SERAMİK ESASLI BİYOMALZEMELER Seramikler inorganik
Transkript
SERAMİK ESASLI BİYOMALZEMELER Seramikler inorganik
SERAMİK ESASLI BİYOMALZEMELER Seramikler inorganik, metalik olmayan ve çeşitli kombinasyonlarda iyonik ve kovalent bağ içeren bileşiklerdir. Vücudun hasarlı, hastalıklı veya aşınmış kısımlarında kullanılmak üzere tasarlanan ve üretilen seramiklere ise “biyoseramikler” denir. Seramik biyomalzemeler üç temel gruba ayrılabilir (biyoinert, biyoaktif ve emilebilir). Bunlardan ilki yapısal seramiklerdir. Bu gruba alümina (Al2O3) ve zirkonya (ZrO2) girer. Yüksek yoğunluk ve saflığa sahip olan alümina, korozyon direnci, yüksek dayanımı ve iyi biyouyumluluk özelliklerinden dolayı, kalça protezleri ve diş implantlarının yapımında yaygın kullanım alanına sahiptir. Zirkonya da alümina gibi bulunduğu fiziksel ortama karşı inerttir. Çok yüksek bükülme direncine sahip olan zirkonya özellikle uyluk kemiği protezlerinde kullanılmaktadır. Vücut sıvısından etkilenip zamanla dayanımının düşmesi, kaplama özelliğinin zayıf oluşu ve potansiyel radyoaktif maddeler (uranyum ve toryum gibi) içermesi zirkonyanın dezavantajlarıdır. Biyomalzeme olarak kullanılan ikinci grup seramikler kalsiyum-fosfat (Ca-P) seramiklerdir. Bu grubun en yaygın kullanılan türü hidroksiapatittir (HA). HA kemik içerisinde doğal olarak bulunan kalsiyum fosfat seramiğidir. En önemli özelliği kemiğe en yakın özelliklere sahip biyomalzemedir. Genellikle bir metalik implant üzerine kaplama şeklinde kullanılır. Ancak adezyon özelliğinin düşük olmasından dolayı kullanım süresi sınırlı kalmaktadır. Özellikle ortopedide ve diş implantlarında kullanılırlar. Üçüncü grup biyoseramikler, biyoaktif camlardır. Camlar silika (SiO2) bazlı malzemelerdir. Üstün biyouyumluluk özelliğine sahiptirler. Doku ve implant arasında kimyasal bağlanma için kullanılırlar. Zayıf mekanik özelliklerinden dolayı yük taşıyan mekanizmalarda tercih edilmezler. Biyoseramikleri cazip kılan yönlerinden biri, vücut dokuları ile çok iyi bir uyum göstermeleridir. Öyle ki en bilinen biyoseramiklerden olan hidroksiapatit (HA), insan ve hayvan kemikleri ile dişlerinde doğal bir bileşen olarak zaten yer almaktadır. Dolayısıyla bu tip malzemelerin biyomedikal amaçlar için kullanımı, hem daha güvenli hem de vücut dokularıyla kaynaşma bakımından daha etkili olmaktadır. Mukavemet, sertlik, aşınma direnci gibi mekanik özellikler açısından biyoseramik malzemelerin sunduğu olanaklar tatmin edicidir. Biyoseramik malzemelerin gevreklik, düşük kırılma tokluğu gibi olumsuz yönleri de uygulama alanı ve malzeme özellikleri dikkate alınarak metaller ve polimerlerle birer kompozit yapı oluşturmak suretiyle giderilebilmektedir. Kompozit yapılar oluşturmanın yanı sıra biyoseramik malzemelerden metal substrat (altlık) üzerine kaplama şeklinde faydalanılması da sık rastlanılan çalışmalardandır. Aynı zamanda korozyona karşı dirençli, basma mukavemeti yüksek, düşük elektriksel ve ısıl iletkenliğe sahip oldukları için metallere 1 alternatif olarak üretilirler. Poroz yapıda olanlar ise içerisinde kemik büyümesinin gerçekleşmesini sağlarlar. Vücutta oluşan hasarları gidermek için çeşitli form ve fazlarda üretilen biyoseramikler Tablo1’de özetlenmiştir. Bulk (yığın, hacim) formda olan seramikler genellikle implant malzemesi olarak ve kemikte oluşan boşlukları doldurmak için kullanılır. Ayrıca kaplama malzemesi olarak metallerin biyouyumluk oranını yükseltmek ve ikinci faz (matris malzemesi olmayan) olarak da kompozitlerin biyomekanik özelliklerinin iyileştirilmesinde tercih edilirler. Biyoseramikler farklı formlarda üretildikleri gibi farklı fazlarda da üretililebilirler. Bunlar; tek kristal (safir), polikristal (alümina ve hidroksiapatit), cam (Bioglass®), cam-seramikler (A/Wapatit/wollastonit) ve kompozitler (polietilen-hidroksiapatit)’dir. Örnek olarak, tek kristal safir yüksek mukavemet uygulaması gerektiren dental uygulamalarda tercih edilmektedir. A/W cam seramikler ise yüksek mukavemeti ve kemiğe iyi bağlanma özelliği sayesinde omurganın iyileştirilmesi durumunda kullanılır. Biyoseramiklerin doku ile etkileşimi dokunun implanta verdiği yanıta göre değişmektedir. Dokulara bağlanma şekillerine göre biyoseramikler dört gruba ayrılır ve bunlar Tablo 2’de özetlenmişlerdir. Tablo.1: Farklı form ve fazlarda bulunan seramikler. Form Toz Kaplama Faz Fonksiyon Boşluk doldurma, Terapatik tedaviler, Dokuların yenilenmesi Doku bağlanması, Pıhtılaşma direnci, Korozyon direnci Dokuların iyileştirilmesi, Fonksiyonel kısımların yer değiştirmesi Polikristal Faz Polikristal Cam, Cam-Seramik Bulk(Yığın) Tek-Kristal, Polikristal cam,Cam-Seramik, Kompozit Tablo.2: Biyoseramik implantların doku ile etkileşimi. Implant Malzemesi Bağlanma Şekli İnert Mekanik Bağlanma Poroz Kemik Büyümesi Biyoaktif Emilebilir Örnek Al2O3,ZrO2 HA, HA kaplanmış poroz metal Dokularla ara bağlanma Biyoaktif camlar, Biyoaktif cam- seramikler, HA Dokularla yer değiştirir TCP, biyoaktif cam Bu seramiklerden inert malzemeler biyolojik tepki verip yüksek aşınma dayanımı olan malzemelerdir ancak çekme gerilmeleri altında zayıf kalan mekanik özellikleri nedeniyle vücutta kullanımları çok uygun değildir. Biyoaktif seramikler ise gelişmiş kemik-doku yanıtı verip kemik ile bağlanma sağlar fakat yetersiz çekme mukavemeti ve kırılma tokluğuna 2 sahiptirler. Emilebilir olanlar ise zamanla bozunup doğal dokuların yerine geçecek şekilde tasarlanırlar. 1.1 Biyoinert Seramikler Seramiklerin biyomalzeme olarak kullanımlarının ve biyouyumlu olmalarının sebebi vücut içerisinde bulunan (kalsiyum, potasyum, magnezyum, sodyum vb. ) iyonları ve vücut için çok az toksin (zirkonyum, titanyum) olan iyonları içermeleridir. Biyoinert seramik malzemelerin temelinde, vücut dokuları ile mekanik birleşme yeteneği bulunmaktadır. Zira malzeme ile doku arasındaki etkileşim hızı son derece yavaş olduğu için herhangi bir kimyasal reaksiyon mümkün olamamakta ve bu durum da malzemeye yüksek ölçüde inertlik kazandırmaktadır. Biyoinert seramik malzemelerin çevresinde vücut dokuları ile temasa geçtikleri andan itibaren ipliksi bir kapsül oluşmaya başlamakta ve bu kapsül, malzemenin etrafını tamamen sarmaktadır. Söz konusu bu ipliksi kapsülün kalınlık değeri, biyoinert seramik malzemesinin türüne göre değişmektedir. Bu ipliksi kapsül, malzemenin doku ile iletişimini sınırlayıcı bir görev gördüğü için dokudaki büyüme hücrelerinin malzeme içerisine doğru ilerlemesiyle yeni dokunun gelişmesi zorlaşmaktadır. Ancak bu ipliksi kapsülün organizmaya karşı herhangi bir toksik etkisi bulunmamakta ve malzeme ile dokular arasında morfolojik bir sabitlenme sağlanmaktadır. İnert olan seramikler doku ile temas ettikleri zaman neredeyse yok denecek kadar az reaksiyona neden olmalarına rağmen zamanla onlarda degradasyona (kimyasal çözünme) ve mekanik aşınmaya maruz kalırlar. Bu esnada oluşan aşınma ürünlerinin konsantrasyonu ise vücut tarafından düzenlenir. Önemli biyoinert seramik malzemeler Alümina: Alüminyum oksit (Al2O3) yani bilinen adı ile alümina, biyoinert seramik malzemelerin en önemli temsilcisidir. Alüminanın tek kararlı fazı olan α- Al2O3, ‘korundum’ şeklinde adlandırılmakta ve biyomalzeme olarak yoğun bir ilgi görmektedir. Korundum doğal kristal yapısı içerisinde krom (Cr) iyonu empüriteleri içerirse ‘yakut’, titanyum (Ti) iyonu emprüteleri içerirse ‘safir’ ve klor (Cl) iyonu emprüteleri içerirse ‘zümrüt’ ismini almaktadır. Bu empürite çeşidine göre malzemenin rengi de farklılaşmaktadır. Yakut kırmızı, safir mavi ve zümrüt yeşil renktedir. α-alümina hakkında sürdürülen araştırmalar; safiyeti arttırma, teorik yoğunluğa yaklaşma, daha ince taneli üretme ve daha iyi mekanik özelliklere ulaşma unsurları doğrultusunda devam etmektedir. Yüksek yoğunluk ve saflığa (99.5%) sahip alümina mükemmel korozyon direnci, biyouyumluluk ve yüksek mukavemet ve aşınma direnci nedeniyle yük taşıyan kalça implantlarında ve dental uygulamalarda kullanılır. Dental uygulamalarda kullanılan alümina 3 tek kristal safir olsa da biyomedikal uygulamalarda kullanılan çoğu alümina cihazlar 16001800°C’lerde preslenmiş ve sinterlenmiş polikristal α-Al2O3 seramikleridir. Polikristal αAl2O3 seramiklerin mukavemeti, yorulma direnci ve kırılma tokluğu tane boyutu, saflık ve sinterleme ajanının türüne göre değişmektedir. Ortalama tane boyutu 4µm’den az olan ve saflığı %99.7’den büyük olan Al2O3 seramikleri iyi eğme ve basma mukavemeti değerlerine sahiptir. Zirkonya: Zirkonyum oksit (ZrO2) yani bilinen adı ile ‘zirkonya’, alüminaya alternatif olarak gösterilen altın renkli bir başka biyoinert seramik malzemesidir. 1980’li yılların sonuna doğru ismini sıkça duyurmaya başlayan zirkonya, alümina ile benzer uygulamalarda kullanılmaktadır. Alümina’ya göre daha düşük elastisite modülüne, basma dayanımına, kararlılığa ve daha yüksek çekme dayanımı ile kırılma tokluğuna sahiptir. Böylelikle alümina ile iyi bir kompozit yapı oluştururlar. Zirkonyanın biyomalzeme olarak en önemli uygulamaları diş ve kalça protezleridir. Bileşiminde radyoaktif element barındırma riski zirkonyanın biyomalzeme olarak kullanımını sınırlanmaktadır. Zira uranyum oksit (UO2) ile benzer yapıya yani florit yapısına sahiptir ve bu nedenle ‘zirkon’ olarak adlandırılan zirkonyum silikattan (ZrSiO4) veya monoklinik kristal yapısındaki ‘baddeleyit’ minerali gibi doğal kaynaklardan üretilen zirkonyada bazen az miktar dahi olsa uranyum ve toryum radyoaktif empüriteleri kalabilmektedir. Bu duruma uranyum ile toryumun kristal yapıda zirkonyumun yerini alması yol açmaktadır. Radyoaktif elementlerden neredeyse tamamen arındırma adına her ne kadar yeni cevher zenginleştirme, saflaştırma ve üretim yöntemleri geliştiriliyor olsa da tüm bu çalışmaların zaman, ekonomik güç gerektirdiği ve yapıda çok az da olsa halen radyoaktif elementin mevcut olma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Radyoaktif elementlere uzun süreli maruz kalma halinin doğuracağı olumsuz sonuçların ortadan kalkabilmesi için biyomalzeme üretiminde kullanılacak olan malzemenin bu bileşenlerden temizlenmiş olması şarttır. Zirkonyanın monoklinik (oda sıcaklığından ~ 1100 °C’ye kadar), tetragonal (~ 1100 °C’den ~ 2372 °C’ye kadar) ve kübik (~ 2372 °C’den erime sıcaklığı olan ~ 2680 °C’ye kadar) kristal yapılarına sahip 3 polimorfu bulunmaktadır. Zirkonyanın gelişmesini tetikleyen en büyük faktör, korundumun zayıf kırılma tokluğu yüzünden arayışlara gidilmesidir. Zirkonyanın elastikiyeti korunduma göre daha iyidir ve bu durum da malzemenin kırılma tokluğunun artması anlamına gelmektedir. Diğer seramik malzemelere göre yüksek kırılma tokluğu sağlamakla birlikte iyi yorulma dayanımı da zirkonyanın olumlu yönlerindendir. Alümina implantlarda tokluk (5-6 MPa.m1/2) iken tetragonal zirkonya için kırılma tokluğu (15 MPa.m1/2) değerindedir. Zirkonyanın söz konusu avantajının temelinde ‘dönüşüm toklaştırması mekanizması’ yer almaktadır. Zira sinterleme işlemi tamamlanıp soğuma aşamasına geçildiğinde sıcaklığın düşmesiyle birlikte zirkonya, tetragonal kristal 4 yapısından monoklinik kristal yapısına dönüşmektedir. Kristal yapının monokliniğe dönüşümü, tane büyümesinden ötürü % 11’e ulaşan hacim artışı ile sonuçlanmaktadır. Meydana gelen bu hacim artışı, malzeme yapısında bulunan çatlağı baskılayarak kırılma enerjisini yutmakta ve çatlağın ilerlemesine engel olmaktadır. Böylelikle çatlağın ilerleyebilmesi için fazladan enerji ihtiyacı doğmaktadır. Biyomedikal uygulamalarda kullanılan zirkonya seramikler, yitriya ile stabilize edilmiş tetragonal zirkonya seramikler (TZP) ve magnezyum oksit ile kısmen stabilize edilmiş zirkonya (MG-PSZ) olarak iki gruba ayrılır. Zirkonyanın tetragonal kristal yapılı formu, yitriya (Y2O3) ile stabilize edildiği taktirde çok daha iyi kırılma tokluğu değerlerine ulaşılmaktadır. Zirkonyadan α-Al2O3 ile kompozit oluşturmak suretiyle de faydalanılmaktadır. Bu şekilde çok daha uzun servis ömrüne, çok daha yüksek performansa ve daha iyi kaliteye sahip biyomalzemeler üretilebilmektedir. Ancak daha önce de ifade edildiği üzere zirkonyanın son derece saf hammaddelerden elde edilmiş olması büyük önem taşımaktadır. Alümina ve zirkonya seramiklerin fiziksel ve mekanik özelliklerinin karşılaştırılması Tablo3’te verilmiştir. Biyomedikal uygulamalarda kullanılan zirkonyanın dezavantajları ise üç şekilde özetlenebilir. İlk olarak, fiziksel ortamda çözünür ve mukavemet düşüşüne neden olur. Aşınma direnci ise alüminaya oranla düşüktür ve son olarak fiziksel ortamda radyoaktif bir malzeme olmaktadır. Tablo.3: Ticari alümina ve zirkonya seramiklerin fiziksel ve mekanik özelliklerinin karşılaştırılması. Özellik Birim Al2O3 TZP Mg-PSZ Saflık % >99.7 97 96.5 Y2O3/MgO % <0.3 3 mol Yoğunluk g/cm3 3.98 6.05 5.72 Eğme Mukavemeti MPa 595 1000 800 Basma MPa 4250 2000 1850 Young Modülü Mukavemeti GPa 400 150 208 Sertlik HV 2400 1200 1120 5 7 8 Kırılma Tokluğu 3/2 MN/m 3.4 wt% Yavaş çatlak ilerlemesi, statik ve çevrimsel kırılma, düşük tokluk, stres korozyonu, çekme gerilmelerine karşı hassasiyet yük taşıyan uygulamalarda kullanılan seramikler için dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardır. Biyomedikal uygulamalarda en sık kullanılan alümina ve zirkonyanın kırılma mukavemetleri fiziksel ortamda zamanla çok az düşüş göstermektedir. Bu avantajlarının yanı sıra bu malzemelerin implant malzemesi olarak biyomedikal uygulamalarda kullanımı sırasında karşılaşılacak problemler vardır. Bunların en temeli ise 5 elastik modül değerlerinin kemiğin elastik modül değerinden farklı olmasından dolayı gerçekleşen gerilme yoğunlaşmasıdır. Böyle bir durumda gerilme yoğunlaşması oluşacak ve bu nedenle elastik modül değeri yüksek olan implant malzemesi bütün yükü taşıyarak zamanla kemiğin zayıflamasına ve işlevini yitirmesine neden olacaktır Bu sorunu çözmek için ise elastik modül değeri kemiğe daha yakın olan malzemeler tercih edilmelidir. 1.2 Biyoaktif Seramikler Biyoaktif seramikler kemik ile etkileşime girdiğinde bağlanma gerçekleştirebilen seramiklerdir. Bunlar biyoaktif camlar, kalsiyum fosfat seramikler ve hidroksiapatit olmak üzere üçe ayrılır. Biyoaktif seramiklerin kendini göstermesi 1970’li yılların başlarına uzanmaktadır. Larry Hench’in, 1967 yılında seramik ve cam malzemelerin bileşimlerini biyomedikal amaçlar için kullanma adına gerçekleştirdiği araştırmalar, biyoaktif seramik malzemelerin farkına varılması yolunda ilk ve diğer çalışmalara temel oluşturan adımlardır. Biyoaktif seramiklerin fonksiyon prensibi, çevresini saran vücut dokuları ile direkt olarak sıkı biyokimyasal bağlar kurmaktır. Dolayısıyla biyoinert seramik malzemelerde görülen ipliksi kapsül oluşumu söz konusu değildir. İsminden de anlaşılacağı üzere biyoaktif seramik malzemelerin biyolojik aktiviteleri yüksek olduğu için doku hücrelerinin, biyomalzeme içerisine doğru büyüme eğilim ve yetenekleri çok iyidir. Biyoaktif malzemelerin implant malzemesi ile etkileşimi sırasında seramik yüzeyinde çözünme, çökelme ve iyon değişimi gibi reaksiyonlar gerçekleşerek karbonat içeren kalsiyumca fakir hidroksiapatit oluşumu gerçekleşir. Değişen malzeme yüzeyinde proteinlerin ve diğer biyolojik moleküllerin absorbsiyonu gerçekleşir ve hücreler seramik yüzeyinde kemik büyümesi gerçekleştirir. ‘Osteointegrasyon’ olarak tanımlanan kemik ile birleşme/bütünleşme, biyoaktif seramik malzemelerin sunduğu en önemli avantajlardandır. Biyoaktif malzeme ile doku arasında ipliksi kapsül mevcut olmadığından malzeme gevşek bir halde kalmamaktadır ve uygulanan gerilimleri çok daha kuvvetli bir şekilde karşılayabilmektedir. Kemiği onarma, destekleme veya yenileme gibi uygulamalarda malzemenin kemik dokuları ile aktif bağlar kurarak onunla bir bütünlük oluşturabilmesi; vücudun tedaviye daha kolay cevap vermesinde ve acının azalmasında, hızlı bir şekilde verim alınabildiğinden günlük yaşantının eskisi gibi sürdürülmesinde ve mükemmel biyouyumluluk sayesinde kişiye uzun süreli rahatlık kazandırmasında etkili olmaktadır. 1.2.1 Biyoaktif camlar ve cam seramikler 6 Biyoaktif camlar diğer biyoaktif seramiklere oranla daha çok kemik büyümesi gerçekleştirirler. Larry Hench’e ait olan 45S5 biyocamı kemik ile kimyasal bağ gerçekleştiren ilk yapay malzeme olarak bilinir ve bu malzemenin keşfinden sonra biyoaktif cam üzerine çalışmalar artırılmıştır. In vivo çalışmalar göstermektedir ki biyoaktif camlar diğer biyoaktif seramiklere göre kemik ile daha çabuk bağ oluşturmaktadır. In vitro çalışmalarda ise biyoaktif camdan çözünen ürünlerin kemik üretimi için gerekli olan osteoblast ve osteositleri oluşturarak osteprogenitor hücrelerini aktivite ettiği görülmüştür. Aynı zamanda biyoaktif camlar in vitro ve in vivo olarak anjiyogenez özellik de göstermektedir. Bu özellik fizyolojik bir süreç olup mevcut olan damarlardan filizlenme yolu ile yeni kan damarlarının oluşması ve gelişmesi anlamına gelir. Bunun yanında biyoaktif camların antibakteriyel etkisi olduğu da gözlenmiştir. Cam-seramiklerin ve biyoaktif camların osteoblast davranışları farklı iyonların yapıya eklenmesiyle beraber değiştirilebilir. Seramik ve cam-seramikler yüksek basma dayanımına sahip olmalarına rağmen düşük çekme veya eğme dayanımına sahiptirler. Bu yüzden seramik malzemeler genel anlamda yük taşıyıcı implant malzemesi olarak kullanılmak yerine daha çok yük taşımayan uygulama alanlarında tercih edilmektedir. Diğer bir uygulama alanı ise bu malzemelerin bir metal veya yük taşıyamaya elverişli bir biyomalzemeye kaplama olarak kullanılmalarıdır. Seramik ve cam biyomalzemelerin mekanik özellikleri Tablo-4’de verilmiştir. Tablo-4: Seramik ve cam-seramiklerin mekanik özellikleri. Malzeme E (GPa) Basma Mukavemeti Kopma Dayanımı 350 (Mpa) Alümina 380 4500 (MPa) Biyocam-Seramik 22 500 56-83 Kalsiyum Fosfat 40-117 510-896 69-193 Pirolitik Karbon 18-28 517 280-560 1.2.2 Kalsiyum fosfatlar Zamanla dokunun yerine geçen emilebilir seramiklerdir. Bunlara örnek olarak alümina kalsiyum fosfat, hidroksiapatit ve trikalsiyum fosfat (TCP) verilebilir. Bu seramiklerin vücuttaki çözünme hızları birbirinden tamamen farklıdır. Sulu ortamlarda ve düşük sıcaklıkta (<900°C) genellikle hidroksiapatit olup kuru ortam ve yüksek sıcaklıkta TCP formda olurlar. Bu iki formun da apatit kısmı kemik yapısının mineral kısmına çok benzediği için doku ile uyumludur ve granül yapıda ya da katı bloklar halinde kemik dolgu malzemesi olarak kullanılır. Hidroksiapatit ve TCP’nin in vivo ve in vitro çözünürlükleri birbirinden farklıdır ve çözünürlük parametresi kompozisyon, kristalinite ve çözeltinin pH değerine bağlıdır. 7 Özetlenecek olursa emilebilir kalsiyum fosfat seramiklerin vücut içi çözünürlük miktarları αTCP > β-TCP > HA şeklindedir. Hidroksiapatitin vücut içi çözünürlüğü çok yavaş iken β-TCP fazın çözünürlüğü ona nazaran hızlıdır. Bu yüzden optimum çözünürlük değerine sahip, uzun süreli kullanılabilir implant malzemesi elde edebilmek için HA/TCP karışımı ikili faz yapıları kullanılmaktadır. Günümüzde implant ve protez endüstrisinde yoğun bir şekilde kullanılan ve ticari açıdan çok geniş bir yelpazeye hitap eden bu malzemelerin ne yazık ki dayanımları düşüktür ve yük taşıyan implant uygulamalarında kısıtlı olarak kullanılırlar. 1.2.3 Hidroksiapatit Biyoaktif seramik malzemeler ve kalsiyum fosfatlar arasında en tanınan mineral olan hidroksiapatit (HA), ‘apatit’ bileşik ailesinin bir üyesidir. Apatit ailesi fosfat minerallerinden oluşup genellikle OH-, F-, ve Cl- iyonlarını içeren sırasıyla hidroksiapatit, florapatit, klorapatit olarak bilinen bir gruptur. İlk kez 1789 yılında Alman jeolog Abraham Gottlob Werner tarafından kullanılan apatit terimi, Latince ‘apatê’den türemiş olup ‘yanılma/aldanma’ manasını taşımaktadır. Zira apatitler, birçok formda ve renkte bulunabilmekte; dolayısıyla beril veya turmalin gibi başka mineraller ile karıştırılabilmektedir. Mohs sertlik derecesi 5 olan apatit mineralleri ailesini, benzer kristal yapısı taşıyan ve farklı bileşimlerdeki kalsiyum fosfat esaslı bileşikler oluşturmaktadır. Apatit grubunun genel kimyasal formülü Ca10(PO4)6(OH, F)2 şeklinde ifade edilmektedir. ‘Osteokondüktif’ yani hücre ve doku büyümesini destekleyen bir malzeme olan hidroksiapatitin gözenekli formları kemiğin gelişip yenilenmesine yoğun formlarına göre daha fazla destek olmaktadır. Hücrelerin büyüyüp dokuyu geliştirebilecekleri boşluklar sayesinde doku ile malzemenin kaynaşma aktivitesi daha hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Ayrıca vücut sıvılarının malzemeye kolayca erişebilmesi bakımından gözenekli bir yapıdan faydalanılması daha avantajlıdır. Her ne kadar boşluklu (poroz) malzemeler, yoğun malzemelere göre mekanik açıdan genellikle daha zayıf bir performans sergilese de kompozit yapıların kullanımı bu durumun giderilmesine alternatif oluşturabilmektedir. Hidroksiapatit, Ca10(PO4)6(OH)2 formülü ile gösterilir. İçerisinde bulunan kalsiyum-fosfat oranının (Ca/P) doğal kemik ve dişe yakınlığından dolayı biyoaktif olan hidroksiapatit klinik uygulamalarda implant malzemesi olarak sıkça kullanılmaktadır. Hidroksiapatit P 63/m uzay grubunda ve hegzagonal yapıda bir malzeme olup kafes parametreleri (a,b: 0,9432 nm) ve (c: 0,6101 nm) değerlerindedir. 8 Bileşimi bakımından ele alındığında hidroksiapatitteki ağırlıkça kalsiyum ve fosfor yüzdeleri sırasıyla 39,84 ve 18,52 ve Ca/P oranı mol yüzdesi olarak 1,67’dir. Bu durum, kemiğe yoğunluğunu ve mukavemetini sağlayan kalsiyum ile fosfor kaynağının hidroksiapatit olduğuna işaret etmektedir. Apatit ailesinin üyesi olan, genellikle kalsiyumca fakir veya karbonapatit olarak bilinen biyolojik apatitler ise stokiometri, kompozisyon, fiziksel ve mekanik özellikler olarak hidroksiapatitlere oranla farklılık göstermektedirler. Hidroksiapatitin üretimi için doğal kaynaklardan (sığır kemikleri, mercan kayalıkları, fildişi, midye kabuğu, yumurta kabuğu vb.) yola çıkma fikri üzerinde uğraş verilmekte ve çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Ancak ‘biyolojik apatit’ olarak adlandırılan malzemelerden elde edilen hidroksiapatit, stokiyometrik değildir ve yapısında kalsiyum eksikliği mevcuttur. Kalsiyumun yerine karbonat grubu (CO3)-2 yer almaktadır. Bu tip apatitlere, karbohidroksiapatit veya karbonat apatitleri adı verilmektedir. Mineral ismi ‘dahlit’ olarak bilinen karbohidroksiapatitin kimyasal formülü (Ca,Mg,Na)10(PO4,CO3)6(OH)2 şeklinde belirtilmektedir ve kristal yapısında iyon yer değiştirmelerinin( özellikle (CO3)-2) yol açtığı kafes hataları bulunmaktadır. Bahsedilen kafes hataları, kristalliği azaltmakta ve malzemenin kararlılığını zayıflatarak emilimi/çözünme eğilimini arttırmaktadır. Biyolojik apatitler sentetik apatitlere oranla daha çok osteokondüktif olup yeni kemik oluşumunu daha çok desteklemektedir. Biyolojik ve sentetik apatitlerdeki bu farkı fizikokimyasal faktörlere ve apatitlerin yüzey özelliklerine bağlayabiliriz. Hidroksiapatit esaslı malzemeler biyouyumlu, biyoeğilimli ve osteokondüktif olduğu için yapay kemik dolgu malzemesi olarak sıkça kullanılmaktadırlar. Diğer kalsiyum fosfat gruplarına oranla hidroksiapatitin doku ile yer değiştirmesi yavaş olduğu için kemik büyümesinin gerçekleşmesi zor olmaktadır. Gözenekli yapıya sahip olan hidroksiapatitlerin biyoaktiviteleri ve non-toksik olma özellikleri daha yüksektir. Yapılarında bulunan bu gözenekler (porlar) sayesinde kemik ile daha iyi bağlanma gösterirler ve bu da mekanik özelliklerinin daha yüksek olmasını sağlar. Düşük kırılma tokluğuna sahip olan hidroksiapatit yük taşıma gerektiren yapay kemik ve yapay diş uygulamalarında çok sık tercih edilmemektedir. Yük taşıyan uygulamalarda kullanabilmek için partikül, visker, plaka, kısmen stabilize edilmiş zirkonya (PSZ), nano partiküller gibi çeşitli güçlendirici takviye elemanları ilave edilerek veya mikroyapı kontrolü ile hidroksiapatitin kırılma tokluğunun arttırıldığı görülmüştür. Hidroksiapatitin gözenekli yapılar halinde kullanılması yaygın bir uygulamadır. Gözeneklilik makro (por çapı > 100 µm) ve mikro (por çapı < 10 µm) ölçeklerde olabilmektedir. Porozite, yüzey alanını arttırarak kemik hücresi gelişimi için daha fazla alan sağlamaktadır. Böylece yeni hücrelerin malzemeye adhezyonu ve vücut sıvılarının dolaşımı kolaylaşmaktadır ancak gözenekli yapıların mekanik etkilere karşı 9 mukavemeti yoğun yapılara göre daha zayıftır. Hidroksiapatitin belirli bir yoğunluk ve mukavemet kazanabilmesi için sinterlenmesi, 950-1300 ºC sıcaklık aralığında olmaktadır. ~ 1300 ºC’den itibaren hidroksiapatit kararlılığını yitirerek dekompoze olmaya eğilim göstermektedir. Sinterleme sıcaklığının 1300 ºC’nin üzerinde olduğu durumlarda hidroksiapatit parçalanmaktadır. Sinterleme sıcaklığının gereken değerden daha yüksek olması, tane büyümesine dolayısıyla da mukavemet düşüşüne sebebiyet vermektedir Hidroksiapatit elde etmek için kimyasal çöktürme, mikroemülsiyon, hidroliz gibi çeşitli yöntemler mevcut olmasına rağmen en ekonomik ve biyolojik olarak en güvenli yöntem hayvan kemiği, balık kılçığı, yumurta kabuğu ve diş gibi biyolojik kaynaklardan kalsinasyon sonucu elde edilendir. İyonik bir karakter sergileyen hidroksiapatitin kimyasal formülünde yer alan iyonlar, yerlerini farklı iyonlara kolayca bırakabilmektedir. Örneğin (OH)- iyon grubu ile F- iyonunun yer değiştirmesi sonucu florapatit fazı ortaya çıkmaktadır. Benzer yer değişimleri, Mg+2 ile Ca+2 iyonları veya (CO3)-2 ile (PO4)-3 iyon grupları arasında gerçekleşebilmektedir. Böylelikle kristal yapısı, kararlılık, çözünebilirlik, termal stabilite gibi özelliklerde değişim meydana gelmektedir. Yüksek derecede biyoaktiflik hidroksiapatitin göze çarpan en önemli niteliği olarak ifade edilebilmektedir. Vücuda yerleştirilen malzemenin etrafında ipliksi kapsül oluşumu yerine yalnızca malzeme – doku arayüzeyi meydana gelmektedir ve bu arayüzeyde malzeme ile doku (kemik) arasında kurulan biyokimyasal bağlar dikkat çekmektedir. 1.2.3.1 Biyolojik Hidroksiapatit Vücutta bulunan kemik, diş, enamel kısımların mineral fazını oluşturan biyolojik apatitler kompozisyon, stokiometri, fiziksel ve mekanik özellikler olarak hidroksiapatitten farklılık göstermektedir. Biyolojik apatitler genellikle kalsiyumca fakir ve hidroksiapatit latis noktalarında farklı yer alan atomları bulundurabilen yapıdadırlar. Biyolojik apatitler genel olarak (Ca, M)10(PO4, CO3,Y)6(OH, F, Cl)2 kimyasal formülü ile bilinen ve M (küçük ve eser miktardaki elementleri ifade eder) yerine Na, K, Mg ve Y yerine ise asit fosfat ve sülfatlar gibi çeşitli fonksiyonel gruplar bulundurabilen yapılardır. Biyolojik apatitler sentetik apatitler ile karşılaştırıldığı zaman yer değiştirme mekanizması gözlenerek fosfat grupları yerine karbonat grupları gelirken kalsiyum yerine sodyum iyonları gelmektedir. Yer alan atomlarının varlığı ve kompozisyondaki farklılık nedeniyle biyolojik hidroksiapatit sentetik hidroksiapatitten fiziksel ve mekanik özellikler olarak farklılık göstermektedir. Sentetik hidroksiapatit eldesi günümüzde ticari olarak yoğun bir şekilde sürmektedir. En önemli üretim biçimlerinden biri Sol – Gel yöntemidir. Ticari hidroksiapatitin kristalliği ve kararlılığı stokiyometrik olmasından ötürü çok daha iyidir . (Ca/P) molar oran parametresi, mineralin 10 biyomalzeme olarak kullanılma sınırları konusunda belirleyici bir rol üstlenmektedir. Biyomalzeme uygulamaları için (Ca/P) molar oranının en az (1/1) olması gerekmektedir. (Ca/P) molar oranı (1/1)’den düşük olan kalsiyum fosfat mineralleri, biyomalzeme olarak kullanıma uygun değildir. Zira (Ca/P) molar oranı, (1/1)’den düşük olduğu taktirde asitlik derecesi ve kalsiyum fosfat mineralinin çözünme eğilimi artmaktadır. (Ca/P) molar oranı (1/1)’in üzerinde ise asidite ve ona bağlı olarak çözünme eğilimi azalmaktadır. Stokiyometrik hidroksiapatitin (Ca/P) molar oranı 1,67 olup ideal değerdir ve bir tepe noktası olarak düşünülebilmektedir. Hidroksiapatit en iyi mukavemete, çözünme direncine ve kristalliğe (Ca/P) molar oranı 1,67 iken ulaşmaktadır. Hidroksiapatit, vücut sıvısının korozif, değişken pH’lı etkilerine karşı en kararlı kalsiyum fosfat fazıdır. Ancak bu noktada hidroksiapatitin stokiyometrik olması önem kazanmaktadır. Hidroksiapatitin vücut sıvılarındaki stabilitesi, (Ca/P) molar oranı ile doğrudan bağlantılıdır. (Ca/P) molar oranı 1,67’nin altında ve üzerinde olması durumunda hidroksiapatitin mukavemeti düşmekte ve yapı, vücut sıvılarında çözünme davranışı göstermektedir. (Ca/P) molar oranı düştükçe kalsiyum fosfatların hem çözünürlüğü hem de hidroliz hızı artmaktadır. Hidroksiapatitin (Ca/P) molar oranı 1,67’nin altında olduğu zaman trikalsiyum fosfat (TCP) fazına dönüşme eğilimi söz konusu olmaktadır. (Ca/P) molar oranı 1,5 olan trikalsiyum fosfat fazının kararlılığı hidroksiapatite göre çok daha zayıftır ve vücut sıvılarının agresif ortam koşullarına direnç gösteremeyerek çözünmektedir ki bu özelliği onun biyoemilebilir bir malzeme olmasını sağlamaktadır. Hidroksiapatitin sulu ortamlarda 4,2-8,0 pH aralığında kararlı kaldığı bilinmektedir ve bu durum, pH değeri temasta bulunduğu dokulara göre değişebilen vücut sıvıları için dayanıklı bir kalsiyum fosfat minerali olduğuna işaret etmektedir. Apatit grubu bileşiklerin vücut sıvıları içerisindeki çözünürlükleri en yüksekten en aza doğru şu şekilde sıralanabilmektedir: TTCP > ACP > α-TCP > β-TCP > HA> TTCP, tetrakalsiyum fosfat fazını temsil etmekte olup hidroksiapatit mineralinin dekompozisyonu sonucu trikalsiyum fosfat fazı ile birlikte oluşan diğer bir üründür. ACP, amorf kalsiyum fosfat fazını ifade etmektedir. α-TCP ve β-TCP fazları, trikalsiyum fosfat mineralinin farklı sıcaklıklarda kararlı olan polimorflarıdır. Hidroksiapatitin hem kimyasal hem de kristalografik açıdan doğal insan kemiği ve diş minesine uyumlu olması, onun çok daha güvenli ve verimli bir şekilde fonksiyon göstermesini sağlamaktadır. Tablo-5’de biyolojik apatit ve sentetik hidroksiapatitlerin mekanik ve fiziksel özelliklerini özetlemektedi. Tablo-5: Biyolojik ve sentetik apatitlerin mekanik ve fiziksel özellikleri. Özellik Enamel Kemik Sentetik Hidroksiapatit Kafes Parametresi a c 0.9441 0.6882 0.9419 0.6880 0.9422 0.6880 11 Kristal boyutu(nm) 130x30 25x(2.5x5.0) Mikrometre mertebelerinde Elastik Modül(GPa) 14 7-30 10 Çekme Mukavemeti(MPa) 70 50-150 ≈100 Karbonapatit olarak da bilinen biyolojik hidroksiapatitler Tip A ve Tip B olmak üzere ikiye ayrılırlar. Tip A olması durumunda karbonat grubu OH grubu yerine geçerek a-ekseninde artışa ve c-ekseninde ise düşüşe neden olurlar. Tip B olması durumunda ise karbonat grubu fosfat grubu yerine geçerek a-ekseninde düşüşe neden olup c-ekseninde artış yaratırlar. Biyolojik apatitler ise Tip B özelliği gösteren sentetik karbonapatitlere benzemektedir. 1.2.3.2 Yoğun Hidroksiapatit Trikalsiyum fosfat seramiklerin sert doku uygulamalarında kullanımı 1920’li yıllara dayanmaktadır fakat hidroksiapatit tozlarının sinterlenerek medikal uygulamalarda kullanımı ise ilk olarak 1970 yıllarında Monroe ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilmiştir. Günümüzde kullanılan ileri teknoloji seramiklerinin çoğu önce tozların istenilen şekle sokularak kompaklanması ardından yüksek sıcaklıkta sinterlenerek porların azaltılarak daha yoğun bir yapının elde edilmesi ile üretilmiştir. Densifikasyon, sinterleme prosesinin ana amacıdır ve aynı zamanda malzemenin elektriksel, manyetik, optik ve mekanik özelliklerinin sinterleme sırasında oluşan kimyasal ve fiziksel değişikliklerden dolayı değişiklik gösterdiği gözlenmiştir. Sinterleme işlemi tane boyutu, tane şekli, porozite ve por boyutu gibi özellikleri etkileyerek mikroyapısal değişiklikler yaratırken aynı zamanda taneler ve tane sınırlarında kimyasal kompozisyonda farklılık yaratarak kalsiyum-fosfat seramiklerinin mekanik ve biyolojik özelliklerini etkileyebilirler. Saf HA, Ca10(PO4)6(OH)2, teorik kompozisyon olarak ağırlıkça %39.68 Ca, %18.45 P içermektedir. Ca/P oranı ise ağırlıkça 2.151 iken mol olarak 1.667 değerindedir. Yoğun hidroksiapatitlerin Ca/P oranları içerisindeki β-TCP/HA oranına göre değişim göstermektedir. Eğer Ca/P oranı 1,67 ise X ışını difraktometresi sonucunda sadece HA fazı gözlenir. Fakat Ca/P oranının 1,67’den düşük olması durumunda ise β-TCP, TTCP, Ca4P2O9 ve Ca4(PO4)2 gibi fazlar oluşmaktadır. Bu oranın 1.67’den büyük olması durumunda ise HA ile beraber CaO fazının oluşumu gözlenmiştir. 1.2.3.3 Poroz Hidroksiapatit Poroz hidroksiapatit seramikleri genelde kemik tedavi uygulamalarında kullanılmaktadır. Makroporoziteye sahip malzemelerin yoğun malzemelere kıyasla gelişmiş biyouyumluluk 12 göstermeleri nedeniyle yük taşımayan bölgelerde kemik dolgusu olarak da kullanımlarına olan ilgi artmıştır. En büyük avantajları ise yapısında bulunan makroporoziteler sayesinde kemik büyümesine ve tutunmasına olanak sağlamasıdır. Bütün bu avantajlarının yanında poroziteler mekanik özelliklerin düşüşüne ve korozyona neden olabilir. Otogreft (Terim; Bir dokunun aynı kişinin bir bölgesinden alınıp başka bir bölgesine nakledilmesi) malzemelerin azlığı ve allogreftlerin (Terim; Allogreft genetik olarak aynı kimliğe sahip olmayan aynı türe ait iki canlı arasında yapılan doku veya organ nakilleri) yarattığı sağlık riskinden dolayı sentetik kemik ve sert doku malzemelerine ihtiyaç artmaktadır. Bu uygulamalarda HA tercih edilmesinin sebebi ise sert doku uygulamalarında kullanılacak olan bu malzemenin kimyasal, mekanik ve morfolojik olarak dokuya benzerliğidir. 1.3 Biyoemilebilir Seramikler Biyoemilebilir seramik malzemeler, vücuda yerleştirildiğinde malzeme etrafında ipliksi bir kapsül oluşumu ya da doku ile malzeme arasında bir arayüzeyin varlığı söz konusu değildir. Biyoemilebilir malzeme, zamanla yerini etrafını saran vücut dokularına bırakmaktadır. Böylelikle biyoemilebilir malzeme, dokudan ayırt edilemeyecek hale gelmektedir. Bu durum, alümina ve hidroksiapatit gibi vücut içerisine yerleştirildikten sonra hiç bozulmadan yıllarca kalabilen biyoseramik malzemeler göz önünde bulundurulduğunda bir avantaj olarak düşünülebilmektedir ki biyoemilebilir malzemenin bozunması ile kemik oluşumunun eş zamanlı olarak meydana gelmesi vücut için ideal bir olaydır. Yüksek derecede poröz bir yapıda üretildiği takdirde biyoemilebilir malzemenin emilim prosesi ayrıca bir hız kazanmaktadır. 1969 yılından beri kullanım alanı bulan biyoemilebilir seramiklerin parçalandıkları zaman vücuda zararlı bileşenler bırakmayan malzemeler olduğunu; ancak bu parçalanma sürecinin aynı zamanda malzemenin mekanik açıdan zayıflama süreci olduğunu da belirtmek gerekmektedir. Biyoemilebilir malzemelerin bozunma prosesini hızlandırıcı yönde etki eden faktörler aşağıda ifade edilmektedir: Malzemenin tane ve kristal boyutu küçülüp dolayısıyla yüzey alanı arttıkça (Tozlar, yüzey alanının en fazla olduğu yapılar olup yoğun katı, yüzey alanının en az olduğu yapıdır ve gözenekli yapılar, yüzey alan değeri bakımından tozlar ile yoğun katı arasında yer almaktadır.) Malzemenin kristalliği azaldıkça ve kristal hataları arttıkça (Kalsiyum fosfat minerali yapısında iyon veya iyon grubu yer değişimleri olduğu takdirde mineralin kristal yapı 13 özellikleri farklılaşabilmekte ve kristalliği azalabilmektedir. Bu durum, yapının kararsızlaşmasına ve çözünme eğilimi göstermesine neden olmaktadır. Mesela hidroksiapatitte CO3-2, Mg+2 ve Sr+2 iyonlarının yer alması, mineralin stabilitesini zayıflatmaktadır.) Malzemenin porozitesi arttıkça (Gözeneklerin çok sayıda olması, vücut sıvılarının malzeme derinliklerine hızla ilerleyebilmesine fırsat tanımaktadır.) Ayrıca çeşitli biyolojik etmenler de biyoemilebilirliği hızlandırabilmektedir. Biyoemilebilir malzemelerin bozunma prosesini yavaşlatıcı yönde etki eden faktörler ise şu şekilde açıklanabilmektedir: Hidroksiapatit yapısında F- iyonlarının yer alması (Flor iyonu, yapıya kararlılık kazandırarak çözünme kinetiğini yavaşlatmaktadır.) ‘Çift fazlı bileşikler’ olarak adlandırılan β-TCP/HA (veya α-TCP/HA) kombinasyonlarında β-TCP bileşeninden daha az miktarda olması, emilebilirliği azaltmaktadır. Zira β-TCP, hidroksiapatite göre çok daha hızlı bir şekilde çözünebilen bir kalsiyum fosfat mineralidir. Trikalsiyum Fosfat (TCP): Biyoemilebilir seramik malzemelerin en bilinen üyesi olan trikalsiyum fosfat (TCP), 1920’li yıllarda kemik boşluklarını doldurmak amacı ile kullanılmaktaydı. Biyomedikal uygulamalar için biyoemilebilirlik özelliğinin avantaj sağladığına inanılan trikalsiyum fosfat, ((Ca, Mg)3(PO4)2) genel kimyasal formülüne ve 1,5 (Ca/P) molar oranına sahiptir. Trikalsiyum fosfat, hidroksiapatit dekompoze olduğunda elde edilen ürünlerden biridir ve (Ca/P) molar oranının 1,5 olması nedeniyle hidroksiapatite göre çok daha kolay bir şekilde bozunabilmekte bir başka deyişle vücut tarafından seri bir şekilde emilebilmektedir. Trikalsiyum fosfat, hidroksiapatite göre daha düşük bir mukavemete sahiptir ve bu durumun temelinde yine azalan (Ca/P) molar oranı yer almaktadır. Trikalsiyum fosfat, hidroksiapatit fazı ile beraber bulunduğu ortamlarda da biyolojik çözünmeyi hızlandırıcı etkisini göstermektedir. Hidroksiapatitin trikalsiyum fosfata dönüşme eğiliminin; sisteme dahil olan yabancı maddelerin varlığı, yüksek sinterleme sıcaklıkları (~ 1300 ºC’nin üzerinde) gibi sebeplere bağlı olarak arttığı belirtilebilmektedir. Trikalsiyum fosfatın 4 adet polimorfu bulunmaktadır. Söz konusu polimorflar aşağıda kısaca açıklanmıştır: 1. β-TCP: Trikalsiyum fosfatın düşük sıcaklık formu (< 1300 ºC) olan bu faz, β- Ca3(PO4)2 kimyasal formülü ile tanımlanmaktadır. Yapısal benzerliğinden ötürü ‘Whitlockite’ 14 mineral ismiyle de anılan β-TCP, hekzagonal kristal yapısına sahiptir. Whitlockite minerali, çok az yüzdelerde Fe, Mn ve Mg gibi empüriteler içermektedir. 2. βI-TCP: βI-Ca3(PO4)2 kimyasal formülü ile tanımlanan ve yüksek basınç altında kararlı olan bir fazdır. 3. α-TCP: Trikalsiyum fosfatın yüksek sıcaklık formu (> 1300 ºC) olan bu faz, αCa3(PO4)2 kimyasal formülü ile tanımlanmakta olup ortorombik kristal yapısına sahiptir. 4. αI-TCP: αI-Ca3(PO4)2 kimyasal formülü ile tanımlanmakta olup 1470 ºC’nin üzerinde kararlı olan bir fazdır ve monoklinik kristal yapısına sahiptir. Trikalsiyum fosfat fazı, vücut içerisinde iken su veya vücut sıvıları ile etkileşime girerek hidroksiapatit oluşturmaktadır. Böylece trikalsiyum fosfatın çözünebilirlik derecesi, hidroksiapatite yaklaştığı için sistemin pH’ı düşmektedir. Bu şekilde trikalsiyum fosfatın çözünürlüğü artmakta ve emilim de hızlanmaktadır. Atmosferde suyun var olmadığı ortamlarda trikalsiyum fosfat, kararlı faz olarak kalmaktadır. 4Ca3(PO4)2 + 2H2O → Ca10(PO4)6(OH)2 + 2Ca+2 + 2HPO4-2 Biyoaktif hidroksiapatit ile biyoemilebilir α veya β-trikalsiyum fosfat seramik malzemelerinin birlikteliğinden meydana gelen ‘biphasic’ yani ‘çift fazlı’ kalsiyum fosfat yapıları, biyobozunmanın daha yavaş olarak gerçekleşmesinin hedeflendiği kimi biyomalzeme uygulamaları için fonksiyonel bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahsedilen kalsiyum fosfat karışımlarının kararlılığı, yapıya katılan α veya β-TCP fazının miktarına bağlıdır. Zira trikalsiyum fosfat miktarının hidroksiapatitten daha fazla olduğu durumlarda biyoçözünürlük hızı daha yüksek olmaktadır. Hidroksiapatitin daha fazla olduğu hallerde ise karışımın stabilitesi daha iyidir. Ancak α-TCP ile β-TCP fazları kıyaslandığında α-TCP’nin β-TCP’ye göre yeni kemik oluşumunda biyolojik açıdan çok daha etkin olduğu tespit edilmiştir. Çift fazlı kalsiyum fosfat malzemelerinde, trikalsiyum fosfat fazının biyoemilebilirliği hidroksiapatitin biyoaktifliği ile dengelenmektedir. Biyoseramik Malzemelerin Dokularla Etkileşimi Canlı dokuya yerleştirilen tüm malzemeler, bu dokudan tepki alırlar. Bu tepki doku implant ara yüzeyinde oluşur ve Tablo.6’ da sıralanan çeşitli faktörlere bağlı olur. Bu faktörlere bağlı olarak implant malzemeye olan doku cevabının dört türünden bahsedilebilir: Malzeme toksikse, çevresindeki doku ölür. Malzeme toksik değil ve biyoinertse, değişik kalınlıklarda fibroz doku oluşumu gerçekleşir. Malzeme toksik değil ve biyoaktifse, doku implant arayüzeyinde bağlanma gerçekleşir. Malzeme toksik değil, fakat çözünür yapıdaysa, çevresindeki doku, implantın yerini alır. 15 Tablo-6: İmplant doku arayüzey ilişkisini etkileyen faktörler Doku Tarafı İmplant Tarafı Doku tipi İmplant bileşimi Doku yaşı İmplanttaki faz sayısı Doku sağlığı Faz sınırları Doku içi kan sirkülasyonu Yüzey morfolojisi Arayüzey hareketliliği Yüzey gözenekliliği Arayüzey kan sirkülasyonu Kimyasal reaksiyon Boyutlar arası uygunluk Boyutlar arası uygunluk Mekanik yükleme Mekanik yükleme Biyoseramiklerin türüne bağlı olarak gözlenen doku cevapları farklı olur. Ayrıca Tablo-7'de yer alan diğer faktörler de bu cevaplarda etkilidir. Seramik implantların en ilgi çekici özelliklerinden biri, doku için zehir etkisi oluşturmamasıdır. Dokuların çok karşılaşılan bir tepkisi de, dokunun implant çevresinde ipliksi bir kapsül üretmesi. Bu ipliksi doku, organizma tarafından implanta karşı bir duvar örmek için veya implantı izole etmek için üretilir. Kısacası, bir çeşit korunma mekanizmasıdır ve implant, zamanla ipliksi doku ile tamamen kaplanarak doku yüzeyinden uzaklaştırılır. Metaller ve çok sayıda polimer, bu çeşit bir tepkiye neden olurlar. Alümina ve zirkonya gibi hemen hemen inert sayılabilecek seramikler de, ara yüzeyde ipliksi doku oluşumuna neden olurlar. Ancak, optimum koşullarda bu doku son derece incedir. Kimyasal reaktifliği çok yüksek olan metal implantlardaysa daha kalın ara yüzey tabakaları oluşur. Ara yüzeydeki uyumluluk ve hareketlilik de tabakanın kalınlığını büyük ölçüde etkiler. Üçüncü bir doku tepkisiyse, implantla doku arasındaki ara yüzeyde bağlanmanın gerçekleşmesidir. Bu yüzey, "biyoaktif yüzey" olarak adlandırılır. Bağlanma, implantla doku arasındaki hareketliliği engeller, ayrıca implantın vücut tarafından dışlanması da engellenmiş olur. Dördüncü tür etkileşimdeyse, implant malzeme, onarım işlemi tamamlandığında çözünür ve kendisini çevreleyen doku tarafından emilerek yok edilir. Bu nedenle emilebilir (rezorbe edilebilir) cinste biyomalzeme kullanıldığında, bu malzemenin vücut sıvılarınca kimyasal açıdan parçalanabilir yapıda olmasına dikkat edilmelidir. Bozunma ürünleri de zehirli olmamalı ve hücrelere zarar vermeden dokudan uzaklaştırılmalıdır. Çizelge 3.7' de biyoseramik türüne bağlı olarak gözlenen doku cevapları özetlenmiş bulunmaktadır. Tablo-7: Biyoseramiklerin doku cevabına göre sınıflandırılması İmplant Türü Gözeneksiz, inert ve yoğun seramikler Doku Cevabı Çok ince fibroz doku oluşumu (morfolojik sabitleme) 16 Örnek Alumina, Zirkonya Gözenekli, inert seramikler Hidroksiapatit, HA Haile kaplanmış metaller Gözeneksiz,biyoaktif seramikler Gözenek içerisinde doku büyümesi (biyolojik sabitleme) Doku-implant arayüzey bağlanması (biyoaktif sabitleme) Rezorbe olan seramikler Emilme Trikalsiyum fosfat Biyoaktif camlar Biyoaktif camlar Cam seramikler HA Alümina ve zirkonya, çok iyi mekanik uygunluk sağlayacak şekilde dokuya yerleştirildiklerinde (morfolojik sabitleme) ara yüzeyde hareket oluşmayacağından, klinik açıdan başarılı olacaklardır. 17