BasHaber PDF

Transkript

BasHaber PDF
1
SÖYLEŞİ
Kenan Nihat Elçi
İnsansız kareler
eksiktir
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:115
22 - 28 Ağustos 2016
bas-haber.com
S:16
Rojava’da rejim ile Kürdlerin savaşı mı başlıyor?
PYD ile Şam’ın sessiz ittifakı bozuldu
Kuzey Suriye Federasyonu’nun
ilanı, Menbic’in IŞİD’den kurtarılması ve Erdoğan’ın Putin ile
görüşmeleri sonrasında bölgede dengeleri bozan askeri
ve siyasi gelişmeler yaşanıyor.
TEV-DEM’li yöneticilerin iddialarına göre Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
geçtiğimiz hafta Esad ile telefon yoluyla bir görüşme gerçekleştirdi. Bu gelişmelerden
sonra PYD ile rejim arasında
mevcut olan sessiz ittifakta
kırılmalar ve çatışmalar baş
gösterdi.
Suriye rejimi bu kez ilk defa YPG mevzilerine
karşı Haseke’de ordusu ve savaş uçakları ile
saldırılar düzenledi ve bu saldırılar sonucunda
en az 13 sivil yaşamını yitirirken, onlarca sivil de
yaralandı ve halkın büyük bir bölümü kenti terk
etti. Öte yandan Uluslararası Koalisyon Kürdlere destek amacıyla savaş uçaklarını Haseke’ye
gönderdi ve kent şuanda YPG’nin ablukası altında. ABD’nin Şam lehine müdahil olmaması
yolunda Rusya’yı da uyardığı bildiriliyor.
Rojava’da geçtiğimiz hafta Suriye rejimi ile PYD/YPG
arasındaki denge siyaseti yerini çatışmalara bıraktı. Esad
Güçleri, İran Pasdarları ve
Hizbullah Milisleri ile birlikte
Haseke’de YPG güçlerine saldırdı. Geçtiğimiz yıllarda rejime bağlı paraminiler güçler
ile YPG güçleri arasında Kamışlo ve Haseke’de çatışmalar yaşanmış, Suriye Ordusu
yetkililerinin araya girmesiyle
çatışmalar durmuştu.
S:02 - 03 - 04 - 05
PYD’nin demokratik çoğulculuğu
BİLAL SAMBUR
s03
İhtiyarlamak
Yeni Türkiye, yeni millet
MESUT YEĞEN
s04
FERHAT KENTEL
Büyük felaket öncesi
s07
HAKAN TAHMAZ
s09
02
BasHaber SÖYLEŞİ
22 - 28 Ağustos 22016
MANŞET
Rojava’da rejim ile Kürdlerin savaşı mı başlıyor?
PYD ile Şam’ın sessiz ittifakı bozuldu
S
Murat Özdemir
uriye ve Rojava’da PYD’nin federasyon
ilanı, Menbic’in kontrol edilmesi ve
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip
Erdoğan’ın Rusya Lideri Vladimir Putin ile
görüşmesinden sonra bölgede dengeleri
altüst eden askeri ve siyasi gelişmeler başgösterdi. Askeri darbe girişiminin ardından
Rusya, Suriye ve İran ile ilişkilerini normalleştirme yoluna giden Türkiye, PYD’ye karşı
yeni bir politika geliştiriyor. Buna göre Ankara, Şam ile görüşmelere başlayarak, Esad
rejiminden PYD’ye yol vermemesi karşılığında, muhalefete olan desteğini kesecek.
TEV-DEM’li yöneticilerin iddialarına göre
Türkiye Cuhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
geçtiğimiz hafta Esad ile telefon yoluyla
bir görüşme gerçekleştirdi. Bu gelişmelerden sonra PYD ile rejim arasındaki sessiz
ittifakta kırılmalar ve çatışmalar baş gösterdi.
Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde Tahran’a
da bir ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor.
Son günerde dikkat çekici bir diğer gelişme
de İranlı üst düzey bir komutanın geçen
hafta yaptığı açıklamada PKK ile PJAK’ı
“terörist” olarak nitelendirmesi oldu.
Şam rejiminin saldırılarının devam
etmesi durumunda PYD’nin yeni bir
denge kurarak yönünü zorunlu bir şekilde
Batı’ya ve Amerika’ya çevirmesi bekleniyor.
Amerika’nın Suriye rejimini IŞİD’e karşı
müttefiklerine (YPG) saldırmaması konusunda uyarması ve bu doğrultuda Rusya’yı da
bilgilendirmesi dikkat çekici. Her ne kadar
KCK’li yetkililer İran ile ilişkileri normalleştirmek maksadıyla, Rojhilatlı güçlerden
Tahran rejimine karşı savaşmamalarını talep
edip, Kamışlo’yu tüm halkların kenti olarak
gösterse de, Tahran ve Şam’ın, Ankara ile
birlikte hareket etmesi bekleniyor. Uzmanlar Kürd Meselesi’nin üç ülkenin de ortak
sorunu olduğuna dikkat çekerek, adı geçen
ülkelerin bu sorunu bastırma konusunda ortak reflekslere sahip olduğuna vurgu yapıyor.
Sessizlik ittifakı neden bozuldu?
Rojava Kürdistanı’ında geçtiğimiz hafta
Suriye rejimi ile PYD/YPG arasındaki sessiz
ittifak sona erdi. Esad Güçleri, İran Pasdarları ve Hizbullah Milisleri ile birlikte Haseke’de
YPG mevzilerine saldırdı. Geçtiğimiz yıllarda
rejime bağlı paramiliter güçler ile YPG
arasında Kamışlo ve Haseke’de çatışmalar
yaşanmış, Suriye Ordusu yetkililerinin araya
girmesiyle çatışmalar durmuştu.
Suriye rejimi bu defa ilk kez YPG’ye karşı
Haseke’de ordusu ve savaş uçakları ile saldırılar düzenledi ve bu saldırılar sonucunda en
az 13 sivil yaşamını yitirirken, onlarca sivil de
yaralandı ve halkın büyük bir bölümü kenti
terk etti.
Öte yandan IŞİD karşıtı Uluslararası Koalisyon YPG’ye destek amacıyla savaş uçaklarını Haseke’ye gönderdi ve Şam rejimini
mütefiklerini vurmaması konusunda uyardı.
Haseke’de bulunan ABD özel birliklerinin de
kent dışına tahliye edildiği bildiriliyor. Kent
şuanda YPG’nin ablukası altında. Edinilen
bilgilere göre YPG, çatışmaların başlamasıyla
bölgedeki büyük bir askeri gücünü Haseke cephesine yönlendirdi. Kayrılan güçler
arasında Menbic’den birlikler de var. Ayrıca
bu çatışmalardan dolayı YPG, Bab’ı kurtarma
operasyonunu erteleyebilir. Bab, Efrin ve
Kobane bölgelerinin birleştirilmesi yolundaki son stratejik halka. Bazı yorumlara göre
rejim, YPG’nin Bab’daki hareketliliğini durdurup, Efrin ile Kobane’nin birleştirilmesini
engellemek için Haseke’de karışıklık çıkardı.
Heseke, Rojava’nın tek vilayeti
Haseke kenti Rojava’nın en büyük ve il statüsündeki tek kenti. Suriye kriz ve iç savaşı
başladığında Kürdler birçok kentte yönetime
el koydu ve rejim de Rojava’yı terk ederek bu
kentlerin idaresini PYD’ye teslim etti.
Ancak rejim güçleri, Rojava Kürdistanı’nın
başkenti olarak görülen Kamışlo ile
Rojava’nın en büyük kenti olan Haseke’den
çıkmadı. Her iki kentte de rejimini önemli
bir gücü var ve her iki kentte birçok mahalle
rejim güçleri tarafından kontrol ediliyor.
Suriye iç savaşının başlaması ile birlikte rejim
güçlerini Efrin, Kobane, Amude, Serekaniye
ve Derik’ten genel olarak çekti. Daha sonra
IŞİD’in eline düşecek olan Azez, Menbic,
Cerablus, Bab ve Mare de muhalif güçlerin
kontrolüne geçti. Esad rejimi son dönemlere
kadar Halep ve Haseke’de YPG ile birlikte
IŞİD’e karşı savaşıyordu.
Bu iki kentin dışında bölgede rejime ait
herhangi bir askeri güç bölgede kalmadı ve
Esad ile Rojava Yönetimi’nin öncülüğünü
yapan PYD arasında sorunsuz yürüyen sessiz
bir ittifak oluştu.
Ancak iki taraf arasındaki bu ittifak zaman
zaman yerini gerginlik ve çatışmalara bırakıyor. Kamışlo’da Nisan ayında rejime bağlı
milisler (Difa el Weteni) ile PYD’ye bağlı
asayiş güçleri arasında çatışmalar yaşanmış
ve yine saldırıların hedefi olan sivil halktan
onlarca kişi hayatını kaybetmiş, onlarcası
da yaralanmıştı. Ondan önce yine Haseke’de
2015’te Lübnan Hizbullahı’na bağlı milis
güçler ile rejim askerleri, YPG güçlerine
saldırmıştı. Haseke’nin Eziziye mahallesinde YPG ile rejim güçleri arasında yaşanan
çatışmalarda iki taraftan da çok sayıda insan
yaşamını yitirmişti.
Ancak ilk kez Suriye rejimi savaş uçaklarını da devreye sokarak, Kürd Güçlerine saldırıyor. Geçtiğimiz hafta Salı günü elde edilen
bilgilere göre, rejime bağlı milisler, PYD’ye
bağlı asayiş güçlerinin kontrol noktalarına
saldırdı ve çatışmalar başladı. Bölgedeki kanaat önderlerinden oluşan bir heyet taraflarla görüşerek çatışmaların durmasını sağladı.
Fakat geçici ateşkes uzun sürmedi ve her
iki taraf arasında tekrar şiddetli çatışmalar
başladı. Bunun üzerine söz konusu heyetin
arabuluculuğu ile çatışmalar yine bir süre
durdu. Ancak bu durum da uzun sürmedi
ve kentteki milis güçleri sıkışan Esad rejimi
YPG’ye karşı savaş uçaklarını devreye sokup
Kürd mahallelerini bombalamaya başladı.
Rejimin bu çatışmalarda Kürd Güçlerine
karşı ilk kez savaş uçaklarını kullanması,
durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Suriye
Ordusu Genelkurmay Başkanı çatışmalardan PYD’yi sorumlu tutarak, halkı rahatsız
ettiklerini ve devletin malın el koyduklarını
iddia etti.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR)
çatışmalar sonucunda en az 18 sivilin öldüğünü açıkladı. Haseke’deki çatışmalar kentin
taxên Neşwa Şerqi, Mesakin ile çarşı merkezinde yoğunlaştı. YPG’ye yakın kaynaklardan elde dilen bilgilere göre asayiş güçleri
çatışmaların yaşandığı bölgelerde ilerleme
kaydetti ve rejime bağlı milis güçleri kent
merkezinde ablukaya aldı. Milis güçlerinin
sıkışması üzerine rejim de hava saldırılarına başvurarak, kenti kuzey mahallelerini
bombalamaya başladı. Yine YPG kaynaklarını aktardığı bilgiler göre Haseke’de en az 32
milisi etkisiz hale getirilirken, 33 milis de esir
alındı.
ABD, Haseke’ye uçak gönderdi
IŞID’e karşı oluşturulan Uluslararası
Koalisyonun öncülüğünü yapan ABD de
Haseke’deki çatışmalar ile ilgili bir açıklama
yaptı. ABD Savunma Bakanlığı (CENTCOM)
yaptığı açıklamada bölgedeki güçlerinin güvenliği ve Kürdlere destek amacıyla bölgeye
savaş uçakları gönderdiklerini bildirdi. ABD
ile Kürd Güçleri bir süredir koordinasyon
halinde operasyonlar yürütüyor ve DSG de
koalisyonun bir parçası olarak görülüyor.
Bölge’de dengeler değişiyor, Kürd karşıtı
cephe genişliyor
Haseke’de yaşanan çatışmaların sebepleri
ile ilgili de, asayiş güçleri rejime bağlı milislerin kendi kontrol noktalarına saldırıda
bulunduğunu ve bu milislerin uygulamalarıyla gerginliklerin çıkmasına sebep olduklarını belirtiyor. Çatışmalar ile ilgi resmi bir
açıklama yapan Esad rejimi de PYD’ye bağlı
asayişin kenti tamamıyla kontrol almak
istediklerini iddia ederek, çatışmalara sebeb
olarak Kürdleri suçladı.
Çatışmaların nedeni yeni siyasi dengeler
Türkiye, İran ile Suriye arasındaki yakın-
laşmadan sonra çatışmaların patlak vermesi
tesadüf olarak görülmüyor. İç savaşının başlamasından bu yana Suriye’de hiçbir şekilde
Esad’ın varlığını kabul etmeyen Türkiye,
Suriye politikasında son dönemlerde bir değişikliğe gitti. Rusya ile diyalogun sağlanıp,
ilişkilerin normalleşmeye başlamasından hemen sonra, Türkiye Başbakanı Suriye ile de
ilişkilerini geliştirmek istediklerini açıkladı.
Bu çerçevede Türkiye, İran ve Esad rejiminin
bir dizi toplantı gerçekleştirerek belli konularda uzlaştıkları belirtiliyor. Türkiye Esad’ın
iktidarda kalmasını başından beri kabul
etmediğini bildirse de Suriye’nin toprak
bütünlüğünü de şart koşarak, Rojava’da kurulmuş olan Özerk Kürd Yönetimini kabul
etmiyor ve şiddetle karşı çıkıyor. Suriye’de ki
savaşta fiili olarak yer alan ve her türlü askeri
yardım ve destekle Esad Rejimi’nin yanında yer alan İran Rejimi’nin Kürdlere karşı
takındığı tutum da Türkiye’nin tutumundan
farklı değil. Esad Rejimi de Haseke saldırılarına kadar her ne kadar Kürdlere karşı
bir sessizliğin içinde bulunsa da, Kürdlerin bölgede oluşturduğu yönetimi kabul
etmediğini, PYD’nin ilan ettiği federasyonun
yasadışı olduğunu her fırsatta dile getirerek Rojava’daki Özerk Kürd Yönetiminin
defacto bir durum olduğunu bildiriyor.
Suriye Ordusu’na sağladığı hava desteği ile
Esad Rejimini düşmekten kurtaran Rusya da
Suriye’nin toprak bütünlüğü şartını koyarak
rejimden farklı düşünmüyor. Çatışmaların
başlama sebebi olarak son dönemdeki bu
gelişmeler gösterilirken, bir önemli neden de
Kürd güçlerinin ilerleyişi sonuna kantonların birleşme ve Kürd koridorunun oluşma
ihtimalinin güçlenmesi olarak gösteriliyor.
MANŞET
BasHaber
22 - 28 Ağustos 2016
3
SÖYLEŞİ
Haseke’de çatışmalar, Menbic
kurtarıldıktan sonra başladı
Menbic Operasyonu 73. gününde
HSD’nin başarısı ve IŞİD’in kentten
temizlenmesiyle sonuçlanmıştı.
Menbic’in kontrol edilmesi ile Kürd
kantonları arasında mesafe azalmış,
HSD Kürd bölgelerini birleştirmek,
Efrin ve Rojava’nın geneli üzerindeki
ambargoyu kırmak için hazırlıklar içerisine girmişti. Bu çerçevede Kürd bölgesini birleştirme yolunda son adım
olan Bab’ın alınması amacıyla Bab
Askeri Meclisi ilan edilerek, operasyon hazırlıklarına başlandı. Operasyonun kısa süre içerisinde başlanması
ve Kürd kantonlarının birleştirilmesi
bekleniyordu. Kürdlerin bölgedeki bu
ilerleyişi ve hamlelerinden bölge ülkeleri ile Esad rejiminin rahatsız olduğu
biliniyor. Çünkü eğer Bab’da Kürdlerin
kontrolüne geçerse, Rojava bölgeleri
birleşiyor ve bölge tamamıyla PYD’nin
kontrolü altına giriyor. Suriye rejiminin bu gelişmelerden sonra Haseke’de
başlattıkları saldırıların lokal bir olay
olmadığı düşüncesini güçlendiriyor.
Kamışlo da tehlike altında
Esad rejiminin askeri varlığı
daha çok Kamışlo’da bulunuyor. Bu
kentte askeri havaalanı, 5 bine yakın
asker ve Lübnan Hizbullahı’na bağlı
milis güçler bulunuyor. Kentte aynı
zamanda rejime yakın aşiretlerinde
5 bine yakın milis güçte bulunuyor.
Suriye Başbakanı geçtiğimiz hafta
Kamışlo’yu ziyaret etmiş, bölgedeki
aşiret liderleri ile yaptığı toplantılarda
YPG’ye karşı silahlanmalarını talep
etmişti. Haseke’de ise rejim kendisine bağlı bazı milis gruplar ile Arap
mahallelerinde varlığını sürdürüyor,
kentin çevresi ise genel olarak YPG’nin
kontrolü altında. Ayrıca Suriye Rejimi
bu son saldırıları ile Kürd inkarı üzerine inşa ettiği politika ve zihniyetinde
bir değişikliğe gitmediğini ve fırsatını
bulduğu an Haseke’de olduğu gibi
tüm kara ve hava gücünü Kürdlere
karşı kullanacağını bir kez daha göstermiş oldu.
Dr. Evdilkerîm Ceziri: İran ve
Hizbullaha bağlı milisler
saldırıyor
Cizir Bölgesi Savunma Bakanlığından Dr. Evdilkerim Ceziri, Haseke çatışmaları ile ilgili BasHaber’e konuştu.
Rejimin Kamışlo saldırılarını hatırlatan Ceziri, Türkiye ve İran’nın etki
ve kontrolü altında bulunan rejimin
Kürdler bir kazanım ve ilerleme elde
ettiğinde saldırı pozisyonuna geçtiğini
vurguladı. Rejimin uçaklarını da
devreye sokarak Kürd Güçleri ile sivil
halka saldırmaya başladığını belirten
Ceziri sözlerini şöyle sürdürdü: “Saldırılar Kamışlo’ya da yayılabilir. Rejim
sivilleri hedef alarak halkı bölgeden
göçertiyor. Bu saldırılar özellikle tarihi
kazanımlar elde ettiğimiz ve Efrin ile
Kobane’nin birleştirilmesş için stratejik konuma sahip Menbic’in alınmasından sonra geldi. Rejim korkuya
kapılmış durumda. Rejimle birlikte
bölge ülkeleri Türkiye ile İran da aynı
şekilde bu kazanımlar karşısında
paniğe kapılmış durumdalar. Kürd
Güçleri ilerlediği ve terörü bölgeden
temizlemeye başladığı vakit, planlarını devreye sokuyorlar. YPG ile asayiş
şuan bir savaşın içindedir. İran ve
Hizbullaha bağlı milisler de saldırıyor.
Ancak bu saldırılar sonucunda da
Kürdlerin kazanımları arttı, rejimin
elindeki bir çok nokta kontrol edildi.
Halkımızın morali yüksektir. Biz
Suriye’de önemli bir aktör konumundayız ve hazırlıklarımızı da çok iyi
yaptık.
“Başarımız, şovenist rejimlerin
ölümüdür”
Kürdlerin başarısının, bölgedeki
şovenist rejimlerin ölümü anlamına
geldiğini belirten Ceziri, Uluslararası
Koalisyonun bir parçası olduklarını
söyleyerek, “Tarihin tekrar tekerür
etmemesi için tüm hazırlıklarımızı
yaptık. Suriye’de mezhebi ve etnik
savaşın bir parçası olmadık. Üçüncü
çizgiyi seçtik ve zaten bundan dolayı
da saldırılarını artırarak sürdürüyorlar. Siyasi olarak da, asakeri olarak da
büyük bir gücümüz var. Artık kimse
bizi görmezden gelemez, yok edemez.
Rejimin Haseke’de fazla bir gücü
yok. Kentin yüzde 90-95’i YPG’nin
kontrolünde. Rejim Haseke’de sıkışış
durumda ve son çare olarak uçaklarına başvurdu.”
“Rejim’in Rojava’dan çıkarılması
halkın çıkarına değildir”
Dr. Evdilkerim Ceziri Süryanilerin
askeri gücü olan Sotoro’nun da Kürdlerin saldırdığı yönündeki iddialar
ile ilgili olarak, Süryanilerin Sotoro
isminde iki askeri güce sahip olduğunu ve rejimle birilikte hareket eden
Sotoro’nun kendilerine saldırdığı yönündeki bilgileri teyit edemediklerini
bildirdi. Ceziri Rus uçakları da saldırılarda yer aldığı yönündeki iddiaları da
teyit edemediklerini ve buna ihtimal
vermdiklerini söyleyerek, “Rusya
bir rol alırsa çatışmaları sonlandırma yönünde oynar” dedi. Rejimin
tamamıyla Rojava’dan çıkarılması
yönündeki beklentileri de değerlendiren Ceziri bunu yapabilecek güçte
olduklarını ancak bunun halkın ve
bölgenin çıkarına olmadığı düşünüyoruz ifadelerini kullandı. Ceziri son
olarak kontrolü altındaki bölgeleri her
gün genişlettiklerini ve rejim yaptığı
her saldırıya karşılık en üst düzeyde
karşılık bulacağını vurguladı.
Kobanê Başbakanı Yardımcısı
Xalid Berkel: Toplantılardan sonra, saldırılar geldi
Kobane Kantonu Başbakan Yardımcısı Halid Berkel de BasHaber’e
konuşarak saldırıların Menbic zaferi
ve bölge ülkelerinin kendi aralarında
yapmış oldukları toplantılardan sonra
geldiğine dikkat çekti. Bazı güçlerin
Kürdlerin kazanımlarından rahatsız olduğunu söyleyen Berkel, “bu
saldırılarla bie karşı olan düşmanlıklarını tekrar sergiliyorlar. Zaten rejim
savaşın başından beri Suriye’nin her
bölgesinde sivillere hedef alıyor. Son
olarak da Hasekeyi bombaladı. Esad
son dönemde Kürd karşıtı güçlerle bir
dizi toplantılar gerçekleştirdi. Bu toplantılardan sonra saldırmaya başladı.
Kazanımlarımızı yok etmek istiyorlar.”
şeklinde konuştu.
“Rejimin Rojava’da fazla gücü yok“
Berkel Haseke savaşının her iki
tarafın çıkarına olmadığını söyleyerek, rejimin çok güçlü olduğundan
değil, sadece kendini göstermek
amacıyla saldırdığını vurgulayarak
şöyle konuştu: “Rejimin fazla bir gücü
yok. Bu saldırırla varlığını göstermeye
çalışıyor. Ancak kabul ederiz ya da
etmeyiz, rejim resmi kurumları ile
Rojava’da vardır. Sembolik de olsa
pasaport, kimlik vs. gib şeylerle rejin
varlığını ve meşruluğunu bir şekilde
devam ettiriyor. ”
03
PYD’nin demokratik
çoğulculuğu Kürdleri
neden kapsamıyor?
BİLAL SAMBUR
Rojava’da her gün yeni gelişmeler
yaşanmaktadır. En son olarak yaşanan
iki önemli gelişme, çok dikkat edici
niteliktedir. Birincisi, Esad Rejimi’ne
bağlı uçaklar, Haseke’yi bombaladı ve
Rejim askerleri ile YPG güçleri arasında şiddetli çatışmalar çıktı. Çatışmalar
sonucunda onlarca insanın yaralandığı
ve hayatını kaybettiği ifade edilmektedir. Haseke’de bunlar olurken PYD,
ENKS’ye mensup 34 siyasetçiyi geçen hafta gözaltına aldı ve
ENKS lideri İbrahim Bro’yu tutukladıktan bir süre sonra sınır
dışı etti. Rojava’da rejimle çatışma tehlikesinin ortaya çıktığı
ve DAİŞ’in yeni bir saldırı geliştirmeye çalıştığı bugünlerde
PYD’nin ENKS’ye karşı baskıcı bir tutum içine girmesi pek
anlaşılır gözükmemektedir.
PYD, Rojava’da iki temel politikadan hiçbir zaman
vazgeçmemiştir. Birincisi PYD, YPG dışında Rojava’da
Kürdlere ait askeri bir gücün ortaya çıkmasını istememektedir. Bundan dolayı KDP’nin eğittiği beş bin civarındaki Roj
Peşmergeleri’nin Rojava’ya gelmesine izin vermemektedir.
İkincisi PYD, ENKS çatısı altındaki bütün siyasi oluşumları,
bastırmaya ve elimine etmeye çalışmaktadır. En son olarak
ENKS liderinin ve bu yapıya mensup 34 siyasetçinin gözaltına
alınması, PYD’nin ENKS’yi kendisine düşman gördüğünü
göstermektedir. Bu iki temel politikayı uygulamakla PYD,
Rojava’da siyasal ve askeri alanlarda tek güç olmayı istemektedir. PYD, Kürdler arasından çıkacak ikinci bir askeri ve
siyasal oluşuma hiçbir şekilde izin vermeyecektir.
PYD, sürekli olarak ENKS’nin zayıf olduğunu, Rojava’ya
askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda hiçbir katkı sunmadığını iddia ederek, herkesin kendi içinde yer almasını istemektedir. Başka bir ifade ile PYD, kendi içinde yer almak şartıyla
Rojava’da siyasal ve askeri açılardan varolunabileceğini
dayatmaktadır. PYD, Kürdler arasında demokratik nitelikte
siyasal ve toplumsal çoğulculuğa izin vermediği gibi, farklı bir
Kürd savunma gücünün oluşumuna da izin vermemektedir.
PYD, Rojava, sadece benimdir ve benden sorulur olarak
özetleyebileceğimiz bir tutum içindedir.
Araplarla ve diğer bazı azınlık gruplarla Suriye Demokratik Güçleri şeklinde yeni bir yapı oluşturan PYD, Kürdlerin
çatı kuruluşlarından ENKS ile hiçbir ilişkiye girmemektedir.
PYD ve ENKS arasında ortak siyasal ve askeri işbirliğini
öngören Hevler Mutabakatını (11 Temmuz 2012) ve Duhok
Antlaşmasını (22 Ekim 2014) hiçbir zaman uygulamaya
koymamıştır. Araplarla kolaylıkla askeri ve siyasi yapılar
kurabilen PYD’nin niçin Kürd gruplarla işbirliğine gitmediği
anlamlı bir soru olarak önümüzde durmaktadır.
PYD, Ocak 2014 yılında ilan ettiği kanton yönetimi ve
daha sonra ilan ettiği federasyon kararı dahil hiç bir konuda
diğer Kürd grupların ne düşündüğüne dikkat etmemekte
ve onlardan görüş almamaktadır. Sistematik bir şekilde
farklı Kürd siyasi oluşumlarına baskı uygulayarak onları
Rojava dışına çıkartmaya çalışmaktadır. DAİŞ’le sürdürülen
mücadeleden dolayı ABD ve koalisyon güçlerinin bu duruma
ses çıkarmaması, PYD’nin muhalif Kürd partilere baskısını
kolaylıkla yapmasına neden olmaktadır. PYD, net bir şekilde
Rojava’da kurmuş olduğu askeri, sosyal ve siyasal tekeli tehlikeye düşürecek hiçbir şeye izin vermemektedir.
PYD, tek güç olmak uğruna gerekirse farklı Kürd
gruplara karşı silah ve şiddet kullanmaktan kaçınmamaktadır.
PYD’nin tekçi, dışlayıcı ve tahakkümcü uygulamaları, potansiyel olarak Kürdler arası çatışma riskini hep gündemde tuttuğu
gibi, Rojava’nın güvenliğinde de ciddi zafiyetler oluşturmaktadır. Rojava üzerindeki iktidar tekelini Şam, İran, Rusya ve
Kandil ile kurduğu ittifaklarla mutlak hale getirmek isteyen
PYD’nin tahakkümcü yaklaşımı, onun Kürdistan Bölgesel
Yönetimi’ne karşı düşmanca bir tutum takınmasına, kendi
dışındaki Kürdlere ise dışlayıcı, baskıcı, anti-demokratik hatta,
Rojava’dan onları kovma gibi uygulamalara girmesine neden
olmaktadır.
04
BasHaber SÖYLEŞİ
22 - 28 Ağustos 42016
MANŞET
Yeni Türkiye, yeni millet
MESUT YEĞEN
15 Temmuz darbe girişimi Ak
Parti ve Erdoğan için Allah’ın bir
lütfu olmak üzere hakikaten. Darbe
girişimi, Cemaati devletten bütünüyle
kazımaya fırsat verdiği gibi, Ak
Parti’ye dair son birkaç yılda oluşan
fena hafızayı da iyice silikleştirdi.
Zarraf’ın hediye ettiği saatler de,
Ortadoğu’da boyumuzdan büyük
işlere kalkışmış olmamız da unutuldu
gitti. Ama bu Allah’ın lütfunun küçük kısmı. Lütfun daha
büyük kısmı 7 Haziran’dan sonra başlatılan dindarlar sekülerler ortaklaşmasının hayal bile edilmeyecek bir hızla
ilerlemesi. Öyle ki, Ak Parti’yle özdeşleşen son birkaç
senenin “Yeni Türkiye” mottosu, yerini muhafazakarlarsekülerler yakınlaşmasını anlatan “Yeni Millet, Yeniden
Millet” mottosuna bırakmak üzere.
Yeni milleti konsolide etme işinin hukuki, siyasi,
kültürel kısmını halletmek daha çok zaman alır. Ama
aynı işin semboller kısmında bayağı bir yol alındı; daha
doğrusu yakın geçmişte epey bir yol zaten alınmıştı, şimdi
biraz daha yol gidildi. Malum yeniden millet olmadan
önce herkesin sembolü kendineydi. Ucundan kıyısından,
bazen büyük kısmıyla paylaşılan semboller yok değildi
elbet, ama bazı semboller de bazılarınındı. Atatürk gibi,
Abdülhamit gibi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Haftası gibi
ya da Kutlu Doğum Haftası gibi. Bütün bu semboller ayrışmasının Tanzimat’la başlayan ‘modernleşme-batılılaşma’ işine dair ayrışmaya giden bir arka planı vardı elbette
ama yerleşikleşip, katılaşması elbette 1919-1923 arasında
olan bitenle, bu olan bitenin sembolleştirilmesiyle
ilgiliydi. Burada olan biten şuydu: Osmanlı Devleti’nin
1918’deki çöküşünün ardından Türkiye Cumhuriyeti
Sevr’le değil, Lozan’la kurulmuştu ve bu ikisi arasındaki
başarı hikayesi Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirip saltanatı
ve hilafeti ilga eden kurmaylıkla, Atatürk’le ve ona ‘iliştirilenlerle’ sembolleştirilmişti.
Bu semboller, anlatılar savaşı hep devam etti etmesine lakin son birkaç senede kimi sembollerde uzlaşmalar,
ortaklaşmalar da belirir gibi oldu. Bu durum bir kısmıyla
sekülerler dindarlar geriliminin belirli bir doygunluğa
ulaşması, bir kısmıyla da bu iki kesimin birbirini daha yakından tanımasıyla ilgiliydi. Ama galiba daha esaslı sebep
bu iki kesimin ‘tehlike mefhumlarının’ ortaklaşması oldu.
Batı ve Batı’nın bugündeki maşası olarak Kürdler tehlikesinde ortaklaştıkça sekülerler ve dindarlar arasındaki
semboller savaşının yanına bir de semboller ortaklaşması
eklendi. Talat ve Enver’e dair bir örtük ortaklaşma hep
vardı ama 15 Temmuz darbe girişiminden epey önce
Kut’ül Amara, Sakallı Nurettin gibi semboller de ortaklaşmaya başlanmıştı.
15 Temmuz, usul usul gelişen bu sembollerde
ortaklaşma işlerini bir anda hızlandırdı. Darbe karşıtı
gösterilerin esas sembolü Türk bayrağı olurken, Ak Parti
genel merkezine Atatürk posteri asıldı ve meydanlar
sekülerlerle dindarların muhabbetine işaret eden enstantanelerle doldu taştı.
Hülasa, 15 Temmuz, 7 Haziran 2015’le başlayan
semboller ortaklaşmasını hızlandırmış durumda ve bu
sekülerlerin ve dindarların kendilerini memnun ve mesut
hissettiği yeni bir millet, yeniden millet olma halinin
açılış adımı olacak gibi. Erdoğan açısından Allah’ın daha
büyük lütfu bu. Bunun sevindirici bir gelişme olduğuna
şüphe yok. Ne dindarlar ne de sekülerler bugünden
yarına buharlaşmayacaklarına göre, makul olan bu iki
kesimin kendilerini özdeşleştirebildikleri bir millet olma
halinin icat edilmesi elbette. Ne var ki, odadaki fili de
görmek lazım. Sekülerler ve dindarların yeniden millet
olma serüvenine zenofobik (Batı ve gayrimüslimlik
karşıtı) bir haleti ruhiye eşlik ediyor ama bundan daha
önemlisi bu yeni millet Kürdlerin hallice bir kısmının özdeşleşebileceği bir millet olma hali değil. Ortadoğu’nun
bu haline bu zenofobik millet fikriyle, Kürdlerin hallice
bir kısmını dışarıda bırakan bir millet olarak yakalanmak
getirse getirse bela getirir.
Roj Peşmergeleri
Rojava’ya geri dönmeli
ENKS Roj Peşmergelerinin
dönüşünü tekrar talep etti
Saldırılardan sonra Roj Peşmegelerinin
Rojava’nın savunmasında yer alması
gerektiği konusu tekrar gündeme geldi,
ancak PYD, sayıları 10 bini aşmış olan Roj
Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçmesi konusunda olumsuz tavra sahip. PYD’nin
Kürd gruplara karşı olumsuz tutumu ve
Kürdler arasındaki parçalanma, sivil halk
üzerindeki riskleri artırarak, Rojava’nın
geleceği konusunda büyük tehlikeleri
beraberinde getiriyor. Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS) Haseke çatışmaları
üzerine yayınladığı ve rejim saldırılarını
kınadığı açıklamasında, Roj Peşmergelerinin Rojava’ya geçişi konusundaki
talebini tekrar dile getirdi. Fakat PYD
bunca saldırı ve tehlikeye rağmen, tam
donanımlı ve eğitimli, sayıları 10 bini aşmış olan ve Rojavalı gençlerin oluşturduğu Roj Peşmergeleri gücünün Rojava’ya
geçerek ülke savunmasına katılmasına
olumlu bakmıyor.
Gazeteci Ebdo: Kentin
çevresi tamamıyla Kürd
güçlerin kontrolünde
Bölgedeki gelişmeleri yakından
takip eden Dara Ebdo’da Haseke çatışmaları ile ilgilili olarak BasHaber’e
konuştu. Rejimin uçaklarla ve
roketlerle saldırdığını söyleyen Ebdo,
“YPG ilerliyor. Haseke YPG tarafından
abluka altına alındı. Rejimin kent
merkezinde küçük bir milis gücü var.
Bu milis güç de Kewka Dağı’ndaki
rejim güçlerine güveniyor. Aynı
zamanda rejim uçaklarına güveniyor. Rejim bunlarla güçlü olduğunu
belirtmeye çalışıyor. Ancak esasında
rejim Haseke’de çok zayıftır. Kentin
çoğunluğu ve çevresi Kürd güçlerinin
kontrolünde. Rejimin kenteki bağlantıları kopmuş durumda” dedi.
Ebdo çatışmaların durdurulması
yönünde çabaların olduğunu çünkü
sivillerin kenti terk ettiğini ifade etti.
Birçok mahallenin boşaldığını belirten
Ebdo, “Araya girmek isteyen, çatışmaları durdurmak isteyen taraflar var.
Ancak rejim saldırdığı sürece YPG çatışmaları durdurmaz. YPG bu savaşta
başarılı olmuştur, rejim değil. Rejim
sadece kent merkezinde bulunuyor
ve YPG tarafından abluka altındadır.
Çatışmaların devam etme ihtimali
var. YPG saldırlar devam ettiği sürece
geri çekilmez” şeklinde konuştu.
ENKS Türkiye Temsilcisi Osman
Muslim: PYD kardeşlik göstermedi
Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS)
İstanbul Şubesi Temsilcisi Osman Muslim Roj Peşmergeleri’nin geçişi, PYD’nin
Kürdler karşısındaki tutumu ve rejim
saldırıları ile ilgili olarak gazetemize
değerlendirmelerde bulundu. Osman
Muslim Kürd Güçlerinin birlikte hareket
etmesi gerektiğini her fırsatta dile
getirdiklerini söylerek, “Ülkeyi birlikte
savunmak için her zaman talebimizi
ilettik. Ancak PYD olumlu yaklaşmıyor
ve kardeşlik yüzünü bize göstermedi.
Yapılan anlaşmaları uygulamadı. Engeller çıkardı. Tutuklamalara başladı ve
her türlü yardım çaba ve talebimizi geri
çevirdi. Biz her zaman elimizi uzattık,
herkes bunu biliyor. PYD’yi rejime karşı
uyanık olması konusunda da her zaman
uyardık. Ancak PYD uyarılarımızı
dikkate almadı ve rejim şuan Rojava’ya
saldırıyor. Bu saldırılar sonucunda halk
Rojavayı boşaltıyor. Bu çok tehlikelidir.
Biz bunun bölgeyi Kürdsüzleştimek için
bir plan dahilinde gelişmesinden korkuyoruz. PYD şefaf hareket etmiyor. Rejim
bölgeden çıkarılabilecekken neden bu
yapılmıyor?” ifadelerini kullandı.
“Roj Peşmergeleri’nin bir an önce
geçmelerini talep ediyoruz”
“KBY Başkanı Mesud Barzani’den,
ABD’den ve PYD’nin kendisinden Roj
Peşmergelerinin Rojava’ya geçmesi
gerektiğini söyledik ve bunu talep ettik“
diyen ENKS temsilcisi, “Roj Peşmerge
Gücü 10 bine ulaşmış vaziyette ve eğer
Rojava’ya geçebilirse bu sayı kısa sürede
50 bine ulaşır. Biz ülkemizi korumak
istiyoruz. PYD Rojava’da siyasi ve askeri
olarak Kürd dışında herkesi müttefik
olarak kabul ediyor. PYD Kürdleri
kabul etmiyor. Biz Kobane savaşında
da, durumun iyi olmadığı dönemde de
savaşma talebimizi her şekilde, ısrarla
dile getirdik. Ancak PYD orada da yine
bu taleplerimizi reddetti. Biz şuanda da
hazır olduğumuzu bildiriyoruz. PYD
şuana kadar olumlu bir cevap vermedi.
Kardeşlik elimizi uzatıyoruz. Umut
ediyoruz ki PYD bu yanlış tutumundan
vazgeçer ve kardeşlik elimizi tutar”
şeklinde konuştu.
Gazeteci Necim: Haseke
savaşı sahada gelişen
olaylara bağlı
Gazeteci Kemal Necim de rejimin
son dönemdeki hareketliliğinin ve saldırılarının Suriye ve özellikle Rojava’da
sahada yaşanan gelişmelere bağlı
olduğunu söyleyerek şunları ifade etti:
“Suriye rejimi, 5 yıldır süren, savaş, yıkım ve kaostan sonra da hala eski ırkçı
zihniyetini koruyor ve hiçbir milletin
haklarını kabul etmiyor Suriye’de. Bu
arada Rojava ve Kuzey Suriye’de yeni
bir yönetim modeli gelişti. Rejim her ne
kadar sessiz kalsa da, birçok nedenden
dolayı burada bir savaşın içine girmekten kaçındı. Son dönemlerde bölgede
dengeler değişiyor. Kürd Güçleri
ilerliyor ve kontrol sahasını genişletiyor.
Son olarak da Menbic kontrol altınması
birçok değişikliği beraberinde getirdi
ve Rojava kantonalarının birleşmesi
yönünde büyük bir adım atıldı. Aynı
zamanda Rojava – Kuzey Suriye Federasyonu çalışmalarını hızlandırdı” dedi.
Necim rejimin Kürd bölgesinde savaşı
yürütebilecek gücünün bulunmadığını
aktararak, “Bölgede askeri üsleri yoktur. Kamışlo’daki YPG ablukasındadır
ve orayı kullanamaz. Rejimin ekonomik
durumu Rojava’da bir savaşa elverişli
değil. Buna karşılık Kürd güçleri de
yeterince büyümüş ve rejim saldırılarını kırabilecek güce kavuşmuştur. Dolayısıyla bu çatışmaların son bulacağını
düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
MANŞET
BasHaber
22 - 28 Ağustos 2016
5
SÖYLEŞİ
05
Rusya-Türkiye-Suriye anlaştı iddiaları
Suriye’de sonun başlangıcı mı?
S
Ahmet Özyeter
uriye Ordusu ile YPG arasında belirli
bölgelerde uzun zamandır devam eden
gerilim ve çatışmalar, Haseke’de rejim
uçaklarının PYD’ye ait bölgeleri bombalaması
ve halkı Kürdlere karşı silahlanmaya çağırmasıyla yeni bir boyut kazandı. Yaşanan bir dizi
gelişmenin ardından akıllara ilk gelen soru,
geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Erdoğan-Putin görüşmesinin bu gelişmelere olan etkisi.
Birçok analist/uzman bu görüşmenin Suriye
Ordusu’nun Haseke saldırılarında etkili olduğunu düşünürken, kimileri ise asıl gerekçenin
Erdoğan ve Esad arasında yapıldığı söylenen telefon görüşmesi olduğunu ve Esad’ın
bu görüşmeden güç almış olabileceği ileri
sürülmekte. Darbe sonrası NATO ve ABD’nin
yaptığı açıklamalara Hükümet’in dikkat
çeken sert açıklamaları, uçak düşürülme olayı
sonrasında gerginleşen Türkiye-Rusya ilişkilerinin geldiği yeni aşama Haziran ayında iki
ülkenin temsilcilerinin katıldığı bir görüşme
sonrası normalleşme sürecine girdi. Rusya’nın
darbe sonrası yaptığı açıklamalar, normalleşme sürecini hızlandırdı ve Erdoğan - Putin
görüşmesi gerçekleşti. Bazı analistler bu
görüşmeyi Türkiye’nin NATO, ABD ve AB’den
uzaklaşması, Rusya’ya yakınlaşması olarak
yorumluyor. Diğer bir iddia ise Türkiye’nin
PYD ve Rojava konusunda Batı ile anlaşamadığı ve bu yüzden Rusya’ya yakınlık göstererek
Batı’yı “hizaya getirme girişimi” olarak değerlendiriliyor. Rusya ve Türkiye görüşmesinin
perde arkasını, Suriye’de Kürdlerin geleceğini, Türkiye’nin değişen dış politikasını Rus
Gazeteci Yury Barmin, Gazeteci Fatih Yaşlı,
Akademisyen Prof. İlter Turan ve Gazeteci
Hejarê Şamil BasHaber’e değerlendirdi.
“Rusya’nın Türkiye’ye
sunacak bir şeyi yok”
Türkiye, NATO ve ABD ilişkilerinin
bozulmadığını, Türkiye’nin dış politikada
bir değişime gittiğini, bunun nedeninin ise
Türkiye’nin, Batı’ya başka seçenekleri olduğunu göstermek olduğu iddia eden Rus Gazeteci
Yury Barmin, “bu yolla Batı’yı daha işbirlikçi
ve esnek yapmaya çalışıyor” dedi. ‘Türkiye’nin
siyasi ve iktisadi olarak Avrasya’ya özellikle de
Rusya’ya dönmeyeceğini, en azından Moskova
ve Ankara müttefiktir denilecek kadar bir yakınlaşma olmayacağını’ dile getiren Yury Barmin, Erdoğan’ın, Batı dünyasının bir parçası
olmanın avantajlarını çok iyi bildiğini belirtti.
Batı dünyasının Türkiye’ye sunabileceği iktisadi fırsatların Rusya’nınkinden çok daha fazla
olduğunu söyleyen Barmin şöyle devam etti:
“Siyasi olarak Avrasya ile ilişkili olmak zaten
daha zorlayıcıdır. Dünya gücü haline gelmek
isteyen çok fazla ülke var Çin, Hindistan, Rusya ve potansiyel olarak İran gibi ülkeler var.
Avrupa’da ise, Türkiye’nin özel bir konumu
var. AB an itibariyle Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor
ve Erdoğan bunun farkında. Şuanda genelde
Avrasya’nın özeldeyse Rusya’nın Türkiye’ye
sunacak pek de bir şeyi yok” dedi.
“NATO, Türkiye’ye karşı temkinli”
Türkiye’nin Rus uçağını vurmasından
sonra NATO’nun Türkiye ile ilgili kesin bir
karar verdiğini söyleyen Yury Barmin, bu
kararın şöyle ifade etti: “Türkiye’nin özensiz politikaları yüzünden Rusya ile direkt
yüzleşmeye sebep olursa, NATO Ankara’nın
yanında yer almayacak. NATO üyesi olmasına
rağmen müttefik ülkeler, Türkiye’nin içinde
bulunduğu bir anlaşmazlık olduğunda ne
yapacakları konusunda büyük oranda hem
fikirler. Türkiye’nin dış politikası çoğu zaman
NATO dış politikası ile örtüşmüyor. NATO,
Türkiye’ye karşı oldukça temkinli davranıyor.”
“Rejim ile Kürdlerin çatışması
sürpriz değil”
Esad Rejimi ile Kürd güçleri arasında ciddi
çelişkilerin yaşanmasının sürpriz olmadığını
söyleyen Gazeteci Hejarê Şamil, bölgede
‘IŞİD’in zayıflamasının, Suriye Rejimi’nin
güçlenmesine neden olacağı da beklenen
neticelerden biridir’ diye konuştu. Suriye’de
IŞİD’in zayıflamasıyla Esad Rejimi’nin elinin
güçlendiğini belirten Şamil, “Kürdler ve rejim
arasındaki çelişkiler de bu oranda artacaktır.
Bu, IŞİD’in zayıflamasıyla bağlantılıdır“ dedi.
Rusya’nın Kürdlere bakışı açısına dair
Şamil, “Rusya’nın Kürd sorununa dönük yakın
zamanda bir strateji geliştirmesi beklenmiyor.
Rusya’nın temel amacı askeri müdahale ile
Esad’ın elini güçlendirmek, Esad Rejimi’ni tek
başına veya Rusya’nın yardımıyla IŞİD’e karşı
mücadele edebilecek bir konuma getirmekti. Bunu başardığı andan itibaren güçlerini
kısmen çekti. Bu askeri müdahaleden önce
Rusya’nın desteği sürmekteydi. Kürdler IŞİD’e
karşı karada mücadele yürüten temel güçtü.
Kürdler de PYD şahsında Esad Rejimi ile çelişki içerisine girmeyen güçtü” diye konuştu.
“Kürdlerin stratejik müttefiki
Batı ve ABD’dir”
Hesekê ve Kamışlo’daki rejim saldırılarına
Putin-Erdoğan görüşmesi çerçevesinden
bakmanın mümkün olduğunu söyleyen
Şamil, “Bu gelişmeler Rusya’nın bir Şii blok
oluşturmasıyla da ilgilidir. Bu, Rusya’nın da,
Türkiye’nin de işine yarıyor. Rusya, Erdoğan’ı
Esad’la ilişki kurmaya itti. Irak, İran ve Lübnan da işin içindedir. Rusya bir dünya devidir.
Rusya’yla ilişkide olmak gerekiyor ama Kürdlerin yönünün Batı ve ABD olması gerektiğine
inanıyorum. Kürdler de Ortadoğu statükosu
değişmeden özgürlüğüne ulaşamazlar, bu
yüzden Kürdlerin stratejik müttefiki Batı ve
ABD’dir. Bu anlamda Rusya’nın adımlarına
dikkat edilmesi gerektiğini“ ifade etti.
“Çözüm Süreci başlayabilir”
Kürd Meselesi’ni giderek yükselten durumların yaşandığına dikkat çeken gazeteci Fatih
Yaşlı ise, vadesi bellirsiz bir zamanda çözüm
masasının yeniden kurulacağı, müzakere
sürecinin yeniden başlayacağı yönündeki
izlenimlerini aktardı. CHP’nin “HDP’yi meşru
kanallara çekmek zorundayız” açıklamasının da bu nedenle yapıldığını belirten Yaşlı,
“Parlamentoda CHP’nin de dâhil olduğu yeni
bir müzakere süreci belki önümüzdeki 3-5 ay
içerisinde başlayabilir” yorumunda bulundu.
Türkiye’nin dış politikada yalnızlaştığını ve
bunu yenmek için Suriye’de cihatçılara olan
desteğini geri çektiklerini dile getiren Yaşlı,
“Türkiye, desteğini çektiği anda cihatçıların
buraya dönebileceğini daha önce gördü.
Buna dair çok ciddi sıkıntıları var. Bundan
dolayı İçerideki Kürd Meselesi’ni çözmeden
dışarıdaki sorununu herhangi bir şekilde
Türkiye’nin barış içerisinde çözmesi mümkün
değil gibi görünüyor. Kendilerince birtakım
hamleler” yapacaklarını sözlerine ekledi.
“Esad’ın Kürdler ile anlaşması en akıllıca
yoldur”
İran, Suriye ve Türkiye’nin Kürd hareketini
boğmaya yönelik kendi aralarında bir ittifakın
doğma ihtimalinin olduğuna vurgu yapan
Yaşlı, uluslararası dengelerin buna izin vermeyeceğini söyledi. Ortadoğu’nun en önemli
seküler hareketinin boğmaya yönelik duruma
Batı’nın izin vermeyeceğini ileri süren Yaşlı,
“Böyle bir durum gelişse bile Kürdler, kendi
savunma güçlerini kurdular. Uluslararası
diplomasi güçlerini kullanıyorlar yani bir
anlamda kendi güçlerini ortaya koyup bu süreci atlatmaya çalışacaklardır” dedi. Kürdlere
yönelik böyle bir gelişmenin aynı zamanda
bölgesel bir savaşı da beraberinde getireceğini
belirten Yaşlı, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bu
tutumunun sadece Kürdleri etkilemeyeceğini,
bölgede yaşayan bütün halkları etkileyeceğini, kısa vadede dünya devlerinin buna izin
vermeyeceği değerlendirmesini yaptı.
“PYD’nin Rusya’da temsilcilik açtığından
Putin’in haberi yok”
Putin ile Erdoğan görüşmelerini basına
yansıdığı kadar bildiğini ifade eden Prof. İlter
Turan, PYD’nin Moskova’da bir temsilcilik
açtığı bilgisinin Putin’e ulaşmadığı izlenimi
edindiğini söyledi. Kuzey Suriye’de bağımsız
bir Kürd devletinin kurulmasının söz konusu
olamayacağını belirten Turan, “Olsa olsa
özerk bir bölgenin hayata geçmesi söz konusudur. Şam’ın ileride nasıl bir teşekkül içinde
olacağını şimdiden bilemeyiz ama herhangi
bir yönetimin Suriye içerisinde bir özerk bölge
fikrine çok sıcak bakacağını zannetmiyorum.
Türkiye de buna sıcak yaklaşmıyor” diye
konuştu.
ABD ve PYD ilişkisini değerlendiren Akademisyen İlter Turan, ABD’nin bölgede IŞİD’e
karşı kendi askerini kullanmayı istemediği
için PYD’yi desteklediğini ileri sürerek şöyle
devam etti: “Bu maksatla PYD’ye ‘siz istediğinizi yapın’ şeklinde açık kart vermiş de değil.
Özellikle PYD’nin Menbic civarlarında daha
önce Kürdler ile değil de Araplar ile meskûn
bölgelerinin Kürdleştirilmesini, ABD de onaylamıyor. Dolayısı ile bu sadece ABD ve Türkiye
tarafından değil, aynı zamanda Suriye, Rusya,
Amerika, Türkiye ve PYD tarafından belirlenebilecek bir durum. Suriye ve Türkiye’nin
bölgede böyle bir özerk oluşumu pek hoş
karşılamayacaklarını; ABD’nin ısrar etmesi
halinde ise, Türkiye’deki askeri imkânlarını
kullanmasının giderek zorlaşacağını tahmin
ediyorum.”
Türkiye ve Rusya’nın PYD üzerinden olumsuz bir anlaşma yapması halinde, PYD’nin
bunu memnuniyet ile karşılamayacağını dile
getiren Turan, “Ama böyle bir anlaşmada
önemli olan PYD’nin nasıl tepki vereceğini,
kendilerine ne gibi imkânlar sağlanacağı ile
de bağlantılıdır. Belki belediyelerin yetkilerinin genişletilmesi, Kürdlere temsil garantileri
verilmesi gibi bir takım önlemler öngörülecektir. Bunları şimdiden tahmin etmek pek
kolay değil” dedi.
06
HABER
BasHaber
22 - 28 Ağustos 2016
BasHaber
HABER
22 - 28 Ağustos 2016
Erbil’de Musul diplomasisi
P
Almanya’nın askeri desteği sayesinde
Peşmerge Güçleri’nin IŞİD karşısında
büyük başarılar elde ettiğini söyledi.
Senatör Booker: Kürdistan’a
yardıma devam edeceğiz
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin,
ABD Kongresi üyesi Demokrat Parti
senatörleri ile bir grup askeri ve siyasi
diplomatın bulunduğu heyeti Selahaddin’deki Başkanlık Konutu’nda
kabul ettiği bildirildi. KBY Başkanlık
Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre,
Barzani, aralarında ABD Kongresi
Demokrat Parti senatörleri, Siyasi ve
Güvenlik Delegasyonu üyeleri, ABD’nin
Irak Büyükelçisi Stuart Jones, Erbil
Başkonsolosu Ken Gross ile bir grup
askeri ve siyasi diplomatın bulunduğu
ABD heyetini makamında kabul etti.
Heyete ABD Kongresi Demokrat Parti
Senatörü Cory Booker başkanlık etti.
Senatör Booker’ın, Barzani’ye Kürdistan halkının beklentileri ve Peşmerge
Güçleri’nin ihtiyaçlarının karşılanması
için diplomatik çalışma yürütme sözü
verdiği kaydedildi.
Almanya Peşmerge’ye 70 ton silah
gönderdi
Diğer yandan, Almanya hükümetinin, IŞİD ile mücadele kapsamında
Peşmerge Güçleri’ne 70 tonluk askeri
mühimmat gönderdiği bildirildi. Almanya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan
açıklamaya göre; 16 Ağustos tarihinde
70 tonluk askeri yardım Kürdistan
Bölgesi’nin başkenti Erbil’e ulaştı. Bakanlık açıklamasında, 500 piyade tüfeği,
1 milyon mermi, 100 tanksavar füzesi, 3
zırhlı araç ve çok sayıda destek malzemesinden oluşan askeri sevkiyatın, havayoluyla Erbil’e ulaştırıldığı kaydedildi
Daha önce de IŞİD’e karşı oluşturulan
koalisyon devletleri içerisinde yer alan
Almanya, Peşemerge Güçleri’ne birçok
kez askeri yardımda bulunmuştu.
Kuweyt temsilcisi Erbil’de
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
kabul ettiği diplomatik temsilciler
arasında Kuveyt’in Irak Temsilcisi ve
Xesan Elziwawi, Kuveyt’in Başkonsolosu Dr. Emer Elkendri de vardı. Kuveyt’in
Irak Başkonsolosu Kuveyt Emir’i ve
hükümetin selamlarını Barzani’ye
ileterek, ülkesinin bölgede yaşanan
gelişmeleri yakından takip ettiğini, mültecilere yardımlarından dolayı KBY’ye
ve Barzani’ye teşekkür etti ve ülkelerinin
KBY ile işbirliğinden memnuniyetlerini
dile getirdi. Barzani’nin ise görüşmede
Kuveytli yetkilileri IŞİD ile yaşanan mücadeleye ilişkin bilgi verdiği belirtildi.
eşmerge’nin başarılı operasyonları ve Musul harekatı hazırlıklarının yapıldığı bir süreçte Erbil’de
yoğunlaşan diplomasi trafiği bu hafta
da devam etti. Körfez ülkelerinin yanı
sıra, Almanya ve ABD’den gelen askeri
ve siyasi yetkililer Erbil’de KBY Başkanı
Mesud Barzani ile görüştü. Hindistan
da Erbil’de konsolosluk açtı.
Barzani: Tek yolumuz
var
Öte yandan KDP’nin 70’inci yılı
münasebeti ile KBY Başkanı ve KDP
Genel Sekreteri Mesud Barzani
kutlama mesajı yayınladı. Barzani,
Kürdlerin tek seçenek olarak bağımsızlık referandumunu gerçekleştireceğini ve kendi kaderlerini
tayin edeceklerini açıkladı. Barzani,
KDP’nin Kürdistan’ın geçtiği tüm
süreçlerde insan haklarını savunarak, çoğulculuk, kardeşlik ve birlikte
yaşama yönelik öncü bir role sahip
olduğunu dile getirerek şöyle dedi:
“Kürdistan’ın yüksek çıkarları için
zorlu, hassas durumlarla beraber
fırsatlar da bulunuyor. KDP her
zaman sorunların çözümü yolunda
diyaloğa hazırdır.”
Mesajında, KDP üyelerinin partilerinin temel prensipleri ve ölümsüz
Melle Mustafa Barzani’nin çizgisi
doğrultusunda çalışılmaları isteyen
Barzani 70’inci yıldönümünde
KDP’nin, Kürdistan halkının kendi
kaderini tayin etmesi konusunda
ısrarcı olduğunu belirtrek, şöyle dedi:
“Kürdistan’ın sorunlarının çözümü
için, bağımsızlık dışında da hiçbir yol
bulunmamaktadır. Bu doğrultuda
Peşmergeler her kesimden daha
fazla Kürdistan halkının kaderini
tayin etme hakkına sahiptir. Çünkü
kanları ve canlarıyla Kürdistan’ı
koruyorlar.”
Barzani, Kürdistan’ın bağımsızlığının hiçbir taraf için tehlike teşkil
etmediğini, aksine, savaş ve felaketlerin sonunu getireceğini vurguladı.
KBY’de yaşanan siyasi krize ilişkin
ise Barzani, tüm taraflara, duyarlılık
göstererek, tarih ve halk karşısında
sorumlu davranmasını önerdi. KBY
Başkanı, IŞİD’le savaşta tüm Kürdistan halkı ile KDP üyelerinin canları
ve mallarıyla Peşmerge Güçleri’ne
destek verdiğini kaydetti.
Musul öncesi son prova
K
Siwar Bedirxan
ürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı ve KBY Güçleri Başkomutanı Mesud
Barzani’nin komutasındaki Peşmerge
Güçleri’nin başlattığı Xazir-Guwer Operasyonu Irak’ın yanı sıra Ortadoğu ve dünyada
büyük yankı uyandırdı. Peşmergelerin Musul
harekatı öncesi provası olarak da değerlendirilen operasyonda 12 köy ve 120 kilometrekarelik bölge IŞİD’in elinden alındı. 8 bin
Peşmerge’nin katıldığı operasyona Uluslararası Koalisyonu uçakları da hava desteği verdi.
Operasyonda 120 kilometrekarelik bölge
Peşmerge Güçleri’nin kontrolüne geçti böylece Guwer ve Xazir cepheleri birleşmiş oldu.
Peşmergeler son operasyonla beraber IŞİD’in
Irak’taki merkezi Musul kentinin doğu, batı
ve kuzeyinin tamamını kontrol ederek IŞİD’in
hakimiyet alanını daralttı. Peşmerge mevzileri
Musul kentinin 15 ila 20 kilometre mesafede
bulunuyor.
Öte yandan 2014 yılından bu yana Erbil ile
Bağdat arasında yaşanan siyasi kriz son operasyonu sonrasında yeniden gündeme geldi.
Irak Başbakanı Haydar İbadi, başarılı operasyondan sonra, Peşmerge Güçleri’nin mevzilerinde kalmasını ve Musul’a ilerlememesi
gerektiğini söyledi. KBY Hükümet Sözcüsü
Sefin Dizayi, İbadi’ye sert tepki göstererek,
Peşmerge Güçleri’nin, Ninowa Vilayeti’ndeki tüm Kürd yerleşim yerlerinin tamamını
IŞİD’in elinden alana kadar operasyonlarına
devam edeceğini kaydetti.
General Weysi:
Doğal sınırlara dek gideceğiz
Zerevani Peşmerge Kuvvetleri Genel Komutanı General Eziz Weysi de Haydar İbadi’nin
açıklamalarına sert tepki gösterdi. Weysi, İbadi başta olmak üzere tüm Iraklı yöneticilerin
Peşmerge’nin IŞİD ile olan mücadelesine saygı
KBY Başkanı ve Peşmerge Başkomutanı Mesud
Barzani’nin komutasında yapılan Guwer – Xazir
Operasyonu ardından IŞİD tehlikesinin KBY
sınırından uzaklaştırıldığı belirtildi. Operasyon
ile beraber, Guwer ve Xazir cephelerinin birleştiği
ve IŞİD işgalindeki 12 köy ile 120 kilometrekare
arazinin Peşmerge kontrolüne geçtiği bildiriliyor.
Gözlemciler Peşmerge’nin IŞİD’in başkenti olarak
bilinen Musul’un kapılarına dayanarak büyük
operasyona hazırlık yaptığını vurguluyor.
göstermesi gerektiğini söyledi. Xazir - Guwer
Operasyonu’un Erbil ve Bağdat’ın koordinasyonu ile gerçekleştiğini, Irak Savunma Bakanlığı ile KBY Peşmerge Bakanlığı’nın IŞİD ile
mücadelede koordinasyon ve işbirliği içinde
olduğunu, Peşmerge’nin KBY Başkanı ve Peşmerge Başkomutanı Mesud Barzani’den emir
aldığını açıkladı. İbadi’nin Peşmerge üzerinde
söz söyleme yetkisine sahip olmadığını ifade
eden Weysi, ”Bizim IŞİD ile yaptığımız mücadele ortadadır. IŞİD’i Kürdistan topraklarından çıkarmaya devam ediyoruz. Ellerindeki
son toprağımızı alana kadar savaşımız devam
edecektir. Iraklı yetkililer Peşmerge’nin IŞİD
karşısındaki ilerleyişinden rahatsız. Uluslararası Koalisyonu Irak Ordusu’na daha fazla yardım yapabilir. Ancak IŞİD ile ciddi bir şekilde
savaşan Peşmergedir” şeklinde konuştu.
Peşmerge’nin 140’ıncı madde kapsamı
ve Kürdistan’ın doğal sınırlarını belirleyene
kadar mücadelesine devam edeceğini belirten
Weysi, Musul Operasyonu’nun da yakında
başlayacağını Peşmerge’nin bunun için hazır
olduğunu, ancak Irak Ordusu’nun henüz hazır olmadığını söyledi: “Kürdistan’ın sınırları
konusunda tarihi belgeler var. 1925’ten önce,
modern Irak kurulmadan önce Kürdistan’ın
tarihi ve doğal sınırları belliydi. Halkımızın bir
daha tehlike ve katliamlar ile yüzleşmemesi
için gerekli tedbirleri alacağız.“
PDK-YNK toplanıyor
Bu arada KBY Divanlık Başkanı Dr. Fuad
Hüseyin’in siyasi krizin çözümü ve bağımsızlık referandumunun yapılması için geçtiğimiz
haftalarda siyasi partiler ile yaptığı görüşmeler
sonuç vermeye başladı. Bu bağlamda Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Kürdistan
Demokrat Partisi yetkililerinin (KDP) hafta
içinde bir araya gelmeleri bekleniyor. KBY’li
kaynaklar, KDP’nin KYB’ye Parlamento
Başkanlığı görevine İslami partilerden birinin
getirilmesini önereceğini belirtiyor. Diğer
yandan Goran Hareketi Lideri Newşirwan
Mistefa’nın KBY Başkanı Mesud Barzani’ye
mesaj gönderdiği ve Goran Hareketi’nin
sorunların çözümü konusunda hazır olduğu
mesajı verdiği, Parlamentonun aktifleştirilmesi ve hükümetin yeniden kurulması için
Goran Lideri’nin Barzani’den adım atması
istediği iddia edildi.
Pîrê:
YNK ve KDP çözümde kararlı
YNK Politbüro Üyesi Sadi Ehmed Pîrê de
hafta içinde yapılması planlanan KDP-YNK
toplantısı öncesi BasHaber’e değerlendirmelerde bulundu. Pîrê, KDP ile YNK’nin siyasi
krizin aşılması ve tarafların parlamentoyu
yeniden aktifleşmeleri konusunda görüş birliğine vardıklarını ifade etti. ABD’li yetkililerin
KBY’deki siyasi partilerin anlaşmaları konusunda devrede olduklarına dair yapılan iddiaları da doğrulaayan Pîrê, “ABD’li yetkililer
de devrede. Ancak bizim anlaşmamız lazım,
birilerinin aracı olmasına gerek kalmamalı.
KDP ile YNK görüşecekler, sorunların çözümü
konusunda temaslarımız var” değerlendirmesini yaptı. YNK’nin siyasi partilerin bir araya
gelmesi ve sorunların çözülmesi konusunda
irade gösterdiğini YNK’nin diğer siyasi partilerden de aynı tavrı beklediğini açıkladı.
Barzani Almanya Büyükelçisini
kabul etti
KBY Başkanı Mesud Barzani hafta
içinde Almanya’nın Bağdat Büyükelçisi
Franz Josef ve beraberindeki heyetini
de kabul etti. Başkanlık Ofisi’nden
yapılan açıklamaya göre Barzani,
Almanya’nın Bağdat Büyükelçisi Franz
Josef ve beraberindeki heyet ile yaptığı
görüşmede; bölgedeki gelişmeler, IŞİD
ile mücadele ve Almanya-Kürdistan
arasındaki ilişkiler masaya yatırıldı.
Görüşmede Almanya’nın, KBY’nin IŞİD
ile mücadeledeki başarısını, siyasi ve
ekonomik gelişmeleri yakından takip
ettiğini belirten Büyükelçi Josef’in,
Kürd ve Alman halkının yakın iki dost
olduğunu ve ülkesinin KBY’ye desteğinin devam edeceğini belirttiği ifade
edildi. KBY Başkanı Mesud Barzani ise
Barzani, Nuceyfi ile Musul
Operasyonu’nu konuştu
KBY Başkanı Mesud Barzani,
Muttehidun Bloku lideri Usame
Nuceyfi’yi de makamında kabul
ederek Musul Operasyonu’nu konuştu.
Usame Nuceyfi, Peşmerge Güçleri’nin,
Guwer-Xazir Cephesi’nde IŞİD’e karşı
elde ettiği başarıdan dolayı Barzani’yi
tebrik ederken, Irak ve bölgedeki
siyasi durum, Ninowa Vilayeti ve Irak’ta
IŞİD’e karşı savaş cephelerinin durumu
gündeme geldi. Görüşmede; Musul
Operasyonu’na hazırlık düzeyi, operasyon öncesi bileşenlerin ve etnik grupların geleceğinin garanti altına alınması
için taraflar arasında bir anlaşmaya olan
ihtiyaç dile getirildi.
Hindistan Erbil’de konsolosluk açtı
Öte yandan geçtiğimiz hafta Hindistan, başkent Erbil’de konsolosluk
açarak, ilk Başkonsolosu Deepak
Miglani’yi göreve atadı. Başkonsolos
Miglani KBY’de çalışma fırsatı bulduğu
için çok memnun olduğunu belirtirken,
Kürdlerin IŞİD’e karşı verdiği mücadeleye hayranlığını dile getirdi. Hindistan
ve Kürdistan’ın dayanışma içerisinde
olduğunu belirten Başkonsolos, her
iki tarafın da çıkarlarına olacak uzun
süreli bir ortaklık kurulması arzusunu
dile getirdi. Kürdistan’daki görevinde
Miglani’ye başarılar dileyen Felah Mustafa ise yaptığı açıklamada yaşadıkları
zorluklara rağmen uluslararası alanda
güçlü bağlar inşa etmeye devam ettiklerini belirtti.
Mesrur Barzani: Tarih yeniden yazılıyor
Kürdistan Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani de Peşmerge’nin
Guwer-Xazir Operasyonu sonrası
açıklama yaptı. Barzani sökonusu bölgelerindeki operasyonlarından sonra
IŞİD’in Kürdistan’a yönelik tehdidinin
azaldığını ifade etti. Barzani, Twitter
hesabından yaptığı açıklamada Guwer-
Xazir Operasyonu’nda 150 kilometrekarelik bölgenin ve çok sayıda köyün
kurtarıldığını belirterek, “Stratejik
noktalar Peşmerge’nin kontrolüne geçti. Özellikle Musul’da düşmana giden
yollar ele geçirildi’’ dedi. Mesrur Barzani, mesajında, “Peşmerge Güçleri’ni
kutluyorum. Musul’un doğusundaki
başarısı Kürdistan Bölgesi üzerindeki
IŞİD tehlikesini azalttı’’ ifadesini kullandı. Peşmerge’nin tarihi bir başarıya
imza attığını belirten Mesrur Barzani
mesajında şunları dile getirdi: “Şehit
Peşmergeler onurumuz ve geleceğimizdir. Bizim için bedel veriyorlar ve
tarihi yeniden yazıyorlar.”
07
İhtiyarlamak
FERHAT KENTEL
7 Haziran seçimlerinden bu yana
sadece bir yıl geçmiş ama ben dahil
bir çok insan sanki seneler geçmiş gibi
hissediyoruz. 7 Haziran seçimlerine
giderken tüm Türkiye’nin partisi olacağını vadeden bir HDP vardı ve bu
partinin seçimlerde gösterdiği başarıyla,
epey bir badire atlattıktan sonra, artık
düzlüğe çıkıyoruz duygusunu yaşamaya
başlamıştık.
Artık savaş durmuştu. Tek tük olaylar olsa da, “analar
ağlamasın” diyenlere karşı, “hadi canım, analar ağlamadan olur
mu hiç?” diyenleri hep beraber duygusuz ve vicdansız olmakla
aşağılıyorduk.
Üstelik “70 milyon adım” altında, laik ve dindar, Sünni
ve Alevi, Türk ve Kürd gibi çok farklı kesimlerin barışsever ve
demokrat insanları “Darbelere dur de! Bir daha asla!” diyerek
sokaklarda bir araya gelmiş; olgunlaşan bir toplum olmuştuk.
Yani epey bir zamandır memlekette artık darbe olmayacağını, barışın da artık neredeyse yerleştiğini düşünüyorduk.
Biz bunu “zannederken”, o sıralarda dehşet tezgâhları
hazırlayanlar varmış. Ve seçimlere iki gün kala Diyarbakır’da
patlatılan bombanın anons ettiği bir cehennem başladı; seçimler
bittiği andan itibaren her şey hızla alabora oldu.
“Çözüm Süreci zaten yok ki” diyenlere, “biz de zaten
Çözüm Süreci’ni bitirdik” diyenlerin sempati ve dayanışma
mesajları cevap verdi.
Suruç’ta 20 Temmuz’da gencecik insanlar havaya uçuruldu
ve iki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis gayet organize ve
karanlık bir usulle şehit edildi.
7 Haziran seçimlerinin gecesinde “istikrarsızlık gelir”
diyenler, terörün patlattığı bombaların gürültüsü arasında, “işte
bakın, istikrarsızlık geldi işte” diyerek ve de “koalisyon kurmaya
çalışıyormuş ama ne yazık ki bir türlü başarılamıyormuş” gibi
yaparak, 1 Kasım seçimlerinden “istikrar için gerekli”tek parti
yönetimini çıkardılar.
Nedense şu büyülü kelime “istikrar” bir türlü gelemedi.
Tam tersine bütün umutlar uçtu.
IŞİD’in terörü memleketi kan gölüne çevirdi. Onunla yarışamasa da, varlığı “bir dava uğruna” olduğu söylenen PKK/TAK
adlı örgüt de insanları “terörize etmek” konusunda gereken
ihtimamı gösterdi.
Hendekler kazıp, özerklik ilan edenler, Güneydoğu’yu yerle
bir etmek için yanıp tutuşanlara altın tepsi içinde fırsat sundu.
En sonunda, daha önceki darbecilerin izinden giden 15
Temmuz darbecileri, bu sefer “hikmetinden sual olunmaz pek
kutsal Fethullah Gülen Hocaefendi hazretlerinin açtığı ışıklı
yolda”, Güneydoğu’dan aldıkları “kahramanlık madalyaları”
eşliğinde, Türkiye tarihinin en travmatik sayfalarından birine
imza attılar.
Kimlerle, ne ölçüde işbirliği içinde, başka kimlerin hesaplarını da üstlenerek giriştiklerini kısa vadede muhtemelen
bilemeyeceğiz ama ulusalcı, Kemalist, ülkücü, dinci, Fethullahçı,
Amerikancı gibi cemaatlere bölünmüş bir devletin ve ordusunun
içindeki güç dengelerinin, ittifakların ve iç hesaplaşmaların ne
kadar karanlık olduğunu damarlarımızda hissediyoruz bugün...
Ve böylesine karanlık dehlizler içinden ne tür komplolar
çıkabileceğini, ne tür manipülasyonlar üretilebileceğine ne yazık
ki, acıyla şahit oluyoruz.
Osman Baydemir’in Meclis’te Ceylanpınar olayına ilişkin
yaptığı konuşmanın da korkunç ipuçlarını verdiği gibi, o iki polisin sinsice katledilmelerindeki şüphelerimizde ne kadar haklı olduğumuzu görüyoruz. Çok belli ki, Türkiye’nin şu karanlık yılını
tezgahlayanlar Ceylanpınar’la çok sağlam bir hesap yapmışlar.
Çünkü kendine güveni kırılmış bir toplumun, karmakarışık
olmuş bir dünya ve Türkiye’de sadece “inanmaya” ihtiyacı var.
Ve savaş isteyenler, onun en kolay sunumlara inanmasının ne
kadar kolay olduğunu biliyorlar.
Yüzyıllardır bu kadar savaş, kriz ve travmayla yaşayan;
ağlamayan ananın kalmadığı bu millet “tek adamlara” tapmasın,
“tek çözümlere” inanmasın da ne yapsın?
Üstelik, ortalama normal bir ülkenin on yılda yaşadığı
olayları bir sene içinde yaşamış ve hâlâ Elazığ, Diyarbakır terör
saldırılarında yaşamaya devam eden bir toplumuz ve bu yüzden
hızla ihtiyarlamaya devam ediyoruz.
08
BasHaber SÖYLEŞİ
22 - 28 Ağustos 82016
SÖYLEŞİ
ORSAM Dış Siyaset Uzmanı Oytun Orhan:
Suriye, PYD ile çatışacak
Ortadoğu Stratejik Araştırmaları Merkezi Dış Siyaset uzmanı
Oytun Orhan, Türkiye’nin değişen Suriye siyaseti bağlamında, Esad’ın artık birincil tehdit olmadığını, IŞİD ve
YPG’nin sınırı kontrol etmesinin daha büyük güvenlik
riski oluşturduğunu, Suriye’nin toprak bütünlüğünün
bozulması riskinin de Türkiye’nin pozisyonunda ve
politikasında bir yumuşamaya neden olduğunu ifade
ediyor. Oytun, İran, Suriye, Türkiye arasında bir iş
birliği ortaya çıkması durumunda Kürdler’in değil
ama PKK’nın kaybedeceğini söylüyor. Orsam uzmanı,
Türkiye - Rusya yakınlaşmasının
ardından Başbakan bir açıklama yaparak 6 ay içersinde Suriye siyasetinde değişiklikler olacağının mesajını
verdi. Nasıl değişiklikler bunlar. Ne
düşünüyorsunuz bu 6 ay içinde neler
olacak?
Şu anda Suriye’deki gelişmelerin
belirlenmesi açısından en önemli aktör
Rusya ve rejim kanadın da rejimi koruyan,
rejimin ayakta kalmasını sağlayan temel
güç. Bunun ötesinde kurduğu askeri üsler
ve ülkeye getirdiği hava savunma sistemleri, radar sistemleri ile Suriye’nin en
büyük gücü konumuna gelmiş durumda.
Yanı sıra muhalif kanadına bakıldığında
tabi Türkiye’nin tek başına olmazsa da en
etkili aktörlerden biri olduğunu söylemek
mümkün. Türkiye’nin alacağı pozisyon,
muhaliflere vereceği destek ya da burada
ortaya çıkacak bir değişim Suriye’deki güç
dengelerin kritik bir biçimde değişmesine
neden olabilir. Dolayısı ile bu iki aktörün
Suriye krizinde bu kadar etkili iki aktörün
arasında başlayan yakınlaşma doğaldır ki
Suriye krizinin çözümü taraflar arasında
ateşkes sağlanması ve bir siyasi çözüm
konusunda daha çok umutvar olmamıza
neden oluyor. Zaten Türkiye ile Rusya
arasında yapılan görüşmelerde temel
başlıklardan biride Suriye idi ve bunu
iki tarafta dile getirdi. Tarafların Suriye
ile güvenlik birimleri arasında doğrudan
temas kuruldu ve bu görüşmeler sürüyor
diye basına yansıyor.
yaşanan uçak krizi sonrasında Suriye hava
sahasının Türkiye’ye tamamen kapatılmış
olması, IŞİD ile mücadelede kapsamında
dahi hava operasyonları gerçekleştiremiyor olması Türkiye’nin elini zayıflatan bir
faktördü. Bunun dışında YPG’nin Amerika desteği altında Türkiye’nin kırmızı
çizgilerini aşarak Fırat’ın batısına geçmesi, Minbic’i ele geçirmesi ve bir sonraki
hedefi olarak El Bab’ı belirlemiş olması
Türkiye açısından yine Suriye konusunda adım atma gerekliğini ortaya çıkardı.
Çünkü Türkiye sürece müdahale etmez
ise çok da uzun olmayan vadede güney
sınırlarında PKK kontrolünde bir bölge ile
karşı karşıya kalacak ve kalma ihtimali var.
Dolayısı ile bütün bunlar Türkiye’yi harekete geçirdi. Suriye’deki bu çözümün parametrelerini de Başbakan Binali Yıldırım
bir röportajında belirtti. Öncelikle toprak
bütünlüğü vurgusu yaptı. Suriye’nin mevcut sınırlarının kesinlikle değişmemesi
ve kendi içersinde federal özerk bölgelerin oluşmasına karşı olduğunu açıkladı.
Birinci temel toprak bütünlüğü vurgusu,
ikinci temel hiçbir mezhepsel grubun üstünlüğüne dayanmayan bir siyasi yapı inşa
edilmesi bu da Esad rejiminin eski haliyle
yeniden Suriye’de iktidar sahibi olması
ne de muhalefetin rejimi bertaraf ederek
kendi iktidarını teşkil ettiği yeni bir siyasi
yapı olmaması anlamına geliyor. Üçüncü
parametre ise mültecilerin Türkiye başta
olmak üzere diğer komşu ülkeler ve Avrupa’daki mültecilerin, Suriye ile istikrar
sağlanması üzere kademeli olarak ülkelerine dönüşlerinin sağlanması.
Yani Türkiye ile Rusya, Suriye’de
işbirliği aşamasına gelebilir?
Bu iki aktörün koordinasyonunda ve
iş birliğinde yeni bir çözüm süreci ortaya
çıkabilir düşüncesi var. Ama bunu Türkiye
açısından Rusya ile yakınlaşmanın en temel motivasyonlarından biri özellikle kuzey Suriye’de yaşanan gelişmeler konusunda Türkiye’nin etkisini kaybetmiş olması
ve burada yeniden etki sahibi olabilmek
için Rusya ile yakınlaşma acil bir ihtiyaç
olarak ortaya çıktı. Özellikle Rusya ile
Türkiye 6 ay içersinde Suriye siyasetinin değişeceğinin mesajını verdi.
Ancak Türkiye’nin talepleri uzun
zamandır ifade ettiği, altını çizdiği şeyler. Suriye siyasetinde şimdi
özetlediğiniz 3 parametrede değişen
ne var?
Şimdi tarafların her iki taraf açısından
da hem rejim hem de muhalif kanadı bu
tarafları destekleyen dış aktörler açısından
artık savaşın sürdürülmesi konusunda bir
tükenmişliğe doğru gidiliyor. Artık bu iki
Yeter Polat
Suriye’de IŞİD ve bazı bölgelerde muhaliflerin ortadan kalkması
sürecinde, YPG’nin rejimin federasyon bölgelerindeki varlığını
kabul etmeyeceğini, rejimin de kendi ülkesinin sınırları içersinde
bir federal bölgeyi, bir silahlı grubun kontrolü-ne vermeyi kabul
etmeyeceğini söylüyor. Oytun’a göre böyle bir durumda çatışma
olur ve şu anda o çatışmaya doğru yaklaşılıyor. Sınırların birbirine
özellikle Halep’te yaklaştığını, Suriye Ordusu’nun Kuzeye El-Bab’a
doğru yürümeye kalkması halinde YPG’nin buna direneceğini ve
çatışmanın başlayacağını iddia ediyor. ORSAM Dış Siyaset Uzmanı
Oytun Orhan, BasHaber’in konuya dair sorularını yanıtladı.
taraf savaşın ask-eri yöntemler ile kazanılamayacağı konusunda bir inanca sahip
durumdalar. Böyle bir ortam içersinde
Türkiye ve Rusya’nın anlaşmış olması ve
fikir ayrılıkların özellikle Esad’ın geleceği konusunda fikir ayrılıklarının devam
etmesine rağmen ortak birçok kaygının
da paylaştığı vurgulanmış olması çözüm
adına daha umutlu olmasına neden oluyor. Özellikle Türkiye’nin, İran ile Suriye
konusunda daha bir işbirlikçi bir yaklaşım
ser-giliyor olması yine önemli. İran da aynı
şekil de Suriye meselesinde kritik aktörlerden biri. Dolayısı ile burada Türkiye,
kendi pozisyonunda ve rejim ile ilişkileri
konusunda bir yumuşama yapacak. Buna
karşılık aynı şekilde Rusya ve İran da rejim
üzerindeki etkisini kullanarak rejimin de
belli konularda tavizler vermesi konusunda anlaşılacak. Tabi IŞİD ile mücadelede
konusunda ortak bir bakış var. IŞİD ile
mücadeleye her 3 ülke samimi ve yoğun
bir şekilde girişebilir. Toprak bütünlüğü
vurgusu ve kuzeyde bir tarafta IŞİD’in hilafet devletini ilan etmesi bir tarafta PKK
ve YPG’nin federasyon ilan etmesi bunların karşında ortak bir duruş var. Artık
yavaş yavaş bu aktörlerin savaşın sonlandırılması gerektiği konusunda bir inanca
doğru gidiyor bu da çözüm için umut vaat
ediyor. Yoksa yaklaşımlarda genel parametrelerde tabii ki çok değişim yok. Ama
işin daha detayına bakıldığında her aktörün pozisyonunda ciddi bir yu-muşama
olduğunu görebilirsiniz. Örneğin Türkiye
açısından tehdit önce-likleri değişti. Artık
Esad birincil tehdit değil bundan ziyade
IŞİD ve YPG örgütlerinin sınırı kontrol
ediyor olması Türkiye açısından daha büyük güvenlik riski oluşturuyor. Suriye’nin
toprak bütünlüğün bozulması daha da
büyük risk oluşturuyor. Dolayısı ile bu da
Türkiye’nin pozisyonunda ve politikasında
bir yumuşama değişikliğe neden oluyor.
Türkiye’nin Suriye rejimi ile Cezayir
ve İran aracılığı ile ilişki kurduğuna
dair iddialar yansıdı. Suriye ve Türkiye yakınlaşması Kürdler için yeni bir
felaket olmaz mı?
Türkiye’nin kaygılarından biri de PKK
kontrolünde bir federasyonun ilan edilmiş
olması ve bu federasyonun sınır hattında
Türkmen ve Arap yer-leşimleri de içine
alacak şekilde genişlemeci bir hal almış
olması. Bu bir risk içeriyor ama burada
sizin bahsettiğiniz gibi tarihteki 1975
Cezayir ant-laşmasını atıfta bulunuyorsunuz. Oradaki ona benzer bir durum ile
karşılaşmanın çok mümkün olmayacağını
düşünüyorum. Kaybeden Kürdler değil
ama eğer gerçekten İran, Suriye, Türkiye
arasında böyle bir iş birliği ortaya çıkabilirse burada Kürdler değil ama PKK’nın
kaybeden olacağını söyleyebiliriz. Ama
tabi ben bu noktada işin oraya kadar varac-ağını düşünemiyorum. Çünkü şu anda
YPG dediğimiz bu aktörün kontrol ettiği
coğrafya çok genişledi ve Amerika’dan
ciddi yoğun destek alıyor. Ve burada
Amerika’nın küçük çaplıda olsa küçük
havaalanları, üsleri kurduğu söyleniyor.
Amerika’nın özel kuvvetleri şu an YPG ile
hareket ediyor. Dolayısı ile burada YPG’ye
ortak bir operasyondan bahsedilmiyor ancak konuşulan bu IŞİD ile mücadele kap-
SÖYLEŞİ
BasHaber
22 - 28 Ağustos 2016
9
SÖYLEŞİ
samında Azez ve Cerablus hattının
IŞİD’den temizlenmesi ancak bu
ortaya çıkacak boşluğun da Türkiye
tarafından terör örgütü görünen
YPG ile doldurulmaması, oranın
yerel un-surları tarafından Arap
ve Türkmen unsurlar tarafından
kontrol edilmesi. Böyle bir çarkta iş
birliğinden bahsediyoruz. Dediğiniz boyutlara ulaşması zor ama
şöyle bir şey olabilir, eğer gerçek
anlamda siyasi bir çözüme ulaşılırsa
Suriye’de bu durumda Suriye’nin
şuan ki bütün silahlı unsurlarının
iç savaş durumu var ve her grup
kendini koruma çabası içersinde.
Ama bir siyasi çözüme ulaşılması
durumunda bütün silahlı aktörlerin
silahları bırakarak bu siyasi çözüme
uyması gerekecek bu da yeniden
eski sınırlara dönülmesi anlamına
gelir. PKK’nin oluşturmaya çalıştığı
federal devlet açısından da ciddi
bir meydan okuma olur. Türkiye,
Suriye yakınlaşmasının çok ciddi
bir işareti yok, sadece basında çıkan
bazı iddialar üzerinden konuşuluyor. Bu yakınlaşmanın bu boyutlara
varması çok mümkün gözükmüyor
şu aşamada.
ABD ve Rusya’nın, Suriye’nin
geleceği konusunda anlaştığı birçok kesim tarafından
üzerinde mutabık olunan bir
gerçek. Eğer böyle ise Türkiye
ve PYD arasında 2010 öncesine dönülmesi gerçek ötesi mi
olur?
Türkiye-PYD ilişkilerinin TürkiyePKK ilişkilerinden bağımsız düşünmemiz çok mümkün değil. Doğru
ya da değil sonuçta Türkiye’deki algı
ve düşünce; PKK ve PYD’nin aynı
şey olduğu. Dolayısı ile içerde PKK
ile yoğun bir mücadele sürerken
Türkiye’nin, PYD’ye 2010 öncesi gibi
bir muamelede bulunmasını ben
çok ihtimal dâhilinde görmüyorum.
Zaten sizin bahsettiğiniz dönemde
PKK ile çözüm sürecinin devam
ettiği bir dönemdi. Dolayısı ile çok
bağlantılı şu anda en azından orta
vadede PKK ile Türkiye arasındaki
bu çatışmanın daha da derinleşerek
süreceğini öngörebiliriz. Dolayısı ile
Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki YPG
ve PYD kontrolündeki bölgeyi tehdit merkezli bakışı devam edecektir.
Özellikle PKK mücadelesine destek
için YPG bölgelerinden geçen
silahlı unsurlar silahlar, Suriye de
kazanılan silahların ve elde edilen
savaş tecrübesini Türkiye içersinde
kullanması bütün bunlar Türkiye
tarafından tehdit olarak değerlendirilecektir. Ama tabi şöyle bir ihtimal
var; Eğer PKK ile çözüm süreci olur
ise, Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki
YPG bölgelerine bakışı değişecektir.
Çünkü uluslararası ve Kürd kamuoyunda da şöyle bir algı oluşturulmaya çalıştırılıyor; Türkiye Kürdlere
karşı bir hava oluşturulmaya çalışıyor, ama burada tabi Türkiye’nin
karşı olduğu kendisini düşman olarak atfeden bir örgütün, bir aktörün
bu bölgelerde kontrol sahibi oluyor
olması. Dolayısı ile Türkiye’nin
tehdit olarak algıladığı kendine
düşman olarak bakan bir örgüte
karşı doğal olarak tehdit algılaması
içine girmesi normal. Ama bu tehdit
algılamaları mevcut durum ile ilgili
bu süreç değişir ve bir çözüme ulaşır
ise Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye olan
bakışı değişecektir.
Türkiye ile Rusya yakınlaşması
PYD ile uzaklaşma anlamına
gelmez mi? Ve aynı zamanda
PYD-Amerika yakınlaşması anlamı da çıkmaz mı bu yakınlaşmadan? Bu durum Türkiye ile
Amerika ilişkilerinin bozulması sonucunu doğurmaz mı?
Amerika ve Türkiye ilişkileri
zaten son derece kötü bir durumda,
tarihinin en sancılı dönemlerinden
birini yaşıyor şu anda ve bunun
birincil nedeni ise YPG konusundaki anlaşmazlık. Amerika’nın
Türkiye’ye rağmen güney sınırlarını
PKK kontrolüne terk ediyor olması.
Dolayısı ile bu kriz zaten hali
hazırda mevcut. Türkiye’nin tabi
Rusya ile yakınlaşması Rusya’nın
PYD’ye verdiği destek konusunda
bir azalamaya neden olabilir. En
azından bu uçak krizinden sonra
Rusya’nın Türkiye’yi cezalandırmak
araçlarından biri olarak kullandığı
YPG’ye destek konusunda artık o
kadar istekli olmayabilir. Ama zaten
YPG açısından stratejik müttefik
Amerika. Rusya’nın YPG’ye desteği
biraz Avsin bölgesinde desteği oldu,
bir de Halep’de Eşrefiye mahallerinde hava desteği verildi. Bunun
dışında arada bir stratejik ittifaktan
bahsedemeyiz. Bunda bir azalma
söz konusu olabilir artık çok fazla
Türkiye’yi rahatsız etmemek için,
Rusya bu kozu kul-lanırken imtina
edebilir. Ama Suriye meselesi Rusya
açısından, Türkiye ile yakınlaşmanın bir bedeli değil. Yani Rusya-Türkiye ile yakınlaştı diye mu-halifleri
bombalamaktan vazgeçesi sözkonusu değil. Dolayısı ile Rusya bu
yakınlaşmayı ekonomik çıkarlar,
enerji alanındaki iş birlikleri ve
Rusya’nın NATO ile yaşadığı rekabette Türkiye’nin pasif duruşuna
olan ihtiyacı ile açıklanabilir. Ama
onun ötesinde muhtemelen Rusya,
Suriye konusunda çok büyük bir taviz verme ihtiyacı hissetmeyecektir.
Ama ne olur ise olsun dediğim gibi
en azından PYD ile YPG’ye verilen destek konusunda biraz daha
çekingen olabilir. Bunun dışında
Türkiye’nin hava operasyonlarına
izin verilmesi konusunda daha
esnek davranılabilir. Taraflar belli
bir denge içersinde birbirleri ile
ilişkilerini sürdürebilirler. Rusya’da
muhtemelen YPG ile iş birliğine
belli alanlarda muhtemelen Halep
merkezi başta olmak üzere belli
alanlarda devam edecektir diye
düşünüyorum.
Rejim PYD ile çatışır mı ve bu
ne o zaman olur?
Eğer rejim federasyon bölgelerine doğru ilerlemeye kalkar ise bu
mümkün Zaten zaman zaman çatışıyorlar. Kamışlı’da yine çatışmalar
oluyor rejim ve YPG arasında. Esasında iki taraf da birbirine güvenmiyor ancak ortak tehditler temelinde
bir iş birliği var ve saldırmazlık
anlaşmaları var aralarında. Ancak
eğer bu ortak tehdit ortadan kalkar
ise IŞİD ve bazı bölgelerde muhalifler bunlar ortadan kalkar ise ne YPG
rejimin federasyon bölgelerinde
ki varlığını kabul eder, ne de rejim
kendi ülkesinin sınırları içersinde
bir federal bölgeyi, kendisi dışında
bir silahlı grubun kontrolünü kabul
eder. Ancak böyle bir durumda
çatışma olabilir. Şu anda o çatışmaya doğru yaklaşılıyor çünkü sınırlar
birbirine geldi özellikle rejim eğer
Halep’i alabilirse Kuzeye El-Bab’a
doğru yürümeye kalkarsa YPG buna
direnecektir.
09
Büyük felaket öncesi
HAKAN TAHMAZ
Son bir haftadır olanlar, toplumda
barışın bu topraklarda zor ve adeta
imkânsızlaştığına ilişkin düşüncesinin
güçlenmesine yol açtı. Bunun bir
boyutunu hafta içinde peş peşe
gerçekleştirilen intihar saldırıları oluşturuyor. Bir başka boyutunu ise hiç
kuşkusuz Özgür Gündem Gazetesi’nin
kapatılması ve kapatılma işlemlerinin
hayata geçirilmesi sırasında yaşananlar
oluşturuyor.
Bir yıl önce terk edilen Çözüm Süreci sonrası geliştirilen
yeni savaş konsepti, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında
CHP, Ak Parti ve MHP ittifakıyla oluşturulan “milli birlik”
döneminde yeni bir düzeye sıçratılıyor. Uzun bir süredir
bunun sinyalleri veriliyordu. Darbeci Fethullah Gülen
Cemaati’ni temizleme hareketinin, ana akım Kürd siyasal
hareketini kapsayacak bir biçimde süreceğini özelikle Cumhurbaşkanı her fırsatta özellikle vurguluyor.
Buna karşı Kandil’den yapılan “savaş batıya büyük kentlere sıçrayacak” veya Murat Karayılan’ın son açıklamalarında bir de “Önder Apo’nun yaşamı tehdit altındaysa herkesin
yaşamı tehdit altındadır” açıklaması gibi beyanlar çok açık
savaşın tırmandırılacağının işaretleridir.
Son tahlilde Türkiye, cehennemini yaşıyor. Bu cehennemden Kürd siyasal hareketini dışlayarak çıkma projesi,
bütün bir Türkiye’nin felaketine dönüşme potansiyeli ise
oldukça yüksek. Kürd illerinde yaşanan yıkım ve acılar daha
soğumaya yüz tutmadan seçilmiş yerel yöneticiler yerine
kayyum atanması ve milletvekillerine dokunulma projesinin
hayata geçirilmesi ise büyük felakete son sürat gidiş olacağı
çok aşikâr.
Özgür Gündem Gazetesi’ne yönelik son operasyon, bu
sürecin bir hazırlığı olarak tecelli etmişe benziyor. Baştan
sona hukuksuzlukla, keyfiyetle ve zorbalıkla yürütülen
operasyonun bir başka örneği, medya ve gazetecilik alanında
görülmüş değil.
Keza yirmi dört saat içinde 4 ayrı büyük intihar saldırısı
Kürd savaşı tarihinin bir ilkidir. Başlı başına bu bile büyük
felakete koşar adım gidildiğinin göstergesidir.
Büyük felakete gidişi durdurmak için öncelikle yanıtlanması gerek sorulardan biri, neden şimdi sorusudur. Bu sorunun iki yanıtı var. Birincisi Suriye konusudur. Bilinen gerçek
şu ki, Türkiye’de son bir yıldır sürdürülen savaş, bir tür
vekâlet/Suriye savaşı. Suriye’de savaş yeni bir aşamaya geldi.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin Suriye politikası kayaya
oturdu. Türkiye yalnızlaştı. Kürd siyasal hareketi ise Suriye
savaşından büyük kazanç elde etti. Kürdlerin, statükosunu
değiştirilecek bir başarıya imza atmanın eşiğinde. Bu başarı
Kürdlerin yeni statükosunun nasıl olacağından bağımsız bir
bakiye. Bu konudaki çatışmanın, kaygıların, korkuların bedelini ödüyoruz. İkincisi ise buna paralel olarak darbe girişimi
sonrasında Türkiye’nin reorganizasyonun “İslam Türk” sentezli politikalar ekseninde ve Kürd siyasal hareketi mümkün
oldukça devre dışı bırakarak, etkisizleştirerek yürütmesidir.
Bu her iki tercih, esasında hala Kürd korkusunun aşılamamasının sonuçları. Bu politikalar aynı zamanda bölgesel
ve küresel gelişmelerle çatışıyor. Kürd korkusu dışarıda
maceracı emellerle hareket edilmesine yol açıyor ve bölgede
sükûnetin hâkim olması sürecini uzatıyor. Türkiye’nin, kapısının Batı’ya hala açık bir NATO üyesi olması ise sorunları
biçimlendiriyor.
Bütün bunların sonucu olarak, esasında fark edilmesi
gereken, savaşın bugünkü biçimde yürütülmesi güvensizliğin
ve moralsizliğin olabildiğince fazla derinleşmesine yol
açmakta olduğudur.
Siyasi bir sorundur çünkü tarih göstermiştir ki, Kürd
Meselesi bir güvenlik sorunu değildir. Güvenlik ekseninde
politikalarla çözülemedi/çözülemez. Kürdler düzenin sorgulanması ve rejimin değişimini zorluyor.
Bu nedenlerle bu tablo karşısında kısa sürede çatışmasızlığı sağlanmak zor. Barış ise bu zoru başarmayı gerektiriyor. Zifiri karanlık, aydınlığın başlangıcıdır. Aydınlığa kapı
aralanması, büyük felakete gidişi durdurmak Kürd korkusunu yenmekle mümkün olabilir.
10
HABER
BasHaber
22 - 28 Ağustos 2016
PKK’nin bombaları sivilleri vuruyor
T
Delila Leylan
ürkiye, darbe girişimi, Rusya ile yakınlaşma ve OHAL gölgesinde yürüttülen
operasyonlarda Gülen Cemaatinin
hasarlarını atlatmaya çalışırken, son haftalarda aniden tırmanan ve her seferinde sivillerin
de ölümüne, yaralanmasına neden olan
PKK’nin bombalı saldırıları gündeme oturdu.
15 Ağustos itibari ile “askeri” noktaları hedefleyen “eylemler” yapacaklarını ve “eylemlerini” Batı’ya kaydıracaklarını ifade eden KCK
yetkilileri, sivillerin hedef alınmayacağına da
vurgu yapılmıştı. Bu açıklama ardından şehir
merkezlerine bombalı saldırılar ardı ardına
geldi. Sivillerin en fazla zarar göreceği bilinen
kent merkezlerine yönelen bu saldırıların sonuçları beklendiği gibi ağır oldu. Mardin, Van,
Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ’da bir hafta içerisinde yaşanan bombalı saldırıların bilançosu
onlarca sivilin ölümü, yüzlercesinin de ağır
yaralanması ile devam etti. Sivillerin en fazla
etkilendiği en büyük intihar saldırısı olarak
gösterilen Elazığ Emniyet Müdürlüğü “intihar
eyleminde” 200’ün üzerinde insan yaralandı.
Yaralılardan 60’ının sivil olduğu açıklanırken
uzmanlar darbe girişiminden sonra PKK’nin 1
ayda 19 saldırı düzenlediğini ileri sürdü, PKK
ise bu saldırılardan Van, Mardin, Bitlis, Diyarbakıri Kızıltepe ve Elazığ’ı üstlendi.
Yine Elazığ patlamasından birkaç gün önce
Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı Dicle Köprüsünde yaşanan patlamada bir aileden 5 kişi
yaşamını yitirirken, 54 sivil de ağır yaralandı.
İHD Diyarbakır Şubesi’nin hazırladığı 2016
yılının ilk 6 ayına ait raporda sivil ölümlere ve
bombalı saldırılara da yer verilerek çatışmalı
ortam nedeniyle kayıpların sistematik bir şekilde arttığına dikkat çekildi. Raporda Ağustos
2016 kayıpları yer almazken; Ocak- Haziran
2016 rakamlarına göre; yaşanan çatışmaların
ortasında kaldığı ileri sürülen 23 sivilin yaşamını yitirdiği, 23 sivilin de yaralandığı ifade
edilmekte. Bombalı saldırılarda da 32 sivilin
yaşamını yitirdiği, 172 sivilin de yaralandığı
bilgisi kaydedilmiş.
Bu gelişmeler sürerken kamuoyu, halkın
tepkisine neden olan bu tür eylemlerde neden
ısrar edildiğini sorguluyor. PKK eski yöneticilerinden Dursun Ali Küçük ve Osman Öcalan,
HDP’li ve AKP’li vekiller ile sivil toplum
kuruluşları, kamuoyunda tepkiye yol açan
saldırıları BasHaber’e değerlendirdi.
Öcalan: PKK Kürdleri
hedef haline getiriyor
PKK’nin Kürdleri hedef haline getirdiğini
söyleyen PKK eski yöneticilerinden Osman
Öcalan, sivillere yönelen eylemlerin provokasyonlara yol açtığını dikkat çekti. Çözüm
Süreci’nde Türk ve Kürd ilişkilerinin iyi olduğunu hatırlatan Öcalan şöyle devam etti: “Bölgedeki ve dünyadaki güçler bunu istemedi
ve Türkiye’yi savaş alanına çevirmek istediler.
Bunun için Ceylanpınar’da iki polisi öldürerek
süreci bitirdiler ve çatışmalar tekrar başladı.
TC’nin çıkarları doğrultusunda savaş başlamadı ve kimse aksini söyleyemez. Bu savaş
Kürdlerin de Türk devletinin de çıkarlarına
uygun olan bir savaş değildir. Toplumu tahrik
etmeye çalışıyorlar ve karşıtlık yaratmaya
çalışıyorlar. Bu savaş tehlikeli bir hal alıyor.
Türkiye’de iç savaş çıkararak sivilleri de hedef
haline getirerek Türk ve Kürdleri karşı karşıya
getirerek iç savaş çıkarmak istiyorlar. Ölenlere
baktığımızda sivillerin ve toplumun her kesiminin bu savaşa ortak edildiğini görüyoruz.
Başarılamayan darbe girişiminde öldürülenlerin çoğu sivildi. Bugün PKK’nin eylemlerinde
de sivillerin öldüğü göz önündedir. Türkiye
üzerinde planlar yapılarak bir iç savaş çıkararak bu esaslar üzerinde hareket ediyorlar.
Karşılıklı şartsız, koşulsuz silahların susması
ve Çözüm Süreci’nin yeniden başlaması ge-
rekiyor. Siyasi çözüm hem Türkiye devletinin
hem de Kürd halkının çıkarınadır.”
Küçük: KCK’nin ne savaşı savaştır
ne de barışı barıştır
PKK eski Merkez Komite Üyesi Dursun Ali
Küçük de sivillere yönelen şiddetin kabul edilemeyeceğini, KCK’nin hedefini karıştırdığını
belirterek, “KCK hedefi sivillerle karıştırıyor.
Daha sonra özür dileyip, ‘yerel birimler yaptı’
diyor. KCK savaş stratejisi saptı, rayından çıktı.
KCK’nin ne savaşı savaştır ne de barışı barıştır.
Türkiye’nin demokratikleşmesi, ne olduğu
belli olmayan özerklik için bütün bunlara ve
hele hendeklere hiç değmez. 8 şehrimizin yerle bir edilmesini zafer olarak görüyor. Stratejik
ve taktik sapmalar ve amacı belirsizleştiği
için eylemleri de belirsizleşmektedir. Tek tek
eylemlerin ele alınıp eleştirilmesine ihtiyaç
yoktur. Hendek savaşında gördüğümüz gibi
halka sahip çıkacak bir durumu yoktur. Bomba yüklü araçları şehirlerde patlattığın zaman
kaçınılmaz olarak siviller zarar görecektir.”
HDP Milletvekili Irmak:
Şiddet beraberinde şiddeti getiriyor
HDP’nin şiddete her dönem karşı çıktığını,
hiçbir şekilde şiddetin çözüm getirmeyeceğini ısrarla savunduklarını dile getiren HDP
Milletvekili Selma Irmak, “Sadece sivil değil,
bu savaşta asker, polis, gerilla kim olursa
olsun hayatını kaybetmesi bizim için üzüntü
kaynağıdır. Bütün bu ölümlerin kime ait
olursa olsun engellenmesi için tüm gücümüzle çalışıyoruz. Son dönemde yükselen şiddet
dalgası, hükümetten yana gelişen OHAL
nedeniyle özgürlüklerin askıya alınması,
binlerce insanın gözaltına alınması, Özgür
Gündem’e yapılan baskın, bütün bunlar bu
ülkeyi giderek dar çembere doğru götürüyor.
Yani akıl tutulmasının yaşandığı görüyoruz.
Siyasi sorunlar siyasi yöntemlerle çözülür.
Kürd Meselesi siyasi bir sorundur ve çözümü
siyasi yönteme dayalıdır. Bu yapılmadığın
sürece şiddet dalgası artar ve sonuçta etki
tepkiyi doğurur. Yaşanan bunca vahametten
halen sonuç çıkarılmamış olunması akıl tutulması ve insanların hayatını kaybetmesine göz
yumulması anlamına gelir.”
HDP Milletvekili Geveri:
PKK’nin eylemleri anlaşılır değil
Kürd halkının ilhakına rağmen, Kürd
siyasetinin itirazına rağmen, demokratik
çevrelerin tepkisine rağmen, PKK’nin ısrarla
sivil alanlarda bombalı eylem yapmasının
anlaşılır olmadığını belirten HDP Milletvekili
Adem Geveri, “Eğer bu stratejik bir tercihse
ki silahlı örgütler bazen böyle tercihler yapar,
biz yine de bunun karşısındayız. HDP’nin bu
noktada eleştirilmesi anlaşılır bir şey ama biz
parti olarak PKK’nin bu saldırılarını sivil alanlardan, şehirlerden çekmesi gerektiğini her
zaman dile getiriyoruz. HDP içerisinde farklı
siyasi çizgiden gelmiş kişi ve gruplar olarak
bu şiddet eylemlerini en sert şekilde kınadık.
Kürd halkının demokratik mücadelesi var,
bu haklı mücadelenin sonuna kadar yanın-
da olduğumuz halde Kürd halkının, hiçbir
şekilde meşruluğu olmayan, terör eylemlerine
denk düşen hiçbir saldırıya ve eyleme ihtiyacı
olmadığını belirtiyoruz. PKK’nin bu saatten
sonra şehir merkezlerinde yapacağı eylemlere
çok daha sert toplumsal tepkilerin doğacağını
bilmesi lazım. Aksi takdirde oluşan bu infial,
toplumsal barışın bozulmasına ve Kürdlerin
haklı mücadelesinde ciddi bir itibar kaybına
yol açacağını endişe ile ifade ediyorum.”
Eski AKP Milletvekili Özdemir:
Savaşın da da bir ahlak ölçüsü var
AKP Batman eski Milletvekili Ziver Özdemir ise, intihar eylemlerini yapanların bunu
sorgulayabilecek mantık ve izandan uzak
olduklarını söyledi. Savaşın da çatışmanın da
bir ahlak ölçüsü olduğunu savunan Özdemir,
şöyle devam etti: “PKK’nin bu son saldırıları
artık bu ahlak anlayışını ve insanlık ölçüsünü
aşmıştır. Kendisine çok büyük destek veren
insanların başına bombalar yağdırıyorlar,
bombalar patlatıyorlar ve çoluk, çocuk, kadın
masum insanların katline sebep oluyorlar.
Vatandaşın büyük bir tepkisi var. FETÖ
çetesinde olduğu gibi bir gün sivil vatandaşlar,
‘artık yeter’ deyip sokaklara, alanlara dökülüp
başkaldırmalıdır. Türklerin de, Kürdlerin de
bunu yapması gerekiyor. PKK’nin yandaşı
dahil artık herkesin PKK’nin amaçlarına,
rüyalarına hizmet etmediğini görmeleri gerekiyor. Bu saldırılar Türkiye’nin ve Kürdlerin,
düşmanı olan odaklara, akla hizmet ettikleri
nettir. Bir an önce bu eylemlerin amasız/fakatsız durdurulması gerekiyor.”
Mazlum-Der Başkanı Ünsal:
Yaşam hakkına yönelen eylemler
meşru değildir
Mazlum-Der Başkanı Ahmet Faruk Ünsal,
yaşam hakkına yönelen bu saldırıları hiçbir
gerekçenin meşrulaştıramayacağını söyledi.
Ünsal sözlerine şöyle devam etti: “Ayrıca bu
tür saldırılar muhtemel barış görüşmelerinin
de önünü tıkayan, psikolojik bariyerler koyan,
toplumda nefreti yaygınlaştıran saldırılardır.
Açıkça kınıyoruz. PKK’den bir an önce şiddeti
bırakarak ateşkes ilan edip, müzakerelere
açık olduğunu deklare etmesini bekleriz. Ve
bunun devletin de atacağı pozitif adımlara
önemli bir katkı sağlayacağını söylemek
mümkün.”
İHD Genel Başkanı Türkdoğan:
Sivillere yönelik eylemleri kınıyoruz
PKK’nin eylemlerine yönelik görüşlerinin
evrensel normlarda sabit olduğunu ve konu
hakkında daha fazla değerlendirme yapmak
istemediğini söyleyen İHD Genel Başkanı
Öztürk Türkdoğan, kısaca şunları söyledi: “Bu
konudaki tepkimiz her zaman açıkladığımız
gibidir, onun dışında bir yorum yapmayacağım. Biz sivillere yönelik eylemleri kınıyoruz
ve olmaması gerektiğini söylüyoruz. Bir an
önce çözüme dönülmelidir. Kim ne yapar ne
düşünür o bizi ilgilendirmez, bizi ilgilendiren
ilkesel tutumlarımızdır.”
BasHaber
KENTSEL DÖNÜŞÜM
22 - 28 Ağustos 2016
Şırnak ve Gever silbaştan!
B
Dilan Almaz
ölgede yaşanan yoğun çatışmaların neden olduğu yıkımlardan sonra Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı operasyonların olduğu
kentlerde yeniden yapılandırmaya
gidilmesine karar verdi. Karara göre 30
bin TL’nin üzerinde onarım maliyeti
olan evler yıkılıp, yerine yeni binalar
yapılacak. 30 bin TL’ye kadar zararı
olan ev sahiplerinin zararı ise devlet
tarafından karşılanacak. Bu karar
doğrultusunda Yüksekova (Gever) ve
Şırnak’ta riskli ilan edilen binaların
yıkımına başlandı. Gever’deki yıkımı
yerinde inceleyen Çevre ve Şehircilik
Bakanı Mehmet Özhaseki, kentin
kanalizasyonu dahil birçoğunun yeni
baştan imar edileceğini duyurdu.
Projenin ilerleyen zamanlarda tüm
detaylarıyla kamuoyuna sunulması
bekleniyor. Projenin 2,5 milyar TL’na
mal olacağı bakanlık tarafından
belirtiliyor. Ayrıca bu yapılandırmanın
kentteki ekonomiyi canlandıracağı
düşünülüyor. Öyle ki Bakan Özhaseki
Gever ziyaretinde, “Bu evler yapılırken burada insanlar çalışacak, kimi
kapı yapacak, kimi pencere yapacak,
kimi inşaatında çalışacak. Buraya bir
hareket, bereket gelecek” şeklinde bir
açıklama yapmıştı. Yurttaşlar yıkılan
evlerinin metrekaresi ebadında olan
yeni dairelere yerleştirilecek. Yıkım
süresince evini terk etmek zorunda
kalanlara ise kentlerin idari birimlerince aylık 800 TL kira yardımı ödenmeye başlandı. Projenin temelinin
2-3 ay içerisinde atılacağı yaklaşık 1 yıl
içerisinde de teslim edileceği Bakan
Özhaseki tarafından açıklandı.
Taslağı hazırlanan proje fotoğrafları basılıp Şırnak ve Geverlilere
anlatılacak. Projenin içerisinde ise
şunlar olacak: Spor salonları, sosyal
alanlar, okullar, idari binalar, taziye
evleri, oyun parkları, ekmek tandırları.
Şırnak ve Gever’ın yeniden imar edilmesini yerel temsilciler ve AKP Doğu
Anadolu Koordinatörü Zeki Aygün ile
konuştuk.
DBP’li belediyeler:
Projeden haberimiz yok
Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz DBP’li belediyeler, projeden
haberdar edilmediklerini belirterek,
kendilerine danışılmamasını eleştirdi.
Şırnak Belediyesi Eş Başkanı Serhat
Kadırhan, kentin neredeyse tamamının riskli alan ilan edildiğini belirterek, bu durumun Şırnak’ın tamamının
yıkılacağını anlamına gelmediğini
ancak bakanlığın istediğini yapmasına
fırsat verdiğini dile getirdi. Onarımı
mümkün olan binalar için bile yıkım
kararı verildiğini açıklayan Kadırhan,
“Kepçeler tahrip olmayan binaların
taşıyıcı kolonlarını kırdılar. Sırf yıkımı
karar verilsin diye. Projenin içeriğinden haberimiz bile yok. İnsanlar geri
dönmesin diye yapılan uygulamalar
bunlar” dedi. Çoğu mahallenin risk
alanı olmadığı halde risk alanı ilan
edildiğine dikkat çeken Yüksekova
Belediye Başkanı Adile Kozay, kendileriyle hiçbir şey paylaşılmadığını ve
bilgilerinin olmadığını söyledi. Halkın
yüzde 80’inin yıkıma karşı olduğunu
belirten Kozay, kendilerine resmi
makamlarca ulaştırılan herhangi bir
yazının da olmadığını ifade etti.
‘Vatandaşın arsasına
el konulmayacak’
Yüksekova Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanı Salih Özdemir ise, evi yıkılan
yurttaşlar için harita üzerinde yapılan
bir TOKİ çalışmasının olduğunu
ancak fiziki bir adımın atılmadığını
söyledi. Risk raporlarının işin hızlıca
yürütülmesi, bürokratik yazışmalara
takılmadan ilerlemesi için çıkarıldığını ileri süren Özdemir, vatandaşın
arsasına el konulmayacağını belirtti.
Çevre ve Şehircilik Bakanı ile yaptıkları görüşmeyi değerlendiren Özdemir,
“Henüz net bir projenin olmadığını
anladım.Önümüze somut bir veri de
sunulmadı” dedi.
‘Amacımız modern şehir kurmak’
Şırnak ve Yüksekova’daki yapılandırmayı yakından takip eden AKP Doğu
Anadolu Koordinatörü Zeki Aygün,
Gever’in giriş kısmının imara uygun
görüldüğünü belirterek, “Hükümet
binalarının da merkeze daha yakın
olması için karayollarının bulunduğu
bölgeye bakıldı. Şu anda değerlendirmeler yapılıyor” dedi. Amaçlarının
mağdur etmek değil, modern bir şehir
yapılanmasını sağlamak olduğunu
söyleyen Aygün, konuşmasına şöyle
devam etti: “O insanlara her ay Valilikler ve Kaymakamlıklar tarafından
kira yardımı sağlanıyor. Şu an orada
yapılması gereken binaların yapılıp vatandaşlara verilmesi.” Aygün,
projenin detaylarını şöyle anlattı: “Eğer
vatandaş bulunduğu yerin karşılığında başka bir yer alırsa orada takas
yapabilir. Uzun vadede kira öder gibi
de yapılabilir. Ama tabi hepten bedava
olmaz. Evinin karşılığı verilecek kendisine ama diyelim ki kendi arazisinin
üzerine yapılırsa o zaman taksit öder
gibi ödeme yapılabilir. Yani vatandaşların evinin bedelinin altında bir bedel
ile olmayacak. 30 bin TL’nin altında
bir hasar var ise o bedel ona ödeniyor
ve kendisi o eksiği kapatıyor. Ama 30
binin üzerinde bir hasar ise o zaman
bina yeniden yapılıp ona veriliyor. Tabi
değer kayıpları bir şekilde düşürülerek
hesaplanıyor. O detayları hazırlıyorlar.”
Projenin yurttaşlara sunulacağının
altını çizen Aygün, “Vatandaşlar ile
birebir konuşulacak. Yani metrekareye metrekare olarak daire verilecek.
Yüksekova’nın en işlek, en güzel caddesinde kokudan oturamıyorsunuz.
Çünkü kanalizasyon yok, alt yapısı
yok. Yani yalnız orada ev yaparak değil
orada alt yapısıyla, parkı ile okulu ile
her türlü çocuk, oyun, eğlence alanları
ile yaşanabilir bir haline getirilecek”
diye konuştu.
Öte yandan Hükümet, Meclis Genel
Kurulu’nda görüşülen torba tasarıda
bulunan idari yapılanma konusundaki
maddeden vazgeçti. Görüşmeler sırasında kabul edilen önergelerle Hakkari
ve Şırnak’ın il statüsünden çıkarılması
konusu tasarı metninden çıkarıldı.
Önceki tasarıda, Şırnak ve Hakkari’nin
isimleri değiştirilerek ilçe olmaları,
Cizre ve Gever’in ise il olmaları planlanıyordu. Düzenlemenin geri çekilmesiyle birlikte, Şırnak ve Hakkari il,
Gever ve Cizre ise ilçe olarak kalmaya
devam edecek. Bu karar doğrultusunda Cizre, Şırnak ve Gever’de yapılması
planlanan imar değişikliğinin akıbeti
merak konusu.
11
Bugün Batı’dan
neyi almalıyız?
ABDULLAH KARABAY
15 Temmuz 2016 başarısız
kalkışma sonrasında siyasal gidişatın
yönünde çok bir değişiklik olduğu
söylenemez. Hemen hemen siyasal
konumlanışların tümü aynı gibi
duruyor. Ama geçmiş süreçlerin
işleyişinde çok büyük bir hızlanma
var. Kürd Meselesi’ni çözmeme
konusunda devletin ısrarı ve örgütün
buna karşı şiddeti yükseltmesinde
belirgin artışlar gözlenmekte.
Devletin yürürlükteki politikasının temsilcisi ve sembol
ismi Cumhurbaşkanı gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı’nın
hızındaki yüksek artışa zaman zaman en yakınları yani
hükümetin bile ayak uyduramadığı görülüyor. Bugün
devletin Kürd coğrafyasında yürüttüğü ve çok boyutlu
bütünsel bir paket izlenimi veren uygulamalarına hükümetin olağan kurumları yetişemiyor! Örneğin belediyelere
kayyum atanması ve Şırnak ile Hakkari’nin il statüsünün
alınmasının hükümetin değil dar ekibin paketinin bir parçası anlaşılan. Cumhurbaşkanlığının merkezde olduğu ve
devlet içinde görece dar bir ekibin yürüttüğü anlaşılan bu
“pakete”, ekibin bir sonraki halkası aynı heyecanla sahip
çıkmıyor; bu nedenle olsa gerek Şırnak ve Hakkâri’nin
ilçe yapılarak cezalandırılması şimdilik ertelendi. Yeni
politikanın merkezindekilerin özel bir grup olduğunu ve
çevredekilerin ‘biraz’ farklı oldukları; Başbakan’ın basına
yansıyan Cumhurbaşkanlığı menşeli politikalara uyumda
isteksiz olan ve bunu ifade edenlere karşı Cumhurbaşkanın
‘fırça çektiği’ ifadesinden anlaşılmaktadır. 19 Ağustos 2016
tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan “Başbakan’dan
vekillere saray uyarısı” başlıklı haberde, “Cumhurbaşkanı ile konuşalım” diyen parti yöneticilerine Başbakan
Yıldırım’ın,“Ben ikna edemedim, fırça yemek istiyorsanız
gidin” dediği belirtiliyor.
Bu tartışmaların biçimi bir yana içeriğinin hala esas
olarak ‘siyasal’ olması çok daha önemli. Toplum siyasal,
sosyal, kültürel, eğitimsel gibi alanların toplamıdır ve her
bir alanın kendince özerk ve süreğen ilişkiler toplamı
olduğunu biliyoruz. Siyasal alan, toprak üzerinde merkezin
hükümranlık kurması; kimi kimi nasıl yöneteceğine ilişkin
mücadele esastır. Bugün Kürd coğrafyasında ‘sosyal’ gibi
görünen faaliyetlerin çoğu aslından hala ‘siyasal alan’
amaçları doğrultusunda yapılmaktadır. Nerenin il yapılacağı, o yöre halkının ihtiyaçları, o yörenin ekonomisi, o
yörenin kültürel farklılıklarına göre o yöre halkının karara
katılı ile yapılırsa; olgunun hükmetme ile ilişkisinin olmadığı söylenebilirdi; oysa uzun zamandır; Kürd coğrafyasında
hemen her siyasi, kültürel, idari değişiklik devletin yöreye
siyasal hâkimiyet kurma politikası ile şekillenmektedir.
Bölgede halkın gündelik geçim ihtiyacı ve kültürel varlığı
hemen hiç ciddiye alınmadı. Savaşmanın gerekçelerini
silmeye ve unutmaya çalışıyorlar.
Biz de uzun süren batılılaşmayı güncelleyerek eski yöntemlerini kullanmaktan vazgeçmeliyiz. Batı’dan barışmanın
yolunu öğrenelim! Şimdilik en temel ve insani ihtiyacımız
budur. İngiltere’nin AB’den ayrılması, Belçika’nın ayrılmayı halkoyuna götürmesi, İskoçya, Katalonya, Çek ve Slovak
oylamaları. Bu yeni kültürün son dönem Avrupa’sının
siyasal kültürünün bir parçası olmaya başladığı açıktır. Bu
kültürün içselleştirildiği ve rutinleştiği anlaşılıyor. Sorun
çözme ve barışmaya en çok ihtiyaç duyan toplumların
başında gelen Türkiye toplumunun Batı’dan alacağı en
değerli kurum bu barışma mekanizmasıdır; yoksa Batı’nın
teknolojik olarak ileri arabaları ve telefonları değil. Ama
paha biçilmez bir değer olarak ‘barışma kültürü’nü alırsak
bir o zaman Batı değerler dünyasından gerçek olarak
faydalanmış oluruz; yoksa onların üstün teknolojili helikopterleri ve uçakları ile insanları öldürmek ya da makam
araçları olarak ultra lüks Alman arabaları almak, Batı’dan
faydalanmak değil; Batılılara kendimizi kullandırmak;
yoksul halkın geçim parasını Batılılara peşkeş çekmek
olacaktır.
12
BasHaber SÖYLEŞİ
22 - 28 Ağustos12
2016
MEDYA
Özgür Gündem’ın kısadan hissesi:
Faili meçhuller, baskınlar, kapatmalar
Ö
Besê Çelik
zgür Gündem 90’lı yıllardan bu yana
en ağır koşullarda yayına devam
etmiş, zaman zaman kapatılmış,
bombalanmış, muhabir, yazar ve dağıtıcıları
katledilerek; Dünya basın tarihine en çok saldırıya uğrayan gazete olarak girmiştir. Yirmi
dört yıldır devam eden bu gelenek; ikinci kez
‘PKK propagandası yaptığı’ gerekçesiyle 16
Ağustos 2016’da “geçici” olarak kapatıldı.
İnsanın yaradılışından gelen hakları
Anayasa’da temel hak ve özgürlükler adı
altında teminat altına alınmıştır. Türkiye’de
çokça tartışılan bu hak ve özgürlüklerin en
önemlisi bir kez daha Özgür Gündem’in
kapatılma kararı ile yeniden gündeme geldi.
Özgür Gündem’in kapatılması, çalışanlarının
yaka paça gözaltına alınması, şiddet görmeleri, meslek örgütleri, sendikalar, gazeteciler
ve yazarların uzun yılardır tartışa geldiği bu
eksikliklerin en somut sonuçlarından biri.
Faili meçhule giden gazeteciler!
30 Mayıs 1992 yılında yayına başlayan
Özgür Gündem gazetesi uğradığı baskılar
nedeni ile sürekli isim değiştirmek zorunda
kaldı ancak akıllarda en çok yer edinen ismi
de Özgür Gündem oldu. Kürd basını üzerinde
baskıların en yoğun olduğu ‘90’larda yayına
başlayan gazetenin, çalışanları, okurları ve
dağıtıcıları gözaltına alınarak işkence gördü ya
da katledildi.
defa 13 Nisan 1995’te Yeni Politika yayın hayatına başladı. Dört ay yayımlanabilen ve birçok
muhabiri gözaltına alınan Yeni Politika,
Özgür Ülke’nin devamı olduğu gerekçesiyle
16 Ağustos 1995’te kapatıldı. Gazetenin 126
sayısından 117’si sansürlendi.
Gazetenin dağıtımını engellemek isteyen
devlet, çalışan, muhabir, yazar, dağıtıcı ayırt
etmeden deyim yerindeyse terör estirdi. Muhabir Yahya Orhan 31 Temmuz 1992’de, yazar
Hüseyin Deniz 8 Ağustos 1992’de, düzenli olarak köşe yazan Musa Anter 20 Eylül 1992’de,
muhabir Hafız Akdemir, Şanlıurfa Temsilcisi
Kemal Kılıç 18 Şubat 1992’de vurularak öldürüldü. Gazetenin Bitlis muhabiri Ferhat Tepe
ise kaçırılarak öldürüldü.
Yayınlanan 580 sayısının 486’sı hakkında
dava açılan, muhabir ve editörlerine 147 yıl
hapis cezası, 21 milyar lira para cezası verilen
gazete en son 1994’te mahkeme kararı ile
kapatıldı.
Özgür Gündem’e sahip çıkılmalı
DİSK Basın İş Genel Sekreteri Yurttaş:
Baskıları püskürtecek savunma hattı
oluşturulmalı
Türkiye’de her iktidar döneminin alışıla gelen uygulamasının basın ve ifade
özgürlüğünü engellemeyi hedeflediğini
belirten DİSK Basın İş Genel Sekreteri
Özge Yurttaş, “Saldırılar darbe girişimi
ve sonrasında ilan edilen OHAL’den çok
önce yeni bir aşamaya geçmişti. Geçen
yıl çatışma süreciyle başlayan Özgür
Gündem’de simgeleşen fakat aslında tüm
muhalif medyayı kapsayan sansür, dava
ve soruşturma uygulamaları artmıştı.
Maalesef gelinen noktada iktidarın kendi
sesi dışında kimsenin sesini duymak istemediğini görüyoruz. AKP kendi iktidarını
egemenler arasında yeni bir konsensüs
oluşturarak sağlamlaştırıyor. Ve Özgür Gündem’i
kapatma, susturma
amacı taşıyan saldırılar
hem Kürd muhalefetini
hem de ezilenler arası
dayanışmayı hedefleyen
bir niteliğe sahiptir. Bu
saldırı dalgası karşısında
bir yandan gazetecilerin meslek onurlarını
koruyacak çalışma koşullarını sağlamak,
bir yandan da her türlü baskıcı uygulamayı
püskürtecek aktif savunma hattını” oluşturmalıyız diye konuştu.
Zarakolu: Bu kadar saygısızca saldırı
kabul edilemez
Gazetenin yazarlarından Ragıp
Zarakolu’nun da gazete baskınının ardından evi basıldı. BasHaber’e gelişmeleri
değerlendiren Zarakolu 72 yaşındaki Musa
Anter’den 19 yaşındaki Ferhat Tepe’ye
kadar muhabir, dağıtıcı ve çalışanlarının
katledildiği bir gazeteye bu kadar saygısızca saldırılmasının kabul edilemeyeceğini
söyledi.
Özgür Gündem’e saldırmanın basın
özgürlüğüne saldırmak
anlamına geldiğini savunan
Zarakolu, “Özellikle gazeteci
arkadaşlarımıza yapılan
muamele İstanbul’un göbeğinde asla kabul edilemeyecek barbarca bir davranıştır. Doğan Güzel dünya
çapında bir karikatüristtir.
En büyük baskın 1993 yılında
Gazete 10 Aralık 1993 tarihinde yüzlerce
polis tarafından basıldı, çalışanları gözaltına
alındı. Bu operasyonda Özgür Gündem’in
bütün yönetim belgelerine, arşivlerine ve
kütüphanesine el konuldu. Baskı 2 gün
durdu. Özgür Gündem yönetiminin fiilen
dağılması üzerine, gazete yayın hayatına son
vermek durumunda kaldı ve yerine 28 Nisan
1994’te Özgür Ülke yayına başladı. Özgür
Ülke ise 2 Şubat 1995 yılında daha bir yılını
doldurmadan İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi
tarafından Özgür Gündem’in devamı olduğu
gerekçesiyle kapatıldı. Yaklaşık 2 ay sonra bu
Bu kadar kültür düşmanlığı bu kadar
barbaca üstünü başını yırtmak, ellerini
arkadan kelepçeleyerek götürülmesi hiç
güzel görüntüler değil” dedi.
Kirli savaş dönemlerinde gazetenin
aylarca kapatıldığını o dönemlerde de
acımasız bir sansür ve takip sürecinin yaşandığını hatırlatan Zarakolu, bu yasağın
birkaç ay daha süreceğini ancak özgür
basın geleneğinin hiçbir zaman susmayacağını söyledi. Bu geleneğin genel bir
özgürlük hareketinin yansıması olduğunu belirten Zarakolu şunları söyledi:
“Türkiye’de özgür basın geleneği Kürd
basını olsun, sol basın olsun hiçbir zaman
bitmedi. Her zaman, her koşul altında,
muhalif basın kendini ifade etme ve okurlarına ulaşma yolunu buldu. Bu özellikle
çağımızın teknolojik koşulları altında çok
daha olası çok daha mümkündür.”
Eren Keskin: Musa Amca’ya ve
diğerlerine borçluyum
Özgür Gündem’in ilk
yayınlandığı günlerden
bu yana avukatlığını
yapan Eren Keskin, tüm
baskılara tanıklık ettiğini
belirterek şöyle dedi: “Bu
coğrafyada sanıyorum
bu kadar baskı yaşayan bir yayın organı
Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği kampanyası
Sayısız dava ile karşı karşıya kalan gazete 3
Mayıs 2016’da Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği kampanyası başlattı. Kampanyaya
çok sayıda insan hakları savucusu ile gazeteci
destek verdi. 56 nöbetçi genel yayın yönetmeninden 50’si hakkında soruşturma başlatılırken, soruşturmaların 16’sı davaya dönüştü.
Dayanışma kampanyasına katılan Nöbetçi
Genel Yayın Yönetmenlerinden Erol Önderoğlu, Şebnem Korur Fincancı ve Ahmet
Nesin 20 Haziran 2016’da “terör örgütü propagandası” yaptıkları gerekçesiyle tutuklandı.
Önderoğlu ve Fincanı 10 gün, Nesin ise 11 gün
sonra tahliye edildi.
Gazetenin kapatma kararının ardından
polis Beyoğlu’ndaki binaya baskın yaparak
22 kişiyi gözaltına almış 18 Ağustos günü ise
serbest bırakmıştı. Baskının yapıldığı gün eski
Yayın Yönetmeni ve yazarı Eren Keskin, Filiz
Koçali ve Ragıp Zarakolu ile Yayın Danışma
Kurulu üyesi Aslı Erdoğan’ın evine baskın
düzenlenmiş, adı geçenlerden Erdoğan
tutuklanmıştı.
olmamıştır. Hepsi aslında bugün gibi aklımdadır. Gazetenin bombalanması, Musa
Amca’nın öldürülmesi, Ferhat Tepe’nin öldürülmesi hepsi yani o kadar acılı günler
yaşadık ki biz, küçücük gazete dağıtıcıların katledilmesi. Özgür Gündem sayesinde
böyle baskılara direnen bir gazetecilik
doğdu. Özgür Gündem yayınlandığı
günden bu yana tüm baskılara rağmen
gazetecilik yapıyor ve bölgeden haberleri kamuoyuna ulaştırıyor. Son yaşanan
baskıda aslında bunun göstergesi Özgür
Gündem’e saldırı aslında ifade özgürlüğüne bir saldırı. Benim açımdan ise ben 3 yıl
gönüllü olarak Genel Yayın Yönetmenliği’ni
yaptım bu gazetenin. Gerçi künyede adım
yazıyordu tabii ki ben gazeteci değilim
ama sorumluluğu aldım. Bunun nedeni
ifade özgürlüklerini kullanma hakkına
dahi sahip olmadan katledilen Musa
Amcaya, Gurbetelli’ye, Hüseyin Deniz’e
ve diğerlerine kendimi borçlu hissettiğim
içindir. Bugün de bu baskılar devam ediyor ama 22 arkadaşımız zor kullanılarak
gözaltına alınmıştır. Özgür Gündem yine
çıkacaktır buna hiç şüphem yok. Daha
önceki yıllarda da her gün bir gazeteci
öldürülüyordu, gazete bombalanıyordu.
Bombalandığı günün ertesi günü çıktı
Özgür Gündem. O nedenle yine çıkmaya
devam edecektir. Aksi mümkün değildir.“
MÜLTECİLER
BasHaber
22 - 28 Ağustos 2016
13
SÖYLEŞİ
13
Mülteci işçi kıyımı
Her 3 günde bir 1 mülteci işçi ölüyor
S
Diler Badîkan
uriye’deki savaştan kaçıp Türkiye’ye
sığınan ve burada çalışmaya başlayan
işçiler kötü çalışma koşulları altında
eziliyor. Ucuza, sigortasız, güvenliksiz işlerde
çalıştırılan mülteci işçilerin durumu içler
acısı. Çocuk yaştaki mülteci çocuklar için
ise durum daha da vahim. Okula gidemeyen
çocuklar günde 10-12 saat mendil satarak,
kağıt toplayarak çalışma hayatının zorluklarıyla çok küçük yaşta karşı karşıya kalıyorlar.
İş Kanunu’nda her ne kadar düzenlemeler
işçiler lehine yapılsa da, gerek işverenlerin
uygulamaya koymaması gerekse denetimsel
eksikliğin yaşanması çalışanların haklarının
ihlaline sebebiyet veriyor. Kayıtlı ve kurallı
çalışmak isteyen mülteci işçiler, geçimlerini sağlamak için zor koşullara katlanmak
durumunda kalıyorlar. Ülkesinde meslek ve
kariyer sahibi olan mülteciler, Türkiye’de inşaat işlerinde, tekstil fabrikalarında çalışıyor
garsonluk yapıyorlar. Irkçı saldırılara maruz
kalan mülteciler çoğu zaman Türk işçiler
tarafından “Sizden dolayı bize iş vermiyorlar,
gidin ülkenize” gibi tepkilerle karşılaşıyorlar.
Denetimciler geldiğinde tuvalete
saklanıyorlar
İşverenler tarafından düşük ücretle ve
sigortasız çalıştırılan işçiler sorunlarını dile
getirdiklerinde denetçiler geldiklerinde şefleri tarafından zorla tuvaletlere kapatılıyor.
Türkiye’ye sığınan mültecilerin ilk sırasında
Suriye uyruklu olanlar geliyor. Suriyelilerin
yaklaşık yüzde 54’ü 18 yaşından küçük ve
ortalama olarak 5 bin Suriyeli kayıtlı çalışıyor
ve çoğunluğu çocuk 400 bin Suriyeli kayıt
dışı istihdam ediliyor. Mülteci
işçilerin
durumunu
Av. Taner
Kılıç, İSİG
Meclisi Üyesi
Tuğçe Şentürk
ve Uluslararası
Ortadoğu Barış
Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof.
Dr. Veysel Ayhan ile
konuştuk.
‘Hukuk, mülteci
işçileri korumaya
yetmiyor’
İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliği Meclisi
(İSİG) Üyesi Tuğçe
Şentürk, mülteci işçilerin hak ihlallerine
karşı bir şikayet mekanizmasının olmadığını belirterek, “Hukuki olarak herhangi bir
statüsü olmayan göçmen işçiler sermaye karşısında daha savunmasız. Düşük ücretlerle,
uzun saatler her türlü işçi sağlığı ve güvenliği
önlemlerinden yoksun çalışmaların yanında,
ücret hakları da gasp ediliyor. Hak ettikleri
ücreti dahi alamıyorlar” dedi. Kadın işçiler
açısından durumun bir hayli zor olduğuna dikkat çeken Şentürk, “Kadınlar cinsel
istismar ve tacize maruz kalıyor. Şikayette
bulunacaklarını söylediklerinde polise ihbar
edilme, sınır dışı edilme gibi tehditlerle karşı
karşıya kalıyorlar” diye konuştu.
Türkiye’deki hukuk sisteminin göçmen,
mülteci işçileri korumaya yönelik bir sistem
olmadığını vurgulayan Şentürk, kanunların
sadece yasal yollardan Türkiye’ye giriş yapan
göçmenler için vize ve ikameti düzenlemekten ileri gitmediğine dikkat çekti. Hükümetin sürekli bu konuda vaatler verdiğini
ama ilerleme olmamasını eleştiren Şentürk,
İSİG olarak 3 ayda bir mülteci işçi ölümlerini
raporlaştırdıklarını dile getirdi.
‘Değişiklik derde deva değil’
Yabancıların Türkiye’de çalışmak için
Çalışma Bakanlığı’ndan izin almaları
gerektiğini belirten Av. Taner Kılıç, 4817
sayılı Yabancıların Çalışma İzni Hakkındaki
Kanun’un ruhu itibariyle yabancılara çalışma
izni vermek üzerine değil, vermemek üzerine kurgulandığını dile getirdi.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun uluslararası koruma prosedürü içinde bulunanlara yönelik çalışma
izni konusunda önemli bir gelişme gösterdiğini kaydeden Av. Kılıç, “Buna göre mülteci
ve ikincil koruma statüsü alanlar otomatik
olarak çalışma izni aldıkları kabul edildi.
Şartlı mülteci ve başvuru sahibi durumunda
olanlar ise ilk başvurularından 6 ay geçmesi
halinde Çalışma Bakanlığı’na çalışma izni
için başvurabilecekler. Ancak çalışma izni
almak için başvurmak demek uygulamada
çok büyük bir oranda çalışma izni alamamak
anlamına gelmekte” şeklinde konuştu.
Başta Suriyeliler için, daha sonra da
Suriyeli olmayanlar için yasadaki bazı
zorluklar kaldırıldığını, özellikle
tarım ve hayvancılık alanında il
bazında izin imkanı
oluşturulduğunu
aktaran Kılıç, “
Ben bu düzenlemelerin çok
büyük oran-
da derde deva olacağını düşünmüyorum.
Keza, Bakanlık verilerine göre çok küçük bir
oran çalışma izni almış olarak çalışmakta.
Özellikle emek yoğun işlerde başta olmak
üzere çok büyük bir oran illegal çalışma
yaşamı devam ediyor” diye belirtti.
‘Denetimler yetersiz’
Denetim mekanizmalarının yetersizliğini
eleştiren Kılıç, çok denetlenmesi halinde
oldukça yüksek para cezalarının yazılması
gerektiğini YUKK’a göre de sınır dışı edilme
nedeninin olduğunu belirtti.
Yasal olarak çalışan mültecilerin hukuksuzluk karşısında yargı yollarına başvurabileceğinin altını çizen Kılıç, illegal çalışanların,
yasa dışı çalışmanın sınır dışı edilme nedeni
olduğunu bildikleri için hukuki yollara başvuramadıklarını söyledi.
Kılıç, oturma iznine başvuranların en
azından ilk başvurudan sonra 6 ay içinde
otomatik çalışma iznine sahip olmaları
onları illegal ve karanlık bir emek sömürü
pazarından koruyacağını ifade ederek bu
durumda yardım kuruluşları ve yardımseverlerin yardımına el açmaktan kurtulacaklarını
söyledi. Kılıç, mültecilerin bu durumda suça
savrulmaktan kurtulacaklarını hatırlatarak
“Psiko-sosyal fayda görecekler, ülkeye entegrasyon, uyum sağlayacaklar ve sosyalleşme
sağlayacaklardır. Ülke ekonomisi de aynı
zamanda kazanacaktır” dedi.
‘Devlet gerekli düzenlemeleri yaptı’
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile birlikte çalışmalar yürüten Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof.
Dr. Veysel Ayhan hükümetin bu konuda
uluslararası alanda da çok önemli ve gerekli
düzenlemeler yaptığını söyledi. Tüm
sığınmacı ve mültecileri kapsayacak şekilde çalışma hakkı başvurusu ve yasal
statülerde çalışmasının güvence altına
alındığını belirten Ayhan, son yapılan
düzenlemeler ile birlikte illegal çalışmaların önüne geçilebilmesi
noktasında belli adımların
atıldığına dikkat çekti.
Dünyanın her bölgesinde ve her ülkesinde
kayıt dışı çalışanların
söz konusu olduğunu hatırlatan
Ayhan, “Devletler
yüzde yüz yasal
çalışma düzeni
sağlama nokta-
sında değiller. Buradaki temel nokta: Piyasa.
Yani piyasadaki aktörler bu noktada daha
ekonomik, daha avantajlı gördükleri için
bu yönde adımlar atıyorlar. Devlet düzenli
bir yapı ile sahada gözetleme ve denetleme
mekanizması kurmuş, bununla ilgili çalışmalar yapıyor. Yani o konularda denetimsiz
değiller” dedi.
Mültecilerin tamamının yasal haklarla
çalışmasının önemli olduğunu ancak bunun
zaman alabileceğini söyleyen Prof. Dr.
Ayhan kurum olarak konuyu ilişkin yapmış
oldukları çalışmaları şöyle anlattı: “Çalışma
Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler ile birlikte
hem kurumlarla hem işverenlerimizle hem
de mültecilere kendi hakları, çalışma hakları, çalışma hakkına nasıl başvuru yapacakları konusunda birçok toplantı, konferans,
birebir görüşme yapıyoruz ve bu konularda
talep olduğunu görmekteyiz.”
6 ayda 58 mülteci işçi öldü!
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), 2016 yılının ilk altı ayında
yaşamını yitiren göçmen işçilerle ilgili
yayınladığı rapora göre hayatını kaybeden 58 göçmen işçi hayatını kaybetti.
Raporda ölen işçilerin ağırlıklı olarak
mevsimlik çalışan işçiler olduğuna ve
en çok ölümün İstanbul’da yaşandığına
yer verildi.
İSİG verilerine göre; haziran ayında
22, mayıs ayında 10, nisan ayında 10,
mart ayında 3, şubat ayında 8, ocak
ayında 5 göçmen işçi yaşamını yitirdi.
2013 yılında 22, 2014 yılında 53, 2015
yılında 67 göçmen işçi yaşamını yitirirken, 2016 yılının ilk altı ayında
en az 58 işçi yaşamını yitirdi.
Ayrıca açıklamada ölen
işçilerin yaş ortalamasının
düşük olduğunun altını
çizilerek, “Göçmen işçi
ölümlerinde genç yaşta
ölümler, genel iş cinayetleri ortalamasının
iki katı. Bu durum
göçmen işçilerin
Türkiye işçi sınıfına
göre daha genç
yaşta olduğunu ve sermaye
tarafından da tercih nedenlerinden birisini gösteriyor” ifadelerine yer verildi.
14
BasHaber SÖYLEŞİ
22 - 28 Ağustos14
2016
TEKNOLOJİ
‘X, Y, Z’ kuşakları
Nd ols onlr glcğmzn tmntı!
A
bu durum aşırı bireyci olmalarından ve
otorite tanımamalarından kaynaklanıyor
diyor. Türkiye’nin % 35’ini oluşturdukları söyleniyor. Yani 27 milyon genç kişi.
Ondan sonrakiler ise akıllı telefon kuşağı.
Her üçünü birden yani TV, bilgisayar ve
telefon ekranını birlikte kullanan nüfusun
% 36’sını oluşturan Z kuşağı ortaya çıkıyor.
Ve Prof. Bülent Yılmaz’ın deyimiyle umutlu
olmakta fayda var, projeci, sorgulayan ve
ertelemeyen bir yapıları var.
Çaçan Amedi
ynı dönemde doğmakla birlikte
bir arada yaşayan farklı kuşakların bulunmasını X,Y, Z kuşakları
olarak anlatabiliriz. Yani nineler, anneler ve
torunlar olarak açıklayabileceğimiz şekilde
bir arada yaşamaktayız. Gerçi yaşadığımız
toplumda büyük dede ve büyük nineler de
var ama onlar yönetim, siyaset v.b kulvarların da fazla bulunmadıklarından hesaba
katılmasa da oluyor.
Öncekiler; X,Y kuşakları…
Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Bülent Yılmaz’ın literatürden aktardıklarına göre 1965-80 arasında doğanlar
Rekabetçiler-X, 1980 - 1997 arasında doğanları Yaratıcılar-Y, 1997 den sonra doğanları
ise Başkalaşmışlar-Z, olarak tarif edebilmek mümkün. Konuya genel bakıldığında
ise; rekabetçilere televizyon, yaratıcılara
bilgisayar, başkalaşmışlara da akıllı telefon
(ekran) çocukları denilebilir.
Türkiye nüfusunun günümüzde yaklaşık
olarak % 22’sini oluşturan X kuşağı için
Maltepe Üniversitesi’nden Aylin Tutgun;
“Uyumlu, aidiyet duygusu güçlü, otoriteye
saygılı, sadık, çalışkanlığa önem veren bir
kuşak“ tanımlaması yapıyor. “İş yaşamlarında çalışma saatlerine uyumlu olup iş
motivasyonları yüksektir, inanırlar ve sabırlıdırlar“ belirlemesinde bulunuyor.
Y kuşağı, 1980-1999 arası doğanlardır.
Z Kuşağı nasıl
bir kuşak?
Etkili İletişim, Takım
Çalışması, Kriz Yönetimi
konularında eğitimler
veren, toplumun her
kesimi, özellikle gençlerle sürekli diyalogu
bulunan, Takımdaşlık
Analizi ve Tersten Bakmak gibi kitap çalışmaları olan. Şimdilerde
Marmara ve Bahçeşehir
Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak
çalışan Erim Hısım ile Z
kuşağını konuştuk.
Çıkışı itibari ile tüketim alışkanlıkları, organizasyon modelleri üzerinden ulaşılan bir
tanım X,Y,Z kuşakları. Bugün sosyal bilimlerde bir yardımcı açıklama biçimi, ara kavram
durumunda. X,Y, Z kuşağından insanlar olarak bir arada yaşıyoruz . Durum böyle olunca da
insanları ve olayları daha iyi anlamamıza yardımcı olacak bu kuşak algısını biraz anlatmak
iyi olacaktır. Özelikle de Z kuşağını asık suratla değil, daha sevecen yaklaşarak tanımakta fayda var. “Nd ols onlr glcğmzn tmntı“ cümlesini deşifre ediyorum; “Ne de olsa onlar
geleceğimizin teminatı.“
Tutgun’un aktardıklarına göre, bağımsız
olmayı seviyorlar, özgürlüklerine düşkünler
ve iş yaşamlarında da farklılar . X nesline
göre Y neslinin örgütsel bağlılıkları azdır
ve çok fazla iş değiştirdikleri de söyleniyor.
Nasıl bir kuşakla karşı, karşıyayı Z?
Z kuşağı bağlamında konuyu
masaya yatırırsak çok farklı
şeylerden bahsetmemiz gerekecek sanırım. Bu kuşak ana hatları
ile 2000 ve sonrası doğanlardan
oluşuyor ve teknolojik birçok
alet ve edevatı doğuştan herkesin hakkı diye düşünüyorlar.
Anlatanın yalancısıyım; misafirliğe gitmiş bir ailenin emekleyen
bebeği televizyona kadar ulaşıp
TV sehpasından destek alarak
ayaklanıyor ve (sıkı durun bomba
geliyor) ve televizyon ekranındaki
görüntüyü tıpkı akıllı telefonlarda
ekranda yaptığımıza benzer bir
hareketle büyütmeye çalışıyor ve
görüntü büyümediğinde de kızıyor. Öyle ya telefonda oluyor da
televizyonda neden olmasın. Yan
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş
Dilan Almaz, Murat Özdemir, Ahmet Özyeter,
Kerem Ari, Mustafa Erğün
Tutgun’a göre bir an önce yönetici olmak
ya da kendi işlerini kurmak istiyorlar .
Tüketiciler ve iş hayatını sadece yaşamlarını sürdürebilmek için değil, daha rahat
para harcamak için istiyorlar. Tutgun,
odadaki annesinden suyu mesaj
atarak isteyen çocuğa şahit oldum. Anlaşılan o ki biraz tembel
ve biraz hazıra konma alışkanlığı
içindeler.
Üç ekrandan faydalanma biçimi, sadece oyun olarak kalma
hali olabilir mi?
Belki de ağırlıklı olarak oyun ve
benzeri uğraşlar için ekranlarla
tanışan Z kuşağı da gün gelecek
bu yatkınlığı işlerine, güçlerine,
ülke meselelerine ve hatta dünya
dertlerinde bile kullanabileceklerdir. Z kuşağını bir araya getirmek
ve takım çalışması yaptırmak
kolay olmasa da birbirilerinin
uzağında da olsalar teknoloji ve
uyum yetenekleri sayesinde birlikten kuvvet doğurabileceklerini
umuyorum.
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Ülkemizin derin sorunları;
Eğitim, laiklik,
Kürd Meselesi
gibi konularda
bu üç ekranlı
kuşak, ne tür
çözümler ya
da sorunlar
üretebilir?
O konuya hiç
girmek istememe rağmen, beyinleri yıkanarak
memleketimize kalkışanların (15
Temmuz Darbe girişimi) yaşadıkları ortamlarda hemen hiç ekran
olmamasının sağlandığını da
deneyimleri dinledikçe anlamış
bulunuyoruz.
Siyasal ya da sosyal ne olursa
Tel: +90 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
www.bas-haber.com
Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No:
39 Kat:5 Beyoğlu / İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
Her nimet bir külfet: Sosyal medya
bağımlılığı
Sosyal medya denilen alan oldukça genişliyor, haber alma, bilgi edinme, eğitim alma
ve ticaret büyük oranda ekran lar üzerinden
yürütülüyor. Facebook, twiter vb. yeni gelişmeler ise şimdiden sorun olmaya başladı
bile; Sosyal Medya Bağımlılığı. Amerikan
Psikiyatri Kurumu’na göre iş gereği olmadan günde 6 saatten fazla sosyal medyaya
takılmak ve bunun 6 aydan uzun sürmesi
sağlıklı değil. Hatta bazı durumlarda yatışlı
tedavi öneriliyor. Uzman psikologlar uyarılarında, gerçekle bağınız kopabilir ikazı sık
sık yapıyor. Prof. Dr. Bengi Semerci’ye göre,
narsist kişilik özelliği gösterenlerin ve düşük benlik saygısı olanların sosyal medyada
geçirdikleri zaman daha fazla. Devamla
Semerci, Sanal iletişim, canlı iletişimin
üstüne çıktıysa, yanlış yoldasınız. Yaşamı
kaçırmak bir yana, gerçekle bağlantınız
kopabilir diyor.
olsun bütün sorunların
çözümünde gerekli olan tek şey bilinç
farkındalık ve bilgidir.
Ne kadar şeffaf ve
paylaşımcı bir dünyada
yetişirse gençlerimiz
hangi kuşakta olurlarsa
olsunlar onlardan zarar
gelmeyecektir. Bu bakış
açısıyla da sanıldığından
ve alışılagelenden çok
daha barışçıl ve kardeşçe bir ortam olacaktır
diye inanıyorum. Biz
küçükken farkında olmadan kardeşçe
yaşadık, inanıyorum ki onlar vizyoner bir
biçimde ve geniş bir farkındalık ile bunu
yapacaklar.
Biz Z kuşak çocuklarımızı anlayabilecek, toplumsal ihtiyaçlarımıza odaklayabilecek miyiz?
Bu kuşak yönetime geldiğinde eğer
onların geniş bir yelpazede dünyaya bakmalarına izin vermişsek bizler, şirketleri,
yerel yönetimleri ve hatta devleti çağdaş
ve yenilikçi bir anlayışla yöneteceklerini
sanıyorum.
PORTRE
BasHaber
22 - 28 Ağustos 2016
15
SÖYLEŞİ
Ebasê Kemendî
Sanata adanmış bir yaşam
Y
Mehdî Caferzade
azar, sanatçı, şair ve ressam
Ebasê Kemendî eğitimsiz
olmasına rağmen 40 yıldan
fazla sanatla uğraşıp adını ebedileştirerek 2014 yılında dünyaya
gözlerini yumdu. Doğu Kürdistan’ın
Sinê kenti Kürdler arasında sanatın
beşiği ve merkezi olarak biliniyor.
Sanatçı Seyyid Elî Esxerê Kurdistanî,
ses sanatçıları Mezher Xaliqî, Nasir
Rezazî, ve Ebasê Kemendî, Kamkar Müzik Grubu, yazar Elaeddîn
Seccadî ve daha birçok ünlü şahsiyet
bu kenttendir. Kemendî sanatı ve
emeği ile Kürdler arasında özel bir
yere sahip. 1952 yılında Sinê’ye bağlı
Coraba’da doğdu. Yazar, sanatçı, şair
ve ressamdı. Eğitim almamış, 40
yıllık sanat uğraşısı ardından 2014
yılında dünyaya gözlerini yumdu.
Sanata adanmış bir ömür
Televizyon ve radyo programcısı
olan Kemendi yaklaşık 35 yıl kendi
mesleğinde çalıştı. Bu çalışma hayatında tiyatro ve dizi filmler yazıp
yönetti. Bununla beraber grafik ve
resimle uğraştı. Öykü ve şiir yazarak
adını halk sanatçısı olarak duyurdu. Fakat halk onu sadece şarkıcı
olarak tanıdı. Kemendî yaşadığı süre
zarfında sanat, kültür, müzik üzerinde çalıştı. O hamurunu sanatla
yoğurdu. Resim, tiyatro, şiir, sinema
ve müzik dalında birçok eseri Kürd
sanat kütüphanesine armağan etti.
Bütün ömrünü Sinê’de geçirdi.
Müzik hayatına girmesi de çok şaşaalı ve ilginç oldu. Müziğe başlaması
tesadüf bir olay gibiydi. Bu alanda
eğitimsiz ve tecrübesizdi. Kendisinin ifadesiyle Sinê’ye gitmeden
önce yakınında bağlama çalan birini
bile görmemişti. Kamkar Kardeşler
Kemendî’nin yardımıyla ebedileştiler. O Kamkar Grubu’na müziği
icra etmenin yol yordamını gösterdi. Yıllar önce Kemendî onlardan
ayrıldıktan sıonra bir daha müzikle
uğraşmadı. Kemendî’ye göre; “İran
İslam Devrimi’nden sonra müzik,
ancak yeraltında yapılabiliyordu.”
‘Dünya’ya başka bir Kemendî’nin
gelmesi lazım’
Kendisi hakkında Kemendî
şöyle derdi: “Eğer bugün dünyadan
göçsem üç özel ve güzel şarkıyı da
kendimle beraber toprağa gömeceğim. Eğer yapabilse birileri onlardan
bu şarkıları çalmalarını isteyeceğim, ancak benim gibi o şarkıları
söyleyebilen birileri yok. Başka
15
Küçük Asya’nın büyük
kuyusu
SENNUR BAYBUĞA
bir Kemendî’nin dünyaya gelmesi
lazım.”
Sinêli olup Soranice konuşmasına
rağmen Hewreman bölgesinin dil ve
kültürüne gönülden bağlıydı. Birçok
şarkısında Hewreman’da konuşulan
Gorani lehçesinden şiirler seslendirdi. Hewreman bölgesi şairlerinin
eserlerini derledi ve ilk defa divan
olarak yayınladı. Hewreman’la ilgili
bir kitap yazarak kendinden bir yadigar olarak bıraktı.
Kaval çalan babası ve amcasının
sesi de güzeldi. Ailesi, kasaplık
yaparak geçimini sağlardı. Ebas
doğduktan 3 üç ay sonra babası
öldürülmüştü.
Kemendî profesyonel sanat
yaşamına 18 yaşında başladı. Kürdçe
ilk manzum öykü kitabını ‘Şewbû
û Hemê Şiwan’ adıyla yazdı ve bu
kitap ile Sinê Radyosu’nun yazarlık
yarışmasından birincilik ödülü aldı.
Radyo, bu kitabı iki defa yayınladı. Yoğun istek ve öneri üzerine
Kemendî bu kitabı yeniden yazıp
yayınladı.
İki yıllık radyo tecrübesinden
sonra Sinê’de televizyon açıldı ve
Ebas tiyatro ve senaryo yazarlığına
başladı. Sinê Radyosu’nda çalışmaya
başladığında Kamkar Kardeşlerin babası Hesenê Kamkar’ı tanıdı. Müzik
hayatına ‘2500 yıllık Bayram Şenlikleri’ adlı festivalde Hesenê Kamkar’a
okuduğu bir şiirle başladı. Kamkar
ve Kemendî ortaklığı İran İslam
Devrimi’ne kadar sürdü. Kemendî,
profesyonel müzik yaşamına başladıktan İran İslam Devrimi’ne kadar
30’dan fazla şarkısı radyo ve televizyonlarda yayınlandı. Şarkılarını Kürd
folklorundan seçiyordu. Anonim,
geleneksel ve modern Kürdçe şiirin
izinden gidiyordu. Kendisinin de
ifade ettiği üzere ailesi, dini ve mezhepsel nedenlerden dolayı müzikle
uğraşmasını istemiyordu. Sinê’de
birçok kişi ancak takma adlarla müzik yapabiliyordu.
Sebrî Gulfiroş
Radyo ve televizyon çalışmaları
dışında ‘Sebrî Gulfiroş’ mahlası ile
sadece bir albümü piyasaya çıktı.
Raman dergisindeki söyleşisinde
şöyle anlatmıştı Gülfiroş’un hikayesini: “Plağın üzerinde resmim
vardı. Mektepli birçok kız çocuğu
sanatçıların posterlerini kitaplarına
yapıştırırlardı. Kara bahtlı olduğum
için benim posterimi defterine yapıştıran bir kızın erkek kardeşleri beni
tanıyorlardı. Beni öyle dövdüler ki;
burnumu ve dişlerimi kırdılar. Daha
sonra bir daha böyle bir şey yapmayacağıma karar verdim.”
Sonraki yıllarda Ebas, Kamkar
Ailesi ile çalışmalarını sürdürerek
İran’ın en ünlü grubu haline geldiler.
İlk albümleri ‘Hewreman’ adıyla
1981 yılında piyasaya çıktı. Kemendî,
Hewreman albümündeki şarkıları
Kamkar Kardeşlerle çok hızlı icra
edip kaydettiler. Ardından sırasıyla
‘Pirşeng’ ve ‘Gelwêj’ albümlerini yayınladılar. Gelwêj en popüler Kürdçe
plak oldu.
Ebas, Kamkar Grubu’ndan ayrıldıktan sonra müzikten uzaklaştı ve
kendi mesleği olan radyo ve televizyonculuğa döndü. 2005 yılında
emekli oldu. Fakat çalışmalarını
sürdürdü. Televizyon için birçok dizi
film ve tiyatro metni yazdı, yönetti.
Bununla beraber lokal öyküleri ve
ünlü şairlerinin eserlerini derleyip
yayınladı.
Ömrünün son yıllarında müziğe geri döndü ve Celîl Endelîbî ile
bütün şiirlerini kendisinin söylediği
‘Kîjî Kurd’ adlı bir albüm yayınladı.
Ayrıca bu albümün başat şarkısını da
müziksiz seslendirdi.
Ebasê Kemendî film senaryoları da
yazdı. Adını sinemada da duyurmak
istedi bu şekilde ama bu arzusuna ulaşamadı. Sanatçının ‘Zehra
Efî’ ve ‘Peskûçeyên Sineyê’ adında
yayınlanmış iki uzun öykü kitabı da
bulunuyor.
Bir zamandır Atina’dayız. İstanbul’da
yaşayan birisi için Atina enine boyuna
belki bir haftada gezilip bitirilebilecek bir
yerdir. Bir gününü plajlarında, ne bileyim
Syntagma’sında Akropolisi’nde, Plaka’sında dolaşarak geçirir, bir iki turistik yere,
eşyaya takılırsan ‘gezme vazifeni’ ifa etmiş
olarak bu kentten ayrılabilirsin. Duyduğun
turistik hikayelerle bir akşam bazuki çalan bir tavernada, uzo
ve kırılan tabakların dansı, biraz kalamar ve hayalini kurduğun
birkaç deniz mahsulü ile ne kadar az hesap ödediğini anlatırsın
memleketindeki arkadaşlarına ve bildiğin tüm restoranlara ahlak
dersi verebilecek düzeye bile gelebilirsin iki öğün yemek yiyerek.
Sonra gezinirken yanında buralı arkadaşların olduğu halde,
gezdiğin her yere ‘aa bizim şuraya benziyor, aa şu koku bizim şu
çiçeğin kokusu, bu tatlı bizim bu tatlı’ diye diye fırça yiyerek ve
bizim dediğin her şeyin aslında ve evet ‘biz’ olduğunu anlayarak
dolaşır durursun. Zeus’un bütün kadınları ve çocukları ile yaşadığı bu ülkede, karşına çıkan her mavinin içinden Egeas çıkacakmış
gibi hissedersin. Daha çok şey öğrenmek istersin, istedikçe de
cahilleşirsin ve cesaretin kırılır öğrenme konusunda.
Nea Smyrni isimli bir semtinde kalıyoruz bu sene. Çoğunuz
belki aşina, ismi ‘yeni izmir’ anlamına geliyor. Oturduğumuz
sokağın adı Kayseri Sokağı, bu semtin tüm sokak adları Ege’den
getirilmiş buraya, Anadolu’dan, Küçük Asya’dan. Yaşamalarına
izin verilmeyen sokakların, özledikleri kokuların adlarını, çiçeklerini taşımış zorunlu göçmen ruhları. Tatlılarını, böreklerini,
kahvelerini, balkonlarında çiçeklerini, utanmadan izliyoruz biz
de. Türkçe konuşan birilerine rastlayınca memleket kokusu
alıyoruz, ama onların ne hissettiğini tam olarak bilemiyoruz.
Biz bir utanıyoruz önce, sonra da ortak bişeyler var duygusu ile
sevindirik oluyoruz. Onlara terkettirilen ülkeden geliyoruz, kimisi
birkaç kere Atalarının toprağına turlarla gitmişler, oraları anlatıyorlar, kimisi hala oralı gibi. Helen kültürü denince Ege’nin,
Anadolu’nun ve ‘Yunan Adaları’ dediğiniz adaların binlerce
yıllık kültürünün ve geçmişinin, bu tarihin bir parçası olduğunu
ve emanetlerini yüzlerce yıldır yok edememiş bir halkın evladı
olduğunu bilmen gerekir.
Atina’da Arkeoloji Müzesi’ni gezerken, 3845 numaralı,
0.69 cmlik bir küçük oğlan çocuğu karşınıza çıkar. Kucağında
bir köpek bulunan bu mermer heykel, yüzlerce eserin arasından
mazlum gözlerle size bakar. Büyük abilerin, ablaların, kabın
kacağın, savaşçıların, silahların arasında bir sevimli kıvırcık saçlı
oğlan çocuğu. Üzerinde pelerine, kucağında bir köpek.
Bu küçük çoban çocuğun bir hikayesi var; Anavatanlarından
bir gecede taşınabilir neleri varsa denize dökmeden, dökülmeden
sağ salim buraya ulaşabilmeyi başarmış Küçük Asya yerlilerinin,
İzmir’in Foça’sından sandıklarda kalan küçücük yere belki
sığdırdıkları bir heykelcik bu. İsa’dan once 3 yılında Nissas Küçük
Asya’da doğmuş, hala küçük bir çoban. Küçük çoban çocuğun
binlerce yıl sonra Atina Arkeoloji Müzesi’nde karşınıza çıkan
bilinmeyen bir yerdeki misafirliğininin nasıl belki binlerce yıl
daha bu şekilde süreceğini göreceksiniz, o klimalı müzeyi gezerken. Topraklarını terkederken yanlarına almayı unutmadıkları
o küçük çocuk ve köpeği burada duruyor ve kendini getirenler,
onların torunları ve onların torunları yaşadıkça öldükçe o küçük
eli ayağı ve köpeği ve pelerini ile, ‘heyy biz köyümüzden buraya
geldik hey bizim köyümüz İzmir’deydi Foça’dan geldik’ diye bağıracak ve kendini o soğuk mermer görüntüsünden çıkan dağların
kekik kokuları ile her daim bize hatırlatacak. İsimler, heykeller,
yemekler ve kokular ,bunları öldüremezsiniz ve yok edemezsiniz.
Bin yıl geçse de o küçük çoban çocuk Foça’lı, Nissas’ın çocuğu,
köpeği de.
Bu yazıyı yazarken bana verdiği bilgilerle ilham onlan
değerli araştırmacı İra Tzourou’ya teşekkür ederim. O’nun kadar
çok bilmek istemezdim, zira bilmek bazen çok da acıtan birşey.
Serinlik dilerim İra.
16
FOTOĞRAF
BasHaber SÖYLEŞİ
22 - 28 Ağustos16
2016
Fotoğrafçı Kenan Nihat Elçi:
İnsansız kareler eksiktir
Mustafa Ergün
Fotoğraflı hikayeniz nasıl başladı?
1973 yılında Bingöl de doğdum. İlk, orta
ve lise öğrenimimi Bingöl’de tamamladım.
2003 yılında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden
mezun olup 2012 yılında aynı üniversitenin
Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü’nü
tamamladım. Fotoğrafla olan hikayem
küçüklüğümden kalma bir olay diye düşünüyorum. Çocukken resim sanatına karşı
bir ilgimin olduğunu hatırlıyorum, sürekli
resim çizerdim ders kitaplarımın, defterlerimin arasında mutlaka resim karalamalarım
vardı. Bu durumun bende fotoğrafçılığın alt
yapısını oluşturduğunu düşünüyorum. İlk
fotoğrafımı 2005 yılında çektim. 1990 yılında
başladığım Bingöl 1. Noter’de halen Baş
Katib olarak görevimi sürdürmekteyim. Aynı
zamanda BİFSAK (Bingöl Fotoğraf ve Sinema
Amatörleri Kulübü Derneği) Yönetim Kurulu
Başkanı’yım.
Çoğu zaman bir makalenin bir şiirin bir romanın anlatamadığını bir fotoğraf karesi anlatmaya
yetiyor. Bu anlamıyla toplumda her ne kadar “gereksiz bir uğraş” olarak görülse de ışığın doğayla,
portrelerle buluşması muazzam görseler meydana getiriyor. Bu muazzam kareleri ölümsüzleştiren sanatçılardan birisi de Kenan Nihat Elçi. Kürdistan’ın heybetli doğasını belleklere kazıyan
Elçi’nin fotoğrafçılık serüvenini konuştuk.
barındıran fotoğraflar yakalamak daha zor
oluyor. Çünkü birçok kültür zamanla yok
olmaya doğru gidiyor. İçinde insan olmayan
fotoğraflarımın hep bir tarafının eksik olduğunu, insan temalı çalışmalarımın fotoğraflarıma ayrı bir güç ve dinamizm kattığı
kanaatindeyim.
Denklanşöre basmak için kadrajda
aradığınız veya olmasını istediğiniz bir
şeyler var mı? Bir fotoğrafta uyulması
gereken kurallar nelerdir sizce?
Kadraj dediğimiz olay boş bir kağıttan
ibarettir. Bunu en güzel ve etkili şekilde
doldurmak gerekiyor. Bunu doldururken hayatın her alanında olduğu gibi
burada da bir takım kurallar vardır.
Öncelikle bu kurallara hakim olmak
Fotoğraflarınızda hep kır yaşantısı göze gerekir. Fotoğraf bas-çek olayı deçarpıyor, neden böyle?
ğildir. Bunu sahip olduğunuz
Fotoğraf çekerken zamanla şunu fark ettim; makineye teknik olarak
Aslında sadece fotoğraf çekmiyorum, ait
hakim olmakla birlikte
olduğum kültürün insanlarının hikayelerine yine fotoğrafçılıkta
de tanıklık ediyorum. Onları tanımaya çalışı- bilinmesi gereken
yorum, sürekli iletişim kurmaya çalışıyorum. bir sürü kompoHaliyle kendimi içinde insan olan, kültürü ve zisyon kuralları
doğal hayatı yansıtan karelerin içinde daha
vardır. Fotoğrafta
çok buluyorum. Bu çalışmalar beni daha çok 1/3 kuralı, altın
mutlu ediyor. Doğal yaşama kırsal alanları
oran, kontrast ve
bir nevi fon olarak eklediğinde daha etkili
grafiksel yönlenfotoğraflar çıkar düşüncesindeyim. Şunu da
dirmeler beni daha
iyi biliyorum: insan ve kültür öğelerini içinde çok etkilemektir.
Fotoğrafçılıkta kurallara uyulmasından
yanayım. Fotoğrafta biçim, içerik, estetik ve
kompozisyon kurallarına bağlı her fotoğraf
iyi bir fotoğraftır diye düşünüyorum.
fotoğraf bir şiire gebedir. Kişinin gözlerini,
yüreğini, duygularını ve düşüncelerini aynı
hizaya getiren her fotoğraf aynı zamanda iyi
bir şiirdir. Bunu çok tekrarlıyorum: “İçinde
insan olmayan her fotoğraf karesi biraz
eksik, biraz yarımdır.” Evet, insanı ve sevgiyi
yücelten olguları daha çok önemsiyorum.
Yeni başlayanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Yeni başlayan arkadaşlara öncelikle mutlaBölgede fotoğrafçılık yapmak desek
ka bir kurstan geçmelerini tavsiye ediyorum.
neler söylersiniz. Yaşadığınız bölge
Sonrasında bol bol fotoğraf bakmalarını, bol
fotoğrafçıların ilgisini yeterince çekiyor bol fotoğraf okumalarını ve bol bol fotoğraf
mu ve çalışmalar yürütülüyor mu?
çekmelerini öneriyorum. İmkanları dahilinde
Bu bölgenin gerek fotoğrafçılık olarak
makine ekipman almalarını tavsiye ederim.
gerekse sinema olarak oldukça zengin bir
En iyi makinenin insanın algıları olduğunu
yer olduğunu düşünüyorum. Bunu zamanla
bilmelerini isterim. Fotoğraf aslında beyinde
anlayacağız. Şimdi ki fotoğrafçılar yeni çekilir. Makine bir kayıt cihazıdır. Yüksek
keşifler yerine kariyer ve sıçrama
maliyetli makineler ise kaliteyi artıran bir
yapma derdindeler. Maalesef
unsurdur. Bu minvalde fotoğraf algılarını
fotoğrafçılarımız Fas, Tunus,
geliştirmeleri, ayrıntıları ve farklılıkları göreHindistan vs gibi fotoğraf olarak
bilme yetenekleri hayatlarına başka bir boyut
zengin yerlerde fotoğraf çalışmakatacaktır. Her şeyden önce bunun çok güzel
larına katıldıklarında kendilerini
bir hobi olduğunu fotoğrafla birlikte hayata
bir sınıf daha yukarıda görebiliyorbakışlarının değişeceği kanısındayım. Gönüllar. Oysa ülkemizde çekilmesi
den seçtiğimiz ve tutkuyla bağlandığımız bu
gereken milyonlarca fotoğraf
alan kendimizi daha güçlü ifade etmemizi
ve sinema karesi var.
sağlar. Bir emek verdiğimizde, biz farkında olmadan yeni yollar keşfedip hiç bilmediğimiz
Fotoğraflarınızda bir
yeteneklerimizin ortaya çıkmasını sağlarız.
şiirsellik göze çarpıyor, Fotoğrafçılık insanın düşsel derinliğini, planlı
neden?
hareket etmesini, ayrıntıları, farklılıkları
Naturel olan her yagörüp okuyabilmesini ve sorunlarla başa çıkşam bir şiirdir. İnsan da madaki başarısını da artırır. İnsan sosyal bir
bu şiirin ham maddesi- varlıktır. Fotoğrafçılık insanın sosyalleşmesi
dir. Haliyle içinde güçlü için önemli bir araçtır. Mutlulukta sosyalleşifadeler bulunduran her
menin özünde gizlidir. Işığınız bol olsun.

Benzer belgeler

04.04.2016

04.04.2016 dayatmaktadır. PYD, Kürdler arasında demokratik nitelikte siyasal ve toplumsal çoğulculuğa izin vermediği gibi, farklı bir Kürd savunma gücünün oluşumuna da izin vermemektedir. PYD, Rojava, sadece ...

Detaylı

01.02.2016

01.02.2016 Xalid Berkel: Toplantılardan sonra, saldırılar geldi Kobane Kantonu Başbakan Yardımcısı Halid Berkel de BasHaber’e konuşarak saldırıların Menbic zaferi ve bölge ülkelerinin kendi aralarında yapmış ...

Detaylı

22.02.2016

22.02.2016 arasında Menbic’den birlikler de var. Ayrıca bu çatışmalardan dolayı YPG, Bab’ı kurtarma operasyonunu erteleyebilir. Bab, Efrin ve Kobane bölgelerinin birleştirilmesi yolundaki son stratejik halka....

Detaylı

04.07.2016

04.07.2016 siyasal oluşuma hiçbir şekilde izin vermeyecektir. PYD, sürekli olarak ENKS’nin zayıf olduğunu, Rojava’ya askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda hiçbir katkı sunmadığını iddia ederek, herkesin ken...

Detaylı