Türk siyasetinde yeni bir dönüm noktası: 7 Haziran 2015...20

Transkript

Türk siyasetinde yeni bir dönüm noktası: 7 Haziran 2015...20
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Haziran 2015 Sayı: 26
Ayl ı k sürel i yay ı n
Türk siyasetinde yeni bir dönüm noktası: 7 Haziran 2015...20
Maneviyatı, rahmeti ve bereketiyle hayatı saran Ramazan...44
TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Erol Kaya:
Çevreye hassasiyet gösterilmesi geleceğimiz açısından önemli ve gereklidir...56
Türk-İslam sanatının nadide eseri: Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası...50
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Haziran 2015 Sayı: 26
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Enver Uygun
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 01.06.2015
HAZIRAN 2015
İÇİNDEKİLER
20
TÜRK SIYASETINDE YENI
BIR DÖNÜM NOKTASI:
7 HAZIRAN 2015
32 Türkiye, Avrupa
Ali Ilıksoy:
Birliği normlarına
uygun yeni bir
anayasaya kavuşmalıdır
56 Çevreye hassasiyet
TBMM Çevre Komisyonu
Başkanı Erol Kaya:
gösterilmesi
geleceğimiz açısından
önemli ve gereklidir
DR. ABDULHEKIM KOÇIN:
36 DOÇ.
TBMM Başkanlığı, 95 yıldır
arşivinde muhafaza ettiği
İstiklal Mahkemeleri belgelerini
araştırmacıların hizmetine
sunarak çok önemli bir
çalışmaya imza atmıştır
60 Siyasette başarı,
Halil Ürün:
halkın gönlüne
girmek ve yaptığınız
hizmetlerle anılmaktır
50 TÜRK-İSLAM SANATININ NADIDE ESERI: DIVRIĞI ULU CAMII VE DARÜŞŞIFASI
66 TÜRKIYE-PORTEKIZ PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI ÖMER SELVI ILE SÖYLEŞI
74 MAHMUT GÖKSU ILE YENI DÜNYA VAKFI ÜZERINE
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
9 HABERLER
16 DÜNYADAN
64
TARIHÎ VESIKALAR: BALTALIMANI TICARET ANTLAŞMASI
70 MILLÎ DEĞERLERIN ATEŞLI SAVUNUCUSU MEHMET EMIN YURDAKUL
78
TARIH SAHNESI
86
ERBAY KÜCET: MISKETSIZ DÜĞÜN OLMAZ!
88 KITAP
90 MÜZIK
91 FILM
92
VEKILLER NE OKUYOR / NE IZLIYOR
94
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
95
CHP ISTANBUL MILLETVEKILI KADIR GÖKMEN ÖĞÜT ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
96 UNUTMAYACAĞIZ
26
YÜZYILLAR ÖNCESINDEN
GÜNÜMÜZE
ROMANYA’NIN
SIYASI TARIHI
44
MANEVIYATI, RAHMETI VE
BEREKETIYLE
HAYATI SARAN
RAMAZAN
82
HALK EZGILERINI ÖZ MUSIKIMIZLE
HARMANLAYAN BESTEKAR
SADETTİN KAYNAK
BAŞKAN’IN MESAJI
SIYASAL KÜLTÜR VE SEÇIMLERIMIZ
D
emokrasinin olmazsa olmazı seçimler, bu yönetim biçiminin insana verdiği önemin bir göstergesidir. Vatandaşların oy kullandığı seçimlerin ne zaman ve nasıl yapılacağı, hangi kurallara tabi
olacağı ve kimler tarafından denetleneceği önemlidir. Demokratik hukuk devleti olan ülkemizde
seçimlerle ilgili kurallar Anayasa’da ve bu konuda çıkarılmış yasalarda açık şekilde düzenlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk çok partili genel seçim 1946 yılında yapılmıştır. 14 Mayıs 1950
tarihindeki seçimlerle hız kazanan demokratik sürecimiz 1960 darbesiyle darp edilmiştir. 1971’deki
askerî muhtıra ve 1980’deki darbe dönemleri de demokrasimizi ağır hasara uğratmıştır. 12 Eylül askerî
darbesi sonrasında 1983’te “eh işte” kabilinden demokratik görüntüler oluşsa da sıkıntılar vesayetçi
sistemle devam etmiştir. Ciddi sorunlarla 2002 yılına gelinmesinden sonra ise demokrasi konusunda
gözle görülür gelişmelere şahit olunmuştur.
Bilindiği gibi 7 Haziran 2015 tarihinde Milletvekili Genel Seçimleri yapılacaktır. Genel seçimler neticesinde seçilecek milletvekilleri parlamentoda halkı temsil edecek kişilerdir. 550 milletvekilinin yer
aldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri Anayasa’da belirtilmiştir. Bunlar, zihin dünyamızda şöyle bir sıralayacak olursak, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulu’nu
ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kurulu’na belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi vermek; bütçe ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşüp kabul etmek; para basılmasına ve
savaş ilanına karar vermek; uluslararası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak; genel ve özel
af ilanına karar vermek ve Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen salahiyetleri kullanmak ve
görevleri yerine getirmektir.
TBMM’nin üyesi olarak Meclis’te görev yapan milletvekilleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini
seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler. Vatandaşlar, milletvekillerinden seçimler öncesinde
kendilerine verdikleri sözleri tutmalarını beklerler. Bu nedenle milletvekili adaylarının yerine getiremeyecekleri konularda vaatte bulunmamaları gerektiğini hatırlatmakta yarar vardır.
Bir milletvekili görevde bulunduğu süre içerisinde yaşam biçimi, söylemleri ve davranışlarıyla topluma örnek olmalıdır. Halkın ihtiyaç duyduğu hizmetleri yerine getirebilecek ve sorunlara gerek ulusal,
gerekse yerel düzeyde çözüm üretebilecek bilgi ve beceriyi ortaya koymalıdır. Ayrıca her attığı adımda
kamu yararını ön planda tutmalıdır. Bir başka önemli husus ise milletvekilinin tüm faaliyetlerinde,
temsil ettiği millete karşı açık ve şeffaf olmasıdır. Bu nedenle, yapılan çalışmalarla ilgili bilgilerin
çeşitli iletişim araçları kanalıyla sürekli olarak halka ve sivil toplum kuruluşlarına aktarılması ihmal
edilmemelidir. Tüm bunların yanı sıra milletvekilleri her konuda demokratik kurallara uygun hareket
etmeli, kişisel davranışlarından dolayı ortaya çıkabilecek ve suç teşkil edebilecek durumlarda soruşturmaya ve yargılanmaya daima açık olmalı, TBMM’de kararlarını verirken hür iradelerini kullanmalı
ve ettikleri yemine sadakat göstermelidirler.
Huzur ve barış ortamında birlikte yaşama kültürümüze katkı sağlayacağından emin olduğum
seçimlerin hayırlı olmasını diler, selam ve saygılarımı sunarım.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
Kahramanmaraş Milletvekili
BIR MILLETVEKILI
HALKIN IHTIYAÇ
DUYDUĞU
HIZMETLERI YERINE
GETIREBILMELI
VE SORUNLARA
GEREK ULUSAL,
GEREKSE YEREL
DÜZEYDE ÇÖZÜM
ÜRETEBILMELIDIR.
BİRLİK’TEN
TÜRK PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDE 17. OLAĞAN
GENEL KURUL
2012 YILINDAN BU YANA KAHRAMANMARAŞ MILLETVEKILI
NEVZAT PAKDIL’IN GENEL BAŞKANLIĞINDA ÖNEMLI
FAALIYETLERE IMZA ATAN TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI,
25 HAZIRAN’DA 17. OLAĞAN GENEL KURUL’A HAZIRLANIYOR.
39 yılı geride bırakan Türk Parlamenterler Birliği’nin (TPB) 17.
Olağan Genel Kurulu, 25 Haziran 2015 tarihinde yapılacak. Saat
14:00’te TBMM Grup Salonu’nda gerçekleşecek Genel Kurul
toplantısının gündeminde, açılış, saygı duruşu, İstiklal Marşı’nın
okunması, Başkanlık Divanı seçimi, 2012-2015 yılları Genel Yönetim ve Denetleme Kurulları raporlarının ayrı ayrı okunması,
görüşülmesi ve kurulların ayrı ayrı ibrası, 2015-2018 yıllarına ait
tahmini bütçenin görüşülmesi ve onaylanması, Genel Yönetim
Kurulu, Denetleme Kurulu, Disiplin Kurulu ve Yüksek Danışma
Kurulu asil ve yedek üyelerinin seçimi, tüzük değişikliklerinin görüşülmesi, dilekler ve kapanış yer alacak.
Türk Parlamenterler Birliği’nin 16. Olağan Genel Kurulu 2012
yılında yapılmış ve Yönetim Kurulu şu isimlerden oluşmuştu:
Genel Başkan: Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Genel Başkan Yardımcısı: Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Genel
Sekreter: 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coş-
5
kun, Genel Sekreter Yardımcısı:
23. Dönem Uşak Milletvekili Nuri
Uslu, Sayman: Malatya Milletvekili
Ömer Faruk Öz, Yönetim Kurulu
Üyeleri: Niğde Milletvekili Alpaslan
Kavaklıoğlu, Çorum Milletvekili
Cahit Bağcı, 20. Dönem Kastamonu Milletvekili Haluk Yıldız, 21. ve
23. Dönem Karaman Milletvekili
Hasan Çalış, Aksaray Milletvekili
İlknur İnceöz, Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı, İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş, 22. ve 23.
Dönem Konya Milletvekili, Millî
Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem, Burdur Milletvekili Ramazan
Kerim Özkan, Şanlıurfa Milletvekili
Yahya Akman.
TBMM Üyeliği Kanunu için
önemli çalışmalar yapıldı
Türk Parlamenterler Birliği son
üç yıllık dönemde yoğun faaliyetler gerçekleştirdi. Bu faaliyetler arasında ön plana çıkanlardan biri, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Üyeliği Kanunu Teklifi’nin
hazırlanmasına ve Genel Kurul
gündemine alınmasına yönelik
çalışmalar oldu. Milletvekillerinin
kendilerine ait bir kanuna kavuşması amacıyla gerçekleştirilen
girişimler çerçevesinde siyasi partilerin genel başkanları ziyaret
edilirken grup başkanvekilleriyle
de temaslarda bulunuldu. Plan ve
Bütçe Komisyonu’nda görüşülerek
kabul edilen kanun teklifinin yasalaşmasına yönelik girişimler 25.
Dönem’de de sürdürülecek.
Türk Parlamenterler Birliği’nin
üzerinde önemle durduğu konular
arasında milletvekilleri ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere
yönelik sağlık hizmetleri de yer
6
BIRLIK’TEN
aldı. TBMM’nin çeşitli illerdeki üniversite hastaneleriyle sağlık protokolü imzalaması sürecinde
Türk Parlamenterler Birliği’nin de önemli katkıları oldu. Bugüne kadar 20’ye yakın üniversite
hastanesiyle imzalanan sağlık protokolleri, milletvekilleri ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere kaliteli sağlık hizmetine kolay ve hızlı erişme imkanı sağlıyor.
Son üç yıl içinde gerçekleştirilen çeşitli ziyaretler de önemli faaliyet programları arasında yer
aldı. 2012 yılında Türk Parlamenterler Birliği’nde yeni yönetimin göreve başlamasının ardından
dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yanı sıra hükümet üyeleri de ziyaret edildi. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarıyla yakın ilişki içinde olunarak dernek, vakıf
ve sendikalarla karşılıklı ziyaretler gerçekleştirildi. Bu ziyaretlerde ülke gündemindeki konulara
değinilerek çeşitli sorunlara yönelik çözüm önerileri ifade edildi.
SON ÜÇ YILLIK DÖNEMDE ÇEŞITLI ZIYARETLER VE
KÜLTÜREL AMAÇLI GEZILER DE GERÇEKLEŞTIREN TÜRK
PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NIN AYLIK YAYIN ORGANI TPB
PARLAMENTO ISE 2013 YILININ MART AYINDAN ITIBAREN
YEPYENI BIR IÇERIK VE TASARIMLA YAYIMLANMAYA BAŞLADI.
Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu üyeleri, önemli gün ve haftalarda da çeşitli ziyaret
ve faaliyetlerde bulundu. Örneğin “Yaşlılara Saygı Haftası” vesilesiyle huzurevi ziyareti gerçekleştirilirken, “Çocuk Hakları Günü”nde öğrenciler Meclis’te ağırlanarak onlara çeşitli hediyeler
verildi.
Aylık dergi: TPB Parlamento
Türk Parlamenterler Birliği’nin aylık yayın organı TPB Parlamento dergisi, 2013 yılının Mart
ayından itibaren yepyeni bir içerik ve tasarımla yayımlanmaya başladı. Her ay Türkiye ve dünya
siyasetiyle ilgili yazı, haber ve röportajlarla okurun karşısına çıkan TPB Parlamento dergisi, geçmiş dönemlerde milletvekilliği ve bakanlık yapmış siyasetçilerin düne ve bugüne dair değerlendirmeleri ile anılarının yer aldığı söyleşilerle zenginlik kazanıyor. “Dostluk Grupları”, “Siyasetten
Sivil Topluma”, “Tarihî Vesikalar”, “Portreler”, “Kültür Varlıkları”, “Tarih Sahnesi”, “Vekiller Ne
Okuyor, Ne İzliyor”, “Sosyal Medya Söyleşisi” gibi köşeler derginin dikkat çeken sayfaları arasında yer alıyor. Kitap, film ve müzik albümü tanıtımlarının da bulunduğu TPB Parlamento dergisi,
hayata veda eden milletvekillerini ise “Unutmayacağız” köşesinde saygıyla anıyor.
Türk Parlamenterler Birliği 2012 yılından bu yana üyelerine yönelik önemli faaliyetler gerçekleştirdi. Sağlık hizmetlerinden bankacılık işlemlerine, konaklamadan kültürel faaliyetlere kadar
pek çok alanda çeşitli kurum ve kuruluşlarla yapılan anlaşmalar, üyelere özel indirim ve kolay-
lıklar sağladı. Türk Parlamenterler
Birliği Ankara Konukevi, yeniden
dizayn edilmiş haliyle 21 Kasım
2013 tarihinde açılarak hizmetlerine devam etti.
Türk Parlamenterler Birliği, üyeler arasındaki iletişim, birlik ve
beraberlik ile dayanışmaya katkıda bulunmak amacıyla geziler
de düzenledi. Bu çerçevede 23-29
Mayıs 2014 tarihleri arasında Balkan ülkelerine seyahat gerçekleştirilirken, 13-17 Kasım 2014 tarihleri
arasında Endülüs Turu yapıldı. 25
Aralık 2014-3 Ocak 2015 tarihleri
arasında ise kutsal topraklarda
umre ziyareti gerçekleştirildi.
Son üç yıllık dönemde panel,
konferans gibi etkinlikler de düzenlendi. Obezite ile mücadele
ve sağlıklı beslenmenin önemi
dikkate alınarak Prof. Dr. Canan
Karatay’ın davet edildiği bir konferans gerçekleştirildi. TBMM Grup
Salonu’ndaki konferansta Canan
Karatay’ın konuşması katılımcılar
tarafından ilgiyle dinlendi. Türk
Parlamenterler Birliği ve Zihinsel
Özürlüler Federasyonu’nun ortaklaşa düzenlediği “Engellilik ve
Eğitim” panelinde ise engellilerin
eğitim alanında karşılaştıkları sorunlar ve çözüm önerileri ele alındı.
Panelin sonunda engelli milletvekillerine plaket takdim edildi.
7
Türkiye, uluslararası toplantılarda
başarıyla temsil edildi
Türk Parlamenterler Birliği, uluslararası
ilişkilere de önem vererek çeşitli toplantılarda ülkemizi başarıyla temsil etti. Ayrıca yabancı heyetler ağırlanarak misafirperverliğimizin güzel örnekleri sergilendi.
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı
Nevzat Pakdil, 11 Nisan 2013 tarihinde
Jim Kolbe başkanlığındaki ABD Kongresi
Eski Üyeleri Derneği heyetini TBMM’de
ağırladı. KİT Komisyonu Salonu’nda gerçekleşen görüşmeye TPB Yönetim Kurulu
üyeleri ile konuk heyet katıldı. Toplantıda
birlik ile dernek arasında ortak çalışma,
işbirliği ve dayanışma için alanlar belirlenmesi ve projeler üretilmesine yönelik
görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca
Türk Parlamenterler Birliği’nin de üyesi
olduğu Avrupa Konseyine Üye Ülkeler
Eski Parlamenterleri Avrupa Derneği
(FP-AP) benzeri bir yapılanmanın ABD’yi
de kapsayacak şekilde Kuzey Amerika’da
hayata geçirilmesinin önemi vurgulandı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya Masası Özel Danışmanı ve Amerikan-Türk Konseyi Başkanı James Howard Holmes, Nevzat Pakdil’i TBMM’deki
makamında ziyaret etti. Türkiye-ABD
ilişkilerinin etraflıca değerlendirildiği
görüşmede, başta Suriye’deki gelişmeler
olmak üzere bölgesel ve küresel meseleler hakkında fikir alışverişinde bulunuldu.
Pat Cox başkanlığındaki Avrupa Parlamentosu Eski Üyeleri Derneği, 6-14 Ekim
2012 tarihleri arasında Türkiye’ye çalışma
ziyareti gerçekleştirdi. Bu ziyaret kapsamında Nevzat Pakdil, dernek üyeleri
ile TBMM’de bir görüşme yaptı ve heyet
onuruna öğle yemeği verdi.
Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski
Parlamenterleri Avrupa Derneği’nin (FPAP) Divan ve Genel Kurul toplantısı 15
Mart 2013 tarihinde Paris’te parlamento
binasında gerçekleştirildi. Toplantıda
8
BIRLIK’TEN
Türk Parlamenterler Birliği’ni Millî Eğitim eski Bakanı M. Vehbi Dinçerler temsil etti. FPAP, 13 Kasım 2014 tarihinde Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda yapılan görüşmeler
sonrasında bir deklarasyon yayımladı. Yaklaşık iki yıllık çalışmanın ürünü olan deklarasyon, Türk Parlamenterler Birliği yönetimi ve FP-AP’deki TPB temsilcilerinin katkılarıyla
hazırlandı. Brüksel’deki toplantıya hazırlık amacıyla “Küreselleşme Çağında Demokrasiye Tehditler-Demokratik Kurumları ve Halkın Katılımını Nasıl Güçlendirebiliriz?” konulu
bir çalıştay düzenleyen Türk Parlamenterler Birliği, hazırlanan raporu FP-AP üyelerine
gönderdi.
Şubeler önemli etkinliklere imza attı
Genel Merkez’in yanı sıra Türk Parlamenterler Birliği’nin İstanbul, İzmir ve Bursa şubeleri
de önemli faaliyetler gerçekleştirdi. Ülke ve dünya gündemindeki konularla ilgili olarak
siyasetçiler ve uzmanların katılımıyla seminer, panel, konferans gibi etkinliklere imza
atan şubeler, sosyal ve kültürel faaliyetlere de önem verdi. Çeşitli gezi ve yemek organizasyonları üyeler arasındaki birlik ve beraberlik ile dayanışmaya katkı sağladı.
HABERLER
TÜRKİYE’NİN İLK UYDU
MERKEZİ AÇILDI
ve gözlem merkezi, stratejik bir altyapıdır. Bu tür
tesisler uzay çalışmaları alanında söz sahibi az sayıda
ülkede bulunuyor. Türkiye’nin uzay çalışmaları konusunda iddia sahibi ülkeler arasına girdiğini artık ifade
edebiliriz. Bu merkez TUSAŞ tarafından işletilecek.
Uyduların fırlatma esnasında ve uzayda maruz kalacağı tüm etkilerle ilgili testler yapılabilecek. Göktürk-1
uydumuz da Fransa’dan buraya getirildi. Hemen
ardından da Göktürk-3 uydusuyla ilgili çalışmalar başlayacak. Burada diğer ülkelerin projeleri için de hizmet
verilebilecek.”
TÜRKIYE’NIN ilk Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test (USET) Merkezi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle açıldı. Türk Havacılık ve
Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) bünyesinde Göktürk-1 Uydu Programı kapsamında
kurulan merkezin açılış töreninde Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Feridun Bilgin, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Abdullah Atay,
Savunma Sanayii Müsteşarı İsmail Demir, TÜBİTAK Başkanvekili Mehmet Çelik,
TAI Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı, TÜRKSAT Genel Müdürü Ensar Gül, bazı
milletvekilleri, bürokratlar ve büyükelçiler yer aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin havacılık sektöründe son yıllarda yakaladığı başarıya değindiği konuşmasında, “Hürkuş uçağımız Avrupa’da sertifika
alma aşamasına geldi. Anka insansız hava aracımız hedeflediğimiz düzeye
yaklaştı. Göktürk-2 uydumuzu 2012’de uzaya fırlatmıştık. TUSAŞ sivil havacılık
sektörünün dev firmalarıyla işbirliği içinde büyümesini sürdürüyor. TUSAŞ’ın
hikayesi Türkiye’nin hikayesinin özetidir. Bu kuruluşumuz 2000 yılında 90 milyon
dolarlık cirosu ve 2 bin çalışanıyla neredeyse kapanma durumuna gelmişti. Bugün
ise TUSAŞ 1 milyar doları aşan cirosu ve 5 bin çalışanıyla kendi alanında dünyanın
en büyük 80’inci şirketi olarak karşımızda duruyor” dedi.
TUSAŞ’ın küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarına sağladığı iş hacmiyle ülke
ekonomisine yaptığı katkıları vurgulayan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bugün açılışını yapmak üzere bir araya geldiğimiz uzay sistemleri entegrasyon
Uydunun maketi takdim edildi
Konuşmanın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, merkezde incelemelerde bulundu. Törende, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a,
Göktürk-1 uydusunun maketini takdim etti.
Uluslararası projelerde de kullanılacak merkezde,
Göktürk-1 uydusu ile Türkiye’nin ilk yerli haberleşme
uydusu Türksat 6A’nın montajı ile ileri entegrasyon ve
çevresel testleri gerçekleştirilecek. Merkezin yatırım
maliyetini Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve TÜRKSAT AŞ karşılarken işletmesi TUSAŞ tarafından
yapılacak. Yaklaşık 3 bin 800 metrekarelik merkezde,
kütlesi 5 tona kadar olan birden fazla uydunun aynı
anda montaj, entegrasyon ve test faaliyetleri gerçekleştirilebilecek.
Askerî havaalanına doğrudan bağlantısı sayesinde
uydunun karayoluyla taşınması gerekliliğini ortadan
kaldıracak olan merkezdeki uydu testleri, oluşabilecek
elektromanyetik etkileşimlerin saptanabilmesi ve
uydu üzerindeki ekipmanın elektromanyetik açıdan
birbiriyle uyum içinde çalıştığının doğrulanması amacıyla dış ortamdan yalıtılmış odada yapılacak.
9
YASSIADA VE SİVRİADA ARTIK “DEMOKRASİ
VE ÖZGÜRLÜK ADALARI” OLARAK ANILACAK
bulunuyor. Orayı geliştireceğiz. Peyzaj düzenlemesi, açık
alan ve iç mekan kullanımları birbirlerini destekleyecek.
Kongre merkezi, demokrasi müzesi, demokrasi feneri olacak. Demokrasi feneri de projede çok önemli. Karanlıktan
aydınlığa geçiş olarak nitelendiriyoruz bu projeyi” diyor.
“Millî iradenin savunucusu oldular”
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in yanı sıra dönemin bakan ve milletvekillerinin de
yargılandığı ve hapis tutulduğu Yassıada ve Sivriada, yeniden düzenlenerek “Demokrasi ve Özgürlük Adaları” haline getiriliyor. Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun katıldığı törenle temeli atılan projenin tarihi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
olduğu günlere kadar uzanıyor. Projenin mimarı Çiğdem Karaaslan, temel
atma aşamasına gelinmeden önce üç yıl boyunca Cumhurbaşkanı Erdoğan ile proje üzerinde çalıştıklarını dile getirdi.
Kongre merkezi inşa edilecek
Seçimle işbaşına gelmiş 600’e yakın ismin yargılandığı, Başbakan Adnan
Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan
Polatkan’ın idam edildiği Yassıada’nın Türk siyasi tarihinde bıraktığı derin izler artık adil hafızaya emanet edilecek. Proje kapsamında adaların
tarihî dokusu olduğu gibi korunurken, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin
üstlendiği yatırımla, yaklaşık 104 bin metrekarelik alana dört yıldızlı otel
ve uluslararası kongre merkezi inşa edilecek. Kongre turizmi kapsamında
adaya gelecek misafirleri ağırlayacak olan otelde eğlence etkinlikleri yapılmayacak.
Yassıada ve Sivriada için yeni bir kimlik getirme amacı taşımadıklarını,
var olan ve acılarla oluşmuş kimliğe umut eklemeyi, umutla birlikte geleceğe bir mesaj vermeyi hedeflediklerini vurgulayan mimar Çiğdem Karaaslan, “Adanın içinde geçmişten itibaren kullanılan bir karşılama meydanı
10
HABERLER
Temel atma töreninde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı, Adnan
Menderes’in Başbakan olarak selefi olduğunu dile getirdi.
Konuşması sırasında katılımcıların alkışlama ihtiyacı hissederlerse alkışlamamalarını, demokrasi şehitlerinin ruhuna
Fatiha okumalarını rica eden Davutoğlu şunları söyledi:
“Şehit Başbakanımız Adnan Menderes, şehit bakanlarımız, başta Celal Bayar olmak üzere bütün Demokrat Parti
kadrosu, millî iradenin sözcüsü oldular, tavizsiz savunucusu
oldular ve hep öyle anılacaklar. Biz de şimdi ve gelecekte ne
zaman seçime doğru gidiyorsak hep 14 Mayıs 1950’yi hatırlayacağız. Eğer o seçim kazanılmamış olsaydı emin olun
ondan sonra bir daha millî irade egemen olmayabilirdi. Burada dört hususa dikkati çekmek isterim. Birincisi, Yassıada
ve Sivriada burada yaşanan hatıralarıyla tarih içinde muhafaza edilecek. İkinci husus, tarihî doku itibarıyla Bizans’tan
kalan bazı tarihî kalıntılar da muhafaza edilecek ve tarihî
dokuya hiçbir zarar verilmeyecek. Üçüncüsü, yeşil alan konusunda. Burada bir tek ağaç eksilirse yerine ağaç dikilecek.
Dördüncüsü de bu alanın kullanılması, kesinlikle demokrasi
ve özgürlük kavramlarıyla uyumlu şekilde olacak. Mekan,
barış görüşmeleri için kullanılacak, kongre merkezi olarak
kullanılacak, demokrasi çalıştayları yapılacak. Buraya otel
şeklinde yapılan düzenleme kesinlikle eğlence maksatlı
kullanılmayacak.”
Davutoğlu, muhalefet partilerinin liderlerine seslenerek,
“İnşallah bu yapı tamamlandığında, 27 Mayıs’ta Türkiye
Büyük Millet Meclisi sembolik olarak Yassıada’da toplansın.
Nasıl 23 Nisan’da sembolik olarak toplanıyoruz, bir daha
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kimsenin kilit vuramayacağını cümle aleme ve tarihe göstermek için her 27 Mayıs’ta
burada bir celse yapalım” dedi.
VAKIFLAR HAFTASI TBMM’DE KUTLANDI
HER yıl mayıs ayının ikinci haftası kutlanan Vakıf Haftası etkinliklerinin açılışı Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gerçekleştirildi. Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç’ın himayesinde TBMM Tören Salonu’nda düzenlenen törene Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu ile çok sayıda bürokrat ve büyükelçi de katıldı. Vakıflar Haftası
Açılış Töreni’nde vakıf eserlerinin restorasyonuna katkıda bulunan iş adamlarına
plaket verildi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, törende yaptığı konuşmada, 2003 yılından bu
yana yaklaşık 4 bin vakıf eserinin restore edildiğini, 2015 yılında da 305 vakıf eserinin
onarım ve restorasyonu için çalışmaların devam ettiğini açıkladı. Bu yılki Vakıflar
Haftası etkinliklerinin “Vakıf ve Sanat” başlığı altında gerçekleştirildiğini hatırlatan
Arınç, vakıfların bulundukları coğrafyaya hizmetin yanı sıra sanat anlayışı da götürdüğünü,
Türk-İslam sanatının en seçkin örneklerinin vakıflar sayesinde ortaya çıktığını söyledi. Ülkemizde bulunan, dünyanın hayranlıkla yaklaştığı
birçok eserin vakıf eseri olduğunun altını çizen
Bülent Arınç konuşmasına şöyle devam etti:
“Elimizdeki kültürel mirasın değerinin bilinmesi
en önemli meselemiz olmalıdır. Zira bir millet
sanatı ile varlığını ispat eder. Atatürk’ün dediği
gibi ‘Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Sanatsız
kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş sayılır’. Hal böyle iken bizzat sahibi olduğumuz sanat anlayışımızı her daim hatırlamayı ve
geliştirmeyi, sanat eserlerimizi korumayı bütün
insanlığa borcumuz gibi sürdürmek mecburiyetindeyiz. Bu doğrultuda yeni Türkiye’nin de
sanatına ve sanatçısına sahip çıkıp yüceltmesi
gerekir. Bu anlayışın bir parçası olarak ecdattan miras aldığımız sanat anlayışına, sanat
eserlerine ve sanatçılarımıza sahip çıkıyoruz.
Yeni Türkiye’nin sonsuza kadar yaşamasında
milletimizin maneviyatını besleyecek sanat anlayışına da büyük önem vermekteyiz. ‘Vakıf ve
Sanat’ yılının bu şuurun daha iyi anlatılmasına
ve anlaşılmasına vesile olmasını diliyorum.”
Bülent Arınç, 2003 yılına kadar vakıf eserlerine ilgi gösterilmediğini ifade ederek, o yıldan
itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği faaliyetler üzerinde durdu. Genel Müdürlüğün bölge, şehir farkı gözetmediğini, ırk ve
inanç ayrımı yapmadığını belirten Arınç, Büyük
Edirne Sinagogu’nun bunun en güzel örneği
olduğuna dikkat çekti. Bir Vakıf Katılım Bankası
kurma aşamasına gelindiğini kaydeden Bülent
Arınç, konuşmasının sonunda, 7 yıldır birlikte
çalıştığı Vakıflar Genel Müdürlüğü yöneticilerine ve personeline veda etti.
11
KOCAELİ ŞEHİR HASTANESİ’NİN TEMELİ ATILDI
KOCAELI’NIN İzmit ilçesinde yapılacak Kocaeli Şehir Hastanesi’nin temeli, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanı Fikri Işık’ın katılımıyla atıldı. Törene ayrıca Millî Savunma eski Bakanı Vecdi Gönül, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Kocaeli Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanvekili
Zekeriya Özak, İl Sağlık Müdürü Mürsel Durmaz ile çok sayıda davetli ve
vatandaşlar katıldı. 1,1 milyar TL yatırımla, 322 bin metrekare alanda, 6
ayrı bina içinde 1180 oda kapasiteli olarak planlanan Şehir Hastanesi’nin
Marmara Bölgesi’nin sağlık üssü olması hedefleniyor.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, törende yaptığı
konuşmada, “Şu anda 95 bin yatak kapasiteli hastaneleri
yapıyoruz, bir taraftan şehir hastaneleri, bir taraftan kamu
hastaneleri. Önümüzdeki 3 yılda 95 bin yatak kapasiteli, ileri
teknolojiyle donatılan, son derece modern ve konforlu hastaneler yapacak dünyada bir başka ülke yok. Buraların tıbbi
donanımları var, tıbbi cihazları var, binlerce ameliyathane
lambası, binlerce ameliyathane masası, binlerce ameliyathanenin kullanım cihazları, yoğun bakım ünitelerine binlerce
ürün ve cihaza ihtiyaç olacak. O nedenle Sağlık Bakanlığı
olarak Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurduk. Biyoteknoloji Başkanlığı’yla sağlık endüstrisinde sadece tüketen
değil, tükettiklerini üreten, ürettiklerini dünyaya pazarlayan
bir ülke olacağız” dedi.
29 Ekim 2017’de açılması planlanan Şehir Hastanesi, 494
yataklı genel hastane, 124 yataklı kalp-damar hastalıkları
hastanesi, 246 yataklı kadın doğum hastanesi, 116 yataklı
onkoloji hastanesi, 100 yataklı rehabilitasyon hastanesi ve
100 yataklı yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastanesi olmak
üzere 6 farklı ünite ile hizmet verecek.
“MECLIS YERLEŞKESININ HER YERI ENGELLILER IÇIN ERIŞILEBILIR HALE GETIRILDI”
“DÜNYA Engelliler Haftası” dolayısıyla TBMM’de “Engelsiz Meclis Bilgilendirme ve Tanıtım Toplantısı” düzenlendi. Toplantıya AK Parti İstanbul
Milletvekili Gürsoy Erol, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu, Genel
Sekreter Yardımcıları Kemal Kaya ve Haydar Çiftçi’nin yanı sıra Ampute
Futbol Millî Takımı oyuncuları ve öğrencilerin de aralarında yer aldığı çok
sayıda davetli katıldı.
AK Parti İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol, toplantıda yaptığı konuşmada, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan
Neziroğlu başta olmak üzere tüm çalışanlara teşekkür ederek, “Engelliler
12
HABERLER
adına ne zaman bir teklif götürsek, o kadar seri, o kadar kısa
bir zamanda karşılık alıyoruz ki hakikaten bu diğer kamu
kurum ve kuruluşlarında da örnek oluyor” dedi.
İrfan Neziroğlu ise TBMM İdari Teşkilatı’nın son üç yılda
“Engelsiz Meclis” adı altında birçok proje gerçekleştirdiğini
ve ilkleri hayata geçirdiğini belirterek, binalardan otoparka
kadar Meclis yerleşkesinin her yerinin engelliler için erişilebilir
hale getirildiğini söyledi. TBMM Konferans Salonu’nun en
son düzenleme yapılan yerlerden biri olduğunu, hem merdiven hem de asansör görevi gören engelsiz erişim sisteminin
bu salona yerleştirildiğini ifade eden Neziroğlu, Özel Hizmet
Bankosu’nun ise gaziler, yaşlılar, hamileler, şehit yakınları ve
engelli vatandaşlara hizmet verdiğini kaydetti. Neziroğlu,
“Yaşlı, engelli ziyaretçilerimize refakat hizmeti başlattık. Bir
ziyaretçimiz geldiğinde tekerlekli sandalyeye ihtiyacı varsa
tahsis ediliyor ve vatandaşımız Meclis’te refakatçi desteğiyle gezebiliyor” diye konuştu.
Toplantı sonrasında TBMM’nin düzenlediği İşaret Dili Eğitim Programı’na katılanlara sertifikaları verildi.
GÜNEYDOĞU AVRUPA İŞBİRLİĞİ SÜRECİ
PARLAMENTER ASAMBLESİ GENEL KURULU
TİRAN’IN EVSAHIPLIĞINDE YAPILDI
sağlanması ortak vazifemizdir. Bu itibarla,
geçmişteki çatışmalardan ve bölünmelerden gerekli dersleri çıkarmamız, aramızdaki
işbirliğini ve dayanışmayı geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum” diye konuştu. Çiçek,
Balkan ülkelerinin Avrupa ve Avrupa-Atlantik
kurumlarına yöneliminin, bölge barışı ve istikrarı bakımından önemine dikkat çekerken,
Türkiye’nin de bu çerçevede Balkan ülkelerinin
AB ve NATO ile bütünleşme perspektifini desteklediğini dile getirdi.
Türkiye iki kez dönem başkanı oldu
GÜNEYDOĞU Avrupa İşbirliği Süreci Parlamenter Asamblesi 2’nci Genel Kurulu,
Arnavutluk’un başkenti Tiran’da yapıldı. Toplantıya TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve
Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Ioan Mircea Paşcu da katıldı.
Toplantının açılış konuşmasını yapan Arnavutluk Meclisi Başkanı Ilir Meta,
Asamble’nin özellikle organize suç ve terörle mücadelenin pekiştirilmesine katkı
sağlamaya devam edeceğini belirterek, üye ülkeler arasında karşılıklı ticaretin
güçlenmesi ve serbest ticaret anlaşmalarının gerçek anlamda uygulanması için çalışacağının altını çizdi. Meta, “Şunu iyi bilmemiz gerekir ki şayet demokratikleşme
süreçlerinin ilerlemesi ve ülkelerimizin kurumsal anlamda güçlenmesi noktasında
çalışmazsak ne ekonomik ya da istikrarlı bir gelişme ne de vatandaşlarımız için gerçek bir refah söz konusu olabilir” dedi.
“İstikrar ve barış ortamı sağlamak ortak vazifemiz”
Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Ioan Mircea Paşcu ise Avrupa Birliği’nin,
Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci’ne (GDAÜ) ve Asamble’ye destek verdiğini belirttiği konuşmasında, bölgenin AB entegrasyonu yolunda birlik ve beraberlik içerisinde
ilerlemesi gerektiğini vurguladı.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, “Parlamentoların Entegrasyon Süreçlerindeki Rolü ve
Bu Çerçevede Tecrübe ve Katkı Paylaşımı” ana başlıklı genel kurulda söz aldı. Çiçek,
GDAÜ’nün Balkan ülkelerinin ortak iradesini ve özgün sesini yansıtan, Balkanlar’daki
yegane bölgesel sahiplenme örneği olduğunu belirtti. Çiçek, “Her alanda büyük bir
potansiyel barındıran Balkanlar’da kalıcı güvenliğin, istikrar, barış ve refah ortamının
Cemil Çiçek, GDAÜ Parlamenter Asamblesi’ne
üye ülkelerin tamamının, birbirleriyle çok yakın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bağlara sahip olduğunu belirterek, bu ülkelerin
parlamentoları arasındaki işbirliğinin, entegrasyon süreçlerine önemli katkılar sunacağını
söyledi. “Terörizmle mücadele; yabancı terörist savaşçılar sorunu, yabancı düşmanlığı ve
İslamofobinin önünün alınması gibi modern
küresel sınamalar karşısında evrensel liberal
değerler temelinde tesis edilmiş ortak duruşların önemini bugün daha iyi anlıyoruz” diyen
TBMM Başkanı, bu süreçte GDAÜ gibi bölgesel diyalog ve işbirliği mekanizmalarından
azami derecede istifade edilmesi gerektiğini
vurguladı.
Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci, Balkanlar’da barış ve istikrarın tesis edilmesi, iyi
komşuluk ilişkilerinin oluşturulması ve bölgesel işbirliğinin sağlanması amacıyla 1996
yılında Bulgaristan’da kuruldu. Oluşumun kurucu üyelerinden Türkiye, 1998-1999 ve 20092010 yıllarında dönem başkanlığını yürüttü.
GDAÜ’nün dönem başkanlığını geçen yıldan
bu yana Arnavutluk üstleniyor.
13
TÜRKIYE’NIN EN BÜYÜK ARKEOLOJI VE MOZAIK
MÜZESI ŞANLIURFA’DA
ŞANLIURFA, Türkiye’nin en büyük arkeoloji ve mozaik müzesine
kavuştu. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Arkeopark ve Edessa Mozaik
Müzesi’nin açılışı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, açılışı yapılan müzeyle kentin Türkiye’nin en büyük müzesine sahip olma özelliğini kazandığını
söyledi. Müzenin mimarisiyle de çok farklı özellik taşıdığına işaret eden Erdoğan, “Temenni ediyorum ki gerek ulusal gerekse
uluslararası bazda bir çekim alanı haline gelen Şanlıurfamız artık
sadece Balıklıgöl’ü ile değil, burayla da dünyaya nam salacaktır”
diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ise müzede sadece Şanlıurfa’da görülebilecek çok sayıda benzersiz eser bulunduğunu
belirterek, “Burası 34 bin metrekare kapalı alanıyla Türkiye’nin
en büyük müzesi oldu. Sadece Şanlıurfa’da görülebilecek pek çok
esere sahip olması itibarıyla da Avrupa’nın sayılı müzelerinden biri
haline geldi” dedi.
Müzede dünyanın insan boyutlarında yapılmış en eski heykelinin de aralarında yer aldığı birçok ünik eser bulunuyor. Paleolitik
Çağ’dan İslamiyet dönemine kadar binlerce tarihî eserin görülebildiği müze, aynı zamanda Türkiye’nin en çok canlandırma yapılan
müzesi olma özelliği taşıyor. Müzede Göbeklitepe de oldukça geniş
bir şekilde sergileniyor.
SAĞLIK BAKANLIĞI 1 MİLYON BİSİKLET DAĞITIYOR
SAĞLIK Bakanlığı, “Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı”
kapsamında, bisiklet kullanımının teşvik edilmesi amacıyla Sağlık
Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun talimatı ile 1 milyon bisikletin
dağıtımına başladı. Çocuklar, okullar, üniversiteler ve belediyeleri
hedef kitle olarak seçen “Fiziksel Aktiviteyi Teşvik Projesi 20152018” dahilinde ilk olarak 19 Mayıs 2015 tarihinde 5, 6 ve 7. sınıflarda
seçmeli “spor ve fiziki etkinlik” dersini programa alan okullara 10 bin
589 bisiklet verildi. Bakanlık’tan yapılan açıklamada 3 bin 220 bisikletin ise üniversitelere dağıtılmak üzere ilgili birimlere gönderildiği
bildirildi.
Sağlık Bakanlığı, büyükşehir belediyelerine sağlayacağı bisiklet
desteği için “bisiklet yolu kriterleri”ni de yayımladı. Bu kriterlerde,
bisiklet yollarının güvenliği için uyulması zorunlu kuralların yanı sıra
çocuklara trafik eğitimi verilmesi için başvurulacak yollar belirtildi.
14
HABERLER
KONYA OVASI PROJESİ
EYLEM PLANI AÇIKLANDI
duklarını ifade eden Yılmaz, şunları kaydetti: “Konya,
Karaman, Niğde ve Aksaray’ın sosyal ve ekonomik
dezavantajlarını azaltmayı, bu şekilde nihai olarak
bölgenin rekabet gücünü ve yaşam kalitesini artırmayı hedefliyoruz. KOP Eylem Planı’nın temel amacı
kapsamlı bir dönüşümü gerçekleştirmektir. Bu çerçevede tarımsal yapıda değişimi ve sürdürülebilirliği
sağlamak, sanayi, ticaret, ulaşım, enerji gibi sektörleri
güçlendirmek, eğitim, sağlık, kültür ve diğer sosyal
hizmetlere erişilebilirliği ve bunlarda kaliteyi artırmak
temel önceliklerdir.”
İşsizliği önleyecek
TÜRKIYE’NIN büyük bölgesel kalkınma hamlelerinden Konya Ovası Projesi
(KOP) için hazırlanan Eylem Planı, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz tarafından
tanıtıldı. GAP’tan sonraki en büyük sulama işi niteliğini taşıyan ve ilk çalışmaları
II. Abdülhamid döneminde başlayan proje ile Türkiye’nin en geniş yüzeyli suni
gölü oluşacak. Bakan Yılmaz, Niğde Üniversitesi konferans salonunda, Konya
Valisi Muammer Erol, Niğde Valisi Necmeddin Kılıç, Karaman Valisi Murat Koca
ve rektörlerin katılımıyla gerçekleştirilen Konya Ovası Projesi Eylem Planı toplantısında yaptığı konuşmada, bölgesel gelişmeye dair ulusal vizyonun, gelir düzeyi
düşük bölgelerin refah düzeyi yüksek bölgelerle daha dengeli hale getirilmesi ve
topyekûn kalkınmış Türkiye’nin inşa edilmesi olduğunu söyledi.
Yeni bölgesel gelişme politikasının, gelişmişlik farklarının azaltılması hedefini
koruduğunu ve her bölgenin rekabet gücünü ayrı ayrı artırmayı benimsediğini
belirten Yılmaz, “Yeni bölgesel gelişme anlayışımızın temelinde bölgelerimizi ve
coğrafyamızı yük olarak değil, varlık ve zenginlik olarak görmek vardır. Gelir düzeyi
düşük bölgelerimizin şartlarını iyileştirerek, onların ulusal kalkınma sürecine ve
rekabet gücümüze katkı sağlamalarını hedefliyoruz. Bu amaçla, sahip oldukları
değerleri ve mevcut potansiyellerini harekete geçirmek üzere bölgelerimize özgü,
farklı nitelikte politikalar geliştiriyoruz. İnsan odaklı ve bütüncül programlar ile yol
haritamızı oluşturuyoruz” diye konuştu.
KOP’un ilk olarak Konya Kapalı Havzası’nda su ve tarım altyapısının yetersizliği
nedeniyle tasarruflu su kullanımını amaçlayan bir çalışma olarak başladığını ifade
eden Bakan Yılmaz, Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi’nin kurulmasıyla
KOP’un bir bölgesel kalkınma programına dönüştürüldüğünü anlattı.
KOP bölgesinin potansiyelini tam anlamıyla harekete geçirmek ve bölgenin
sürdürülebilir kalkınmasını sağlamak amacıyla Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi
kapsamında 2014-2018 dönemini içeren KOP Eylem Planı’nı uygulamaya koy-
Cevdet Yılmaz, KOP Eylem Planı’nın beş ana eksenden
oluştuğuna işaret ederek, “Bunlar, toprak ve su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı, ekonomik yapının
güçlendirilmesi, altyapının geliştirilmesi ve kentleşme,
beşeri ve sosyal yapının güçlendirilmesi, kurumsal
kapasitenin geliştirilmesidir. Eylem Planı’nın hayata
geçirilmesiyle bölgenin sosyal ve ekonomik göstergelerinde önemli ilerlemeler kaydedilecektir. Bölgemizde,
2013 yılında yüzde 4,9 olan işsizlik oranının 2018 yılında yüzde 2,9 seviyesine düşmesini öngörüyoruz. 2013
yılında 1,8 milyar dolar, 2014 yılında 2 milyar dolar olan
bölge ihracatının ise 2018 yılında asgari 3,5 milyar dolar seviyesine yükseltilmesini hedefliyoruz” dedi.
Bakan Yılmaz, KOP Bölgesi’nde güneş enerjisi
potansiyelinin daha verimli değerlendirileceğini ve
Karapınar Enerji İhtisas Endüstri Bölgesi’nin yatırıma
açılacağını aktardı. Yılmaz, ayrıca KOP Bölgesi Turizm
Master Planı hazırlayarak turizm altyapısını iyileştireceklerini, turizmi çeşitlendireceklerini ve bu plan
sonucunda oluşturulacak yol haritasına göre turizm
yatırımlarını destekleyeceklerini belirtti. Eylem Planı
ile KOP’un tarımdan ulaştırmaya, eğitimden sağlığa
bölge halkının hayatında büyük değişikliklere vesile
olacağını müjdeleyen Yılmaz, bu hedeflere ulaşmak
için kamu kaynaklarından yaklaşık 10 milyar TL’lik yatırım öngörüldüğünü vurguladı.
15
DÜNYADAN
İSPANYA SENATOSU “SOYKIRIM”A GEÇİT VERMEDİ
İSPANYA Senatosu, 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak anılması
yönündeki tasarıyı büyük çoğunlukla reddetti. İktidardaki Halk
Partisi senatörü Jose Maria Chiquillo, “soykırım”ı kabul eden 22 ülke
olduğunun hatırlatılması üzerine, 168 ülkenin de bunu kabul etmediğini vurguladı. 130 ret, 68 çekimser ve 14 kabul oyunun kullanıldığı oylamada Halk Partisi önergenin karşısında yer aldı. Görüşmeler
sırasında kürsüye çıkan Jose Maria Chiquillo, “Biz parlamento olarak
16
kendimizi tarihçilerin veya mahkemenin yerine koyamayız” dedi.
Senatör Chiquillo, ülke olarak yapabileceklerinin Türkiye ve Ermenistan arasında karşılıklı diyalog ve anlayışa destek vermek olduğunun altını çizerek, “Soykırım öyle kolay ağza alınacak bir kelime
değildir” ifadesini kullandı. Geçtiğimiz aylarda İsveç Parlamentosu
da parlamentoların tarih yapma mercii olmadığını belirterek, 2010
yılında kabul edilen ve 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak anılmasını
öngören kararın rafa kaldırıldığını açıklamıştı.
MURSİ DAHİL 479 KİŞİYE İDAM CEZASI VERİLDİ
MISIR’DA darbeyle iktidara gelen Sisi yönetiminin mahkemelerinde geçmiş
döneme ilişkin sürdürülen siyasi davalarda toplam 479 kişi için idam kararı
alındı. Kamuoyunda “hapishaneler baskını” olarak bilinen davada, Mısır’ın halk
oyuyla seçilen cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşler Teşkilatı Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii ve Dünya Müslüman Alimler
Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi’nin de aralarında bulunduğu 106 kişinin dosyası, idam kararıyla ilgili görüş alınması için müftülüğe gönderildi. Mısır’daki yasalara göre, idam dosyaları karara bağlanmadan önce devlet müftüsüne sevk
ediliyor. Mahkeme, müftünün görüşü alındıktan sonra nihai kararını veriyor.
Mahkeme salonunda Muhammed Mursi ile görüşen oğlu, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada babasının moralinin yerinde olduğunu duyurdu.
Öte yandan, Türkiye’den idam kararına karşı resmî kınama gelirken dünyanın
dört bir yanında yapılan sokak eylemleriyle karar protesto edildi.
POLONYA’NIN YENİ
CUMHURBAŞKANI DUDA
ETİYOPYA’DA İKTİDAR
YÜZDE 70’LE SEÇİLDİ
POLONYA’DA halkın oylarıyla yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini Hukuk ve Adalet Partisi’nin adayı Andrzej Duda kazandı. Polonya Seçim Komisyonu, Duda’nın seçimin ikinci turunda oyların
yüzde 51,55’ini aldığını açıkladı. Mevcut cumhurbaşkanı Bronislaw Komorowski ise yüzde 48,45’te kaldı. Katılımın yüzde 55,34
gibi düşük bir oranda olduğu seçimlerin ilk turunda Duda yüzde
34,76, Komorowski ise yüzde 32,2 oy almıştı. Andrzej Duda, beş
yıllık görevine Ağustos’ta başlayacak.
ETIYOPYA’DAKI seçimlerde 1991’den bu yana iktidarda bulunan
Etiyopya Halkın Devrimci Demokratik Cephesi (EPRDF) oyların
yüzde 70’ini alarak tekrar seçildi. Yaklaşık 37 milyon seçmenin
bulunduğu ülkede meclisteki 547 sandalye için 58 parti ve 5 bin
819 aday yarıştı. Etiyopya’da 5’incisi gerçekleştirilen ve olumlu
bir atmosferde geçen genel seçimin demokratikleşme sürecini
güçlendireceğine değinen Cumhurbaşkanı ve EPRDF Genel Başkanı Hailemariam Desalegn, “Seçim sonuçlarını akıl ve vicdan
doğrultusunda ele alacağız. Muhalifleri parlamento çatısı altında
görmekten mutluluk duyarız” dedi.
17
BARSELONA’YA ILK KADIN BELEDİYE BAŞKANI
İSPANYA’DA yerel seçimler yapıldı.
Ülkede geçmişten bu yana en yüksek
oy oranına sahip iki parti, Halk Partisi
(PP) ve Sosyalist İşçi Partisi (PSOE)
ekonomik krizin etkisiyle büyük oranda
oy kaybetti. İlk kez seçimlere katılan
“Podemos” ile 2006 yılında Katalonya’da
faaliyet gösteren ve ilk defa ülke genelinde seçimlere giren “Ciudadanos”
partileri İspanya’da artık yeni bir siyasi
ortam oluşacağının işaretlerini verdi.
2011 yılındaki yerel seçimlerde PP ve
PSOE’nin aldığı oyların toplamı yüzde
65 dolayındayken, bu seçimlerde yüzde
51’e geriledi.
İspanya’nın en önemli kentlerinden
Barselona’da ise tarihî bir sonuç çıktı.
Podemos’un desteklediği “Barcelona en
Comu” adlı grubun adayı Ada Colau birinci oldu. Bu sonuca göre Colau, Barselona kentinin
ilk kadın belediye başkanı seçildi. Ada Colau seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra
yaptığı konuşmada, “Davud’un Calut’a karşı zaferi oldu. Korku kampanyasına karşı umut
ve heyecan kazandı” dedi.
FRANSA’DA İÇ GÜVENLİK PAKETİ
CHARLIE Hebdo dergisine düzenlenen saldırıyla başlayıp üç gün art arda meydana gelen
olaylarda 17 kişinin hayatını kaybettiği Fransa’da, terör tehdidinin önlenmesi amacıyla
yasal düzenlemeler yapıldı. Cumhurbaşkanı François Hollande, terörle mücadelede yeni ey-
18
DÜNYADAN
lem planı uygulayacaklarını, Savunma
Bakanlığı’na yaklaşık 4 milyar avro ek
bütçe vereceklerini, ordudaki asker sayısını artıracaklarını ve 7 bin askerin özel
operasyon eğitimi alacağını açıkladı. Öte
yandan Fransa Parlamentosu, terörle
mücadele için istihbarat tedbirlerini sıkılaştıran yasa tasarısını onayladı. 86 ret
oyuna karşı 438 oyla kabul edilen yasaya
göre, Fransız istihbarat servisinin daha
verimli çalışması için teknolojik imkanlar güçlendirilecek. İnternet ve telefon
ağlarının analiziyle tespit edilen terör
şüphelilerini izlemek için gelişmiş coğrafi
konumlandırma sistemleri kullanılacak.
Ayrıca devlet bünyesinde Ulusal İstihbarat Kontrol Komisyonu adlı yeni bir idari
mekanizma kurulacak.
ÇİN ASKERÎ STRATEJİSİNİ AÇIKLADI
SON aylarda Çin ile komşu devletler
arasında yaşanan ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin de müdahil olduğu Güney
Çin Denizi’nde egemenlik hakları ile ilgili
tartışmalar sürerken Çin Devlet Konseyi
Enformasyon İdaresi, Çin’in yeni askerî
stratejisini ilan etti. “Beyaz belge” olarak adlandırılan “Çin’in Askerî Stratejisi”
başlıklı belgede Çin donanmasının artık
kendi karasularını savunmaktan çok,
açık denizleri korumaya, hava kuvvetlerinin de taarruza yöneleceği belirtildi.
Çin ordusunun geçmişten bu yana savunma temelli stratejiler geliştirirken
bu kez saldırıyı öne çıkarması dikkat
çekti. Belgede, uluslararası güvenlik
alanında daha fazla işbirliği sözü verildi.
Okyanus, uzay, nükleer güç ve siber
uzayın önemine dikkat çekilen belgede, Çin’in siber güvenlik tehditleri ile mücadele için
siber güçlerini hızla geliştireceği açıklandı. Çin, hegemonya ve genişleme peşinde olmadığının altını özenle çizerken, diğer ülkelerle nükleer silah yarışına girmeyeceğini de duyurdu.
İNGİLTERE SEÇİMİNİ YAPTI
İNGILIZ Parlamentosu’nun alt kanadı Avam Kamarası’ndaki
650 milletvekilini belirlemek için seçim yapıldı. Seçimin galibi 331
milletvekili ile Muhafazakar Parti oldu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, kabineyi oluşturarak göreve başlayan Muhafazakar Parti
Genel Başkanı ve Başbakan David Cameron’ı telefonla arayarak
tebrik etti. İşçi Partisi’nden dokuz, Muhafazakar Parti’den üç ve
İskoç Ulusal Partisi’nden bir Müslüman adayın milletvekili olduğu
seçimler sonucunda iktidar partisinden milletvekili seçilen Türk
kökenli Londra Belediye Başkanı Boris Johnson’ın ise bakanlık
görevi almaksızın kabinede bulunacağı ve toplantılara katılacağı
belirtildi. Jonhson’ın belediye başkanlığı görevi sona erince bakan
olması bekleniyor.
Seçimin, iktidar partisi dışındaki bir diğer kazananının da İskoç
Ulusal Partisi olduğu kaydedildi. Parti, 6 olan sandalye sayısını bu
seçimde 56’ya yükseltti. Öte yandan bir önceki seçime göre çok
ciddi oy kaybı yaşayan İşçi Partisi, Liberal Demokrat Parti ve Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin genel başkanları görevlerinden
istifa etti.
19
TÜRK SIYASETINDE YENI BIR DÖNÜM NOKTASI:
7 HAZIRAN 2015
20
TBMM 25. DÖNEM’DE GÖREV YAPACAK MILLETVEKILLERININ
BELIRLENECEĞI GENEL SEÇIME SAYILI GÜNLER KALDI.
7 HAZIRAN’DA YURT IÇINDE 53 MILYON 765 BIN 231 SEÇMEN
SANDIK BAŞINA GITMEYE HAZIRLANIRKEN, YURT DIŞINDA
2 MILYON 867 BIN 658 SEÇMEN BULUNUYOR.
NEHIR ÖZTÜRK
21
21
Temmuz 1946 tarihi, Türkiye’nin siyasi hayatındaki dönüm
noktalarından biri. İlk çok partili genel seçimin yapıldığı bu
tarihte sandık başına gidenler TBMM 8. Dönem milletvekillerini
belirledi. Aradan geçen 69 yılda Türkiye 16 genel seçim yaşadı ve
TBMM 24. Dönem’e ulaştı. 1946 yılından sonra 1950, 1954, 1957,
1961, 1965, 1969, 1973, 1977, 1983, 1987, 1991, 1995, 1999, 2002,
2007 ve 2011’de genel seçimlerin yapıldığı Türkiye, 7 Haziran 2015
tarihinde bir kez daha sandık heyecanını yaşamaya hazırlanıyor.
Yurt içinde 53 milyon 765 bin 231, yurt dışında ise 2 milyon 867
bin 658 seçmenin kullanacağı oylar, 25. Yasama Dönemi’nde
TBMM’de temsil edilecek siyasi partileri ve görev yapacak milletvekillerini belirleyecek.
7 Haziran’daki seçimlerde 20 siyasi parti yer alacak. Adalet
ve Kalkınma Partisi, Anadolu Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi,
Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti,
Halkın Kurtuluş Partisi, Halkların Demokratik Partisi, Komünist
Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Millet Partisi, Saadet Partisi ve
Vatan Partisi 85 seçim çevresinde, Hak ve Özgürlükler Partisi
75 seçim çevresinde, Merkez Parti 73 seçim çevresinde, Liberal
Demokrat Parti 58 seçim çevresinde, Doğru Yol Partisi ve Yurt
Partisi 56 seçim çevresinde, Toplumsal Uzlaşma Reform ve
Kalkınma Partisi 55 seçim çevresinde, Hak ve Adalet Partisi
22
43 seçim çevresinde seçime katılacak. Türkiye genelinde 165
bağımsız milletvekili adayı bulunuyor.
Kadın milletvekili adayı sayısı arttı
Türkiye’de bir önceki genel seçim 12 Haziran 2011 tarihinde yapıldı. 15 siyasi parti ve 203 bağımsız milletvekili adayının katıldığı
seçimde, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) yüzde 49,95, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yüzde 25,94, Milliyetçi Hareket Partisi
(MHP) yüzde 12,98 oy aldı. Bu sonuçla AK Parti 327, CHP 135, MHP
53 milletvekili ile Meclis’te yer aldı. Seçime bağımsız adaylarla
giren Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ise 35 milletvekili çıkardı.
24. Dönem’de 78 kadın milletvekili Meclis’te görev yaptı. Siyasi
partilerin 2011 yılında 268 olan kadın milletvekili adayı sayısı ise
2015 genel seçiminde 531’e yükseldi.
28 Haziran 2011 tarihinden itibaren TBMM 24. Dönem’de
görev yapan milletvekillerinin bir kısmı yeni yasama döneminde
Meclis çatısı altında olamayacak. Adalet ve Kalkınma Partisi’nde
127 milletvekili tekrar aday gösterilirken, 185 milletvekili liste
dışı kaldı. 185 milletvekilinden 68’i AK Parti’deki üç dönem
kuralı nedeniyle aday olamadı. Cumhuriyet Halk Partisi
125 milletvekilinden 66’sını, Milliyetçi Hareket Partisi 52
milletvekilinden 20’sini, Halkların Demokratik Partisi ise 29
milletvekilinden 15’ini tekrar aday göstermedi.
SEÇIM KAMPANYALARI SIRASINDA HALKLA BIR ARAYA GELEN
LIDERLER VE MILLETVEKILI ADAYLARI, SORUNLARA YÖNELIK
ÇÖZÜM ÖNERILERININ YANI SIRA BAŞTA EKONOMI OLMAK
ÜZERE ÇEŞITLI ALANLARDAKI VAATLERINI DE DILE GETIRIYOR.
Siyasi partiler seçim kampanyalarını özellikle son bir aydır
yoğunlaştırmış durumda. Türkiye’nin dört bir yanını dolaşan
liderler ve milletvekili adayları 8 Haziran sabahı “gülen taraf”
olabilmek için gece-gündüz çalışıyor. Halkla bir araya gelen
siyasetçiler, ülke gündemini değerlendiriyor, sorunlara yönelik
çözüm önerilerini dile getiriyor. Türkiye’yi geleceğe hazırlarken
hangi adımları atacakları konusunda vatandaşları bilgilendiren
siyasi partiler, başta ekonomi olmak üzere çeşitli alanlardaki
vaatlerini de ifade ediyor. Siyasetçilerin en çok üzerinde durduğu
konular arasında yeni bir anayasanın hazırlanması yer alıyor.
Türkiye’de bugüne kadar yapılan anayasalar savaş yılları, askerî
darbeler, muhtıralar gibi olağanüstü dönemlerin izlerini taşıyor.
Herkesin kendini bulabileceği, topluma ne “bol” ne “dar” gelecek
bir anayasaya kavuşulması siyasi partilerin ortak vaatleri arasında
yer alıyor. 33 yıldır yürürlükte
bulunan 1982 Anayasası’nın
yerine yeni ve sivil bir anayasa
hazırlanması konusu TBMM 24.
Dönem’in de en önemli gündem
maddelerinden birini oluşturdu.
12 Haziran 2011 tarihindeki
genel seçimin ardından TBMM
B aşkanı Cemil Çiçek , y eni
anayasa konusundaki kararlılığı,
“Türkiye’ye ve milletimize yakışır
yeni bir anayasa yapabilmeliyiz.
Ülkemizi geleceğe taşıyacak,
hepimizin içinde kendisini
bulacağı, ‘İşte benim anayasam’
diyebileceği bir toplumsal
sözleşmeyi hayata geçirmeliyiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak birey odaklı, özgürlükçü
ve demokratik temsil esasına
dayanan bir anayasa yapmak
istiyoruz” sözleriyle ifade etti.
Bu amaçla, Meclis’teki dört
siyasi partinin eşit temsiliyle
TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu. Komisyonun
yaklaşık iki buçuk yıl süren çalışmaları sırasında altmış madde
üzerinde mutabakata varılsa da yeni bir anayasa hazırlanamadı.
Siyasi partilerin 7 Haziran’daki genel seçime yönelik vaatleri, yeni
anayasa konusunun TBMM 25. Dönem’de de öncelikli gündem
maddeleri arasında yer alacağını gösteriyor.
Geçen döneme göre illerin milletvekili
sayılarında değişiklik oldu
Genel seçim sonucunda TBMM’de görev yapacak 550 milletvekilinin illere göre dağılımı şöyle: Adana 14, Adıyaman 5, Afyonkarahisar 5, Ağrı 4, Amasya 3, Ankara 32, Antalya 14, Artvin 2,
Aydın 7, Balıkesir 8, Bilecik 2, Bingöl 3, Bitlis 3, Bolu 3, Burdur 3,
Bursa 18, Çanakkale 4, Çankırı 2, Çorum 4, Denizli 7, Diyarbakır 11,
Edirne 3, Elazığ 4, Erzincan 2,
Erzurum 6, Eskişehir 6, Gaziantep 12, Giresun 4, Gümüşhane
2, Hakkari 3, Hatay 10, Isparta
4, Mersin 11, İstanbul 88, İzmir
26, Kars 3, Kastamonu 3, Kayseri 9, Kırklareli 3, Kırşehir 2,
Kocaeli 11, Konya 14, Kütahya
4, Malatya 6, Manisa 9, Kahramanmaraş 8, Mardin 6, Muğla
6, Muş 3, Nevşehir 3, Niğde 3,
Ordu 5, Rize 3, Sakarya 7, Samsun 9, Siirt 3, Sinop 2, Sivas 5,
Tekirdağ 6, Tokat 5, Trabzon 6,
Tunceli 2, Şanlıurfa 12, Uşak 3,
Van 8, Yozgat 4, Zonguldak 5,
Aksaray 3, Bayburt 2, Karaman
2, Kırıkkale 3, Batman 4, Şırnak
4, Bartın 2, Ardahan 2, Iğdır
2, Yalova 2, Karabük 2, Kilis 2,
Osmaniye 4, Düzce 3.
Yüksek Seçim Kurulu’nun
( Y SK ), Tür ki y e İs tatis tik
Kurumu Başkanlığı’nın Adrese
23
MILLETVEKILI SAYISI 18’E KADAR OLAN ILLER BIR, 19’DAN 35’E
KADAR OLAN ILLER IKI, 36 VE DAHA FAZLA OLAN ILLER ÜÇ
SEÇIM ÇEVRESINE BÖLÜNDÜ. ANKARA’NIN MILLETVEKILI
SAYISI 31’DEN 32’YE, İSTANBUL’UN MILLETVEKILI SAYISI 85’TEN
88’E, BAYBURT’UN MILLETVEKILI SAYISI ISE 2’YE YÜKSELDI.
Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2014 yılı verilerine göre yaptığı
değerlendirme sonucunda, milletvekili sayısı 18’e kadar olan iller
bir, 19’dan 35’e kadar olan iller iki, 36 ve daha fazla olan iller üç
seçim çevresine bölündü. Ankara’nın milletvekili sayısı 31’den
32’ye, İstanbul’un milletvekili sayısı 85’ten 88’e, Bayburt’un
milletvekili sayısı ise 2’ye yükseldi. 12 Haziran 2011 tarihindeki
genel seçimde 5’er milletvekili çıkaran Elazığ ve Kütahya’nın
milletvekili sayısı 4’e, Manisa’nın 10 milletvekili 9’a, Muş’un 4
milletvekili 3’e, Ordu’nun 6 milletvekili ise 5’e düştü.
Oy kullanımı 08:00-17:00 arasında
Genel seçimde 18 yaşını doldurmuş ve seçmen kütüğünde kaydı
bulunan her Türk vatandaşı oy kullanabilecek. MERNİS Adres
Kayıt Sistemi’nde yer almayanlar, haklarında kısıtlama kararı
kesinleşenler (Türk Medeni Kanunu’nun 405, 406. maddeleri),
kamu hizmetlerinden yasaklı olanlar, silâhaltında bulunan erler,
24
onbaşılar ve kıta çavuşları ile askerî öğrenciler, taksirli suçlar
dışında, kasıtlı suçlardan cezaevinde bulunan hükümlüler oy
kullanamayacak.
Oy verme günü seçmenin yanında Türkiye Cumhuriyeti kimlik
numarasını taşıyan; nüfus cüzdanı, resmî dairelerce verilen
soğuk damgalı kimlik kartı, pasaport, evlenme cüzdanı, askerlik
belgesi, sürücü belgesi, hakim ve savcılar ile yüksek yargı organı
mensuplarına verilen mesleki kimlik kartı, avukat, noter ve askerî
kimlik kartı gibi kimliği tereddütsüz ortaya koyan fotoğraflı,
resmî nitelikteki belgenin bulunması gerekiyor.
Seçmenler 7 Haziran Pazar günü saat 08:00-17:00 arasında
sandık başına gidecek. Oy verme işlemi sırasında Yüksek
Seçim Kurulu tarafından özel imal ettirilen ve “Türkiye Yüksek
Seçim Kurulu” filigranı bulunan birleşik oy pusulası ile YSK’nın
hazırladığı filigranlı sarı renkli zarflar, “tercih” veya “evet” mührü
kullanılacak.
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2015 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine Uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir.
Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı
Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği Ankara Konukevi: Ankara Hotel Pino - Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi
Bayraklı Sokak No: 35 GOP/ANKARA Tel: 0312 446 36 86
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin
Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
25
YÜZYILLAR ÖNCESINDEN
GÜNÜMÜZE
ROMANYA’NIN
SIYASI TARIHI
26
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
1989 YILINDAKI DEVRIMLE BIRLIKTE YENI BIR DÖNEMIN BAŞLADIĞI
ROMANYA, KRALLIKLAR, IMPARATORLUKLAR VE MODERN
DEVLETLERIN EGEMENLIK SAVAŞLARINI IÇEREN BIR SIYASI TARIHE
SAHIP. YÜZYILLAR ÖNCESINDEN GÜNÜMÜZE UZANAN BU TARIHIN
DÖNÜM NOKTALARINDA OSMANLI’NIN DA ÖNEMLI IZLERI BULUNUYOR.
HASAN ERKANAR
27
D
oğu Avrupa’nın en uç ülkelerinden Romanya, tarih öncesi döneme uzanan bir
geçmişe sahiptir. 2002 yılında yapılan bir çalışma, bugün Romanya’nın yer
aldığı topraklarda yaklaşık 35 bin yıllık insan kalıntıları bulunduğunu gösteriyor.
Takip eden çalışmalardaki bulgular ise bu tarihi on bin yıl kadar geriye götürüyor.
Söz konusu fosiller Romanya’yı Avrupa kıtasındaki en eski yerleşim yerlerinden
biri yapıyor. Romanya, daha yakın zamanlara geldiğimizde ise krallıklar, imparatorluklar ve modern devletlerin egemenlik savaşlarını içeren bir siyasi tarihe sahip.
Yazılı kaynaklarda bölge tarihinden ve insanından ilk kez bahseden kişi, Yunan
tarihçi Herodot’tur. Herodot, Trakların Pers İmparatoru Darius ile savaşını anlatır
ve Romanya topraklarında bulunan Trak halkının kurduğu Daçya Krallığı hakkında
bilgi verir. Herodot’un bahsettiği Daçyalılar, MS 2. yüzyılın başında Roma İmparatoru Trajan tarafından yenilgiye uğratılır ve toprakları imparatorluğun eyaleti olur.
Altın, gümüş gibi yer altı kaynakları açısından zengin olan bölge, Roma döneminde
önemli bir merkez haline gelir. Birçok Romalının bölgeye yerleşmesiyle Latince
eski Rumenceye büyük ölçüde şekil vermeye başlar. 3. yüzyıla gelindiğinde barbar
istilaları sonucu dağılmaya başlayan Roma İmparatorluğu coğrafi zorluk nedeniyle
Daçya eyaletini koruyamaz ve Daçya, imparatorluğun terk ettiği ilk toprağı olur.
Erken Dönem Orta Çağ boyunca Gotlar, Hunlar, Avarlar, ardından Macar, Peçenek, Kuman ve Tatarlar gibi birçok kavmin istila ettiği topraklar ancak Orta
Çağ’da tekrar bir araya getirilir. İlk kez 14. yüzyılda iki güçlü prenslik kurulur:
Eflak ve Boğdan. Osmanlıların Trakya’da ilerlemesi sonucunda Eflak Prensliği 15.
yüzyıldan itibaren Osmanlı egemenliğine girer. Eflak’ın en büyük prenslerinden
Kazıklı Voyvoda lakabıyla bilinen III. Vlad, Osmanlılarla uzun süre mücadele eder.
III. Vlad’ın kanlı dönemi 19. yüzyılda Bram Stoker’ın Drakula romanına ve onun
popüler kültürdeki birçok temsiline ilham kaynağı olmuştur.
28
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Diğer beylik olan Boğdan’ın en ünlü prensi ise
Büyük Ştefan olarak da bilinen III. Ştefan’dır.
Osmanlılara karşı birçok savaşta başarı gösteren
Boğdan Prensi, 47 yıl boyunca hüküm sürer. Ancak onun ölümünden sonra 16. yüzyılda Boğdan
toprakları Osmanlı egemenliğine girer. Modern
Moldova’da ulusal kahraman kabul edilen III.
Ştefan, hâlâ en çok saygı duyulan tarihî figürlerden biridir. Bugün Transilvanya veya Erdel de
denilen, Romanya’nın kuzey batısında yer alan
topraklar ise 16. yüzyıla kadar Macar egemenliği
altındaydı. Mohaç Savaşı sonrası Romanya topraklarındaki diğer iki prenslik gibi Erdel Prensliği
de Osmanlı hakimiyetine girdi.
Osmanlılar döneminde Eflak ve Boğdan büyük ölçüde idarede serbest bırakılır. Beyliklerin
voyvodaları padişah tarafından atanmasına
rağmen vergi, askerî yardım ve tarımsal ürün
ithali dışında yönetime karışılmaz. Bu açıdan
Romanya’da, Rumeli’de olduğu gibi Osmanlı
izlerinin görülebileceği Üsküp, Belgrad, Sofya ya
da Selanik muadili bir şehre rastlamak mümkün
değildir. Osmanlılar bölgeye yerleşmediği için
kayda değer kültürel bir etkiden de bahsedemiyoruz.
EFLAK’IN EN BÜYÜK PRENSLERINDEN “KAZIKLI VOYVODA”
LAKAPLI III. VLAD, OSMANLILARLA UZUN SÜRE MÜCADELE
EDER. III. VLAD’IN KANLI DÖNEMI 19. YÜZYILDA BRAM
STOKER’IN DRAKULA ROMANINA VE ONUN POPÜLER
KÜLTÜRDEKI BIRÇOK TEMSILINE ILHAM KAYNAĞI OLMUŞTUR.
1859’da Birleşik Prenslikler oluşuyor
18. yüzyıldan itibaren güçlenen Çarlık Rusyası’nın Balkanlar’daki siyasetinin bir
parçası olarak Romanya toprakları Türk-Rus çekişmesine sahne olur. Osmanlı’nın
atadığı Fenerli Rumlardan biri olan Boğdan Beyi Dimitri Kantemiroğlu’nun Rus
Çarı Büyük Petro ile ittifak kurmasıyla Rumen prensler ve Osmanlı arasındaki ilişki
bozulmaya başlar. Osmanlılar her ne kadar 1710’daki Prut Savaşı’nda Boğdan-Rus
ittifakını mağlup etse de 19. yüzyılın başında bölgede toprak kaybetmeye başlarlar.
Avrupa’yı ve kolonileri kasıp kavuran Napolyon Savaşları’nın bir uzantısı olarak Rusya ve Osmanlı 1806-1812 yılları arasında karşı karşıya gelir. Rus zaferi ile sonuçlanan
bu muharebelerin ardından imzalanan Bükreş Anlaşması’yla Osmanlılar Besarabya
bölgesini Ruslara bırakırlar. 1828-1829 yıllarında bir kez daha karşı karşıya gelen
kuvvetlerin imzaladıkları Edirne Anlaşması gereğince Eflak ve Boğdan iki sene süreyle Osmanlı’ya vergi vermeyecek ve eskiden Osmanlı’ya gönderdikleri hububat,
kereste gibi mamulleri yollamayacaklardır. Osmanlıların egemenliğini ciddi anlamda
sınırlayan bu anlaşmanın ardından Eflak ve Boğdan Rusya tarafından işgal edilir.
III. Vlad
Kırım Savaşı’nda bir kez daha karşı karşıya
gelen Rusya ve Osmanlı, savaşın ardından imzalanan 1856 Paris Anlaşması’nın hükümlerine
bağlı olarak her iki beyliğe de birer millî meclis
kurulmasını kabul eder. Aynı anlaşma hiçbir
ülkenin beyliklerin iç işlerine karışmayacağını
taahhüt eder. Bu özerklik atmosferi kısa sürede
iki beyliğin parlamentolarında birleşme yanlısı
fikirlerin baskınlık kazanmasına ortam sağlar.
1859 yılında Alexandru Cuza önderliğinde iki
beylik birleşerek Birleşik Prenslikler’i oluşturur. 93 Harbi’ne kadar Osmanlı egemenliği
altında kalan Romanya Prensliği, 1878 Berlin
Anlaşması’yla bağımsızlığını kazanır. Rusya
ise Bükreş Anlaşması ile elde ettiği Besarabya
bölgesini Prenslik’e devretmez.
III. Ştefan
29
ROMANYA, VERSAY BARIŞ ANLAŞMASI’NDA BUKOVINA VE
TRANSILVANYA BÖLGESINI DE HAKIMIYETI ALTINA ALARAK BIR
KEZ DAHA DEVLETIN TOPRAKLARINI GENIŞLETIR. İKI SAVAŞ
ARASI DÖNEMDE ROMANYA’NIN GENIŞLEMESINE
ATFEN “BÜYÜK ROMANYA” ISMI DE KULLANILMAKTADIR.
20. yüzyıla yaklaşırken ilan edilen Romanya Krallığı, Balkan Savaşları
sonunda Bulgaristan’dan Güney Dobruca bölgesini alarak sınırlarını genişletti. Birinci Dünya Savaşı’nda önce Almanya tarafından işgal edilmesine
rağmen savaşın akıbeti Almanların aleyhine gelişince Romanya, Versay
Barış Anlaşması’nda Bukovina ve Transilvanya bölgesini de hakimiyeti
altına alarak bir kez daha devletin topraklarını genişletmiş oldu. İki savaş
arası dönemde Romanya’nın genişlemesine atfen “Büyük Romanya” ismi
de kullanılmaktadır.
Reform hareketleri ve Çavuşesku döneminin sonu
Kral II. Carol
30
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmak isteyen Romanya, 1940 yılında
Sovyetler Birliği’nden aldığı bir ültimatom gereği Besarabya ve Kuzey
Bukovina topraklarını SSCB’ye teslim etti. Kral II. Carol’un bu hamlesi ülkesinde diplomatik bir başarısızlık olarak algılandı ve çok tepki çekti. İtibarını
yitiren kral, General Ion Antonescu önderliğindeki askerî darbeyle devrildi.
Yönetime el koyan Ion Antonescu, hedef tahtasında bulunan II. Carol’un
kaybettiği toprakları geri almak için Nazi Almanyası safında İkinci Dünya
Savaşı’na katılma kararı aldı. General Ion Antonescu’nun Nazi müttefiki
faşist rejimi 1944 yılında Kızıl Ordu’nun Romanya’ya girmesiyle son buldu.
1989 YILINDA ROMANYA’NIN TEMEŞVAR KENTINDE MUHALIF
GÖSTERILER BAŞLADI. GÖSTERILERI ŞIDDETLE BASTIRMAYA ÇALIŞAN
ÇAVUŞESKU YÖNETIMI ORDUNUN MUHALIFLERI DESTEKLEMESIYLE
TAMAMEN YIKILDI. ÇAVUŞESKU VE EŞI ISE KAÇMAYA ÇALIŞIRKEN
YAKALANIP YARGILANARAK KURŞUNA DIZILDI.
Gheorghe Gheorghiu-Dej
Savaşın ardından 1947 yılında Romanya Sosyalist Cumhuriyeti
ilan edildi. Gheorghe Gheorghiu-Dej yönetimindeki Sosyalist Cumhuriyet başta iktisadi saha olmak üzere Sovyetler’le sıkı ilişkiler
içerisine girdi. Romanya, 1955 yılında da Varşova Paktı’na katıldı.
Sovyetler’de Stalin döneminin sona ermesinin ardından Romanya
Devlet Başkanı Gheorghiu-Dej, Yugoslavya ile yeniden ilişki kurdu
ve ülkesindeki Sovyet kuvvetlerini çekilmeye zorladı.
Gheorghiu-Dej’in ölümünden sonra parti genel sekreterliğine
getirilen Nikolay Çavuşesku, yeni bir anayasa hazırladı. 1967
yılında devlet başkanı da olan Çavuşesku bu dönemde devlette
ve parti içinde konumunu gitgide pekiştirdi. Nihayet 1974 yılında
bir anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanlığı makamı oluşturan
Çavuşesku, parlamento tarafından cumhurbaşkanlığına seçildi.
Bu tarihten itibaren devlete dair tüm yetkileri elinde bulunduran
lider, muhalefete ve reformcu kitlelere karşı katı politikalar izledi.
80’li yıllarda Doğu Bloku ülkelerinde başlayan reform hareketleri etkisini Romanya’da da gösterdi. En sonunda 1989 yılında
Romanya’nın Temeşvar kentinde muhalif gösteriler başladı. Gösterileri şiddetle bastırmaya çalışan Çavuşesku yönetimi ordunun
Nikolay Çavuşesku
muhalifleri desteklemesiyle tamamen yıkıldı. Çavuşesku ve eşi
ise kaçmaya çalışırken yakalanıp yargılanarak kurşuna dizildi.
Doğu Bloku sosyalist rejimlerinin dağılma sürecindeki tek kanlı
değişimin yaşandığı Romanya Devrimi’nin ardından modern Romanya Cumhuriyeti ilan edildi. Eski bir Sovyet müttefiki olan ülke,
devrimden sonra hızla Batı dünyası ile entegre olmaya başladı.
2004 yılında NATO’ya katılan Romanya Cumhuriyeti, 2007’de ise
Avrupa Birliği üyesi oldu.
31
ALI ILIKSOY:
TÜRKIYE, AVRUPA BIRLIĞI NORMLARINA
UYGUN YENI BIR ANAYASAYA KAVUŞMALIDIR
RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
TBMM ESKI BAŞKANVEKILI ALI ILIKSOY, FARKLI DÜŞÜNCELERIN
ÖZGÜRCE IFADE EDILEBILMESININ DEMOKRASININ BIR
GEREĞI OLDUĞUNU BELIRTEREK, “TOPLUMSAL GERGINLIK
YAŞANMAMASI VE MECLIS ÇALIŞMALARI SIRASINDA
ÜZÜCÜ OLAYLARLA KARŞILAŞILMAMASI IÇIN DEMOKRASI
KÜLTÜRÜMÜZÜN GELIŞMESI GEREKIYOR” DIYOR.
32
RÖPORTAJ
“B
ir devir kapandı” diye yazıyordu gazeteler. “12 Eylül darbesinin mimarı”
Kenan Evren’in vefat ettiğini duyuruyordu
haberler. Demokrasinin 35 yıl önce uğradığı
ağır hasarın bilançosunu çıkarıyordu televizyon ekranında yorumcular...
7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in vefatının konuşulduğu bir günde buluştuk Ali
Ilıksoy’la. Meclis’teki televizyonda 12 Eylül
dönemine ait görüntüler birbiri ardına akıp
giderken başladı sohbetimiz. Tecrübeli siyasetçi, Türkiye’nin demokrasi serüveni ve
ülke gündemine dair değerlendirmelerde
bulunduğu röportajımız sırasında hayat ve
siyaset yolculuğunun dönüm noktalarını da
paylaştı.
Ali Ilıksoy 1954 Pazarcık doğumlu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları “Edeler Diyarı”
Kahramanmaraş’ta geçiyor. 1970’lerde
Türkiye’deki devrimci gençlik hareketleri,
siyasi görüşünün şekillenmesinde etkili oluyor. Kahramanmaraş Lisesi’ni bitirdiği günlerde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf
Aslan’ın idam edildiğini belirten Ali Ilıksoy,
“O yıllarda üzerimizde gençlik heyecanı ve
ülkedeki sol dalganın etkisi vardı. Ben aşırı
uçta değil, sosyal demokrat siyaset anlayışına yakın bir yerde duruyordum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken 1977
seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin
sandık temsilcisi olarak görev yapmıştım”
diyor. Gençlik yılları 1980 öncesi döneme
denk gelen Ilıksoy, o günleri şu sözlerle anlatıyor: “12 Eylül öncesinde Türkiye’de yoğun
bir anarşi ortamı vardı. Her gün birkaç gencin
öldürüldüğü haberi duyuluyordu. Anne-babalar ‘çocuğum sağ salim eve gelecek mi?’
diye endişe ediyordu. İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nde okurken cenaze eylemlerinden birine katılmıştım; yüz binler sokaktaydı, bu kadar büyük kitle eylemini ilk defa
orada görmüştüm. Bir gün Aksaray’daki
kıraathanede otururken gözümüzün önünde
öldürülen gençleri hatırlıyorum. Aynı silahla
öğleden önce bir ülkücünün, öğleden sonra
bir devrimcinin öldürüldüğü günleri yaşadık. Ülkedeki bu atmosferi kim veya kimlerin
yarattığı, elbette sorgulanması gereken ayrı bir konu.”
Ali Ilıksoy, üniversiteden mezun olduktan sonra hakimlik mesleğine adım atıyor. 1984
yılında bu görevden ayrılarak avukatlık yapmaya başlıyor ve 1986’da Sosyaldemokrat
Halkçı Parti’ye (SHP) üye oluyor. Siyaset yolculuğunu 1995 yılından itibaren Demokratik
Sol Parti’de sürdüren Ilıksoy, DSP ile yollarının nasıl kesiştiğini şöyle anlatıyor: “Bir gün
Sayın Mustafa Yılmaz ofisime geldi. Kendisi SHP’den ayrılıp DSP’ye katılmış ve Parti
Meclisi üyesi olmuştu. DSP’li bazı yöneticilerin de bulunduğu görüşme sırasında Sayın
Yılmaz benimle birlikte siyaset yapmayı istediklerini söyledi. Seçimlerde aday olması
halinde kendisini destekleyeceğimi, ama tekrar siyasete girmeyi düşünmediğimi söylesem de ısrarları neticesinde DSP’ye üye oldum. Birkaç ay sonra seçim kararı alındı
ve Sayın Yılmaz’la birlikte 1995 seçimlerinde Gaziantep’ten milletvekili adayı olduk. O
dönemde DSP’nin oyu Gaziantep’te bir milletvekili bile çıkarmaya yetmezken biz Sayın
Yılmaz’la beraber sıkı bir çalışma yürüterek iki milletvekilliği alma başarısı elde ettik.”
“Farklı görüşlere saygı ve hoşgörüyle yaklaşabilmeliyiz”
Tecrübeli siyasetçi, 24 Aralık 1995 ve 18 Nisan 1999 tarihlerindeki genel seçimlerin
ardından DSP Gaziantep Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alıyor. Ali Ilıksoy,
Türkiye’nin koalisyon dönemlerini yaşadığı o yıllarda ANAYOL, REFAHYOL, ANASOL-D
hükümetlerinin ardından DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit tarafından kurulan azınlık
hükümetinde Bayındırlık ve İskan Bakanı olarak görev alıyor. Ilıksoy o günleri konuşurken “Meclis’te çok parçalı bir yapı vardı. Bu duruma siyasi partilerin kendi içlerindeki
birtakım sıkıntıları da eklenince hükümetlerin güvenoyu alıp alamamasında birkaç oy
belirleyici olabiliyordu” diyor. Tecrübeli siyasetçi, bakanlık görevinde bulunduğu 56.
Hükümet’in kuruluş süreciyle ilgili bir anısını ise şöyle anlatıyor: “O dönemde DSP Grup
Başkanvekiliydim. Rahmetli Bülent Ecevit, bir gün Sayın Hüsamettin Özkan vasıtasıyla
grup başkanvekillerini makam odasında toplantıya çağırdı. Konu azınlık hükümetiyle
ilgiliydi. Sayın Bülent Ecevit, Sayın Tansu Çiller’in kendisini ziyarete geleceğini ve
33
“BIZIM DÖNEMIMIZDE MECLIS’TEKI ÇOK PARÇALI YAPI IÇERISINDE
ELBETTE GÖRÜŞ FARKLILIKLARI ÖN PLANA ÇIKIYORDU, BIRTAKIM
OLUMSUZLUKLAR YAŞANIYORDU, AMA KARŞILIKLI
DIYALOG VE ANLAYIŞ SAYESINDE SORUNLAR
BUGÜNKÜNE GÖRE DAHA KOLAY AŞILABILIYORDU.”
muhtemelen partimizin bir azınlık hükümeti kuracağını söyledi.
Nitekim Sayın Çiller ve arkadaşları, ziyaret sırasında Sayın Ecevit’in
başkanlığında kurulacak bir azınlık hükümetine destek vereceklerini, tek şartlarının ise daha önceden belirlendiği gibi 18 Nisan 1999
tarihinde erken genel seçimlerin yapılması olduğunu söylediler.
Bu mutabakatın ardından Ocak 1999’da DSP azınlık hükümeti
kurularak güvenoyu aldı.”
Ali Ilıksoy, yaklaşık dört buçuk ay görev yapan 56. Hükümet
dönemiyle ilgili değerlendirmelerini sorduğumuzda, “Hükümetimizin yaptığı en önemli düzenlemelerden biri devlet memuriyetine girişte sınav ve liyakatin esas alınmasıydı. Hiç kimseye
karşı kayırmacı bir anlayış içinde olunmadı. Mevcut bürokratların
istihdam edilmesinde kararlılık gösterildi” yanıtını veriyor. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı görevini üstlendiği sırada İzmit Körfez
Geçişi Projesi’nin gündemde olduğunu ve üç büyük firmanın bu
konuda verdiği teklifler bulunduğunu belirten Ilıksoy, “Bakanlığa
geldiğimde proje ihalesiyle ilgili çalışmaların durması gerektiğini
ifade ettim. Çünkü ülkeyi birkaç ay sonra erken seçime götürecek
bir azınlık hükümetinde yer alıyordum ve kısa bir süre için bakanlık
görevini üstlenmiştim. Bu nedenle bu önemli projeyle ilgili kararın
seçimlerin ardından kurulacak hükümet döneminde verilmesinin
daha doğru olacağını düşündüm. Neticede ihaleyi onaylayıp onaylamamaktansa askıya almayı uygun gördüm” diyor.
Tecrübeli siyasetçi, 1999 seçimlerinin ardından 21. Dönem’de
TBMM Başkanvekilliği yapıyor. Bu önemli görevi üstlendiği dönemde Meclis’te beş siyasi partinin temsil edildiğini anımsatan Ali
Ilıksoy, “Bu çok parçalı yapı içerisinde elbette görüş farklılıkları ön
plana çıkıyordu, birtakım olumsuzluklar yaşanıyordu, ama karşılıklı
diyalog ve anlayış sayesinde sorunlar bugünküne göre daha kolay
aşılabiliyordu. 24. Yasama Dönemi’nin son zamanlarında Genel
Kurul’da ne kadar gergin bir süreç yaşandığını hepimiz hatırlıyoruz.
Bu tür üzücü olaylar karşımızdaki kişinin düşüncesine saygı ve hoşgörüyle yaklaşamadığımızın bir göstergesi. Demokrasi kültürünün
geliştiği ülkelerde herkes düşüncesini rahatlıkla ifade edebiliyor.
Gönül ister ki biz de demokrasisi gelişmiş ülkeler arasındaki yerimizi alalım ve bir daha bu tür olumsuzluklar yaşamayalım. İnşallah
34
RÖPORTAJ
25. Yasama Dönemi’nde topluma ve diğer ülke parlamentolarına
örnek olacak bir çalışma ortamı içerisinde olunur” yorumunu
yapıyor. Ilıksoy, TBMM Başkanvekilliği döneminden unutamadığı
bir olayı sorduğumuzda ise 2001 yılında DYP Şanlıurfa Milletvekili
Fevzi Şıhanlıoğlu’nun Genel Kurul’daki kavga sonrasında kalp krizi
geçirip hayatını kaybettiğini anımsatarak şunları söylüyor: “İçtüzük değişikliği görüşmeleri tartışmalı geçiyordu. Başkanlık kürsüsünün önünde milletvekilleri arasında gerilimli anlar yaşanıyordu.
O sırada yumruklaşmalar oldu, rahmetli Fevzi Şıhanlıoğlu’nun yere
düştüğünü gördük. Arkadaşlar kendisini dışarı çıkardılar, daha
sonra maalesef o acı haberi aldık. Hatırlayacağınız gibi 24. Yasama
Dönemi’nin son günlerinde Meclis’teki tartışmalar sırasında yere
düşerek yaralanan milletvekilleri oldu, çok daha kötü sonuçlar doğabilirdi. Birbirimizin düşüncesine tahammül göstermeyi öğrenemediğimiz sürece bu tür üzücü olaylar yaşanmaya devam eder. O
nedenle zihinsel yapımızın değişmesi ve demokrasi kültürümüzün
gelişmesi gerekiyor.”
“GEÇMIŞTE YAŞANANLARDAN DERS ÇIKARARAK GELECEĞE
YÜRÜMEK GEREKIYOR. İNŞALLAH TÜRKIYE’YI DEMOKRASISI
GÜÇLENEN ÜLKELER STATÜSÜNE ULAŞTIRACAK
ADIMLAR ATILIR, GELECEĞI EN IYI ŞEKILDE INŞA
EDECEK PROJELER ORTAYA KONULUR.”
“Bizim dönemimizde çok önemli
anayasa değişiklikleri yapıldı”
Ali Ilıksoy’la röportajımız sırasında “siyasetin
olmazsa olmazları”nı da konuşuyoruz. Siyaset
hayatı boyunca ilkeli ve dürüst olmayı ön planda
tuttuğunu ifade eden Ilıksoy, “Biz Demokratik Sol
Parti’de siyaset yaptık. Genel Başkanımız rahmetli
Bülent Ecevit dürüstlüğe, tutarlılığa, kimseye zarar vermemeye özen gösterilmesine büyük önem
verirdi. Eğer dürüstlüğünüzle ilgili bir şüphe söz
konusu olursa Sayın Ecevit’le birlikte siyaset
yapma şansınız kalmazdı. 1995’ten itibaren yer
aldığım Demokratik Sol Parti’de milletvekilliği,
grup başkanvekilliği, bakanlık, TBMM Başkanvekilliği gibi çok önemli görevler üstlendim. Bu görev
ve makamların gereğini yerine getirmek için çok
çaba harcadım. O yoğun çalışma dönemlerinde
çoluğumdan çocuğumdan ayrı kaldım, ama ülkeye
hizmet etme konusunda üzerime düşeni bihakkın
yerine getirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum”
diye konuşuyor.
Tecrübeli siyasetçiye ülke gündemindeki konularla ilgili değerlendirmelerini de
soruyoruz. Öncelikle geçen yasama döneminde siyasi partilerin üzerinde uzlaşma
sağlayamadığı yeni anayasa çalışmalarına değinen Ali Ilıksoy, “İktidar partisi,
koalisyon dönemlerini çeşitli gerekçelerle eleştiriyor, ama bunu yaparken göz ardı
ettiği bir konu var. Son 13 yıldır Türkiye’de bir parti tek başına iktidar olmasına
rağmen anayasa değişikliği konusunda bizim dönemimizde yapılan çalışmalara
henüz ulaşılamamıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çokça eleştirdiği koalisyon
döneminde Demokratik Sol Parti’nin öncülüğüyle siyasi partiler arasında uzlaşma
temin edilerek çok ciddi anayasa değişiklikleri yapılmıştır. O günkü çok parçalı
Meclis yapısında, dönemin zor koşullarında bir uzlaşma sağlayabilmiş olmak ayrı
bir önem taşımaktadır. 24. Yasama Dönemi’ndeki yeni anayasa hazırlık çalışmaları sırasında iktidar partisi başkanlık sisteminde ısrarcı olmasaydı Avrupa Birliği
normlarına yakın değişiklikler yapılabilirdi. 25. Yasama Dönemi’nde bu konunun
tekrar gündeme alınması gerekiyor. Bugün hem 12 Eylül dönemini eleştirip Kenan
Evren’in cenaze törenine katılmamak hem de darbe anayasasıyla ülkeyi yönetmek
bir tenakuzdur. Yeni anayasa konusunda toplumun da desteği ve beklentisi bulunuyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği normlarına uygun yeni bir anayasaya kavuşması
benim de en büyük özlemim. Şunu da ifade etmek isterim ki, hiçbir iktidar öfke
ve tepkiyle hareket ederek yasal düzenleme yapmamalıdır. Çünkü bu tür düzenlemeler toplumda kutuplaşmaya yol açıyor ve maalesef ülkenin gelişmesine
zarar veriyor” diyor. Ilıksoy, yüzde 10 seçim barajına da değinerek “Biz Demokratik Sol Parti olarak seçim barajıyla ilgili bir değişiklik girişiminde bulunduğumuz
dönemde ‘Siz barajdan korkuyorsunuz’ dediler. Elbette baraj korkumuz yoktu,
biz farklı toplum kesimlerinin, farklı düşüncelerin ve siyasi görüşlerin parlamentoda temsil edilebilmesini arzu etmiştik. Bugün yüzde 10 seçim barajı üzerindeki
tartışmalar haklılığımızı ve o günkü girişimimizin doğruluğunu ortaya koyuyor”
değerlendirmesinde bulunuyor. Türkiye’nin zor dönemlerden geçerek bugünlere
geldiğini ifade eden tecrübeli siyasetçi, “Geçmişte yaşananlardan ders çıkararak
geleceğe yürümek gerekiyor. İnşallah Türkiye’yi demokrasisi güçlenen ülkeler
statüsüne ulaştıracak adımlar atılır, geleceği en iyi şekilde inşa edecek projeler
ortaya konulur” diyor.
Ali Ilıksoy 2002 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyor. Aktif siyaset
hayatının ardından zamanını nasıl geçirdiğini sorduğumuz Ilıksoy, “Hem emeklilik
dönemimi yaşıyorum hem de Kahramanmaraş’ta babadan kalma tarlamızda elma
ve erik yetiştiriciliği yapıyorum. Ağaçla, toprakla, doğayla iç içe olmak, temiz hava
solumak insanı rahatlatıyor, huzur veriyor” diye konuşuyor.
35
DOÇ. DR. ABDULHEKIM KOÇIN:
TBMM BAŞKANLIĞI, 95 YILDIR ARŞIVINDE MUHAFAZA
ETTIĞI İSTIKLAL MAHKEMELERI BELGELERINI
ARAŞTIRMACILARIN HIZMETINE SUNARAK ÇOK
ÖNEMLI BIR ÇALIŞMAYA IMZA ATMIŞTIR
SÖYLEŞI: ZEYNEP YIĞIT
KÜTÜPHANE VE ARŞIV HIZMETLERI BAŞKAN YARDIMCISI VE
İSTIKLAL MAHKEMELERI PROJE KOORDINATÖRÜ DOÇ. DR.
ABDULHEKIM KOÇIN ILE TBMM ARŞIVINDE YER ALAN İSTIKLAL
MAHKEMELERI BELGELERINI VE BU BELGELERIN
KAMUOYUNA AÇILMA SÜRECINI KONUŞTUK.
36
SÖYLEŞI
TBMM arşivinde İstiklal Mahkemeleri ile ilgili ne tür belgeler
bulunuyor?
Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivinde evrakı bulunan İstiklal
Mahkemeleri alfabetik olarak şu şekilde sıralanabilir: Amasya,
Ankara-1, Ankara-2, Elcezire, Eskişehir, Isparta, İstanbul, Kastamonu, Konya, Pozantı, Şark ve Yozgat İstiklal Mahkemeleri.
Arşivimizde bu 12 mahkemeye ait, 874 klasör, 1471 dosya,
159 defter olmak üzere toplam 914 bin 695 sayfa evrak yer
almaktadır. Bu rakama Osmanlıca, Rumca, Ermenice, Fransızca,
İngilizce, Arapça dillerinde defter, kitap, gazete, telgraf, mecmua,
mektup ve belgeler dahildir.
Evrakın önemli bir kısmı mahkeme karar ve zabıtlarıdır. Bunların
dışındakiler ise mahkemelerle ilgili yazışmalar, jandarma ve polis
karakollarında alınan ifadeler, şahitlerin ifadeleri, mahkemenin
beyannamesi gibi çeşitli belgeler ve kayıt defteridir.
Bu belgeler mahkemeler bittikten sonra TBMM’ye teslim
edilmiştir. Dolayısıyla başka yerlerden derlenmiş belgeler değildir.
TBMM arşivindeki İstiklal Mahkemeleri belgelerinin kamuoyuna açılmasına yönelik çalışmalar hangi amaçlarla ve ne zaman
başlatıldı?
Malumunuz olduğu üzere, tarih uzun bir yürüyüştür. Tarihî belgeler ise bir milletin tarihindeki yürüyüşünü gösterir. Yaklaşık beş
yıldır üzerinde dikkatle çalıştığımız İstiklal Mahkemeleri’ne ait
belgeler, bu yürüyüşün çok önemli bir dönemine aittir. Söz konusu
bu belgeler, işleme girdiği dönemden bugüne kadar 100 yıla yakın
bir süredir arşivimizde özenle muhafaza edilmektedir.
İstiklal Mahkemeleri’ne ait bu belgeler üzerinde daha önceki
dönemlerde kimi zaman verilen izinlerle bazı incelemeler yapılmış,
ancak bunlar çok sınırlı kalmıştır. Aynı şekilde söz konusu
evrakın çalışmaya başladığımız tarihe kadar bir indeksi, bilimsel
metotlara uygun, doğru dürüst bir tasnifi de yapılamamıştır.
Biz bugüne kadar gerçekleştirilmeyen bu çalışmaları büyük bir
özveriyle yaptık. Amacımız, araştırmacıların önüne doğru belgeler
koymak, bundan sonra bu konuda konuşacak ya da yazacak olan
araştırmacıların bu bilgiler ışığında değerlendirme yapmalarını
sağlamaktır. İstiklal Mahkemeleri Dosyaları üzerinde bu anlamda
bir çalışmaya 11 Mart 2010 tarihinde dönemin TBMM Başkanı
Sayın Mehmet Ali Şahin’in Olur’uyla başlandı.
Başkanlığı İdari Teşkilat Kanunu ile Genel Evrak ve Arşiv
Müdürlüğü ile Kütüphane Müdürlüğü birleştirildi. Yapılanma
çerçevesinde oluşturulan Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri
Başkanlığı, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili çalışmaları hızlandırdı.
Arşivden Sorumlu Başkan Yardımcılığı olarak tarafımızdan
“İstiklal Mahkemeleri Tasnif, İndeks ve Elektronik Ortama
Aktarma” işi müstakil bir projeye dönüştürüldü ve proje TBMM
Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in onayıyla uygulamaya konuldu.
Bu kapsamda öncelikle projenin sağlıklı yürütülebilmesi için iş
tanımları ve iş bölümü yapıldı. Kurum içerisinde lisans eğitiminde
Osmanlı Türkçesi dersleri alan personel ve düzenlenen Osmanlıca
eğitiminde başarılı olan çalışanlar da oluşturulan proje ekibine
katıldı.
Çalışmaların ilk safhasında İstiklal Mahkemeleri’ne ait dosya
içerikleri açılmadan defter ve klasörlerin envanteri çıkarıldı, evrak
sayımı yapıldı. Envanter çıkarma ve evrak sayımı yaklaşık 15 ayda
tamamlanabildi.
Envanter çalışmaları sırasında 12 İstiklal Mahkemesi’ne ait
toplam 1471 dosya incelendi. Dosyalar içerisinde 914 bin 695
İzmir İstiklal Mahkemesi Heyeti
Çalışmalar kapsamında nasıl bir süreç yürütüldü?
İlk iş olarak yapılması gereken işler planlandı. Bu kapsamda 24
Aralık 2010 tarihinde dosyaların içerik envanterini tespit amacıyla
sayım çalışmaları başlatılarak 6 Eylül 2011 tarihinde tamamlandı.
18 Aralık 2011’de yürürlüğe giren Türkiye Büyük Millet Meclisi
İzmir İstiklal Mahkemesi-Elhamra Sineması Salonu
37
“İSTIKLAL MAHKEMELERI ILE ILGILI KITAP ÇALIŞMASININ ILK ÜÇ
CILDI TAMAMLANDI VE TBMM BAŞKANI SAYIN CEMIL ÇIÇEK
TARAFINDAN 17 NISAN 2015 TARIHINDE BASINA TANITILDI. BU
KITAPLAR VE IŞLEMLERI TAMAMLANAN MAHKEMELERE AIT BÜTÜN
BELGE VE OBJELER AYNI ZAMANDA INTERNET ORTAMINDA
ERIŞIME AÇILARAK ARAŞTIRMACILARIN HIZMETINE SUNULDU.”
sayfadan oluşan 874 klasörün olduğu tespit edildi. Ayrıca çok
sayıda Osmanlıca, Rumca, Ermenice, Fransızca, İngilizce, Arapça
dillerinde defter, kitap, gazete, telgraf, mecmua, mektup ve
çeşitli belgeler de tasnif edildi.
Araştırmalar sırasında İstiklal Mahkemeleri’ne ait, Esas, Karar,
Varide, Sadıra, Zimmet, Şifre, Müsvedde, Dosya, Bordro, Hesap,
Mevkuf, Talik, Aza İntihap, Muhabere, Eşya-yı Cürmüye gibi
belgelerin bulunduğu 159 kayıt defteri de tek tek sınıflandırıldı.
Tarih açısından çok kıymetli olan bu defterlerin toplam sayfa
sayısı 21 bin 13’tür.
Envanter çalışmaları tamamlandıktan sonra karar defterlerinin
günümüz alfabesine aktarımına başlandı. A3 ebatlı ve 5 bin 182
sayfa olan 26 adet karar defterinin 12 bin 818 word sayfasından
oluşan çevirisi Temmuz 2012 tarihinde tamamlandı.
38
SÖYLEŞI
İçerisinde İstiklal Mahkemeleri’ne ait yargı kararlarının özetinin
yer aldığı Osmanlıca karar defterlerinin yeni Türk harflerine
aktarımının tamamlanmasını müteakip defterlerin kontrolü
ve çapraz okumalarının yapılması için yine aynı çalışma grubu
içerisinden ikişer kişilik dört ayrı kontrol ekibi oluşturuldu. İstiklal
Mahkemeleri’nin karar defterlerinin çapraz okumaları kontrol ekibi
tarafından 31 Mayıs 2013 tarihinde tamamlandı.
Mahkemelerin dosya muhteviyatının bilimsel tasnif, kataloglama ve elektronik ortama aktarılma aşamalarını doğru
planlamak ve bir yol haritası çıkarmak için Cumhurbaşkanlığı Arşivi,
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Cumhuriyet
Arşivi Daire Başkanlığı ile İstanbul’da bulunan Osmanlı Arşivleri
Daire Başkanlığı’nda incelemeler yapıldı ve buralarda iş akış
şemaları çerçevesinde uygulamalı olarak çalışmalarda bulunuldu.
Osmanlıca çeviri ekibi
Bu çerçevede bugüne kadar İstanbul İstiklal Mahkemesi’ne ait
8, Elcezire Mahkemesi’ne ait 77, Eskişehir İstiklal Mahkemesi’ne
ait 230 ve Isparta İstiklal Mahkemeleri’ne ait 140 dosyanın tasnif,
dijitalleştirilme, indeks çalışmaları ve kontrolleri tamamlanmıştır.
Halen Şark İstiklal Mahkemesi’nin tasnif, dijitalleştirme ve indeks
çalışmaları devam etmektedir.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in düzenlediği basın toplantısında
İstiklal Mahkemeleri belgeleriyle ilgili olarak yayımlanan ilk
üç cilt kamuoyuyla paylaşıldı. Öncelikle bu üç ciltle ilgili bilgi
verebilir misiniz?
Belgelerin tasnif edilmeden önceki hali
Sizin de belirttiğiniz gibi bugüne kadar İstiklal Mahkemeleri’ne ait
kitap çalışmasının ilk üç cildi tamamlandı ve bu kitaplar TBMM
Başkanı Sayın Cemil Çiçek tarafından 17 Nisan 2015 tarihinde basına tanıtıldı. Söz konusu kitaplar ve içerisinde yer alan mahkemelere ait bütün belge ve objeler aynı zamanda internet ortamında
erişime açıldı. Bunlar tabii ki TBMM Başkanı’nın yazılı Olur’larıyla
oldu. Bu belgeler kitap olarak basılmadan ve internetten erişime
açılmadan önce bu konuda Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu’ndan uzman görüşü de alındı.
Sözü edilen kitapların birinci cildinde, İstiklal Mahkemeleri’nin
kuruluş gerekçeleri, bu mahkemelerde görev yapacak milletvekili
Belgelerin tasnif edildikten sonra korunduğu compact raflar
39
“HER NE KADAR ZAMAN ZAMAN TBMM BAŞKANLIĞI
TARAFINDAN VERILEN ÖZEL IZINLERLE KIMI ARAŞTIRMACILAR
BU BELGELERIN BIR KISMIYLA ILGILI ÇALIŞMALARDA
BULUNMUŞLARSA DA BU ÇOK SINIRLI KALMIŞTIR.”
Kamuoyuyla paylaşılan belgeler arasında ön plana çıkanlar, tarihe ışık tutması
bakımından özellikle dikkat çekenler
hangileridir?
Bu belgelerin tamamı bizim için önemlidir.
Bu sebeple bunların önem sıralamasını
tarihçilere bırakıyoruz.
Belgeler yayımlanırken herhangi bir
süzgeçten geçirildi mi, olduğu gibi mi
kamuoyuna sunuldu?
Yukarıda belirttiğim gibi, yayımladığımız
ciltlerde İstanbul İstiklal Mahkemesi ile
Elcezire İstiklal Mahkemesi’nin belgeleri
yer almaktadır. Biz mahkemelerin belgelerini yayımlarken hiçbir ayrıma gitmedik. Bütün belge ve objeleri olduğu gibi
yayımladık.
üyelerin seçimi ve kısa biyografileri, yasal dayanaklarına göre İstiklal Mahkemeleri’nin
karakteristik özellikleri, mahkemelerin görev alanları ve işleyiş tarzlarıyla ilgili bilgiler
verildi. Ayrıca İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşuna dayanak teşkil eden kanunlar ve Meclis
tutanakları da birinci ciltte yer aldı.
İkinci ciltte İstanbul İstiklal Mahkemesi ile ilgili kısa bilgiler aktarıldıktan sonra
mahkemenin karar defterinin orijinali ve çevirisi ile mahkeme zabıtlarının orijinallerine
yer verildi. Ayrıca mahkemeye ait 8 dosya içerisindeki belgeler de DVD halinde ek olarak
sunuldu.
Üçüncü ciltte ise Elcezire İstiklal Mahkemesi’ne dair kısa bilgilerden sonra mahkemenin
karar defterinin orijinali ve çevirisi ile mahkeme zabıtlarının orijinallerine yer verildi.
Hacim olarak fazla olduğu için bu kitapta yer almayan belgelerin tamamı internetten
erişime açıldı. Bundan sonra yayını tamamlanacak mahkemelerin dosyalarında bulunan
evrak da yine hacim bakımından fazla olduğu için DVD olarak değil, internet ortamında
hizmete sunulacaktır.
40
SÖYLEŞI
İlk aşamada kamuoyuyla paylaşılacak
mahkemelere ait belgeler belirlenirken
nasıl bir yöntem izlendi? Kronolojik
bir sıranın takip edilmesi veya özel bir
tercihte bulunulması gibi durumlar söz
konusu oldu mu?
Kronolojik bir sıralama olmadı. İstiklal
Mahkemeleri belgeleri üzerinde bu tarz
bir çalışmanın daha önce gerçekleştirilmemiş olması nedeniyle hata yapmamak
için hassasiyet gösterdik. Bu sebeple kısa
süreli çalışan ve belgeleri daha az olan
mahkemelerden başladık. Amacımız,
çalışmanın bir yerinde hata yaptığımızda dönüp yeni baştan gözden geçirme
imkanını bulmak ve daha az zaman harcamaktı. Okumada, tasnifte ve indeks
çıkarmada artık uzmanlaştık. Bundan
“İSTIKLAL MAHKEMELERI BELGELERI DENILDIĞINDE 914 BIN 695
SAYFA AKLIMIZA GELMELIDIR. BIZ BELGELERI TITIZ BIR ŞEKILDE
TASNIF EDIP INDEKSLERINI YAPTIKTAN SONRA
ERIŞIME AÇMAYA HAZIR HALE GETIRECEĞIZ.”
sonra evrakın azlığı ya da fazlalığı çok önemli
değil. Plan çerçevesinde çalışmalarımıza devam
ediyoruz.
İstiklal Mahkemeleri ile ilgili çalışma kamuoyunda nasıl yankı buldu?
Bu belgeler, ilk kurulan mahkemeleri dikkate
alacak olursak 95 yıldır TBMM arşivinde özenle
muhafaza edilmektedir. Her ne kadar zaman
zaman TBMM Başkanlığı tarafından verilen
özel izinlerle kimi araştırmacılar bu belgelerin bir
kısmıyla ilgili çalışmalarda bulunmuşlar ise de bu
çok sınırlı kalmıştır. Bu sebeple yakın tarihimizin çok önemli bir sürecine ait olan bu belgeler
kamuoyu tarafından en çok merak edilen belgelerdir. Dolayısıyla bu belgelerle, daha doğrusu
bu çalışmalarımızla ilgili haberler basında sık sık
yer aldı. Tanıtımın yapıldığı 17 Nisan 2015 tarihinden sonra da hemen hemen bütün
görsel-basılı medyada detaylı bir şekilde yer verildi. Öyle ümit ediyorum ki bu çalışma, yakın tarihimizin aydınlatılmasına büyük bir katkı sağlayacaktır. Bu durum da
bizi fazlasıyla memnun edecek, çektiğimiz sıkıntıları, yorgunlukları unutturacaktır.
İstiklal Mahkemeleri belgeleriyle ilgili çalışmaların devam ettiğini biliyoruz.
Yayımlanan ilk üç cilt, yürütülen çalışmaların ne kadarlık bir bölümünü oluşturuyor?
Bu tabii ki bir başlangıç. Söyleşinin başında da belirttiğim gibi, TBMM arşivinde 12
İstiklal Mahkemesi’nin evrakı bulunmaktadır. Genel bilgilerin yer aldığı birinci cildin
dışında yayımladığımız belgeler, İstanbul ve Elcezire mahkemelerine aittir. Daha
10 mahkemenin belgeleri yayımlanmadı. Kalanlardan ise iki tanesinin işlemleri
tamamlanmış ve basım aşamasındadır.
İlk üç cildi edinmek isteyenler ne tür bir yol izlemeli?
TBMM yayınları malum olduğu üzere Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı’na
bağlı Kültür ve Sanat Birimi tarafından satılmaktadır. İlgili birimden ücreti mukabilinde temin edilebilir.
İstiklal Mahkemeleri ile ilgili çalışmaların ne zaman tamamlanması öngörülüyor?
İstiklal Mahkemeleri belgeleri denildiğinde 914 bin 695 sayfa aklımıza gelmelidir.
Bu kadar evrakın basılması ve erişime açılması tabii ki uzun süre alacaktır. Biz
bunları titiz bir şekilde tasnif edip indekslerini yaptıktan sonra erişime açmaya
çalışıyoruz. Öyle sanıyorum ki ne kadar fedakarlıkta bulunursak bulunalım projenin
tamamlanması için yine de en az bir yasama dönemine ihtiyacımız var.
Projede kaç kişi görev yapıyor?
Proje Koordinatörü olarak beni saymazsanız, bu belgelerin tasnifi, Osmanlı
Türkçesinden günümüz alfabesine çevirisi ve indeksi dokuz personel tarafından
yapılmaktadır. Tamamı üniversite mezunu olan, bir kısmı da yüksek lisans ve
doktora yapan bu arkadaşlarımız Mehmet Şahin, Kerim Akar, Hanefi Erkul, Ömer
Kesikbaş, Eyüp Ertüren, Mustafa Çakmakçı, Özgür Yaydemir, Sebile Yıldız Aybak
ve Ayfer Coşkun Tören’dir.
Bu proje ekibinin dışında kitapların basım aşamasında teknik destek aldığımız
arkadaşlarımız da oldu. Kitapların redaksiyonunu Dr. Necati Sungur, mizanpajını
Işık Arslan ve Uğur Saçı yaptı. Bu isimlerin dışında Arşiv ve Dijital İşler birimlerindeki
arkadaşlarımız, basım aşamasında başta Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler
41
“BUNDAN SONRA ISTIKLAL MAHKEMELERI KONUSUNDA
KONUŞACAK YA DA YAZACAK OLANLAR BU BELGELER IŞIĞINDA
DEĞERLENDIRME YAPACAKLARDIR. BU DA DOĞAL OLARAK
TARIHIMIZI DOĞRU ÖĞRENMEMIZE VESILE OLACAKTIR.”
Başkan Yardımcısı Musa Keskin olmak üzere
matbaada çalışan arkadaşlarımız ve tanıtım
filmlerinin hazırlanmasında TBMM TV’de
görevli arkadaşlarımızdan destek aldık.
Ayrıca idari büroda çalışan arkadaşlarımızın
da katkılarını unutmamak gerekir. Bu
arkadaşlarımızın her birine bu vesileyle
emekleri için ayrı ayrı teşekkür ederim. Ayrıca
2010 yılında bu çalışmayı başlatan dönemin
TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin’e,
çalışmanın basımına ve internetten erişime
açılmasına onay veren TBMM Başkanımız
Sayın Cemil Çiçek’e, Genel Sekreterimiz
Dr. İrfan Neziroğlu’na, ilgili Genel Sekreter
Yardımcımız Dr. Kemal Kaya’ya, Kütüphane
ve Arşiv Hizmetleri Başkanımız Mehmet
Toprak’a da teşekkür ederiz.
Son olarak, bu çalışmanın başlatıldığı sırada
Genel Evrak ve Arşiv Müdür Yardımcılığı görevinde bulunan ve projeye katkı veren Dr.
Necmettin Yurtseven’e de emeklerinden dolayı
teşekkür ederiz.
Projenin koordinatörlüğünü yürüten kişi
olarak, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili arşiv
çalışmalarının önemine ilişkin neler söylemek istersiniz?
HAKİMİYET-İ MİLLİYE: 9 Kanunievvel 1339
(9 Aralık 1923) Numara:988
İstanbul’a Bir İstiklal Mahkemesi Gidiyor
42
SÖYLEŞI
AKŞAM: 11 Kanunievvel 1339 (11 Aralık 1923) Numara:1860
İstiklal Mahkemesi Bugün İstanbul’a Geldi, Mahkeme
İstanbul Ahalisine Beyanname Neşredecektir
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
İstiklal Mahkemeleri ile ilgili 95 yıldır arşivde
muhafaza edilen belgeleri araştırmacılara açmaya karar vererek Cumhuriyet tarihi açısından çok önemli bir çalışmaya imza atmıştır.
Bu çalışma ile birlikte yüzlerce araştırmacıya
orijinal belge sunulmuş olacaktır. Bundan
sonra bu konuda konuşacak ya da yazacak
olanlar dedikodular üzerinden değil, belgeler
ışığında konuşacak ve yazacaklardır. Bu, tarihimizi doğru öğrenmemize vesile olacaktır.
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi:
Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: İstanbul Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi (Pendik Devlet Hastanesi):
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91
0312 305 32 62-63
0312 508 30 03
0232 390 41 06
0242 249 65 91
0342 360 95 05
0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212
0212 414 22 27
0212 414 34 54
0332 224 49 70
0462 377 54 22
0332 223 79 79
0312 291 27 01
0272 246 33 36
0212 453 18 58
0216 625 47 16
0432 216 05 16
Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için
0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin
Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
43
MANEVIYATI, RAHMETI VE BEREKETIYLE
HAYATI SARAN
RAMAZAN
44
YEDIDEN YETMIŞE HERKES IÇIN AYRI BIR ÖNEM TAŞIYAN
RAMAZAN AYI, HAYATIMIZI BÜTÜNÜYLE SARIP BIZI MADDI
VE MANEVI OLARAK YENIDEN ŞEKILLENDIRIYOR. BU
MÜBAREK AYDA GÖNÜLLER IBADET ETMENIN HUZURUYLA
DOLARKEN RAMAZAN’A ÖZGÜ ÂDETLER TOPLUMUN BIRLIK VE
BERABERLIĞINE KATKIDA BULUNUYOR.
FAZIL BAŞ
“H
oş geldin on bir ayın sultanı, ya şehr-i Ramazan!” Kavuşmanın sevincini yansıtan bu cümle ile oruç ayı Ramazan’ı
bir kez daha hayatımıza buyur edeceğiz. Yediden yetmişe herkes
için ayrı bir anlam
ifade eden, her yıl
taze bir heyecanla
gönlümüze kurulan
Ramazan ayı, hayatımızı bütünüyle
sarıp bizi maddi ve
manevi olarak yeniden şekillendirecek.
Ramazan ayının bizim için önemi yalnızca bir ay boyunca
oruç ibadetini yerine getirmekten ibaret değil şüphesiz.
Kur’an-ı Kerim’in bu
ayda Peygamber
Efendimize (s.a.v)
indirilmeye başlaması, Ramazan’ın aynı zamanda Kur’an ayı vasfını taşımasını da
sağlıyor. Ramazan boyunca müminlerin hayatı her alanda oruç ve
Kur’an’ın belirlediği bir atmosfere kavuşuyor.
Regaib Kandili’nden Kadir Gecesi’ne
Ramazan’ın heyecanı aslında aylar öncesinden başlamaktadır.
Ramazan “üç aylar”ın sonuncusudur. Recep, Şaban ve Ramazan
ayları Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Ey Allah’ım! Recep ve Şaban’ı
bize mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur” hadis-i şerifinin izinde
fazilet ve bağışlanma ayları olarak kabul edilmiştir. Bilindiği üzere
bugün kandil geceleri
olarak kabul edilen
Regaip, Miraç ve Berat geceleri Recep ve
Şaban ayı içindedir.
Müminler Recep ve
Şaban aylarını, içinde
barındırdığı mübarek geceleri de vesile
kılarak adeta Ramazan ayı için bir manevi hazırlık olarak
görürler. Ramazan
ayı ve bu ayın sonundaki Kadir Gecesi ise
üç aylardaki manevi havanın zirvesini
oluşturur. Ramazan
ayı uğurlanırken, ertesi yıl tekrar bu aya ulaştırması için Allah’a dualar edilir.
Ramazan’ın bir ay boyunca hayatımızı bütünüyle sardığını söyledik. Bunda şüphesiz imsak vaktinden iftara kadar tuttuğumuz
orucun rolü en başta gelir. Kur’an’da orucun İslam’dan önce de
birçok kavme farz kılındığı ve müminlerin oruç tutmalarının onların
hayrına olacağı belirtilmiştir. Hadis-i şeriflerde ise orucun ahlakı
güzelleştirici bir ibadet olduğu üzerinde durulmuştur. İslam alimleri,
45
ORUÇ ILE ALLAH’IN VERDIĞI NIMETLERIN DEĞERI BILINMEKTE,
MUHTAÇ DURUMDAKILERIN HALI DAHA IYI ANLAŞILABILMEKTEDIR.
ORUÇ, INSANIN HEM KENDISINE HEM DE ÇEVRESINE OLAN
SORUMLULUĞUNUN FARKINA VARMASINI SAĞLAMAKTADIR.
oruç sırasında yeme-içme ve bedeni arzulardan uzak durulması
sayesinde insanın kendi iradesi ve nefsini terbiye ettiğini söylemişlerdir. Oruç ile Allah’ın verdiği nimetlerin değeri bilinmekte,
muhtaç durumdakilerin hali daha iyi anlaşılabilmektedir. Oruç,
insanın hem kendisine hem de çevresine olan sorumluluğunun
farkına varmasını sağlamaktadır. Bir hadis-i şerifte geçtiğine
göre oruç, müminler için bir kalkandır. Oruçlu kimse başka birisiyle
kavga edecek bir duruma geldiğinde ona iki defa “Ben oruçluyum”
demesi tavsiye edilmiştir. Hadise göre oruç doğrudan doğruya
yalnızca Allah için yapılan bir ibadettir. Peygamberimizin (s.a.v)
bildirdiğine göre hakkıyla tutulan oruç mutlaka kişinin davranışlarına olumlu yansıyacaktır.
Orucun haricinde Ramazan’a özgü diğer ibadetler de bu ayın
kıymetini artırmaktadır. Peygamber Efendimizin (s.a.v) sünneti
46
olan teravih namazı bu ay içinde yatsı namazını müteakip kılınır.
Müminlerin teravihi cemaat ile kılma konusunda gösterdiği titizlik
bu ayda camilerin dolup taşmasını sağlamaktadır. Yine fitre sadakasının da, gücü yetenlerce Ramazan Bayramı girmeden önce bu
ay içinde verilmesi gerekmektedir. Hatta çoğu zaman İslam’ın beş
şartından biri olan zekâtın verilmesi için bile Ramazan ayı beklenir.
Ramazan’ın Kur’an ayı olması sebebiyle, Kur’an’ın karşılıklı olarak
okunması anlamına gelen mukabele gerçekleştirilir. Mukabele
de aslında Peygamberimizin (s.a.v) kendisine vahyedilen ayetleri
vahiy meleği Cebrail ile karşılıklı olarak okumasına dayanmaktadır.
Yine Ramazan’ın son on günü bir mescitte ibadet etmek üzere
bulunmak suretiyle gerçekleştirilen itikâf ve Ramazan’da yapıldığında hac sevabı kazandıracağı bildirilen umre de bu ayı değerli
kılan diğer ibadetlerdir. Tabii Ramazan’ın sonunda adeta bir ödül
olarak Müslümanlara verilmiş olan Ramazan Bayramı da bu ayın
rastlanabilecek bir gelenek Batı’da bulunmamakta ya da farklı bir
sonuna doğru ayrı bir heyecan sunmaktadır.
şekle bürünmektedir. Bölgeden bölgeye değişen insan ilişkileri,
Farklı Ramazan âdetleri
Ramazan ayı, ibadetlerin yanı sıra oruç ve Kur’an’ın etrafında
özel yemekler, eğlenceler Ramazan ayında yapılan ibadetlerin yanı
sıra söz konusu bölgelerin Ramazan’a kattıkları güzellikler olarak
değerlendirilebilir.
oluşturduğu kültürel hayatla da bizleri içine çeker. Yeme-içme-
Ülkemizdeki farklı bölgelerde görülen Ramazan geleneklerine
den komşuluk ve akrabalık ilişkilerine kadar her yere yansıyan bu
bakmadan önce belirtmemiz gereken bir nokta daha var. Her yıl
kültürel hayat, çocuklardan yaşlılara herkes için bir neşe kaynağı
yarı şaka yarı ciddi olarak ülkemizde “Nerede o eski Ramazanlar!”
olmaktadır. Sahur ve iftar telaşları, Ramazan’a özel çıkan pideler,
lafzı dile getirilir. Bununla aslında Ramazan ayının manevi hava-
camilere asılan mahyalar, çocukların oruç heyecanı, Ramazan
sının ve bu ayda görülen geleneklerin kaybolmaya yüz tuttuğu
davulcuları, bayram hazırlıkları… Bunlar ve daha nicesi Ramazan’ı
kastedilir. Şüphesiz bir dönemde ortaya çıkan geleneklerin aynen
herkes için özel kılmaya yeten detaylardır.
farklı dönemlerde muhafaza edilmesinden söz edilemez. Devirlerle
Şüphesiz bütün İslam âleminde aynı anda teneffüs edilen Ra-
birlikte o gelenekleri besleyen ilişkiler ve mekanlar da değişmek-
mazan ayı, farklı zamanlarda ve coğrafyalarda farklı âdetleri de
te, bu ise söz konusu geleneklerin farklılaşmasına veya ortadan
beraberinde getirmektedir. Ülkemizdeki birçok Ramazan âdeti,
kaybolmasına yol açmaktadır. Çoğu zaman nostalji arzusu ile dile
Mısır, Endonezya, Pakistan gibi farklı İslam beldelerinde bulun-
getirilen “eski Ramazanlar” lafzını bir kenara koyarsak, hemen fark
mamakla beraber onlar da bu ayı kendilerine has âdetlerle birlikte
ederiz ki hayat tarzlarımız ya da ilişkilerimizde görülen iyi-kötü
yaşamaktadırlar. Müslümanların bu kültürel zenginliği aslında
değişimlere rağmen Ramazan kendi manevi atmosferinden hiçbir
ülkemizdeki farklı bölgelerde de bulunmaktadır. Doğu Anadolu’da
şey kaybetmemektedir.
47
Ramazan ve çocuklar
Ramazan dendiğinde çocukların ilk oruç tutma heyecanı şüphesiz
ayrı bir yerde durmaktadır. Anne ve babasının her gün sahura kalktığını gören, evdeki iftar hazırlıklarına şahit olan çocuklar, kendi
yaşlarına bakmaksızın aile büyüklerine oruçta eşlik etmek isterler.
Pide kuyruğuna girmek, ezanı ve iftar topunu beklemek onlar
için ayrı bir eğlencedir. Anne-babalar ise hem çocukların heves ve
heyecanını kırmamayı hem de yavaş yavaş oruca alışmalarını sağ-
48
lamayı istediklerinden onları bu Ramazan atmosferinin içine sokarlar. Çoğu bölgede çocukların oruçla ilk tanışıklığı “tekne orucu”
ile olur. Tekne orucu, çocuğun sahurdan iftara değil, oruç süresinin
yalnızca bir bölümünde oruç tutması anlamına gelmektedir. Çocuk
ya öğleye kadar ya da öğle ile iftar arasındaki süre içinde oruç
tutar. Anadolu’da çocukları oruca alıştırmak üzere hâlâ kullanılan
bir yöntem olan tekne orucu, farklı adlarla da anılabilmektedir.
Örneğin Konya’da oruca dayanamayan çocuklara öğle saatlerinde
su verilmesine “oruca direk vurma” denilmektedir. Bunun haricinde
“oruç satın alma” âdeti de çocuğu oruca alıştırmak için kullanılan
farklı yöntemlerden biridir. Bu âdete göre günün sonunda çocuk
tuttuğu orucu belli bir hediye ya da bahşiş karşılığında büyüklerine
satmaktadır.
İftar ya da teravihten sonra sokaklarda gezerek şeker veya
bahşiş toplamak da çocuklar için ayrı bir Ramazan eğlencesidir.
Samsun’da “sele sepet” denilen bu geleneğe göre, Ramazan ayının on dördünü on beşine bağlayan gece çocuklar grup halinde sele
sepet adı verilen fenerlerle kapı kapı gezer ve maniler söylerler:
Sele sepet top kandil
Aç kapıyı ben geldim
Ayda yılda bir kere
Kapınıza ben geldim.
Yine buna benzer başka bir gelenek ise Sinop’ta “Helesa” ya
da “Sellime çıkmak” adı verilen etkinliktir. Yine Ramazan’ın tam
ortasında çocuklar süsledikleri bir kayığı sokak sokak gezdirerek
kapılarını çaldıkları evlerden ikram beklerler. Kütahya’da ise çocukların iftardan sonra kapı kapı gezerek söyledikleri manilere
“küpecik” adı verilmektedir. Çocukların karşılığında şeker ya da
bahşiş beklediği manilerden biri ise şöyledir:
Heey! Küpecik, küpecik
Yağdan baldan küpecik
Yağ olmazsa bal olsun
Ev sahibi sağ olsun.
Çoğu çocukları eğlendirmek üzerine kurulu bu geleneklerin
bir diğeri ise Isparta’da cami ve meydanların “tırtır” adı verilen
renkli kağıtlarla süslenmesidir. Mahalledekiler, bu süslemeleri
farklı mahallelerden gelenlere kaptırmamak için nöbet dahi tutarlar. Tekirdağ’da ise Ramazan’ın on beşinden sonra sahillerde
sandallarla turlar düzenlenir. Bu tür etkinlikler için Ramazan’ın
ortasının beklenmesinin sebebi, artık yavaş yavaş bayram havasına girilmesidir.
Ramazan’da misafirlik
Günün büyük kısmında yemeden-içmeden uzak durmak şüphesiz Ramazan’da hazırlanan yemekleri de özel kılmaktadır. Bu ay
RAMAZAN’IN BEREKETINDEN FAYDALANMAK IÇIN MISAFIRLIĞE
ÖZEL ÖNEM VERILIR. AKRABALARIN VE KOMŞULARIN
BIRBIRLERINI ZIYARETI ARTAR. HATTA MISAFIRLIĞE GIDILMESE BILE
KOMŞULARA YEMEK GÖNDERILDIĞI OLUR.
içinde sofralara her zamankinden daha fazla ihtimam gösterilir.
Bu aya özgü çıkan Ramazan pidelerinin yanı sıra, Şanlıurfa’nın
“kehke” adındaki özel simidi veya “külünçe” adlı pastası gibi, yine
Gaziantep’in kahkesi ya da yuvalaması gibi, Kilis’in keşkeği veya
gerebicisi gibi özel yemekler de mevcuttur. Ramazan’ın bereketinden faydalanmak için misafirliğe özel önem verilir. Akrabaların ve
komşuların birbirlerini ziyareti artar. Hatta misafirliğe gidilmese
bile komşulara yemek gönderildiği olur.
Bugün yaygın olarak rastlanmasa da Osmanlı’dan gelen önemli
bir Ramazan geleneği ise “diş kirası”dır. Buna göre ev sahibi misafirlerine verdiği ziyafetin sonunda onlara birer kese hediye eder.
Ev sahiplerinin misafirlerine verdiği kadife keselerin içinde altın
ya da gümüş gibi kıymetli hediyeler bulunmaktadır. Misafirler
de bunun karşılığında ev sahibine “Kesenize bereket” şeklinde
mukabele ederler. Diş kirası âdeti yalnızca komşu ya da akraba
ziyaretleri sırasında değil, mahallenin veya semtin zenginlerinin
muhtaçlara verdikleri iftarlarda da gerçekleştirilmektedir. Böylece Ramazan vesilesiyle muhtaç durumdakilere küçük de olsa bir
hediye ulaştırılmış olur.
Bütün bunların ötesinde Ramazan eğlencesi olarak bildiğimiz
birçok etkinlik, bugün aynı yaygınlıkta olmasa bile farklı bölgelerde görülebilmektedir. Hacivat-Karagöz gölge oyunları, kukla ve
meddah gösterileri gibi etkinlikler bunların başında gelmektedir.
Örneğin geçmişte Edirne’de Selimiye Camii’nin önündeki meydanda bu etkinliklere sıklıkla rastlanmaktaydı. Bugün de farklı
illerde bu faaliyetler nostaljik bir havada da olsa sürdürülmeye
çalışılmaktadır.
Şüphesiz yukarıda anılan geleneklerin çoğunun hangi zamanda
nerede ortaya çıktıklarını tam olarak tespit edebilmek mümkün
değildir. Hatta Siirt’te Ramazan’da yakılan “Melede ateşi” gibi
bazı geleneklerin İslam öncesi zamandan kaldığı bildirilmektedir.
Bu tarz gelenekler daha sonradan İslam ile bağdaşan bir hale getirilmiştir. Kaynağı ne olursa olsun, Ramazan içinde gerçekleştirilen
bütün bu gelenekleri anlamlı kılan, sonuç itibarıyla Ramazan’ın
kendi manevi havasıdır. Bu manevi hava da şüphesiz bu ayın
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde anılmasının ve bu ayda gerçekleştirilen ibadetlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
gelenekler Ramazan’ın manevi havasını hatırlattıkları ölçüde bir
değer kazanmaktadır.
49
TÜRK-İSLAM SANATININ NADIDE ESERI:
DIVRIĞI ULU CAMII
VE DARÜŞŞIFASI
50
KÜLTÜR VARLIKLARI
NICE MEDENIYETIN IZLERINI BARINDIRAN EN KIYMETLI ESERLERE
EVSAHIPLIĞI YAPAN ANADOLU TOPRAKLARINDA ÖYLE BIR YAPI
VAR KI HEM ARADAN GEÇEN ONLARCA YÜZYILA RAĞMEN
SAPASAĞLAM AYAKTA DURMASI HEM DE TÜRK-İSLAM SANATININ
GELIŞIM ÇIZGISINI TAKIP ETMEYI MÜMKÜN KILMASIYLA APAYRI
BIR ÖNEM TAŞIYOR. SIVAS DIVRIĞI ULU CAMII VE DARÜŞŞIFASI,
SADELIK ILE GÖRKEMI BÜTÜNLEŞTIREN DENGELI YAPISIYLA
BOZKIRIN ORTASINDA BIR VAHA ADETA.
ÇAĞLA TAŞKIN
D
ünya tarihinde 1071 senesinin özel bir yeri var. Hepimizin çok
iyi bildiği bu tarih, “Türklerin Anadolu’ya girmesi”ne tekabül
eden, “Türklere Anadolu’nun kapılarını açan” Malazgirt Zaferi’nin
tarihi. Türkler, Selçukluların Bizanslılar üzerindeki kesin hakimiyetine işaret eden Malazgirt Zaferi’nden önce de Anadolu’da varlık
gösteriyordu elbette. Zafer, esasen bu varlığı sağlamlaştırdı, belki
hayal bile edilemeyecek boyutlara taşıdı. Anadolu’nun Malazgirt
Zaferi’yle başlayan Türkleşme süreci yüzyıllara yayılıp daha köklü
bir hal aldıkça ortaya siyasi sonuçların yanı sıra önemli kültürel
ürünler de çıktı. Anadolu toprakları, Türk-İslam sanatının en
kıymetli, en incelikli eserlerine evsahipliği yapar oldu. Büyüklü
küçüklü bu eserler arasında Anadolu’nun Türkleşme sürecinin
ilk safhalarına tekabül eden bir tanesi var ki hem aradan geçen
onlarca yüzyıla rağmen sapasağlam ayakta durması hem de Türk-
İslam sanatının gelişim çizgisini takip etmeyi mümkün kılmasıyla
apayrı bir önem taşıyor. Sivas Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası,
sebat gerektiren zevkli işlemeleri, mekan ve malzemenin akılcı
kullanımı, sadelik ile görkemi bütünleştiren dengeli yapısıyla
bozkırın ortasında bir vaha adeta.
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın Mengücek beyi Ahmed Şah
tarafından 1228-29 yıllarında inşa ettirildiğini biliyoruz. Mengüçlü
Beyliği olarak da anılan bu beyliğin kurucusu Mengücek Gazi,
Malazgirt Savaşı’na Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın komutanı
olarak katılmış. Beylik, 1252 senesinde Selçuklu hakimiyetine
girmiş, bu tarihe kadar da iskan ettiği bölgelerde önemli eserler
vermiş. Bunlardan şüphesiz en kıymetlisi olan Divriği Ulu Camii
ve Darüşşifası, Ahlatlı Muhlis oğlu Hürrem Şah isimli bir mimarın
imzasını taşıyor. Caminin hamisi Ahmed Şah iken darüşşifanın
51
DIVRIĞI ULU CAMII’NIN ESAS IBADET ALANI ÜZERINDE IKI
ANA KUBBE YÜKSELIR. BU KUBBELER MEKANA BIR FERAHLIK
VERIRKEN AYNI ZAMANDA INSANA KENDINI ISTER
ISTEMEZ DAHA MÜTEVAZI HISSETTIRIR.
hamisi de eşi Turan Melek olmuş. Hürrem Şah’ın yanı sıra birçok
ustanın emeğiyle ortaya çıkan bu yapı, hem ince ve sabırlı işçiliği
hem de taşıdığı sembollerle İslam mimarisinin en önemli eserleri
arasında kabul ediliyor. Cami ve darüşşifa, 1985 yılında UNESCO
Dünya Miras Listesi’ne dahil edildi.
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, uzaktan bakıldığında yekpare bir dikdörtgen yapı görünümünde olsa da 1243 senesinde
tamamlanan eser esasen cami, darüşşifa ve türbeden oluşur. Bu
yönüyle de İslam mimarisindeki külliye geleneğinin bir örneğini
teşkil eder. Sakladığı cevheri içine girilmedikçe açık etmeyen bu
büyüleyici yapıda ağırlıklı malzemenin kesme taş olduğu hemen
göze çarpar. Şekillendirmesi ve işlemesi oldukça zahmetli olan
bu malzemenin yapının tamamında kullanılmış olması ustaların
emeğini açıkça ortaya koyar. Yapının dışında olduğu gibi içinde
de hakim malzeme olan taş, kimi zaman incelikle işlenmiş, kimi
52
KÜLTÜR VARLIKLARI
zaman da sağlamlığına başvurularak destek amaçlı kullanılmış.
Özellikle cami içerisinde kullanılan taş payanda ve tonozlar yapıyı
sağlam bir temele oturtarak yüzyıllar sonra bile ayakta kalmasına
önemli katkıda bulunmuş.
Caminin gözbebeği taçkapılar
Divriği Ulu Camii’nin esas ibadet alanı üzerinde iki ana kubbe
yükselir. Bu kubbeler mekana bir ferahlık verirken aynı zamanda
insana kendini ister istemez daha mütevazı hissettirir. Allah’la
hemhâl olunan o kıymetli ibadet anını taçlandırmak istercesine
zarif kemerlerle ve geometrik desenlerle süslenmiş bu alan, yalın
ve abartısız bir zevkin ürünüdür. Ana ibadet alanını çevreleyen taş
sütunlar da benzer şekilde gösterişten uzak biçimde oyulmuştur
ve yapının tamamında gözlemlenen dengeli süslemeye katkıda
bulunur. Bu dengenin en önemli unsuru caminin taçkapılarıdır.
İslam mimarisinde kapı ögesinin kendine has bir önemi vardır. Zira
öğrenme azmini temsil ettiğine inanılan kapı, adeta bilinmeyen
bir dünyaya, keşfedilmeyi bekleyen bir cihana açılır. Hem ilimirfan vardır bu cihanda hem de yüksek manevi değerler. İşte bu
yüzdendir ki erken dönemden itibaren İslam mimarisinde kapılar
hep ön planda yer almış, iyilik ve güzelliğin eşiği olduğuna inanılan
bu unsur özenle, sabırla işlenmiştir. Divriği Ulu Camii de İslam mimarisinde kapılara atfedilen önemin rahatlıkla gözlemlenebildiği,
bu durumun en kıymetli örneklerinin incelenebildiği yerlerdendir.
Üç girişli Divriği Ulu Camii’nin her girişi birer taçkapıyla belirlenmiştir. Kuzeydeki esas giriş kapısı Cennet Kapısı olarak da
adlandırılır ve üç taçkapının en gösterişlisidir. Adını üzerindeki
tasvirlerden alan taçkapıya işlenmiş ağaç dalları Cennet’e uzanırken kapı üzerindeki çeşitli çiçek motiflerinin her biri özel anlam
taşır. Nilüfer çiçeği kutsallık ve sonsuzluğa, gül Hz. Muhammed’e
(s.a.v) ve bülbül Peygamber’in Allah sevgisine işaret eder. Oyma
ve kabartmalardaki ustalığın neredeyse üç boyutlu bir görünüm
sağladığı Cennet Kapısı’nda yalnızca süslemeye önem verilmemiş, seçilen bezeme unsurlarıyla hikayeler anlatılmak istenmiş.
Bu hikayelerin günümüze ulaşmayı başardığını söylemek yanlış
olmaz herhalde. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin bu taçkapıları hayranlıkla izleyenlerin akıllarından geçenler bunun kanıtı
olsa gerek…
Caminin doğu kapısı şahın giriş için burayı tercih etmesi
nedeniyle Şah Kapısı olarak anılır ve İslam sanatlarının en meşakkatlilerinden mukarnasın mükemmel bir örneğini teşkil eder.
Geometrik şekillerin hakim olduğu mukarnasta özellikle çokgenlerin sıklıkla kullanıldığı görülür. Bu sanat, şahın yalnızca Allah’ın
huzurunda eğileceğini göstermesi için özellikle görece daha küçük
yapılmış Şah Kapısı’na da karakteristik özelliğini verir. Şahın
53
dünya üzerindeki yetki ve gücünün sınırlılığına dikkat çeken bu
bilinçli tercih, kapı üzerindeki “Mülk, kahhar ve tek olan Allah’a
aittir” ayetiyle pekiştirilir. Caminin batı tarafındaki Tekstil Kapı
ise adını üzerindeki motiflerin tekstil ürünlerini andıran bezemelerinden alır. Bu taçkapının en önemli özelliği, taşlara iç içe geçmiş
görüntüsü veren bir teknikle işlenmiş olması, böylece Türk-İslam
sanatının gelişmiş el işçiliğini ortaya koymasıdır. Taçkapı üzerindeki çift başlı kartal Selçuklu Devleti’ni simgelerken yanındaki
başı eğik şahin, Mengücek Beyliği’ni ve beyliğin Selçuklular’a olan
bağlılığını tasvir eder.
Taçkapılarla zirveye çıkan simgesellik ve ince işçilik caminin iç
kısımlarında da kendini gösterir. Rumî motiflerle bezeli mihrabın
üst tarafındaki lale figürleri ve “Allah” hattının hemen altında
yer alan kalplerle Allah’a yaklaştıkça kişinin içinin sevgiyle, nurla
dolacağı anlatılmak istenmiş, bunun için de Allah yazısına yakın
kalpler içi dolu şekilde nakşedilirken uzakta kalanların içi boş
bırakılmıştır. “Selçuklu Sülüsü” adı verilen bir hat türüyle taçlandırılmış abanoz ağacından minber ise sayısız bitki motifi ve
yıldız figürü barındırır. Bununla birlikte, camiye asıl ihtişamını
verenin taçkapılar olmasının tasarlanmış bir hareket olduğunu
54
KÜLTÜR VARLIKLARI
söylemek yanlış olmaz. Zira bu kapılardaki gösteriş ve azamet,
cami içerisindeki diğer unsurlarda dozu düşürülerek sürdürülmüş,
böylelikle caminin gözü yormayan ve abartıdan uzak bir şatafata
sahip olması sağlanmıştır.
Şifa dağıtan sanat eseri
Külliyelerde sıklıkla yer alan darüşşifanın ise Divriği’de kendine
has bir karakter edindiğini, belirli bir işlevi yerine getirmenin
ötesine geçerek estetik fonksiyonlar da üstlendiğini görüyoruz.
Camiye bitişik inşa edilen darüşşifanın içerisinde odalar, üç eyvan
ve bir revaklı avlu yer alır. Etkin olarak hizmet verdiği günlerde her
daim bir usta hekim ile birkaç öğrencisinin mevcut olduğu iki katlı
darüşşifanın akustiğine ayrı önem atfedildiğini belirtmekte yarar
var. Rivayete göre, darüşşifanın akustiği o kadar başarılıymış ki
buradaki hastaların tedavisinde şadırvandan akan suyun yankılanan sesi ile Kur’an tilavetine sık sık başvuruluyormuş. Darüşşifanın içinde yapısal özellikler kadar süsleme unsurları da dikkat
çekici. Tıpkı camide olduğu gibi burada da en gösterişli öge taçkapı. Mukarnas işlemeli bir konsol üzerinde yükselen kemerlerle
desteklenen Darüşşifa Taçkapısı’nın süslemelerindeki çeşitlilikten
DIVRIĞI ULU CAMII VE DARÜŞŞIFASI’NIN SOMUT DEĞERINI DE,
MANEVI ÖNEMINI DE KELIMELERE DÖKMENIN ZORLUĞUNU
MEŞHUR 17. YÜZYIL GEZGINI EVLIYA ÇELEBI “METHINDE DILLER
KISIR, KALEM KIRIKTIR” SÖZLERIYLE ORTAYA KOYAR.
ayrıca bahsetmek gerekir. Taçkapı üzerindeki beşgen ve altıgen
ağırlıklı geometrik motifler, bitki desenleri ve hatta çoğunlukla
silinmiş insan yüzleri birçok farklı esin kaynağına işaret eder.
Darüşşifanın odalarından biri ise türbe işlevi görür. Bu türbedeki
on altı sandukadan birinin Ahmed Şah’a ait olduğu düşünülür.
Türk-İslam mimarisinin en tipik örneklerinden olan Divriği Ulu
Camii ve Darüşşifası’nın somut değerini de, manevi önemini de
kelimelere dökmenin zorluğunu meşhur 17. yüzyıl gezgini Evliya
Çelebi “Methinde diller kısır, kalem kırıktır” sözleriyle ortaya
koyar. Sözcüklerin kifayetsizliğinden olsa gerek, insanlar bu büyüleyici yapı bütününün hissettirdiklerini ifade edebilmek için
yazıya bel bağlamayı bırakmış, hayal güçlerini devreye sokmuş.
Dönemin ustalarının binbir emekle işledikleri taştaki zarafetin ışık
ve gölgeyle buluşmasının ortaya çıkardığı görüntülerin görenlere
namaz kılan insan silüetini hatırlatması bu duruma örnek teşkil
ediyor olsa gerek. Güneşin semadaki hareketlerinin taçkapıların
detaylı işlemelerindeki yansımasının secde hareketine benzetilmesi caminin manevi değerini, insanlarda uyandırdığı hissiyatı
son derece iyi anlatıyor.
Fotoğraf katkısı için Sivas Valiliği’ne teşekkür ederiz.
55
TBMM ÇEVRE KOMISYONU
BAŞKANI EROL KAYA:
ÇEVREYE HASSASIYET GÖSTERILMESI GELECEĞIMIZ
AÇISINDAN ÖNEMLI VE GEREKLIDIR
SÖYLEŞI: ZEYNEP YIĞIT
“5 HAZIRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ” DOLAYISIYLA TPB
PARLAMENTO’NUN SORULARINI YANITLAYAN EROL KAYA,
TBMM ÇEVRE KOMISYONU’NUN 24. YASAMA DÖNEMI’NDE SIVIL
TOPLUM KURULUŞLARININ GÖRÜŞLERINI DE ALARAK ÖNEMLI
ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTIRDIĞINI IFADE EDIYOR. KAYA, “ÇEVRE
KOMISYONU’NUN DA BENZER KOMISYONLAR GIBI DENETIM
YETKISINE SAHIP OLMASINI DILIYORUZ” DIYOR.
56
SÖYLEŞI
TBMM Çevre Komisyonu kaç yıldır, hangi amaç ve hedefler doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyor?
Çevre Komisyonu hakkında bilgi vermeden önce şu gerçeğe atıfta
bulunmakta fayda var. Biz kadim bir medeniyetiz ve tarih boyunca çevreye önem vermiş bir toplumuz. Fatih Sultan Mehmet’in
İstanbul’u fethinin ardından yaptığı ilk icraatlardan biri de Haliç ve
çevresini ağaçlandırmak olmuştur. Ayrıca av hayvanları için üreme
döneminde avlanma yasağı getirmiştir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz,
ancak şunu da unutmamak gerekir ki kültürümüzü şekillendiren
inancımız da çevre konusunda tavsiyeler vermektedir. Nitekim Peygamber Efendimizin “Kıyamet kopma anında elinde bir ağaç fidanı
varsa onu dik” sözü asırlardır hepimize işaret olmuştur. Siz de takdir
edersiniz ki bugün bir ağacın bile atmosfere yayılan sera gazlarının
etkisini azaltmadaki önemi dikkate alındığında Hz. Muhammed’in
ufkunun, çağlar ötesini nasıl aydınlattığını çok daha iyi görürüz.
Çevre bilinci ailede başlar, okulda çiçek verir ve sonrasında meyveye dönüşür. İçinde yaşanan ortam bu bilinci geliştirip pekiştirir ya
da arka plana iter. Ancak her ne olursa olsun devlet, çevreyi korumak amacıyla önlemlerini alır ve geliştirir. Bu konuda Anayasa’nın
56. maddesi bireye ve devlete ödevler yüklemiştir.
Geçmişte çeşitli bakanlıklara bağlı müdürlükler tarafından verilen çevre hizmeti, toplumumuzda çevre hassasiyetinin artmasına
binaen 1991’de Çevre Bakanlığı seviyesine çıkarılmıştır. Bu sürecin
parlamentodaki yansıması sonucu 20 Şubat 1992 tarihinde Çevre
Komisyonu kurulmuştur. 23 yıldır ülkemiz için hizmet veren komisyonumuz çevreyle ilgili konularda kendisine havale edilen tasarı ve
teklifleri görüşüyor, çeşitli etkinliklerde yer alıyor, paydaş oluyor,
inceleme faaliyetlerinde bulunuyor, görüş bildiriyor. Dileğimiz, Çevre
Komisyonu’nun da benzer komisyonlar gibi denetim yetkisine sahip
olması. Bu konudaki görüşlerimizi İçtüzük Uzlaşma Komisyonu’na
da ilettik.
Çevre Komisyonu’nun toplantıları ne zaman gerçekleştiriliyor?
Bu toplantılarda karara bağlanan konularla ilgili süreç nasıl işliyor?
Tasarı veya teklifler TBMM Başkanlığı tarafından Çevre Komisyonu’na havale edildiği andan itibaren diğer komisyonlarda olduğu
gibi İçtüzük’e göre gündem hazırlanarak toplantı tarihi belirlenmektedir. Komisyon toplantılarımızın dışında bilgilendirme toplantıları,
istişare toplantıları gibi çeşitli vesilelerle de üyelerimizle bir araya
geliyoruz.
Komisyonumuz tarafından görüşülecek konuyla ilgili olduğunu
düşündüğümüz kurumlara, meslek odalarına, üniversitelere ve sivil
toplum kuruluşlarına da davet gönderiyoruz. Bu toplantılar birkaç
oturum olabilirken birkaç gün de sürebiliyor.
Toplantılarda görüşülen tasarı veya teklif hakkında bir rapor
hazırlıyoruz. Bir konuyu eğer esas komisyon sıfatıyla görüşmüşsek Genel Kurul gündeminde yerini almak üzere, tali komisyon
sıfatıyla görüşmüşsek esas komisyona bildirilmek üzere TBMM
Başkanlığı’na raporumuzu sunuyoruz.
Çevre Komisyonu’na sivil toplum kuruluşları veya vatandaşlar
başvuruda bulunabiliyor mu? Böyle bir durumda ne tür bir işlem
yapılıyor?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Çevre Komisyonu sivil toplumu en
fazla dinleyen, tüm kesimlerin görüşünü alan ve önemseyen çalışmalar yürütüyor. Çünkü toplum, çevrenin ana parçasıdır. Sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve meslek odaları komisyonumuza
kendi çalışma alanları hakkında yazılı veya yüz yüze görüşmelerle
bilgi verebilmekte, karar alma süreçlerine etkin bir şekilde katılabilmektedirler. Tabii biz de zaman zaman sivil toplum kuruluşlarının
toplantılarına katılıyor, onların sesini sahada dinliyoruz.
Bununla birlikte, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlardan
zaman zaman başvurular ve talepler geliyor. Bu başvuruları iki
türlü değerlendiriyoruz. Eğer gelen başvurular komisyonumuzun
gündemine ilişkin görüşler içeriyorsa bu dilekçeleri görüştüğümüz
işler esnasında değerlendiriyoruz. Bunun bir örneği, en son ele almış
olduğumuz Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişikliktir.
Bu tasarıyı görüşürken Türkiye’nin dört bir yanındaki sivil toplum
kuruluşları, meslek odaları ve vatandaşlardan konuyla ilgili görüş
ve değerlendirmeler geldi. Bunların tümünü tek tek incelemeye
aldık, ortak noktalarını tespit ettik ve bu hususları metnimizi
oluştururken kullandık.
Çevre Komisyonu’na şikayetler de geliyor, ancak az önce belirttiğim gibi komisyonumuzun denetim yetkisi olmadığı için bu
şikayetleri hükümete ve mahalli idarelere iletip ilgili kurumlara
gönderiyoruz ve sonucunu takip ediyoruz.
TBMM 24. Dönem’i geride bıraktı. Bu yasama döneminde Çevre
Komisyonu’nun yürüttüğü faaliyetlere ilişkin bilgi aktarabilir
misiniz?
57
“TABIATI VE BIYOLOJIK ÇEŞITLILIĞINI KORUMA KANUNU TASARISI
ILE HAYVANLARI KORUMA KANUNUNDA DEĞIŞIKLIK YAPILMASINA
DAIR KANUN TASARISI TOPLANTILARDA GÖRÜŞTÜĞÜMÜZ
ÖNEMLI KONULARDAN IKI TANESI OLDU.”
24. Dönem’de 17 komisyon toplantısı yaptık. Ayrıca 5 alt komisyon
toplantısı gerçekleştirdik. Meclis Başkanlığı’nca komisyonumuza
havale edilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliğini Koruma Kanunu Tasarısı ile Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı bu toplantılarda görüştüğümüz önemli konulardan
iki tanesi oldu.
Bu toplantılara ilaveten 9 tane bilgilendirme toplantısı yaparak komisyonumuzu ilgilendiren konularda bakanlıklardan ve
STK’lardan bilgi aldık. Ayrıca İçtüzük Uzlaşma Komisyonu’na öneride bulunma amaçlı iki toplantımız oldu.
Denetleme yetkimiz yok, ama parlamento adına birtakım inceleme faaliyetlerinde de bulunduk. Daha önce Meclis’te yapılmayan bir
şekilde özellikle çevre ile ilgili Meclis Araştırma Komisyonu olarak
kurulan araştırma komisyonu çalışmalarının sonuçlarını hükümete sorduk ve tespitleri için mahalline gidip incelemeler yaptık.
Biliyorsunuz, sık sık şikayetlerle gündeme gelen Kocaeli-Dilovası
Sanayi Bölgesi ve İzmir-Aliağa Sanayi Bölgesi’ne gittik. Raporda
yer alan tavsiyelerin ne oranda hayata geçirildiğini yerinde gördük.
Ülkemizdeki diğer çevre sorunları ile ilgili de Bakanlık bürokratlarını
çağırarak bilgi aldık.
Bu dönemde komisyonumuzun görev alanıyla ilgili yurt içi ve yurt
dışında pek çok kongre, seminer, panel ve sempozyuma katıldık.
58
SÖYLEŞI
Buralarda ülkemizin çevreye yönelik yatırımlarını, mevzuat ve uygulamadaki yenilikleri anlatarak çevre korumada neler yapılması
gerektiğini vurguladık.
Ayrıca 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla gerçekleştirilen
sergi, ziyaret, ağaç dikimi gibi çeşitli etkinliklerde üyelerimizle
birlikte çevre hassasiyetine dikkat çektik.
24. Dönem’de Çevre Komisyonu’nun gündemine gelen konular
arasında ön plana çıkanlar hangileri oldu?
Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin korunmasını ve hayvanları koruma düzenlemelerini içeren tasarılar önemli gördüğüm konulardan
ikisiydi. Ayrıca ilgili kurumlarla yaptığımız bilgilendirme toplantılarımızda, Elektromanyetik Kirlilik (TEMKODER), AB Çevre Faslı
(AB Bakanlığı-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Nükleer Enerji (Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı-Türkiye Atom Enerjisi Kurumu), İklim
Değişikliği ve Türkiye (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Atık Yönetimi
(Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Yenilenebilir Enerji (Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı), Türkiye’nin Enerji Görünümü (Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı), Türkiye’nin Çevre Sorunları (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), Türkiye’de Orman ve Su Çalışmaları (Orman ve Su
İşleri Bakanlığı) konularında detaylı bilgi alma imkanımız oldu.
tim. Bu sayede konuyu daha samimi bir ortamda değerlendirme
imkanı oldu. Neticede tasarıda tartışılan 7 madde ile ilgili, belki
de Meclis’te ender rastlanan bir şekilde, iktidar ve muhalefetteki
tüm arkadaşlarımızın teklifiyle bir önerge hazırladık. Bu noktada,
yapıcı muhalefetin müzakere süreçlerine olumlu yansımalarını da
hep beraber görmüş olduk.
5 Haziran’da Dünya Çevre Günü’nü kutlayacağız. Size göre ülkemiz Dünya Çevre Günü’ne nasıl giriyor?
Siz ne zamandır Çevre Komisyonu Başkanı olarak görev yapıyorsunuz? Başkanlığınız döneminde özellikle üzerinde durduğunuz,
etkilendiğiniz veya unutamadığınız konuları bizimle paylaşabilir
misiniz?
Bildiğiniz gibi Meclis’te birinci dönemim. Yani 4 yıldır İstanbul
Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu Başkanı olarak görev
yapıyorum.
Çevre Komisyonu Başkanı sıfatıyla katıldığım her toplantıda
çevre hassasiyetinin gerekliliği ve gelecek açısından önemi üzerinde durmaya gayret gösterdim. Bunu yaparken de çevrenin
korunmasında mevzuat, uygulama, denetim ve özellikle ahlak
boyutuna dikkat çektim.
Unutamadığım olaylara gelince… Birçok güzel hatıram olduğunu
ifade edebilirim. Bir komisyon toplantımız esnasında muhalefetteki arkadaşlarımızın ve STK temsilcilerimizin harareti yükseltmesi
neticesinde ortam gerildi ve toplantıya ara verdim. Daha sonra
komisyonumuzun tüm üyelerini çay içmek için odama davet et-
Şahsen, 2013 yılının Mayıs ve Haziran aylarına rastlayan, dolayısıyla bir Çevre Günü’nde yaşanan Gezi Parkı olaylarının ülkemizdeki
çevre hassasiyeti açısından önemli bir kırılma noktası olduğunu
düşünüyorum. Şunun altını kesinlikle çizmeliyiz: Bu olaylar 12
tane ağacın yer değiştirmesiyle ilgili değildi. Arkasında hükümeti
devirme çabası vardı ve kullandıkları argüman çevrecilikti. Çevre ve
çevrecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan provokatörlerin niyeti
çok kısa sürede vatandaşımızca anlaşılmıştır.
Gezi Parkı olayları sırasında 58 kamu binası, 337 işyeri tahrip
edilirken 117 belediye otobüsü, 259 özel araç, 240 polis aracı ve 45
ambulans kullanılamaz hale geldi. Çok sayıda otobüs durağına,
trafik ışık ve levhalarına, MOBESE kameralarına, bankamatiklere
ve kaldırımlara zarar verildi. Şimdi soruyorum, çevrecilik bunun
neresinde?
Bu ve bunun gibi olaylardan ötürü, çevre hassasiyetinde olan
insanlar itham altında kalmamak için çalışmalarını ya erteledi
ya da kısık bir sesle gündeme getirdi. Gezi Parkı’nda 12 ağacın
taşınmasıyla başlayan ve vandalizme varan olaylar yaşanmışken,
Yalova’daki asırlık çınarlar, ODTÜ’deki ve Sarıyer Zekeriyaköy’deki
ağaçlar katledilirken sessiz kalmak çevreciliğin neresinde?
Bu ülke bunları hak etmiyor, gerçek çevrecilerin çalışmalarına ve
çevre bilincine hepimizin ihtiyacı var.
Diğer taraftan 7 Haziran’da gerçekleştirilecek seçim sürecinde
sokaklardaki gürültü ve görüntü kirliliği de kabul edilemez. Siyasi
partilerin araçlardan duyuru yapması demokratik bir hak, ancak
bunun çevreyi rahatsız etmeyecek düzeyde gerçekleştirilmesi
hepimizin ortak arzusudur. Temenni ediyorum ki yeni dönemde
Meclisimiz bu görüntü ve gürültü kirliliğine son verecek bir çalışmaya imza atacaktır.
Seçimden iki gün önceki 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde umarım çevre konusundaki tüm uyarılar dikkate alınır ve 6 Haziran günü
pırıl pırıl bir sabaha uyanırız.
Son olarak, 24. Dönem’de Çevre Komisyonu çalışmalarında bize
destek veren tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyor, 25. Dönem’de
görev yapacak arkadaşlara da şimdiden başarı diliyor ve Allah
utandırmasın diyorum.
59
HALIL ÜRÜN:
SIYASETTE BAŞARI, HALKIN GÖNLÜNE GIRMEK
VE YAPTIĞINIZ HIZMETLERLE ANILMAKTIR
RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
KONYA BÜYÜKŞEHIR BELEDIYE BAŞKANLIĞI VE MILLETVEKILLIĞI
YAPAN HALIL ÜRÜN, YILLAR IÇINDE PEK ÇOK GELIŞME
KAYDEDILMESINE RAĞMEN TÜRKIYE’DE DEMOKRASININ
HÂLÂ TAM OLARAK YERLEŞEMEDIĞINI BELIRTEREK,
“ÜLKEMIZI DEMOKRATIKLEŞME, YERELLEŞME,
SIVILLEŞME EKSENINDE VE INSANI MERKEZE ALAN BIR
ANLAYIŞLA GELECEĞE TAŞIMALIYIZ” DIYOR.
60
RÖPORTAJ
B
aşarı kolay elde edilmiyor. Yaptığı işe gönül verenler, ilklere
imza atmaktan çekinmeyenler, elini taşın altına koyabilenler
iz bırakıyor geride. Eğer siyasetçiyseniz en büyük başarı, yıllar
boyu hizmetlerinizle anılmak oluyor. Bir de halkın gönlünden hiç
çıkmamak…
Bu ayki röportaj konuklarımız arasında yer alan Halil Ürün,
başarmanın mutluluğunu pek çok kez yaşamış bir siyasetçi.
Türkiye’nin yakın tarihindeki nice önemli olayın tanığı Ürün ile
belediye başkanlığı ve milletvekilliği döneminin yanı sıra ülke
gündemindeki konuları konuştuk.
Halil Ürün’ün hayat yolculuğu 1947 yılında Konya’nın Yunak ilçesinde başlıyor. Geçimini çiftçilikle sağlayan yedi çocuklu bir ailenin
evladı olarak dünyaya gelen Ürün, ilk ve ortaokulu Yunak’ta, liseyi
Adana’da okuduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat
Fakültesi’ni bitiriyor ve Çevre Bilimleri dalında doktora yapıyor.
Halil Ürün’ün siyasete ilgisi üniversite yıllarında başlıyor. 20’li
yaşlarındayken milliyetçi kanatta öğrenci hareketlerinin içinde yer
alan Ürün’ün hayatında 1969 yılının ayrı bir yeri bulunuyor. “Rahmetli Necmettin Erbakan, 1969 seçimlerinde Konya’dan bağımsız
milletvekili adayı olmuştu. Adaylığını açıkladığı dönemde düğün
davetime katılmış ve o gün seçim kampanyasını başlatmıştı.
Dolayısıyla düğün törenim bir nevi Millî Görüş hareketinin iktidara
yürüme serüveninin başladığı gündür” diyen Halil Ürün, Necmettin Erbakan’ın seçim kampanyası sırasında Konya’da iyi bir ekip
çalışması yaptıklarına işaret ediyor. O yıllarda siyasetle ilgili olsa
da parti üyeliği bulunmadığını ifade eden Ürün, sözlerini şöyle sürdürüyor: “1971 yılında akademisyenlik dönemim başladı. 1982’de
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde görevliyken YÖK Kanunu’nun ilk
uygulamasının mağduru olarak üniversiteden atıldım. Uğradığım
haksızlık nedeniyle İdare Mahkemesi’nde açtığım davayı kazandım
ve kendi isteğim üzerine Trabzon’a dönmeyerek akademisyenlik
hayatıma Konya Selçuk Üniversitesi’nde devam ettim. O dönemde Millî Görüş hareketinin çalışmalarına katkıda bulunmayı
sürdürdüm, ama siyasete faal olarak girmeyi hiç düşünmedim.
Çünkü akademisyenliği çok seviyordum, gençlerle iç içe olmaktan
büyük keyif duyuyordum. O dönemde hem akademik çalışmalarım
hem de vakıf ve derneklerdeki faaliyetlerim nedeniyle Konya’da
ismim ön plana çıkmıştı. 1988 yılına gelindiğinde Konya Belediye
Başkanlığı için adım konuşulmaya başladı. Ben akademisyenliği
sevdiğimi, adaylığı düşünmediğimi söylesem de bu konuda ısrar edildi ve 1989’daki yerel seçimlerde Refah Partisi’nin Konya
Belediye Başkan Adayı oldum. Neticede o seçimlerde Refah
Partisi muhalefette olmasına rağmen Konya, Sivas, Şanlıurfa,
Kahramanmaraş ve Van olmak üzere beş ilde belediye başkanlığını
kazanma başarısı elde etti.”
“Bayramlarda otobüslerin ücretsiz olmasının
fikir babası ve ilk uygulayıcısıyım”
Tecrübeli siyasetçi, 1989’daki yerel seçimler öncesinde çok ciddi bir
kampanya yürüttüklerini ifade ederek, “Vatandaşa kendimizi ve
projelerimizi anlatabilmek için gece-gündüz çalıştık. Ayaklarımıza
kara sular inmesine rağmen hızımızı kesmeden seçim kampanyamızı yürüttük. Neticede biri büyükşehir (Konya) olmak üzere
beş ilde belediye başkanlığını kazandık. Güzel bir tevafukla Refah
Partili beş belediye başkanının isimlerinin baş harflerinden FATİH
kelimesi doğuyordu. 1989’daki seçim zaferinden beş yıl sonra
Refah Partisi, Ankara ve İstanbul’un da aralarında bulunduğu 28
ilde belediye başkanlığını kazanarak yerel yönetimlerde iktidar
oldu. Bu neticenin elde edilmesinde 1989’daki seçimin ardından
göreve gelen Refah Partili belediyelerin başarısının rolü büyüktür”
diyor. 1993 yılında dünyanın “Şehir Öncüsü” sekiz belediye başkanı
arasına girmesi dolayısıyla Japon Hükümeti tarafından kendisine
ödül verildiğini hatırlatan Halil Ürün, “Konya’daki icraatlarımızla
hem Türkiye’deki belediyelere hem de tüm dünyaya örnek olduk.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan 1994’te seçim kampanyasını yürütürken Japonya’da aldığım bu ödülden bahsederek yerel yönetimdeki
başarımızı vurgulamıştır” diye konuşuyor.
Ürün, Konya’daki icraatlarından bazılarını ise şöyle anlatıyor:
“Konyalılarla çok yakın ve sıcak bir ilişkimiz vardı. Kapısı rahatlıkla
çalınan bir belediye başkanıydım. On yıllık başkanlık dönemimde
sosyal belediyeciliği zirveye ulaştıran icraatlar yaptık. Bayramlarda
otobüslerin ücretsiz yolcu taşımasının fikir babası ve ilk uygulayı-
61
“KONYALILARLA ÇOK YAKIN VE SICAK BIR ILIŞKIMIZ VARDI. KAPISI
RAHATLIKLA ÇALINAN BIR BELEDIYE BAŞKANIYDIM. ON YILLIK
BAŞKANLIK DÖNEMIMDE SOSYAL BELEDIYECILIĞI ZIRVEYE ULAŞTIRAN
ICRAATLAR YAPTIK. BUNLAR TÜM TÜRKIYE’YE ÖRNEK OLDU.”
cısı benim. Buradaki amaç, bayramlarda daha fazla ziyaret yapma imkanı sağlayarak
toplumda birlik ve beraberlik ruhunun güçlendirilmesine katkıda bulunmaktı. Bu uygulama bildiğiniz gibi diğer belediyelere de örnek teşkil etti. Ekmek, su, ulaşım gibi pek
çok alanda fiyat indirimi yaparak en ucuz hizmeti sunan belediye olduk. Konya’yı üç ayrı
su şebekesine sahip il haline getirdik. O dönemde Konya’nın tüm Türkiye’deki imajını
yansıtması bakımından şu anekdotu anlatmak isterim: Bir konuşmamda hükümet
tarafından yüzölçümü Konya’dan daha küçük ülkelerden borç alınmasını eleştirmiş ve
‘Hükümetin borç paraya ihtiyacı varsa Konya’ya gelsin, ben borç vereceğim’ demiştim. Tabii borç veremezdik, ama bu iddialı söz, hem millî bir niyet taşıdığımızı hem de
Konya’nın o dönemdeki gücünü göstermesi bakımından önemliydi. Bu sözümüz halk
nezdinde ciddi karşılık buldu. 1994’te Kayseri Belediye Başkanı seçilen değerli dostum
Şükrü Karatepe bir gün bana şöyle dedi: ‘Hocam, göreve geldiğimizde kasada işçinin
ve memurun maaşını ödeyecek paramız yoktu. Bu durum şehirde konuşulur oldu. Bir
gün bir alacağımızı tahsil ettik ve çalışanların parasını ödedik. Bu kez Kayseri’de ‘Konya
yardım etti, paralar ödendi’ diye konuşulmaya başlandı.’ Şükrü Karatepe’nin anlattığı
bu olay Konya’nın tüm Türkiye’de nasıl bir etki bıraktığını gösteriyor. Konya’da 1984’te
yüzde 20’lerdeki oy oranımız, benimle birlikte 1989’da yüzde 40’a, sonra da yüzde 5060’lara ulaştı. Millî Görüş’ün iktidara yürüyüşünün temelleri ta o dönemlerde atıldı.”
“28 Şubat sürecinde trajikomik hadiseler yaşandı”
Halil Ürün on yıllık belediye başkanlığının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde
başdanışmanlık yapıyor. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Fazilet Partisi’nde Recai Kutan
ile Abdullah Gül’ün genel başkan adayı olduğu kongrede “yenilikçi” kanadın MKYK
62
RÖPORTAJ
listesinde yer alıyor. Ürün, o günü şöyle anlatıyor: “Sayın Abdullah Gül kongrede konuşma
yaparken sağında Sayın Bülent Arınç, solunda
ise ben duruyordum. O dönemde hiçbir unvan
sahibi olmamama rağmen Sayın Gül’ün yanında durmam rica edilmiş ve MKYK listesinde
ismime dördüncü sırada yer verilmişti, çünkü
delege üzerindeki etkim biliniyordu. 2001
yılına gelindiğinde ise AK Parti’nin kurucu
üyelerinden biri oldum. Dolayısıyla bugünlere
gelinmesinde ta 1969’dan başlayarak önemli
katkılarım olmuştur.”
Tecrübeli siyasetçi, 2002-2007 yılları arasındaki TBMM 22. Dönem’de AK Parti Konya Milletvekili olarak Meclis çatısı altında
yer alıyor. Milletvekilliği sırasında üç yıl AK
Parti’de genel başkan yardımcılığı görevini
üstlendiğini hatırlatan Halil Ürün, sözlerini
şöyle sürdürüyor: “Yerel yönetimler bana bağlıydı. O dönemde hem yerel yönetimlerle ilgili
birtakım yasal düzenleme çalışmaları yaptık
hem de belediyeleri ziyaret ederek tecrübelerimizi aktardık. Bir belediye başkanının halkla
iç içe olması gerekir. Bu konuda bir anımı aktarayım: Bir gün makam aracımın içinde sağa
sola selam vererek gidiyordum. Hiç kimsenin
mukabelede bulunmadığını fark edince şoföre
‘Selam veriyorum, kimse almıyor. Niye böyle
olduğunu anlamış değilim’ dedim. Bunun üzerine şoförüm, ‘Başkanım arabanın camlarına
film taktırdım, vatandaş sizi görmüyor’ dedi.
Bunu duyunca ‘Filmleri hemen söktür’ dedim.
Sürekli halkla selamlaşıp kucaklaşan bir belediye başkanı olarak bu iletişimi hiçbir şeyin
engellemesine izin veremezdim. Neticede
filmler söküldü. Ben halkın yanına korumayla
giden biri de değildim. Çünkü bir belediye baş-
“DEMOKRASIMIZIN GELDIĞI NOKTAYI DAHA DA ILERIYE
TAŞIYABILMEK IÇIN MUTLAKA YENI VE SIVIL BIR ANAYASANIN
YAPILMASI GEREKIYOR. BIR DARBE ANAYASASININ HÂLÂ
YÜRÜRLÜKTE OLMASI BANA GÖRE EN BÜYÜK AYIBIMIZDIR.”
kanının koruması halktır, eğer kişi bunu sağlayamamışsa başarılı bir yönetici değildir. Siyasette halka en iyi hizmeti götürmek
kadar halkın gönlüne girebilmek de önemlidir. Halkın gönlünden
çıkarsanız seçim günü geldiğinde gözünüzün yaşına bakmaz.”
Tecrübeli siyasetçi, Türkiye’nin yakın tarihindeki nice önemli
olayın tanıkları arasında yer alıyor. REFAHYOL Hükümeti zamanındaki 28 Şubat süreci de bunlar arasında bulunuyor. “O dönemde
belediye başkanıydım. Millî bayramlarda stadyumdaki törenlerde
arabanın üzerinden el sallayarak halkı selamlamam bile 28 Şubat
zihniyeti tarafından engellenmeye çalışıldı. Tabii bunun da mücadelesini verdik. Halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanı olarak
kimsenin baskısına boyun eğmedik ve karşılaştığımız her yerde
halkı selamlamaya devam ettik. 28 Şubat, bu tür trajikomik hadiselerle dolu bir süreçtir” diyen Halil Ürün, şu değerlendirmelerde
bulunuyor: “Yıllar içinde pek çok gelişme kaydedilmesine rağmen
Türkiye’de demokrasinin hâlâ tam olarak yerleştiğini söylemek
mümkün değil. Ülkemizi komşularımızla karşılaştırdığımızda
elbette iyi durumdayız, ama demokrasi konusunda kendimizi
kıyaslayacağımız yer yakın çevremiz değil, Avrupa olmalı. Türk
demokrasisi askerî darbeler, muhtıralar nedeniyle hep geriye
gitmiştir. Bir vefa borcu olarak şunu söylemek istiyorum: Eğer
antidemokratik yöntemlerle yolu kesilmemiş, partileri kapatılmamış olsaydı Millî Görüş hareketi yirmi sene önce Türkiye’de tek
başına iktidara gelirdi. Bugün artık halk uyanmış ve demokrasinin
güzelliğini görmüş durumdadır. Dolayısıyla bundan sonra kimse
antidemokratik uygulamalara geçit vermez. Demokrasimizin
geldiği noktayı daha da ileriye taşıyabilmek için mutlaka yeni ve
sivil bir anayasanın yapılması gerekiyor. Bir darbe anayasasının
hâlâ yürürlükte olması bana göre en büyük ayıbımızdır. Demokratikleşme, yerelleşme, sivilleşme ekseninde ve insanı merkeze alan
bir anlayışla Türkiye’yi geleceğe taşımalıyız.”
“Çözüm sürecinin olumlu bir neticeye
ulaşacağı umudunu taşıyorum”
Tecrübeli siyasetçiyle röportajımız sırasında “çözüm süreci”ne
de değiniyoruz. İnsanların ana dilde konuşabilme gibi doğuştan
kazanılmış hakları olduğunu ifade eden Halil Ürün, “Güneydoğu’da
insanlar yıllarca bu haktan mahrum bırakıldı. Yasaklar ve baskılar
PKK canavarını ortaya çıkardı. AK Parti terörün kökünü kazımak,
anaların gözyaşını dindirmek için çareler arıyor, önemli demokratik
adımlar atıyor. Türkiye demokratikleştikçe, bireylerin hangi etnik
kökene ve dinî inanca sahip olduğuna bakılmaksızın temel hak ve
özgürlük alanları genişletildikçe var olan sorunların aşılacağı, çözüm sürecinin olumlu bir neticeye ulaşacağı umudunu taşıyorum”
diye konuşuyor.
Halil Ürün 2007 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyor. Ürün, zamanını nasıl değerlendirdiğini sorduğumuzda, “Sanat
ve Siyaset Üzerine” başlıklı konferanslar verdiğini, bir dergide
hatıralarını ve seyahatlerini yazdığını belirterek, “Şairim aynı zamanda. Şiirlerimi henüz kitap haline getirmedim, ama pek çoğu
bestelendi” diyor.
63
BALTALIMANI TICARET ANTLAŞMASI
16 AĞUSTOS 1838
BALTALIMANI TICARET ANTLAŞMASI, REFORM SÜRECINDEKI
OSMANLI DEVLETI ILE EMPERYAL YÜZYILINI YAŞAYAN
İNGILTERE ARASINDAKI ILIŞKILERIN DOĞASINI YANSITMAKLA
BERABER 19. YÜZYIL OSMANLI EKONOMISININ DIŞ TICARET
VE YABANCI SERMAYEYE HANGI ŞARTLAR ALTINDA
AÇILDIĞINI ÖRNEKLENDIRIR.
DR. POLAT SAFI
19
. yüzyılın başlangıcından I. Dünya Savaşı’na (1914-1918)
kadar geçen süre Britanya’nın emperyal yüzyılı olarak
tarafından yönetilmeyen bu bölgelere “gayri-resmi imparator-
da bilinir. İngilizler bu süreçte Sanayi Devrimi’ni tamamlamış
19. yüzyıldan itibaren İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında da
ve Napolyon’a karşı önemli bir zafer elde etmişlerdir. Böylece,
artan bir ticaret hacmi söz konusuydu. Ancak fiyatların 1820’ler-
uluslararası arenada Orta Asya’yı kontrolünde tutan Ruslar hariç
den itibaren artmaya başlaması, diğer taraftan yeniçeriliğin
neredeyse rakipsiz kalmışlardır. Emperyal rekabetin kızışması ve
kaldırılarak yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin
Sanayi Devrimi’nin İngiltere’den kıta Avrupa’sına sıçramasıyla
ihtiyaçlarının karşılanması, özellikle yabancı tüccarlar açısından
birlikte Avrupa’daki kuvvetler bir taraftan üretimde fabrikalaş-
birtakım yeni müdahale ve engeller getiriyordu. Bu durum, İngi-
ma yoluna giderken diğer taraftan İngiliz mallarının rekabetine
lizler başta olmak üzere Osmanlı ülkesindeki yabancı tüccarları
karşı yerli sanayilerini korumaya yönelik önlemler almışlardır. Bu
huzursuz ediyordu. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyan etme-
durum, İngiliz sermayesinin Avrupa dışı pazarlara yönelmesine
siyle kendi çıkarlarına uygun bir yasal çerçeve etrafında ticaretini
yol açmış ve serbest ticaret anlaşmaları yeni pazarlara açılma-
yürütmek isteyen İngiltere’nin beklediği fırsat gelmişti.
luk” adı bile yakıştırılmıştır.
nın yollarından biri olarak tebarüz etmiştir. Bu süreçte İngilizler,
Mehmed Ali Paşa, Mısır’da dış ticareti devlet tekeline almış
kolonileri üzerindeki denetime ilaveten Çin, Arjantin ve Tayland
ve buradan elde ettiği kaynaklarla ordu ve donanmaya yatırım
gibi pek çok ülke ve coğrafyada iktisadi bir kontrol mekanizması
yapabilmişti. Bu tehdidi fırsat bilen İngiltere, “yed-i vahit” de-
kurmuşlardır. Britanya kolonisi olmayan ve doğrudan Britanya
nilen devlet tekelinin kaldırılmasının bir Osmanlı vilayeti olan
64
Mısır’da da tatbik edileceğini ve böylece
Mehmed Ali Paşa isyanının kaynaklarının
kökünün kurutulacağını öne sürüyordu.
Diğer taraftan, Osmanlı Devleti üzerinde
artan bir Rus baskısı vardı. Bu çerçevede,
Osmanlı yönetici sınıfı da verilecek iktisadi
tavizlerle İngiltere’ye yaklaşarak kurtuluş
reçetesi arıyor, toprak bütünlüğünü garanti
altına almaya çalışıyordu.
Bu şartlar altında 16 Ağustos 1838’de
Baltalimanı Antlaşması imzalandı. Antlaşma, ilki yedi maddeden ikincisi üç maddeden oluşan iki kısımdan meydana geliyordu.
Bu başlıklarda temelde yed-i vahit ve
gümrük vergilerine ilişkin düzenlemeler yer
alıyordu. Devlet, öncelikle ihraç yasaklarını
ve dış ticaretteki tekel düzenini kaldırıyordu. Diğer taraftan ihracata uygulanan vergi
%9 olarak belirleniyordu. Bu oran ithalatta
%5 olarak belirlenmişti. Transit mallar ise
%3 vergiye tabi olacaktı. Bunun yanında iç
gümrükleri yerli tüccarlar ödemeye devam
ederken yabancı tüccarlar bu yükümlülüğün
kaldırılmasıyla ciddi bir ayrıcalık elde etmiş
oluyordu.
İktisat tarihçisi Şevket Pamuk’a göre,
yeni düzenlemelerle birlikte Osmanlı hammaddeleri dış ticarete daha rahat bir şekilde
açılırken devlet mali bunalım dönemlerinde
başvurduğu ek gelir kaynaklarının önemli
bir kaleminden mahrum kalmış oluyordu.
O kadar ki Kırım Savaşı (1853-1856) döneminde dış ticaretten ek vergi alınamayışının
etkisiyle Avrupa para piyasalarında borçlanmanın önü açılacaktı.
Dış ticaretin hızlanması ve iç piyasaların
ithal mallar tarafından istila edilmesi diğer
taraftan zanaatlara dayalı yerli üretimin
önemli ölçüde gerilemeler yaşamasına
sebep oluyordu. Buna mukabil yerli imalat
faaliyetlerinde ciddi bir direniş yaşandığı da
muhakkaktı. Ancak yüksek teknoloji sahibi
Avrupa sanayii karşısında bu hayatta kalma
mücadelesinin çalışanların düşük ücretleri
kabul etmeleri sayesinde sürdürülebildi-
ğini de not etmek gerekiyor. Uzun vadeli sonuçları itibarıyla ise Baltalimanı Ticaret
Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’nin bağımsız dış ticaret politikası geliştirebilmesinin
önündeki en mühim engellerden birini teşkil ettiği söylenebilir. İngilizlerden sonra
benzer şartları içeren antlaşmaların aralarında Norveç, İspanya, İsveç, Danimarka,
Hollanda ve Portekiz’in bulunduğu pek çok ülke ve hükümetle imzalanması ise sadece
bu sonucu berkitmiştir.
65
TÜRKIYE-PORTEKIZ PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI
ÖMER SELVI:
DOSTLUK GRUBUMUZUN FAALIYETLERI IKI ÜLKE
ARASINDAKI ILIŞKILERIN EN ÜST DÜZEYDE
SÜRDÜRÜLMESI VE GELIŞTIRILMESINE KATKI SAĞLIYOR
SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK
TÜRKIYE ILE PORTEKIZ ARASINDAKI IŞBIRLIĞININ PEK ÇOK
ALANDA GELIŞME IMKANININ BULUNDUĞUNU VURGULAYAN
ÖMER SELVI, “DOSTLUK GRUBU BAŞKANLIĞIM SÜRESINCE
BAŞTA TICARET VE YATIRIM OLMAK ÜZERE EKONOMIK ALANDA
DAHA FAZLA IŞBIRLIĞI YAPILMASININ SAĞLAYACAĞI
FAYDALAR ÜZERINDE DURDUM” DIYOR.
66
DOSTLUK GRUPLARI
Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk
Grubu ne zaman kuruldu? Siz hangi tarihte Dostluk Grubu Başkanlığı görevini üstlendiniz?
Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk
Grubu ilk olarak 18. Yasama Dönemi’nde, 1990
yılında çıkarılan 3620 sayılı kanuna istinaden
oluşturulmuştur. Benim Portekiz Dostluk Grubu
Başkanlığı’na seçilmem ise 26 Ocak 2012 tarihinde
gerçekleşti. Yaklaşık üç buçuk yıldır bu Dostluk
Grubu’nun faaliyetlerini yürütmekteyim.
Dostluk Grubu’nun gerçekleştirdiği faaliyetler iki
ülke arasındaki ilişkilere ne gibi katkılar sağlıyor?
Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk
Grubu olarak yürüttüğümüz faaliyetler, ülkelerimizin birbirlerini daha iyi tanımaları, anlamaları
ve önyargıların yıkılması bakımından büyük bir
fırsat vermektedir. Gerek yasama çalışmalarında,
gerekse ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlerimizde karşılıklı görüş alışverişi ve işbirliğinin
geliştirilmesini sağlamaktadır.
Portekiz Parlamentosu’nda da Türkiye Dostluk
Grubu bulunuyor mu? Dostluk Grubu veya iki
ülke heyetleri olarak karşılıklı ziyaretler söz konusu mu?
Evet, Portekiz Parlamentosu’nda da Türkiye
Dostluk Grubu yer alıyor. 24 Ocak 2012 tarihinde
oluşturulan Dostluk Grubu’nun başkanlığını Adriano Rafael Moreira yürütüyor.
Başkanlığım döneminde Portekiz’le karşılıklı
ziyaretlerimiz gerçekleşti. Türkiye Büyük Millet
Meclisi ile Avrupa Birliği (AB) tarafından ortaklaşa
yürütülen ve AB ülkeleriyle karşılıklı bilgi ve anlayışın geliştirilmesini hedefleyen “Parlamentolar
Arası Değişim ve Diyalog Projesi” kapsamında,
14-18 Ocak 2013 tarihleri arasında Portekiz’in
başkenti Lizbon’a bir ziyarette bulunduk.
Yine aynı proje çerçevesinde Sayın Adriano
Rafael Moreira başkanlığında bazı Dostluk Grubu
üyeleri 11-15 Mart 2013 tarihleri arasında Ankara’yı
ziyaret etti. Sayın Moreira, aynı yıl içinde İzmir’de
gerçekleştirilen gençlik konulu seminere ve
Antalya’da düzenlenen terörizm konulu sempozyuma katılmak için de ülkemize geldi.
Ayrıca 2013 yılı Mayıs ayında 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün
Portekiz’e gerçekleştirdikleri ziyaret sırasında yanlarında bulundum.
Türkiye ile Portekiz arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve daha çok hangi alanlarda yürütülüyor?
Türkiye ile Portekiz arasındaki ilişkiler en üst düzeyde sürdürülmektedir. Özellikle son birkaç yılda üst düzey ziyaretler oldukça hız kazanmıştır. Son olarak
2015 yılı Mart ayında Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu Portekiz’i ziyaret
etmiş ve Portekiz Başbakanı Sayın Passos Coelho ile birlikte bir basın toplantısı
düzenleyerek Gıda Kontrol Genel Müdürlüğü ile Portekiz Cumhuriyeti Ekonomi
ve Gıda Güvenliği Otoritesi arasında işbirliği protokolü, Dış Ekonomik İlişkiler
Kurulu ile Portekiz Cumhuriyeti Yatırım ve Dış Ticaret Ajansı arasında mutabakat muhtırası, Türkiye ile Portekiz hükümetleri arasında eğitim alanında
mutabakat zaptı ve gizlilik dereceli bilginin karşılıklı korunması anlaşması
imzalandığını ifade etmiştir.
Bu tarih öncesinde de karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Avrupa
Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Büyükelçi Sayın Volkan Bozkır 2014 yılında
Portekiz’i ziyaret etmiş, yine aynı yıl Ekonomi Bakanı Sayın Nihat Zeybekci
Portekiz’e giderek Birinci JETCO toplantısına katılmıştır. Buna karşılık Portekiz
67
“DOSTLUK GRUPLARININ FAALIYETLERI, ÜLKELERIN BIRBIRLERINI
DAHA IYI TANIMALARI, ANLAMALARI VE ÖNYARGILARIN
YIKILMASI BAKIMINDAN BÜYÜK BIR FIRSAT VERMEKTE, ÇEŞITLI
ALANLARDA KARŞILIKLI GÖRÜŞ ALIŞVERIŞI VE
IŞBIRLIĞININ GELIŞTIRILMESINI SAĞLAMAKTADIR.”
Eğitim ve Bilim Bakanı Nuno Crato ve Portekiz Millî Savunma
Bakanı Pedro Aguiar-Branco ülkemize resmî ziyarette bulunmuşlardır.
Ayrıca 2013 yılında 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül,
Portekiz’e bir ziyaret gerçekleştirmiştir. 2012 yılında ise Portekiz
Başbakanı Sayın Passos Coelho ve Dışişleri Bakanı Sayın Paulo
Portas ülkemizi ziyaret etmişlerdir.
imkanının bulunduğunu vurgulayarak, başta ticaret ve yatırım ol-
Dostluk Grubu Başkanlığınız döneminde gerçekleştirilen çalışmalar, özellikle üzerinde durduğunuz konular neler oldu?
yasama döneminde de oluşturulması öngörülüyor mu?
Başkanlığım süresince, birbirini oldukça iyi anlayan, ortak perspektife sahip bu iki ülkenin işbirliğinin pek çok alanda gelişme
yapılacak genel seçimler sonucunda oluşacak parlamentoda da
68
DOSTLUK GRUPLARI
mak üzere ekonomik alanda daha fazla işbirliği yapılmasının sağlayacağı faydalar üzerinde durdum. Ülkemizin Avrupa Birliği’ne
katılımı sürecinde Portekiz’in sağladığı desteğin sürmesinin ne
kadar önemli olduğunu da ifade ettim.
Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun yeni
Türkiye-Portekiz Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun bu ay
çalışmalarını sürdürmesi öngörülüyor.
69
MILLÎ DEĞERLERIN ATEŞLI SAVUNUCUSU
MEHMET EMIN
YURDAKUL
70
ŞIIRLERINDE MILLÎ TEMALARI IŞLEYEN VE GEREK EDEBI GEREKSE
SIYASI YAŞAMI BOYUNCA TÜRK DEĞERLERINI SAVUNAN MEHMET
EMIN YURDAKUL, “MILLÎ EDEBIYAT” AKIMININ ÖNCÜSÜ OLMUŞ,
CEPHE GERISINDEKI SÖYLEMLERIYLE TÜRK ASKERINE UMUT
VERMIŞTIR. SON NEFESINE KADAR IÇINDE YETIŞTIĞI HALKIN
HAKKINI ARAYAN YURDAKUL, HEM MECLIS KÜRSÜSÜNDE
HEM DE ŞIIRLERINDE MILLETIN SESI OLMUŞTUR.
İREM COŞKUNSEVEN
1
9. yüzyılın sonunda Türk Edebiyatı, Tevfik Fikret ve Halid Ziya
Uşaklıgil gibi ustaların önderliğinde yeni bir döneme giriyordu.
Sanat için sanat yapmayı ilke edinen Servet-i Fünun Edebiyatı
öncüleri, Arapça, Farsça ve Fransızcadan dilimize geçen sözcükleri kullanarak ağdalı, ağır, sanatlı bir üslup benimsemişlerdi.
Parnasizm ve sembolizm gibi Avrupalı akımlardan ilham alan
Edebiyat-ı Cedide, yani Yeni Edebiyat adı verilen bu anlayışın en
parlak dönemlerinde halkın içinden doğan bir ses, halk için
sesini yükseltmeye
başlamıştı. Türkçülük
fikrinin ateşli savunucularından Mehmet
Emin Yurdakul, Türk
ruhunu, Türk gelenek ve göreneklerini canlandırmak için
sade bir dille yazılmış
şiirleriyle halka yöneliyordu.
Mehmet Emin Yurdakul, 1869 yılında
İstanbul’da maddi imkanları kısıtlı bir ailede dünyaya gelir.
Yurdakul’un babası Salih Bey, okuma-yazma bilmeyen, sade bir
yaşantıya sahip, milletine ziyadesiyle bağlı biridir. Yurdakul’un
yol arkadaşı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Salih Bey’i şöyle anlatır:
“Adını dillerimizde her zaman hayırla anmaya mecbur olduğu-
muz bu mübarek adam, iliklerine kadar Türk’tü. Okuma-yazma
bilmezdi, fakat eski Türklerin, eski gazaların hikayesi ile dolu olan
ruhu tarihi sever, oğluna okuttuğu beyitleri, sahifeleri dinledikten
sonra ‘Hey gidi günler!’ diye geçmişe hasret çeker, son devir için
utanır, yerinirdi.”
İlk eğitimini, sözlü edebiyatı ve Türk kültürü bu denli zengin
olan bir baba ocağında alan Mehmet Emin Yurdakul, küçük yaşlardan itibaren edindiği
birikimi ileride Türk
Ocağı’na taşıyacak,
ömrü boyunca hem
siyasi hem de edebi
alanda milleti için çalışacaktı.
Eğitim hayatına
Sübyan Mektebi’nde
başlayan Yurdakul,
önce Beşiktaş Askerî
Rüştiyesi’ne, ardından Mülkiye İdadisi’ne
devam eder. İdadi
eğitimini yarıda bırakarak Bâbıali Sadaret
Dairesi Evrak Kalemi’ne katip olarak girer. İki yıl çalıştıktan sonra
1889 yılında Hukuk Mektebi’ne kaydolur. Burada tanıştığı Madam
Mut isimli Amerikalı hocasının vasıtasıyla bir dönem Amerika’da
eğitim almaya heves eder, İngilizce öğrenmeye başlar. Lakin hocasının vefatı üzerine hayallerini gerçekleştiremez. Nihayetinde
71
MEHMET EMIN YURDAKUL, 1899 YILINDA MAARIF NEZARET-I
CELILESI’NIN IZNIYLE DILIN SADELEŞMESI IÇIN TÜRKÇE ŞIIRLER
ISIMLI KITABINI YAYIMLAR. BU KITAP, YURDAKUL’UN ŞIIRLERINDE
HALKI ANLATMA KAYGISININ BIR ÖRNEĞINI TEŞKIL EDER.
Hukuk Mektebi’nden de ayrılır. Rüsumat Evrak Dairesi’nde memuriyete başlar ve müdür pozisyonuna kadar yükselir.
Mehmet Emin Yurdakul, 1890 yılında ilk mensur eseri olma
özelliği taşıyan, ahlak, hukuk ve felsefeyle ilgili Fazilet ve Asalet’i
yayımlar. İlerleyen yıllarda memuriyete İstanbul’da devam ettiği
sırada Şeyh Cemâleddin ile tanışır. Fikirlerinden dolayı dönemin
tartışmalı isimlerinden biri olan Şeyh Cemâleddin, aydınları bir
araya getirdiği edebiyat toplantıları düzenler. Kendini bu toplantıların ve camianın içinde bulan Yurdakul, kendine akıl hocası
olarak Namık Kemal’i seçer.
1897 yılında Selanik’te yayımlanan bir gazete olan Asır’da, yeni
bir ses yükselir. Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur / Sinem,
özüm ateş ile doludur diyen bu ses, Mehmet Emin Yurdakul’a
aittir. “Cenge Giderken” isimli şiiri, Yurdakul’un “millî şair” olarak
anılmasının da temelini oluşturacaktır.
Mehmet Emin Yurdakul, 1899 yılında Maarif Nezaret-i Celilesi’nin
izniyle dilin sadeleşmesi için Türkçe Şiirler isimli kitabını yayımlar.
Bu kitap, edebi anlamda çok ses getirecek nitelikte değildir, zaten
Yurdakul’un kaygısı şiirlerinde halkı anlatmak, halkın acılarını yansıtmak olmuştur. Bu nedenle şiirlerine millî temalar yön vermiştir.
Şairin kitabının kapağını ise II. Abdülhamid zamanında saray ressamlığına getirilen Fausto Zonaro çizmiştir.
Halk için halkın içinden bir ses
Küçüklüğünden beri halktan biri olarak milliyetçilik fikirleriyle
beslenen Mehmet Emin Yurdakul, düşüncelerinin kaynağını şöyle
anlatıyordu: “Ben halk çocuğuyum. Halk evladı bir ana ile babanın
kucağında büyüdüm. Atalardan kalma halk öğütleriyle, halk ninnileriyle çocukluğumu geçirdim. Biraz yetişkin çağa geldiğim vakit bu
halkı çok acıklı bir halde gördüm. Onun kafasını karanlıklar, yüreğini
ıstıraplar, hayatını zulüm ve sefaletler içinde buldum ve bize her
şeyini veren bu halka bizim hiçbir şey vermediğimizi öğrendim.”
19 yaşında Şebinkarahisarlı bir kızla evlenen Yurdakul, eşinin
memleketinde dağ tepe gezerek öz Türkçenin zenginliklerine tanık olmuş, Anadolu lehçesini tanıma fırsatı bulmuş, kendi dilinin
özünü ve inceliklerini anlamış, halkın acılarına ortak olmuş, her şey
değişirken hep aynı kalan Türk ruhunu ve törelerini gözlemlemiş,
kendi deyişiyle Türklük aşkının kevserini içmiştir.
1900’lü yıllarda İttihat ve Terakki Partisi’nin bir üyesi olan Yurdakul, yazdığı şiirlerle hükümeti eleştirince bir anlamda İstanbul’dan
sürülür ve Erzurum valisi tayin edilir. 1912 yılında emekliye ayrılan
şair, İstanbul’a dönerek fikrini yaymak amacıyla çalışmalar yürütmeye başlar. Türkçülük akımının köşe taşlarından Türk Yurdu
dergisinin imtiyaz sahibi olan Mehmet Emin Yurdakul, Türklerin
haklarını korumayı, Türk kültürü, dili ve sanatını geliştirmeyi
amaçlayan Türk Ocağı derneğinin kurucuları arasında yer alır. 1911
yılında kurulan bu derneğin yöneticiliğini üstlenir.
72
“UNUTMA KI ŞAIRLERI HAYKIRMAYAN BIR MILLET, SEVENLERI
TOPRAK OLMUŞ ÖKSÜZ ÇOCUK GIBIDIR” DIYEN ŞAIR,
TÜRK SAZI, EY TÜRK UYAN, TAN SESLERI, ZAFER YOLUNDA
GIBI PEK ÇOK ESERE IMZA ATTI.
1913 yılına gelindiğinde şair kendini aktif siyasetin içinde bulur.
İstanbul’un işgalinden sonra mitinglere katılır, millî heyecanı
uyandıracak ateşli konuşmalar yapar, şiirler okur. Millî Mücadele’ye
fikirleri ve söylemleriyle destek olur. Muhammed’in kitabını kaldırtmam / Osmancık’ın bayrağını aldırtmam / Düşmanımı vatanıma saldırtmam / Tanrı evi viran olmaz, giderim! dizeleriyle cephe
gerisinde mücadelesini sürdüren Mehmet Emin Yurdakul için Ömer
Seyfettin şöyle der: Sen dirilttin bu milleti / Sen olmasan bitmiş idi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün de Yurdakul’a Ankara’ya geldiği
dönemlerde bir mektup yazarak Millî Mücadele’ye katkılarından
ötürü teşekkür ettiği rivayet edilir.
TBMM 2. Dönem’de Karahisar-ı Şark (Giresun); 3. Dönem’de
Şebinkarahisar; 4, 5 ve 6. Dönemlerde Urfa milletvekilliği yapan Mehmet Emin Yurdakul, 7. Dönem’de İstanbul milletvekili
olmuştur. 5. Dönem’de Meclis’te yaptığı konuşma, Yurdakul’un
Türk halkına ne denli güvendiğini, onun kahraman ruhundan ne
kadar gururlandığını açıkça ortaya koyar: “Bir serserinin melun
kurşunu bir dünya yangını yaptığı zaman Türk 600 yıl süren
savaşından sonra kılıç ve kalkanını odasının duvarına asmışken
vatan ve istiklalini korumak için atıldığı Balkan muharebesinde
yaralı düşmüştü. Henüz yaralarının kanlarını yiğitlerinin yanık bağırlarından ve matem yaşlarını kadınlarının gözlerinden silmediği
bir günde idi ki cihan savaşının içine düştü. Ve bu sırada İngiliz
ve Fransız donanmalarını Çanakkale Boğazı’nın önünde ve İngiliz
ve Fransız ordularını Gelibolu yarımadasının üstünde buldu. Bu
savaş düşmanların itiraf ettikleri veçhile Türk’e karşı bir son ehl-i
salip harbi idi. Onların fikirlerince bu harple bundan bir asır evvel
Türk’ün Asya’ya sürülmesi ve hasta adam denilen Türkiye’nin mirasının taksim edilmesi için Katerin’in ortaya attığı teklif tahakkuk
ettirilecek ve bir zamanlar Viyana kapılarından Kudüs’e uzanan
eski Osmanlı İmparatorluğu’nun her köşesine kemikleri dağılmış
orta çağ şövalyelerinin intikamı alınacaktı. Lakin öyle olmadı. Bu
kanlı rüya bir hayalden başka bir varlık gösteremedi. Hasta adam
denilen Türkiye bir efsane devi gibi yerinden kalkıp fırladı. ‘Benim
çiçekli ovalarımın, yeşil tepelerimin altında, karanlık uçurumlarımın ve sedefli kumsallarımın, lacivert denizlerimin önünde derin
girdaplarım da vardır. Düşman geri, zira benim oğullarım ölmeyi
bildikleri kadar öldürmeyi de bilirler’ diye haykırdı. Millî ve siyasi
varlığını korumak için eli silah tutan çocuklarını topladı. Bunları en
kahraman evladı olan Mustafa Kemal’in kumandası altına verdi.”
1944 yılında İstanbul’da vefat eden Yurdakul, geride Türk Sazı,
Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Zafer Yolunda, Aydın Kızları, Mustafa
Kemal ve Ankara başta olmak üzere birçok eser bıraktı. “Unutma
ki şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz
çocuk gibidir” diyen şair, ömrü yettiğince kendini Türk’ün davasına
adadı. Meclis kürsüsünden yükselen sesiyle halkın gerçek temsilcilerinden biri olan şair, millî unsurları kültür, gelenek, görenek
ve dinî motifler ile harmanlayarak kalemiyle de halkına hizmet
etmeye devam etti.
73
MAHMUT GÖKSU:
GENÇLERI VE EĞITIM HIZMETLERINI
ÇALIŞMALARININ MERKEZINE ALAN VAKFIMIZ,
INSANA YAPILAN YATIRIMI EN KALICI VE EN
HAYIRLI HIZMET OLARAK GÖRÜYOR
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: NEHIR ÖZTÜRK
“ yeni bir dünya için çalışıyoruz…”
21. VE 22. DÖNEM ADIYAMAN MILLETVEKILI, AK PARTI GENEL
MERKEZ TEŞKILAT BAŞKAN YARDIMCISI MAHMUT GÖKSU’NUN
GENEL BAŞKANLIĞINI ÜSTLENDIĞI YENI DÜNYA VAKFI, 1996
YILINDAN BU YANA ÖNEMLI FAALIYETLERE IMZA ATIYOR. “VAKIF,
IMKANI OLANLA IHTIYACI OLAN ARASINDA KÖPRÜ KURAR” DIYEN
GÖKSU, “KAPIMIZ HERKESE AÇIK” ÇAĞRISI YAPIYOR.
74
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Söyleşimizin başında vakıf hizmetlerinin önemi ve değerine ilişkin düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Vakıf kültürümüzün merkezinde Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Sizin en
hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır”
hadis-i şerifi vardır. Bu bağlamda vakıflar, Yaratan’dan ötürü yaratılana merhamet, şefkat ve sevginin müesseseleşmiş
halidir. İnfakların en güzel tevzi yeridir.
Özünde Allah rızası olan her şey, her
bağış bir vakıf hizmetidir. Toplumun
huzur ve sükûnunu sağlayan merhamet
abideleri olan vakıflar, kardeşlik duygularını güçlendirir, başkasının mutluluğu
ile mutlu olabilmeyi sağlar, imkanı
olanla ihtiyacı olan arasında köprü kurar. Vakıf faaliyetlerinin tamamı bütün
canlılara faydalı olmak, onların sevgisini
kazanmak ve yapılan hayırlar vasıtasıyla
Allah’a yaklaşmaktır. Vakıf empatidir,
merhamettir, sahiplenmedir, kardeşliktir,
insanlık onurunu kurtarmaktır.
Vakıf hizmetlerinde tecrübe ettiğimiz
6 önemli unsuru sizlerle paylaşmak isterim. Bunlar, muhabbet fedaisi olmak,
dert edinmek, dost edinmek, disiplinli
olmak, veren el olmak, dürüst ve çalışkan olmaktır. Vakıf medeniyetini ortaya
çıkaran, onu sürdürecek ve sonraki nesillere taşıyacak olan asıl unsurun insan
olduğunu unutmamak gerekir.
müştür. Bu sebeple gençleri ve eğitim hizmetlerini çalışmalarının merkezine alan vakfımız
önemli faaliyetlere imza atmıştır.
Türkiye’nin yarınlarında aydınlık yüzler görebilmenin ön koşulu, çocuklarımızı en iyi şekilde eğitebilmektir. Bu amaçla vakfımız, gençlerin toplumsal sorunlara karşı duyarlılıklarını
artıran ve onların enerjisini sosyal sorumluluk projeleriyle toplumsal faydaya dönüştüren
faaliyetler düzenlemektedir. Bununla birlikte burslar aracılığıyla üniversite öğrencisi gençlerin eğitimine destek olmaktadır. Vakfımız 2013-2014 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de
ve yurt dışında okuyan 640 öğrenciye burs vermiş, bu rakam 2014-2015 eğitim-öğretim
yılı itibarıyla 1453’e ulaşmıştır.
Vakfın yürüttüğü faaliyetler ve projelerle ilgili bilgi verebilir misiniz?
Tabii bugüne kadar pek çok faaliyet ve proje yürütüldü. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleştirdiğimiz 32 haftalık bir programı kapsayan Sağlam Genç, İradeli Lider
Projesi (İslam Dünyası Seminerleri), Geleceğine Kayıtsız Kalma-Geliştir Kendini Projesi,
Ankara Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle gerçekleştirdiğimiz Yeni Dünya Vakfı Ankara Hacı
Bayram-ı Veli Eğitim Kültür Merkezi Projesi, 6’şar kişilik öğrenci gruplarıyla yaptığımız Biz
Bir Aileyiz Projesi, Yeni Dünyam Çocuk Kütüphanesi Projesi, “Bizim de bir dikili ağacımız
olsun” sloganıyla Ankara Gölbaşı’nda Yeni Dünya Vakfı Hatıra Ormanı’nın oluşturulduğu
Vakıf Orman Projesi, Kahramanmaraş Anadolu Kız İmam Hatip Lisesi ve Çiçek İlköğretim
Okulu’na 1800 kitabın teslim edildiği 1000 Kitap 1 Kütüphane Projesi bugüne kadar tamamlanan ve devam eden projelerimiz arasında yer alıyor.
2011 yılındaki Van depreminin ardından bir tır giysi gönderilmesi, kış aylarında Suriyeli
ailelere mont dağıtılması, kütüphanesi yanan Şanlıurfa Ceylanpınar Anadolu İmam Hatip
Lisesi’nde yeni bir kütüphane oluşturulması, geleneksel iftar programları, huzurevi ve
kimsesiz çocuklar ziyaretleri, Kutlu Doğum Etkinlikleri, liselerde meslek tanıtımları, mühendislik fakültelerinde okuyan öğrencilere yönelik teknik geziler, Mehmet Akif Ersoy’u
Anma Etkinlikleri, sohbet ve imza günleri gibi faaliyetler vakfımızın sosyal sorumluluk
amaçlı yardım ve çalışmalarından birkaçını oluşturuyor.
Yeni Dünya Vakfı’nın kültürel faaliyetleri ise konferanslar, seminerler, okuma programları, kurslar, değerlendirme ve istişare toplantıları ile kamplar başlıkları altında değerlendi-
Yeni Dünya Vakfı kaç yıldır, hangi amaç
ve hedeflerle faaliyetlerini sürdürüyor?
1996 yılında yeni bir dünya ideali ve hedefi doğrultusunda, kadim değerlerimizi
ve tarihî misyonumuzu kendi iklimimizde
yeşertmek, ülkemizin ve dünyanın dört
bir yanına dağılmış kardeşlerimizle,
gençlerimizle tanışmak, kaynaşmak ve
yardımlaşmak gayesiyle inşa ettiğimiz
Yeni Dünya Vakfı, geride bıraktığımız
19 yıllık süreçte, insana yapılan yatırımı
en kalıcı ve en hayırlı hizmet olarak gör-
Japon gençlik heyetinin ziyareti
75
“VAKFIMIZ BURSLAR ARACILIĞIYLA ÜNIVERSITE ÖĞRENCISI
GENÇLERIN EĞITIMINE DESTEK OLMAKTADIR. 2013-2014 EĞITIMÖĞRETIM YILINDA TÜRKIYE’DE VE YURT DIŞINDA OKUYAN
640 ÖĞRENCIYE BURS VERILMIŞ, BU RAKAM 2014-2015
EĞITIM-ÖĞRETIM YILI ITIBARIYLA 1453’E ULAŞMIŞTIR.”
Yeni Dünya Vakfı Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Toplantısı
rilebilir. Bugüne kadar pek çok konferans gerçekleştirildi. Bunlara
örnek olarak Prof. Dr. Ali Rıza Abay’ın “Birlikte Yaşama Kültürü”,
Hayati İnanç’ın “Edebiyat Penceresinden Hayata Bakış”, Prof. Dr.
Bekir Berat Özipek’in “İslam Dünyasının Dönüşümü ve Türkiye’yi
Konuşmak”, Prof. Dr. Ayşen Gürcan’ın “Eğitim Nasıl Olmalı? Dünü,
Bugünü ve Yarını”, Doç. Dr. Cüneyt Yüksel’in “Türkiye’nin Gelecek
Siyasi Sistem Tercihi: Parlamenter, Yarı Başkanlık, Başkanlık
Sistemi”, Prof. Dr. Abdullah Topçuoğlu’nun “Yakın Siyasi Tarih”,
A. Cihangir İşbilir’in “İslam Dünyası’nın Son Yüzyılı ve Türkiye’nin
Sorumlulukları” konulu konferansları verilebilir.
Seminerler arasında ise Genel Merkezimizde gerçekleştirilen
“Ortadoğu Konuşmaları”, “Helal Gıda”, “İslam Ekonomisi”, “Film
Tahlilleri” başlıklı seminerler ile Ankara Şubemizde düzenlenen
“Anayasa”, “Anneler Günü”, “Efendimiz”, “Hadis Tahlili”, “Kadınlar
Günü”, “Şems ve Mevlana” ile “Sevgi” konulu seminerler yer almaktadır. Kültürel faaliyetlerimiz çerçevesinde İngilizce, Arapça,
Boşnakça, Osmanlıca, Fotoğrafçılık ve İnovatif Proje Döngüsü
kursları verilmektedir. Vakfımızın “Okuma Programları” faaliyeti
“Balkan Okumaları”, “Sezai Karakoç Okumaları”, “Akıl ve Erdem
Okumaları”, “Yakın Siyasi Tarih Okumaları”, “Riyazu’s-Salihin
76
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Okumaları” başlıklarıyla gerçekleştirilirken, her yıl eylül ayında
bursiyerlerimizle birlikte Kefken Kampı düzenlenmektedir.
Sizinle Yeni Dünya Vakfı Ankara Şubesi’nde sohbet ediyoruz.
Vakfın genel merkezi ve diğer şubeleri hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Genel Merkezi İstanbul Cağaloğlu’nda bulunan vakfımız, tarihî
Hadım Hasan Paşa Medresesi’nde hizmet vermektedir. Vakfımıza tahsis edildiği dönemde harap bir haldeki yapı, gayretlerimiz
sonucunda uzun bir restorasyon sürecinden geçerek 2012 yılında
bugünkü görünümüne kavuşmuştur. Genel Merkezimiz ve Hacı
Bayram Camii’nin hemen yanında yer alan Ankara Şubemizin
dışında 14 il/ilçede temsilciliğimiz bulunmaktadır. 20’nci kuruluş
yıldönümümüz olan 2016’da temsilcilik sayımızı 20’ye çıkarmayı
hedeflemekteyiz. Yeni Dünya Vakfı, Yeni Türkiye’nin inşasında
gençlerimizin daha bilinçli bir pozisyon alabilmesi için üzerine
düşen görev ve sorumluluğunun bilinciyle hareket etmektedir.
Kamu yararına çalışan vakıf statüsü için müracaatımız olumlu sonuçlanırsa çalışmalarımız daha verimli ve daha devamlı olacaktır.
“BAŞKASININ MUTLULUĞU ILE MUTLU OLABILMEYI SAĞLAYAN
VAKIF HIZMETLERI, HANGI YAŞTA OLURSA OLSUN INSANI HAYATA
BAĞLAYAN, HAYALLERIYLE YAŞATAN, INSANLIK ADINA YENI
PROJELER ÜRETEBILMESINI VEYA BU PROJELERIN IÇINDE YER
ALABILMESINI SAĞLAYAN ÇOK GÜZEL BIR SOSYAL ALANDIR.”
Tarihî Hadım Hasan Paşa Medresesi’nin Yeni Dünya Vakfı'na tahsis edilmeden önceki ve sonraki hali
Geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekillerinin bilgi ve
tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmeleri konusundaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Biliyorsunuz, yaşlılar hatıralarıyla, gençler hayalleri ve hülyalarıyla yaşar. Yahya Kemal Beyatlı, yaşlılık yıllarındaki bir
beytinde “Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var? / Bitsin,
hayırlısıyla, bu beyhude sonbahar!” diyor. Vakıf hizmetleri,
hangi yaşta olursa olsun insanı hayata bağlayan, hayalleriyle
yaşatan, insanlık adına yeni projeler üretebilmesini veya bu
projelerin içinde yer alabilmesini sağlayan çok güzel bir sosyal
alandır. Vakfımızın vizyonu, hizmetleri büyütmek, daha çok
insana ulaşmaktır. Vakıf hizmetleri dert edinmeyi gerektirir.
Ünlü seyyah İbn-i Batuta “Derdi olanın vakti olmaz” demiş.
Bence çok doğru bir tespit. Eğer siz insanlığın derdini dert edinmişseniz oturup da hatıraları anlatmaya zaman bulamazsınız,
çünkü yapacak çok iş var demektir.
Geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekili arkadaşlarımız bilgi ve tecrübelerini vakıf faaliyetlerinde değerlendirerek
hem ülkemize hizmet etmeyi sürdürebilirler hem de toplumla
iletişimlerinin devam edeceği çok önemli çalışmaların içinde
yer alabilirler. Siyasette olduğu gibi vakıfta da insana hizmet
esastır. Dolayısıyla milletvekili arkadaşlarımıza şu çağrıda
bulunuyoruz: Buyurun, gelin, vakfımızın kapısı herkese açıktır.
Vakıf hizmetleri söz konusu olduğunda hiç kimse “Maddi
olarak bir katkıda bulunma gücüne sahip değilim” gibi bir
düşünceye kapılmamalıdır. Çünkü vakıf hizmetlerinde öncelikli olan insan gücüdür, topluma fayda sağlayacak projelerin
içinde olmaktır. Finans daha sonra gelir. Vakıf çalışmalarında
başarının 4 temel unsurunu sizlerle paylaşmak isterim. Bunlar, müteşebbis insan gücü, proje, güven ve finanstır. Zaten
iyi bir proje ürettiğinizde gerekli desteği görecek ve finansını
sağlamak çok zor olmayacaktır. Biz arkadaşlarımızın insanlığa,
özellikle gençliğe hizmet etme sevdasının vakfımızda bütünleşmesini arzu ediyoruz. Arkadaşlarımızın vakıf hizmetlerine
ilgisini, desteğini ve duasını bekliyoruz. Vakfımızın Ankara Hacı
Bayram’daki şubesinin de rahatlıkla gelip gidebilecekleri bir
mekan olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca vakfımızda çayımız,
çorbamız, ikramlarımız eksik olmuyor.
77
11 Haziran 1868
Tıbbiye Nazırı Marko Paşa ile Kırımlı Dr. Aziz Bey’in teşebbüsleriyle
Mecruhin ve Marda-yı Askeriyye
İmdat ve Muavenet Cemiyeti kurularak Kızılay’ın temelleri atıldı.
9 Haziran 1617 -
19 Haziran 1910
İlk Babalar Günü, Amerikan İç
Savaşı gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd’ın girişimleri
sonucunda Washington’ın
Spokane şehrinde kutlandı.
Mavi Camii olarak da bilinen
İstanbul’un incisi Sultanahmet
Camii ibadete açıldı. Sultan I.
Ahmet tarafından Mimar Sedefkâr
Mehmet Ağa’ya yaptırılan caminin
inşası 1609-1616 yılları arasında
gerçekleşti.
HAZIRAN
2
9
11
12
19
12 Haziran 1960 27 Mayıs 1960 askerî darbesinin
ardından çıkarılan ve bir nevi “geçici anayasa” niteliği taşıyan kanunla
TBMM’nin bütün hak ve yetkileri Millî
Birlik Komitesi’ne devredildi.
2 Haziran 1964 Kahire’de gerçekleşen Arap
Zirvesi’nde temelleri atılan
Filistin Kurtuluş Örgütü resmî
olarak kuruldu.
9 Haziran 1942
Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk’ün 1953 yılından beri
ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir için düzenlenen yarışmada,
Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr.
Ahmet Orhan Arda’nın projesi
birincilik ödülünü aldı.
78
27 Haziran 1998
Adana’ya bağlı Ceyhan ilçesinde
gerçekleşen 6,2 şiddetindeki
deprem sonucu 144 kişi hayatını
kaybetti.
22 Haziran 1919 Millî Mücadele’nin ve ulusal
egemenliğin bildirgesi niteliğinde olan Amasya Genelgesi
yayımlandı.
29 Haziran 1939 -
26 Haziran 1945 -
Hatay Millet Meclisi’nin aldığı karar
doğrultusunda Hatay anavatan
topraklarına katıldı.
Birleşmiş Milletler Antlaşması aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 50 ülke
tarafından San Francisco’da imzalandı.
22
25
26
27
28
29
25 Haziran 1993
Tansu Çiller Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın
başbakanı oldu.
28 Haziran 1914 Gavrilo Princip adlı bir Sırp milliyetçisinin Avusturya arşidükü Franz
Ferdinand ve karısı Sophia’ya düzenlediği suikast sonucu I. Dünya Savaşı
başladı.
79
19 HAZİRAN 1910
HAYATIMIZIN
KAHRAMANLARINA
EN GÜZEL HEDIYE:
BABALAR
GÜNÜ
TÜRKÜ NAZ ALTINAY
Ç
ocukluğumuzun en heybetli karakteridir babamız. “Benim
babam Süpermen!”, “Benim babam seninkini döver!” gibi
cümleler sarf etmişizdir hepimiz küçüklüğümüzde. Çünkü biliriz
ki babamız yenilmezdir, güçlüdür, her daim dimdik ayaktadır. O
var olduğu, yanımızda bulunduğu sürece biz de yenilmezizdir.
Hayat karşısında başımız öne düşecek gibi olsa babamız koşar
imdadımıza. Elini attı mı omzumuza, iki söz fısıldadı mı kulağımıza her şeyin yoluna gireceğini biliriz. Doğduğumuz andan
itibaren hayatın zorlukları karşısında bizi koruyup kollayan da,
gün gelip yuvadan uçtuğumuzda ayaklarımızı yere nasıl sağlam
basacağımızı öğreten de odur.
“Kızlar babalarına, oğullar annelerine düşkün olur” derler. Kimin
kime düşkün olduğunun ne önemi var; her ikisi de hayattaki en
yakınımız, kendimizi güvende hissettiğimiz sığınağımız, sırtımızı
dayadığımız koca çınarlar değil mi?
Bir çocuk için anne şefkat ve fedakarlığın, baba ise güven ve
istikrarın simgesidir. Gün boyu ekmek parasının peşinde koşan
babanın yüzündeki yorgunluk, “Baba bana ne aldın?” sorusuna
yanıt verilebildiğinde mutluluğa dönüşür. Onca emek, onca çabanın
en güzel karşılığı, çocuğun gözlerindeki sevinçtir.
Hayatın yükünü omuzlayan baba, ailesine iyi bir gelecek hazırlayabilmek için en ağır sorumlulukların altına girmekten çekinmez.
Fedakar baba örneklerine edebiyatta da sık sık rastlanır. Örneğin
Honore de Balzac’ın Goriot Baba’sı kızlarını tek başına yetiştiren,
varını yoğunu çocuklarına adayan ve sevgisi uğruna yoksulluk
içinde yaşamayı göze alan bir babanın trajedisidir.
Baba hasreti bir başka yakar yüreği
Sonora Smart Dodd
80
Bir de baba hasreti vardır ki dillere destan... Usta şair Necip Fazıl
Kısakürek boşuna dememiş dizelerinde: Eve dönmez bir akşam /
Ve gün yüzlü çocuğu / Sorar: Nerede babam?... İster ev geçindirmek
için uzak diyarlarda koşturuyor olsun, ister bu dünyadan göçüp
gitmiş olsun, baba hasreti bir başka yakar yürekleri. Babanın
yokluğunun ne kadar acı verdiği ancak başa geldiğinde anlaşılır.
Evladın sırtını yasladığı dağlar yıkılır, ayağının altındaki zemin
çekilir babası gittiğinde...
BIR ÇOCUK IÇIN ANNE ŞEFKAT VE FEDAKARLIĞIN, BABA ISE
GÜVEN VE ISTIKRARIN SIMGESIDIR. GÜN BOYU EKMEK PARASININ
PEŞINDE KOŞAN BABANIN YÜZÜNDEKI YORGUNLUK, “BABA BANA
NE ALDIN?” SORUSUNA YANIT VERILEBILDIĞINDE MUTLULUĞA
DÖNÜŞÜR. ONCA EMEK, ONCA ÇABANIN EN GÜZEL KARŞILIĞI,
ÇOCUĞUN GÖZLERINDEKI SEVINÇTIR.
Emeği üzerimizden hiç eksik olmayan, bize iyi bir gelecek sunabilmek için hayatını çalışıp çabalayarak geçiren babalarımızı
onurlandırma fikri, çok da eski olmayan bir tarihe, 20. yüzyılın
başlarına dayanır. “Babalar Günü” fikrini ortaya atan ilk kişi,
Amerikan İç Savaşı gazisi William Jackson Smart’ın kızı Sonora
Smart Dodd’dır. 16 yaşındayken annesi hayata gözlerini yuman
Sonora Smart, altı kardeşini babasıyla birlikte büyütür. Emektar
babasını özel bir günle onurlandırmak isteyen Sonora Smart, Episkopal Kilisesi’ne babasının doğum gününün Babalar Günü olarak
kutlanmasını önerir. Kilise üyelerinin Babalar Günü için Haziran’ın
üçüncü pazarını uygun görmesi sonucu Washington’ın Spokane
şehrinde 19 Haziran 1910 tarihinde ilk kutlama yapılır. İlerleyen
yıllarda beklenen ilgiyi görmeyen Babalar Günü, 1916’da ABD
Başkanı Woodrow Wilson’ın kutlamalar nedeniyle şehri ziyaret
etmesi üzerine tekrar gündeme gelir. 1966 yılında ABD Başkanı
Lyndon B. Johnson, Babalar Günü’nün Haziran ayının üçüncü pazarı
kutlanacağını açıklayan bir bildirge yayımlar. Bundan altı yıl sonra
ise ABD Başkanı Richard Nixon’ın imzasıyla Babalar Günü Amerika
Birleşik Devletleri’nde resmî tatil ilan edilir.
Başlarda Anneler Günü’ne benzerliği ve ticari bir amaç güttüğü
gerekçesiyle halkın pek rağbet göstermediği Babalar Günü, ilerleyen yıllarda ulusal çapta kutlanır hale gelir.
Gün aynı, kutlama farklı
Günümüzde tüm dünyada önemi hissedilen Babalar Günü, her
ülkede farklı tarihlerde ve farklı isimlerle kutlanmaktadır. Örneğin
Haiti’de “fête des peres” adıyla Haziran’ın son pazarında kutlanan
gün, babaların aileleriyle zaman geçirdikleri, balık tutmak, yürüyüşe çıkmak, denize gitmek gibi aktiviteleri gerçekleştirdikleri
bir tatil havasında geçer. Ülkemizde ise Babalar Günü, babamıza
sarılarak, elini öperek ve küçük de olsa bir hediye vererek ona
sevgimizi gösterebileceğimiz günlerden biridir. Çocuklarını ilmek
ilmek işleyen, onlara hayatı öğreten, evin direği olan tüm babalarımızın Babalar Günü kutlu olsun.
81
HALK EZGILERINI ÖZ MUSIKIMIZLE
HARMANLAYAN BESTEKAR
SADETTİN
KAYNAK
82
YAHYA KEMAL, “ÇOK INSAN ANLAYAMAZ ESKI MUSIKIMIZDEN /
VE ONDAN ANLAMAYAN BIR ŞEY ANLAMAZ BIZDEN” DIYEREK
TÜRK MÜZIĞININ YAŞAMIMIZDAKI YERINI ÖZETLEMIŞTI. “BIZ”E
“BIZ” OLDUĞUMUZU HATIRLATAN BAŞLICA UNSURLARDAN BIRI
MUSIKIMIZ. HER SANAT GIBI O DA CANLI BIR BÜNYE. TARIH IÇINDE
COŞUP ÇAĞLADIĞI DÖNEMLER DE OLMUŞ, YORGUN DÜŞTÜĞÜ DE.
BU YORGUNLUK ANLARINDA ONU CANLANDIRMAK IÇIN YAPILAN
HAMLELERIN KIMI HASTALIĞI IYICE YAYMIŞ VÜCUDA, KIMI YENIDEN
HAYATA BAĞLAMIŞ ONU. İŞTE 20. YÜZYILDA TÜRK MÜZIĞININ
ÇEŞITLI ETKILER ARASINDA BOCALADIĞI BIR DÖNEMDE ONA TAZE
KAN VEREN BIR ISIM SADETTIN KAYNAK...
ENVER UYGUN
Y
enilik dönemleri toplumun tüm kesimlerini etkilese de meydana gelen değişikliklerin izleri en fazla sanatçıların hayatında ve
eserlerinde görülür. Dönüşüm ister sosyal alanda olsun ister sanat
konularında olsun, ürünlerini böyle devirlerde veren sanatçıların
mesleki kariyerleri de kişisel yaşamları da bu çalkantıdan nasibini
alır. Böyle durumları verime dönüştürmek ise ancak ustaların işidir. Bestekar, hanende, güfte yazarı, imam ve müezzin Sadettin
Kaynak işte bu soydan ustalardan biridir.
Sadettin Kaynak’ın dünyaya geldiği 19. yüzyıl sonu, Osmanlı
Devleti’nin ayakta kalmak için askerî, ekonomik, siyasi tedbirlerin yeterli olamayacağının iyiden iyiye dillendirildiği bir dönemdi.
Tanzimat’tan itibaren, son iki yüzyılda baş döndürücü biçimde
ilerleyen Avrupa’dan geri kalmamak için neler yapılması gerektiği
konuşuluyordu. Bu yıllarda orduda yapılan düzenlemeler, hazinenin aldığı kararlar, idaredeki değişiklikler yeterli görülmemiş, Avrupa gibi güçlü olabilmek için, onların kültür alanında başardıklarını
başarmaya, hatta Avrupa kültürünü özümsemeye ihtiyaç olduğu
gündeme gelmiştir. Bu konu ilerleyen zamanlarda da ele alınacak,
Cumhuriyet döneminin önemli tartışmalarına dayanak olacaktır.
Konunun Sadettin Kaynak ile ilgili kısmı, onun, müzik alanındaki
“reform” denemelerinin ortasında, değişikliğin zorlamayla değil,
işin özünün gerektirdiği biçimde yapılması yönündeki yaklaşımında karşımıza çıkacaktır.
1895 yılında, Fatih Camii müderrisi Ali Alaeddin Efendi’nin oğlu
olarak doğar Sadettin Kaynak. Ali Alaeddin Efendi, Hacıoğulları
diye bilinen Rizeli bir ailenin, 1862’de İstanbul’a gelen bir bireyidir.
Fatih Camii dersiamlığı (camilerde ders veren müderrislere verilen
unvan), huzur-ı hümayun (padişahın huzurunda verilen dersler)
hocalığı ve Tedkikat-ı Şeriyye Ahkam-ı Şahsiyye (temyiz mahkemesi) üyeliği görevlerinde bulunur. Sadettin Kaynak’ın babasının
mesleği ve kültürel ortamı dolayısıyla 9 yaşında Kuran’ı hıfzettiği,
dinî eğitimini sağlam ellerde aldığı biliniyor. Kaynak’ın müzikle
haşır neşir olması da bu yaşlarda yine aynı çevrede, din eğitimiyle
iç içedir. Din ile müziğin birlikteliğinden doğan gücü temsil eden
son isimlerdendir Kaynak. 10 yaşındayken Hafız Melek Efendi’den
ilk musiki derslerini almaya başlar. Sesinin güzelliğinin yanında
kavrama gücüyle dikkat çeken Sadettin Kaynak daha sonra
Kasımpaşa’daki Küçük Piyale Paşa Camisi’nin imamı Şeyh Cemaleddin Efendi’nin meşklerine devam eder. Klasik Türk Müziği’nin,
batılı konservatuvar eğitimindense bu usulle öğretilmesinden
rahatsızlık duyulmadığı, meşk yönteminin “geri kalmışlık” addedilmediği yıllardır henüz...
Cihan Harbi’nde bir musikişinas
Sadettin Kaynak Mercan İdadisi’nde tamamladığı ortaöğreniminin ardından Darülfünun (bugünkü İstanbul Üniversitesi) İlahi-
83
yat Fakültesi’ne kaydolur. Buradaki öğrenciliği sırasında patlak
veren 1. Dünya Savaşı, Kaynak’ın eğitim hayatını olumsuz yönde
etkileyecek, ancak müzisyenliğine katkı sağlayacaktır. Genel seferberlik kapsamında askere alınan Kaynak, yedek subay olarak
Diyarbakır’a gönderilir. Mardin, Elazığ ve Harput’ta görev yapar.
Askerliği sırasında, kasabaları ve köyleri ziyaret ederek doğu illerinin halk müziği çalışmalarını yakından tetkik eder. Bu incelemeler,
ilerleyen yıllarda Kaynak’ın bestekarlığında ortaya çıkacak özgün
bir damarı müjdeleyecektir.
Sadettin Kaynak’ın ilk bestesini 1926 yılında yaptığı kaydedilir.
Bu bestenin hikayesi ilginçtir: Askerlik dönüşü Mehmet Emin
Yazıcı ve Kazım Uz’dan dersler almaya devam eden Kaynak’ın
ünü ülke sınırlarını aşmış, genç hanende Almanya’dan plak teklifi
almıştır. Berlin’e yaptığı bir tren yolculuğu sırasında gelen ilhamla
Ali Şevket Bey’in Hicran-ı elem sine-i pürhunumu dağlar dizesiyle
başlayan şiirini Hüzzam makamında besteler. Kaynak bundan
sonra sesiyle olduğu kadar bestelerinde ulaştığı ustalıkla da
anılacak, müzisyenlikle o güne kadar sürdürdüğü imamlık görevi
arasında tercihe zorlanacaktır. Kısa sürede yükseldiği Yavuz Selim
Camisi başimamlığını terk eden müzisyen, uzun yıllar bestecilikle
geçinecektir.
Kaynak’ın 1926-1935 yıllarında solo olarak ve Darütta’lim-i Musiki heyeti veya Hafız Kemal ile birlikte Pathe, Odeon ve Columbia
firmalarına doldurduğu taş plaklar, bugün koleksiyoncuların gözdesi konumundadır. Bestekar olarak tanınması ise plak doldurmayı bıraktığı yıllara rastlar. Adının besteci olarak anılmasındaki
etkenlerden biri ise film müzikleri olacaktır.
Soundtrack sözcüğü henüz yokken...
1930’ların sonunda ülkemizde yaygınlaşan Mısır yapımı filmlerin
yerli müziklerle vizyona girmesi gündeme gelir. Müzikli filmlerin
seyirci tarafından çok tutulması yerli film endüstrisini de bu yöne
sevk edecek, o dönemde çekilen filmler, adeta müzikaller gibi
bol şarkılı olacaktır. Kaynak da bu filmlerin önemli bir kısmına
şarkılar besteler. Her film için ortalama on beş şarkı olmak üzere,
seksenin üzerinde filme toplamda bini aşkın beste yapar. “Leyla
ile Mecnun”, “Allah’ın Cenneti”, “Vicdan Borcu”, “Binbir Gece”,
“Beyaz Zambak”, “Selahaddin Eyyubi”, “Çanakkale Geçilmez” bu
filmlerdendir.
Film müzisyenliği Sadettin Kaynak’ın tanınırlığını artırsa da ona
yöneltilen eleştirilerin de odağını oluşturacaktır. Kaynak’ın Mısır
filmlerinin etkisiyle “arabesk” tarzda bestelere imza atarak Türk
müziğini dejenere ettiği iddia edilmiştir. Kaynak ise bu görüşü
reddetmiş, Arap filmlerinin bir orijinal müziklerine Türkçe söz
yazılarak, bir de kendi besteleriyle vizyona girdiğini, bestelerinde
Türk müziği usullerine sadık kaldığını belirtmiştir. Karışıklık, iddia
sahiplerinin bu farkı göz ardı etmesinden kaynaklanır.
Sadettin Kaynak’ın bilinen özelliklerinden biri, bestekarlığında
gözettiği tavırdır. Kaynak, batı müziği karşısında devlet katında
itibar kaybeden Türk müziğini ihya etmek için kimi çağdaşları gibi
batılı formlara yaslanmayı tercih etmez. Hacı Arif Bey’in başlattığı Romantik Dönem’in etkileriyle sınırlamaz kendini, Klasik
Dönem’in son temsilcilerine kadar uzanır. Bununla birlikte Türk
müziğinin bir dönüşümün eşiğinde olduğunun da farkındadır. Bu
dönüşümün halk müziğiyle ilişki kurularak yürütülmesinden yanadır. Askerliği sırasında yaptığı folklor araştırmalarını başarıyla
bestelerine taşır.
Değişim zorunlu ise...
Türkiye’de sanatın dönüşümü dönem dönem devlet etkisiyle,
hatta zoruyla olur. Divan şiirinin terk edilmesinde Tanzimat
Fermanı’nın etkisi olduğu kuşku götürmez. Öte yandan Divan
şiiri imkanlarını tüketmiş, tekrara düşmüş bir şiirdir. Müzik söz
84
SADETTIN KAYNAK HERHANGI BIR ENSTRÜMAN ÇALMADIĞI
HALDE ESERLERINDE ÖNE ÇIKAN ÖZGÜN ENSTRÜMANTAL
BÖLÜMLER DIKKAT ÇEKER. ALDIĞI KLASIK EĞITIMLE FOLKLORIK
ÖGELERI BIR ARAYA GETIRMESINDEKI BAŞARI MÜZIK
TARIHÇILERININ ÜSTÜNDE ANLAŞTIĞI BIR HUSUSTUR.
konusu olduğunda değişim siyasi cepheden başlar. Batılılaşma
adına atılan adımlardan biri olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması
yalnızca askerî bir değişiklik olarak kalmaz. Padişah II. Mahmut,
Yeniçeriliğe dair her şeyi tarihten silmeye azmetmiş, 1826’da
Yeniçeri Ocağı’na bağlı Mehterhane’yi de kapatmıştır. Bununla
da yetinmemiş, dünya müzik tarihinde eşsiz bir arşive sahip olan
Mehterhane’yi top ateşine tutturmuş, enstrümanlardan nota
defterlerine her şeyi imha ettirmiştir. Siyasi saiklerle, devletin
ayakta kalması amacıyla atılan bu adım çöküşteki imparatorluğun
ömrüne ömür katmadığı gibi
kültür hayatımız açısından da
yaralayıcı olmuştur. Mehter
Bölüğü, 1914 yılında Enver
Paşa tarafından canlandırılmak istense de kül olan kayıtlara ulaşılamamıştır. Klasik
musikimizin meşk geleneği
sayesinde müzik tarihimiz bir
çırpıda silinmemiş, ancak ciddi
yaralar almıştır.
Bu değişim rüzgarının hüküm sürdüğü bir or tamda
sanat hayatına atılan Sadettin
Kaynak, Türk müziğinin gelip
dayandığı dönüşüm eşiğini
Türk Halk Müziği’nin imkanlarıyla aşmayı dener. Herhangi
bir enstrüman çalmadığı halde
eserlerinde öne çıkan özgün
enstrümantal bölümler dikkat
çeker. Aldığı klasik eğitimle folklorik ögeleri bir araya
getirmesindeki başarı müzik
tarihçilerinin üstünde anlaştığı
bir husustur. Yıllardır dilden
dile dolaşan Karacaoğlan’ın
İncecikten bir kar yağar/ Tozar Elif Elif diye dizeleriyle açılan Segah
şarkısı bunun güzel örneklerindendir. Halk müziği biçimlerinden
yararlandığı bir diğer bestesi, “Yanık Ömer” yine yıllar geçse de
hafızalardan silinmeyen eserlerdendir. Seksene yakın farklı makamda beste yaptığı bilinen Kaynak’ın diğer ünlü eserleri arasında
şunları saymak mümkün: “Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece”,
“Çile Bülbülüm Çile”, “Menekşelendi Sular”, “Dertliyim Ruhuma
Hicranımı Sardım Da Yine”, Leyla Bir Özgecandır”.
Sadettin Kaynak, müzik çalışmalarıyla bir arada yürütmenin
yakışık almayacağını düşünerek ayrıldığı imamlığa ilerleyen
yıllarda geri döner. Ömrünün
son sekiz yılını hareketsiz geçirmesine neden olan felç,
sanatçıyı 1953 yılının Ağustos
ayında, Sultanahmet Camisi
ikinci imamı olarak atanmasından kısa bir süre sonra yakalar.
Kaynak’ın imamlık ve müezzinlik yaptığı döneme ilişkin
atlanmaması gereken bir nokta da onun Atatürk’ün emriyle
minarelerden ilk kez Türkçe
ezan okuyan kişi olduğudur.
Kaynak, 1954 yılında kendisi için düzenlenen jübileden
sonra evine çekilir. Felçli vücudu giderek tepkilerini yitirir
ve sanatçı 1961 yılında hayata gözlerini yumar. Sadettin
Kaynak’ın, üzerinde çalıştığı
bir müzik tarihi kitabının eskizleri ile el yazısıyla doldurduğu
beş nota defterinin Alaaddin
Yavaşça’ya teslim edildiği biliniyor.
85
MISKETSIZ DÜĞÜN
OLMAZ!
DINLEYENLERI ORTAK
DUYGU VE HEYECANLARDA
BULUŞTURAN TÜRKÜLERIMIZ,
YURDUN HER KÖŞESINDE
DILDEN DILE DOLAŞIR; BIZI
KÂH HÜZÜNLENDIRIR,
KÂH NEŞELENDIRIR.
ERBAY KÜCET
H
alk şiirinin müzikle buluştuğu türkülerimiz umut,
özlem, gurbet, dostluk, ayrılık, aşk gibi konuları
ele alarak bizi bize anlatır, derman aradığımız dert-
lere, kırık gönüllere seslenir. Ölüm acısından yaşama
sevincine kadar tüm duygularını türkülerle dile getiren toplumumuz, hemen her konuda türkü yaksa
da aşkla ilgili olanlar ilk sırada yer alır. Sözü, müziği
ve bestesi farklı yörelere özgü nitelikler taşımasına
rağmen dinleyenleri ortak duygu ve heyecanlarda buluşturan
türkülerimiz, yurdun her köşesinde dilden dile dolaşır; bizi kâh
hüzünlendirir, kâh neşelendirir.
Ezgilerine, konularına ve yapılarına göre çeşitlilik gösteren
türküler, kültürel zenginliğimizi oluşturan en önemli unsurlar
arasındadır. Kahramanlık, askerlik, ölüm, aşk, iş, tabiat gibi konulardaki nice türkü hafızalarımızda yer etmiştir. Bu yazıda ise
özellikle “oyun türküleri” üzerinde durulacaktır.
86
Muhtelif sazların çalındığı oyun türküleriyle öne çıkan yörelerimizin başında Ankara ve çevresi gelmektedir. Bağlama, davul,
zurna, kaval, zil, kaşık ve darbuka Ankara türkülerinin değişmez
çalgılarındandır. Türkü, halay, oyun havası, zeybek, semah havası, muhabbet havası, sinsin, bozlak, misket, kalenderî gibi çeşitli
ayaklarıyla halk müziğimizde önemli bir yeri bulunan Ankara,
sahip olduğu bu kültürel zenginliğe rağmen maalesef son yıllarda
müziğindeki yozlaşmayla gündeme gelmektedir.
Sadece Ankara müziğinin değil, tüm yörelerimizdeki halk
müziğinin çalma ve söyleme özellikleri bozulmadan gelecek
nesillere aktarılması amacıyla TRT tarafından gerçekleştirilen
“İl İl Türkülerimiz” başlıklı çalışmayı yakından takip ettiğimizi
de belirtmek isteriz. Bu türden özgün çalışmalarla alkışı hak
eden TRT’nin albümleri kültürel hayatımızda önemli bir boşluğu
doldurmaktadır.
Bilindiği gibi bir türkünün sevilmesi ve yaygınlaşması,
dinleyicilerin duygu ve
düşünceleriyle örtüşmesine bağlıdır. Dün olduğu
gibi bugün de insanımız özlemlerini, acılarını, sevinçlerini mısralara
döküp bestelemekte,
türküler sayesinde başkalarıyla ortak duygularda buluşmaktadır. Örneğin “Bir yiğit gurbete
gitse gör başına neler
gelir” mısralarını yanık
türküye dönüştürenler
olduğu gibi sevinçlerini
paylaşanlar da mevcuttur. Her türkü farklı bir
hikaye anlatarak dinleyenleri çeşitli duygulara
sürükler.
Türkülerimiz insanları
eğlendirme, gelenek-görenek aktarımını sağlama, birlik, beraberlik
ve dayanışmayı artırma
gibi işlevler üstlenirken
halkın sosyal hayatından
izler taşır. Kimine göre
eğlence aracı olan, kimine göre efkar dağıtma, hatta müsekkin etkisi bulunan türkülerimizin insani duygu ve düşüncenin en rafine ifadesi olduğunu
söyleyebiliriz.
“Ankara Türküleri” CD’si
Yukarıdaki satırlarda Ankara müziğinde özellikle son yıllardaki
yozlaşmadan bahsederek bu durumdan duyduğumuz üzüntüyü
ifade ettik. Gerçekten de kimi zaman argo, kimi zaman müs-
tehcen kelimelerle yazılmış şarkıları Ankara müziği diye sunarak
haksız kazanç elde etmeye çalışanlar bulunmaktadır. Ankara
kültürü bu tür müziklerle yanlış tanıtılmakta, Başkentimizin öz
değerlerine haksızlık yapılmaktadır.
Ankara’nın tarihsel süreciyle birlikte insanlarının yaşadıklarını
gözler önüne seren “Hüdayda”, “Atım Araptır Benim”, “Su Sızıyor
Sızıyor”, “Güvercin Uçuverdi”, “Gayadan Bakan Oğlan”, “Ayaş
Yollarından Aştım da Geldim”, “Karpuz Kestim Yiyen Yok”, “Kara
Koyun Etli Olur”, “Gökte
Yıldız Tekerlendi”, “Oyalı da Yazma Başında”
gibi türküleri hatırlarsınız. Veyahut “Ankara’da
Yedim Taze Mey veyi”,
“Asmalarda Üzüm Yosmalarda Gözüm”, “Ben
Sana Yandım Zühtü”
dendiğinde hemen Ankara ve civarının türküleri
gelmez mi aklınıza?
Değişme, gelişme ve
yozlaşmanın bir arada
yaşandığı Ankara müziğinin gerçek icralarıyla
dinleyiciyi buluşturan
Ankara Valiliği Kültür
ve Turizm İl Müdürlüğü, “Ankara Türküleri”ni
2 CD halinde müzikseverlere armağan etti.
Albümde yer alan “Ankara Zeybeği”, “Yandım
Şeker”, “Güvercin Uçuverdi (Misket)”, “Name
Gelin”, “Bülbüle Su Verdim”, “Müptelayı Dert
Olandan” gibi türküler,
aralarında Gülşen Kutlu, Abdullah Gündüz, Emel Taşçıoğlu, Yıldız
Çam, Erol Parlak ve Bayram Aracı’nın da bulunduğu sanatçılar
tarafından seslendirilmiş. Ankaralıların geçmişten günümüze
koruyup getirdikleri gelenek, görenek, inanç gibi değerlerini
türkülerinde de yaşattıkları görülüyor.
Düğünlerimizin değişmez oyun havası misketin hikayesini ve
oyundaki figürlerin anlamını “Angaralıyım” diyen pek çok kişinin
bile tam anlamıyla bilmediğini bilenlerdeniz.
87
CAMERA OTTOMANA: OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA
FOTOĞRAF VE MODERNİTE, 1840-1914
ZEYNEP ÇELİK, EDHEM ELDEM, BAHATTİN ÖZTUNCAY,
FRANCES TERPAK, PETER LOUIS BONFITTO
KOÇ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
256 S.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini fotoğraflar ve belgeler ışığında mikro ölçekte ele alan kitap,
gündelik hayattan kesitlerin yanı sıra fabrikalardaki işçileri konu edinen görsel belgelerle okuyucuya hayatın içinden bir bakış açısı sağlıyor. Yaklaşık 150 sene önce hayatımıza girişiyle birlikte yeni bir görsel kültürün oluşmasını sağlayan fotoğraf makineleri ve fotoğrafların aracılığıyla okuyucuyu geçmişte bir yolculuğa
çıkaran kitap, Osmanlı tarihinin belgeler ışığında okunmasına da yeni bir anlayış getiriyor.
TÜRKLERİN TARİHİ
İLBER ORTAYLI
TİMAŞ YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
320 S.
Prof. Dr. İlber Ortaylı son kitabı Türklerin Tarihi’nde bir kavmin Orta Asya’dan Orta Doğu’ya göçü ile başlayan ve üç kıtayı birden etkileyen yolculuğunu soru-cevap şeklinde anlatıyor. “Türklük kavramı son yıllarda
milliyetçi eğitim politikalarının bir icadı mıdır yoksa en az bin yıllık bir kimlik midir?” tartışmalarını tarihsel
bilgiler ışığında aydınlatan eser, bu coğrafya içinde yer alan herkes için bir başvuru kitabı olacak nitelikte.
BİZANS SULTANI
SELÇUK ALTUN
SEL YAYINCILIK
İSTANBUL, 2011
189 S.
Galata’da yaşayan İstanbul sevdalısı, satranç ustası baş karakterin hayatı, İstanbul’un fethinin 555. yılında üç gizemli adamın onu ziyaret etmesiyle değişir. Son Bizans İmparatoru XI. Konstantinopolis’in
soyundan geldiğini öğrenen ve kitapta uzunca bir süre adı açıklanmayan karakterin hayatına bir anda
gizli örgütler, Bizans İmparatoru’nun vasiyeti ve kendini kanıtlaması için geçmesi gereken altı aşamalı
bir sınav girer. Galata’nın tarih kokan sokaklarında başlayan macera ile gizemin peşinde Los Angeles’tan
Kapadokya’ya, Trabzon’dan Londra’ya dünyanın dört bir yanını dolaşan kitap, Bizans İmparatorluğu’nun
başkentliğini yapmış ve yüzyıllar boyu dünyanın ticaret ve kültür merkezi olmuş Konstantiniyye’yi arka
plana alarak okuru İstanbul sokakları ve tarihi konusunda aydınlatıyor.
88
ARTA KALAN
KÂMIL AYDOĞAN
CÜMLE YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
227 S.
Günlük yazmanın ne denli zor olduğunu yazıyla iştigal edenler bilirler. Arta Kalan, Kâmil Aydoğan’ın yetkin
kalemi sayesinde bu zorluğu kolay hale getiren bir eser. Yazı hayatına lise yıllarında başlayan yazar, deneme,
roman, şiir ve kişisel gelişim türündeki eserlerinin ardından günlüklerini bir araya getiriyor. Kitapta, yazarın
entelektüel birikimini bir bürokrat olarak meslek hayatına nasıl yansıttığına tanıklık ediyorsunuz.
SANAT VE…
ÖMER LEKESIZ
ŞULE YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
343 S.
“Sanat ve…” diyerek söze başlayan yazar, yeni kitabında sanatı sadece batı değerleriyle değil, doğunun
kadim medeniyeti ışığında yorumluyor. Sanatla birlikte fark, sufilik, rüya, hayal, ahenk kavramlarını ele
alan eser, “Sanat ve Arayışlar”, “Sanat ve Edebiyat” olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Kitapta Ömer
Lekesiz’in büyütecine Mustafa Kutlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar
ve Fethi Naci takılıyor.
RUMELI-BALKAN FIKRALARIMIZ VE İLGINÇ ÖYKÜLERIMIZ
KEMAL VATAN
KANYILMAZ MATBAACILIK
İZMIR, 2015
428 S.
21. Dönem İzmir Milletvekili Kemal Vatan, yaşadığı toprakların kültürel değerlerini yeni nesle aktarma
çabasıyla güzel bir derlemeye imza atmış. Anlatılanlar geçmişte yaşanmış olsa da günceli yakalayan Rumeli-Balkan Fıkralarımız ve İlginç Öykülerimiz’de özellikle Balkan ağzıyla anlatılan fıkralara çok gülüyorsunuz. Kemal Vatan, bu eserinin yanı sıra Yugoslavya’dan Türkiye’ye Acı-Tatlı Hâtıralar adlı kitabıyla da
okurla buluşuyor. Kitapta, Makedonya’da yaşayan Türklerin hayat mücadeleleri, yazarın 19 yaşına kadarki
yaşantısını da içeren hüzünlü örneklerle anlatılıyor.
89
TIME AND THE RIVER
DAVID SANBORN
SONY MÜZİK
Yaklaşık yarım asırlık sanat kariyerine 5 Grammy, 7 Altın Plak ödülü ve sayısız albüm sığdıran efsanevi caz saksafoncusu David Sanborn, 15 yıl aradan sonra bas gitar duayeni Marcus
Miller’la stüdyoya girdi ve unutulmaz bir çalışma sundu dinleyiciye. Groove ve funk ritimlerinin
cazla harmanlandığı albümde piyanoda Roy Assaf, gitarda Yotam Silberstein ve Nicky Moroch,
alto flütte Peter Hess, perküsyonda Javier Diaz ve davulda Marcus Baylor yer alıyor. Birbirinden
usta sanatçıların kaçırılmaz bir caz şöleni sunduğu albüm, David Sanborn’un duygusal saksafon sololarıyla da büyülüyor.
THREE OF US
THE SECRET TRIO
KALAN MÜZİK
The Secret Trio grubu, yeni albümü “Three Of Us”la müzik marketlerdeki yerini aldı.
“Soundscapes”in ardından grubun ikinci albümü olan “Three Of Us” tam anlamıyla bir müzik
ziyafeti ve dinleti keyfi sunuyor. Kendine has otantik tarzıyla dikkat çeken grup, yeni albümünde
konuk sanatçı olarak Sezen Aksu ve Erkan Oğur’la yaptığı çalışmalara da yer vermiş. Anadolu,
Balkanlar ve Orta Doğu kültürünü, Batı konseptleri ve caz nağmeleriyle harmanlayan The Secret
Trio, sıra dışı icraları ve özgün armoni yapısına sahip şarkılarıyla müzik tutkunlarına kültürel bir
zenginlik sunuyor.
ZEKİ MÜREN ANISINA
ZEKİ MÜREN
YAVUZ & BURÇ PLAK
Yürekleri ısıtan birbirinden güzel Türk Sanat Müziği eserleri ve “Sanat Güneşi”nin büyüleyici
yorumu “Zeki Müren Anısına” adlı çalışmada buluşuyor. Zeki Müren’in sesiyle can verdiği şarkıların yer aldığı çalışma iki albümden oluşuyor. Toplam 25 eserin dinlenebildiği albümlerde “Gözlerin Doğuyor Gecelerime”, “Biz Ayrılamayız”, “İmkansız”, “Rüyalarda Buluşuruz” gibi unutulmaz şarkılar müzikseverlere sunuluyor. Yıllar boyu dilden dile dolaşan, gönülden gönüle akan
muhteşem eserlerin derlendiği çalışma bir klasik niteliğinde.
90
TERKEDİLMİŞ
YÖNETMEN: KORHAN UĞUR
SENARYO: KORHAN UĞUR
OYUNCULAR: MAHMUT GÖKGÖZ, LEVENT ÜLGEN, HAKAN VANLI, SEMA ŞİMŞEK, HAKKI ERGÖK, NERİMAN UĞUR, BURAK SARIMOLA, KONUL NAGIYEVA
YAPIM: 2015, TÜRKİYE
TÜR: DRAM
Yönetmen Korhan Uğur’un ikinci uzun metrajlı filmi, kocasını iç savaşta kaybeden Suriyeli
göçmen bir kadının çocuğuna gelecek sağlama uğruna yaşadığı trajediyi konu alıyor. Organ
mafyasının eline düşen kadının başından geçenler, sanatoryumda hayatları birbiriyle kesişen dokuz kişinin öyküsüyle birlikte beyazperdeye aktarılıyor. “Mesele iyi biri ya da kötü
biri olmak değil. Mesele insan olabilmek” sözleriyle başlayan, iyiliğin ve kötülüğün doğasını
sorgulayan film, Suriyeli mültecilerin hayatından bir kesit sunuyor izleyiciye.
MAD MAX: FURY ROAD
YÖNETMEN: GEORGE MILLER
SENARYO: GEORGE MILLER, BRENDAN MCCARTHY, NICK LATHOURIS
OYUNCULAR: TOM HARDY, CHARLIZE THERON, NICHOLAS HOULT, HUGH KEAYS-
BYRNE, ROSIE HUNTINGTON-WHITELEY, RILEY KEOUGH
YAPIM: 2015, AVUSTRALYA-ABD
TÜR: AKSİYON, BİLİMKURGU
Mad Max serisinin yıllardır beklenen dördüncü filminde izleyici Max’in Avustralya’nın çorak
topraklarında hayatta kalma çabasına şahit oluyor. Post-apokaliptik bir dünyada, kızı ve
karısının kaybının ardından yalnızlığın hayatta kalmak için tek çözüm yolu olduğuna inanan Max, kendini İmparator Furiosa’nın liderliğinde, zalim kral Immortan Joe’dan kaçan bir
çetenin içinde bulur. Heavy metal, kıyamet sonrası ögeler ve bol aksiyonun harmanlandığı
filmde, İmparator Furiosa’yı Charlize Theron canlandırıyor. Max karakterine Mel Gibson’ın
hayat verdiği serinin ilk filmi 1979 yılında George Miller tarafından çekilmişti. Bir jenerasyonun birlikte büyüdüğü Mad Max serisinin yeni filmi aksiyon sevenlerin hoşuna gidecek
türden.
91
NE OKUYOR NE IZLIYOR
TAHSIN BORAY BAYCIK - 20. VE 21. DÖNEM ZONGULDAK MILLETVEKILI
Son aylarda ağırlıklı olarak siyaset kitaplarını tercih ediyorum. Şu sıralar
Merve Kavakçı’nın Başörtüsüz Demokrasi’de Adı Konmamış Darbe adlı
kitabını okuyorum. Sinemaya fırsat buldukça gitmeye çalışıyorum. Siyasi
konuları ele alan dönem filmlerini ve televizyon dizilerini izlemeyi seviyorum. Türk Hafif Müziği dinliyorum. Nilüfer ile rahmetli Kayahan ve Tanju
Okan beğenerek dinlediğim sanatçıların başında geliyor.
ZEKERIYA AKINCI - 22. DÖNEM ANKARA MILLETVEKILI
En son Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık adlı romanını okudum. 1998’de
Cumhuriyet gazetesinin yayımladığı Dünya Klasikleri Dizisi’ndeki kitaplardan
birkaçını da son dönemde okuma imkanım oldu. Bu zengin içerikli dizideki
kitapları sıklıkla okumaya çalışıyorum. Ayrıca fırsat buldukça sabahları
Nazım Hikmet’ten birkaç şiir okurum. Sinema sevdiğim bir sanat dalı.
Vizyona yeni giren filmleri takip etmeye çalışıyorum. Özellikle bilimkurgu
türündeki filmleri seviyorum. Bu türde en son “Yıldızlararası”nı izledim. Geçtiğimiz günlerde ise “Yolunda A.Ş. Çinçin Bağları Hikayesi” adlı filmi seyrettim.
Müzik konusundaki tercihim çeşitlilik içeriyor. Klasik Batı Müziği’nden yöresel türkülerimize kadar hoşuma giden her tür müziği keyifle dinliyorum. Bunda çocukluk yıllarımda babamın teşvikiyle
aldığım mandolin kursunun da büyük payı olduğunu düşünüyorum.
92
MEHMET ARSLAN - 21. DÖNEM ANKARA MILLETVEKILI
Genellikle ekonomi ve tarih kitaplarını tercih ediyorum. En son Bilâl N.
Şimşir’in Malta Sürgünleri adlı kitabını okudum. Şu sıralar elimde Ha-Joon
Chang’ın Sanayileşmenin Gizli Tarihi adlı kitabı bulunuyor. Sinemaya fırsat
buldukça gidiyorum. Daha çok aksiyon-macera filmlerini izlemeyi seviyorum. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum.
ATILA SAV - 20. DÖNEM HATAY MILLETVEKILI
Türk Hukuk Kurumu’nun Türk Hukuk Lûgatı’nın yenilenmiş baskısını hazırlayan
çalışma grubunun içinde olmam dolayısıyla şu sıralarda çok sayıda hukuk
kitabı okuyorum ve hukuk terimleri üzerinde çalışıyorum. Aynı zamanda
tiyatro eleştirmenliği yaptığım için çok sayıda tiyatro eseri okuyorum. Bu
arada bir yarışmada jüri üyesiyim ve önümdeki 40 civarında oyun metnini
okumakla meşgulüm. Sinemada en son “Sibirya Mafyası” adlı filmi izledim.
Genellikle konusunu ilginç bulduğum ve tavsiye edilen filmleri izlemek üzere
sinemaya gidiyorum. Müzik tercihimin ilk sırasında klasik müzik yer alıyor. Bununla birlikte kulağıma hoş gelen farklı tür müzikleri de dinliyorum. Mesela geçenlerde
Neşet Ertaş’ın hayat öyküsünü konu alan “Neşe’Dert’Aşk” adlı oyunu seyrettim ve gençlerin söylediği
türküleri beğenerek dinledim.
KEMAL ANADOL - 15. VE 16. DÖNEM ZONGULDAK, 18, 22 VE 23.
DÖNEM İZMIR MILLETVEKILI
Siyasal, tarihsel ve belgesel romanlar yazıyorum. Bu nedenle de daha çok o
tür kitaplar okuyorum. Şu sıralar elimde Tanju Cılızoğlu’nun Anılarla Kâmil
Kırıkoğlu, Şeref Bakşık’ın CHP ile Bir Ömür, Behiç Sonbay’ın Anılardan Bir
Demet ve İsmail Hakkı Birler’in CHP’li Yıllar adlı kitapları bulunuyor. Bir yandan
bu kitapları okurken bir yandan da 1950 ile 1980 yılları arasındaki anılarımı
yazıyorum. Bu çalışmam bitmek üzere. Sinema sevdiğim bir sanat dalı, ancak
birtakım nedenlerle yakın zamanda film izlemeye gidemedim. Alaturka müziğin
hastası olduğumu söyleyebilirim. Öteden beri Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Avni
Anıl, Teoman Alpay, Amir Ateş gibi büyük bestecilerin eserlerini zevkle dinliyorum. Günümüzde Umut Akyürek,
Alp Arslan ve Gökhan Sezen beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor.
93
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
@resatdogru
@TugrulTurkes
19 Mayıs 1919 Yüce Türk Milleti’nin yeniden diriliş günüdür. Milletimizin yiğit
insanlarının bu güzel bayramı kutlu olsun!
Bir Fenerbahçeli olarak 2014-2015 sezonunu şampiyon olarak tamamlayan
Galatasaray’ı tebrik ediyorum.
@KorayaydinMHP
@nejatkocer
@HDPDEMIRCELIK
“Biz bir takımız, hizmete hazırız” dedik,
bize sıkı rakip çıktı. Hüseyin Örs Hocam’la
Pelitli’de destek ve moral bulduk.
Memleketimin güzel insanının sıcak, içten
ve samimi bir selamı günün en güzel anı
oluverir bazen yollarda.
Halkla buluşmak, halkla kucaklaşmak başarmanın olmazsa olmazıdır. Halkın gönlünü
kazanmak demokratik siyasetin esasıdır.
@AvniErdemir
@senakaleli
Dumanlı’da semaver keyfi. Hemşehrilerimin misafirperverliğine diyecek yok.
Seni özleyeceğiz Zeki Alasya. Gençliğimizden anı olarak hep kalacaksın. Mekanın
cennet olsun. Başımız sağolsun.
@hasan_oren
Akhisar Beyoba ziyaretimizin ardından
Sazoba’dayız. Çiftçilerimize tarım politikalarımızı anlatmaya devam ediyoruz.
94
Kadir Gökmen Öğüt
@KadirGokmenOgut
Dişhekimi, CHP PM Üyesi, İstanbul Milletvekili
http://www.chp.org.tr/ https://www.facebook.com/kadirgokmenogut
[email protected]
kadirgokmenogut.com
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve
gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz?
Sosyal medyayı beş yıldır kullanıyorum, ancak milletvekili olarak görev yaptığım son dört yıldır çok daha aktif ve etkin bir
şekilde takip etmeye çalışıyorum. Gün içinde kullanım sıklığım
etkinlik programıma ve elbette ülke gündeminin yoğunluğuna
göre değişiyor.
Sohbetin sonunda bu kardeşimizin tüm önyargıları silinmiş ve
bildiği yanlışların hepsi değişmişti. Hatta yazışmamızın sonunda
seçimlerde CHP’ye oy vereceğini söyledi. Bunu unutamam ve her
yerde anlatırım. Anlatırken de sabır ve doğru bilgilendirmeyle
değişemeyecek görüşün olmadığını dile getiririm.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru
bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Bugün ülkemizde çok büyük bir kesim sosyal paylaşım sitelerini
günün hemen her saati kullanıyor. Siyasilerin sosyal paylaşım
sitelerini etkin kullanımı öncelikle düşüncelerini, duruşunu ifade
edebilmesi ve en hızlı şekilde halka ulaştırabilmesi için önemli.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı
olduğunu düşünüyor musunuz?
Sosyal paylaşım siteleri her ne kadar bilginin en çabuk yayıldığı platform olsa da bu tür sitelerde çok yanlış veya uydurma
haberler de bir anda yayılıp bilgi kirliliğine neden olabiliyor. Bu
yüzden güvenilirliğinden emin olunan kaynaklardan gündemi
takip etmek gerekli.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Mersin’den bir kardeşimiz, şahsıma sosyal paylaşım sitesi üzerinden partimle ilgili son derece önyargılı ve yanlış bilgiler içeren
bir mesaj yolladı. Art arda birbirimize gönderdiğimiz mesajlar,
sonrasında uzun uzun yazışmalara dönüştü. Bugün “Troll” diye
tabir edilen kişilerden çok farklı olduğu sohbetten anlaşılıyordu.
95
UNUTMAYACAĞIZ
Hayri Öner
Cumhuriyet Senatosu Adana Üyesi Hayri Öner 1935 Adana Saimbeyli doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni
bitiren Öner, İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde çalıştıktan sonra Sulakyurt,
Kozan ve Çorum savcı yardımcılığı, Gürün Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Hayri Öner’in cenazesi 20 Mayıs 2015 tarihinde Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının
ardından defnedildi.
Mustafa Aksoy
14. ve 15. Dönem Kırşehir Milletvekili Mustafa Aksoy 1930 Kırşehir Çiçekdağı doğumludur. Millî Türk Talebe Birliği Yönetim
Kurulu Üyeliği ve Çiçekdağı Belediye Başkanlığı görevlerini yürüten Aksoy, Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi
ve Halkla İlişkiler Koordinatörü olarak hizmet verdi.
Mustafa Aksoy için 21 Mayıs 2015’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tören düzenlendi. Aksoy’un cenazesi Kırşehir Çiçekdağı Merkez Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
MAYIS AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.

Benzer belgeler

Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28

Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28 Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner

Detaylı