Dönem Sonu İşlemleri
Transkript
Dönem Sonu İşlemleri
İSTANBUL YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI 13 ARALIK 2007 AYLIK TOPLANTISI R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 49 İSTANBUL YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI 13 ARALIK 2007 AYLIK TOPLANTISI OTURUM BAŞKANI : Hüseyin Perviz PUR KONUŞMACILAR : Dr. Veysi SEVİĞ (YMM) Süleyman GENÇ (YMM ) Leyla KIYAT (YMM ) KONUSU : “Dönem Sonu İşlemleri” TARİH : 13 Aralık 2007 14.00 - 18.00 BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Efendim hoş geldiniz, toplantıyı açmak üzere Sayın Başkanımızı davet ediyorum. Size mesajları var. Buyurun Sayın Başkanım. İSTANBUL YMM ODASI BAŞKANI SEZAİ ONARAL Sayın Başkan, değerli meslektaşlarım İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası’na hoş geldiniz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Böyle değerli üç konuşmacının bulunacağı ortamda sizlerden beraber olmaktan dolayı çok mutlu olduğumu önce ifade etmek isterim. Odamızda 15 senedir yerleşmiş bazı gelenekler var biliyorsunuz. Bunlardan birisi veya sonuncusu “son söz Başkanındır”. Şimdi Zafer bey soruyor, “Ne oldu, ne değişti de bu şekilde ilk sözü Başkan aldı?”. Efendim son söz Başkanın esası, bütün toplantının sonunda, yani meslekle ilgili konuların yanlış değerlendirilmesine imkan vermemek için yapılan bir düzenleme. Ama bugün bakıyorum, değerli hazirundan herhalde yanlış değerleme söz konusu olmayacak. O yüzden ben ilk hakkımı burada kullanıyorum. Bir de önümüzde bir bayram var biliyorsunuz, ondan sonra yılbaşı var. Bütün bu üst üste gelen bayramlarınızı peşinen kutluyorum. Çünkü Sayın Başkanın ifade ettiği, “sonunda bunlar kayboluyor” deniyor. Merak etmeyin, ben yönettiği toplantıyı baştan sona dinleyeceğim ve saat 18.00’den sonra ayrıca bir de Kokteylimiz var. Katıldığınız için hepinize teşekkür ediyorum ve toplantının hayırlı olmasını diliyorum. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Efendim şimdi bize iki tebrik telgrafı var, onları okumak istiyorum sizlere. Sayın Maliye Bakanımızdan geleni ilk önce okuyorum. “Sayın Sezai Onaral İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası Başkanı R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Düzenlemiş olduğunuz dönem sonu işlemleri konulu toplantıya ilişkin davetinize çok teşekkür ederim. Toplantının başarılı ve verimli geçmesini diler, size ve katılan tüm üyelere selam ve sevgilerimi sunarım. Kemal Unakıtan Maliye Bakanı” 50 Diğeri de Gelir İdaresi Başkanı Sayın Mehmet Akif Ulusoy’dan, yine Sayın Sezai Onaral’a aynı iyi niyet dileklerini bildiren mesajını yollamış. Sağolsunlar biz de kendilerine çok teşekkür ediyoruz. Efendim üç tane değerli konuşmacımız var. Onları tek tek tanıtmama hiç gerek yok. Sayın Dr. Veysi Seviğ üstadımızı, hocamızı hepiniz çok iyi tanıyorsunuz. Sayın Süleyman Genç, SÜRYAY’ın ve Maliyeden olan ilgisiyle hukukçu olarak bütün bu dönem sonu işlemleri ve yıl sonu işlemlerini yakın takip ediyor. Sayın Leyla Kıyat muhasebedeki ve mevzuattaki hünerini hem bir doktora çalışmasıyla süslüyor ve aynı zamanda da Kadir Has Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak görevine devam ediyor. Bu üç konuşmacımız size, sizin çok iyi bildiğiniz, emin olduğunuz, ancak tereddüde düştüğünüz konularda aydınlatıcı bilgiler verecekler. Ama bizim hayatımız hep imtihan, en çok imtihanı veren kesim de bizim meslek mensupları. Yeni bir yıl, yeni bir imtihan verme dönemi, yeni bir stres. Yani Tanrı hepimize uzun ömür versin, bu stresle, bu imtihanlarla hayatımız, ömrümüz geçiyor. Ama kelebekler 24 saat yaşıyor, kargalar da 200 yıl yaşıyor. Abdülhamit’in kargaları hala dolaşıyor. Onun için hayatı bu gözle görüp, çalışmaya devam etmek mecburiyetindeyiz. Ben sözü fazla uzatmadan bu yılsonu imtihanımıza hazırlık olarak, bilgilerimizi tazelemek üzere ilk sözü Sayın Dr. Veysi Seviğ üstadımıza veriyorum. Sonra Sayın Süleyman Genç ve daha sonrada Sayın Leyla Kıyat slaytla, sunumunu muhasebe kayıtlarını göstererek yapacak. Sayın konuşmacılara davetimizi kabul ettikleri için çok teşekkür ediyoruz. Şimdiden kendilerine başarılar diliyorum. Buyurun değerli üstadım Veysi Seviğ söz sizin efendim. Dr. VEYSİ SEVİĞ Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın meslektaşlarım “dönem sonu işlemleri” gerçekten her yıl bizi bazı olaylar dolayısıyla duraksamaya sevk eden ayrı bir uğraş alanı haline geldi. Bu konuda, yine bu sene önemli birkaç konu mutlaka hepimizi düşünceye sevk ediyor. Biliyorsunuz Kurumlar Vergisi Kanunu ve Gelir Vergisi Kanunu’nda sene içerisinde uygulamaya yönelik olarak hem Gelir Vergisi Kanunu’nda değişiklik yapıldı, hem de merakla beklediğimiz transfer fiyatlandırmasıyla ilgili düzenleme, Tebliği sonra Kararname biçiminde karşımıza çıktı. Burada tabii 01.01.2007 tarihinden itibaren biz “Kurumlar Vergisi Transfer Fiyatlandırması” ile ilgili düzenlemelere uygun davranmak zorunda olacağımızdan dolayı önemli bir merak ve sorunla karşı karşıyayız, Birincisi bu. Bu konuyu biraz açacağız. Sonra yine bazı gelişmeler var, bu sene uygulamaya yönelik. Bunlardan dolayı karşımıza çıkan ve piyasada oldukça üzerinde durulan birkaç müşahhas konu içerisine girip, kendime verilen görevi yerine getirmeye çalışacağım. Önce şunu belirtmek istiyorum; Transfer fiyatlandırmasıyla ilgili olarak usul ve esasları düzenleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na aitti. Yani önce bir kararname çıkacaktı, bilahare kararname dayanak alınarak tebliğ çıkartılacaktı. Biz de bu tersine oldu. Kararname 06 Aralık’ta çıktı, Tebliğ on sekiz gün önce çıktı. Şu anda ben buraya gelmeden önce edindiğim bazı bilgiler çerçevesinde size bir bilgi sunmaya çalışıyorum. Zannediyorum ki, kurumlar için transfer fiyatlandırması uygulaması ertelenecek gibi görünüyor. Sebebi burada, İdare’nin yapmış olduğu bir hatanın büyük bir uyuşmazlık 51 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 konusu haline dönüşebileceği düşünülüyor. İkincisi de, İdare’nin yayınlamış olduğu Tebliğ ve Bakanlar Kurulu’nun çıkartmış olduğu Kararname esasında bazı transfer fiyatlandırmasıyla ilgili yapılacak bazı işlemlerin de, yapılmasını imkansız hale getirdi. Yani mükellefin İdare’ye başvurarak kendi ölçülerini bildirmesi ve İdare’nin de bunu dikkate alarak mükellefe bildirmesiyle ilgili zaman çalışamaz hale geldi. Dolayısıyla buradaki tıkanıklığı zannediyorum ki Maliye Bakanlığı erteleme suretiyle çözecek. Fakat buna karşılık Gelir Vergisi Kanunu 41’inci maddesi 5 numaralı bendi de var ki, bu transfer fiyatlandırması hükümlerine paralel olarak çıkartılan bir hüküm, bu uygulamada. Çünkü bu uygulamayla transfer fiyatlandırması arasında önemli bir farklılık var. Şimdi Gelir Vergisi Kanunu 41’inci maddesini 5 numaralı bendi, kişisel faaliyette bulunan kolektif şirketler de buna dahil, kişisel adi ortaklıklar da dahil, kişisel faaliyetlerde bulunan teşebbüs sahibinin “üst soy”, “alt soy” ve “yan soy” ile yapmış olduğu işlemlerde emsallere uygunluk aranacaktır. Şimdi bu yan soy hükmü biraz daha tebliğle genişletilmiş ki, bu Kurumlar Vergisi Tebliği’nde açıklandı. Tebliğle biraz geliştirilmiş. Yan soy’dan kasıt, eşlerin akrabaları, alt ve üst soyu ve yan soyu da dahil olarak giriyor. Dolayısıyla burada şimdi 2007 yılında herhangi bir kişi kayınbiraderinin eşine veya kayınbiraderinin babasına bir mal satmışsa, burada “emsallere uygunluk” ilkesi aranacaktır. Şimdi ülkemizde ticari ilişkilerin daha çok aile zinciri içerisinde geliştirildiği dikkate alınacak olursa, bugün şahsi faaliyette bulunan bir firmanın veyahut ta adi ortaklık, kolektif şirket halinde faaliyette bulunan bir kuruluşun sahibinin ortağının akrabalarıyla ticari ilişkide bulunması halinde, İdare burada emsaline uygunluk ilkesini dikkate alacak ve burada düşük fiyat veya yüksek fiyatla alış veya satış veya hizmet sunumu varsa, bundan dolayı kanunen kabul edilmeyen gider olarak aradaki farkın dikkate alınması ve vergilendirilmesi gündeme gelecektir ki, bu konu gerçekten bir sürprizdir. Ancak yine burada bir küçük açıklık var ki, soruda bunu açabiliriz. Kurumlar Vergisi Tebliği ile iki ayrı yerde, bir Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisi mükellefleri diye açtığı yerde işin tanımını yapıp, sonra da uygulamaya yönelik yine ayrı bir bölümde bu konunun nasıl işleyeceğini şekillendirerek yapılan açıklamalar, Kurumlar Vergisi Tebliğiyle getirilmiş olması dolayısıyla karşımıza büyük bir de sorun çıkacak. Çünkü burada emsaline uygunluk ilkesi uygulanırken, piyasa değeri üzerinde oluşan rakamlar dikkate alınacağı için, piyasa değerindeki oynaklıklar ve değişikliklerin nasıl değerlendirileceği konusunda Tebliğde herhangi bir açıklama yok. Dolayısıyla bu konu bize sıkıntı yaratacaktır gibi geliyor ve üzerinde de böyle tartışmalar var. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Şimdi yine bu sene gelişen bir olay var karşımızda. Biliyorsunuz iş mevzuatında önemli bir değişiklik oldu. Ben Ticaret Odası’nda müşavirlik yaptığım için, bize bu sene yansıyan önemli sorunlardan bir tanesi de bu. Şimdi işveren işçisini işten çıkarttığı vakit, kendisine ihbar tazminatını peşin ödeyebiliyor. Fakat bu kişinin mahkemede dava açması halinde veyahut ta Tahkim Komisyonuna gitmesi halinde veyahut ta Çalışma Bakanlığı’nın illerdeki örgütlerine başvurması halinde bu kişinin işe iadesi söz konusu olabiliyor. İşe iadenin de mutlaka dikkate alınması gerekir dediler, yasal düzenleme gereği. Şimdi ihbar tazminatı ödenirken vergiye tabi, muhasebede bordrosu yapılıyor ve ihbar tazminatı ödenirken Gelir Vergisi 52 kesiliyor. Fakat bu kişi işe iade edildiği vakit, İş Kanunu’nun 17’nci ve 21’inci maddesi gereğince, kendisine ödenen ihbar tazminatı işe iade edildiği tarihte, yine işine son verildiği günden itibaren düzenlenecek bordro üzerinden hesaplanacak alacağından mahsup ediliyor, Kanun öyle söylüyor. Şimdi karşımıza sorun şurada çıkıyor; İhbar tazminatında Gelir Vergisi kesintisi var. Aradan yedi, sekiz ay geçtikten sonra kendisine işe iade dolayısıyla, işten ayrıldığı tarihten itibaren ücret tahakkuku gerekiyor. O, ihbar tazminatındaki ödenen para, burada ücretine mahsup edilecek. Şimdi Kanun maddesinden “mahsup edilecektir” diyor da, ihbar tazminatından kesilen Gelir Vergisi, o dönem Muhtasar Beyannamesiyle beyan edilip, vergi dairesine ödeniyor. Aradan sekiz ay geçmiş. O aya ait bir bordro daha düzenliyorsunuz ve o bordro üzerinden hesaplanan adamın alacağından ihbar tazminatında ödediğiniz miktarı düşüyorsunuz. Fakat bir de vergisi var. Bu vergi, bu vergiden mahsup edilecek mi? Hukuken mümkün değil. Bunun için şöyle bir yöntem gelişiyor; Deniliyor ki, “Bu ihbar tazminatı üzerinden kesilen verginin buradan mahsubu mümkün değil. Ancak kendisinden böyle vergi kesilen, vergi dairesine başvurur. Kendisine ikinci kez aynı ayla ilgili istihkakı dolayısıyla ücret geliri hesaplandığını, birisinin kendisinden geri istendiğine, öbüründen vergi kesildiğine ifade etmek suretiyle düzeltme talep eder.” Bu düzeltme yoluyla o vergisini oradan alır, işverene brüt ücret üzerinden kesilen vergi olarak iade eder, birinci şıkkı böyle. Biraz daha portatif ve kolay bir yol seçiliyor. Diyor ki, “Eğer birden fazla kişi çıkartılmışsa, o takdirde işverene basit bir vekaletname verirler, bu vekaletnameyle beraber işveren de onlara kendilerinin istihkakından ikinci kez kesilen verginin iade edilmesi halinde, onların daha önce ödenen ihbar tazminatının borcuna mahsup edilecektir.” şeklinde taahhüt belgesi verir, böylelikle işvereni vekaletlendireceğiz. Böylece fazla kesilen vergi işverene tekrar intikali sağlanmış olur diye bir görüş. Fakat bu görüşler hiçbiri, hani Maliyenin bir özelgesiyle veyahutta bir tebliğiyle duyurulmuş değil. Ortada çıkan sorunlara bu tür pratik çözümler aranıyor. Şu anda işveren sendikalarıyla, işçi sendikaları bir yoğun çalışma gösteriyor. Bu konuda bazı firmaların, çoğunlukla da bunu kendi işlerine mahsup etmeye çalıştıkları görülüyor ki, bu mahsup işlemleri hukuka uygun görülmüyor. Şimdi bir önemli sorun daha geliyor bize, karşımıza çıkıyor. Her nedense, bu sene içerisinde çok karşılaştığımız bir olay. Bu sayım noksanlıkları, özellikle üçüncü üçer ayda bir çıkartılan bilançolarda, sayım noksanlıkları dikkat çekici hale gelmeye başladı. Bunun çeşitli nedenleri var. Ya gerçekten bir zayi olma, hırsızlık var veyahut ta kasde dayalı yada bazı iç organizasyon bozuklukları karşımıza çıkıyor. Şimdi sayım noksanlıklarında izlenecek yöntem ne olmalı; Biz biliyoruz ki sayım noksanlıklarında, “sayım ve tesellüm noksanlıkları hesabı”nı kullanıyoruz ve buradan da sonuç hesaplarına intikal ediyor. Yalnız Maliyenin burada görüşü farklı; Diyor ki, “Önce “sayım ve tesellüm noksanlıkları hesabı”nı uygulayacaksınız, sonra o sayımın eksik çıktığı birimin sorumlusu kimse, onu bunu borç kayıt edeceksiniz. O borç kaydından sonra, o kişi hakkında yapılacak işlemler takip edilecek. Eğer burada o kişinin suçu ve sorumluluğu yoksa ve de ortaya çıkan noksanlık, gerçekten ortaya çıkması olası bir noksanlık türü ise, “kar/zarar hesabı”na intikal ettireceksiniz.” diyor. Demek ki şimdi sayım 53 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 noksanlıklarından dolayı ortaya çıkan farkı biz, “sayım ve tesellüm hesabı”ndan doğrudan doğruya herhangi bir araştırmaya ve bu konuda soruşturmaya gerek görmeksizin “kar/zarar hesabı”na intikal ettiremiyoruz. Şimdi yine gelişen bir olay karşısında, yine karşımıza çok çıktığı için aktarmaya çalışıyorum. Bizim Vergi Usul Kanunu’nun 192’nci maddesi var. Bilanço diye, envanterden çıkar. Halbuki biz yasal düzenleme gereği envanteri her sene yapmak zorunda da değiliz. Ancak oluşan bir, iki Yargı Kararı dikkatimizi çekmeye başladı. Diyor ki, “Envanter yoksa bilanço olmaz”. Envanter, bilançonun çıkmasında kullanılacak tek belge türü. Dolayısıyla envantersiz bilançoyu, eğer sonradan yapılacak fiili envanter sonucunda bir fark bulunursa, bu farkın izahı aşamasında “İşte biz envanter yapmadık. Geçmiş yıldan gelen envanterimizi devam ettirdik. Defter kayıtlarımıza göre bilanço çıkarttık” sözü, artık geçerliliğini yavaş yavaş yitiriyor. Bunun için hemen parantez açıyorum, yürürlüğe girmesi beklenen yeni Ticaret Kanunu’nda da bir hüküm var. Her sene tacirler envanter yapmak zorunda kalacaklar. Şimdi envantere dayanak gösterilmeyen bilançoda hukuken geçerli bir belge olarak kabul edilmiyor. Eğer bir de fiili envanter sonucu da farklı çıkarsa, o vakit bu sorun yaratıyor. Envanterin şekil şartı da Kanunda belirlenmiş. Envanter nasıl yapılacaktır? Envanter eğer listeler halinde yapılıyorsa, bu takdirde envanter listelerine bir işverene, birde envanterde görevlendirilmiş memurun imzalaması lazım. Dolayısıyla eğer bu imza merasimi eksikse, o envanterin doğru yapılmadığına karine olarak kabul ediliyor Bu husususun da ayrıca dikkate alınması lazım. Şimdi yine konunun bu bağlamda bir uzantısı üzerinde durmak istiyoruz. Acaba tacirler envanter düzenlemesini yaparken, hangi varlıklarını ticari işletmenin içinde kabul edecekler? Eğer ferdi bir işletmeyse, işletme sahibinin üzerine kayıtlı olan dükkan envantere alınmak zorundadır. Çünkü Kanun öyle emrediyor. Yine ferdi bir işletmeyse, kısmen dahi ticari işi ile ilişkili kullandırdığı gayrimenkulu varsa onu da envantere almak zorundadır. Dolayısıyla bir ticari işletme sahibinin, bir kolektif şirket ortağının sahibi bulunduğu dükkanı kolektif şirketin ticari iş merkezi olarak kullanıyorsa ve bu dükkan envanterde görünmüyorsa, o envanter gerçeği yansıtan bir envanter olmuyor. Tabii resen takdir konusu olabilen bir unsurla karşılaşıyoruz. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Şimdi yine, böyle daldan dala atlıyoruz. Fakat önemli sorunlar yaratıyor. Bu sene karşılaştığımız önemli sorunlardan bir tanesi de, Vergi Usul Kanunu mükerrer 290’ıncı maddesinde “Leasing Kanunu”, “Finansal Kiralama Kanunu” arasındaki farklılıktan kaynaklanan bazı olaylar ve sorunlar. Şimdi malum haliniz, mükerrer 290’ıncı madde gereğince bir iktisadi kıymet leasinge uyup ve kiralandığı vakit, kiracı bunu haklar hesabına alıp, amortismana tabi tutuyor. Ancak uygulamada ki, şimdi ota kiralamalarında karşılaştığımız olaylar bunlar. Bazı sorunlar çıkıyor. Kiracı kiraladığı malı ya usulüne uygun olarak kullanmıyor veyahut ta herhangi bir nedenle kendisine kiralama yapan şirketle ihtilafa düşüyor. Eğer bu mal finansal kiralama yoluyla bu malı kiraya veren, yani mükerrer 290’ıncı maddeye göre kiraya veren firmaya geri dönerse, bu firma amortismanı nasıl ayıracaktır sorusuyla karşılaşıyoruz. Çünkü bizim mükerrer 290’ıncı madde amortisman ayırma hakkını kiracıya vermiş. Yalnız orada ufak bir ayırım da yapmış. Diyor ki, “Kiracı bu ayırımını hakların amortismana tabi tutulması ilkesine göre 54 yapar.” Halbuki bu iktisadi kıymettir. Kiraya verene tekrar dönerse ve bu arada kiraya veren bir sene amortisman ayırmamışsa, onun bu hakkı nasıl dikkate alınacaktır? sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu soru henüz çözülemedi. Bu soru askıda kaldı. Çünkü hem ticaret mahkemelerinde oluşan kararlar, hem de vergi mahkemesinde oluşan kararlar bu sorunun çözümünü henüz açıklığa kavuşturamadı ama, bu önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmak üzere ve çıkıyor. Muhtemelen finansal kiralama işlemi yapan arkadaşlarımız vardır. Bu konuda, bu sorun var. Şimdi amortisman açığı, bekli de amortismanda da bir sorun yaşıyoruz. İktisadi ömür geçerli olduğu için Türkiye’de ve bu Vergi Usul Kanunu tebliğlerinde de yayınlandığı için, biz bakıyoruz orada işte şu kaç yıllık iktisadi yatırımı var? Yüzde kaç amortismanı var? Ayırıyoruz. Bu tamam. Acaba on yıllık, sekiz yıllık iktisadi ömür biçilen bir değere herhangi bir firma, herhangi bir nedenle dört yılda, beş yılda amorti edebilir mi? Veya dört yılda, beş yılda amorti edilmesi gösterilen bir iktisadi kıymeti on yılda amorti edebilir mi? Şimdi bu da çok tartışmalı olaylardan biri haline geldi ve bazı firmalar kendi müşavirlerinin vermiş olduğu bilgiler doğrultusunda, daha uzun amortismana tabi tutulması öngörülen bazı iktisadi kıymetleri, daha uzun sürede amortismana tabi tutmayı tercih ediyor. Bizim amortismanla ilgili tebliğlerde 333’de, bu iktisadi kıymetin dört yılda amorti edilmesi öngörülmüş. Sekiz yılda amorti etmeyi deniyor veyahut ta böyle bir uygulamaya gidiliyor. Şimdi bu konuda hem Yargıda karar oluştu, hem İdare’nin görüşü var. Bizim iktisadi ömür ne olarak geçilmişse Tebliğde, ancak o süreyle biz uygun olarak amortisman ayırmak mecburiyetindeyiz. Fevkalade amortisman sistemi gündeme geliyorsa, o vakit Maliye Bakanlığı’nın görüşünü aramak zorundayız. Ama biz Kanunda kısa sürede amorti edilmesi öngörülen bir varlığı, daha uzun sürede amortisman ayırma hakkına sahip değiliz. Bu nereden kaynaklanıyor? Şuradan kaynaklanıyor; Örneğin otellerde çatal, kaşık, bıçak ne bileyim bazı maddeleri kısa sürede amortismana tabi tutuyorsunuz. Şirketlerin kendi özel misafirhanelerinde o kadar sürede bunlar kaybolmuyor veya yani zayi olmuyor. O vakit ikisi arasında kullanım süresi açısından farklılık çıkıyor. Bu farklılık ta ihtilaf yaratmaya başladı. Burada Maliyenin görüşü de şu; Diyor ki, “Ne öngördüysem o sürede ayıracaksın. Ama senin fevkalade amortisman ayırma isteğin varsa, bana başvuracaksın”. Yine bir önemli konu; Menkul kıymetlerin değerlendirilmesinde sıkıntı yaşıyoruz, dönem sonlarında. Çünkü menkul kıymetlerin değerlendirilmesinde Vergi Usul Kanunu’nda bazı özel hükümlerle, bu menkul kıymetlerin değerlendirilmesine adeta bir sınırlama ve değişiklik getirilmiş. Ben onu Yasa maddesinden okuyarak önce bir dikkatinize sunmak istiyorum. Vergi Usul Kanunu 279’uncu maddesinde şöyle bir hüküm var. Bu gözlerden kaçıyor ve sorunun nereden kaynaklandığı anlaşılıyor, ben şimdi sizlere sunmaya çalışacağım. Diyor ki, “Hisse senetleriyle, fon portföyünün en az % 51’i Türkiye’de kurulmuş bulunan şirketlerin hisse senetlerinden oluşan yatırım fonu katılma belgeleri alış bedelidir. Bunlar dışında kalan her türlü menkul kıymet borsa rayici ile değerlenir.” Şimdi ikiye ayırmışız. Bir, alış bedeliyle değerlendirebiliyoruz. Birde tutuyoruz bunu borsa değeriyle değerlendiriyoruz. Yalnız burada şöyle bir ayırım var. O ayırım da şu; “Fon portföyü” ibaresiyle Beyko Kuveyt Yatırım Fonları tanındı. Şimdi menkul 55 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 kıymet yatırım fonlarında artık eskisi gibi “A” ve “B” ayırımı kalktı. Dolayısıyla menkul kıymet yatırım fonları içerisinde o günün ekonomik koşulları içerisinde, o dönemin ekonomik koşullarına uygun olarak ya hisse senedi ağırlığı kazanıyor veya kamu kağıtları ağırlık kazanıyor. Yalnız burada önemli bir ayıraç getirmiş. Diyor ki, “Eğer en azı % 51’i Türkiye’de kurulmuş bulunan şirketlerin hisse senetlerinden oluşuyorsa, alış bedeli değerinden düşeceksin. Yok bu hisse senedi oranı % 50’ye düştüyse o alışverişi değerlendiremezsiniz. O vakit borsa değeri.” Menkul kıymet yatırım fonlarının borsa değeri yok. Buna karşılık Aracı Kurumlar Birliği’nin yayınlamış olduğu her günkü değerleri var. Dolayısıyla biz eğer bir şirket, bir kurum veya herhangi bir ticari işletme sahibi aktifinde böyle bir menkul kıymet yatırım fonu varsa ki, bu nakde çevirmesi en kolay olan bir menkul kıymet türü. O vakit bunun aktifinde o menkul kıymetin oluşumundaki hisse senedi oranını izlemek zorunda. Senede bir gün dahi bu oranı kaybettiği vakit, biz onu alış bedeli yerine o günkü, yani bilanço günündeki borsa değeri esasına göre dikkate almamız gerekiyor. Yine Kanun’da öngörüldüğü üzere, bu pek olmuyor ama aktifimizde devlet tahvili, hazine bonosu varsa, bu takdirde bunları da işlemiş faiziyle dikkate almamız gerekiyor. Faizini tahsil etmemiş olsak bile. Yıllardır bu konu tartışılıyor. Menkul sermaye iratlarında faizin tahsil edilmesi esası geçerlidir kişisel gelir elde edenler açısından, ama kurumsal faaliyet halinde kurumun tasarrufu, eğer hazine bonosu, devlet tahviline bağlanmışsa bu takdirde bunun işlemiş faizini dikkate almak zorunda kalıyoruz. Yine bu sene yaşadığımız ilginç bir vergi incelemesinde şunları gördük. Stoklarımızda bulunan malların acaba maliyet bedeli içerisine neler dahil olması lazım? Şimdi yaz aylarında yapılan belgelerimizin bir kısmı üzerinde rapor oluşmasına neden olan incelemelerin sonucunda şunlara rastladık; Eğer işletme kredi almış, kredi kullanmışsa bu kredi kullandığı dönemde kendisi mal alımında bulunmuşsa ve bu aldığı malların bir bölümünü dönem sonu stoklarında gösteriyorsa veyahut ta bu aldığı mallarla bir malı üretip dönem sonu stoklarında gösteriyorsa, almış olduğu krediden ödenen faizlerinin bu stokta mallara yüklenmesi isteniyor ve aranıyor. Dolayısıyla bu da önemli bir sorun olarak kaşımıza çıkıyor. Çünkü bazı işletmeler gerçekte almış oldukları kredinin birebir nereye kullandıklarını muhasebe kayıtlarında gösteremiyorlar. O konu, zaten değerli meslektaşım Leyla hanım tarafından açıklanacaktır. Ama gösteremiyorlar. Yani bunu birebir gösteremedikleri vakit inceleme elemanları “bu malın alımında da kullanılmış” diye, Geçici Vergi beyanlarına dahi matrah oluşturabilecek şekilde bir uygulamaya gidiyorlar. Bu da karşımıza yine bir başka sorun olarak çıkıyor. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Şimdi aynı sorunları biz başka alanlarda da görüyoruz. Bilindiği üzere, ülkemizde artık vadeli satışlar giderek yaygınlaştı. Vadeli satışlar yapıldığı vakit, biz bu satışlarımızı üç şekilde yapıyoruz. Bir, bir satış sözleşmesi yapıyoruz, o satış sözleşmesine bağlı olarak yapıyoruz. İki, senet alıyoruz yapıyoruz. Üç, bazı firmalar bu satışlarını herhangi bir senet almadan defter üzerinde göstermek suretiyle, güven üzerine veriyorlar. Şimdi vadeli satışlarda güvence altına almak üzere, bir de boş senet alınıyor, toplu bir boş senet. Şimdi bu boş senetleri zaman zaman bazı mükelleflerimizi üze56 rini doldurarak bunları dönem sonlarında reeskonta tabi tutuyor. Oluşan bir Yargı Kararında şunu görüyoruz. Diyor ki, “Vadeli satış yapılırsa ve karşısında senet alınırsa, bu senet o satışın taksitleriyle de aynı miktarda ise, sen buna reeskont ayırırsın. Ancak herhangi bir şekilde satış bedeliyle kesilen faturayla uyumlu olmayan bir senedin üzerinden reeskont uygulamasına gidemezsin.” Dolayısıyla bu vadeli satışlarda satışın türüne göre bir işlemle karşılaşırsak, demek ki satışın taksitleriyle birebir örtüşen senet varsa, reeskonta tabi tutma hakkımız var. Bununla birebir örtüşen bir senet bulamıyorsak, o vakit reeskont ayırmasında da sorunla karşılaşıyoruz. Şimdi yine son zamanlarda bir ve iki senedir yaşadığımız bir olay var. Dönem sonlarına doğru ticari işletmeler birbirlerine de bunu uygulamada biliyorsunuz, KDV kaydırmada faturaları düzenliyorlar. Bu KDV kaydırma faturaları artık kolayca tespit edilebiliyor. Dolayısıyla bu kademe KDV faturalarından ortaya çıkan indirimlerde, matrah oluşmasına neden olabilecek şekilde değerlendirilmeye başlandı. Dolayısıyla dönem sonlarında, özellikle KDV kaydırmalarına yönelik, hatta şu anda İzmit’te açılan bir davada mali müşavir de bu işin sorumlusu olarak görülüp, ona da müteselsil sorumlu sıfatıyla matrah farkı yazmış bir denetim elemanı. Bu KDV kaydırma faturalarını da ayrıca dikkate almamız zorunlu gibi geliyor. SEZAİ ONARAL Nasıl oluyor peki kaydırma? Dr. VEYSİ SEVİĞ Şimdi üstadım şöyle oluyor; Diyelim ki herhangi bir firmanın devreden KDV’si var. Öbürünün de ödenecek KDV’si var. Devreden KDV’si olan firma, bir fatura kesip bunu ödenecek KDV’si olan firmaya gönderiyor. O da onu, indiriyor. Şimdi diyor ki, “Fiilen burada mal geçişini ispat etmesi lazım” DİNLEYİCİ Kim ispat edecek? İnceleme yapan mı? Dr. VEYSİ SEVİĞ Hayır mükellef. Mükellef fiilen bunu ispat edecek. Şimdi burada şunu da söylüyor; “Burada şevk irsaliyesi önemli değildir. Bunu yalnız Sevk irsaliyesiyle ispat edemezsiniz. Bu malın oraya taşındığını, depolandığını, ayrıca göstermek zorundasınız. İspat etmek zorundasınız.” diyor. Şimdi matrah farkını ödenecek KDV’den kurtulabilmek için, bunu şu dönemlerde yapıyorlar. Mart ayı içerisinde oluyor bu. Haziran ayı içerisinde oluyor, Eylül ayı içerisinde oluyor ve böylelikle üçer aylık dönemler içerisinde yapıldığı vakit, zaten üçer aylık dönemler içinde bir de biz Geçici Vergi beyanı verdiğimizden dolayı, yani onun bir mütemmim cüzi gibi filan havasına sokuyorlar, ama bunu inceleme elemanları pekala yakalıyorlar ve buluyorlar. Ondan sonra karşılığında da sorun çıkıyor. Yani senede bir gidip bir gelen, iki gidip iki gelen var. Böyle var ve bunu da İzmit’te bir denetim elemanı, mali müşavirin burada birlikte sorumlu olduğunu, buradan ortaya çıkan vergi ziyaından sorumlu tuttuğuna dair rapor yazdı. 57 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Şimdi ben bir noktanın daha üzerinde durup sözümü keseceğim, çünkü soru da gelebilir. Değerli arkadaşlar şöyle bir gelişmeyi de size söyleyeyim; Türkiye’de transfer fiyatlandırmasıyla ilgili düzenleme yapıldı. İşte Kararnamesi sonra çıktı. Tebliğ önce yayınlandı filan. Fakat Türk Hukukunda bizim Kurumlar Vergisi’nde yapılan transfer fiyatlandırmasıyla ilgili düzenleme, Avrupa Birliği normlarına uygun bir düzenleme değil ve burada Avrupa, 06 Kasım tarihli “Uyum Raporu”nda da belirtti bunu. Avrupa Birliği bizim transfer fiyatlandırmasının kendisine entegrasyonu engelleyecek şekilde olduğunu kabul etti. Dolayısıyla bu transfer fiyatlandırmasıyla ilgili sorunun mutlaka çözümlenmesi ve halledilmesi lazım. Bu nasıl çözümlenecek? Bilemiyoruz, ama Bakanlar Kurulu Kararı’yla bir açıdan bu fiyatlandırmayı hükümet kabullenmiş gibi görünüyor, ama sorunları daha da büyümek üzere. Ben burada konuşmamı bitireyim, sonra sorular olursa cevaplarım. Teşekkür ederim. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Çok çok teşekkür ediyoruz. Hemen Sayın Süleyman Genç’e geçiyoruz. Süleyman Genç beyden sonra bir ara verelim. Aradan sonra Leyla Kıyat hanımefendiye söz verelim. Uygulamayı Leyla hanım anlatacak. Buyurun Sayın Genç. SÜLEYMAN GENÇ R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Teşekkür ederim. Sayın Başkan, Sayın meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bilindiği gibi “Sene Sonu İşlemleriyle İlgili” bu toplantı hemen hemen her yıl tekrarlanmaktadır. Bazen söyle bir soru da akla gelebilir. “Aynı şeyleri her sene tekrar tekrar niye anlatıyoruz?” Aslında biz burada sene sonu işlemlerinde bir anlamda işletmeler bakımından envanter çıkarmayı anlatırken, kendi hafızamızın da envanterini çıkarmış oluyoruz . İçinde çürüyen, bozulan şeyler varsı onları atıyoruz. Tasnifliyoruz. Yani ben tekrarın çok yararlı olduğunu düşünüyorum. En azından ben hazırlanırken çok yararlandım kendi notlarımdan. O açıdan bu boşuna bir tekrar değil. İkincisi, güncel haberler de burada tartışılıyor bu vesileyle. Özellikle sene sonunda yoğunlaşıyor bu tür şeyler hakikaten. Güzel bir toplantı oluyor diye düşünüyorum ben. Tabii Veysi bey gibi, sunumlarımız renkli olsa daha da güzel olacak, ama gayret edeceğim. Bilindiği gibi, dönem sonunda envanter çıkarılması bizim Vergi Usul Kanunu’nun temel önermesi, yani bunun yapılması şart koşulmaktadır. Çünkü biraz evvel Veysi beyin de söylediği ve Yargı Kararlarında da yer bulduğu gibi, bilanço çıkarmak için bir envanter olması gerekiyor. Yani siz sene başında “şunlar var işletmede, bunlar var” diyorsunuz, düşünün yözlerce insan çalıştırıyorsunuz, Sene sonuna geldiğinizde kağıt üzerinde yine bazı mevcutlar görünüyor. Mallar var. Demirbaşlar var. Haklar var. Kasada para var. Acaba bunlar gerçekten var mı? Bir kısmı çünkü günü birlik takip edilemiyor. Hani kasa günü birlik takip edilebilir, edilmesi de gerekir, ama diğer kıymetler için bu söz konusu olmayabilir. Demirbaşlar eskiyebilir, kırılabilir, çalınmış olabilir, bir kenara atılmıştır kullanılmaz haldedir. Şimdi bütün bunları yılbaşındaki bilançoya baktığınız zaman gördüğünüz halde, sene sonunda göremeyebiliriz. Neden? Artık o bilanço bir anlamda eskimiştir. Yeni değerlere göre, yeni varlıklara göre tekrar düzenlenmesi gerekir. Bu 58 kir. Bu açıdan Danıştay yada Yargının verdiği bu karar gerçekten çok özü yakalamış bir karar olarak değerlendirilebilir. Genelde azalmalar bir zarar unsuru gibi görülür ama, aktifteki azalmalar için bunu söylüyoruz, ama pasifteki azalmalarında ters bir işlevi olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Aktifteki her azalmanın da sonuç hesaplarına intikal ettirilemeyeceği Veysi Seviğ hocamızın örneğinde belirtildi Aslında ben de değinmek zorundayım şu anlamda; kasayla ilgili işlemlerde ve diğerlerinde de gene bu tür noksanlıkların doğrudan gider yazılması söz konusu değil. Denetçi olarak bizim defterlerin basılı olması gerektiği konusuna bakış açımız ne olmalıdır?, Ya da bu hesaplar üzerinde bir denetçi gözüyle nelerin yapıldığını araştırırken, herhalde önem vermemiz gereken şey, kayıtların resmi defterlere yazdırılmış nüshalar üzerinden denetimin yapılması gerekiyor. Bunu neden söylüyorum? Herkes biliyor. Aslında bu bilinen bir şey yani, defterin üzerinden denetim yapılır, ama genelde biz bilgisayardan gördüğümüzü denetliyoruz Genelde böyle yapıyor demiyorum ama, belki hepimiz bazı zamanlar böyle yapıyoruz. Deftere kayıt olmadığı halde, yazıcıdan çıkan kağıtlar üzerinde çalışma yapıyoruz. Bana göre bunların hiç bir değeri yok. Çünkü bu işin muhasebesini yapanların kontrolünde bir olay, sizin o gün görmediğiniz bir giderin, daha sonra oraya sokulabilir, kasti olarak değil. Sizin kontrolünüz dışında kalan hususlar meydana gelebilir. Ama deftere yazılmış olsa, yazılan bir defterin bilgisayar çıktısını kağıda alırsak tabii ki durum farklı olacaktır. Bence denetimde en önemli sürpriz bizim için bu olabilir. Yani biz denetlediğimiz bir kaydın aslında resmi deftere basılmadığını, sanal bir ortamı denetlediğimizi sonradan öğrenirsek bu tabii çok büyük bir sıkıntı yaratacaktır. Sıraya göre, kasa hesabıyla ilgili bazı sorunlar var. Bir kere kasanın sene sonunda sayılması gerekiyor. Ama dediğim gibi, kasalar genellikle işletmelerde günlük takip edildiği için, normalde fark çıkmaması lazım, ama bu tabii bir düşünce. Sonuçta kasada eksiklikler veya fazlalıklar olabilir. İşte bunlar için işletmede mutlaka bir sayım yapılacak, kasadaki noksanlığın bir tür zapta bağlanması ve Veysi beyin de ifade ettiği gibi sorumlu kişinin cari hesabına aktarılması gerekir. Ama şimdi bu kasadaki açık, hani işin gereği olabilir yönündeki değerlendirme olursa, yani bu mal için söylendi Veysi bey tarafından ama, bu da tabii bunun değerlendirilmesi zor bir şey aslında. İşin gereği böyle bir açık çıkmış olup olmadığı hususu. Bu nasıl bir değerlendirme olacak? Bence olayına has bir değerlendirme. Şu anlamda; Örneğin, sabun deposunda sayıyorsunuz, 100 ton çıkacağına, 99 ton çıkıyor. Hava şartlarında nem kayıpları var diyelim ki, şimdiki ambalaj sisteminde buda zor. Ya da yığma pirinç düşünün. Orada bir farklılık olabilir ve bu farklılık işin gereğinden kaynaklanabilir. Kasada ufak tefek açıklar, hani kuruşlardan doğan açıklar saptanabilir. Çok işlem olmuştur. Bu tür noksanlıkların sonuç hesaplarına aktarılarak giderleştirilebileceğini düşünmüyorum. Kasayla ilgili başka bir sorun var. Biliyorsunuz kasada bazen çok büyük paralar görünür. Bu gerçek olamaz. Bunun kabul edilebilir tutarı vardır. Örneğin bir işletmenin günlük cirosunun bir katı kadar para kasada olabilir dense çok yanlış olmaz. Bu bir mantık, inceleme elemanlarına da bunu anlatmak gerekir. Ciromuz günlük 10 bin Yeni Türk Lirası ise siz kasanızda iki yüz bin Yeni Türk Lirası gösteremezsiniz. Böyle bir sav iktisadi 59 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 davranış değil. İkincisi, güvenlik açısından doğru değil. Üçüncüsü, zaten bunun neden bu kasada göründüğünü aşağı yukarı hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bu soruların ortadan kaldırılması lazım. Kasadaki bu paraların bu şekilde görünmesi çok büyük problem yaratır. Kasadaki bu para aslında yoktur. Patron aldı kullanıyor, iddiasıyla karşılaşılabilir. Çünkü o parayı inceleme elemanı oraya geldiğinde ibraz etmek, yani göstermek hemen hemen imkansızdır diye düşünüyorum. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir. Döviz büfelerinde bu çok olan bir hadiseydi. Bilmiyorum şu anda düzeldi mi, ama büyük paralar görünüyordu kasada. Tabii bunlar, bu paraların başka yerlerde kullanıldığı izlenimi vermeye müsait. Kasa dediğimiz an tabii YTL’den bahsediyoruz, ama döviz kasası olan işletmeler de var. Efektif olarak da olabilir, kaydı olarak da bulunabilir. Gerçi bizim ülkemizde bu konuda hakikaten sınırlar zorlanmaktadır. Çünkü dünyanın bir yerine gidiyorsunuz, görüyorsunuz. Gelişmiş ülkelerde hiç kimse o ülke için yabancı olan parayla kesinlikle alışveriş yapamıyor. Kendi parasına döndürülmesini istiyor ve o parayla alışveriş yapabiliyorsunuz. Her neyse, bizim bu tür açıklarımız da doğrudan doğruya aynı YTL’de yapıldığı gibi işleme maruz kalacaktır. Kasa noksanlıkları kasa sorumlusunun üstüne yüklenecek. Tabii ki bunun tahsil kabiliyeti olduğunu zannetmiyorum. Paralar değerlendirilirken TL’nin üzerinde yazılı değer esas alınacak. Dövizlere gelince, Maliye Bakanlığı her sene, yılsonunda yayınladığı bir tebliğ var. Oradaki değerlere göre değerleme yapılacak. Dövizlerin ilk girişiyle, son girişi arasındaki değerleme yönündeki farklar da kambiyo karları veya zararları hesabına aktarılacaktır. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Bu konuyla bağlantılı olduğu için ortaklar cari hesabını da burada işlemek gerekiyor. Çünkü dedim ya, kasadaki para görünmesin diye bu sefer ortaklar cari hesap yoluyla borçlandırılıyor. Bu takdirde işletmenin parasını faiz vermeden kullandıramayacağı gerçeği ön plana çıkıyor. Çünkü gerçekten var olsaydı, bu parayı bankaya yatırıp en azından yıllık % 17, % 19 gibi bir geliri elde etmesi söz konusu olurdu. Dolayısıyla kasadaki şişkinliği ortaklar cari hesabına atarak halledemeyiz.. Bu konuda adatlandırma yapmak gerekiyor ortaklar cari hesabında ve adatlandırma tabii çift taraflı işliyorsa, yani ortaklar bazen alacaklı, bazen borçluysa bu karşılıklı yapılmalı ve aradaki fark gelir veya gider hesaplarına aktarılmalıdır diye düşünüyorum. Ortaklar cari hesabına faiz hesaplandığı zaman KDV de hesaplanacak mı? sorusuna İdare “yazılacak” diyor, ama Yargı da aksi görüşte kararlar var. Biz genelde konuşmalarımızda Vergi Dava Daireleri Kurulu’nu bir içtihat kurulu olarak değerlendiriyoruz. Böyle bir şey yok. Daha önce de bir kaç kere açıklamıştım. Vergi Dava Daireleri toplanıyorlar. Toplantıya katılanlar, katılanların çoğunluğuyla bir karar alıyor. Vergi Dava Dairelerinin “Vergi Dava Daireleri Kuruluna gidebilecek kararlarının burada bozulabileceği düşüncesiyle” hareket edebileceğini zannetmek doğru değildir. Ancak fikri etkileşim her zaman olabilir. Çok da farklı düşünen bir daire kendi görüşünde ısrar eder. İcabında bir süre sonra Vergi Dava Dairelerinin bu kararları değişir. Yani bunlar içtihadı birleştirme kararı değildir. İçtihadı birleştirme kararları kanun hükmünde olduğu için uyulması zorunludur. Yoksa içtihat derken, yani mahkeme kararlarının izlenmesi anlatılmak isteniyorsa tabii ki bir ağırlığı vardır. Ama bağlayıcıdır, yani “öbür daire buna karşı çıkamaz” diyorsak, doğru değil. Vergi Dava Daireleri Kurulu 60 Kararı güçlü bir karardır, fakat 4’üncü… daire buna uymak zorunda değildir. Kaldı ki bir süre sonra Vergi Dava Daireleri bu görüşünü değiştirebilir. Yani VDDGK’nun kararları sadece bize yol göstermek bakımından bir anlam ifade ediyor. Önemli bir anlamı var tabii ki. Fakat bağlayıcılığı yok. Kasa hesabında, gerekse ortaklardaki bu şişkinlikler veya en azından ortakların şirkete olan borçları konusunda bir adatlandırma yaparsak, en azından nedir? İleride işte örtülü kazanç iddialarının önünü kesmiş olabiliriz. Tabii hesaptaki her şişkinliğin örtülü kazanç olarak değerlendirileceği anlamı çıkmaz. Ama bu ihtimal de var. Bunu da göz önünde tutmak lazım. İşletmenin mevcutları arasında olan çek ve senetler de sayıma tabi. Yani sayılmalı, listelenmeli ve envanter defterine yazılmalı. Bizim envanter defteri diye bir defterimiz var aslında, bu defteri hiç kimse işlemez. Ama bence bu defterin bizim için yaşamsal bir önemi var. Denetçiler için çok önemi var. Şimdi bir kere bu listelerin doğruluğundan ve sonuçlarının envanter defterine noksansız aktarıldığından emin olmamız lazım. Listeler yazılmış, sayılar toplanmış, doğru rakam bu deftere yazılmış, ondan sonra müsterih olabilirsiniz. O rakam bir daha değiştirilemez. Değiştirilse de görülür. Genelde pek üzerinde durulmuyor. Daha çok belki bazı mallar yazılıyor. Çok ciddiye alınmıyor, ama bence çok ciddi bir defterdir. Bütün her şeyin de anasıdır dedik ya, bilançonun hayat kaynağı bu defterdir. Ondan hayat bulduğuna göre, o defterin çok ciddi işlenmesi lazım, denetçi bakımından büyük önemi var. Borç ve alacak senetleri reeskonta tabi tutulabilir. Tabii birlikte tutulacak. Senede bağlı olmayan alacaklar ile cari hesaplar için böyle bir şey söz konusu değil. Bunu da gözden kaçırmamak gerekir. Çek ve senetlerden bahsetmişken, ihracattan doğan alacaklara değinmekte yarar var. Bazen insanın gözünden kaçabiliyor. Kambiyo mevzuatına göre bir sorun yok. Dövizin bir kısmını yasalara uygun olarak yurt içine getirmemiş. Tamam, doğru. Ama vergi hukuku bakımından mutlaka o alacağın dönem sonunda değerlemeye tabi tutulması gerekiyor. Sene sonu değerleme işlemleri yapılırken, borç veya alacaklarınızdan senede bağlı olmayanlar bulunabilir. Açık hesap olabilir. O bakımdan mutlaka cari hesap mutabakatlarının sağlanması gerekiyor. Bu konuda işletmelerin kendilerini karşı bilgilerle kontrol etmiş oluyor. Bazen postada kaybolan bir fatura olabilir vb. Yani cari hesaptaki mutabakatsızlık nedeni araştırıldığında belge akışında bir aksama ortaya çıkabiliyor. İşletmede sene sonunda stok sayımı yapılır. Pratikte bunu bir denetçinin gidip yapması biçiminde düşünemiyorum. Kaydi envanter dediğimiz, hani defter üzerinde giren, çıkanla, sene sonunda kalması gereken bir rakam hesaplanacaktır, kağıt üzerinde yaptığımız harekette. Birde gerçekte kalan nedir? Bu karşılaştırma bize çok şeyler öğretecek özelliktedir. Çünkü bu açıklar orada bir suiistimal olup, olmadığını da gösterebilir. Tabii aradaki farkların bir kısmı, yani stoklardaki eksikliklerin bir kısmı zaten üretim maliyeti hesaplanırken fireler dikkate alınmaktadır. Ayrıca çalınan, kaybolan, bozulan mallar olabilir. İşletmeden çıkmıştır, faturası düzenlenmemiştir. Bu bakımdan stokların sayılmasının hayati bir önemi var. Vergisel anlamda değil, işletme bakımından. İşletmeler 61 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 var içi boşalmıştır. Patronun dahi haberi yoktur. Bilhassa geçmiş dönemlerde ihracatçılarda bu çok olmuştur. İhracatın çok karlı olduğu dönemlerde firma ihracatla, ihraç etme sorunları ile uğraşırken, içerden işletmenin soyulduğu çok olmuştur. Bu bakımdan stok sayımı önemlidir. Bankalara olan borçlarımızın işleyen vadelerinin faizlerinin hesaplanması, vadesi gelmemiş mevduatın geçen sürelere ilişkin nemalarının gelir yazılması unutulmamalıdır. İktisadi kıymetler sayılmalıdır. Eksik olanlar tespit edilip çıkarılmalı. Satılmış, gözden kaçmış olabilir. Bunların hepsi düzeltildikten sonra, kıymetler yeniden tertiplenmiş olacak. Amortisman uygulamalarında eski düzenlemelerde belli bir süre tanınıyordu. Belli bir süreye göre amortisman ayrılıyordu. Çok sınırlı bazı kıymetlerde farklı oranlar vardı. Şimdi tekrar en eski yöntem olan ve bizim denetim yaptığımız yıllarda geçerli bulunan listeleme yöntemine geçildi. Bu listelerde bir malın kullanım alanına göre, farklı oranlara tabi olabilir. Buna dikkat etmek lazım. Bu listelemenin son derece ilkel bir yöntem olduğunu söyleyebilirim. Zaten kırk yıl önceki bir yöntemin tekrar uygulanmasından belli. Eğer işletme istiyorsa, neden amortisman süresini uzatmasın. Yani burada Maliyenin aleyhine olan ne? Velev ki olsa bile, eğer ki iktisadi gerekler bunu gerektiriyorsa, buna uymakta ne sakınca var. Ekonominin olmadığı yerde vergi de olmaz. İktisadi kıymetleri tek tek sayarak karşılarına ayrılabilecek amortisman oranını noktasına virgülüne kadar ilan etmek geri bir uygulama. Şüpheli ticari alacaklar, hep bildiğimiz, senelerdir uyguladığımız, hatta artık problemlerini de çözdüğümüz bir konu. Şüpheli alacak karşılığı yılında ayrılmalı. Hakikaten takip edilmiş mi dava veya icra safhasına gelmiş mi? Yani avukat icraya müracaat etmiş, iş orada kalmış mi, yoksa hakikaten takip ediliyor mu? Çünkü bunu inceleme elemanları izliyorlar ve Danıştay da ciddi bir takip olup olmadığını tespitlere göre karara bağlıyor. Gerçekte şüpheli hale gelmiş alacakların bile, ihmal nedeniyle, yani hukuk bürosunun ihmali olabilir. Sanki muvazaalı bir olay görünümüne bürünebilir. Bu bakımdan bunların irdelenmesi gerekiyor. Alacak takip ediliyor mu? Haciz yapıldı mı? Nereye haciz yapıldı? Bunların izlenmesine ihtiyaç var. Şüpheli alacaklar teminata bağlıysa durum değişir. Alacağın şüpheli hale gelebilmesi için, bir kere teminata bağlı olmaması lazım. Kısmen veya tamamen teminata bağlıysa, teminata bağlı kısmı şüpheli sayılıp karşılık ayrılamaz. Ama şimdi şöyle bir yazı okudum. İşte borçlunun vereceği kişisel kefalet çeki o alacak için teminattır deniliyor. Böyle şey olur mu? Zaten adam borçlu, ödeyememiş. Teminat çeki, nasıl teminat olabilir? Borçlunun ancak müşteriden alacağı bir çek, teminat çeki olabilir. Yani ben batmışım, benim çek ne işe yarar. Bunu iddia eden görüşler var. Yanlış. Böyle bir alacak şüpheli hale gelebilir. Gelmiştir zaten, karşılıksız çek dolayısıyla alacağın teminatlı alacak kabul edilmesi olanaksızdır. Bir konu daha var şüpheli alacaklarla ilgili. Şüpheli alacaklar için karşılık ayrılması gerekiyor. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Yani muhasebede şüpheli alacak karşılıkları hesabı kullanılmalıdır. Bazen dikkat edilmiyor karşılığa yazılacak miktar doğrudan kar/zarara atılıyor. Yargı bu şekildeki yapılan işlemi kabul etmiyor, yani inceleme elemanının yazdığı rapora göre bulunan matrah farkını onaylıyor. Hemen burada 62 bir hatırlatma yapmak istiyorum. Benim başıma geldiği için biliyorum. Yani kar/zarara atılmış, karşılık ayrılması gereken bir alacak. Daha sonra tahsil edilmişse ve olaydan sonra matrah farkı ortaya çıkmışsa bu durumu Yargıda öne sürüdüğünüz zaman, yani ben bu alacağı her ne kadar doğru bir yöntemle giderleştirmedimse de tahsil ettiğim zaman bunu gelir hesabıma yazdım. İşte kayıtlarım dediğiniz zaman usule aykırılık nedeniyle yapılan tarhiyatı yargı ortadan kaldırıyor. Bence konuşma fazla teknik oldu. Size farklı bir haber olarak bir şey söyleyeyim ortam değişsin. Pasaport Kanunu 22’nci maddesi Anayasa’ya aykırı bulunmuş. Biliyorsunuz yurt dışı çıkış yasağı konuyordu vergi borçluları için. Mali Platform’da bir çalışma oldu. Bana dediler ki, “Bunu sen hazırlar mısın, hukuki görüşlerinizi de söyleyerek.” Aslında ben vergiciyim, ama işte Hukuk Fakültesi’nden mezun olunca, hukukçu kabul ediliyor. Öyle kabul ediliyor. Oysa öyle kişiler var ki hukuk profesörü olmuş ama hukukçu değil. Ağırlıklı olarak hayatımı bugüne kadar vergi hukukuyla sürdürdüğüme göre, söyleyeceklerim de gene vergiyle alakalı. O zaman bu çalışmayı yaptığımızda ben şöyle dedim. Biliyorsunuz Mali Platform’da konuyu bir kişi olgunlaştırıyor. O konu tartışılıp başka fikirlerle veya tamamen değiştirilerek esas sahibinin malı olmaktan çıkarılıyor, anonimleşiyor. Şimdi ben tabii anonimleşmeden önceki durumunu anlatıyorum. Pasaport Kanunu’nun bu maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu, böyle bir şeyin çok saçma olduğunu, borcu var diye bir yurttaşın yurt dışına çıkışını engellemenin alacağın tahsili ile ilgisini kuramadım. Maddenin. Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledim ve buna göre yazıyı hazırladım. Yazıda, yani çoğumuz maliyeci olduğumuz veya maliyenin etki alanına girmiş bulunduğumuz için, amme alacağının güvence altına alınması kaygısını taşıyoruz. İdare seyahat özgürlüğünü kısıtlarken daha dikkatli olsun. Anayasal hakları idarenin uygulamalarına bıraktığımız zaman “hukuk” olmaz ki. “İdare zaten dikkatli olur” tezini kabul ediyor olmaz mıyız? Dünyadaki hukukçulara veya bütün hukuk sistemlerine ve “Yargı”ya gerek kalmazdı. İdare her zaman kendi bildiğini okuyan bir kurumdur. Bu böyledir yapısı budur. “ İdare kendi kendini sınırlasın” gibi öneriler oldu ve tabii ki yazı farklılaştı. Bunu şunun için söylüyorum; Aslında vergi konusunda Platform’da çok güzel görüşler ortaya çıkıyor. Anayasa Mahkemesi Kararı’ndan bir yıl önceydi bizim çalışmamız. Çok daha iyi hukuki görüşler çıkabilir. Önümüzde bir tek engel var, duvar var. Bu da şu; Kamu alacağı ne olacak? Şimdi bu kaygının bizde olmaması lazım, şu anlamda; Var olan bir kamu alacağı veyahut doğabilecek bir kamu alacağı konusunda tabii ki, zaten biz gerekli titizliği gösteriyoruz. Ama “İdarenin çıkarlarına işte bu terstir”, yada “ne yapsak da kamuyla dengelesek”, bizim böyle bir arayış içinde olmamız gerekmiyor. Çünkü kamu son derece güçlü, kendi çıkarlarını çok rahat savunabiliyor. Ben araştırırken Amerika’da bu konularla ilgili bir büroya müracaat ettim. Olayı anlattım, tabii anlayamadı. Dendi ki “Biz vergi mergi anlamayız. Bizim ülkemizde bir insanın yurt dışına çıkmasına yasak kararını sadece ve sadece yargıçlar karar verir. Suçu ne olursan olsun cinayet, şu, bu. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Şimdi nasıl olacak, çıkacak mı? 63 SÜLEYMAN GENÇ Uygulama altı ay sonra yürürlüğe girecek, halen eski düzenleme yürürlüktedir. Kesinlikle mahkeme kararına bağlanmaksızın bu kısıtlama yeniden getirilemez. Bunu Maliyenin kabul etmesi lazım, yapılacak bir şey yok. Konumuza tekrar dönersek: Şu noktaya da dikkat etmek gerekiyor. Unutuluyor zaman zaman. İktisadi kıymetin iktisabında ister finansman yoluyla veya diğer yollarla olsun. O yıla ait kullandığımız kredinin faiz ve kur farklarını mutlaka iktisadi kıymetin maliyetine aktarmak gerekiyor. O yıl bu saydıklarımı gidere aktarırsak sorun olur. Gene bir hatırlatmam olacak, çok bildiğiniz bir şey, ama bazen sorunlar oluyor. Satıcıların alıcılara verecekleri ciro primleri normalde yılı içinde faturalanması lazım, aksi takdirde faturadaki KDV’nin indirimi olanaksızlaşır. Dönem kayması durumunda ancak toplam bedel beyanname üzerinden indirilebilir diye düşünüyorum. Şu anlamda, siz 2007’nin cirosuyla ilgili bir faturayı getirip 2008’in Şubat’ında düzenliyorsunuz. Yılında düzenlerseniz zaten sorun yok. Sorun dönem kayması olduğu zaman, işte orada siz faturadaki KDV’ni indirimi hakkını kaybediyorsunuz, ama ne yapıyorsunuz? Primi beyanname üzerinden kurum matrahından indirebilirsiniz. Fakat o yılın muhasebesinde de onu kanunen kabul edilmeyen gidere aktarmak durumunda kalıyorsunuz. Personele ödenen ikramiyelerin de gene mutlaka zamanında muhasebeleştirilmesi lazım, yalnız şöyle bir şey var eskiden beri hatırladığım ve uygulamada halen var. Beyanname verme süresi içinde bazen işletmeler, yani Nisan’a kadar diyelim 2007’nin karından “yöneticilere % 2, personele % 5 kar payı verilmesi” diye bir karar alabiliyor. Eğer bu karar beyanname verme süresinden önce alınmış ve tahakkuk etmişse, bunu 2007’nin matrahından indirme imkanı vardır diye düşünüyorum. Yani uygulama böyleydi. Tebliğ de vardı bu konuda. Zannediyorum o tebliğ halen yürürlükte. Oldukça eski ama geçerli bir tebliğ. Bağış ve yardımları ayrı bir hesapta izlemek, daha sonra işletmenin karlılık durumuna göre, çünkü koşullar farklı olabiliyor, hesaplama yapıp, ondan sonra bunları giderleştirmek, yada beyanname üzerinden indirilir hale getirmek gerekiyor. Bağış ve yardımların bir çoğu beyanname üzerinden indirilmesi gereken giderlerdir. Gerçi Kurumlar Vergisi Kanunu’nda bu tür harcamalar için “indirilecek giderler” diye bir ifade var, ama uygulama daha farklı. Yani bu tür harcamaları beyanname üzerinde izlemek istiyor kamu maliyesi, dolayısıyla uygulamayı bu şekilde yönlendirmiş. Kurumlar Vergisinin 13 üncü maddesinde yer alan transfer fiyatlandırmasıyla ilgili birkaç şey söyleyeceğim, ama onu sona bırakalım. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Enflasyon düzeltme hesaplarında mükerrer 298’de bir hüküm var. Pasif kalemlere ilişkin enflasyon fark hesapları herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledildiği veya işletmeden çekildiği takdirde, işlemlerin yapıldığı dönemlerin kazancıyla ilişkilendirilmeksizin bu dönemde vergiye tabi tutulur. Bu çok kenarda kalmış gibi duran bir hüküm, çünkü enflasyon muhasebesi uygulaması süreç olarak kısa sürdü. Dikkat etmek lazım. İş64 letmelerde yanlışlıkla da olabilir veya bilerek değişik hesaplara aktarılabilir, onu izlemek gerekir. Ancak öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farkları düzeltme sonucu oluşan geçmiş yıl zararlarına mahsup edilebilir veya Kurumlar Vergisi mükelleflerince sermayeye ilave edilebilir. Bu işlemler kar dağıtımı sayılmaz. Yani bunun dışındaki hesaplara aktarma yapılıp yapılmadığına dikkat etmek icap eder. Vergi Usul Kanunu’nun 328’inci maddesindeki “yenileme fonu”, o da gözden kaçabiliyor. İki sene önce ayrılmış, orada duruyor. Acaba onun süresi geçti mi? Böyle bir fon varsa, hemen ona bir göz atmakta yarar var. Eğer bekleme süresi dolmuşsa direkt kar/zarara atmak icap eder. Kurumların gider yazamayacağı kalemler konusunda da bazı uyarılar var. Özellikle çok basit olmakla beraber 19 numaralı Kurumlar Vergisi sirkülerine göre, Özel İletişim Vergisi’nin gider yazılamayacağı unutmamak lazım. Aslında vaktinde çoğumuzun uygulaması farklı oldu. Ama bazı işletmelerde bu rakamlar büyük olduğu için önemli. Küçük olduğu zaman diyorsunuz ki “önemli değil”. İdare de 50 lira, 100 lira için tarhiyat mı yapacak? Büyük rakamlara ulaşan işletmeler var, o açıdan buna dikkat etmek lazım veya en azından bu görüşte olmasak bile, inisiyatifimiz içinde cereyan etsin, ziyanı yok. Yargıda savunulabilir, o da ayrı bir konu. Kurumlar Vergisi Kanunu bakımından giderleştirilemeyecek işlemler 11, 12 ve 13’üncü maddelerde etraflıca açıklandı. Bunlardan en önemlisi örtülü sermaye, nispeten çözülebilir. Bir takım eski uygulamaları da var. Gerçi örtülü kazancın da eski uygulaması var, ama hatırladığım kadarıyla görev yaptığım dönemlerde çok yaygın yapılan bir denetim konusu değildi. Uygulanan incelemelerde ise sonuçların çok da başarılı olmadığını söyleyebiliriz. Ama sonuçta burası Türkiye.1980’den bu yana çok büyük değişimler oldu bazı açılardan. Mesela ihracat, uluslararası sermayeyle ilişkiler, ulusal ticaretteki gelişmeler. İster istemez bazı mekanizmalar çok zaman işlemedi öyle kaldı. Mesela yabancı ulaştırma kurumlarına ilişkin mevzuat uzun zaman uygulanamadı Çünkü bilinmiyordu kapsamdaki firmalar azdı. Mesela dar mükelleflerde stopaj hiç bilinmiyordu. Çok nadirdi. Bu tür uygulamalar bugün çok yaygın, artık bu kavramları herkes biliyor muhasebeciler, müşavirler. Bizim zaten işimiz bu. Dolayısıyla bu tür ve benzer işlerde, uluslararası ticarette çok büyük kar transferleri yapılıyor. Farklı bir anlatımla kar transferi sonuçta sermaye transferine dönüşüyor vergi kaçırmaktan daha önemli. Çünkü % 20 vergiyse, % 80’i de sermaye. O başka ülkeye gidiyor. Geçenlerde transfer fiyatlandırması yoluyla kar dağıtımının önüne geçilmesinin öneminden bahsedildi. Kanun çıktı bazı malların girdisinin fiyatı düştü dendi. Olabilir. Ben buna katılıyorum. Zaten bir makalemde de bunu belirttim. Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazancın mutlaka vergi mevzuatında yer alması gerekir. Ancak iç piyasa bakımından bir düzenlemeye neden gerek duyuldu sorgulamasını da yapmamız gerekiyor. Nitekim Vehbi bey bir toplantıda anlattı. Amerika’da eyaletlerin kendi içlerinde böyle bir şey yok. Eyaletler arası uygulamada transfer fiyatlandırması uygulanmaktadır. Normal, eyaletler arasında vergileme farklılıkları bulunmaktadır. Eyaletler ayrı birer federe devlet, bütçeleri var. Orada iç işlemlerde uygulanmıyor. Avustralya’dan örnek verdi. Mesela orada ikili 65 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 bir uygulama var. Yurt içi için ayrı, yurt dışı için ayrı. Esasında bu model benim aklıma değişik bir çözüm getirdi. Acaba Türkiye mevcut şekliyle yurt içinde farklı bir uygulama yapabilir mi? Bu soruyu hukuksal anlamda sormuyorum. Çünkü hukuksal anlamda yapabilir. Müsaade ediyor hakikaten ve bu konuda şöyle bir önerim var. Sadece yurt içi uygulamalarında biliyorsunuz bireysel başvuru hakkı var mükellefin. Mesela mükellef diyor ki, “maliyet + % 10’la ben malımı satacağım” ne diyorsunuz uygun mu?” Maliye de bunu inceleyip “evet” dediği zaman, bu metot geçerli oluyor. Maliye şunu diyebilir, yani eğer buna ikna edebilirsek herkes için iyi olur. Çünkü boşu boşuna lüzumsuz evrak içinde boğuşmayalım ve var olan birkaç müşterimizi de kaybetmeyelim. Maliye genel bir çağırı yapar der ki, “Yurt içindeki işlemlerinizde ilişkili kurumlar için “maliyet + %1” yöntemi geçerlidir. Buna göre başvuranın bu talebini kabul edeceğim” dediği zaman, herkes başvurur. Maliye kabul ettiğinde işlem hukuka uygun olarak yürür. Hiçbir sorgulama da yapılmaz. Özel durumlar için koşullar da getirebilir. Nasıl? Bireysel koşul getiremez tabii. Spesifik bir şey söyleyemez ama genelleştirerek diyebilir ki, yapılan işlem sonucunda ilişkili firmanın zamanaşımına uğrayabilecek veya zamanaşımı süresince ortadan kalkamayacak zararını telafi etmek yönünde kullanamaz. Yani ben şimdi bunu çok özet olarak söylüyorum. Bunun teknik detaylarını şu anda ne ben çözümleyebilirim, ne de siz. Bunu ancak Maliyedeki bürokratlar oturacak enine boyuna tartışacaklardır. Onların işi bu.Şu anda yapılan uygulama ne? Önce tebliğ çıkarıldı, arkadan kararname çıkarıldı. Ardından da uygulamanın erteleneceğine dair duyumlar alındı. Yani önce kararname çıkacak. Kanun öyle diyor zaten, onun sırası var. O hiyerarşiyi sen bozamazsın ki. “Ben bozarım” dersen, o zaman Yargı da senin bu işlemini iptal eder. Onun için önce bir kararname çıkmalıydı. İlişkili kişilerin tanımı yapılmalıydı. Usul ve esaslar belirlenmeliydi. Yani bu önerdiğim metodu, diyelim böyle bir metotla Bakanlar Kurulu “iç uygulamayı böyle yapacağız” diye, pekala Maliye Bakanlığı’na yol göstererek çözebilirdi. Böyle yapmayınca da şimdi ortada bir kaos var, çözülmesi gereken. Sözlerimi tamamlamadan önce, bir şey daha söyleyeceğim. Gelir İdaresi bir anket yapmış. Bu ankete göre mükellefler cezaların yetersiz olduğunu söylüyorlar. Şimdi ben bu ankete şöyle diyeceğim; Maliye’nin yapacağı anket bu kadar olabilir. Ben bürokrasideki arkadaşlarımın dikkatini çekmek istiyorum. Toplumun düğümlerini çözmek, hele vergi konusunda, sosyologların işidir. Maliye asla çözemez. Çünkü bizim halkımız onlara hiçbir zaman doğruyu söylemez ki, söyleyemeyeceği için, nezaket göstermiş onun gönlüne göre söylemiş. Şimdi bu anketten hareketle eğer ağır cezalı kanunlar koyacaklarsa, böyle şeyleri bahane etmesinler. “getirip, koyacağız” desinler ve koysunlar. Anket yaptık. Şimdi moda oldu genel eğilime göre, toplumsal eğilime göre. O eğilimler rüzgar gibidir. Bugün üç şiddetindedir, beş dakika sonra yedi şiddetine göre eser. Bunu nasıl ölçü alıyorsunuz? Önemli olan doğruyu yakalamağa çalışmak. Cezalar azmış! BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Teşekkür ederiz Sayın Genç. Efendim ara veriyoruz, buyurun çay molamız var. Değerli dinleyiciler, Sayın Veysi Seviğ 17,30’da çıkacaklar. Eğer soru soracaksanız lütfen, rica ediyoruz yazılı olarak verin. Çok teşekkür ederiz. 66 BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Oturumumuz başlıyor. Şimdi söz sırası Sayın Leyla Kıyat’ta. Leyla Kıyat hanım sunumuna başlıyor. Buyurun efendim. LEYLA KIYAT Teşekkür ederim Sayın Başkan. Dönem sonu işlemlerini biz Türk Ticaret Kanunu’na tabi işletmeler açısından görmeye çalışacağız. Ancak SPK’ya tabi şirketlerin dönem sonu işlemleri bunlardan bir miktar farklılık göstermektedir. Ayrı bir tebliğle onlar uluslararası standartlara uygun olan değişik düzenleme yapmaktadırlar ve değerleme hükümleri özellikle Türk Ticaret Kanunu’na tabi şirketlerden farklıdır. Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun kabul edilişinden sonra, belki seneye bu kürsüden farklı değerleme yöntemleri anlatacağız. Çünkü o zaman muhasebe standartları değişmiş olacak. Yani Uluslararası Muhasebe Standartları’na uygun Türkiye Muhasebe Standartları’na göre bambaşka bilançolar, bambaşka tablolar yapılacak ve onlara uygun düzeltmeleri anlatacağız. Türk Ticaret Kanunu’nun yasalaşması halinde, bu değişiklikler seneye olacaktır. Ama şu anda benim anlattıklarım sadece bu seneye ait ve 2007 yılının sonunda yapacağımız düzenlemeler. Öncelikle ben bilanço ilkelerine sadık kalarak dönem sonunda yapacağımız işlemleri anlatmaya çalışacağım. Bilanço ilkeleri der ki, “İşletmenizin dönen varlıkları ve duran varlıkları arasında dönem sonunda gerekli geçiş işlemlerini yapınız.” Yani nakde bir yıl içinde dönemeyecek varlıklarınızı duran varlıklara alınız. Uzun vadeli borçlarınızın içinde vadesi bir senenin altına düşenleri, kısa vadeli yabancı kaynaklarınıza alınız. İkinci olarak da, bizim hazır değerlerimizin içinde olan ve birçok bilançoda gözüme çarpıyor verilen vadeli çekler, alınan vadeli çekler hesapları bilanço kalemlerinin içinde hazır değerlerin arasında duruyor. Özün önceliği kuralı gereği verilen vadeli çekler ve alınan vadeli çekler isim olarak orada yer alırken, dönem sonunda senetler hesabına virmanlanması gereken değerlerdir. Çünkü bankamızda bazen para olmamasına rağmen, verilen vadeli çek “102” bankadan, daha fazla olup, bankanın bakiyesini negatife çekmektedir. Bunun için dönem sonunda bu hesapların senet hesaplarına, alacak ve borç senetlerindeki ilgili hesaba virmanlanması gerekir. Tabii ki 01.01.2008’de açılışta gerekli hesaplar bulundukları yerlere alınacaktır. Değerli konuşmacılarımız envanterden bahsettiler. Envanter, mevcutların, alacakların ve borçların, sayma, ölçme ve tartılmasıdır. Bir değerleme işlemi yapabilmek için, öncelikle bu varlıkların yerinde durup, durmadıklarını görmemiz lazım ve eğer yerindelerse, hangi değerlerle durduklarını tespit etmemiz lazım. Ölçme, tartma işlemlerini sadece eczaneler ve çok büyük sanayi kuruluşları Maliye Bakanlığı’nın iznini alarak üç senede bir yapma hakkına sahip olabiliyorlar. Çünkü bunların fiili olarak sayımları çok zor olduğu için, Vergi Usul Kanunu 190’ıncı maddesi, bu izni alırlarsa sadece bu iki kuruluşa bu izni verebiliyor. Yılsonunda envanter olayı, o iki kuruluş için üç senede bir olarak gerçekleşebiliyor, gerekli iznin alınması şartıyla. Ama diğer şirketlerin fiili envanterle işlem yapmaları gerekiyor, tabii 67 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 burada envanter dediğimiz olay, hem mevcutlar, hem alacaklar, hem de stoklarımız için geçerli. Tekrar vurgulamak istiyorum fiili envanteri yapmaları gerekiyor. Farkların da gerekli hesaplara kaydedilmesi gerekiyor. Konuşmacılarımızdan bu konuda gerekli bilgileri aldık. değerli üstadımız Veysi Hoca dedi ki, “197 hesaptaki bu azalışların kasa sayım noksanlarının işlenmeleri problemlere neden olmaktadır ve bunun için tutanaklar tutulmaktadır.” Ama her halükarda da bunun sebebinin bulunamaması halinde, kanunen kabul edilmeyen gider olarak zaten işlemlere alınacaktır. Bütün mevcutlarımızdaki bu eksiklikler, bu şekilde değerlenecektir. Mevcutlarımızdaki artışlar da fazlalık olarak “397 hesaba kaydedilecektir. Bilançonun neticelendiği tarihe kadar bu sebebi bilinemeyen fazlalıklar, bizim işletmelerimiz için vergisini ödeyeceğimiz bir gelir hükmündedir. Bundan sonra stoklarımızdaki değerlemelerimize dikkat etmemiz gerekecektir. Bu konuda “stok” bahsinde gerekli açıklamaları yapacağım. Yabancı parayla olan mevcutlarımız, kasalarımız, bankalarımızın değerlemesi gerekiyor. Kambiyo karlarına ve kambiyo zararlarına, gerekli hesaplara bu kur farklarının yazılması gerekiyor. Buradaki ayrıcalıklı durumlar nedir? Bizim eğer banka kredisiyle almış olduğumuz veyahut ta satıcılara dövizle borçlanarak sabit kıymet alışlarımız varsa, 163 nolu Tebliğe göre, alındığı yılın sonuna kadar değerleme sonucu oluşan bu kur farklarının sabit kıymetin üstüne ilave edilmesi ve amortisman ayrılırken dikkate alınması gerekmektedir. Bir muktezada da, finansal kiralamayla aldığımız, 2003 yılından sonra Finansal Kiralama Kanunu değiştiğine göre konuşuyorum, sabit kıymetlerimizin arasına yazdığımız sabitlerimiz için Finansal Kiralama ile alınan, pasifimizde “301”, “302” ve “401”, “402” hesapta görülen finansal kiralama borçları, eğer dövizliyse değerlemelerindeki kur farkları için, verilen iki tane ayrı muktezada da kur farklarının muhakkak sabit kıymetin maliyetine yazılması istenmiş. Yani burada 163 nolu Tebliğ’deki birinci yıl sabit kıymetin maliyetine, diğer yıllar giderlere veya maliyete atılabilme şansımızı bize vermemişler. Buna dikkat çekmek istedim. Değerleme ile ilgili başka bir hususta; Yurt dışı alıcılar hesabındaki ihracattan doğan alacaklarımızın değerlemesinde kur farklarımızın “601” yurt dışı satışlar hesabının altına yazılması gerektiği, bu da Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’yle getirilmiştir. Bu arada daha önceki konuşmalarda da değinildi. Yurda gelmeyen dövizlerin Türk Parasını Koruma Kanunu’na göre bir problem teşkil etmemesine rağmen “ihracatla ilgili dövizlerin”, gelmediği tarihte eğer gelişi ispatlanamamışsa değerlenmesine devam edilmesi gerekmektedir. Çünkü Türk Parasını Kıymetini Koruma Kanunu ayrı bir Kanun’dur, Vergi Usul Kanunu’muz ayrı bir Kanun’dur. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Menkul kıymetlerle ilgili değerlendirmelerden yine bahsedildi. Değerli Veysi üstadımız dedi ki, “Hisse senetleri ve % 51’i Türkiye’de işlem gören hisselerden oluşan fonlar alış bedeliyle, diğerleri borsa değeriyle değerlenecek”. Devlet tahvilleri ve hazine bonoları için kabul edilen görüş İMKB’de işlem gördükleri için, Resmi Gazetedeki yayınlanan değerleri değil, 31.12’de İMKB’deki değerlerini esas alaraktan Maliye İdaresi’nin görüşü değerlenmesi hususunda, biz bu geliri elde etmesek de Vergi Usul Kanunu’nun 279’uncu maddesi bunları değerlerken bizlere, gelir tahak68 kukları hesabını kullanarak faiz gelirlerine yazmamızı istiyor ve vergisini de ödememizi istiyor. Bundan sonra şüpheli alacaklar konusu önemlidir. Çünkü elimizdeki alacakların şu anda elimizde olup, olmadığını tespit etmemiz lazım. Şüpheli alacaklarda hepimizin bildiği gibi, belli kurallar vardır. Eskiden şüpheli alacakları ayırırken KDV’nin burada ayrılıp, ayrılmayacağı konusu tartışmalıydı. Daha sonra şüpheli alacak ayrılırken, KDV’nin de ayrılabileceği konusu hakim oldu ve şüpheli alacak ayrılırken KDV’li olarak alacağımızı ayırıyoruz. Teminatlı alacaklara, şüpheli alacak ayrılamıyor. Bir de avanslara, avanslar derken alacak senetlerindeki avanslar, şüpheli alacaklarda avanslarla olan konuda çeşitli görüşler var. Ama Maliye’nin görüşü, avanslarla ilgili şüpheli alacak ayrılmayacağı şeklinde. Bunu değerli üstatlarım daha iyi açıklayacaklardır. Çünkü vergi konusunda kendileri uzmanlar. Ben daha çok muhasebe konusunda anlatmaya çalışacağım. Şüpheli alacak konusundan sonra reeskontlar. Reeskont nedir? Reeskont, senetli alacaklarımızın ve senetli borçlarımızın değerleme gününe irca edilmesidir. Yani diğer bir deyişle, biz bilançoyu hazırlarken 31.12 gününün fotoğrafını çekiyoruz. Diyoruz ki, “Bizim 31.12’de mevcutlarımız, alacaklarımız, borçlarımız şunlardır.” Alacak senedi bir vade taşıyor. Borç senedi bir vade taşıyor. O zaman bu alacak ve borç senetlerimizin taşıdığı vadelere göre, 31.12’deki değerleri o değil. İç iskonto formülü kullanarak hesaplanan reeskontlarda, biz bir reeskont hesaplıyoruz ve eğer alacak senetlerine reeskont uyguluyorsak, bu bir gider hükmündedir. Borç senetlerine de reeskont uygulamamız gerekmektedir Vergi Usul Kanunu’na göre. Ama işletmemizde eğer borç senedi yoksa, biz yine de alacak senetlerine reeskont uygulayabiliriz. Maliye’nin görüşü böyledir. Uygulanan reeskont işlemlerinde yabancı paralı değerlerle, Türk paralı değerli senetlerde farklı reeskont oranına tabidir. Şu anki oran değişmediği takdirde % 29 Merkez Bankası’nın yayınladığı. Yabancı paralı olan senetlerde de 31.12. tarihindeki “Londra Para Piyasası”nın yayınlamış olduğu libor oranı geçerli olacak. Bu oran, tabi ki % 29’dan çok daha küçük bir oran. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir şey var ki, libor oranı sabit bir oran değil. Sizin vade tarihinize göre değişiyor. Yani bir aylık vadeler farklı, iki aylık vadeler farklı ve tabii ki döviz cinsine de göre değişen libor oranları var. Reeskont işlemleri, bir vergi erteleme müessesesi diğer bir anlamla, 01.01.2008’de yapılan işlem, reeskont işleminin tamamen tersi olarak, yani eğer alacak senetlerine reeskont yapıp bundan dolayı bir gider yazdıysak, 01.01.2008’de bu işlemi terse çevirip, alacak senetleri reeskontu hesabını kapatıp, bunu reeskont faiz gelirlerine yazmamız lazım. Yani bir dönem gider yazdığımız, diğer dönem gelirdir. Bunu Geçici Vergi dönemleri içinde uygulamamız mümkün. Değer düşüklüğü hesabı stoklarımızda bizim için önemli. Çünkü stoklar bir varlıktır ve bilançoda gerçek değeriyle gözükmesi gerekir. Stokların çeşitli nedenlerle değeri düşer. Şöyle ki yangın, zayi, su basması gibi nedenlerle, tabii afetlerden dolayı düşüyorsa, zaten takdir komisyonuna müracaat edilip, karar alınacaktır ve bu bir “kanunen kabul edilmeyen gider olmayacaktır. Bizim için o stok değer düşüklüğü karşılığı kabul edilen bir 69 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 gider olacaktır. Aktiflerimizin arasında alacaklı bir hesap olan stok değer düşüklüğü karşılığı hesabına yazarız ve buradaki dikkat etmemiz gereken, zayi olan malların KDV’sinin indirilemeyeceğidir. KDV Kanunu 30/c’ye göre, buradaki KDV’nin o dönem ilave edilmesi gerekecektir. İmha edilen mallar olabilir. Ecza depolarında süresi geçen ilaçları Maliye’ye bilgi vermek ve onların bilgisi dahilinde takdir komisyonu ile birlikte imhası olabilir. Bozulan malların imhası da söz konusudur. Buradaki imha edilen malların da değerleri düşmüştür. Fakat KDV’de bunların indirilmesi, zayi olan mal KDV’si gibi düşünülmüyor. KDV’sini indirmemek imkan dahilinde. Çünkü orada 30/c hükmünü uygulamanız gerekmiyor. KDV’yi indiriyorsunuz, İstemiyorlar tekrar sizden ilave etmenizi. Ama öbürlerinde düzeltme gerekiyordu. Bir de teknolojik değişikliklerden dolayı, yani basiretli bir tüccar olup, siz iyi alışveriş etmemenizden dolayı stoklarınızı iyi bir şekilde ticari düşünerek stoklayamıyorsanız, değerlerinde düşme meydana geldiyse, bunlardaki düşüşler bizim için gene stok değer düşüklüğü karşılığına almanız gereken bir değer. Ama bu kanunen kabul edilmeyen gider hükmünde. Çünkü gerçek mevcutlarımızı yazacaksak, buradaki değer düşüklüklerini doğru bir bilanço yapmanız için göstermeniz gerekiyor. Aynı şey menkul kıymetlerimiz için de geçerli. Menkul kıymetlerimiz iştiraklerimiz olabilir. Bağlı ortaklıklarımız olabilir. Zamanındaki alış bedelinden şu anda satmağa kalksak çok daha düşük bir bedelle satacaksak, yani emsal bedelleri çok düşmüşse bunu Vergi Usul Kanunu açısından düşünmeyip, bilanço ilkeleri açısından düşünmemiz gerekir ve bunları menkul kıymet değer düşüklüğü karşılığı hesabı olarak gene aktifte bir eksi hesap olarak yazmamız gerekir. Bu da tabii kanunen kabul edilmeyen bir gider hükmündedir. Sonra aktif/pasif geçici hesaplar dediğimiz hesapları çalıştırmamız gerekir. “180” hesap vardır. Hepimizin işletmelerinde kullandığı peşin kira ödemelerimizde kullandığımız, ödediğimiz sigorta teminatı primlerinde kullandığımız hesaplarımız, ama bunlar dönemsellik ilkesi gereği eğer 31.12.2007’den sonraki dönemleri de kapsıyorsa, gelecek aylara ait giderler hesabına alınmalıdır. Çünkü gelir tablosu ilkelerine göre, bir dönemin gelirleri aynı dönemin giderleri ile ilişkilendirilir. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Peşin ödenen giderler hesabımızdan sonra, gelir tahakkukları hesabımız vardır. Bizim menkul kıymetlerimizde ve bankadaki mevduat hesaplarımızda o güne kadar biriken faizlerimizi 31.12’ye kadar, vadesi dolmasa da o güne kadar hesap ettiğimiz faizlerimizi yazarken kullandığımız bir hesaptır “181” hesap. Üçüncü kişilerden daha isteme hakkımız yoktur. Bu parayı, o gün gidip bankadan isteyemeyiz o faizi, ama tahakkuk etmiş bir faizdir. Bu hesap 181 hesap vasıtasıyla borçlanır. Karşılığında faiz gelirleri hesabımız çalıştırılır ve dönemin gelirleri arasına yazılır. Burada özellikli bir durum var. Eğer ki banka biz Kurumlar Vergisi beyannamemizi verene kadar faizimizin stopajını kesmiş ve yatırmışsa, buradaki kesinti yoluyla inen stopaj miktarını kayıtlarımızda gösterip, Kurumlar Vergisi beyannamemizde kesinti yoluyla ödenen vergilerimizin arasına yazıp, ödenecek Kurumlar Vergimizden tenzil etme hakkımız mevcuttur. Gelecek dönemlere ait gelirler hesabımız gene pasifte bir düzenleyici hesaptır. Geçici bir hesaptır. Bunu daha çok basın yayın işletmeleri kullanırlar. Çünkü dergi aboneliğine paramızı ödediğimizde bize bir yıllık KDV’li fatu70 ramızı keserler. Ama diyelim ki biz Kasım ayında abone olduk, bir dahaki Kasım ayına kadar bunlardan dergi alacağız ve hizmetin bedelini de peşin ödedik. Sadece burada Kasım ve Aralık aylarına ait olan gelirler, o basın yayın kuruluşunun o yıla ait geliridir. Diğer on ay “380” gelecek aylara ait gelirler hesabının konusuna girer ve vergisini de biz bu dönem vermeyiz. Çünkü o kuruluş, daha on ay bu yayını basarken buna ait giderler yapacaktır ve o giderler işletmemiz açısından o dönemin giderleri arasında olacaktır. Aynı şeyi intaç (sonuçlanma) tarihi bir sonraki yıla sarkan, diyelim ki biz 31.12’den sonra işletmemizden ihracat yapmak üzere çıkarttık, ama bizim için daha ihracat sayılamadı. Çünkü yurt dışına çıkışı olmadı. İntaç tarihi 2008’i taşıyan ihracatımız varsa, bu ihracatın gelirinin de 2008 yılında olması gerekir. Bununla ilgili mukteza da bulunmaktadır. KDV iadeleri alınırken de 2007’nin Aralık ayında değil, bunlar 2008’in Ocak ayına dahil edilir zaten ve satılan malın maliyetine konu edilmemesi lazımdır. Buna ait stokların yoldaki mallar olarak, yine stoklarımızın içinde bulunması gerekir 2007 yılında. Yani “380” hesap bizim geçici hesaplarımızdandır. “381” hesabımız var gider tahakkuklarımızı yazıyoruz. Banka kredilerinin 31.12’ye kadar işleyen faizlerini bu hesap vasıtasıyla finansman giderlerimize yazarız. Belki bankaya bizim ödeyeceğimiz faizin dönemi Şubat sonudur. Ama üçer aylık döneme ait ise, Aralık ayına ait faiz ödemesini tahsil etmeseler dahi tahakkuk esası geçerli olduğu için, biz “381” hesapta 2007’ye ait olaraktan finansman giderlerimize yazmak zorunda kalırız. Sizlere anlattığım bu dört hesap “aktif ve pasif geçici hesaplar” adı altında dönem sonunda kullanılan hesaplardır. Bu arada karşılık hesaplarını dönem sonlarında unutmamamız gerekiyor. Çünkü karşılıklar hep ihmal ediliyor. Ama aslında ticari bilanço karımızı hesaplarken muhakkak yapmamız gereken, özellikle kıdem tazminatı karşılıkları sadece SPK’nın bilançolarında gördüğümüz bir bölüm. Ama Ticaret Kanunu’na bağlı şirketlerde kıdem tazminatı karşılığı olmuyor, çok büyük bir yük aslında işletmeler açısından. Neticede bunun ödendiği zaman birdenbire özkaynakları aşağıya çekecek bir hüviyeti var. Sonra bir mahkemede davamız sürüyorsa ve bizim aleyhimize gittiği belliyse, gelen raporlarda da bizim tazminat ödeyeceğimiz hemen hemen kesinleşmişse, bu dava karşılığına karşı artık bizim borç ve gider karşılıkları hesabında bir karşılık ayırmamız lazım. Çünkü aslında o giderin doğuşu bu dönemle ilgilidir. Evet, parasını bir sonraki dönem ödeyecek olabiliriz bu zarar ve ziyanın, ama doğuşu bu dönemi ilgilendirmektedir. Burada da kanunen kabul edilmeyen gider olacaktır, ama bizim düzenli bir bilanço yapmamız için işlememiz gereken bir hesaptır. Amortismanlarımızı ayırırken dikkat etmemiz gereken, denetimlerde gördüğümüz bir husus var. Azalan bakiyeler usulünde iki katını alıyoruz. Fakat bazı amortisman ayıran demirbaş programlarında % 50’yle sınırlandırmamışlar ayrılacak amortismanı. Eğer % 33’lük bir amortisman oranına tabi ise bu sabit kıymetimiz, mesela bilgisayarlar, hızlandırılmış amortismanda uygulasanız, % 50 den fazla amortisman ayırma imkanınız yok. Çünkü Tebliğde söylenmiş olan, “en fazla % 50 amortisman ayrılabilir” gibi bir not var. Ama, eğer demirbaş programı bununla sınırlandırılmamışsa 71 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 orada % 66’lık amortismanlar ayırabiliyor. Bunu denetimlerde gördüğümüz için söylemek zorunda hissetim kendimi. Amortismanlarda azalan bakiyeden normal amortismana döndüğümüzde, sürenin hiç değişmediğini unutmamamız gerekiyor. Finansal kiralama yapıldığında da faydalı ömre göre amortisman ayırabiliyoruz. Yenileme fonundan, yine değerli konuşmacılarımız bahsettiler. Üç yıllık süre önemli. Şayet işletmemiz yenileme fonu ayırmışsa ve bu üç yıllık süre içinde de aynı hüviyette bir sabit kıymet almamışsa, bunun o dönemin karlarının arasına yazılması gerekiyor. Peki, eğer bu dönemler içinde yeni bir sabit kıymet alındıysa, yeni alınan sabit kıymetlerin amortismanlarının yenileme fonundan mahsup edilmesi gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Üretim işletmelerinde maliyetler yapılırken yansıtma hesaplarının kullanılması çok önemli. Stok değerlendirmede artık LIFO metodu, enflasyon düzeltmesinden sonra kalktı. Bunun için LIFO metodunun kullanılmaması gerekiyor. Enflasyon düzeltmesi yapıldıktan sonra, o metot da bu arada kaldırıldı. LIFO metodunu da kullanmamız mümkün değil artık. Üretim işletmelerinde maliyete atılan giderlerin, sabit kıymetlerin amortismanlarının iyi ayrılması gerekiyor. Eğer üretimde kullanılan bir sabit kıymetin amortismanı sonuç hesaplarınla ilişkilendirilirse, burada vergisel problemler doğacaktır. Gelir tablosunu yaparken bütün “7”li hesaplarımızı yansıtma hesaplarıyla kapatıp, “6”lı hesaplara aktarıyoruz ve bundan sonrada 6’lı hesaplarımızın içinde gelir/gider tablomuzu “690” hesabı kullanarak oluşturuyoruz. 690 hesapta bulduğumuz kar, bir ticari kar. Sonra bir “A4” kağıdını elimize alıyoruz ve vergiye tabi mali karımızı hesaplayıp, vergimizi hesaplıyoruz. Bizim dönem içinde ödediğimiz peşin vergilerimiz “193” hesapta. Kesinti yoluyla ödenen vergileri de. Artık dönem sonunda o 193 hesaptan bunları kurum beyannamesinde mahsup edeceğimizi düşünerek, bilanço kalemlerinin içindeki “371” hesaba virmanlıyoruz. Ne kadarını virmanlıyoruz? Sadece Kurumlar Vergisi olarak ödeyeceğimiz miktarı virmanlıyoruz. Onun üstünde kalan, bizim varlıklarımızın arasında aktifte duruyor. Çünkü biz ileride ya bir başka vergiden mahsup edeceğiz veyahut ta nakit olarak vergi dairesinden isteyeceğiz. Bütün bunların sonunda vergimizi ödediğimiz takdirde iyi bir mükellef oluyoruz, Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Çok güzeldi. Çük teşekkür ederim, çok tebrik ederim. Hakikaten değerli bir muhasebe dönem sonu kapanışını sundunuz. Çok teşekkür ederiz. Evet efendim şimdi kürsü sizin. Söz sırası sizde, ama önce Sayın Veysi Sevğ hocamızın erken ayrılması gerekiyor. Derse yetişecekler karşı tarafa. Onun için ben mikrofonu Veysi hocaya vereceğim. Buyurun Sayın Seviğ. Dr. VEYSİ SEVİĞ R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Hepinize teşekkür ederim, ama Leyla hocaya çok çok teşekkür ederim. Gerçekten bizim konumuzu muhasebe ilkelerine çok iyi uydurdu ve oturttu. Onun için ayrıca teşekkür borçluyuz. Şimdi bir arkadaşımız soruyor; 72 “Krediyle bir gayrimenkul alındı. Aktife girdi. Kredinin faize alındığı yıl gider yazılabilir mi? Gayrimenkul aktife girdi ve kira geliri elde ediliyor. Yoksa faiz sonraki yıl gider mi yazılır?” soru bu. Şimdi bu konu, uygulamada çok tartışılan bir konu. Bir şirket aktifine bir gayrimenkul aldığı vakit, o gayrimenkulü kiraya verirse, elde ettiği kira geliri ticari kazanç. Kurumlar Vergisi Kanunu böyle söylüyor. Ancak bunun ödediği faiz maliyete mi intikal edecek? Yoksa elde ettiği kira gelirinden düşülecek mi? Soru burada düğümleniyor. Şimdi o gayrimenkul şirketin aktifindeyken kiraya verildiği an, demek ki o şirkete ticari bir kazanç sağlıyor. Bu gayrimenkulü edindiğimiz için ödediğimiz faiz, bu ticari kazancın elde edilmesi için yapılan bir giderdir. Gelelim şimdi aktife alınan bu varlığın acaba maliyetine bu faiz ilave edilecek mi? İlk yıl ödenen faiz. Hayır. Gayrimenkulün nasıl değerleneceği konusunu Vergi Usul Kanunu belirlemiş. O vakit ben bunun üzerine faizini alırım, faizini eklerim. Öbürünün faizi alınmamış, onu eklersem. İki tabloda aynı gayrimenkulün farklı iki değeri olur. Burada gayrimenkul bir emtia değil. Kiraya verilen, gelir getiren bir ticari araç. Dolayısıyla burada yapılacak iş, doğrudan doğruya bunun faizini giderleştirmek. Yani elde ettiği kira gelirinden düşmektir. Gelir Vergisi Kanunu Gayrimenkul Sermaye İradı ile ilgili bölümünde, indirim konusu yapılacak giderlerin arasında bu faizin konmasının nedeni, ona gelir getirdiği vakit, gelirin ne kadarını beyan etsin konmuş. Ayrı, şirketlerden biz ayrı tutamayız. Şimdi bakın, gayrimenkulün edinimi sırasında ticari işletmenin aktifine alıyorsa, bu ticari işletmenin aktifine giren birisi krediyle aldığı vakit, onun maliyetini yükseltme hakkımız bizim yok. Böyle bir hakkımız yok. Şimdi bir saniye dinleyin bunu. Ben iki tane gayrimenkul aldım, eşit. Birini altı ay sonra aldım, kredisiz. Birini altı ay önce aldım, kredili. İkisi de yalnız aynı fiyata alındı. Birinin maliyeti yüksek, birinin maliyeti düşük mü olacak? Bakın şimdi kira gelir getiriyor mu? Nasıl ekleyeceksiniz bunu maliyete? Bu olmasaydı bu gelir edinilemezdi. Ben şimdi konuşmamı bitirmek istiyorum. Şimdi şunu söylemek istiyorum; Mükellefe maliye böyle düşünüyor diye, bizi zarara soktunuz, doğru bir iş değil. Şimdi şöyle bir olay var. Bu gayrimenkul satışından elde edilen kazançlarda yeni Kurumlar Vergisi özel bir düzenleme istedi. Elde edilen karın % 75’ini özel fon hesabına atacağız. % 25’ini vergiye tabi tutacağız. Fakat bu gayrimenkulün satımı sırasında bazı kuruluşlar önemli masraflar yapıyor. Gazete ilanı veriyor, aracı emlakçı kullanıyor. Şimdi bu yapılan giderlerin acaba ne kadarını biz kanunen kabul edilmeyen gider olarak değerlendireceğiz? Demek ki bizim elde ettiğimiz kazancın % 75’i vergiye tabi değil. Ona ait gider kısmını ayıracağız. Bu kanunen kabul edilmeyen gider. % 25’i için yaptığımız gider, bize vergiye tabi bir gelir yaratmış. Dolayısıyla onu, demek ki yaptığım giderin % 25’ini defterimde kanunen kabul edilen gider, % 75’ini kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alacağım. Bir önemli olay; Bu gayrimenkul satışından zarar ettim. İşte tartışmanın esas odak noktası burada başlıyor. Çünkü Maliye diyor ki, “Sen zarar ettiysen bu zararı, indirim konusu yapamazsın. Çünkü ben bunun satısından elde edilen kazancı ben istisna ettim.” Şimdi bu noktaya geldiğimiz vakit, burada durmamız lazım. Bana tanıdığı istisna ne kadardı? Kazancımın % 75’i kadar, peki şimdi ben bunu zarar ettiğim vakit, ticari bir amaç için 73 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 almışım ve zarar ediyorum. Bu zararımın tamamını mı indiremeyeceğim? Yoksa % 75’ini mi indirim konusu yapamayacağım? Maliyenin görüşü, “hepsini indiremezsin”. Yanlış. Onu düzelttirmek lazım. Bu mukteza böyle. Şimdi yine bir önemli olay, Leyla hocamız söyledi. Son derece doğru bir şey söyledi. Aktifimizde menkul kıymet varsa, devlet tahvili, hazine bonosu ise, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda bunların fiyatı belli. Esas alıyoruz. Yalnız menkul kıymet yatırım fonu katılma belgesi varsa ki, bazı şirketler bunu tercih ediyorlar, nakde çevrilmesi kolay olduğu için. Menkul kıymet yatırım fonu katılma belgelerinin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda değeri yok. O, hangi menkul kıymet yatırım fonuysa, onun değerini güncel olarak kendi hesabına yatırıyor. Burada son derece önemli bir olay; Bu menkul kıymet yatırım fonlarıyla ilgili olarak Aracı Kuruluşlar Birliği her gün değerini yayınlıyor. Elimizde başvuracağımız tek kaynak bu. Buraya başvuracağız. Dolayısıyla buradan değeri almamız daha doğru bir yaklaşım oluyor. Yine arkadaşımız sordu. Çok üzerinde durmuş, dedi ki “Bu 41’e 5”i söyledin, ana konu nedir? Neyin nesidir pek anlayamadık? Yani bu ne oluyor?” filan diye. Şimdi “41’e 5”çok önemli bir müessese. Şöyle söylüyor; Teşebbüs sahibi benim eşim, üstsoy, altsoy ve üçüncü derece dahil yan soy, kayın hısımları, doğrudan veya dolaylı ortağı bulunduğu şirketler ile bu şirketlerin ortakları, bu şirketlerin idaresi, denetim ve sermayesi bakımından kontrol altında bulunan diğer şirketlerle aralarındaki ilişki, Gelir Vergisi Kanunu uygulanmasında ilişkili kişi kapsamında değerlendirilecektir. Şimdi bu olay bizim ticari yaşamda karşılaştığımız her 100 mükellefin, 99’unda var. Şimdi ola ki Mali İdaresi, yani Vergi İdaresi bu konuyu inceleme konusu yapacaktır. Bu inceleme konusu yapıldığı vakit, karşımıza neler çıkacaktır? Bir, oradan bir şey kiralamış, satın almışsak emsal bedeli esas alınacak. Oraya bakacağız. Onlara bir şey sattıysak veya onlara bir hizmet sunduysak gene emsallere uygunluk ilkesi geçerli olacaktır. Emsallere uygunluk ilkesini Kanun belirlemiş. Tebliğle de belirlediler bunu. Diyor ki, “Emsallere uygunluk ilkesi, ilişkili kişilerle yapılan mal veya hizmet alım, yada satımında uygulanan fiyat veya bedelin, aralarında böyle bir ilişki bulunmaması durumunda oluşacak fiyat veya bedele uygun olmasını ifade eder.” Esasında, eğer Tebliğ ve Kararname daha önce yayınlansaydı, her mükellef satacağı fiyatın aralığını Maliye Bakanlığı’na bildirip, oluru aldığı vakit, o aralıkta satabilir mi? O yok şu anda. Şimdi burada demek ki 2007 yılında bir Gelir Vergisi mükellefi, kurumlar için konuşmuyorum. Çünkü bu transfer fiyatlandırması ertelenmesi konusu tartışılıyor. Eğer bir Gelir Vergisi mükellefi bu üçüncü dereceden yakını, uzaktan bir akrabasına “hadi sana da bir kıyak yapalım, sana da daireyi 90 bin liraya verdik” filan demişse, öbürüne de 100 bin liraya verdiyse, bu 10 bin liranın vergisini ödemek zorunda kalacaktır. Şimdi burada önemli bir sıkıntımız dah var. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Şimdi bir arkadaşımız daha sordu. “İştirak kazançları stopaja tabi mi?” sorun. Şimdi Kanuna bakarsanız. Bu ne vakit dolacak şimdi? Bu sene iştirak kazancı dağıtımı yapıldı. Doldu da, geçti de. Ama bu arada kimsede tık yok. Yazıda yazılmıyor. Ama Kanuna bakarsanız Şimdi birçok arkadaşımız 74 iştirak kazancı dağıtımını yaptı. Nasıl yaptınız? Stopajsız yaptınız. Ama sürpriz bekliyor. Bir an patlak verebilir. O konuda öyle. Şimdi başa döneyim müsaade edin bana. Kanun gayrimenkulü faizle, krediyle alınması halinde, bunun ödenen faizi maliyete intikal edişini açık, net söylüyor musunuz? Söylüyor mu? Söylemiyor mu? Okuyun bakalım Kanunu söylüyor mu? Söylemiyor mu? Şimdi değerli arkadaşlar, adam gayrimenkulü niçin alıyor? Şunun için alıyor; Bu onu işinde kullanmak için alıyor. Bu gayrimenkulü alırken, bu adamın nakit parası olmayabilir. Krediyle alır. Şimdi geliyorum arkadaşımın birinci sorusuna. Bu gayrimenkulü kiraya veriyor adam Gelir elde ediyor. Ama bu gayrimenkulü edinmek için kredi almış bankadan. Bunun faizini indiremeyeceksin. Böyle bir hukuk var mı? Sizin Yeminli Mali Müşavirlik mantaliteniz buna uyuyor mu? Siz bana sorarsanız, ben bu sene iki tane dava kazandım ve çok da güzel. Danıştay Kararını verdi. Niye verdi? Çünkü realite bu. Adam şimdi bir yandan faiz ödeyecek, bir yandan o faizle aldığı malın gelirinden bu faizini düşemeyecek. Yani bu sizin Yeminli Mali Müşavirlik mantığınıza sığıyor mu? Şimdi gelelim ikincisine, muhasebe standartları arasında söyleyelim. Adam gayrimenkulü almış 100 lira, onun defterinde olacak 200 lira. Öbürü almış 100 lira, onun defterinde olacak 100 lira. Onun bilançosunun aktifi daha mı zayıf? Öyle mi değerlendireceksiniz? Mevzuatı da biraz siz yaratacaksınız kardeşim yani. Değil mi? Siz yaratacaksınız. DİNLEYİCİ Biraz pahalı olur ama. Dr. VEYSİ SEVİĞ Hayır, pahalı olmuyor. Hiç pahalı olmuyor. Bir arkadaşınızın sorusuna da cevap vereceğim. Şimdi burada mı bilmiyorum o. Ben şunu yaşadım ve yaşadığım insan da bir üniversitenin rektörüydü. Şimdi Sayın rektör, bir akrabası, iki tane arabası bir tanede iş yeri vardı Kadıköy’de. Bunları satmaya karar vermiş. Yeni bir atölye kuracak. Adamcağız karar veriyor ve de öyle iyi niyetli bir adam ki, karşısına çok iyi niyetli bir adam çıkıyor. “gayrimenkulünü ben alayım, bana sat” diyor. Adam da “tabii” diyor. Adam biraz da avans veriyor buna, kanıyor adam. Bunlar gidiyorlar gayrimenkul satışına tapu idaresi, “Satamazsın” diyor. “Niye?” “Zeytinburnu Vergi Dairesi haciz koydu” diyor. “Ne vakit koydu?” “1998 yılında koydu, kusura bakma” diyor. Adam parayı da almış, dönüyor arabayla. Alıcı diyor ki, “Üzülme Mehmet’ciğim parayı bir ara verirsin. İki, üç ay sonra. Üzülme”. Adam bu sefer arabaları satacak. Arabaları satmak için gidiyor. “Yok satamazsın, Zeytinburnu Vergi Dairesi 1998’de haciz koydu” diyorlar. Kadıköy’de bir avukatla anlaşıyorlar. Avukat davayı İstanbul Vergi Mahkemesi’ne açıyor. Vergi Mahkemesi diyor ki, “Süresi geçmiş. 98 yılında koymuş. Senin bir kere haciz işlemine ödeme emri gelmiştir. Ona dava açabilirdin. Açmamışsın. Haciz tatbikinde yedi gün içerisinde dava açman lazımdı, ama yine açmamışsın. Ret.” diyor. Bu adamı bana Sayın Ömer Faruk Batırel bana getirdi. Ben dedim ki, “Biz bu davayı kazanırız” Ben de dava açtım dedim ki, “Ödeme emri tebliğ edilmemiş. Adama haciz işlemi yapılmış, 75 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 haber verilmemiş. Bu adam ne vakit öğrenmiş? Satış anında öğrenmiş. Avukat ne vakit açmış? 29’uncu günü davayı açmış.” Burada acaba 7 günlük süre mi geçerli? Yoksa 30 günlük süre mi geçerli? Vergi Mahkemesi reddetti davayı. Danıştay 4’üncü Dairesi onayladı ve nasıl onayladı? Şöyle onayladı ve dedi ki, “Tahsil edilen bedelin aynen iadesine” Adamdan bir de tahsilat yapılmış. Şimdi burada bir hukuk çalıştı. İdare’nin yaptığı hatayı biz kabullenirsek, hata yapar. Ama burada da hakkınızı arayacaksınız. Sonra aynı şey birkaç kişide de çıktı ve oldu. Danıştay aynı kararı verdi. Şimdi demek ki, bizim bir olayımız var. Kanun maddesi de yanlış olabilir. Kanun maddesinin yanlış olması Anayasa’daki vergi ödeviyle çeliştiği vakit, karşınıza çıkar. Eğer diyorsa ki, “kanun ve iştirak zancı istisnası budur, ona stopaj yapacaksın” dediği an, o bir vergilendirme işlemidir. Onu da ihtilaf konusu yapacaksınız. Pahalıya malolmaz. Ama savunmanızı iyi yaparsanız pahalıya malolmaz. Savunmanızı kötü yaparsanız, çokta pahalıya malolur ve bu işten de sıkıntı duyarsınız. Şimdi bu kadarı geldi bana, ben söyledim. Varsa sorusu olan, DİNLEYİCİ İktisadi işletmelere kar dağıtımı konusu vardı. Dr. VEYSİ SEVİĞ O da stopaja tabi şu anda. Vergi mükellefi olmayan kuruma yaptığın dağıtımı stopaja tabi tutuyor Kanun. Böyle söylüyor. Bunu değerlendirmek lazım. Bana bir soru sorunda, İdare’den de bir görüş isteyin yalnız. Bir görüş isteyin de ihtilaf yaratın. Biz mesela, ayda aşağı yukarı 200’ün üzerinde ihtilaf yaratıyoruz şimdi Ticaret Odası olarak. Ben yarattırıyorum ve çoğu da lehimize çıkıyor kararların. Çünkü savunmamızı iyi yapmaya çalışıyoruz ve olayı çözmeye çalışıyoruz. Bir sürü olay yaşıyoruz şu anda. Mesela, KDV mahsubunu yapmamış, daha doğrusu bir olay daha söyleyeyim. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Yine bir profesör arkadaşımız, bu Türkiye çapında önemli bir kişi. Şu anda da yurt dışında ve Ticaret Odası Takdir Komisyonu Başkanı. Bu arkadaşımız birdenbire evvelki hafta rahatsızlandı. Yaşı 80 küsur. Ergun Özsunay. Hocamızın bütün banka hesaplarına haciz koymuşlar. “Nereden haciz?” diyor. Kimsede gık yok. Ondan sonra buldum. Beyoğlu Vergi Dairesi koymuş. Niye koymuş, biliyor musunuz? Serbest meslek faaliyeti gösteriyor hoca. Serbest Meslek Makbuzları üzerinde kesilen stopajı Geçici Vergi beyannamesini beyan ederken düşmüş. Senesi dediğiniz vakit, şaşırdık. Sene 1994. Hiç ses seda yok. Burası demiş ki, “Geçici Vergi beyannamesi üzerinden bu stopajı düştü. Niye düştü?” falan, hiç kaale almamışlar. Beyannamenin üzerine bir yazı ”düşemez” diye bir yazı, bir çizgi. Gördük beyannameyi. Bunu tutmuş Hocanın adına Gelir Vergisi beyannamesinden gereksiz stopaj düştüğü için, onu faizden indirmiş. Birde ne yapmış? 2003 yılında gazeteyle ilanla tebligat yapmış. Hoca Beyoğlu Vergi Dairesi karşısındaki binada, apartmanın 5’inci katında oturuyor ve Vergi Dairesi Müdürü de bazı takıldıkları konularda hocayla da görüşüyor. Aynı zamanda İstanbul Vergi Dairesi Başkanı, eski Defterdar beylerde görüşüyor ve bundan dolayı Hocanın bütün banka hesapları haciz. Adamcağızın kredi kartı da bu hesaptan ödeniyormuş. Ayrıca kızı vefat etmiş üç 76 sene önce kazada. Kızı için bir vakıf kurdu. Vakfın giderleri burada, tabii bunlar da tahsil edilememiş. Netice itibariyle banka telefon ediyor. “Hocam senin hesapların hacizli, sen bizim kredi kartı borçlarımızı ödemedin. Vakıftan bizim hesabımıza para geçmedi.” demişler. Bunun üzerine hoca gidiyor, “Kusura bakma senin borcun var, bu işten” diyorlar. Bu adamcağız çırpındı. Çırpındı. Şimdi açıldı davası, muhtemelen lehimize. Çünkü Mahkemeyle konuştuk. Lehimize karar verecek ve böyle bir borç yok. Yok yani ve İdare borcun yok olduğunu da anladı. Orada bir memurun hatası, şimdi İdare cevap veremiyor da. “Hele bir dava sonuçlansın” diyor. Şimdi bunlara susacak mısınız yani? Bir tane sizi için haber vereyim. Bu da iyi bir haber. Şimdi Körfez Vergi Dairesi’nde var. Muhasebecinin üzerindeki evine haciz koydu mükellef. Yani mükellef koydurtuyor haczi. Vergi dairesi vergi salıyor müteselsil sorumluluktan. Mükellef te onun evine haciz koydurtuyor. Diyor ki, “Benim borcumu o yazdı.” Şimdi sevgili Süleyman üstadımız, arkadaşımız tabii bu çok güzel. Hani geçmişten hukukçu olduğumuz için. Bizim mesleğimiz hukuka önem vermektir. Haksızlığa veyahut ta Anayasa’nın 73’üncü maddesine aykırı bir vergi kanunu kabullenin diye bizim mesleğimiz yok. Yani biz hak da arayacağız. Onun için böyle söyledik. Kusura bakmayın. Affedin beni. Onun için, hakkı arayacaksınız. Ben mesela, bizim Ticaret Odası 400 bin küsur mükellef, üyemiz var. Ben onların haklarını arıyorum. Aramak için de çırpınıyorum ve iyi de bir arşivimiz oldu şimdi. Çünkü hep bu olaylar geliyor. Her gün bir tanesi geliyor. Son bir şey söyleyeyim. Geçen sene önemli bir matbaa tesisini kapattı. Sekiz tane baskı makinesi kaldı. Vergi dairesine dilekçeyi vermiş. O dönem Gelir İdaresi ve İstanbul Vergi Dairesi Başkanı’na da rica ettik, dedik. “Ben sekiz tane makine duruyor. Hani bir tane olsaydı kendi üzerine fatura ederdi. Sekiz tane ticari amaçlı duran makineler. Ben burasını çalışıyor görüyorum. Kapatamazsın.” diyor. Adam gidiyor, dilekçeyi veriyor, iki gün sonra ağlayarak geliyor. Ne yapılabilir böyle bir durumda? Vergi Dairesi Başkanı’na da söylüyorsun, diyor ki, “Üstat sekiz makineymiş, buna kapatma olmaz.” Adam üzerine fatura kesecek, alacak. Diyor ki, “Yok üstat, sekiz makine faturasız kapatma olmaz.” Dava açtık ve İstanbul Vergi Mahkemesi de öyle bir karar verdi ki, ibreti alem. Diyor ki, “İşyerinin faal olduğunu tespit etmeden, burası faalmiş gibi mükellefin dilekçesini dikkate almadan kapatma işlemi yapılmaması, Yasa’ya aykırıdır.” Şimdi, yani haksız mı bu adam? Nitekim kapattı. Makineleri kendi üzerine fatura etti ve de sattı şu an. Gazete ilanıyla sattı. Ama bunları hep yutmak zorunda değilsiniz. Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Biz teşekkür ederiz. Sayın Seviğ inşallah bu kazandığınız davalar İstanbul Ticaret Odası’nın internet sayfasında Danıştay Kararları yayınlansa da biz de yararlansak. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 Dr. VEYSİ SEVİĞ Üstat, keşke böyle bir hakkımız olsa da. 77 1 5 OC AK 20 0 8 BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Sizin yazılarınızı okuyoruz, kesiyoruz, saklıyoruz. Yani bir emeğe katkınız da böyle olur. Efendim şimdi Sevgi Aslantaş hanımefendinin bir sorusu var. Buyurun. SEVGİ ASLANTAŞ İştirakten zarar olması halinde, ne yapacağımızı, biz 25’e 75, yani 25’ini zarar yazabiliriz diye düşünerek bir mukteza talebinde bulunduk. İstanbul bize “Hiç bir şey yazamazsınız” diye yazdı. O da bir dergide yayınlandı, “Yazılmaz” diye. Sonra Ankara’ya yazdık. Ankara, “Hepsini, bütün zararı gider yazabilirsiniz” diye yazdı. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Evet çok teşekkür ederiz. Şimdi Sayın Veysi Seviğ hocayı yolcu ediyoruz. Kendilerine çok çok teşekkür ederim. Sağolun efendim. Evet şimdi Sayın Süleyman Genç’in bazı katkıları olacak. Değerli meslektaşım buyurun mikrofon sizde. SÜLEYMAN GENÇ R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Teşekkür ederim. Aslında ben fazla bir şey söylemeyeceğim, ama bir noktada Veysi Seviğ beyi destekleyecek tarzda bir, iki cümle söylemek istiyorum. Gerçekten bizlere şu anda var olan Vergi Mevzuatının uygulayıcısı olarak, tabii İdare’nin açtığı minderde güreşiyoruz. Kendine göre bir minder kurmuş. Bizi devamlı o mindere çekiyor. Şimdi Hocamın dediği çok doğru, ama şimdi diyeceksiniz ki, “Bizim görevimiz mi?” Avukatlar bu işin içinde. Aramızda avukat var mı, bilmiyorum. Maliyeci kökenli avukatları saymıyoruz, ya da muhasebe kökenliyiz. Bu şimdi işini başka türlü yapmış demektir. Yani normal bir avukat bu konuları bilmez, çünkü konu vergi. Şimdi bizim bazı alanlarda kendi işimizle ilgili olarak destekler vermemiz lazım. Maliyenin çizdiği bu alanın dışında bir başka alan yaratıp oraya çekmeniz lazım. Bu da hukuk alanı. İdereyi oraya çekmek lazım, yoksa bu ızdıraplar bitmez. Çünkü hukuk olmazsa herkes haksızlık yapabilir isterse. Çünkü o kadar kolaydır ki haksızlık yapmak. Ama haklı davranmak, doğru davranmak, adil davranmak zordur. İncelik ister, nezaket ister, başkalarının haklarına saygı ister. Bunların hiçbirini İdare yapmak istemez. İdare objektif bir canlı gibi görür kendisini. Uygular. O bakımdan, hakikaten mümkün olduğunca aklımızın yatmadığı şeylere tavır koymamız gerekir. Bir şey aklımıza yatmıyorsa büyük ihtimalle hukuka aykırıdır. Ondanda emin olabilirsiniz. Çünkü benimim en çok uyguladığım metod aklımın yatmadığı, mantığımın süzgecinden geçemeyen hiçbir şeyin hukuki olmadığına inanırım. Hepimizin aklı bu şekilde çalışıyor, ama pozitif hukukla karşılaştırmasını yaptığımızda, biz hep kendimizi ikinci plana çekiyoruz. Yani kanun böyle diyor. Ama bu kanun acaba doğru mu söylüyor? Bence bizim aklımız ve vicdanımız bunun en güzel ölçüsü. Birçok haksızlıklar ortaya çıkıyor. O zaman hukuk alanında mücadele yapmak lazım. En azından mücadele yapanlara destek vermek, bu konuda teknik destekler vermek lazım. 78 Basit bir örnek vereceğim. Konunun dışına çıkmış gibi oluyorum, ama değil Veysi bey de söyledi. Vergi hukukumuzda PTT yoluyla Tebligat olayı tam bir keyfiliğe mahkum. yani Bugüne kadar uygulamaya bizden ciddi bir itiraz yükselmedi. İdare nasıl oluyor PTT yoluyla İadeli Taahhütlü Tebligat yapmaktan vazgeçiyor da, İlan yoluyla tebligat yoluna baş vurabiliyor. Bunu İdare’ye kimse sormuyor. Örneğin İdare mükellefin bir dönemini takdire gönderiyor. Beşinci yılın sonunda. Komisyon sizin önünüze bazı rakamlar çıkarır. Uğraş. Peki, ama bir enteresanlık var, kararlar Aralık’ın 15’inde çıkarır. Kararlar vergi dairesi müdürlerinin önlerine gelir. Müdür düşünür, “Ben ne yapayım bunu şimdi? Tebligat yapsam, gitti, geldi, ya zamanaşımına uğrarsa.” Kolayı var. Bilinen adres varken ilanen tebligat yoluna gidiyor. İlan tahtasına asıyor bir liste, kağıt parçası diyeceğim artık, hiçbir anlamı yok. Ondan sonra bir bakıyorsunuz 15 sene sonra, ödeme emri gelmiş. Peki her şey haklı diyelim. Takdirler haklı, her şeyler doğru. Bir alacak zamanaşımına uğramaz mı? Hayır, Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir alacağı zamanaşımına uğramaz. Cinayet işlersin, zamanaşımına uğrar. Adam dolandırırsın zamanaşımına uğrar. Devletin malını yağmalarsın zamanaşımına uğrar, ama vergi olursa, asla zamanaşımına uğramaz. Niye? Çünkü memur, ödeme zamanaşımı dolmasın diye vezneye 1 lira yatırır, tahsil zaman aşımı durur. Bu olacak şey mi? Kim yatırmış? Nerede yatırmış? İspat etsin. Bunlara girmemiz lazım. Yani o parayı mükellefin vezneye yatırdığı ispat edilsin. “Ben yatırmadım” diyorum, çıkıyor “Yatırdınız”, diyor. İlanen tebligatta “Sizin adresiniz bilinmiyordu, bulunamadı”. Peki güzel, bir an için doğru kabul edelim, bulunamadı. Nasıl bulunamadı? “Efendim ben postacıya verdim bu mektubu. Postacı gitti, bulunamadım dedi, karta yazdı, ismini yazdı, tarih, saati yazdı, imzaladı, getirdi. Buyurun kartı.” Ben bu kartı mahkemeye getirtemedim. Biliyorum, çünkü böyle bir şey yok. Cüretli bir yargıç demedi ki, “ Ey İdare nerede senin bu iade kartın? Nerede bu pembe kağıt?” Yargıç demiyor. Bakıyorsunuz, sanki biz böyle bir şey söylememişiz gibi başka konulara giriyor. Kardeşim tebligat yok. Yapılmamış. Usulüne uygun değil. Adam resmen hukukla dalga geçiyor. Buna en çok yargıcın üzülmesi lazım. Çünkü burada aldatılan adalet aslında. Tamam, mükellef bir anlamda zarara uğruyor, ama adaletin arandığı yer mahkeme. Mahkemenin bu konularda, özellikle öne süren kişisi açısından sorgulamayı sonuçlandırmalıdır. Ben diyorum, “Bu böyle olmuştur” hiç kimsenin ilgilendiği yok. Bunların hakikaten mücadelesini vermek lazım. Bakın evvelki gün aramızda bir konuşma vardı, Damga Vergisi nedir? Ne değildir? KDV iadesi sözleşmelerinde var bu konu zaten. Bir türlü halledilemiyor. Sonuçta dedik, “Bu verginin kalkması lazım.” Düşünebiliyor musunuz, iki kişi aralarında akit yapıyor. Diyor ki Maliye “Taraflar tüccar değilse akit damga vergisine tabi değil. Ama notere giderse Damga Vergisini alırım.” Bunun Türkçesi nedir biliyor musunuz, ne anlama geliyor? İki kişi arasında anlaşabiliyor ancak güvenemiyorlarsa “Kardeşim biz notere gidip sözleşmeyi imzalayalım ki ileride kimse imzasını inkara kalkmasın. Mahkemeleri de boşuna uğraştırmayalım. Bunu noterde yapılım. Sağlam bir delil yaratalım. Hukuk yaratalım.” dediği zaman Damga Vergisi Kanunu diyor ki, “Bir dakika biz belgeli çalışmayız. Biz böyle bir devletiz, belgeli çalışmıyoruz” “Niye?” “Sen notere gidersen, senden şu kadar para alırım” Pul parası ödenmesin diye yapılan anlaşmaların bir kısmı imza in79 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 karıyla mahkemeye intikal ediyor. Ondan sonra mahkemeler uğraşıyor. Niçin buna müsaade ediliyor? Yargı, İdare, Yasama hepsi bir bütün değil mi? Bu güçler birbirinin değirmenine su taşıyacağına, tersine iş yapıyorlar. Notere gidince Damga Vergisi de var. Niye? Çünkü notere gittin mi, sağlam bir iş yapıyorsun. Başka bir şey söyleyeyim. Yok icaptı, kabuldü, bir sürü şeyler konuşuluyor. Tüccar birbirlerine evrak gönderirken. Fiyat eklendi icap, kabul etti akittir. Maliye olarak ne yapmak istiyorsunuz? Siz kayıt dışı ekonomiyi teşvik ediyorsunuz. Evet, zaten belli teşvik ettiği, şuradan belli; fişlerle vergi iadesini kaldırdı. Demek ki öyle bir problemi yok aslında. Peki problem ne? Ben çözemiyorum. Damga Vergisi’nde ısrar ediyor. Herkes gizli yapsın anlaşmasını, uyduruk kağıtlarla. Ondan sonra vergi de kaçar, ihtilaflar bitmez, bu yüzden insanlar birbirini öldürür. İşte bütün bunlar düzeltilmesi gereken, basit gibi görünen, ama günlük hayatımızı zehir eden şeyler. Bence bunları önemsememiz gerekiyor. Çünkü bizde birikim var, donanım var. Entellektüel birikim var, ama bence entellektüel cesaret yok. Yani belki de tam bir entellektüel olamamamızın nedeni bu noksanlığımız. Çünkü kurulu düzenin bozuk çarkını çalıştırmak değil bizim görevimiz, böyle bir çarkı döndürmek değil. Çarkın hukuka uygun dönmesini sağlamak gerekir. Ben bu bakımdan Veysi Seviğ’in saptamalarına katılıyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Teşekkür ederiz, Sayın Genç. Sayın Leyla Kıyat’ın ilavesi yok. Sayın üyelerimizden katkıda bulunmak isteyen varsa, Sayın Hüsnü Erdoğmuş buraya bir kağıt bırakmış. “Katkıda bulunmak ve soru sormak istiyorum” diyor. Sayın Erdoğmuş yalnız sizden istirham edeceğim. Beş dakikayla sınırlandırmak mümkün mü? Teşekkür ederim efendim. Kürsüye buyurunuz efendim. HÜSNÜ ERDOĞMUŞ R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Saygıyla selamlıyorum. Konuşmamı kısa tutacağım. Şimdi konuşmanın son turunda Sayın Veysi Seviğ ve hocam ve Sayın üstadım yani son dakika golleriyle benim yapacağım konuşmayı biraz yumuşattılar. Şu anda biraz daha pratik bir tespit yapacaktım. Gene bir toparlama yapacağım. Fakat benim her zaman kafamda kurduğum bir fantezi var. Burada hep dışarıda konuşulanlar ve de burada içeride konuşulanlar diye ikiye ayırıyorum bizim meslektaşlarımızın konuşmalarını. Dışarıda konuştuklarımız ve içeride konuştuklarımız. Kafamda bu içeride konuştuklarımızı da ikiye ayırıyorum. Makale olabilecek şekilde düz konuşmalar, teorik, virgülsüz, noktasız, hatasız böyle konuşmalar. Bir de benim yine hayalim makale olamayacak, yani çözüm yapıyor ya arkadaşlar, çözümlenemeyecek derecede aktif konuşmalar. Şimdi burada bizim günümüzün konusu dönem sonu işlemleri. Çözümlenemeyecek derecede ne kadar aktif konuşma yaparsak, biz kendi mesleğimizde, özellikle mühür sahibi arkadaşlara sesleniyorum. Çok ilerlere gideriz ve buradan çok mesajlar veririz. Çok güzel bir toplantı oldu. Sevgili hocalarım çok güzel anlattılar. Fakat bizim en gencimiz, ben 50 yaşındayım. Bu Odanın gençlerinden sayılırım. Yani dolayısıyla biz bunları zaten biliyoruz. Fakat ne yapmamız lazım? Burada çok hızlı bir seansla yaşadıklarımız bizim anlatmamız lazım. Oradan bir arkadaş çıkıp 80 demeli ki, “Ben üç tane bilanço onayladım. Kasaları bu kadardı. Yapacak bir şey bulamadım.” Ben beş tane bilanço onayladım. 131 hesap buydu, 331 buydu” Çünkü piyasanın gerekleri var. Ekonominin gerekleri var. Patronların istekleri var, anlatabiliyor muyum? Ve sonuçta biz ne yapabiliriz? Bunlara karşı nasıl bir mesaj verebiliriz? Ve yukarıdakiler de hayatın, ekonominin Türkiye’nin gerçeklerine göre neler yapabilirler? Mesela az önce gayrimenkulle ilgili soruyor. Sayın Veysi hocama ben sordum. Yaşadım bu olayı. Benim bir firmam denetim geçirdi. Aslanlar gibi vergisini ödeyen, son derece düzgün ve sahibi de kendi dalında Türkiye’de isim sahibi olmuş vatanperver bir adam. Vergide hiç problemi olmadı. Ama almış olduğumuz bir gayrimenkule Maliyedeki genç arkadaş, hedefi çünkü mutlaka bir şey çıkarmak. Sene sonunda “Ben bu kadar ceza kestim” demek. Kaydettiğimiz faizi gider kabul etmedi. O gayrimenkul aktife girmiş, gelir de getiriyor ve oradan matrah farkı da çıkardı. Benim kariyerim zedelendi Yeminli Mali Müşavir olarak. Yani sonuçta burası sivil toplum örgütü, bakın çok önemli. Burası Yeminli Mali Müşavirler Odası. Biz mesleğimizde bir takım şeylerin arkasında ne kadar durursak, biz o kadar güçleniriz. Ne oldu? Yeminli Mali Müşavir olarak benim kariyerim zedelendi. Yani benim “doğru” dediğim bir şeye, Maliyedeki arkadaşım “yanlış” dedi ve ceza kesti. Bakın cezalarda da öyle bir hesap var ki, size bir ceza kesiliyor, sonra bu ikiye, üçe katlanıyor. Gecikmesi, şusu, busu önünüze bir rakam konuyor. Sonra sizi çağırıyorlar, dört tane adamın önünde oturuyorsunuz. Bunu % 90 indiriyorlar ve bir noktaya getiriyorlar ve patron şöyle düşünür, “Ben bununla uğraşırsam, mahkemeye gidersem, ya kaybedersem” diyor ve parayı ödüyor anlatabildim mi? Dolayısıyla şimdi burada yaptığım tespit bu. Yani bizim burada makale olmayacak şekilde bangır bangır tespitler yapmamız lazım. Yani bizim şirketlerimizin pek çoğunda kasalarda milyarlar var. Ne yapacağız arkadaşlar? Yani bu kaçınılmaz. Bakın gayri resmi giderek kalkıyor büyük şirketlerde. Niye? İthalat yapıyor. İhracat yapıyor. İmalat yapıyor. Afedersiniz çalınmamak ve kazıklanmamak için patron “her şeyi resmiyet altına alın” diyor patron. Ne oluyor? Gelir bacakları aslanlar gibi sağlam oluyor, her şey faturalı. Fakat gider bacaklarında kaçaklıklar var. SSK mevzuatı yüksek, yani bizim büyüklerimiz söylüyor. Yani bu SSK göre herkes tam gösterilirse firma top atar diyor. Maliye Bakanı’nın böyle tespitleri var. Yani dolayısıyla ne yapıyor? Oradan bir eksik, buradan bir eksik bunların hepsi kasada para olarak kalıyor. Mesela geçen bir makalede okudum ben ciddi bir dergide. Arkadaşın biri diyor ki, “Kasadaki parayı adatlandıracaksınız, kasa bakiyesini, bunu faiz hesaplayıp bir faturaya kesip ve ortağı yıkacaksınız.” . O şirketin 500 tane ortağı varsa, kime yıkacaksınız? Yani arkadaşlar bunları bizim burada konuşmamız, ortaya koymamız lazım. Bir örnek daha vereceğim arkadaşlar. Ben özel sektörde yöneticilik yaptım, oradan geldim. Bir inat uğruna Yeminli Mali Müşavir oldum. Yoksa ben ticaretin içindeydim. Ama iyi muhasebeciydim. Burada hocamız söyledi. Ben de muhasebeciyim. Yalnız bakın başımdan bir olay geçti. Benim bir firmamın başından yangın geçti. 1,5 trilyonluk makineleri bir anda yandı. Fakat çok enteresan, bu firmanın sahipleri kesinlikle sigortayla alakalı değiller. Hani bankalar, sigorta bunlara girmeyen bir kesim var ya, sigorta yaptırmamışlardı, bu kadar söylememe rağmen. Ben bunun üzeri81 R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 ne vergi dairesine müracaat ederek, bir sene oldu bu olay olalı. Komisyon raporu çıkarmaya çalıştım ve firmamın sahibini çok büyük vergi dairesinin birinin müdürünün yanına getirdim. Duruşu, bakışı, mükellefe yaklaşımı, tavırları yani bunlar çok yanlış şeyler. Orada ben meslek adına utandım, anlatabiliyor muyum? Ve inanır mısınız, sonra müracaat ettik, ben onu mahkeme kararıyla gider yazdım. Bir senede o Komisyondan rapor gelmedi. Bu arkadaşlar ülke için çalışıyorlar. Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde çok enteresan insanlar var Türkiye’de. Gidin, gezin, Manisa’yı gezin, Gaziantep’i gezin, Konya’yı gezin. Çok enteresan imalatlar var. Türkiye’nin çok acayip potansiyelleri var. Mesela, biri telefon açıp, “Kardeşim geçmiş olsun” diyen yok. İşçiler işsiz kaldı. Elli kişiyi çıkardık. SSK’dan bir arayıp da “geçmiş olsun” diyen yok. Bakın bunlar hayatın gerçekleri. Biz bu Oda da hayatın gerçekleriyle ilgili muhabbet yapmamız lazım. Ortaya onları koymamız lazım. Yazmamız lazım ve buralardan mesajlar çıkarmamız lazım. Yoksa, sakın yanlış anlamayın bizim toplantımız çok faydalı. Ama artık yani bilgi bir tuşa dokunmak kadar uzakta, burada hocamın 370 hesabı çok güzel anlatması, 71’i anlatması çok gerilerde kaldı. Onlara gençler bakar. Hep aklımda benim onlar. Ama başka tespitler yapmamız şart. Sonuçta bir cümleyle bağlıyorum. Ben diyorum ki, bugün bizim Odamızın toplantısının adı “Dönem Sonu İşlemleri”, bu başlığa bir şey ilave ediyorum. Diyorum ki, “Dönem sonu işlemlerinde kaçamadığımız gerçekler”. Teşekkür ediyorum ve saygılar sunuyorum. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Evet, çok çok teşekkür ederiz Sayın Hüsnü Erdoğmuş. Yazarlığınız da varmış, ne güzel. Yani “en genç ben” diyorsunuz, ama burada Sayın Süleyman Genç var. SÜLEYMAN GENÇ Espri benim yalnız, BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Ne yapalım, ben de onu kullandım arkadaşlar biraz daha aktivite olsun diye. Evet buyurun efendim. MEHMET YALÇIN Sayın Başkanım, değerli üstatlar. Önce giyimim için özür diliyorum. Bir seyahatten bugünkü toplantı için döndüm. Sorum ve paylaşımım Sayın Leyla Kıyat hocamla ilgili. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 Alınmış olan sabit kıymetlerin gerek aktifte alındığı yılda yüklendirilecek her türlü banka faizlerinin, kur farklarının maliyetine ekleneceğini biliyoruz. İlgili tebliğ de bunu belirtiyor. Aktifleştirme yılının daha sonraki takip eden yıllarda bir serbestlik var. Yani mükellef isterse gider hesaplarına intikal ettirir, isterse maliyet unsuru olarak devam ettirir. Buna yönelik 334 nolu usul hukukumuzun bir tebliği de söz konusu. Şimdi Sayın hocam özellikle son iki yıldır, sizinle paylaşmak istiyorum ve değerli görüşlerinize sunmak istiyorum. Son iki yıldır kurlar düşüyor. Yapılmış olan uzun vadeli 82 yatırımlarda kur farkları artık terse dönmeye başladı. Geçmişte aktifteştirme yılını takip eden yıllar gider yazılıyordu ve mükellefler için de kolaylık sağlanıyordu. Şimdi bu kur farkları öyle büyük rakamlara ulaştı ki, burada bir problem var. Bir, isterseniz maliyet unsuru yapıyorsanız, seçimliliğiniz şu demektir? Yani “maliyeti azaltıcı yönde de işlem yapıyorsunuz” demektir. Ancak, diyelim ki birinci yıl veya ikinci yıl amortismanlarını yüksek değerlerden ayırdığınız bir makine teçhizat, takip eden yıllarda düzeltme yoluyla değerini düşürmüş oluyorsunuz. Burada bu görüşte farklı bir uygulama düşünür müsünüz? Muhasebe kayıtlarında bunun nasıl izlenmesi gerektiği konusunda bize yol gösterirseniz sevinirim. Teşekkür ederim. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Biz teşekkür ederiz, ama bu arada bir kutlama yazısı daha aldık Onu paylaşmak istiyorum. İsa Coşkun Maliye Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, toplantının başarılı geçmesini diliyor. Buyurun Sayın Kıyat. LEYLA KIYAT Teşekkür ederim. Şimdi ihracatla ilgili kur farklarının düştüğü zaman, bu sorunun başka bir şekli daha evvel tartışılmıştı toplantılarda ve denmişti ki, “601 hesaba ihracatla ilgili kur farkları lehe olanlar yazılıyor. Aleyhe olanlar da gene 601 hesabın altına mı yazılacak?” ve o toplantılarda görüş birliğine varmıştık ki, aleyhte olan kur farklarının da nasıl lehe olanlar orayla ilişkilendirildiyse, yine oradan tenzil edilmesi yönündeydi. Çünkü kur farklarının ilişki olduğu yerin adresi verilmişti bize. Benim şahsi fikrim, aktiflerle ilgili, sabit kıymetlerle ilgili kur farklarının da aktifin değerini aşağıya çekmesi halinde de oraya yazılması kanaatindeydi. Ama burada bir önceki yılda yazılan amortismanların daha sonraki yıl değişeceğinden bahsetmekteyiz. Neticede amortisman faydalı ömür süresince ortadan kaldırılması gereken, sonunda da bir kalıntı değeri, bir iz bedeli bırakılması gereken işlemlerimizde kullandığımız bir oran bana göre. Muhasebeye göre de böyle. Neticede biz faydalı ömrün sonunda sadece onun hurda değerini orada bırakacağız. O zaman değeri düştüğü takdirde de, bunun amortismanının o değer üzerinden ayrılmasında bana göre bir beis yok. Ama katılımcıların burada değerli görüşlerine başvurmak isterim. Onlar ne düşünüyorlar? MEHMET YALÇIN Burada mükellefe şu imkanı veriyoruz anlamına gelir mi? Kurların arttığı yılda giderlere yazınız bu uzun vadeliyse, kurların düştüğü yılda da maliyet düşürücü işlem yapınız imkanını veriyor mu? Ama 334 nolu Tebliğde, aktifleştirme yılından sonra tamamen inisiyatif mükellefte. Yani istediği yıl, bu demektir ki kur farkı arttığı yönde bir zaman dilimi varsa, bunu gider hakkını kullanabilir. Takip eden bir sonraki yılda da diyelim ki, kurlar şu andaki gibi terse döndüyse o zaman gider yazmaktan çekinip bunu. Çünkü şu anlamda söylüyorum . LEYLA KIYAT R A P O R Ben de süreklilik ilkesini kesinlikle benimsiyorum. Çünkü bilanço ilkeleri de onu söyler. Bir sistemi benimsediğinizde, aynı sistemi kabullenmeniz gerekiyor. 83 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 MEHMET YALÇIN Aynı düşünceye sahibimi, ancak tartışmak istiyorum Sayın hocam. Şimdi bilançolar artık, geçmişte bildiğimiz vergi bilançosundan (vergi bilançosu mu olurmuş) çok işletmelerin yaşayabilmesi için banka, yani kredi bilançosuna yönelik düzenlenmekte. Eğer mükellef isterse, bunu biraz önce arz ettiğim gibi, vergiyi tartışıyoruz, muhasebe ilkelerini tartışmıyoruz burada. Sürekliliğe hem fikir olmama rağmen, diyor ki, “aktifleştirme yılından sonra seçimlik hakkı mükellefin” Şu anlama gelir mi diye paylaşmak istiyorum. Arttığı yıllarda gider yazalım, düştüğü yıllarda maliyet azaltıcı işlem yapalım, diye düşünüyorum. LEYLA KIYAT Maliye öyle düşünmüyor, bende öyle düşünmüyorum. MEHMET YALÇIN Aynı düşünceyi ben de ilgili mükelleflere aktardım. Süreklilik esastır. BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR Yani genelde bu süreklilik devam ediyor. Değiştiremiyoruz. Teşekkür ederiz. Başka var mı efendim? Yok, peki. O zaman toplantıyı kapatıyorum. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Çok sakin ve güzel bir şekilde bir toplantı yapmamıza olanak verdiniz. Yeni Yılınızı ve Bayramınız kutluyoruz efendim. Sağolun. Kokteylimiz var aşağıda, buyurun bekliyoruz. R A P O R 08/1 - 2 - 3 - 4 1 5 OC AK 20 0 8 84