Dönem Sonu İşlemleri

Transkript

Dönem Sonu İşlemleri
İSTANBUL YEMİNLİ MALİ
MÜŞAVİRLER ODASI
13 ARALIK 2007 AYLIK
TOPLANTISI
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
49
İSTANBUL YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI
13 ARALIK 2007 AYLIK TOPLANTISI
OTURUM BAŞKANI : Hüseyin Perviz PUR
KONUŞMACILAR
: Dr. Veysi SEVİĞ (YMM)
Süleyman GENÇ (YMM )
Leyla KIYAT (YMM )
KONUSU
: “Dönem Sonu İşlemleri”
TARİH
: 13 Aralık 2007
14.00 - 18.00
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Efendim hoş geldiniz, toplantıyı açmak üzere Sayın Başkanımızı davet
ediyorum. Size mesajları var. Buyurun Sayın Başkanım.
İSTANBUL YMM ODASI BAŞKANI SEZAİ ONARAL
Sayın Başkan, değerli meslektaşlarım İstanbul Yeminli Mali Müşavirler
Odası’na hoş geldiniz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Böyle değerli üç
konuşmacının bulunacağı ortamda sizlerden beraber olmaktan dolayı çok
mutlu olduğumu önce ifade etmek isterim. Odamızda 15 senedir yerleşmiş bazı gelenekler var biliyorsunuz. Bunlardan birisi veya sonuncusu
“son söz Başkanındır”. Şimdi Zafer bey soruyor, “Ne oldu, ne değişti de
bu şekilde ilk sözü Başkan aldı?”. Efendim son söz Başkanın esası, bütün
toplantının sonunda, yani meslekle ilgili konuların yanlış değerlendirilmesine imkan vermemek için yapılan bir düzenleme. Ama bugün bakıyorum,
değerli hazirundan herhalde yanlış değerleme söz konusu olmayacak. O
yüzden ben ilk hakkımı burada kullanıyorum. Bir de önümüzde bir bayram
var biliyorsunuz, ondan sonra yılbaşı var. Bütün bu üst üste gelen bayramlarınızı peşinen kutluyorum. Çünkü Sayın Başkanın ifade ettiği, “sonunda
bunlar kayboluyor” deniyor. Merak etmeyin, ben yönettiği toplantıyı baştan sona dinleyeceğim ve saat 18.00’den sonra ayrıca bir de Kokteylimiz
var. Katıldığınız için hepinize teşekkür ediyorum ve toplantının hayırlı olmasını diliyorum.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Efendim şimdi bize iki tebrik telgrafı var, onları okumak istiyorum sizlere. Sayın Maliye Bakanımızdan geleni ilk önce okuyorum.
“Sayın Sezai Onaral İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası Başkanı
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Düzenlemiş olduğunuz dönem sonu işlemleri konulu toplantıya ilişkin
davetinize çok teşekkür ederim. Toplantının başarılı ve verimli geçmesini
diler, size ve katılan tüm üyelere selam ve sevgilerimi sunarım. Kemal
Unakıtan Maliye Bakanı”
50
Diğeri de Gelir İdaresi Başkanı Sayın Mehmet Akif Ulusoy’dan, yine
Sayın Sezai Onaral’a aynı iyi niyet dileklerini bildiren mesajını yollamış.
Sağolsunlar biz de kendilerine çok teşekkür ediyoruz.
Efendim üç tane değerli konuşmacımız var. Onları tek tek tanıtmama
hiç gerek yok. Sayın Dr. Veysi Seviğ üstadımızı, hocamızı hepiniz çok iyi
tanıyorsunuz. Sayın Süleyman Genç, SÜRYAY’ın ve Maliyeden olan ilgisiyle hukukçu olarak bütün bu dönem sonu işlemleri ve yıl sonu işlemlerini
yakın takip ediyor. Sayın Leyla Kıyat muhasebedeki ve mevzuattaki hünerini hem bir doktora çalışmasıyla süslüyor ve aynı zamanda da Kadir Has
Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak görevine devam ediyor. Bu üç
konuşmacımız size, sizin çok iyi bildiğiniz, emin olduğunuz, ancak tereddüde düştüğünüz konularda aydınlatıcı bilgiler verecekler. Ama bizim hayatımız hep imtihan, en çok imtihanı veren kesim de bizim meslek mensupları. Yeni bir yıl, yeni bir imtihan verme dönemi, yeni bir stres. Yani
Tanrı hepimize uzun ömür versin, bu stresle, bu imtihanlarla hayatımız,
ömrümüz geçiyor. Ama kelebekler 24 saat yaşıyor, kargalar da 200 yıl yaşıyor. Abdülhamit’in kargaları hala dolaşıyor. Onun için hayatı bu gözle
görüp, çalışmaya devam etmek mecburiyetindeyiz. Ben sözü fazla uzatmadan bu yılsonu imtihanımıza hazırlık olarak, bilgilerimizi tazelemek üzere ilk sözü Sayın Dr. Veysi Seviğ üstadımıza veriyorum. Sonra Sayın Süleyman Genç ve daha sonrada Sayın Leyla Kıyat slaytla, sunumunu muhasebe kayıtlarını göstererek yapacak. Sayın konuşmacılara davetimizi
kabul ettikleri için çok teşekkür ediyoruz. Şimdiden kendilerine başarılar
diliyorum. Buyurun değerli üstadım Veysi Seviğ söz sizin efendim.
Dr. VEYSİ SEVİĞ
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın meslektaşlarım “dönem sonu
işlemleri” gerçekten her yıl bizi bazı olaylar dolayısıyla duraksamaya sevk
eden ayrı bir uğraş alanı haline geldi. Bu konuda, yine bu sene önemli birkaç konu mutlaka hepimizi düşünceye sevk ediyor. Biliyorsunuz Kurumlar
Vergisi Kanunu ve Gelir Vergisi Kanunu’nda sene içerisinde uygulamaya
yönelik olarak hem Gelir Vergisi Kanunu’nda değişiklik yapıldı, hem de
merakla beklediğimiz transfer fiyatlandırmasıyla ilgili düzenleme, Tebliği
sonra Kararname biçiminde karşımıza çıktı. Burada tabii 01.01.2007 tarihinden itibaren biz “Kurumlar Vergisi Transfer Fiyatlandırması” ile ilgili düzenlemelere uygun davranmak zorunda olacağımızdan dolayı önemli bir
merak ve sorunla karşı karşıyayız, Birincisi bu. Bu konuyu biraz açacağız.
Sonra yine bazı gelişmeler var, bu sene uygulamaya yönelik. Bunlardan
dolayı karşımıza çıkan ve piyasada oldukça üzerinde durulan birkaç müşahhas konu içerisine girip, kendime verilen görevi yerine getirmeye çalışacağım.
Önce şunu belirtmek istiyorum; Transfer fiyatlandırmasıyla ilgili olarak
usul ve esasları düzenleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na aitti. Yani önce bir
kararname çıkacaktı, bilahare kararname dayanak alınarak tebliğ çıkartılacaktı. Biz de bu tersine oldu. Kararname 06 Aralık’ta çıktı, Tebliğ on sekiz
gün önce çıktı. Şu anda ben buraya gelmeden önce edindiğim bazı bilgiler çerçevesinde size bir bilgi sunmaya çalışıyorum. Zannediyorum ki, kurumlar için transfer fiyatlandırması uygulaması ertelenecek gibi görünüyor.
Sebebi burada, İdare’nin yapmış olduğu bir hatanın büyük bir uyuşmazlık
51
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
konusu haline dönüşebileceği düşünülüyor. İkincisi de, İdare’nin yayınlamış olduğu Tebliğ ve Bakanlar Kurulu’nun çıkartmış olduğu Kararname
esasında bazı transfer fiyatlandırmasıyla ilgili yapılacak bazı işlemlerin de,
yapılmasını imkansız hale getirdi. Yani mükellefin İdare’ye başvurarak
kendi ölçülerini bildirmesi ve İdare’nin de bunu dikkate alarak mükellefe
bildirmesiyle ilgili zaman çalışamaz hale geldi. Dolayısıyla buradaki tıkanıklığı zannediyorum ki Maliye Bakanlığı erteleme suretiyle çözecek.
Fakat buna karşılık Gelir Vergisi Kanunu 41’inci maddesi 5 numaralı
bendi de var ki, bu transfer fiyatlandırması hükümlerine paralel olarak çıkartılan bir hüküm, bu uygulamada. Çünkü bu uygulamayla transfer fiyatlandırması arasında önemli bir farklılık var.
Şimdi Gelir Vergisi Kanunu 41’inci maddesini 5 numaralı bendi, kişisel
faaliyette bulunan kolektif şirketler de buna dahil, kişisel adi ortaklıklar da
dahil, kişisel faaliyetlerde bulunan teşebbüs sahibinin “üst soy”, “alt soy”
ve “yan soy” ile yapmış olduğu işlemlerde emsallere uygunluk aranacaktır. Şimdi bu yan soy hükmü biraz daha tebliğle genişletilmiş ki, bu Kurumlar Vergisi Tebliği’nde açıklandı. Tebliğle biraz geliştirilmiş. Yan soy’dan
kasıt, eşlerin akrabaları, alt ve üst soyu ve yan soyu da dahil olarak giriyor.
Dolayısıyla burada şimdi 2007 yılında herhangi bir kişi kayınbiraderinin eşine veya kayınbiraderinin babasına bir mal satmışsa, burada “emsallere
uygunluk” ilkesi aranacaktır. Şimdi ülkemizde ticari ilişkilerin daha çok aile
zinciri içerisinde geliştirildiği dikkate alınacak olursa, bugün şahsi faaliyette bulunan bir firmanın veyahut ta adi ortaklık, kolektif şirket halinde faaliyette bulunan bir kuruluşun sahibinin ortağının akrabalarıyla ticari ilişkide
bulunması halinde, İdare burada emsaline uygunluk ilkesini dikkate alacak ve burada düşük fiyat veya yüksek fiyatla alış veya satış veya hizmet
sunumu varsa, bundan dolayı kanunen kabul edilmeyen gider olarak aradaki farkın dikkate alınması ve vergilendirilmesi gündeme gelecektir ki, bu
konu gerçekten bir sürprizdir. Ancak yine burada bir küçük açıklık var ki,
soruda bunu açabiliriz. Kurumlar Vergisi Tebliği ile iki ayrı yerde, bir Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisi mükellefleri diye açtığı yerde işin tanımını
yapıp, sonra da uygulamaya yönelik yine ayrı bir bölümde bu konunun
nasıl işleyeceğini şekillendirerek yapılan açıklamalar, Kurumlar Vergisi
Tebliğiyle getirilmiş olması dolayısıyla karşımıza büyük bir de sorun çıkacak. Çünkü burada emsaline uygunluk ilkesi uygulanırken, piyasa değeri
üzerinde oluşan rakamlar dikkate alınacağı için, piyasa değerindeki oynaklıklar ve değişikliklerin nasıl değerlendirileceği konusunda Tebliğde
herhangi bir açıklama yok. Dolayısıyla bu konu bize sıkıntı yaratacaktır gibi
geliyor ve üzerinde de böyle tartışmalar var.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Şimdi yine bu sene gelişen bir olay var karşımızda. Biliyorsunuz iş
mevzuatında önemli bir değişiklik oldu. Ben Ticaret Odası’nda müşavirlik
yaptığım için, bize bu sene yansıyan önemli sorunlardan bir tanesi de bu.
Şimdi işveren işçisini işten çıkarttığı vakit, kendisine ihbar tazminatını peşin ödeyebiliyor. Fakat bu kişinin mahkemede dava açması halinde veyahut ta Tahkim Komisyonuna gitmesi halinde veyahut ta Çalışma Bakanlığı’nın illerdeki örgütlerine başvurması halinde bu kişinin işe iadesi söz konusu olabiliyor. İşe iadenin de mutlaka dikkate alınması gerekir dediler,
yasal düzenleme gereği. Şimdi ihbar tazminatı ödenirken vergiye tabi,
muhasebede bordrosu yapılıyor ve ihbar tazminatı ödenirken Gelir Vergisi
52
kesiliyor. Fakat bu kişi işe iade edildiği vakit, İş Kanunu’nun 17’nci ve
21’inci maddesi gereğince, kendisine ödenen ihbar tazminatı işe iade edildiği tarihte, yine işine son verildiği günden itibaren düzenlenecek bordro üzerinden hesaplanacak alacağından mahsup ediliyor, Kanun öyle
söylüyor. Şimdi karşımıza sorun şurada çıkıyor; İhbar tazminatında Gelir
Vergisi kesintisi var. Aradan yedi, sekiz ay geçtikten sonra kendisine işe
iade dolayısıyla, işten ayrıldığı tarihten itibaren ücret tahakkuku gerekiyor.
O, ihbar tazminatındaki ödenen para, burada ücretine mahsup edilecek.
Şimdi Kanun maddesinden “mahsup edilecektir” diyor da, ihbar tazminatından kesilen Gelir Vergisi, o dönem Muhtasar Beyannamesiyle beyan
edilip, vergi dairesine ödeniyor. Aradan sekiz ay geçmiş. O aya ait bir
bordro daha düzenliyorsunuz ve o bordro üzerinden hesaplanan adamın
alacağından ihbar tazminatında ödediğiniz miktarı düşüyorsunuz. Fakat
bir de vergisi var. Bu vergi, bu vergiden mahsup edilecek mi? Hukuken
mümkün değil. Bunun için şöyle bir yöntem gelişiyor; Deniliyor ki, “Bu ihbar tazminatı üzerinden kesilen verginin buradan mahsubu mümkün değil. Ancak kendisinden böyle vergi kesilen, vergi dairesine başvurur. Kendisine ikinci kez aynı ayla ilgili istihkakı dolayısıyla ücret geliri hesaplandığını, birisinin kendisinden geri istendiğine, öbüründen vergi kesildiğine ifade etmek suretiyle düzeltme talep eder.” Bu düzeltme yoluyla o vergisini
oradan alır, işverene brüt ücret üzerinden kesilen vergi olarak iade eder,
birinci şıkkı böyle. Biraz daha portatif ve kolay bir yol seçiliyor. Diyor ki,
“Eğer birden fazla kişi çıkartılmışsa, o takdirde işverene basit bir vekaletname verirler, bu vekaletnameyle beraber işveren de onlara kendilerinin
istihkakından ikinci kez kesilen verginin iade edilmesi halinde, onların daha önce ödenen ihbar tazminatının borcuna mahsup edilecektir.” şeklinde
taahhüt belgesi verir, böylelikle işvereni vekaletlendireceğiz. Böylece fazla
kesilen vergi işverene tekrar intikali sağlanmış olur diye bir görüş. Fakat
bu görüşler hiçbiri, hani Maliyenin bir özelgesiyle veyahutta bir tebliğiyle
duyurulmuş değil. Ortada çıkan sorunlara bu tür pratik çözümler aranıyor.
Şu anda işveren sendikalarıyla, işçi sendikaları bir yoğun çalışma gösteriyor. Bu konuda bazı firmaların, çoğunlukla da bunu kendi işlerine mahsup
etmeye çalıştıkları görülüyor ki, bu mahsup işlemleri hukuka uygun görülmüyor.
Şimdi bir önemli sorun daha geliyor bize, karşımıza çıkıyor. Her nedense, bu sene içerisinde çok karşılaştığımız bir olay. Bu sayım noksanlıkları, özellikle üçüncü üçer ayda bir çıkartılan bilançolarda, sayım noksanlıkları dikkat çekici hale gelmeye başladı. Bunun çeşitli nedenleri var. Ya
gerçekten bir zayi olma, hırsızlık var veyahut ta kasde dayalı yada bazı iç
organizasyon bozuklukları karşımıza çıkıyor. Şimdi sayım noksanlıklarında
izlenecek yöntem ne olmalı; Biz biliyoruz ki sayım noksanlıklarında, “sayım ve tesellüm noksanlıkları hesabı”nı kullanıyoruz ve buradan da sonuç
hesaplarına intikal ediyor. Yalnız Maliyenin burada görüşü farklı; Diyor ki,
“Önce “sayım ve tesellüm noksanlıkları hesabı”nı uygulayacaksınız, sonra
o sayımın eksik çıktığı birimin sorumlusu kimse, onu bunu borç kayıt edeceksiniz. O borç kaydından sonra, o kişi hakkında yapılacak işlemler takip
edilecek. Eğer burada o kişinin suçu ve sorumluluğu yoksa ve de ortaya
çıkan noksanlık, gerçekten ortaya çıkması olası bir noksanlık türü ise,
“kar/zarar hesabı”na intikal ettireceksiniz.” diyor. Demek ki şimdi sayım
53
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
noksanlıklarından dolayı ortaya çıkan farkı biz, “sayım ve tesellüm hesabı”ndan doğrudan doğruya herhangi bir araştırmaya ve bu konuda soruşturmaya gerek görmeksizin “kar/zarar hesabı”na intikal ettiremiyoruz.
Şimdi yine gelişen bir olay karşısında, yine karşımıza çok çıktığı için
aktarmaya çalışıyorum. Bizim Vergi Usul Kanunu’nun 192’nci maddesi
var. Bilanço diye, envanterden çıkar. Halbuki biz yasal düzenleme gereği
envanteri her sene yapmak zorunda da değiliz. Ancak oluşan bir, iki Yargı
Kararı dikkatimizi çekmeye başladı. Diyor ki, “Envanter yoksa bilanço olmaz”. Envanter, bilançonun çıkmasında kullanılacak tek belge türü. Dolayısıyla envantersiz bilançoyu, eğer sonradan yapılacak fiili envanter sonucunda bir fark bulunursa, bu farkın izahı aşamasında “İşte biz envanter
yapmadık. Geçmiş yıldan gelen envanterimizi devam ettirdik. Defter kayıtlarımıza göre bilanço çıkarttık” sözü, artık geçerliliğini yavaş yavaş yitiriyor.
Bunun için hemen parantez açıyorum, yürürlüğe girmesi beklenen yeni
Ticaret Kanunu’nda da bir hüküm var. Her sene tacirler envanter yapmak
zorunda kalacaklar. Şimdi envantere dayanak gösterilmeyen bilançoda
hukuken geçerli bir belge olarak kabul edilmiyor. Eğer bir de fiili envanter
sonucu da farklı çıkarsa, o vakit bu sorun yaratıyor. Envanterin şekil şartı
da Kanunda belirlenmiş. Envanter nasıl yapılacaktır? Envanter eğer listeler
halinde yapılıyorsa, bu takdirde envanter listelerine bir işverene, birde envanterde görevlendirilmiş memurun imzalaması lazım. Dolayısıyla eğer bu
imza merasimi eksikse, o envanterin doğru yapılmadığına karine olarak
kabul ediliyor Bu husususun da ayrıca dikkate alınması lazım.
Şimdi yine konunun bu bağlamda bir uzantısı üzerinde durmak
istiyoruz. Acaba tacirler envanter düzenlemesini yaparken, hangi varlıklarını ticari işletmenin içinde kabul edecekler? Eğer ferdi bir işletmeyse, işletme sahibinin üzerine kayıtlı olan dükkan envantere alınmak zorundadır.
Çünkü Kanun öyle emrediyor. Yine ferdi bir işletmeyse, kısmen dahi ticari
işi ile ilişkili kullandırdığı gayrimenkulu varsa onu da envantere almak
zorundadır. Dolayısıyla bir ticari işletme sahibinin, bir kolektif şirket
ortağının sahibi bulunduğu dükkanı kolektif şirketin ticari iş merkezi olarak
kullanıyorsa ve bu dükkan envanterde görünmüyorsa, o envanter gerçeği
yansıtan bir envanter olmuyor. Tabii resen takdir konusu olabilen bir
unsurla karşılaşıyoruz.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Şimdi yine, böyle daldan dala atlıyoruz. Fakat önemli sorunlar yaratıyor. Bu sene karşılaştığımız önemli sorunlardan bir tanesi de, Vergi Usul
Kanunu mükerrer 290’ıncı maddesinde “Leasing Kanunu”, “Finansal Kiralama Kanunu” arasındaki farklılıktan kaynaklanan bazı olaylar ve sorunlar.
Şimdi malum haliniz, mükerrer 290’ıncı madde gereğince bir iktisadi kıymet leasinge uyup ve kiralandığı vakit, kiracı bunu haklar hesabına alıp,
amortismana tabi tutuyor. Ancak uygulamada ki, şimdi ota kiralamalarında
karşılaştığımız olaylar bunlar. Bazı sorunlar çıkıyor. Kiracı kiraladığı malı ya
usulüne uygun olarak kullanmıyor veyahut ta herhangi bir nedenle kendisine kiralama yapan şirketle ihtilafa düşüyor. Eğer bu mal finansal kiralama yoluyla bu malı kiraya veren, yani mükerrer 290’ıncı maddeye göre kiraya veren firmaya geri dönerse, bu firma amortismanı nasıl ayıracaktır sorusuyla karşılaşıyoruz. Çünkü bizim mükerrer 290’ıncı madde amortisman
ayırma hakkını kiracıya vermiş. Yalnız orada ufak bir ayırım da yapmış. Diyor
ki, “Kiracı bu ayırımını hakların amortismana tabi tutulması ilkesine göre
54
yapar.” Halbuki bu iktisadi kıymettir. Kiraya verene tekrar dönerse ve bu
arada kiraya veren bir sene amortisman ayırmamışsa, onun bu hakkı nasıl
dikkate alınacaktır? sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu soru henüz çözülemedi. Bu soru askıda kaldı. Çünkü hem ticaret mahkemelerinde oluşan
kararlar, hem de vergi mahkemesinde oluşan kararlar bu sorunun çözümünü henüz açıklığa kavuşturamadı ama, bu önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmak üzere ve çıkıyor. Muhtemelen finansal kiralama işlemi yapan arkadaşlarımız vardır. Bu konuda, bu sorun var.
Şimdi amortisman açığı, bekli de amortismanda da bir sorun yaşıyoruz. İktisadi ömür geçerli olduğu için Türkiye’de ve bu Vergi Usul Kanunu
tebliğlerinde de yayınlandığı için, biz bakıyoruz orada işte şu kaç yıllık iktisadi yatırımı var? Yüzde kaç amortismanı var? Ayırıyoruz. Bu tamam. Acaba on yıllık, sekiz yıllık iktisadi ömür biçilen bir değere herhangi bir firma,
herhangi bir nedenle dört yılda, beş yılda amorti edebilir mi? Veya dört
yılda, beş yılda amorti edilmesi gösterilen bir iktisadi kıymeti on yılda amorti edebilir mi? Şimdi bu da çok tartışmalı olaylardan biri haline geldi ve
bazı firmalar kendi müşavirlerinin vermiş olduğu bilgiler doğrultusunda,
daha uzun amortismana tabi tutulması öngörülen bazı iktisadi kıymetleri,
daha uzun sürede amortismana tabi tutmayı tercih ediyor. Bizim amortismanla ilgili tebliğlerde 333’de, bu iktisadi kıymetin dört yılda amorti edilmesi öngörülmüş. Sekiz yılda amorti etmeyi deniyor veyahut ta böyle bir
uygulamaya gidiliyor. Şimdi bu konuda hem Yargıda karar oluştu, hem
İdare’nin görüşü var. Bizim iktisadi ömür ne olarak geçilmişse Tebliğde,
ancak o süreyle biz uygun olarak amortisman ayırmak mecburiyetindeyiz.
Fevkalade amortisman sistemi gündeme geliyorsa, o vakit Maliye Bakanlığı’nın görüşünü aramak zorundayız. Ama biz Kanunda kısa sürede amorti edilmesi öngörülen bir varlığı, daha uzun sürede amortisman ayırma
hakkına sahip değiliz. Bu nereden kaynaklanıyor? Şuradan kaynaklanıyor;
Örneğin otellerde çatal, kaşık, bıçak ne bileyim bazı maddeleri kısa sürede
amortismana tabi tutuyorsunuz. Şirketlerin kendi özel misafirhanelerinde o
kadar sürede bunlar kaybolmuyor veya yani zayi olmuyor. O vakit ikisi arasında kullanım süresi açısından farklılık çıkıyor. Bu farklılık ta ihtilaf yaratmaya başladı. Burada Maliyenin görüşü de şu; Diyor ki, “Ne öngördüysem o sürede ayıracaksın. Ama senin fevkalade amortisman ayırma isteğin varsa, bana başvuracaksın”.
Yine bir önemli konu; Menkul kıymetlerin değerlendirilmesinde sıkıntı
yaşıyoruz, dönem sonlarında. Çünkü menkul kıymetlerin değerlendirilmesinde Vergi Usul Kanunu’nda bazı özel hükümlerle, bu menkul kıymetlerin
değerlendirilmesine adeta bir sınırlama ve değişiklik getirilmiş. Ben onu
Yasa maddesinden okuyarak önce bir dikkatinize sunmak istiyorum. Vergi
Usul Kanunu 279’uncu maddesinde şöyle bir hüküm var. Bu gözlerden
kaçıyor ve sorunun nereden kaynaklandığı anlaşılıyor, ben şimdi sizlere
sunmaya çalışacağım. Diyor ki, “Hisse senetleriyle, fon portföyünün en az
% 51’i Türkiye’de kurulmuş bulunan şirketlerin hisse senetlerinden oluşan
yatırım fonu katılma belgeleri alış bedelidir. Bunlar dışında kalan her türlü
menkul kıymet borsa rayici ile değerlenir.” Şimdi ikiye ayırmışız. Bir, alış
bedeliyle değerlendirebiliyoruz. Birde tutuyoruz bunu borsa değeriyle değerlendiriyoruz. Yalnız burada şöyle bir ayırım var. O ayırım da şu; “Fon
portföyü” ibaresiyle Beyko Kuveyt Yatırım Fonları tanındı. Şimdi menkul
55
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
kıymet yatırım fonlarında artık eskisi gibi “A” ve “B” ayırımı kalktı. Dolayısıyla menkul kıymet yatırım fonları içerisinde o günün ekonomik koşulları
içerisinde, o dönemin ekonomik koşullarına uygun olarak ya hisse senedi
ağırlığı kazanıyor veya kamu kağıtları ağırlık kazanıyor. Yalnız burada önemli bir ayıraç getirmiş. Diyor ki, “Eğer en azı % 51’i Türkiye’de kurulmuş
bulunan şirketlerin hisse senetlerinden oluşuyorsa, alış bedeli değerinden
düşeceksin. Yok bu hisse senedi oranı % 50’ye düştüyse o alışverişi değerlendiremezsiniz. O vakit borsa değeri.” Menkul kıymet yatırım fonlarının
borsa değeri yok. Buna karşılık Aracı Kurumlar Birliği’nin yayınlamış olduğu her günkü değerleri var. Dolayısıyla biz eğer bir şirket, bir kurum veya
herhangi bir ticari işletme sahibi aktifinde böyle bir menkul kıymet yatırım
fonu varsa ki, bu nakde çevirmesi en kolay olan bir menkul kıymet türü. O
vakit bunun aktifinde o menkul kıymetin oluşumundaki hisse senedi oranını izlemek zorunda. Senede bir gün dahi bu oranı kaybettiği vakit, biz
onu alış bedeli yerine o günkü, yani bilanço günündeki borsa değeri esasına göre dikkate almamız gerekiyor.
Yine Kanun’da öngörüldüğü üzere, bu pek olmuyor ama aktifimizde
devlet tahvili, hazine bonosu varsa, bu takdirde bunları da işlemiş faiziyle
dikkate almamız gerekiyor. Faizini tahsil etmemiş olsak bile. Yıllardır bu
konu tartışılıyor. Menkul sermaye iratlarında faizin tahsil edilmesi esası geçerlidir kişisel gelir elde edenler açısından, ama kurumsal faaliyet halinde
kurumun tasarrufu, eğer hazine bonosu, devlet tahviline bağlanmışsa bu
takdirde bunun işlemiş faizini dikkate almak zorunda kalıyoruz.
Yine bu sene yaşadığımız ilginç bir vergi incelemesinde şunları gördük. Stoklarımızda bulunan malların acaba maliyet bedeli içerisine neler
dahil olması lazım? Şimdi yaz aylarında yapılan belgelerimizin bir kısmı
üzerinde rapor oluşmasına neden olan incelemelerin sonucunda şunlara
rastladık; Eğer işletme kredi almış, kredi kullanmışsa bu kredi kullandığı
dönemde kendisi mal alımında bulunmuşsa ve bu aldığı malların bir bölümünü dönem sonu stoklarında gösteriyorsa veyahut ta bu aldığı mallarla
bir malı üretip dönem sonu stoklarında gösteriyorsa, almış olduğu krediden ödenen faizlerinin bu stokta mallara yüklenmesi isteniyor ve aranıyor.
Dolayısıyla bu da önemli bir sorun olarak kaşımıza çıkıyor. Çünkü bazı işletmeler gerçekte almış oldukları kredinin birebir nereye kullandıklarını
muhasebe kayıtlarında gösteremiyorlar. O konu, zaten değerli meslektaşım Leyla hanım tarafından açıklanacaktır. Ama gösteremiyorlar. Yani bunu birebir gösteremedikleri vakit inceleme elemanları “bu malın alımında
da kullanılmış” diye, Geçici Vergi beyanlarına dahi matrah oluşturabilecek
şekilde bir uygulamaya gidiyorlar. Bu da karşımıza yine bir başka sorun
olarak çıkıyor.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Şimdi aynı sorunları biz başka alanlarda da görüyoruz. Bilindiği üzere,
ülkemizde artık vadeli satışlar giderek yaygınlaştı. Vadeli satışlar yapıldığı
vakit, biz bu satışlarımızı üç şekilde yapıyoruz. Bir, bir satış sözleşmesi yapıyoruz, o satış sözleşmesine bağlı olarak yapıyoruz. İki, senet alıyoruz
yapıyoruz. Üç, bazı firmalar bu satışlarını herhangi bir senet almadan defter üzerinde göstermek suretiyle, güven üzerine veriyorlar. Şimdi vadeli
satışlarda güvence altına almak üzere, bir de boş senet alınıyor, toplu bir
boş senet. Şimdi bu boş senetleri zaman zaman bazı mükelleflerimizi üze56
rini doldurarak bunları dönem sonlarında reeskonta tabi tutuyor. Oluşan
bir Yargı Kararında şunu görüyoruz. Diyor ki, “Vadeli satış yapılırsa ve karşısında senet alınırsa, bu senet o satışın taksitleriyle de aynı miktarda ise,
sen buna reeskont ayırırsın. Ancak herhangi bir şekilde satış bedeliyle kesilen faturayla uyumlu olmayan bir senedin üzerinden reeskont uygulamasına gidemezsin.” Dolayısıyla bu vadeli satışlarda satışın türüne göre
bir işlemle karşılaşırsak, demek ki satışın taksitleriyle birebir örtüşen senet
varsa, reeskonta tabi tutma hakkımız var. Bununla birebir örtüşen bir senet
bulamıyorsak, o vakit reeskont ayırmasında da sorunla karşılaşıyoruz.
Şimdi yine son zamanlarda bir ve iki senedir yaşadığımız bir olay var.
Dönem sonlarına doğru ticari işletmeler birbirlerine de bunu uygulamada
biliyorsunuz, KDV kaydırmada faturaları düzenliyorlar. Bu KDV kaydırma
faturaları artık kolayca tespit edilebiliyor. Dolayısıyla bu kademe KDV faturalarından ortaya çıkan indirimlerde, matrah oluşmasına neden olabilecek
şekilde değerlendirilmeye başlandı. Dolayısıyla dönem sonlarında, özellikle KDV kaydırmalarına yönelik, hatta şu anda İzmit’te açılan bir davada
mali müşavir de bu işin sorumlusu olarak görülüp, ona da müteselsil sorumlu sıfatıyla matrah farkı yazmış bir denetim elemanı. Bu KDV kaydırma
faturalarını da ayrıca dikkate almamız zorunlu gibi geliyor.
SEZAİ ONARAL
Nasıl oluyor peki kaydırma?
Dr. VEYSİ SEVİĞ
Şimdi üstadım şöyle oluyor; Diyelim ki herhangi bir firmanın devreden
KDV’si var. Öbürünün de ödenecek KDV’si var. Devreden KDV’si olan firma, bir fatura kesip bunu ödenecek KDV’si olan firmaya gönderiyor. O da
onu, indiriyor. Şimdi diyor ki, “Fiilen burada mal geçişini ispat etmesi lazım”
DİNLEYİCİ
Kim ispat edecek? İnceleme yapan mı?
Dr. VEYSİ SEVİĞ
Hayır mükellef. Mükellef fiilen bunu ispat edecek. Şimdi burada şunu
da söylüyor; “Burada şevk irsaliyesi önemli değildir. Bunu yalnız Sevk irsaliyesiyle ispat edemezsiniz. Bu malın oraya taşındığını, depolandığını,
ayrıca göstermek zorundasınız. İspat etmek zorundasınız.” diyor. Şimdi
matrah farkını ödenecek KDV’den kurtulabilmek için, bunu şu dönemlerde
yapıyorlar. Mart ayı içerisinde oluyor bu. Haziran ayı içerisinde oluyor, Eylül ayı içerisinde oluyor ve böylelikle üçer aylık dönemler içerisinde yapıldığı vakit, zaten üçer aylık dönemler içinde bir de biz Geçici Vergi beyanı
verdiğimizden dolayı, yani onun bir mütemmim cüzi gibi filan havasına
sokuyorlar, ama bunu inceleme elemanları pekala yakalıyorlar ve buluyorlar. Ondan sonra karşılığında da sorun çıkıyor. Yani senede bir gidip bir
gelen, iki gidip iki gelen var. Böyle var ve bunu da İzmit’te bir denetim elemanı, mali müşavirin burada birlikte sorumlu olduğunu, buradan ortaya
çıkan vergi ziyaından sorumlu tuttuğuna dair rapor yazdı.
57
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Şimdi ben bir noktanın daha üzerinde durup sözümü keseceğim,
çünkü soru da gelebilir. Değerli arkadaşlar şöyle bir gelişmeyi de size söyleyeyim; Türkiye’de transfer fiyatlandırmasıyla ilgili düzenleme yapıldı. İşte
Kararnamesi sonra çıktı. Tebliğ önce yayınlandı filan. Fakat Türk Hukukunda bizim Kurumlar Vergisi’nde yapılan transfer fiyatlandırmasıyla ilgili
düzenleme, Avrupa Birliği normlarına uygun bir düzenleme değil ve burada Avrupa, 06 Kasım tarihli “Uyum Raporu”nda da belirtti bunu. Avrupa
Birliği bizim transfer fiyatlandırmasının kendisine entegrasyonu engelleyecek şekilde olduğunu kabul etti. Dolayısıyla bu transfer fiyatlandırmasıyla
ilgili sorunun mutlaka çözümlenmesi ve halledilmesi lazım. Bu nasıl çözümlenecek? Bilemiyoruz, ama Bakanlar Kurulu Kararı’yla bir açıdan bu
fiyatlandırmayı hükümet kabullenmiş gibi görünüyor, ama sorunları daha
da büyümek üzere. Ben burada konuşmamı bitireyim, sonra sorular olursa cevaplarım. Teşekkür ederim.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Çok çok teşekkür ediyoruz. Hemen Sayın Süleyman Genç’e geçiyoruz. Süleyman Genç beyden sonra bir ara verelim. Aradan sonra Leyla
Kıyat hanımefendiye söz verelim. Uygulamayı Leyla hanım anlatacak. Buyurun Sayın Genç.
SÜLEYMAN GENÇ
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Teşekkür ederim. Sayın Başkan, Sayın meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bilindiği gibi “Sene Sonu İşlemleriyle İlgili” bu toplantı
hemen hemen her yıl tekrarlanmaktadır. Bazen söyle bir soru da akla gelebilir. “Aynı şeyleri her sene tekrar tekrar niye anlatıyoruz?” Aslında biz
burada sene sonu işlemlerinde bir anlamda işletmeler bakımından envanter çıkarmayı anlatırken, kendi hafızamızın da envanterini çıkarmış oluyoruz . İçinde çürüyen, bozulan şeyler varsı onları atıyoruz. Tasnifliyoruz.
Yani ben tekrarın çok yararlı olduğunu düşünüyorum. En azından ben hazırlanırken çok yararlandım kendi notlarımdan. O açıdan bu boşuna bir
tekrar değil. İkincisi, güncel haberler de burada tartışılıyor bu vesileyle.
Özellikle sene sonunda yoğunlaşıyor bu tür şeyler hakikaten. Güzel bir
toplantı oluyor diye düşünüyorum ben. Tabii Veysi bey gibi, sunumlarımız
renkli olsa daha da güzel olacak, ama gayret edeceğim. Bilindiği gibi, dönem sonunda envanter çıkarılması bizim Vergi Usul Kanunu’nun temel
önermesi, yani bunun yapılması şart koşulmaktadır. Çünkü biraz evvel
Veysi beyin de söylediği ve Yargı Kararlarında da yer bulduğu gibi, bilanço çıkarmak için bir envanter olması gerekiyor. Yani siz sene başında
“şunlar var işletmede, bunlar var” diyorsunuz, düşünün yözlerce insan çalıştırıyorsunuz, Sene sonuna geldiğinizde kağıt üzerinde yine bazı mevcutlar görünüyor. Mallar var. Demirbaşlar var. Haklar var. Kasada para var.
Acaba bunlar gerçekten var mı? Bir kısmı çünkü günü birlik takip edilemiyor. Hani kasa günü birlik takip edilebilir, edilmesi de gerekir, ama diğer
kıymetler için bu söz konusu olmayabilir. Demirbaşlar eskiyebilir, kırılabilir,
çalınmış olabilir, bir kenara atılmıştır kullanılmaz haldedir. Şimdi bütün
bunları yılbaşındaki bilançoya baktığınız zaman gördüğünüz halde, sene
sonunda göremeyebiliriz. Neden? Artık o bilanço bir anlamda eskimiştir.
Yeni değerlere göre, yeni varlıklara göre tekrar düzenlenmesi gerekir. Bu
58
kir. Bu açıdan Danıştay yada Yargının verdiği bu karar gerçekten çok özü
yakalamış bir karar olarak değerlendirilebilir. Genelde azalmalar bir zarar
unsuru gibi görülür ama, aktifteki azalmalar için bunu söylüyoruz, ama
pasifteki azalmalarında ters bir işlevi olduğunu da gözden kaçırmamak
gerekir. Aktifteki her azalmanın da sonuç hesaplarına intikal ettirilemeyeceği Veysi Seviğ hocamızın örneğinde belirtildi Aslında ben de değinmek
zorundayım şu anlamda; kasayla ilgili işlemlerde ve diğerlerinde de gene
bu tür noksanlıkların doğrudan gider yazılması söz konusu değil.
Denetçi olarak bizim defterlerin basılı olması gerektiği konusuna bakış
açımız ne olmalıdır?, Ya da bu hesaplar üzerinde bir denetçi gözüyle nelerin yapıldığını araştırırken, herhalde önem vermemiz gereken şey, kayıtların resmi defterlere yazdırılmış nüshalar üzerinden denetimin yapılması gerekiyor. Bunu neden söylüyorum? Herkes biliyor. Aslında bu bilinen bir
şey yani, defterin üzerinden denetim yapılır, ama genelde biz bilgisayardan gördüğümüzü denetliyoruz Genelde böyle yapıyor demiyorum ama,
belki hepimiz bazı zamanlar böyle yapıyoruz. Deftere kayıt olmadığı halde,
yazıcıdan çıkan kağıtlar üzerinde çalışma yapıyoruz. Bana göre bunların
hiç bir değeri yok. Çünkü bu işin muhasebesini yapanların kontrolünde bir
olay, sizin o gün görmediğiniz bir giderin, daha sonra oraya sokulabilir,
kasti olarak değil. Sizin kontrolünüz dışında kalan hususlar meydana gelebilir. Ama deftere yazılmış olsa, yazılan bir defterin bilgisayar çıktısını
kağıda alırsak tabii ki durum farklı olacaktır. Bence denetimde en önemli
sürpriz bizim için bu olabilir. Yani biz denetlediğimiz bir kaydın aslında
resmi deftere basılmadığını, sanal bir ortamı denetlediğimizi sonradan öğrenirsek bu tabii çok büyük bir sıkıntı yaratacaktır.
Sıraya göre, kasa hesabıyla ilgili bazı sorunlar var. Bir kere kasanın
sene sonunda sayılması gerekiyor. Ama dediğim gibi, kasalar genellikle
işletmelerde günlük takip edildiği için, normalde fark çıkmaması lazım,
ama bu tabii bir düşünce. Sonuçta kasada eksiklikler veya fazlalıklar olabilir. İşte bunlar için işletmede mutlaka bir sayım yapılacak, kasadaki noksanlığın bir tür zapta bağlanması ve Veysi beyin de ifade ettiği gibi sorumlu kişinin cari hesabına aktarılması gerekir. Ama şimdi bu kasadaki açık,
hani işin gereği olabilir yönündeki değerlendirme olursa, yani bu mal için
söylendi Veysi bey tarafından ama, bu da tabii bunun değerlendirilmesi
zor bir şey aslında. İşin gereği böyle bir açık çıkmış olup olmadığı hususu.
Bu nasıl bir değerlendirme olacak? Bence olayına has bir değerlendirme.
Şu anlamda; Örneğin, sabun deposunda sayıyorsunuz, 100 ton çıkacağına, 99 ton çıkıyor. Hava şartlarında nem kayıpları var diyelim ki, şimdiki
ambalaj sisteminde buda zor. Ya da yığma pirinç düşünün. Orada bir farklılık olabilir ve bu farklılık işin gereğinden kaynaklanabilir. Kasada ufak tefek açıklar, hani kuruşlardan doğan açıklar saptanabilir. Çok işlem olmuştur. Bu tür noksanlıkların sonuç hesaplarına aktarılarak giderleştirilebileceğini düşünmüyorum.
Kasayla ilgili başka bir sorun var. Biliyorsunuz kasada bazen çok büyük paralar görünür. Bu gerçek olamaz. Bunun kabul edilebilir tutarı vardır. Örneğin bir işletmenin günlük cirosunun bir katı kadar para kasada olabilir dense çok yanlış olmaz. Bu bir mantık, inceleme elemanlarına da
bunu anlatmak gerekir. Ciromuz günlük 10 bin Yeni Türk Lirası ise siz kasanızda iki yüz bin Yeni Türk Lirası gösteremezsiniz. Böyle bir sav iktisadi
59
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
davranış değil. İkincisi, güvenlik açısından doğru değil. Üçüncüsü, zaten
bunun neden bu kasada göründüğünü aşağı yukarı hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bu soruların ortadan kaldırılması lazım. Kasadaki bu paraların bu
şekilde görünmesi çok büyük problem yaratır. Kasadaki bu para aslında
yoktur. Patron aldı kullanıyor, iddiasıyla karşılaşılabilir. Çünkü o parayı inceleme elemanı oraya geldiğinde ibraz etmek, yani göstermek hemen
hemen imkansızdır diye düşünüyorum. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir. Döviz büfelerinde bu çok olan bir hadiseydi. Bilmiyorum şu anda
düzeldi mi, ama büyük paralar görünüyordu kasada. Tabii bunlar, bu paraların başka yerlerde kullanıldığı izlenimi vermeye müsait. Kasa dediğimiz
an tabii YTL’den bahsediyoruz, ama döviz kasası olan işletmeler de var.
Efektif olarak da olabilir, kaydı olarak da bulunabilir. Gerçi bizim ülkemizde bu konuda hakikaten sınırlar zorlanmaktadır. Çünkü dünyanın bir yerine gidiyorsunuz, görüyorsunuz. Gelişmiş ülkelerde hiç kimse o ülke için
yabancı olan parayla kesinlikle alışveriş yapamıyor. Kendi parasına döndürülmesini istiyor ve o parayla alışveriş yapabiliyorsunuz. Her neyse, bizim bu tür açıklarımız da doğrudan doğruya aynı YTL’de yapıldığı gibi işleme maruz kalacaktır. Kasa noksanlıkları kasa sorumlusunun üstüne yüklenecek. Tabii ki bunun tahsil kabiliyeti olduğunu zannetmiyorum. Paralar
değerlendirilirken TL’nin üzerinde yazılı değer esas alınacak. Dövizlere gelince, Maliye Bakanlığı her sene, yılsonunda yayınladığı bir tebliğ var. Oradaki değerlere göre değerleme yapılacak. Dövizlerin ilk girişiyle, son girişi
arasındaki değerleme yönündeki farklar da kambiyo karları veya zararları
hesabına aktarılacaktır.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Bu konuyla bağlantılı olduğu için ortaklar cari hesabını da burada işlemek gerekiyor. Çünkü dedim ya, kasadaki para görünmesin diye bu sefer ortaklar cari hesap yoluyla borçlandırılıyor. Bu takdirde işletmenin parasını faiz vermeden kullandıramayacağı gerçeği ön plana çıkıyor. Çünkü
gerçekten var olsaydı, bu parayı bankaya yatırıp en azından yıllık % 17, %
19 gibi bir geliri elde etmesi söz konusu olurdu. Dolayısıyla kasadaki şişkinliği ortaklar cari hesabına atarak halledemeyiz.. Bu konuda
adatlandırma yapmak gerekiyor ortaklar cari hesabında ve adatlandırma
tabii çift taraflı işliyorsa, yani ortaklar bazen alacaklı, bazen borçluysa bu
karşılıklı yapılmalı ve aradaki fark gelir veya gider hesaplarına aktarılmalıdır
diye düşünüyorum. Ortaklar cari hesabına faiz hesaplandığı zaman KDV
de hesaplanacak mı? sorusuna İdare “yazılacak” diyor, ama Yargı da aksi
görüşte kararlar var. Biz genelde konuşmalarımızda Vergi Dava Daireleri
Kurulu’nu bir içtihat kurulu olarak değerlendiriyoruz. Böyle bir şey yok.
Daha önce de bir kaç kere açıklamıştım. Vergi Dava Daireleri toplanıyorlar.
Toplantıya katılanlar, katılanların çoğunluğuyla bir karar alıyor. Vergi Dava
Dairelerinin “Vergi Dava Daireleri Kuruluna gidebilecek kararlarının burada
bozulabileceği düşüncesiyle” hareket edebileceğini zannetmek doğru değildir. Ancak fikri etkileşim her zaman olabilir. Çok da farklı düşünen bir
daire kendi görüşünde ısrar eder. İcabında bir süre sonra Vergi Dava Dairelerinin bu kararları değişir. Yani bunlar içtihadı birleştirme kararı değildir.
İçtihadı birleştirme kararları kanun hükmünde olduğu için uyulması zorunludur. Yoksa içtihat derken, yani mahkeme kararlarının izlenmesi anlatılmak isteniyorsa tabii ki bir ağırlığı vardır. Ama bağlayıcıdır, yani “öbür daire buna karşı çıkamaz” diyorsak, doğru değil. Vergi Dava Daireleri Kurulu
60
Kararı güçlü bir karardır, fakat 4’üncü… daire buna uymak zorunda değildir. Kaldı ki bir süre sonra Vergi Dava Daireleri bu görüşünü değiştirebilir.
Yani VDDGK’nun kararları sadece bize yol göstermek bakımından bir anlam ifade ediyor. Önemli bir anlamı var tabii ki. Fakat bağlayıcılığı yok.
Kasa hesabında, gerekse ortaklardaki bu şişkinlikler veya en azından
ortakların şirkete olan borçları konusunda bir adatlandırma yaparsak, en
azından nedir? İleride işte örtülü kazanç iddialarının önünü kesmiş olabiliriz. Tabii hesaptaki her şişkinliğin örtülü kazanç olarak değerlendirileceği
anlamı çıkmaz. Ama bu ihtimal de var. Bunu da göz önünde tutmak lazım.
İşletmenin mevcutları arasında olan çek ve senetler de sayıma tabi.
Yani sayılmalı, listelenmeli ve envanter defterine yazılmalı. Bizim envanter
defteri diye bir defterimiz var aslında, bu defteri hiç kimse işlemez. Ama
bence bu defterin bizim için yaşamsal bir önemi var. Denetçiler için çok
önemi var. Şimdi bir kere bu listelerin doğruluğundan ve sonuçlarının envanter defterine noksansız aktarıldığından emin olmamız lazım. Listeler
yazılmış, sayılar toplanmış, doğru rakam bu deftere yazılmış, ondan sonra
müsterih olabilirsiniz. O rakam bir daha değiştirilemez. Değiştirilse de görülür. Genelde pek üzerinde durulmuyor. Daha çok belki bazı mallar yazılıyor. Çok ciddiye alınmıyor, ama bence çok ciddi bir defterdir. Bütün her
şeyin de anasıdır dedik ya, bilançonun hayat kaynağı bu defterdir. Ondan
hayat bulduğuna göre, o defterin çok ciddi işlenmesi lazım, denetçi bakımından büyük önemi var.
Borç ve alacak senetleri reeskonta tabi tutulabilir. Tabii birlikte tutulacak. Senede bağlı olmayan alacaklar ile cari hesaplar için böyle bir şey
söz konusu değil. Bunu da gözden kaçırmamak gerekir. Çek ve senetlerden bahsetmişken, ihracattan doğan alacaklara değinmekte yarar var.
Bazen insanın gözünden kaçabiliyor. Kambiyo mevzuatına göre bir sorun
yok. Dövizin bir kısmını yasalara uygun olarak yurt içine getirmemiş. Tamam, doğru. Ama vergi hukuku bakımından mutlaka o alacağın dönem
sonunda değerlemeye tabi tutulması gerekiyor.
Sene sonu değerleme işlemleri yapılırken, borç veya alacaklarınızdan
senede bağlı olmayanlar bulunabilir. Açık hesap olabilir. O bakımdan mutlaka cari hesap mutabakatlarının sağlanması gerekiyor. Bu konuda işletmelerin kendilerini karşı bilgilerle kontrol etmiş oluyor. Bazen postada
kaybolan bir fatura olabilir vb. Yani cari hesaptaki mutabakatsızlık nedeni
araştırıldığında belge akışında bir aksama ortaya çıkabiliyor.
İşletmede sene sonunda stok sayımı yapılır. Pratikte bunu bir denetçinin gidip yapması biçiminde düşünemiyorum.
Kaydi envanter dediğimiz, hani defter üzerinde giren, çıkanla, sene
sonunda kalması gereken bir rakam hesaplanacaktır, kağıt üzerinde yaptığımız harekette. Birde gerçekte kalan nedir? Bu karşılaştırma bize çok
şeyler öğretecek özelliktedir. Çünkü bu açıklar orada bir suiistimal olup,
olmadığını da gösterebilir. Tabii aradaki farkların bir kısmı, yani stoklardaki
eksikliklerin bir kısmı zaten üretim maliyeti hesaplanırken fireler dikkate alınmaktadır. Ayrıca çalınan, kaybolan, bozulan mallar olabilir. İşletmeden
çıkmıştır, faturası düzenlenmemiştir. Bu bakımdan stokların sayılmasının
hayati bir önemi var. Vergisel anlamda değil, işletme bakımından. İşletmeler
61
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
var içi boşalmıştır. Patronun dahi haberi yoktur. Bilhassa geçmiş dönemlerde ihracatçılarda bu çok olmuştur. İhracatın çok karlı olduğu dönemlerde firma ihracatla, ihraç etme sorunları ile uğraşırken, içerden işletmenin
soyulduğu çok olmuştur. Bu bakımdan stok sayımı önemlidir.
Bankalara olan borçlarımızın işleyen vadelerinin faizlerinin hesaplanması, vadesi gelmemiş mevduatın geçen sürelere ilişkin nemalarının gelir
yazılması unutulmamalıdır. İktisadi kıymetler sayılmalıdır. Eksik olanlar
tespit edilip çıkarılmalı. Satılmış, gözden kaçmış olabilir. Bunların hepsi
düzeltildikten sonra, kıymetler yeniden tertiplenmiş olacak. Amortisman
uygulamalarında eski düzenlemelerde belli bir süre tanınıyordu. Belli bir
süreye göre amortisman ayrılıyordu. Çok sınırlı bazı kıymetlerde farklı oranlar vardı. Şimdi tekrar en eski yöntem olan ve bizim denetim yaptığımız yıllarda geçerli bulunan listeleme yöntemine geçildi. Bu listelerde bir
malın kullanım alanına göre, farklı oranlara tabi olabilir. Buna dikkat etmek
lazım. Bu listelemenin son derece ilkel bir yöntem olduğunu söyleyebilirim. Zaten kırk yıl önceki bir yöntemin tekrar uygulanmasından belli. Eğer
işletme istiyorsa, neden amortisman süresini uzatmasın. Yani burada Maliyenin aleyhine olan ne? Velev ki olsa bile, eğer ki iktisadi gerekler bunu
gerektiriyorsa, buna uymakta ne sakınca var. Ekonominin olmadığı yerde
vergi de olmaz. İktisadi kıymetleri tek tek sayarak karşılarına ayrılabilecek
amortisman oranını noktasına virgülüne kadar ilan etmek geri bir uygulama.
Şüpheli ticari alacaklar, hep bildiğimiz, senelerdir uyguladığımız, hatta
artık problemlerini de çözdüğümüz bir konu. Şüpheli alacak karşılığı yılında ayrılmalı. Hakikaten takip edilmiş mi dava veya icra safhasına gelmiş
mi? Yani avukat icraya müracaat etmiş, iş orada kalmış mi, yoksa hakikaten takip ediliyor mu? Çünkü bunu inceleme elemanları izliyorlar ve Danıştay da ciddi bir takip olup olmadığını tespitlere göre karara bağlıyor. Gerçekte şüpheli hale gelmiş alacakların bile, ihmal nedeniyle, yani hukuk bürosunun ihmali olabilir. Sanki muvazaalı bir olay görünümüne bürünebilir.
Bu bakımdan bunların irdelenmesi gerekiyor. Alacak takip ediliyor mu?
Haciz yapıldı mı? Nereye haciz yapıldı? Bunların izlenmesine ihtiyaç var.
Şüpheli alacaklar teminata bağlıysa durum değişir. Alacağın şüpheli hale
gelebilmesi için, bir kere teminata bağlı olmaması lazım. Kısmen veya tamamen teminata bağlıysa, teminata bağlı kısmı şüpheli sayılıp karşılık
ayrılamaz. Ama şimdi şöyle bir yazı okudum. İşte borçlunun vereceği kişisel kefalet çeki o alacak için teminattır deniliyor. Böyle şey olur mu? Zaten
adam borçlu, ödeyememiş. Teminat çeki, nasıl teminat olabilir? Borçlunun
ancak müşteriden alacağı bir çek, teminat çeki olabilir. Yani ben batmışım,
benim çek ne işe yarar. Bunu iddia eden görüşler var. Yanlış. Böyle bir alacak şüpheli hale gelebilir. Gelmiştir zaten, karşılıksız çek dolayısıyla alacağın teminatlı alacak kabul edilmesi olanaksızdır.
Bir konu daha var şüpheli alacaklarla ilgili. Şüpheli alacaklar için karşılık ayrılması gerekiyor.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Yani muhasebede şüpheli alacak karşılıkları hesabı kullanılmalıdır. Bazen dikkat edilmiyor karşılığa yazılacak miktar doğrudan kar/zarara atılıyor. Yargı bu şekildeki yapılan işlemi kabul etmiyor, yani inceleme elemanının yazdığı rapora göre bulunan matrah farkını onaylıyor. Hemen burada
62
bir hatırlatma yapmak istiyorum. Benim başıma geldiği için biliyorum. Yani
kar/zarara atılmış, karşılık ayrılması gereken bir alacak. Daha sonra tahsil
edilmişse ve olaydan sonra matrah farkı ortaya çıkmışsa bu durumu Yargıda öne sürüdüğünüz zaman, yani ben bu alacağı her ne kadar doğru bir
yöntemle giderleştirmedimse de tahsil ettiğim zaman bunu gelir hesabıma
yazdım. İşte kayıtlarım dediğiniz zaman usule aykırılık nedeniyle yapılan
tarhiyatı yargı ortadan kaldırıyor.
Bence konuşma fazla teknik oldu. Size farklı bir haber olarak bir şey
söyleyeyim ortam değişsin. Pasaport Kanunu 22’nci maddesi Anayasa’ya
aykırı bulunmuş. Biliyorsunuz yurt dışı çıkış yasağı konuyordu vergi borçluları için. Mali Platform’da bir çalışma oldu. Bana dediler ki, “Bunu sen
hazırlar mısın, hukuki görüşlerinizi de söyleyerek.” Aslında ben vergiciyim,
ama işte Hukuk Fakültesi’nden mezun olunca, hukukçu kabul ediliyor. Öyle kabul ediliyor. Oysa öyle kişiler var ki hukuk profesörü olmuş ama hukukçu değil. Ağırlıklı olarak hayatımı bugüne kadar vergi hukukuyla sürdürdüğüme göre, söyleyeceklerim de gene vergiyle alakalı. O zaman bu
çalışmayı yaptığımızda ben şöyle dedim. Biliyorsunuz Mali Platform’da
konuyu bir kişi olgunlaştırıyor. O konu tartışılıp başka fikirlerle veya tamamen değiştirilerek esas sahibinin malı olmaktan çıkarılıyor, anonimleşiyor.
Şimdi ben tabii anonimleşmeden önceki durumunu anlatıyorum. Pasaport
Kanunu’nun bu maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu, böyle bir şeyin
çok saçma olduğunu, borcu var diye bir yurttaşın yurt dışına çıkışını engellemenin alacağın tahsili ile ilgisini kuramadım. Maddenin. Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledim ve buna göre yazıyı hazırladım. Yazıda, yani çoğumuz maliyeci olduğumuz veya maliyenin etki alanına girmiş bulunduğumuz için, amme alacağının güvence altına alınması kaygısını taşıyoruz.
İdare seyahat özgürlüğünü kısıtlarken daha dikkatli olsun. Anayasal hakları idarenin uygulamalarına bıraktığımız zaman “hukuk” olmaz ki. “İdare zaten dikkatli olur” tezini kabul ediyor olmaz mıyız? Dünyadaki hukukçulara
veya bütün hukuk sistemlerine ve “Yargı”ya gerek kalmazdı. İdare her
zaman kendi bildiğini okuyan bir kurumdur. Bu böyledir yapısı budur. “
İdare kendi kendini sınırlasın” gibi öneriler oldu ve tabii ki yazı farklılaştı.
Bunu şunun için söylüyorum; Aslında vergi konusunda Platform’da çok
güzel görüşler ortaya çıkıyor. Anayasa Mahkemesi Kararı’ndan bir yıl önceydi bizim çalışmamız. Çok daha iyi hukuki görüşler çıkabilir. Önümüzde
bir tek engel var, duvar var. Bu da şu; Kamu alacağı ne olacak? Şimdi bu
kaygının bizde olmaması lazım, şu anlamda; Var olan bir kamu alacağı
veyahut doğabilecek bir kamu alacağı konusunda tabii ki, zaten biz gerekli titizliği gösteriyoruz. Ama “İdarenin çıkarlarına işte bu terstir”, yada “ne
yapsak da kamuyla dengelesek”, bizim böyle bir arayış içinde olmamız
gerekmiyor. Çünkü kamu son derece güçlü, kendi çıkarlarını çok rahat
savunabiliyor. Ben araştırırken Amerika’da bu konularla ilgili bir büroya
müracaat ettim. Olayı anlattım, tabii anlayamadı. Dendi ki “Biz vergi mergi
anlamayız. Bizim ülkemizde bir insanın yurt dışına çıkmasına yasak kararını sadece ve sadece yargıçlar karar verir. Suçu ne olursan olsun cinayet,
şu, bu.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Şimdi nasıl olacak, çıkacak mı?
63
SÜLEYMAN GENÇ
Uygulama altı ay sonra yürürlüğe girecek, halen eski düzenleme yürürlüktedir. Kesinlikle mahkeme kararına bağlanmaksızın bu kısıtlama yeniden getirilemez. Bunu Maliyenin kabul etmesi lazım, yapılacak bir şey
yok.
Konumuza tekrar dönersek: Şu noktaya da dikkat etmek gerekiyor.
Unutuluyor zaman zaman. İktisadi kıymetin iktisabında ister finansman yoluyla veya diğer yollarla olsun. O yıla ait kullandığımız kredinin faiz ve kur
farklarını mutlaka iktisadi kıymetin maliyetine aktarmak gerekiyor. O yıl bu
saydıklarımı gidere aktarırsak sorun olur.
Gene bir hatırlatmam olacak, çok bildiğiniz bir şey, ama bazen sorunlar oluyor. Satıcıların alıcılara verecekleri ciro primleri normalde yılı içinde
faturalanması lazım, aksi takdirde faturadaki KDV’nin indirimi olanaksızlaşır. Dönem kayması durumunda ancak toplam bedel beyanname üzerinden indirilebilir diye düşünüyorum. Şu anlamda, siz 2007’nin cirosuyla ilgili bir faturayı getirip 2008’in Şubat’ında düzenliyorsunuz. Yılında düzenlerseniz zaten sorun yok. Sorun dönem kayması olduğu zaman, işte orada
siz faturadaki KDV’ni indirimi hakkını kaybediyorsunuz, ama ne yapıyorsunuz? Primi beyanname üzerinden kurum matrahından indirebilirsiniz.
Fakat o yılın muhasebesinde de onu kanunen kabul edilmeyen gidere aktarmak durumunda kalıyorsunuz.
Personele ödenen ikramiyelerin de gene mutlaka zamanında muhasebeleştirilmesi lazım, yalnız şöyle bir şey var eskiden beri hatırladığım ve
uygulamada halen var. Beyanname verme süresi içinde bazen işletmeler,
yani Nisan’a kadar diyelim 2007’nin karından “yöneticilere % 2, personele
% 5 kar payı verilmesi” diye bir karar alabiliyor. Eğer bu karar beyanname
verme süresinden önce alınmış ve tahakkuk etmişse, bunu 2007’nin matrahından indirme imkanı vardır diye düşünüyorum. Yani uygulama böyleydi. Tebliğ de vardı bu konuda. Zannediyorum o tebliğ halen yürürlükte.
Oldukça eski ama geçerli bir tebliğ.
Bağış ve yardımları ayrı bir hesapta izlemek, daha sonra işletmenin
karlılık durumuna göre, çünkü koşullar farklı olabiliyor, hesaplama yapıp,
ondan sonra bunları giderleştirmek, yada beyanname üzerinden indirilir
hale getirmek gerekiyor. Bağış ve yardımların bir çoğu beyanname üzerinden indirilmesi gereken giderlerdir. Gerçi Kurumlar Vergisi Kanunu’nda
bu tür harcamalar için “indirilecek giderler” diye bir ifade var, ama uygulama daha farklı. Yani bu tür harcamaları beyanname üzerinde izlemek istiyor kamu maliyesi, dolayısıyla uygulamayı bu şekilde yönlendirmiş.
Kurumlar Vergisinin 13 üncü maddesinde yer alan transfer fiyatlandırmasıyla ilgili birkaç şey söyleyeceğim, ama onu sona bırakalım.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Enflasyon düzeltme hesaplarında mükerrer 298’de bir hüküm var. Pasif kalemlere ilişkin enflasyon fark hesapları herhangi bir suretle başka bir
hesaba nakledildiği veya işletmeden çekildiği takdirde, işlemlerin yapıldığı
dönemlerin kazancıyla ilişkilendirilmeksizin bu dönemde vergiye tabi tutulur. Bu çok kenarda kalmış gibi duran bir hüküm, çünkü enflasyon muhasebesi uygulaması süreç olarak kısa sürdü. Dikkat etmek lazım. İş64
letmelerde yanlışlıkla da olabilir veya bilerek değişik hesaplara aktarılabilir, onu izlemek gerekir. Ancak öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farkları düzeltme sonucu oluşan geçmiş yıl zararlarına mahsup edilebilir veya
Kurumlar Vergisi mükelleflerince sermayeye ilave edilebilir. Bu işlemler kar
dağıtımı sayılmaz. Yani bunun dışındaki hesaplara aktarma yapılıp yapılmadığına dikkat etmek icap eder.
Vergi Usul Kanunu’nun 328’inci maddesindeki “yenileme fonu”, o da
gözden kaçabiliyor. İki sene önce ayrılmış, orada duruyor. Acaba onun
süresi geçti mi? Böyle bir fon varsa, hemen ona bir göz atmakta yarar var.
Eğer bekleme süresi dolmuşsa direkt kar/zarara atmak icap eder.
Kurumların gider yazamayacağı kalemler konusunda da bazı uyarılar
var. Özellikle çok basit olmakla beraber 19 numaralı Kurumlar Vergisi sirkülerine göre, Özel İletişim Vergisi’nin gider yazılamayacağı unutmamak
lazım. Aslında vaktinde çoğumuzun uygulaması farklı oldu. Ama bazı işletmelerde bu rakamlar büyük olduğu için önemli. Küçük olduğu zaman
diyorsunuz ki “önemli değil”. İdare de 50 lira, 100 lira için tarhiyat mı yapacak? Büyük rakamlara ulaşan işletmeler var, o açıdan buna dikkat etmek lazım veya en azından bu görüşte olmasak bile, inisiyatifimiz içinde
cereyan etsin, ziyanı yok. Yargıda savunulabilir, o da ayrı bir konu.
Kurumlar Vergisi Kanunu bakımından giderleştirilemeyecek işlemler
11, 12 ve 13’üncü maddelerde etraflıca açıklandı. Bunlardan en önemlisi
örtülü sermaye, nispeten çözülebilir. Bir takım eski uygulamaları da var.
Gerçi örtülü kazancın da eski uygulaması var, ama hatırladığım kadarıyla
görev yaptığım dönemlerde çok yaygın yapılan bir denetim konusu değildi. Uygulanan incelemelerde ise sonuçların çok da başarılı olmadığını söyleyebiliriz.
Ama sonuçta burası Türkiye.1980’den bu yana çok büyük değişimler
oldu bazı açılardan. Mesela ihracat, uluslararası sermayeyle ilişkiler, ulusal
ticaretteki gelişmeler. İster istemez bazı mekanizmalar çok zaman işlemedi öyle kaldı. Mesela yabancı ulaştırma kurumlarına ilişkin mevzuat uzun
zaman uygulanamadı Çünkü bilinmiyordu kapsamdaki firmalar azdı. Mesela dar mükelleflerde stopaj hiç bilinmiyordu. Çok nadirdi. Bu tür uygulamalar bugün çok yaygın, artık bu kavramları herkes biliyor muhasebeciler, müşavirler. Bizim zaten işimiz bu. Dolayısıyla bu tür ve benzer işlerde,
uluslararası ticarette çok büyük kar transferleri yapılıyor. Farklı bir anlatımla kar transferi sonuçta sermaye transferine dönüşüyor vergi kaçırmaktan
daha önemli. Çünkü % 20 vergiyse, % 80’i de sermaye. O başka ülkeye
gidiyor. Geçenlerde transfer fiyatlandırması yoluyla kar dağıtımının önüne
geçilmesinin öneminden bahsedildi. Kanun çıktı bazı malların girdisinin fiyatı düştü dendi. Olabilir. Ben buna katılıyorum. Zaten bir makalemde de
bunu belirttim. Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazancın mutlaka
vergi mevzuatında yer alması gerekir. Ancak iç piyasa bakımından bir düzenlemeye neden gerek duyuldu sorgulamasını da yapmamız gerekiyor.
Nitekim Vehbi bey bir toplantıda anlattı. Amerika’da eyaletlerin kendi içlerinde böyle bir şey yok. Eyaletler arası uygulamada transfer fiyatlandırması uygulanmaktadır. Normal, eyaletler arasında vergileme farklılıkları bulunmaktadır. Eyaletler ayrı birer federe devlet, bütçeleri var. Orada iç işlemlerde uygulanmıyor. Avustralya’dan örnek verdi. Mesela orada ikili
65
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
bir uygulama var. Yurt içi için ayrı, yurt dışı için ayrı. Esasında bu model
benim aklıma değişik bir çözüm getirdi. Acaba Türkiye mevcut şekliyle
yurt içinde farklı bir uygulama yapabilir mi? Bu soruyu hukuksal anlamda
sormuyorum. Çünkü hukuksal anlamda yapabilir. Müsaade ediyor hakikaten ve bu konuda şöyle bir önerim var. Sadece yurt içi uygulamalarında
biliyorsunuz bireysel başvuru hakkı var mükellefin. Mesela mükellef diyor
ki, “maliyet + % 10’la ben malımı satacağım” ne diyorsunuz uygun mu?”
Maliye de bunu inceleyip “evet” dediği zaman, bu metot geçerli oluyor.
Maliye şunu diyebilir, yani eğer buna ikna edebilirsek herkes için iyi olur.
Çünkü boşu boşuna lüzumsuz evrak içinde boğuşmayalım ve var olan
birkaç müşterimizi de kaybetmeyelim. Maliye genel bir çağırı yapar der ki,
“Yurt içindeki işlemlerinizde ilişkili kurumlar için “maliyet + %1” yöntemi
geçerlidir. Buna göre başvuranın bu talebini kabul edeceğim” dediği zaman, herkes başvurur. Maliye kabul ettiğinde işlem hukuka uygun olarak
yürür. Hiçbir sorgulama da yapılmaz. Özel durumlar için koşullar da getirebilir. Nasıl? Bireysel koşul getiremez tabii. Spesifik bir şey söyleyemez
ama genelleştirerek diyebilir ki, yapılan işlem sonucunda ilişkili firmanın
zamanaşımına uğrayabilecek veya zamanaşımı süresince ortadan kalkamayacak zararını telafi etmek yönünde kullanamaz. Yani ben şimdi bunu
çok özet olarak söylüyorum. Bunun teknik detaylarını şu anda ne ben çözümleyebilirim, ne de siz. Bunu ancak Maliyedeki bürokratlar oturacak enine boyuna tartışacaklardır. Onların işi bu.Şu anda yapılan uygulama ne?
Önce tebliğ çıkarıldı, arkadan kararname çıkarıldı. Ardından da uygulamanın erteleneceğine dair duyumlar alındı. Yani önce kararname çıkacak.
Kanun öyle diyor zaten, onun sırası var. O hiyerarşiyi sen bozamazsın ki.
“Ben bozarım” dersen, o zaman Yargı da senin bu işlemini iptal eder. Onun için önce bir kararname çıkmalıydı. İlişkili kişilerin tanımı yapılmalıydı.
Usul ve esaslar belirlenmeliydi. Yani bu önerdiğim metodu, diyelim böyle
bir metotla Bakanlar Kurulu “iç uygulamayı böyle yapacağız” diye, pekala
Maliye Bakanlığı’na yol göstererek çözebilirdi. Böyle yapmayınca da şimdi
ortada bir kaos var, çözülmesi gereken.
Sözlerimi tamamlamadan önce, bir şey daha söyleyeceğim. Gelir İdaresi bir anket yapmış. Bu ankete göre mükellefler cezaların yetersiz olduğunu söylüyorlar. Şimdi ben bu ankete şöyle diyeceğim; Maliye’nin yapacağı anket bu kadar olabilir. Ben bürokrasideki arkadaşlarımın dikkatini
çekmek istiyorum. Toplumun düğümlerini çözmek, hele vergi konusunda,
sosyologların işidir. Maliye asla çözemez. Çünkü bizim halkımız onlara
hiçbir zaman doğruyu söylemez ki, söyleyemeyeceği için, nezaket göstermiş onun gönlüne göre söylemiş. Şimdi bu anketten hareketle eğer ağır
cezalı kanunlar koyacaklarsa, böyle şeyleri bahane etmesinler. “getirip,
koyacağız” desinler ve koysunlar. Anket yaptık. Şimdi moda oldu genel
eğilime göre, toplumsal eğilime göre. O eğilimler rüzgar gibidir. Bugün üç
şiddetindedir, beş dakika sonra yedi şiddetine göre eser. Bunu nasıl ölçü
alıyorsunuz? Önemli olan doğruyu yakalamağa çalışmak. Cezalar azmış!
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Teşekkür ederiz Sayın Genç. Efendim ara veriyoruz, buyurun çay molamız var. Değerli dinleyiciler, Sayın Veysi Seviğ 17,30’da çıkacaklar. Eğer
soru soracaksanız lütfen, rica ediyoruz yazılı olarak verin. Çok teşekkür
ederiz.
66
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Oturumumuz başlıyor. Şimdi söz sırası Sayın Leyla Kıyat’ta. Leyla
Kıyat hanım sunumuna başlıyor. Buyurun efendim.
LEYLA KIYAT
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Dönem sonu işlemlerini biz Türk Ticaret Kanunu’na tabi işletmeler açısından görmeye çalışacağız. Ancak
SPK’ya tabi şirketlerin dönem sonu işlemleri bunlardan bir miktar farklılık
göstermektedir. Ayrı bir tebliğle onlar uluslararası standartlara uygun olan
değişik düzenleme yapmaktadırlar ve değerleme hükümleri özellikle Türk
Ticaret Kanunu’na tabi şirketlerden farklıdır. Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun
kabul edilişinden sonra, belki seneye bu kürsüden farklı değerleme yöntemleri anlatacağız. Çünkü o zaman muhasebe standartları değişmiş olacak. Yani Uluslararası Muhasebe Standartları’na uygun Türkiye Muhasebe
Standartları’na göre bambaşka bilançolar, bambaşka tablolar yapılacak ve
onlara uygun düzeltmeleri anlatacağız. Türk Ticaret Kanunu’nun yasalaşması halinde, bu değişiklikler seneye olacaktır. Ama şu anda benim anlattıklarım sadece bu seneye ait ve 2007 yılının sonunda yapacağımız düzenlemeler. Öncelikle ben bilanço ilkelerine sadık kalarak dönem sonunda
yapacağımız işlemleri anlatmaya çalışacağım.
Bilanço ilkeleri der ki, “İşletmenizin dönen varlıkları ve duran varlıkları
arasında dönem sonunda gerekli geçiş işlemlerini yapınız.” Yani nakde bir
yıl içinde dönemeyecek varlıklarınızı duran varlıklara alınız. Uzun vadeli
borçlarınızın içinde vadesi bir senenin altına düşenleri, kısa vadeli yabancı
kaynaklarınıza alınız.
İkinci olarak da, bizim hazır değerlerimizin içinde olan ve birçok bilançoda gözüme çarpıyor verilen vadeli çekler, alınan vadeli çekler hesapları
bilanço kalemlerinin içinde hazır değerlerin arasında duruyor. Özün önceliği kuralı gereği verilen vadeli çekler ve alınan vadeli çekler isim olarak orada yer alırken, dönem sonunda senetler hesabına virmanlanması gereken değerlerdir. Çünkü bankamızda bazen para olmamasına rağmen, verilen vadeli çek “102” bankadan, daha fazla olup, bankanın bakiyesini negatife çekmektedir. Bunun için dönem sonunda bu hesapların senet hesaplarına, alacak ve borç senetlerindeki ilgili hesaba virmanlanması gerekir. Tabii ki 01.01.2008’de açılışta gerekli hesaplar bulundukları yerlere alınacaktır.
Değerli konuşmacılarımız envanterden bahsettiler. Envanter, mevcutların, alacakların ve borçların, sayma, ölçme ve tartılmasıdır. Bir değerleme
işlemi yapabilmek için, öncelikle bu varlıkların yerinde durup, durmadıklarını görmemiz lazım ve eğer yerindelerse, hangi değerlerle durduklarını
tespit etmemiz lazım. Ölçme, tartma işlemlerini sadece eczaneler ve çok
büyük sanayi kuruluşları Maliye Bakanlığı’nın iznini alarak üç senede bir
yapma hakkına sahip olabiliyorlar. Çünkü bunların fiili olarak sayımları çok
zor olduğu için, Vergi Usul Kanunu 190’ıncı maddesi, bu izni alırlarsa sadece bu iki kuruluşa bu izni verebiliyor. Yılsonunda envanter olayı, o iki
kuruluş için üç senede bir olarak gerçekleşebiliyor, gerekli iznin alınması
şartıyla. Ama diğer şirketlerin fiili envanterle işlem yapmaları gerekiyor, tabii
67
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
burada envanter dediğimiz olay, hem mevcutlar, hem alacaklar, hem de
stoklarımız için geçerli. Tekrar vurgulamak istiyorum fiili envanteri yapmaları gerekiyor. Farkların da gerekli hesaplara kaydedilmesi gerekiyor. Konuşmacılarımızdan bu konuda gerekli bilgileri aldık. değerli üstadımız
Veysi Hoca dedi ki, “197 hesaptaki bu azalışların kasa sayım noksanlarının işlenmeleri problemlere neden olmaktadır ve bunun için tutanaklar tutulmaktadır.” Ama her halükarda da bunun sebebinin bulunamaması halinde, kanunen kabul edilmeyen gider olarak zaten işlemlere alınacaktır.
Bütün mevcutlarımızdaki bu eksiklikler, bu şekilde değerlenecektir. Mevcutlarımızdaki artışlar da fazlalık olarak “397 hesaba kaydedilecektir. Bilançonun neticelendiği tarihe kadar bu sebebi bilinemeyen fazlalıklar, bizim işletmelerimiz için vergisini ödeyeceğimiz bir gelir hükmündedir. Bundan sonra stoklarımızdaki değerlemelerimize dikkat etmemiz gerekecektir.
Bu konuda “stok” bahsinde gerekli açıklamaları yapacağım.
Yabancı parayla olan mevcutlarımız, kasalarımız, bankalarımızın değerlemesi gerekiyor. Kambiyo karlarına ve kambiyo zararlarına, gerekli
hesaplara bu kur farklarının yazılması gerekiyor. Buradaki ayrıcalıklı durumlar nedir? Bizim eğer banka kredisiyle almış olduğumuz veyahut ta satıcılara dövizle borçlanarak sabit kıymet alışlarımız varsa, 163 nolu Tebliğe
göre, alındığı yılın sonuna kadar değerleme sonucu oluşan bu kur farklarının sabit kıymetin üstüne ilave edilmesi ve amortisman ayrılırken dikkate
alınması gerekmektedir. Bir muktezada da, finansal kiralamayla aldığımız,
2003 yılından sonra Finansal Kiralama Kanunu değiştiğine göre konuşuyorum, sabit kıymetlerimizin arasına yazdığımız sabitlerimiz için Finansal
Kiralama ile alınan, pasifimizde “301”, “302” ve “401”, “402” hesapta görülen finansal kiralama borçları, eğer dövizliyse değerlemelerindeki kur farkları için, verilen iki tane ayrı muktezada da kur farklarının muhakkak sabit
kıymetin maliyetine yazılması istenmiş. Yani burada 163 nolu Tebliğ’deki
birinci yıl sabit kıymetin maliyetine, diğer yıllar giderlere veya maliyete atılabilme şansımızı bize vermemişler. Buna dikkat çekmek istedim.
Değerleme ile ilgili başka bir hususta; Yurt dışı alıcılar hesabındaki ihracattan doğan alacaklarımızın değerlemesinde kur farklarımızın “601”
yurt dışı satışlar hesabının altına yazılması gerektiği, bu da Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’yle getirilmiştir. Bu arada daha önceki konuşmalarda da değinildi. Yurda gelmeyen dövizlerin Türk Parasını Koruma
Kanunu’na göre bir problem teşkil etmemesine rağmen “ihracatla ilgili dövizlerin”, gelmediği tarihte eğer gelişi ispatlanamamışsa değerlenmesine
devam edilmesi gerekmektedir. Çünkü Türk Parasını Kıymetini Koruma
Kanunu ayrı bir Kanun’dur, Vergi Usul Kanunu’muz ayrı bir Kanun’dur.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Menkul kıymetlerle ilgili değerlendirmelerden yine bahsedildi. Değerli
Veysi üstadımız dedi ki, “Hisse senetleri ve % 51’i Türkiye’de işlem gören
hisselerden oluşan fonlar alış bedeliyle, diğerleri borsa değeriyle değerlenecek”. Devlet tahvilleri ve hazine bonoları için kabul edilen görüş
İMKB’de işlem gördükleri için, Resmi Gazetedeki yayınlanan değerleri değil, 31.12’de İMKB’deki değerlerini esas alaraktan Maliye İdaresi’nin görüşü değerlenmesi hususunda, biz bu geliri elde etmesek de Vergi Usul
Kanunu’nun 279’uncu maddesi bunları değerlerken bizlere, gelir tahak68
kukları hesabını kullanarak faiz gelirlerine yazmamızı istiyor ve vergisini de
ödememizi istiyor.
Bundan sonra şüpheli alacaklar konusu önemlidir. Çünkü elimizdeki
alacakların şu anda elimizde olup, olmadığını tespit etmemiz lazım. Şüpheli alacaklarda hepimizin bildiği gibi, belli kurallar vardır. Eskiden şüpheli
alacakları ayırırken KDV’nin burada ayrılıp, ayrılmayacağı konusu tartışmalıydı. Daha sonra şüpheli alacak ayrılırken, KDV’nin de ayrılabileceği konusu hakim oldu ve şüpheli alacak ayrılırken KDV’li olarak alacağımızı ayırıyoruz. Teminatlı alacaklara, şüpheli alacak ayrılamıyor. Bir de avanslara,
avanslar derken alacak senetlerindeki avanslar, şüpheli alacaklarda avanslarla olan konuda çeşitli görüşler var. Ama Maliye’nin görüşü, avanslarla ilgili şüpheli alacak ayrılmayacağı şeklinde. Bunu değerli üstatlarım
daha iyi açıklayacaklardır. Çünkü vergi konusunda kendileri uzmanlar.
Ben daha çok muhasebe konusunda anlatmaya çalışacağım.
Şüpheli alacak konusundan sonra reeskontlar. Reeskont nedir? Reeskont, senetli alacaklarımızın ve senetli borçlarımızın değerleme gününe irca edilmesidir. Yani diğer bir deyişle, biz bilançoyu hazırlarken 31.12 gününün fotoğrafını çekiyoruz. Diyoruz ki, “Bizim 31.12’de mevcutlarımız, alacaklarımız, borçlarımız şunlardır.” Alacak senedi bir vade taşıyor. Borç
senedi bir vade taşıyor. O zaman bu alacak ve borç senetlerimizin taşıdığı
vadelere göre, 31.12’deki değerleri o değil. İç iskonto formülü kullanarak
hesaplanan reeskontlarda, biz bir reeskont hesaplıyoruz ve eğer alacak
senetlerine reeskont uyguluyorsak, bu bir gider hükmündedir. Borç senetlerine de reeskont uygulamamız gerekmektedir Vergi Usul Kanunu’na
göre. Ama işletmemizde eğer borç senedi yoksa, biz yine de alacak senetlerine reeskont uygulayabiliriz. Maliye’nin görüşü böyledir. Uygulanan
reeskont işlemlerinde yabancı paralı değerlerle, Türk paralı değerli senetlerde farklı reeskont oranına tabidir. Şu anki oran değişmediği takdirde %
29 Merkez Bankası’nın yayınladığı. Yabancı paralı olan senetlerde de
31.12. tarihindeki “Londra Para Piyasası”nın yayınlamış olduğu libor oranı
geçerli olacak. Bu oran, tabi ki % 29’dan çok daha küçük bir oran. Yalnız
burada dikkat edilmesi gereken bir şey var ki, libor oranı sabit bir oran
değil. Sizin vade tarihinize göre değişiyor. Yani bir aylık vadeler farklı, iki
aylık vadeler farklı ve tabii ki döviz cinsine de göre değişen libor oranları
var.
Reeskont işlemleri, bir vergi erteleme müessesesi diğer bir anlamla,
01.01.2008’de yapılan işlem, reeskont işleminin tamamen tersi olarak, yani eğer alacak senetlerine reeskont yapıp bundan dolayı bir gider yazdıysak, 01.01.2008’de bu işlemi terse çevirip, alacak senetleri reeskontu hesabını kapatıp, bunu reeskont faiz gelirlerine yazmamız lazım. Yani bir dönem gider yazdığımız, diğer dönem gelirdir. Bunu Geçici Vergi dönemleri
içinde uygulamamız mümkün.
Değer düşüklüğü hesabı stoklarımızda bizim için önemli. Çünkü stoklar bir varlıktır ve bilançoda gerçek değeriyle gözükmesi gerekir. Stokların
çeşitli nedenlerle değeri düşer. Şöyle ki yangın, zayi, su basması gibi nedenlerle, tabii afetlerden dolayı düşüyorsa, zaten takdir komisyonuna müracaat edilip, karar alınacaktır ve bu bir “kanunen kabul edilmeyen gider
olmayacaktır. Bizim için o stok değer düşüklüğü karşılığı kabul edilen bir
69
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
gider olacaktır. Aktiflerimizin arasında alacaklı bir hesap olan stok değer
düşüklüğü karşılığı hesabına yazarız ve buradaki dikkat etmemiz gereken,
zayi olan malların KDV’sinin indirilemeyeceğidir. KDV Kanunu 30/c’ye göre, buradaki KDV’nin o dönem ilave edilmesi gerekecektir. İmha edilen
mallar olabilir. Ecza depolarında süresi geçen ilaçları Maliye’ye bilgi vermek ve onların bilgisi dahilinde takdir komisyonu ile birlikte imhası olabilir.
Bozulan malların imhası da söz konusudur. Buradaki imha edilen malların
da değerleri düşmüştür. Fakat KDV’de bunların indirilmesi, zayi olan mal
KDV’si gibi düşünülmüyor. KDV’sini indirmemek imkan dahilinde. Çünkü
orada 30/c hükmünü uygulamanız gerekmiyor. KDV’yi indiriyorsunuz,
İstemiyorlar tekrar sizden ilave etmenizi. Ama öbürlerinde düzeltme gerekiyordu. Bir de teknolojik değişikliklerden dolayı, yani basiretli bir tüccar
olup, siz iyi alışveriş etmemenizden dolayı stoklarınızı iyi bir şekilde ticari
düşünerek stoklayamıyorsanız, değerlerinde düşme meydana geldiyse,
bunlardaki düşüşler bizim için gene stok değer düşüklüğü karşılığına almanız gereken bir değer. Ama bu kanunen kabul edilmeyen gider hükmünde. Çünkü gerçek mevcutlarımızı yazacaksak, buradaki değer düşüklüklerini doğru bir bilanço yapmanız için göstermeniz gerekiyor. Aynı şey
menkul kıymetlerimiz için de geçerli. Menkul kıymetlerimiz iştiraklerimiz
olabilir. Bağlı ortaklıklarımız olabilir. Zamanındaki alış bedelinden şu anda
satmağa kalksak çok daha düşük bir bedelle satacaksak, yani emsal bedelleri çok düşmüşse bunu Vergi Usul Kanunu açısından düşünmeyip, bilanço ilkeleri açısından düşünmemiz gerekir ve bunları menkul kıymet değer düşüklüğü karşılığı hesabı olarak gene aktifte bir eksi hesap olarak
yazmamız gerekir. Bu da tabii kanunen kabul edilmeyen bir gider hükmündedir.
Sonra aktif/pasif geçici hesaplar dediğimiz hesapları çalıştırmamız gerekir. “180” hesap vardır. Hepimizin işletmelerinde kullandığı peşin kira
ödemelerimizde kullandığımız, ödediğimiz sigorta teminatı primlerinde
kullandığımız hesaplarımız, ama bunlar dönemsellik ilkesi gereği eğer
31.12.2007’den sonraki dönemleri de kapsıyorsa, gelecek aylara ait giderler hesabına alınmalıdır. Çünkü gelir tablosu ilkelerine göre, bir dönemin gelirleri aynı dönemin giderleri ile ilişkilendirilir.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Peşin ödenen giderler hesabımızdan sonra, gelir tahakkukları hesabımız vardır. Bizim menkul kıymetlerimizde ve bankadaki mevduat hesaplarımızda o güne kadar biriken faizlerimizi 31.12’ye kadar, vadesi dolmasa
da o güne kadar hesap ettiğimiz faizlerimizi yazarken kullandığımız bir hesaptır “181” hesap. Üçüncü kişilerden daha isteme hakkımız yoktur. Bu
parayı, o gün gidip bankadan isteyemeyiz o faizi, ama tahakkuk etmiş bir
faizdir. Bu hesap 181 hesap vasıtasıyla borçlanır. Karşılığında faiz gelirleri
hesabımız çalıştırılır ve dönemin gelirleri arasına yazılır. Burada özellikli bir
durum var. Eğer ki banka biz Kurumlar Vergisi beyannamemizi verene kadar faizimizin stopajını kesmiş ve yatırmışsa, buradaki kesinti yoluyla inen
stopaj miktarını kayıtlarımızda gösterip, Kurumlar Vergisi beyannamemizde kesinti yoluyla ödenen vergilerimizin arasına yazıp, ödenecek Kurumlar
Vergimizden tenzil etme hakkımız mevcuttur.
Gelecek dönemlere ait gelirler hesabımız gene pasifte bir düzenleyici hesaptır. Geçici bir hesaptır. Bunu daha çok basın yayın işletmeleri kullanırlar.
Çünkü dergi aboneliğine paramızı ödediğimizde bize bir yıllık KDV’li fatu70
ramızı keserler. Ama diyelim ki biz Kasım ayında abone olduk, bir dahaki
Kasım ayına kadar bunlardan dergi alacağız ve hizmetin bedelini de peşin
ödedik. Sadece burada Kasım ve Aralık aylarına ait olan gelirler, o basın
yayın kuruluşunun o yıla ait geliridir. Diğer on ay “380” gelecek aylara ait
gelirler hesabının konusuna girer ve vergisini de biz bu dönem vermeyiz.
Çünkü o kuruluş, daha on ay bu yayını basarken buna ait giderler yapacaktır ve o giderler işletmemiz açısından o dönemin giderleri arasında olacaktır. Aynı şeyi intaç (sonuçlanma) tarihi bir sonraki yıla sarkan, diyelim ki
biz 31.12’den sonra işletmemizden ihracat yapmak üzere çıkarttık, ama
bizim için daha ihracat sayılamadı. Çünkü yurt dışına çıkışı olmadı. İntaç
tarihi 2008’i taşıyan ihracatımız varsa, bu ihracatın gelirinin de 2008 yılında
olması gerekir. Bununla ilgili mukteza da bulunmaktadır. KDV iadeleri alınırken de 2007’nin Aralık ayında değil, bunlar 2008’in Ocak ayına dahil edilir zaten ve satılan malın maliyetine konu edilmemesi lazımdır. Buna ait
stokların yoldaki mallar olarak, yine stoklarımızın içinde bulunması gerekir
2007 yılında. Yani “380” hesap bizim geçici hesaplarımızdandır.
“381” hesabımız var gider tahakkuklarımızı yazıyoruz. Banka kredilerinin 31.12’ye kadar işleyen faizlerini bu hesap vasıtasıyla finansman giderlerimize yazarız. Belki bankaya bizim ödeyeceğimiz faizin dönemi Şubat sonudur. Ama üçer aylık döneme ait ise, Aralık ayına ait faiz ödemesini
tahsil etmeseler dahi tahakkuk esası geçerli olduğu için, biz “381” hesapta
2007’ye ait olaraktan finansman giderlerimize yazmak zorunda kalırız.
Sizlere anlattığım bu dört hesap “aktif ve pasif geçici hesaplar” adı altında dönem sonunda kullanılan hesaplardır.
Bu arada karşılık hesaplarını dönem sonlarında unutmamamız gerekiyor. Çünkü karşılıklar hep ihmal ediliyor. Ama aslında ticari bilanço karımızı hesaplarken muhakkak yapmamız gereken, özellikle kıdem tazminatı
karşılıkları sadece SPK’nın bilançolarında gördüğümüz bir bölüm. Ama Ticaret Kanunu’na bağlı şirketlerde kıdem tazminatı karşılığı olmuyor, çok
büyük bir yük aslında işletmeler açısından. Neticede bunun ödendiği zaman birdenbire özkaynakları aşağıya çekecek bir hüviyeti var. Sonra bir
mahkemede davamız sürüyorsa ve bizim aleyhimize gittiği belliyse, gelen
raporlarda da bizim tazminat ödeyeceğimiz hemen hemen kesinleşmişse,
bu dava karşılığına karşı artık bizim borç ve gider karşılıkları hesabında bir
karşılık ayırmamız lazım. Çünkü aslında o giderin doğuşu bu dönemle ilgilidir. Evet, parasını bir sonraki dönem ödeyecek olabiliriz bu zarar ve ziyanın, ama doğuşu bu dönemi ilgilendirmektedir. Burada da kanunen kabul
edilmeyen gider olacaktır, ama bizim düzenli bir bilanço yapmamız için işlememiz gereken bir hesaptır.
Amortismanlarımızı ayırırken dikkat etmemiz gereken, denetimlerde
gördüğümüz bir husus var. Azalan bakiyeler usulünde iki katını alıyoruz.
Fakat bazı amortisman ayıran demirbaş programlarında % 50’yle sınırlandırmamışlar ayrılacak amortismanı. Eğer % 33’lük bir amortisman oranına
tabi ise bu sabit kıymetimiz, mesela bilgisayarlar, hızlandırılmış amortismanda uygulasanız, % 50 den fazla amortisman ayırma imkanınız yok.
Çünkü Tebliğde söylenmiş olan, “en fazla % 50 amortisman ayrılabilir” gibi bir not var. Ama, eğer demirbaş programı bununla sınırlandırılmamışsa
71
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
orada % 66’lık amortismanlar ayırabiliyor. Bunu denetimlerde gördüğümüz için söylemek zorunda hissetim kendimi.
Amortismanlarda azalan bakiyeden normal amortismana döndüğümüzde, sürenin hiç değişmediğini unutmamamız gerekiyor. Finansal kiralama yapıldığında da faydalı ömre göre amortisman ayırabiliyoruz. Yenileme fonundan, yine değerli konuşmacılarımız bahsettiler. Üç yıllık süre
önemli. Şayet işletmemiz yenileme fonu ayırmışsa ve bu üç yıllık süre içinde de aynı hüviyette bir sabit kıymet almamışsa, bunun o dönemin karlarının arasına yazılması gerekiyor. Peki, eğer bu dönemler içinde yeni bir
sabit kıymet alındıysa, yeni alınan sabit kıymetlerin amortismanlarının yenileme fonundan mahsup edilmesi gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Üretim işletmelerinde maliyetler yapılırken yansıtma hesaplarının kullanılması
çok önemli. Stok değerlendirmede artık LIFO metodu, enflasyon düzeltmesinden sonra kalktı. Bunun için LIFO metodunun kullanılmaması gerekiyor. Enflasyon düzeltmesi yapıldıktan sonra, o metot da bu arada kaldırıldı. LIFO metodunu da kullanmamız mümkün değil artık. Üretim işletmelerinde maliyete atılan giderlerin, sabit kıymetlerin amortismanlarının iyi
ayrılması gerekiyor. Eğer üretimde kullanılan bir sabit kıymetin amortismanı sonuç hesaplarınla ilişkilendirilirse, burada vergisel problemler doğacaktır.
Gelir tablosunu yaparken bütün “7”li hesaplarımızı yansıtma hesaplarıyla kapatıp, “6”lı hesaplara aktarıyoruz ve bundan sonrada 6’lı hesaplarımızın içinde gelir/gider tablomuzu “690” hesabı kullanarak oluşturuyoruz. 690 hesapta bulduğumuz kar, bir ticari kar. Sonra bir “A4” kağıdını elimize alıyoruz ve vergiye tabi mali karımızı hesaplayıp, vergimizi hesaplıyoruz. Bizim dönem içinde ödediğimiz peşin vergilerimiz “193” hesapta.
Kesinti yoluyla ödenen vergileri de. Artık dönem sonunda o 193 hesaptan
bunları kurum beyannamesinde mahsup edeceğimizi düşünerek, bilanço
kalemlerinin içindeki “371” hesaba virmanlıyoruz. Ne kadarını virmanlıyoruz? Sadece Kurumlar Vergisi olarak ödeyeceğimiz miktarı virmanlıyoruz. Onun üstünde kalan, bizim varlıklarımızın arasında aktifte duruyor.
Çünkü biz ileride ya bir başka vergiden mahsup edeceğiz veyahut ta nakit olarak vergi dairesinden isteyeceğiz. Bütün bunların sonunda vergimizi
ödediğimiz takdirde iyi bir mükellef oluyoruz, Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Çok güzeldi. Çük teşekkür ederim, çok tebrik ederim. Hakikaten değerli bir muhasebe dönem sonu kapanışını sundunuz. Çok teşekkür ederiz. Evet efendim şimdi kürsü sizin. Söz sırası sizde, ama önce Sayın Veysi
Sevğ hocamızın erken ayrılması gerekiyor. Derse yetişecekler karşı tarafa.
Onun için ben mikrofonu Veysi hocaya vereceğim. Buyurun Sayın Seviğ.
Dr. VEYSİ SEVİĞ
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Hepinize teşekkür ederim, ama Leyla hocaya çok çok teşekkür ederim. Gerçekten bizim konumuzu muhasebe ilkelerine çok iyi uydurdu ve
oturttu. Onun için ayrıca teşekkür borçluyuz. Şimdi bir arkadaşımız soruyor;
72
“Krediyle bir gayrimenkul alındı. Aktife girdi. Kredinin faize alındığı yıl
gider yazılabilir mi? Gayrimenkul aktife girdi ve kira geliri elde ediliyor.
Yoksa faiz sonraki yıl gider mi yazılır?” soru bu.
Şimdi bu konu, uygulamada çok tartışılan bir konu. Bir şirket aktifine
bir gayrimenkul aldığı vakit, o gayrimenkulü kiraya verirse, elde ettiği kira
geliri ticari kazanç. Kurumlar Vergisi Kanunu böyle söylüyor. Ancak bunun
ödediği faiz maliyete mi intikal edecek? Yoksa elde ettiği kira gelirinden
düşülecek mi? Soru burada düğümleniyor. Şimdi o gayrimenkul şirketin
aktifindeyken kiraya verildiği an, demek ki o şirkete ticari bir kazanç
sağlıyor. Bu gayrimenkulü edindiğimiz için ödediğimiz faiz, bu ticari kazancın elde edilmesi için yapılan bir giderdir. Gelelim şimdi aktife alınan
bu varlığın acaba maliyetine bu faiz ilave edilecek mi? İlk yıl ödenen faiz.
Hayır. Gayrimenkulün nasıl değerleneceği konusunu Vergi Usul Kanunu
belirlemiş. O vakit ben bunun üzerine faizini alırım, faizini eklerim. Öbürünün faizi alınmamış, onu eklersem. İki tabloda aynı gayrimenkulün farklı iki
değeri olur. Burada gayrimenkul bir emtia değil. Kiraya verilen, gelir getiren bir ticari araç. Dolayısıyla burada yapılacak iş, doğrudan doğruya bunun faizini giderleştirmek. Yani elde ettiği kira gelirinden düşmektir. Gelir
Vergisi Kanunu Gayrimenkul Sermaye İradı ile ilgili bölümünde, indirim
konusu yapılacak giderlerin arasında bu faizin konmasının nedeni, ona
gelir getirdiği vakit, gelirin ne kadarını beyan etsin konmuş. Ayrı, şirketlerden biz ayrı tutamayız. Şimdi bakın, gayrimenkulün edinimi sırasında ticari
işletmenin aktifine alıyorsa, bu ticari işletmenin aktifine giren birisi krediyle
aldığı vakit, onun maliyetini yükseltme hakkımız bizim yok. Böyle bir hakkımız yok. Şimdi bir saniye dinleyin bunu. Ben iki tane gayrimenkul aldım,
eşit. Birini altı ay sonra aldım, kredisiz. Birini altı ay önce aldım, kredili. İkisi
de yalnız aynı fiyata alındı. Birinin maliyeti yüksek, birinin maliyeti düşük
mü olacak? Bakın şimdi kira gelir getiriyor mu? Nasıl ekleyeceksiniz bunu
maliyete? Bu olmasaydı bu gelir edinilemezdi. Ben şimdi konuşmamı bitirmek istiyorum. Şimdi şunu söylemek istiyorum; Mükellefe maliye böyle
düşünüyor diye, bizi zarara soktunuz, doğru bir iş değil.
Şimdi şöyle bir olay var. Bu gayrimenkul satışından elde edilen kazançlarda yeni Kurumlar Vergisi özel bir düzenleme istedi. Elde edilen karın % 75’ini özel fon hesabına atacağız. % 25’ini vergiye tabi tutacağız. Fakat bu gayrimenkulün satımı sırasında bazı kuruluşlar önemli masraflar
yapıyor. Gazete ilanı veriyor, aracı emlakçı kullanıyor. Şimdi bu yapılan giderlerin acaba ne kadarını biz kanunen kabul edilmeyen gider olarak değerlendireceğiz? Demek ki bizim elde ettiğimiz kazancın % 75’i vergiye
tabi değil. Ona ait gider kısmını ayıracağız. Bu kanunen kabul edilmeyen
gider. % 25’i için yaptığımız gider, bize vergiye tabi bir gelir yaratmış. Dolayısıyla onu, demek ki yaptığım giderin % 25’ini defterimde kanunen kabul edilen gider, % 75’ini kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate
alacağım.
Bir önemli olay; Bu gayrimenkul satışından zarar ettim. İşte tartışmanın
esas odak noktası burada başlıyor. Çünkü Maliye diyor ki, “Sen zarar ettiysen bu zararı, indirim konusu yapamazsın. Çünkü ben bunun satısından
elde edilen kazancı ben istisna ettim.” Şimdi bu noktaya geldiğimiz vakit,
burada durmamız lazım. Bana tanıdığı istisna ne kadardı? Kazancımın %
75’i kadar, peki şimdi ben bunu zarar ettiğim vakit, ticari bir amaç için
73
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
almışım ve zarar ediyorum. Bu zararımın tamamını mı indiremeyeceğim?
Yoksa % 75’ini mi indirim konusu yapamayacağım? Maliyenin görüşü,
“hepsini indiremezsin”. Yanlış. Onu düzelttirmek lazım. Bu mukteza böyle.
Şimdi yine bir önemli olay, Leyla hocamız söyledi. Son derece doğru
bir şey söyledi. Aktifimizde menkul kıymet varsa, devlet tahvili, hazine bonosu ise, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda bunların fiyatı belli. Esas
alıyoruz. Yalnız menkul kıymet yatırım fonu katılma belgesi varsa ki, bazı
şirketler bunu tercih ediyorlar, nakde çevrilmesi kolay olduğu için. Menkul
kıymet yatırım fonu katılma belgelerinin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda değeri yok. O, hangi menkul kıymet yatırım fonuysa, onun değerini
güncel olarak kendi hesabına yatırıyor. Burada son derece önemli bir olay; Bu menkul kıymet yatırım fonlarıyla ilgili olarak Aracı Kuruluşlar Birliği
her gün değerini yayınlıyor. Elimizde başvuracağımız tek kaynak bu. Buraya başvuracağız. Dolayısıyla buradan değeri almamız daha doğru bir
yaklaşım oluyor.
Yine arkadaşımız sordu. Çok üzerinde durmuş, dedi ki “Bu 41’e 5”i
söyledin, ana konu nedir? Neyin nesidir pek anlayamadık? Yani bu ne oluyor?” filan diye.
Şimdi “41’e 5”çok önemli bir müessese. Şöyle söylüyor; Teşebbüs
sahibi benim eşim, üstsoy, altsoy ve üçüncü derece dahil yan soy, kayın
hısımları, doğrudan veya dolaylı ortağı bulunduğu şirketler ile bu şirketlerin ortakları, bu şirketlerin idaresi, denetim ve sermayesi bakımından kontrol altında bulunan diğer şirketlerle aralarındaki ilişki, Gelir Vergisi Kanunu
uygulanmasında ilişkili kişi kapsamında değerlendirilecektir. Şimdi bu olay
bizim ticari yaşamda karşılaştığımız her 100 mükellefin, 99’unda var. Şimdi
ola ki Mali İdaresi, yani Vergi İdaresi bu konuyu inceleme konusu yapacaktır. Bu inceleme konusu yapıldığı vakit, karşımıza neler çıkacaktır?
Bir, oradan bir şey kiralamış, satın almışsak emsal bedeli esas alınacak. Oraya bakacağız. Onlara bir şey sattıysak veya onlara bir hizmet
sunduysak gene emsallere uygunluk ilkesi geçerli olacaktır. Emsallere
uygunluk ilkesini Kanun belirlemiş. Tebliğle de belirlediler bunu. Diyor ki,
“Emsallere uygunluk ilkesi, ilişkili kişilerle yapılan mal veya hizmet alım,
yada satımında uygulanan fiyat veya bedelin, aralarında böyle bir ilişki bulunmaması durumunda oluşacak fiyat veya bedele uygun olmasını ifade
eder.” Esasında, eğer Tebliğ ve Kararname daha önce yayınlansaydı, her
mükellef satacağı fiyatın aralığını Maliye Bakanlığı’na bildirip, oluru aldığı
vakit, o aralıkta satabilir mi? O yok şu anda. Şimdi burada demek ki 2007
yılında bir Gelir Vergisi mükellefi, kurumlar için konuşmuyorum. Çünkü bu
transfer fiyatlandırması ertelenmesi konusu tartışılıyor. Eğer bir Gelir Vergisi mükellefi bu üçüncü dereceden yakını, uzaktan bir akrabasına “hadi
sana da bir kıyak yapalım, sana da daireyi 90 bin liraya verdik” filan demişse, öbürüne de 100 bin liraya verdiyse, bu 10 bin liranın vergisini ödemek zorunda kalacaktır. Şimdi burada önemli bir sıkıntımız dah var.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Şimdi bir arkadaşımız daha sordu. “İştirak kazançları stopaja tabi mi?”
sorun. Şimdi Kanuna bakarsanız. Bu ne vakit dolacak şimdi? Bu sene iştirak kazancı dağıtımı yapıldı. Doldu da, geçti de. Ama bu arada kimsede tık
yok. Yazıda yazılmıyor. Ama Kanuna bakarsanız Şimdi birçok arkadaşımız
74
iştirak kazancı dağıtımını yaptı. Nasıl yaptınız? Stopajsız yaptınız. Ama
sürpriz bekliyor. Bir an patlak verebilir. O konuda öyle.
Şimdi başa döneyim müsaade edin bana. Kanun gayrimenkulü faizle,
krediyle alınması halinde, bunun ödenen faizi maliyete intikal edişini açık,
net söylüyor musunuz? Söylüyor mu? Söylemiyor mu? Okuyun bakalım
Kanunu söylüyor mu? Söylemiyor mu? Şimdi değerli arkadaşlar, adam
gayrimenkulü niçin alıyor? Şunun için alıyor; Bu onu işinde kullanmak için
alıyor. Bu gayrimenkulü alırken, bu adamın nakit parası olmayabilir. Krediyle alır. Şimdi geliyorum arkadaşımın birinci sorusuna. Bu gayrimenkulü
kiraya veriyor adam Gelir elde ediyor. Ama bu gayrimenkulü edinmek için
kredi almış bankadan. Bunun faizini indiremeyeceksin. Böyle bir hukuk
var mı? Sizin Yeminli Mali Müşavirlik mantaliteniz buna uyuyor mu? Siz
bana sorarsanız, ben bu sene iki tane dava kazandım ve çok da güzel.
Danıştay Kararını verdi. Niye verdi? Çünkü realite bu. Adam şimdi bir
yandan faiz ödeyecek, bir yandan o faizle aldığı malın gelirinden bu faizini
düşemeyecek. Yani bu sizin Yeminli Mali Müşavirlik mantığınıza sığıyor
mu?
Şimdi gelelim ikincisine, muhasebe standartları arasında söyleyelim.
Adam gayrimenkulü almış 100 lira, onun defterinde olacak 200 lira. Öbürü
almış 100 lira, onun defterinde olacak 100 lira. Onun bilançosunun aktifi
daha mı zayıf? Öyle mi değerlendireceksiniz? Mevzuatı da biraz siz yaratacaksınız kardeşim yani. Değil mi? Siz yaratacaksınız.
DİNLEYİCİ
Biraz pahalı olur ama.
Dr. VEYSİ SEVİĞ
Hayır, pahalı olmuyor. Hiç pahalı olmuyor. Bir arkadaşınızın sorusuna
da cevap vereceğim. Şimdi burada mı bilmiyorum o. Ben şunu yaşadım
ve yaşadığım insan da bir üniversitenin rektörüydü. Şimdi Sayın rektör, bir
akrabası, iki tane arabası bir tanede iş yeri vardı Kadıköy’de. Bunları satmaya karar vermiş. Yeni bir atölye kuracak. Adamcağız karar veriyor ve de
öyle iyi niyetli bir adam ki, karşısına çok iyi niyetli bir adam çıkıyor.
“gayrimenkulünü ben alayım, bana sat” diyor. Adam da “tabii” diyor. Adam biraz da avans veriyor buna, kanıyor adam. Bunlar gidiyorlar gayrimenkul satışına tapu idaresi, “Satamazsın” diyor. “Niye?” “Zeytinburnu
Vergi Dairesi haciz koydu” diyor. “Ne vakit koydu?” “1998 yılında koydu,
kusura bakma” diyor. Adam parayı da almış, dönüyor arabayla. Alıcı diyor
ki, “Üzülme Mehmet’ciğim parayı bir ara verirsin. İki, üç ay sonra. Üzülme”. Adam bu sefer arabaları satacak. Arabaları satmak için gidiyor. “Yok
satamazsın, Zeytinburnu Vergi Dairesi 1998’de haciz koydu” diyorlar. Kadıköy’de bir avukatla anlaşıyorlar. Avukat davayı İstanbul Vergi Mahkemesi’ne açıyor. Vergi Mahkemesi diyor ki, “Süresi geçmiş. 98 yılında koymuş.
Senin bir kere haciz işlemine ödeme emri gelmiştir. Ona dava açabilirdin.
Açmamışsın. Haciz tatbikinde yedi gün içerisinde dava açman lazımdı,
ama yine açmamışsın. Ret.” diyor. Bu adamı bana Sayın Ömer Faruk
Batırel bana getirdi. Ben dedim ki, “Biz bu davayı kazanırız” Ben de dava
açtım dedim ki, “Ödeme emri tebliğ edilmemiş. Adama haciz işlemi yapılmış,
75
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
haber verilmemiş. Bu adam ne vakit öğrenmiş? Satış anında öğrenmiş.
Avukat ne vakit açmış? 29’uncu günü davayı açmış.” Burada acaba 7 günlük süre mi geçerli? Yoksa 30 günlük süre mi geçerli? Vergi Mahkemesi
reddetti davayı. Danıştay 4’üncü Dairesi onayladı ve nasıl onayladı? Şöyle
onayladı ve dedi ki, “Tahsil edilen bedelin aynen iadesine” Adamdan bir
de tahsilat yapılmış. Şimdi burada bir hukuk çalıştı. İdare’nin yaptığı hatayı biz kabullenirsek, hata yapar. Ama burada da hakkınızı arayacaksınız.
Sonra aynı şey birkaç kişide de çıktı ve oldu. Danıştay aynı kararı verdi.
Şimdi demek ki, bizim bir olayımız var. Kanun maddesi de yanlış olabilir.
Kanun maddesinin yanlış olması Anayasa’daki vergi ödeviyle çeliştiği vakit, karşınıza çıkar. Eğer diyorsa ki, “kanun ve iştirak zancı istisnası budur,
ona stopaj yapacaksın” dediği an, o bir vergilendirme işlemidir. Onu da
ihtilaf konusu yapacaksınız. Pahalıya malolmaz. Ama savunmanızı iyi yaparsanız pahalıya malolmaz. Savunmanızı kötü yaparsanız, çokta pahalıya
malolur ve bu işten de sıkıntı duyarsınız.
Şimdi bu kadarı geldi bana, ben söyledim. Varsa sorusu olan,
DİNLEYİCİ
İktisadi işletmelere kar dağıtımı konusu vardı.
Dr. VEYSİ SEVİĞ
O da stopaja tabi şu anda. Vergi mükellefi olmayan kuruma yaptığın
dağıtımı stopaja tabi tutuyor Kanun. Böyle söylüyor. Bunu değerlendirmek
lazım. Bana bir soru sorunda, İdare’den de bir görüş isteyin yalnız. Bir görüş isteyin de ihtilaf yaratın. Biz mesela, ayda aşağı yukarı 200’ün üzerinde
ihtilaf yaratıyoruz şimdi Ticaret Odası olarak. Ben yarattırıyorum ve çoğu
da lehimize çıkıyor kararların. Çünkü savunmamızı iyi yapmaya çalışıyoruz
ve olayı çözmeye çalışıyoruz. Bir sürü olay yaşıyoruz şu anda. Mesela,
KDV mahsubunu yapmamış, daha doğrusu bir olay daha söyleyeyim.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Yine bir profesör arkadaşımız, bu Türkiye çapında önemli bir kişi. Şu
anda da yurt dışında ve Ticaret Odası Takdir Komisyonu Başkanı. Bu arkadaşımız birdenbire evvelki hafta rahatsızlandı. Yaşı 80 küsur. Ergun
Özsunay. Hocamızın bütün banka hesaplarına haciz koymuşlar. “Nereden
haciz?” diyor. Kimsede gık yok. Ondan sonra buldum. Beyoğlu Vergi Dairesi koymuş. Niye koymuş, biliyor musunuz? Serbest meslek faaliyeti gösteriyor hoca. Serbest Meslek Makbuzları üzerinde kesilen stopajı Geçici
Vergi beyannamesini beyan ederken düşmüş. Senesi dediğiniz vakit, şaşırdık. Sene 1994. Hiç ses seda yok. Burası demiş ki, “Geçici Vergi beyannamesi üzerinden bu stopajı düştü. Niye düştü?” falan, hiç kaale almamışlar. Beyannamenin üzerine bir yazı ”düşemez” diye bir yazı, bir çizgi. Gördük beyannameyi. Bunu tutmuş Hocanın adına Gelir Vergisi beyannamesinden gereksiz stopaj düştüğü için, onu faizden indirmiş. Birde
ne yapmış? 2003 yılında gazeteyle ilanla tebligat yapmış. Hoca Beyoğlu
Vergi Dairesi karşısındaki binada, apartmanın 5’inci katında oturuyor ve
Vergi Dairesi Müdürü de bazı takıldıkları konularda hocayla da görüşüyor.
Aynı zamanda İstanbul Vergi Dairesi Başkanı, eski Defterdar beylerde görüşüyor ve bundan dolayı Hocanın bütün banka hesapları haciz. Adamcağızın kredi kartı da bu hesaptan ödeniyormuş. Ayrıca kızı vefat etmiş üç
76
sene önce kazada. Kızı için bir vakıf kurdu. Vakfın giderleri burada, tabii
bunlar da tahsil edilememiş. Netice itibariyle banka telefon ediyor. “Hocam senin hesapların hacizli, sen bizim kredi kartı borçlarımızı ödemedin.
Vakıftan bizim hesabımıza para geçmedi.” demişler. Bunun üzerine hoca
gidiyor, “Kusura bakma senin borcun var, bu işten” diyorlar. Bu adamcağız çırpındı. Çırpındı. Şimdi açıldı davası, muhtemelen lehimize. Çünkü
Mahkemeyle konuştuk. Lehimize karar verecek ve böyle bir borç yok. Yok
yani ve İdare borcun yok olduğunu da anladı. Orada bir memurun hatası,
şimdi İdare cevap veremiyor da. “Hele bir dava sonuçlansın” diyor. Şimdi
bunlara susacak mısınız yani?
Bir tane sizi için haber vereyim. Bu da iyi bir haber. Şimdi Körfez Vergi
Dairesi’nde var. Muhasebecinin üzerindeki evine haciz koydu mükellef.
Yani mükellef koydurtuyor haczi. Vergi dairesi vergi salıyor müteselsil sorumluluktan. Mükellef te onun evine haciz koydurtuyor. Diyor ki, “Benim
borcumu o yazdı.” Şimdi sevgili Süleyman üstadımız, arkadaşımız tabii bu
çok güzel. Hani geçmişten hukukçu olduğumuz için. Bizim mesleğimiz
hukuka önem vermektir. Haksızlığa veyahut ta Anayasa’nın 73’üncü maddesine aykırı bir vergi kanunu kabullenin diye bizim mesleğimiz yok. Yani
biz hak da arayacağız. Onun için böyle söyledik. Kusura bakmayın. Affedin beni. Onun için, hakkı arayacaksınız. Ben mesela, bizim Ticaret Odası
400 bin küsur mükellef, üyemiz var. Ben onların haklarını arıyorum. Aramak için de çırpınıyorum ve iyi de bir arşivimiz oldu şimdi. Çünkü hep bu
olaylar geliyor. Her gün bir tanesi geliyor.
Son bir şey söyleyeyim. Geçen sene önemli bir matbaa tesisini kapattı. Sekiz tane baskı makinesi kaldı. Vergi dairesine dilekçeyi vermiş. O dönem Gelir İdaresi ve İstanbul Vergi Dairesi Başkanı’na da rica ettik, dedik.
“Ben sekiz tane makine duruyor. Hani bir tane olsaydı kendi üzerine fatura
ederdi. Sekiz tane ticari amaçlı duran makineler. Ben burasını çalışıyor görüyorum. Kapatamazsın.” diyor. Adam gidiyor, dilekçeyi veriyor, iki gün
sonra ağlayarak geliyor. Ne yapılabilir böyle bir durumda? Vergi Dairesi
Başkanı’na da söylüyorsun, diyor ki, “Üstat sekiz makineymiş, buna kapatma olmaz.” Adam üzerine fatura kesecek, alacak. Diyor ki, “Yok üstat,
sekiz makine faturasız kapatma olmaz.” Dava açtık ve İstanbul Vergi Mahkemesi de öyle bir karar verdi ki, ibreti alem. Diyor ki, “İşyerinin faal olduğunu tespit etmeden, burası faalmiş gibi mükellefin dilekçesini dikkate almadan kapatma işlemi yapılmaması, Yasa’ya aykırıdır.” Şimdi, yani haksız
mı bu adam? Nitekim kapattı. Makineleri kendi üzerine fatura etti ve de
sattı şu an. Gazete ilanıyla sattı. Ama bunları hep yutmak zorunda değilsiniz. Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Biz teşekkür ederiz. Sayın Seviğ inşallah bu kazandığınız davalar İstanbul Ticaret Odası’nın internet sayfasında Danıştay Kararları yayınlansa
da biz de yararlansak.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
Dr. VEYSİ SEVİĞ
Üstat, keşke böyle bir hakkımız olsa da.
77
1 5 OC AK 20 0 8
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Sizin yazılarınızı okuyoruz, kesiyoruz, saklıyoruz. Yani bir emeğe katkınız da böyle olur. Efendim şimdi Sevgi Aslantaş hanımefendinin bir sorusu var. Buyurun.
SEVGİ ASLANTAŞ
İştirakten zarar olması halinde, ne yapacağımızı, biz 25’e 75, yani
25’ini zarar yazabiliriz diye düşünerek bir mukteza talebinde bulunduk. İstanbul bize “Hiç bir şey yazamazsınız” diye yazdı. O da bir dergide yayınlandı, “Yazılmaz” diye. Sonra Ankara’ya yazdık. Ankara, “Hepsini, bütün
zararı gider yazabilirsiniz” diye yazdı.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Evet çok teşekkür ederiz. Şimdi Sayın Veysi Seviğ hocayı yolcu ediyoruz. Kendilerine çok çok teşekkür ederim. Sağolun efendim. Evet şimdi
Sayın Süleyman Genç’in bazı katkıları olacak. Değerli meslektaşım buyurun mikrofon sizde.
SÜLEYMAN GENÇ
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Teşekkür ederim. Aslında ben fazla bir şey söylemeyeceğim, ama bir
noktada Veysi Seviğ beyi destekleyecek tarzda bir, iki cümle söylemek
istiyorum. Gerçekten bizlere şu anda var olan Vergi Mevzuatının
uygulayıcısı olarak, tabii İdare’nin açtığı minderde güreşiyoruz. Kendine
göre bir minder kurmuş. Bizi devamlı o mindere çekiyor. Şimdi Hocamın
dediği çok doğru, ama şimdi diyeceksiniz ki, “Bizim görevimiz mi?”
Avukatlar bu işin içinde. Aramızda avukat var mı, bilmiyorum. Maliyeci
kökenli avukatları saymıyoruz, ya da muhasebe kökenliyiz. Bu şimdi işini
başka türlü yapmış demektir. Yani normal bir avukat bu konuları bilmez,
çünkü konu vergi. Şimdi bizim bazı alanlarda kendi işimizle ilgili olarak
destekler vermemiz lazım. Maliyenin çizdiği bu alanın dışında bir başka
alan yaratıp oraya çekmeniz lazım. Bu da hukuk alanı. İdereyi oraya
çekmek lazım, yoksa bu ızdıraplar bitmez. Çünkü hukuk olmazsa herkes
haksızlık yapabilir isterse. Çünkü o kadar kolaydır ki haksızlık yapmak.
Ama haklı davranmak, doğru davranmak, adil davranmak zordur. İncelik
ister, nezaket ister, başkalarının haklarına saygı ister. Bunların hiçbirini
İdare yapmak istemez. İdare objektif bir canlı gibi görür kendisini. Uygular.
O bakımdan, hakikaten mümkün olduğunca aklımızın yatmadığı şeylere
tavır koymamız gerekir. Bir şey aklımıza yatmıyorsa büyük ihtimalle
hukuka aykırıdır. Ondanda emin olabilirsiniz. Çünkü benimim en çok
uyguladığım metod aklımın yatmadığı, mantığımın süzgecinden
geçemeyen hiçbir şeyin hukuki olmadığına inanırım. Hepimizin aklı bu
şekilde çalışıyor, ama pozitif hukukla karşılaştırmasını yaptığımızda, biz
hep kendimizi ikinci plana çekiyoruz. Yani kanun böyle diyor. Ama bu
kanun acaba doğru mu söylüyor? Bence bizim aklımız ve vicdanımız
bunun en güzel ölçüsü. Birçok haksızlıklar ortaya çıkıyor. O zaman hukuk
alanında mücadele yapmak lazım. En azından mücadele yapanlara
destek vermek, bu konuda teknik destekler vermek lazım.
78
Basit bir örnek vereceğim. Konunun dışına çıkmış gibi oluyorum, ama
değil Veysi bey de söyledi. Vergi hukukumuzda PTT yoluyla Tebligat olayı
tam bir keyfiliğe mahkum. yani Bugüne kadar uygulamaya bizden ciddi bir
itiraz yükselmedi. İdare nasıl oluyor PTT yoluyla İadeli Taahhütlü Tebligat
yapmaktan vazgeçiyor da, İlan yoluyla tebligat yoluna baş vurabiliyor.
Bunu İdare’ye kimse sormuyor. Örneğin İdare mükellefin bir dönemini
takdire gönderiyor. Beşinci yılın sonunda. Komisyon sizin önünüze bazı
rakamlar çıkarır. Uğraş. Peki, ama bir enteresanlık var, kararlar Aralık’ın
15’inde çıkarır. Kararlar vergi dairesi müdürlerinin önlerine gelir. Müdür
düşünür, “Ben ne yapayım bunu şimdi? Tebligat yapsam, gitti, geldi, ya
zamanaşımına uğrarsa.” Kolayı var. Bilinen adres varken ilanen tebligat
yoluna gidiyor. İlan tahtasına asıyor bir liste, kağıt parçası diyeceğim artık,
hiçbir anlamı yok. Ondan sonra bir bakıyorsunuz 15 sene sonra, ödeme
emri gelmiş. Peki her şey haklı diyelim. Takdirler haklı, her şeyler doğru.
Bir alacak zamanaşımına uğramaz mı? Hayır, Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir alacağı zamanaşımına uğramaz. Cinayet işlersin, zamanaşımına uğrar.
Adam dolandırırsın zamanaşımına uğrar. Devletin malını yağmalarsın zamanaşımına uğrar, ama vergi olursa, asla zamanaşımına uğramaz. Niye?
Çünkü memur, ödeme zamanaşımı dolmasın diye vezneye 1 lira yatırır,
tahsil zaman aşımı durur. Bu olacak şey mi? Kim yatırmış? Nerede yatırmış? İspat etsin. Bunlara girmemiz lazım. Yani o parayı mükellefin vezneye
yatırdığı ispat edilsin. “Ben yatırmadım” diyorum, çıkıyor “Yatırdınız”,
diyor. İlanen tebligatta “Sizin adresiniz bilinmiyordu, bulunamadı”. Peki
güzel, bir an için doğru kabul edelim, bulunamadı. Nasıl bulunamadı?
“Efendim ben postacıya verdim bu mektubu. Postacı gitti, bulunamadım
dedi, karta yazdı, ismini yazdı, tarih, saati yazdı, imzaladı, getirdi. Buyurun
kartı.” Ben bu kartı mahkemeye getirtemedim. Biliyorum, çünkü böyle bir
şey yok. Cüretli bir yargıç demedi ki, “ Ey İdare nerede senin bu iade kartın? Nerede bu pembe kağıt?” Yargıç demiyor. Bakıyorsunuz, sanki biz
böyle bir şey söylememişiz gibi başka konulara giriyor. Kardeşim tebligat
yok. Yapılmamış. Usulüne uygun değil. Adam resmen hukukla dalga geçiyor. Buna en çok yargıcın üzülmesi lazım. Çünkü burada aldatılan adalet
aslında. Tamam, mükellef bir anlamda zarara uğruyor, ama adaletin arandığı yer mahkeme. Mahkemenin bu konularda, özellikle öne süren kişisi
açısından sorgulamayı sonuçlandırmalıdır. Ben diyorum, “Bu böyle olmuştur” hiç kimsenin ilgilendiği yok. Bunların hakikaten mücadelesini vermek
lazım.
Bakın evvelki gün aramızda bir konuşma vardı, Damga Vergisi nedir?
Ne değildir? KDV iadesi sözleşmelerinde var bu konu zaten. Bir türlü
halledilemiyor. Sonuçta dedik, “Bu verginin kalkması lazım.” Düşünebiliyor musunuz, iki kişi aralarında akit yapıyor. Diyor ki Maliye “Taraflar tüccar değilse akit damga vergisine tabi değil. Ama notere giderse Damga
Vergisini alırım.” Bunun Türkçesi nedir biliyor musunuz, ne anlama geliyor? İki kişi arasında anlaşabiliyor ancak güvenemiyorlarsa “Kardeşim biz
notere gidip sözleşmeyi imzalayalım ki ileride kimse imzasını inkara kalkmasın. Mahkemeleri de boşuna uğraştırmayalım. Bunu noterde yapılım.
Sağlam bir delil yaratalım. Hukuk yaratalım.” dediği zaman Damga Vergisi Kanunu diyor ki, “Bir dakika biz belgeli çalışmayız. Biz böyle bir devletiz,
belgeli çalışmıyoruz” “Niye?” “Sen notere gidersen, senden şu kadar para
alırım” Pul parası ödenmesin diye yapılan anlaşmaların bir kısmı imza in79
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
karıyla mahkemeye intikal ediyor. Ondan sonra mahkemeler uğraşıyor.
Niçin buna müsaade ediliyor? Yargı, İdare, Yasama hepsi bir bütün değil
mi? Bu güçler birbirinin değirmenine su taşıyacağına, tersine iş yapıyorlar.
Notere gidince Damga Vergisi de var. Niye? Çünkü notere gittin mi, sağlam bir iş yapıyorsun.
Başka bir şey söyleyeyim. Yok icaptı, kabuldü, bir sürü şeyler konuşuluyor. Tüccar birbirlerine evrak gönderirken. Fiyat eklendi icap, kabul etti
akittir. Maliye olarak ne yapmak istiyorsunuz? Siz kayıt dışı ekonomiyi teşvik ediyorsunuz. Evet, zaten belli teşvik ettiği, şuradan belli; fişlerle vergi
iadesini kaldırdı. Demek ki öyle bir problemi yok aslında. Peki problem
ne? Ben çözemiyorum. Damga Vergisi’nde ısrar ediyor. Herkes gizli yapsın anlaşmasını, uyduruk kağıtlarla. Ondan sonra vergi de kaçar, ihtilaflar
bitmez, bu yüzden insanlar birbirini öldürür. İşte bütün bunlar düzeltilmesi
gereken, basit gibi görünen, ama günlük hayatımızı zehir eden şeyler.
Bence bunları önemsememiz gerekiyor. Çünkü bizde birikim var, donanım
var. Entellektüel birikim var, ama bence entellektüel cesaret yok. Yani belki de tam bir entellektüel olamamamızın nedeni bu noksanlığımız. Çünkü
kurulu düzenin bozuk çarkını çalıştırmak değil bizim görevimiz, böyle bir
çarkı döndürmek değil. Çarkın hukuka uygun dönmesini sağlamak gerekir. Ben bu bakımdan Veysi Seviğ’in saptamalarına katılıyorum. Teşekkür
ederim.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Teşekkür ederiz, Sayın Genç. Sayın Leyla Kıyat’ın ilavesi yok. Sayın
üyelerimizden katkıda bulunmak isteyen varsa, Sayın Hüsnü Erdoğmuş
buraya bir kağıt bırakmış. “Katkıda bulunmak ve soru sormak istiyorum”
diyor. Sayın Erdoğmuş yalnız sizden istirham edeceğim. Beş dakikayla sınırlandırmak mümkün mü? Teşekkür ederim efendim. Kürsüye buyurunuz
efendim.
HÜSNÜ ERDOĞMUŞ
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Saygıyla selamlıyorum. Konuşmamı kısa tutacağım. Şimdi konuşmanın son turunda Sayın Veysi Seviğ ve hocam ve Sayın üstadım yani son
dakika golleriyle benim yapacağım konuşmayı biraz yumuşattılar. Şu anda
biraz daha pratik bir tespit yapacaktım. Gene bir toparlama yapacağım.
Fakat benim her zaman kafamda kurduğum bir fantezi var. Burada hep
dışarıda konuşulanlar ve de burada içeride konuşulanlar diye ikiye ayırıyorum bizim meslektaşlarımızın konuşmalarını. Dışarıda konuştuklarımız ve
içeride konuştuklarımız. Kafamda bu içeride konuştuklarımızı da ikiye ayırıyorum. Makale olabilecek şekilde düz konuşmalar, teorik, virgülsüz, noktasız, hatasız böyle konuşmalar. Bir de benim yine hayalim makale olamayacak, yani çözüm yapıyor ya arkadaşlar, çözümlenemeyecek derecede aktif konuşmalar. Şimdi burada bizim günümüzün konusu dönem sonu
işlemleri. Çözümlenemeyecek derecede ne kadar aktif konuşma yaparsak, biz kendi mesleğimizde, özellikle mühür sahibi arkadaşlara sesleniyorum. Çok ilerlere gideriz ve buradan çok mesajlar veririz. Çok güzel bir
toplantı oldu. Sevgili hocalarım çok güzel anlattılar. Fakat bizim en gencimiz, ben 50 yaşındayım. Bu Odanın gençlerinden sayılırım. Yani dolayısıyla biz bunları zaten biliyoruz. Fakat ne yapmamız lazım? Burada çok hızlı
bir seansla yaşadıklarımız bizim anlatmamız lazım. Oradan bir arkadaş çıkıp
80
demeli ki, “Ben üç tane bilanço onayladım. Kasaları bu kadardı. Yapacak
bir şey bulamadım.” Ben beş tane bilanço onayladım. 131 hesap buydu,
331 buydu” Çünkü piyasanın gerekleri var. Ekonominin gerekleri var. Patronların istekleri var, anlatabiliyor muyum? Ve sonuçta biz ne yapabiliriz?
Bunlara karşı nasıl bir mesaj verebiliriz? Ve yukarıdakiler de hayatın, ekonominin Türkiye’nin gerçeklerine göre neler yapabilirler? Mesela az önce
gayrimenkulle ilgili soruyor. Sayın Veysi hocama ben sordum. Yaşadım bu
olayı. Benim bir firmam denetim geçirdi. Aslanlar gibi vergisini ödeyen,
son derece düzgün ve sahibi de kendi dalında Türkiye’de isim sahibi olmuş vatanperver bir adam. Vergide hiç problemi olmadı. Ama almış olduğumuz bir gayrimenkule Maliyedeki genç arkadaş, hedefi çünkü mutlaka
bir şey çıkarmak. Sene sonunda “Ben bu kadar ceza kestim” demek.
Kaydettiğimiz faizi gider kabul etmedi. O gayrimenkul aktife girmiş, gelir
de getiriyor ve oradan matrah farkı da çıkardı. Benim kariyerim zedelendi
Yeminli Mali Müşavir olarak. Yani sonuçta burası sivil toplum örgütü, bakın
çok önemli. Burası Yeminli Mali Müşavirler Odası. Biz mesleğimizde bir takım şeylerin arkasında ne kadar durursak, biz o kadar güçleniriz. Ne oldu?
Yeminli Mali Müşavir olarak benim kariyerim zedelendi. Yani benim “doğru” dediğim bir şeye, Maliyedeki arkadaşım “yanlış” dedi ve ceza kesti.
Bakın cezalarda da öyle bir hesap var ki, size bir ceza kesiliyor, sonra bu
ikiye, üçe katlanıyor. Gecikmesi, şusu, busu önünüze bir rakam konuyor.
Sonra sizi çağırıyorlar, dört tane adamın önünde oturuyorsunuz. Bunu %
90 indiriyorlar ve bir noktaya getiriyorlar ve patron şöyle düşünür, “Ben
bununla uğraşırsam, mahkemeye gidersem, ya kaybedersem” diyor ve
parayı ödüyor anlatabildim mi? Dolayısıyla şimdi burada yaptığım tespit
bu. Yani bizim burada makale olmayacak şekilde bangır bangır tespitler
yapmamız lazım. Yani bizim şirketlerimizin pek çoğunda kasalarda milyarlar var. Ne yapacağız arkadaşlar? Yani bu kaçınılmaz. Bakın gayri resmi
giderek kalkıyor büyük şirketlerde. Niye? İthalat yapıyor. İhracat yapıyor.
İmalat yapıyor. Afedersiniz çalınmamak ve kazıklanmamak için patron “her
şeyi resmiyet altına alın” diyor patron. Ne oluyor? Gelir bacakları aslanlar
gibi sağlam oluyor, her şey faturalı. Fakat gider bacaklarında kaçaklıklar
var. SSK mevzuatı yüksek, yani bizim büyüklerimiz söylüyor. Yani bu SSK
göre herkes tam gösterilirse firma top atar diyor. Maliye Bakanı’nın böyle
tespitleri var. Yani dolayısıyla ne yapıyor? Oradan bir eksik, buradan bir
eksik bunların hepsi kasada para olarak kalıyor.
Mesela geçen bir makalede okudum ben ciddi bir dergide. Arkadaşın
biri diyor ki, “Kasadaki parayı adatlandıracaksınız, kasa bakiyesini, bunu
faiz hesaplayıp bir faturaya kesip ve ortağı yıkacaksınız.” . O şirketin 500
tane ortağı varsa, kime yıkacaksınız? Yani arkadaşlar bunları bizim burada
konuşmamız, ortaya koymamız lazım.
Bir örnek daha vereceğim arkadaşlar. Ben özel sektörde yöneticilik
yaptım, oradan geldim. Bir inat uğruna Yeminli Mali Müşavir oldum. Yoksa ben ticaretin içindeydim. Ama iyi muhasebeciydim. Burada hocamız
söyledi. Ben de muhasebeciyim. Yalnız bakın başımdan bir olay geçti.
Benim bir firmamın başından yangın geçti. 1,5 trilyonluk makineleri bir anda yandı. Fakat çok enteresan, bu firmanın sahipleri kesinlikle sigortayla
alakalı değiller. Hani bankalar, sigorta bunlara girmeyen bir kesim var ya,
sigorta yaptırmamışlardı, bu kadar söylememe rağmen. Ben bunun üzeri81
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
ne vergi dairesine müracaat ederek, bir sene oldu bu olay olalı. Komisyon
raporu çıkarmaya çalıştım ve firmamın sahibini çok büyük vergi dairesinin
birinin müdürünün yanına getirdim. Duruşu, bakışı, mükellefe yaklaşımı,
tavırları yani bunlar çok yanlış şeyler. Orada ben meslek adına utandım,
anlatabiliyor muyum? Ve inanır mısınız, sonra müracaat ettik, ben onu
mahkeme kararıyla gider yazdım. Bir senede o Komisyondan rapor gelmedi. Bu arkadaşlar ülke için çalışıyorlar. Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde çok enteresan insanlar var Türkiye’de. Gidin, gezin, Manisa’yı gezin, Gaziantep’i gezin, Konya’yı gezin. Çok enteresan imalatlar var. Türkiye’nin çok acayip potansiyelleri var. Mesela, biri telefon açıp, “Kardeşim
geçmiş olsun” diyen yok. İşçiler işsiz kaldı. Elli kişiyi çıkardık. SSK’dan bir
arayıp da “geçmiş olsun” diyen yok. Bakın bunlar hayatın gerçekleri. Biz
bu Oda da hayatın gerçekleriyle ilgili muhabbet yapmamız lazım. Ortaya
onları koymamız lazım. Yazmamız lazım ve buralardan mesajlar çıkarmamız lazım. Yoksa, sakın yanlış anlamayın bizim toplantımız çok faydalı.
Ama artık yani bilgi bir tuşa dokunmak kadar uzakta, burada hocamın 370
hesabı çok güzel anlatması, 71’i anlatması çok gerilerde kaldı. Onlara
gençler bakar. Hep aklımda benim onlar. Ama başka tespitler yapmamız
şart.
Sonuçta bir cümleyle bağlıyorum. Ben diyorum ki, bugün bizim Odamızın toplantısının adı “Dönem Sonu İşlemleri”, bu başlığa bir şey ilave ediyorum. Diyorum ki, “Dönem sonu işlemlerinde kaçamadığımız gerçekler”. Teşekkür ediyorum ve saygılar sunuyorum.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Evet, çok çok teşekkür ederiz Sayın Hüsnü Erdoğmuş. Yazarlığınız da
varmış, ne güzel. Yani “en genç ben” diyorsunuz, ama burada Sayın Süleyman Genç var.
SÜLEYMAN GENÇ
Espri benim yalnız,
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Ne yapalım, ben de onu kullandım arkadaşlar biraz daha aktivite olsun
diye. Evet buyurun efendim.
MEHMET YALÇIN
Sayın Başkanım, değerli üstatlar. Önce giyimim için özür diliyorum. Bir
seyahatten bugünkü toplantı için döndüm. Sorum ve paylaşımım Sayın
Leyla Kıyat hocamla ilgili.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
Alınmış olan sabit kıymetlerin gerek aktifte alındığı yılda yüklendirilecek her türlü banka faizlerinin, kur farklarının maliyetine ekleneceğini biliyoruz. İlgili tebliğ de bunu belirtiyor. Aktifleştirme yılının daha sonraki takip
eden yıllarda bir serbestlik var. Yani mükellef isterse gider hesaplarına intikal ettirir, isterse maliyet unsuru olarak devam ettirir. Buna yönelik 334
nolu usul hukukumuzun bir tebliği de söz konusu. Şimdi Sayın hocam özellikle son iki yıldır, sizinle paylaşmak istiyorum ve değerli görüşlerinize
sunmak istiyorum. Son iki yıldır kurlar düşüyor. Yapılmış olan uzun vadeli
82
yatırımlarda kur farkları artık terse dönmeye başladı. Geçmişte aktifteştirme yılını takip eden yıllar gider yazılıyordu ve mükellefler için de kolaylık
sağlanıyordu. Şimdi bu kur farkları öyle büyük rakamlara ulaştı ki, burada
bir problem var. Bir, isterseniz maliyet unsuru yapıyorsanız, seçimliliğiniz
şu demektir? Yani “maliyeti azaltıcı yönde de işlem yapıyorsunuz” demektir. Ancak, diyelim ki birinci yıl veya ikinci yıl amortismanlarını yüksek değerlerden ayırdığınız bir makine teçhizat, takip eden yıllarda düzeltme yoluyla değerini düşürmüş oluyorsunuz. Burada bu görüşte farklı bir uygulama düşünür müsünüz? Muhasebe kayıtlarında bunun nasıl izlenmesi gerektiği konusunda bize yol gösterirseniz sevinirim. Teşekkür ederim.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Biz teşekkür ederiz, ama bu arada bir kutlama yazısı daha aldık Onu
paylaşmak istiyorum. İsa Coşkun Maliye Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı,
toplantının başarılı geçmesini diliyor. Buyurun Sayın Kıyat.
LEYLA KIYAT
Teşekkür ederim. Şimdi ihracatla ilgili kur farklarının düştüğü zaman,
bu sorunun başka bir şekli daha evvel tartışılmıştı toplantılarda ve denmişti
ki, “601 hesaba ihracatla ilgili kur farkları lehe olanlar yazılıyor. Aleyhe olanlar da gene 601 hesabın altına mı yazılacak?” ve o toplantılarda görüş
birliğine varmıştık ki, aleyhte olan kur farklarının da nasıl lehe olanlar orayla ilişkilendirildiyse, yine oradan tenzil edilmesi yönündeydi. Çünkü kur
farklarının ilişki olduğu yerin adresi verilmişti bize. Benim şahsi fikrim, aktiflerle ilgili, sabit kıymetlerle ilgili kur farklarının da aktifin değerini aşağıya
çekmesi halinde de oraya yazılması kanaatindeydi. Ama burada bir önceki
yılda yazılan amortismanların daha sonraki yıl değişeceğinden bahsetmekteyiz. Neticede amortisman faydalı ömür süresince ortadan kaldırılması gereken, sonunda da bir kalıntı değeri, bir iz bedeli bırakılması gereken işlemlerimizde kullandığımız bir oran bana göre. Muhasebeye göre de
böyle. Neticede biz faydalı ömrün sonunda sadece onun hurda değerini
orada bırakacağız. O zaman değeri düştüğü takdirde de, bunun amortismanının o değer üzerinden ayrılmasında bana göre bir beis yok. Ama katılımcıların burada değerli görüşlerine başvurmak isterim. Onlar ne düşünüyorlar?
MEHMET YALÇIN
Burada mükellefe şu imkanı veriyoruz anlamına gelir mi? Kurların arttığı yılda giderlere yazınız bu uzun vadeliyse, kurların düştüğü yılda da
maliyet düşürücü işlem yapınız imkanını veriyor mu? Ama 334 nolu Tebliğde, aktifleştirme yılından sonra tamamen inisiyatif mükellefte. Yani istediği yıl, bu demektir ki kur farkı arttığı yönde bir zaman dilimi varsa, bunu
gider hakkını kullanabilir. Takip eden bir sonraki yılda da diyelim ki, kurlar
şu andaki gibi terse döndüyse o zaman gider yazmaktan çekinip bunu.
Çünkü şu anlamda söylüyorum .
LEYLA KIYAT
R A P O R
Ben de süreklilik ilkesini kesinlikle benimsiyorum. Çünkü bilanço ilkeleri de onu söyler. Bir sistemi benimsediğinizde, aynı sistemi kabullenmeniz gerekiyor.
83
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
MEHMET YALÇIN
Aynı düşünceye sahibimi, ancak tartışmak istiyorum Sayın hocam.
Şimdi bilançolar artık, geçmişte bildiğimiz vergi bilançosundan (vergi bilançosu mu olurmuş) çok işletmelerin yaşayabilmesi için banka, yani kredi
bilançosuna yönelik düzenlenmekte. Eğer mükellef isterse, bunu biraz
önce arz ettiğim gibi, vergiyi tartışıyoruz, muhasebe ilkelerini tartışmıyoruz
burada. Sürekliliğe hem fikir olmama rağmen, diyor ki, “aktifleştirme yılından sonra seçimlik hakkı mükellefin” Şu anlama gelir mi diye paylaşmak
istiyorum. Arttığı yıllarda gider yazalım, düştüğü yıllarda maliyet azaltıcı işlem yapalım, diye düşünüyorum.
LEYLA KIYAT
Maliye öyle düşünmüyor, bende öyle düşünmüyorum.
MEHMET YALÇIN
Aynı düşünceyi ben de ilgili mükelleflere aktardım. Süreklilik esastır.
BAŞKAN HÜSEYİN PERVİZ PUR
Yani genelde bu süreklilik devam ediyor. Değiştiremiyoruz. Teşekkür
ederiz. Başka var mı efendim? Yok, peki. O zaman toplantıyı kapatıyorum.
Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Çok sakin ve güzel bir şekilde bir
toplantı yapmamıza olanak verdiniz. Yeni Yılınızı ve Bayramınız kutluyoruz
efendim. Sağolun. Kokteylimiz var aşağıda, buyurun bekliyoruz.
R A P O R
08/1 - 2 - 3 - 4
1 5 OC AK 20 0 8
84

Benzer belgeler