’in Moro ve Mindanao bölgelerinde Filipin yönetimleri tarafından
on yıllardır süregiden ayrımcılığa ve zulme maruz bırakılan Müslümanlar,
40 yıl süren bu mücadelelerinin ardından nihayet zafere ulaştılar. Son 40
yıldır süren silahlı mücadele ve 16 yıldan bu yana devam eden müzakereler
neticesinde Filipinler’de yaşayan Müslümanların kimlikleri tanınmış ve
özerk bir hükümet kurmaları noktasında anlaşmaya varılmıştır.
Asya’nın bir diğer yetim kalmış Müslüman azınlığını ise Taylan’da yaşayan
Patanili Müslümanlar oluşturuyor. Taylandlı Müslümanlar on yıllardır
Tayland yönetiminin baskısı altında yaşam mücadelesi veriyorlar. Patani
Müslümanlarının dinleri ve kültürel değerleri uğruna verdikleri büyük
mücadele ve gösterdikleri direniş bugün de hâlâ devam etmektedir.
Patani’de geride kalan 6 yıl içerisinde binlerce Müslüman yaşamını
kaybetti. Her zaman olduğu gibi bu süreçten en olumsuz etkilenen Patanili
çocuklar oldu. Suikastlar ve keyfi cinayetler sonrası bölgede yetim sayısı
büyük bir artış gösterdi. Nüfusu 3 milyon civarında olan Müslüman
Patani’de 10 binden fazla yetimin olduğu tahmin ediliyor.
Patani, Tayland sınırları içerisinde ve Tayland’ın güneyinde yoğun olarak
Müslümanların yaşadığı bölgenin adıdır. Tayland Müslümanları olarak
bilinen bu kesimin büyük bir çoğunluğu köken olarak Malay ırkına
mensuptur.
BATI YAKASINDA BÜTÜNLEŞME
Dünyanın Doğu yakasında İslam coğrafyalarında bu şekilde bölünme ve
parçalanmalar yaşanırken, Batı âleminde ise tam tersi hem coğrafi hem
siyasi hem de ekonomik bütünleşmeler yaşandı. 1947 ve 48’li yıllarda İslam
coğrafyası alabildiğine bölünürken 1951 yılında Avrupa’nın 6 ülkesi
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adıyla bir araya geliyor ve Avrupa’nın
bugün gelmiş olduğu Sınırsız ve Bütünleşmiş bir Avrupa’nın temellerini
atıyorlardı. Onlar birleşirlerken, kendi aralarındaki fiziki sınırları kaldırıp
ekonomik, siyasi ve askeri anlamda bütünleşirlerken, bizler olabildiğince
fiziksel, siyasal, ideolojik, mezhepsel ve psikolojik kamplara ayrılıyorduk.
Bir zamanlar tarihte 30 yıl, 100 yıl savaşlarını yaşamış olan Avrupa şimdi
coğrafi, ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal alanda Avrupa Birliği altında
bütünleşmiş durumda. Avrupa'nın en kadim iki düşman ülkesi Fransa ile
Almanya'dır. Ve bu iki ülke tarih boyunca Avrupa'da hâkimiyet kurmak için
birbirleri ile rekabet ve savaş içerisinde olmuşlardır. Avrupa, tarihi tüm
96
düşmanlıklarına rağmen bugün sınırlarını kaldırmış ve her bakımdan
bütünleşmiş bir coğrafi bölgeye dönüşmüştür.
Avrupa içlerinde karayoluyla seyahat edenleriniz mutlaka görmüştür.
Fransa'dan Almanya'ya ya da bir Avrupa Birliği ülkesinden diğerine
karayolu ile yolculuk yaparken ülke sınırlarını geçtiğinizi asla
hissedemezsiniz. Sizi sınırlarda karşılayan ne bir polis noktası ne de bir
turnike ya da engelle karşılaşmazsınız. Bir ülkeden diğerine girdiğinizi çoğu
kere fark etmezsiniz bile. Eğer dikkatlice bakarsanız sadece bazen yol
tabelalarının değişen renklerinden bir başka AB ülkesine giriş yaptığınızı
fark edebiliyorsunuz.
Avrupa Birliği kendi içerisinde tüm farklılık ve düşmanlıkları bir kenara
bırakarak bütünleşme içerisine girerken, sınırlarını kaldırıp coğrafyalarını ve
güçlerini fiziki, siyasi, ekonomik anlamda bütünleştirirken, biz neden
bölünüyor ve bölündükçe sömürülüyor, sömürüldükçe zayıflıyor,
zayıfladıkça öldürülüyoruz.
Bölündükçe kanımızın ve canımızın
ucuzlaştığını görmüyor muyuz? Aynı dili konuşup, aynı dine inanan, aynı
kültür ve yaşam tarzına sahip Arap kardeşlerimiz suni sınırlarla
oluşturulmuş 22 Arap devletiyle daha ne kadar hayatta kalabilirler?
Unutmayın ki; Batılı Emperyalist güçler bizlerin bölünmesi ile hayatta
kalabiliyorlar.
Bilin ki, bölünmenin sonu ve sınırı yok. Bizi ırklarımıza böldüklerinde yine
yetinmeyecekler. Bu sefer mezheplerimize göre bölecekler. Yine
yetmeyecek ideolojik olarak bölecekler. Çünkü Batılı emperyal güçlerin
hayatta kalabilmeleri ancak ve ancak bizlerin bölünmesi ve sömürülerin
devam etmesi ile mümkün olabilecektir.
Bu çerçevede
baktığımızda;
Asyalı
Müslüman
kardeşlerimizin
sorunlarına
Asya'nın batısından doğusuna Müslüman coğrafyanın en büyük
sorunu; coğrafi, siyasi, ekonomik, mezhepsel ve psikolojik bölünmüşlük ve
parçalanmışlıktır. Bir bedenin parçalanmış uzuvları olduğumuz için bir
bütün beden gibi hareket edemiyoruz.
Asyalı Müslümanların ikinci önemli sorunu; Müslüman azınlıklar
sorunudur. Asya’nın ücra bölgelerinde azınlık konumuna düşmüş Arakan,
Patani ve Moro Müslümanlarının maruz kaldıkları katliamlar Müslüman
coğrafyanın ortak sorunudur.
97
Asya Müslümanlarının üçüncü önemli sorunu; işgal edilmiş Müslüman
coğrafyalar sorunudur. Keşmir, Karabağ, Filistin ve Kudüs İslam
coğrafyasının işgal edilmiş toprakları olarak 1940’lı yıllardan sonra önemli
sorunlarımız ve davalarımız olarak karşımıza çıkmıştır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
1. İslam Coğrafyası Şuur Altı Temizliği Yapmalıdır
Öncelikle şuur altlarımızdan başlamalıyız işe. Birbirimize karşı emperyal
güçler tarafından düzenlemiş şuur altı operasyonlarına son vermeliyiz.
Kardeşliğimizi zedeleyen birbirimize karşı nefret, kin ve düşmanlığı
körüklemek için Batılılar tarafından yerleştirilmiş nifak virüslerini
temizlemeli ve birbirimizi Allah için sevmeliyiz. Türk'ün Arap'a, Arap'ın
Acem’e üstünlüğü olmadığını, mutlak üstünlüğün takvada olduğunu
unutmamalıyız.
2. İslam Coğrafyası Birbirine Karşı Duyarlı Olmalıdır
Birbirimize karşı duyarlı olmalı; acımızı acı, sevincimizi sevinç
edinmeliyiz. Peygamber efendimiz "Müslümanlar birbirlerini sevmekte,
birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler.
Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlarda bu sebeple acıyı
hisseder, hastalanırlar" buyurarak Müslüman’ın Müslüman’a karşı
hukukunu, kardeşlik çizgilerini ortaya koymuştur.
3. Ortadoğu’da Suni Sınırlar Sorgulanmalıdır
Başta Ortadoğu olmak üzere İslam coğrafyası bölgesel, ekonomik ve siyasi
işbirliği adımlarını atarak bütünleşme sürecine girmelidir. Suni sınırların
kalktığı özgürlük, kardeşlik, barış ve istikrarın hüküm sürdüğü, sömürü
merkezli değil paylaşım merkezli, bütünleşmiş Sınırsız Bir Ortadoğu'yu
hayal etmek zorundayız. Mevcut haritası 100 yıl önce Batılılar tarafından
çizilmiş ve kardeşi kardeşten ayırmış Ortadoğu’nun, geride kalan bir asrına
kan, gözyaşı ve sömürüden başka bir şey katmamış suni sınırlarını
sorgulaması gerekir. Ortadoğu, bir yüz yıl daha aynı dil, din, kültür ve
değerlere sahip 22 ülkeyi kaldıramaz, kaldırmamalıdır. Coğrafi, siyasi,
ekonomik anlamda AB benzeri bir yapı ile bütünleşmesi Ortadoğu’nun altın
çağını başlatacaktır.
4. İslam İşbirliği Teşkilatı Aktif Rol Üstlenmeli
İslam İşbirliği Teşkilatı İslam coğrafyasının sorunları konusunda aktif rol
üstlenmelidir. İslam İşbirliği Teşkilatı 1960’lı yıllarda İslam Konferansı
98
Örgütü adıyla kurulduğunda Batı Âlemi İslam Coğrafyası birleşiyor
algısıyla oldukça endişelenmiş ve engel olmaya çalışmışlardı. Şimdi
konjonktür değişmiştir. Batı Âlemi gerileme sürecine girmiştir. Güç ve
zenginliğin Batı’dan Doğu’ya göç ettiği bir sürece giriyoruz. Bu süreçte
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın doğu merkezli oluşan yenidünya düzenine göre
kendini reforme etmesi gerekmektedir.
5. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Azınlık Müslümanlar Komisyonu
Oluşturmalıdır
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın atması gereken önemli adımlardan biri de;
Azınlık Müslümanlar için sürekli bir izleme komisyonu oluşturarak, Azınlık
Müslümanların yaşadığı ülkeler nezdinde temaslarda bulunmasıdır.
Müslüman azınlıklıkların yaşadığı ülkelere karşı Müslümanların bu ülkede
sahip olduğu haklar, maruz kaldıkları ayrımcılık ve katliamlar göz önünde
tutularak komisyonun hazırlayacağı raporlar doğrultusunda ortak tavır
alınmalı ve ekonomik, siyasi yaptırımlar uygulanmalıdır.
6. İİT Müslüman Mahalle Sorunlarında Aktif Rol Üstlenmelidir
Afganistan gibi Müslüman mahalle sorunlarında, İslam İşbirliği
Teşkilatı’nın aktif bir şekilde rol oynaması İslam coğrafyalarının işgal
edilmesinin önüne geçebilir. İşgaller gerçekleşmiş olsa bile, İİT içinde
mutlaka var olarak, bu tür olayların Müslümanlar üzerindeki olumsuz
etkilerini minimize etme ve işgal sürecini minimuma indirme yönünde çaba
sarf etmelidir. ABD ve Batılılar her yıl birbirinin kopyası Afganistan Çözüm
Raporu hazırlarken, İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan bugüne kadar
Afganistan’da çözüm arayışına yönelik tek sayfalık bir öneri metni
yayınlanmadığı düşünülürse, İİT’nin aktifleştirilmesinin önemli ortaya
çıkmaktadır.
SONUÇ
Değerli Kardeşlerim,
Artık yeryüzünde yeni bir süreç ve döneme giriliyor. Geleceğin doğudan
yükseleceği bir süreç başlamış ve hızla ilerlemektedir. Kendimizi Ortadoğu
merkezli bir altın çağa hazırlamak durumundayız. Allah-u Teâlâ gaflet ve
delalete düştüğümüz, asli değerlerimizden uzaklaştığımız için güç ve
zenginliği Doğu medeniyetinden alarak Batı medeniyetine verdi. Ancak Batı
medeniyeti bu gücü yeryüzünde haksız savaşlar açarak, kan akıtarak, hakkı
değil gücü temel alarak haklının değil güçlünün yanında yer alarak hükmetti
99
ve zalimlerden oldu. Şimdi bu güç yeniden el değiştiriyor. Bunu sadece ben
söylemiyorum. Polonya asıllı ABD’li ünlü ekonomist Prestowitz’in 2005
yılında kaleme aldığı kitabın başlığı “The Great Shift of Wealth and Power
From West to The East” yani “Güç ve Zenginliğin Batı’dan Doğu’ya Büyük
Göçü”. Clyde Prestowitz bu kitabında güç ve zenginliğin Batı’dan Doğu’ya
doğru büyük bir göç içerisinde olduğunu ve orta vadede yeryüzünde ABD
hegemonyasının zayıflama ve gerile sürecine girdiğini anlatır.
Yine The New York Times gazetesinin dünyaca ünlü yazarı Thomas
Friedman bir köşe yazısında “Ailem beni Hindistan’daki aç çocukları düşün
ve tabağında yemek bırakma diyerek yetiştirdi. Şimdi ise ben çocuklarımı
Hindistan’daki çocukların sizi aç ve işsiz bırakmasını istemiyorsanız
derslerinize iyi çalışın diyerek yetiştiriyorum” diyor.
Şimdi her bir Müslüman genç için Lawrance olma vaktidir.
Coğrafyalarımıza buram buram barış, huzur, kardeşlik, paylaşım kokan
topraklarımıza dönüp, emperyalistlerin aramıza çizdiği suni sınırları
sorgulayacağız, sorgulatacağız. Bugün her birimizin hipnozdan uyandığı
gündür. Bugün her birimizin yüz yıl süren o bitkisel hayattan uyandığımız
gündür. Bugün lambadaki cinin uyandığı gündür. Bugün Ortadoğu'dan
Güney Asya'ya, Orta Asya'dan Uzak Doğu’ya geleceğin Doğu
medeniyetinden yükselmeye başlayacağı gündür. Korkmayın, inanıyorsanız
güçlüsünüzdür ve zafer sadece inananlarındır. Batılıların sahip olduğu hiçbir
güç sizi yanılgıya düşürmesin. Unutmayın ki, yeryüzünde ve evrende
mutlak tek güç Allah-u Teâlâ’dır. “İnil Hukmü İlla Lillah” diyor ve iman
ediyoruz.
Geleceği hayal edin. İdealleriniz, uğruna ömür çürüteceğiniz idealleriniz
olsun. Hiçbir şey yapmasınız bile hayalleriniz olsun. Çinli bir düşünür
“hayallerinize dikkat edin, çünkü onlar eylemlerinizin ilk adımlarıdır” der.
Her işinize mutlaka Rıza-i İlahiyi katın. Unutmayın ki, içinde Allah Rızası
olan her işin sahibi sizden önce Allah-u Teâlâ olur.
Son olarak sizleri Pakistanlı İslam düşünürü Muhammed İkbal’in sevdiğim
bir sözü ile selamlamak ve sözümü noktalamak istiyorum.
Chin O Arab hamara Hindustan hamara Muslim hain hum watan sara
jahan hamara
“Çin bizim, Arap bizim Hindistan bizimdir / Müslümanız biz, bütün cihan
bizimdir.”
100
Hepinize saygılarımı sunuyor, Rabbimden bizleri sınırları olmayan bir
Ortadoğu’da ve yeniden yekvücut olmuş sınırsız bir İslam coğrafyasında
birleşip buluşturmasını diliyorum.
101
BANGLADEŞ’İN EKONOMİK DURUMU
MOHAMMAD ABDULLAH ALMASOOD
BANGLADEŞ- SAWAB
Üçüncü dünyanın gelişen bir ülkesi olan Bangladeş, sayısız problemlerle
uğraşmasına rağmen yıllardır beklenilenden nispeten daha iyi bir
performans göstermektedir. Ülkenin sömürge ve yarı sömürge dönemleri
boyunca sayısız başkent uçuşları nedeniyle başkentlerin uzun tarihsel bir
geri kalmışlığı vardır. Bu vasıfsız iş gücüne katkıda bulunan aşırı nüfustur.
Enerji kaynakları ve uygun politika eksikliği nedeniyle Bangladeş'in alt yapı
durumu her zaman bir darboğaz sorunu olmuştur. Ana enerji kaynağı
gazdır. Elektrik bile büyük oranda gazla üretilir. Kömür rezervi sadece 23
TCF rezerve sahip olan Gaz'a göre yaklaşık 67 TCFdir. Son yirmi yıl
boyunca (90lar ve milenyum) GSYH bileşenlerinin sektörel payında ataerkil
bir değişiklik olmuştur. Yabancı kazançların büyük bir bölümü hazır giyim
ürünlerindendir. Hissesini günden güne artıran havale, bir diğer yabancı
kazanç kaynağıdır
2000 yılından beri Bangladeş orta derecede büyüme oranlı bir döneme
girmiştir. Mevcut GSYH büyüme oranı %6'dan fazladır. Ancak bu, daha iyi
bir gelişme prosedürüne sahip olmak için gerekli orandan daha düşüktür.
Bangladeş'in yoksulluk sınırının durumu 1990lardan beri gelişmektedir.
Mevcut yoksulluk düzeyi yaklaşık %31.5tir. Ancak tüm yoksulluk
göstergeleri üzerinde nispeten daha iyi bir durum olduğunu gösteren
Bangladeş’in MPI si 29 dur. Eşitsizlik durumu on yıl boyunca nispeten
değişmemiştir. Gini oranı on yıl boyunca değişmeden 35 civarında
kalmıştır. Bangladeş'in ekonomistlerin açısından oldukça yüksek olarak
kabul edilen mevcut enflasyon seviyesi yaklaşık %7 dir. Bangladeş'te her
zaman bir ticaret açığı olmuştur. Ancak 2000 sonrası dönemde ticaret
dengesi hala olumsuz olmasına rağmen cari hesapta bir artış kazanılmıştır.
a.
Ekonomideki Sorunlar:
1.
Tarihi Süreç:
Bangladeş 200 yıldan fazla bir süredir sömürge ve yarı sömürge egemenliği
altında idi. Sömürge dönemleri boyunca merkezler çevrelerini bastırma
aracı olarak gördüler. Onlar merkezlerinde üretilecek şeyleri bittiğinde,
ihtiyaç duyulan ham malzemeleri temin etmek için sömürgeleri kullandılar.
102
Sonuç olarak, 1950lerden önce Bengal'de endüstrileşmenin çok önemsiz bir
oranı vardı. Sermaye birikimi, sömürgeci güçler tarafından engellendi.
Merkez çıkarlarının daha iyi ihracı için ihtiyaç duyulan sömürge
yarımadasında sadece o sanayiler inşa edildi. Pakistan yönetimi altında yarısömürge döneminde, Doğu Bengal ekonomisi tarıma dayanıyordu.
Sanayileşme doğu kesimi göz ardı edilerek batı bölgesinde gerçekleşti. Bu
nedenle sermaye birikimi Bangladeş'in Bağımsızlık öncesi döneminde
engellendi. Bugüne kadar Bangladeş’te uygun düzeyde bir sermayeden
yoksun ve çoğu vasıfsız olmak üzere yoğun bir iş gücü olmuştur.
2.
Sorunların Sebepleri:
Sorunların arkasındaki temel nedenler şunlardır:
1.
Altyapı tıkanıklığı:
Ülke altyapısal topraklamalardan gerekli düzeyinden yoksun. Bu durum
ülkedeki çok düşük DYY seviyesinin temel sebeplerinden biridir.
2.
Güç krizi:
Güç krizi gelişim süreci için ciddi bir engeldir. Ülkenin en iyi ihtimalle
sadece 6580MW ürettiği yerde ortalama günlük elektrik ihtiyacı yaklaşık
8754MW'tır.
3.
Vasıf eksikliği
Bangladeş’teki işçiler genelde vasıfsızdırlar. Bunun sebebi:
•
Eğitim eksikliği
•
Uygun devlet girişimlerinin eksikliği
•
Eğitim ve eğitim tesislerinin eksikliği
Dahası, bu perspektifte dikkat edilmesi gereken bir husus da Bangladeş’in
diğer rakip ülkeler arasında vasıfsız veya yarı vasıflı işçiler yüzünden geri
kalıyor olmasıdır.
4.
Siyasi Kriz:
Bangladeş'in siyasi durumu her zaman beklenenden uzak olmuştur. Bu ne
ülkemizin gelişimi için yardımcı ne de vatandaşların koşullarının
iyileştirilmesi için faydalıdır.
5.
Uygun Politika eksikliği:
103
Ülkede güç desteği, politik kararlar ve uzun vadede istikrarlı bir gelişimi
sağlayacak uygun siyasi girişimlerin eksikliği görülmektedir.
Çözüm için İslam Dünyası'ndan Beklentiler:
Bu küreselleşme çağında, ülkeler birbirinden ayrılmış parçalar değildir. Bu
nedenle İslam dünyasının daha iyi bir gelişme arayışının peşinde olmak için
birbirlerine
yardımcı
olmaları
gerekir.
Aşağıdaki
adımların
anlaşılabilmesine ihtiyaç vardır:
1.
Yoksulluğu azaltmaya yardım etme:
Zengin Müslüman ülkeler Bangladeş gibi Müslüman ülkelere zekat ve
bağışlarla yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunabilir.
2.
Nitelikli insan gücü oluşturmak için:
Kuveyt-Bangladeş Mesleki Eğitim Merkezi gibi eğitim merkezleri kalifiye
insan gücü üretmede çok iyi bir rol oynamaktadır. Bangladeş İslam
dünyasının yardımı ile daha fazla eğitim merkezi kurabilir.
Ayrıca, Müslüman Dünya en parlak Müslüman öğrencilere en iyi derecenin
peşinden gitmeleri ile dünyanın en iyi üniversitelerinde daha yüksek
çalışmalar elde etmeleri için nihayetinde gerçekten milletin insan
sermayesini artıracak bir burs sağlayabilir. Bangladeş'teki IUT gibi dünya
standartlarında Üniversiteleri belli bir çöpçüye kadar bu noktada hizmet
edebilir.
3.
Altyapı tıkanıklığı kaldırmak için:
Müslüman ülkeler kredi imkanları yoluyla daha iyi altyapılar oluşturmak
için yardım edebilirler. Yollar ve nakliyatın gelişiminde İKB(İslam
Kalkınma Bankası)'nın çok önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır. Bu
süreçte ülkenin enerji üretimine de katkıda bulunabilir.
Bangladeş’in Siyasi Durumu
Bangladeş'in kendisi için seçtiği sistem demokrasi tam olarak da
parlamenter demokrasi. Büyük kurtuluş savaşının sona ermesinden sonra, 4
Kasım 1972 yılında, Bangladeş tek meclisli bir parlamento ile demokrasinin
Westminster modelini kabul etti.1971'den günümüze, Bangladeş demokratik
konsolidasyon yolunda birçok iniş ve çıkış yaşadı. En başından beri
Bangladeş'in kurucusu Şeyh Mucib Rahman tarafından yarı otokratik bir
yönetime maruz kaldı. Şeyh Mucib 25 Ocak 1975'te BAKSAL adında bir
tek parti sistemini hayata geçirerek demokrasi için gerekli olan özgür ve adil
104
bir alanı yok etmiş oldu.Daha sonra, 1975 yılında, Bangladeş siyasetine ilk
askeri müdahale oldu. 1975 1991 arasında iki askeri yönetici Bengladeş'i
yönettiler.1991 yılında, Bangladeş askeri yöneticilerin doğrudan
hakimiyetinden kurtuldu. 1991 2006 arasında demokrasiyi herhangi bir kötü
müdahale olmadan tecrübe etti. Fakat 2006'da Avami Partisi ile Bangladeş
Milli Partisi arasındaki geçici hükümet hakkındaki anlaşmazlık sonuç olarak
yarı militarist bir yönetimi doğurdu.Bu sebeple Bangladeş demokrasinin
doğasının bir adım ileri iki adım geri olduğu söyleniyor.
Bangladeş parti sisteminin tarihi de dalgalı bir görünümde. Şeyh Mucib'in
1975'teki ölümüne kadar Bangladeş tek partili bir yapıya sahip oldu.1975'te
Mucib'in suikasta uğramasından sonra ilk askeri yönetici ve başkan Ziaur
Rahman çok partili sistemi ilan etti.1991'de ikinci askeri lider H. M.
Erşad'ın düşüşünden sonra gerçek manada iki partili sistem hayata geçmiş
oldu.Bugün hala Bangladeş'te iki partili sistem varlığını devam
ettirmektedir. İki ana parti ise Bangladeş Avami Partisi ve Bangladeş Milli
Partisidir.Bu iki partinin yanı sıra Bangladeş'te bazı din tabanlı siyasi
partiler de bulunmaktadır.Bangladeş Cemaati İslami, Bangladeş İslami ve
Bangladeş Hilafet Meclisi başlıca din temelli partiler.Özellikle Bangladeş
Cemaati İslami Partisi Bangladeş'in 3. en büyük partisidir.
Bangladeş Avami İttifakı laiklik ve Hindistan yanlısı bir partidir. Şeyh
Mujibur Rahman'ın kızı görevdeki başbakan Şeyh Hasina partinin
başkanıdır. Öte yandan, Bangladeş Milliyetçi Partisi bir sağcı partidir.
Begüm Khaleda Zia, eski askeri hükümdar Ziaur Rahman'ın dul eşi,
Bangladeş Milliyetçi partinin başkanıdır. Her iki parti de hanedanlar arası
siyasi partilerdir.
Bangladeş Avami Partisi bugünkü iktidar partisidir.Bu, aslında, bir laiklik
yanlısı siyasi partidir. Bangladeş'in tüm bakanları yaklaşık 20 tane, solcu
kökenlidir Dış diplomasisi ise Hint yanlısı bir felsefeye sahiptir. Son
günlerde anti-İslam yönü Cemaati İslami Partisi liderinin 1971 yılındaki
özgürlük savaşında insan hakları ihlalinde bulunduğuna dair yalan iddialarla
hapsedilmesiyle daha da su yüzüne çıkmış oldu. Bu hükümet anayasayı
değiştirdi ve devlet dini olarak İslam'ı 15inci oturumda Bangladeş
anayasasından kaldırdı.
Uluslararası ilişkilerde Bangladeş'in "herkes için dostluk ve hiç kimse için
kötülük" diye ortak bir sloganı vardır. Aslında Bangladeş Müslüman
nüfusun üçüncü en büyüğü olarak İKÖ ve dünyadaki bütün Müslüman
105
ülkelerle güçlü bir diplomatik bağa sahiptir. Ancak mevcut rejimin
başlangıcından sonra, iki sebepten dolayı -İslam'ın anayasadan çıkarılması
ve sözde savaş suçu yüzünden Cemaat Liderleri'nin tutuklanması,
Müslüman dünya ile Bangladeş'in ilişkileri ciddi sorunlarla karşı karşıyadır.
Bangladeş’in barışsever insanları tüm Müslüman Ümmeti ile iyi diplomatik
ilişki tutmak için her zaman isteklidirler.
Bangladeş'in domino etkisi sonucunda 1991den sonra demokrasi yarışında
yeni gelen olarak bazı üstün başarıları vardır. Bangladeş güçlü bir sivil
topluma ve güçlü bir medyaya sahiptir.
Ama hala demokratik
konsolidasyon yolunda bazı ciddi krizlerle karşı karşıyadır. Mujib rejimi
Bangladeş'in ilk rejimi olarak, onun çalışan arkadaşlarının yolsuzluk hatası,
adam kayırmacılıktan dolayı ve son olarak tek partili bir sistem kurulması
üzerine birçok sorunla yüz yüze geldi. Ziya rejiminde, sorunlar ordunun
kendi içindeydi. Ordu organizasyon şemasında bir müdahale etme
eğilimindeydi. Ziya tarafından alınan medenileşme süreçleri ise etkili
değildi. Çok partili sistemi yeniden getirdi ama seçimler tarafsız değildi.
Ershad rejimi boyunca, Bangladeş Ziya rejimi gibi ani sorunlarla
karşılaşıldı. Kısmi seçim, Muhalefet partisine baskı, bastırma, hareket ve
konuşma özgürlüğüne engel olmak ortak senaryolardı. İnsanlar demokrasiyi
uygulamada özgür değildi. Bu demokrasi korunmuş ya da güdümlü bir
demokrasiydi. Ershad'ın düşüşünden sonra Bangladeş liberal demokraside
yeni bir döneme geçti ama hoşgörü eksikliği, karşılıklı saygı ve inanç
eksikliği ve yolsuzluk Bangladeş'in siyasi alanındaki genel eksikliklerdi.
Fakhruddin’in askeriye tarafından desteklenen ve 2006’den 2009’a kadar
süren seçimsiz rejiminde Bangladeş bir sorunla karşılaştı. Bu rejimde, daha
sonraki hükümet eksi-iki formülü kurmak için amaçlanmıştır. Bunun
yanında hükümet yolsuzluk adına siyasi liderler tutuklayarak ülkeyi
depolitize etmeye çalıştı. İki yıllık bir aradan sonra, 2009 yılında, demokrasi
Bangladeş'te yeniden tesis edildi. Mevcut rejimde, Bangladeş bazı
sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. İlk olarak, muhalefet partisi üzerindeki
baskı ve yıldırma mevcut rejimin en büyük sorundur. Hükümet muhalefetin
ülke için iyi ya da kötü her türlü hareketini yıkıcı hareket olarak algılayıp
polis ya da diğer askeri araçlarını kullanarak bastırmak yoluna gitmektedir.
İkinci olarak, son günlerde, hükümet muhalefet baskı için bazı bozucu ve
zararlı araçlar kullanmaktadır. Üçüncü olarak, tutuklama ve kaybolma son
zamanların en önemli iki tehlikesidir. Bangladeş Milli Partisi liderleri bu
kaybolma olaylarının en başta gelen kurbanlarından. Cemaat ve Shibit
106
(Cemaat el-İslami'nin öğrenci kolu) ise tutuklama mekanizmasının en
önemli maduru.Son zamanlarda, 21 kadın Cemaat el-İslami'nin merkezinden
devlet tarafından tutuklandı.Bunların yanı sıra, Bangladeş'te mevcut başka
sorunlar da var. Tüm bunlarla beraber hükümetin medya ve sivil toplum
üzerinde dikkate değer bir baskısı var.
Bu sorunların arkasındaki ana nedenleri belirlemek zor bir şey. İlk olarak şu
anda Bangladeş siyasi arenasında iki önemli mesele var. Birincisi geçici
hükümet meselesi ikincisi de insan hakları ihlali davası. Bu iki önemli
konuda muhalefet partilerinin tüm hareketleri baskı için, hükümet bu
durumu oluşturuyor. Bazı durumlarda, güvensizlik, kişisel ve parti çıkarları
bu sorunların nedenlerindendir. Partilerin güç elde etmeye ve onu kötüye
kullanmaya dair ortak bir eğilimleri var. Bunlar bahsedilen sorunların
arkasındaki başlıca nedenler.
Asıl çözüm tüm büyük siyasi partiler arasında diyalog ve uzlaşma ile
gelmelidir. Diyalog olmadan,sorun dolaylı ya da direk bir askeri
müdahaleye doğru gidiyor. Bu iki fenalığı önlemek için, diyalog ve uzlaşma
oldukça gereklidir. Savaş suçu konusunda, hükümet mahkeme adı altında
gerçekleştirdiği bu şakaya son vermeli. Burada olan mahkeme görüntüsü
altında en büyük 3. parti olan Cemaati İslami Partisinin tasfiye edilmesinden
başka bir şey değildir.
Müslüman dünyadan en başta beklenen İTÖ’nün güçlendirilmesi ve tüm
ümmetin sorunlarına çözüm bulabilecek bir yapıya ulaştırılması.Bunun yanı
sıra Müslüman devletler Bangladeş hükümeti ile ilişkiye geçmeli ve bu
sayede hükümet Müslüman devletlerle diplomatik ilişkiler geliştirebilsin.
Bangladeş’in Askeri Durumu
Bangladeş'in askeri yapısı üç kanattan oluşuyor: Kara, deniz ve hava. Bu üç
yapıda, cesur ve enerjik gençlerimiz toprakların ve halkın emniyet ve
güvenliğini sağlamak için çalışıyor.
Bangladeş'te iki katlı bir askeri sorun var. Birincisi asker içi. İkincisi ise
Bangladeş ordusu ve hükümet arasındaki karşılıklı bir sorun. Hükümet geniş
bir bütçeyi askere ayırırken askerden de siyasi destek buluyor. Bu
Bangladeş'teki asker sivil ilişkisinin temelini oluşturuyor.Elbette ki bu yazılı
bir anlaşma değil fakat açık bir şekilde zaten ortada. Evvelki hükümetlerin
yaptığı gibi bu günkü hükümet de aynı ilişkiyi devam ettiriyor. Sonuç olarak
asker bir vergi yılında gelirlerin %40'ını alıyor. Bu bütçe yanında, ordu için
hükümetten bazı diğer gizli ödenekler de bulunmaktadır. Ayrıca emekli
107
askerlerin siyasette önemli yerlere gelmeleri de ayrı bir sorundur. Askeri
teşebbüsler ise asker hükümet ilişkisinin bir başka yönünü göstermektedir.
Askeri müdahalenin dolaylı ya da dolaysız hali Bangladeş'te bolca
bulunmaktadır. Asker hükümet politikasına müdahale edip etkileme
yönünde bir eğilime sahip. Sonuç olarak, askeri bürokrasi ve sivil bürokrasi
arasında gizli bir çatışma meydana gelmektedir.
İkinci ve en önemli sorunu askeri kapasitesinin zayıflığıdır. Gelişmekte olan
bir ülke olarak, Bangladeş dünyanın herhangi bir ülkesinden istila veya
saldırganlık gücü olarak daha üstün değildir. Savaş teknolojileri yeterince
nitelikli değildir. Bangladeş askeri beceri olarak da çok zayıftır.
Bunun arkasında gelişmekte olan Bangladeş'in yapısal sorunları vardır.
İkinci olarak, hükümet muhalefet karşısında ordudan siyasi olarak
yararlanmaya çalışmaktadır. Burada bir himaye ilişkisi oluşmaktadır. Ayrıca
seçimler hakkındaki güvensizlik hükümetin meşruiyetini zedelemektedir.
Bunu aşmak için de hükümetler askeri kalkan olarak kullanmaktadırlar.
Temel olarak hükümetler, askeri siyasi emelleri için kullanıyorlar. Sonuç
olarak pazarlık hükümet ve askeri arasında gerçekleşiyor.
Görünüşe göre askerle alakalı bahsedilen sorunları çözümü gayet zor.
Askerin yerli yerinde kullanılması ancak sorunlara çözüm olabilir. Siyasi
aktörler kendi kişisel ya da parti çıkarları için askeri bir araç olarak
kullanmaktan vazgeçmeliler. Aynı zamanda hükümet askerin güvenliği
sağlayabilecek derecede gelişmesini sağlamalıdır.
İslam dünyasına Bangladeş'te askeri gelişimi konusunda önemli bir görev
düşüyor. Öncelikle Müslüman devletler askeri eğitim konusunda yardımcı
olabilirler ayrıca iki taraflı anlaşmalarla Bangladeş ordusuna yüksek
kapasiteli teknolojik bir yapı kazandırılabilir. Son olarak, NATO
uluslararası bir yapı kurularak Müslüman ülkelerin güvenliği
geliştirilebilir.Son adım Müslüman ümmetin tekrar tesis edilmesi olacaktır.
İslam Bengladeş'te %89.5 ile en büyük, Hinduism ise %9.6 ile ikinci büyük
dindir.Geri kalan nüfus ise Buddism ve Hristiyanlığa inanmaktadır.Din her
zaman kimliğinin güçlü bir parçası olmuştur. Bu vatandaşların kendini
tanımlamada ilk seçenekleri olmaktadır.Bangladeş Endonezya, Pakistan ve
Hindistan'dan sonra, 130 milyon ile, dünyanın dördüncü büyük Müslüman
nüfusuna sahiptir.Anayasal olarak Bangladeş laik bir devlet olarak kabul
edilmektedir. Kısa bir süre için, Bangladeş Pakistan yönetimi altında iken,
İslam devletin resmi dini idi. Ancak Yüksek Mahkeme veya Bangladeş
108
Yüksek Mahkemesi Bangladeş'in bir resmi dini olmamalıdır, yani 1972
anayasa ilkelerine geri dönülmelidir kararını verdi.
İslam ordularının Bangladeş'e gelmelerinden de önce Sufi alimler
Banladeş'te İslam'ın yayılmasında önemli bir rol oynadılar. MS 1200'lerde
Müslüman yöneticiler Bangal bölgesinde siyasi otorite sağladılar.Bu siyasi
gelişme İslam'ın yayılmasını da etkiledi. Özellikle doğu Bangal bölgesinde
Müslümanlar çoğunluğu oluşturmaya başladı. 16. yyda Mughals olarak
bilinen bir Türk boyu Bangal bölgesini ele geçirerek geniş Hindistan
imparatorluğuna eklediler.17. ortalarında Mughallar hakimiyetlerini tüm
deltaya yaydılar. Bengalli yöneticiler bu güce katılmanın direnmekten daha
karlı olduğuna karar verdiler. Bu fetih hem kırsalda hem de şehirde temel
değişiklikler sebep oldu. Ekonomik, sosyo-politik ve kültürel sistem
tamamen etkilendi.
Dini açıdan sosyo-politik kurumlar İslami kavramların yayılımını
kolaylaştırdı. İhtida kavramı genelde İslamlaşma ile eş anlamlı olarak
kullanılır. Fakat bu tümden ve hızlı bir değişim ima ettiği için yanıltıcı
olabilir. Bangal'de ve Güney Asya'da genel olarak bu değişim oldukça yavaş
hatta fark edilemeyecek bir hızda gerçekleşmiştir.
Bangladeş göründüğü kadar yekpare bir toplum değildir. İdeolojik karşılığı
olan siyasi farklılıklar şiddetli çarpışmalara sebep olup Bangla toplumunda
farklı grupların oluşmasına sebep olmaktadır.
Bangla milliyetçiliği din ile beraber değil Bangla dili çevresindeki hareketle
büyümüştür.Bununla beraber yeni bağımsız seküler Bangladeş Güney
Asyada dil, etnik ve din olarak en az azınlığa sahip olan ülke olmuştur.
Fakat yine de Bangla kültüründe dini kimliğin baskın olmasa da önemli bir
yerinin olduğu unutulmamalı.İslam'ın özellikle 1947-1971 arası dönemde
Doğu Pakistan’daki özel sosyo-politik durumdan dolayı yeteri kadar siyasi
varlık gösterememesi de ayrı bir tartışma konusudur.
Bangladeşli Müslümanlar başarısız sosyal devlet projeleri yerine
hayalperest, kaderci, bağnaz, militan İslam yorumlarında cevap aramışlardır.
Bangladeş'teki siyasi İslamı anlamak derin bir bilgi gerektiriyor. Bunun da
liderlerin ayrılık hareketinden beri vaat ettikleri ve insanların ihtiyaçları
arasındaki ilişkiyle yakından alakası var. Bangladeş'in en büyük üçüncü
Müslüman devlet olması bakımından İslam'ın Bangladeş'in siyasi ve
kültürel hayatından rol oynaması kaçınılmazdır. %80'ı Müslüman olmakla
beraber bu nüfus en fakir, en az eğitimli, en az gelişmiş kısmı temsil ediyor.
109
Eğer fakirlik, cahillik ve zenginliğin dengesiz dağılımı İslami canlanma ve
enerji için yeterli olsaydı o zaman Bangladeş yanlış şekilde tarif edilen
"İslami Fundemantalizmin" mümbit bir toprağı olurdu.Son zamanlarda,
Avami partisi muhaliflerini özellikle de Cemaat-i İslami ve Bangladeş Milli
Partisini ''köktenci'' olarak lanse ederek siyasi avantaj kazanmak yoluna
gidiyor.
Bangladeş'te İslami hareketlerin doğası
İslami hareketler başka bir boyuta sahiptir. Onlar öncelikle, kırsal tabanlı,
tarımsal ve köylü kültür ve davranışları yansıtıcıdır. Ülke nüfusunun yüzde
sekseninin kırsal olması, temel olarak medeniyetin ilk çağlarındaki gibi
yaşantısı, üretim ve elektrik gibi temel ihtiyaçlara kısıtlı imkanlarının kısıtlı
olmasıyla, baskın olarak tarım ile uğraşır.Ve bildiğimiz gibi, inançlı ve
geleneksel olan köylüler çoğu zaman bir kimlik aracı ve dayanak olarak
dine dayanır.Kısaca köylülerin politik davranışları ve kültürleri dinden uzak
değildir.Onların politik olanları da içeren 7 dünyevi aktiviteleri, onların dini
inanış sistemine konu olan ahlaki ekonomiden esinlenmiştir.Bu nedenle,
Bangladeş toplumu ve siyasetinde İslam'ın anlaşılmasında, köylünün faktörü
önemlidir. "Köylü İslam" ve "Kentsel elit" olan iki geleneğin sentezi,
"Bangladeş'te İslam" olan bileşime yol açar. Katı çabalarına rağmen,
Vahhabiler ve 19. yüzyıldan beri diğerleri olan İslami bağnaz reformcular,
bu bağlamda çok az değişmişlerdir.Ultra-Ortodoks Müslümanların parçaları,
İslami büyük geleneklerin taraftarları olduklarını iddia ederlerken ve ataları
Arap, Orta Asya, İran, Hindistan ve Bengal geleneklerine duyarsız
olmazken, miras kalan bağdaştırıcı inanç ve değerlere sahiptirler. 1990'lara
kadar, Bangladeş liberal bir toplum olarak kabul edilirdi. Ama bu hızla
değişti. Bangladeş siyasal İslam'da hızlı bir büyüme gördü. Ana dini siyasi
parti, İslami Bangladeş Cemaatidir. (İBC, Pakistan'daki İslami Cemaatin kız
kardeşidir.)Açıkça Pakistan yanlısı bir partidir. 2001 yılında yapılan genel
seçimlerde, İCB, BNP yardımıyla, parlamentoda 18 sandalye kazandı.İCB,
İslami köktendincilik fikirlerini yaymak için konumunu kullandı.
Eğitim Durumu:
Eğitim sistemi ve sorunlarının Genel Görünümü:
Burada, en önemli unsurlarından biri ülkemizde eğitim sistemidir. Bilindiği
gibi, Milli Eğitim ulusal kalkınma için bir anahtardır. Bangladeş Eğitim
sisteminin yapısı, ülkenin kendisinin ve Batı'nın bir birleşen bir özelliğidir.
110
Bangladeş Anayasası, 15,16,17,19,28,41 maddeleri, Bangladeş Eğitimi'nin
özelliklerini sağlar. Bu, aşağıda gösterilen 3 adıma ayrılabilir,
İlköğretim:
Halen, 6 ila 10 yaş araıs çocukları için 5 yıl ilköğretim, Bangladeş hükümeti
tarafından sağlanmaktadır. Hükümetin İlköğretim ve Yaygın Eğitim
Bölümü bu faaliyeti göstermektedir. Bangladeş'te 11 çeşit İlköğretim
kurumu vardır.
Ortaöğretim:
6.sınıftan 12'ye kadar 7 yıl Ortaöğretim kalır. 3 adımı vardır1.
Alt Orta düzeyi (sınıf 6'dan sınıf 8'e)
2.
Orta öğretim düzeyi (Sınıf 9 ve 10)
3.
Yüksek Orta düzey (Sınıf 11 ve 12)
Yükseköğretim:
Bangladeş'te Yüksek Öğretim için, Öğrenciler çeşitli üniversite ve
kolejlerde, mühendislik, teknoloji, tarım ve tıpta kendi ileri çalışmalarını
seçebilirler.
Başka bir yolda, Bangladeş Eğitim sisteminde kalanlar,
1. Genel Eğitim Sistemi
2. Medrese Eğitim Sistemi
3. Teknik-Mesleki Eğitim Sistemi
Cadet kolejleri Bangladeş eğitim sisteminde de önemlidir. Eğitimin her
düzeyinde, öğrenciler İngilizce veya Bangla dilinde eğitim almayı
seçebilirler.Yani, bu bizim ülkedeki eğitim sistemlerinin yüksek oranda
sübvanse edilen genel bakış açısıdır.
Din Eğitimi ve sorunlu alanları:
Bangladeş'te eğitim sistemi, ülkemizdeki ulusal ve sosyo-ekonomik
bölümlerin nedeni olan 3 katmanlıdır. Bangladeş gibi Müslüman bir ülkede
uygulandığında, laik eğitim sistemi, tüm sistemi kötü yapar. Ülkemizdeki
eğitimde sorunlarının iki nedeni, öğrencilere din eğitimi ve ahlak dersleri
alanında eğitim verme eksikliğidir.
Eğitimi maddi kaynaklarla
desteklemede yetersizlik(ulusal bütçenin şu anda sadece 2.5%'i ile eğitim
için katkıda bulunulmuştur), gerekli izleme yetersizliği ve bozulmuş eğitim
111
kurumları, sorunların bazılarıdır. Öğretmen ve kurumların sayıları, çok
sayıda öğrenci için olan büyük sıkıntıya bir örnektir. Öğretmen, ağırlıklı
olarak özel öğretmenler, maaşlarında aşırı bir umutsuzluk vardır ve bu,
yetkililer ve öğretmenler arasında bir anlaşmazlığa yol açar ve böylece tüm
sistemi alt üst eder. Bilimsel öğretmedeki yetersizlik, sistemin
sekilerleştirilmesi, kurumsal binalara, sınıflara ve içme sularına olan büyük
ihtiyaç, eğitimli öğretmen ihtiyacı, eğitimdeki siyasi etkiler, eğitim
sistemimizin yetersiz sonuçlarının diğer sebepleridir.
Temel sorunlar üzerinde çözüm stratejileri:
Burada biz problemler üstünde bazı çözüm stratejileri gösteriyoruz; bir yol,
birçok bölünmüş sistemden ziyade, dini ve ahlaki eğitimi de içeren bilimsel
eğitim sistemi başlatmak olabilir. En önemlisi olarak, eğitimdeki kötü
durumu durdurmak için gerekli adımları atılabilir, eğitimli öğretmenler ve
diğer olanaklar öğrencilere sağlanabilir, saygılı ve yeterli maaşlar
öğretmenlere sağlanabilir, öğrenci siyasetinin kötü yanları kurumlarda
kontrol edilebilir, güçlü bir eğitim bakanlığı kurulabilir, ve öğretmenlere
bilimsen eğitim sağlanabilir.
112
DOĞU TÜRKISTAN
ÇÖZÜM ÖNERILERI
MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI
VE
ABDUSSELAM TEKLIMAKAN
DOĞU TÜRKİSTAN- DOĞU TÜRKİSTAN MAARİF DERNEĞİ
Doğu Türkistan 1,8428 Km kare Yüz ölçümüne sahip, 35 Milyondan fazla
Müslüm Türkün yaşadığı bir İslam yurdudur. Doğu Türkistan’ın Rusya,
Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan, Afganistan, Hindistan
(Kaşmir), Tibet, Moğolistan ve Çin ile kara sınırları vardır.
Başkent: Ürümçi
Meşhur kadim Şehirler: Kaşgar, Artış, Yarkent, Urumçi, Turfan, Hotan,
Gulca. Aksu.
Din: 100 % Sünni Müslüman
Dil: Uygur Türkçesi. Ayrıca doğu Türkistan da farklı lehçelerde Türkçe
konuşan çeşitli Türk soydaş kavimlerden Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar,
Tacikler yaşamaktadır…
Nüfusu: 30-ile 40 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Çin
kaynakları Türklerin sayısını 12 milyon civarında olduğunu lanse
etmektedir. Çin işgali esnasında (1949 da )yapılan nüfus sayımında yaklaşık
6 milyon Türk yaklaşık 300 bin Çinli nüfusun olduğu bilinmekteydi. Bu
gerçek, batı ve Türkistan tarihçilerin kaynaklarında belgelenmiştir.
Doğu Türkistan da Çoğunluğu Uygur Türkleri teşkil ederken, eskiden beri
diğer Kardeş Türkî topluluklardan Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Tacik,
Hui(dungan) Müslümanları da beraber yaşamaktadır. Doğu Türkistan Çin
işgaline geçtiğinde 300.000 ‘i aşmayan işgalci Çinli göçmenlerin sayısı,
şuan nerdeyse Doğu Türkistan nüfusunu aşmış durumdadır.
Doğu Türkistan’ın Kısa Esaret Tarihçesi.
Ezelden uygar, medeni, hür ve bağımsız olarak şanlı saltanat ve hakanlıkları
kurarak tarih sayfasına derin izler bırakan Doğu Türkistan coğrafyasına ilk
Çin işgali 1750 yılında başlamış ve 1862 tarihine kadar sürmüştür. Bu süre
içinde Doğu Türkistan’da 42 isyan hareketi olmuştur. 1863 yılında Yakup
Beg BEDEVLET, Kaşgar merkez olmak üzere, Kaşgariye devletini kurmayı
başarmıştır. Bu devlet Osmanlı sultanı Sultan Abdülaziz’e biat etmiş ve
devleti aliyeden yardım istemiş ve istedikleri yardımı almaya muvaffak
113
olmuştur. Yakup Beg, en büyük desteği ise II. Sultan Abdulhamid Han
tarafından görmüştür. Bu desteğe rağmen kurulan devlet uzun ömürlü
olamamıştır. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde sıkıntılı günler geçiriyor
olması bölgeye yeterli desteği vermesini engellemiştir. Osmanlı Saltanatının
içinde bulunduğu durumu fırsat bilen Ruslar Batı Türkistan'ı, Çinliler ‘de
Doğu Türkistan'ı aralarında paylaşmışlardı.
Yakup Beg’in 1877 yılı Mayıs ayında Çin tarafından suikast ile şehit
edildikten sonra Çinliler tekrar Doğu Türkistan’a saldırmıştır. 18 Mayıs
1878 yılında Doğu Türkistan’ın tamamını işgal etmiştir. 18 Kasım 1884
yılında Çin imparatorunun emriyle 19. eyalet olarak Şin-cang (Xīnjiāng
"Yeni Topraklar") adıyla adlandırılmıştır.
19.yüzyılın başlarında Kumulda başlanan halk ayaklanması ile başlanan
uzun silahlı mücadele sonucu 12 Kasım 1933 tarihinde ilan edilen Doğu
Türkistan İslâm Cumhuriyeti, de Rus ve Çin işbirliğinde yapılan askeri
müdahaleler ve çeşitli fitne ve suikastlar neticesinde tekrar yıkılmıştır.
Mücadele saflarında ortaya çıkan zaaflara rağmen çeşitli komutanlar
liderliğinde bölge - bölge direniş hareketleri 1942 ye kadar devam etmiştir.
12 Kasım, 1944 yılında tekrar oluşan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti
beş yıl sonra 20 Ekim, 1949 yılında tekrar yıkılmış ve Aralık 1949'da Çin
kızıl Ordusu bölgeye girerek konuşlandırılmış ve Doğu Türkistan, Çin Halk
Cumhuriyeti tarafından tamamen işgal edilmiştir.
Doğu Türkistan iddia edildiği gibi Çinin toprak parçası değildir.
Çin’in, Doğu Türkistan halkına karşı yaptığı insan hakları ihlallerini ve
zulmü gizlemek ve uğruna verilen kutsal mücadelemizin önünü kesmek için
uluslararası arenada öne sürdüğü iddialardan biri de, (Sincan) Doğu
Türkistan’ın "Çin topraklarının bir parçası olduğu", dolayısıyla da Doğu
Türkistan'da yaşananların "Çin'in iç meselesi sayılması gerektiği" iddiasıdır.
Oysa tarihi kaynaklar bu iddiayı yalanlamaktadır. Bunların başında
Çinlilerin, diğer milletlerden kendilerine karşı yönelen saldırıları
engellemek için inşa ettikleri Çin Seddi gelmektedir. Tarihte ilk defa
Çinliler ile bölgede yaşayan diğer milletler arasındaki resmi sınırı bu set
oluşturmuştur. Doğu Türkistan Çin'in tarihi sınırları olarak kabul edilen bu
setin dışında kalmaktadır.
Doğu Türkistan'ın Çin toprağı olduğu yönündeki iddiayı geçersiz kılan çok
açık demografik gerçekler de vardır. Doğu Türkistan nüfus yapısı, dili, dini,
114
sahip olduğu etnik köken, milli ve manevi birikimi açısından da Çin'den
tamamen bağımsız bir yapı sergilemektedir.
M.Ö. 206 ile M.S. 220 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen, ünlü Çinli
tarihçilerden PAN KU da bu gerçeği şu sözleri ile dile getirmektedir:
“Giyim, kuşam, yemek ve dil olarak Uygurlar Orta Krallıktan tamamen
farklıdırlar... Dağlar, ovalar ve büyük çöl bizi onlardan ayırır”. Doğu
Türkistan topraklarından geçen "İpek Yolu" tarih boyunca Çin
ekonomisinde önemli bir yer tutmuştur. Günümüzde de Çin'in, Doğu
Türkistan topraklarını hâkimiyeti altında bulundurma isteğinin altında, bu
stratejik alanı denetimi altında tutma isteği yatmaktadır.
Bu farklılık tarih boyunca korunmuş, Çin işgali altında geçen dönemlerde de
bütün çabalara rağmen herhangi bir asimilasyon yaşanmamıştır. Bugün
yaklaşık 35 ile 40 milyon nüfusu olduğu anlaşılmaktadır.
Müslüman nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Uygurlar ise ne dilleri ne
etnik kökenleri ne de dinleri açısından Çinlilerle benzerlik göstermektedir.
Uygur alfabesi Arapça harflerden oluşan bir alfabedir, Uygurların dini
İslam'dır ve bu halk bin yıldan uzun bir süredir Türk-İslam inanç ve örfünü
yaşamaktadır.
Doğu Türkistan'ın Çin'in bir parçası olduğu iddiasını çürüten unsurlardan
birisi de Uygur Türkeri’nin, dilleri, dinleri, gelenekleri, yaşam tarzları ve
kültürleri ile Çin halkından tamamen farklı olmalarıdır.
Tüm bu tarihi bilgiler, coğrafi ve sosyolojik gerçekler Doğu Türkistan'ın
Çin'in bir parçası değil, aksine Çin'in tarih boyunca topraklarına katmayı
istediği ayrı bir bölge olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Doğu Türkistan
halkı en zor ve çetin koşullarda dahi Çin idaresini kabullenmemiş, sık sık
bağımsızlık girişimlerinde bulunmuş, gerektiğinde silahlı mücadeleye de
başvurmuştur.
Doğu Türkistan Meselesi sizin de meselenizdir, bunu biliyor muydunuz.
İşgalden sonra bölgenin isminin Çince anlamı “yeni kazanılmış topraklar”
demek olan Sincan (Xinjiang) olarak değiştirilmiş ve “Doğu Türkistan”
ismini kullanmasının resmî olarak yasaklanmıştır. 64 senedir işgalci Çin
bölgede büyük katliamlar gerçekleşmiştir. 1949 İşgalinden buyana Çinliler
milyonlarca Uygur Müslümanını katletmiştir. Çinin Doğu Türkistan’da
zaman – zaman yürüttüğü çeşitli devirim dalgaları, Kürtajlar ve temizle
operasyonları esnasında kayıtsız katledilen insanların sayısına bakacak
115
olursak ciddi bir soykırım tablosu ortaya çıkmaktadır. Çinin bu sinsi kirli
amellerinin gerçek yüzü belki gelecek tarihlerde ortaya çıkacaktır. İnsan
canı yok edilse bile kanın kokusu ebediyen yok edilemiyor. Geçmiş yakın
tarihte dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan gizli saklı katliamların sonunda
ortaya çıktığını hepimiz gördük. İnşa Allah yakın gelecekte Çinin Doğu
Türkistan’daki mezalimleri ve katliamlarının Nazileri bile geçtiğini dünya
görecektir.
Çin ilk olarak 1953 senesinde milletin önde gelen 500.000 aşkın din
adamları, bilgin, düşünür ve aydınlarımızı katletmiştir. 1970 senesinde
“Kültür devrimi” adı altında Müslüman Türk halkının milli değer ve örfadetlerini hurafe ilan ederek, tarihi kitapları yakmış, camii ve medreseleri
sinema ve ya ahıra çevirmiş ve birçoğunu da yıkmışlardır. Buna karşı çıkan
10 bini aşkın insanı “Fan Türkçü ve Fan İslamcı” diyerek idam etmişlerdir.
Günümüzde dahi Kızıl Çin bu bölgede her gün yeni katliamlar
düzenlemektedir. Buna karşı çıkan halkı ise idama tabi tutmaktadır. Af
Örgütü (Amnesty İnternational) Çin insan hakları ihlalleri ile ilgili son
raporunda, dünyada geçen yıl en çok kişinin idam edildiği ülkenin Çin
olduğunu, Çin’in yılda en az 500 kişi idam ettiğini bu husustaki gerçek
rakamın ise, 6000 dan daha fazla olduğunu belirtilmiştir. Çin’de gerçekleşen
bu idam olayının yüzde sekseni Doğu Türkistan’da yapılmıştır.
Kızıl Çin aynı şekilde 1966 senesinden beri günümüze kadar sürekli olarak
Doğu Türkistan topraklarında gizli bir şekilde Nükleer ve diğer kimyasal
silahların denemelerini yaparak halkın sağlığını ciddi tehlikeye
uğratmaktadır. Bunun sonucu her yeni doğan 100 çocuğun 10’u sakat
doğmaktadır.
Doğu Türkistan, Asya’da insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı
yerlerden biridir. Çin Hükümetinin Uygur asıllı Müslümanlara yönelik baskı
politikaları her geçen gün artmakta ve dünya bu duruma seyirci kalmaktadır.
Doğu Türkistan’da başta yaşam hakkına yönelik ihlaller olmak üzere,
mahkûmlar üzerinden organ ticareti, gösteri ve toplanma hakkına dair
kısıtlamalar, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki sınırlamalar, zorunlu iş
göçü, Hashar uygulaması, sosyal ve kültürel alanda yaşanan baskılar, kürtaj
ve kısırlaştırma politikaları başlıca insan hakları problemleri olarak
çözülmeyi beklemektedir.
Urumçi Katliamının Gerçek Yüzü
116
5 Temmuz 2009’da Doğu Türkistan’da büyük bir katliam gerçekleşti. Bu
katliamın sebebine bakacak olursak, 26 Haziran T.C. Cumhurbaşkanı
Urumçi’de ziyarette iken Çin’in Şauguan şehrinde 800 Uygur kız erkek
işçilerin çalıştıkları fabrikanın ikametgâhı 4000 binden fazla Çinli
tarafından basılarak çok feci bir şekilde katliama maruz kaldı. Bu baskında
300’e yakın masum Uygur kız ve erkek kardeşimiz şehit edildi veya en
azından şuana kadar haberleri alınmamaktadır. Bu Kanlı olayın korkunç
videoları sosyal medyada Çinliler tarafından gururla yayınlandıktan sonra,
bu olaya ve haksızlığa dayanamayan aydın ve üniversite öğrencileri, Ürümçi
sokaklarında barışçıl bir yürüyüş ile hükümet konağına toplanıp, katiller ve
tetikçilerin yakalanarak cezalandırılmasını istiyorlar. 5 Temmuz’da
Urumçi’de gerçekleşen protestolara Çin Güvenlik güçlerinin vahşice
müdahalesi tüm dünyada tepkiyle karşılanmış ve uluslararası kamuoyunun
dikkatini bir kere daha bölgeye çevirmişti. Urumçi Katliamı olarak bilinen
bu kanlı olayda binlerce Uygur Müslüman şehit edildi ve haksız olarak
gözaltına alınan on binlerce kişiden 3 yıl geçmesine rağmen bir daha haber
alınamamıştır. Bunlara savunma hakkı da tanınmadan grup - grup halinde
Çin mahkemeleri tarafından sözde yargılanarak seri bir şekilde günümüze
kadar idam edilmektedirler.
5 Temmuz Urumçi Katliamı sonrası uluslararası toplumun Çin’in
gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini araştırma ve soruşturmaya yönelik
yeterli baskı ve alakayı göstermemiş olmamasından cesaretlenen Çin
yönetimi Türkistanlıların temel insan haklarının ihlali ve bölge halkını
azınlık hale getirmek için demografik değişim maksadıyla Çinli göçmenleri
hukuksuz bir biçimde yerleştirme siyasetine rahatça sürdürmektedir.
Hızlı Gelişen Çinli Göçmen Yerleştirme Harekâtı.
Çin hükümeti Doğu Türkistan’ın demografik yapısını değiştirme politikası
çerçevesinde Doğu Türkistan’a milyonlarca Çinlileri hızlı bir şekilde
yerleştirmektedir. Çin 1949 da Doğu Türkistan’ı işgal ettiğinde
Türkistanlıların nüfusu yaklaşık 6 milyon iken Çinlilerin sayısı 300.000
civarındaydı. Şuan Çinin sinsi yerleşimci politikası neticesinde Çinlilerin
sayısı Doğu Türkistan nüfusunun % 55’ni teşkil ettiği iddia edilmektedir.
Urumçi katliamından sonra Çin Merkezi hükümeti başkentimiz Urumçi ye
6.000.000 Çinli Han Göçmeni yerleştireceği konusunda bir gizli genelge
yayınlamıştı ve 3 sene sora bu plan gerçekleşerek 6 milyon Çinliye kalıcı
117
oturum verildiği konusundaki haberler Parti ve Çin medyalarında açıkça
ifade edilmektedir. Türkistan’da gerçek yönetimi elde tutan Çin Komünist
partisinin yayınladığı bir iç genelgede önümüzdeki 10 yılda 200.000.000.
Çinliyi Doğu Türkistan’a yerleştirme planlarının olduğu bilinmektedir.
Öbür tarafta, zorunlu bir şekilde Çine sürgün edilen veya Doğu Türkistan’ın
çeşitli bölgelerine zorla göçe tabi tutulan Uygurlardan boşalan topraklara
Çinliler yerleştirilmektedir. En verimli topraklar bu göçmen Çinlilere tahsis
edilip onların refah için de yaşaması sağlanmaktadır. Doğu Türkistan’da su
kaynakları kısıtlı olduğu için Çin hükümeti bu kaynaklardan öncelikle Çinli
göçmenlerin yararlanmasını sağlamakta ve bu nedene bağlı olarak yerli
halkların geçimi zorlaşmaktadır.
Çin hükümeti bölgede Çinli yerleşimci göçmenleri bu topraklarda
tutabilmek için büyük yatırımlar yapmakta ve yatırımların neredeyse
hepsinden Çinli göçmenler faydalanmaktadır.
Kızlarımız Çine Zorla Kaçırılıyor.
Ayrıca Çinin bölgemizde hassas uygulamalarından biri de Uygur kızlarının
zorunlu göçe tabi tutulma politikasıdır. Özellikle evlilik ve çalışma
çağındaki Uygurlara yönelik bu zorunlu göçlerle insanlar Çin’in batısı ve
güneyindeki çalışma bölgelerine gönderilmektedirler. Çin hükümeti aynı
şekilde Doğu Türkistanlı genç kızları da Çin’in iç kesimine göçe zorlamakta
ve bu kızların çoğundan aileleri bir daha haber alamamaktadır, seyahat ve
benzeri tüm özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bu kamplardan kaçmayı başaran
Uygur kızlarının anlattıkları insanın kanını donduracak vahamettedir. Bu
kamplardan kaçanların aileleri hapse atılmakta ya da ödeyemeyeceği kadar
büyük para cezalarına çarpılmaktadır.
Çinin Göç siyasetine Halkımızın Tepkisi.
Çinin yerli halkı demografik politikası diasporadaki Türkistanlılarla beraber
Doğu Türkistan halkı içerisinde de derin endişe ve izdirab yaratmaktadır.
Dolaysıyla halk bu rezil maksada karşı çeşitli direniş faaliyetlerine
başvurmaktadır bunun en bariz örneği geçen temmuz ayında Kaşgar ve
Hotan’da ve geçmiş yakın aylarda Türkistanlı ve Çinlilerin arasında vuku
bulan çatışma olaylarıdır. 64 senedir Çinin Doğu Türkistan’da yaptığı zulüm
ve işkence halkımızın bıçak kemiğe dayandı misali sabrını zorlamaktaydı.
Şauguen ve Urumçi katliamı bardağı taşıran son damlası oldu. Evet, eskiden
2009 Temmuza kadar halkımızın büyük çoğunluğu uyuyordu. Bazı
bölgelerde Uygurların büyük ölçüde asimile olması sebebiyle Çin Uygur
118
demeden karışık oturup kalkmalar yoğunlaşmıştı, ancak Çin halkı ve
yönetiminin tavrı hem suçlu hem güçlü olunca maske düştü millet kendine
geldi ve şuan her kes olması gereken çizgiye çekilmiş durumdadır.
Urumçi olayı geçeli 3 sene oldu değişen bir şey olmadı, her şey eskisi gibi
belki daha da sinsi ve keskin! Ama bazı değişikler oldu, göstermelik olarak
Çinli Komünist Partisi Genel sekreterini değiştirdi. Peki, ne oldu? Daha
çiçeği burnunda parti başkanı görevini başlar başlamaz Doğu Türkistan’a
gözdağı vererek başladı, kıracak, dökeceğim ezeceğim…
Dini yaşam kılık kıyafet din eğitimi gibi meselelerde çok radikal tavır alan
yeni parti başkanı hesabı yanlış yaptı. İlk icraatlarından biri halkımızın
namusuna hanım kızlarımıza İslami yaşam ve kültürümüze ellerini
uzatmayla başladı. Doğu Türkistan’daki sorunun din ve millet meselesi
değil mesele bölgenin yaşam standardının düşük olması ve fakirliktir diye
bağırmayla başladı. Hızla Doğu Türkistan’da Kalkındırma projesi adı
altında kır, dök başlattı yerli ahaliyi zorla göç ettirerek sokak ve Caddelerin
Uygurca adları Çinceye değiştirilerek milyonlarca Çinli yerleşimciyi zorla
getirip yerleştirmeye başladı. Çinin kalkındırma yalanına dünya inandı mı?
İnanmadı mı? Bilmiyoruz ama Uygur halkı hiç inanmadı ve Çinlilerin
haince sinsi planını anladı. Çinin Yanlış politikalarına tepki olarak
halkımızın yaptığı her eylemi Çin yönetimi Terörist hareket, dışa bağlı ve
kötü unsurlar falan diyerek hemen sürgündeki faaliyet yapan teşkilatları
hedef gösterip onlara karşı karalama kampanyası başlatıyor. Artık halkımız
vatan içinde olsun ya muhacerette herkes uyanmış, davanın çok çetin ve
zorluklarının bilincinde birlik beraberliğin hizmette mutabakatın önemini
anladılar. Her kes bireysel olsun ya örgütsel herkes çok inançlı ve dirayetli
bir şekilde azimle ilerlemektedir. Artık milletimiz israf edecek hiç bir
zamanımızın olmadığı bilincinde kendine düşen görevi laikiyle yapmak
zorunda olduğunu biliyor.
Din Ve Vicdan Özgürlüklerine Kısıtlama
Çin, Din ve vicdan özgürlüğü meselesinde de en çirkin uygulama ve
kısıtlamaları bölgemizde gerçekleştirmektedirler, Dünyada başka hiçbir
yerde olmayıp sadece Doğu Türkistan’da rastladığımız bir başka insan
hakları ihlali ise camilere giriş çıkışların sınırlandırılmasıdır. Camilerin
kapılarına asılan listelerde camiye girmesi, camide ibadet etmesi yasak olan
kişiler belirtilmektedir. 18 yaşın altındakiler, memurlar, işçiler, emekliler,
belediye görevlileri, parti mensupları ve kadınlar yasaklı listesinde
119
bulunmaktadır. Oysa aynı bölgede Budistlere ait tapınaklar da mevcut
olmasına rağmen o tapınakların kapısında içeri girmesi yasaklı olanların
listesi asılı değildir. Bu da göstermektedir ki Çin hükümeti, Müslümanlara
yönelik hem dinî hem de etnik ayrımcılık yapmakta ve bunu gizleme
ihtiyacı dahi görmemektedir.
Şu an Doğu Türkistan’da Çin hükümetinin açtığı tek okul dışında dini
eğitim vermek kesinlikle yasaktır. Çin hükümeti camilerin açık olduğunu
savunmaktadır. Bu gidişle bu camilerde namaz kıldıracak ya da dini eğitim
verecek insan kalmayacaktır.
Son zamanlarda legal olmayan dini faaliyetlere darbe sloganıyla kuran
kurslarına şiddetli operasyon yapmaktadırlar. Mayıs ve Haziran 2012
aylarında operasyon neticesinde yaralanan ve ölen çocuklar oldu. islami
kıyafet ve yaşama karşı açıkça hakaret sözleri içeren ve yasaklayan afişler
sokak ve kavşaklara asıldı. Özellikle Kaşgar ve Hotan gibi tarihi ve dindar
şehirlerde tesettür, eşarp ve Türkiye menşeli kıyafet satan mağazalardan
bütün malları toplatıp sahiplerine para cezası yazarak kapattılar.
Zorunlu Kürtaj Uygulaması
Bölgedeki Uygur nüfusunu olumsuz etkileyen ve insanların temel haklarını
kısıtlayan sert ve acımasız, insanlık suçu sayılacak uygulamalardan bir
diğeri de zorunlu kürtaj uygulamasıdır. Çinliler için bir, azınlıklar için iki
olan çocuk sınırlamasında söz konusu sınırın üstünde hamilelik devlet
tarafından tespit edilmiş ise mecburi kürtaj yaptırılmaktadır. Zorunlu kürtaj
uygulaması, hamilelik aşamasında cinsiyeti tespit edilen bebeklerin kız ise
aileler tarafından düşük yaptırılarak öldürülmelerine sebep olmakta, bu da
kadın - erkek nüfus dengesinde ciddi bir bozulmaya yol açmaktadır. Yasayla
izin verilenden daha fazla çocuk sahibi olan Uygurlar çocuklarının bir
kısmını kayıt ettirememekte ve böylece birkaç milyon kayıtsız (kara
nüfus)olarak bilinen Türkistanlı çocuk “madden var ama hukuken yok”
insanlar olarak, kimlik, eğitim, sağlık, iş, seyahat gibi temel haklarını
kullanmaktan uzak bir hayata mahkûm edilmektedirler. Yukarıda
zikrettiğimiz ihlallere ek olarak; siyasi mahkûmlar üzerinden organ ticareti,
gösteri ve toplanma hakkına dair ihlaller, basın ve ifade özgürlüğü
alanındaki sınırlamalar, sosyal ve kültürel alanda yaşanan baskılar Doğu
Türkistan’da yaşanan başlıca insan hakları sorunları olarak çözüm
beklemektedir.
Uygurcayı Kaldırma Politikası
120
Çin hükümeti, sözde Uygur özerk bölge yasalarına aykırı olarak 2002
senesinden beri başta Üniversiteler olmak üzere ilkokuldan itibaren yavaş
yavaş Uygur yazısını ortadan kaldırarak Uygur Türklerine Çin’ce eğitimi
zorunlu kılmaktadır. 1949 yılından beri birkaç kez alfabemizi Kiril sonra
Latin sonra Arapça Uygur alfabesi ve son olarak tamamen Uygurcayı
ortadan kaldırarak anaokulundan itibaren Çince zorunlu olarak öğretilir
olmuştur. Çin Doğu Türkistan’ın (özde)özerk bölge statüsü ve Çin’in
anayasasına aykırı bir şekilde farklı Türk lehçelerinde konuşan yerli halka
çift dilde eğitim siyaseti sayesinde Çinceyi kullanmaya zorlayarak bir çeşit
zulüm örneği daha sergilemektedir. Bir milletin gelenek-göreneklerini, dinî
inançlarını, kendisine özgü dillerini ve toprak bütünlüğünü elinden
kaybetmesi demek, o milletin tarihten silinmesi demektir. Hâlbuki binlerce
senelik şekilden ibaret Çin yazısında hiçbir değişikliğe gidilmemiştir.
Seyahat Özgürlüğü Kısıtlanıyor
Doğu Türkistan’da seyahat özgürlüğü önünde de ciddi engeller
bulunmaktadır. Bazen bir köyden diğerine giderken dahi yerel güvenlik
kurumlarından belge almak gerekmektedir. Reşit bir insanın bile yurt dışına
çıkmak için pasaport alabilmesi neredeyse imkânsızdır. Son günlerde
yaşanan bir gelişmeyle ise seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasında yeni bir
uygulamaya geçilmiştir. Zira daha önce kendilerine pasaport verilen
kişilerin pasaportlarına devlet tarafından el konmaya başlanmıştır. Pasaport
müracaatında bulunan Doğu Türkistanlılar, devlet memuru da olsalar, ancak
çok büyük ücretler ödeyerek pasaportlarını alabilmektedirler. Oysaki bir
Çinli pasaport müracaatında bulunduğunda talebi en geç 15 gün içerisinde
yerine getirilmektedir. Günümüzde Urümçi’den her hafta dolaylı uçak sefer
yapılmaktadır, yakında gelen bir Uygur ziyaretçinin dediğine göre uçak
Çinlilerle doluydu birkaç yabancı ve 3 Uygur bulunuyorduk. Urumçi’de
sınırı geçerken Çin polisi biz Uygurları saatlerce teftiş ve sorguya çekti, hac
veya umreye gitmeyeceğimize ilişkin garantör istedi, diyanet komitesinden
yazı isteyip gümrükten geçişimizi hayli zorlaştırdılar ve Türkiye de Uygur
derneklerine gitmeme konusunda tehdit edildik diye ifade etti. Beyanının
devamında Çinlilerse çok rahat bir şekilde geçiş yaptılar bu ayrımcılığı
görüp içimiz kan ağladı dedi.
SONUÇ:
Şu anki Doğu Türkistan vaziyetine baktığımızda Doğu Türkistan halkı
içerisinde büyük bir uyanışın başladığını açıkça görebiliriz. Özellikle genç
121
nüfusta yapılan baskı ve zulme karşı isyankâr bir psikoloji hâkim olmuştur.
Çin dış dünyaya Doğu Türkistan da kalkındırma ve ıslahatlardan söz etse de
içerideki baskı ve zulmü örtbas ederek Doğu Türkistan halkına yönelik sert
uygulamalarını daha da hızla devam etmektedir. Yurtdışında da
Teşkilatlarımız Çin diplomatik tearuzlarına maruz kalarak ciddi sıkıntılar
içerisinde meseleyi dünya gündemine taşımaya çalışmaktadır.
5 Temmuz 2009 urumçi katliamı acıları dinmeden Çin Doğu Türkistan’da
ciddi bir şekilde dini, kültürel ve Uygurca eğitim Alanlarında baskıların
dozunu arttırdı. Özellikle Doğu Türkistan halkını provoke eden meselelerin
başında yukarıda beyan ettiğimiz gibi Çinli yerleşimci meselesi ciddi boyut
kazanmaktadır. Şuan Doğu Türkistan deki insan hak ve hukuk ihlalleri
endişe verici bir tablo çizmektedir. İslam Dünyası ve özellikle Türkiye
Devletinin Türkistanlıların sıkıntılarını Çinin iç meselesi propagandasına
aldırmadan ciddi bir müdahalesi söz konusudur. Bu konuda bütün sivil
toplum kuruluşları ve Türkiye’nin her duyarlı vatandaşı Müslüman kardeş
olarak, Türk soydaş akraba olarak ve insan olarak kendine düşen hassasiyeti
göstermesi gerekmektedir.
Arzu edilen o ki, Doğu Türkistan meselesinin şeffaf bir şekilde Doğu
Türkistan Müslümanlarının iradesine uygun olarak masaya yatırılıp barışçıl
yollarla çözülsün ve bir an önce Çin işgali ve devam eden zulüm son bulsun.
Türk İslam âleminin Çin ile kuracak olan her çeşit ilişkiler bölge halkının
sıkıntılarını da kapsamayıp ikili temas ve görüşmelerde ele alınmadığı
takdirde yakın gelecekte bölge halkı açısından ciddi sıkıntılı bir durum
olacaktır. Doğu Türkistan meselesine eskiden alışılagelindiği gibi ihmalkâr
muamele edilirse ortaya çıkacak olan tablo sonuç itibari ile bütün komşu
ülkeleri ve İslam âlemi olmak üzere herkesi etkileyecektir ve üzecektir. Eğer
bu ilgisizlik devam ederse bölgenin istikrarı ve barışının sağlanması
hususundaki çabalar bir tarafta kalak ve dünyanın önüne bir başka sorun ve
baş ağrısı çıkacaktır.
122
İSLAM
DÜNYASI’NIN
SORUNLARINA
ÇÖZÜMLER: GENÇLERİN VE ÇEVRELERİNDEKİ İNSANLARIN
ROLÜ
MUHAMMAD SUHAIL AHMAD
MALEZYA - AL-NOR TOPLUM REFAHI DERNEĞİ
Bu yazının hazırlanması talep edildiğinde, gençlerin gözünde konferansın
teması için en iyi fikrin ne olduğunu merak ediyorum. Konferansın teması
"İslam ülkelerinin sorunlu bölgeleri" olduğu için, organizatör bir bölgeye
odaklanmamı ve o bölgedeki önemli sorunların tümüne atıfta bulunmamı
bekliyor.
Böylece, inanıyorum ki, eğer kendi bölgemin sorunları hakkında
konuşsaydım, konuya kesinlikle politik güç açısından yaklaşırdım. Liderler
bir ülkenin yönetiminde, ana şaltere benzetilebilir. Eğer liderin elinde yeşil
ışık yakmak için güç varsa, yeşil yanar. Eğer kırmızı olmasını isterse de
kırmızı.
Eğer ki diğer sunucular sosyal, ekonomik, kültürel, eğitim ve benzeri
konuları konuşacak olsalardı, hepsi gücü elinde tutanlardan bahsederek
başlardı.
Ancak, ne gücün kendisini tartışmakla ilgileniyorum, ne de sadece bir
bölgeyi ele alacağım. Bunun yerine, gücün bir insanın eline geçmesinden
önceki sürece odaklanmak isterim; ki bu, çok daha geniş bir konsept.
Katılımcıların diğer makaleleri okumakla sorunları iyi anlayacağını
umuyorum. Diğer taraftan, benim yazım, problemler henüz oluşmadan
alınacak önlemleri tartışarak, diğer makaleleri tamamlar nitelikte olacak.
Bir araba benzetmesini ele alalım. Bir araba oturuyorsunuz ve motoru
çalıştırmak istiyorsunuz. Ne yazık ki, araba çalışmıyor. Bu bir sorundur ve
sonrasında siz sorunun sebebini bulmak istiyorsunuz.
Bu kaputu açıyorsunuz ve yakıt enjektörünün çalışmadığını fark
ediyorsunuz. Bu neden oldu? Daha sonra, yakıtı kontrol ediyorsunuz. Yakıt
123
tankı boş. Sonuç olarak, benzin istasyonuna gidersiniz ve birkaç litre benzin
satın alıp yakıt tankına doldurursunuz. Evet, bu sorun için bir çözümdür.
Şimdi, motoru çalıştırabilir ve yolculuğunuza başlayabilirsiniz. Ancak, eğer
sürüş becerilerininiz yoksa, hedefe ulaşamayabilirsiniz.
Bu örnekseme, buradaki tartışma konumuza benzerlik gösterir. Motor siyasi
güç gibidir: bir kez başlattınız mı, aracı istediğiniz gibi sürebilirsiniz. Yakıt
karakteriniz gibidir: motorun başlayıp başlamayacağına karar verir. Ve
sürüş becerileriniz sorumluluğunuz gibidir.
Şimdi konuya geri dönersek, yakıt üzerine konuşacağım, böylece gerçek
gücü anlayabilirsin. İslam tarihinin iki önemli ikonu tarafından örneklendiği
üzere, yakıt çok önemlidir. Bu kişiler: Türkiye’den Sultan Mehmed AlFateh ve Çin’den Amiral Zheng He’dir.
Daha ileriye gitmeden önce, önümde oturan gençlerin birçoğunun, insanlığı
kurtarmak için süper güçleri olan bir çizgi roman ve film karakterine aşina
olduğuna inanıyorum . O, ülkeyi harap eden kötü adamın tersidir. Onun adı
SUPERMAN.
Birçok kez SUPERMAN filmlerini izlemiş olabilirsiniz fakat SUPERMAN
‘in vermek istediği önemli bir mesajı fark ettiniz mi? SUPERMAN,
amcasının vurularak öldürülmeden önceki son sözlerini ciddiye aldı ve tuttu.
Örümcek adam birkaç sahnede amcasından alıntı yapar: " Büyük güç, büyük
sorumluluk gerektirir" . Eğer internette araştırırsanız, bu söylemin
kökeninde, herhangi bir filozof veya büyük insan bulamayabilirsiniz.
Bu söylemin ilk olarak, Ben Amca ya da başka bir kimseden değil, Ağustos
1962’de Marvel çizgi romanları- Amazing Fantasy 1.cilt 15.sayıdaki bir
metinde geçtiği bulunmuştur. Sadece bir sayfadaki bir sahnenin altında
yazılmış bir ifadedir.
Ancak, internet taramasını benzer ifadeleri bulmak adına sürdürürseniz,
Abdullah ibnu Ömer rivayet edilen bir hadiste bulabilirsiniz. Bu konsepti,
hadis çok daha ayrıntılı açıklar.
124
Abdullah bin Ömer rivayet etti : Resulullah(s.a.v) buyurdu ki: " Hepiniz
çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir
çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve
sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden
sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden
sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden
sorumlusunuz" [ Sahih-i Müslim , Kitap 20 , Sayı 4496 ]
Böylece, İslamiyet’in, halk üzerinde güç sahibi olan liderlerin onlara karşı
sorumlu olması gerektiğinin de altını çizdiği çıkarımında bulunulabiliriz. Hz
Muhammed’in bu söylemi SUPERMAN ortaya çıkmadan bin yıl önce
kaydedilmişti.
Liderlik ve sorumluluk kavramının gerçek anlayışı, daha önce atıfta
bulunduğum isimlerde görülebilir: yani Fatih Sultan Mehmed ve Amiral
Zheng He tavsiye ettiğiniz simgeleri hem de görülebilir. Onlar, kendi
güçlerini yönetmekte sorumlulukları olan, kendi dönemlerinin Süpermenleri
idi.
Bu nedenle, onları Müslüman liderlerin tarihi adına bu kadar önemli yapan
şeyin ne olduğunu anlamak için, zaman tünelinde geriye gitmemiz gerekir.
Zira bahsini ettiğim yakıt budur.
FATİH SULTAN MEHMED
Bu isim için az bir açıklama yetebilir zira şu anda Fatih Sultan Mehmed’in
Bizanslardan fethettiği Konstantinapol ‘ün üzerinde duruyorum. Genç
Türkler bu ismi çok iyi biliyor olsa gerek.
Onu bilmiyor olanlar, lütfen bu simge olmuş ismi araştırınız zira konferans
zamanı kısıtlı olduğundan ötürü, burada detaylı anlatılamayabilir. Ancak
burada bulunmayı fırsat bilerek, sizi internette verilen yanlış bilgiler
konusunda uyarmak isterim.
125
Örneğin, Wikipedia’da Fatih Sultan Mehmed ‘in kadın ve erkeklere ilgi
duyduğu belirtilir. Bu tam bir iftiradır zira kâfirler gerçek hikayeleri örtbas
etmek ve daha sonra da bize sunduklarının tarihi gerçekler olduğuna
inandırmak adına teknolojiyi kullanarak ciddi çaba sarf ediyorlar.
Buradan hareketle, okuduğunuz bilgiler hakkında dikkatli olunuz. Fazlaca
okumak gereklidir zira okudukça benzerlikleri daha fazla bulacaksınız.
Ancak, lütfen farklı açılardan okuyunuz: Müslüman ve gayrimüslim
yazarlardan. Böylece daha geniş bir bakış açısına sahip olabilirsiniz.
Fatih Sultan Mehmed Konstantinopolis’i (fethinden sonra İslambol olarak
bilinen ve daha sonra Attaturk tarafından İstanbul olarak değiştirilen) 21
yaşında büyük bir zafer ile fethetmişti. Konstantinopolis'in fethi, 1100 yıl
süren Bizans İmparatorluğu’nu sona erdirdi. Bu fethin Hıristiyan Avrupa
üzerindeki etkisi çok büyük oldu.
Saltanatı süresince, Osmanlı devleti’ni, Asya’dan Avrupa’ya uzanan
Osmanlı İmparatorluğu’na dönüştürdü. Bu imparatorluk, 500 yıldan fazla
ömür süren son Müslüman imparatorluğu olarak kayıtlara geçti ( 1.2991.923 ).
Bu tarih yazılmadan önce ne oldu? 21’ine gelmeden önceki Fatih Sultan
Mehmed kimdir? Bu babası Sultan 2.Murad tarafından depoya koyulmuş
yakıttır.
Sultan 2.Murad, oğluna, yani devletin gelecek liderine, en iyi eğitim
vermeye istekliydi. Verilen iyi eğitim, Şeyh Muhammed Bin İsmail el
Kurany ve Şeyh Shamsuddin al Veli gibi önemli İslam alimlerinin doğrudan
öğretimi idi. Onlardan gelen doğrudan ve kişisel öğretiler onun ruhsal
altyapısını geliştirdi.
Lütfen göz önünde bulundurunuz: bu manevi altyapı Sultan 2.Murad’ın
Fatih Sultan Mehmed üzerinde odaklandığı ilk şeydi; çünkü 800 yıl önce
Resulullah’ın sözünü ettiği fatihin o olacağı Şeyh Shamsuddin tarafından
ifade edildi. Resulullah bir hadiste şöyle der:
126
" İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan,
onu fetheden ordu ne güzel ordudur. "
[ İmam Ahmed'in Müsnedi ( 18189 ) , İmam Buhârî'nin Tareekh Al Kabir
(1760 ) , ve El Hakim'in Mustadrak ( 8300 )]
Buradan ilham alarak, Fatih Sultan Mehmed iyi bir lider oldu. Sadece
kendisi değil, bütün ordusu da aynı değere sahiptir. O ve ordu günde 5 vakit
namazı ergenlikten beri asla kaçırmadı. O ve ordusunun yarısı ergenlik
döneminden beri her gece Teheccüd namazını asla kaçırmadı. Ve kendisi de
ergenlikten beri rawatib namazını hergün kıldı.
Fatih Sultan Mehmed ve ordusunun ergenlikten beri düzenli ibadet etmesi,
bize gençliklerinden bu yana en iyi İslami eğitimi aldıklarını kanıtlar.
Diğer bir örnek ise, dönemimiz liderlerinde çok zor bulunan bir özellik,
Fatih Sultan Mehmed yönetici olmasına rağmen mütevazı idi. Rumeli Hisarı
inşaatı sırasında, diğerlerine yardım etmek için gömleğini ve serbanını
çıkardı .
Bunlar karakterin (yakıt) güdümünde sorumluluk(beceri) ile beraber siyasi
güç (motor), Osmanlı İmparatorluğu yönetmelerini sağladı. Böyle bir
mükemmellik İmparatorluğun gücünün kaynağıydı ve 1828 yılında
çökmeye başlayana dek kayıtlara geçmiş hiçbir problem olmadı.
Daha fazla ayrıntıya girmeden önce, imparatorluğun neden çöktüğünü
bilmek isteyebilirsiniz. Son Osmanlı halifesi Sultan Abdülhamid’in
günlüklerine göre iki temel sebep vardı: ( 1 ) Batılı modernleşme modelini
izlemek ve ( 2 ) Sultan Mahmud döneminden (1808-1839) bu yana İslam
öğretilerinden uzaklaşmak.
Eğer motorunuzu bozmak istemiyorsanız, lütfen benzin deposuna dizel yakıt
koymayın. Kanıtlanmıştır ki: kötü karakterli herhangi bir lider her zaman
siyasi güçlerini kötüye kullanmıştır. Buna sahip olmak, sonrasında her şeyi
karıştıracaktır.
AMİRAL ZHENG HE
Şimdi başka bir Müslüman simgesel kişiliğe bakalım: Amiral Zheng He.
Söyleyebilirim ki bu isim en az Marco Polo ve Christopher Columbus
127
kadar meşhurdur denebilir. Her iki batılı ismin de, dünyanın çevresini
dolaşan ilk insanlar arasında olduğu bilinir.
Eğer ağırlıkla batılı bilgi kaynaklarına güvenecek olursanız, Zheng He’nin
dünyanın çevresini neredeyse dolaşan ilk insan olduğu gerçeğini
kaçırabilirsiniz. Bu durum, bizim okul tarih kitaplarında detaylandırılmaz.
Aşağıdaki tablo, tarihteki bu üç denizcinin özetidir:
Denizci
Denizcilik
Yılları
Gittiği Yerler
Gemi sayısı
Marko Polo
1271 - 1295
Avrupa ve Asya
3
(>600
mürettebat)
Zheng He
1405-1433
Asya, Orta Doğu, 49’dan 317’ye
Avrupa ve Afrika
(27,870 kişilik
mürettebat)
Christopher
Columbus
1492-1503
İspanya
Amerika
(4 yolculuk)
ve 3
(90
kişilik
mürettebat)
Dr. Gavin Menzies, Zheng He ve hazine filosunun Avrupalılar’dan önce
birçok yerlere seyahat ettiklerini ileri sürdü. 1421 adlı kitabında bahseder ki:
Çin, Zheng He’nin Avrupalı kaşif Kolomb’dan önce Amerika’yı ziyaret
ettiğini keşfetti.
Ancak, kitabı çelişkilidir zira Amerika’nın Kolomb tarafından keşfedilmesi
tarihi ile çelişir; bunun yanı sıra Zheng He’nin, Avustralya, Antarktika,
Yeni Zelanda’yı keşfettiğine ve Kuzey ve Güney Kutbu'na yelken açtığına
dair kanıt yoktur.
Menzies iddiaları için belirsiz olsa da, kesin olan şey Zheng He’nin büyük
hazine filosunun rakipsiz olduğudur. İlk sefer 27.800 askerden oluşuyordu
ve yaklaşık 190 küçük gemi tarafından desteklenen 62 hazine gemi filosu
128
birlikte gitti. Onun Baochuan’ı, en büyük ahşap gemisi, nerdeyse bir futbol
sahasının büyüklüğünde ve şeklindeydi.
Bu dikkate değer geçmiş, hayalimizin ötesinde ve birçok batılı tarihçi için
gerçek olarak kabul edilmesi zordur. Bu çekişmenin temel nedeni, iyi
belgelenmiş kanıtın az olmasıdır. Çinliler hemen her şeyi kaydetme
disiplinleri ile tanınırlar fakat ne yazık ki Zheng He’ye ait çok sayıda kayıt
tahrip edilmiştir.
Zheng He, İmparatora bağlılığı kanıtlandıktan ve güvenildikten sonra,
İmparator Zhu Di tarafından verilen kendisine verilen isimdir . Asıl adı Ma
San Bao ‘dur. "Ma" Çin'de "Muhammed"in kısaltması olarak bilinir ve
Zheng He’nin Müslümanlık mirasını gösterir.
Erken yaşlarında, çocukken, kültür ile harmanlanmış İslami eğitimi önde
tutan bir köyde yaşıyordu. Dindar bir şekilde büyütüldü ve bu da onun iyi
bir karakter sahibi olmasını ve çeşitli taraflarla diplomasi yaparak adaleti
teşvik etmesini sağladı.
Karakteri ilk olarak aile içinde, " diğer gruplarla nasıl iyi geçinilir"
konusunu dört yaşında öğrenmeye başlamasıyla inşa edilmiştir.
Gittiği ülkelerin kendisi veya Çin Hanedanı tarafından hiçbir zaman işgal
edilmemesinin nedeni budur. Aslında, gittiği yerlerde İslam öğretisi yaygın
olarak kabul gördü. İster inanın ister inanmayın, günümüzde bu ülkelerde
Çinli Müslümanlar bulabilirsiniz.
Geoff Wade of the Institute of South-east Asian Studies in Singapore
described Zheng He as a symbol of China's openness to the world, as an
envoy of its peace and friendship.
Bu durum sıradışı görünür zira Çin emperyalizm tarihi, Zheng He veya
Ming Hanedanı öncesi ve sonrasında hiçbir zaman barış ve sukunet
görememiştir. Bu nedenle, inanılır ki, Zheng He gittiği her yerde, İslam
ilkesi olan barış ve dostluğa uygun bir duruş sergilemiştir. Bir inanışa göre,
İmparator da bir Müslümandı, ama bu konuda hiçbir iyi belgelenmiş kayıt
yoktur.
129
Bazı belgelere göre Zheng He, Palembang ve Java, Malay Yarımadası ve
Filipinler’de, Çinli Müslüman toplulukları kurdu ve mescid inşa ettirdi ve
yerel Müslüman topluluklar için diğer sosyal hizmetleri sağladı.
Zheng He ile ilgili yazılarının yok oluşu, 1258 yılında Abbasi
İmparatorluğu'nun başkenti Bağdat'ta, Moğollar tarafından büyük miktarda
belgelerin kütüphanelerden Dicle nehrine atılması ve nehrin kitap
mürekkebinden ötürü siyah akması hadisesine benzerlik gösterir.
İslam düşmanlarının hıncı nedeniyle, Müslümanların bilgi hazinlerinin ne
ölçüde temelli kayıp verdiğini Dünya asla bilemeyecek.
Günümüz mimarisi, herhangi bir seyir ekipmanları olmadan seyahat
edebilecek büyük gemiler inşa eden Zheng He’nin ekibinin büyüklüğünü
çözemeyebilir fakat onlar seferlerinde birçok kez başarılı oldular.
Konfüçyüs’ü terfi ettiren bir sonraki imparator tarafından gömülmüş
olmasaydı, binlerce insanı dünyanın çevresinde seyahat ettiren bu
Müslüman lider hakkında daha fazla bilgimiz olabilirdi.
Bu tarihi gizlemeye çalışmalarına rağmen başaramadılar zira çok az bazı
kayıtlar hala sağlam. Güneydoğu Asya'da Onun mirası açıktır zira bölgede
çok sayıda cami, katkılarının anısına onun adını almıştır.
Bu iki simge isimden, onların erken yaşlarda düzgün yetiştirildikleri
sonucuna varabiliriz. Karakterleri İslam öğretilerine uygun olarak bina
edildi. Bu, iktidara geldiğinde kullanılan yakıttır. Yol boyunca geliştirilen
becerileri de aslında İslam’a mal edilebilir zira İslam dünyevi bilgi
edinilmesini bildirir.
İmam Şafii şöyle der:
"Eğer dünya istiyorsanız, bilgi sahibi olmanız gerekmektedir. Eğer ahiret
istiyorsanız, bilgi sahibi olmanız gerekmektedir. Eğer her ikisini de
istiyorsanız, bilgi sahibi olmanız gerekmektedir."
130
İslami eğitim ile yetiştirilen herkes bilginin hayatımızda çok önemli
olduğunu anlayacaktır. Bu Allah'a karşı, ilahın ( Tanrı) olarak ve insanlara
ve diğer canlılara karşı görevini yerine getirme ihtiyacından
kaynaklanmaktadır.
Böylece, bu Süpermenler bilir ki eğer iktidarda olsalar, Allah'ın istediğine
göre kalıp kendi insanlarına karşı sorumlu olduklarını bilirler. İnsanlara
karşı muamelatlarında, en iyi şekilde hareket etmek hususunda, ileride
başarılarının öyküsü olacak doğru becerileri elde ettiler.
SİZ VE ÇEVRENİZDEKİ İNSANLAR
Şimdi önemli iki şey vardır: siz, önümdeki gençler ( 1 ) ve çevreniz ( 2 ).
Sen kim olduğunu bilmek ve yeteneğini bulmaya ihtiyaç duyarsın. İlerideki
Süpermenlerden biri olabilirsin. Sen bir sonraki liderlerimizden biri haline
gelebilirsin. Ve kesinlikle, bugün içinde bulunduğumuz sorunların
hayatının geri kalanı boyunca var olmasını istemiyorsun.
Bu nedenle, potansiyelini bilmen gerekir ve ayrıca çevrendeki insanlar da
potansiyelini inşa etmene yardımcı olmalılar.
Biz Sultan 2.Murad’ın nasıl Fatih Sultan Mehmed’in potansiyelini bildiğini
ve ulemanın doğrudan dersleri altında en iyi İslami eğitimi vererek inşa
ettiğini gördük. Ayrıca Zheng He’nin ailesi ve Müslüman toplumu
tarafından, diğer insanlar ile iyi bir kurma (uygun muamele) hususunda,
henüz dört yaşında iken, potansiyelinin nasıl inşa edildiğini gördük. Bunlar
verebileceğim sadece birkaç örnektir.
Ey gençlerin çevresindeki insanlar! Bu gençlerin kendi içlerinde
potansiyelleri olduğunun farkında mısınız? Eğer değilseniz, yakın gelecekte
tarihi geri getirmeniz mümkün olmayabilir.
Endonezya’nın ilk başkanı, Sukarno (ayrıca Bung Karno olarak da bilinir),
dağılmış ve bölünmüş ülkeye birlik getirmeyi başaran kişi, ana dilinde
şöyle söylemiştir :
"Berikan aku 100 orang tua, akan aku gegarkan sebuah bukit tapi jika
berikan aku 10 orang pemuda, maka akan aku goncangkan dunia!"
131
"Bana 100 yaşlı erkek verirsen tepeyi sarsabilirim, ancak eğer bana 10 genç
erkek verirsen dünyayı sarsarım ! "
Onun bu deyişi gençlere çok ilham verici idi, zira o yaşlı erkeklere kıyasla
gençlerdeki potansiyeli gördü. Şimdi yapmamız gereken budur zira bu
gençler Buya Hamka’nın deyişiyle "cahaya muka" olan kişiler (aydınlanmış
yüzler); yani, bu yaşları itibariyle karizmatik yüzler.
Normalde iyi liderler güç elde etmek için mücadele etmezler, bilakis
insanlar onların potansiyeline bakar ve başa geçirir. Eğer ki gençlik
çocukluk dönemlerinden şimdiye kadar doğru şekilde yetiştirilseydi, daha
fazla liderler yaratabileceğimize inanıyorum.
Bapak Natsir adlı Endonezya’da yaşayan diğer bir Malay da aynı sözü teyit
etmişti:
"Pemimpin tidak lahir di bilik kuliah tapi tumbuh sendiri dalam hempas
pulas kancah, muncul di tengah-tengah pengumpulan masalah, menonjol i
kalangan rakan seangkatan lalu diterima dan didukung oleh umat"
"Liderler konferans salonlarından gelmez, bilakis kaotik ve sorunlu
durumların göbeğinden arkadaşları arasından ortaya çıktılar ve daha sonra
halk tarafından kabul gördüler ve ileri çıkarıldılar "
Böylece, önümdeki gençlerin tamamı, lütfen potansiyelinizi bilmek için
çaba harcayın. Sözüm aynı zamanda potansiyellerini bulmak ve inşa etmek
adına bu gençleri desteklemekle yükümlü olanlaradır da.
Onların toplumun gerçek sorunu adına katılımcı olmaları gerekir. Çeşitli
çözümler ile gelmeleri gerekir. Onların, her geçen gün daha iyi bir yaşam
isteyen toplumun bir parçası olma duygusuna sahip olmaları gerekir.
ZEKİ BİR ŞEKİLDE EĞİTİN!
Şimdi eğitim meselesine gelelim. Ebeveynler ve gençlerin etrafındaki
insanlar için, Hz. Ömer el-Hattab'ın tavsiyesini hatırlamalıyız
"Çocuklarınıza kendi çağınızda işe yarayacak şeyleri değil, onların çağına
göre yararı dokunacak şeyleri öğretin.
Siz çocukken, farklı bir yetiştirilme yöntemine tabi tutulmuş olabilirsiniz.
Çoğu kişi de bu şeklin en iyi yöntem olduğunu düşünür ve çocuğunu da o
132
şekilde yetiştirmeye çalışır. Bu yöntem belli ölçüde faydalı olabilir fakat
çoğu durum için böyle değildir.
Bu nedenle, karşımızdakini, biz de dahil, ait olduğu çağa göre anlamaya
çalışmalıyız. Kendi tercihleri nelerdir? Kim olmak istiyorlar? Neden bunu,
şunu yapmak istiyorlar? Bütün bunların dikkatle incelenmesi gerekir.
Çevresel koşullar gerçekten kim olduğunuzu, nasıl davrandığınızı,
nasıl tepki verdiğinizi ve neleri sevdiğinizi belirler. Her genç kuşağın
da aynı şekilde çevresinden etkilendiğinin farkında olmalıyız.Bu
kişilikleri, öncelikleri,millete ya da iyi bir hedefe bağlılıkla beraber daha bir
çok şeyi etkileyen sebeptir.
Aşağıda bir kaç araştırmacının nesilleri yaşadıkları zamanlara ve
etkisi altında kaldıkları olaylara göre sınıflandırarak hazırladıkları bir
tablo var.Bilgiler aşağıda özetlenmiştir:
Doğum
Yılı
18831900
19011924
19251945
19461964
Gençlik
dönemi
1.
Dünya
savaşında
(1914-1918)
savaştılar.
İkinci Dünya
Savaşı (19391945)
savaştılar.
Nesil
Önemli Olaylar
En
Büyük
Nesil
Yetişkinlik
döneminde
Dünya Savaşı'nı gördüler.
Çok çalıştılar,
sessiz, dikkatli,
yaratıcı
olmayan,
kayıtsızdılar.
En zengin, en
aktif, en fit,
dünyayı
ve
liderleri
Sessiz
Nesil
Büyük Buhran Çocukları (19301940)
Kayıp
Nesil
İkinci
Doğum oranlarının artışı.
Çağın
Bebekleri
"Şok
133
19651979
19802000
2000
sonrası
değiştirmek
isteyen
ve
idealist.
Liderleri
görmezden
gelip
daha
kurumsal
ve
sistematik
değişiklikleri
ekonomi,
medya
ve
tüketim
eylemleriyle
gerçekleştirmek
istediler.
Iletişim, medya
ve
dijital
teknolojilerinin
ile
artan
kullanımı.
İletişim
teknolojierinin
ömür
boyu
kullanımı.
Dalgası"
X Nesli
Vietnam Savaşı / Soğuk Savaş
deneyimine sahipler.
Y Kuşağı
Kitle
İletişim
yükselişi.
ve
internetin
Z Nesli / 9/11, internet, anlık mesajlaşma,
iNesil
kısa mesaj, MP3 çalarlar, akıllı
telefonlar.
Gençlik bu farklı dünyada yaşlarına göre farklı tanımlanır. Birleşmiş
Milletler Topluluğu 15 ila 29 yaşını genç olarak tanımlarken İngiltere 15-29
arasını genç olarak tanımlar. Afrika Gençlik Sözleşmesi "15 yaş ve 35 yaş
arası her kişi" olarak tanımlar. Malezya gençliği 18-40 yaş arası olarak
tanımlarken yeni düzenleme ile 18-25 arası olarak tekrardan düzenledi.
Genel olarak sizle bu Gençlik Buluşmasına geldiğinize göre bu
kategorilerden birinde genç sayılıyorsunuz demektir. Ve aynı zamanda en
azından 15 yaşındaysanız Y kuşağından olduğunuzu da gösterir.
Böylece, sen ve seni çevreleyen insanlar kim olduğunu anlamak
durumundalar. Y Nesli için biraz daha ayrıntıya girelim. İnsan kaynakları
çözümünde dünya lideri olan Kelly Services şirketinin yaptığı araştırmaya
134
göre Y Nesli her daim internette, çok işi aynı anda yapan ve iş ev ayrımı
olmayan insanlardır.
Basit bir şekilde, Y Nesli esnek ve tekno anlayışlı olarak kabul edilebilir. Bu
kişiler takım işlerine ve işbirliğine esnek çalışma ortamı ve zamanı ile
alışkınlar. Yorucu iş temposu yerine iş yaşam dengesini tercih ediyorlar. Y
Nesli iş ve eğlence için teknolojiyi optimum seviyede kullanıyor.
Tüm bunlar göze alındığında Y Nesli ile ilişkide olan kişiler ki bunlar
aileler, STK'lar, şirketler ve devlet olabilir, bu neslin özelliklerini göz
önünde bulundurarak hareket etmelilerdir.
Y Nesli ile İlişki
Kapsamlı Bir Program Yap
Y Nesli eğer içlerinde bulundukları organizasyon kriterlerine uymaz ve
istediği seviyede değilse çabucak ondan vazgeçebilir. Bu nedenle onlar için
gerçekten önemli bir program olması bir artıdır.
Daha Fazla Yetki Verin
Bitiş günü belli olan işler vermek işleri daha da sahiplenmelerine sebep olur.
İş sürecinde de çok fazla müdahale etmemek onlara işin sahibi oldukları
hissini verir.
Esnek Bir Çevre İmkanı Sağlayın ve Düzenli İletişim Kurun
Y Nesli interneti çok iti kullandığı için belli saatler arasında şıkışıp kalmak
istemez. Ancak belli aralarla onlarla konuşmak fiziksel olarak bir araya
gelmekten daha etkilidir. Kısa bir gözden geçirme motivasyon için yeterli
olacaktır.
Daha Fazla Sorumluluk Teklif Edin
Doğalarındaki iddiacı yön onlara daha fazla görev vermenizi ister.
Öğrenmeye ve hızla gelişmeye susamışlardır diyebiliriz. Bu yüzden
uğraştırıcı işler vermek ve doğru bir eğitimle bunu desteklemek onların
gelişimini olumlu yönde etkiler.
İnsanlarla Yakın İlişki
Y Nesli kendi grup ve çevresine kurumlardan daha fazla yakınlık
duyar.Bu yüzden kendi gruplarını kurup çalışmalarını sağlamak onlar için
daha eğlenceli olacaktır.
135
Aileler için şimdiye kadar bahsettiklerim Y Neslinin iş yerindeki ilişkileri
ile akalalı gibi duruyor olabilir. Fakat benim "iş" dediğim her zaman tam
manasıyla "iş"i kastetmiyordu. O ibareler günlük hayatta yapılan her türlü
aktivite olarak görülebilir.
Şu da her zaman akılda bulundurulmalıdır ki Y Nesli ile ilişkiler hep
arkadaş ilişkisi şeklinde olmalıdır. Aileler çocuklarının akıl hocaları ya da
danışmanları hükmünde olmalı. Bu elbette diğer kurumlar için de aynen
geçerlidir.
Bu tavsiyeler insanı 21 yaşına kadar 3 evrede ele alan İslam'ın tavsiyeleri ile
de örtüşmektedir. Bu 3 dönem aşağıdaki hadis ile ortaya çıkmıştır.
"Çocuk 7 sene için efendidir, ikinci 7 senede köledir, son 7 senede de
vezirdir. Eğer bu 21 senede güzel bir huy sahibi olursa onun için iyidir.
Olmazsa onu kendi haline bırakın çünkü Allah katında sorumluluğunuz
bitmiştir."
Aynı hadis İmam Cafer-i Sadık (r.a) tarafından da açıklanmıştır:
"Çocuklarınızın yedi yaşına kadar oyun oynamalarına karışmayın; ve
sonraki 7 sene boyunca (eğitim ve terbiye için) yanınızda tutun; daha sonra
başarılı olursa (iyi veya daha iyi); aksi takdirde onun vay haline!"
Bu üç aşamada aşağıdaki gibi özetlenebilir
Aşamalar Yaş
Ne yapmalı?
Nasıl Davranmalı?
Grubu
Aşama 1
0-7

uygun
bir

Efendi
yaş
gibi
şekilde yetişmeleri
için gerekli değerleri
[Sevgi ve muhabbet
aşılamak
ve
tesisi için]
karakterlerine
katkıda bulunmak

Bu
aşamada
bizler
uygun
davranışları model
olarak göstermeli ve
onlara nezaket ve
saygı ile muamele
etmeliyiz.
136
Aşama 2
8-15
yaş
Aşama 3
16-21
yaş
Son
21 ve
sonrası

Biçimsel

Köle
gibi
İslami
bilgi
öğretilmelidir.
[Disiplin

anne-babalar
oluşturmak için]
çocuklarının
disiplininde
sıkı
olmalıdır

sorumlu
bir

Vezir
gibi
genç
haline
gelmeleri beklenir.
[konuşmak
için

ebeveynlerin
arkadaşı
olmak]
çocuklarının
kendileri için doğru
kararlar
vermeleri
konusunda yardımcı
ve yol gösterici
olmaları gerekir.
[Ebeveyn çocuklara yönelik sorumlulukları sona erer]
İslam tarafından gösterilen bu süreç mükemmel bir yaşam biçimidir.
Yukarıda belirtildiği gibi biz Aşama 1 ve 2i esgeçersek, daha sonraki
aşamalarda sorunlarla karşılaşabiliriz. Bunu bir önceki sayfada yaptığım
benzetmeyle ilişkilendirmek adına, yakıt, Y nesli için yedi yaşına kadar
karakterinin gelişimidir.
Daha sonra, sürüş becerileri 8 yaşından 15 yaşına kadar öğretilecek olan
yaşam becerileridir. Sonra sadece, güvenli bir şekilde araba sürmeye
başlayabilirler ve velileri de yanlarında oturup onlarla arkadaşça sohbet
ederler. Hayatlarını İslami öğretime göre sürecek ve sürdüreceklerdir.
Dahası, ebeveynler onları büyüdüklerinde yalnız bıraktıklarında ve
çocukları evlenip çocuk sahibi ve daha fazla sorumluluk sahibi
olduklarında, ailelerinin ve toplumların iyi liderleri haline gelebilirler.
Bu daha sonra bahsedilen Y jenerasyonun geleceğin lideri olmasına kadar
varacaktır ve süreç sıkı bir şekilde uygulanırsa ortaya sürdüğümüz günümüz
problemleri onlar tarafından aşılabilir.
137
Y jenerasyonunun doğmasından önce başlayıp günümüze kadar devam eden
problemlerden bahsetmeye devam ediyoruz. Müslümanlar terörist, baskıcı,
yumuşak başlı olmayan olarak tasvir edilmektedir…
Şu gerçek inkar edilemez ki dünyadaki Müslümanlar’ın, gayrimüslimlere
göre daha iyi davranış sergilemeleri pek gün yüzüne çıkarılmaz. Meydanın
kontrolünün gayrimüslimlerde olmasına rağmen, Müslümanları İslam
topraklarında bulduğunu ancak islamı bulamadığını ve bu nedenle İslam’ı
Avrupada tanıdığı için şanslı olduğunu söyleyerek Müslüman olmuş Fransız
filozof Roger Graudy’ye katılıyorum.
Bu nedenle, yıllar öncesinden ümmet anlayışının etki zincirini Müslüman
bireyden Müslüman aileye, Müslüman aileden İslam toplumuna, İslam
toplumundan İslam ülkelerine ve en son İslam dünyasına ulaşması
gerektiğini düşünen Asy-Syahid Hassan al-Banna’yı iyi anlamamız gerek.
Müslüman bireyi oluşturmamız lazım bu şekilde İslam dünyası tekrar
meydana gelinceye kadar otomatik olarak ikinci yol açacaktır.
Bugün, genel olarak İslam dünyasında pek çok anlaşmazlığın, problemin,
savaşın, dövüşün, çatışmanın ve karmaşanın olduğunu görüyoruz. Baştan
tekrarlayan problemlere odaklanmaya devam dersek daha fazla Mehmed alFateh ve Admiral Zheng’e sahip olmamız mümkün olmayacaktır. Bu
yüzden önerdiğim yetiştirme süreci ile problemin köküne inmeliyiz.
Şimdi, Mehmed al-Fateh and Admiral Zheng He’e tekrar dönmemize izin
verin, onlar islam tarafından önerilen tutumla doğru bir şekilde
yetiştirildiler. Gerçekte, sadece kendi çağlarının iyi liderleri değillerdi aynı
zamanda kendi yönetimlerinde pek çok liderin ortaya çıkmasına vesile
olarak müslümanlığa siyasi ve sosyal anlamda zafer getirdiler.
ْ َ‫ فَإ ِ ْن هُ ُموْ ا َذهَب‬، ‫ت‬
ْ َ‫ق َما بَقِي‬
ُ ‫فَإِنَّ َما ْاألُ َم ُم ْاألَ ْخال‬
‫ت أَ ْخالقُهُ ْم َذهَبُوْ ا‬
“Bir ümmet iyi ahlakıyla kendini devam ettirir. Bu karakteri ortaya
koyamadığında dünya üzerinden silinecektir.
Bu hikmetli sözler ahlakın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Fatih
Sultan Mehmed ve Zheng-He'nin yüksek karakterleri, ümmetin ne
kadar ahlaklı ve başarılı olabileceğinin kanıtıdırlar.
Bugün sizinle Dünya Medeniyetleri Araştırma Derneği'nde (GPTD)
tartıştığımız meseleleri sizinle paylaşmaktan çok memnunum.
138
Gençlerimizi Malezya dışına göndererek kutunun dışına çıkmak istiyoruz.
Küresel Barış Misyonu (GPM) çatısı altında 2001'de kurulduktan sonra artık
kendi ayaklarımız üzerinde durmaya başladık.
O günlerde, tüm dünyada Müslümanların dahil olduğu birçok çatışma ve
felaket yaşanmıştı. Insani yardım adı altında, bu durumlardan etkilenen
Müslümanlara yardım etmeye gittik. Sonra, geçmişteki liderlerimizin bizlere
bıraktıkları izleri bulduk.
İnsani işler yapmanın dışında, gençlerimizi yüksek ahlakla eğitmenin ve her
konuda donanımlı olmalarını sağlamanın ümmete yeni liderler kazandırarak,
bizleri yeniden güçlü bir şekilde ayağa kaldıracak yollara da ihtiyacımızın
olduğunu düşündük.
Çocuk yetiştirmede 3. aşamada görev bize düşüyor ve bir sonraki aşamada
çocuklarımız artık bizim kararlarımızı pek dikkate almayıp özgür kararlar
alıyorlar. Y Nesli kendi karakterlerini ve becerilerini oturtabilmek için bize
ihtiyaç duymaktadırlar.
İslam tarihinde gençlere lidelik noktasında modellik edebilecek bir çok
önemli isimler vardır: Fatih Sultan Mehmed, Ibn-i Battutah, İbn-i Haldun,
Amiral Zheng-He, Buya Hamka ve diğerleri
Gençlere öncelikle bu tarihi isimleri tanıtmalı ve yaşadıkları, doğdukları
yerleri ziyaret etmelerini sağlamalıyız. Böyle bir toplumsal araştırma
yapmalarını sağlarsak, Y nesli geçmişi ve bugünü arasında köprü kurup
şimdi ve yarın için sağlıklı değerlendirmeler yapabileceklerdir. Yolculuk
sırasında, yalnızca şaşırtıcı bilgiler öğrenmeyecekler aynı zamanda gereken
yerlerde insani yardımda bulunacaklar.
İslam tarihinde uzun bir yolculuğun ruhu İmam Şafi'nin ifadesiyle
hissedilebilir:
139
"Seyahatim boyunca istediğim şeyi bulana kadar, değilse ölene kadar
dünyayı gezeceğim. Ölürsem, bunu Allah için yapmış olacağım;
güvendeysem, kısa zamanda dönerim."
Bu çalışmayı özetlemem gerekirse, bugün yaşanan sorunlara gereken dikkat
verildiğinde çözüm getirilebileceğini ve Y Neslinin etrafındaki insanlar
tarafından yeterince desteklenirlerse gelecek için büyük gelişimlere vesile
olabileceklerini tekrar etmem yeterli olacaktır.
Onların genç çağlarında nasıl yetiştirildiğinden bağımsız olarak, Y
genindeki potansiyele, küresel bir Müslüman milleti oluşması için öncelik
verilmelidir.
Şunu unutmayın ki, bu günün gençlerinin ruhundaki potansiyeli ortaya
çıkarmak "medya" kelimesinden geçiyor. Bunu kullanabileceğimiz en iyi
şekilde kullanmalıyız ve bu da Y geni üzerinde bir uzmanlık gerektiriyor.
Ayrıca inanıyoruz ki, gençleri anlamak ve ileride islami öğretide iyi liderler
olmaları için onların neyle beslenmesi gerektiğini çözmek, bizi hem bir
birliğe hem de iİslami bir imparatorluğum tekrar ayağa kalkmasına sebep
olacaktır.
1. Artık topraklarımızı işgal etmiş yabancıların parçalama ve
bölme politikalarında yaşamayalım. 1923 yılında yunanlılar
(İngiliz güdümünde) Türkiye’ye saldırdığında, Maulana
İkbal’in kalbi ağlamaya başladı. O biliyordu ki bu saldırı
sadece Türkiye’ye değil, aslında tüm İslam dünyasınaydı.
2. Müslüman düşünce sistemini yükselen sömürgeci anlayıştan ve
Müslümanların kendi dar görüşlerinden serbest bırakmayı
denedi. O sonradan klasik eserlerinden biri haline gelecek,
"Tulu-ul-Islam" adlı romanı kaleme aldı. Bu kitabın kopyaları
çokça satıldı ve bütün gelirler Türkiye’ye gönderildi. Demişti
ki:
3. "Hawas ne tukre tukre kar diya hay na’u insan ko
4. ukhuwwat ka bayan ho ja mohabbat ki zaban ho ja
5. ye Hindi, wo Khurasani, ye Afghani, wo Turani
6. tu ay sharmindayeh sahil uchhal kar bekaraan ho ja"
140
7. "Hırs insanlığı parçaladı. Siz Müslümanlar kardeşlik ve
sevginin rol modelleri olun... Dar olan milli sınırlarınızın
(Hint, Afgan, Türk) ötesine geçip, sonsuz bir okyanusa dalın.
Ayrıca, alanlar, milletler, ırklar ve statüler konusunda ayrımcılık yapmayın.
Bizler İslam dini altında tek bir milletiz ve ümmetin selameti için
birleşmeliyiz."

Yine İkbal'in mesajı ile bitirelim:
 "Manf-e-at ek hai is qaum ki nuqsaan bhi ek
 ek hi sab ka nabi deen bhi iman bhi ek
 harame paak bhi Allah bhi Quran bhi ek
 kuchh bari baat thi hote jo Musalman bhi ek"
"Bütün Müslümanlar için ortak bir kazanç ya da kayıp yoktur.
(Peygamberin teüm müslümanların tek vucut olduğuna dair hadisini
hatırlayın) Hepsi için tek peygamber (s.a.s) ve hepsi için tek bir iman. Ve
tek bir Kabe ve de tek bir Allah (c.c.). Biz müslümanlarda tek olsak ne
muhteşem olurdu."
141
KAŞMİR ÇATIŞMASI
WAQAS LODHI
PAKİSTAN - KHUBAIB VAKFI
İslam dünyası problemli bölgelerle dolu. Her kıtada Müslüman ülkeleri
duraklamaya yönelik hususlarla yönetiliyor. Öncelikle Filistin, Bosna,
Libya, Suriye, Afganistan ve kaşmir gibi bölgelerde, günler kan dökülmesi,
geceler ise göz yaşlarıyla geçiyor.
Gulab Singh ve halefleri Kaşmiri zorbaca ve baskıyla yönetti. Kaşmir halkı,
nerdeyse %80i müslümandı, Maharaja Hari Singh in yönetimine karşı
ayaklandılar. O da acımasızca 1931 yılındaki bu olayı bastırdı. 1932 yılında,
Şeyh Abdullah Keşmir'in ilk siyasi partisini kurdu: Jammu ve Keşmir
Müslümanları Konferansı (1939 yılında Ulusal Konferansı olarak
değiştirildi). 1934 yılında, Maharaja Yasama Meclisine izin vererek sınırlı
bir demokrasi anlayışına geçiş yapıldı. Ancak, Maharaja'nın verdiği
huzursuzluklar devam etti. Hindistan parçalanırken, soylu devletlerin
yöneticileri Hindistan'a veya Pakistan'a katılmak veyahut bağımsız kalmak
için serbest bırakıldılar. Bununla birlikte, coğrafi ve etnik sorunları göz
önünde bulundurarak, birleşik hakimiyete katılmaları tavsiye edildi.
Keşmir bu araştırma raporunda ele alınacak bölgedir. Müslümanların
acımasızca öldürülmeleri, çocuk köleliği, tecavüz gibi meseleler Keşmir
halkı için artık günlük klişeler haline gelmiştir.
Keşmir, Hindistan ve Pakistan arasında anlaşmazlığının ortaya çıkmasına
sebep olan Güney Asya'nın kuzeybatı bölümünde yer alan bölgenin adıdır.
Hindistan, 2010 yılı itibariyle Jammu ve Keşmir eyaletlerinin tamamının
sahibi olduğunu iddia etmekte ve Jammu'nun büyük kısmını, Keşmir
Vadisi'ni ve Siachen Buzulu'nu kapsayarak bölgenin %43'üne
hakimdir.Keşmir'in %37'sini, yani Kuzey Gilgit ve Baltistan'ı kontrolü
altında tutan Pakistan bu iddialara karşı çıkmıştır.
Keşmir anlaşmazlığı dünyanın bugüne kadar çözülememiş en eski
uluslararası çatışmasıdır. Pakistan Hindistan ile temel siyasi anlaşmazlık
olarak Keşmir meselesini görmektedir. Aynı şekilde uluslararası kamuoyu
142
da aynı şeyi düşünmekte ve bu sorunun en ağır bedelini yaşayan Hindistanlı
Müslümanlar ise sorunun çözümünü istemektedirler.
Herkes Keşmir'deki bu sorun hakkında konuşuyor ama kimse bu durumu
çözmek için gayret etmiyor;İKÖ ,GABİT (Güney Asya Bölgesel İşbirliği
Topluluğu) ve hatta Birleşmiş Milletler gibi büyük uluslararası kuruluşlar
sadece bu insan hakkı ihlalinin izleyicileridirler.
Tek çözüm tüm dünyada bütün Müslümanların bu insanlık hakkı ihlaline
karşı birleşmeleri ve kendileri için asla istemeyecekleri bir savaşın ortasında
kalan Müslüman kardeşleri için dik bir duruş sergilemelidirler.
Hindistan Politikacılar Keşmir'in Hindistan'ın bir parçası olmasını isterken
Pakistanlı Politikacılar bu bölgenin Pakistan sınırlarında olmasını arzu
etmektedirler. Bu yarış bitecek gibi görünmüyor, tek çözüm iki tarafından
da bu yarıştan vazgeçip Keşmir'in ayrı bağımsız bir devlet olmasına
müsaade etmeleridir. Keşmir bir ülkeyi idare edebilecek her türlü doğal
kaynak ve güzelliğe sahip bir bölge. Diğer Müslüman ülkeler de bu bölgeyi
desteklerse, bu bölge hızla büyüyen ve kendine değişen dünyada yer
bulabilen bir ülke olabilir.
143
İSLAM’IN ORTA ASYA VE KIRGIZİSTAN’DAKİ DİNAMİKLERİ
KUBANGAZY BUGUBAEV
KIRGİZİSTAN - BAB-I ALEM INTERNATIONAL STUDENT
ASSOCIATION
Kuzeyinde Rusya, Doğusunda Çin, Güneyinde İran ve Afganistan, Batısında
Hazar denizi sınırları içerisinde yer alan Kırgızistan, Asya ile Avrupa'yı
buluşturan Orta Asya ya da bir başka deyişle Türkistan olarak anılan hat
üzerinde iki kıta arasındaki geçiş noktasında yer alır. Önceki bütün
Türkistan'ın parçalanması veya bugünkü parçalanmış durumda olan Türk
Cumhuriyetlerinin ortaya çıkış tarihi Rus Çarlığının bitmesiyle ve Oktyabr
İhtilalinin zafer kazanmasıyla başlayacaktır. Oktyabr İhtilalinin zaferi daha
tamamlanmış vaziyette değildi. Çünkü Lenin için gerçek zafer
Türkistan’daki milletlerin inancını bitirmekle başlamalıydı. Bu gerçek zaferi
kazanmak için Türkistan’daki kutsal din İslam aleyhine plânlar yapmışlar,
stratejiler geliştirmişler ve soykırım amacında kâtliamlar yapmışlardır.
Fakat Allah’ın yüce dininin nuru sönmemiş, aksine bugüne dek hep
parlamış ve daima aydınlanmıştır. Tam tersine bu nuru söndürmeye
kalkışanlar kendilerinin kazdıkları çukurlara yine kendilerini gömerek
hayatlarına son vermişler. Bu mezalimliğin ve zulümlüğün seyirleri Allah’ın
aman vermez cezasına çarpılarak tarihteki en alçak yerini bulmuştur. Ama
bu kutsal nura karşı saldırılar ve çirkin yaftalamalar Rus saldırılarından
sonra da bitmedi. Günümüzde SSCB’ni ABD ve yandaşları benzer plan ve
projeleriyle aynı maksatla takip etmektedirler. SSCB’nin sona ermesini
kendine sürpriz olarak değerlendiren İngiltere, ABD ve yandaşları Orta
Asya için acil stratejiler geliştirerek bölgeye hamlede bulunmuşlar. Bu
devletler kendi sömürgeci plânlarını uygulayarak, Orta Asya’daki İslam
nurunu da kendi üsluplarına göre sunmaya, öğretmeye çalışmaktalar. Buna
ilâveten “demokratik” bir şekilde her çeşit söndürme ve sömürge teknikleri
de kullanmaktalar. SSCB’nin dağılması nedeniyle ortaya çıkan ve
bağımsızlık kazanarak kendi kaderlerini çizme peşine düşen Orta Asya’daki
beş devlet (Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve
Türkmenistan) İngiltere, ABD, İsrail ve Rusya gibi devletlerin tekrar
stratejik amacı durumuna düşmektedirler. Kendi çıkarlarını Orta Asya Türk
Devletleri topraklarında arayan sömürge devletler bu genç devletleri ve
oradaki masum halkı kendi inancı ile boğazlamaktadır. Yani kendi dinimizi
terör dini olarak göstermekle beraber asayişimizi de uydurdukları İslam
Terörü safsatalarıyla tedirgin etmekteler. Orta Asya sınırlarında çıkarlarını
144
arayan ABD bu bölgeye yönelik “Proje 2049” projesini gerçekleştirme
aşamalarıyla bölgeyi ve bölge halkını çeşitli problem ve kargaşalarla burun
buruna bırakmaktadır. Ama Orta Asya veya Türkistan İslam nurunu
söndürmeye çalışanlar tarih sayfalarındaki kötü yerlerini almışlardır. Bu
husus akıllardan asla çıkartılmamalıdır...
İçindekiler
Orta Asya’da İslam ve Kırgızistan’daki İslam’ın Yeri.
Devletin ve halkın İslam Dinine olan Bakış Açısı ve İlgisi.
Kırgızistan’da İslam’ın Önemli Bir Faktör Haline Gelmesi.
Kırgızistan’da İslami Hareketler, Özbekistan İslami Hareketi ve
Diğer Cemaatler, Gruplar.
5. Kırgız Yönetiminin İslam'a olan Tavrı, Sabotajlar, Kısıtlamalar ve
Medya Suçlamaları.
1.
2.
3.
4.
6. Terörizme karşı devlet çalışmaları ve Uluslararası Anlaşmalar.
1. Orta Asya’da İslam ve Kırgızistan’daki İslam’ın Yeri.
Tarih sayfalarına bakarsak ve Orta Asya’nın edebiyattaki satırlarına göz
atacak olursak bölgenin parlak geçmişini zorlanmadan anlayabiliriz. Hatta
bu bölgenin tarihi eşi benzeri olmayan kültür, sanat, ticari gelişmeler ve ilim
gibi uygarlık unsurları ile kanıtlanabilecek etkenlere sahiptir. Elbette ki
buna benzer en güzel çağları Orta Asya tarihinde satır satır okumaktayız ve
bununla gururlanmaktayız. Fakat Orta Asya’ya bu gururu kazandıran nedir?
Orta Asya’ya bu gururu, değeri kazandıran, tarihi ile insanlara cesaret ve
coşku armağan eden İslam ve İslam kültürü idi. Bir zamanlarda İslam’ın ve
uygarlığın merkezi, ocağı sayılan Buhara, Semerkant, Balasagın, Özgön ve
Oş şehirleri işte bu bölgelerde yer almaktadır. Günümüzdeki bu şehirlerin
İslam ile bağlantıları IX-X yüzyıllara dayanır. İslam dini Orta Asya’da en
az on iki yüzyıldır varlık göstermektedir. Bu bölgelerde yayılma süreçleri
değişik ve birbirinden farklı kronolojilere dayanmaktadır. Bölgedeki farklı
topluluklar farklı zamanlarda İslam dinini kabul ederek Orta Asya İslam
tarihine tamamen farklı bir zenginlik katmışlardır. Farklı tezahürlere ve
geçmişe sahip olmasının nedeni de bu bölgelerde bulunan farklı etnik
durumlardan kaynaklanmaktadır. Farklı bölgelerde bulunan Orta Asya
Müslümanları arasında Özbekler tarihsel olarak İslam'ı en erken seçen ve
İslam anlayışına göre kültür geliştiren grup olarak tanınmaktadırlar. Bunun
145
en büyük sebebi olarak Özbeklerin erken zamanlarda göçebelik hayat
şartlarından ayrılarak yerleşik bir toplum oluşturmalarıdır. Dolayısıyla
İslami kültür merkezleri olan Buhara, Semerkant, Oş, Özgön ve benzeri
kentlerde ve civarında yerleşik bulunmaları İslami hayat tarzında yaşamak
için büyük potansiyel olmuştur. Buna ek olarak, Özbeklerin yoğunlaştığı
bölgelerin İpek Yolu ticaret yolu üzerinde bulunması da medeniyetin
oluşturulmasına, eğitim siteminin uygulanmasına sağlam altyapı olmuştur.
Ticaretin yoğun şekilde yürütüldüğü bu bölgedeki insanların İslam
bilginlerinden ve İslam'dan derinden etkilenmesi sonucunda Orta Asya’daki
ilim adamları da bu bölgeden çıkmıştır. Kırgızlar ise, bulundukları coğrafya
ve yaşadıkları hayat şartları sebebiyle farklı zamanlarda İslam dinine
girmeye başlamışlardır. Kuzey komşuları olan Kazaklar da aynı şekilde
İslam'ı kabul etmişlerdir. Bugünkü Güney Kırgızistan’da yaşayan Kırgız
kabileler dağlık Kuzey Kırgızistan’daki kabilelere göre çok daha erken
dönemlerde Sünni İslam ile tanışmışlardır. Bunun temel sebebi olarak
Fergana vadisine yakın yerleşmeleri ve oradaki Müslümanlarla ticari, fikir
alışverişlerinde bulunmaları göze çarpacaktır. Kırgızistan’ın Kuzey
tarafındaki Kırgızların İslamiyet’e kavuşma kronolojisi olarak 19. yüzyıl
gösterilebilir. Dolayısıyla, Kırgızların Orta Asya’da yerleşik topluluklar
arasında göçebeliği en son olarak bırakan ve İslam'ı en son etnik grup olarak
seçen Müslüman toplum oldukları sonucuna varılabilir. Bu kaynaklardan
yola çıkarak Kırgız toplumunun Orta Asya’daki diğer etnik gruplara göre
İslami tarihinin çok kısa olduğu kaydedilmiştir.
Günümüzde, Kırgızistan’da Müslümanların toplam nüfusa oranı % 76'dır.
Diğer dinler Hıristiyan%18, Budist%2, Ateist%4 olarak belirtilmiştir. Bu
oran, 1991 yılında bağımsızlığın elde edilmesinden bu yana, başka İslam
Devletlerinden gelen din gruplarının ülkedeki faaliyetlerinin artmasıyla,
Kırgızistan vatandaşlarının Pakistan, Türkiye, İran, Suriye, Mısır, BAE ve
Ürdün gibi devletlerde eğitim görmeleriyle artış göstermektedir.
Müslüman nüfusun çoğunluğunu ülke nüfusunun % 64,9’unu oluşturan
Kırgızlar ile %13,8’ini oluşturan Özbekler teşkil etmektedir. Kırgızistan’ın
Kuzeyinde Müslümanların sayısını Dungan ve Uygurlar da artırmaktadırlar.
Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu Sünni mezhebine bağlıdır.
2. Devletin ve halkın İslam Dinine olan Bakış Açısı ve İlgisi.
SSCB’nin beklenilmeden dağılması Orta Asya’da beş devletin kendi
bağımsızlığını kazanmasına neden oldu. Bağımsızlığı kazanan, yönetimi
kendi eline alan devletler için karşı karşıya gelecek bir dizi problemler
146
listeleniyordu. Listelenen problemlerin dışında bu devletler için bir
ideolojiyi oluşturmak ve onu takip etme, dini yönünü belirleme, onunla
hayata devam etme ve ona göre anayasa tasarımı hazırlama gibi problemler
yer alıyordu. Altyapısız ekonomi, anayasasız yönetim, kadrosuz devlet
koltukları ve ayrıca kaynaksız, damarsız haldeki din problemi devletin
bünyesindeki yaralardan biriydi. Bağımsızlık kazanıldı, fakat geçmişi İslam
olan Kırgızlar için İslam diniyle bir anda tekrar tanışarak, kavrayarak tüm
hayat stillerini değiştirerek dini yöne sokma fırsatı olmamıştır ve hala
olmamış durumda. Kırgızistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ve onun
tanınmasıyla Kırgızistan ve benzeri siyasi gelişmelere sahip ülkeler İslam'a
yaklaşma konusunda bir adım olsa bile adım atmışlardır. Bağımsızlık
ardından siyasi gelişmeleri en yüksek hızda dini çalışmalar, gelişmeler ve
eğitimler takip etmiştir. Günümüzde de bu dini dinamikler süratli bir şekilde
dönmektedir. Ülkedeki kamuoyunda patlak veren fikirlerin sırasında İslam
dini ve anlayışının olması devlet siyasetinde de yüksek sahnelere
ulaşmaktadır. Ülkedeki bu siyasi değişimlere devlet, halk, komşu devletler
ve yurt dışından gelen vakıf ve sivil toplum kuruluşları aktif şekilde
katılmaktadır. Hatta günümüzde Kırgız toplumunun ve siyasetinin tecrübe
etmekte olduğu bu dini gelişmelere dünya siyasetinde “Orta Asya’daki
İslam Uyanışı” denmektedir. önceden dini tecrübesi olmayan, dini
görüşlerle bilgisi olmayan devlet böyle uyanışa her türlü tepkilerle karşı
koyarak tecrübe kazanmaktadır. Bu gibi devlet tepkilerinin ana nedeni ise
SSCB’den kalma beyinlerin yönetimde yer almaları, dine karşı ancak baskı,
sürgün ve hapis tavırları sergilemeleri olarak açıklanabilir. SSCB’den
sonraki Kırgız siyasetinin kadrolarının Sovyet kafalarından oluşturulması ve
bu kafaların dine karşı direnişleri dünya kamuoyuna SSCB’den kalma
refleks ve anlayış mirası olarak sunulabilir.
3. Kırgızistan’da İslam’ın Önemli Bir Faktör Haline Gelmesi.
Kırgızistan’da İslam'a kitlelerin yeniden canlı bir ilgi göstermesi ve aktif
şekilde İslam yandaşları haline gelmeleri SSCB’nin dağılmasıyla kazanılan
siyasi gelişme ve sosyal değişimdir. SSCB Perestroyka ve Soğuk savaş
dönemlerinde Orta Asya’daki dini kontrolünü tamamen yitirmiştir. ABD,
İngiltere ile silahlanma yarışına giren, bir taraftan da ekonomik sıkıntılar
altında ezilen SSCB sadece dini kontrolünü yitirmemiş, aynı zamanda da
yönetim boşluğuyla baş başa kalmıştır. Bu birliğin halini takip eden
Türkiye, BAE, İran, Pakistan gibi dini geçmişlere sahip olan ülkeler
Kırgızistan Müslümanları arasında dini duyguların ortaya çıkışında en etkili
147
rol oynamışlardır. Bu ülkelerde din eğitimini alan Kırgızistan vatandaşları
bu dini dirilişin ilk adımını atmışlardır. Ülke çapındaki resmi ve daha geniş
ölçekteki İslami diriliş ise, sadece birkaç yıl sonra, Sovyetler Birliği’nin
dağılması ve beş Orta Asya devletinin bağımsızlıklarına kavuşmasının
ardından gerçekleşti. Bağımsızlığı kazandıktan sonra bütün Orta Asya
devletleri gibi Kırgızistan da İslamiyet'e yönelen büyük bir ilgiye sahne
oldu. Yaklaşık seksen yıl boyunca dini etkinlik, hayat tarzlarının,
medeniyetin ve hareketlerin devletçe yasaklandığı ve sıkı biçimde kontrol
altında tutulduğu Kırgızistan’da, Kırgız toplumu İslami geçmişine yönelik
bir nostalji hissetmeye başladı. Sadece dini baskı değil, kimliğinin
söylenmesine bile pan-Türkizm suçu uygulanarak kitlesel katliamlara maruz
kalan Kırgız toplumu için bu bağımsızlık inanılmaz özgürlük nostaljisini
yaşatmıştır. Yitirilmiş bir geçmiş olarak gördükleri ve hakkında fazlaca
derin bilgiye sahip olmadıkları İslamiyet'in toplumdaki görünürlüğü bir
anda artmaya başladı. İslami hayatı özleyen, oruçların gizlice tutarak bu
günlere kavuşan Müslümanlar için yeni bir fetih olan bu İslami uyanış tüm
Orta Asya Türk Devletlerinin ortak sevinçlerine şahit oldu. Bir yandan
Sovyet döneminde yeraltında faaliyet gösteren kurs ve camiler açığa
çıkmaya başladı, SSCB din düşmanlığından yere gömülen kitaplar yeniden
İslam kütüphanesinin raflarında yer almaya başladı. Bir yandan da
SSCB’nin seksen yıllık kafesinde kösteklenen İslam bilginleri için Ortadoğu
ve Güney Asya’daki Müslüman ülkelerden uzatılan eller bir Müslüman
kardeşlik elleri gibi idi. Bu ülkelerden resmi ve gayrı resmi yollarla
Kırgızistan’a giren İslami hareketler, vakıflar Kırgızistan’da etken olarak
faaliyet göstermeye başladılar. Böylece, devlet uyguladığı ateizm nedeniyle
Kırgızlar toplumu arasında çok sınırlı olan dini eğitim ve bilgi birikimi bir
anda artmaya başladı.
Ayrıca, İslam öncesi Kırgızistan’daki insanların isimlerinin çoğunluğu
Avrupa ve diğer başka ülkelere ait olan isimlerle adnandırılıyordu. Hatta
namaz kılmaya başlayan bir sürü insanlar kendi isimlerinin İslam'a aykırı
olduğunu anlayınca değiştirdiler. Helal yiyeceklerden haberi olmayan
toplum helal ürünleri aramaya, talep etmeye başladı. En önemli gelişme
hayat düzeninde gerçekleşti, mesela, çocuğu sünnet ettirme ve nikah okutma
olan hayatımızın temel önemleri unutulmaya başlamıştı. İçkisiz düğünler
yapılmıyordu, İslam’ın yayılmasıyla içkisiz düğünler yapılmaya ve böylece
içkisiz yapılan düğünün güzel olduğuna inananların sayısı artış gösterdi.
Nüfusun artmasında en şaşırtıcı değişim yaşanmaktadır. Eskiden kürtajlar
çok yapılıyor, dolayısıyla nüfus artış oranı çok düşüktü. Şimdi
148
Müslümanların sayısı artmaya başladı. Bu değerlerimizi kazanmaya
başlayan toplum İslam’ı büyük coşkuyla yaşamaya başladı. Velhasıl sosyal
hayat düzene girmeye başladı.
Orta Doğu, Şam,Suudi Arabistan ve diğer İslam ülkelerinden Orta Asya’ya
akın eden dini hareketler, Pakistan, Hindistan ve Afganistan menşeli
gruplar, Türkiye’den gelen cemaatler Kırgızistan’daki sekteye uğramış olan
İslam faaliyetlerinin alt yapısını oluşturmaya çaba göstererek dini boşluğu
doldurmaya girişmişlerdir. Bu yeni çeşitlilik sadece İslami
propagandacıların farklı ülkelerden veya farklı milletlerden olduklarından
değil, aynı zamanda her bir kanalın farklı İslami kaynaklara, maddi
kaynaklara, bakış açılarına, yaklaşımlara, değerlere, amaçlara ve metotlara
sahip olmasından da doğmaktadır. Kimi gruplar politik bir varlığa kavuşup
siyasi ajandalarını uygulamaya çalışırken, kimi gruplar ise siyasetten uzak
durup eğitim ve İslam'ın kitlelere yeniden tanıtılması gibi propaganda
faaliyetlerine yoğunlaşmaktadırlar. İslami bir yönetim anlayışının
benimsenmesini hedefleyen bazı hareketler statükoyla şiddet yoluyla
mücadele edilmesini savunurken, aynı hedefe sahip başka gruplar ise şiddeti
bir araç olarak reddetmektedir. Bu ve buna benzer başka dini gruplar, hatta
dünyada terör faaliyetlerinde etkili gruplar ile de işbirliği yapan gruplar da
çalışmaktalar. Rusya, ABD, Türkiye, Çin ve İngiltere gibi terörizm
mücadelesinde bulunan devletlerin terör örgütü olarak tanıdığı örgütlerin
bulunduğu bu Orta Asya ve bul ülkede İslam’ın dinamikleri nasıl sonuç
göstereceği belli değilse bile İslam’ın bundan sonraki profiline gölge
olmaması ve sekteye uğramaması için planlı, derli toplu ortak çalışmaların
yapılması gündemdeki meseledir.
4. Kırgızistan’da İslami Hareketler, Özbekistan İslami Hareketi ve
Diğer Cemaatler, Gruplar.
Orta Asya ve Kırgızistan’da İslam’ın gelişmesini ve dünya kamuoyundan
teveccüh görmesini sağlayan unsurlardın biri de ülkede çok sayıda çeşitli
İslam grupların faaliyet göstermesidir. Bugün Kırgızistan’da açık ya da
gizli şekilde faaliyet gösteren grupların mevcut olmasına rağmen sadece
belli sayıdaki gruplar söz sahibi olarak halka hitap edebilmektedir. Genel
itibarıyla Orta Asya ve Kırgızistan’da faaliyette bulunan grupların çoğu Orta
Doğu ve Arap ülkelerinin etkisi altındadır. Yurt dışı maddi kaynaklarla
ekonomik durumlarını muhafaza eden gruplar Kırgızistan şartlarında önemli
pozisyonda yer almaktalar. Bazı grupların El-Kaide ve Taliban gibi terör
149
örgütleri ile doğrudan ya da organik bağlantıları vardır. Günümüzde
Kırgızistan'da otuzdan fazla resmi ve gizli faaliyet gösteren din ve terör
gruplarının olduğu tespit edilmiştir. Onların bazlarını da şöyle
sıralayabiliriz:
1. Hizbu’t-Tahrir-i İslami (İslami Özgürleşme/Kurtuluş Partisi
2. Hizb un-Nusrat.
3. Özbekistan İslam Hareketi (ÖİH)
4. Orta Asya İslam Hareketi (OAİH)
5. Tabligh Cemaat (TC)
6. Ceyşullah
7. Taliban Hareketi
8. Cihat Hareketi (“İslam Cihad İttifaki”)
9. Nursiler Cemaati
10. Orta Asya Maccahed Cemaati
11. Laşkare Tayiba
12. Esbat-el-Ensar Cemaati
Bu dini grupların Kırgızistan sınırlarında faaliyet göstermeleri Kırgızistan
mahkemesi tarafından yasaklanmıştır. Aralarından sadece Nursiler Cemaati
baskısız faaliyetlerde bulunmaktalar.
Bu gruplardan arasında üzerinde anlatılması gereken grup olarak Özbekistan
İslam Hareketi birinci sıralarda gelmektedir. Orta Asya’daki ve Kırgızistan
sınırlarında istikrarsızlığın ana nedeni olarak karşımıza çıkan Özbekistan
İslam Hareketi bölgedeki sorunlu harekettir ve 2001 senelerde ABD
tarafından terör örgütü olarak tanınmıştır. İslam adını örtünen bu örgüt
kurulalı Müslümanların göz yaşlarının akmasının temel sebebi olmaktadır.
Devlet stratejisine sürekli saldırarak bölge halkını tedirgin etmektedir.
İslam'a gölge düşürerek devlet ile vatandaşı karşı karşıya koymaktadır,
akabinde de masum Müslümanlar baskı altında ezilmekteler.
150
Özbekistan İslami Hareketi
Dünya istatistiklerine göre Orta Asya’da bağımsızlığı kazanan devletlerin
arasında en fakir, gelişmemiş, dış borcunun kabarık meblağı gösteren ülkesi
olarak Kırgızistan gelmektedir. Ülkedeki istikrarsızlık, sosyal hayattaki
zengin fakir ayrımcılığının en üst sınırlarına gelen ülkede rüşvet sağlamca
damarlamıştır. İç düzenini sağlamayan ülkeye diplomatik ilişkide bulunan
başka ülkelerden maddi yardımlar gösterilmektedir. Şuanda ülke sağlık,
eğitim ve dini inanç gibi bir devletin gelişmesindeki önemli etkenleri
kontrol edemeyecek kadar aciz durumdadır. Özellikle halka sağlık ve eğitim
konusunda hizmet gösterememektedir. Sigorta ve benzeri devlet
desteğinden maruz kalan vatandaşlar çetin günlerin telafi etmek için yurt
dışından gelen vakıflara, sivil toplum örgütlerine sığınarak hayatla mücadele
etmektedir. Tabii ki bu durumu araç olarak değerlendiren çıkar amaçlı bazı
dini ve sivil toplum kuruluşları yoğun şekilde faaliyette bulunmaktalar. Bu
gibi mevcut durum gidişatların uzun zamandır takip ederek ülkede kendi
amacına ulaşmayı planlayan örgütlerin arasında Orta Asya ve Kırgızistan
için en tehlikeli grup olan Özbekistan İslam Hareket ilk sırada yer
almaktadır. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla karışık dönemde mevcudiyet
kazanan Özbekistan İslam Hareketi toplumsal düzeni sağlamayı kendine
görev edinerek toplumda yerini bulmuştur. Temel yapılarının dayandığı
Adalet (Adalet) partisi Orta Asya’daki erken İslami hareketleri oluşturur. Bu
parti Özbekistan’da kurulmuştur. Belirli bir gündeme sahip olmayan, sadece
ahlaki değerlerin aşınmasına tepki gösteren, çoğunluğu eğitimsiz, işsiz ve
düşük sosyo-ekonomik kesimlerden gelen gençlerle kendi insani
kaynaklarını oluşturan bu gruplar “suçlu” gördükleri kişileri şiddetle olsa
cezalandırmayı prensip edinmekteydiler. Bazı kaynaklarda da kendi
ekiplerinin arasında aylık 200 ABD doları karşılığında hizmet gösteren,
faaliyette bulunan mensuplarının olduğu geçmekte. Çalışmalarında stratejik
planlamaları yapmakta zayıf olan, hedefini belirlemekte siyasi öngörüşlere
sahip olmayan bu gurup zaman geçmesiyle kendi tüzüğünden çekinerek
bulunduğu bölgelerde çete ve şebekeciliğe başvurmuştur. Orta Asya’da
hegemonya göstermeye çaba gösteren Özbekistan İslami Hareketi1990
yılında Özbekistan’ın Fergana Vadisi’nde bulunan Namangan kentinde
kurulmuştur.
151
Şekil 1. Fergana Vadisi
Ancak, kurulmasının ilk yıllarından itibaren yasadışı ilan edilen ÖİH,
sınırlarından kolayca geçilebilen Orta Asya Cumhuriyetlerinde varlık
göstermeye başlamıştır. Adalet İslami Grubundan sonra kurulan ÖİH’nin
kuruluşunda iki önemli isim rol oynamıştır: Cuma Namangani ve Tahir
Yoldasev. Cuma Namangani Afganistan’da Sovyet ordusunda savaşmış eski
bir askerdir. Askeri eğitimi yukarı seviyede olması, gerilla taktiklerini iyi
bilmesi ona örgüt içinde yüksek makam ve otorite hazırlamıştır. Tahir
Yoldasev ise bölgedeki dinsel faaliyetlerde öne çıkmış bir isimdir.
Gençliginde dini ilimler ile meşgul olmakla beraber siyaset işini iyi
öğrenmiştir. Örgütün iç ve dış siyasetini yöneten, diplomatik görüşmelerini
yapan aynı zamanda da örgütün lideri idi. El-Kaide ve Taliban ile işbirliği
anlaşmalarında potansiyel sahibi olan bu lider Orta Asya ile Afganistan
arasında önemli anlaşmayı başarıyla kurmuştur. Afganistan’daki
anlaşmadan sonra etkinliğin artıran bu hareket 1999 ve 2000 yıllarında ise
ÖİH, Kırgızistan ve Özbekistan’da büyük çaplı baskınlar düzenleyerek
bölgedeki mevcut rejimlerin istikrarlarını bozma yönünde faaliyetlerde
bulunmuştur. Orta Asya’daki önemli projelerinin biri de Özbekistan
Cumhurbaşkanını,
Tacikistan
Cumhurbaşkanını
ve
Kırgızistan
Cumhurbaşkanını devirerek yönetime Afganistan ve Pakistan’daki karar
alıcıların seçimleriyle kendi adamlarını geçirmekti.
ÖİH kendi amacların gerçekleştirmeyi Afganistan ile anlaşmayı yaptıktan
sonra başlamışlardır. Anlaşma sonucunda örgütün eksiklerinin giderilmesi,
talep edilen teçhizatların tamamlanması ÖİH’ni yeterli derecede
güçlendirmişti. Bunun ardından ilk harekatı olarak Vergana Vadisini
alacaklardı ve Özbekistan’da planladıkları devrimi yapacaklardı. Bu amacda
16 Şubat 1999 yılında ÖİH mensupları Taşkent’te operasyon düzenlediler.
Bu operasyonda amaçlarına ulaşamadılar, fakat ülkede kaos yarata bildiler.
152
Operasyonda 6 araba bombalandı, 13 adam öldü ve128 adam da yaralandı.
Bu saldırı sonuçları Nisan 2003 yılında sonuçlara ulaşmıştır. Bu olaya
dehşetle cezada bulunan İslam Kerimov’o yerli halk tepki göstermişler ve
protestolar yapmış. Dolaysıyla bu protestoya devlet gücünü göstererek, tüm
ptotesto edenlere İslam Kerimov devletçe katliama girişmiştir. Bu
katliamdan kaçan Özbekstan vatandaşları Kırgızistan’a sığınmışlardır. Belli
bir süre sonra Askar Akaev bu mültecileri kendi vatanlarına iade etmiştir.
ÖİH’yi bölgede faaliyet gösteren birçok İslami hareketten örneğin en az
ÖİH kadar önemli olan HT’den ayıran özelliği, seküler bölge devletlerini
silahlı mücadele yöntemiyle, şiddet kullanarak yıkmaya çalışmasıdır.
Özbekistan’daki başarısız operasyonlardan sonra ÖİH yönünü Kırgızistan’a
çevirmiştir. Özbekistan’daki alarm daha sakinleşmeden, sıradaki saldırıyı
1999 yılında Kırgızistan’nın güney sınırlarında yer alan Batken bölgesine
düzenlemişlerdir. Kırgızistan’a düzenlenen saldırı daha başarılı oldu. Çünkü
ilk operasyonlar ÖİH’nin gerillalarının bir Kırgız Komutanını, dört Japon
jeologunu, dört ABD dağcısını ve bir de sonradan kaçarak kurtulan bir
yabancı birilerini kaçırmalarıyla başlamıştı. Bu saldırılar neticesinde Kırgız
Cumhuriyeti 55 şehit vermiş, 200 den fazla asker de yaralanmış, saldıran
taraftan da 96 teröristin öldürüldüğü saptanmıştır, bir kaç terörist de
tutuklanmıştır. Ancak, bu saldırının arkasında Taliban ve El-Kaide gibi
dünya çapında terör faaliyetlerinde bulunan gruplar vardı. ÖİH’nin
kurulmasının ilk tarihinden itibaren bu gruplarla temasa geçmişler ve ilk
senelerde de finansal desteği sağlayacakları konusunda kesin kararlar
alınmıştır. Dolayısıyla ÖİH’i Taliban ve El-Kaide’nin bir uzantısı olarak da
nitelendirilmiştir. Bu saldırılar konusundaki açıklamalarda Kırgız
Cumhuriyeti bunun saadece bir terör saldırısı olduğunu açıklamıştır.
Saldırıları kimin, ne amaçla düzenlediği konusundaysa tam bir açıklama
yapılmamıştır. Medyada ve gazetelerde saldırının Tacikistan sınırlarındaki
dini grupların saldırısı olarak yayımlanmaya başlatılmıştır. Bu saldırı Kırgız
Cumhuriyeti tarihine Batken Olayı olarak kaydedilmiştir. Fakat, bu saldırı
devlet tarafından çok ciddi olarak incelenmemiştir, devlet bu olayı en ucuz
saldırı olarak algıladığı için kolayca göz ardı edilmiştir. 2002 yılında
Bişkek’te 19 Çin vatandaşının ölümüne sebep olan bomba patlaması
gerçekleştirilmiş ve bu işe sanık olarak, ÖİH mensubu olarak iki tane
şüpheli de yakalanmıştır. 2003 yılında Oş şehirindeki gas istasyonunda
patlama gerçekleşmiştir, patlama sonucunda da bir adam ölmüştür. Aralık
2002 de Bişkek’teki ABD Büyük Elçiliğine saldırı düzenlenmiştir. Fakat bu
sefer özel ekip imdada yetişmiştir. Devlet tarafından terörizme karşı
153
yapılması gereken çalışmalar derli toplu sürdürülmemiş. Dolayısıyla 2000
yılında devletin gözünden ucuz kurtulan bu teröristik saldırı 10 Haziran
2010 yılında Oş bölgesinde tekrar patlak vermiştir. Bu sefer ÖİH’i KırgızÖzbek milli gerginliklerini amaçladığı iç savaş için fırsat bilip, en uygun
araç olarak kullanmıştır. Buna ilâveten, Kırgızistan’daki hükümet devrimi
Oş olaylarının çıkmasına zemin hazırlamıştır. Oş olayı Oş şehrindeki
merkezi camilerin birinde sabah saat 02:30 civarında Ezan okunarak
Kırgızlara cihat ilan edilmesiyle başlamıştır. Sonuçta dini değerlerden
uzaklaşan iki millet bir birine girmiş, resmi verilere göre her iki taraftan
toplam 1300 civarı can kayıbı kaydedilmiş, 250 civari adamın da kayıp
olduğu açıklanmıştır. Bu olaydan üstünkörü etkilenen Kırgız-Özbek
müslümanları bügüne dek birbirine sıcak bakamıyorlar, hatta şüphe,
istikrarsızlık, korku içerisinde yaşıyorlar. Her iki tarafın Müslüman
kardeşlik tarafı itilmiş durumda. Bu durumda bu problemin çözümü ancak
Müslüman gençlerinin ellerinde yoğrulacak ümmet bilinciyle, İslam’ın
hakkıyla yaşanacağı yarınlarda kalıyor.
Bir dini gurubun bu kadar saldırıları, bomba patlamaları nasıl
gerçekleştiriyorlar, nasıl cesaret ediyorlar, yada Orta Asya devletleri bu
kadar mı aciz duruma düştüler diyen düşüncelere kendimizi zaman zaman
sevk ediyoruz. Hatta, 2000 senelerde Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan
ülkelerinde ÖİH’nin lideri Tahir Yuldaşev’in video kayıtları bu ülkelerdeki
gazetecilerin internet adreslerine tehdit etmek amacıyla gönderilmiştir.
Başka bir demeçlerinde ABD’deki saldırının 5.yıldönümünü hatırlatarak
Tahir Yuldaşev Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan Cumhurbaşkanlarının
İslama karşı yaptıkları siyasetleri yüzünden öldürüleceklerini de söylemiştir.
Bu demeçler Özbek dilinde yayımlanmıştır. Fakat işin ilginç tarafı 24 Aralık
2012 de Moskova’da düzenlenen “AVRASYA: Yeni tehditler ve çağırıları”
adlı uluslararası konferansta demeç alan araştırmacılar ve istihbarat
mensupları “Orta Asya ABD, Rusya ve Çin gibi devletler için jeo-stratejik
çıkarların merkezi olarak devam edecektir”. diye konuşmalarıdır. Ardından
da bazı istihbaratçılar ve uzmanlar “ABD Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam
Kerimov’un laik rejimini kontrol etmek amacıyla Özbekistan İslam
Hareketini gizlice finanse etmektedir”. diye açıkladılar.
Öyle ise ya değilse de ÖİH’nin finanse edilmesi, ekonomik kaynakları
konusunda bazı bigiler açıklanmaktadır. İlk etaplarda ÖİH’i maddi desteği
Afganistan’daki Özbek iş adamlarından almıştır. Sonra bunun gibi
destekleri Türkiye’deki Özbek iş adamları vermeye başlamışlardır.
154
Afganistan, El-Kaide ve Taliban maddi destek verme konusunda ÖİH’ni
mağdur bırakmamışlardır.
Orta Asya’daki etkinliklerinin artması için fazla maddi desteğe ihtiyaç
duyan örgüt Ortadoğu ve Güney Asya’daki radikal İslami gruplarla ve
çeşitli gizli servislerle dirsek temasına geçen ÖİH’nin çok önemli bir para
kaynağının da uyuşturucu kaçakçılığı olduğu iddia edilmektedir. Dünya
afyon ticaretindeki afyon hacminin yüzde 92’sini gerçekleştiren Afganistan
ile Rusya Federasyonu ve Doğu Avrupa arasındaki uyuşturucu trafiğinin
önemli bir rotasını oluşturan Orta Asya, ÖİH için ciddi bir kazanç kapısı
oluşturmaktadır. 2000’li yıllarda Orta Asya ve Rusya’da uyuşturucu
kullanımının hızla arttığını not eden araştırmacılar, bu artıştan Orta
Asya’nın Afganistan’dan gelen uyuşturucu trafiğinde oynadığı transit rolü
sorumlu tutmaktadır. Uyuşturucu trafiğin control etmede sınırlaş devletlerin
zayıf olması, devlet görevlilerinin bu işi durdurmak için devletten destek
görmemeleri uyuşturucu şebekelerinin rahat iş yapmalarına yardımcı
olmaktadır. Bu durum, ÖİH gibi örgütleri faaliyetlerini uyuşturucu
kaçakçılığı yoluyla finanse etmeleri için adeta teşvik etmektedir. Orta
Asya’daki uyuşturucu kaçakçılığı incelendiğinde, bunun yerel, bölgesel ve
uluslararası yansımaları olduğu görülecektir.
Dolaysıyla, Kırgızistan’daki uyuşturucu kaçakçılığının %70’inin ÖİH
tarafından kontrol edilmesi, üzerinde durulması gereken bir durumdur.
Uyuşturucu trafiğinin bölgesel etkileri incelendiğinde, uyuşturucu
rotalarının Fergana Vadisi’nden geçmesinin bölge ülkeleri arasındaki
ilişkileri de olumsuz etkilediği görülecektir.
155
Şekil 2. Afganistan Uyuşturucu Güzergâhlar
Uyuşturucu madde kaçakçılığında, kaçakçılar kendileri için en güvenli
kabul ettikleri güzergâh ve kaçakçılık yöntemini kullanmaktadırlar. Bu
güzergahların orta Asya üzerinden geçmeleri bu bölgedeki sınırlaş
devletlerin arasındaki siyasi direnişlere de sebep olmaktadır. Bu hatlarda iş
yapan şebekelerin öz ara çatışmaları Özbek, Kırgız ve Tacik etniklerin
arasında büyük çatışmalara neden olmuştur. Bu uyuşturucu ticaret hızının
düşmesi, bu hatlara ÖİH’nin sahiplik etmesi ABD’nin Afganistan'ı işgal
etmesiyle yok olacak derecede zayflamıştır ve NATO operasyonlarının
sonucu olarak, etkinliklerini yitirmiştir. Ayrıca ABD’nin Afganistan’ı işgal
ederek tüm bu uyuşturucu satışlarına ve sevkiyat hatlarına el koyması
ÖİH’in ekonomik kaynaklarının zayıflamasına neden olmuştur. Ekonomik
durumundaki sıkıntılar ÖİH’nın bölgedeki faaliyetlerinin aksamasına neden
olmuş ve zayıflamıştır.
5. Kırgız Yönetiminin İslama olan Tavrı, Sabotajlar, Kısıtlamalar ve
Medya Suçlamaları
Kırgızistan’da İslamiyete yönelik ilginin bağımsızlığın kazanılmasının
ardından arttığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bölge ülkelerindeki camilerin
sayısının bağımsızlık sonrası hızla artış göstermesi, baş örtülü kadınların
sayılarının artması buna kanıt olarak gösterilebilir. Örneğin, Kırgızistan
genelinde 1991 yılında 39 olan cami sayısı 2001 yılında 2000’i bulmuştu.
Ancak, cami sayısı kadar, bu camilerin hangi kurumun ya da grubun etkisi
altında bulunduğu da artan dindarlığın ve din anlayışında yaşanan değişimin
bir göstergesidir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, Kırgızistan’da 2001
yılında faaliyet gösteren 2000 camiden ancak 930’i resmen kayıtlıydı.
Bugün Kırgızistan’da bulunan camilerin ne kadarının Kırgızistan
Müftülüğü’ne, ne kadarının devletçe varlığına izin verilen Müslüman
gruplara, ne kadarının ise devletçe yasaklanmış gruplara bağlı olduğunu
kestirmek kolay değildir.
Kırgız resmi makamlarının ülkedeki İslami hareketlere yaklaşımı
genelde komşu Orta Asya devletlerine göre daha hoşgörülüdür. Bu yüzden
Doğu Türkistan’da ikamet eden Müslüman Uygurların Kırgızistan’a
taşınmaya, Kırgızistan vatandaşı olmaya çaba göstermeleri her sene
artmaktadır. Hatta, 2011 yılında karşılaştığım 84 yaşındaki
Uygur
Aksakal'ın (yaşlı amca) “Oğlum Kırgızistan’daki İslam'a sahip çıkın. Ben
156
tüm dünyayı gezdim, ama İslam’ın Kırgızistan’daki gibi artış hızını hiç bir
yerde göremedim. Allah’ın izniyle hep böyle giderse Kırgızistan İslam’ın
merkezi olacak, ben o devri göremeyeceğim ama siz göreceksiniz”. demesi
de şimdiki durumu açıklıyor. Kazakistan’dan sırf İslam’ı yaşamak için gelip
uzak vadeli kalarak, Kırgızistan vatandaşlığın almaya başlayanların sayısı
da artmaktadır.
Fakat Özbekistan’ın bu konuda çok katı olduğu, resmi dini görüşlerin
dışında hiçbir dini fikre hayat şansı tanımadığı, bu düşünceleri
“Vahhabilik”, “İslami kökten dincilik”, “yıkıcı dış
etki”, “terörizm” gibi yaftalarla etiketlediği bilinmektedir. Herhangi bir
kanıta dayanmadan, sadece devletçe izin verilenlerin dışındaki dini
görüşlere sahip olan insanlar kolaylıkla hapse atılmakta, işkenceye tabi
tutulmaktadır. Başı örtülü kadınlar, hiçbir kanıta dayanmaksızın, kökten
dinci oldukları iddiası ile hapse atılabilmektedir.
Böylelikle Kerimov terörle mücadele söylemine sığınarak Batı dünyasından
maddi destek sağlamakta ve baskıcı rejimini devam ettirme imkanına
kavuşmaktadır. Ayrıca Kerimov, İslami hareketlere Özbekistan’a göre daha
toleranslı olan Kırgızistan gibi ülkeleri terörizme karşı yumuşak
davranmakla itham etmektedir. Böylece Kırgızistan’da yaşanan dini
hoşgörü ortamı Batı medyasında İslami terörizmin yayılma alanı olarak
lanse edilmekte ve narin Kırgız demokrasisi büyük yara almaktadır. Bu
durum karşısında Batı devletlerinden, BM ve NATO gibi kurumların
fırçalarını yememe ve hatta o devletlerden maddi imkan sağlama amacıyla
Kırgızistan’da da İslama karşı baskılar uygulanmaktadır. Misal olarak,
devlet dairelerinde baş örtülü kadınların çalışamaması, bazı
üniversitelerdeki
baş
örtüsü
yasaklamaları,
Kırgızistan
İslam
Üniversitesinden mezun olanların devlet dairelerinde çalışma haklarının
olmaması, ilk okul, orta okul, liselerde başörtüsü yasakları gibi meseleleri
ortaya koyabiliriz. Hatta İç İşleri bakanlığı yahut Milli İstihbarat mensupları
tarafından İslam adına sabotajlar yapılarak medyada gündeme
getirilmektedir. Bunun için Çüy bölgesindeki Araşan köyünde teröre karşı
düzenlenen operasyonu örnek verebiliriz. Eğer kırgızistan’daki haberleri
dikatlı takip edecek olursak, bir ayda en az iki kere İslam adına yönelik terör
saldırısı yahut terör mensuplarının yakalnaması yayımlanmaktadır.
Yayımlanan haberler genellikle videosuz yahut yanlış isimlerin verilmesiyle
medyada İslama karşı terör yaftalamaları yapılmaktadır. 2009 yılın Temmuz
ayındaki Calalabat şehrindeki sabotaj bu için açık delil olmaktadır. Ayrıca
Batı, ABD veya İsrail ülkelerinin desteği altındaki vakıfların Kırıgızistan’da
157
çoğalmaları devleti bile kandırabiliyor veya devlet organlarına para vererek
kendi misyonlarını yerine getirebiliyor. Fakat, esefle belirtmemiz gereken
asıl nokta, ABD ve AB tarfından faaliyette bulunan hayır vakıfları adını
örtünen kurullar devlet yetimhanelerinde bulunan Müslüman çocukları
organ doneri yapmakta veya hristiyanlaştırma amacıyla ABD’ye, AB’ye
götürmekteler. Buna devlet kayıtsız kalmaktadır. Bunların yanı sıra,
Kırgızistan’ın ve diğer Orta Asya Cumhuriyetleri’nin de İslam konusundaki
tutumunun sorunlu olması ve uluslararası siyasette bir araç hale gelmesi de
söylenmelidir. Orta Asya devletlerinin İslami hareketlere kuşkulu ve sorunlu
yaklaşımını kısmen açıklayabilecek ortak faktörler bulunmaktadır. Bu
faktörler kısaca şöyle sıralanabilir:
1. Orta Asya’nın ortak Sovyet geçmişi,
2. Orta Asya ülkelerinde demokratik kurumların zayıflığı,
3. Orta Asya’da siyasi sınırların belirlenmesinde etnik sınırların göz
ardı edilmiş olması,
4. Devlete bağlı olan din komisyonlarının dini bilgilerinin yetersiz
olması,
5. İç İşleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat mensuplarının dini açıda
eğitimsiz olmaları ve son olarak,
6. Orta Asya Cumhuriyetlerinde çok sayıda yabancı menşeli dini grup
ve kuruluşun kontrol-dışı faaliyet göstermesi.
7. Terörizme karşı devlet çalışmaları ve Uluslararası Anlaşmalar.
Radikal İslami hareketler bölge ülkeleri için önemli bir tehdit olarak
görüldüğünden, Orta Asya ülkelerinin yöneticileri İslami radikalizmin
yayılmasını önlemek için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu maksatla;
•
Ülkelerinin din idaresi kurumunu kurup etkin hale getirerek dini
gelişmeleri kontrol altına almaya,
•
Yasal altyapı ile ilgili eksikleri gidermeye,
•
Radikal dinî gruplara karşı mücadele politikası geliştirilerek
uygulamaya,
•
Radikal dinî grupları asimile etmeye çalışmışlar ve çalışmaya da
devam etmektedirler
• ŞangayBirliği’ndeki devletlerin terörizme karşı mücadele
anlaşmaları imzalanmıştır.
Fakat, Kırgızistan’da ise hükumet dini ve dini okul, idarelerini devlete
yabancı müessese olarak kabul etmektedir. Dini konularda gerekli yasal
158
düzenlemeler yapılmadığından devlet iradesi adına gücü elinde tutan
kişilerin şahsi tutum ve davranışları altında Müslüman halk ezilmektedir.
Yapılan haksızlıklara karşı hukuksal mücadele verilememektedir çünkü din
ve inanç özgürlüğü anayasal düzenlemelerde gerekli olduğu ölçüde koruma
altına alınmamıştır.
Kırgızistan kendi başına iç ve dış güvenliğini sağlayamamaktadır, bu
nedenle Rusya ile ortak çıkarlar üzerinde işbirliği yapmak zorunda
kalmıştır. Bu bağlamda, Kırgızistan’ın Rusya ile olan ilişkisi, sadece
stratejik ortaklık kavramı ile açıklanamaz. Hatırlanacağı üzere, 1991
sonrasında, 1999’a kadar Rusya bölgede aktif olamamıştır. Ancak
Kırgızistan’ın 1999–2000’lerden itibaren Afganistan’dan gelen radikal
gruplar karşısında ciddi zayiatlar vermesi, Kırgızistan’ı, Rusya’dan yardım
talep etmek zorunda bırakmıştır.
Bu radikal grupların Fergana Vadisi’nde şeriat devleti ilanı yönündeki
girişimlerinden sonra, Rusya, bölge ülkelerinin ve özellikle de
Kırgızistan’ın talepleri istikametinde bölgede ağırlığını koymaya
başlamıştır. 1999 ve 2000 yıllarındaki bölgedeki gelişmeler incelendiğinde,
Kırgızistan sınırlarını ihlal eden bazı radikal grupların bölgede neden olduğu
kriz sonrasında Kırgızistan’ın, topraklarına giren radikal gruplara karşı
Rusya’dan başka, bölge ülkeleri ve Çin’den de yardım aldığı görülecektir.
Bu kapsamda, Ağustos 2000’de Kazak, Kırgız ve Özbek liderler,
uluslararası terörizme karşı mücadelede işbirliği kararı almışlardır. Yaşanan
gelişmeler sonrasında, 14 Kasım 2005'de Rusya; Özbekistan ile müttefiklik
anlaşması imzalanmış, 21 Kasım 2005 tarihinde ise Amerikan varlığı
Özbekistan'dan ayrılmıştır. Bu iki önemli olay ABD-Özbekistan stratejik iş
birliğini sonlandırmış ve Özbekistan'ı Rusya-Çin eksenine yaklaştırmıştır
Taşkent ile Moskova arasında 14 Kasım 2005 tarihinde savunma anlaşması
imzalanmıştır.
Özbekistan'ın Bağımsız Devletler Topluluğu güvenlik sisteminden 1994
yılında ayrılması üzerine, Orta Asya'daki radikal İslâmî unsurların varlığının
ciddî bir tehdit oluşturduğu tezini Özbekistan'a karşı işleyen Rusya,
Fergana'da ortaya çıkan istikrarsızlık üzerine Rusya merkezli bir güvenlik
kuşağı oluşturulması fikrini ortaya atmıştır. Fergana Vadisinde radikal
İslami unsurlar nedeniyle ortaya çıkan problemlerden sonra Rusya,
Badakşan bölgesinde konuşlandırdığı birliklerini Özbekistan'ın Fergana
sınırına kaydırmış ve Özbekistan'ın Bağımsız Devletler Topluluğuna geri
dönmesini sağlamaya çalışmıştır.
159
Yukarıdaki çalışmalara baktığımızda Kırgızistan hükumetinin anlaşmaları
hep terörizmden, dini köktencilikten şikayet ederek anlaşmalar yapılmış. Ne
yazık ki bazı yerlerde “İslam terörizmi”nden bahsedilerek anlaşmalar yapma
zorunluğunda kalmıştır. Ama hiç bir yerde Orta Asya’daki İslam’ı
desteklemek, onu dış yıkıcı ve bozucu faktörlörün etkilerinden korumak ve
asıl Barış Dini İslam’ın yayılmasını, yaşanmasını sağlamak amacında
anlaşmalar yapılmamıştır. Bu yapmadıkları yüzünden devletin başına bir
sürü siyasi problemler yığınlaşmaktadır.
İslam Dünyasından Çözüm için Beklentiler.
Kırgızistan sınırlarındaki ekonomik, sosyal, eğitim, finansal problemleri
sayarsak ülkenin zar-zor ayakta durduğunun farkına varırız. Çünkü ülkede
yaşanan iki devrim, 2010 yılındaki Oş olayı ve son zamanlarda gündemde
çok tartışma yaratmaya başlayan dini unsurlar altyapısı zayıf devleti zor
duruma düşürmüştür. Sıraladığımız problemlerden üzerinde durmamız
gereken en önemli nokta din noktasıdır. Kırgızistan’daki dini
karmaşıklıkların önlenmesi için halkın İslami konularda ve genel olarak dini
konularda eğitilmesi şarttır. Bu analize dayanarak İslam Dünyasından
beklenilen çözümler aşağıda sıralanmaktadır:
•
•
•
•
•
•
•
•
160
Halkı Eğitme Projelerinin hazırlanması ve uygulanması aynı zamanda
Müslümanların mesleki konularda eğitilmesine yönelik proje ve
çalışmalar(mesleksiz insan aç insandır, aç insan mağdur insandır,
mağdur insan mahkum insandır, mahkum insan köle insandır);
Özellikle gençler için İslami ortamların oluşturulması ve kreş, ilk okul,
orta okul, lise ve üniversite öğrencilerinin İslami değerlerle
gelişmelerinin sağlanması;
Kırgızistan’daki devlet yetimhanelerinde yetiştirilenen Müslüman
yetim çocuklara yönelik projelerin uygulanması ve İslam eğitimiyle
büyümelerini sağlamak;
Müslüman kadınlar için proje çalışmalarının hazırlanması;
Müslümanların sağlıkları için proje çalışmalarının yapılması;
Müslüman çocukları için özel islami yurtların yapılması;
Geleceğe İslam’ı dünya menfaatlerine değiştirmeyen, satmayan nesil
yetiştirilmelidir;
İslam Dünyası kırmayan, bozmayan, bir birine silah çekmeyen, biri
birinin ardından vurmayan gençleri, nesilleri yetiştirmelidir;
•
Doğu ile Batı’nın ortasındaki Kırgızistan İslam Dünyası’ndan asla uzak
kalmamalıdır, unutulmamalıdır; çünkü orada Müslüman kardeşlere
ihtiyacı olan Müslüman kardeşleriniz vardır.
Bu sıraladığımız çözümlerin hepsi Kırgızistan Müslümanları için en önemli
çözüm etkenlerinden olmakla beraber yapacağımız çalışmalar gelecek için
en büyük yatırımdır. Bu ülkenin geleceği ve aydınlık yarınları ancak bir
Müslüman kavminin elindedir. Kırgızistan’nın Müminlere, kaliteli
Müslümanlara ihtiyacı vardır...
Bu çözümlerin ana anahtarı olarak belirtmemiz gereken tartışılmaz gerçek
vardır, o da Müslümanların bir olmasıdır, beraber olmasıdır, birlik,
beraberlik ve kardeşliklerinde asla şüphenin olmamasıdır. Şuandaki
problemin de çözümü bunlardan kaynaklanmaktadır. Eğer bebeklerimizin
yetim kalmasını, analarımızın ağlamasını, bacılarımızın ırzlarının
bozulmasını istemiyorsak her yerde Adaleti kurmalıyız, bu da bizim
birliğimizden ibaret olmaktadır.
Kaynakçalar:
1. Anthony C. Bowyer ,International Foundation for Election
Systems, Islamic Movements and Democracy in Central
Asia,Integration or Isolation?,2010
2. İzzet Ahmet BOZBEY, Quo Vadis Kirgizistan?: Sovyet Sonrasi
Kirgizistan’da İslami Hareketler, Cilt:6, Sayı: 11, ss. 18-50, 2011
3. General А.Меdetbekov, Ugrozı terrorizma i religiyoznogo
ekstremizma v SAR, 26.01.2011
4. İslam KERİMOV, Özbekistan, 2005
5. Ramil Latpınov, İnformassionno analiticheskiy federalnıy portal,
25.12.2012
6. Kırgızstan Respublikası, KGB, SNB raportı, 2009
7. Thomas M. Sanderson, Daniel Kimmage,David A. Gordon, From
the Ferghana Valley to South Waziristan, March 2010
8. Zeyno Baran, S. Frederick Starr, Svante E. Cornell, Islamic
Radicalism in Central Asia and the Caucasus,Implications for the
EU, SILK ROAD PAPER, July 2006
9. Dr. Lopamudra Bandyopadhyay, Islamic Revivalism In Central
Asia And The Islamic
10. Movement Of Uzbekistan, 2010
161
11. Simone de Bruijn, The Ferghana Valley, A Ticking Bomb?,
November 2011
12. Richard Weitz, Storm Clouds over Central Asia, Revival of the
Islamic Movement of Uzbekistan ?,The Institute for Foreign Policy
Analysis Washington, DC, USA, Studies in Conflict & Terrorism,
27:505–530, 2004
13. Dr. Ehsan Ahrari, Countering The Ideological Support For HT And
The IMU, The Case Of The Ferghana Valley, 2010
14. Olga Oliker, David A. Shlapak, U.S. Interests in Central Asia,
Policy Priorities and Military Roles, UA832.2.O4265 2005
15. PEW Forum on Religion & Public Life, “Mapping The Global
Muslim
Population”,
http://pewforum.org/uploadedfiles/Topics/Demographics/Muslimpo
pulation.pdf).
16. Wikipedia, (http://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_Kyrgyzstan).
17. CIA
Fact
Book,
Kyrgyzstan,
(https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/kg.html).
18. http://www.interfax-religion.com/?act=news&div=6471,
Pepraha.News, (http://www.fergananews.com/article.php?id=6066).
19. Vycheslav M. Khamisov,Problems Associated with Radicalism of
Islamic Organizations in Kyrgyzstan, 2005
20. Zh. Zhorobekov, Regionalnaya politika Kyrgyzstana v tranzitnyi
period (Kyrgyzstan Religious Politics in Transition) (Bishkek,
2000).
21. Spravochnik po religioznym fondam, uchebnym zavedeniyam,
proshedshim uchetnuyu registratsiyu
22. (Reference Book on Registered Religious Funds and Educational
Establishments) (Bishkek, 2001).
23. Christian Bleuer,Instability in Tajikistan? The Islamic Movement of
Uzbekistan and the Afghanistan Factor, 2012
162
KAZAKISTAN MÜSLÜMANLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERiLERi
DOŞ.DR. ZHALGAS SANDYBAYEV9
KAZAKİSTAN - IKHLAS FOUNDATION
1. Ülkenin Genel Görünümü
Kazakistan, Orta Asya ve Doğu Avrupa’daki bağımsız devlet. 2.727.300
km2 yüz ölçümü ile (Batı Avrupa'nın yüz ölçümü kadar) dünyanın en büyük
dokuzuncu ülkesidir. Müslüman ülkelerin ve Türk devletlerinin yüz ölçümü
bakımından en büyüğü, doğal kaynaklar bakımından da en zenginidir
Cumhurbaşkanı Nursultan NAZARBAYEV
Serik AHMETOV
Başbakanı
16.741.00010
Nüfusu
2.727.300 km²
Yüzölçümü
Kazakça – Rusça
Resmî Dili
Kazakistan'da yaşayan halkın (%60)'ı İslam, (%30)'u
Dini
Hıristiyandır.
Astana11
Başkenti
Tenge (KZT)
Para Birimi
İnternet
alan
.kz
adı
Bağımsızlık
16 Aralık1991
Tarihi
Almaata, Cambul, Çimkent, Türkistan, Karaganda,
Önemli
Samipalatiniks, Kökçetav, Kustanay, Turgay, Atrav,
Şehirleri
Aktav, Guryev, Baykonur, Pavlador, Kızılorda
Rusya, Çin, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan
Komşuları
9
Kazakistan Jumhuryeti Jumhurbaşkani Yanindaki Devlet Yönetim Akademisi,
10 Toplam nüfusu 16.741.000 kişi olan ülkede etnik yapı çeşitlilik gösterir. Ülke nüfusunun
%63'ünü Kazak Türkleri, %24'ünü Ruslar, %3'ünü Özbekler, %2'sini Ukraynalılar, %1,4'ünü
Uygurlar, %1,3'ünü Tatarlar, %1,1'ini Almanlar ve %4,5'i diğer milletlerden oluştur.
11 Astana, Kazakistan'ın başkenti ve en büyük 2–ci şehridir. Nüfusu 1000.000 civarındadır.
1998'de Kazakistan'ın başkenti ilan edilen şehir Akmola Eyaleti sınırlarında bulunmaktadır.
Kazakistan'ın orta kesimindedir. İnsanların güney kesiminde yığılmasını önlemek için
başkent buraya taşınmıştır.
163
İklimi
Doğal
Kaynakları
Tarımsal
Ürünleri
Ülke genelinde sert karasal iklim hâkimdir12.
Krom, Volfram, Çinko, Bakır, Altın, Demir, Kömür,
Petrol ve Doğalgaz
Buğday, Pamuk, Şeker Pancarı, Hayvancılık
Coğrafi Durum Asya ile Avrupa arasında en önemli geçiş
bölgelerindendir. Asya ile Avrupa arasında en önemli
geçiş bölgelerindendir. Batısında Hazar Denizi, kuzeyinde
Rusya Federasyonu, doğusunda Çin Halk Cumhuriyeti ile
sınırı vardır. Güney sınırında ise batıdan doğuya
Türkmenistan ve Özbekistan ve Kırgızistan ile komşudur
[1].
2. Ülkenin Ekonomik Durumu
Ülke ekonomisi tarım, hayvancılık ve madenciliğe dayalıdır. Toprakların
büyük bölümü çöl ve dağlarla kaplı olduğu için tarıma elverişli arazi azdır.
Bu arazinin büyük kısmı meradır. Kazakistan’da tarım dört bölgede mütalaa
edilebilir:
1) Yerleşik zirai bölge: Bölgede özellikle buğday, darı, ayçiçeği ve
büyükbaş hayvanlar yetiştirilir.
2) Geçiş bölgesi: Bu bölgede darı yetiştirilir ve koyun beslenir.
3) Hayvan besleme bölgesi: Buralarda koyun beslenir. Aktübe’de ayrıca at
ve deve de yetiştirilir.
4) Sun’i sulama yapılan bölge: Bu bölgede ise sanayide kullanılan pamuk,
pancar, tütün, kendir, yağlı tohumlar ve pirinç yetiştirilir.
3. Ülkenin Eğitim Durumu
Kazakistan’da eğitim 7-17 yaş arasında mecbûri ve parasızdır. Okullarda
Rusça ve Kazakça eğitim yapılır. Ayrıca azınlık dillerinde de öğretim yapan
okullar vardır. Nüfûsun az olduğu bölgelerde ortaokul çocukları için yatılı
okullar bulunur. Mesleki eğitim veren okulların sayısı oldukça fazladır.
12 Kazakistan’ın okyanuslardan uzak kalması ve deniz tesirini iç kısımlara girmesini
engelleyen büyük dağların olması, Kazakistan iklimini sert kıtasal kara iklim yapmaktadır.
Ülke genelinde yaz ve kış ayları arasında ısı farkı çok büyüktür. Ocak ayında ortalama -35
dereceden -4 dereceye kadar; Temmuz ayında ise +19 dereceden +35 dereceye kadar farklılık
göstermektedir.
164
Bugün Kazakistan Cumhuriyeti’nde genel olarak 7775 eğitim orta okulliseleri13 bulunmaktadır. Onlardan 7638-і, yani % 98,5-i devlet okullarıdır.
Bu okullardan 3828-і Kazak, 1573-ü Rus, 58-і Özbek, 14-ü Uygur, 2-sі
Tacik, 7-sі de ingiliz dilinde eğitim vermektedir. Ayrıca 2164 okulda eğitim
iki ve daha fazla dillerde sürdürülmektedir [2].
Kazakistan’daki Üniversiteler sayısı
KC İstatistik Ajansı’nın verilerine göre 2011-2012 eğitim döneminde
Kazakistan’da 146 lisans eğitimi veren eğitim müesseseleri kayıtlıdır.
Orada eğitim gören öğrenciler sayısı 629 507. Üniversitelerin 53-ü devlete
aittir. Devlet kotasını kazanan öğrenciler sayısı – 134 036. Tüm
öğrencilerden %46,9'u ücretli eğitim görmektedir. %41,2-si de açık
öğretime devam etmektedir.
4.
Ülkenin Dini Durumu
Kazakistan’daki İslam
Giriş
Kazakistan Cumhuriyeti bağımsız, laik ve piyasa ekonomisi üzerine
kurulmuş, toplum hayatının tüm alanında demokratileşme yolunu tutan,
sosyal toplumu oluşturan genç bir ülkedir. Bağımsızlığını almasını müteakip
yıllarda ülkemizde bütün din akımları mensuplarına belli bir dine ait olma
serbestisinin tanınması bunun göstergesidir. Bugün Kazakistan topraklarında
130 civarında millet ve etnik grup, on yedi farklı dini kültür mensupları bir
arada yaşayabilmektedir.
“Medeniyetler ve dinler uluslararası merkezi”nin düzenlediği 2011 yılının
sosyal araştırma verilerine göre son 3 yıl içinde her onuncu adam dine
yönelmiş, daha önce kendisini ateist olarak tanıyan insanların %4,5-i
Tanrıya inanmaya başlamıştır.
Dini gelişme genelde ateistlik ve totalitarlık sonrası dönemdeki ülkelere
özgü bir olgudur. Bunun için yıllardır milli ve ruhani kimliklerinden
soyutlanmış olan ülkelerin kendi tabitaında ait olduğu köküne doğru tekrar
gelmesi kadar doğal olan bir şey yoktur. Bu durum BDT devletleri içinde
Kazakistan’ı da ilgilendiren bir durum.
Kazakistan eğitim sisteminde orta okul ile lise bir birinden ayrı olmayıp tek bir eğitim
müessesesi olduğu için bu şekilde yazdık.(çev.)
13
165
Kazakistanlıların çoğu ülke içindeki milletlerarası ilişkilerin olumlu
olduğuna inanmaktadır ve onların büyük bir kısmı –%79,6-sı çeşitli dinlerin
mensuplarıyla bir arada yaşamanın kendileri için yararlı olduğunu
düşünmektedir. Bu tabii olarak Kazakistan nüfusunun yüksek seviyedeki
dini hoşgörülülüğünü göstermektedir.
Kazakların tarihi, kültürel ve geleneksel dini İslam’dır. Dünya dini olması
hasebiyle İslam dini Kazak halkının hayatı ve gelenekleriyle de büyük bir
uyum sağlamayı başarmıştır. Bu halkımızın dilinde, manevi-ruhi yapısında,
ahlakında ve görgü-geleneklerinde kendini açık bir şekilde göstermektedir.
Ayrıca dinin buyruklarından olan hoşgörülük, şükür, kanaat, af ve vicdan
gibi haysiyetler ile diğer güzel hasletler Kazakların milli yapısıyla genel
itibarıyla örtüşmektedir.
Kazakistan müslümanları eskiden beri sünnilik İslam ve onun içinde Hanefi
mezhebini benimsemektedir. Cumhuriyetimizde yaşayan diğer milletler de,
tatarlar, başkürtler, uygurlar, özbekler, karakalpaklar, kırgızlar, düngenler de
aynı yolu tutmaktadır. Bununla birlikte ülkemizde sünnilik ekollerinden biri
olan Şafii mezhebine mensup olan kesimler de az sayıda bulunmaktadır.
Onlar genelde çeçen ve unguş halklarından oluşmaktadır.
KC Din İşleri Ajansı’nın en son istatistik verilerine göre “Yakında
gerçekleştirilen tescil yenilemesinden sonra bugün Kazakistan’da 17 ayrı
dine ait 3088 dini örgütler kayıt yenilemiş bulunmaktadır. Kazakistan
Müslümanları Dini İdaresinin bünyesinde Kazakistan çapında 2228 cami
mescidi, Rus Ortodoks kilisesine ait 9 eparhi, 261 kilise, bir ermenihavarileri kilisesi ile 8 kadim gelenekler kilisesi kayıt edilmiştir. Roma
katolik kilisesinin 79 müessesesi, yahudilerin 4 merkezi, 2 budistlik merkezi
tescil altına alındı. Eskiden hizmet vermekte olan 666 protestanlık dini
müessesenin 462-si, yani %69’u, geleneksel olmayan 48 dini müessesenin
16-sı kayıt yeniledi
Genel olarak devletin tescil yenileme programından sonra oranların pek
değişmediğini görmekteyiz. İslam dini %72, ortodoks kilisesi- %9,
katoliklik - %3, protestanlık - %14, diğer dini teşkilatlar %2 oranına sahip
gözükmektedir. [3].
Ülke nüfusunun %90-ı kendisini Kazakistan’daki esas iki dinden birisine ait
görmektedir. Onlar: İslam (%70) ve ortodoks hristiyanlığı (%28).
Kazakistan’daki İslam akımları
Son zamanlarda İslam adını kullanarak ortaya çıkmakta olan çeşitli dini
akımların artması ciddi bir şekilde gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Kazakistan’da bugün şu örgüt ve cemaatler bulunmaktadır:
166
1) Selefilik;
2) Hizbut-tahrir;
3) Sufilik (Nakşibendilik, Kadarilik);
4) Tebliğ cemaati;
5) Kuraniler
6) Ahmadiya cemaati
7) Bahailer [4]
Bağımsızlık dönemine kadar Kazakistan’da bu akımlardan hiçbirisi
bulunmamaktadır. Bunlardan bazıları yurt dışından gelen misyonerler
aracılığıyla gelmişken, diğer bazıları bağımsızlıktan sonra yurt dışında
eğitim gören gençlerle birlikte gelmektedir [5].
Bunların içinde barış ve birlikten yana olanlarla birlikte güç ve kuvveti,
silahlı çatışmaları kışkırtanları, namaz kılmayanlara karşı cihada çağıranları
veya hilafet kurmayı hedef edinenleri ve başka da yanlış fikirlerde olanları
bulunmaktadır.
Bunun sonucu olarak şu durumların sudur ettiğini söyleyebiliriz:
- Bir çok gençler bu akımların peşinde gitmektedir.
- Bunların bazıları toplum içinde kötülüğü aşılayıp, İslam’ı farklı
yönlerinden tanıtmaktadır;
- Kazak milletinin tarihi kültürüyle iç-içe olan Hanefi mezhebini kabul
etmemektedir;
Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi bu meselelerin çözümü için
aşağıdaki çarelere başvurmaktadır:
Bu akımların önüne geçmek ve halk arasındaki istikrar ve barışın
sağlanması için Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi kararı ile:
- Adı geçen akım mensuplarının camilerde toplanıp sohbet ve vaaz
yapmaları yasaklanmaktadır;
- Camilerde namaz Hanefi mezhebine göre kılınır;
- İmamlar geleneksel İslam dinine ve Hanefi mezhebine göre eğitim
alan müslümanlar arasından tayin edilir;
- Satışa çıkarılan dini literatürler ciddi kontrolden sonra satışa
çıkarılabilmektedir.
Bu arada Kazakistan’da Milli Güvenlik Komitesi tarafından terör veya
ayrılıkçı ve devlet karşıtı hareket olarak tanımlanıp yasaklanan tarikatların
sayısı 11’i buldu. Onlar:
1) El-kaide;
2) Doğu Türkistan İslam Partisi;
3) Kürdistan Milli Kongresi;
167
4) Özbekistan İslami Hareketi;
5) Esbat el-Ansar;
6) Taliban;
7) Boz Gurd;
8) Orta Asya Mücahitler Cemaati;
9) Laşkarı Taiba;
10) Hizbut Tahrir;
11) Aum Sinrike hareketleri [6].
Dini Basınlar
Kazakistan Cumhuriyeti kanunu gereğince dini literatürler geleneksel
İslam’ı tanıtmalıdır. Ayrıca satışa çıkarılan dini kitaplar KMDİ (Kazakistan
Müslümanları Dini İdaresi) ve KC Din İşleri Ajansı’nın özel ekspertizinden
geçirilmektedir.
Yakın geçmişte dini eşyalar ile kitaplar sadece özel izinli olarak ve özel
ayrılmış dükanlarda satılması konusunda karar çıkarıldı. Bundan önce dini
eşyalar ile dini literatür camilerin yanında, etrafında ve hemen her yerde
satılabiliyordu. Bundan sonra sadece ruhsatlı dükanlarda satılacaktır.
2011 yılındaki resmi verilere göre ülkedeki dini literatürü çıkartan basım
evlerinin sayısı 30’u bulmaktadır [7]. Bunlardan büyük bir kısmı çok az bir
tirajla yayınlanan ve geleneksel İslam’ı tanıtan dergi ve gazetelerdir.
Bazıları kendi masraflarını karşılayamadığı için kapanma ile karşı karşıya
durmaktadır.
Kazakistan Müslümanları Dini İdaresinin çıkarttığı “İslam ve kültür” (İslam
jane Örkeniyet) gazetesi Kazakistan’ın tüm cami ve mescitlerinde ücretsiz
olarak dağıtılmaktadır. Gazete ayda iki defa basılmaktadır. Dini içerikli
sitelere gelince onların sayısı konusunda net bir şey söylemek mümkün
değildir. Şu kadar var ki Dini İdarenin özel sitesi dışında 14 ilin ve
şehirlerin merkez camilerinde kendi siteleri bulunmaktadır.
Bununla birlikte bu konuda bazı sorunlar bulunmaktadır:
- Din İşleri Ajansı’nın ülkedeki sapık olarak nitelediği ve yasakladıkları
dini siteler halen kapanmadan faaliyetine devam etmektedir;
- Terör ve dini aşırılıkçılığı destekleyen yurt dışı sitelerini filtrelemeye
devletin gücü yetmemektedir.
- Din devletten ayrı olduğu için geleneksel İslam’ı tanıtan bazı olumlu
dergi ve gazeteler devlet tarafından destek almadığından dolayı maddi
sıkıntılar geçirmekte ve kapanma ile karşı-karşıya durmaktadır.
Devlet yukarıda saydığımız meselelerin çözümünü şu şekilde çözmeye
çalışmaktadır:
168
-
-
-
Ülkedeki dini aşırıcılık ve sapıklığı aşılayan cereyanların sitelerini
kapatmak için KC Yüksek Mahkemesine öneriler yönlendirmektedir.
Çünkü onların kapatılması sadece mahkeme kararıyla mümkün
olabilmektedir.
Gençler arasında “sapık cereyanlar”, “teröre yol yok!” gibi sloganlarla
gruplar ve örgütler oluşturularak, konferans ve seminerler
düzenlenmektedir.
“İslam kültürü ve ilmini destekleme müessesesi” geleneksel islamın
esaslarına uygun olan dini literatürü 3, 5 ve 25 bin tirajla basarak, cami
ve diğer toplum yerlerinde ücretsiz olarak dağıtmaktadır.
Kazakistandaki Dini Eğitimin Durumu
Bugün ülkemizde geleneksel İslam eğitimini veren 1 Üniversite, 1 İslam
Enstitüsü ve dokuz 9 medrese bulunmaktadır.14 Adı geçen eğitim merkezleri
Kazakistan Müslümanları Dini İdaresinin eğitim müesseseleridir. Onlardan
biri olarak Kıvamud’din El-Farabi Et-Türkistani adını taşıyan cumhuriyet
hafızlık merkezi faaliyet vermektedir [8].
Ayrıca 2009 yılında Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in teklifi ile
“İslam kültürü ve ilmini destekleme merkezi” açılmıştır ve İslam
medeniyetini, ilmini, hoşgörülük ve barışa dayalı öğretilerini yayma
yolunda faaliyet vermektedir. Bu merkez ilim yolundaki talebelere özel
burslar temin etmek suretiyle İslam eğitimini desteklemekte, dini
ekspertizden geçmiş olan edebiyatları camiler aracılığıyla halka ulaştırma
v.d. faaliyetlerinin yanısıra dört internet sitesini çalıştırmaktadır. Onlar:
www.islamfund.kz, www.sunna.kz, www.shakirt.kz ve www.muslima.kz
[9].
Ülkemizin yaklaşık olarak 10 üniversitesinde “İlahiyatçı” mesleği
okutulmaktadır. Ayrıca yurt dışında bazı ülkelerde, örneğin Türkiye,
Malezya, Mısır v.d. ülkelerde ilahiyat mesleğini alan vatandaşlarımız
bulunmaktadır.
Onların tam olarak adları: Nur-Mübarek Mısır İslam Üniversitesi,
Cunhuriyet İmamların Kalifiyesini Yükseltme İslam Enstitüsü, “Ebu Hanife
medresesi”, “Ebu Bekir Sıddık” medresesi, “Aktöbe medresesi”, “NurAstana” medresesi, “Oral medresesi”, “Sarıağaç medresesi”, “Hibetullah EtTarazi” medresesi, Üçkonır (Şamalgan medresesi), Çimkent medresesi,
Hoca Ahmet Yesevi islami eğitim kursu.
14
169
Devletimiz için yeni mesleklerden biri sayılan “ilahiyatçıları” hazırlamak
hiç kolay olmamaktadır. Halen bu meselenin tamamen çözüme kavuştuğunu
söylemek için biraz erken. Çünkü bu yönde çözümünü bekleyen bazı
sorunlar bulunmaktadır:
–
“İlahiyat” mesleğiyle ilgili kaliteli ve doyurucu ders kitaplarının
yetersizliği. Bugüne kadar ders kitapları meselesi tamamen çözüme
kavuşturulmuş değildir. Özellikle kazak bölümlerinde bu mesele
oldukça ciddi bir şekilde sorun olarak kalmaktadır;
–
“İlahiyatçı” mesleğinin daha yeni açılmakta olması ve maddi
yönlerinden dolayı bu mesleği seçen aday öğrencilerin az olması ve
bunun neticesi olarak bazı üniversitelerdeki “ilahiyat fakültelerinin”
kapanma ihtimali bulunmaktadır;
–
Okul ve liselerde yeniden “İlahiyat esasları” adlı yeni madde
okutulmaya başlamıştır. Bu derse girecek olan kalifiyeli öğretmenleri
hemen-hemen yok diyebiliriz. Bu yıl itibarıyla Eğitim Bakanlığı özel
kararı ile yeni eğitim döneminden itibaren Kazakistandaki tüm
üniversitelerde “İlahiyat” dersi okutulacaktır.
Bu saydığımız meselelerin çözümü şu yollarla aranmaktadır:
– Kazakistan Müslümanları Dini İdaresi ile Türkiye Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın çift taraflı anlaşmasıyla her yıl ülkemizin cami imamları
Türkiye Cumhuriyetine giderek 1-2 ay civarında eğitim görmektedir;
– KC Eğitim Bakanlığı tarafından Üniversitelerde “İlahiyat” mesleğinin
geliştirilmesi için kotaların artırılması yönünde çalışmalar
yapılmaktadır;
– Devletin uluslararası “Bolaşak”(gelecek) programı ile meslek sahipleri
yurt dışında tecrübe ve deneyimlerini artırma programına tabi
tutulacaktır;
Değerlendirme
Değerli konuşmacı, muhterem konuklarımız ve saygıdeğer katılımcılarımız!
Son sözlerimi şu şfadelerle değerlendirmek istiyorum. Kazak halkı asırlardır
müslümandır. O açlık döneminde de, kılıcından kan damlayan komünizm
döneminde de dininden hiz vazgeçmemiş ve taviz vermemiştir. Yalnız
halkın İslama olan güven ve saygısını kötüye kullanarak din adı altında
zararlı akımlar kendi çıkarı yolunda faaliyetlerini sürdürmeyi
hedeflemektedir. Bunun önlenmesi için öncelikle halka geleneksel doğru
İslam’ın öğretilmesi zaruret olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için de
İslam ilimlerini çok iyi seviyede bilen elemanlara, okumuş insanlara
ihtiyacımız çok, bu da yavaş-yavaş çözümüne doğru yaklaşmaktadır.
170
Sizlerin müslüman ülkelerdeki İslam’ın ve müslümanların durumunu
düşünerek, bu tür toplantılar ve meclisler düzenlemeniz çok önemli ve ahiret
bakımından da karlı bir iş olduğuna inanıyorum. Burada genç uzmanlar birbirleriyle tanışmakta ve yalnız olmadıklarını görmektedir. Ben şahsen
ülkeye gittikten sonra bu toplantıda duyduğumu ve öğrendiklerimi medya
ile ve oradaki müslüman kardeşlerimle mutlaka paylaşacağım.
“Size nasıl yardımcı olabileceğiz?”- diye soruyorsunuz, benim cevabım şu
olacaktır: “Bizi böylece bir araya getirmeniz ve fikir alış-verişini yapmamızı
sağlamanız bizim için yeterlidir”.
Bu toplantıları düzenleyen kardeşlerimize birkaç rica:
– Genç uzmanları bir araya getirerek 1-2 haftalık seminerler şeklinde
dersler düzenlenirse biz bundan çok istifade ederdik;
– Zararlı akımlara aldanarak girmiş olanları geri kazanma ve reabilite
etme konusunda, bunları önleme konusunda tecrübe alabileceğimiz bir
düzenlemeler olsa;
– On-line, internet üzerinden buradaki alim insanlardan ders dinleme
imkanları olsa diye temenni ediyoruz;
Sizlere teşekkürlerimi sonuyor, sağlık-sıhhat ve ailenize mutluluk, işinizde
başarılar diliyorum!
Kaynakça:
1. Қазақ энциклопедиясы.
2. www.surak-zhauap. ҚР статистикалық агенттігі.
3. 3.КАЗИНФОРМ. Г.ТОҚТАРОВА, Қазақстан Республикасы Дін
істері агенттігінің Мәдениеттер мен діндердіңхалықаралық
орталығы.
4. Бейсенов Б. Ислам және қазақ руханиятының бастаулары. Алматы.
235б.
5. 5.Дербісәлі Ә. “Ислам және заман”. – Алматы, 2003 - 560 б.
6. ҚР Дін істері агенттігінің сайтынан, баспасөз қызметі;
7. 7.www.abai.kz. “Абай-ақпарат”.
8. 8.Ә. Дербісәлі.Қазақстанның мешіттері мен діни оқу орындары.
Алматы. Ата-мұра, 2012.
9. www.islamfund.kz. Ислам мәдениеті мен білімін қолдау қоры.
171
AFRİKA MÜSLÜMANLARININ
SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
172
AFRİKA’DAKİ ÇATIŞMALARIN ARKASINDAKİ TEMEL SEBEP:
KITADA MÜSLÜMANLARI ETKİSİZLEŞTİRME GİRİŞİMİ
Prof. Dr. Ahmet KAVAS
İstanbul Medeniyet Üniversitesi-ÇAD BÜYÜKELÇİSİ
21. yüzyıla girmeden önce bu asrın İslam asrı olacağı Batılı fikir adamları,
stratejistler ve özellikle medya organlarında çok sık tekrar edilmekteydi.
Mutlaka bu öngörülerini temellendirip gereken tüm vasıtalar kullanılacak ve
20. yüzyılda iyice pasifize ettikleri İslam topluluklarının yeniden
kıpırdanmalarını durduracaklar, her fırsatta yok edici darbeler vurulacak,
bunu yaparken de her plan cesurca uygulanacaktı. Bu uyanışın garantisi olan
şuurlu, her alanda ihtisas yapmış gençlerin sayısı çığ gibi büyüyordu.
Yeterli mücadele teknikleri geliştirilemezse önü alınamaz bir değişim için
zaman çok daralmıştı. Her geçen gün ayak seslerini daha fazla duydukları
ve kendi tabirleri ile tehlikeli ilerleyiş etkisizleştirilecek ve bunun en fazla
odaklandığını düşündükleri kıtalar Asya ve Afrika olacaktı. Avrupa’daki
yeni ihtidalar ve burada yaşayanların nüfus artışıyla öne çıkan etkinliği
kısmen kontrol altında tutulmaya çalışılıyordu. Amerika’ya gelince burası
tam beş asır zaten her türlü İslami yayılmaya kapatılmış, kısacası en
emniyetli bölgeyi oluşturuyordu.
Dünyadaki tüm Müslüman nüfusun %62’si, kıtanın toplam nüfusunun ise
%25 civarında bir oranı Asya’da yaşıyor. Ortadoğu ve Afrika’da ise İslam
dünyasının %35’i yaşıyor. Bilhassa Sahraaltı Afrika’da genel nüfusun
%35’i, tüm Müslümanların ise %15 civarında bir oranı bulunmaktadır. 50
ülkede çoğunluğu Müslüman olan nüfus genel olarak tüm bu dine inanların
%80’inini, 115 ülkedeki azınlık Müslümanlar ise aynı inancı paylaşanların
%20’sini meydana getirmektedir. 7 milyarlık dünya nüfusunun 1,8 milyarını
meydana getiren Müslümanlar 20 yıl sonra 8 milyarı bulacak genel nüfus
içinde 2,2 milyara, yani %35’lik artışla şimdiden konuyla ilgilenenleri ciddi
planlar yapmaya, gerekli tedbirler almaya sevk ediyor.
Yeryüzünde yaşayan tüm etnik ve inanç ayrılıkları içinde Müslümanların
kısmen de olsa gelecek için tehlikeli sınıflar ürettiğini söyleyen Batılı
düşünce ve araştırma kuruluşları yaklaşık bir asırdır sağladıkları bu geniş
coğrafya üzerindeki üstün konumlarını devam ettirmeyi tek çare olarak
görmektedirler. En kolay ve kestirme yol mutlaka denenecek ve
Müslümanlar her türlü misyonerlik faaliyetleri ile kısmen de olsa
Hıristiyanlaştırılacaktır. Şayet bu en ciddi hedefleri başarılamazsa
173
Hıristiyanlarla aralarında çok sağlam köprüler kurulacak ve kendileri
tehlikeli unsurlar olarak görülmeye devam edilirken karşılarındakileri
sadece inançlarını yaşayan sıradan kimseler olarak algılamaları sağlanacak.
Uluslararası boyutlarda teröre karşı sürdürdüklerini iddia ettikleri her
mücadele kurallarına uygun ve olması gereken müdahale olarak sunulacak.
Tüm hayatı Sahraaltı Afrika’daki Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için
şekillendirilen ve bu uğurda epeyce bir süre de gayret gösteren Sierra
Leoneli papaz Musa Bangura’nın anlattıkları insanın kanını donduracak
ifadelerdir. Ufacık bir çocukken ülkesinde başlayan misyonerlerin
idaresindeki eğitimi bir müddet Liberya’da, ardından Nijerya’da devam
etmiş ve nihayet Güney Afrika Cumhuriyeti’nde tamamlandığında artık
iyice yetiştiğine kanaat getirildikten sonra görev alanı olan ülkesine
gönderilmiş.
Çalıştığı
her
bölgede
sadece
Müslümanları
Hıristiyanlaştıracak, kendisi gibi yetiştirilen ve sayısını bilmediği papazlar
da Afrika’yı Hıristiyanlaştıracaklardı. Şayet 1993 yılında ihtida edip
kilisenin bu planını deşifre etmeseydi son 20 yılda on binlerce Müslüman
genci inancından ayırıp kendi dinine dahil edecek, bunu beceremezse en
azından sahip olduğu dinlerinden uzaklaştıracaktı. Sadece bir papaz
yaptıklarına pişman olup Müslüman olunca kendisi gibi yüzlerce papazı ve
binlerce Sierra Leoneli kendi vatandaşını izini silmek için gayret ettiği dine
hizmet eder hale getirebiliyordu. İncil ve Kur’ân-ı Kerim eğitimini birlikte
alması sağlanan ve karşısına çıkacak her Müslümanı birincisi ile susturacak
kadar diğerine de vakıf olan onun gibi daha kaç bin misyoner kıtada gece
gündüz çalışıyor. Papaz Musa Bangura’nın ifadesiyle Batılılar veya diğer
kıtlardan gelenler tabiiki Afrika’nın yer altı kaynaklarını almak istiyorlar,
ama Hıristiyanlar özellikle dinlerini burada yaymak istiyorlar. Ne var ki asıl
istedikleri kıtada her şeyden önce İslamla müşerref olmuş Afrikalıların 1400
yıllık tarihi izlerini yok etmektir.
Sadece bu örnekten hareketle bile Kilisenin ne kadar büyük bir enerji
sarfettiğini düşünmekte fayda var. Afrika’da faal olan her dış yapının temel
hedefinin de Kilise ile paralellik arz ettiğini tahmin etmek zor değildir. Tüm
iç karışıklıkların, hammadde kaynaklarının, siyasi ve sosyal çalkantıların
arkasında çok güçlü lobilerin çalıştıklarını bilmek gerekir. Bugün İslam
dünyasından binlerce genç de bu faaliyetlerin içinde gönüllü, kimi zaman iş
bulamadığı için, bazen de insanlığın ortak çıkarının bunu gerektirdiğini
düşünerek yer alıyor.
Afrika toplumları, çoğu ABD’de ve yüzlercesi Avrupa, hatta Asya
ülkelerindeki think-thank kuruluşları ve farklı araştırma merkezlerinin
174
inceleme alanına dönüşmüş, binlerce insanı en rahat laboratuvar
ortamındaki değişik usullerdeki deney mantığıyla adeta tüm özellikleri ile
tanıma gayretindeler. Her bir sosyo-kültütel, siyasi ve dini oluşumun
öncüleri ve mensupları birer kobay gibi kabul edilip incelenmek üzere
binlerce araştırmacının ilgi alanına çevriliyor. Afrikalı gençler bırakalım
Avrupa’nın, Asya’nın ve özellikle Amerika’nın üzerine kafa yormak, fikri
bir uğraşı adına, insanlık adına bir şeyler üretmelerini, bizzat kendi
kıtalarının akıbetini konuşmak, düşünmek ve araştırmak için bile en ufak bir
uğraşıları yok. Önlerine böyle bir hedef konmamış ve de belki hiç
konmayacak. Haliyle adeta her bölgesi, kabilesi, inancı, örfü, adeti yüzlerce
araştırma konusu olan Afrikalılar istenildiği anda merkezi otoriteyi sarsacak
isyanları birkaç günde alevlendirebilecekler. Kaleme, kitaba, bilgisayara,
eve, ilaca ve daha nice birinci derecede ihtiyaç duyduğu gereksinimlere para
bulamayan bu insanların hepsinin karşısındaki çoğu kendisinden olan
kimseleri öldürmek üzere alabilecekleri çeşit çeşit silahı elinde bulunuyor.
Bu silahı doğrulttuğu insan da yine kendisi gibi o topraklara ait ama dış
mihraklarca farklı düşüncelerle donatılarak karşısına diktiği insanlar. En
ufak bir isyanın bastırılması bile herhangi bir ülkenin onlarca yıl sonraki
geleceğinin mahvedilmesi anlamına gelmektedir. Birkaç neslin daha
doğmadan dünyanın hakir bakışlarına maruz kalmasına sebep oluyor.
Kendisine en pahalı silahı teslim edenin neden bilinçlenmesine katkı
sağlayacak malzemeleri vermediğini sorgulamaktan bile aciz durumdalar.
Çünkü onu toplumundan koparıp arasına engeller koyanların bir elinin
kendisine uzandığını, diğerinin Batılıların art niyetlerine uzandığını fark
edemeyecek kadar cahil bırakılmaları bunda en önemli etkendir.
21. yüzyıla girdiğimiz bir dönemde Afrika Müslümanları Mağrip el-Kaidesi,
Somali’de eş-Şebâb, Nijerya’da Boko Haram ve Mali’de Ensaruddin isimli
dört aşırı güç kullanan yapının mengenesine kısıkmış durumdalar. Bunların
her birinin çok iyi niyetlerle başladığını düşünerek Müslüman toplumlara
neler sağlayabilecekleri üzerinde öngörülerde bulunalım. Acaba bu kadar
çok yönlü bir mekanizmayla Afrika’da İslam’ı silmek için gayret eden
mekanizmayı gerçekte en zayıf mücadele aracı olan silahla susturmak
mümkün müdür? Asla mümkün değildir. Kendi toplumları içinde
birbirlerine karşı verdikleri silahlı mücadele aslında onları inançları ile
birlikte yok etme niyetteki etkin çevrelerin hedeflerine daha kolay
ulaşmalarına vesile olan bir vasıtadan ibarettir. Kendilerini yok etmeye
gelenlerin ana hedefi bu olup her ne pahasına olursa olsun bunu
gerçekleştirecekler. Aşırı gruplar ise bu kadar güçle mücadeleden netice
175
alabileceklerinden hiç emin değiller, zaten mümkün de değil. Onun için de
bu dünyada sadece şehit olmak yeterli düşüncesi onlarda bir şekilde ağırlık
kazandırılıyor. Oysaki amaç bu dünyada yaşarken önce buna dört elle sarılıp
buradaki hayatın hakkını vermek, karşısındaki rakibine yenilmek değil, ona
üstün gelmek için çalışmaktır. Çünkü rakipleri üstünlüğü silahla değil,
ilimle, sanatla, kültürle, teknoloji ile elde etti, bunu herşeyden önce anlamak
gerekir.
1990’lı yıllar genel olarak tüm Afrikalıların, özelde ise bu kıtadaki
Müslümanların giderek parlayacak birer yıldız olacaklarının habercisi idi.
Ancak ilk ciddi darbeyi Müslüman gençlik Cezayir’de yedi. Çok iyi
niyetlerle başlasa bile sonuçta onbinlerce genç içine girilen girdapta yok
oldu. Kazanan taraf Cezayir’den menfaati olanlardı. Silahlı İslami Grup (elCemaatü’l-İslamiyye el-Musallaha/Groupe Islamique de l’Armée) epeyce
bir mücadelenin ardından bir türlü başarı elde edemeyince iyice sertleştirdi.
Bir müddet sonra yeni bir isimle kendini göstermeye başladı. Selefi Vaaz ve
Cihat Grubu (Groupe salafiste pour la prédication et le combat (GSPC), bir
müddet sonra önemli isimlerinden Abdulkadir Drukdel üzerinden el-Kaide
ile yakınlaştı ve Mağrip el-Kaidesi adını aldı.
İkinci Hareket Somali’de eş-Şebâb adıyla 2000’li yılların sonunda İslam
Mahkemeleri Birliği içinden ayrılarak oluştu. Giriştiği önemli saldırıları bir
zamanlar beraber olduğu mahkeme üyelerine karşı kaydırdı. İstikrarın
sağlanma sürecine girildiği bir dönemde İslam Mahkemeleri içine sokulan
basit fitne unsurlarını fark edemeyecek kadar uluslararası etkin yapılardan
habersiz bir şekilde silahlarını birbirlerine karşı yönelttiler. Sonuçta Somali
tarihinin hiçbir döneminde görmediği bir şekilde taş taş üstünde
bırakılmayacak kadar yıkıldı, yok edildi. Haklılıklarını hangi kelimelerle
ifade ederlerse etsinler tamamen yok olan Roma harabelerinden daha beter
ve de 100 yılda ancak yaşanabilecek bir tahribat yirmi yılda bu ülkenin
bütün değerlerini yok edip bitirdi.
Üçüncüsü Nijerya’da ortaya çıkan Boko Haram örgütüdür. Bu örgüt
başlangıçta İngiliz sömürgeciliğine karşı bir direniş hareketi iken özeklikle
son yıllarda artık Nijerya merkezi hükümetine karşı tertiplediği saldırılarla
tanınıyor. Şu anda Afrika’da manipülasyona en fazla müsait bir hareket
olarak adından bahsettiriyor. Neredeyse kitlelerin gelecekte mutlu ve
huzurlu bir hayat yaşamalarına vesile olacak hiçbir düşünceleri yok. Sadece
korku üzerine kurulu faaliyetleri ile sadece karşılarında gördüklerini değil
kendi dindaşlarını da her geçen daha fazla ateş hattına atıyorlar.
176
Dördüncüsü ise Mali’de oluşan Ensaruddin Hareketidir. Somali’deki eşŞebab hariç diğer üçü coğrafi olarak birbirlerine yakın bölgelerde oldukları
için sıkı irtibat halindeler. Bu hareket ise içlerinde neredeyse en yeni
kurulan ve hiçbir fikri alt yapısı olamayan bir oluşumdu. Nasıl ortaya
çıktığı, arkasında kimlerin finansörlük yaptığı bilinmeden Mali gibi bir
ülkeyi sömürgeci damgası ile terkeden Fransa’ya 50 yıl sonra kurtarıcı
devlet vasfı kazandırdı. Temel hedefini şeriat devleti kurmak olarak ortaya
koyan eş-Şebab, öncelikle Mali’deki İslam bilgisi yok denecek kadar az
olan Müslümanların bile İslamiyet olmazsa olmaz değerleri hakkındaki pek
çok düşüncelerini yıkmayı başardı. Mali’de şeriat ilan etmenin bedelinin,
daha doğrusu böyle bir iddianın Fransa’nın himayesine girmek olduğunun
en açık delili şeklinde kayıtlara girdi. Zaten Fransız ordusu bölgeye gelir
gelmez de ortalıktan kayboldular.
Her dört hareketin bugün geldikleri noktada en fazla korku verdikleri
arasında karşılarına rakip olarak koydukları Avrupalılar değil, bilakis
Afrikalılar, özellikle de Müslümanlardı.
Kıbrıs’ta düzenlenen bu büyük buluşma vesilesiyle bazı gerçekleri de ifade
etmek gerekir. İslam dünyasının farklı coğrafyalarından yüzlerce genç
insanın bir araya gelmesi kadar 21. yüzyılın daha ilk dönemi sayılabilecek
bir zamanda gerçekleştirilebilecek ciddi faaliyet düşünüyorum. Farklı İslam
ülkelerinde yüzlerce akademik, kültürel, siyasi ve hatta dini toplantılar
yapılıyor. Çekilen aile resimlere biraz yakından bakınız. En genci 55-65 yaş
arası insanlar, artık meslekleri adına fazla sözleri olmayan, varsa da daha
önce söylemiş kimseler. Çoğu zaman toplantı salonunu teşrif edip diğer
konuşmacıları dinlemeyecek kadar alakasız o kadar çok kimse var ki hatta
bunların çoğu da artık bu tür toplantıları turistik bir gezi olarak algılıyor ve
yeni mekânlar görmek için iştirak ediyorlar. Bu toplantılardan bir şey
çıkmaz, zaten çıkmıyor da. Ama bu toplantıyı çok önemsiyorum. Burada
İslam dünyasının en az 30 yıl sonrasını görüyorum, daha doğrusu tahayyül
ediyorum.
Sadece İslam dünyasının gençleri değil, tüm dünya gençliği göz önüne
alındığında çok genel hatlarıyla insan ömrünün belli yaş grubunu temsil
eden bu taze dimağlı insanlar neler yapıyorlar, neler yapmamalıdır.
Öncelikle genç deyince çok kimsenin aklına kolayca anarşist ve terörist
olanlar, uyuşturucu kullananlar, kendileri kazanmayıp ailelerinin
bütçesinden veya başka kaynaklardan aktarılan imkânları tüketenler, aile
yuvasını bir an evvel kurmak yerine bundan kaçanlar ve genelde bu
toplumsal yapının kıymetini takdir edemeyenler, kısacası gününü gün
177
edenler geliyor. Oysaki aynı zamanda ilmin örenildiği yaşlar gençlik çağları
ve bunu hakkıyla yapan milyonlarca genç var. Tüm nesillerin garantisinin
gençlik olduğunda herkes hemfikirdir. Kamu düzenini sadece genç
kuşakların polis, asker, sivil güvenlik hizmetleriyle sağlanmaktadır. Kötü
alışkanlıklar ancak gençlikte başlanmışsa terk edilir veya hiç başlamama
aşaması gençlikte başarılır. İş, güç sahibi olmanın en uygun dönemi yine bu
yaşlardır ve ne erken ne de geç mümkün olur. Aile yuvası kurularak gelecek
nesillerin var olması için gerekli hazırlıklar bu çağda hayata geçirilir.
Modern dünyada 20’li yaşlarda bir genç milletvekili, hatta bakan olsa yer
yerinden oynamaktadır. Bütün haberler o kişiler üzerine odaklanmaktadır.
Oysaki tarihin şöyle üç beş yüzyıllık, hatta 1000 yıllık sadece kendimize,
İslam tarihine ait sayfalarını biraz çevirelim. Devletlerin başına iki, dört, on,
haydi bu olabilir denebilecek on sekiz yaşından küçük pek çok sultan
geçmiştir. Burada önemli olan bu genç dimağların devletleri gerektiği gibi
yönetmeleri değildir. Eğer kurulu ve de sağlam bir devlet düzeni varsa çoğu
zaman çocuk ve genç yaştaki sultanlar, emirler yönetime fazla müdahale
edemedikleri için devletlerini o güne kadar ayakta tutan ortak aklın uzun
süre daha devamı kolay olmaktadır. Mesuliyeti üstlenir üstlenmez kendine
yeni idare kurup önü belirsiz maceralara girememektedir. Ama birkaç yıl
alacağı devlet terbiyesi ve tecrübesi ile berrak zihni yapısıyla daha üretken,
daha cesur ve de hayati kararları almakta gözü pek davranabilmektedir.
İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed henüz 21 yaşındaydı. Ama ona
kadar nice devlet tecrübesi ve komutanlık kabiliyeti olan daha ileri
yaşlardaki sultanlar ve komutanlar bunu başaramamıştı. Burada genç
dimağların ne kadar önemli olduğunu ifade etmek istedim.
İslam Dünyası Gençliğini Bekleyen Güncel Meseleler ve Çözüm
Önerileri
Birinci mesele: 21. yüzyılda İslam dünyasının nüfusunun 2 milyara
ulaşmak üzere olduğu bugün Amerika Birleşik Devletlerine yaklaşık 50
araştırmacının 1500 ayrı kaynaktan aldıkları bilgilerle ifade edilmektedir.
Gerçekten dünyanın nüfusu 6,8 veya 7 milyar mıdır? Bu bir genellemeden
mi ibarettir. Gerçek olan şu ki dünya da henüz kimlik kartı olmayan ve
herhangi bir nüfus idaresine kaydı yapılmamış yüzlerce milyon insan var.
Bunların da özellikle önemli bir kısmı Afrika ülkelerinde yaşamaktadır.
Günümüzün genç ve dinamik Müslüman gençliği her imkânı kullanarak
gerçek nüfusumuzu ortaya koyamazsa bu alanda üzerlerine düşen görevi
yapmamış demektir. Neden Müslümanların nüfusunu sadece Amerikalılar
araştırsın ve onlar dünyaya ilan etsinler. Henüz yeryüzünde yaşayan, gözle
178
görülen din kardeşinin bir kaydı bile yoksa onun diğer haklarını nasıl
savunacaklar. Kimlik gibi son derece basit ve modern toplumun olmazsa
olmaz bir ihtiyacı giderilmeden Müslüman gençlik önündeki 20, hatta 30
yılın vebalini taşımaya devam edecek demektir. Bir an evvel İslam Gençlik
Teşkilatı bir nüfus sayımı sistemi geliştirip bunu her ülkedeki temsilcilikleri
üzerinden kuracağı en ücra bölgelerdeki bilgi kaynaklarına kadar ulaşarak
gerçek nüfusun 1,8 mi yoksa 2 milyar mı, ya da 2,5 milyar mı olduğunu
tespit etmek durumundadır.
İkinci mesele: Günümüz İslam âleminin ortak bir eğitim ağına olan ihtiyacı
karşımızda duruyor. En doğusundan batısına kadar dünyanın farklı
coğrafyalarındaki Müslümanların tamamının asgari seviyede temel bilgileri
almamaları durumunda birbirlerine yabancı kalacakları kesindir. Bir taraftan
dinî eğitimi, diğer taraftan diğer alanlardaki eğitimi günün şartlarında
birlikte verecek bir okul ağına acilen kavuşmaları gerekiyor. Bu anlamda
Türkiye’deki İmam-Hatip Liseleri büyük bir tecrübe sahip olup başarıları da
yıllardır test edilmekte olup çağın şartlarına cevap verecek, hatta ufuk
açacak seviyede önemli bir değerdir. Bunun mevcut eksik taraflarının da
tamamlanarak tüm dünyada bir an evvel yaygınlaştırılması gerekmektedir.
Yine İlahiyat Fakülteleri yüksek din eğitimi için programları daha da
geliştirilerek bir örneklik teşkil edebilir.
Bugün Katolik aleminde bir papalık seçimi süreci başlayınca herkes sadece
bu konuyu takip etmek zorunda kalıyor. Adeta hiç alakamız olmayan bu
hususta neredeyse en ince ayrıntılara dahi vakıf oluyoruz. Yine yeryüzünde
bulunan 200 bin okulda 40 milyon öğrenci kreşlerden ilkokullara,
ortaokullara ve her türlü liseye devam ederek eğitimlerini iki milyonu aşan
öğretmen ve diğer personelden alıyor. Bu öğrencilerin ve eski mezunların
oluşturduğu bilgi ağı ile aynı anda 160 milyon Katolik Hıristiyana
ulaşabiliyorlar. Uluslararası Katolik Eğitim Genel Ofisi Brüksel’deki
merkezinden günlük dünyanın en kapsamlı bu iletişim ve de eğitim ayını
kontrol ediyor. Yine yeryüzünün farklı ülkelerinde bini aşkın Katolik
Üniversitede de milyonlarca öğrenci yüksek eğitim alıyor. İslam dünyasında
değil bunun benzeri, çeyreği hatta onda biri kadar bir etkileşim ağı var mı?
Böyle bir geniş kapsamlı etkileşim ağı veya ağları kurulamazsa İslam
dünyası, kısacası Müslümanlar ezilmeye, her gün daha fazla manipüle
edilmeye mahkûm kalacaktır.
179
Üçüncü Mesele: İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde gençlerin varlığının
yetersiz bırakılması kabul edilemez. Bu dünyayı ayağa kaldıracak olan
vaktinin çoğunu faydasız işlerle geçirmemelidir. Mutlaka kafalarında İslam
coğrafyası tüm özellikleriyle şekillenmelidir. Yavuz Sultan Selim 1517
yılında Afrika kıtasına girdiğinde önce Mısır’a hakim oldu. Aynı zamanda
Akdeniz havzasında etkinliğini artırdı. Genç Osmanlı denizcileri Akdeniz’i
İspanyol işgalinden, Kızıldeniz’i ise Portekiz işgalinden korumak için tam
yarım asır uğraştılar ve sonunda başardılar. Bilgiyle, iyi eğitimle ve
doğrudana alaka ile başarılı oldular. İslam dünyasının sıkıntılı bölgelerinde
tüm kavgaları sona erdirip ortak aklın gelişmesi için gayret ettiler. Afrika
kıtasında yerli kuzeyde Berberiler, Kıptiler ve Sahraaltında Bantu, Nilotik
ve Kuşitik Afrika yerlileri vardı. Daha sonra Araplar, Türkler ve Endülüslü
Müslümanlar geldiler. Sömürgecilik öncesi Afrika deyince akla gelen
başlıca bölge isimleri kuzeydoğuda Mısır, Tunus ve çevresinde İfrikiyye,
kuzeyde Mağrip, orta ve batıda Bilâdüssudan, Kızıldeniz sahilinde
Biladülhabeş ve doğu Afrika’da Biladüzzenc isimleri vardı. Avrupalıların
kıtayı sarmallamasıyla coğrafya baştan aşağı yeniden isimlendirildi. Geçmiş
tarihin izleri mümkün mertebe kazılarak tarih yeniden yazıldı, eğitim dilleri
olan Arapça unutturulup yerel dilleri de sadece konuşma dili olarak kaldı.
Eğitim dilleri Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Portekizce, Almanca ve
İspanyolca oldu ve neticesinde Müslüman Arap, Berberi, Türk ve Endülüs
kültürü yerine sömürgecilerin kültürleri yerleştirildi. Ancak hiçbir toplum
bu yabancı kültürleri yeteri kadar öğrenip hayatlarına uygulayamadı. Şimdi
bu değişim zamanı geldi, dünyadaki her hangi bir kültürün faydalı
tarafından mutlaka istifade edilecek ama asıl dayanak Müslüman kültürünün
zengin temelleri yeniden canlandırılmalıdır.
Dördüncü Mesele: Afrikalı Müslümanların her türlü meselelerine mutlak
çözüm üretmek gerekiyor. Bugün Müslüman toplumlar arasında her geçen
gün artan gerginlikler var. İçlerinde birçoğu İslam’ı iyi bilmemekten
kaynaklanıyor. En basit dinî uygulamalar dinin temel esaslarından, iman
konulardan daha fazla belirleyici ve ayrıt edici olabiliyor. Bunu aşmak için
devamlı dinkardeşlerinin birbirlerini yakından tanımalarını sağlayacak
buluşmaların sıklaştırılmasıdır. Birinin mutluluğunun diğerininkini de
etkileyeceği her fırsatta dile getirilmelidir. Sadece Fransa’da 250’nin
üzerinde Katolik dini cemaat var ve bunlar arasında en ufak bir gerginlik
varsa bile taraftarlarının dahi haberdar olmayacağı şekilde mahrem konular
arasındadır. Medyaya asla yansımaz ve herkesin uğraşacağı o kadar alan var
180
ki kavgayı düşünmeye vakitleri yok. Oysaki Müslümanlar fitne ortamına
sürüklenince en ciddi meselelerinin halline bile kafa yoracak vakit
bulamıyorlar. İngilizler 1882 yılında Mısır’ı sömürgeleştirmek üzere ele
geçirince buranın üzerinde idari yetkisi olan Osmanlı Devleti’nin güçlü
devlet adamlarından birisi henüz o dönemde bu ülkeye gider. Ortalıkta fazla
İngiliz askeri gücü göremeyince İngiliz sömürge idarecisine Osmanlılar
buraya 500 asker gönderse onlardan kolayca geri ala alabileceklerini söyler.
İngiliz idareci ise değil 500 asker sadece 50 veya 100 asker gönderseler yine
de alabileceklerini, ama değil oraya asker göndermek o tarihten sonra o
kadar çok başka meselelerle uğraşacaklarını söyler ki bir daha Mısır
kelimesini ağızlarına dahi almalarının imkânsız olacağını çok rahat bir
psikoloji ile söyler. Bugün Afrika’yı tanımayan, düşünmeyen Asyalı,
Asya’yı tanımayan Afrikalı, Avrupa’yı tanımayan Asyalı ve Afrikalı dünya
Müslümanlarının sıkıntılarına nasıl çözüm üretecek.
Beşinci Mesele: Halen tüm dünya Müslümanları gizli ve açık şekilde
Hıristiyanlık propagandası altındalar. Son yüzyılda milyonlarca Müslüman
farklı metotlarla Hıristiyanlaştırıldı. Bunların yeniden asli toplumlarına
kavuşmaları gerekmektedir. Eğitim ve sağlık alanında dünya genelinde
yürütülen çalışmaların Misyonerler bir asırda otuzda bir olan oranlarını o
kadar artırdılar ki 1900’lerin başında 300 milyon nüfusu olan Afrika’da 10
milyon Hıristiyan varken bu rakam 2000’lerin başında 300 milyondan fazla
denmektedir. Müslümanlar ise en az 200 milyon iken en fazla üç kat artarak
600 milyon olabildiler.
Altıncı Mesele: Günümüz dünyasında en güçlü olan ve tüm uluslararası
alanlarda etkili olanlar ne ABD, ne Fransa, ne Japonya ve ne de Fransa’dır.
Asıl sahip oldukları gücü devletlerin üzerinde estiren çok uluslu şirketlerdir.
Ekonomik bakımdan geri kalmışlık daha ziyade çoğu Afrika’daki
Müslüman toplumlara mahsus ve de adeta kalkmayacak bir perde gibi
oturtulmuş vaziyette. Müslümanlar daha ziyade geleneksel ticaretin peşinde
ömürlerini tüketirken dünyanın çokuluslu şirketleri ise ana kaynakların
tamamını ellerinde tutmaktadırlar. Bugün dünya nüfusunun yarısına yakını
olan fakirlikte en alt tabakadan itibaren biraz iyileşme temayülünde imkâna
sahip olan 3,5 milyar insanın sahip olduğu servetin değeri çok uluslu 250
şirketin servetine denktir. Adeta tüm dünyayı ellerine geçirip sömüren bu
şirketlere, daha doğrusu dünyanın yeni efendilerine en ciddi direnişi
Müslümanlar göstermektedirler. Artık Müslümanların kendi aralarında çok
181
uluslu şirketler kurmalarının zamanı gelmiştir. Bunu yapmadıkları takdirde
dünyanın yeni efendilerinin her türlü iradelerine ve uygulamalarına teslim
olacaklar demektir.
Yedinci Mesele: Başta Afrika ülkeleri olmak üzere Asya’da da milyonlarca
Müslüman üretici yerine
hayatlarını tüketen olarak geçirmektedir. Günlük hayatlarında ihtiyaç
duydukları en basit malzemeler için ithal malı olduğundan o kadar çok para
harcıyorlar ki bu önlenemezse asla kalkınamayacaklar. Mutlaka basit
ihtiyaçların her toplumun kendi yaşadığı mekânda üretilmesi sağlanmalıdır.
Sekizinci Mesele: 20. yüzyılın ikinci yarısındaki silahlı mücadelelerin
hepsini Müslümanlar kaybettiler. Sadece Filistin, Filipin ve Bosna davası
hariç tutulmalıdır. Özellikle Müslüman toplumların iç savaşları İslam
dünyasına uzun yıllar kaybettirdi ve hala kaybettirmeye devam ediyorlar.
Silahı kullanan değil üreten bundan para kazanıyor. Üreten değil kullanan
ya ölüyor, ya da öldürüyor. Müslümanların günümüz dünyasında basit
silahlarla bu alanda her geçen gün daha fazla güçlenen devletlerin
karşılarında durmaları mümkün değildir. Mutlaka teknolojinin her alanda en
gelişmişini en ücra yerlerdeki Müslümanların menfaatine sunamazsak bu
dünyanın geleceğine şimdiden hiçbir katkıda bulunamayacağız demektir.
Dokuzuncu Mesele: İslam ülkelerinde siyasi yapılar çok zayıftır ve yön
vericiler maalesef genç dimağlar değil iki üç nesil öncesi zihniyete sahip
kimselerdir. Yaşlanmış beyinlerin vereceği kararlar daha ziyade yine o
kuşağın sıkıntılarını merkeze alıp onlara çare üretmeye gayret edecektir.
Tek partili siyasi yapıların Müslüman ülkeleri kalkındırmadığı, mutlaka çok
partili hayata geçmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Ama bunu
yaparken de abartmayıp Avrupa’daki, hatta Amerika’daki gibi birkaç güçlü
partiyle sınırlandırmalı, ama Afrika’daki gibi dalga geçer gibi herkesin
aklına estiğinde parti kuramamalıdır, kurmamalıdır da. Gençliğin en büyük
sorumluluğu siyasete çok erken yaşlarda ilgi duyup gördükleri aksaklıkları
demokratik yollardan çözmeye ciddi şekilde vakit ayırmalarıdır.
Onuncu Mesele: Müslüman gençliğin sporda çok zayıf konumda olduğu
gibi, ondan daha elzem olan medya ve iletişim sektöründe adeta yok
denecek kadar az olmalarıdır. Sosyal medya Müslüman gençliği belki de
önü alınamayacak ciddi uçurumlara sürükleyebilir. Dünyanın her tarafından
haber ağlarını canlı tutacak gençliğin medya konusunda eksik yönlerini bir
182
an evvel tamamlayıp bu alanın yıkıcı etkileri yerine yapıcı yönlerini
kullanmaları gerekmektedir. Medya üzerinden Müslüman toplumları
galeyana getirip her tarafı yakıp yıktıran zihniyetin yerine bu alan üzerinden
tüm toplumları sakinleştiren, bilgi ile donatan sistemleri geliştirmeleri
gerekmektedir.
183
İSLAM DÜNYASI’NDA SORUNLU BÖLGELER
SRİ LANKA - SERENDİP / ASHSHEIKH.
ASHSHEIKH. S.M. SUFIYAN (NALEEMI)
SRI LANKA- SRI LANKA İSLAMİ ÖĞRENCİ HAREKETİ
İçindekiler:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
Önsöz
Bir Bakışta Güney Asya
sya’nın Güzelliklerine Giriş - Sri Lanka
Sri Lanka’lı Müslümanlarının Kısa bir Tarihi
Sri Lanka’lı Müslümanlara karşı yürütülen nefret kampanyaları
Bu durum İslam ve Müslümanlar aleyhine yapılan küresel
kampanyanın bir parçası mı?
Sri Lankalı Müslümanların Güncel Meseleleri
Dini
Ekonomik
Eğitimsel
Sri Lankalı Müslümanların aleyhine olan sorunların arkasındaki
gerçekler
Bu durumu ve zorlukları nasıl karşılamak lazım?
Önsöz
Geçtiğimiz birkaç yıl dünya çapındaki İslami canlanmadaki yeni boyutlara
tanıklık etmiştir. Bütün avantajları ve engelleriyle birlikte dünyanın birçok
kısmındaki Müslüman toplumlar inançlarından vazgeçmeyeceklerini
gösterdiler. İleri doğru hareketleri sırasında, İslami canlanma hareketleri
karar verme ve strateji geliştirme konularında fevkalade olgunluk
seviyelerine ulaşmışlardır. Çeşitli Dava hareketleri arasında ortaya çıkan
dikkate değer anlayış ve karşılıklı işbirliği seviyeleri aslında sağlıklı
işaretlerdir. Mevcut durum on yıl kadar önce hakim olan durumdan çok
daha iyidir. Çağın tek süper gücü olduğunu iddia eden Amerikalı politika
belirleyiciler ve diğer Batılı ülkeler İslami hareketleri yabancılaştırmanın ve
şiddetli güçle karşı karşıya bırakmanın artık işe yaramayacağını ve bu
184
nedenle en iyi hareket tarzının onları kendi küresel hegemonya çıkarları için
yararlı yollara bağlamanın olduğunu anlamışlardır. Türkiye’nin askeri
vesayetten yükselişi Ümmet’in canlanması için önemli bir dönüm
noktasıdır. Türkiye’nin eski Kemalist oligarşi dönemlerine dönemeyeceği
oldukça açıktır. Bu ülkedeki insanlar çeşitli alanlarda dini bağlılıklarını öne
çıkarmaya başladılar. Çeşitli İslami hareketler ve kuruluşlar, ekonomi, iyi
yönetim, kültür, eğitim ve bunun gibi alanlardaki performansı sayesinde
Türkiye’nin halkı arasındaki dini değerleri geliştirme alanlarındaki başarısı
oldukça övgüye değerdir. Bütün dünyaya medeni ve saygın Müslüman bir
devletin nasıl görüneceğine; dindar Müslümanların ekonomik, kültürel, dini
ve politik doldurumlarda olan bir ülkeyi nasıl bir başarı hikayesine
dönüştüreceklerine dair bütün dünyaya iyi bir örnek olmaktadır. Şaşırtıcı bir
şekilde, birçok .Müslüman ülkesi çok yönlü gelişmenin takibinde Türkiye’yi
model olarak almanın önemini vurgulamaya başlamışlardır.
Arap Baharı aslında Müslümanların dünya sahnesindeki duruşunu
ilerletmiştir. İsrail ve diğer emperyalist güçler ilk kez anladılar ki Orta
Doğu’nun dinamikleri değişti ve gelecekteki temel gerçeklikler, geçmişte
olduğu gibi uzlaşmaz olurlarsa, onlar için faydalı olmayacaktır. Yarım
yüzyıldan beri ilk kez Arap caddelerindeki gençler Arap despotizminin
kalelerini yok edecek ve despot krallarına ve yöneticilerine ait kölelik
prangalarını kaldırarak böylesine cesurca ayaklandılar.
Arap ve Müslüman ülkelerdeki elitler İslami hareketlerin liderlerini kendi
halklarının meşru temsilcisi olarak kabul ettiler, bu durum aslında dikkate
değerdir. Bu durum Allah u Teala’nın büyük bir lütfudur.
Tezimi Ümmet’in ileri hareketindeki böyle kutsal bir alanda sunmaktan
doğrusu mutluluk duymaktayım.
Allah u Teala’ya bize ihlas bahşetmesi ve yaptıklarımızı kabul etmesi için
dua ediyorum.
Bir Bakışta Güney Asya
Güney Asya anlaşmazlıklarla dolu Arap dünyasının bir benzeridir. Zorlu
tartışmalar, anlaşmazlık ve savaş Güney Asya’nın tanımlayıcı
özellikleridir.Soğuk Savaş, .sınırlama, düşük yoğunluktaki savaşlar, sınır
ötesi ihlalleri ve Afgan savaşının yansımaları Güney Asya’nın durumunu
değiştirmiştir. 1989-91 yılları arasında Sovyet Bloğu parçalandığında,
185
Francis Fukyama’nın ifadesi kullanılacak olursa, ‘tarihin sonu’ birçok
kısımda kutlanmaya başlandı. Dünya’daki birçok devlet ‘ yeni dünya
düzenini’ şekillendirmeye, benimsemeye ve ayak uydurmaya başlamıştır.
Fakat, Güney Asya bu mantığa karşı gelmeye devam etti. Kaşmir’deki
anlaşmazlık, silahlanma yarışı, Afganistan’daki iç savaş şiddetle yeniden
ortaya çıktı.
Güney Asya’daki stratejik ortam Hindistan-Pakistan rekabeti ile
şekillenmekte ve belirlenmektedir. Ortak sömürge geçmişlerine, görülebilir
kültürel ve kurumsal benzerliklere rağmen güç ilişkilerinin dinamikleri
düşmanlık, güven eksikliği, anlaşmazlık ve savaş ile şekillenmeye devam
etmektedir. Güvensizlik, ‘başka’sından şüphelenme ve korku ‘nükleer
alevlenme noktası’ olarak Güney Asya’yı meşgul etmeye devam etmektedir.
Barış, işbirliği, ekonomik ortaklık anlaşılmaz olmaktadır. Birçok bilimsel ve
basınsal çalışmalar Güney Asya’daki ‘bitmeyen anlaşmazlığın’ üzücü
resmini sunmaya devam etmektedir.
Asya’nın Güzelliklerine Giriş - Sri Lanka
Çok etnik yapılı ve çok dinli nüfusa sahip Hint okyanusundaki tropik bir
ada. Singalaca Sri Lanka’lı Budistlerin ve Hıristiyanların konuştuğu ulusal
bir dildir. Tamil Hintlilerin, Tamil Hıristiyanlarının ve Müslümanların
konuştuğu bir devlet dilidir. Çoğunluğun Tamil dilinin konuştuğu Kuzey ve
Doğu hariç ülkenin bütün kısımlarında Singalaca çoğunluk dilidir. İngilizce
ülke çapında yaygın bir biçimde konuşulmaktadır.
Sri Lanka idari bir başkanlık yönetim sistemine ve çok partili demokrasiye
sahip Parlamentoya sahiptir. Azınlığın problemlerine çözüm olarak güç
devri gösterilmiştir ve sonuç olarak Yönetim ve iktidardaki temsilleri,
anayasa tarafından belirlenen geniş kuvvetlere sahip dokuz adet Vilayet
Genel Meclislerine dağıtılmıştır, çeşitli sebeplerden dolayı bu, gerçekte
önemsizdir. Yerel yönetimin çeşitli kademelerindeki seçimler insanların
sürece daha az ilgi göstermeye başlayacağı seviyeye kadar düzenli bir
özelliktir.
Britanya’dan kazanılan bağımsızlıktan beri tek partiler olarak veya küçük
partilerin ittifakları olarak 1948’den beri iktidarda olan yönetimde birbirini
izleyen iki büyük parti bulunmaktadır. Üçüncü bir politik gücün ortaya
186
çıkması için gerekli alan ana partiler arasındaki iktidar oyunundan dolayı
kaçınılmazdır.
Son yıllardaki hükümetler, birçok politik partinin parçalanmasıyla
sonuçlanan “böl ve yönet” politikasını yaygınca kullanmışlardır.
Toplumun küçük politik gruplara ayrılmasıyla sonuçlanan felsefede dar
farklılıklarla yarım düzinenin üzerinde Müslüman Politik Parti
bulunmaktadır. Bu Müslümanların politik bir yokluk haline getirilmesiyle
ve toplumun refahı için birleşik Müslüman Planın geliştirilmesi için acil bir
ihtiyaçla sonuçlanmıştır.
Verimli ve güncel bir sağlık ve tıbbi yardım aynı zamanda ücretsizdir. Bu
durum, Sri Lanka’nın Güney Asya’daki birçok diğer ülkeden daha yüksek
bir okur yazarlık oranına ve ortalama yaşam süresine ve birçok başka sosyal
göstergeye sahip olmasıyla sonuçlanmıştır.
Tarihi Geçmiş
Sri Lanka (önceleri Seylan olan bilinir) Hint Tamil Nadu devletinin güneydoğusunda uzanmaktadır. Sıklıkla doğunun incisi olarak ifade edilen armut
biçimindeki ada Palk Boğazları denilen dar şeritli bir su ile ana kara
Hindistan’dan ayrılmaktadır.
Hindistan’a bu kadar yakın olan ve kolay erişime sahip olan Sri Lanka’nın
tarih öncesi zamanlardan beri komşusunda büyük sayılarda göçmenler aldığı
beklenebilir. Adanın asıl yerlilerinin Vedda denilen aborjin bir kabile
olduklarına inanılır. Şu anda çoğunluk topluluğu olan Sri Lanka’lıların M.Ö.
6. Yüzyıl civarında adaya yerleşmiş olan Ganj nehri vadisinden gelen ve
Vijava tarafından yönetilen kolonicilerin neslinden geldikleri
düşünülmektedir. Sri Lanka’lıların dili olan Singalaca Pali ile yakından
ilişkili olan bir Hint Avrupa dilidir. Budizm, M.Ö. 307-267 dönemi
sırasında Kral Devanampiya Tissa’nın saltanatı sırasında Sri Lanka’ya
tanıtılmıştır.
Hindistan ve Sri Lanka arasındaki ticaret ilişkileri M.Ö. 3. yüzyıla
dayanmaktadır. M.Ö. tarihçileri Sri Lanka’daki Tamil yerleşimlerinin esas
kuruluş tarihini saptayamamışlardır. Fakat, M.Ö. 3. Yüzyılda Elera adında
bir Tamil Generali Kuzey Merkez Vilayetinde Anuradhapura’da bir Tamil
Krallığı kurmuş ve 44 yıl boyunca burayı yönetmiştir. Sri Lanka’lılar ve
187
Tamilliler arasındaki adil ve yansız yönetimi sayesinde ün kazanmış ve
böylece Adil Elera diye adlandırılmıştır.
Adanın Hint Okyanusundaki stratejik konumu ve ürettiği istenen
malzemeler eski çağlardan beri süregelen önemli derecede bir dış ticaretle
sonuçlanmıştır. Romalılar M.S. 1. Yüzyılda Sri Lanka’nın ticari değerini
keşfettiler ve ada Yunanlar, Romalılar, Persler, Araplar ve Çinli tüccarlar
tarafından keşfedilmiştir. Sri Lanka’nın ticaret önerisi ıslak bölgelere,
değerli taşlara, incilere, filler eve fil dişine sahip vahşi ormanlarda yetişen
Tarçın’ı da içermektedir.
Servetlerini burada kazanan ve bırakan tüccarların çoğu sadece adayı ziyaret
ediyorlarken, buraya yerleşip Seylan’ı kendi evleri yapanlar Araplardı. Ek
olarak, Sri Lankalı Müslümanlar Arapların soyundan geldiklerini iddia
ederlerken, Arapların adaya gelişine ait mevcut bilgilere bakmak önemlidir.
Sri Lankalı Müslümanların Kısa bir Tarihi
Giriş
Eskilerin Seylan olarak bildiği Sri Lanka, çağlar boyunca yabancı gezginler
tarafından çokça ziyaret alan bir ülke olarak tarih kitaplarında
kaydedilmiştir. İnsanlar; Hindular, Müslümanlar, Roma Katolik ve diğer
Hıristiyan mezhepleri karmaşığı olarak başlıca Budist’tir. Temel ırk
Singaladır ve geri kalanını Tamiller, Müslümanlar ve Burgherler oluşturur.
Sri Lanka Müslümanları, 21 milyon kişi olan toplam nüfusun yaklaşık
%10'u tutarında olan, çok küçük bir azınlıktır. İslam'ın gelişinden önce Sri
Lanka'yı kendi vatanları yapan Arap tüccarlardan geldiklerini iddia ederler.
Tamiller nüfusun% 10 civarını oluşturmaktadır.
Sri Lankalı Müslümanlar iki ayrı alt grup; Moor ve Malay olarak kategorize
edilebilir. İlk olanı, Moor'u genel olarak Arapları tanımlamak için kullanan
Portekiz sömürge yöneticileri tarafından kendilerine verilen addır. Malaylar,
Java ve Malezya Yarımadası kökenli Müslümanlardan oluşan bir gruptur.
Moorlardan hem fiziksel görünüş olarak hem de konuştukları yerel
lehçelerin karışımı olan dil ile ayrılırlar.
Araplar:
Sri Lanka Tamilleri tarih boyunca, Sri Lanka Müslümanlarını Tamil ırkına
ait olarak kategorize etmeye çalışmışlardır.Bu temel olarak, azınlık olan ve
188
kendi kimliğine sahip olan Müslüman toplumunu yok etmek isteyen bencil
nedenlerden dolayıdır. Ancak Sri Lanka Hükümeti, Müslümanlara,
Tamillerden farklı bir etnik grup olarak ve Arap kökenli olarak davranır.
Fransız S.G. Perera kitabında -History of Ceylon for Schools 1.Cilt- he
Portuguese and Dutch Periods, (1505-1796), Colombo (1955), The
Associated Newspapers of Ceylon Ltd., syf.16, der ki;
-Seylan'da Arapların ilk bahsi, Kral Pandukabhaya'nın saltanatının
Mahavansa hesabında (İlkel Sri Lanka tarihi) geçer. Ve bunda, bu kralın
Müslümanlar için toprakları ayırdığı geçmektedir.
Milattan sonra 3. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun düşüşü ile, Roma
ticareti de ölmüş ve Araplar ve Persler boşluğu doldurmuş; hızla büyüyen
kıyılar arası ticareti yapmaya başlamışlardır. İran, Suriye ve Mısır'ın
fethinden sonra, Araplar Doğu ve Batı arasındaki bütün önemli yol ve
ticaret merkezlerini kontrol ettiler. Milattan sonra 1. yüzyıla kadar Arapların
Sri Lanka'da yerleştiği tahmin edilmektedir. K.M. De Silvas, Tarihi
Araştırma, Sri Lanka - Bir Araştırma, Londra (1977), C. Hurst & Co. Ltd.,
syf.50, derki - milattan sonra 8. yüzyıla kadar Araplar; Seylan ve
Hindistan'ın önemli yollarında sömürgeler kurmuştur. Seylan yollarında
Arapların varlığı; Colombo, Trincomalee ve Puliantivu adasında bulunan en
az 3 kitabe ile açıklanmaktadır. İslamın Sri Lanka'da gelişiminin açıklandığı
biçim, Hindistan'ın Malabar kıyısındakine çok yakındır.Gelenekler, Malabar
kıyısında yerleşen Arapların Cranganore yolundan Sri Lanka'ya, şimdiye
kadar Adem Tepesi olarak anılan tepenin başında bulunan Adem'in ayak izi
olduğuna inandıkları şeye bağlılıklarını göstermek amacıyla hac için
yolculuk ettiğini söyler.
İbn-i Batuta, ünlü 14. yüzyıl Arap gezgini, seyahatnamelerinde Sri
Lanka'daki ilk Arap etkileri hakkında birçok kesim kaydetti.
7.yüzyılın sonundan önce, Müslüman tüccar kolonisi Seylan'da kendilerini
kurmuştu.Doğal ihtişam ile büyülenen ve Adem Tepesi ile ilgili gelenekler
tarafından cezp edilen Müslüman tüccarlar sayıca çok olarak buraya ulaştı
ve onlardan bazıları yerel yöneticiler tarafından verilen samimi
anlaşmalardan destek alarak adada yerleşmeye karar verdi. Onlardan çoğu,
Bağdat ve diğer İslami şehirler ile kültürel ve ticari anlaşmalar sürdürerek,
barış ve refah içinde kıyı yerlerinde yaşadı.
189
Tikiri Abeyasinghe'ye göre, Seylan'daki Portekiz Hükmü'nde, 1594-1612,
Colombo (1966), Göl Evi Yatırımları Ltd., syf.192, Seylan'ın ilk
Müslümanları, Abdül Malik bin Marwan olan Halifenin hükmüyle 8.
yüzyılın ilk zamanlarında Arabistan'dan sürülen Haşim'in Evi'nin
Arapları'nın bir kısmıydı. Ve Fırat nehri güneylerinden ilerleyenler
Hindistan’ın güney kısımlarına yerleşti.Seylan'a gelen onların bir kısmı,
adanın Kuzeydoğu, Güney ve Batı kıyılarında 8 yerleşim yeri kurdu;
Trincomalee'de bir tane, Jaffna'da bir tane, Colombo'da bir tane,
Beruwala'da bir tane ve Point de Galle'de bir tane.
İslam öncesi zamanlarda Seylan'da Arap yerleşimleri olmasına rağmen,
Arapların Sri Lanka'ya milattan sonra 7./8. yüzyıl zamanlarında geldiklerini
kabul etmek mantıklı olabilir.
Müslüman yerleşiminin büyümesine yardımcı koşullar değişmiştir. Sinhala
ticarette ilgili değildi ve toprak ve toprağın işlenmesinden memnundu.
Ticaret böylece Müslümanlara açıktı. Sinhala kralları, Müslüman'ların deniş
aşırı ülkelerden ticaret ve siyaset anlaşmaları ile getirdikleri gelirler
nedeniyle, Müslüman yerleşimlerine hoş bakıyordu. Yerel nüfusun dini
toleransı, Müslüman yerleşimlerin Seylan'da gelişmeleri için bir diğer hayati
faktördü.
İlk Müslüman yerleşimleri, başlıca ticaretlerinin doğasında bulunan yolların
yakınlarında kuruldu. Ayrıca Arap tüccarların çoğunun, Seylan'a
yerleştiklerinde beraberinde kadınları getirmedikleri farz edilmektedir. Bu
nedenle, onları İslam'a dönüştürdükten sonra, adanın Sinhala ve Tamil
kadınlarıyla evlenmek zorunda kaldılar. Sri Lanka'daki çok sayıda
Müslüman'ın Tamil dili konuşması, Güney Hindistan Tamilleriyle ticaret
yapmaları ve işlerini başarılı bir şekilde yapmaları için de Tamil dilini
öğrenmeleri gerektiği ile açıklanabilir. Güney Hindistan'daki Tamil Nadu
Müslümanlarının etkileşimi de buna katkı sağlamış olabilir. Zaten Seylan'a
göçmüş olan Arapların, İslam'a kadar, Güney Hindistan'ın Tamil konuşan
Müslümanları ile iletişim dili olarak Tamil dilini benimsemeleri de mümkün
olabilir. Müslümanlar Seylan'da yavaş yavaş çok karlı ticari işler kuran
yetenekli tüccarlardır. Müslümanların bir bütün koloni olarak, milattan
sonra 1024 Kalutara Alanındaki Beruwela'ya (Güney Batı sahilinde)
yerleştikleri söyleniyor.
190
Müslümanlar, onların evlendiği kadınların çoğunun dönüşmesine rağmen,
Seylan yerlileri arasında İslami propaganda işine girmediler. İslam, eşitlik
faktörünü kendi statülerinin bereketi olarak gören Tamil topluluğunun daha
az uygar düşük kast üyelerini çekti.
Ayrıca, 14. yüzyılda Kurunegala'da hüküm süren Müslüman bir yöneticinin,
Vathimi Raja, Sri Lanka'sının tarihinde bir rapor da bulunmaktadır.Bu
faktör, tarih kitaplarında ihmal nedeniyle, bilinmeyen nedenlerle, modern
yazarlar tarafından bulunamıyor. Vathimi Raja, şeflerinin birinin kızı ve
Müslüman bir eşten olan 1. Kral Bhuvaneka Bahu'nun oğludur. 1. Kral
Bhuvaneka Bahu'nun Sinhala oğlu, 3. Parakrama Bahu, tahtın gerçek
mirasçısı, Dambadeniya'da 3.Pandita Parakrama Bahu adı altında taç
giydirildi. Üvey kardeşinden kurtulmak için, Vathimi Raja, gözlerinin
oyulmasını emretti. Mahavansa'nın yazarının (Seylan'ın ilkel tarihi), bu
talihsiz olayın kaydını yok ettiği düşünülmektedir. İngiliz çevirmen,
Mudaliyar Wijesinghe, orijinal yazının yok edilip yerine kurgu yazılarının
koyulduğunu söylemektedir. Körleştirilen Vathimi Raja, 1344'te adaya
ziyareti sırasında İbn Batuta adındaki Arap seyyah tarafından görülmüştür.
2. Parakrama Bahu adındaki oğlu da bir Müslümandı. Müslüman kökenli
Alakeshwara krallarının soyu 1410'da sona erdi. Bu hükümdeki bütün
kralların Müslüman olmayabileceğine rağmen, bu yüzyıldaki taş
kitabelerindeki isimlerinin önündeki -Shri Sangha Bodhi- ekinin eksikliği,
onların Budist olmadıklarının bir göstergesi olarak algılanabilir. Dahası İbni
Batutas'ın ziyareti sırasında, Jalasthi adındaki bir Müslüman yöneticinin
Colombo'yu tuttuğu aktarılmaktadır ve yaklaşık 500 Abyssinianlık bir tabur
ile şehri tutmaktadır.
Buna rağmen Müslümanlar, her zaman, Sinhala soyu ve yerel halk ile çok
samimi ilişkiler muhafaza etmiştir. Onların Tamiller için olduğundan daha
fazla, Sinhala'ya yakın olduklarının kanıtı vardır. Müslümanların Sinhala
krallarıyla ilişkileri kuvvetlice büyüdü ve 14. yüzyılda onlarla Tamil
krallığının ve etkilerinin genişlemesine karşı savaşmışlardır.
16. yüzyılın başlamasına kadar, orijinal Arap tüccarlarının ataları olan Sri
Lanka Müslümanları bu adada rahatça yerleştiler.Onlar ticarette çok
başarılıydılar ve sosyal olarak yerel halkın gelenekleriyle etkileşim içine
girdiler. Onlar toplumun ayrılmaz, ve dahası vazgeçilmez bir parçası
oldular. Bu süre Sri Lanka Müslümanları için barış ve refah içindeki
üstünlüklerinden biriydi.
191
Malaylar
Sri Lanka Müslümanları, Malayların kendilerini ayrı bir grup olarak
oluşturdukları halde, onları dahil etmektedir. Hatta Sri Lanka'nın ilk nüfüs
sayımları (1881), Müslümanları Moorlar ve Malaylar olarak ayrı ayrı
kaydetmiştir. Malaylar da aynı Moorlar gibi İslam dinini takip etmişlerdir.
Malayların Sri Lanka'daki gerçek başlangıçları 13. yüzyıla
dayanır.Husseinmiya, Malayların Sri Lanka'ya kesin gelişleri 13. yüzyılda
olduğunu yazar.Chandra Bhanu, Malay Kralı Nakhon Sri Dhammarat,
Malay askerleriyle milattan sonra 1247 yılında Sri Lanka'yı işgal etti. O'nun
Sinhala krallığından Buda'nın emanetlerinin sahibi olduğu belirlendi. İkinci
bir işgalde, askerleri Hindistan'dan getirdi.
13. yüzyılda 50 yıl kuzey Seylan'ı yöneten Chandra Bhanus; Java Patman,
Java Kachcheri, Hambantota gibi yer isimleriyle hatırlanır. Çoğu yazarlar
Seylan'daki Malayların kaynağını, adanın Hollandalılar tarafından
yönetildiği döneme bağlarlar.Murad Jayah, Bugünkü Seylan Malaylarının
Durumu'nda, MICH Silver Jubilee Souvenir, 1944-1969, Colombo (1970),
syf.70, der ki:
- 1709'da Susana Mangkurat Mas, Java'nın kralı, Hollandalılar tarafından
tüm heyetiyle Sri Lanka'ya sürgüne gönderildi.Onu 1723'te 44 Javanese
prensleri takip etti ve Batavia savaşında teslim olan soylu adamlar
aileleriyle bu ülkeye sürüldü.Bu aileler Malay toplumunun büyüdüğü
çekirdeği oluşturdu.
-Hollandalılar sürgün olarak daha fazla Java Minissu (Malay halkı)
getirmeye devam etti ve onlara asker, polis gücü, hapishane ve diğer
alanlardaki boşluklarda iş verdi. Onlar Hollanda işgal ve erken İngiliz
zamanlarında, askerlerin bir kısmını oluşturdu. İngilizler de alay yetiştirme
düşüncesiyle, Seylan'da yerleşmeleri için Malay aileleri getirdi. Kralların
renkleri 1801 de Seylan Malay alayına,bu onuru alan ilk Asyalılar,
ödüllendirildi.
İngilizlerin başarısız olan denizaşırıdan daha fazla Malayları çekme
girişimleri, Malay askerlerine ödenen az maaşlar ve bunlara eklenen
yetiştirme endüstrisindeki işin daha çekiciliği, 1873'te Malay alayının
dağılmasıyla sonuç buldu.Ordudan ayrılan Malaylar, polis ve itfaiye
hizmetleri içine absorbe edildi.
192
Malayların anadili Malay (Bahasa Melayu) 'dır. Murad Jayah şöyle diyor:
Bahasa Melayu, Seylan Moorlarının Arap atalarına zıt olarak,
Endonezya'dan ilk sürgünlerin kadınlarıyla geldiğinden ve onların Sinhala
ve Tamil kadınları arasından eş bulmaları gerekli olmadığından, bu ülkede
250 yılı aşkın zamandır korunmaktadır.
Bir Sri Lankalı Olarak Müslümanlar
Sri Lanka Müslümanları, adanın Hollanda ve Portekiz istilası sırasında
çekilen zorluklarla vurgulanmış renkli bir tarihe sahiptir. Onların ekonomik
kısıtların saldırılarına, politik entrikalara ve dini eziyetlere karşı koymaları,
arkada kalmaları ve hayatta kalmaları adında onların yararınadır. Çoğu diğer
halklar çantalarını paketlemiş ve iyi için bırakmış olabilirler. Onlar sadece
dinlerini Hristiyan düşmanlarından korumakla kalmadı, İngilizlerin
Hollandalılardan egemenliği aldığı 18. yüzyıla kadar ekonomiyi yavaş yavaş
ve kademeli olarak yeniden inşa ettiler.
İslami kültür ve medeniyetin temel merkezlerinden coğrafi olarak izole
olarak, Sri Lanka Müslümanları, kendi kimliklerini korumak için, Güney
Hindistan Müslümanları olan komşularıyla yakın bir şekilde etkileşime
zorlandı. Bu bağlantıyı reddediş olsalardı, ihtimaldir ki, İslami karakterlerini
tamamen kaybedebilirlerdi. Ancak, bu bağlantının birçok Hindu geleneğinin
ve değerlerinin, bazıları hala uygulanmaktadır, kendi kültür ve yaşam
tarzına girmesine neden olduğu gözlemlenmiştir. İslam'ın öğretilerinin
doğru bir anlayışının eksikliği bu üzücü durumun ana nedeni olmuştur.
Çeşitli şekillerde yerel koşullara adapte olarak ve de büyük ölçüde Adaların
ekonomik refahına çokça katkıda bulunarak, Kuzey Eyaletinin Hindu
Tamillerinin aksine Sri Lanka'nın Müslüman topluluğu, yerli Sinhala nüfusu
ile herhangi bir büyük çatışmadan kendini kurtardı. Onlar da sıkı
çalışmalarının değeri tarafından, ülkenin siyaset ve yönetiminden adil bir
pay alabilmektedirler ve de ülkedeki tüm siyasi gruplara olabilecek
desteklerinin hayati olduğu önemli bir azınlık olmuşturlar. Müslüman
toplumunun hiç bir durumda siyasi baskıya sahip olmadığının söylenmesine
rağmen, Tamillerin aksine çok ses çıkarmadan siyasi aktivitelerini
değiştirdikleri kesin doğrudur.
Yıllar boyunca Müslüman Parlamenterlerin Müslümanların özel yararları
için birçok özel kanunu parlamentoda kabul almaları mümkün olmuştur.
193
WAKF için, İngiltere sömürgesinden miras kalan Kişisel Müslüman kanunu
altında Müslüman Evliliği ve Boşanması, özel hükümler vardır.
Müslüman Hükümet Okulları, Cuma Namazları Zamanı, Özel Tatil
Yardımları gibi, toplum ruhuna sahip Müslümanlar, parlamento
hareketleriyle Müslüman güvenleri yarattı.
Genellikle şimdiye kadar, kişinin dinini ve seçtiği dili uygulama özgürlüğü
bulunmaktadır ama eğitim Üniversite tamamlanana kadar ücretsiz ve
zorunludur ve başlıca ana dildedir.
Önemli Müslüman desteği, 1948'te İngilizler'den bağımsızlığı alan Sri
Lanka'nın işlemini kolaylaştırdı ve nerdeyse 4.5 yüzyıldır adada devam eden
Avrupai sömürge düzeninin sona ermesine yardımcı oldu.
Çoğu hala, bu ülkedeki anayasal kurumun oluşmasında Dr T.B.Jayah,
Sir Razik Fareed, Dr M.C.M.Kaleel ve Dr Badiduddin Mahmud gibi
Müslüman liderler tarafından oynanan rolü ve bağımsızlık ve egemenlik
statüsünün talebine olan hevesli desteklerini hatırlamaktadırlar.Onlar
ülkenin siyasi ilerlemesine asla engel olmadılar.Örneğin; bağımsızlık
talebi ivme toplamaya başlayınca, 2. Dünya Savaşı Avrupa'da patlak
verdi. İngiliz hükümeti, savaştan sonra bağımsızlık verilmesi
güvencesiyle, onları desteklemeleri için tüm kolonileri çağırdı.
2. Dünya Savaşı sonrasında, siyasi reformlar ve bağımsızlık için
ajitasyon, ivme kazanmaya başladı. Ancak İngiliz hükümeti,
azınlıklarının haklarının korunmasından emin olmak için, nüfusun
dörtte üçünün bağımsızlık isteğini desteklemesi gerektiğinde ısrar
etti.Nüfusun dörtte üçünden azını teşkil eden Sinhala toplumuyla,
azınlıkların desteği olmadan bu imkansız bir talepti.
Tamil Kongresi lideri G.G. Ponnambalam yüzde 50-50 olarak bilinen
eşit temsil talep etti. Ancak Müslümanların çoğunluk toplumunun
arkasında tamamen durdu ve geçmiş acılar ve dezavantajlara rağmen,
nüfusun üçte ikisi desteği için İngiliz talebini karşılamak amacıyla
yardımcı oldular.
Zehra Koleji temellerindeki toplamayı göstererek, Müslümanların
Yasama Konseyindeki yetersiz temsillerine karşı protesto yapmak için
Sir Mohamed Macan Markar başkanlığında, Tüm Seylan Müslümanları
Politik Konferansı Sekreteri Dr. Badiduddin Mahmoud, 5 Mart 1939'da;
194
"Ülkemizin tam bir özgürlük talebi için aralarından biri olduğumu
benim Sinhala vatandaşlarımı temin ederim. Onlar beni, onların ulusal
ve kültürel isteklerini en çok takdir edicilerden biri olarak
sayabilirler.Bende ve benim toplumumda, onlara, bu adada en güvenilir
arkadaşları ve kibar komşuları bulduklarını bildirin. Onlar asla bende ya
da benim toplumumda, bu küçük adanın kızları ve oğullarından bir gün
istediği korkusuz sadakat ve vatanseverliğin, dünya federasyonunda
kendine saygı duyulan bir ünün niş yapılması isteriğini bulamazlar.
Sinhala kardeşlerim emin olsun ki ait olduğum cesur topluluk, sadece
bir kısmının değil her kız ve oğul çocuğun o büyük vatanda gurur
duyduğu dünyada Lanka'yı mutlu etmek, refah ve büyük bir ülke
yapmak için hiçbir fedakarlığı çok büyük görmeyecek.
Bu politikayla devam ederek, Devlet Konseyindeki 3 Müslüman
temsilci, "Dominion Durum Faturası", oylama için 9 Kasım 1945'te
geldiğinde Mr. S. W. R. D. Bandaranaike tarafından desteklenen bir Sri
Lankalı fatura, için tüm kalpleriyle olan desteklerini genişletti.Sir Razik
Fareed ve Dr Kaleel lehine oylarken Jayah oylama zamanında hazırda
yoktu ve T.B.Jayah ve Dr. M.C.M Kaleel fatura lehine konuştu.
Konuşma sırasında Razik Fareed dedi ki: "Tüm Seylan Moorları
Derneği, onların Hon Lideri'nin bugünkü tartışma altında çözülmesine
olan desteğini taahhüt etmektedir.Başka hiçbir şey şu anda bana bunu
yapmak için ve Hon liderinin önerisine olan tüm kalbi desteğimi ifade
etmek için büyük bir zevk veremez.Ümmetimden ve ben her zaman
onların tarafında durduğumuz gibi, onun zafer saatinde biz, teklif
önerisinin amacına doğru ileri yürüyüşünde onunla elleri birleştiririz."...
Sri Lankalı faturayı onun Müslümanlara dezavantajlarına rağmen
destekleyerek ve Müslümanların faturaya karşı olan tavırlarını
tanımlayarak, Mr.T.B. Jayah dedi ki: " Bunun sevinme ya da sevinç ya
da karşılıklı suçlama anı olmadığının belirtilmesinden dolayı
memnunum. Kesinlikle azınlık toplulukların rahatsızlık ya da çoğunluk
toplulukların zaferlerinin konuşmaları olmadığını düşünüyorum.
"Anladığım kadarıyla, ben Müslüman cemaati üyelerinin tam desteğiyle
konuşuyorum. Ben gördüm ki Seylan'ın Müslüman Cemaatini temsil
eden Seylan Müslüman Birliği, ülkenin farklı bölgelerindeki Müslüman
temsilcilerine ev öncesi durumlar hakkında danıştılar ve şunu söylecek
pozisyondayım; konseyin Müslüman üyeleri, bu adadaki Müslüman
cemaatinin tam desteğine sahiptir."
195
"Konseyin Müslümanları, Sri Lanka-Faturası tanıtıldığı zamanında
kesin bir tavır almaya karar verdiklerinde, onlar sadece bir nedenden
dolayı böyle yaptılar. Bunun nedeni, bu ülkenin siyasi özgürlüğünün
dahil olduğu yerde, onlar böyle bir hareketin avantajları ve faydaları
bile feda noktasına gidebilmeye hazırlandılar." Bildiğim kadarıyla,
efendim, hiç bir hakkı politik özgürlük hakkından daha büyük
görmüyorum ve böylece Bill'in o dezavantajlarının tamamen farkında
olmama rağmen, ona dar bir bakış açısından bakarak, bu Faturayı
desteklemeye hazırlandım."
Sinhala toplumu adına Müslüman üyelerine minnettarlığını ifade eden
SWRD Bandaranaike, Müslüman toplum tarafından makul talepleri
dikkate alacağının güvencesini verdi. Bandaranaike dedi ki: " Eğer bir
üye, cömertlik tavırlarıyla ülke halklarının kendisiden farklı bile olduğu
çeşitli kısımları arasında anlaşma başarısına yaklaşırsa, tam güvenin
aramızdaki herkesten çok ona gitmesi gerektiğini saygıdeğer aday üyesi
Mr. T.B. Jayah'a söyledim. Bugün, gerçekten bu ülkenin insanlarını
arasında birliği getirmede büyük bir etki yapacak, bu çabaya gerçeklik
duygusu getirecek bir konuşma yaptı.
Ancak, bizim özgürlüğün tatmin edici bir ölçüsünü elde etmek için
üstlenmemizi şekillendirebilir." "3 üye, T.B.Jayah, Dr M.C.M.Kaleel ve
Razik Fareed, şimdiye kadar ne yaptı?Faturada, altında bu ülkedeki
Müslüman cemaatinin göründüğü formuyla acı çekebileceği bir Temsil
Şeması verildi ama o kendi içtenlikle, faturada belirtilmiş prensip için
oy vermeye hazırlandığı özgürlük fikri için çalışmaya karar verdi."
"Ama ben, büyük bir çoğunluk adına, en azından temsil ettiğim topluluk
adına, Hon Aday üyesi Mr T.B.Jayaha'a teminat verebilirim ki, özgürlük
çabasında, Soulbury Komisyonu'nun bizim temsilimizdeki tavsiyeleri ne
olursa olsun, içi rahat olsun ki biz, ileri sürülen herhangi bir akış açısını
göz önünde bulunduracak yeterliliğinde hazırlanacağız.
Böylece Müslüman desteği, 4 Şubat 1948'de adanın bağımsızlık yolunu
açan nüfusun üçte iki çoğunluğu gerekli desteğini sağladı ve Mr.
D.S.Senanayake İngiliz bayrağını indirdi ve Sri Lanka Ulusal Bayrağını
yukarı çekti ve adanın bağımsızlığını ilan etti.
Sri Lanka Müslümanlara karşı artan nefret kampanyası
Bu düpedüz delilik. Bu, Kendilerine yasal olan bir avuç ırkçı ayak
takımı güruhu tarafından Ada'nın barışçıl Müslüman cemaatine karşı
196
çıkarılan potansiyel felaket olan nefret kampanyasının nasıl
tanımladığıdır.
Daha sonra Mahiyangana'da, öfke içinde öldürmek için kılıç taşıyan ve
caminin yıkılmasını söyleyen provokatif posterler çıktı. Yaklaşık 3 hafta
önce, tıbbi bir kampanya Sinhala, Müslüman ve Hıristiyanlar tarafından
Maggona'daki fakirlere yardım etmek için, bir Budist rahibin ilk ölüm
yıldönümünü anmak amacıyla, beraberce organize edildi. Son rahip tüm
cemaatlerin insanları tarafından o kadar çok seviliyordu ki, katılan
camilerin vekilleri ve diğer Müslümanlar onun tabutunu omuzlarında
taşıdılar ya da biz öyle yapacağız." Daha sonra bir kamu hastanesinde
doktor olan ve 3. çocuğunu doğuran Müslüman bir kadını zorla
kısırlaştırmaya çalışan bir yöneticinin raporu gelir.
Tıbbi kamp devam ederken, iki Budist rahip diğer birkaç tanesiyle
birlikte lüks bir araca ulaştı ve hemen kampın kapatılmasını talep ettiler.
Rahip açıklamaya çalıştığında, iki rahip onu tehdit ettiler ve zorla kampı
kapattılar.
Soru; toplumsal uyumu bozan bu yabancıların kim olduğudur. Onları
kim finanse ediyor ve ne amaçla? Nasıl onlar sağ salim serbest
kalabilir?Ben eminim ki onlar Sinhala'yı seven ana barışı utandırıyorlar.
Ancak bu kanunsuz elemanları kitaba getirmek için hiçbir adım
atılmadı.
Şimdiye kadar Müslümanlar önemli kısıtlama göstermiştir, ama soru ne
kadar uzun olduğudur? Bir noktada bazı Müslümanlar tepki gösterebilir
ve böyle bir gelişmeden bir anti-Müslüman katliamını açığa çıkarmak
için yararlanılabilir.
Mayıs 2009'da LTTE askeri yenilgi sonrasında, tüm ülke, yaralar derin
olsa dahi, tüm toplulukların daha iyi bir gelecek için barışa
ilerleyebileceğini umuyordu. Bu ırkçı unsurların tüm bu umutları
paramparça ettiği görünüyor.
Ana Sinhala'nın akıllarını Müslümanlara karşı zehirleyen bu kampanya,
19 Sinhala ve İngilizce dilindeki web siteleriyle İslam ve Müslümanları
şeytan gibi gösteren küçük ama organize bir grup ile başladı Ortasında
Anuradhapura'daki 400 yıllık Müslüman türbesinin yıkımı gerçekleşti
ve bunu, Buddist rahibin neden olduğu Dambulla Camii'ne yapılan utan
verici bir saldırı takip etti.Sri Lanka tarihinde serserilerin bir camiyi
talan ettiği ve Cuma Namazı'nı engellediği ilk hadisedir.
197
O zamandan beri ülkenin her yerinde bazı mescitlere saldırılar vardı.
Ancak failleri, yabancılar, her zaman serbest kalır.
Müslüman ticaretini ve diğer kuruluşları boykota ve arsaları
Müslümanlara satmamaya çağıran beyannameler her yerde dolaşmaya
başladı. Onlar çoğunun Müslüman ülkelerde çalıştığı yaklaşık 1 milyon
Sri Lankalıların ve yıllık yaklaşık 6 milyar dolar yapara
göndermelerinin adanın ekonomisini ayakta tuttuğunu biliyorlar mı?
Bu ülkeler yağ ihtiyacımızın önemli kısmını karşılıyorlar.Biz çay,
geleneksel olmayan ve diğer malzemeleri, helal gıdada ısrar eden ciddi
sayıda turistin geldiği yerden Müslüman ülkelere ihraç
ediyoruz.Müslüman ülkeler milyarlarca kalkınma yardımı da sağlar.
Pakistan, İran ve Libya gibi Müslüman ülkelerin zamanlı yardımları
LTTE'yi yenmede kritik rol oynadı. Ne Hıristiyan Batı ne de Budist
Doğu kriz zamanlarında Sri Lanka'nın yardımına geldiler. Sadece
Müslüman ülkeler samimi arkadaş kaldılar.Örnek olarak; çoğu
Müslüman ülkeleri Sri Lanka ile birlikte Birleşik Devletlerin
desteklediği geçen Mart Sri Lanka'daki UNHRC birliğine karşı
durdular.
Hepsinin üstünde, LTTE'nin ayırıcı çağrısına desteğe karşı çıkan
Müslümanlardı ve Sri Lanka'nın topraklarının bütünlüğünü koruyan
onların fedakarlığıydı- özellikle ilk zamanlarda adanın silahlı güçlerinin
bu karşı koymaya yeterli ekipmanı olmadığı zamanlarda.
Bu şartları altında, bu ırkçı elementler Sinhalaları Müslümanlara karşı
kimin yararına provoke ediyor? Onlar, Hıristiyan Batısını ve
Müslümanlara karşı Hindistan’ı bastıran Hindu aşırı uçlarını zekice
koyan Yahudilerin şimdi Müslümanlara karşı tüm dünyada Budistleri
hareket ettirdiklerini biliyorlar mı?
Raporlara göre, Bangladeş'te Budist mabetlerine saldıranlar o muhitten
insanlar değillerdi ama Dambulla Camii'ne olan saldırıdaki gibi
dışarıdan getirildiler.Bodhgaya'ya yolculuk eden Budistler, tur
rehberlerinin, Hindistan'daki Budizmin yıkılmasından sorumlu
olduklarını gösterdikleri Müslümanlara karşı nefret tohumlarını gördüğü
Nalanda'yı ziyaret ederler.
Sri Lanka'da ne olduğu hakkındaki birçok şüphe, Washington-Tel AvivYeni Delhi eksenindeki Müslümanlardan nefret etme kampanyasının bir
parçasıdır. Sinhala toplumundaki sorumlu elementlerin, ülkeyi başka bir
198
olası felaketten kurtarmak için bu hareketleri inceleme zamanı değil
midir?
Yeni Delhi kökenli iki haftada bir çıkan 1-5 Aralık 2009'daki "Milli
Gazete"ye göre, Hindistan Bilgi Bakanlığı raporu (2008), yabancı
paranın Hindistan’daki Hindu halkına ait kuruluşlar tarafından,
Müslümanlara karşı ayaklanmalara neden olmadı için alındığını
bildirdi.Bu kuruluşlar İsrail'den direk almak yerine, Avrupa aracılığıyla
İsrail'den para aldılar.Benzer şekilde, İsrail'e Hindu örgütlerin
liderlerinin turları da çok artmıştır. Onların İsrail'de beyinleri yıkanmış
ve Hint Müslümanlara karşı bir araç olarak kullanılmışlardır.
Bu, burada Sri Lanka'da olan değil midir?Politikacılar, gazeteciler ve
diğerleri İsrail'i ziyarete başladı. Çoğu, İsrail'in arka plan ve gündeminin
ABC'sini bilmiyorlar.Ada basınındaki ve elektrik medyasındaki İsrail
nüfuzunun, İsrail yanlısı ve gayrimüslimlerin makalelerinin son
zamanlardaki sayısından sonuçla, etkili olduğu görünüyor.
2 yüzyıldan fazla zaman önce Benjamin Franklin, Amerika Birleşik
Devletleri'nin kurucu babalarından birisi, Yahudilerin ABD'ye
gelişigüzel göçlerine izin verilmesi tehlikesine karşı kendi ülke
insanlarını uyardı. Sri Lanka'nın bu konuda biraz daha öğrenmesinin
zamanı gelmedi mi?
Çoğu Müslümanlar, Yahudilerin, Müslüman ülkelere Avrupa istilalarına
yol açan Birleşik Devletlerin arkasındaki güç ve İslamofobinın mimarı,
Sri Lanka'daki anti-Müslüman kampanyasının arkasında olduklarından
şüphe duyuyorlar. Onlar helal gıda, Müslüman kadınların giyinme
modası, hayvan katliamı, nüfus artması ve Müslümanları kötüleyecek
herhangi bir şey ve her şeyi yapmak gibi bir çok olay çıkardılar.Bunlar,
barışçıl yollarla çözülebilir konulardır.
Bunun yerine, aşırı uç bir anti-Müslüman kuruluşu, Hindistan'ın Hindu
faşisti Shiv Sena ile aynı çizgide, Budist bir mabette bir toplantı
düzenledi ve bu Buda'nın barış ve uyum mesajını yaymak ve
Müslümanları, Sinhala ve Budizmin bu ülkedeki varlıklarını tehdit
etmeyle suçlamak anlamına geliyordu.
Onların temel amacı, Müslüman ezmek ve kenara çekmektir. Anlamada
başarısız oldukları şey, Müslümanların zaten kenara çekilmiş olmasıdır.
Örneğin, nerdeyse hiçbir Müslüman silahlı güçlere ve polise katılmaz ve
nadirce birisi bir Müslüman çalışanı kamu kuruluşlarında ve diğer
devlet dairelerinde görebilirdi. Hatta ticari sektör, genel olarak Hükümet
199
anlaşmalarından, ihalelerinden ve böyle tüm aktivitelerden dışlanan
Müslümanlara kapılarını kapatmış gibi görünüyordu.
Müslümanlara karşı ilgisizlik devam eder ve kuzeyden 130.000
civarında Müslüman mülteci, savaştan 3.5 yıl sonra mülteci
kamplarında korkunç şartlarda canlı kalmaya devam eder.
Sri Lanka'nın barışçıl doğasını ve onun kuruluşlarını takdir ederek,
önceki Adalet Bakanı Sarath N Silva 29 Haziran 2008'de dedi ki:
"Sri Lanka Müslümanlarının öne çıkan bir özellikleri de hiç bir zaman
silahlı isyan ve direnişte bulunmayışlarıdır. Onlar ülkenin her yerine
yayılmış huzurlu bir etnik gruptur. Onlar diğer dini ve etnik gruplarla
uyumlu bir ilişkiye geçerken aynı zamanda aralarında bir köprü
oluyorlar. Bununla beraber kendi kültürlerini de koruyorlar. Bu takdire
şayan bir durum."
Bağımsızlığını kazanmasından bu yana, her görüşten politikacılar
güçlerini korumak veya kazanmak için ırkçılık kullandı. Bunun
sonucunda bu siyasi görüşler yükselirken bir çok masum da hayatını
kaybetti.Sorumsuz ve kısa görüşlü yaklaşımları ülkeyi bugünkü haline
getirdi.
Bu durum İslam ve Müslümanlar
kampanyanın bir parçası mıdır?
aleyhine
yapılan
küresel
Görüldüğü kadarıyla Amerika, Avrupa ve Siyonistler Hıristiyan ve
Hinduları Müslümanlara karşı kışkırttıkları gibi Budistleri de
Müslümanların aleyhine çevirmeye çalışıyorlar.
Bu ve benzeri yorumlar Bangladeş'te Budist tapınaklarına, Budistlere,
onların evlerine ve ticarethanelerine kimliği belirsiz kişilerce yapılan
saldırıların ardından bir çok yazar tarafından yapılmıştı. Bu saldırıların
yegane amacı olarak nesiller boyu Bangladeş'te beraber yaşayan iki grubu
birbirine düşürmek görünüyor.
29 Eylül 2012'de 25 yaşında bir Budist Facebook'ta Müslümanları
aşağılayan fotoğraflar yayınladı.Ancak Facebook kullanıcısı şok oldu.
Çünkü o fotoğrafların hesabında nasıl ortaya çıktığından bihaberdi.Birileri
kasten onu bu resimlere etiketleyerek iki toplum arasında gerilim
oluşturmak peşindeydi.
O zamandan beri gerilim tırmanmakta.Bir gün sonra Budist tapınaklarına
kimliği belirsiz kişilerce saldırılar oldu.1 Ekim'de ise içlerinde 3 asırlık
200
Sima Bihar tapınağının da bulunduğu 10 tapınak kundaklandı.Bu
Facebook'taki hakaretin bir cevabı olarak planlanmıştı.
Ne bu aşamada ulusal birlik büyük önem taşımaktadır. Hepimiz
devletimizin
zayıflamaması,
demokratik
çoğulculuğumuzun
zedelenmemesi, temel değerlerimizden olan dini toleransın devam etmesi,
çeşitliliği destekleyen kültürümüzün yaralanmaması ve Özgürlük
Savaşımızın kazanımları olan çok dinli, çok etnik gruplu demokratik
devletin yıkılmaması için çalışmalıyız.
Bu olaylar Sri Lanka'da camilere karşı gerçekleştirilen saldırılara bir bahane
oldu. İnternet sitelerinden asılsız iddialar dolaşmaya başladı.Son zamanlarda
basılı yayın organları da İslam'ı yanlış tanıtan yayınlar yapmaya başladılar.
Neyse ki bu uç yaklaşımlar her seçimde hezimetle karşılaştılar.
Mesela son Dambulla camisine yapılan saldırıda hem Sri Lankalılar hem de
Müslümanlar bu saldırıların dışarıdan gelenler tarafından yapıldığını
söylediler. 400 yıldan daha eski olan Müslüman türbelerinin yıkımı polis
gözetimi ile engellendi.
Şimdi soru bu haydutların kim olduğu? Onları kimin organize ettiği? Kimin
finansa ettiği? Onların açığa vurulmamış gerekçeleri nedir?
Adada Müslümanlar arasında Bangladeş'teki olayların Müslüman
karşıtlarınca kullanılacağına dair bir korku var. Bunun bir sebebi de
Bangladeş'in tersine Sri Lanka'da bu kişilerin daha güçlü olması ve daha
özgür hareket alanlarının bulunması.
Bazı Müslüman ileri gelenleri ise bu olayların film, çizgi film ve benzeri
İslam karşıtı olayların merkezinde bulunan Yahudilerin adaya gelmeleri ile
başladığını düşünüyor.
Onların taktiği nereye giderlerse gitsinler para ve benzeri teşviklerle
medyada Müslümanlar aleyhine yazılar yazdırarak Müslümanları
demoralize etmektir. İsraili övüp Müslümanları demoralize eden yazılar
şimdiden yerel gazetelerde yayımlanmaya başladı.Bugün bu bazı gazetelerin
ortak özelliği olmuş durumda.Müslüman toplum bu İslamofobiye cevap
verebilecek ne yeterli entelektüel güce ne de uluslar arası desteğe sahipler.
201
Sri Lanka yıkıcı etnik savaştan ancak üç yıl sonra ortaya çıkabilmiştir.
Zaman, her toplumdan insanların çaba sarf etmesi ihtiyaç duyulduğu bir
zaman ve her seviyeden topluluklar, kendilerinin de menfaatine olacak bir
şeyi yapmalı yani bu ülkenin gelişmesini engelleyen acı ve nefreti ortadan
kaldırmalıdır.
Böyle bir durumda, bütün imkanlarıyla Müslümanların aleyhinde acımasız
kampanyalar yürütmek, bir felaketi dahi kaldıramayacak olan bu ülke için
büyük bir afet olacaktır.
Daha öncede bahsettiğimiz gibi, dünyayı yöneten güç olan Yahudiler, Petrol
kartelleri, ekonomik oligarşi ve diğer kurumsal holdingler İslamofobiyi
bütün dünyaya yaymak ve Müslüman ülkeleri zarara uğratmak için başarılı
çalışmalar yürütmektedirler.
Hindistan ve Çin, bu tür Müslüman karşıtı küresel kampanyaları devam
ettiren savaş tacirleri için herhangi bir sorun teşkil etmemektedir.
Örneğin genel olarak siyasetin Müslümanların aleyhine işlediği
Hindistan'daki Müslüman aleyhtarı öğelerle çok iyi ilişkiler kurmayı
başardılar.Aslında Hint içişleri bakanlığı raporunda İsrail'in Raştriya
Swayamsevak Sangh, RSS, ve masum gibi görünen militan Vishwa Hindu
Parishad (Dünya Hindu Konseyi) ve onun genç kanadı, Bajrang Dal,
RSS’nin siyasi kanadı, Bharatiya Janata Partisi, BJP, Shiv Sena gibi
Müslüman karşıtı örgütlere Avrupa vasıtasıyla 82,000,000,000 Hint Rupisi
aktardığı bildirildi.
Böylece Hindistan'da Müslüman karşıtı bir atmosfer oluşturmaya sebep
oldular.
Şimdi sorulması gereken soru şu, onların bu adada da aynı şeyi yapmalarını
ne engelleyebilir?
Aslında Çin, artık Batı'nın nezdinde bu küresel Müslüman karşıtı kampanya
için bir sorun değildir. 11 Eylül'den itibaren, Çin mineral kaynakları
bakımından çok zengin olan Sincan bölgesini bir köle kampına çevirmiş ve
Müslümanları baskı ve zulüm altında ezmeye şiddetini artırarak devam
etmiştir.Bugün Uygur Müslümanları, vahşice zulümler yüzünden kendi
halkına bile konuşmaya korkar bir hale gelmiş vaziyettedirler. Dini
faaliyetlere şiddetli kısıtlamalar uygulanmakta ve yaklaşık 8000 hükümet
202
eğitimli imam, Komünist partinin etnik ve dini politikalarına göre hutbe
okudu. Binlerce cami kapatıldı ve Kur'an dersleri yasaklandı ve düğün,
cenaze, sünnet törenleri, taşınma işleri ve hatta kulağa halka veya küp
takmak dahi inceleme altına alındı.
Böylece savaş tacirleri yalnızca Budist dünyasıyla Müslümanları karşı
karşıya getirmeye ihtiyaç duyuyorlar ve böylece İslam dünyasını tamamen
boğmak için çalışmalarını tamamlamış olacaklar. Bu bağlamda Sri Lanka,
Bangladeş ve Myanmar'da Budistler ve Müslümanlar arasındaki
çatışmaların artmasının sebebi daha rahat anlaşılabilir.
Sri Lankalı Müslümanların aleyhindeki Güncel Meseleler



Dini
Ekonomik
Eğitimsel
Problemin Durumu
Tam burada ülkemizdeki Budistlerin bizim hakkımızda yürüttükleri ırkçı
kampanyaları görüyoruz. Eğer dikkatlice bakarsanız sadece Budistlerin
değil tüm Müslüman olmayan grupların aynı tutum içerisinde olduğunu
görürsünüz.
Bize gösterdikleri Gerekçe
İlk ileri sürdükleri Müslümanlarla beraber yaşamanın imkansız
olduğu.Mesela Müslüman birisiyle evlenmek Müslüman olmayı
gerektiriyor.Ve İslam'a göre İslam'dan başka bir dine dönenler öldürülüyor.
Müslümanlar nüfusun sadece %7.6'sını oluşturmalarına rağmen bir çok işin
sahibiler.
Asıl Sebep
Bu sadece Sri Lanka'da olan bir durum değildir. Bu tüm dünyada
Müslümanlara karşı dünya nüfusunun %80'ini oluşturanların yaptıklarından
ibarettir. Bunu anlamak için Amerika, Burma, Filipinler, Tayland ve
Bangladeş gibi yerlere bakılabilir.
Başlangıç Tarihi
203
Daha sonra parlamento üyeliği de yapacak olan Rabbi Meir Kahane
adındaki Amerikan bir Yahudi tarafından Israildeki Arap yerleşimleriden
Arapları temizlemek için Yahudi Savunma Birliği kuruldu.
(http://en.wikipedia.org/wiki/Jewish_Defense_League) Onun hakkında bir
videoyu
burada
görebilirsiniz.
(http://www.youtube.com/watch?v=BI9PeQoa_2A)
Bu plan bir kez başarılı olduktan sonra tüm dünyada Müslümanlara karşı bir
savaş olacak şekilde genişletildi.
Kullanılan Yöntem
YSB'nin amacı bitmeyecek bir savaş olan tüm Müslümanlara karşı
mücadele değil Müslümanların azınlık oldukları ülkelerde onlardan
kurtulmaktı.Aşağıdaki yöntemleri kullandılar:
1. Müslümanların yanlış bir İslam anlayışına sahip olmaları.(Son yayınlanan
İslam'a karşı filmin bu planın bir parçasıdır.)
2. Müslümanların azınlık olduğu ülkelerde diğer unsurları Müslümanlara
karşı birleştirmek ve korku ile Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak.
(Burma'da insanlar korkudan dinlerini değiştirdiler.)
3. Müslümanları çoğunluk gibi giydirerek onlara kendi kimliklerini
unutturmak.Bu yöntem gelecek nesillerin dinlerinden uzaklaşmalarını
kolaylaştırır.(Fransa, İngiltere gibi çok ülkede hicab ve İslam’la alakalı
başka elbiselerin yasaklanması buna dahildir.)
4. En son çare olarak Müslümanları Müslüman’ca yaşayabilecekleri, aidiyet
hissettikleri yerlere taşımak.
Savunma Birlikleri
YSB dünyada çoğunluğu Müslüman olmayan her ülke için savunma
birlikleri oluşturmuştu. İSL (İngiliz SB), ASB (Amerikan SB) ve HSB (Hint
Savunma Birliği) ve benzeri. Bu birliklerin Facebook'u sadece ve sadece
ülkelerindeki azınlık Müslümanlardan kullanmakta aktif olduklarını
görebilirsiniz. Ayrıca Hint savunma Birliği'nide Hindu, Sih, ve
Hristiyanların hep birlikte Müslümanlara karşı birleştiğini fark edebilirsiniz.
Dahası, YSB'nin ilk ortaya çıkışı kendi vatandaşlarından 90 kişiyi katleden
ve
bunun
2083
Avrupa
Bağımsızlık
Bildirisi
adında
204
http://publicintelligence.net/anders-behring-breiviks-complete-manifesto2083-a-european-declaration-of-independence/
bağlantısından
indirebileceğiniz bildiride açıkça itiraf eden NSB (Norveç SB) üyesi
"Anders Behring Breivik" sayesinde olmuştur. Lütfen bağlantıdaki bildirinin
1237. sayfasındaki Sri Lankalı Müslümanlar hakkında söylediklerine
bakın.Ve ayrıca bu 1.515 sayfalık kitabın bir tek adamın işi olamayacağını
da fark edebilirsiniz.
Sri Lanka'da YSB planının uygulanması
2004 yılında, dört Sri Lankalıya YSB planları çerçevesinde onlara
"Kur'an'ın yanlış bir baskısı"nı öğretmek karşılığında burs verildi
www.answeringislam.com .Bu 4 adamın 3ünün isimleri, Supun Jayaweera
(Appu), Peramune Rala, Uthpala ve döndüncüsünün ismi ise bilinmiyor. Bu
adamların beyinlerini yıkadılar ve onlardan Sri Lanka'da İslam'a karşı bir
kampanya başlatmalarını istediler.
1. Aşama (onların dediği gibi) - İslam karşıtı sanal gruplar oluşturmak
Sahne 1 zaten başarıyla tamamlamıştı. Sosyal medya sitelerini (Facebook,
Forum vb) kullanarak İslamcı gruplara karşı İslam karşıtı grup ve web
sayfaları oluşturdular. Aşağıda listelenen siteler uzun bir listeden
seçilenlerden bazılarıdır.
1. http://peramunerala.wordpress.com/
2. http://anniisa.wordpress.com
3. http://musalmanuwa.wordpress.com
4. https://sites.google.com/site/islamyanukumakda/lecher
Ve bu noktada onlar haklı zira Google'ı Sinhala dilindeki İslami anahtar
kelimelerle yönetebiliyorlar. Ayrıca bu sorunun yalnızca Sri Lankalı
Müslümanlar için geçerli olan bir sorun olmadığını gösteren diğer dillerde
hazırlanmış benzer siteler bulabilirsiniz.
2. Aşama - Hedeflenen Sanal grupların bir araya gelmesi
Hedeflenen takımlarla çoğunluğu ücretsiz internet erişimleri olan
papazlardan, gazetecilerden, üniversite profesör ve öğrencilerinden ve
205
doktorlardan oluşan gruplarla İslam karşıtlığı çerçevesinde toplanmaya
başladılar.Bunların çoğuna tekrar tekrar İslam'ın kendilerince yorumlanmış
versiyonunun anlatan iyi hazırlanmış videolar seyrettirildi. Bazıları
listelenmiştir. Unutmayın doktorlar "Hastane Budist Derneği" tarafından
açıkça Poya günlerinde (her ayın ortasında yapılan Budist tatili) bu videoları
izlemek için davet edildiler.
1. http://dharmadveepayeiranama.blogspot.com/p/heart-breaking-sinhalavideos-of-muslim.html
3. Aşama - Sanal Birlikleri Gerçek Hayata Aktarmak
SLSB'nin ilk icraatı (SLSB bu tür olaylarda hiçbir zaman direkt olarak
müdahil olmamış ama hep yakınlarında olmuştur) Anaradhapura'daki bir
türbeyi yıkmak oldu.Dehiwela Quarry Yol camiinin, Navala camiinin vs.
kapatılması. Unutmayın onların tarihi tamamiyle değiştirip yeniden
yazabilecek güce sahip olan siyasetçileri, avukatları ve her türlü devlet
unsurları mevcut. Bir başka önemli olay da Dambulla olayı.Bir sonraki
büyük olay Kaltota, Balagonda'da Jailani (Keeragala) üzerinde olacak.
Sri Lankalı Müslümanların aleyhindeki meselelerin arkasındaki
gerçekler
Camiler ve tarihi öneme sahip Darghas üzerinde protestolar tarafından
Ada'nın birçok yerinde yeni anti Müslüman kampanyalar bir tür korku
psikozu ve ada milleti Müslümanları arasında belirsizlik oluşturdu.
Müslümanlar, Sinhala Budistlerinin büyük çoğunluğunun Sri Lanka
Müslümanlarının Mahavansa ve Chulavangsa'da kaydedilmiş olarak bunun
yanı sıra Sri Lankan'nın yakın tarihte kaydedilmiş adanın eski tarihi iyice
yer etmiş olan bu ülkenin barışsever ve yurtsever vatandaşları oldukları
gerçeğinin oldukça farkında olduklarına sıkı bir şekilde inanıyorlar.
Bizler Merhamet değerlerini koruyan iyi Sinhala Budistlerinin büyük
çoğunluğun ortasında yaşayan Sri Lankalılar olmaktan gurur duyuyoruz ve
yıllardır huzurlu bir şekilde bir arada yaşamaya ve en üst düzeyde dini
hoşgörüye öncülük eden diğer inançlara sahip insanlarla onları bağdaştıran
soylu insani değerlere nefret ve şiddeti reddediyoruz.
206
Arap yarımadasına İslam’ın son haliyle gelmesi 627’de gerçekleşmiş
olmasına rağmen, M.S.300’lere kadar Arapların tarihi Sri Lanka
kaynaklarında kaydedilmiştir. Bunun sebebi İslam öncesi Arapların da ilk
insan ve ilk peygamber olarak inandıkları Hz. Adem’in dünyada ilk olarak
bu topraklarda bulunun Peedurudalagala tepesine indiğine inanmalarıdır.
Sri Lanka Müslümanları fatih ya da işgal eden sömürgeci güçler olarak
gelmediler aynı şekilde bu ülkede İslam, Hıristiyanlığın sömürgeci işgalci
elleriyle yaptığı gibi kılıçla yayılmadı.
Sri Lanka Müslümanları imparator ve kralların eski çağlardan beri bu
ülkenin insanlarıyla omuz omuza durarak bağımsızlığı kazanana kadar bu
ülkenin birlik egemenliğini savunmada bu ada milletinin yöneticilerine
inançlarını ve sadakatlerini gösterdiler; bağımsızlık sonrası yakın tarihte Sri
Lanka Sri Lanka Müslümanlarının birlik bütünlüğü ve bu adanın birçok
parçasında kendi varlıkları ve güvenlikleri için sıkıntıların ortasında
anavatanlarının egemenliğini savunmada seçilmiş hükümetlere hiçbir
ihanetleri olmadığını kaydeder.
Bu ülkenin gurur vatandaşları olarak biz, Müslümanlar biz kazan-üzerinde
olabilir başka merkezinde topluluklar ve geleneksel değerler dini hoşgörü ve
bir arada yaşama korumak bölgeleri ile barışçıl yollarla haklarımızı
inanıyoruz, biz şiddet yollara başvurmadan ihtiyacı olmamıştı hatta ayrılıkçı
savaşın son iki yılda terör saldırıları ve etnik temizlik ve katliamlar
yükseklikte çarpışması girmeden.
Bu ülkenin gururlu vatandaşları olarak biz Müslümanlar, merkezdeki ve
geleneksel değerlerimizi, dini hoşgörüyü ve barışçıl bir şekilde bir arada
yaşamayı koruyan bölgelerdeki diğer topluluklarla haklarımızı barışçıl
yollarla kazanabileceğimize inanıyoruz, biz şiddet yoluna başvurmayı ya da
hatta bölücü savaşın son yirmi yılından beri terörist saldırı ve etnik temizlik
ve katliamlar yüksekliğinde dahi asla çatışmaya girme ihtiyacı
hissetmediler.
Müslümanların kendi aralarında müşterek partiler kurup Şeriatla yönetilen
ayrı bir birlik olmak isteyeceklerine dair iddialar vardır; bu iddia yanlış
anlaşılmadan çok ırkçı gruplar tarafından yapılan tamamiyle yanlış bir
yorumdan ibarettir. Malesef bağımsızlığın Müslümanları dışlamadan
207
kazanıldığı bu ülkede, şu anda etnik kökenlere dayalı siyasi gruplaşmaların
olmadı çok üzücü.
Daha büyük bir İslam Dünyasının parçası olan Sri Lanka Müslümanları
modern dünyanın en büyük sorunlarından biri olan terörizmin aynı zaman
da İslam Dünyası için de çok önemli bir tehdit olduğunun farkıdadır. İslam
ve terörü yan yana getiren “İslami aşırı uçlar”, “Köktencilik”, “İslami
Cihad”, “Al-Qaeda” and “Taliban” gibi kavramlar Sri Lanka’da da karşılık
bulabiliyorlar.
Sri Lanka coğrafi konumu ve jeolojik durumu bakımından Müslüman
Dünyası için çok önemli bir stratejik noktada bulunuyor. Bu stratejik
özelliği, Sri Lanka’nın geçmişte ve halen batıli sömürgeciler, Çin ve
Hindistan gibi emperyal amaç güden devletlerin her zaman dikkatini çekmiş
ve çekmeye devam etmektedir.
Siyonist ve emperyalist güçlere karşı çok hızlı bir şekilde büyüyen İslam
Dünyası’nda, ülkemizin İslam Dünyası’ndaki yeri, İslam dünyasındaki
Filistin olayları gibi önemli olaylarda yardım ve destekte bulunmasıyla daha
büyük bir ehemmiyet kazanmıştır; ve dahili ya da harici hiçbir gücün Sri
Lanka ve Arap, İslam dünyasıyla aralarındaki bağı zedelemeyecektir.
Sri Lanka Müslümanları olarak ayrıca şunun da farkındayız ki şu andaki
hükümet ayrımcı savaşta zafer kazanmakla kalmayıp aynı zamanda
emperyal batı ve bölgesel devletlerle savaş sonrası yaşanın aksaklık ve
felaketlerle alakalı olarak yaptığı diplomatik görüşmelerde de başarılı
olmuştur. Bu vesileyle bölgedeki etkisi artmaya başlamıştır.
Böylece Sri Lanka'da diğer topluluklar şunlardan emin olarak
dinlenebildiler:




208
Sri Lanka Müslümanları onlarla çatışmaya girmek için asla yerel ya
da küresel herhangi bir komplo için kurban gitmeyecekti,
Sosyopolitik amaçlarımız ve dini inanışlarımız için hiçbir şekilde
şiddete başvurmaya dair gizli veya açık herhangi bir planımız yok.
Biz dini hoşgörü ve bu milletin tarihi boyunca yaptığı gibi barışçıl
şekilde bir arada yaşamayı korumaya devam edeceğiz.
Medya ve istihbaratçıların ortaya attığı İslami Cihad, Al-Qaeda veya
Taliban fikirlerinin Sri Lankalı Müslümanlarca kabul görmeye
başladığını söyleyen iddiaları tamamiyle reddediyoruz.






Biz, Birliği, bütünlüğü ve tarih boyunca yaptığımız gibi bu ülkenin
egemenliğini korumaya devam edeceğiz.
Sinhala Budistlerin büyük çoğunluğunun bunun yanında
Mahasanga'nın Müslüman karşıtı propagandaya ve kazanılmış siyasi ve
maddi çıkarları ile çok önemsiz unsurları tarafından gerçekleştirilen
protestolara karşı sorumlu olmadığına eminiz.
Biz ulusal çıkarlar, barış ve uyum pahasına efendilerinin çıkarlarına
hizmet için bu ülkenin istikrarını bozmayı amaçlayan iyi bölgesel ve
küresel güçler ile bağlantılı unsurların olduğunun bilincindeyiz.
Biz bu ülkenin ulusal çıkarları, barışı, uyumı ve sosyo ekonomik
refahı pahasına hizmet için hiçbir harici efendiye sahip değiliz.
Biz, bu ülkedeki tüm toplulukların isteklerini karşılayan etnik sorun
için barışçıl bir müzakere çözüm dışında hiçbir şeyin hayalini
kurmamakta kararlıyız.
Sri Lanka Müslümanları Anavatanımıza vatansever kalacak ve
birliği, bütünlüğü ve Birleşik Sri Lanka egemenliğini tehdit eden tüm
zorluklara karşı ayakta duracak.
Bu Ada Milletinin makul çoğunluğunu ele geçirmek için kötü unsurlara
müsaade etmemize asla izin verme!
Birleşikken ayakta kalırız, bölünürsek düşeriz!!
Bu durum ve zorluklarla nasıl yüzleşeceğiz?
Topluma liderlik ve rehberlik sağlama görevimizde başarısız olduğumuzu
ve bizim hareketsizliğimiz ile Müslüman dayak kampanyası yürütmek için
toplumun çoğundaki İslamofobiye bir şekilde izin verdiğini kabullenmekte
kendimize karşı dürüst olmalıyız.
Sorulacak Sorular:
-
Bir zamanlar biz bu toplumun ayrılmaz bir parçası olarak görülürken
ne yanlış gitti?
-
Toplumun çoğunluğunu bize(aşırı azınlık) karşı yapan neydi?
-
Mevcut durumu değiştirmek için ne yapılmalı?
209
Eğer bu İslamofobik kampanya bu noktada durdurulmazsa, biz Müslüman
toplum ve bütün haliyle ülke olarak eylemsizliğimiz yüzünden ağır bir bedel
ödemek zorunda kalacağız.
Zaman kafa kafaya bu sorunu gidermek için hayatın her mesafesinden sivil
toplumu harekete geçirmek zamanıdır.
Biz, herhangi bir meyve üretecek hareket için bekleyen politikacılardan
emin değiliz; hükmen onlar bu konuları ele alacak yeteneğe sahip
değillerdir.
Bazı eylem hususları:

Tanı: Asıl zorlukları tayin etmek

Bu zorluklarla mücadele edebilmek için strateji kurmak

Cemaat İlişkileri

Dinlerarası Diyalog

Meseleleri etkin bir biçimde ele alacak siyasi işlerle uğraşan sivil
toplumlar

Medyayı sıkı bir şekilde düzenli olarak takip etmek

Sivil toplumlar ve dini cemaatlerin temsilcilerinden oluşan bir
koalisyon kurup ırkçılık ve zenofobi’ye karşı kampanyalar yürütmek

Ulusal diyalogla meşgul olmak
En önemlisi, Müslüman topluluklar bir millet inşası üzerine durmalı ve her
düzeyden ülkenin gelişmesine katkıda bulunmalıdır.
Bildiğimiz gibi Sinhalaların çoğunluğu güzel ahlaka sahip iyi niyetli
insanlardır, ve bu durum dinleri ne olursa olsun takdir edilmelidir. Bize
karşı tavır alanlar ise İslam’ın yanlış tanıdıtıldığı insanlardır, bizim
görevimiz ise onlara doğru olan İslam’ı tanıtmak olmalıdır. YSB’nin
planladığı gibi dinimizi kaybetmek endişesi bizi paniğe sokmamalı ve
korkutmamalıdır, zira Allah’ın rızası için onun dinini insanlara tanıtmalıyız.
210
Daha fazla Sinhala diliyle yayın yapan ve İslamı anlatan internet siteleri
kurmak gerekiyor.
Aleyhimize yürütülen kampanyalar büyük kaynaklardan destek alıyor ve
IRKÇILIKTAN KURTULMANIN YEGANE ÇARESİ insanlara hakiki
İslamı bütün güzellikleriyle anlatmak ve Peygamber Efendimiz’in (sav)
yüce ahlakını insanlara rehber olarak sunmamız gerekiyor.
Hususi teşekkürlerim:
Sn. Asım Alavi - Trend Dergisi Editörü, Sri Lanka
Sn. Latheef Farook - İslam Dünyasında Tanınmış Gazeteci
Sn. Riza Yehiya - Mimar
Dr. Inamullah Masihuddeen (Naleemi) / Sn. Ihthisham Hibathullah
211
SAHRA ALTI AFRİKA’DA GENEL SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERİ
EMRE GÖKYİĞİT
TÜRKİYE- Genç İDSB
Kuzey Afrika ülkeleri dışında kalan Afrika ülkeleri gerek iklim koşulları ve
gerek insan genetiği açısından farklılıklar arz eder. Bundan dolayı bu
bölgeyi Sahra Altı Afrika olarak adlandıracağız ve bölgeye dair sorunları ve
çözümlerini bulmaya çalışacağız.
Afrika’da sömürgecilik yılları başlamadan önce Nijerya’nın Kano’sunda
veya Mali’nin Timbuktu’sunda serbest pazar marketleri bulunmaktaydı.
Bunlar yüksek tutarda alışverişlerin yapıldığı büyük pazarlardı. Afrika, yine
sömürge dönemi öncesinde şeflerin kendi aralarında inşa ettikleri karşılıklı
anlayış kültürü sayesinde asırlarca huzur içinde yaşamıştır.
Batı ise varolan bu yapıyı yıkmakla kalmayıp sömürge sonrası süreçte
Afrika’ya ticaret, eğitim veya demokrasi konularında destek vermekten
kaçınmıştır.
Bağımsızlıkların ilanıyla birlikte Sahra Altı Afrika ülkelerinin yapması
beklenen atılım maalesef gerçekleşmemiştir. Afrika'nın kendi idari
mekaizmalarını üretmesindeki en büyük engel sömürgeci ülkelerin
arkalarında bıraktığı politik ve kültürel etki olmuştur.
Örneğin Mali'nin başkenti Bamako'da, içme suyu temini gibi halkın yaşam
standardını arttıracak yatırımlardan daha çok şehri Batı'lı gibi gösterecek
olan pahalı yapılara rastlamak mümkündür. Arazi problemi olmamasına
karşın inşa edilen Mali Merkez Bankası gökdeleni buna verilecek
örneklerden yalnızca biridir. Ülkesinin hayati ihtiyaçlarını kendi gösteriş
merakına feda eden idareler başarıya erişmeye kabil değildir.
Afrika’nın sorunlarına Afrika içerisinde çözüm aranması büyük önem
taşımaktadır. Zira bu güne kadar uygulanan ithal çözümlerin hiçbiri işe
yaramamıştır. Mali’de askeri darbeyle başlayıp kuzeydeki ayaklanmalarla
devam eden sorunun çözümünü Birleşmiş Milletler veya Fransa yerine
Afrika'nın iç dinamiklerinde aramak gerekmektedir.
Afrika bize göre kendi kendine yeten ve hiçbir yabancı yardıma muhtaç
olmayan bir kıtadır. O halde kıtayı bu hale getiren sebeplerin neler olduğu
ortaya konmalıdır. Bunları aşağıdaki başlıklarla sıralayabiliriz;
212
1. Yolsuzluklar;
Bugün Afrika denince akla gelen yoksulluğun temel sebeplerinden biri
devlet adamlarının ön ayak olduğu yolsuzluklardır. Yapılan bir araştırmaya
göre yolsuzluk nedeniyle her yıl Afrika’dan gelişmiş ülke bankalarına giden
para 150 milyar dolardan fazladır. Afrika Kalkınma Bankası'nın sunduğu
verilere göre toplanan vergilerin %50'si yine bu yolla buharlaşmakta ve
Afrika halklarının yoksulluk problemi daha da derinleşmektedir.
Batı'nın yaptığı nakdi yardımlar Afrika'nın yoksulluk problemini çözmediği
gibi yeni yolsuzluk sahalarına da kapı aralamaktadır. Yapılan bir
araştırmaya göre, geride bıraktığımız 50 yılda Afrika kıtasına yapılan nakdi
yardımların toplamı trilyon dolarlara ulaşmaktadır. Afrika uzmanlarından
Richard Dowden’e göre, eğer bu para bugünün Afrika nüfusuna eşit olarak
dağıtılsaydı, kişi başına yaklaşık 5 bin dolar düşerdi. Dolayısıyla bugün
Afrika, daha zengin ya da en azından daha az yoksul bir kıta olabilirdi.
2. İç savaşlar;
İç savaşlar Afrika’da milyonlarca insanın ölümüne ve bunu yanında
yoksulluk, açlık, hastalık ve yıllık 15 Milyar doları bulan mali kayıplara
sebep olmuştur. Savaşlar esnasında ülkelerin alt yapıları çökmekte ve büyük
nüfus hareketleri başlamaktadır. Mesela Zimbabve krizinde yabancı
yatırımcılar ülkeden hemen ayrılmış, 4 milyonun üzerinde Zimbabve’li
ülkeden göçmek zorunda bırakılmış, 60.000 doktor ve diğer profesyoneller
başka ülkelere gitmek zorunda kalmıştır. Bu savaşın diğer ülkelere verdiği
zarar ise 37 milyar doları bulmuştur.
Benzer olay Mali’de geçen sene ordunun yaptığı darbe ile yaşanmış, bu
darbe ile ülke tam anlamıyla bir kaosa sürüklenerek ikiye bölmüş, isyancılar
ülkenin 2/3 ünü ellerine geçirmiştir. Ülkede hırsızlık, yolsuzluk ve ırza
geçme olayları artmış ve ülke milyarlarca dolar zarara uğramıştır. Darbe
sonrasında yaklaşık 1 milyon kişi Mali'den çevre ülkelere iltica etmek
zorunda kalmıştır. Her darbenin bir ülkeyi en az 10 yıl geri götürdüğü
bilindiğine göre zaten geri kalmış bir ülkeye yapılabilecek en büyük zarar
verilmiştir.
Afrika’da iç savaşlarda bugüne kadar ölen insanlarla ilgili bazı istatistikler
şunlardır;
 Nijerya İç Savaşı'nda 3.000.000
 Uganda İç Savaşı'nda 500.000
213








Ethopya İç Savaşı'nda 1.400.000
Somali İç Savaşı'nda 500.000
Sierra Leone İç Savaşı'nda 50.000
Mozambik İç Savaşı'nda 1.000.000
Angola İç Savaşı'nda 500.000
Rwanda İç Savaşı'nda 1.000.000
Burundi İç Savaşı'nda 300.000
Sudan İç Savaşı'nda 2.000.000
17 ve 18. Yüzyılda sömürgecilik için Avrupa ve Amerika'ya gönderilen
yaklaşık 10 milyon Afrikalı köle de bunlara ilave edilirse Sahra Altı
Afrika'nın yaşadığı nüfus kaybının boyutu daha da büyümektedir.
3. Eğitim;
Afrika’nın en büyük düşmanı cehalettir. Eğitimsiz bırakılan veya
sömürgecilerin eğitiminden geçmiş olan Afrika’lılar ne yazık ki Afrika'ya
fayda yerine zarar vermişler ve adeta sömürgecilerin birer maşası
olmuşlardır. Batı, eğitim adı altında buralarda çok sayıda kilise açarak
Afrika’yı daha rahat sömürmek için dini kullanmıştır. Batı’nın Afrika’da
dini bir meselesi yoktur. Bu durum, Batı ülkelerindeki insanlar kiliseye
uğramazken Batılı misyonerlerin Afrikalılar'ı kiliselere çağırarak beyin
yıkamalarından ve bu kiliselerin fon kaynaklarının Batılı iş adamları
olmalarından anlaşılabilir. Batı'nın Afrika’ya verdiği eğitim desteği yalnızca
itaatkar nesiller yetiştirme maksatlıdır.
Belirlenen sorunlar ışığında Sahra Altı Afrika ülkelerinin problemlerinin
çözümü aşağıdaki prensiplere bağlı kalmakla mümkün olabilir.
1. Eğitim sisteminin millileştirilmesi
Batının kültürel etkisinden uzak, yerli kültürü esas alan ancak fen ve sanat
konusunda Batı veya benzeri ülkelerden teknoloji transferini mümkün
kılacak bir eğitim sisteminin teşkili gerekmektedir. Afrika’daki Türk
okulları bu misyonu üstlenmiş durumda olup sayıca yeterli değillerdir.
Bunların yerel okullarla takviye edilmesi ve normal standartlarda bir eğitim
hizmetinin daha geniş kitlelere ulaşması sağlanmalıdır.
2. Misyonerlik faaliyetlerinin izlenmesi
Afrika’daki misyonerlik faaliyetlerinin izlenerek, bunların finans kaynakları
ve arkalarındaki güç odaklarının izlenmesi gerekmektedir. Afrika’nın
fıtratına en uygun din olan ve yardımlaşmayı, kardeşliği ve Allah rızasını
214
esas alan İslam dininin donanımlı din adamları vasıtasıyla insanlara
anlatılması şarttır. Batılıların yaptığı propaganda neticesinde oluşan ön
yargılara karşı İslam'ın barbar, vahşi ve saldırgan bir din olmadığının
anlatılması gereklidir. Taliban , El-Kaide gibi aşırı uç örgütlerle ilgili
bilgilendirme yapılması, İslam'ın bir barış ve kardeşlik dini olduğunun
topluma medya ve okullar vasıtasıyla bildirilmesi gereklidir.
3. Ziraate ve balıkçılığa önem verilmesi
Afrika’nın bir çok ülkesi yeterli ziraat yapılmadığından açlıkla karşı
karşıyadır. Sudan’ın ortasından geçen Nil Nehri'nin iki kenarındaki bol
alüvyonlu topraklar Nil suyu ile sulanıp fenni tarıma açılabildiği takdirde
tüm Afrika’yı besleyebilecek bir potansiyele sahiptir. Aynı şekilde Nijer ve
Senegal nehrinden de yeterli bir şekilde istifade edilemediği bu nehirlerin
geçtiği ülkelerin durumlarından bellidir. Afrika gıda ihraç eden bir ülke
olması gerekirken ithal eder bir ülke haline gelmiştir. Denize kıyısı olan
birçok Afrika ülkesi halkı ilkel teknelerle balıkçılık yapmakta Avrupa ve
hatta Japonya’dan gelen balıkçılar ülke sularında avlanarak ülkelerine bu
değerli besin maddesini taşımaktadırlar.
Cehalet, iç savaşlar ve yolsuzlukların pençesindeki Sahra Altı Afrika
Ülkeleri, içinde bulunduğumuz ve Afrika yüzyılı olarak adlandırılan 21.
yüzyılın gebe olduğu emperyalist girişimlere karşı ancak bu sorunların
çözümü halinde direniş gösterebilecek kuvveti kendinde bulacaktır.
Afrika'nın bu sınavı başarıyla vermesi halinde dünya siyasetindeki
reaksiyoner konumundan aksiyoner konuma geçmesi ihtimal dahilinde
bulunmaktadır
215
ORTADOĞU MÜSLÜMANLARININ
SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
216
POLİTİK ŞARTLAR: LÜBNAN
MAHER ISLAMBOULI
LÜBNAN İRŞAD & ISLAH DERNEĞİ
a- Lübnan’ın Kuruluş Tarihi:
- Lübnan 1920’ye kadar bağımsız bir devlet değildi ve o yıla kadar
etrafını çevreleyen İslami bir bölgenin parçasıydı.
- Bölgedeki batı müdahalesi 1840’ta başladı ve 1860’ta büyük bir iç
savaşa neden oldu. Ve iç savaşı başlatan benzer nedenler 1975’te iç
savaşa yol açtı.
- Osmanlı halifeliğinin 1918’te bitmesinden sonra küçük ulus devletleri
kuruldu. 1920’de Büyük Lübnan olan Lübnan Maronite Devleti hariç
hepsi daha sonra yok oldu.
 O zamandan beri Lübnan şu şekilde hareket etti:
1.
Okul ve üniversiteler ile Batı düşüncelerini yayan, batılı güçler için
entelektüel sömürge projeleri
2.
Birliği ve egemenliği tekrar kurma girişiminde bulunan herhangi
İslami hareketi yok eden Batı güçlerinin kıyı gücü
3.
Lübnan anayasası Fransız anayasasının kopyası olarak 1943’te
tamamlanmıştır.
b- İç politika düzeni
1.
Rejim:
A. Lübnan serbest ve bağımsız bir ülkedir. Tüm vatandaşlarının en son
vatanlarıdır. Kendi toprakları, halkları ve kuruluşlarında; anayasada
belirlenen ve uluslararası platformda tanınan sınırlar içerisinde birleşmiştir.
B. Lübnan kimlik ve yaşantıda bir Arap ülkesidir. Arap Ülkeleri Birliği’nin
kurucu ve aktif bir üyesidir. Lübnan ayrıca Birleşmiş Milletler
Kuruluşu’nun da kurucu ve aktif bir üyesidir. Hükümet bu ilkeleri istisnasız
tüm alanlarda somutlaştırmalıdır.
217
C. Lübnan, halk bağımsızlığı, özellikle düşünce ve inanç özgürlüğü, sosyal
adalet ve hak ve görevlerin tüm vatandaşlar için istisnasız eşit olması
ilkelerine dayanan, parlamenter demokratik bir cumhuriyettir.
“LÜBNAN ANAYASASI: İLK KISIM TEMEL VİZYONLAR”
2. Politik parti ve hareketler:


8 Mart: Hizbullah, Serbest Patrik Hareketi, Alawite Gençlik Hareketi
14 Mart: Gelecek Hareketi, Lübnan Güçleri, Lübnan Sosyal
Demokratik Partisi
Her iki kampanya da Batı ile aynı çizgidedir. Görünürde karşıt taraf, İran ve
Suriye gibi destekçiler sebebiyle Batı karşıtı olarak görülmektedir.
Suriye’nin Lübnan’daki büyük bir güç önleyici rolüne rağmen, Suriye’nin
1975’te Lübnan’a girdiğinde Birleşik Devletler hükümetini tam destekleyici
davrandığını göz önünde tutmalıyız. O zamandan beri, Suriye’nin
Lübnan’daki rolü Birleşik Devletleri’ninkiyle birliktedir ve tamamen
Amerikan çıkarlarına hizmet etmektedir.
3.
Şu anki Hükümet:
Saad Hariri hükümetinin düşüşünden sonra (14 Mart), başkan Michel
Suleiman, Mikati’ye yeni hükümet kurma görevini Verdi. Bu hükümet 8
Mart liderlerinden oluşuyordu.
c- Uluslararası İlişkiler:
20. yüzyılın ilk zamanlarında İngiltere, Arap dünyasını İngiliz
İmparatorluğu yetkililerini beğenecek hale getirmek için yapılan Batı
hareketlerinin en önünde yer almaktadır. Neredeyse bir yüzyıl sonra hiçbir
şey değişmedi. Batı, Arap dünyasını kendi imajına sokmak için yeni bir
seferberlik yükledi. Amerika sömürgeci güçlerin başını çekiyordu ve Arap
ülkelerini parçalamak veya bölgedeki Amerika egemenliğini korumak için
rejim değişikliği başlatmak amacıyla çabalarını yaymaktadır.
Arap dünyasındaki özgürlük ve demokrasi teşviki için aralıksız süren Batı
medya etkisi, Arap dünyasının petrol rezervlerini, doğal gaz kaynaklarını,
mineral kaynaklarını ve enerji güvenliğini kontrol etmek ve İsrail ile
güvenlik anlaşmalarını korumak gibi olan Batı güçlerinin gerçek amaçlarını
gizledi.
218
d- Siyasi problemler:
Lübnan’ın temel problem mezheptir:
1. Problemin tarihsel süreci
Lübnan siyaset adamları, Orta Doğu’nun bölgesel politikalarıyla
karıştırılmış, bu da karşılık olarak uluslararası politikanın satranç oyununu
ve büyük gücün bölgedeki baskı ve etki arayışını yansıtmaktadır. Haziran
2009 seçimleri, Lübnan’ın 1920’de Fransız sömürgeleri tarafından
kurulduğundan beri hiçbir zaman bir bağımsız devlet olamayacağını
gösteren son dönemdi. Lübnan, Orta Asya’daki politik çıkarların çatıştığı bir
yerdir. Lübnan politikaları her zaman bölgesel ve uluslararası oyuncular
tarafından şekillendirilmiş ve son seçim de bu gerçeği göstermiştir.
2.
Mezhep nedenleri:
Devlet 1975’teki iç savaş ile çöküşüne kadar devam etti. Savaş iç ve dış
güçler tarafından hızlandırılırken, mezhepler tarafından belirlenen halklar
arası gerilme merkezi bir faktördü. Büyüyen Müslüman nüfusu, azalan göç
ve artan doğum oranı ile, politik gücün daha büyük bir kısmını ele geçirdi.
Mezhep ayrılıkları patladı. Toplamda savaş 200,000 hayata mal oldu.
Savaş 1989’da Hıristiyanların orantısal gücünü azaltan Taif Anlaşması ile
sona erdi. Müslümanlar ve Hıristiyanlar eşit temsil haklarına sahip oldular
ve Hıristiyan başkan yönetimsel otoritesinin bir kısmını kaybetti. Genelde
Lübnan için olumlu bir nokta, anlaşmanın toplumsal öncelik olarak
mezhepleşmenin ortadan kaldırılmasını öngörmesiydi. Binlerce insanı
ölüme götüren ve daha fazlasını da göçe zorlayan bu ayrımsal sistem,
Lübnan tarihinin çöp kutusuna gönderildi. Ama 20 sene sonra, bu yönde
hiçbir ilerleme kaydedilmedi.
3. ÇÖZÜMLER
1. Lübnan’ı İslami Medenileşmenin kollarına bırakmak
2. Çözüm, krizin Lübnan’da değil de Lübnan’ın bölgede bir
olduğunu fark etmekle başlar. Çünkü Lübnan bir devlet
potansiyele sahip değildir ve olamaz.
3. Lübnan İslam dünyasının bir parçasıdır ve Irak, Suriye ve Filistin
aynı problemleri yaşamaktadır. Ve İslam dünyasına getirilen
çözüm, Lübnan için de bir çözümdür.
kriz
için
gibi
her
219
4. Lübnan gayrimüslimler tarafından yönetilen bir devlet olduğu sürece,
herhangi bir İslami ilerlemenin arkasında batı için bir zorluk olarak
kalacaktır. Bu yüzden bir çözüm; Müslümanlara kendilerini Allah’ın
kurallarına göre yönetmeye bir şans vermek amacıyla, demografik bir
değişim için Lübnan’ın yarı devletini Büyük Suriye’ye bağlamaktır.
5. İslami kuruluşların rolü (irşad-ıslah kuruluşu gibi):
a. Düzgün düşünceyi eğitmek için gençlik ve çocuk merkezleri kurmak
b. İslam hakkında yanlış anlaşılmaları gidermek için İslam hakkında
gerçek fikir vermek.
4.
İslam Dünyasından Beklentiler:
Kuzey Afrika devletleri ve Orta Asya’daki Arap Baharının uyanmasında,
düşen diktatörleri başarıya götüren şeyin ne olduğu tartışması,
Lübnan’daki Müslümanları da içeren dünyanın ilgi merkezi oldu.
Geleceğin ne getireceğini değerlendirmeden önce, kısa bir tarihsel bakış
açısı gereklidir. Bir asır önce, bugün gördüğümüz ulus devletlerin çoğu
yoktu. Müslüman dünyası Osmanlı Halifeliği gibi temel bir devlete
sahipti. Osmanlı Halifeliği Devleti modeli temel olarak tekti ve seküler
inanç üstüne kurulan ulus devlet modellerinden farklıydı.
Batı’da Batı yasasına dayanan devlet modeli, İslami inanç üstüne kurulu
hilafet ile ideolojik bir çatışmada duruyordu. Bu yüzleşme, Batı güçleri
tarafından, İslami yasalara dayalı kurallara bir son verme amacını ortaya
çıkardı.
Arap ve Müslümanlar arasındaki politik sadakat modeli, genelde modern
Batı’dakinin tersi olmuştur. Batı’daki için, ulus devleti politik sadakatin
zirvesi olmuştur. İslam boyunca, küçük grup ve büyük iman, kavim ve
ümmet, sadakat ve bağlılığın temel odak noktası olmuşlardır. Ve ulus devlet
daha az önemli olmuştur. Diğer yanda Arap dünyasında, halihazırda
bulunan devletlerin yasal problemleri vardır çünkü onlar Avrupai
Emperyalizmin çoğul kısmı içindirler.
Bağımsız ulus devletleri fikri, Allah’ın egemenliği ve ümmetin önceliği
inançlarıyla bağdaşmamaktadır.
220
İÇ KESİM FİLİSTİNLİLERİYLE ALAKALI BİR BELGE
AMIR ASLI
FİLİSTİN-EQRAA DERNEĞİ
İçerik: bu makale İslam dünyasının sosyal kuruluş birliğinin toplantısı
sırasında sunulacak ve şu konuları içerecektir:
1) Dahili Filistinlileri Tanıtma:
b. Biz kimiz?
c. Bizim çoğunluk olduğumuz ve bu toprakların sahipleri olduğumuz
gerçeğini tartışma. İçinde yaşadığımız mecburi yerleşme ve maruz
kaldığımız etnik iyileştirme nedeniyle, kendi evimizde azınlık olduk.
Ve bu bizi farklı azınlık gruplarından ayırıyor.
d. Dahili Filistinlilerin partilerinin çeşitliliğini tartışma
e. Demografik istatistikler
f. Etnik yapı ve dinlerin tipleri
g. Aksa Camii için savunmanın ön safı
2) Dahili Filistinlilerin tarihsel olaylarını gösterme:
a. Önceden yerleşme çağı ve sakinlerin sayısı, toprak alanı, etnik gruplar,
dinleri tartışma vs...
b. Nakba sonrası asır 3 tarihi devre ayrılır:
i.
48-67: Askeri Yönetim devri (Elan Lostek: izolasyon,
bağımlılık, çevreleme), kimlik krizi
ii.
67-93: Kendi kendine araştırma devri, tesis kuruluşları,
akademik sınıfın oluşması
iii.
93-2013: kimliği koruma ve tesisleri güçlendirmeye doğru
yol alma devri
3) İsraili Arapların sıkıntı çektikleri krizler:
a. Sosyal ve ekonomik krizler: yerleşme, eğitim, işsizlik, şiddet ve kutsal
mekanlar
b. Politik krizler: Yahudi devleti, ırkçı kanunlar, devlet hizmeti, sınır dışı
etme, İsrailleşme, politik tutuklamalar
4) Çözümler:
221
Kendi kendini yapılandırmış halk, Arap Yüksek İzleme Komitesi’nin
rolünü oluşturma ve güçlendirme, sivil kuruluşların ve gönüllü işlerinin
rollerini güçlendirme
Özet: güçlü inançlarla kimliğimizi, toprağımızı ve gençliğimizi korumak
için uğraşıyoruz, ve Arap ve İslami kültür ile iş birliği için ellerimizi
genişletiyoruz.
222
TÜRKİYE'DE MÜSLÜMANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ
MUHAMMET ASAN, VEDAT BALIKÇI
TÜRKİYE-İLİM YAYMA VAKFI
Türkiye’de Müslümanların sorunlarını anlayabilmek için evvela Türkiye’nin
oluşum tarihini ve bu zamana nasıl geldiği iyi idrak etmek gerekir.
Bildiğiniz üzere 1923 yılında biz Türkler devlet yönetimi İslam’a dayanan
Osmanlı Devleti’nden laik Türkiye Cumhuriyeti devletine geçiş yaptık. Ben
bu sunumumda Osmanlı sonrası Türk devletini anlatacağım. Türk devleti
kurulma aşamasındayken yöneticiler Anadolu’da yaşayan Müslümanların
tepkilerini çekmemek için dine hizmet ediyor, edecekmiş gibi kendilerini
gösterdiler. Türkiye devleti kurulduktan sonra ise bu yönetici kısım olan %1
lik kısım Türkiye’yi dış destek ile yönetmeye başladı ve dine karşı bir tavır
aldı.
İlk etapta değişik gerekçeler öne sürerek Müslüman alimlerini istiklal
mahkemelerinde idam ettiler. İslam alfabesi yerine Latin alfabesi getirerek
bir anda alim olanları bile cahil duruma düşürmeye çalıştılar. Bakınız bu
durum çok önemli bir konu; düşünün ki siz şuan İslam alfabesi kullanan
kardeşlerim bir anda size zorla Latin alfabesi dayatılıyor ve siz bir eğitim
kurumunda hocasınız. Sizden tüm bildiklerinizi unutmanızı istiyorlar. Bu
yaptıklarına ek olarak Kur’an-ı Kerimler toplatılmaya başlatıldı, Kur’an-ı
Kerim okuyanlar ve okutanlar suçlu sayıldı. Arapça kelim kullanımı
yasaklandı. Müslümanlar bu ülkede neye uğradığını şaşırdılar. Müslümanlar
bu dönemde öncüleri hapislere atılıp, idam edildikleri için başsız
kalmışlardı. Bu sebeple birlik olup bu zulme karşı tam anlamıyla karşı
koyamadılar.
Türkiye devleti kurulduktan sonra 30 yıl kadar sadece tek parti ile seçime
girerek yönetildi. Halk mevcut hükümeti beğenmemesine rağmen başka
alternatif olmadığından başka bir partinin kurulmasını engelleyen kanunlar
koyulduğu için 30 yıllık süreçte Cumhuriyetçi zihniyet ile bu ülkeyi zulümle
yönetildi. Daha sonraki süreçte laik zihniyete karşı kurulan partiler halk
tarafından baskılara rağmen destek buldu ve önemli oy oranı ile kısa sürede
devlet el değiştirdi. Durumun böyle olduğunu gören dış güçler asker
kanadını kullanarak ülkemizde askeri darbeler yaparak halkımızın iradesine
zincir vurdular. Ve o dönemde halkın seçtiği Başbakan Adnan Menderes
223
askeri cunta tarafından idam edildi. Yönetimi tekrar ele geçiren dış güçler
Müslümanlara tekrar zulüm uygulamaya başladılar. Müslümanlar o kadar
baskı ve zulüm gördü ki ibadetlerini dahi yapamaz hale geldiler. 1970’lerde
inançlı Müslümanlar tüm imkanlarını ortaya koyarak ‘Mili ve Manevi’
değerlerine bağlı nesiller yetiştirebilmek için bir çok vakıf ve dernek
kurmuşlardır. Bu vakıflardan biride temsilcisi olarak burada bulunduğum
1973 yılında kurulan İlim Yayma Vakfı’dır.
Gelinen bu noktada Müslümanlar siyasi kanadı ellerinde bulundurmadıkça
sorunların çözülmeyeceğini gördü ve merhum Prof.Dr.Necmettin Erbakan
Hocamızın önderliğinde siyasi alanda çalışmalar yapılıp, bir çok siyasi parti
kurulmuştur. Bu siyasi atakla yönetimde söz sahibi olan Müslümanlar, ağır
sanayi hamlesiyle ülkenin her yerinde fabrikalar kurma yolunda çalışmalar
başlatmıştır. Allah’ın yardımıyla bu çalışmalar meyvelerini verip ekonomik
olarak güçlenmeye başlayan Türkiye’ nin öncülüğünde, İslam Birliği’ nin
ilk adımı olan D-8 kurulmuştur. İslam Birliği’nin kurulmasını istemeyen dış
güçler, yine devreye girerek post modern darbe olarak bilinen 28 şubat
askeri darbesini yaparak, başbakan olan merhum Erbakan Hocamızın
hükümetini devirmişlerdir. Müslümanların 1000 yıl daha başını
kaldıramayacaklarını söyledikleri bu darbeden sonra 2002 yılına kadar
Türkiye her alanda gerilemeye başladı. 2002 yılında yapılan seçimler
sonucunda merhum Prof.Dr.Necmettin Erbakan Hocamızın öğrencilerinde
olan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AK Parti tek başına iktidar
olmuştur. Seçimler sonrası hükümet kimi kesimlere göre Avrupa ve
Amerika yanlısı olduğuna dair bir izlenim oluştursa da; İslam Birliği
liderliğini ön plana çıkarak, gerek İsrail’e karşı gösterdiği tutumla, gerek
Esad yönetimine karşı gösterdiği tutumla, gerek Arakan olaylarına verdiği
önemle İslam Dünyasının takdirini kazanmıştır.
Bugünün Türkiye’sine gelirsek;
Ekonomik olarak her ne kadar yükselme doğrultusunda ivme kazansak da,
hala çok büyük eksikliklerimiz var. Türkiye’de belli başlı ekonomik
kaynakları; tarım, sanayi, doğal kaynaklar, turizm ve enerji olarak
söyleyebiliriz.

224
Türkiye devleti kurulduktan sonra uzun yıllar tarım sektörü en önemli
ekonomik kaynak olarak görülmüştür. Daha sonra ki süreçlerde ne
yazık ki bu özelliğimizi kaybetmişiz ve tarımda artık dışa bağımlı hale




geldik. Tarım sektörü için önemli alanlarımız ve iş gücümüz olmasına
rağmen ne yazık ki tarım alanında gerileri düşmüş durumdayız.
Daha öncede değindiğimiz sanayi konusunda ise, günümüzde Türkiye
bu alana önem vererek sanayileşme konusunda hızla ilerlemektedir.
Turizm sektöründen bahsedecek olursak, özellikle son yıllarda
hükümetin bir çok ülke ile vizenin kaldırılması konusunda başarılı
çalışmaları sayesinde birlikte turist sayısı ve buna bağlı olarak turizm
geliri önemli oranda artmıştır.
Doğal kaynaklar yönünden ülkemiz oldukça zengin bir ülke olmasına
rağmen ne yazık ki ülkemiz bunları kullanamamaktayız. Ülke olarak
ham maddeyi başka ülkelere satıp daha sonra o sattığımız ham maddeyi
işlenmiş halde çok büyük fiyat farkı ile satın almaktayız.
Enerji sektöründe ne yazık ki ülkemiz çok büyük sıkıntılar
çekmektedir. Ülkemiz enerji konusunda neredeyse tamamen dışa
bağımlı haldedir. Petrol üretiminde son yıllarda önemli gelişmeler
yaşansa da ne yazık ki bunlar yeterli değildir. Bizler kullandığımız
petrolün %7 sini, doğalgazın ise ancak 1,8ini kendimiz
üretebilmekteyiz.15 Diğer kalan kısmını ise ithal etmekteyiz. Enerji
sektöründe bu boyutta dışa bağlı olmamızdan dolayı hükümet, nükleer
enerji üretimi konusunda çalışmalar başlatmıştır.
Günümüzde Türkiye ‘ de Müslümanlar İslamı yaşamak konusunda
cumhuriyet döneminin en rahat dönemini yaşıyor olmalarına karşın hala
aşılamayan sorunlar var. Bu sorunları ve çözüm önerilerini şu şekilde
sıralayabiliriz:


15
Türkiye’de Müslümanlar şer’i hukukla yönetilmek istemelerine rağmen
hala etkin olan laik düzenle ilgili sorunlar yaşamaktadırlar.
>Neredeyse tamamının Müslüman olduğu ülkemizde şer’i hukuk
uygulanmalıdır.
Başörtüsü sorunu tam anlamıyla çözülebilmiş değildir. %99u
Müslüman olan ülkede hala bayanlar kamu kurumlarında başörtülü
olarak çalışamamaktadır.
>İnşallah kısa zamanda devletimiz bu sorunu tamamen çözecektir.
TUİK 2011 Verileri
225



Türkiye’de
de
İslamafobya
medya
aracılığıyla
gündeme
getirilmektedir. Ayrıca bu tür medya sahipleri İslamı gericilik olarak
lanse etmeye çalışmaktadır.
>Değişen Dünya da biz Müslümanlar medya alanında çalışmalar yapıp
insan yetiştirmeliyiz.
Eğitim alanında çok büyük talep olmasına karşın henüz kız ve
erkeklerin ayrı eğitim gördüğü okullar tahsis edilememiştir.
>Kurulacak İslam birliği özellikle eğitim alanına yatırım yapıp kız ve
erkeklerin ayrı eğitim göreceği kurumlar kurarak ileriye yatırım
yapmalıdır.Bu eğitim kurumları sadece dini ilimler ile
sınırlandırılmamalıdır.
Türkiye’de Müslümanların ekonomik olarak yaşadığı en büyük
sıkıntılardan bir düğeri ise faizden Müslümanların kaçamamasıdır.
Şöyle ki her ne kadar Türkiye de faizsiz bankacılık varsa da devlette
çalışıyor isen eğer aylık ücretin bankaya yatırılıyor, onun üzerinden
faiz işletiliyor. Bu durumdan Müslümanlar çok rahatsız durumda,
bundan kurtulmak içinde düşünüyorlar ve bankalardan uzak durmaya
çalışıyorlar.
>Bizler bu konuda ortak havuzlu faizsiz bankaların kurulması
gerektiğini düşünüyoruz. Daha önce sözünü ettiğimiz birliktelikte
ayrıca ortak faizsiz bankalarda olmalıdır. Bu kurulacak bankalar
kesinlikle diğer faizli bankalarla ortak bir havuzu olmamalıdır. Ortak
kurulacak faizsiz bankalar sistemi Müslüman alimler tarafından sürekli
denetlenerek sistemin güvenirliği sağlanmalıdır.
Değerli kardeşlerim Türkiye daha öncede değindiğim gibi daha yeni başını
kaldırıp Müslüman kardeşlerimizi görebildi.
Değerli kardeşlerim bir düşünün eğer güçlü bir Müslüman Birliği olsaydı
A.B.D Afganistan’a,Irak’a girebilir miydi?Rusya kardeşlerimize zülüm
edebilir miydi?Çin Doğu Türkistan’daki,Arakan’daki kardeşlerimizi
katledebilir miydi?İsrail Müslümanların kalbi olan Filistin de
kardeşlerimizin canına kıyabilir miydi?Afrika’da Müslüman kardeşlerimiz
açlıktan,susuzluktan ölürler miydi?Kardeşlerim soruyorum sizlere….
Müslüman alemi yeniden Salahattin Eyyubi’ler, Sultan Fatih’ler,Yavuz’lar
ruhaniyeti ile ayağa kalmalı ve birliğini ilan etmelidir…
226
İSLAM DÜNYASINDA GENÇLERİN MANEVİ SORUNLARI VE
ÇÖZÜM YOLLARI
VAHAP GÜLTEKİN
KIBRIS-HAYRAT VAKFI
Son iki yüzyıl Batı medeniyetinin dünyaya hâkim olduğu yüzyıllardır. Bu
medeniyet seküler bir karaktere sahip olduğu için, bütün dünyaya sekülerliği
yaymış, dünya menfaatini ve dünya lezzetlerini ön plana çıkarmıştır. Bunun
neticesinde de, maddecilik, menfaatperestlik, ahlaksızlık yaygınlaşmıştır.
Günümüzün sosyal yaşamını değerlendirdiğimizde önümüze iki önemli hal
çıkmaktadır.
Bunlardan birincisi:
Bütün dünyaya yayılmış olan ateizmdir.
Kur’an’ı incelediğimiz zaman, Adem (as)’ dan Peygamberimiz (sav)’ e
kadar bütün peygamberlerin Allah’ı inkar eden değil Allah’ı kabul etmekle
beraber putları ortak koşan insanlarla muhatap olduklarını görürüz. Keza
Peygamber efendimizden günümüze kadar İslam toplumlarında da ateist
insanların çok nadir olduğunu görmekteyiz. Önceleri İslam âlimleri
genellikle ateistlerle değil bidat fırkalarıyla uğraşmışlardır. Onun için eski
İslam âlimlerinin dersleri, delilleri ve örnekleri o zamanlarda tam yeterli
oluyordu. Günaha meyil edenleri günahlarından çevirebiliyordu. Allah’a
iman umumi olduğundan Allah’ı tanıttırmakla ve cehennem azabını
hatırlatmakla çokları günahlarından vazgeçiyorlardı.
Günümüzde ise hiçbir tarihte olmayan olmuş materyalist, pozitivist
felsefelerle ateizm yaygınlaşmıştır. Şimdi eski zamana kıyasen bir şehirde
bir kâfir yerine bir kasabada yüz tanesi bulunabiliyor. Önceki zamanlarda
fen ve ilimle günaha girip, inatla imanın hakikatlerine karşı çıkana kıyasen
şimdi yüz derece daha fazla olmuştur.
Bu inatçılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli günahlarıyla
imanın hakikatlerine karşı itiraz ediyorlar. Elbette bunlara karşı atom
bombası gibi küfrün temelsiz direklerini yıkıp, başta Allah’ın varlığı olmak
üzere, imanın bütün esaslarını ispat eden deliller lazımdır. Ki onların
saldırılarını, tecavüzlerini durdursun ve bir kısmını imana getirsin.
İkinci hal:
227
Haram lezzetlerin ve eğlencelerin yaygınlaşmasıdır.
İnsan fıtratında akıl ve kalp anlayışın, şuurun, idrakin merkezidirler.
Bununla beraber insanın bir de his, duygu yönü vardır. Akıl ve kalp,
geçmişi, geleceği, akıbeti görür, hazır lezzetlerden çok, geçmiş veya
geleceğiyle insanın menfaatini düşünürler. Nefsani hisler, duygular ise,
ileriyi görmez ve on gram hazır, şimdiki lezzeti, ilerideki tonlarca lezzetlere
tercih ederler.
Günümüzde yayın organlarının dünya lezzetlerine, eğlencelere yaptığı aşırı
vurgu, ister istemez insanların hislerine tesir etmiş, onların yüzünü bu dünya
lezzetlerine çevirmiştir. Hislerin akla, kalbe galip gelmesiyle, insanlar
çoklukla günahlara gider olmuşlardır.
Günümüz Müslümanlarının Allah’a ve ahirete imanları olduğu halde, gayr-i
meşru, haram lezzetlere gitmelerinin en mühim sebebi budur. Günümüzde
yaygınlaşmış olan haram eğlencelere ve lezzetlere bağlanmış olan insanlar
“Allah affedicidir bağışlayandır” hem de “cehennem pek uzaktır” diyerek,
bağımlı oldukları haram eğlencelere, günahlara devam ediyorlar. Kalpleri,
ruhları hislerine yeniliyor.
İnsanın iki yönü vardır. Birincisi bedeni ve maddi, diğeri ruhi ve manevidir.
İnsan maddi yapısını besleyip manevi yönünü boş bıraktığında, manevi
doyumsuzluk, depresyonlar ve manevi çöküntü yaşamaktadır. Bunun altında
yatan en büyük faktör ise İslam kültürünün yozlaştırılması, bedeni
eğlenceleri zirveye taşıyıp, vicdan eğitimini rafa kaldırılmasıdır.
Günümüz insanlarını bu gayri meşru lezzetlerden vazgeçirebilmenin tek
çaresi haram lezzetin içindeki acıyı, elemi, çirkinliği göstermektir. Bu
zamanda insanlar, ahretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde,
dünyalık kırılacak cam parçalarına tercih etmemek, iman sahibiyken
günahlara dalmanın tehlikesinden kurtarmanın tek çaresi, bu haram
lezzetlerin dünyada dahi cehennem azabını ve elemlerini verdiğini
göstermekle olur. Ayrıca içinde bulunduğumuz zaman insanın aklının
karıştığı duyguların iptal edildiği ve insana sersemlik verdiğinden, günaha
girenler günahlarının iç yüzünü hissedemiyorlar. Ehli iman olmasına
rağmen gaflet basıyor, imanın hakiki lezzetini hissedemiyor.
Evet, özet olarak hastalıklı bir asrın, hasta bir unsurun yaralı bir uzvun
reçetesi Kuran’ın hakikatlerine tabi olmaktır. Azametli bahtsız bir kıtanın,
şanlı bir ümmetin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi İslam’ın
hakikatleriyle birleşmektir.
228
Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik duygularının yaşanması, dostluk
ve kardeşlik duygularının perçinlenmesi, Kur’an’nın ve Peygamberimiz
(sav)’in insanlığa sunduğu değerli hakikatlerin, sosyal ve ahlâkî
güzelliklerin, toplum hayatına mal edilerek yaşanılmasının sağlanması, bizi
biz yapan, İslam değerlerini bilip, hakkıyla yaşamamız hem bizleri hem de
diğerlerinin kurtulmasına vesile olacaktır.
Sözümü Akif’ in bir mısraıyla bitirmek istiyorum.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz
İslam’ı.
229
230

Benzer belgeler

12. uluslararası gençlik buluşması raporu

12. uluslararası gençlik buluşması raporu Bir hafta süren bu programdaki forumun konusu “İslam Dünyasındaki Sorunlu Bölgeler ve Çözüm Önerileri” oldu. Sorunsuz bölge mi var ki dünyada diye soranlarınız veya düşünenler muhakkak var. Ama biz...

Detaylı

mayıs 2014

mayıs 2014 sorunlara gençlerin nasıl baktığını, nasıl yaklaştığını, çözüm için neler düşündüklerini, neleri önerdiklerini bu forum sayesinde dinleyeceğiz. Yarınımız olan bu gençleri gerçekten önemsediğimizi, ...

Detaylı