Doğa ve bilim - Sabancı Üniversitesi

Transkript

Doğa ve bilim - Sabancı Üniversitesi
KÜNYE
DERGÝ
Sayý 1
Mayýs 2007
Ücretsizdir
Sahibi
Sabancý Üniversitesi
Yayýn Sorumlu Müdürü
Elif Gülez
Yayýn Koordinatörü
Demet Oðuz
Danýþma Kurulu
Hasan Bülent Kahraman
Gülayþe Koçak
Defne Üçer
Nesrin Balkan
Yýldýz Arýkan
Fatma Onat
Zeynep Okan
Raþit Tankut Aykut
Pýnar Ýlik
Ýbrahim Tevfik Karatop
Sibel Karadað
Muhabirler
Pýnar Ýlik
Ýbrahim Tevfik Karatop
Sibel Karadað
Münevver Kýnalý
Nuri Karamollaoðlu
Süleyman Dost
Foto muhabirler
Emrah Kavlak, Gözde Otman
Bu sayýya katkýda bulunanlar
Ali Alpar, Akþin Somel, Andrew Berry, Aytül Erçil, Defne
Üçer, Gülayþe Koçak, Nesrin Balkan, Serhat Yeþilyurt,
Selçuk Artut, Þükrü Dökücü, Yýldýz Arýkan, Aslý Erdem, Ayþe
Gül Altýnay, Ezgi Esen Taþçýoðlu, Hülya Adak, Nakiye
Boyacýgiller
Grafik Tasarým ve Uygulama
Ragýp Ýstek-Sabancý Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel
Ýletiþim Tasarýmý Programý Öðretim Görevlisi
GrafikaSU- Koordinatörü Leyla Özcivelek Durlu / Sabancý
Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel Ýletiþim Tasarýmý
programý Öðretim Görevlisi
Baský
Mas Matbaacýlýk San. ve Tic. A.Þ.
Dereboyu cad. Zagra Binasý B-Blok. No:1
34398 Maslak-Ýstanbul
Yayýn Türü
Üniversite topluluðuna yönelik olarak yayýnlanan yarý popüler
bir kültür dergisi
Telif Haklarý
Her hakký saklýdýr.
Bu dergide yer alan yazý, makale, fotoðraf ve illüstrasyonlarý
elektronik ortamlarda dahil olmak üzere her þekilde çoðaltýlma
ve baþka yerlerde kullanma hakký münhasýran Sabancý
Üniversitesine aittir. Sabancý Üniversitesi, gerekli gördüðü
hallerde içeriðin bir kýsmýnýn veya tamamýnýn çoðaltýlmasý
için yazýlý izin verebilir.
Yönetim Yeri
Ýletiþim ve Halkla Ýliþkiler Birimi
Sabancý Üniversitesi Orhanlý, Tuzla 34956 Ýstanbul
Tel: (216) 483 90 77, 483 9101
Faks: (216) 483 90 45
e-posta: dergi@sabancýuniv.edu
01
BÝZDEN
sabancý üniversitesi / dergi
Dergi’yi okumak için
muhtelif sebepler
Haftada en az kýrk beþ saatimizi bir arada geçiriyoruz. Birlikte toplantýlara giriyoruz, yemekhanede
karþýlaþýyoruz, Bilgi Merkezi’nde selamlaþýyoruz, üniversiteye ayný serviste gidip-geliyoruz.
Buna raðmen birbirimizi ne kadar tanýyoruz? Birbirimizin yaptýðý iþleri ne kadar merak ediyoruz?
“Ýletiþimin sofistike - ötesi bir hale geldiði bir toplumda, birbirini dinleyen birilerini bulamamak
ne büyük tezat!” demiþ birisi…
‘Dergi’, üç ayda bir, Sabancý Üniversitesi paydaþlarýnýn birbirinden ‘haberdar’ olmasýna katký
saðlamak için çýkacak. Ayrýca, kültür, sanat, edebiyat, bilim, teknoloji, müzik ve daha pek çok
konuda Sabancý Üniversitesi’nde üretilen bilgi sayfalarýmýza yansýyacak.
Çaðýmýzýn en önemli ilkesi olan haber alma özgürlüðü bu derginin yayýnlanmasýndaki en önemli
nedenlerden birisi. Bununla birlikte burasý bir akademik ortam. Bilginin yerini ‘malumatýn’ hýzla
aldýðý bir dünyada üniversite en karmaþýk ve yoðun bilginin üretildiði zemin. Burada ortaya
koyulan bilgi farklý alanlardaki üretimi ve zihinsel emeði, yatýrýmý kapsýyor. Bununla birlikte
SÜ disiplinlerarasý bir anlayýþa yaslanýyor. Bu, hiçbir alanýn diðerine kapalý kalmamasý gerektiðini
öne süren bir kavram. Dünyada meydana gelen, içinde yaþadýðýmýz olaylarýn arka planýnda
nelerin yattýðýný, onlarý nasýl yorumlamamýz, onlara nasýl bakmamýz gerektiðini en iyi anlatacak
olanlar da bu üniversitede bilgi üreten insanlar. Bu dergide yer alacak yazýlar bu türden olaylarý
kavramamýzý saðlayacak yeni ‘okumalarý’ içerecek.
Bilgi insanlarýndan bahsettik. Ama bilgi sadece belli bir seçilmiþ grubun elinde olan bir þey
deðil. Herkes bilgi üretme hakkýna sahip. Üniversitemizin çalýþanlarýnýn ilgi alanlarý var.
Yoðunlaþtýklarý alanlarda söyleyecek sözleri var. Dergimizin sayfalarý onlara açýk.
Nihayet öðrencilerimiz. Hem bilgi edinen hem bilgi üreten bir kesim onlar. Bugünün dünyasýný
içinden yaþayarak kavrýyorlar. Onlarýn gerek genel ve temel sorunlar hakkýnda gerekse kendi
özgül yaratýlarý hakkýnda geliþtirecekleri yaklaþýmlara, yapacaklarý yorumlara, kuracaklarý yeni
düþüncelere bu sayfalarda yer vereceðiz.
Kýsacasý, herkesin görüþ, öneri ve katkýsýna kapýmýz açýk.
Eylül sonunda görüþmek üzere…
“Dergi” Yazý Kurulu
02
Fotoðraf: Gözde Otman 2007
03
EVRÝM TEORÝSÝ
Doða ve bilim
“NS 101-102 Derslerindeki Baþlýca Kavramlar”
M. Ali Alpar
Sabancý Üniversitesi’nde henüz 1999-2000 yýlýnda dersler verilmeye baþlamadan
tasarlanan Doða ve Bilim (NS 10-102 ) dersleri ilk tasarýmdan beri ayrýntýlarda biraz
deðiþti, ama temel yapý ve konu seçkisi ayný kaldý.
Tüm üniversite derslerinde olduðu gibi bu derslerin tasarýmýnda da iki farklý amaca birden
yöneldik. Birincisi pratik amaç, ikinci sýnýfa geçen öðrencilerimizin program seçimine
yönelen, daha ihtisaslaþmýþ derslerine teknik temel oluþturmak. Öðrencilerimizin sadece
bir kýsmý mühendislik ve doða bilimlerine yöneliyor, ama tüm öðrencilerimize isterlerse
program deðiþtirebilme imkanýný sunduðumuza göre yeterli teknik düzeyi isteyen tüm
öðrencilerimiz bu derslerde bulabilmeli.
Ýkinci amaç kültürel amaç. Üniversitede okumuþ her insan, “doða bilimlerinin yöntemi
ve en önemli kavramlarýndan hangilerini duymuþ olsun?” sorusunu sorduk.
Bilimin yöntemi gerçek dünya hakkýnda bilgilere deney ve gözlem yoluyla ulaþmak, ancak
deneylerle defalarca doðrulanan bilgiyi sahici kabul etmektir… Ve tersine: deney eðer
doðru olduðunu tahmin ettiðim hipotezi yanlýþ çýkarýrsa, bitti!, yanlýþtýr. Bu yaklaþým aslýnda
saðduyu ile örtüþüyor, ama günlük saðduyudan çok daha fazlasýný içeren kuvvetli bir
yöntem: Çünkü bilim, günlük sezgimizle pek de inanýlýr görünmeyen bilgileri de deneyle
sýnayarak doðrular ve uygarlýða kazandýrýr.
EVRÝM TEORÝSÝ
sabancý üniversitesi / dergi
Doða ve bilim
Bilimin düþünceye, kültüre ve teknolojiye
de en önemli katkýlarý tam da günlük
deneyimlerle en beklenmedik sanýlan
noktalarda ortaya çýkar. Dünya’nýn yuvarlak
olduðu, Güneþ etrafýnda döndüðü gibi.
Yeryüzündeki ve gökyüzündeki cisimlerin
hareketinin anlaþýlmasý, Galileo’dan Kepler’e
uzanan tüm deney ve gözlemleriyle bilimdeki
Rönesans/ Rönesans daki bilimin esas
konusu idi. Newton yasalarýyla tüm kütleli
cisimlerin yerde olsun gökte olsun, ayný
kurallara göre hareket ettiði anlaþýldý.
Ne yerdekilerin doðal hali hareketsiz durmaktýr,
ne de göktekilerin doðal davranýþý mükemmel
dairelerde dolanmaktýr.
Birkaç nesnenin hareketinden çok büyük
sayýlardaki nesnenin hareketine geçince
artýk basýnç, sýcaklýk, ýsý gibi yeni kavramlar
gereklidir.
04
NS 101 dersinin ikinci modülü boþlukta
elektrik ve manyetik alanlarýn da birbirini
etkilediði, birbirini türettiði, dalgalar
oluþturduðu konularýný deneylerden
baþlayarak iþliyor.
Bu deneylerden iki tanesini de laboratuvarda
yapýyoruz. Önemli kavram: ýþýk ve diðer
elektromanyetik dalgalar boþlukta kütle olmayan
yerde de enerji taþýyan gerçek fiziksel olaylardýr.
Sonra biyolojinin büyük molekülleri, metabolizma
ve kalýtým yapý ve iþlevleri, kalýtýmýn moleküler
temeli yani DNA’nýn yapýsý öðreniliyor. Kalýtýmýn
moleküler temelinin anlaþýlmasý bilimin en
önemli ve þaþýrtýcý kazanýmlarýndan biri. Bu
anlayýþ ayný zamanda evrimin de moleküler
düzeyde açýklamasýna temel oluyor.
NS 102 dersinin sonunda Evrim teorisi ele
alýnýyor. Evrim teorisi, týpký vaktiyle dünyanýn
NS 101’de son olarak da her nesnenin hem
yuvarlak olduðunu anlaþýlmaz bulmamýz gibi
bir parçacýk, hem de bir dalga olduðunu
insana çok þaþýrtýcý gelen bir önerme. Çok çok
öðreniyoruz. Bu sizin vücudunuz için de geçerli, uzun zamanlarda tesadüfen ortaya çýkan nadir
ama dalga tarafýnýzdan kaynaklanan özellikleriniz
mutasyonlar arasýndan daha da nadir olarak
ölçülemeyecek kadar küçük. Oysa bir elektronun
canlýnýn hayatta kalmasýna ve üremesine
dalga özellikleri atomlarýn boyutlarýný ve
yarayanlarýn, kalýtým yoluyla sonraki nesillere
enerjilerini, dolayýsýyla tüm maddenin yapýsýný
aktarýlmasý, sonunda yavaþ yavaþ farklýlýklarýn
belirliyor, týpký bir müzik aletinin boyunu o aletle
ortaya çýkmasý. Darwin’in Evrim teorisi Milli
oluþturmak istediðiniz ses dalgalarýna göre
Eðitim Bakanýmýzýn sandýðý gibi, akýllý tasarýmbelirlenmesi gibi.
yaratýlýþ savýyla ayný düzeyde, günlük dildeki
“hayal,
spekülasyon” anlamýnda “teori” deðil;
NS 102’de elektron dalgalarýndan bir molekülün
içinde paylaþýlan dalga paketlerine, baðlara, þimdiye kadar, ve özellikle de moleküler
biyolojinin geliþmesiyle pek çok baðýmsýz
maddenin yapýsýna geçiyoruz. Hem canlý hem
de cansýz maddenin ayný molekül yapýlarý, yöntemle sýnanmýþ, doðrulanmýþ bilimsel teori.
baðlarý ile oluþtuðu, ayný tür reaksiyon
NS 102 dersimizde 7 yýl evrim anlatmýþ
dinamikleri ile iþlediðini görüyoruz.
olan Andrew Berry’nin anlattýklarýný bu
sayýda Defne Üçer ve Tevfik Karatop’un
kendisiyle yaptýðý söyleþide bulacaksýnýz.
05
Söyleþi: Andrew Berry
Defne Üçer
Ý.Tevfik Karatop
Andrew Berry kimdir?
Andrew Berry Londra’da doðdu. Oxford Üniversitesi’nde Zooloji okuduktan sonra Princeton
Üniversitesi’nde evrimsel genetik üzerine doktorasýný yaptý. Araþtýrmalarýnýn bir çoðunda
en az karizmatik hayvan olarak nitelendirilebilecek, genetikçilerin sevgilisi meyve
sineðinin (Drosophila melanogaster) doðadaki popülasyonlarý üzerinde çalýþtý. Biyolojide
alan çalýþmasý ve moleküler biyolojideki teknikleri birleþtirdiði araþtýrmalarý, Darwin’in
doðal seçilim teorisine DNA düzeyinde ipucu aramaktadýr. Andrew Berry kendini meyve
sinekleriyle sýnýrlamamýþ ve Yeni Gine’deki Dev Sýçanlar, Atlantik adalarýndaki fareler
ve Uzak Doðu yaprak bitleri gibi çok çeþitli konularda çalýþmýþtýr. Þu anda araþtýrmacý
olarak görev yaptýðý Harvard Karþýlaþtýrmalý Zooloji Müzesi’nde vaktini ders vermeye
ve yazmaya ayýrýyor. Bilim ve bilim tarihi üzerine yaygýn bir biçimde popüler yazýlar
yayýnlýyor. London Review of Books, düzenli yayýn yaptýðý dergilerden yalnýzca birisi.
Andrew Berry ayrýca doðal seçilimi Darwin’le birlikte bulmuþ olan Alfred Russel Wallace’ýn
yazýlarýndan derlenen bir antolojinin (Infinite Tropics, Verso, 2002) editörlüðünü yaptý
ve DNA’nýn ikili sarmal yapýsýnýn keþfinin 50. yýldönümünde James D Watson’la birlikte
“DNA, Hayatýn Sýrrý” (DNA, The Secret of Life, Knopf, 2003) isimli kitabý yazdý. DNA
isimli 30 dakikalýk bir film Berry’nin senaristi olduðu filmler arasýnda.
Andrew Berry Çanakkale gezisinde SÜ öðrencileri ile birlikte
Evrim teorisinin anlaþýlmasý için gerekli
kavramlar nelerdir? Bu kavramlarý ana
hatlarýyla açýklayabilir misiniz?
Darwin’in teorisinin altýnda yatan iki temel
düþünce var. Birincisi kendi deyimiyle
“deðiþimle türeme”. Yani popülasyonlarýn
nesilden nesile deðiþmesi – deðiþime
uðramasý.. Yeterince uzun zaman geçtiðinde
nesilden nesile oluþan ufak deðiþimler türler
arasýnda gördüðümüz büyük farklýlýklara yol
açýyor. Dolayýsýyla bir canlý türü daha önce
yaþamýþ baþka bir canlý türünün deðiþime
uðramýþ bir sürümü. Sonuç olarak canlý
türlerinin tümü birbiriyle baðlantýlý: yaþamýn
yalnýz bir tek baþlangýç noktasý var ve bütün
canlý türlerinin soyaðaçlarýnda bu çok eski
canlý türüne uzanan izleri takip edebiliriz.
Evrim ayný zamanda dallanan bir süreç
olduðundan, yani evrimleþme sýrasýnda bir
canlý türünden iki ayrý tür oluþabildiðinden,
yaþam aðacý hiyerarþik bir yapýya sahip. Biz
insanlar þempanzelerle zebralarla
olduðumuzdan daha yakýn akrabayýz, yani
þempanzelerle paylaþtýðýmýz or tak ata
zebralarla paylaþtýðýmýz ortak atadan daha
yakýn bir zamanda yaþamýþ. Hem insan hem
þempanze, insan ve þempanze soylarýnýn
ortak bir atasýnýn deðiþiminden türemiþ; ayný
þekilde hem insan, hem þempanze, hem de
zebra, zebra/insan/þempanze soylarýnýn ortak
bir atasýnýn deðiþiminden or taya çýkmýþ.
Açýkça görülüyor ki deðiþimle türeme
sýrasýnda hep çok farklý canlýlar ortaya çýkýyor!
Ýnsan ve þempanze, insan ve zebradan çok
daha yakýn bir ortak ataya sahip olduklarýna
göre insan/þempanze ortak atasýndan bu yana
daha az zaman geçmiþ olmalý. Bu da
insanlarýn þempanzelere daha çok benzemeleri
sonucunu ortaya çýkarýyor.
06
Archaeopteryx: Hem dinazor hem de kuþ özellikleri taþýyan fosil canlý türü
http://www.dinoruss.com
Bu benzerlik görünür özelliklerde – þempanze
dýþ görünüþ olarak bize zebradan daha çok
benziyor-ve DNA ölçeðindeki özelliklerde
kendini gösteriyor – insan genomu (kalýtýmsal
maddenin tümü) þempanze genomuna zebra
genomundan daha yakýn çünkü insan ve
þempanze arasýnda genetik maddenin
deðiþimi için insanla zebrada olduðundan
daha az evrimsel zaman geçmiþ.
Evrim konusunda sýklýkla yanlýþ anlaþýlan
noktalar hangileri?
Öncelikle, evrim’in “yalnýzca bir teori” yani
bir hipotez olduðu düþüncesi. Bu “teori”
kelimesinin anlamýndaki bir karýþýklýktan
kaynaklanýyor. Günlük dilde “teori” (genelde
de uydurma olabilen) hipotez yerine kullanýlýyor.
Örneðin John F. Kennedy’i öldürenin Fidel
Castro olduðuna dair bir “teori”m olabilir. Oysa
Darwin’in teorisindeki ikinci unsur ise doðal
ki bilimsel deyiþle “teori” gözlemlenen
seçilim (natural selection), yani evrimsel
gerçekleri en iyi þekilde açýklayan düþünceler
deðiþim yönünü tayin eden süreç. Öyle ki
topluluðu anlamýna geliyor. Bunlar dayanýksýz
deðiþim tipik olarak rastgele deðil adaptasyon
bir takým varsayýmlar veya hipotezler deðil!
ile gerçekleþiyor, yani sonuç olarak ortaya
Yerçekimi teorisini bir düþünün. Býraktýðýmýzda
çýkan canlý popülasyonlarý çevrelerine daha
herþeyin yere düþmesine alýþkýnýz -- bu
uyumlu oluyorlar. Doðal seçilimin mantýðýndan
yerçekimi. Burada hem bilim örgüsünün bir
þüphe etmek imkansýz. Canlýlarýn büyük bir
parçasý olan bir düþünceden hem de günlük
üreme potansiyeli var ve canlý topluluklarý
deneyimlerimizden bahsediyoruz. Yerçekimi
sýnýrsýz kaynaklar olsaydý muazzam ölçeklerde
konusunda varsayýmsal hiçbirþey yok. Evrim
geniþleyebilirlerdi, oysa ki gerçekte kaynaklar
için de ayný þey geçerli. Hiçbir dürüst bilim
sýnýrlý olduðu için canlý topluluklarýnýn
adamý evrim teorisine karþý çýkmýyor. Evrim
büyümesi kýsýtlý kalýyor. Sýnýrlý kaynaklar
teorisi elimizdeki verilerle öyle güçlü bir þekilde
bireyler arasýnda rekabete yol açýyor. Peki bu
destekleniyor ki bir bütün olarak bilimselliði
yarýþtan kimler galip çýkýyor? Kimler çevreye
tartýþýlmýyor. Elbette bilim adamlarýnýn detaylar
daha çok uyum saðlarsa onlar. Aslanlarýn
konusunda hemfikir olmadýklarý oluyor ki zaten
baskýn olduðu bir ovada diðer ceylanlardan
bu da bilimsel sürecin kaçýnýlmaz bir özelliði.
daha hýzlý koþan bir ceylanýn hayatta kalma
Bugün varolan bir takým tartýþmalar - örneðin
olasýlýðý daha yüksekse bu ceylanýn üremesi “bilinçli tasarým” tartýþmasý – bilim toplumu
de daha yavaþ koþan arkadaþlarýndan daha
içinden çýkan tartýþmalar deðil, dini hedefler
olasý. Bu da bir sonraki neslin üyeleri arasýnda
taþýyorlar. Yaradýlýþçýlar, özellikle de bilinçli
hýzlý koþma özelliðinin zenginleþmesi anlamýna
tasarým fikrini savunan yaradýlýþçýlar, bilim
geliyor. Tabii burada söz konusu özelliðinin
adamý rolünü oynuyorlar ama aslýnda dini
genetik olduðunu varsayýyoruz, yani nesilden
esas alan bir takým savlarla bilimi reddediyorlar.
nesile taþýndýðýný. Doðal seçilim, genetik
Ýkinci önemli konu, evrim sonucunda
çeþitliliði canlý topluluklarýndaki faydalý “mükemmel tasarýmlý” organizmalarýn ortaya
özelliklerin daha sýk or taya çýkmasýný
çýktýðý düþüncesi: Doðal seçilim oldukça iyi
saðlayacak þekilde yönlendiriyor.
çalýþýyor ve doða sýradýþý adaptasyon
örnekleriyle dolu. Balinanýn iri yapýsýný ve çok
Darwin’in teorisi, doðal seçilimin yönlendirdiði
sayýda avý bir anda sindirebilmek için sahip
deðiþimle türeme olarak özetlenebilir. olduðu aðzýný düþünün.
Kesinlikle bir adaptasyon örneði. Ama bir kez
daha düþünün: ayný balina hava soluyor, yani
dalýþlar arasýnda düzenli olarak su yüzeyine
çýkmak zorunda. Bu bir deniz hayvaný için
hiç de iyi bir tasarým deðil! Peki balinalar
neden böyle? Deðiþimle türeme yüzünden:
balinalar kara memelilerinden türemiþler ve
sahip olduklarý hava soluyan teçhizat da onlara
atalarýndan miras kalmýþ.
Üçüncüsü, evrimin dini inançlarla uyuþmadýðý
düþüncesi. Yaradýlýþçýlar insanlarý ya dini
öðretileri ya da Darwin’in öðretilerini kabul
etmek arasýnda bir seçime zorlayarak
korkutmaya çalýþýyorlar. Bunlardan yalnýz
birinin geçerli olabileceðini iddia ediyorlar. Bu
çok saçma. Hem derin dini inançlara sahip
olmak hem de ortodoks bir Darwinci olmak
çok mümkün. Aslýnda yaradýlýþçýlar yaymaya
çalýþtýklarý düþüncelerle dine yarar
saðlamaktan daha çok zarar veriyorlar. Buna
birçok kez öðrencilerimde rastladým.
Bazýlarýnýn Darwinci veri ve basit mantýkla ilk
karþýlaþmalarý oluyor. Daha önce onlara
Darwin’in hatalý olduðu öðretilmiþ ve onlar
da buna inanmýþlar. Fakat ne zaman ki fosil
çalýþmalarýndan DNA araþtýrmalarýna kadar
birçok alanda elde edilen kanýtlarý keþfediyorlar
iþte o zaman bir bunalýma giriyorlar. Bir anda
evrimin gerçekleþmiþ olmasý gerektiðini
farkediyorlar . O zamana kadar onlara ya
inançlý ya da Darwinci olabilecekleri öðretilmiþ.
Bu “ya o/ya bu” dayatmasý onlar için dini
inkar etme anlamýna geliyor. Bu çok üzücü.
“Ya o/ya bu” ikilemi mantýk kurallarýna aykýrý
ve baðnaz vaizlerin bir icadý. Kendimi sýk sýk
öðrencileri Darwin’le dinin uzlaþmasýnýn
imkansýz olmadýðýna ikna etmeye çalýþýrken
buluyorum. Biri ruhani biri maddi olmak üzere
iki saha var. Ýkincisi deneye dayanýyor yani
bilimsel. Birincisi ise bilimsel deðil – inancýn
ürünü. Bu ikisi farklý, birbirinden tamamen
ayrý yani kesiþme noktalarý yok. Bilim bize
ruhani alanla ilgili hiçbirþey söylemiyor -- bir
takým bilimadamlarýnýn iddiasýnýn aksine
Tanrý’nýn olmadýðýný ispatlayamayýz. Ruhani
alan da bilimsel hiçbirþey söylemiyor – dini
kitaplardaki yaradýlýþ hikayesi bilimsel deðil,
sadece Tanrý’nýn gücünün ve haþmetinin bir
anlatýmý.
07
Evrimi destekleyen kanýtlarý özetleyebilir
misiniz? Biyoteknolojinin geliþiminden
önceki kanýtlardan baþlayalým isterseniz.
Öncelikle, Fosil kayýtlarý evrim sürecini açýða
çýkarýyor. Fosil kayýtlarýnda, baþlýca bir takým
gruplarýn (memeliler, kuþlar gibi) or taya
çýkmasýný görüyor uz ve bu gr uplarýn
evrimindeki baþlýca deðiþimleri teþhis
edebiliyoruz. Gruplar arasýndaki türleri
gösteren fosiller deðiþimle türeme sürecini
gösteren þaþýlacak kadar kesin kanýtlar
sunuyor – sürüngenler ve kuþlar arasýndaki
Archaeopteryx, balýklar ve tetrapodlar( dört
bacaklýlar) arasýndaki Tiktaalik (300-400
milyon yýl önce yaþamýþ hem balýk hem dört
bacaklýlarýn özelliklerini taþýyan fosil canlý türü
) gibi. Buna ek olarak, fosil kayýtlarýnda
yaþamýn en basit ve tek bir canlýdan çýkmýþ
olduðunu varsayan bir teorinin öngördüðü
süreci görebiliyoruz.
Ayrýca, izotopik tarihlendirme ile fosil saatini
ayarlamak mümkün. Bu da bize yaþamýn
tarihinde olaylarýn ne zaman olduðu
konusunda fikir veriyor.
Canlý türleri arasýndaki türeme iliþkilerini
belirlerken elde edilen yaþam aðacý ile fosil
kayýtlarýnýn incelenmesiyle baðýmsýz olarak
elde edilen yaþam tarihinin uyumu da bir
baþka gösterge: Bugünlerde DNA ve protein
sýralamalarýnýn benzerliðini baz alarak canlý
türlerinin yaþam aðacýný oluþturmak mümkün.
Bu þekilde elde edilen yaþam aðacýnýn
detaylarý ile fosil kayýtlarýndan elde edilen
yaþam aðacýnýn detaylarý çarpýcý þekilde
uyuþuyor. Örneðin balýklarýn amfibilerden
(iki yaþamlýlar, kurbaðagiller ) ve sürüngenlerin
kuþlardan önce türemiþ olduðunu DNA
yapýlarýný inceleyerek de görebiliyoruz. Bu
birbirinden baðýmsýz iki yöntemle elde edilen
tarihin uyumunun tek açýklamasý evrimsel
süreç.
Bir baþkasý: Homoloji (Türdeþlik): Atalarýn
sahip olduðu bir özelliðin farklý amaçlar için
deðiþimi. Bunun klasik örneði tetrapod
uzuvlardýr: bizim elimiz, atýn toynaðý, yarasanýn
kanadý, balinanýn yüzgeçleri vs hep ayný uzvun
deðiþimiyle oluþmuþ. Bütün bu yapýlar ortak
bir kemiksel mimariyi paylaþýyorlar, bu da
ortak bir atadan geldikleri anlamýna geliyor.
Doðada optimal olmayan çözümlerin
bulunmasý bir baþka örnek deðiþimle türeme,
canlý türlerinin sahip olduklarý bazý özelliklerin
yararlý olduklarý için deðil sadece atalarýndan
edinilmiþ olduklarý için var olabileceðini
öngörüyor. Daha önce bunun bir örneði olarak
hava soluyan balinalardan bahsetmiþtik.
Bir de iþlevini kaybetmiþ organlarý düþünün.
Kivi, Yeni Zelanda’da yaþayan ve uçmayan
bir kuþ türü fakat hala hiçbir iþe yaramayan
bodur kanatlarý var. Neden? Çünkü uçan
kuþlardan türemiþ ve ona kalan mirasý hala
kaybetmemiþ. Ya da maðarada yaþayan canlý
türlerini düþünelim. Bunlarýn birçoðu kör ama
hala gözleri var. Neden? Çünkü gözlerini
kullanan-gören atalardan türemiþler.
Yeni çýkan kanýtlardan da bahsedebilir
misiniz? Yeni kanýtlar neden önemli?
Embriyoloji de bize önemli kanýtlar sunuyor:
Deðiþim sýrasýnda kor unan evrimsel
geçmiþimizin damgasý deðiþim sýrasýnda
kor unuyor. Ör neðin insan embriyosu
solungaçlý bir dönemden geçiyor. Neden?
Çünkü balýk atalardan türemiþiz.
Geliþimsel Biyoloji
Organizmalarýn oluþum süreci konusunda
daha fazla þey öðrendikçe, doðal seçilimin
altýnda yatan çeþitliliðin doðasý hakkýnda
daha fazla bilgi sahibi olmuþ oluyoruz.
Dolayýsýyla evrim sýrasýnda nasýl deðiþimlerin
olabileceðini belirleyen esas süreçleri
öðreniyoruz. “Evo-devo” denilen (Evolution
(evrim) ve Development (geliþim)
kelimelerinin birleþiminden oluþmuþtur )
yeni çalýþma alaný da bu ilginç sorulara
cevap arýyor.
Biyocoðrafya: Bitki ve hayvanlarýn coðrafi
daðýlýmýnýn incelenmesi. Neden yakýn akraba
olan belli canlý gruplarýna belli coðrafi
bölgelerde rastlýyoruz?. Örneðin kangurulara
Avusturalya’da ve Darwin’in ispinozlarýna
Galapagos adalarýnda. Çünkü evrim eski
türlerden yeni türlerin oluþmasýna sebep oluyor
ve oluþan bu yeni türlere ayný coðrafi
bölgelerde rastlanma olasýlýðý yüksek.
Türlerin ortaya çýkmasý sürecini gösteren en
güçlü iki kanýttan birisi bitkilerin
melezleþtirilmesinden hemen ortaya çýkan
yeni türler, diðeri de türlerin birbirinden
ayrýlmasýna sebep olan büyük coðrafi olaylarýn
birçok yeni türün oluþumuna sebep olmasý.
Bu ikinci olgunun klasik örneði 3 milyon yýl
önce Panama kýstaðýnýn oluþumudur. Kýstaðýn
oluþmasýyla Batý Karayip ve Doðu Pasifik
deniz canlýlarý birbirlerinden ayrýldýlar, oysaki
daha önce bu iki bölgedeki canlýlar serbestçe
çiftleþebiliyorlardý. Þimdi bu sularda birbirinin
çok yakýn akrabasý olan birçok tür çiftine
rastlýyoruz, örneðin kýstak öncesi var olan
Tür.1, Karayiplerde Tür A ve Pasifik’te Tür B
olarak varlýðýný sürdürüyor.
Doðal seçilim birçok canlý türünde çok güzel
bir biçimde kendini gösteriyor, yani belli bir
genetik formun belli çevre koþullarýnda neden
tercih edildiðini görebiliyoruz. Bu konudaki
ünlü örnek de Ýngiltere’deki endüstri
devriminden etkilenen güve türünün kanat
rengindeki deðiþimdir. Hava kirliliði aðaçlardaki
güvelerin açýk renkli olanlarýný kamufle eden
yosunlarý öldürüyor ve birden daha önce
nadiren rastlanan koyu renk güvelerin
sayýsýnda bir artýþ görülüyor. Çünkü daha
önce kuþlar bu güveleri rahatça görüp
avlayabiliyorlardý, þimdi ise açýk renkli
olanlardan daha iyi kamufle oluyorlar.
Bugünlerde ise hava kirliliðine karþý alýnan
önlemlerle yosunlar yeniden aðaç gövdelerini
kapladý ve açýk renkli güve nüfusu artmaya
baþladý.
Karþýlaþtýrmalý Genom analizi
Genetik veriler tüm canlý türlerinin birbirlerine
nasýl baðlý olduklarýný bütün açýklýðýyla ortaya
çýkarýyor. Temel yaþamsal iþlevlerin altýnda
yatan genetik donanýmýn büyük bir kýsmý
farklý canlý türleri arasýnda or tak.
Doðal seçilimin iþleyiþini izleyebiliyoruz.
Moleküler biyolojinin yardýmý ve istatistiksel
yaklaþýmlarla doðal seçilimin etkisini DNA
ölçeðinde teþhis edebilme imkaný doðdu.
Bu genetik bir teori olduðu için doðal seçilim
için önemli bir test. Genetik bir teori diyoruz
çünkü seçilim sýrasýnda nesilden nesile
geçen yani genetik olan farklýlýklar ya tercih
ediliyor ya da yok ediliyor. Dolayýsýyla elbette
ki doðal seçilimin kanýtlarýný en yüksek
çözünürlükte genetik ölçekte, yani DNA
sýralamasýnda bulmayý bekliyor uz.
Yeni fosil kayýtlarý bulundukça Darwin’in
teorisini destekleyen bulgular çýkmaya
devam ediyor. Ör neðin daha önce
bahsettiðim balýk ve tetrapodlar arasýndaki
form olan Tiktaalik daha geçen sene
bulundu.
Darwin’in rüyasýnda bile göremeyeceði
ilerleme ve araçlarla ortaya çýkarýlan yeni
kanýtlar Darwin’in teorisiyle tamamen tutarlý.
Darwin’in elindekilerden çok uzak metodlarla
elde edilen ve onun fikirlerini destekleyen
kanýtlar, Darwin’in fikirlerinin ne kadar
saðlam olduðunu gösteriyor. Ama belki de
daha da önemlisi zaman içinde Darwin’in
fikirlerine karþýt olan hiçbir veri or taya
çýkmamasý. Günümüzde bilimsel fikirlerin
deney ve gözlemlerle sýnanabilir ve
yanlýþlanabilir olduðunu vurguluyoruz. Yeni
bulgular ise Darwin’in fikirlerinin yanlýþ
olduðunu gösteren hiçbir ipucu vermiyor.
Tiktaalik: Hem balýk hem dört bacaklýlarýn özelliklerini taþýyan fosil canlý türü
http://www.nsf.gov
Sizce evrim teorisinin bilim eðitimindeki
önemi nedir? Neden evrim teorisini
öðretmek bu kadar gerekli?
Archaeopteryx: Hem dinazor hem de kuþ
özellikleri taþýyan fosil canlý türü
http://www.damisela.com
Archaeopteryx
08
Evrim biyolojideki en temel düþünce.
Biyolojinin her yönüyle ilgili. Eðer bir enzimde
kimyasal reaksiyonlarýn nerede olduðunu
araþtýran bir biyofizikçi iseniz evrimleþmiþ bir
sistemi inceliyorsunuz; eðer organik maddenin
dönüþümüne sebep olarak reaksiyonlarýn
organizasyonunu çalýþan bir biyokimyacýysanýz
yine evrimleþmiþ bir sistemi inceliyorsunuz;
eðer hücrelerin iletiþimini inceleyen bir
moleküler biyologsanýz, evrimleþmiþ bir
sistemi inceliyorsunuz; eðer arýlarýn hangi
çiçekleri ziyaret edeceklerini çalýþan bir
ekologsanýz yine evrimleþmiþ bir sistemi
inceliyorsunuz.
Evrim olmadan biyolojiyi anlayamayýz.
Evrim pratik olarak bile önemli. Örneðin
karþýlaþtýrmalý genom analizlerinde uzaktan
akraba olan türlerin genomlarýndaki bazý
bölgelerin milyonlarca yýllýk evrim süresince
ayný kaldýðýný görüyoruz. Bunun tek sebebi
doðal seçilimin oluþan deðiþimleri yok etmesi
olabilir. Doðal seçilim neden böyle bir þey
yapýyor? Kalýtýmsal maddenin bu bölgeleri
iþlevsel olarak önemli olmalý. A,T,G,C (DNA
þifresini oluþturan harfler, sýrasýyla Adenin,
Tiosin, Guonin ve Citosin isimli kimyasallarý
temsil ediyor.) bataklýðýnýn, yani genomun,
iþlevini anlamaya çalýþtýðýmýz sürece evrim
bilgisi pratik olarak da yararlý. Evrim yalnýz
biyolojiyi deðil, kendimizi anlamamýz için de
çok önemli. Felsefeciler kusura bakmasýn
ama, evrimin bir insan ve birey olarak kim ve
ne olduðumuzu anlamamýza Kant veya
Locke’un öðretilerinden çok daha fazla faydasý
var. Çok basit ama þaþýrtýcý gerçek, bu kadar
bilinçli ve karmaþýk bir canlý olan sen aslýnda
kýllý bir maymundan türemiþsin.
Daha küresel bir bakýþ açýsýyla bakarsak evrim
öðretilmeli çünkü doðanýn bilimsel olarak
anlaþýlmasý evrim yoluyla mümkün.
Öðretmemek – veya dini bir alternatifini
öðretmek- doðayý alternatif, bilimsel olmayan
yöntemlerle algýlamaya kapý açýyor. Bu kapýnýn
açýlmasýyla bir anda bilimin yerini batýl inançlar
alýr. Yani düþünce konusunda son kararýn
Avrupa’da kilisenin yetkisinde bulunduðu
ortaçaða geri dönmüþ oluruz. Tabii ki durum
böyle olmamalý. Bilim eðitimi; teknolojinin,
týbbýn geliþmesi, sosyal ilerleme için çok
önemli ve evrim bilim eðitiminin vazgeçilmez
bir parçasý.
Bu seneye kadar yedi sene boyunca Sabancý
Üniversitesi’nde NS 102 dersinin bir
parçasý olarak evrim teorisini anlattýnýz.
Türkiye’deki ve Sabancý Üniversitesi’ndeki
insanlarýn evrim teorisi üzerine düþünceleri
hakkýnda neler söyleyebilirsiniz?
Öðrencilerin evrim modülüne tepkisi
nasýldý?
Birçok Sabancý Üniversitesi öðrencisi þimdiye
kadar ders verdiðim öðrenciler arasýnda en
iyileriydi. NS 102 dersini alan öðrencilerin
evrime nasýl tepki verdiðini istatistiksel olarak
kestirmek güç. Büyük bir amfide öðretim
üyesine bu konu üzerinde soru soracak
öðrenci sayýsý, keskin yaradýlýþçý bile olsalar,
çok fazla deðil. Tipik olarak evrim karþýtý
öðrencilerin derse bile gelmediðinden
þüpheleniyorum. Fakat Sabancý Üniversitesi
öðrencileriyle birebir olarak birçok yaradýlýþevrim sohbetinde bulundum. Bunlarýn birçoðu
da Gelibolu gezisinde gerçekleþti. Çoðu
entelektüel merak içeren iyi niyetli sohbetlerdi
fakat Türkiye’nin güçlü yaradýlýþçý
hareketinden etkilenmiþlerdi. Sýk sýk “YA”
Darwinci görüþün “YA DA” dini görüþün
geçerli olduðunu düþündüklerine þahit oldum.
Birçok kez Darwin öðretisi ve dini inancýn
birlikte var olabileceðini – yalnýz birinin geçerli
olmak zorunda olmadýðýný açýkladýðýmý
hatýrlýyorum.
09
MALEZYA
“Malezya'nýn anahtarý kimde?
Ýzlenim: Selçuk Artut
Malezya Istanbul'dan bakýnca dünyanýn bir
ucu belki de öbür ucu. Ýstanbul'da mevsim
tüm belirsizliðini ve kararsýzlýðýný
koruyorken “Malezya'da hava nasýldýr
acaba?” sorusu tam evden çýkarken aklýmda
belirdi. En son Istanbul'dan Londra'ya giderken
üzerimdeki tek tshirt ile aktarma yaptýðým
Frankfurt'ta nasýl üþüdüðümü hatýrladým birden.
Paltoyu almalý mý almamalý mý? Almalý mý
almamalý mý?10 saat süren uçak
yolculuðundan sonra meslektaþým Wieslaw
Zaremba ile Kuala Lumpur'a iniyoruz. Zaremba;
"Üzerindeki ceket sana fazla gelecek" diyor,
meðer Zaremba'nýn daha önce bir deneyimi
olmuþ. Oysa ben havaalaný binasý içinde
dýþarýda olan bitenden bihaberim. Pasaport
kontrolunden geçiliyor, bavullar alýnýyor,
otomatik kapýdan geçiliyor ve Malezya'nýn
filtreden geçmemiþ ilk nefesini içime
çekiyorum. Hissettiðim aynen þu; Sanki
birisi yüzüme saç kurutma makinasý tutuyor.
Ýnanýlmaz boðucu bir sýcak ve nem söz
konusu. Paltomu evde býrakmak ile akýllýlýk
etmiþim derken keþke yanýmda mayo
getirseydim diyorum. Zaremba ile bir taksiye
atlayýp, bizden daha önce varmýþ olan Alex
Wong ile buluþmaya gidiyoruz. Alex Wong
aslen Malezyalý. Türkçe'yi fazla takýlmadan
konuþabilecek kadar bir süredir Ýstanbul'da
yaþýyor ve hatta Istanbul'a ayaðýný attýðýndan
bu yana Sabancý Üniversitesi'nde 3 Boyutlu
tasarým, animasyon ve dijital video alanlarýnda
dersler veriyor.
Kýsa bir dinlenme molasýndan sonra hemen
iþe koyuluyoruz. Önümüzde açýlacak 3 sergi,
tanýþacak çok insan ve yapýlacak çok þey
var. Ýlk duraðýmýz, Wieslaw Zaremba'nýn
resim sergisi için baský alacaðýmýz dijital
matbaa oluyor. Ýnsan ister istemez
etrafýndakileri kendi alýþýk olduðu çevresiyle
kýyaslýyor. O kadar çok benzerlikler görüyor
ki sanki dükkandan dýþarý çýksam yan tarafta
Kadýköy dolmuþlarý kalkýyor. Baskýlar
konusunda pazarlýklar ve organizasyon sona
erince serginin diðer gerekli malzemelerini
edinebileceðimiz bir kýrtasiyeye dogru yola
çýkýyoruz. Arabanýn içinde klima olmadan
seyahat etmek neredeyse olanaksýz.
Oturduðum yerden camýn arkasýndan
sokaklarýnda dolaþtýðýmýz bu kentin nasýl bir
yer olduðunu anlamaya çalýþýyorum. Ýnsan
arabanýn penceresinden doðal olarak film izler
gibi hissediyor kendini. Bir an önce yere ayak
basmak ve adýmlarýmla gezmek istiyorum. Ýlk
gözlemim þehrin merkezi küçük bir Londra.
Dünyanýn en yüksek kuleleri olarak anýlan
Petronas Kuleleri bana o kadar da þehvetli
gelmiyor. Oysa insan kulelerin aslýnda ne
kadar yüksek olduklarýný þehir merkezinden
uzaklaþtýkça anlýyor. Neredeyse gittiðin her
yerden görmek mümkün. Sürekli yapýlacak
iþler gerçeði ile kendime geliyor ve þehri
tanýmayý son lokma olarak yutmaya karar
veriyorum. MMU, Limkokwing'den çok uzak
deðil, ancak yollarda ancak yollarda açýklayýcý
pek tabela görmek mümkün deðil. Kaybola
kaybola MMU'ya varýyoruz. MMU, 1996 yýlýnda
kurulmuþ yeni bir üniversite. Özellikle
Cyberjaya yöresindeki iletiþim ve bilgi
teknolojileri üzerine faaliyette olan sektörün
çeþitli firmalarýyla ortaklaþa projelere imza
atýyorlar. Akademik kadrosu oldukça genç bir
üniversite.
Multimedya Üniversitesi'nde Sabancý
Üniversitesi'ne ilgi büyük. Tanýþtýðým herkes,
daha biz sergiyi kurmak üzere hazýrlýklar
ile uðraþýrken üniversite ile ilgili sorular
sormaya baþlýyorlar. MMU'daki serginin
kapsamý Sabancý Universitesi Görsel
Sanatlar ve Ýletiþim Tasarýmý öðrencilerinin
iþlerini sergilemek. Öðrencilerimizin karma
iþlerinin dünyanýn baþka bir köþesinde
sergileniyor olmasý oldukça gurur verici.
Sergiyi kurarken insanlarýn yapýlan iþleri
hayretler içinde izlediðini görmek, bizim için
öðrencilerimizin çalýþmalarýnýn dünya
çapýndaki baþarýlarýnýn da kanýtý oldu.
MMU'da sergi hazýrlýklarý bitince tekrar
Wieslaw Zaremba'nýn yanýna yardým etmeye
gidiyoruz. Zaremba'nýn sergisinin
yerleþtirmesi de bitmek üzere. Ýþlerin
yolunda gidiyor olduðunu bilmek hepimizi
rahatlatýyor. Otele dönüyoruz, yorucu günler
bizi bekliyor.
Sabah gezintisi sonrasý MMU'daki son
ayarlamalarý yapýyor uz ve heyecanla
sergimizi açýyor uz. Öðrencilerin ve
akademisyenlerin yoðun ilgisiyle
karþýlaþýyor uz. Dekanýn kýsa ve öz
konuþmasýndan sonra Sabancý Üniversitesi
adýna konuþma sýrasý bana geliyor. Kýsaca
felsefemizi ve üniversitenin tarihçesini
anlatýyorum. Bir dünya üniversitesi olan
Sabancý Universitesi'nin Malezya'daki
misafirleri olarak global yapýmýzdan
bahsediyorum. Wieslaw Zaremba'nýn
Polonya'lý, benim Türk ve Alex Wong'un
Malezyalý olduðundan ve MMU'da Sabancý
Üniversitesi’ni temsil ediyor olmaktan
mutluluk duyduðumuzu dile getiriyorum.
Ýki üniversite arasýnda imzalanacak olan
öðrenci deðiþim programý anlaþmasýnýn
kültürler arasýnda eðitim alanýnda önemli
bir geleceðin baþlangýcý olmasýný arzu
ettiðimi belirtiyorum.
10
MALEZYA
Sergi sýrasýnda bir çok öðrencinin merak dolu
sorularýyla çevreleniyorum. Sabancý
Üniversitesi'nin eðitim yapýsý, olanaklarý ve
Ýstanbul'da yaþam hakkýnda detaylý sorular
soruluyor. Dile getirilen sorularda dikkatimi
çeken bir nokta oldu: Alýþýk olduðumuz
Ýstanbul'un batýsý sendromunun aksine Ýran,
Irak gibi doðumuzda yer alan ülkelerden göz
ardý edilemeyecek yoðun bir ilgi söz konusu.
MMU sergisi çok baþarýlý geçiyor. Bir gün
sonra Limkokwing Üniversitesi'nde sergi
açýlýþýmýz var. Duyduðumuza göre
Limkokwing Üniversitesi gösteriþli
törenleriyle meþhurmuþ. Sergi açýlýþýna
Av u s t r a l y a , Po l o n y a v e S r i L a n k a
büyükelçilerinin davetli olduklarýný öðrenince
nasýl bir tören olacaðý konusundaki merakýmýz
daha da arttý. Otelden erken bir saatte yola
çýkýyoruz. Cyberjaya yöresi çok organize bir
bölge olmasýna karþýn eðer yollarý iyi
bilmiyorsanýz kolaylýkla kaybolacaðýnýz bir
yer. Bana Sabancý Üniversitesi’ni hatýrlatýyor.
Yol tabelalarýnýn uygulamalarýnda bir türlü
anlam veremediðim bir anlayýþ söz konusu.
Nedense adres gösteren tabelalar yol
ayrýmýndan belirli bir mesafe önce deðil tam
yol ayrýmýna yerleþtirilmiþler. Limkokwig
Üniversitesi'ne giden yolu bir türlü bulamýyoruz
ve kayboluyoruz. Önce saðýnda sonra
solundan derken planladýðýmýzdan yarým saat
geç üniversiteye varýyoruz.
Kaybolmanýn paniðini tam üzerimizden
atmaktayken bizi karþýlayan coþkulu kalabalýk
tüm tansiyonumuzu tekrar yükseklere çýkarýyor.
Önümüze serilmiþ olan kýrmýzý halýlar, saðlý
sollu yüzümüze vuran flaþlar, kulaklarýmýzda
deðil artýk içimizde hissettiðimiz Çin ve Hintli
perküsyonlar karþýsýnda nutkumuz tutuluyor.
Büyükelçiler ile sýcak bir tanýþma ortamýndan
sonra sergi açýlýþý için mekana ilerliyoruz.
Protokol töreninden sonra, katýlýmcýlarýn
büyük bir coþkusuyla Zaremba serginin
açýlýþýný yapýyor. Olan bitene inanmak
mümkün deðil. Hepimizin yüzünde þaþkýnlýkla
karýþýk mutlu bir gülümseme yer alýyor. Sergi,
büyükelçiler ve diðer konuklar eþliðinde
gezildikten sonra bir sonraki açýlýþ için
kollarýmýzý sývýyoruz. Sýradaki sergi yine
Limkokwing Üniversitesi bünyesinde þehrin
merkezinde Alex Wong'un küratörlüðündeki
karma fotoðraf sergisi olacak. Açýlýþa
Polonya Büyükelçisi’nin yaný sýra Türkiye
Büyükelçisi'nin de katýlýyor olmasý bizleri
mutlu ediyor. Sayýn Büyükelçimiz açýlýþ
konuþmasýnda Sabancý Ailesi'nin eðitime
olan önemli katkýlarýndan bahsediyor,
organizasyonu gerçekleþtiren tüm
kuruluþlara teþekkürlerini iletiyor ve sergiyi
törenle açýyor. Wieslaw Zaremba ve Alex
Wong ile aramýzda bir bakýþma oluyor ve bir
anda gözlerimizle anlaþýyoruz; görev baþarýyla
tamamlandý.
Akþam saatlerinde Çin Yýlbaþý kutlamalarýný
izlerken huzur buluyoruz. Artýk Ýstanbul'a
dönmeye hazýrýz. Belki de bu rüya idi ve
sona erdi diyor insan ama hepimiz
gözlerimizle olanlara þahidiz. Ancak bu
hikaye tüm ivmesi ile devam etmeli, Sabancý
Üniversitesi, Limkokwing Üniversitesi ve
MMU arasýndaki bu iþbirliðinin anahtarýný
bizler çevirmiþ olduk, buyrun kapý ardýna
kadar açýk artýk.
11
Bora Ozan
Campus Poster
Iþýk Özdemir
Yaprak Gültay
Hande Varsat
12
CÝNSEL TACÝZ
“Kliþe” Filan Deðil:
“Gerçek” bir “Birlikte Yaratma-Geliþtirme”
Öyküsü!
Bu yazý, Aslý Erdem, Ayþe Gül Altýnay, Ezgi Esen Taþçýoðlu, Hülya Adak, Gülayþe Koçak,
Münevver Kýnalý ve Nakiye Boyacýgiller‘ýn deðerli katkýlarý sayesinde oluþturulmuþtur.
Güçlerin eþit olmadýðý bütün iliþkilerde, “zayýf” tarafýn haklarýný korumak için birtakým
düzenlemelere gidilir. Yasalar bu amaçla konmamýþ mýdýr? Bu tür bir düzenleme getiren
Sabancý Üniversitesi (SÜ) Cinsel Tacize Karþý Önlem ve Ýlkeler Belgesi’ni [bu yazýda “Belge”
diye anýlacaktýr] bir anlamda, SÜ Akademik Özgürlükler Belgesi’ne benzetebiliriz. Her ikisi
de, çok sayýda kiþinin özenli, titiz ve aylar süren çalýþmasý sonucunda tamamlanmýþ belgelerdir.
Ancak “Belge”yi farklý kýlan, tamamýyla öðrencilerin giriþimiyle ortaya çýkmýþ olmasýdýr.
Süreç, tacizle kurumsal olarak mücadele edecek mekanizmalarýn ve tacize uðrayan kiþiye
destek verebilecek birimlerin oluþturulmasý amacýyla CÝNS kulübün bir “Cinsel Taciz Yönergesi
Çalýþma Grubu” kurmasýyla baþladý. Öðrenci Disiplin Yönergesi, cinsel taciz vakalarýnda
yetersiz kalýyordu. Þimdi amaç, bir yönerge geliþtirmek ve hazýrlanan taslaðý rektörlüðe
sunmaktý. Öðrencimiz Aslý Erdem’in, bu konuda öðrencilerle yaptýðý birebir görüþmeler
sonrasýnda, Eylül 2005’te öðrenciler bu taslak metin üzerinde çalýþmaya baþladýlar.
25 Nisan 2006’ya gelindiðinde CÝNS Kulüp üyeleri, hem, geçen süreçte neler yaptýklarýný,
hem de tacizle baþ etmeye çalýþan birinin ne gibi engellerle karþýlaþtýðýný kampusla paylaþma
isteði ile, Sܒde ve baþka üniversitelerde yaþanan cinsel taciz biçimlerinin ele alýndýðý ve bu
konuda neler yapýlabileceðinin tartýþýldýðý bir panel düzenledi. Panelin davet yazýsýnda þu
cümleler de yer alýyordu:
“Cinsel tacize uðrayan kiþilerin hem yaþadýklarý tacizi teþhis etmeleri ve tanýmlamalarý hem
de konuþmalarý zordur. Kimsenin kendisine inanmayacaðýný, toplumun kendisini dýþlayacaðýný
veya suçlayacaðýný düþünen kiþi ciddi psikolojik ve fiziksel saðlýk sorunlarý yaþayabilir.
Toplumsal cinsiyet rollerinin dayatmasýyla örülmüþ sessizlik duvarýnýn yýkýlabilmesi için
açýkça taciz üzerine konuþmak, ve tacizin tacize uðrayan kiþiler üzerindeki etkileri üzerinde
yoðunlaþmak önemli bir adýmdýr.”
SÜ içinden ve dýþýndan öðrenciler,
akademisyenler, iki dekan, bir eski dekan, idari
çalýþanlar, kadýnlý erkekli büyük ve çeþitlilik
içeren bir kalabalýðýn katýldýðý bu panel, sanki
bir “milat” oluþturdu: Konunun önemi ve konuya
iliþkin herhangi bir düzenleme olmamasýnýn
Üniversite’de ne kadar büyük bir eksiklik olduðu,
çok açýk ve dramatik bir þekilde ortaya çýkmýþtý.
Bu ilk panelden hemen bir hafta sonra, 1 Mayýs
2006 günü, bu konuda ne gibi çözüm yollarýnýn
üretilebileceðine yönelik, sadece kadýnlarýn
davetli olduðu ikinci bir oturum düzenlendi. Bu
oturumda öyle bir “gönül birliði” oluþmuþtu ki,
Cinsel Taciz Yönergesi’ni hazýrlamak üzere bir
komite, ayrýca hem öðrencilerden hem
çalýþanlardan oluþan bir “mailgroup”, adeta
kendiliðinden kuruluvermiþti.
Mayýs 2006’dan sonraki yaklaþýk on ay boyunca
gerek bu “mailgroup”ta, gerekse ara ara
düzenlenen toplantýlarda “Belge”de nelerin yer
alacaðý, hararetli tartýþmalar sonucunda yavaþ
yavaþ belirdi. Neler mi tartýþýldý?
Bir kere: “Cinsel taciz”in tanýmý nedir? (Üzerinde
uzlaþýlan taným, sonunda þu oldu: “Cinsel taciz;
ister görsel, ister sözel veya bedensel olsun;
cinsel nitelik taþýyan ve hoþ karþýlanmayan tavýr
ve/veya davranýþlardýr.” Cinsel tacizin pek çok
biçimi olabilirdi – dolaylý, örtülü veya incelikli,
veya doðrudan, açýkça, edepsizce.) Peki, “Belge”,
cinsel ayrýmcýlýk meselesini de kapsamalý mýydý?
(Bu fikirden vazgeçildi – “ayrýmcýlýk” sözcüðü
kullanýlýrsa, bu kez baþka tür ayrýmcýlýklardan
da söz edilmesi gerekebilirdi – oysa “Belge”nin
konusu, bu deðildi). Peki, arabuluculuk
mekanizmasý devreye sokulursa þikayette
bulunan taraf ile suçlanan taraf, birlikte mi davet
edilmeliydi? Sonra, suçlanan kiþinin, þikayetçi
tarafýn hayatýný "tatsýzlaþtýrmasý, sadece “amaçlý”
yapýlýrsa mý “suç” teþkil etmeliydi, yoksa farkýnda
olmadan bu etkiyi yaratmasý, söz konusu edimin
“suç” olmasý için yeterli sayýlýr mýydý? Ve buna
benzer konular, konular…
Þurasý çok kesindi: Üretilecek “Belge” ve Yönerge,
öyle, kenarda duran þýk bir metinden ibaret
olmamalýydý: açýk uçlu, yaþayan, ihtiyaçlara göre
þekillenen, yenilenen bir belge olacaktý. Cinsel
tacizin yaþandýðý durumlarda kurulacak olan
Cinsel Taciz Komitesi, eðitimden geçmiþ, konuya
hakim ve duyarlý kiþilerden oluþacaktý. Bu
Komitenin yapýsý, öylesine bir çeþitlilik ve esneklik
sunmalýydý ki þikâyetçi tarafta rahatsýzlýk
uyandýrabilecek kiþi(ler), o vaka için Komitede
yer almasýn.
“Belge”nin oluþum sürecine katýlmýþ olanlardan
bir kiþi, Disiplin Kurulu’nda hem yer alacak, hem
de oy hakkýna sahip olacaktý. Sürecin somut
iþleyiþine gelirsek: Cinsel tacize uðradýðýný
düþünen kiþilerin, ilk aþamada, doðrudan “hayýr”
diyerek tepki göstermeleri, ayrýca olayýn tarihini,
saatini ve yerini, vakaya karýþan kiþilerin ve
tanýklarýn adlarýný bir tarafa kaydetmeleri tavsiye
ediliyor “Belge”de.Bunun fayda etmemesi
durumunda cinsel tacize uðramýþ olduðunu
düþünen kiþinin hiç vakit kaybetmeden, tercihe
göre ya Cinsel Taciz Komitesi’nin bir üyesiyle,
veya bir BAGEM danýþmanýyla, veya âmiriyle
veya dekanýyla temasa geçmesi ve gerek haklarý,
gerekse ilgili destek, arabuluculuk ve disiplin
mekanizmalarý konusunda bilgi edinmesi teþvik
ediliyor.
Mahremiyetin korunacaðý taahhüt ediliyor. Bu,
çok önemli: Bu taahhüdün lafta kalmamasý,
uygulanabilir olmasý için “Belge”de en ince
ayrýntýsýna kadar somut basamaklar belirlenmiþ,
bütün bu süreçler –Cinsel Taciz Komitesi’ne
baþvur u, arabuluculuk süreci, disiplin
soruþturmasý vs- ince ince tasarlanmaya
çalýþýlmýþtýr. Gizlilik kadar hassasiyetle üzerinde
durulan bir diðer konu da; þikâyetçi tarafý
haberdar etmeksizin veya alýnacak önlemler
konusunda onun onayýný almaksýzýn, hiçbir
sürecin baþlatýlmamasýdýr. Ayrýca þikâyetçi taraf,
Komite ile toplanmamayý tercih ediyorsa, bir
dilekçe ile þikâyette bulunabilir ve þikâyetin
görüþülme sürecini yazýlý olarak da takip edebilir.
Bu konuda izlenecek politikanýn, çok net ve açýk
seçik olmasý, çok büyük önem taþýyor – aksi,
sorunlarý iyice içinden çýkýlamaz hale getirebilir
– unutmamak gerek ki suiistimal, iki taraflý da
olabilir. Türkiye’de çok az bilinen bir kavram
olan “güç eþitsizliði” [power differential], cinsel
tacizin olabilmesi için en uygun ortamý yaratýr.
Söz konusu mekanýn, üstüne, bir de üniversite
olmasý, konuyu daha da karmaþýklaþtýrýr: Bir
þirket or tamýndan farklý olarak, üniversitede
hiyerarþiler hem çok çeþitli sosyal statüleri
(hocalar, asistanlar, öðrenciler, yöneticiler, idari
çalýþanlar), çok farklý ve karmaþýk güç
dengesizliklerini ve olasý çýkar iliþkilerini barýndýrýr,
hem de bunlar daimi bir deðiþkenlik içindedirler
(Örneðin, öðrenci, bir yýl sonra asistan
konumuna geçebilir).
“Belge”nin idari süreçle ilgili bölümüne Ýnsan
Kaynaklarý birimi katkýda bulundu, taslak metin
fakülte kurullarýnda ve Dekanlar Kurulu’nda
tartýþýldý ve “Belge”, “son” halini aldý. “Son” –
ama “nihai” deðil: Hülya Adak, “Belge” ile
iþimizin henüz daha bitmediðini anlattýktan sonra,
‘toplumsal cinsiyet ve kadýn’ çalýþmalarýný
desteklemek, bu yöndeki projeleri, fonlarý vs.
tek bir çatý altýnda toplamak üzere bir “Toplumsal
Cinsiyet ve Kadýn Çalýþmalarý Platformu” kurma
çalýþmalarý içinde olduklarý haberini müjdeliyor.
Nisan 2006’daki panelde Aslý Erdem’in
seslendirdiði bir dilekle sonlandýralým bu yazýyý:
Cinsel taciz konusundaki farkýndalýðýn, bilincin
yükseltilerek, tacizin kampüste açýkça
tartýþýlabilmesi için uygun, rahat, þeffaf bir ortam
yaratýlmasý...
ÇEVRE
Çevre kimin umurunda?
Çevre hakkýnda, en son ne zaman “Uzmanlar Uyarýyor!” baþlýklý bir
yazý gördünüz?
Küresel ýsýnma, nükleer enerji, Kyoto Protokolü, buzullar, ‘Uygunsuz
Gerçek’, nesli tükenen türler, kuraklýk… Bütün bunlarý ve çok daha
fazlasýný o kadar sýk duyuyoruz ki, belki de çevre ile ilgili
algýlamamýzda en büyük tehlikeyle karþý karþýyayýz: Çevre sorunlarý
hakkýnda yazmanýn, konuþmanýn bir ‘kliþe’ haline gelmesi!
Dergi’nin ilk sayýsýnda çevre konusuna geniþ yer verdik. Sabancý
Üniversitesi ve çevreci yaklaþýmýmýzla ilgili de bir parantez açtýk.
13
14
Nükleer Enerji Küresel Isýnmanýn Çaresi mi?
Serhat Yeþilyurt
Isý dengesindeki bozulma “iklim zorlamasý”
(climate forcing) [W/m2] olarak nicelendiriliyor.
Ýklim zorlamasý pozitif olduðunda ýsýnmaya,
negatif olduðunda ise soðumaya sebep oluyor.
Sera gazlarý ve volkanik patlamalar gibi
etkenler pozitif; atmosfere býrakýlan parçacýklar
ve yeryüzündeki karla kaplý yüzeyler ise negatif
iklim zorlamasýna yol açýyorlar.
1880-2003 yýllarý arasýndaki iklim
zorlamasýndaki net deðiþim 1.8 W/m2 (±0.85
W/m2) olarak bulundu [3]. Buna göre buiklim
zorlamasýnýn sýcaklýk üzerindeki etkisi
birim W/ m 2 baþýna 2/3 °C olarak tahmin
ediliyor.
“sayýlarla küresel ýsýnma”
Bilimsel ve toplumsal olduðu kadar politik boyutlarý da olan küresel ýsýnma sorunu, son
yýllarda elden edilen verilerle kesinleþen bir gerçek haline geldi. Dünya Meteoroloji
Organizasyonu (WMO) ve Birleþmiþ Milletler Çevre Programý (UNEP) tarafýndan oluþturulan
Devletlerarasý Ýklim Deðiþimi Paneli (IPCC), 1997 yýlýndan beri yayýnladýðý raporlarda
baðýmsýz, þeffaf ve bilimsel verilerin sunulmasýna özen gösteriyor. En son olarak geçtiðimiz
Þubat ayýnda yayýnlanan rapora [1] göre dünyamýz 1850 yýlýndan bu yana ortalama olarak
1°C ýsýndý; deniz seviyesi ortalama olarak yaklaþýk 20 cm yükseldi ve kuzey yarým küredeki
karla kaplý alanlar 1920’lere göre 4 milyon km 2 küçüldü. Bunun yaný sýra raporda
belirgin olarak gözlemlenen yöresel iklim deðiþimleri de þöyle özetlenebilir:
-Arktik buzullardaki geri çekilme 10 yýlda %2,7 düzeyinde
-Kuzey yarýmküredeki mevsimsel buzlarla kaplý alanlar 1900 yýlýndan beri %7 geriledi.
Ýlkbaharda bu gerileme %15 dolayýnda.
-Kuzey Atlantik’te oluþan güçlü fýrtýnalarda, 1970’ten beri belirgin bir artýþ gözleniyor.
-En yüksek ve en düþük sýcaklýklarýn arasýndaki fark yaygýn bir þekilde artýyor.
-Soðuk günler, geceler ve don olaylarýnýn sayýsý azalýrken, sýcak günler, geceler ve
sýcaklýk dalgalarýnýn sayýsý artýyor.
Okyanuslarýn termal kütlesi fazla olduðu için
onlarýn sýcaklýk artýþý daha yavaþ. Sýcaklýk
artýþýný yavaþlatmaktaki bu etki beraberinde
buz kütlelerinin erimesiyle ortaya çýkacak ani
sýcaklýk artýþý ve deniz seviyesinin yükselmesi
problemini getiriyor. Buz kütleleri, güneþ
ýþýnlarýný doðrudan yansýttýðýndan, iklim
zorlamasý üzerinde albido etkisi yaratýyor.
Sýcaklýk belli bir düzeye ulaþýnca buzullarýn
erimesi ile birlikte albido etkisinin ortadan
kalkmasý sýcaklýk artýþýný daha da hýzlandýrabilir.
Ýklim tahminleri
Geleceðe dönük iklim tahminlerinde kullanýlan
deðiþik senaryolara göre dünyanýn sýcaklýðýnýn
2100 yýlýna kadar 1-4 °C artacaðý tahmin
ediliyor. 1970’ten beri süregelen karbondioksit
seviyesindeki ar týþýn deðiþik ekonomik
kalkýnma modellerine göre ar tarak veya
kýsmen azalarak devam ettiði senaryolarda
yeryüzünün ortalama sýcaklýðýnýn bu yüzyýlýn
sonuna kadar 4 °C’den daha fazla artmasý
söz konusu [4]. Alternatif bir senaryoda ise
elektrik üretimi amaçlý karbondioksit üretiminin
kontrol altýna alýnýp, ulaþýmda da verimliliði
artýrýcý önlemler alýndýðý takdirde, yavaþlayan
karbondioksit üretimi ve tamamýyla ortadan
kaldýrýlan metan ve azot-oksit üretimlerinin
iklim zorlamasý üzerindeki olumlu etkisinin
yüzyýlýn sonuna kadar sýcaklýk artýþýnýn 1°C’nin
altýnda kalmasýný saðlayacaðýný gösteriyor.
Bu sonuçlar benzeri diðer modellerle de
doðrulanýyor.
Nükleer Enerji
Elektrik üretiminde karbondioksit salýnýmýný
ortadan kaldýrmak için kömürün yanmasýndan
çýkan karbondioksitin ayrýþtýrýlmasý
(sequestration), rüzgar ve güneþ enerjisine
dayalý yenilenebilir enerji kaynaklarýnýn
kullanýmýnýn artýrýlmasý ve nükleer enerjinin
yaygýnlaþtýrýlmasý gerekiyor. Ancak, nükleer
enerjinin elektrik amaçlý kullanýmýna toplumsal
15
ÇEVRE
boyutta karþý çýkanlarýn oraný oldukça yüksek.
Bunda Çernobil kazasý ve nükleer silahlarýn
kullanýmýnýn yaygýnlaþmasý tehlikesinin rolü
büyük.Yapýlan anketler nükleer enerjinin
karbondioksit sürümünü azaltarak küresel
ýsýnmayý kontrol altýnda tutabileceðinin kitleler
tarafýndan yeterince özümsenmediðini
gösteriyor [5]. Temiz enerji kaynaklarý
sýralamasýnda nükleer enerji, kömür, petrol
ve doðal gazýn arkasýnda geliyor. Anket
sonuçlarýna göre nükleer teknolojinin toplum
tarafýndan kabul edilebilmesi için zararsýz ve
ekonomik olduðunun ispatlanmasýnýn gerekli
olduðu kadar, nükleer enerjinin ne olduðunun
anlaþýlmasýnýn da önemli olduðu görülüyor.
Nükleer enerjinin kaynaðý fizyon yoluyla
uranyum-233, uranyum-235 veya plütonyum239 izotoplarýndan birinin bir nötronla
parçalanmasý veya füzyon yoluyla hidrojenin
iki izotopunun birleþmesidir. Her ne kadar
yapýlan deneyler kýsmen baþarýlý olsa da
füzyon enerjisi henüz yaygýn kullanýma açýk
deðil, ancak yüzyýlýn ikinci yarýsýnda füzyon
teknolojisinin kendini ispatlamasý bekleniyor.
Öte yandan fizyon enerjisi 1950’den beri
elektrik üretim amaçlý kullanýlýyor. Günümüz
itibarýyla, yeryüzünde bulunan toplam 435
nükleer reaktör toplam küresel elektrik
tüketiminin %16’sýný karþýlýyor [6]. Doðal fosil
yakýt kaynaklarý sýnýrlý olan Fransa elektriðinin
%78’ini toplam 63GWe kurulu güce sahip 55
t a n e n ü k l e e r r e a k t ö r d e n k a r þ ý l ý y o r.
Nükleer Reaktörler ve Güvenlik
Tarihteki en feci reaktör kazasýnýn olduðu
Çernobil reaktörü eski Sovyet tasarýmý olup,
batýda lisanslanmasý mümkün olmayacak
tasarým hatalarý içeriyor. Bu hatalarýn en
önemlisi, masraf azaltmak için bu reaktör
tipinde kullanýlmayan ve diðer bütün güç
reaktörlerinde bulunan koruyucu betonarme
dýþ yapý. Eðer Çernobil reaktöründe böyle bir
yapý olsaydý, Çernobil kazasýnýn boyutlarýnýn
bu seviyelere ulaþmasý engellenebilirdi.
Nitekim 1979’daki Three-Mile-Island (TMI)
basýnçlý su reaktöründeki kaza reaktör
çekirdeðine olan hasar olarak Çernobil ile
ayný seviyede olsa da etrafa yayýlan radyasyon
TMI kazasýnda tehlikeli boyutlara ulaþmadý.
Özellikle Çernobil kazasýndan sonra zaten çok
büyük bir önemi olan nükleer güvenlik yeni
tasarýmlarda bir hayli önem kazandý. Hem
kaza durumlarýnda hem de normal çalýþma
esnasýndaki güvenliðin ar týrýlmasý için
sistemlerin basitleþtirilmesinin önemi ortaya
çýktý. Bu amaçla 1980’lerin ortasýndan beri
devam etmekte olan üçüncü kuþak reaktörlerin
tasarlanmasý ve lisanslanmasý büyük ölçüde
tamamlandý.
Nükleer reaktörlerin güvenlik açýsýndan en
(çok) önem verilen yanlarý yüksek güç
yoðunluklarýdýr. Yaklaþýk 300 MW/m3 kadar
ulaþan güç yoðunluklarý aslýnda güvenli
soðutma kapasitesiyle sýnýrlý ve daha da
yüksek olabilir. Su soðutmalý reaktörlerde
soðutucu su reaktöre ulaþamadýðýnda reaktör
çekirdeði kýsmen veya tamamen eriyebilir.
Bu türde iki tane kayda deðer kaza olmuþtur,
bir tanesi TMI diðeri de Çernobil kazasý.
Çernobil reaktörü Grafit yavaþlatýcýlý ve doðal
su soðutmalý bir reaktör. Bu tip dýþýnda tüm
reaktörlerde su kaybý ayný zamanda nükleer
fizyonu durdurucu bir etki yapar ve reaktör
durur. Fizyon durduktan sonra, radyoaktif
yakýttan açýða çýkan radyasyon normal
enerjinin ilk baþlarda %10’u kadar yüksek
olsa da hýzla azalýp bir kaç gün içinde %35 seviyesine düþer. Yine de 10-20 MW/m3
kadar yüksek olabilen radyoaktif ýsýnýn doðal
yollarla herhangi bir sistem devreye
gir meden atýlmasý, nükleer reaktör
tasarýmýndaki en önemli ölçütlerden biri.
Üçüncü nesil reaktörlerde bu önlemler ön
plana çýkýyor.
Nükleer Reaktörlerin Sürdürülebilirliði
Nükleer reaktörler yakýt olarak doðal veya
zenginleþtirilmiþ (%3-5) uranyum dioksit
kullanýrlar. Bir gram Uranyum-235’in fizyon
enerjisi yaklaþýk bir ton petrole eþdeðer.
Dünyadaki doðal uranyumun 50 yýl sonra
halen var olan yakýt çevrimine yetmeyeceði
ön görülüyor; dolayýsýyla plütonyum-239 ve
uranyum-233’ün de yakýt olarak kullanýlmasý
gerekli. Bunun için üretken reaktörler ön
plana çýkýyor. Bu tür reaktörler arasýnda
nötronlarýn yavaþlatýlmasýna gerek
duymayan hýzlý üretken reaktörler, fizyondan
çýkan nötronlardan birinin uranyum-238
tarafýndan soðrulup radyoaktif bozulma
yoluyla plütonyum-239’a dönüþmesi
prensibini kullanýyorlar. Böylelikle uranyum
rezervleri pratikte çok uzun bir süre daha
kullanýlabilir duruma geliyor. Her ne kadar,
özellikle plütonyum-239’un yakýt olarak
kullanýlmasý beraberinde nükleer silahlarýn
ar týþý tehlikesini getirse de üretken
reaktörlerde açýða çýkan plütonyum-240 atýk
yakýtlardan çýkarýlan plütonyumun silah
amaçlý kullanýmýný sýnýrlýyor. 2050 yýlýndan
sonra devreye girmesi öngörülen dördüncü
nesil üretken reaktörler fizyondan çýkan enerji
ile elektrik veya hidrojen üretimi amaçlý
kullaným için tasarlanýyor. Bu reaktörlerin
tasarýmýnda nükleer güvenlik kadar, nükleer
yakýtýn geleceði de göz önüne alýnýyor.
Yapýlan gözlemler sonucu elde edilen bilgiler
nükleer atýklarýn uzun vadeli olarak yeraltýnda
saðlam kayalara depolanmasýnýn mümkün
olduðunu gösteriyor.
ABD ve Finlandiya’da bu tip özelliklere sahip
bölgeler tespit edilmiþse de politik sebepler
yüzünden uygulamaya geçilemedi. Nükleer
atýklarýn teknolojik olarak imhasý da mümkün.
Gelecekte gerek füzyon reaktörleri gerekse
de parçacýk hýzlandýran reaktörler uzun ömürlü
atýklarý imha edebilirler.
Nükleer teknolojinin kendini ispat etmiþ
olmasýna raðmen yaygýnlaþmasýnýn önündeki
en büyük engel kitleler arasýnda uyandýrdýðý
güvensizliktir. Bu güvensizliðin bir kýsmý, politik
iktidara olan güvensizlikten kaynaklansa da,
önemli bir kýsmý da nükleer teknolojinin
yeterince bilinmemesinden kaynaklanýyor.
Bunun yaný sýra nükleer güvenliðin daha basit
ve doðal yollardan saðlanmasý ve nükleer
silahlarýn yaygýnlaþmasý tehlikesine karþý
önlemler, yeni nesil nükleer reaktörlerin
tasarýmlarýnýn önemli bir parçasýdýr. Nükleer
teknolojinin güvenli bir þekilde yaygýnlaþmasý
küresel ýsýnma probleminin en kolay çözümü
olacaktýr.
Referanslar
[1] IPCC , “Climate Change 2007: The Physical
Science Basis. Contribution of Working Group
I to the Fourth Assessment Report of the
Intergovernmental Panel on Climate Change”,
Geneva, Swýtzerland, 2007.
[2] NASA 1999, “Earth’s Energy Balance”, NASA
Facts, FS-1999-06-025-GSFC.
[3] Hansen, J. et al. “Earth’s Energy Imbalance:
Comfirmation and Implications”, Science,
308, 2005.
[4] Hansen, J. et al .“Dangerous human-made
interference with climate: A GISS modelE
study. Atmos. Chem. Phys., submitted, 2006.
[5] MIT, “The Future of Nuclear Power”, Cambridge,
Massachusetts, USA, 2003.
[6] Inter national Atomic Energy Agency,
“http://www.iaea.org/DataCenter/index.html”,
2007.
1-278 ppm (particles per million): Atmosferdeki
1 milyon parçacýktan 278 tanesi karbondioksit
molekülü
2-Sýcaklýðý -273oC’den (0o Kelvin) büyük olan her
cisim ýþýma yapar. Buna termal ýþýným diyoruz.
Iþýmanýn frekansý cismin sýcaklýðýna baðlý, yani
cisim ne kadar sýcaksa o kadar yüksek frekansta
radyasyon yayýyor. Güneþ yaklaþýk 5500 oC ve
bu sýcaklýktaki bir cismin radyosyonu gözle
görebildiðimiz frekanslarda. 3-Soðurma = emilim
4-Yeryüzünün sýcaklýðý Güneþ’ten çok daha düþük
olduðundan (yaklaþýk 25 oC), gözle göremediðimiz
çok daha düþük frekanslarda radyasyon yayýyor.
Bu frekanslardaki radyasyona kýzýlötesi ýþýným
diyoruz.
16
kyoto’ya taraf olmak ya da olmamak?
Yýldýz Arýkan
Gürkan Kumbaroðlu
Pek çok kiþi için bu sorunun cevabý: “Tabii
ki taraf olmalýyýz, Protokol’ü imzalamalýyýz,
küresel olarak sürüklenmekte olduðumuz
felakete biz de bir an önce dur demeye
baþlamalýyýz” þeklindedir diye düþünebiliriz.
Ancak gazetelerdeki haberlere baktýðýmýzda
durumun böyle olmadýðýný, özellikle üst düzey
karar vericilerin böyle düþünmediðini
görüyoruz. Ne diyorlar gazeteler ve üst düzey
yöneticiler?
“Türkiye açýsýndan Protokol’e imza atmak
en az 20 milyar dolarlýk yatýrým anlamýna
geliyor”(ref:Milliyet 13,02,2007).
Meclis’te Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü
imzalamamasýyla ilgili olarak konuþan Çevre
ve Orman Bakaný Osman Pepe ise þöyle
söylüyor:
“Sanki biz bu akþam imza atsak, Türkiye’nin
emisyonlarý 1990’larýn altýna gelecek, enerji
kaynaklarýnýn yenilenebilir enerjiyi, güneþ
enerjisini kullanmasýna kadar her þeye
çözüm olacak diye bir anlayýþ var. Kyota’ya
bu gün imza attýðý anda Türkiye’nin bir
OECD ülkesi olmasý nedeniyle bir takým
sorumluluklarý var. Bu sorumluluklar bu gün
altýndan kalkabileceði, üstesinden
gelebileceði durumlar deðil”
(ref: Radikal, 14, 02, 2007)
Gerçekten Türkiye ne yapmalý? Önündeki
seçenekler neler? Hiçbir adým atmadan bekle
ve gör ile devam etmenin hiç mi maliyeti
yok? Bu sor ularýn cevabý yeterince
tartýþýlmýyor. Kyoto Protokolü’nü imzalamanýn
altýndan kalkýlamaz bir yük olduðu görüþüne
kilitlenerek geleceðimizi de ipotek altýna
aldýðýmýz hiç anlaþýlmýyor. Geçtiðimiz günlerde
kurucularý olduðumuz Enerji Ekonomisi
Derneði (www.traee.org) olarak kamuoyunu
aydýnlatmak gereði duyduk ve bir basýn
açýklamasý yaptýk. Üstünde durduðumuz
konularý burada sizlerle paylaþmak istiyoruz.
Öncelikle þunun bilinmesinde yarar var:
Türkiye Kyoto protokolüne taraf olduðu
taktirde 2012 yýlý sonuna kadar, kendi talebi
veya muvafakati olmadan, herhangi bir sayýsal
emisyon azaltým hedefi almayacaktýr.
Kyoto Protokolü ülkelerin ortak fakat farklý
sorumluluklarý, ulusal ve bölgesel kalkýnma
öncelikleri, amaçlarý ve özel koþullarý dikkate
alýnarak,öncelikli olarak geliþmiþ/sanayileþmiþ
ülkelerinin sera gazý emisyonlarýný
azaltmalarý yönünde yükümlülükler
getirmektedir.Türkiye bu yükümlülüklerin
belirlendiði Ek-B listesinde yer almamaktadýr.
Yer almasý için de kendi talebi, veya
baþkasýnýn talebi doðrultusunda karar alýnsa
bile Türkiye’nin yazýlý muvafakati gereklidir.
Bu çok açýk ve net olarak protokolün 21.
maddesinde belir tilmiþ dur umdadýr.
Protokol’e taraf olarak Türkiye 2012 sonrasý
ikinci Kyoto döneminde paylaþýlacak
sorumluluklar tartýþýlýrken söz sahibi olma
hakkýný elde edecektir. Bu hak, AB yolunda
ilerleyen ve ayrýca da küresel ýsýnma’nýn
zararlarýndan etkilenmemesi imkansýz olan
Türkiye için uluslararasý kararlarý
etkileyebilmek ve kendisine çekidüzen
vermeye baþlamak açýsýndan çok önemli bir
araca dönüþebilir. AB sürecinde Türkiye’yi
zorlayacak konulardan biri de çevre ile ilgili
sektörel bazda yapýlmasý gereken
düzenlemeler ve yaptýrýmlar olacaktýr.
Kyoto’ya taraf olmak Türkiye’de salým ölçme,
hesaplama, izleme ve sertifikalandýrma ile
ilgili teknik, hukuki ve kurumsal alt yapýnýn
geliþmesini saðlayacaktýr. Bireysel
tüketicilerden, sanayiye, kamu sektörüne
kadar bilinçli bir farkýndalýk oluþacaktýr. Buna
hepimizin ihtiyacý var. Ayrýca madalyonun
hiç bakýlmayan bir yüzü daha var: Kyoto’ya
taraf olmamanýn maliyetleri. Bu konu
tar týþmalarda hiç dile getirilmiyor. Oysa
Türkiye, ekonomik geliþmeyi saðlayacaðým
derken, bilinçsizce yapýlan yatýrýmlar ve
alýnmayan önlemlerle gelecekte çok daha
büyük faturalar ödemek dur umunda
kalabilecektir. Þu anda Türkiye’de kiþi baþýna
düþen emisyonlarýn az olduðu savý ile
protokol’e taraf olmanýn geciktirilebileceði
belir tiliyor. Oysa ülkemizin emisyon
yoðunluðu 1 kg/$ deðeri ile (1 $ deðerinde
yurtiçi hasýla üretebilmek için) gayet yüksek
bir seviyede olup Kyoto’dan uzak kalýndýðý
takdirde hýzla yükselebilecektir. Dünyanýn
168 ülkesinin bugün protokole taraf olduðu
düþünülecek olursa ülkemizin sera gazý
yoðunluðu yüksek üretim teknolojileri için
bir cazibe merkezi haline gelmesi gerçekçi
bir beklenti olmaktadýr. Bu durum nedeniyle
ülkemiz geliþmiþ ülkelerin elden çýkartmak
istediði teknolojilerin yaygýnlaþtýðý bir ülke
haline gelirken, çevre ve insan saðlýðýndan
or taya çýkan kayýplar hiç mi önemli
olmayacaktýr? Ýklim deðiþikliðineyol açan
etmenlerin sýnýr tanýmaz nitelikleri
yüzünden“çevre–iklim deðiþikliði kaygýsý
olmadan büyüme “stratejilerine dünya nereye
kadar izin verecektir? Sürdürülebilir bir temiz
kalkýnma hamlesine girmek, bunu da ulusal
ekonomiye zarar vermeden yapabilmek
mümkünken daha ne bekliyoruz ?
Gelin, kendimize ve diðer dünya
vatandaþlarýna olan saygýmýz yüzünden
Kyoto protokolüne taraf olalým. Politik ve
iklimsel dengeleri yerinde bir dünya için.
17
ÇEVRE
yeni popüler belgesellerin son halkasý olarak
“uygunsuz gerçek” ne kadar “þiþirme”,
ne kadar gerçek?
Nuri Karamollaoðlu
Yakýn zaman önce, büyük bir tanýtým
kampanyasýyla ülkemizde de vizyona giren
Uygunsuz Gerçek ((An Inconvenient Truth)
filminin üretim, tanýtým ve tüketim süreçlerini,
farklý yönlerden deðerlendirmek mümkün.
Bir yandan, Uygunsuz Gerçek, popüler
sinemada doksanlar ve sonrasýnda ortaya
çýkan yeni bir janrýn temsilcisi. “Yeni Popüler
Belgesel” gibi bir ad önerebileceðimiz bu
janr, alýþýlageldik belgesel formatýndan
uzaklaþmasýyla, genellikle Amerika Birleþik
Devletleri hegemonyasýnýn ve
globalleþmenin kötü etkilerini konu
edinmesiyle malum. Gerçekten de,
Uygunsuz Gerçek’i, Fast Food tüketmenin
saðlýk üzerindeki kýsa vadeli kötü etkilerinden
söz eden Supersize me’den ve Michael
Moore’un, Bush hükumetinin (ve daha genel
anlamda Cumhuriyetçi kanadýn) marazi
çýkarcýlýðýný, ikiyüzlülüðünü afiþe etme
iddiasýndaki belgesellerinden ayrý düþünmek
zor.
Bu yeni kuþak popüler belgesellerin ilk
özelliði, dediðimiz gibi, “yerli” halklar veya
vahþi yaþam gibi alýþýlageldik konular yerine,
bu filmlerin tüketildiði, globalleþmeden
nasibini alan ülkelerin kaçýnýlmaz olarak
etkilendiði, globalleþmeye eþlik eden politik,
ekonomik ve sosyal geliþmeleri (çoðu
zaman eleþtirel bir tutumla) konu almalarý.
Ýkinci özelliði ise, gerek sinemanýn, gerekse
reklamýn manipüle edici araçlarýndan (hangi
sekanslarýn montajlanacaðýndan, kamera
açýlarýndan, müzik kullanýmýna kadar)
sonuna kadar yararlanmasý.
Sözünü ettiðimiz manipüle edici araç ve
yöntemleri sonuna kadar kullanmalarýna
raðmen, bu filmlerin yapmaktan özenle uzak
durduðu ise, kendi kurgusal yapýlarýna iþaret
etmek, diðer bir deyiþle oluþumlarýnýn asla
objektif olamayacaðýný kabullenmek. Ana
akým dýþý, baðýmsýz belgesellerin, uzun
süredir bir yana býraktýklarý objektiflik iddiasý,
sözünü ettiðimiz yeni janrda sonuna kadar
mevcut. Bu vesileyle, Michael Moore’un
filmlerine getirilen eleþtirilerin büyük bir
kýsmýný An Inconvenient Truth’a da getirmek
mümkün, eleþtirilen durumlarýn oluþumuna
yol açan süreçleri etraflýca kavramak yerine,
bir noktada günah keçileri belirlemek, bu
karmaþýk süreçleri , iyi kalpli ve gerçeðin
tarafýndaki kahramanlarla (Michael Moore
ve Al Gore), adamsendeci, düþüncesiz,
umursamaz ve ikiyüzlü kötülerin (Bush ve
yandaþlarý) zýtlýðýna indirgemek.
Bu noktada sorulmasý gereken ise, bütün
zayýf noktalarýna raðmen, bu yeni
belgesellerin, bu filmleri izleyen çoðunluðun
büyük oranda duyarsýz kaldýðý tehlikeler
konusunda belli bir bilinçlenme saðlayýp
saðlamadýðý. Bu soruyu Uygunsuz Gerçek
özelinde düþünürsek, küresel ýsýnma gibi,
çoðumuzun þahit olacaðý kadar yakýn
zamanda (15-20 yýl içinde), yerküreyi,
insanlarý ve hayvanlarý, çok ciddi ve korkunç
sonuçlarla yüz yüze býrakacak bir sürecin
çoðunluk tarafýndan, yeterince bilgi
edinilmeden, abartýlý bir felaket senaryosu
olarak algýlandýðý bir gerçek. Günümüzde
kitlelerin film izleme ve algýlama süreçleri
düþünüldüðünde, korkunç küresel ýsýnma
gerçeði hakkýnda kitlelerin farkýndalýðýný
ar ttýrmak için reklam kampanyalarý, Al
Gore’un kiþiliði, ve insanlarýn dikkatini 90
dakika boyunca filmde tutacak türlü
cambazlýklar gerekiyorsa, buna da razý
olmamak elde deðil. Nitekim (henüz
ülkemizde ulaþýlabilir olmasa da) ünlülerin
sesi, oyunculuklarý ve röportajlarýyla katkýda
bulunduðu, televizyon ve sinema için
üretilmiþ yeni küresel ýsýnma belgeselleri de
yolda.
Uygunsuz gerçek filmi ve küresel ýsýnma
hakkýnda daha ayrýntýlý bilgiyi,
http://www.climatecrisis.net
18
Sabancý Üniversitesi ve Çevreci Yaklaþýmýmýz
Demet Oðuz
Sabancý Üniversitesi’nin çevreci yaklaþýmlarýný üniversitemizin
inþaatýndan itibaren tüm oluþumuna tanýk olan Üniversite Hizmetleri
Direktörü Þükrü Dökücü anlattý.
Gölün suyu nereden geliyor?
Gölün altýnda bir kaynak yok. Hemen yanýnda
bizim ‘küçük göl’ dediðimiz yerde küçük bir
kaynaðýmýz var. Gölümüz dolmadýðý zaman
orada biriken sularý alýyoruz ve diðer tarafa
aktarýyor uz. Ayrýca, çatý sularýmýzdan
faydalanýyoruz. Ýlk projemizde amacýmýz sularý
yaðmur kanallarýna vermekti fakat þu anda
binalarýmýzýn çatýlarýnda biriken sularý toplayýp
göle veriyoruz. Çatý sularý için yapýlmýþ bir
kanal var. Yaðmur yaðdýðý zaman, sular bu
kanaldan göle gidiyor.
Ýnþaata baþlarken göl yoktu deðil mi, sonradan oluþtu, nasýl ve neden oluþtu, biraz anlatýr
mýsýnýz?
Gölün olduðu yer önceden bir kum ocaðýydý. Bu arazinin tümü hem ormanlýk alandan hem
de bu ormanýn kenarýnda olan bir kum ocaðýndan oluþuyordu. Kum ocaðý projeyi çizen Canon
firmasýnýn çok ilgisini çekti. Canon, kampus içinde bir gölün her zaman hoþa gideceði
düþüncesiyle, öðrencilerin kafasýný dinleyeceði bir yer inþa etmeyi önerdi.
Biz de, maliyet ve büyük bir çalýþma yükü getirmesine raðmen, yeþil alanlarýmýzý
sulayabileceðimizi de düþünerek projeye ‘tamam’ dedik. Böylece, kum ocaðýný geniþleterek
42 dönümlük bir göl yaptýk.
1999’dan itibaren faaliyette olan göl, üniversitemizin yeþil alanlarýnýn özellikle yaz aylarýnda
sulanmasýný saðlamak için de güzel bir kaynak. Üniversitenin günlük sulama ihtiyacý 1800
ton civarýnda. Bu ihtiyacý gölden karþýlýyoruz. Normal günde arýtmadan çýkan su miktarý da
500 tona yakýndýr. Yani, eðer arýtmadan çýkan suyu kullanmaya kalksak, yaz aylarýnda üç
günde bir çimleri sulamamýz gerekir. Yaz aylarýnda öðrencilerimiz olmadýðý için bu rakam 200
tona düþüyor, günlük arýtmadan çýkan su 200-250 ton arasýnda oynuyor. Dolayýsýyla,
gölümüzün üniversitemize çok büyük bir faydasý oluyor.
Gölün en derin yeri 7,8 metredir. Bugüne kadar, yaz aylarýnda da bizi sonuna kadar her zaman
idare etmiþtir ancak bu sene biraz durum kritik görünüyor. Hiç kar yaðmadýðý için bu yýl
gölümüz dolmadý.
Kar yaðmadýðý için bu yaz bir sorun yaþayacak mýyýz?
Bu yýl biraz sorun olacak, gölün suyunu dibine kadar da kullanamayýz, çünkü içinde canlýlar
var, balýklarýmýz yaþýyor, onun için bu yaz gölün suyunu çimleri sulamada çok fazla
kullanamayacaðýz.
Gölün çevresi ile ne gibi çalýþmalar yapýldý
ve baþka neler planlanýyor?
Gölün çevresinde aðaçlandýrma yapýyoruz.
Ýleride oturma alanlarýný düzenlemeye
çalýþacaðýz. Gölün kenarýnda bir Cafe inþaatýna
baþlamýþtýk, o Cafe þu anda yarým kaldý.
Anlaþtýðýmýz kiþi inþaatýný bitiremedi, ama bu
yaz boyunca bitirecek birilerini bulacaðýz.
Önümüzdeki dönemde bu Cafe’yý de açacaðýz.
Kampusumuzda bitki ve aðaç yetiþiyor mu?
Aðaç yetiþmiyor diye bir þey söylenemez.
Ama þu da bir gerçek: Burasý verimli bir toprak
deðil. Burasý ‘granidroit’ dediðimiz bir yapýya
sahip, kum gibi bir zemindir burasý, akýþkanlýðý
olan bir zemindir. Deprem açýsýndan da hiç
uygun bir zemin deðildir ama elbette biz
binalarýmýza güveniyoruz, bütün önlemlerimizi
ona göre aldýðýmýz için bu konuda hiçbir
problemimiz yok. Kampusumuzda çam ve
sedir aðaçlarý güzel yetiþiyor. Ama diðer
meyve türü aðaçlar ve çiçek açan aðaçlar
biraz zor yetiþiyor. Onlar da zaman içinde
kökleri iyice derine indiði zaman kendine yer
bulup ondan sonra yükselmeye baþlýyor. Çim
açýsýndan da öyle. Bir futbol sahasý büyüklüðü,
7 dönüm olarak düþünürsek kampüsümüzde
260 dönüme yakýn bir yeþil alanýmýz var. Artýk
gerisini siz düþünün: Kaç tane futbol sahasýna
eþdeðer alaný sulamamýz ve bu alanýn çimini
yenilememiz gerekiyor?
19
Küresel ýsýnmayla ilgili herkes bir þeyler
yapýyor, siz ne gibi önlemler aldýnýz?
Binalarýmýz akýllý binadýr. Çalýþanlar 17:30’ta
çýktýðý zaman lambalarýný yanýk da býraksalar
sönüyor. Eðer çalýþmaya devam ediyorsanýz
18:00’de bir kez daha sönüyor, 19:30’da bir
kez daha…
1999 yýlýnda Ýngiliz bir firmayý buraya getirttik.
Onlar kampustaki hem mekanik, hem de elektrik
yönünden nerelerde tasarruf yapabileceðimiz
konusunda bir rapor hazýrladýlar. Raporda,
otomasyonlarýn çok iyi olduðunu, hem
ýsýtma sistemlerinde, hem de enerji
sistemlerinde, herhangi bir iyileþtirme
önerisi getiremeyeceklerini ifade ettiler.
Elbette teknoloji ilerledikçe mutlaka yeni
þeyler çýkacaktýr, onlarý da bütçemiz oranýnda
kullanmaya gayret edeceðiz.
Üniversitemiz binalarýnýn aynýsýnýn Ürdün’de
yapýldýðý doðru mu?
Evet, Koray Firmasý yapýyor, Ürdün Kralýnýn
mimarlarý üniversitemize geldi…
Ben gezdirdim kendilerini, üniversitemizi
gördüler ve hayran kaldýlar. Daha basiti ve
yaklaþýk 50.000 m2’lik kapalý alaný olan bir
lise kampusü yaptýlar.
Üniversitemize Japon kirazlarý ekilmiþ, kaç
adet ekildi, nerden geldiler, biraz bahseder
misiniz?
Güler haným, Komatsu’nun üst kademe
yöneticileriyle konuþurken sohbet esnasýnda
Japon kirazlarýndan da söz açýlmýþ ve
yöneticileri bize hediye etmek istemiþler.
Arazi yapýsý kuralý olduðu için ilk etapta bu
topraða uyum saðlayýp saðlamayacaðýný test
etmek üzere 100 adet gönderdiler.
Kiraz aðacýnýn burada çok iyi yetiþeceðini ve
bakabileceðimizi ilettik. Þu anda 600’e yakýn
sayýya ulaþtýk. Ýlk gelen 100 tanesini çeþitli
alanlarýmýza diktik. Ýlk dikilenler bu sene ilk
çiçeklerini de verdi.
Ayrýca, gölün sýnýr tarafýnda geri kalan 470
tanesini de saksýladýk. Dört çeþit Sakura aðacý
gönderdiler. Bu aðaçlar 7 seneden sonra
normal bir boyuta ulaþýrmýþ. Bizim toprak
yapýmýz yüzünden 7 senede normal bir boyuta
ulaþacaðýný zannetmiyorum ama elimizden
gelen tüm bakýmý göstereceðiz. Bu aðaçlar
aþýlý ve yabani kiraz olduðu için büyüdüðü
zaman inanýlmaz bir büyüklüðe çýkýyor. Normal
meyve de vermediði için devamlý boya gidiyor.
Budanmadýðý için de çýnar gibi uzuyor,
inanýlmaz, bembeyaz bir görüntü….
Üniversitemizde kaç adet aðaç bulunmakta?
Kampuse 150 bine yakýn fidan diktik.
Fidanlarýn çoðu tuttu, ölen çok nadirdir. Birlikte
yaratýp birlikte geliþtirdik.
Yol kenarýndaki çýnarlar bu sene bayaðý bir
gölge yapacak. Yürüme yollarýnýn kenarýndaki
akasyalar, süs erikleri, süs elmalarý, bu sene
çok güzel çiçek açtý. Futbol sahasýnýn
üzerindeki alanda açmak üzere olan
katýr týrnaklarý da çok güzel bir görüntü
oluþturuyor. Ormanda diktiðimiz diðer yaprak
döken bitki türleri içinde kestane, ýhlamur,
kayýn, meþe ve çamlar var. Yolun altýndaki
arazi de üniversitemizin. Orada da 20 küsür
bin fýstýk çamýmýz var. Hiçbir zaman burayý
orman olarak görmeyeceksiniz. Daha düzenli
bir yer olarak göreceksiniz. Örneðin, yolun
kenarýndaki çýnar aðaçlarýný bu sene biraz
budayacaðýz. Geçen sene serbest býraktýk.
Sonra yaya yollarýnýn kenarýndaki süs
meyvelerini de biraz budayacaðýz.
Gölde yaþayan balýklar var, onlar nereden
geldi?
Gölde geçen sene özellikle yaz aylarýnda
yosun çok çoðaldý. Biz havalandýrmayý hem
fýskiyeyle, hem de þelaleyle yapýyoruz. Fakat
çok elektrik harcýyor diye fýskiyeyi fazla
kullanmak da istemiyoruz Bu yüzden yosun
yiyen bir balýk türü olduðunu duyup araþtýrdýk.
Antalya’dan sazan türü bir balýk getirtip gölün
içine attýk. Þu anda gölümüzde bu balýklar var.
Kýþtan dolayý biraz derine inmiþ durumdalar.
Dikkat ederseniz bu sene yosun yok.
Kampustaki kokulardan ve hava
kirliliðinden çok þikayet oluyor mu?
Herhangi bir araþtýrma yapýldý mý?
2006 yýlýnda özellikle lojmanda oturanlardan
çok þikayet geldi. “Burada inanýlmaz bir
kirlilik var, akþamlarý bir kimyasal koku oluyor
ve genzimiz yanýyor”gibi þikayetler oldu.
Biz de TÜBÝTAK’a müracaat ettik. TÜBÝTAK
üniversitemizdeki 3 yere 6 ay boyunca
istasyon koydu. 6 ay sonunda
raporlarýnýrektörümüze gönderdiler.
Araþtýrmalarýnda hiçbir kimyasal
oluþuma rastlanmadý.
Yeni inþaatlar var mý?
Yeni, inþaatlar var. Yurtlara baþladýk. Yurtlarýn
dýþýnda daha planlamada olan ve tek kiþilik
stüdyo daireler içeren bir bina daha yapmayý
planlýyoruz.
Bir organik bahçe vardý, hala duruyor mu?
Üniversitemizin Ýstanbul’un çöpünün
deðerlendirilmesiyle ilgili bir projesi var.
Öðretim üyelerimizin ürettiði gübreli toprakta,
yani çöpten üretilen toprakta çim yeþertmek
için bir deneme yapýyoruz. Eðer bu projeyi
baþarýyla sonuçlandýrabilirsek gübremizi daha
rahat kullanacaðýz.
Tuzla’da geçtiðimiz aylarda bulunan zehirli
variller kampus çevresini bir þekilde etkiledi
mi?
Bu konunun ortaya çýkýþýyla birlikte bize pek
çok e-mail geldi Biz burada suyu düzenli
olarak iyonizasyondan, filitrasyondan
geçiriyoruz.. Bu olay meydana geldiðinde,
kampuse gelen suyu TÜBÝTAK’a incelemeye
gönderdik. Orada su örnekleri incelendi ve
raporlandý. Suyumuz temiz çýktý. Bu konuda,
dýþarýda tehdit olsun olmasýn düzenli
kontrollerimiz yapýlýyor. Herkesin içi rahat
olmalý.
20
21
ÖÐRENCÝ
ETKÝNLÝKLERÝ
Sahneye Bahar Geldi
Pýnar Ýlik
Akademik yýlýn sonuna yaklaþýldýðýnda bütün bir sene üzerinde çalýþýlan öðrenci etkinlikleri
de görücüye çýkýyor. Baharla beraber sahne de renkleniyor ve hayallerin gerçek olduðu
projeler izleyiciyle buluþuyor.
Sabancý Gösteri Merkezi (SGM) kapýlarýný açtýðý günden bu yana, öðrenci etkinlikleri için
vazgeçilmez bir mekan oldu. SGM’nin geniþ sahnesi ve altyapýsýyla, büyük çapta projelere
imza atýlmasý saðlandý. Bu sene de, çeþitli öðrenci kulüpleri tarafýndan bu fýrsat deðerlendirildi
ve profesyonellere taþ çýkartacak projeler hazýrlandý.
Çoðunluðu 2006 – 2007 akademik yýlýnýn meyvesi olan bu projeler, SGM’de sahneye baharý
getirdi.
Tiyatro Kulübü
Tiyatro Kulübü bu sene ilkini nisan aynýnýn sonunda, sonuncusunu ise 17 Mayýs’ta izlemiþ
olduðunuz iki farklý oyun hazýrladý. Önceki senelerde Emre Koyuncuoðlu ve Öner Erkan gibi
isimlerle çalýþan kulüp; bu sene yoluna kendileri gibi amatör olan iki isimle, Bahçehir Üniversitesi
Tiyatro Kulübü’nden Cevdet Canver ve Faruk Barman ile devam etti. Yeni oyuncular için ekim
aralýk aylarý arasýnda oyunculuk eðitimi verildi ve aralýk ayýndan itibaren de iki farklý oyun
üzerinde çalýþýldý. Her iki oyun da, tiyatro seyircisinin yakýndan bildiði oyunlar; ancak Tiyatro
Kulübü bu oyunlara daha farklý bir yorum kattý. Oyunlarýn ilki nisan ayý sonunda izlemiþ
olduðunuz, kulübün ana oyunu; Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparým Vazifemi Yaparým” isimli
eseri. Bu oyun bu dönemin sonunda bir kere daha seyirciyle buluþmayý hedefliyor.
Topluluðun yan oyunu ise SGM’de 17 Mayýs’ta sergilenen Yýlmaz Erdoðan’ýn “Kadýnlýk Bizde
Kalsýn” isimli eseri.
Dans Kulübü - SUDANCE
Aralýk ayýndan beri yenilenen kadrolarýyla
çalýþmalarýný sürdüren SUDANCE, bu sene
üç farklý gösteriyle seyirci karþýsýna çýkýyor.
Sene içinde çeþitli üniversitelerin düzenlediði
dans festivallerine katýlan SUDANCE’in de,
mayýs ayý içindeki son duraðý Sabancý Gösteri
Merkezi. 23 Mayýs’ta beþincisi düzenlenecek
olan SU-Dance Night, geçen sene olduðu
gibi, bu sene de baþka dans topluluklarýný
evinde aðýrlýyor.Uluslararasý Latin Amerikan
Danslarý, Arjantin Tango ve Modern Dans
Gösteri gruplarýnýn ve eðitmenlerinin gösteriler
yapacaðý geceye, Yýldýz Teknik, Boðaziçi, Koç,
Ýstanbul gibi üniversitelerin köklü dans
topluluklarý da katýlacak. Bunun yaný sýra,
çeþitli yarýþmalarda dereceleri olan ve isim
yapmýþ pek çok dansçý da geceye renk
katacak. Gösterilerin dýþýnda, gün içinde
yapýlan atölye çalýþmalarý ve film
gösterimleriyle de SUDANCE kampus hayatýný
renklendirecek.
Müzik Kulübü – Müzikus
Geniþ bir müzik yelpazesinden, farklý dinleyici
kitlelerine hitap eden Müzikus, bu sene eski
projelerinin yaný sýra; Pink Floyd Tribute ve
Epica Tribute isimli iki farklý projeyle de
seyircileriyle buluþuyor. Ýsimlerinden
anlaþýlacaðý üzere Pink Floyd tribute, efsanevi
rock grubu Pink Floyd’un anýsýna kuruldu
ve grubun onsekiz parçasýný yeniden
düzenledi. Toplam onbeþ kiþiden oluþan
proje, çalýþmalarýna Aralýk ayýnda baþladý.
Pink Floyd’un unutulmaz þarkýlarýný, görsel
bir þov eþliðinde seslendirecek olan proje
21 Mayýs’ta SGM’de sahne alacak.
Epica Tribute ise, Hollanda’lý ünlü senfonik
metal grubu Epica’nýn parçalarýný yeniden
yorumluyor. Projenin mimarý Can Berk Güder,
ayný zamanda sekiz kiþilik orkestranýn
çalýþtýrýcýsý. Koroyu ise Müzikus bünyesinde
þan dersleri vermekte olan Doðan Duru
çalýþtýrdý. Aralýk ayýndan beri çalýþmalarýný
sürdüren proje ilk olarak 29 Mayýs’ta SGM’de
görücüye çýkacak.
Bunlarýn yaný sýra; nisan ayýnda izleyiciyle
tekrar buluþan projeler Türk Sanat Müziði
Topluluðu ve dekanýmýz Kemal Ýnan’ýn da
kemanýyla eþlik ettiði Þan Konseri oldu.
Avam Garde, KoroSU, Halk Müziði Gösteri
Topluluðu, mayýs ayýnýn ilk yarýsýnda
seyirciyle buluþtu. Ýkinci yarýsýnda ise Pink
Floyd Tribute ve Epica Tribute’den hemen
sonra, 30 Mayýs’ta Neþeli Günler projesi
yepyeni parçalarýyla SGM’de seyirci karþýsýna
çýkacak.
Bir Turgay Oður Belgeseli
Sibel Karadað
2000 yýlýnýn Aralýk ayýnda Ankara’dan
Ýstanbul’a uzanan bir öyküyle baþladý onun
Sabancý serüveni...ODTܒde Siyaset Bilimi
okudu, TBMM’de Milletvekili Danýþmanlýðý
yaptý ve henüz üç binadan oluþan Sabancý
Üniversitesi’nde 248 öðrenciden sorumlu
oldu. 7 yýl boyunca bu sayý binlere çýktý, kulüp
sayýsý ikiden kýrklara yükseldi. O hep,
öðrencinin yanýnda olmayý, onlarýn “abisi”
olmayý tercih etti.
Mevki onun için o kadar da önemli deðildi,
kiþinin kendisi belirlemeliydi toplumda durmak
istediði yeri. Onun da bu yedi yýllýk görevi
boyunca yapmaya çalýþtýðý buydu kuþkusuz;
öðrencinin yanýbaþýnda, kimi zaman arkasýnda
onlarý destekleyen, yüreklendiren kimi zaman
ise en önde, yaratýcý fikirlerin baþ kahramaný
olmaktý onun durmak istediði yer... Kocaman
bir “oyun” baþlatmak istiyordu, bu öyle bir
“oyun” olmalýydý ki hem “bizim” mahallenin
çocuklarý olmalýydý bu oyunun içinde hem de
“öteki” mahallenin. “Birlikte yaratýp birlikte
geliþtirmeliydik” yeteneklerimizi, fikirlerimizi,
bizi tanýmlayan düþüncelerimizi... Bu “oyun”a
katýlmak için sadece “birey” olmak
yeterliydi gerisine gerek yoktu. Hem bu
“oyun”un mimarý olduðu hem de hiçbirimizi
“öteki” leþtirmediði için teþekkür ediyoruz
ona. 2007 yýlýnda ayrýlmýþ olduðu bu görevin
ardýndan bir “abi” olarak geride býraktýklarý
hem bizler hem de bu üniversite için çok
deðerli...
MEVLANA
aþkýný ver bana
Tasavvuf düþüncesinin en önemli temsilcisi Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin doðumunun
800. yýlý dolayýsýyla UNESCO’nun 2007 yýlýný Mevlana yýlý ilan etmesi birçok kiþi ve
kurumu harekete geçirdi. En baþta devlet olmak üzere, Brezilya’dan Endonezya’ya kadar
birçok ülkede Mevlana’nýn sesini duyurabilmek için programlar düzenlendi. UNESCO’nun
bu önemli adýmý Rumi gibi bir mutasavvýfý yetiþtiren bu topraklarýn, onun düþünce hayatýný
tüm insanlýða duyurmasýný saðladý.
Dünyanýn ve ülkemizin dört bir yanýnda düzenlenen Mevlana programlarýný heyecanla
Tüm hazýrlýklar sonunu 4 Nisan Çarþamba
günü Sabancý Gösteri Merkezi’nde “Aþkýný
Ver Bana” programý Güler Sabancý ve Tosun
Ter zioðlu’nun ev sahipliðinde Ýstanbul
Baþkonsolosu Deborah Jones, Vatikan
Büyükelçiliði Ýstanbul Temsilcisi Georges
Marovitch, ABD’li siyasetçi Michael Dukakis
ve iþ dünyasý temsilcilerinden oluþan seçkin
bir davetli grubunun katýlýmýyla düzenlendi.
Mevlana’nýn evrensel çaðrýsýný üniversitemiz
öðrencileri ve öðretim üyelerine duyurmayý
amaçlayan program, Mevlana Celaleddin-i
Rumi hakkýnda bir panelin ardýndan Ahmet
Özhan’ýn sanat yönetmenliðini yaptýðý Mevlevi
Ayin-i Þerifi ile tamamlandý. Sanat ve Sosyal
Bilimler Fakültesi öðretim üyelerinden Hasan
Bülent Kahraman’ýn yönetimindeki panele
Devlet Bakaný Mehmet Aydýn, üniversitemiz
öðretim üyelerinden Metin Kunt ve Hacettepe
Üniversitesi’nden Ahmet Yaþar Ocak
konuþmacý olarak katýldý.
Panelin baþýnda Hasan Bülent hocanýn da
belirttiði gibi insanlýk Mevlana’nýn toplumsal
sorunlara getirdiði çözümlere ve hoþgörüsüne
hiç bu kadar muhtaç olmamýþtý. Aradan geçen
yüzyýllar Rumi’nin sesini azaltmak bir yana
daha gür çýkmasýný saðlýyordu. Bu nedenle
Ru m i ’ n i n o r t a y a k o y d u ð u d e ð e r l e r i
deðerlendirmek ve tanýtmak büyük önem
taþýyor.
Panelin ilk konuþmacýsý Sanat ve Sosyal
Bilimler Fakültesi öðretim üyelerinden Metin
Kunt on üçüncü yüzyýlda Anadolu’nun, diðer
bir deyiþle Diyar-ý Rum’un, çeliþkilerle ve
çalkantýlarla dolu bir süreçten geçmesine
raðmen çeþitli unsurlarýn, dillerin ve
geleneklerin harmanýyla zenginleþen bir kültür
oluþturduðunun altýný çizdi. Kunt’a göre
Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin yani Anadolu
22
izledik. Mevlana’nýn yüzyýllar öncesinden gelen sesini tanýtmaya çalýþmalarýna raðmen tüm
bu programlarda eksik kalan bir nokta vardý. Mevlana çok farklý yönleriyle yansýtýlýyor
fakat akademik temelde neredeyse hiç tartýþýlmýyordu. Her alanda farklýlýk yaratmayý
misyon edinmiþ üniversitemiz, Mütevelli Heyeti Baþkaný Güler Sabancý ve Rektörümüz
Tosun Terzioðlu öncülüðünde, Mevlana’nýn akademik olarak deðerlendirileceði bir
programýn hazýrlýklarýna baþladý.
üstadýmýz Celaleddin’in Konya’dan yükselen,
Ýran’da olduðu gibi Batý Asya’nýn diðer
bölgelerinde de yankýlanan sesini dinlerken
Diyar-ý Rum’un on üçüncü yüzyýldaki bu zengin
ve çok kültürlü þehir hayatýný anmak gerek.
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nden
Ahmet Yaþar Ocak, Mevlana’yý Doðru Anlamak
adýný verdiði konuþmasýna Mevlana’nýn
sufiliðin genel geliþim tarihinin bir parçasý
olduðu gerçeði göz ardý edilerek
deðerlendirildiðini söyleyerek baþladý. Bu tür
deðerlendirme yapan eserlerin ya milliyetçilik,
ya fanatik ve dar bir din ve tasavvuf anlayýþý
açýsýndan ya da Ýslam’la hiç ilgisi olmayan
modern ama anakronik ve ahistorik bir
yaklaþýmla Mevlana ve eserlerine yaklaþtýðýný
belir tti. Ocak’a göre, bu yaklaþýmlardan
bazýlarý Mevlana’yý Ýslam öncesi kültürle
baðdaþtýrýyor ya da halktan kopuk, Selçuklu
üst sýnýfýnýn zevkine hitap eden bir Fars
milliyetçisi, hatta Moðol iþbirlikçisi bir
oppurtunist olarak çiziyor. En önemlisi de
bunlarýnýn çoðunun, onun eserlerinin
bütününün analizine bir yorum sunmaktan
uzak, seçici bir yaklaþýmla kendi anlayýþlarýna
uygun zannettikleri bazý mýsra, beyit ve kýtalarý
öne çýkararak Mevlana’yý anlama ve
anlatmaya çalýþmalarý.
23
Ahmet Yaþar Ocak’a göre Mevlana herkes
gibi önce kendi zamanýnýn ve zeminin baþka
bir deyiþle belli bir sosyal ve kültürel çevrenin
insanýydý. O’nu ve eserlerini bu çerçevede ve
kendi bütünlükleri içinde anlamaya çalýþmak
O’nu doðru anlamak açýsýndan çok önemli.
Mevlana’nýn ürünü olduðu çevreyi anlamak
için yaþadýðý hayatýn ve zamanýn özelliklerine
dikkat etmek gerekiyor. Mevlana Merv
þehrinde doðar, babasýyla yaptýðý yolculuklar
ile beraber birçok mutasavvýf ile tanýþýr.
Halep’te Ýslam hukuku dersi aldýktan sonra
Konya’da Karatay Medresesi’nde ders
vermeye baþlar. Burada ders verdiði sýrada
ilahi aþk cezbesine tutulur.
Ahmet Yaþar Ocak, Mevlana’yý deðerlendirmek
için yeni bir yöntem öneriyor. Ýlk olarak siyasi,
sosyo-ekonomik ve psikolojik olarak yaþadýðý
dönemi analiz etmekle baþlanmalý. Bunun
yanýnda Mevlana’nýn düþünce sistemine
katkýda bulunmuþ çaðdaþý Feridüttin Atar,
babasý Bahaeddin Veled ve Muhyiddin Ýbn-i
Arabi gibi isimlerden edindiði birikim de göz
önünde bulundurulmalý. Ocak, eserlerini bu
baðlamda deðerlendirmezsek Mevlana’yý
anlamanýn zor olduðunun altýný çiziyor.
Metin Kunt ve A.Yaþar Ocak’ýn konuþmalarýnýn
ardýndan sözü Devlet Bakaný Mehmet Aydýn
aldý. Sözlerine bir sufiyi anlamanýn zorluðunu
belirterek baþlayan Aydýn, Mesnevini ilk 16
beyitini bu durumu açýkça belirttiðini söyledi:
Herkesî ez zann-i hod þüd yâr-i men
Vez derûn-i men necüst esrâr-i men
Sýrr-ý men ez nâle-i men dûr nist
Lîk çeþm-i gûþrâ an nûr nîst
Mehmet Aydýn bu beyitleri “Herkes beni dost
sanýyor, kimsenin içimdeki sýrrý bildiði yok.
Aslýnda derdim anlaþýlmaz deðil ama gören
göz duyan kulak yok.” manasýna geldiðini,
Rumi’nin kendisinin de belirttiði gibi O’nu
anlamanýn zor bir iþ olduðunu ifade etti. Fakat
Mevlana’nýn evrensel konulardan bahsettiði
için O’nu okuyan herkesin kendinden bir þey
bulduðunu ekledi.
2007’nin UNESCO tarafýndan Mevlana Yýlý
ilan edildiðini hatýrlatan Aydýn, “Ýnsanlýðýn
Mevlana’nýn ýþýðýna ihtiyacý olduðunu, bu ýþýðý
herkesle paylaþmanýn bizim mutluluðumuz
olduðunu” ifade etti. Mevlana’nýn
düþüncelerinin temelinde, insanlarý “kamil
insan” olmaya yönlendirme anlayýþýnýn
yattýðýný söyleyen Mehmet Aydýn’a göre, “Bir
insanýn Mevlana’nýn çerçevesini çizdiði kamil
insan makamýna ulaþabilmesi için içindeki
kötülüklerden arýnmasý gerekir.”
Panelin ardýndan, Kültür ve Turizm Bakanlýðý
Ýstanbul Tarihi Türk Müziði Topluluðu, genel
sanat yönetmenliðini Ahmet Özhan’ýn
üstlendiði bir Mevlevi Ayin-i Þerifi icra etti.
Yaklaþýk bir saat boyunca dikkatle izlenen
törenin ardýndan geleneksel sofradan sevilen
yemeklerin sunumuyla Mevlana’nýn yüzyýllar
öncesinde gelen sesine kulak veren gece
sona erdi.
SSM’DEN
cengiz hanýn ardýndan...
Süleyman Dost
iþgal edilen tarafýndan hiçbir zaman
sempatiyle bakýlmamasý ve ikinci olarak da
toplumsal yapý farklarýndan ötürü bir Moðollara
yönelik bir antipati söz konusu olmuþtur. Fakat
bu antipatiye dayanarak Moðollarý tek baþýna
bir yýkýcý veya bir ilkel topluluk olarak görmek
çok büyük bir hata olur.
Picasso ve Rodin sergileriyle adýný duyuran Sabancý Üniversitesi Sakýp Sabancý Müzesi
son olarak Cengiz Han ve Mirasçýlarý – Moðol Ýmparatorluðu isimli sergiye ev sahipliði
yaptý. 7 Aralýk 2006 – 8 Nisan 2007 tarihleri arasýnda açýk olan sergide dünyanýn deðiþik
ülkelerindeki müzelerden getirilen 600 parça eser sergilendi. Ayrýca sergi kapsamýnda
Moðol kültürü ve sergilenen eserlerle ilgili bilgilendirici konferanslar ve galeri sohbetleri
düzenlendi, atölye çalýþmalarý ve çocuklar için eðitim programlarý yapýldý. Üniversitemizden
öðretim görevlileri ve öðrenciler de bu konferanslarda ve galeri sohbetlerinde sunumlarýyla
yer aldýlar. Biz de, konferanslar kapsamýnda “Altaylardan Urallara: Boylar, Diller, Kültürler”
baþlýklý bir konuþma yapan okulumuzun tarih hocalarýndan Selçuk Akþin Somel’le serginin
kapanmak üzere olduðu günlerde Moðollar, sergi ve seminerler üzerine bir söyleþi yaptýk.
Moðollar hakkýnda büyük ölçüde yaygýnlaþmýþ kanýlardan söz ederek baþlamak istiyorum.
Bizzat Cengiz Han’ýn ve ondan sonra onun fethettiði topraklarý devralan yöneticilerin,
özellikle Ýslami literatürde ve bu kanalla da kendi tarihsel söylemimizde iyi bir üne sahip
olmadýðýný biliyoruz. Japonya’dan Avrupa’nýn içlerine kadar akan Moðol kavmi büyük
ölçüde “medeniyet yýkan”, savaþçý bir topluluk olarak tanýnýyor. Bir tarihçi gözüyle bu
yaklaþýmý ne denli doðru ve bilimsel olarak ikna edici buluyorsunuz?
Öncelikle þunu söylemek lazým: Moðollarý uzun süreli ve kalýcý nitelikte egemenlik kuran
istilacý bir halk veya devlet olarak adlandýrmak doðru olmaz. Fakat öte yandan, kendi
topraklarýnýn dýþýnda iþgal ettikleri yerlerde tahakküm kuran devletlerin iþgal edilen bölge
halký tarafýndan sevilmedikleri de doðrudur. Bir kere Moðollarýn yapýsý göçebeliðe dayalý bir
yapýydý. Göçebelik yerleþik hayata benzemez çünkü yerleþik hayatta geniþ çaplý sabit tarým
ve belirli ölçüde zanaatçýlýk vardýr. Göçebelerde ise topraklar esas olarak küçükbaþ ve
büyükbaþ hayvanlarýn otlatýlmasý için kullanýlýr. Dolayýsýyla da sabit tarým olayý çok daha
azdýr. Bu yüzden göçebelerin kendilerine özgü yaþam ritimleri vardýr, yani yazlarý yaylaklarda
bulunuyorlar, kýþlarý kýþlaklarda bulunuyorlar.
Öte yandan Moðollarýn demografik bakýmdan önemli olduklarýný vurgulamalýyýz. Yani
yüzbinlerce insan aileleri ve hayvanlarýyla göçüyorlardý. Dolayýsýyla bunlarýn ihtiyaçlarý,
özellikle mera ve yaylak-kýþlak ihtiyaçlarý sorun oluþturuyordu. Ýþgal ettikleri bölgelerde daha
önceden yerleþik tarým yapýlan yerler meraya dönüþtürülüyordu. Bundan dolayý da köylerde
yerleþik olarak yaþayan, tarým yapan halk mutsuz olmuþtur ve dolayýsýyla da Moðollar ister
istemez iyi bir üne sahip deðillerdir. Bir anlamda yerleþik hayatý yýkan, tarýmcýlýðý yýkan,
iktisadý yýkan bir unsur olarak görülmüþlerdir. Toparlayacak olursak, iki faktör, yani birincisi
iþgal eden unsura
24
Bir kere þunu söylemek lazým, göçebe yaþam
biçiminin kendisi ilkel bir yaþam biçimi deðildir.
Göçebelik kesinlikle kompleks bir sýnýfsal
yaþam biçimidir. Bir artýk deðer üretimi vardýr.
Göçebe aristokrasisi ve kölelik söz konusudur.
Hatta köle boylar ve aristokrat boylar mevcuttu.
Or ta Asya göçebelerinin kendilerine has
kozmolojileri ve bir kök-tengri anlayýþlarý vardýr.
Bütün bunlar Moðollar için de geçerlidir.
Dolayýsýyla Moðollar hiç de ilkel bir kavim
deðildir. Üstüne üstlük Moðollarýn çok önemli
bir tarihsel iþlevi de olmuþtur. Çin’den Ýran’a,
Or ta Avrupa’dan Hindistan’a uzanan çok
büyük bir imparatorluk kurdular. Ýnanýlmaz
geniþ bir havzada Moðol Barýþý yani “Pax
Mongolica” diye bildiðimiz geniþ bir barýþ
sahasýný oluþturdular. 13. yüzyýl gibi iletiþimin
geliþmemiþ olduðu bir çaðda çok farklý
uygarlýk sahalarýnýn ayný siyasal çerçeve
içinde yer aldýðý bir kültürel akýþ meydana
getirdiler.
Bu baðlamda Avrupa’da ve Batý Asya’da
neredeyse üç yüzyýla uzanan Moðol
egemenliðinin kültürel olarak da bu
bölgelerde büyük izler býraktýðýný söylemek
mümkün mü?
Çok büyük izler, çok kalýcý izler býraktýðýný
söylemek doðru olmaz. Ýlkel deðillerdi
demiþtik fakat kabul etmemiz lazýmdýr ki iþgal
ettikleri bölgelerin kültürleri Moðollarýn
geliþmiþlik seviyesinin üstündeydi. Bu yönüyle
imparatorluk kurulduktan 70–80 sene sonra
iþgal ettikleri bölgelerin kültürlerine asimile
oldular. Mesela Kubilay Hanýn egemen olduðu
Çin’de, yani Yuan hanedaný zamanýnda
Moðollarýn zaman içerisinde Çinlileþerek
asimile olduklarýný söyleyebiliriz.
Moðol devletleri içerisinde
Türkleþenlerden de söz edebilir miyiz?
Tabiî ki. Mesela Çaðatay hanedanlýðýnýn Orta
Asya’da giderek Türkleþtiðini söyleyebiliriz.
Örneðin Timurlenk, aksak Timur, köken olarak
bir Moðol’dur, Çaðatay hanedanlýðýna
mensuptur fakat Türkleþmiþtir. Ayný þekilde
Ýlhanlýlar putperest bir devlet iken sonradan
sabancý üniversitesi / dergi
Ýran ve Anadolu’daki temsilcileri zamanla
Müslümanlýðý kabul etmiþlerdir. Rusya’da
kurulan Altýnordu Hanlýðý’ný düþünecek olursak
söz konusu hanlýðýn mirasçýlarý olan ve de
Türkî olarak bilinen Kýrým ve Kazan
Hanlýklarýnýn kurucularý Moðol kökenlidir.
Ancak onlar da zamanla dil ve din olarak
Türkleþmiþ ve Müslümanlaþmýþlardýr. Yani
Osmanlý’nýn uzun yüzyýllar kardeþ devlet
olarak gördüðü Kýrým Hanlýðý aslen Cengiz
Han’dan kalmadýr.
Bu asimilasyon neden olmuþtur? Bir kere çok
önemli bir etken, az önce de deðindiðim üzere
Moðollarýn iþgal ettikleri yerleþik uygarlýklara
nispeten daha basit diyebileceðimiz bir
seviyede olmalarýdýr. Öte yandan bu Moðol
Ýmparatorluðu dediðimiz þey saf anlamýnda
bir etnik Moðol Ýmparatorluðu deðildir. Cengiz
Han bu imparatorluðu kurmaya baþladýðý
sýrada bir bürokrasileri yoktu. Bu bürokrasiyi
saðlayanlar o bölgede yaþayan Uygur
Türkleriydi. Bürokraside ve yazýþmalarda
kullanýlan yazý dili baþlangýçta Uygur
Türkçesiydi.
Bu bakýmdan þunu söyleyebiliriz ki Moðol
Ýmparatorluðu iþgal ettiði bölgelerde kendi
kendi kültürünü empoze edememiþtir. Bölgesel
elitler ve bölgesel kültürler Moðollar üzerinde
etkili olmaya baþlamýþtýr. Bu bakýmdan,
sor unuza gelecek olursak, Moðollarýn
Avrupa’da ve Batý Asya’da kültürel olarak çok
kalýcý izler býraktýðýný söylemek mümkün deðil.
Hakikaten orijinal olarak Moðollarýn getirdiði
kalýcý bir kültürel etkiden söz edilecekse o da
siyasi bir damga olan merkeziyetçi devlet
anlayýþýdýr. Mesela bugünkü Rusya’nýn
temelleri olan Moskof Prensliði bir Moðol
ürünüdür. Rusya özellikle Korkunç Ývan
döneminde artýk büyük bir güç olarak ortaya
çýktýðýnda siyasi olarak önemli ölçüde Moðol
etkilerini görebiliriz. Rusya devletinin bu güçlü,
merkeziyetçi geleneði bir Moðol geleneðidir.
Mesela Sovyetler Birliði’ndeki Komünist Parti
Merkez Komitesi Moðollardaki Kurultaya
çok benzerdir. Dolayýsýyla Moðollarýn kalýcý
etkisi aslýnda siyasi bir etki olmuþtur.
Bu da merkeziyetçi, güçlü bir imparatorluk
geleneðidir.
25
Sergiyi gezmiþ biri olarak serginin Moðol
egemenliði hakkýndaki kanýlarý
deðiþtirebileceðini veya Moðollarýn
tarihsel olarak konumlandýrýlmasýnda
yardýmcý olabileceðini düþünüyor
musunuz?
Kesinlikle çok önemli bir sergidir bu. Çünkü
Moðollarýn gündelik eþyalarýna bakýldýðýnda,
süs eþyalarýna bakýldýðýnda veya giyimkuþamlarýna bakýldýðýnda rafine bir gündelik
yaþam kültürüne sahip olduklarýný görüyoruz.
Ayrýca, Budist uygarlýðýnýn Moðollar arasýnda
ne kadar yaygýn olduðunu görüyoruz. Bu
aslýnda eski Türkler açýsýndan da çok
önemlidir. Moðollarda gördüðümüz süs
eþyalarýnýn, dini objelerin Türkler tarafýndan
da törensel anlamda kullandýðýný düþünecek
olursak eski Türklerin de bir anlamda ne
kadar geliþmiþ olduklarýný anlýyor uz.
Moðollarý eski Türklerin kültürel bir akrabasý,
bir kardeþ kavmi olarak düþünecek olursak
sergide gördüðümüz objeler söz konusu
halklarýn geliþmiþlik düzeyleri hakkýnda
önemli ipuçlarý sunuyor. Sergi boyunca
devam eden seminerlerin bu baðlamda
nasýl faydasý oldu?
Seminerlerin þu þekilde bir faydasý oldu:
Tabiî ki sergi dediðimiz þey esas olarak
görsel bir olaydýr. Sergide plastik objeler,
tasvirler, bir takým resimler veya tarihsel
kalýntýlar vardýr ve bunlarý görmek önemlidir.
Ancak bu gördüðümüz þeylerin ifade ettiði
tarihsel ve kültürel baðlamlarý ancak seminer
vesilesiyle dinleyicilere sunulabildi. Özellikle
Cengiz Han sergisiyle birlikte Or ta Asya
tarihine ilgi duyan insanlara bu seminerlerin
akademik anlamda daha bir derinlemesine
bilgiler aktarabildiðini söyleyebiliriz.
Siz de sergiyle ilgili seminerler kapsamýnda
“Altaylardan Urallara: Boylar, Diller, Kültürler”
konulu bir seminer verdiniz. Konuyla ilgili
olarak bugün milli ve etnik olarak rahatça
yapabildiðimiz Türk-Moðol ayrýmýnýn 8
yüzyýl önce bugünkü kadar net olmadýðýný
söyleyebilir miyiz? Veya genel anlamda
Or ta Asya’yý yur t edinmiþ boylarýn
birbirleriyle iliþkileri bu tip ayrýmlarý
geçersiz kýlýyor mu?
Siz bir anlamda son kurduðunuz cümleyle
iþimi çok kolaylaþtýrmýþ oldunuz. Öncelikle
þunu söylemek lazým: Moðollar ve Türkler
arasýnda etnik ayrýmlarla bir sýnýflandýrma
yapmak doðru deðil. Bizde ulus-devlet
anlayýþýndan kaynaklanan bir saf halk
þartlanmasý vardýr fakat hakikat böyle deðil.
Ulus-devlet 19. yy’da ortaya çýkmýþ modern
bir kavramdýr. Fakat dil bazýnda bakacak
olursak Anadolu ve Azeri Türkçesini de içine
alan bir Türk dilleri ailesi vardýr, Çaðatay dilleri
ailesi vardýr, Kazakça ve Tatarcanýn içinde
bulunduðu bir Kýpçak dil ailesi vardýr, Yakutça
ve Çuvaþça gibi Türk dilleri vardýr. Bunlar
aralarýndaki birtakým farklara raðmen çok
kesin bir þekilde or tak bir Türkçe kökene
sahiptir. Buna karþýn ayný þeyi Moðolca için
SSM’DEN
söyleyemeyiz. Moðol dilleri ile Türk dillerinin
birbiriyle köken itibariyle akrabalýðý henüz
ispatlanmýþ birþey olmayýp ispatlanmasý da
çok zor bir þey.
Herhangi iki dilin birbiriyle köken itibariyle
akrabalýðýný belirleyen önemli bir veri gündelik
kelimelerde saptanabilecek düzenli
paralelliklerdir. Mesela; göz, burun, aðýz, el,
kol, ayak gibi vücut ve organ isimleri; ben,
sen, o, biz, siz, onlar gibi kiþi zamirleri; büyük,
küçük, kocaman, zayýf, çirkin, güzel gibi
sýfatlarda; bir, iki, üç, on, kýrk, yüz gibi sayý
rakamlarýnda temel paralellikler
görülebilmelidir. Biz bunu Türk dilleri ile Moðol
dilleri arasýnda göremiyoruz.
Buna karþýn Moðol ve Türk dilleri arasýnda
dilbilgisi, gramer açýsýndan yapýsal paralellikler
var. Birincisi, ikisi de eklemli diller. Ýkincisi
bu dillerde sentaks itibariyle cümle diziminde
özne-nesne-yüklem sýrasý var. Bir baþka
ortaklýk Moðol dilleri ile Türk dillerinde yan
cümleciðin bulunmamasýdýr. Ayný þekilde bu
dillerde eril-diþil farký yoktur. Ayrýca Türk ve
Moðol dillerinde tanýmlýk harf yoktur. Yani
Ýngilizcede “the”, Almancada “der, die, das”,
Fransýzcada “la,le”, Arapça’da “el, ez”
þeklinde bildiðimiz “harf-i tarif” bu dillerde
yok. Ayrýca Türkçe ve Moðolca’da ses uyumu
kuralý var.
Þunu da unutmamak lazým: Türkler ve
Moðollar o kadar uzun süre bir arada yaþamýþ,
o kadar karþýlýklý etkileþimde bulunmuþlar ki
çok sayýda karþýlýklý alýntýlanmýþ kelimeler söz
konusu. Çiçek kelimesi mesela aslýnda
Moðolca bir kelimedir. Ulus kelimesi, çok
kullandýðýmýz kelimelerden biridir ve
Moðolcadan geçmiþtir. Bayýndýr kelimesi de
ayný þekilde Moðolcadýr. Dolayýsýyla
akademisyenler, dil bilimciler Moðol dilleri ile
Türk dillerinin köken baðý konusunda
þüpheliler ama yapý benzerlikleri itibariyle
Altay Dilleri dediðimiz bir grup içerisine
koyuyorlar. Altay dilleri içerisinde Moðol, Türk,
Tunguz dilleri bulunuyor, ayrýca bazý bilginler
Korece ve Japoncayý da dahil ediyorlar.
Son olarak günümüzde Moðol Ýmparatorluðu
ne ifade ediyor? Bu büyük imparatorluðun
günümüze yansýmalarý nelerdir sizce?
Günümüzde Moðol Ýmparatorluðu bugün bile
tasavvur edilmesi güç bir siyasi büyüklüðü
ifade ediyor. Çünkü Moðol Ýmparatorluðu tarih
boyunca bugüne deðin oluþturulmuþ en büyük
kara imparatorluðudur. Hatta Sovyetler
Birliðinin en geniþ zamanýndan dahi daha
büyük bir imparatorluk olmuþtur. Çünkü
Sovyetler Birliði Doðu Avrupa ve Sibiryayý
sýnýrlarýna katmýþ fakat Çin, Hindistan, Ýran
ve Anadolu’ya yayýlamamýþtýr.
26
saðlanmasý.SSM, Louvre ile yapýlan iþbirliði
ile, öncelikle, Þubat-Mayýs 2008 tarihlerinde,
a) Sabancý Üniversitesi Sakýp Sabancý
“Ýstanbul, Ýsfahan, Delhi / XV. Yüzyýldan XVIII.
Müzesi
Yüzyýla Ýslam Ýmparatorluklarý” sergisini
(SSM) & Louvre Müzesi iþbirliði
aðýrlayacak. Louvre Müzesi’nin Ýslam Eserleri
Ýki kurum arasýnda gerçekleþtirilen 5 yýllýk
Koleksiyonu’ndan yaklaþýk 200 eserin yer
kültürel ve bilimsel iþbirliði anlaþmasý,
alacaðý sergi, 15. ve 18. yüzyýllar arasýnda
Sabancý Üniversitesi Mütevelli Heyeti Baþkaný
Ýslam dünyasýnýn üç büyük imparatorluðu
Güler Sabancý ve Louvre Müzesi Baþkaný ve
olan Osmanlý, Ýran-Safevi ve Hint-Mugal
Genel Müdürü Henri Loyrette tarafýndan,
dönemine ait yapýtlarý içerecek. Louvre
Paris’teki Louvre Müzesi’nde imzalandý.
müzesinden ilk kez çýkacak eserleri içeren
Ýþbirliðinin kapsamý:
sergi, Ýslam sanatýnýn zengin ve görkemli
Eðitim alanýnda: Ziyaretçiler için konferanslar
çaðlarýný, çok geniþ bir iliþkiler ve etkileþimler
gerçekleþtirilmesi, audio-guide’larýn
yelpazesinde bir araya getirecek.
hazýrlanmasý, yayýnlar çýkarýlmasý. Okullar,
Ýþbirliði uyarýnca, SSM’ye “Louvre Müzesi
þirket çalýþanlarý, ilgili dernekler, sanatçýlar
Ýslam Sanatlarý Departmaný Partneri”
gibi farklý hedef kitleler için eðitsel ve
statüsü verilecek.
pedagojik faaliyetler düzenlenmesi. Ücret
SSM bünyesinde açýlacak “Müze Etüdleri
politikalarý, üyelikler, ziyaretçi inceleme ve
Merkezi”
analiz yöntemleri gibi alanlarda deneyimlerin
Louvre Müzesi ve baþka müzelerden,
paylaþýlmasý.
üniversitelerden bilim adamlarý, uzmanlar,
Mesleki alanda: Yapýt konservasyonu, analiz
bilimsel, mesleki ve eðitsel alanlardaki
ve restorasyon teknikleri, müze iþletim ve
birikimlerini bu merkezde paylaþacaklar.
yönetimi gibi konularda eðitim programlarý,
2) Sergiler
seminer ve konferanslar gerçekleþtirilmesi,
Transilvanya kiliselerindeki, 1500-1750 yýllarý
staj ve mesleki for masyon eðitimi
arasýnda Batý Anadolu’da üretilmiþ halýlar,
olanaklarýnýn saðlanmasý.
SSM’de 19 Nisan’dan itibaren sergileniyor.
Bilimsel alanda: SSM uzmanlarý ve Sabancý
Sergi adý: “Tanrýya Adanmýþ Halýlar”
Üniversitesi’nde bu alanda öðrenim gören
Lizbon’da Gulbenkyan müzesinde, 14
uzmanlara, Louvre’un koleksiyonlarýnda
Haziran’dan itibaren S SM’nin resim
bulunan Ýslam sanatlarý bölümlerinin yaný
koleksiyonundan seçmeler sergilenecek.
sýra eski çað kültürleri, doðu antikalarý, Yunan,
Madrid’de Aralýk ayýnda Hat Koleksiyonu
Etrüsk ve Roma antikalarý bölümlerinde, belli
sergilenecek.
bir bilimsel proje üzerinde çalýþma imkaný
Sabancý Üniversitesi Sakýp Sabancý Müzesi
27
ARAÞTIRMA
Araþtýrma ve Ýnovasyon Festivali
ARÝF
Aytül Erçil
Bir ülkenin ekonomik büyümesi ve rekabet
gücü kazanmasýndaki en önemli etken
teknolojidir. Ancak bilgi toplumuna ve bilgi
ekonomisine doðru evrilen dünyamýzda
teknolojinin geliþtirilmesi kadar toplumsal
faydaya çevrilmesi yani “inovasyon süreci”
de, toplumlarýn geleceðini belirleyen çok
önemli bir unsur haline geldi.
Avrupa Birliði 2000 yýlýnda, Lizbon’da
istihdam, ekonomik reform ve toplumsal
uyum konularýndaki hedeflere ulaþmak için
gerekli büyümenin bilgiye dayalý, rekabetçi
ve dinamik bir ekonomi olmaktan geçtiðinin
altýný çizdi. Rekabet gücünü artýrmanýn yolu
ise, araþtýrma-geliþtirme ve inovasyonu teþvik
etmek, insana yatýrým yapmak ve bilgiye dayalý
bir ekonomik-toplumsal yapýya geçiþi
hýzlandýrmak olarak or taya kondu.
Bu hedefe yönelik olarak yapýlan birçok
çalýþmadan biri de, 2005 yýlýndan itibaren her
yýl Eylül ayýnda bir Cuma gününün tüm Avrupa
ülkelerinde ‘Araþtýrmacýlar Gecesi’ olarak
kutlanmasýný öngören bir etkinlik.
Sabancý Üniversitesi organizasyonunda ve
Petrol Ofisi sponsorluðunda geliþtirdiðimiz
ve ARÝF 2006-Ýstanbul ARaþtýrma ve
Ýnovasyon Festivali olarak isimlendirdiðimiz
projemizde ‘Araþtýrmacýlar Gecesi’ni Ýstanbul
çapýnda kutlamak, araþtýrma ve araþtýrmacýnýn
ne kadar hayatýmýzýn içinde olduðunu
toplumla paylaþmak istedik.
ARÝF 2006’nýn hedefini bilim, teknoloji ve
inovasyonun, bilgi toplumunda deðer
yaratmanýn en önemli süreci olduðunun
toplumun tüm kesimlerince algýlanmasý ve
benimsenmesini saðlamak, genç insanlarý
araþtýrmacý bir kariyere teþvik ederek
Türkiye'deki araþtýrmacý açýðýnýn
kapanmasýna katkýda bulunmak, üniversiteler,
araþtýrma ve sanayi kurumlarý arasýnda
güçbirliklerini artýrmak olarak tanýmladýk.
Araþtýrmanýn sadece üniversitelerde deðil,
toplumun tüm kesimlerinde (özel þirketler,
devlet, sivil toplum örgütleri, araþtýrma
merkezleri, vb.) yapýlabildiðini, bu
araþtýrmacýlar arasýnda oluþan iþbirliklerinin
nasýl katma deðere dönüþebileceðini
örneklerle göstermek istedik. Bu amaçlara
dönük olarak ARÝF 2006 etkinliðinde Sabancý
Üniversitesi, Tübitak MAM, Intel A.Þ.,
Momentum A.Þ. ve Zihni Sinir Ltd. gibi farklý
kurumlarý biraraya getirerek çeþitli aktiviteler
organize ettik.
28
ARÝF 2006’da düzenlenen aktiviteleri 3 ana
tema etrafýnda geliþtirdik: ‘Araþtýrma
eðlencelidir’, ‘Araþtýrma faydalýdýr’, ve
‘Araþtýrýcýlar insandýr’
‘Araþtýrma eðlencelidir’ temasý çerçevesinde,
robotla karþýlýklý satranç oynamak, kendi
DNA’sýndan kolye yapmak, kiþilerin bilgisayar
tarafýndan karikatürlerinin yapýlmasý gibi
aktiviteler ve çok çeþitli Zihni Sinir projeleri
yer aldý. Ayrýca gençlere yönelik Robotik
Atölyeler ve sistematik inovasyon atölye
çalýþmalarý gerçekleþtirildi.
ARIF 2006’da sergilenen çeþitli Zihni Sinir
projeleri
‘Araþtýrma faydalýdýr’ temasý çerçevesinde ise
hayatýmýzýn çeþitli noktalarýnda yararlarýný
görebileceðimiz pek çok araþtýrma faaliyetine
yer verildi. Bunlardan bazýlarý: Nanoteknoloji
kullanarak daima temiz kalan yüzeyler
yaratýlmasý, çöplerden bitki gübresi elde
edilmesi, sürücü yorgunluðunun otomatik
saptanarak kaza önleyici tedbirler alýnmasý,
engelliler için göz kaslarý hareketlerinin takip
edilerek yazý yazmalarýnýn saðlanmasý gibi
projelerdi.
Tüm aktivitelerin farklý eðlence ve öðreti
düzeyleri olmasýna raðmen ana amaç
araþtýrmacý ile çeþitli toplum kesimleri
arasýndaki mesafeyi azaltmak, bilimin günlük
hayatýn bir parçasý olduðu gerçeðini
vurgulamak ve gençlere potansiyel kariyerleri
için yol göstermek idi.
Robotla santranç oynama
Robot atelyesinden bir görüntü Bilgisayar tarafýndan otomatik üretilen
bir karikatür
‘Araþtýrmacýlar Ýnsandýr’ temasý çerçevesinde
ise Zihni Sinir karikatür sergisi ve bir
araþtýrmacýnýn ebru sergisi katýlýmcýlarla
paylaþýldý. Üniversite ve sanayi
kuruluþlarýndan araþtýrmacýlarla sohbet
toplantýlarý organize edildi.
Türkiye’nin uzun süreli ekonomik büyümesi
ve rekabet gücünü artýrabilmesi için teknolojik
kapasitesini yükseltmesi, teknolojik
inovasyonlarla verimliliðini artýrmasý, üretimini
ve dýþ ticaret yapýsýný teknoloji yoðun ürünlere
dönüþtürmesi gerekmektedir. Bu tür bir
transformasyon kendi kendine olmaz.
Yeteneklerin farkýndalýðý ve üniversiteler,
araþtýrma merkezleri ve endüstrinin yakýn
iþbirliði bu sürecin önemli parçalarýný
o l u þ t u r m a k t a d ý r. A R Ý F 2 0 0 6 g i b i
organizasyonlar, çeþitli paydaþlarý eðlenceli
bir ortamda bir araya getirerek bu sürecin
gerçekleþmesine katkýda bulunmaktadýr.
ARIF 2006’da sergilenen çeþitli Zihni Sinir projeleri
29
ÖDÜL
“ Sakýp Sabancý Uluslararasý
Araþtýrma Ödülü”
10 Mayýsta sahiplerini buldu
Haber: Elif Gülez
Sabancý Üniversitesi ve Brookings Enstitüsü iþbirliði ile bu yýl ikincisi verilen “Sakýp
Sabancý Uluslararasý Araþtýrma Ödülü” 10 Mayýs’ta Washington’da düzenlenen ödül
töreniyle sahiplerini buldu. Törene ABD Eski Dýþiþleri Bakan Yardýmcýsý Richard Holbrooke
da katýlarak “Turkey and America: Indispensable Allies at a Crossroads - Türkiye ve
ABD:Kesiþme Noktasýnda Vazgeçilmez Müttefikler” baþlýklý bir konuþma yaptý.
Sakýp Sabancý Uluslararasý Araþtýrma Ödülü’nü
bu yýl, Columbia Üniversitesi’nden genç
araþtýrmacý Christine Philliou, “The Paradox
of Perceptions: Interpreting the Ottoman
Past Through the National Present”;
“Algýlama Paradoksu: Osmanlý Geçmiþini,
‘Ulusal Bugün’ Gözüyle Yorumlamak” adlý
çalýþmasýyla kazandý.
Ýkincilik ödülü, Koç Üniversitesi’nden Dr.
Þuhnaz Yýlmaz ve 2007 Sonbaharýnda
Wisconsin Üniversitesi’ndeki yeni görevine
baþlayacak olan Dr. Ýpek Yosmaoðlu’nun
“Fighting the Specters of the Past:
Dilemmas of Ottoman Legacy in the Balkans
and the Middle East”; “Geçmiþin
Hayaletleriyle Savaþým: Balkanlar ve
Ortadoðu’da Osmanlý Mirasý Çýkmazý”
baþlýklý ortak çalýþmasýnýn oldu. Üçüncülüðü
ise, Sabancý Üniversitesi’nden doktora
öðrencisi Maximilian Har tmuth kazandý.
Hartmuth’un çalýþmasý, “De/Constrducting
a ‘Legacy in Stone’: Of Interpretive and
Historiographical Problems Concerning the
Ottoman Cultural Heritage in the Balkans”;
“‘Mirasý Anýtý’nýn Yeniden Ýnþa Edilmesi:
Balkanlar’da Osmanlý Kültürel Mirasý’na
Dair Yorum ve Tarihçilik Sorunlarý” baþlýðýný
taþýyor.
Yarýþmada ayrýca, Michigan Üniversitesi’nden
Dr. Edin Hajdarpasic, “Out of the Ruins of
the Ottoman Empire: Reflections on Ottoman
Legacy in Bosnia and Herzegovina”;
“Osmanlý Ýmparatorluðu’nun Yýkýntýlarýndan:
Bosna-Hersek’te Osmanlý Mirasý Üzerine
Düþünceler” baþlýklý çalýþmasýyla, Oberlin
College’dan Charles Sabatos ise, “ ‘Worse
than a Turk’: Slovak Perceptions of Ottoman
Legacy in Eastern Europe”; “‘Türk’ten de
kötü’: Osmanlý Mirasý Hakkýnda Doðu
Avrupa’da Slovak’larýn Algýlamalarý”
baþlýklý çalýþmasýyla birer mansiyon ödülü
kazandýlar.
Ya r ý þ m a n ý n u l u s l a r a r a s ý j ü r i s i n i n
koordinatörlüðünü Sabancý Üniversitesi
Ýstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof.
Dr. Üstün Ergüder yürüttü. Prof. Ergüder,
“Balkanlar ve Ortadoðu’da Osmanlý Mirasýna
Dair Algýlama” baþlýðý altýnda bu yýl
kendilerine çok sayýda üstün nitelikte
araþtýrma geldiðini ifade ediyor.
Baþvurularýn önemli bir bölümünün yurtdýþý
kaynaklý olduðuna dikkat çeken Prof. Ergüder,
bu ilgiyi þöyle yorumluyor: "Ýlki geçtiðimiz
yýl verilen Uluslararasý Sakýp Sabancý
Ödülü’nün çok önemli bir hedefi var:
ÖDÜL
Genç araþtýrmacýlarý Türkiye ile ilgili çeþitli
konularda araþtýrma yapmaya teþvik etmek
ve Türkiye'de olduðu kadar yurt dýþýnda da,
ülkemiz hakkýnda, ‘entelektüel merak ve ilgi
uyandýrmak’. Bu yýlki yarýþma konusunun bu
hedefe ulaþmada önemli bir rolü olacaðýna
inanýyorum. Bu yýl, yur t içi ve dýþýndan saygýn üniversite ve araþtýrma kurumlarýnda
görevli araþtýrýcýlardan gelen ve Osmanlý'nýn
Balkanlar ve Ortadoðu'da býraktýðý mirasa dair
algýlamayý, çok farklý boyutlarýyla ve
displinlerarasý bir anlayýþla ele alan eserler
bunun en önemli göstergesi. Uzun vadede
tüm bu eserlerin, Türkiye çalýþmalarýna ciddi
katký getirecek bir kaynak oluþturmasýný
bekliyoruz."
Sakýp Sabancý Uluslararasý Araþtýrma Ödülü
Jürisi aralarýnda Prof. Dr. Cornell Fleischer
(Chicago Üniversitesi), Prof. Dr. Cemal
Kafadar (Harvard Üniversitesi), Prof. Dr.
Metin Kunt (Sabancý Üniversitesi), Prof. Dr.
Maria Todorova (Illinois Üniversitesi), Prof.
Dr. Elizabeth Zachariadou (Insitute for
Mediterranean Studies in Rethymnon,
Hýrvatistan), Prof. Dr. Sami Zubaida (Birkbeck
College, Londra Üniversitesi), Prof. Dr. Walter
Denny (Massachusetts Üniversitesi) ve Prof.
Dr. Israel Gershoni’nin (Tel Aviv Üniversitesi)
bulunduðu, uluslararasý arenada tanýnmýþ
saygýn uzman ve akademisyenlerden oluþuyor
Birincilik ödülü 20 bin ABD Dolarý
“Sakýp Sabancý Uluslararasý Araþtýrma Ödülü”
2007 yýlý için; birinciye 20.000 ABD Dolarý,
ikinciye 10.000 ABD dolarý ve üçüncüye ise
5.000 ABD dolarý olarak belirlendi. “Balkanlar
ve Or tadoðu’da Osmanlý Mirasýna Dair
Algýlama” baþlýðý altýnda, yarýþma
katýlýmcýlarýndan, çalýþmalarýnda, saha
araþtýrmasý, arþiv ve/veya el yazmalarýnýn
incelenmesi ya da kalitatif veri toplama
yöntemleriyle, Osmanlý Ýmparatorluðu’nun
Balkanlar ve Or tadoðu’da býraktýðý tarihi,
kültürel, ekonomik ve politik mirasa dair
“algýlamalarý” incelemeleri ve analiz etmeleri
istendi.
30
Sakýp Sabancý Uluslararasý Araþtýrma
Ödülü
Sabancý Üniversitesi Mütevelli Heyeti Onursal
Baþkaný merhum Sakýp Sabancý’nýn vasiyeti
üzerine, geçtiðimiz yýl ilki verilen Sakýp
Sabancý Uluslararasý Araþtýrma Ödülü, Türk
ve Ýslam Sanatý, Türkiye’nin Tarihi,
Ekonomisi, Sosyolojisi gibi alanlarda
veriliyor. Sabancý Üniversitesi ve
Amerika’nýn en saygýn düþünce ve araþtýrma
merkezlerinden Brookings Institution
iþbirliðiyle verilen “Sakýp Sabancý
Uluslararasý Araþtýrma Ödülü”ne katýlan
çalýþmalar uluslararasý alanda tanýnan yerli
ve yabancý uzmanlardan oluþan bir jüri
tarafýndan deðerlendiriliyor. 2006 yýlýnda
Sakýp Sabancý Uluslararasý Araþtýrma
Ödülü’nü, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi
Bölümü öðretim üyelerinden Yardýmcý Doçent
Dr. Lerna K. Yanýk, “Köprü, Kavþak ve
‘Tampon Bölge’ Kavramlarýndan Öteye:
Türkiye’nin Gelecekteki Uluslararasý
Rolünü Tanýmlamak” baþlýklý çalýþmasýyla
kazanmýþtý.
SOHBET
“çarþamba sohbetleri”
'Çarþamba Sohbetleri' üniversitemizin bünyesinde yer alan herkese
her yönden açýk bir toplantýlar zinciridir. Bu toplantýlara isteyen
herkes, dinleyici ya da konuþmacý olarak katýlabilir.
Sohbetler geçtiðimiz haftalarda rektörümüzün '' Hollanda
Kraliçesi'ne anlattýklarým: Yenicamii'den Eyüp Sultan'a bir sanal
gezinti'' baþlýklý konuþmasý ile baþladý, Ali Alpar'ýn ''Dönme'' konulu
sohbetiyle devam etti.
Her hafta Çarþamba günü 16:30-17:30 saatleri arasýnda, Sinema
Salonu'nda ilginç konu ve konuþmacýlarla birlikte olmaya devam
edeceðiz.
31
32
Eyüp
Yeni cami
Çarþamba Sohbetleri’nin ikinci konuðu Ali
Alpar, evrendeki yakýn cisimlerin birbirleriyle
olan iliþkilerinden bahsederek "dönme"nin bu
cisimlerin hareketindeki belirleyici rolünü
anlattý. Ali Alpar’ýn çok akýcý bir üslupla
anlattýðý ve görsellerine de yer verdiði yýldýzlar,
uzay, evrenden söz ettiði sohbetini dinlemek
çok zevkliydi. Bu son derece cazip söyleþiyi
ne yazýk ki yalnýzca sekiz kiþi dinledi.
Üçüncü konuk Cihan Saçlýoðlu’nun baþlýðý
son derece meraklandýrýcý olan konuþmasýný,
“Hiçbirþey hakkýnda her þeyi bilmek istiyorsanýz
bu sohbeti kaçýrmayýn” cümlesiyle duyurulan
sohbetini ne yazýk ki dinleme fýrsatý bulamadým.
Aldýðým bilgilere göre Cihan Beyi çoðunluðu
öðrencilerinden oluþan yaklaþýk yirmi beþ kiþi
dinlemiþ. Öðrenciler dýþýndaki dinleyiciler, bol
formüllü bir söyleþi olduðunu söylediler.
Dördüncü konuk Hasan Bülent Kahraman’ýn
sohbetinin baþlýðý “Nekrofili 1: Tiyatro
Öldümü?” sorusuydu.
Baþlýktan da anlaþýlacaðý üzere bir dizi olarak
düþünüldüðü izlenimini veren söyleþisinin
içeriðini konuþmacý kendi ifadesi ile þu
þekilde özetliyor: “Tiyatro her büyük
toplumsal dönüþüm döneminde deðiþti. Antik
Yunan, Rönesans, Fransýz Ýhtilali dönemleri
kadar 20. yüzyýlýn görsel ve sözel dünyasý
da tiyatroyu yapýsal olarak etkiledi. Bununla
birlikte son çeyrek yüzyýldýr tiyatronun
kendisini üretip üretmediði çok tartýþýlýyor.
Ýçinde bulunduðumuz görsellik ortamýnda
ve onun hakim ideolojisi içinde acaba eski
bir seyirlik oyun olan tiyatronun yaþama
þansý var mý?”
Bu söyleþiyi dinleyemediði için benim gibi
hayýflanan çok kiþinin olduðunu tahmin
ediyorum. Fakat ne yazýk ki ayný saatlerde
Kasa Galeri’de Yoko Ono’nun “Açýk Þehir”
baþlýklý sergisinin açýlýþý vardý. Açýlýþta Yoko
Ono ile telefonda sohbet etme ihtimali de
olduðu için sanatla ilgilenen üniversite
mensuplarýnýn çoðu Karaköy’ün yolunu tuttu.
Daha nice Çarþamba Sohbetleri’ni dinlemek,
izlemek dileði ile…
Yeni cami