Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28

Transkript

Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Şubat 2015 Sayı: 22
Ayl ı k sürel i yay ı n
Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28
Milletvekillerinden Hocalı Katliamı değerlendirmesi...44
Bir devir onlarla başladı: İlk kadın vekillerimiz...20
Doğudan yükselen sanat ve medeniyet ışığı İshak Paşa Sarayı...50
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
22
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Şubat 2015 Sayı: 22
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
Basım Tarihi: 02.02.2015
T: 0312 395 06 08
ŞUBAT 2015
İÇİNDEKİLER
20
BIR DEVIR ONLARLA BAŞLADI
İLK KADIN VEKILLERIMIZ
40 Siyasette söz ağızdan
Kadir Ramazan Coşkun:
bir kere çıkar, onun
arkasında durmak gerekir
56 Siyaset halkla birlikte
Önder Kırlı:
yapılmalı, vatandaşın
demokrasiye inancı
sarsılmamalıdır
28 FİKRİ IŞIK:
BILIM, SANAYI VE TEKNOLOJI BAKANI
HEDEFIMIZ “YERLI, YENILIKÇI VE YEŞIL ÜRETIM”
70 Temiz bir çevre, sağlıklı bir
İmren Aykut:
yaşam ve mutlu
bir toplum
için çalışıyoruz
50 DOĞUDAN YÜKSELEN SANAT VE MEDENIYET IŞIĞI ISHAK PAŞA SARAYI
62 TÜRKIYE-KKTC PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI ÖMER FARUK ÖZ ILE SÖYLEŞI
74 MECLIS ÇALIŞANLARI: MÜZECILIK VE TANITIM BAŞKANLIĞI
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
11 HABERLER
16 DÜNYADAN
49 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE OCAK 2015’TE KABUL EDILEN YASALAR
60 TARIHÎ VESIKALAR: SENED-I ITTIFAK
66 GÖNLÜ BEYRUT’TA ÂHUZÂR KALDI: ABDÜLHAK HÂMID TARHAN
78
TARIH SAHNESI
86
ERBAY KÜCET: YEDI GÜZEL ADAM’IN “AĞA”SI M. AKIF İNAN
88 KITAP
90 MÜZIK
91 FILM
92
VEKILLER NE OKUYOR / NE IZLIYOR
94
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
95
ERKAN AKÇAY ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
96 UNUTMAYACAĞIZ
34
KADIM MIRAS ÜZERINE
KURULAN SIYASET
İTALYA PARLAMENTOSU
44 HOCALI KATLIAMI
MILLETVEKILLERINDEN
DEĞERLENDIRMESI
82
ANADOLU EZGILERIYLE AVRUPA’YI
FETHEDEN MAESTRO
CEMAL REŞİT REY
BAŞKAN’IN MESAJI
AHLAK VE SIYASET
T
oplum içinde yaşayan insanların birbirine ve topluma karşı birtakım sorumlulukları vardır.
Bu sorumluluklar toplumun genel ahlak ilkeleri ve belli prensipler çerçevesinde sürdürülür.
Ahlak, insanlık tarihi boyunca konuşulan, kimi zaman üzerinde tartışılan bir kavramdır. Bazen de
ciltlerce esere konu olmuştur. Tek başına bir kavram değil, toplumu oluşturan temel değerlere
anlam katan bir olgudur.
İçinde yaşadığımız çağ, pek çok güzel değeri erozyona uğrattığı gibi ahlak üzerinde de tahribat
yapmıştır. Ancak ahlak, toplumumuzda fırtınadan arta kalan bir gemidir adeta. Eksikliği yalnızca eğitim, sanat, spor, hukuk gibi alanlarda değil, siyasette de kimi zaman yoğun bir biçimde
hissedilir. Burada sözü edilen siyaset ahlakı değil, siyasetçi ahlakıdır çoğu zaman.
Akıl insana ahlaklı olmayı telkin ederken kalp de insanın ahlaklı olmasını istemektedir. Hemen
herkes dinden veya dinî bir konudan bahsederken ahlakı ön plana çıkarmaktadır. Peygamberimizin (s.a.v) “güzel ahlakı tamamlamak” için geldiğini beyan ettiği din tanımına filozofların “insanın
kendini bilmesi” açıklamalarını da hatırlayalım. Adalet, merhamet, iyilik, güzellik, sorumluluk,
görev, dayanışma, dürüstlük ve vicdanın bütün toplumlarda yer alması gereken kavramlar olduğunu, ahlakın da bu ve benzeri evrensel ilkelerden çıktığını söyleyebiliriz.
Bugün sokağa çıkan, internetle muhatap olan, televizyon seyredip radyo dinleyen, gazete ve
dergi okuyan herkes teknoloji çağının gereğini yapmaktadır. Pek çok konuda aydınlatan, bazen
yanlış bildiklerimizin doğrusunu öğreten bu araç-gereçlerin kimi zaman ciddi bir ahlak aşındırmasına neden olduğu da unutulmamalıdır. Bu nedenle ahlak ve ahlakın getirisi olan değerlerden
uzaklaşmamalı, hatta ülkemizde derinleşen insan meselelerine ahlaki kaygıyla yaklaşılmalıdır.
Ahlaklı bir toplum oluşması için üniversitelerden en küçük birim olan ailelere varıncaya kadar
her bireye görev düşmektedir. Ancak toplumun önde gelenleri olarak politikacılarımızın bu konudaki sorumluluğu daha fazladır.
Ahlak ve siyaset konusunu birlikte ele almak bile çoğu zaman problemli sonuçlara götürür.
Ahlak kavramı genellikle kurallara uymak şeklinde tarif edilir, ancak ülkelerin çıkarları değiştikçe
ahlaki bakış açıları da farklılaşmaktadır. Siyasetin amacı fertlerin kendileri için uygun gördükleri
hayat tarzlarını olabildiğince az sınırlama ile yaşamalarını sağlamaktır. Ancak ahlak bu konuda
gözetilmesi gereken en önemli kavramdır. Ahlakın toplumsal ve siyasi yapımızda yeniden ve
etkin bir şekilde yer alması için çalışmalıyız. Ahlak, siyaseti etkilemeli ve yönlendirmelidir. Zira
ikisinin de özünde mutlu olma çabası vardır. Siyaset ahlakını sadece siyasetçiler tayin etmemelidir. Her tür zulüm ve sömürüye karşı küresel bir ahlak bilinci oluşturmalıyız.
Ahlak, insan eylemlerinin olduğu her alanda geçerli bir durumdur. Yaşadığımız çağda ahlak ve
siyasetin birbiriyle bağlantılı ve asla ayrılamaz kavramlar olduğunu düşünmek en doğrusudur.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı,
Kahramanmaraş Milletvekili
AHLAK, SIYASETI
ETKILEMELI VE
YÖNLENDIRMELIDIR.
ZIRA IKISININ DE
ÖZÜNDE MUTLU
OLMA ÇABASI
VARDIR.
BİRLİK’TEN
NEVZAT PAKDİL’DEN “MİLLET İRADESİ VE
BESLENDİĞİ KAYNAKLAR” SÖYLEŞİSİ
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili
Nevzat Pakdil, Türkiye Yazarlar Birliği
(TYB) Ankara Sohbetleri’ne konuk oldu.
Pakdil’in “Millet İradesi ve Beslendiği
Kaynaklar” başlıklı konuşması katılımcılar tarafından ilgiyle dinlendi.
Program, TYB Ankara Şube Başkanı
Mehmet Kurtoğlu’nun açılış konuşmasıyla başladı. TYB Ankara Sohbetleri’nde
Pakdil’i ağırlamaktan memnuniyet duyduklarını belirten Kurtoğlu, dinleyicilere
de katılımları dolayısıyla teşekkür etti.
Nevzat Pakdil, millet iradesinin, halkın
hiçbir kısıtlama veya baskıya tabi olmadan, tamamen kendi özgür iradesiyle oy
kullandığı seçimler neticesinde ortaya
çıktığını belirtti. Millet iradesine saygı
göstermenin önemini vurgulayan Pakdil,
sandıktan çıkan kararı herkesin kabul
etmesi gerektiğini ifade etti.
Nevzat Pakdil konuşmasında Meclis’in kuruluş yıllarından başlayarak
Türkiye’nin demokrasi tarihini anlattı.
Birinci Meclis’teki tartışmalar, çok partili hayata geçiş denemeleri, Demokrat Parti’nin kuruluşu, 1946 ve 1950 seçimleri gibi konulara değinen Pakdil, “14 Mayıs 1950’deki seçimler
neticesinde ortaya çıkan iktidarı bir kısım çevreler kabullenmiyorlar, hatta ‘Hasan’a Haso,
Mehmet’e Memo diyenlerle bizim oyumuz bir mi olacak? İktidarı onların oyları mı belirleyecek?’ diyerek adeta milleti tahkir eden yaklaşımlarda bulunuyorlar. Millet iradesine saygı
göstermiyorlar. 27 Mayıs darbesi sonrasında ise vesayet bütün unsurlarıyla geliyor” dedi.
Türkiye’de askerî darbeler ve sonrasında hazırlanan anayasalarla vesayet kurumlarının
oluşturulduğunu ifade eden Pakdil, “Yargı vesayeti ile ilgili tipik örneklerden biri, meslek
lisesi mezunu öğrencilere uygulanacak katsayı konusunda yaşanmıştır. Danıştay, katsayı
ile ilgili itirazlar üzerine ‘YÖK anayasal bir kurumdur. Bu konuda yetki tamamen YÖK’e aittir.
YÖK’ün kararı dışında bir karar veremeyiz’ demiştir. İlginçtir, YÖK daha sonra katsayı kararında değişiklik yaptığında Danıştay ‘Bu konuda yetki YÖK’e aittir’ dememiş, yürütmenin
durdurulması kararı vermiştir. Katsayı dışında başörtüsü konusunda alınan kararlar ve 367
garabeti de hepimizin malumudur” diye konuştu. Türkiye’de halkın oylarıyla seçilmiş ve
mazbatasını almış bir milletvekilinin başörtüsü nedeniyle Genel Kurul Salonu’ndan çıkarıldığı dönemler yaşandığını hatırlatan Pakdil, “Bildiğiniz gibi 2013 yılında Meclis’e başörtüsüyle
gelen milletvekilleri oldu; öyle gürültü, patırtı da kopmadı. Türkiye nereden nereye geldi”
diye konuştu.
Nevzat Pakdil, Türkiye’nin vesayet dönemlerini geride bıraktığını vurgulayarak, “Bir kısım
insanlar o günlerin hayalini kurabilir, vesayetin tekrar gelmesini isteyebilir, ancak Türkiye
bunları aşmıştır. Bir daha vesayetin yol açtığı sıkıntılar yaşanmayacaktır. Milletin sağduyusuna her zaman güvenmek lazımdır. Türkiye aklıselim ile tüm sıkıntıları aşmakta, normalleşme yönünde büyük adımlar atmaktadır” dedi.
5
KUTSAL
YOLCULUK
ERBAY KÜCET
6
BIRLIK’TEN
“BİZ YERYÜZÜNDE NİCE NICE HURMA BAHÇELERİ,
ÜZÜM BAĞLARI YARATTIK VE ORALARDA BİRÇOK PINARLAR
FIŞKIRTTIK. TA Kİ ONLARIN MEYVELERINDEN VE ELLERİYLE
BUNLARDAN İMAL ETTİKLERINDEN YESİNLER.
HÂLÂ ŞÜKRETMEYECEKLER MI?”
TÜRK Parlamenterler Birliği üyeleriyle daha önce Balkan ve
Endülüs seyahatlerini gerçekleştirmiştik. Umre fikri söz konusu
olduğunda da pek çoğumuz bunu olumlu karşıladık. Altmış beş
kişilik bir grupla 25 Aralık 2014 tarihinde yolculuğumuz başladı.
Uçakta ilahiyatçı yazar Abdüssettar Yarar da bulunuyordu.
Kendisiyle sohbet etmek isteyenleri kıramayan Yarar, henüz piyasaya çıkmamış olan Haremeynü’ş Şerifeyn-Mekke/Medine isimli
kitabının deneme baskılarından birkaç kişiye verdi. Üç saatlik yolculuğumuz oldukça keyifli geçmişti; bunda en büyük pay kutsal
topraklara ayak basacak olmanın verdiği heyecandı.
Medine Havaalanı’na indiğimizde mutluluğumuza bir de huzur
duygusu eşlik ediyordu. Otelimize yerleşir yerleşmez Peygamber
Efendimizin (s.a.v) kabrini ziyaret etmek istedik. Rivayete göre,
kabrin bulunduğu ışıl ışıl parıldayan Mescid-i Nebevi’ye bir başka
isimle Ravza-i Mutahhara’ya Bab’üs-Selam kapısından girmek efdaldi; biz de öyle yaptık. Efendimize (s.a.v) “Es salâtü ve’s selâmü
aleyke yâ Resûlallah, es salâtü ve’s selâmü aleyke yâ Habîballah”
salavatları eşliğinde gönderilen selamları iletip Hz. Ebubekir (r.a)
ve Hz. Ömer’in (r.a) kabirlerini de usulü ve edebi dahilinde ziyaret
ettik. Tahiyyat’ül Mescid namazı ve yatsı namazını eda ettikten
sonra, Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Kim kabrim ile minber-i
şerif arasında namaz kılsa ve ‘Ben cennet bahçesinde namaz kıldım’ derse yalan söylememiştir” hadisini akla getirerek orada da
namazlarımızı kıldık.
ağaçları altında kahvelerimizi yudumlarken “Biz yeryüzünde nice
nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık. Ta ki onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal
ettiklerinden yesinler. Hâlâ şükretmeyecekler mi?” (Yasin: 34-35)
ayeti akıllarımızdaydı.
26 Aralık 2014 Cuma
Grup halinde yapacağımız geziye Uhud Dağı’ndan başladık. Burada Abdüssettar Yarar kardeşimizin anlatımıyla manevi bir atmosfer yakalarken gözyaşlarıma hakim olamadığımı itiraf etmeliyim.
Dağın ön tarafında Uhud Şehitliği ve savaş esnasında okçuların
yerleştirildiği Ayneyn Geçidi bulunmaktadır. Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” dediğini belirten
hocamız günümüz Müslümanlarına da atıf yaparak imtihanın
devam ettiğini ifade etti. Gerçekten de Uhud’dan günümüze ders
çıkarılması gerekmektedir. Resulullah’ın sıklıkla ziyaret ettiği bu
kabirleri görmenin müstehap olduğu bilinciyle dualarımızı yaptık.
Efendimizin (s.a.v) Hz. Ebu Bekir (r.a) ile taş taşıyarak inşa ettiği
O gün TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ile birlikte Medine Türk
Okulu’nda biyoloji öğretmeni olarak görev yapan dostum Hüseyin
Deniz’le buluştuk. Hüseyin bana ve Genel Başkanımıza güzel bir
kutu içerisinde Kâbe’nin örtüsünden avuç içi kadar kesilmiş kumaşı ve Hadimü’l Haranmeyni’ş-Şerifeyn Kral Fehd Mushaf-ı Şerif
Basım Kurumu’na ait olan Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı
Meali’ni takdim etti. Akşam olduğunda ise Nevzat Pakdil, Abdüssettar Yarar, Mehmet Özboyacı, Mehmet Tahir Pakdil ve Kemal
Bozkurt’la birlikte Vadi Avali Hurma Bahçesi’ne gittik. Bahçeyi
işleten Türkiyeli kardeşlerimizin yakın ilgisiyle karşılaştık. Hurma
27 Aralık 2014 Cumartesi
On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi / Kumdan ayın ondördü, bir
öksüz çıkıverdi diye başlayan eserin sahibi, İstiklal Marşımızın şairi
Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 78. yılı bugün. Onun Peygamberimize (s.a.v) olan bağlılığı yazdığı şiirlerde dahi açıkça görülüyor. O
gün, Mehmet Akif’in ruhuna Fatiha okuyarak Türkiye’de onu yâd
eden dostlarımı da andım. Medine’deki günlerin peygamber ziyareti, Kur’an tilaveti ve bol salavatla geçmesi için gayret gösterdik.
Sabah namazının ardından, Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından seçilmiş Cennet’ül Baki Kabristanı’na ziyaret gerçekleştirdik. Efendimizin (s.a.v) kızları Hz. Ümmügülsüm, Hz. Rukiye, Hz.
Zeynep, Hz. Fatıma, zevcesi Hz. Aişe, Hz. Hasan, Hz. Abbas, İmam
Zeynel Abidin, İmam Caferi Sadık, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Safiye, Ebu Süfyan Bin Haris, amcasının torunu Abdullah Bin Caferi
Tayyar, İmam Malik ve hocası İmam Nafi, Efendimizin (s.a.v) oğlu
Hz. İbrahim, Hz. Osman (r.a), Sad Bin Muaz, Efendimizin (s.a.v)
sütannesi Hz. Halime, halaları Hz. Safiyye ve Hz. Hatice’nin burada
metfun olduğu bilinmektedir.
28 Aralık 2014 Pazar
7
İslam’da, bina edilen ilk mescid olması bakımından önemli olan
Kuba Mescidi Kur’an-ı Kerim’de “Temeli takva üzerine kurulan
mescid” (Tevbe: 108) olarak zikredilmiştir. Peygamberimizin (s.a.v)
cumartesi günleri buraya giderek iki rekat namaz kıldığı sahih
hadislerde yer almaktadır. Onun “Kim evinde güzelce temizlenip
abdest aldıktan sonra, sadece namaz kılmak maksadıyla Kuba
Mescidi’ne giderse bir umre sevabı alır” diyerek önemine dikkat
çektiği mescitte iki rekat namaz kılmanın saadetini yakalayanlardan olduk.
Kıblenin Mescidi Aksa’dan Kâbe’ye çevrilmesi sırasında Peygamber Efendimizin (s.a.v) içinde namaz kıldırdığı mescide gittik.
Efendimiz (s.a.v) kıblenin Kâbe olmasını çok arzuluyordu. Rivayete
göre Şaban ayının on beşinci günü Efendimiz (s.a.v) öğle veya
ikindi namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda
“Seni elbette hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen
Mescid-i Haram’a dön. Siz de nerede olursanız olun oraya dönün”
(Bakara: 144) ayeti iniyor. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) namazı bozmadan Kâbe’ye dönüyor, cemaat de onu izliyor. Böylece
8
BIRLIK’TEN
Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı, Kâbe’ye yönelerek
tamamlanıyor. Bu yüzden bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (iki kıbleli mescid) denmektedir.
29 Aralık 2014 Pazartesi
Bugün Medine’de beşinci günümüz. Peygamber şehrine veda
ederken Karanlığın ortasında / Parlayan bir güneş gibi / İmanın
doğduğu şehir / Mekke, Mekke güzel şehir dizelerinde adı geçen diyara merhaba diyeceğiz. Mekke’ye giderken Zülhuleyfe’de ihram
duamızı yaptıktan sonra yasaklarımız da başlamış oldu. Yani artık
yapacağımız her şeye dikkat edecektik.
Mikat mahallindeki camide “Allahım senin için umre yapmak
istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur” diye
dua ettik. Medine-Mekke arasındaki yolculuğumuzda bol bol “Ey
Allahım! İşte buradayım, buradayım, buradayım; senin ortağın
yoktur. Buradayım, buyur, Hamd, nimet ve mülk senindir. Senin
ortağın yoktur” mealindeki telbiyeyi getirerek yolumuza devam
ettik. O gece yatsı namazı sonrası kutsal şehirdeydik.
EFENDIMIZ (S.A.V) VEDA HUTBESI’NI MEKKE’DEN 25 KILOMETRE
UZAKLIKTA BULUNAN ARAFAT’TA YAPMIŞTIR. BU DAĞ
DÖNÜŞÜNDE OTOBÜSÜN IÇINDEN MINA ILE MÜZDELIFE’YI VE
HZ. HATICE’NIN DE KABRININ BULUNDUĞU CENNET’ÜL MUALLA
KABRISTANI’NI GÖRDÜK, FATIHALARIMIZI YOLLADIK.
Otelimize vardığımızda yemek faslından sonra hep beraber Kâbe’ye gittik.
Umremizi tamamlamak için Kâbe’nin etrafında bir tavaf, yani yedi kere dönmemiz gerekiyor. Başka bir görevimiz de Merve ile Safa tepesi arasında Sa’y
yapmaktı. “Sa’y, Hz. Hacer misali büyük bir hedefe ulaşmak için derin bir şefkat
ve merhamet ile var gücünü harcayarak hedefe yürümektir” diyen Abdüssettar Yarar, Sa’y bitiminde neredeyse gruptakilerin tamamının saçlarını keserek
dualar aldı.
30 Aralık 2014 Salı
Bugün isteyenler Kâbe’ye gidip bol bol tavaf yapabilir, tekrar umre ziyareti gerçekleştirebilirdi. Bir anlamda herkes ibadetinde serbestti.
31 Aralık 2014 Çarşamba
Yeni miladi yılın ilk dakikalarını tavaf ile geçirmek isteyenler bu isteklerini yerine
getirirken biz de Cidde’de basın ataşesi olarak görev yapan dostumuz Bahattin Akyön ile birlikte hem harem içinde hem de Mekke etrafında görülmesi
gereken yerleri ziyaret ettik. Bunların içinde Peygamberimizin (s.a.v) eşi Hz.
Meymune’nin kabri de vardı. Ayrıca Mekke’deki müze ziyaretimiz de verimli
geçti. Müze müdürünün bizzat ilgilendiği mekanda eski milletvekillerimizden
Mehmet Sılay ve Ertan Yülek ile karşılaştık. Çıkışta aldığımız, özel olarak şişelenmiş zemzem suyunda çocukluğumun kekremsi tadını yakaladım.
1 Ocak 2015 Perşembe
Bugün ilk olarak Hz. Adem ile Hz. Havva’nın cennetten indirildikten sonra buluştukları yer olan Arafat’a
gittik. Efendimiz (s.a.v) Veda Hutbesi’ni Mekke’den
25 km uzaklıkta bulunan bu dağda yapmıştır. Arafat dönüşü, otobüsün içinden Mina ile Müzdelife’yi
ve Hz. Hatice’nin de kabrinin bulunduğu Cennet’ül
Mualla Kabristanı’nı gördük, fatihalarımızı yolladık.
2 Ocak 2015 Cuma
Cuma namazını Kâbe’de eda etmek için erkenden
yer tuttuk. O akşam Peygamberimizin (s.a.v) doğum günü olduğu için kafiledeki arkadaşlarımız
onun doğduğu evin önünde bir etkinlik düzenlemişlerdi. Biz de Abdüssettar Yarar hocamızla farklı bir
sohbet yaptık.
3 Ocak 2015 Cumartesi
Bugün veda tavafı yapmak için Kâbe’ye adım attığımda içimde bir hüzün oluştu. Ayrılık vakti gelmişti. Tavaf sonrası “Allah’ım, sen benim gibi günahkar
bir kulunu beytine kabul buyurarak affettiğini
gösterdin. Ben de bugüne kadar bana yapılan her
tür hatayı, haksızlığı yapanları affediyorum” diyerek
dua ettim. Kutsal topraklardan ayrılırken içimde bir
daha buluşma umudu vardı.
9
11. CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL’DEN
TPB İSTANBUL ŞUBESI’NE ZIYARET
TÜRK Parlamenterler Birliği İstanbul Şubesi, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ağırladı. Gül,
İstanbul Şube’ye 21 Ocak’ta gerçekleştirdiği ziyarette ülke ve dünya meseleleri üzerine veciz
bir konuşma yaptı.
Ziyaret dolayısıyla Abdulllah Gül onuruna bir yemek verildi. Türk Parlamenterler Birliği
İstanbul Şube Başkanı Orhan Demirtaş’ın açılış konuşmasıyla başlayan programa geçmiş
dönemlerde görev yapmış çok sayıda milletvekili ve bakan iştirak etti.
11. Cumhurbaşkanı Gül, eski bir parlamenter olarak 16 yıl Meclis’te görev yaptığını ve siyasi
hayatı boyunca en önemli konuşmalarını TBMM çatısı altında gerçekleştirdiğini belirterek,
“Meclis sadece millî iradenin temsil edildiği yer değildir, aynı zamanda çok önemli kararların alındığı, yasama faaliyetlerinin yapıldığı bir mekandır. Türkiye’de temsili demokrasi ilk
meclisimizin açıldığı 1876 yılından beri var aslında. Zaman zaman sıkıntılarla da olsa devam
etti, dolayısıyla köklü bir parlamenter sistem ülkemizde mevcut” dedi. Türkiye’de bir süredir
yeni sistem tartışmalarının devam ettiğini anımsatan Gül, parlamenter sistemden yana
olduğunu Cumhurbaşkanlığı döneminde de dile getirdiğini kaydederek, “Asıl önemli olan demokrasinin temel ilkelerinin muhafaza edilmesidir. Hukukun üstünlüğü unsurunun sistemin
içerisinde bulunmasıdır. Kuvvetler ayrılığını bilhassa vurgulamak isterim. Velev ki Türk milleti
sistem değişikliğine karar verirse ve bu yönde gerekli hukuki altyapı oluşturulursa Meclis’in
çok güçlü olması gerekecektir. Meclis’in yürütmenin etkilerinden kurtulması gerekir. Gelişmiş
demokrasi ve gelişmiş hukuk düzeninin sistemin özü olması icap etmektedir” diye konuştu.
“Hassas ve kritik bir süreçten geçiliyor”
Abdullah Gül, bugün dünyanın ve bölgemizin hassas ve kritik bir süreçten geçtiğine işaret
ederek, “Dış politika bağlamında ikinci bir soğuk savaşın başındayız. ABD ve Rusya ilişki-
10
BIRLIK’TEN
lerinin istikameti, Ukrayna’nın başına
gelenler, Kırım’ın uluslararası hukuka
aykırı biçimde ilhak edilmesi... Tüm bu
gelişmeler belli ki bu yeni dönemin uzun
süreceğini gösteriyor. Güneyimizde
Ortadoğu kaos içerisinde. Siyasete başladığım 1991 yılında tek tehdit Saddam
Hüseyin iken şimdi sayamayacağımız
kadar çok tehdit var. Temel meselelerin
hiçbiri halen çözüme kavuşturulamadı”
dedi.
Gül, siyasi istikrarın önemine işaret
ettiği konuşmasında “Siyasi istikrarı
Meclis’te çoğunluk olarak görmek dar
bir bakış açısı olacaktır. Çoğulculuk ve
demokrasi perspektifinden bakmamız
gerekiyor. Bu bakımdan geleneksel siyasi tarzımızı değiştirmemizin zamanı
geldi. Zira siyasi tarihimize baktığımızda iç mücadelelerin enerjimizi tükettiğini göreceğiz. Kıran kırana mücadeleden
vazgeçmeliyiz. Farklı fikirleri farklı jargonlarla dile getirebilmemiz lazım” değerlendirmesinde bulundu.
HABERLER
İSİPAB 10. KONFERANSI TBMM’NİN
EVSAHİPLİĞİNDE İSTANBUL’DA YAPILDI
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in evsahipliğinde düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı
Üyesi Ülkeleri Parlamento Birliği (İSİPAB) 10. Konferansı 19-22 Ocak günleri arasında İstanbul’da yapıldı. 53 ülkeden 22 Meclis Başkanı, 13 Başkan Yardımcısı ve
yaklaşık 500 katılımcının yer aldığı konferansın 21 Ocak’taki resmî açılışı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi.
İSİPAB 10. Konferansı çerçevesinde Müslüman kadın parlamenterler de bir
araya geldi. İSİPAB Dördüncü Müslüman Kadın Parlamenterler Konferansı’na
Konferans Başkanı olarak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı ve AK
Parti Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, AK Parti Adana Milletvekili Fatoş Gürkan
ve CHP İzmir Milletvekili Hülya Güven katıldı.
İlknur İnceöz konferanstaki konuşmasında Türkiye’nin kadın erkek fırsat eşitliğinin sağlanması,
ailenin korunması ve kadının statüsünün yükseltilmesi alanlarında son yıllarda ciddi reformlar yaptığını
söyledi. Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, kadına
karşı şiddet, kız çocuklarının eğitimi, kadın istihdamı
ve ailenin korunması konularında Türkiye’nin yaptığı
düzenlemeler ile kaydettiği gelişmelere değinen
İnceöz, “Kadın erkek fırsat eşitliğinin sağlanmasının
kurumsal mekanizmalar ile desteklenmesi çerçevesinde 2009 yılından bu yana TBMM’de Kadın
Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu önemli çalışmalar
yapmaktadır” dedi. İnceöz, bu alanlarda uluslararası
işbirliğinin ve ülkelerin birbirlerinin deneyimlerinden
faydalanmalarının önemini vurguladı. Müslüman
coğrafyasında, bilhassa Filistin’de, yaşanan çatışmalardan dolayı kadınların yaşadıkları mağduriyet
ve maruz kaldıkları her tür şiddetin de uluslararası
işbirliği ve İslam ülkelerinin dayanışması ile giderilebileceğini ifade eden İnceöz, İsrail’in Filistin’de masum
sivillere yönelik saldırılarını kınadı.
Konferans Başkanı İlknur İnceöz, Suriye’deki çatışmaların etkilerinden de bahsederek, “Türkiye yaklaşık iki milyon Suriyeliye evsahipliği yapmaktadır.
Ülkemiz bu sığınmacıları ağırlamak için şu ana kadar
yaklaşık 5 milyar dolar harcamada bulunmuştur. Misafir Suriyeli kadın ve çocukların şiddet ve türlerinden
korunması amacıyla Afet ve Acil Yardım Başkanlığı
tarafından önemli çalışmalar yürütülmektedir” dedi.
İnceöz, konuşmasında Peygamber Efendimize
yapılan hakareti kınadıklarını da belirterek, ifade
özgürlüğü maskesi altında kutsal değerlere hakaret
edilemeyeceğini ve bunun özgürlükler kapsamında
değerlendirilemeyeceğini söyledi.
11
MILLETVEKILLERINDEN TEMYIZ DURUŞMASINA DESTEK
İŞÇI Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 1915 Olayları’nın soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini ifade etmesi üzerine İsviçre
tarafından başlatılan hukuki sürecin bir parçası olan temyiz davası
28 Ocak’ta Strazburg’da görüldü. Perinçek’in 2005 yılında İsviçre’deki bir konferansta söylediği “Ermeni soykırımı emperyalist bir
yalandır” sözleri nedeniyle başlayan davalar serisinde son olarak
İsviçre hükümeti AİHM’in kararına itiraz ederek temyiz davası
açmıştı.
Tarihî önemdeki temyiz duruşmasına aralarında Avrupa Birliği eski Bakanı Egemen Bağış, CHP eski Genel Başkanı Deniz
Baykal, CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç, TBMM Dışişleri
Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar, Ömer Selvi, Gülsün Bilgehan, Şaban Dişli ve Tülin Erkal Kara’nın da bulunduğu bir grup
milletvekili ile İşçi Partili yaklaşık 200 kişi katıldı. Davanın görüldüğü Strazburg’a Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen Türkler de
Perinçek’e destek verdi.
Yargıçlara Rus ve Ermeni kaynaklı belgeler sunan Perinçek,
yaklaşık 2,5 saat süren savunması boyunca “Ermeni Sorunu”nun
tabulaştırıldığını ve 1915 Olayları’nın Türkleri aşağılamak için kullanıldığını dile getirdi. Perinçek, “Birinci Dünya Savaşı’nda karşılıklı
olarak ölümler ve zorla göç olmuştur” diyerek Ermenilerin acılarını
her zaman paylaştığını, fakat bu meselede “soykırım”ın hukuki bir
tanım olduğunu ve inkarının nefret söylemi olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi.
On yedi yargıcın görev yaptığı Büyük Daire’de görülen dava sonucunda herhangi bir sonuç açıklanmazken kararın en erken altı ay
sonra verileceği duyuruldu.
ORMAN VE SU İŞLERI BAKANLIĞI, AFRİKA’DA
1,6 MİLYON KİŞİYE SU TEMİN ETTİ
ORMAN ve Su İşleri Bakanlığı DSİ Genel Müdürlüğü, su probleminin oldukça ciddi boyutlara ulaştığı Somali, Sudan, Burkina Faso,
Moritanya, Mali ve Nijer’de yaklaşık 1,6 milyon kişiye içme suyu
temin etti. 2019 yılına dek Afrika’da içme suyu temin edilen kişi
sayısının 3 milyona yükselmesi hedefleniyor.
Binlerce insanın temiz suya ulaşamadığı, kişi başına kullanılan
su miktarının dünya ortalamasının dörtte birinden az olduğu
Afrika’da, Türkiye olarak insani yardım projeleri çerçevesinde
TİKA’nın da destekleri ile Somali, Sudan, Burkina Faso, Moritanya,
Mali ve Nijer’de içme suyu temin edilmesine öncülük edildi.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Afrika’ya yönelik su temin çalışmalarının yanı sıra çölleşme ile mücadele ve ormancılık alanlarında da
faaliyetler yürütüyor. Afrika’da yer alan ülkelerin bu hususlardaki
teknik kapasitelerini geliştirmek maksadıyla “Çölleşme, Arazi
Bozulması ve Kuraklıkla Mücadele Kapasitelerinin Geliştirilmesi
12
HABERLER
Projesi”ni yürüten Orman ve Su İşleri Bakanlığı Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü, yaptığı çalışmalar neticesinde
çölleşme ile mücadele ve ormancılık alanlarında bölgesel işbirliğini
geliştiriyor. Proje ile bu ülkelerin söz konusu hususlardaki kapasitesi artırılıyor, çölleşme ve kuraklığın muhtemel olumsuz tesirleri
azaltılarak ormanların sürdürülebilir yönetimi sağlanıyor.
AİBPA TÜRK GRUBU BARSELONA’DAKI TOPLANTIYA KATILDI
AKDENIZ İçin Birlik Parlamenter Asamblesi (AİBPA) Ekonomik
ve Mali Konular, Sosyal İşler ve Eğitim Komitesi Toplantısı 26
Ocak’ta Barselona’da yapıldı. Toplantıya AİBPA Türk Grubu Başkanı ve Şanlıurfa Milletvekili Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu, AİBPA
Ekonomi Komitesi Başkanı ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun, Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil ve Çankırı Milletvekili İdris
Şahin katıldı.
Toplantının birinci oturumunda Akdeniz İçin Birlik (AİB) Genel
Sekreteri Fathallah Sijilmassi bir konuşma yaptı. İkinci gündem
maddesi olan “Göçün Ekonomik Boyutu” çerçevesinde Uluslararası Göç Örgütü Barselona temsilcisi Maria Jesus Herrera, üçüncü
gündem maddesi olan “AİB Bölgesinde Yatırımların Teşviki ve
Korunması” çerçevesinde ise Akdeniz Avrupa Enstitüsü SosyoEkonomik Kalkınma Direktörü Javier Albarracin birer konuşma
gerçekleştirdi.
İkinci gündem maddesi ile ilgili olarak söz alan Kahramanmaraş
Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat
Pakdil, Suriye’de yaşanan insanlık dramına vurgu yaparak hiçbir
ülkenin bu drama seyirci kalmaması gerektiğini dile getirdi.
Ekonomik ve Mali Konular, Sosyal İşler ve Eğitim Komitesi’nin bir
sonraki toplantısı, AİBPA Genel Kurulu ve Parlamento Başkanları
Zirvesi 11-12 Mayıs 2015’te Lizbon’da yapılacak.
“LİSEYE DEVAM SENDEN DESTEK BİZDEN”
AILE ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, “Liseye Devam
Senden Destek Bizden” projesinin tanıtım toplantısına katıldı.
Projenin amacının sadece ekonomik katkı vermek olmadığını,
aynı zamanda lise çağındaki çocukların devamsızlık ve okuldan
ayrılma sorunlarıyla alakalı olarak eğitim, danışmanlık ve rehberlik
hizmetleri verileceğini belirten İslam, “Şartlı Nakit Desteği programı gibi programlar yoksul aile çocuklarının temel hizmetlerden
faydalanmasını amaçlıyor. Bu desteklerin bir şartı bulunuyor. Desteği alan ailelerin yerine getirmesi gereken şartlar; çocuklarımızın
düzenli sağlık kontrollerine götürülmesi, kaydoldukları okullara
düzenli gitmeleri, 18 yaşını bitirinceye kadar eğitim sisteminin
içinde kalmaları” diye konuştu.
Şartlı eğitim yardımlarının okul öncesinden lise son sınıfa
kadar örgün eğitime katılan öğrencilerin ailelerine verildiğini
ifade eden Bakan İslam, “Kız çocuklarına verilen destekler, erkek çocuklara verilen destekten; liseye devam eden çocuklara
verilen destekse ilköğretime devam eden çocuklara verilen
destekten daha fazla. Bu destekler annelerin hesaplarına yatırılıyor” ifadelerini kullandı.
Ayşenur İslam, bakanlık olarak yaptıkları etki analizi çalışmalarının önemli veriler sunduğunu belirterek, “2013 yılından
itibaren yapılan etki analizi çalışmalarına göre bu tür destekler
ailelerin muhtemel ekonomik şoklara karşı dayanıklı olmasını
da sağlıyor. Elimizdeki verilere göre, bu eğitim destekleri okula
devamsızlığı en az yüzde 50 oranında engelliyor. Bir başka
veri, bu desteklerin kız çocuklarının eğitime katılmasını daha
çok teşvik ettiği ya da Şartlı Nakit Desteği programlarının kız
çocukları üzerinde daha fazla etkili olduğu şeklinde. Bunlar
mutlaka sürdürmeyi planladığımız programlar” dedi.
13
BAKAN YILDIZ: TÜRKİYE’NİN
EKONOMIK RAKAMLARI BÜYÜYOR
6. Enerji Verimliliği Kongre ve Fuarı’nın açılışı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleşti. Enerji verimliliğinin Türkiye’nin artan refah seviyesine katkıda bulunacağını ve
bu bilincin çocuklardan kadınlara toplumun her seviyesinde yer-
leştirilmesi gerektiğini dile getiren Yıldız, “Türkiye’nin ekonomik
rakamları büyürken dünyanın rakamları küçülüyor, refah seviyemiz, gelirimiz artabilir, fakat bunlar bizim tasarruf yapmamıza
mani değil. Hâlâ her bin dolarlık gayri safi millî hasılayı oluşturmak
için birim başına 250 litre petrol eşdeğerinde enerji harcıyoruz. Japonya ve Avrupa ülkeleri gibi yerlerde bu oranlar çok daha düşük”
ifadelerini kullandı.
Bakan Yıldız, Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre
dünyada enerji alanında her yıl 2 trilyon dolar yatırım yapılması gerektiğini, fakat bu miktarın geçen yıl 1,6 trilyon dolar
seviyesinde kaldığını ifade ederek, “Bu kaynakların yarısından
fazlasının eskiyen tesislerin yenilenmesi için kullanıldığını düşünürsek, bu tesislerin yenilenmesi ve enerji açısından verimli
hale getirilmesi o kadar önemli. 2015 yılına kadar dünyadaki
enerji sektörüne yatırılacak miktarın 38 trilyon dolar olması
öngörülüyor” diye konuştu.
EFTA PARLAMENTER KOMITESI TBMM’DE
AVRUPA Serbest Ticaret Birliği (EFTA) Parlamenter Komitesi
Türkiye ziyareti çerçevesinde TBMM’de temaslarda bulundu. Konuk heyet, ilk olarak TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Mehmet Tekelioğlu ile görüştü. Görüşmede AK Parti Kahramanmaraş
Milletvekili Yıldırım Ramazanoğlu, AK Parti Zonguldak Milletvekili
Ercan Candan ve CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir de bulundu.
Mehmet Tekelioğlu, EFTA üyesi ülkelerle Türkiye arasındaki ticaret potansiyelinin çok yüksek olduğuna vurgu yaparak “İlişkilerin
14
HABERLER
geliştirilebilmesi için çok uygun bir ortamın bulunduğunu düşünüyoruz. 1990’lara kadar geriye giden ticari anlaşmalarımızın gittikçe
geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu bakımdan da sürekli olarak
görüşmelerin devam ettiğini biliyoruz. Şubat ayında da bu tür bir
görüşme olacağını duymaktan memnuniyetimizi ifade etmek
istiyoruz” dedi.
Komite adına konuşan İsviçreli parlamenter Kathy Riklin de EFTA
ile Türkiye arasındaki fikir alışverişlerine verdiği önemi belirtti.
Türkiye ile ticari ilişkilerin daha da gelişme potansiyeli olduğunu,
bu sebeple serbest ticaret antlaşmasının gözden geçirilmesi için
müzakerelerin başladığını aktaran Riklin, Türkiye’nin son yıllarda
ekonomik açıdan etkileyici bir gelişme gösterdiğini de ifade etti.
AB Uyum Komisyonu’ndaki görüşmenin ardından Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar heyet onuruna yemek verdi.
Konuk heyet, TBMM’deki temasları çerçevesinde ayrıca Plan ve
Bütçe Komisyonu Başkanı Recai Berber ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Halil Mazıcıoğlu ile de görüştü.
İÇ GÜVENLIK PAKETI
KOMISYON’DAN
GEÇTI
KAMUOYUNDA “İç Güvenlik Paketi” olarak bilinen tasarı, TBMM
İçişleri Komisyonu’nda kabul edildi. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu; Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu; Nüfus Hizmetleri
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na göre, elle dıştan kontrol
hariç kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi
görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı’nca belirlenecek esaslar dahilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirinin
yazılı, acele hallerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü
emriyle yapılabilecek. Kolluk amirinin kararı 24 saat içinde görevli
hakimin onayına sunulacak. Bu kapsamda yapılacak aramalarda,
kişiye, arama gerekçesini de içeren belge verilecek.
Polis, başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri, fiilleri
ayrı bir suç oluşturmadığı takdirde, kişinin can güvenliğinin sağlanması bakımından koruma altına alabilecek ya da olay yerinden
uzaklaştırabilecek. Polis, kendisine veya başkalarına, iş yerlerine,
konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere,
araçlara, kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya
kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı
ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde silah
kullanabilecek.
Bonzai TCK kapsamına alınıyor
Tasarı, kanuna aykırı ve keyfi uygulamalara yol açılmaması için
denetimi de getiriyor. Faaliyetlerin denetimi; sıralı kurum amirleri, mülki idare amirleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve ilgili
bakanlığın teftiş elemanlarınca yılda en az bir defa yapılacak. Bu
faaliyetler Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca da denetlenebilecek.
Denetimlerin sonuçları, rapor halinde TBMM Güvenlik ve İstihbarat
Komisyonu’na sunulacak.
Vali, kamu düzenini ve güvenliğini, kişilerin can ve mal emniyetini
sağlamak amacıyla aldığı önlem ve kararların uygulanması için adli
kuruluşlar ile yardım isteyebileceğine dair hükmü saklı kalmak kaydıyla askerî kuruluşlar dışında, mahalli idareler dahil bütün kamu
kurum ve kuruluşlarının itfaiye, ambulans, çekici, iş makinesi ve
tedbirlerin zorunlu kıldığı diğer araç ve gereçlerinden yararlanabilecek, personeline görev verebilecek.
Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinde, “havai fişek, molotof ve
benzeri el yapımı patlayıcılar, demir bilye ve sapan” bulundurulması ve taşınması yasak olan maddeler kapsamında ele alınacak.
Toplumsal olaylarda bulundurulması ve taşınması yasak olan suç
aletlerini taşıyanlar, 2 yıl 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacak. Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve
gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlara 3 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası
uygulanacak. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya
da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları halinde verilecek
cezanın alt sınırı 4 yıldan az olamayacak.
Tasarıyla, sentetik uyuşturucu maddelere yönelik cezai yaptırımın daha caydırıcı hale getirilmesi için, “sentetik kannabinoidler
(bonzai) ve türevi uyuşturucu maddeler” de TCK kapsamına alınıyor. Bu maddelere yönelik ceza yarı oranında artırılıyor.
Okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim,
askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesislerle bunların
varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel ve işaretlerle belirlenen sınırlarına 200 metreden yakın mesafe içindeki açık yerlerde
uyuşturucu bulunduran, kullanan ve satın alanların cezaları yarı
oranında artırılacak. Böylece, 200 metrede uyuşturucu kullanan
veya bulunduranlara 7,5 yıla kadar hapis cezası verilecek.
15
DÜNYADAN
YUNANISTAN’DA
SOL İTTIFAK DÖNEMI
YUNANISTAN’DA genel seçimler için halk sandık başına gitti.
10 milyon seçmenin oy kullandığı seçimlerin ardından Radikal Sol
İttifak (SYRIZA) yüzde 36,34 ile mecliste 149 sandalye alırken,
Yeni Demokrasi Partisi yüzde 27,81 oyla 76 sandalye kazandı.
Hrisi Avgi (Altın Şafak) yüzde 6,28 oy oranı ile 17, Potami yüzde
6,05 ile 17, Yunanistan Komünist Partisi (KKE) yüzde 5,47 ile 15,
Bağımsız Yunanlar (ANEL) yüzde 4,75 ile 13 ve PASOK yüzde 4,68
ile 13 sandalyeye sahip oldu. Oy dağılımına göre SYRIZA kontenjandan 5, Yeni Demokrasi Partisi 4, Hrisi Avgi, Potami ve KKE 1
milletvekili seçerken PASOK ve ANEL kontenjandan milletvekili
alamadı.
Seçimlerin galibi SYRIZA’nın lideri Aleksis Çipras, Yunanistan’da
ANEL Genel Başkanı Panayiotis Kammenos ile koalisyon kurmak
üzere anlaştı. Avrupa karşıtı bir politika izleyen ancak SYRIZA
ile ideolojik açıdan büyük farklılıkları bulunan ANEL, seçim öncesinde parlamentoya girmesi durumunda SYRIZA ile işbirliği
yapacağını açıklamıştı.
gıda ve kira desteği, ulaşım hizmeti, varlıklılardan alınan ama son
yıllarda kaldırılan vergilerin yeniden getirilmesi, istihdam programı, ödenemeyecek banka borçlarının silinmesi, asgari ücretin
artırılması gibi hedefler yer alıyor.
Çipras Cumhurbaşkanı huzurunda yemin etti
Üç Türk vekil Yunan Parlamentosu’nda
Hükümeti kurma yetkisini almak üzere Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’ı ziyaret eden Aleksis Çipras, parlamentoda
çoğunluğu sağladığı için Papulyas’ın huzurunda yemin ederek
başbakanlık görevine başladı. Aleksis Çipras, Yunan Kilisesi
temsilcilerinden kimsenin katılmadığı törenin ardından yaptığı
açıklamada, “Süreci hızlandırmamız lazım çünkü hükümetin yolu
yokuş” ifadesini kullandı.
SYRIZA’nın hükümet programında kamu borçlarının kısmen
silinmesi, yoksulluk sınırı altındaki vatandaşlara bedava elektrik,
Yunanistan Parlamentosu’nun yeni döneminde Türk azınlığı Radikal Sol İttifak partisinden seçilen Ayhan Karayusuf, Mustafa
Mustafa ve Hüseyin Zeybek temsil edecek. Seçim sonuçlarına
göre İskeçe ilinde Hüseyin Zeybek 16 bin 244 oy, Rodop ilinde ise
Mustafa Mustafa 12 bin 429 ve Ayhan Karayusuf 9 bin 529 oy alarak seçilen Türk milletvekili oldu. Batı Trakya’da Rodop ve İskeçe
illerinde SYRIZA listesinden seçilen Türk milletvekilleri, bölgenin
ve azınlık sorunlarının çözümü için birlikte mücadele edeceklerini
söyledi.
16
SUUDI ARABISTAN’A YENI KRAL
SUUDI Arabistan’da 1 Ağustos 2005’ten bu yana Kral olan Abullah
bin Abdulaziz’in hayatını kaybetmesinin ardından Veliaht Prens
Selman bin Abdulaziz (79) ülkenin yeni kralı oldu. Selman bin Abdulaziz, göreve geldikten sonra yaptığı ilk açıklamada, “Ülkenin
kuruluşundan bu yana takip ettiği yolda gitmeye devam edeceğiz.
Safları sıklaştırma, birlik ve beraberliği koruma, ümmetimizin
davalarını müdafaa etme konusunda gayretli olacağız” diye konuştu.
Kral Abdullah’ın sağlık sorunları nedeniyle ülkeyi iki yıldır fiili
olarak yöneten Selman bin Abdulaziz, Arap halkı ve İslam ümmetinin günümüzde en çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğunu
vurgulayarak, “Allah’ın risalet merkezi kıldığı ve Müslümanların
kıblesiyle şereflendirdiği topraklarda, safları sıklaştırma, birlik ve
beraberliği koruma, ümmetimizin davalarını müdafaa etme konusunda gayretli olacağız. Allah’ın izni ve inayetiyle doğru yoldan,
merhum Kral Abdulaziz ve oğulları tarafından kurulan bu devletin
takip ettiği yoldan sapmadan yürümeye devam edeceğiz. Düsturumuz yüce Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetidir” dedi.
Selman bin Abdulaziz konuşmasını, “Allah’tan beni halkımıza
hizmet ve ümitlerini gerçekleştirme noktasında başarılı kılmasını, ülkemizin güven ve istikrarını bütün kötülüklerden korumasını
diliyorum” sözleriyle tamamladı.
YEMEN’DE CUMHURBAŞKANI VE
HÜKÜMET ISTIFA ETTI
HALID Mahfuz Bahhah başkanlığındaki Yemen hükümeti, “Husi
Ensarullah Hareketi’nin yönetime müdahale ettiği ve mutabık olunan anlaşmalara uymadığı” gerekçesiyle istifasını Cumhurbaşkanı
Abdurabbu Mansur Hadi’ye sundu.
Bahhah, istifa gerekçesini “Olanlar ve ileride gerçekleşecek
olaylarda taraf olmamak, bizim dışımızdakilerin yaptıkları nedeniyle Allah ve halk önünde sorumluluk taşımamak için istifamızı
sunmaya karar verdik” şeklinde açıkladı.
Hükümetin istifasının ardından Cumhurbaşkanı Hadi’nin de
istifa ettiği bildirildi. Hadi’nin, Yemen Meclis Başkanı Yahya Ali
er-Rai’ye sunduğu istifa dilekçesinde, “Barışçıl geçiş sürecine
üstün gelen gelişmeler üzerine, uğruna birçok şeyi göze aldığımız
hedefleri gerçekleştirmeye güç yetiremeyeceğimiz için sizden ve
meclisinizden özür dileyerek Cumhurbaşkanlığı görevimden istifa
ediyorum” ifadelerini kullandı.
17
ALMAN HÜKÜMETI “SOYKIRIM”
NITELEMESINI KABUL ETMEDI
ALMAN hükümeti, 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak nitelenemeyeceğini, söz konusu
dönemin tarihçiler tarafından değerlendirilmesi gerektiğini açıkladı.
Geçtiğimiz Aralık ayında Sol Parti’nin (Die Linke) verdiği “1915 Olayları’nın soykırım olup
olmadığı”nı irdeleyen soru önergesine 13 Ocak 2015 tarihinde yanıt veren Alman hükümeti, konunun doğrudan Türkiye ile Ermenistan’ı ilgilendirdiğini dile getirdi. Konuyla ilgili
esas değerlendirmenin bu iki ülkeye ait olduğunun vurgulandığı karar metninde, “1915-16
Olayları konusunda araştırmaları her zaman
teşvik ediyoruz. Bu araştırmaların sonucunun değerlendirilmesi bilim insanlarına
mahsus kalmalıdır” ifadelerine yer verildi.
Sol Parti Federal Meclis vekillerinden Ulla
Jelpke, Christine Buchholz ve Sevim Dağdelen tarafından verilen soru önergesinde
Alman hükümetinin bu yılın 24 Nisan’ında
bir anma toplantısı düzenleyip düzenlemeyeceği sorusu da yer alıyordu. Bu sorunun
yanıtını bir kez daha olayların öncelikle Türkiye ile Ermenistan arasında ele alınması
gerektiğini vurgulayarak veren hükümet
“Herhangi bir anma hazırlığı içinde değiliz”
dedi. Türk-Ermeni işbirliğinin altının sık sık
çizildiği karar metninde ayrıca uluslararası
tarihçilerden kurulu bir komisyonun hayata
geçirilmesi fikrine destek verilirken “Federal
Hükümet, Türk ve Ermeni hükümetlerini
yakınlaşma çabalarını ön koşulsuz başlatmaya davet ediyor” denildi.
İSRAIL’DE ARAP PARTILERI ITTIFAK KURUYOR
İSRAIL’DEKI Arap partileri Balad, Birleşik Arap
Listesi, Ta’al ve Hadaş, 17 Mart’ta yapılacak erken
seçim için ittifak kararı alarak seçimlere ortak listeyle gireceklerini açıkladı. Arap partileri, 120 milletvekilinden oluşan İsrail Parlamentosu Knesset’te 11
koltuğa sahip.
İsrail’de seçim barajının yüzde 2’den 3,25’e çıkarılması sonucu küçük partilerin parlamentoya girmesi
zorlaşmıştı. Barajın yükseltilmesi, Arap partilerini
farklılıklarını bir kenara bırakıp işbirliğine gitmek
zorunda bıraktığı şeklinde yorumlanıyor.
Ülkenin tamamının tek bir seçim bölgesi olarak
kabul edildiği sistemde seçmenler, parti listesindeki
18
DÜNYADAN
herhangi bir adaya değil, Knesset’teki 120 ismin bulunduğu parti listesine oy
veriyor. Hükümet kurmak içinse 63 koltuğa sahip olmak gerekiyor.
NATO YENI KOMUTA
MERKEZLERI KURUYOR
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, 2014 yılını değerlendirdiği basın toplantısında Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’da komuta merkezleri
oluşturacaklarını açıkladı. Komuta merkezleri, ulusal ordularla NATO güçleri arasında bağlantı noktası teşkil edecek.
NATO’nun 4-5 Eylül 2014 tarihinde düzenlenen son Galler Zirvesi’nde, Rusya’ya
karşı kurulmasına karar verilen Öncü Güç ile bağlantılı çalışacak komuta merkezlerinin 2016 yılı başında açılması hedefleniyor.
İttifak üyelerinin göndereceği askerî personelin görev yapacağı merkezler,
tatbikatların planlanması ve düzenlenmesinde, NATO güçlerinin bölge ülkeleri
arasında kaydırılmasında sorumluluk alacak. NATO savunma bakanlarının 5
Şubat’ta Brüksel’de toplanarak asker sayısını ve dizayn şeklini kararlaştıracağı
Öncü Güç, gelecek yıl faaliyete geçirilecek. Öncü Güç, iki gün içinde görev yapacağı
NATO ülkesinde konuşlandırılabilecek esnekliğe sahip olacak, kara unsurlarından
oluşturulacak, gerektiğinde deniz ve hava unsurlarıyla desteklenecek.
TUNUS’TA YENI KABINE AÇIKLANDI
TUNUS’TA yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Başbakan El-Habib es-Sıyd, Cumhurbaşkanlığı
Sarayı’nda düzenlediği basın toplantısında “Yeni
hükümet, siyasi kişilikler, sivil toplum aktivistleri
ve tecrübe sahiplerini de kapsayan teknokrat ve
millî bir hükümet” dedi.
Yeni kabinenin tüm Tunusluların hükümeti
olduğunu ifade eden Sıyd, “Yeni hükümetin en
önemli amaçları devrimin hedeflerini gerçekleştirmek, demokratik ortamı sağlamlaştırmak ve
tüm siyasi çıkarların üstünde olan millî menfaatlere hizmet etmek” diye konuştu.
Sıyd, hükümetin programının kaynağını da iktidardaki Nida Tunus Partisi, diğer partiler ve sivil
toplum kuruluşlarının siyasi programlarından
aldığını dile getirdi. Yeni kabinedeki isimler şöyle:
Adalet ve Emlak İşleri Bakanı: Muhammed
Salih Bin İsa; Savunma Bakanı: Ferhat el-Harşani;
İçişleri Bakanı: Nacim el-Garseli; Dışişleri Bakanı:
Et-Tayyib el-Bekkuş; Maliye Bakanı: Lesaad Zer-
ruk; Kalkınma, Yatırım ve Uluslararası İşbirliği Bakanı: Necib Derviş; Sanayi, Enerji
ve Madenler Bakanı: Zekeriyya Hamd; Ticaret Bakanı: Selim Şakir; Turizm Bakanı:
Muhsin Hasan.
Cumhurbaşkanı El-Baci Kaid es-Sibsi Sıyd’ı 5 Ocak’ta bir ay içinde hükümeti
kurmakla görevlendirmişti.
19
BIR DEVIR ONLARLA BAŞLADI
İLK KADIN
VEKILLERIMIZ
20
TÜRKIYE CUMHURIYETI’NIN MODERNLEŞMEYE GIDEN YOLUNDA
EN ÖNEMLI DÖNÜM NOKTALARINDAN BIRI ŞÜPHESIZ KADINLARA
SEÇME VE SEÇILME HAKKININ VERILMESIYDI. ONLARCA YIL
SÜREN MÜCADELELERIN ARDINDAN ELDE EDILEN
BU HAKLA, 8 ŞUBAT 1935 TARIHINDEN BU YANA MECLIS’TE
KADIN SESI YÜKSELMEYE DEVAM EDIYOR.
DENIZ VAROL
21
G
ünümüzde siyasetin yaygın olarak uygulandığı yöntem olan temsili demokrasilerde siyasete katılım ve temsil en önemli
meseleleri oluşturuyor. Bir ülkeyi meydana
getiren her unsurun, her tabakanın, milletin
her bireyinin parlamentolarda temsil edilmesi ve ülke yönetiminde söz sahibi olması
siyasetin sağlıklı işleyebilmesi için vazgeçilmez bir koşul olarak görülüyor. Verilen
kararlarda pay sahibi olmak ve söz konusu
süreci etkileyebilecek eylemlerde bulunmak
siyasete “katılım” olarak değerlendirildiğinde, yalnızca oy kullanmanın değil, yürütülen
örgütlü çalışmaların, kampanyaların da birer
yöntem olduğu görülebilir. Bununla birlikte,
politikaya aktif katılımın demokrasinin işleyişi bakımından pozitif bir ivme sağladığı
kuşku götürmese de, ideal toplumun bir
gereği olarak farklı kesimlerin eksiklik veya
ihtiyaçlarının orantılı şekilde siyasette temsil
edilmesi katılımın çokluğu kadar temsilin
niteliğine de bağlıdır.
Temsil meselesini, toplumun farklı kesimlerinin sahip olduğu farklı öncelik veya
ihtiyaçların seçilmiş temsilciler aracılığıyla
iktidar makamlarında ele alınması, tartışılması ve verilecek kararlarda göz önünde
tutulması olarak düşündüğümüzde, ideal
demokrasinin işleyişi bakımından şu soru
ortaya çıkar: Mümkün olduğunca çok sayıda “farklı” kesimi hesaba katacak, onların
ihtiyaçları üzerinde uzlaşma ve ortak payda
sağlayacak bir ortam söz konusu mu?
Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni doğmuş ve geleceğe umutla bakan bir devlet olduğu
dönemde değişen toplumun, yeniden şekillenen devlet yapısının, yeniden yorumlanan
normların gündemde olduğu bir ortam söz konusuydu. Çağdaşlaşma ve toplumu
modernleştirme yolunda ortaya konulan inkılapların bir durağı da elbette kadınlar
olacaktı. Yenilenen düzenin toplumun tabanına yerleşmesinde kadınlara da ihtiyaç
duyulacaktı.
Türk kadınının, Osmanlı’nın son zamanlarındaki “Batılılaşma” hareketi ile varlık
bulan siyasal haklar meselesi Cumhuriyet’in ilanından sonra sağlanan eşit yasal
haklarla pekişir. 1926 yılında kazanılan medeni haklarla kadınlar siyasette yer alabilmek için örgütlü mücadeleye başlar ve Kadınlar Halk Fırkası (KHF), Nezihe Muhittin
22
TÜRK KADINININ, OSMANLI’NIN SON ZAMANLARINDAKI
“BATILILAŞMA” HAREKETI ILE VARLIK BULAN SIYASAL HAKLAR
MESELESI CUMHURIYET’IN ILANINDAN SONRA SAĞLANAN
EŞIT YASAL HAKLARLA PEKIŞIR.
ile arkadaşlarından oluşan bir grup tarafından kurulur. Meclis’te
kadın temsilcilerin bulunması sadece hakları savunulan kadınlar
için değil, tüm ülke için hayırlı olacaktır Nezihe Hanım’a göre. Bu
görüşünü de şu sözlerle dile getirir: “Biz başka memleketlerde
de kadınlar siyasi haklarını istiyorlarmış diye memleketimizde bu
vadide bir hareket uyandırmak fikrinde değiliz. Belki memleketimizde, kadınların erkeklerimizle tesrik-i mesailer ihtiyacını tamamiyle hissettiğimizden dolayı tesebbüsat icrasına kalkışıyoruz.”
Ne var ki Türk kadınının Meclis’teki temsilcileri bu partiden
çıkmayacaktır. Hükümet tarafından faaliyetlerine izin verilmeyen
KHF, elde etmek istedikleri kadın haklarına dair talepleri nizamnameden çıkaran kurucu heyetin çabaları sonucunda Kadınlar
Birliği (KB) adı altında, kamuya yararlı cemiyet statüsünde yoluna
devam eder.
Ve kadın sesi Meclis kürsüsünde yükseliyor
5 Aralık 1934 tarihi dönemin en önemli devrimlerinden birine
sahne olur ve kabul edilen Milletvekili Seçimi Kanunu’yla birlikte
kadınlar hemen hemen tüm siyasi hakları elde eder. Onlarca yıl
süren çabaların ve mücadelelerin sonucunda elde edilen bu büyük
kazanımı Mustafa Kemal Atatürk şu sözlerle taçlandırır:
“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini
selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe
kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme
suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni
memleketlerin birçoğunda kadından esirgenen bu hak, bugün
Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullanacaktır.”
Kanun, başta kadınlar olmak üzere pek çok kimse tarafından
büyük coşkuyla karşılanır. Ankaralı kadınlar minnetlerini sunmak için Mustafa Kemal’i Meclis’te ziyaret ederken İstanbul’da
düzenlenen mitinglerde de kadınlar duygularını dile getirir. Kanunun çıkarılmasının ardından ilk seçimler 8 Şubat 1935 tarihinde,
iki dereceli seçim sisteminin uygulandığı ve Cumhuriyet Halk
Fırkası’nın (CHF) tek parti olduğu bir ortamda gerçekleşir. Hem
ikinci seçmen hem de milletvekili adayı olarak kadınların büyük
bir ilgi gösterdiği seçimlerde katılım Ankara, İzmir, İstanbul gibi
büyük şehirlerde %80’lere varmış, oy verenlerin %48’ini kadınlar
meydana getirmişti.
8 Şubat 1935 seçimlerinin sonuçlarına göre, Meclis’e girmesi
gereken 399 milletvekilinden 17’si kadındı. Kadın milletvekillerinin yer aldığı Beşinci Dönem Meclis, 1 Mart 1935’te çalışmalarına
başlar. Bir yıl sonra yapılan ara seçimlerin ardından Meclis’teki
kadın milletvekili sayısı 18’e yükselir.
Meclis’te kadın sesiyle temsil edilecek illerden biri Afyonkarahisar olur. Afyon milletvekili seçilen 1900 doğumlu Mebrure Gö-
23
nenç, Arnavutköy Amerikan Koleji’nden mezun olmuş; Fransızca,
Almanca ve İngilizce dillerinde yetkinlik kazanmıştı. Çamlıca Kız
Lisesi ve Üsküdar Amerikan Koleji’nde dil eğitimi veren Gönenç
aynı zamanda Adana Belediyesi’ne seçilen ilk kadın meclis üyesiydi. 1935 seçimleriyle milletvekili olan Mebrure Gönenç bir dönem
Meclis çatısı altında yer alır.
İlk kadın milletvekillerinden Hatı Çırpan (Satı Kadın) Ankara milletvekiliydi. 1890 Kazan doğumlu Hatı Çırpan, Kurtuluş
Savaşı’nda gazi olmuş bir askerin eşiydi. Çırpan’ın milletvekili
olma serüveni, anlatılagelen odur ki Mustafa Kemal Atatürk’ün
Kızılcahamam’a giderken Kazan köyü yakınlarında durmasıyla
başlar. Sıcak bir yaz günüdür, genç yaşlı pek çok insanın karşıladığı
Mustafa Kemal’e içlerinden biri soğuk ayran ikram eder. Kocasının
kim olduğu sorulduğunda Sakarya Muharebesi’nde boğazından
yaralanmış bir asker olduğunu söyler. Ve bir soru daha gelir, kaç
yaşında olduğu sorulur. Hatı “19 Mayıs 1919’da, Atatürk Samsun’a
çıktığı zaman doğdum” der. Ayrıca Türk kadınının da erkekler gibi
24
çalışıp çeşitli kademelerde yükselmesi gerektiğini savunmaktadır:
“Kadınlarımız Cumhuriyet’in mefkuresi altında bunu başarmak
azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe yürüyecek ve Cumhuriyet
meşalesini her alanda taşıyacağız Paşam.” Mustafa Kemal
oradan ayrılırken, halihazırda Kazan muhtarlığı yapmakta olan
kadının adı ile adresini not ettirir ve onu milletvekili seçimlerine
sokar. Hatı Çırpan bir dönem milletvekilliği yapmıştır.
1935 seçimlerinde Antalya’nın kadın vekili Türkan Örs Baştuğ
olur. 1900 İstanbul doğumlu Baştuğ, Darülfünun’da felsefe
eğitimi almıştı. Boğaziçi Lisesi Öğretmenliği, Boğaziçi Lisesi
Kız Bölümü Müdürlüğü ve Öğretmenliği, İstanbul Kız Öğretmen
Okulu Terbiye ve Ruhiyat Öğretmen Vekilliği gibi görevlerde
bulunan Baştuğ Meclis’e girmesinin ardından iki dönem Antalya
milletvekilliği yaptı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın milletvekillerinden Sabiha
Gökçül Erbay, Meclis’te Balıkesir’i temsil etti. 1900 Bergama
doğumlu olan Erbay, İstanbul Kız Muallim ile Yüksek Kız Muallim
İLK KADIN MILLETVEKILLERINDEN HATI ÇIRPAN (SATI KADIN)
ANKARA MILLETVEKILIYDI. 1890 KAZAN DOĞUMLU HATI ÇIRPAN,
KURTULUŞ SAVAŞI’NDA GAZI OLMUŞ BIR ASKERIN EŞIYDI.
ÇIRPAN’IN MILLETVEKILI OLMA SERÜVENI, ANLATILAGELEN ODUR
KI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KIZILCAHAMAM’A GIDERKEN
KAZAN KÖYÜ YAKINLARINDA DURMASIYLA BAŞLAR.
mekteplerinde eğitim görmüş; İzmir Kız Muallim Mektebi’nde edebiyat öğretmenliği
ve müdürlük, Adana Lisesi ve İstanbul Erenköy Kız Lisesi’nde ise öğretmenlik yapmıştı.
1935 seçimlerinde Balıkesir, sonraki iki dönemde Samsun milletvekilliği yapan Erbay,
TBMM Başkanlık Divanı Katip üyeliğinde de bulundu.
1886 İstanbul doğumlu Ayşe Şekibe İnsel, TBMM 5. Dönem seçimlerinde Bursa
milletvekili olarak Meclis’e girdi. Ortaokul mezunu olup Almanca bilen ve seçimlerden
önce İnegöl’de çiftçilikle uğraşan İnsel, sonraki dönemlerde de siyasi hayatını devam
ettirmedi.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının ardından Meclis’e Diyarbakır milletvekili olarak giren Huriye Öniz Baha 1887’de
İstanbul’da doğmuş, öğrenimini Londra
Üniversitesi Bedford Koleji’nde pedagoji
eğitimi görerek tamamlamıştı. İngilizce
bilen Baha İstanbul Kız Muallim Mektebi ile
eski İnas İdadisi’nde pedagoji ve uygulama
25
TBMM’NIN ILK KADIN MILLETVEKILLERINDEN BIRI NAKIYE
ELGÜN’DÜ. 1880 İSTANBUL DOĞUMLU ELGÜN, AYNI ZAMANDA
ÜLKENIN ILK EĞITIMCILERINDEN BIRIYDI. KIZ MUALLIM MEKTEBI’NI
BITIRIP BIR SÜRE BURADA EDEBIYAT ÖĞRETMENLIĞI YAPMIŞ,
FEYZIYE LISESI’NDE II. MEŞRUTIYET’TEN CUMHURIYET’IN
KURULUŞUNA KADAR ÇALIŞMIŞTI.
ile ev idaresi dersleri verdi. Balkan Savaşlarının ardından muhacirlere açılan kurslarda ders
veren ve çeşitli hayır işlerinde çalışan Baha, Hilal-i Ahmer’in açtığı kursta eğitim görerek
gönüllü hastabakıcılık da yapmıştır. Seçimlerden önce Türkçe öğretmenliği yapan Huriye
Öniz Baha Meclis çatısı altında bir dönem yer aldı.
Meclis’te kadın bir milletvekili tarafından temsil edilecek illerden biri de Edirne’ydi. 5, 6
ve 7. Dönemlerde Edirne milletvekilliği yapan Fatma Memik, 1903 Safranbolu doğumluydu.
İstanbul’da Beyazıt İnas Numune Mektebi ile Bezm-i Âlem Valide Sultan Mektebi’nde aldığı
eğitimin ardından tıbbiyeye giren Memik, birincilikle mezun olmuş ve Gureba Hastanesi’nde
çalışmıştı. Dahiliye uzmanı olan Memik, 1935 seçimlerinden önce Gureba Hastanesi Poliklinik Şefi olarak görev yapıyordu.
26
TBMM’nin ilk kadın milletvekillerinden biri aynı zamanda ülkenin ilk eğitimcilerinden biri olan Nakiye Elgün’dü.
1880 İstanbul doğumlu Elgün Kız Muallim Mektebi’ni bitirip bir süre burada edebiyat öğretmenliği yapmış,
Feyziye Lisesi’nde II. Meşrutiyet’ten
Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar çalışmıştı. Nakiye Hanım aynı zamanda
Kurtuluş Savaşı’nın en ateşli destekçilerinden biri olarak kadınları erkeklerle
birlikte mücadeleye teşvik etti. Muallimler Cemiyeti başkanlığı da yapan
Nakiye Elgün Cumhuriyet’in ilanından
sonra Türk Ocağı, Halkevi, Kızılay ve
Türk Hava Kurumu’na üye oldu. İstanbul Kız Lisesi’nde müdürlük yaptığı
1930 yılında İstanbul Şehir Meclisi’ne
seçilen ilk kadın üye olan Nakiye Hanım
Daimi Encümen’de beş yıl üyelik yaptı.
TBMM’de ise 5, 7 ve 8. Dönemlerde Erzurum milletvekili olarak yer aldı.
TBMM’nin 6 ve 7. Dönemlerinde
İstanbul, 8. Dönem’de ise Ankara’nın
kadın temsilcisi Fakihe Öymen idi.
1900 yılında İşkodra’da doğan Öymen,
Darülfünun’un Coğrafya bölümünden
mezun olmuş bir maarif ve coğrafya
uzmanıydı. Fakihe Öymen milletvekili
seçilmeden önce Bursa Kız Muallim
Mektebi’nde tarih ve coğrafya öğretmeni ve Bursa Kız Lisesi Müdürü olarak
görev yapmıştı.
Seçilme hakkını ilk kullananlardan
biri olan Benal Nevzat İstar Arıman
1903 İzmir doğumluydu. Paris Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü’nden mezun olan Arıman Hilal-i Ahmer ve Himaye-i Etfal
gibi kurumlarda sosyal faaliyetlerde
bulunmuş, CHF vilayet heyeti üyeliği
yapmış, İzmir’de Halk Partisi’nde görev
almıştı. Arıman ayrıca Latin alfabesinin öğrenilmesi ve yaygınlaşabilmesi
için çalışmalarda bulunmuştu. İzmir
Belediye Meclisi üyeliği de yapan Arıman, 5, 6, 7 ve 8. Dönemlerde İzmir
milletvekili olarak Meclis’te yer aldı.
1935 seçimlerinin ardından Kayseri’yi
temsil edecek kadın vekil Ferruh Güpgüp oldu. 1891’de Kayseri’de doğan Ferruh Hanım Arapça biliyor, biçki dikişle
ilgileniyordu. Kayseri CHF Vilâyet İdare
Heyeti ile Belediye Meclisi üyeliğinde
de bulunan Güpgüp beş dönem milletvekilliği yaptı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın
milletvekillerinden Bahire Bediş Morova Aydilek 1897 Bosna doğumluydu.
Bolu Kız Sanat Okulu’nda resim öğretmenliği yapan Aydilek milletvekili
seçilmeden önce Bolu Belediye Meclisi
üyesiydi.
Malatya’dan seçilen ilk kadın milletvekili Mihri Pektaş, 1895 Bursa
doğumluydu. Amerikan Kız Koleji’nden
mezun olan Mihri Hanım burada Türkçe
öğretmenliği, Bezmiâlem Kız Lisesi ve Robert Kolej’de İngilizce öğretmenliği, Kadıköy
Fukaraperver Cemiyeti, Hilal-i Ahmer ve Himaye-i Etfal cemiyetleri üyeliği yapmıştı. Mihri
Pektaş 5, 6 ve 7. Dönemlerde Kayseri milletvekilliği görevini üstlendi.
TBMM’de Samsun’u temsil edecek kadın vekil Meliha Ulaş, 1901 yılında Sinop’ta doğmuştu. Darülfünun Edebiyat Bölümü’nden mezun olan Ulaş İstanbul Kandilli Lisesi’nde
edebiyat öğretmenliği, Erzurum Kız Muallim Mektebi’nde başmuallimlik ve edebiyat öğretmenliği ile Samsun Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği görevlerinde bulunmuştu. Seçimlerin
ardından Meliha Ulaş 5 ve 6. Dönemlerde Samsun milletvekilliği yaptı.
1935 seçimleriyle Meclis’e giren Fatma Esma Nayman 1899 İstanbul doğumluydu.
Bezmiâlem Kız Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yapmış, Seyhan milletvekili olduğu 5.
Dönem boyunca aynı zamanda İktisat ve Maliye Encümeni’nde üye ve kâtip olarak görev
almış, daha sonra ise Milletlerarası Kadınlar Konseyi Üyeliği ve Türkiye Kadınlar Konseyi
Genel Sekreterliği yapmıştı.
Sivas milletvekili seçilen Hatice Sabiha Görkey aynı zamanda Darülfünun’un ilk mezunlarından biriydi. İstanbul’da öğretmenliğe başlayan Görkey, tayini çıkması üzerine Edirne
Kız Öğretmen Okulu’nda müdür ve öğretmen olarak görev yaptı. Türk kadınının seçilme
hakkını elde etmesinin ardından Hatice Sabiha Görkey bir dönem milletvekili olarak
Meclis’te yer aldı.
Trabzon milletvekili olarak Meclis’e giren Ayşe Seniha Hızal, 1897’de Adapazarı’nda
doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde yüksek öğrenimini tamamlayan Hızal,
Darülmuallimat, Kız Muallim Mektebi Müdürlüğü, Fevziye Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi
Müdürlüğü’nde bulundu, Maarif Umum Müfettişliği ve Selçuk Kız Sanat Okulu’nda öğretmenlik yaptı. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk kadın müfettişi olarak bilinen Ayşe Seniha
Hızal bir dönem milletvekilliği yaptı.
1936 ara seçimlerinde TBMM’ye giren Hatice Özgener, 1865 Selanik doğumluydu. Seçimlerden önce Darüleytam Müdürlüğü’nden emekli bir maarifçi olan Özgener 5. Dönem’de
Çankırı milletvekilliği yaptı.
27
BILIM, SANAYI VE TEKNOLOJI BAKANI
FİKRİ IŞIK:
HEDEFIMIZ “YERLI, YENILIKÇI VE YEŞIL ÜRETIM”
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ
28
SÖYLEŞI
ÜLKEMIZIN IHTIYACI OLAN SANAYI ÜRÜNLERININ YERLI MALI
ÜRETIMLE KARŞILANMASININ ÖNCELIKLI HEDEFLERDEN BIRI
OLDUĞUNU BELIRTEN BAKAN IŞIK, “KÜRESEL REKABETIN
ALABILDIĞINE HIZLANDIĞI GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA AYAKTA
KALABILMENIN EN ÖNEMLI UNSURU YENI TEKNOLOJILER
ÜRETMEK VE BUNLARI TICARILEŞTIREBILMEKTIR. BIR ÜLKENIN
SÜRDÜRÜLEBILIR REFAHI IÇIN TEKNOLOJIK YENILIK HAYATI BIR
ÖNEM TAŞIMAKTADIR” DEDI.
Söyleşimizde ağırlıklı olarak Bakanlığınızın 2015 yılı hedeflerine yer vermeyi istiyoruz. Bu çerçevede öncelikle “ekonomik
büyümenin lokomotifi” olarak ifade ettiğiniz sanayi sektörüne
ilişkin 2015 yılı beklentilerini bizimle paylaşabilir misiniz?
IMF’nin yayımlamış olduğu Temmuz Ayı Dünya Ekonomi Görünümü Raporu’na göre, küresel koşullar karşısında gelişen
ülkelerin ekonomik büyümelerinin 2015 yılında önemli ölçüde
sınırlanacağı öngörülmektedir. Türkiye, Brezilya, Arjantin ve
Hindistan, büyüme alanında en çok etkilenecek ülkeler olarak
belirlenmiştir. Yine aynı çalışma yüksek enflasyon, cari açık ve
dış kaynak ihtiyacı olan 7 ülkeyi kırılgan ülke olarak gruplamış ve
Türkiye’yi de bu gruba koymuş durumdadır. 2015 yılına ilişkin bu
değerlendirmeler çerçevesinde ihracat, cari açık ve büyümenin
yavaşlaması endişeleri karşısında en öncelikli iktisadi faaliyet
olmaya devam etmektedir.
Kısaca dünya ekonomi görünümü 2015 yılında bu beklentiler
arasında olurken, Türkiye’nin 2023’te 500 milyar dolar ihracat
hedefini yakalayabilmesi için Ar-Ge, inovasyon, tasarım ve markalaşmaya önem vermesi gerekmektedir.
Önümüzdeki dönemde teknolojik gelişmelerin belirli alanlarda
yoğunlaşarak ekonomik, sosyal ve askerî gelişmeleri şekillendirmesi beklenmektedir. 10. Kalkınma Planı’na göre bu sektörlerin
başında bilgi teknolojileri, otomasyon ve ileri üretim teknikleri ve
sağlık teknolojileri gelmektedir. Özellikle dijital iletişim, nanoteknoloji, yüzey teknolojileri, malzeme bilimleri, ölçümleme cihazları,
biyoteknoloji ve çevre teknolojileri hızlı gelişen alanlar olarak öne
çıkmaktadır. Nanoteknoloji ve biyoteknoloji alanlarındaki gelişmeler, yeni imkanlar sunmakla birlikte çevre ve etik boyutlarıyla
da gündemde olacaktır.
“Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim” (3Y) olarak formüle ettiğiniz
sanayi üretimiyle ilgili çalışmaların önemine ve gelinen noktaya
ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Az önce ifade ettiğim beklentiler çerçevesinde hazırlıkları devam
eden ve 2015-2018 yılları arasında uygulamaya girmesi düşünülen
Türkiye Sanayi Stratejisi’nin 3 temel hedef üzerinde kurgulanması planlanmaktadır. Bu hedefler Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim
formülü temelinde sırasıyla, sanayide bilgi ve teknolojiye dayalı
yüksek katma değerli yerli üretimin geliştirilmesi; kaynakların
etkin kullanıldığı, daha yeşil ve rekabetçi bir sanayi yapısına
dönüşümün sağlanması; sosyal ve bölgesel gelişmeye katkı
sağlayan ve nitelikli istihdam yaratan sanayinin desteklenmesi
olarak belirlenmiştir.
Türkiye Sanayi Stratejisi’nin yeni dönemde (2015-2018) uygulamaya girmesiyle birlikte Türk sanayisinin büyüme hızını ve
istihdam oranlarını artırması, 2023 hedeflerine ulaşması beklenmektedir.
Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim ile ilgili olarak sanayi stratejimizde belirlenen eylemlerin yanı sıra iki önemli çalışma daha
yürütülmektedir. Bu çalışmalardan biri, Bakanlığımız koordinasyonunda hazırlanan Sanayi İşbirliği Programı (SİP) Yönetmeliği’dir.
Sanayide teknolojik dönüşümü sağlayacak bir model olarak
hazırlanan söz konusu yönetmelik (sivil offset uygulaması) ile
“kamu alımlarının ve kullanım hakkı tahsislerinin yeniliği, yerlileşmeyi ve teknoloji transferini teşvik edecek şekilde iyileştirilmesi”
amaçlanmaktadır.
Ülkemizde yerli ve yenilikçi üretimi sağlayacak diğer çalışmamız
ise “Yerli Malı Tebliğ Taslağı”nın hazırlık çalışmalarıdır. Ülkemizin
ihtiyacı olan sanayi ürünlerinin yerli malı üretimle karşılanması
29
“ÜLKEMIZIN BILIM, TEKNOLOJI, AR-GE VE YENILIKÇILIK
HEDEFLERI DOĞRULTUSUNDA GELIŞMESINI SAĞLAMAK
VE SANAYIMIZI TEKNOLOJI TABANLI ÜRETIM YAPISINA
KAVUŞTURMAK AMACIYLA KAMU, ÜNIVERSITE VE SANAYI
IŞBIRLIĞI KURMAYA ÇALIŞIYORUZ.”
öncelikli hedeflerimizden biridir. Ülke ekonomisi açısından son
derece önemli olan bu hedefin geliştirilmesi için Bakanlığımız tarafından çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Bu kapsamda 4734 sayılı
Kamu İhale Kanunu’nun 63. maddesinin (c) bendinde kamu mal
alımı ihalelerinde yerli malı teklif eden istekliler lehine %15 oranına
kadar fiyat avantajı sağlanmasına yönelik düzenleme yapılmıştır.
Ayrıca, hazırlanan tebliğin yürürlüğe girmesi ile yerli malı
belgesinin verilmesi için yerli katkı oranının en az yüzde 51, orta
ve ileri teknoloji ürünler için en az yüzde 35 olması kriteri getirilecektir. Kamu alımlarında yerli malı için fiyat avantajının sağlanması sanayinin yapısal dönüşümüne katkı sağlayacaktır. Bu
konu, ithalata olan bağımlılığın azaltılmasında bir politika aracı
olarak devreye konulmuştur. Özellikle orta ve ileri teknoloji ürünlerinde fiyat avantajının sağlanmasının zorunlu hale getirilmiş
olması, ülkemizde Ar-Ge ve yenilik çalışmalarının yönlendirilmesi,
ileri teknolojili ürünlerin üretilmesi ve imalat sanayiinde yapısal
dönüşümün sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır.
Yeşil üretim konusunda ise sanayicimizin üretim yaparken
insan sağlığına zarar vermeden, insan hayatını hiçe saymadan
temiz ve kaynakları etkin kullanan bir üretim yapısına kavuşması
30
SÖYLEŞI
amaçlanmaktadır. Bunun için ulusal eko-verimlilik programları
uygulanmış, TÜBİTAK bünyesinde Temiz Üretim Enstitüsü
kurulmuştur. Bu kapsamdaki çalışmalara sanayi stratejisindeki
yeni eylemlerle devam edilecektir.
Gelişmiş ekonomilerin temel itici gücü olduğunu belirttiğiniz
Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları, Bakanlığınızın önemle üzerinde durduğu konular arasında yer alıyor. Ülkemizin bu alanlarda
ulaştığı nokta ve önümüzdeki sürece dair hedefler nelerdir?
Küresel rekabetin alabildiğine hızlandığı günümüz dünyasında
ayakta kalabilmenin en önemli unsuru yeni teknolojiler üretmek
ve bunları ticarileştirebilmektir. Bir ülkenin sürdürülebilir refahı
için teknolojik yenilik hayati bir önem taşımaktadır. Zira ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın lokomotifini sermaye değil,
bilgi ve teknoloji üstlenmiştir. Günümüzde ulusal ekonomilerin
güçlerini ve dünya pazarlarındaki yerini belirleyen temel faktör
teknolojik düzeyleridir. Bu nedenledir ki dünya ticaretinde ve
küresel pazarlarda sözü geçen kuruluşlar, satış gelirlerinin %5 ila
15’ini Ar-Ge için harcamaktadır. Yine bu ülkeler, ulusal gelirlerinin
%2 ila 6’sını Ar-Ge’ye ayırmaktadır.
Ülkemizin de önündeki hedeflerin en önemlisi, Ar-Ge’ye dayalı
teknoloji yoğun ürün ve üretim yöntemleri geliştirmek ve küresel
rekabet arenasında sağlam bir şekilde yerimizi almak olmalıdır.
Bu çerçevede, özellikle üniversitelerimiz, akademik çalışmalarının
yanında uygulamaya yönelik Ar-Ge’ye ağırlık vermek ve sanayicilerle ortak çalışmalar yaparak programlarını sanayinin ihtiyaçlarına göre belirlemek, ileri teknolojiye yönelik, katma değeri ve
ihracat şansı yüksek olan ürünlerin geliştirilmesini hedef almak,
yani üniversitede üretilen bilgiyi katma değer yaratacak ürüne
dönüştürmek zorundadırlar.
Bu çerçeveden bakıldığında ülke sanayisinin teknoloji tabanının
yükseltilerek bilgi ve teknoloji üretir hale getirilmesi ve uluslararası pazarlarda rekabet edebilir bir yapıya kavuşturulmasının
sağlanması temel hedefimizdir.
Bakanlık olarak ülkemizin bilim, teknoloji, Ar-Ge ve yenilikçilik
hedefleri doğrultusunda gelişmesini sağlamak ve sanayimizi
teknoloji tabanlı üretim yapısına kavuşturmak amacıyla yenilikçi Ar-Ge kültürü gelişmiş bir toplumsal yapı oluşturarak
kurumsallaşmış ve sürdürülebilir bir kamu, üniversite ve sanayi
işbirliği kurmaya çalışıyoruz. Üniversitelerimizde, Ar-Ge merkez
ve enstitülerimizde veya işletmelerimizdeki bilgi üreten, bilgiyi
ticarileştirerek ekonomik ve sosyal faydaya dönüştürecek iyi
yetişmiş, nitelikli tüm kadroları harekete geçirmeye çalışıyoruz.
Bunun için gerekli ekosistemi bütün arayüzleriyle birlikte oluştu-
rup işler hale getiriyoruz.
Bu alanda geçtiğimiz on yılda teknoloji geliştirme bölgeleri, özel
sektör Ar-Ge merkezleri, teknoloji transfer ofisleri gibi yapısal
kurumların oluşturulmasında ve teknolojik ürünün araştırılması,
geliştirilmesi, üretilmesi gibi alanları kapsayan proje destekleri
bağlamında önemli düzenlemeleri hayata geçirdik. Ülkemizde,
2023 hedefleri doğrultusunda ihtiyaç duyduğu bilgiyi kendi gücü
ile üreten, ürettiği bilgiden teknoloji geliştiren bir yapıyı kurabilmek için çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz.
Bunun yanında yüksek teknoloji alanlarından olan ve hemen
tüm sektörleri hareketlendirme şansı bulunan biyoteknoloji,
nanoteknoloji ve yazılım sektörlerine özel bir önem veriyoruz.
Bu konularda strateji belgeleri ve eylem planları hazırlayarak bu
teknolojilerden daha fazla yararlanmaya çalışacağız. Katma değer oluşturacak her konuyu desteklemeye devam edeceğiz. Bu
bağlamda tasarım ofislerine Ar-Ge merkezleri desteği vereceğiz.
Ürettiğimiz teknolojik ürünlerin kullanımını fiyat avantajı veya
teknolojik ürün deneyim belgesi yöntemiyle yaygınlaştıracağız.
Teknoloji tabanlı firmaların kurulup büyümesi için gerekli her
desteği vereceğiz.
Kısa bir süre önce, Ar-Ge yapan öğretim üyelerine destek
sağlayacak önemli bir düzenlemeden söz ettiniz. Bu çerçevede kamu-üniversite-sanayi işbirliği çalışmaları ile ilgili bilgi
verebilir misiniz?
Bilindiği gibi günümüzde dünya piyasalarında söz sahibi ekonomiler bilgiye, teknolojiye, Ar-Ge’ye ve yenilikçiliğe dayanmaktadır. Bu
ise iyi yetişmiş nitelikli kadrolarla yapılabilecek bir faaliyettir. Ülkelerin nitelikli kadrolarının yoğunlaştığı yerler üniversitelerdir. Biz
bu gerçekten hareketle 2013 yılında bilim, sanayi ve teknolojiye
yönelik tüm hizmetleri Türkiye geneline yayma, yeni ve yenilikçi
fikirler ve projeler üretilmesini sağlama, bu alanda verilen devlet
desteklerini tanıtma ve yaygınlaştırma, kamu-üniversite-sanayi
işbirliğini (KÜSİ) güçlendirebilme, toplumda farkındalık yaratabilme, bu konuyu gündemde tutarak bilinirliğini artırabilme ve
daha ileri aşamalara taşıyarak kurumsallaştırabilme amaçlarını
da dikkate alarak Türkiye genelinde 26 kalkınma bölgesinde 81 ili
kapsayan toplantılar düzenledik.
Toplantılarda, bölge illerinin valileri, üniversitelerin rektörleri ve
akademisyenlerin yanı sıra Kalkınma Ajansı, Ar-Ge Merkezi, Teknoloji Geliştirme Bölgesi, Organize Sanayi Bölgesi, Serbest Bölge
ve Endüstri Bölgesi yöneticileri ile sanayiciler ve sanayicilerin oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri bir araya getirilerek
KÜSİ ile ilgili ulusal ve bölgesel konular tartışıldı. Konuşmacı ve
panelistler dışındaki katılımcıların konuya ilişkin görüş ve önerileri
31
soru-cevap bölümlerinde alındı. Ayrıca tüm katılımcılara konuyla
ilgili düşüncelerini yansıtabileceği, sorun ve çözüm önerileri getirebileceği bir anket uygulandı.
Toplantıların çıktıları analiz edildi ve geniş bir raporla birlikte
KÜSİ Strateji Belgesi ve Eylem Planı hazırlandı. Bakanlığımızda
her bölgeden akademisyenlerden oluşan bir çalışma grubu kuruldu. Bu grup bundan sonra bölgelerinde sürekli olarak çalışacaktır.
Belli aralıklarla da genel değerlendirme toplantıları yapılacaktır.
Böylece konu sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulmuştur.
Bu faaliyetlerle akademisyenlerimizin daha fazla proje yapması, sanayimizin sorunlarına çözüm üretmesi, ülkemizin ihtiyaç
duyduğu teknolojilerin geliştirilmesi ve transferi sağlanacaktır.
Bunu özendirebilmek için YÖK yasasında yapılacak bir düzenleme
ile akademisyenlerin sanayi ile yürüttükleri Ar-Ge faaliyetlerinden
elde ettikleri gelirlerin %85’inin döner sermaye yoluyla kendilerine
ödenmesini sağlayacağız.
“Girişimcilik”, Bakanlık çalışmalarının önemli başlıklarından
birini oluşturuyor. Ülke ekonomisi açısından bu konunun önemine ilişkin değerlendirmelerinizi ve Bakanlık olarak bu alana
yönelik desteklerinizin 2015 yılında nasıl bir seyir izleyeceğini
öğrenebilir miyiz?
Günümüzde ülkemizin teknolojik düzeyinin yükseltilmesi, üretilen
ürünlerin içinde yüksek teknolojili ürünler oranının artırılması
ve ülkemizin rekabet gücünün küresel rekabete uygun hale
getirilebilmesi için yeni teknoloji tabanlı firmaların kurulması ve
büyütülmesi önem arz etmektedir.
Bakanlığımız 5746 Sayılı Kanun kapsamında, örgün öğrenim
veren üniversitelerin herhangi bir lisans programından bir yıl
içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya
doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok beş yıl önce almış
kişilerin teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini, bir iş planı çerçevesinde katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli
yüksek teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik etmek amacıyla
100 bin TL’ye kadar Teknogirişim Sermayesi Desteği vermektedir.
Burada esas amaç, nitelikli ve katma değeri yüksek ürünler
üreten küresel rekabete uygun firmaları çoğaltmaktır. Yine bu
kapsamda teknolojik ürüne getirdiğimiz yatırım desteğiyle de
yenilikçi girişimcilik desteklenmekte ve ticarileşme şansı olan
buluşların yatırıma dönüşmesi sağlanmaktadır.
Bakanlığınızın denetim sorumluluğundaki ürünlerin çoğu doğrudan tüketiciye ulaşıyor. Bu durum, “piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetleri”nin önemini daha da artırıyor. Bu faaliyetlerde
2015 yılında yeni uygulamalarınız söz konusu olacak mı?
32
SÖYLEŞI
“PIYASA GÖZETIMI VE
DENETIMI FAALIYETLERININ
ETKINLIĞINI ARTIRMAK
AMACIYLA 2015-2018 SANAYI
ÜRÜNLERI GÜVENLIĞI VE
DENETIMI STRATEJISI EYLEM
PLANI HAZIRLANMIŞTIR.”
Sanayi ürünlerinin piyasaya güvenli olarak arzını sağlamak amacıyla Bakanlığımız bünyesinde 2004 yılından itibaren yapılan
piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin daha etkin olarak gerçekleştirilmesi amacıyla 2011’de kurulan Genel Müdürlüğümüzün
yürüttüğü çalışmalar 2014 yılı içinde sürdürülmüştür. Geçtiğimiz
yılda bu faaliyetler kapsamında farklı ürün/marka ve modelde
toplam 80 bin 820 ürünün denetimi yapılmış, bu ürünlerin 66
bin 412’sinin teknik mevzuatına uygun, 14 bin 408’inin ise teknik
mevzuatına uygun olmadığı tespit edilmiştir. Aykırı (uygunsuz)
çıkan ürünler nedeniyle üreticilere toplam 3 milyon 89 bin 793 TL
idari para cezası uygulanmıştır.
En çok denetlenen ürün grupları elektrikli ekipmanlar, taşınabilir
basınçlı ekipmanlar ve makinelerdir. Uygunsuzluk oranının en yüksek olduğu ürün grupları %45 ile asansörler, %26,5 ile makineler
ve %26 ile taşınabilir basınçlı ekipmanlardır. En çok idari para
cezası uygulanan ürün grupları 1 milyon 696 bin 351 TL ile asansörler, 440 bin 910 TL ile elektrikli ekipmanlar, 277 bin 400 TL ile
taşınabilir basınçlı ekipmanlardır. Denetlenen ürünlerde ortalama
uygunsuzluk oranı %17,8 olmuştur. Güvensizliği tespit edilen 85
ürüne ilişkin toplatma kararları Bakanlığımız internet sitesinde
ilan edilmiştir.
Genel Müdürlüğümüzce yürütülen piyasa gözetimi ve denetimi
faaliyetlerinin etkinliğini artırmak amacıyla 2015-2018 Sanayi
Ürünleri Güvenliği ve Denetimi Stratejisi Eylem Planı kamuoyuna
duyurulmuş ve ilgili tüm kurum ve kuruluşlara dağıtımı yapılmıştır.
Bakanlığımızın sorumluluğunda bulunan ürünlerin teknik mevzuatına ve ürün güvenliği gereklerine uygunluğunu sağlamak için
yapılacak piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin uygulama
esaslarını belirlemek ve uygulamada yeknesaklık sağlamak amacıyla “2015 Yılı PGD Denetim Programı” hazırlanmış ve uygulamaya konulmuştur. 11 maddeden oluşan Asansör Eylem Planı hazırlanmıştır. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Piyasa Gözetimi ve
Denetimi Yönetmeliği 25.02.2014 tarihinde Çerçeve Yönetmelik
ve ihtiyaçlar çerçevesinde güncellenerek yayımlanmıştır.
2015 yılında yapılması planlanan faaliyetler ise şöyledir: 2014
Yılı Faaliyet Raporu hazırlanacak ve yayımlanacaktır. Yapılan denetimler düzenli olarak takip edilecektir. Denetimler sonucunda
tespit edilen güvensiz ürünler kamuoyuna duyurulacaktır. Risk
analizi yapılarak denetim programına esas ürünler tespit edilecektir. Ürün bazında denetim rehberleri hazırlanacaktır. Alo 130
Ürün Güvenliği Şikayet Hattı ya da diğer yollarla Bakanlığımıza
ulaşan şikayet ve ihbarlara yönelik denetimler gerçekleştirilecektir.
Proje odaklı PGD uygulama örneklerine ağırlık verilecektir. Kaza
Yaralanma Veri Tabanı ve RAPEX bildirimleri düzenli olarak takip
edilecektir. Teknik mevzuata aykırı ve güvensiz ürünlere ilişkin
verilen idari yaptırım kararları etkin takip edilecektir. Onaylanmış
kuruluşlar, uygunluk değerlendirme kuruluşları ve A tipi muayene
kuruluşlarının denetimleri etkinleştirilecektir. Gönüllü düzeltici
faaliyetler hakkında bilgilendirme çalışmaları yürütülecektir. Mesafeli satış kapsamında piyasada satışı yapılan ürünlerin denetimi
sağlanacaktır. Asansör denetimleri etkinleştirilecektir. Teknolojik
imkanların daha çok kullanılması ile ürün takip sistemleri kurulacaktır. Tüketici örgütleri ve üreticilerle işbirliği artırılacaktır. Ürün
güvenliği ve PGD hakkında tüketicilerin ve üreticilerin bilinçlendirilmesi için ürün güvenliği haftası, sektörel değerlendirme
toplantıları, panel gibi etkinlikler düzenlenecektir.
33
KADIM MIRAS ÜZERINE
KURULAN SIYASET
İTALYA
PARLAMENTOSU
34
DÜNYA PARLAMENTOLARI
KURULUŞUNDAN ITIBAREN SIYASI, EDEBI, FELSEFI, SANATSAL,
KÜLTÜREL, MIMARI VE TARIHÎ BAKIMDAN PEK ÇOK GELIŞMENIN
MERKEZI OLMUŞ İTALYA, BAŞINDA ROMA ADINDA BIR TAÇ
TAŞIYOR. GÜNÜMÜZDE İTALYA’NIN BAŞKENTI OLAN ROMA, ÇIFT
MECLISLI İTALYA PARLAMENTOSU’NUN DA EVI AYNI ZAMANDA.
ELİF ÇELİK
35
B
undan tam 200 bin yıl önceye dayanıyor İtalya topraklarındaki
yaşam izleri. Sadece Avrupa değil, diğer kıtalar ve ülkelerde
de tarihin akışını önemli ölçüde etkilemiş Roma İmparatorluğu
kurulmadan çok önce, İtalya yarımadasında pek çok uygarlık
var olmuş; özgün düşünce sistemlerinin oluşturulduğu, bunun
yanında Yunan felsefesine, mitolojisine, dinine, siyasetine dair
pek çok ögenin yaşatıldığı veya ilerletildiği muazzam bir miras
meydana getirilmişti.
İtalya’nın başkenti Roma’da ilk yerleşimlerin 14 bin yıl önceye
dayandığı varsayılıyor. Şehrin kurulmasına dair ise birden fazla
efsane bulunuyor. Bunlardan Roma Mitolojisi’nde yaygın olarak
kabul edilen anlatıya göre, kadim İtalya krallığı Alba Longa’nın kralı
Numitor’un iktidar hırsıyla yanan oğlu Amulius erkek kardeşlerini
öldürür, kız kardeşi Rhea Silvia’nın da çocuk sahibi olmaması için
elinden geleni yapar. Ne var ki Rhea Silvia, savaş tanrısı Mars’tan
-veya yarı tanrı Herkül’den- Romus ile Romulus adında erkek ikiz
dünyaya getirir. Amulius, kendisinin yerine tahtın varisi olmalarından korktuğu ikizleri Tiber nehrinin kıyısında bir yere terk eder.
Ancak pek çok mucize gerçekleşir: Nehir onları güvenli bir yere
taşır, ardından dişi bir kurt Romus ile Romulus’u kendi sütüyle
besler ve bir çoban tarafından bulunarak kökenleri hakkında hiçbir
fikirleri olmadan büyürler. Efsanede yeterince açık olmasa da bir
şekilde başlarına gelenleri öğrenirler ve Amulius’u öldürürler.
Yeni bir şehir kurmak isteyen gençler günümüz Roma’sının
bulunduğu topraklarda karar kılar, ancak anlaşmazlığa düştükleri
bir husus vardır. Romulus Palatine tepesini, Romus ise Aventine
tepesini merkez yapmak istemektedir. Sonuçta tutuştukları
kavgada Romus ölür, böylece kenti Romulus kurar ve ona Roma
adını verir. İlk lejyonlarını ve senatosunu oluşturarak kısa sürede
gelişecek bir medeniyetin atası olur.
Yaklaşık 250 yıl monarşiyle yönetilen Roma’da sonraları Etrüsk
kralları hakimiyet kurar. Roma’nın zamanla güçlenip sınırlarını
aşarak tüm Akdeniz’e egemen olması ise Roma Cumhuriyeti
dönemine rastlar. Ardından Roma İmparatorluğu Avrupa’nın en
batısından Asya ve Afrika’ya kadar yayılacak bir nüfuza kavuşur.
Roma İmparatorluğu’nun ideallerini yaşatma hedefiyle kurulan
Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun da yıkılmasının ardındansa pek çok farklı rejim görülür İtalya’da. Günümüz İtalya Cumhuriyeti 1946 yılında kurulur.
Çift meclisli parlamentoya iki farklı bina
2 Haziran 1946 tarihinden bu yana çok partili demokratik sistemle
yönetilen İtalya Cumhuriyeti’nin parlamentosu, 630 üyeli Temsilciler Meclisi ile 315 üyeli Cumhuriyet Senatosu’ndan oluşuyor.
Parlamentonun tüm üyeleri, 1948 yılında kabul edilen anayasaya
36
DÜNYA PARLAMENTOLARI
1755’TE PAPA XIV. BENEDICT
TARAFINDAN SATIN ALINAN
VE PAPALIK BINASI OLARAK
KULLANILAN PALAZZO
MADAMA’NIN ANA GIRIŞINDE
HÂLÂ PAPALIK ARMASI
YER ALIYOR.
göre eşit haklara ve güce sahip. Bununla birlikte, cumhurbaşkanı
değişeceği zaman Senato başkanı geçici olarak devletin başı olduğundan Senato parlamentonun üst meclisi kabul ediliyor.
Roma İmparatorluğu’nun yayıldığı topraklarda günümüze
dek ulaşan muazzam bir kültürel miras bırakmış Roma mimarisi, İtalya’da da oldukça baskın bir rol oynuyor elbette. İtalya
Parlamentosu’na ise ülkenin zengin geçmişinin birer parçası olan
iki farklı yapı evsahipliği yapıyor. Senato’nun toplandığı Palazzo
Madama’nın tarihi 15. yüzyıla, Papa IV. Sixtus’a dek uzanıyor.
Yapının olduğu arazi yaklaşık beş yüz yıl Farfa Manastırı’ndaki
Benedikten rahipleri tarafından kullanılmış. Birkaç defa el değiştirerek farklı amaçlara hizmet eden bu toprak parçası Medici ailesine
devrolduğunda, sonraları Papa X. Leo olacak Kardinal Giovanni
de Medici tarafından 1505 yılında satın alınarak bugünkü Palazzo
Madama inşa ettirilmiş ve uzun bir süre konut işlevi görmüş.
Papa’nın ölümünden sonra yine farklı amaçlarla ve farklı kişilerce
kullanılan yapı, 17. yüzyılda Fransız kraliyet ailesi Bourbonlar ile
yakın ilişkileri bulunan Kardinal Francesco Maria del Monte ve
ailesinin ikametgahı olmuş. Bu dönemde binanın ön cephesi Barok
üslupta yenilenmiş, Yunan ve Roma mitolojilerinden beslenen pek
çok aslan figürlü betimlemeyle süslenmiş.
Adını Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ın kızı Avusturyalı Madama Margherita’dan alan Palazzo Madama, her kenarı birbirinden
farklı uzunluktaki bir beşgeni andıran plana sahip. Mermer sütunlarla desteklenmiş ana giriş, bir merdiven aracılığıyla parlamentonun en önemli kısımlarının bulunduğu birinci kata açılıyor. Bu katta
37
PALAZZO MONTECITORIO’NUN MECLIS SALONU, INCE IŞÇILIĞIYLE
BÜYÜLEYEN VITRAY ÇALIŞMALARI, SALONU ÇEVRELEYEN
“İTALYA HALKI” ADLI DUVAR RESMI, BAŞKANIN VE VEKILLERIN
KOLTUKLARININ YANLARINDA BULUNAN BRONZ FIGÜRLER ILE
“SAVOY HANEDANI’NIN ZAFERI” TEMALI PANOLAR BAŞTA
OLMAK ÜZERE ART NOUVEAU ÜSLUBUNDA PEK ÇOK
DEKORATIF ÖGE BARINDIRIYOR.
Senato’nun toplandığı yer olan ve kırmızı dekorasyonu ile dikkat çeken salonda Senato başkanının kürsüsünün arkasında iki dikdörtgen
plaka bulunuyor; bunlardan birinde İtalya’da günümüz siyasetine dair bir yazı diğerindeyse İtalya’nın birliğine dair II. Vittorio Emanuele’e
ait eski bir alıntı yer alıyor. Salonun tavanı yurttaşlık değerlerine ilişkin betimlemeler taşıyan bir kumaşla kaplanmış.
Palazzo Madama’nın önemli kısımlarından biri olan ve ünlü İtalyan ressam ve heykeltıraş Cesare Maccari’nin adını taşıyan Maccari
Salonu, dört bir yanındaki betimlemelerle göze çarpıyor. İtalya’nın kişileştirildiği bir resmin yanı sıra ticaret, tarım gibi ülke ekonomisinde önem taşıyan alanlara, bilime ve sanata dair çeşitli alegorik figürlerin yer aldığı salonun frizlerinde Niccolo Machiavelli ile Francesco
Guicciardini’ye ait alıntılar bulunuyor. Duvarlarda ise kadim Roma Senatosu’na dair önem taşıyan tarihî olayların betimlemeleri yer alıyor.
Bu betimlemeler arasında Epirus Krallığı’nın elçisi Cinea’nın barış teklifini kabul etmemeleri için Romalıları ikna etmeye çalışan Appio
38
DÜNYA PARLAMENTOLARI
Claudio, Keltlerin Roma’yı işgali sırasında
Senatör Papirius Gallo’nun tutumu, Cicero döneminde Roma Senatosu ve Kartacalılara karşı
Senato’ya Roma’nın daha güçlü savunulmasını
öneren Marcus Atillius Regulus’u konu edinen
resimler sayılabilir.
Yapının “İtalya Holü” adı verilen kısmı resmî
davetler için kullanılıyor. Altı tarihî kişiliğin
temsil edildiği freskolarla süslenen holde çocuk
melek ve aslan süslemeleri göze çarpıyor.
Palazzo Madama’nın diğer kısımlarından
ayrılan “Devekuşu Salonu”nun adının nereden
geldiğine dair iki varsayım bulunuyor. Bunlardan birine göre Avusturyalı Margherita’ya
ithafen, Fransızcada Avusturya anlamındaki
Austriche ile devekuşu anlamındaki autruche
kelimelerinin bir araya geldiği bir sözcük oyunu
yapılmış. Diğer varsayımsa devekuşunun Medici ailesi tarafından gücü ve sağlamlığı temsil
eden bir sembol olarak kullanıldığı yönünde.
Politika sanata sahip çıkıyor
İtalya’nın Temsilciler Meclisi’ne 17. yüzyılda
inşa edilen Palazzo Montecitorio evsahipliği
yapıyor. Yapı ilk olarak Papa XV. Gregory’nin
yeğeni Kardinal Ludovico Ludovisi için mimar
Gian Lorenzo Bernini tarafından dizayn edilmiş.
Papa’nın ölümü üzerine durdurulan inşaat, XII.
Innocent’in papa olması ve Carlo Fontana’nın
Bernini’nin tasarımını modifiye etmesiyle
tamamlanmış.
Palazzo Montecitorio 1696 yılından itibaren Katolik Kilisesi tarafından yürütülen bazı
mahkemelerin görüldüğü yer olmuş. Sonraları
il yönetimi tarafından kullanılan yapı, İtalya’nın
birleşmesinin ardından 1870’te başkentin
Roma’ya taşınmasıyla Temsilciler Meclisi’nin
toplanma yeri olmuş. Bununla birlikte, zamanla
yeni rolüne ayak uyduramayan bina 1900’lerin
başında kapsamlı bir şekilde yenilenerek sadece ön cephesi olduğu gibi bırakılmış.
Palazzo Montecitorio’nun ilk katında Temsilciler Meclisi’nin toplandığı salon, dekorasyonu
dolayısıyla “Okyanus” adı verilen bir salon,
milletvekillerinin odaları, postaların toplanıp
taksim edildiği kısım, dinlenme mekanı olarak kullanılan “Yeşil Oda”, yasama arşivi,
seçim yönetim kurulu ofisi yer alıyor. Yapının ikinci katında ise önemli komite odaları,
başkanın ofisi ile genel sekreterlik bulunuyor. Milletvekilleri ile başkanların bronz ve
mermerden yapılmış büstlerinin bulunduğu koridora bu kattaki anıtsal bir merdiven
aracılığıyla ulaşılıyor.
Palazzo Montecitorio, en eskileri 16. yüzyıla tarihlenen binlerce resim, heykel,
gravür, arkeolojik bulgu ve antika eşya barındırıyor. Küçük bir kısmı sanatçılar veya
mirasçıları tarafından bağışlanan ve modern sanata kadar uzanan bu koleksiyon
1930’lardan bu yana Temsilciler Meclisi’nin varlığı sayılıyor. Söz konusu eserlerden
en önemlileri arasında Mattia Preti’nin “The Road to Cavalry”, Michele Desubleo’nun
“Odysseus and Nausicaa”, Guido Reni’nin “Four Seasons”, Giuseppe Recco’nun “Flowers and Game” ve Luca Giordano’nun “Sleeping Venus” adlı eserleri sayılabilir.
39
KADIR RAMAZAN COŞKUN:
SIYASETTE SÖZ AĞIZDAN BIR KERE ÇIKAR,
ONUN ARKASINDA DURMAK GEREKIR
RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ
FOTOĞRAFLAR: İSMAİL DEMİR
1991-1995 YILLARI ARASINDA MİLLETVEKİLLİĞİ YAPAN KADİR
RAMAZAN COŞKUN, SİYASETTE UZLAŞMA ARAYIŞININ
ÖNEMİNE İŞARET EDEREK, “FARKLI GÖRÜŞLERİN DİLE GETİRİLMESİ
DEMOKRASİNİN BİR GEREĞİDİR, ANCAK SERT SÖYLEMLERDEN
UZAK DURMAK, ÜLKENİN HUZUR VE REFAHI İÇİN ORTAK
BIR NOKTADA BULUŞABILMEK GEREKİR” DİYOR. TPB GENEL
SEKRETERİ COŞKUN, MİLLETVEKİLLİĞİ KANUNUNUN ÇIKMASI İÇİN
GİRİŞİMLERİNİ SÜRDÜRECEKLERİNİ DE İFADE EDİYOR.
40
RÖPORTAJ
A
n gelir, zaman durur, mekan yok
olur; bir siz kalırsınız koca dünyada, bir de geçmişinizden bir iz. Çocukluğunuza dair bir anı mesela. Sizi yıllar
öncesine götüren, duygudan duyguya
sürükleyen...
“O an gözyaşlarımı tutamadım”
diyor Kadir Ramazan Coşkun. Onu
böylesine etkileyen şey, çocukluk
hatıralarında önemli bir yer tutan
Etibank’a uzun yıllar sonra Yönetim
Kurulu Üyesi olarak gittiğinde aklına
gelenler, yüreğini titretenler... “Rahmetli babam Etibank’ta odacıydı.
Çocukken bazen yanına gider, onunla
birlikte vakit geçirirdim. Yıllar sonra bir
yönetim kurulu toplantısına katılmak
üzere Etibank’tan içeri girdiğimde o
günler geldi aklıma, duygulanmamak
elde değildi” diyen Coşkun, Erzincan
Kemaliyeli bir ailenin çocuğu. Babası
Hilmi Bey’in evlatlarını okutmak için
geldiği Ankara’da doğan Kadir Ramazan Coşkun, kıt kanaat geçinen bir
ailede büyüyünce hayata erken yaşta
atılıyor. Gün geliyor simit satıyor, gün
geliyor eski kitaplar, çizgi romanlar. Bu
sayede hem harçlığını çıkarıyor hem
de sosyal ortamlarda girişken olmayı
öğreniyor. Kendi ayakları üzerinde
durarak bir kız, dört erkek evlat sahibi
babasına bir nebze de olsa katkıda
bulunuyor.
Kadir Ramazan Coşkun, üç erkek kardeşi gibi Ulus Birinci Sanat
Enstitüsü’nde okuyor. Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi
Elektrik Fakültesi’nden mezun olduktan sonra da iş hayatına atılıyor.
Coşkun’un siyasetle ilgilenmesi ise
üniversite yıllarında sağ görüşlü öğrenci derneklerinde yer almasıyla başlıyor.
“Demokrat Partili bir ailede büyüdüm.
Babam siyasetle aktif olarak ilgilenmese de dayımın parti delegeliği ve
yöneticiliği vardı” diyen Kadir Ramazan Coşkun, 1983’te Anavatan Partisi’nin kurulmasıyla
birlikte siyaset hayatında yeni bir sayfa açıyor. Mühendis olarak yurt dışına gidip geldiği
için dünyadaki gelişmeleri iyi bilen Coşkun, Turgut Özal’ın Türkiye’ye çağ atlatacağını ifade
ettiği projelerden etkilenerek Anavatan Partisi’ne destek vermeye başlıyor. O dönemde
Küçükçekmece Belediye Başkanlığı için aday adaylığı gündeme geliyor, ancak söz konusu
adaylık yarışını “Bu olay dostluğumuza vesile oldu” dediği Aydın Ayaydın kazanıyor. Kadir
Ramazan Coşkun’un parti ile ilişkileri artarak devam ederken gün geliyor iş ve siyaset arasında bir tercih yapması gerekiyor. Coşkun siyaseti seçiyor ve Anavatan Partisi Bakırköy İlçe
Başkanı oluyor. Bu dönemde parti içi siyasi mücadelelerde de adı geçiyor. Örneğin İstanbul İl
Başkanlığı seçiminde Semra Özal’a karşı Eymen Topbaş’ı, genel başkanlık yarışında ise Mesut
Yılmaz’a karşı Yıldırım Akbulut’u destekliyor. Topbaş ve Akbulut kazanamayınca Coşkun’un
siyasi hayatı kendi deyimiyle dara giriyor. Kadir Ramazan Coşkun, “1991 seçimleri öncesinde
milletvekili adayı oldum, ama Mesut Yılmaz’ı desteklemediğim için seçilemeyeceğim bir
sıraya konuldum. O dönemde tercihli oy sistemi vardı, bu benim için bir şans oldu. Oldukça
yüksek bir tercihle milletvekili seçilerek bu onurlu görevi üstlendim” diyor.
“Anavatan Partisi Türkiye’yi bir yerden bir yere taşıdı”
Kadir Ramazan Coşkun, 1991-1995 arasındaki TBMM 19. Dönem’de İstanbul Milletvekili olarak
görev yapıyor. Tecrübeli siyasetçi, Anavatan Partisi’nin iktidarda yer almadığı bu dönemle
ilgili şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Seçimler öncesinde Anavatan Partisi’nin karşısında
güçlü bir muhalefet oluşmuştu. Siyasi parti liderleri hem icraatlara yönelik ciddi eleştiriler
yöneltmişler hem de çok büyük vaatlerde bulunmuşlardı. 1991 seçimlerinin ardından DYP-SHP
ortaklığında 49. Hükümet kuruldu. İki farklı siyasi geleneğe sahip partinin koalisyonda yer
alması ilk başta kulağa hoş gelse de icraat noktasında bekleneni veremediler, çünkü iktidar
için hazırlıklı olmadıkları, bir programlarının bulunmadığı anlaşıldı. Oysa Anavatan Partisi
programlarıyla birlikte gelmiş, bunları uygulayarak Türkiye’yi bir yerden bir yere taşımıştı.
Koalisyon hükümeti, Anavatan Partisi’nin Türkiye’yi getirdiği noktayı daha ileri götürebilseydi
41
“GEÇMIŞ DÖNEMLERDE MILLETVEKILLIĞI, BAKANLIK,
BAŞBAKANLIK YAPMIŞ BÜYÜKLERIMIZ ÇOK ÖNEMLI BILGI
BIRIKIMI VE TECRÜBEYE SAHIPLER. TÜRK PARLAMENTERLER
BIRLIĞI OLARAK BU BIRIKIMI DEĞERLENDIRMEK VE
TECRÜBELERDEN YARARLANMAK ÜZERE
ÇALIŞMALAR YAPIYORUZ.”
ülkemiz çok şey kazanabilirdi, fakat çeşitli nedenlerle bu gerçekleştirilemedi. Neticede Türkiye açısından kayıp bir dönem oldu.”
Kadir Ramazan Coşkun, milletvekili seçildiğinde 33 yaşında
olduğunu belirtiyor. Meclis’in en gençleri arasındaki Coşkun, Başkanlık Divanı’nda Katip Üye olarak çalışmalara katkı sağlıyor. Bu
görevi Anavatan Partisi Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK)
üyesi olduğu döneme kadar yürüten Coşkun, “O yıl MKYK seçimleri oldukça maceralı geçmişti. Mesut Yılmaz’a muhalefet
ettiğim için listede adım yer almıyordu. Bunun üzerine büyük
bir mücadeleye giriştim ve listeyi delerek MKYK’ya seçildim.
Basın Propaganda ile Teşkilat başkan yardımcılıkları görevlerinde
bulundum” diyor. Partideki görevlerini yürütürken Meclis’te de
çeşitli komisyonlarda yer alan tecrübeli siyasetçi, Millî Eğitim
Komisyonu’ndaki çalışmaları sırasında unutamadığı bir anısını
şöyle anlatıyor: “Üç özel üniversitenin kurulmasıyla ilgili kanun
görüşülüyordu. Kanunda üniversitelerden biri için özel hüküm
konulmuştu. Bu üniversiteyi bitirenler otomatikman memurluğa
geçecek, stajyer memur olacaktı. Fırsat eşitliğine aykırı bulduğumuz bu konuyla ilgili ciddi bir mücadele verdik ve komisyondaki
arkadaşlarımızla beraber bunu engelledik.”
42
RÖPORTAJ
Kadir Ramazan Coşkun, milletvekilliği döneminde Aile
Bakanlığı’nın kurulmasıyla ilgili kanun teklifi hazırladığını, ancak
teklifin yasalaşma fırsatı bulamadığını belirterek, “Bilindiği gibi
daha sonra bu bakanlık kuruldu, zannediyorum o süreçte bizim
çalışmamızdan faydalanılmıştır, çünkü çok kapsamlı bir hazırlık
yapılmıştı” diyor. Meclis yıllarından söz ederken ilginç bir anısını
da paylaşan Coşkun, “Bütçe görüşmeleri sırasında Diyanet İşleri
Başkanlığı ile ilgili güzel bir konuşma yaptım. O konuşma üzerine
Suudi Arabistan Kralı beni davet etti. Böylece, Allah kabul etsin,
bir kez daha hacca gitme fırsatı buldum” diye konuşuyor. Tecrübeli
siyasetçi, unutamadığı olaylardan birini ise şöyle anlatıyor: “Kemaliye Başpınarlıyım. 1993’te nahiyemize bağlı Başbağlar köyüne
baskın düzenlenerek akşam namazı için camide toplanan tüm erkekler öldürüldü. Bu olayla ilgili araştırma komisyonu kurulmasına
öncülük ettim. Üyesi olduğum komisyonun çalışmaları sırasında
çok üzücü anlar yaşadık; birçoğu hâlâ gözümün önündedir.”
Seçmenlerle ilişkilerini sorduğumuz Kadir Ramazan Coşkun,
“Uzun yıllar parti teşkilatında görev almam nedeniyle ülkemizin
hemen her ilinden ziyaretçilerim olurdu. Erzincanlı hemşehrilerim de sıklıkla gelir, sorunlarını ve taleplerini iletirlerdi. Elimden
geldiğince kendilerine yardımcı olmaya çalıştım” yanıtını veriyor.
“Siyaset, insanlara hizmet etmenin
en önemli araçlarından biri”
Kadir Ramazan Coşkun 1995 seçimlerinde milletvekili adayı olmuyor, ama ağabeyi, Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Ali Coşkun
siyasete giriyor. “Ağabeyime zaman zaman ‘Kıdem bende’ diye
takılırım. Kendisi de ‘Kadir benden tecrübeli’ der. Aramızdaki
bir espridir bu” diyen Coşkun, milletvekilliği dönemi sona erince
bürokrasiye dönüyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf İnşaat Restorasyon ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürü olduğu dönemde, özellikle
Kazakistan’daki Hoca Ahmed Yesevî Türbesi’nin onarımına katkıda bulunmaktan mutluluk duyduğunu ifade eden Kadir Ramazan
Coşkun, daha sonra dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın teklifi
üzerine Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) Genel Müdürü olduğunu belirtiyor. TEDAŞ’ın
ardından Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde görev alarak yaklaşık beş yıl Genel Sekreterlik
yapan Coşkun, 2008’de belediyeden ayrılıp iş hayatına dönüyor.
Kadir Ramazan Coşkun, siyasette teşkilatçılığı ve uzlaşmacı kişiliğiyle tanınıyor, onun için
“sağın çimento ismi” yorumu yapanlar bulunuyor. Coşkun, “Peygamber Efendimiz (s.a.v)
‘İnsanın en hayırlısı insanlara faydalı olandır’ diyor. Siyaset, insanlara hizmet etmenin en
önemli araçlarından biri. Siyaset hayatım boyunca Anavatan Partisi’nin sloganında yer
aldığı gibi ‘Halka Hizmet Hakk’a Hizmettir’ düşüncesiyle hareket ettim. Topluma faydalı
olabilmek için uzlaşmaya büyük önem verdim. Bu yaklaşımın güzel sonuçlar doğurduğunu
da gözlemledim. Günümüzde siyasi söylemler çok sert. Siyasette elbette farklı görüşler
dile getirilecektir, bu demokrasinin bir gereğidir, ancak çok sert söylemlerden uzak durmak,
ülkemizin birliği, dirliği, huzuru ve refahı için ana metinde uzlaşma sağlamak gerekiyor.
Siyaset yapanlar uzlaşmacı, işinde ve sözünde dürüst olmalıdır. Söz ağızdan çıktığında
onun arkasında durmak gerekir. Siyasette güven çok önemlidir, birlikte yola çıkılan kişi veya
kişiler yarı yolda bırakılmamalıdır” diyor.
“Milletvekilliği kanununun takipçisi olacağız”
Kadir Ramazan Coşkun, 2012 yılından bu yana Türk Parlamenterler Birliği Genel Sekreteri
olarak görev yapıyor. “Geçmiş dönemlerde milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık yapmış
büyüklerimiz çok önemli bilgi birikimi ve tecrübeye sahipler. Türk Parlamenterler Birliği
olarak bu birikimi değerlendirmek ve tecrübelerden yararlanmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Panel, seminer, konferans, sergi, gezi gibi faaliyetler düzenliyor, üyelerimizin ilettiği
çeşitli talepler ve sorunlarla ilgili gerekli girişimlerde bulunuyoruz” diyen Coşkun, uluslararası
çalışmalara da bir parantez açarak şunları söylüyor: “Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyine
Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Avrupa Derneği’nin (FP-AP) çalışmalarına aktif katılım
sağlayarak ülkemizi uluslararası platformda temsil ediyoruz. Geçtiğimiz kasım ayında FPAP tarafından yayımlanan ‘Brüksel Deklarasyonu’nun hazırlık sürecinde Türk Parlamenterler
Birliği’nin önemli katkısı bulunuyor. Birliğimiz farklı ülkelerden heyetlerin kabulü gibi çeşitli
uluslararası faaliyetler de yürütüyor.”
Kadir Ramazan Coşkun, Türk Parlamenterler Birliği’nin çalışmalarından söz ederken 2013
yılında TBMM gündemine gelen “Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeliği Kanunu Teklifi”ne
de değiniyor. Türkiye’de her kesimin
özel yasası bulunduğunu, ancak milletvekillerine yönelik bugüne kadar böyle
bir düzenleme yapılamadığını belirten
Coşkun, “Çeşitli kanun maddelerinde,
genelgelerde ve TBMM İçtüzüğü’nde
milletvekilleriyle ilgili düzenlemeler
var. Kanun teklifi hazırlanırken mevcut
düzenlemeler tek çatı altında bir araya
getirildi. Yapılan tek şey bu olmasına
rağmen maalesef basın tarafından
kamuoyu yanlış bilgilendirildi. Kanun
teklifi ile milletvekillerine yeni haklar
sağlandığı algısı oluşunca teklif yasalaşamadı. Milletvekillerini ilgilendiren
mevzuatın tek çatı altında toplanması
hem bir gereklilik hem de bir ihtiyaç.
Üstelik Anayasa’da ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin ödenek, yolluk ve
emeklilik işlemleri kanunla düzenlenir’
hükmü yer alıyor. Türk Parlamenterler
Birliği olarak konuyla ilgili girişimlerimizi
devam ettireceğiz” diyor. Milletvekillerinin özlük haklarıyla ilgili gerçek dışı
veya abartılı haberlerin geçmişten beri
yayımlandığına işaret eden Coşkun, “Sanılıyor ki milletvekili seçilen kişi hemen
emekliliği hak ediyor. Oysa milletvekilliğim sona erdiğinde emekli olamadım,
bunun için üç senem daha vardı, ben bu
durumu eşime bile anlatamadım” diye
konuşuyor.
Kadir Ramazan Coşkun’a ülke gündemindeki konuları da soruyoruz. “Türkiye
son on yılda ciddi bir ivme kazandı. Yurt
dışında itibarlı bir ülke konumuna geldi”
diyen Coşkun, çözüm sürecinin başarıyla
tamamlanması halinde ülkenin her açıdan büyük kazanımlar elde edeceğini
belirterek, “Türkiye bulunduğu yeri ikiye
katlar” yorumunu yapıyor. Coşkun çok
iyi bildiği sanayi sektörüyle ilgili olarak
“Bir ülke sanayisiyle ayakta kalır, kalkınır. Bu nedenle sanayiye daha fazla
önem vermemiz gerekiyor” diyor.
43
MİLLETVEKİLLERİNDEN
HOCALI KATLİAMI
DEĞERLENDİRMESİ
44
26 ŞUBAT 1992’DE YAŞANAN HOCALI KATLIAMI,
YAKIN TARIHIMIZIN EN ACI OLAYLARI ARASINDA YER ALIYOR.
FARKLI PARTILERDEN MILLETVEKILLERI, KATLIAMIN
23’ÜNCÜ YILDÖNÜMÜNDE TPB PARLAMENTO’YA
KONUYLA ILGILI AÇIKLAMALARDA BULUNDU.
Prof. Dr. Necdet Ünüvar
AK Parti Adana Milletvekili
İnsanlık tarihi yüzyıllar boyunca çok sayıda acıyı biriktirmiş, nice
insanın zalimane bir şekilde can kaybına tanıklık etmiştir. Milletimizin tarihinde de gözlerimizi dolduran ve içimizi sızlatan nice
elim hadise mevcuttur. Bu üzücü olaylardan biri de kuşkusuz,
yakın tarihimizde vuku bulmuş Hocalı Katliamı’dır.
26 Şubat 1992 tarihinde gerçekleşen Hocalı Katliamı, Dağlık
Karabağ Özerk Bölgesi’ndeki Hocalı kasabasında yaşayan Azerbaycanlı sivillerin katledilmesi olayıdır. Hocalı Katliamı, 19881994 yılları arasında süren Karabağ Savaşı sırasında yaşanmış
elim bir hadisedir. Bu üzücü hadisenin nasıl gerçekleştiğine
kısaca değinmek ve içimizi acıtan o günleri yâd etmek istiyorum.
Dağlık Karabağ Bölgesi Özerk Yönetimi, 1988’de Azerbaycan’dan ayrılma kararı almış, bu karara hem Azerbaycan hem de
SSCB itiraz etmiştir. Bunun üzerine Ermeniler silahlanmış
ve Azerbaycan’a Karabağ’ı da aşan şekilde saldırılarda bulunmuşlardır. Çatışmalar sonucunda Dağlık
Karabağ’ın SSCB tarafından geçici bir statüye
bağlanması, fakat bir Azerbaycan toprağı olduğunun vurgulanması da Ermenileri rahatsız
etmiştir. Çatışmalar yıllarca sürmüştür. 1992’ye
gelindiğinde ise 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecede sabaha karşı Ermeni mezalimi
kendisini Hocalı’da maalesef göstermiştir.
Hankendi şehri 26 Şubat sabahında alevlere yenik düşmüş, 2 bin 500
Azerbaycanlı sivil şehri terk etmek
zorunda kalmıştır. Fakat onların
birçoğu Ermeni birlikleri tarafından takip edilerek ormanlarda
öldürülmüştür. İşkence ile
öldürülen bu insanların
derileri yüzülmüş,
kulakları ve birtakım organları kesilmiş, gözleri çıkarılmış ve
yakılmıştır. Tüyler ürperten, insanın kanını donduran bu üzücü
olaylardan Ermeni güçleri intikam olarak söz etmişlerdir.
Yine Hocalı kasabasında yaşananlar hepimizi derinden üzen,
sabretmeyi, Allah’a sığınmayı bize hatırlatan ve savaşların, işkencelerin, hukuk dışılığın ne kadar insanlık dışı olduğunu gösteren
örneklerdir. Katliam ile adı ünlenmiş Hocalı’da 1000 civarında sakin öldürülmüş, 500 civarında kişi yaralanmış, 1000’den fazla kişi
ise rehin alınmıştır. Ölüm şekilleri ise yine işkence ile olmuştur. Bu
işkencelere çocuklarla birlikte hamile kadınlar da maruz kalmıştır.
Katliama tanıklık eden gazeteciler de bizlere o acı günlerin
gerçekliğini tüm çıplaklığıyla anlatıyorlar. Bir gazeteci, Ermeni
vahşetinden kaçan insanların donan ayaklarından, yaşlı insanların
jiletle doğranan yüzlerinden, göğüsleri kesilen kadınlardan, kafa
derileri yüzülen bebeklerden, Hocalı ile Ağdam arasındaki 12 kilometrelik mesafede dizilen cesetlerden bahsetmektedir. Benzer
hadise ve sahnelerden Rus muhabir Vladimir Belih de söz
etmektedir. Ve belki de işkence hadiseleri içerisinde “Bir
insan bunu nasıl yapar?” dedirten olay, Zori Balayan’ın
Ruhumuzun Canlanması adlı kitabında yer verdiği
işkence anına ilişkin satırlardadır. Balayan kitabında, 13 yaşındaki bir Azerbaycanlı çocuğu pencereye
çivilediklerini; bağırmasın diye annesinin kesilen
göğsünün ağzına tıkıldığını; başından, karnından
ve sinesinden derisini soyduklarını ve saat
tuttuklarını; çocuğun ise ancak
7 dakika dayanabildiğini yazmıştır. Balayan, aynı şeyi üç
çocuğa daha yaptıklarını,
bundan hiç de rahatsızlık
duymadıklarını, yaptıklarının intikam olduğunu anlatarak sözlerine devam etm iştir.
45
“HOCALI’DA YAŞANANLAR BÜYÜK BİR DRAM, TARİHTE ÖRNEĞİ
ZOR GÖRÜLÜR BİR OLAYDIR. KENDİLERİNİ KORUYABİLECEKLERİ
BASİT BİRER SİLAHLARI BİLE OLMAYAN SİVİL HALK, NE YAZIK Kİ
DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE KATLEDİLMİŞTİR.”
Bu üzücü olaylar bize hınç duygusu aşılamamakta, içimize
düşmanlık tohumu ekmemektedir. Bilakis sabırla, metanetle
hukuka uygun davranmayı; insanlık dışına çıkan, insanlık onuruna yakışmayan bu tarz uygulamaların ne Türklere ve Azerbaycanlılara ne Müslümanlara ne de diğer dünya dinlerinin
mensuplarına yakışmayacağını öğretmektedir. Üstelik
Orta Doğu’da bugünlerde yaşanan vahşete ve teröre
ilişkin eylemlerin tanıklığında insan hayatının ve
sivillerin masumluğunun önemi bir kez daha dünya
milletlerince hatıra getirilmelidir. Biz, İnsan Hakları
İzleme Örgütü’nün Karabağ Savaşı içerisindeki en
büyük katliam olarak kabul ettiği Hocalı Katliamı’nı,
şehit olmuş tüm Azerbaycanlı vatandaşlarımızı
yâd etmek, yaşadıklarını hem anlatarak
hem de dinleyerek acılarına bugün
dahi gözyaşı dökebilmek, üzülebilmek için anıyor, hatırlıyor ve
unutmuyoruz.
Sözlerimi tüm acılara ve
gözyaşına rağmen Âli İmrân
Suresi’nin 146. Ayeti ile
tamamlamak istiyorum:
“Nice pe y gamb er ler
vardır ki, birçok Allah
46
erleri onların maiyetinde savaştı ve Allah yolunda başlarına
gelenlerden dolayı gevşemediler, zaaf göstermediler ve baş
eğmediler. Allah da sabredenleri sever.”
Azerbaycan ile bir millet iki devlet olarak bu acıları hep birlikte
yaşadık, birlikte üzüldük. Azerbaycan ve Türk milletinin başı
sağ olsun derken, bu katliamda hayatını kaybeden
kardeşlerimize bir kez daha yüce Allah’tan rahmet
diliyorum.
Ali Özgündüz
CHP İstanbul Milletvekili
Hocalı Katliamı, yirminci yüzyılın sonunda bütün
dünyanın gözü önünde meydana gelmiştir. Birçok
uluslararası basın kuruluşunun olay yerinde
çektiği görüntüler, Hocalı’da insanların katledilmekle kalmadığını;
gözleri oyularak, kafa derileri yüzülerek, burun ve kulakları kesilerek tam bir vahşet yaşandığını
ortaya koymuştur. Birleşmiş
Milletler Soykırım Suçunun
Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin
“HOCALI’DA HAYATINI KAYBEDENLERİN YAKINLARI VE BU VAHİM
OLAYLARIN BİRÇOK ŞAHİDİ HALEN HAYATTADIR. DOLAYISIYLA
HOCALI TARİH OLMUŞ BİR VAKA DEĞIL, GÜNÜMÜZÜN
GERÇEĞİDİR, ÇALIŞMALAR DA BU ANLAYIŞLA YAPILMALIDIR.”
ikinci maddesinde ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu
kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmaya yönelik eylemler
belirtilmiş ve bunlardan herhangi birinin soykırım suçunu oluşturacağı ifade edilmiştir. Bu bakımdan Hocalı’da yaşanan olay soykırıma varan bir katliamdır. O gün kadın, çocuk, yaşlı demeden
613 sivil Azerbaycan yurttaşı katledilmiştir. Rus zırhlı birliklerinin
desteğiyle kasabaya giren Ermeni çetelerinden kaçabilenlerin
birçoğu ise kış şartları nedeniyle donmuş, sakat kalmıştır, yüzlerce kayıp insan vardır. Hocalı’da yaşananlar büyük bir dram,
tarihte örneği zor görülür bir olaydır. Kendilerini koruyabilecekleri
basit birer silahları bile olmayan sivil halk, ne yazık ki dünyanın
gözü önünde katledilmiştir.
Tarihî gerçekleri göz ardı ederek 1915 Olayları ile ilgili “soykırım” kararı alanlar, Hocalı’da yaşananlar söz konusu olduğunda
çifte standart uygulamaktadır. Hocalı’daki katliam, belgeleri,
fotoğrafları, tanıkları ile ortadadır; insan hakları, demokrasi ve
özgürlükten söz edenlerin bu gerçeği görmezden gelmesi olaylar
karşısında adil ve objektif davranmadıklarını göstermektedir. Uluslararası kamuoyu başka insanlık suçlarının, yeni
acıların yaşanmaması için nerede bir insan hakkı ihlali
varsa orada sesini yükseltebilmelidir.
Bugün Azerbaycan’ın yaklaşık beşte bir toprağı
Ermenistan’ın işgali altındadır. Dağlık Karabağ
sorununun barışçıl yollarla çözüme kavuşturulması
için her şeyden önce Ermenistan’ın işgal ettiği
topraklardan çekilmesi gerekir. Bu konu Türkiye
Cumhuriyeti açısından da öncelikli bir meseledir. Bilindiği gibi Türkiye, Karabağ’ın işgalinden beri Ermenistan’la sınırını
kapalı tutmaktadır. Ermenistan
işgal ettiği toprakları terk etmedikçe, Birinci Dünya Savaşı
sırasındaki 1915 Olayları’nın
“soykırım” olarak tanınmasına yönelik girişimlerini
sona erdirmedikçe, Er-
menistan Cumhurbaşkanı’nın “Karabağ’ı biz aldık, inşallah Ağrı
Dağı’nı da siz alırsınız” diyerek gençlere seslenmesi örneğinde
olduğu gibi Doğu Anadolu Bölgemizdeki bazı illeri “Batı Ermenistan” olarak niteleyip Türkiye üzerinde hak iddia etme hayalinden
vazgeçmedikçe Ermenistan’la ilişkilerimizin düzelmesi mümkün
görünmemektedir. Bu arada şunu da ifade etmek istiyorum,
bizim Ermeni halkıyla herhangi bir problemimiz yok, onlara karşı bir düşmanlık gütmüyoruz. Ermeniler, Osmanlı döneminde
sadık tebaa olarak biliniyordu ve iyi ilişkiler söz konusuydu. Bu
iyi ilişkilerin bugün de ülkeler düzeyinde devam edebilmesi için
az önce ifade ettiğim üç konunun Ermenistan tarafından yerine
getirilmesi gerekiyor.
Hocalı Katliamı’nın 23’üncü yıldönümünde tüm Azerbaycan
halkına, Türk milletine başsağlığı diliyor, hayatını kaybedenleri
rahmetle anıyorum.
Dr. Sinan Oğan
MHP Iğdır Milletvekili
Yirmi üç yıl önce gerçekleşen Hocalı Soykırımı, sadece dostumuz, komşumuz ve kardeşimiz Azerbaycan için değil bütün insanlık adına büyük bir
felaket olarak tarihe geçmiştir. Hocalı’da 106’sı
kadın, 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azerbaycan Türkü şehit olmuştur. Bunun yanında
binlerce yaralı, kayıp ve esir bulunmaktadır. Tek
suçları Azerbaycan Türkü ve Müslüman olmak
olan bu insanlara yapılan türlü işkence ve
eziyetler insanlık tarihine kara bir
leke olarak geçmiştir.
Ermenistan’ın, Hocalı’nın
da i çer isinde b ulunduğ u
Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde ve çevresindeki 7
rayonda uluslararası hukuka aykırı olan ve Birleşmiş
Milletler Güvenlik Kon-
47
seyi kararlarıyla tescillenen işgali hâlâ devam etmektedir. Hocalı’da yaşanan soykırımın
sorumluları ise 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi gereğince uluslararası yargı önüne
çıkmaları gerekirken henüz çıkarılamamışlardır. Kısaca ifade etmek gerekirse, Türk
dünyasının kanayan yarası olan Hocalı’ya adalet gelmemiştir. Bilindiği üzere, 23 yıl siyasi
tarih ve insanlık tarihi açısından uzun bir süre değildir. Olaylarda hayatını kaybedenlerin
yakınları ve bu vahim olayların birçok şahidi halen hayattadır. Dolayısıyla Hocalı tarih
olmuş bir vaka değil, günümüzün gerçeğidir, çalışmalar da bu anlayışla yapılmalıdır.
Türkiye’de de bu konunun siyaset üstü bir konu olarak ele alınması ve bu bağlamda
çalışmaların yapılması son derece önemlidir.
48
Hocalı ve benzeri olayların bir daha
yaşanmaması için unutturulmaması
gerekir ki bu da siyasi, sosyal, kültürel
her alanda çalışmalar gerektirmektedir.
Bu bakımdan, TBMM’ye vermiş olduğum
26 Şubat tarihinin “Hocalı Soykırımı’nı
Anma Günü” olarak tanınmasına ilişkin
kanun teklifimin bir an önce görüşülerek
karara bağlanmasını umuyorum. Bunun
yanında Şubat ayının son haftasında
Ermeni işgalinin bölgeye verdiği zararlar
ve hikayeleriyle birlikte soykırımın şahitlerinin eşyaları “3 Nesil 1 Soykırım” isimli
sergi ile TBMM Mustafa Necati Kültür
Evi’nde sergilenecektir. Daha önce sergiyi
gören biri olarak Türk-İslam dünyasının
her ferdinin bu sergiyi gezmesi gerektiğini sizin vasıtanızla belirtmek isterim.
Biz Türkler, hep zaferlerimizi kutluyoruz, ama acılarımızı paylaşma, maruz
kaldığımız zulümleri anlatma noktasında
daha kapalı bir toplum oluyoruz. Bu acıların da paylaşılması ve anlatılması gerekir,
bunda da başat görev Türkiye’nindir. Ermeni işgali altında bulunan Ağdam’daki
camiler ahıra çevrilmiş durumda, Doğu
Türkistan’da Uygur Türkleri dinî vecibelerini büyük baskılar altında yerine
getiriyor, Irak’a baktığımızda Türkmen
kardeşlerimizin yerinden yurdundan
edildiğini, kamplarda perişan halde yaşamak zorunda kaldığını, IŞİD tarafından
türbelerin patlatıldığını görüyoruz. Bu
insanların hepsi bu durumdan kurtulmak
için Türkiye’den yardım bekliyor. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk-İslam
dünyasındaki kardeşlerimizin acısını paylaşıyoruz ve onların yanındayız. Bundan
sonra da sevinçte ve kederde onların yanında olmaya, mazlumların Türkiye’de ve
dünyadaki sesi olmaya devam edeceğiz.
Bu vesileyle, Hocalı Soykırımı’nı bir
kez daha lanetliyor ve soykırımda yaşamını yitiren tüm şehitlerimizi rahmetle
anıyorum.
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE
OCAK 2015’TE KABUL EDILEN YASALAR
Kanun
Numarası
Kabul
Tarihi
Başlığı
6585
14/01/2015
Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun
6586
22/01/2015
Millî Mayın Faaliyet Merkezi Kurulmasına İlişkin Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun
6587
22/01/2015
Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü (CERN) Arasında CERN’de Ortak
Üye Statüsü Verilmesi Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun
6588
22/01/2015
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gençlik
ve Spor Bakanlığı Yurtdışı Koordinasyon Ofisinin Kurulması ve Faaliyetlerine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
49
DOĞUDAN YÜKSELEN
SANAT VE MEDENİYET IŞIĞI
İSHAK PAŞA
SARAYI
PINAR ÜNSAL
50
KÜLTÜR VARLIKLARI
ASALETI, ADI EFSANE OLMUŞ BIR DAĞI KISKANDIRIYOR. MIMARISI,
ONDAN ÇAĞLAR SONRA INŞA EDILMIŞ YAPILARA TAŞ ÇIKARIYOR.
GÖRKEMI, BURALAR BENDEN SORULUR DIYOR ADETA…
İSHAK PAŞA SARAYI AĞRI DAĞI’NIN YANIBAŞINDA, KUL YAPIMI
LAKIN KUSURSUZ GÜZELLIĞIYLE, BULUNDUĞU TEPEDEN
YÜZLERCE YILDIR ANADOLU’YU SEYREDIYOR.
K
üçük Asya her çağda önemliydi, hâlâ öyle. Doğudakilerin
batıyı, batıdakilerin doğuyu keşfi için bir yoldu evvela. Tarih
henüz yazılmıyorken de bir şeyler insanları cezbetmiş, Anadolu’ya
çağırmıştı.
Ağrı, Asya’dan bu topraklara ilk geçiş yollarından biriydi. Coğrafi
önemi, birçok uygarlığın bu topraklardaki izlerinin nedenini de açıklıyordu. Türkiye’nin kültürel doku açısından en zengin şehirlerinden
Ağrı, yalnızca somut örneklere değil, topraklarındaki yüce dağın
efsanelerine de evsahipliği yapıyordu.
Urartular, Medler, Persler, Selevkoslar, Romalılar, belki de Bizanslılar yazmıştı bu efsaneleri. Ya da Ağrı topraklarında daha sonra hakimiyet kurmuş İlhanlılar, Karakoyunlular, Safeviler… Ancak
Ağrı, Kanuni Sultan Süleyman’ın İran seferi ile IV. Murad’ın Revan
seferinin, adları tarih kitaplarında sayfa sayfa anlatılan bu destanların en mühim parçalarından biriydi. Ağrı, artık Osmanlılıydı.
Bölge, 18 ve 19. yüzyıllarda gerçekleşen savaşlarda Osmanlı
sınırında olması nedeniyle pek çok tahribata maruz kalmıştı. Daha
önceki yüzyıllara tarihlenen salnamelerde Ağrı’da bulunduğu yazılan cami, mescit, türbe, hamam, çeşme, köprü gibi yapılar yok
olmuştu. Tahrip edilenler içinde bölgenin en önemli Osmanlı mimari eserlerinden olan bir saray da bulunuyordu. Ancak hiçbir güç,
projesi fevkalade çizilmiş ve en dayanıklı malzemeler kullanılarak
inşa edilmiş, dönemin tüm teknolojik imkanlarından yararlanılarak
yapılmış İshak Paşa Sarayı’nı yıkmaya yetmemişti.
Büyük Selçukluların izinde…
Bin yıllardır zengin bir kültürel varlığa sahip olan Anadolu’ya Selçukluların belki de en büyük hediyesi mimarileriydi. Hiçbir akımdan
etkilenmemiş, nevi şahsına münhasır Selçuklu üslubu onların
hüküm sürdüğü yıllar boyunca Anadolu’da inşa edilmiş en güzel
eserlerde kendini göstermişti. İshak Paşa Sarayı’nı Selçuklular
yaptırmamıştı, ancak sarayın yapısındaki genel anlayış Selçuklu
mimarisiydi.
Sarayın yapımına, merkezi Ahıska olan Osmanlı eyaleti Çıldır’ın
valisi I. İshak Paşa zamanında başlanmıştı. Her bir taşı özenle
işlenen, en gösterişsiz alanlarında bile büyük bir işçilik barındıran
saray, İshak Paşa’nın ölümünün ardından da uzun yıllar bitirilememişti. Doğu Anadolu’nun gözlerden uzak bu muhteşem mimarisinin yapımı yüz yıl sürmüştü.
İshak Paşa Sarayı, yapay bir platform üzerine doğu-batı yönünde konumlandırılmıştı. Biderun (ön avlu) ve enderun (iç avlu) etra-
51
BİDERUNDAKİ YAPILARA ANA GİRİŞ TAÇKAPISI’NDAN
ULAŞILIYORDU. YÜKSEKLIĞI VE TAŞ BEZEMELERIYLE BIR SANAT
ABIDESINI ANDIRAN KAPI, SARAYI DOĞU CEPHESINDEN GÖREN
YABANCILARA DA GÖZDAĞI VERIYORDU ADETA.
fında Birinci Yapı Grubu, Selamlık ve Harem olmak üzere üç bölüm
yer alıyordu. Birinci Yapı Grubu sarayın doğu kısmında, yani sarayın
araziye bağlı tek yönünde bulunuyordu; nöbetçi odaları, muhafız
koğuşları ve hapishane bu bölümde yer alıyordu. Biderundaki yapılara Ana Giriş Taçkapısı’ndan ulaşılıyordu. Bu görkemli kapı sarayın
dışa açılan tek giriş kapısıydı aynı zamanda. İki metreyi bulan yüksekliği ve taş bezemeleriyle bir sanat abidesini andıran kapı, sarayı
doğu cephesinden gören yabancılara da gözdağı veriyordu adeta.
52
KÜLTÜR VARLIKLARI
Biderun nöbetçi odaları, tuvalet ve çeşmenin bulunduğu doğu
cephe; muhafız koğuşları ile zindanların yer aldığı doğu kanadı;
güneyde ise ahır ve araba hangarı ile çevreleniyordu.
İkinci avluya İkinci Taçkapı ve tonoz örtülü bir tünelden geçilerek ulaşılıyordu. Selamlık, bu avlunun etrafındaki en önemli
bölümlerden biriydi. 18. yüzyılda özellikle İstanbul’daki saraylarda
padişahın cuma günleri ve dinî bayramlarda halkla bir araya geldiği
“selamlık”, daha önceki yüzyıllarda resmî işlerin yürütüldüğü yer
anlamı taşıyordu. İshak Paşa Sarayı’ndaki Selamlık da yarı resmî
bir bölümdü.
Selamlık’ta cami ve cami personeli odalarının yanı sıra Divan
Odası da yer alıyordu. Resmî tören ve toplantıların yapıldığı, yargılamaların gerçekleştiği, elçi, yüksek seviyeli memur ve yabancı
konukların misafir edildiği divan odasında bu konukların konaklaması için odalar da bulunuyordu.
Harem, enderunda bulunan bir diğer bölümdü. Sarayın en
kompleks ve kalabalık yapı grubu olan Harem’e şanına yakışır görkemli bir kapıdan giriliyordu. Üzerinde “Ey Yaradan, Rablerine karşı
gelmekten sakınanlar ise bölük bölük Cennet’e sevk edilir; oraya
varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara ‘Selam size; tertemiz
geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya’ derler” yazılı bir
kitabe bulunan Harem Taçkapısı aynı zamanda bu bölümün tek
giriş kapısıydı.
Topkapı Sarayı’nın Harem bölümü örnek alınarak inşa edilen
yapı kompleksi geleneksel Türk-İslam konut anlayışına bağlı olarak
yabancıların giremediği, ailenin özel yaşamına ayrılmış bir yerdi.
Harem, saray için son derece önemli bir bölümdü. Burada bulunan
Muayede Salonu, Divan Odası’nın ardından saraydaki en büyük
salondu ve paşanın özel yaşamı için tasarlanmıştı.
Harem’de ayrıca mutfak, aşçı odaları, soyunup giyinmek ve hamamdan sonra dinlenmek için tasarlanmış soğukluk ile yıkanmak
için tasarlanmış sıcaklık bölümlerinden oluşan hamam, hamama
ve mutfağa sıcak su sağlayan külhan ile tuvaletler bulunuyordu.
İshak Paşa Sarayı’ndaki, ona adeta bir sanat abidesi özelliği
kazandıran taş bezemeler geleneksel Selçuklu mimarisi özelliği
taşıyordu. Kompozisyonlar daha çok bitkisel motiflerden meydana
gelmekle birlikte şerit, kare, yıldız ve dörtgenlerden oluşan, salt
geometrik şekillerle bezenmiş taş işlemeleri de görülüyordu. Yaşamı ve cennetin
bereketini simgeleyen hayat ağacı motifi,
Osmanlı mimarisinde özellikle Lale Devri’nde
(1718-1730) sık kullanılan bir desen olan servi
ağacı, ağaç dalı veya geometrik şekilleri
birbiri içine geçirerek oluşturulan bezeme
tekniği “geçmeler” sarayda en sık kullanılan
taş süslemelerdi.
İki avlu çevresinde inşa edilen, bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki veya bodrumla
birlikte üç katlı olan İshak Paşa Sarayı,
Osmanlı daha Balyanlarla tanışmamışken
Barok-Rokoko tarzı Batılı üsluba sahip
bölümler içeriyordu. Selçuklu mimarisinin
hakim olduğu, Kuzey Kafkasya etkileri ile
İran oryantalizmini birbiri içinde yoğuran bir
sanat anlayışı da barındıran saray, yalnızca
bir yaşam alanı değil, eyaletin siyasi ve ekonomik gücünü yansıtan bir timsaldi.
17. yüzyıl medeniyet abidesi
İshak Paşa Sarayı’nın temel yapı malzemesi
taştı. Sarı kalkerli taş, kırmızı kalkerli taş,
53
BİR SANCAKBEYLİĞI YAPISI
OLMASI NEDENİYLE İSHAK
PAŞA SARAYI’NIN BAŞKENTTE
BULUNMAMASI ONU
OSMANLI’NIN KLASİK SARAY
ANLAYIŞINDAN DA BİR HAYLI
UZAK KILIYORDU.
siyah bazalt taş, kızıl kaba taş, volkanik taş, kireçtaşı sarayın en
önemli bölümleri olan taçkapılar, cami, muayede salonu ve mutfakta kullanılmıştı. Ahşap, demir ve sıva da yapı malzemesi olarak
kullanılmış, ancak bu malzemelerin yer aldığı bölümler zamana
meydan okuyamamıştı.
Sarayın en dikkat çekici mimari ögelerinden biri de hiç şüphesiz
pencereleriydi. Yalnızca güneş ışığını içeri alarak mekanın aydınlatılması için yapılmamış, yapının mimari karakterini yansıtan birer
öge olarak düşünülmüştü. Sarayın yazları serin, kışları dondurucu
soğuk iklimi olan bir bölgede inşa edilmesi, ısı enerjisi kaybını
54
KÜLTÜR VARLIKLARI
minimuma indirmek için pencerelerinin de küçük yapılmasına
neden olmuştu.
İshak Paşa Sarayı aydınlanma, ısınma, su tesisatı gibi teknik
özellikleri bakımından donanımlı bir şekilde inşa edilmişti. Saraya
farklı kaynaklardan, iki ayrı kanaldan su getiriliyordu örneğin.
Mutfağa su sağlanması, ahırdaki atların su ihtiyacının giderilmesi,
genel ihtiyaçların yanı sıra nispeten gelişmiş bu sistemden ısınma
amacıyla da yararlanılıyordu. İshak Paşa Sarayı’nda sıcak su veya
su buharı ile çalışan merkezî bir kalorifer sistemi bulunuyordu.
Birinci avlunun köşesinde yer alan kalorifer kazanlarından verilen
sıcak hava ve su buharı ile Divan Odası, cami, medrese odaları ve Muayede Salonu’nun zeminden ısıtılması sağlanıyordu. Sarayın diğer
bölümleri, her bir odanın içinde bulunan ocaklarla ısıtılıyordu.
Bir sancakbeyliği yapısı olması nedeniyle İshak Paşa Sarayı’nın başkentte bulunmaması onu Osmanlı’nın klasik saray anlayışından da bir hayli uzak kılıyordu. Mimarisi, kullanılan malzemeler, dekoratif ögeleri başkentteki saraylara benzemiyordu. Ancak o, taş
bezemeleri, pencere süslemeleri, yaklaşık 8 bin metrekarelik geniş alanı ve özenle seçilmiş malzemeleriyle 17. yüzyılda inşa edilmiş,
Konstantiniyye’deki herhangi bir sarayı aratmıyordu.
Bölgeye hükmedercesine konumlandırılması, benzersiz mimarisi ve hayranlık verici süslemeleri nedeniyle özellikle 19. yüzyılda yabancı seyyahların ilgisini çeken İshak Paşa Sarayı, Avrupa’da dönemin gravürlerine damgasını vurmuş bir Doğu yapısıydı. Gözlerden
uzak konumu onu yalnız değil asil, taş mimarisi onu eski değil muazzam, yüksekliği onu soğuk değil ulaşılmaz yapıyordu sanki.
55
ÖNDER KIRLI:
SIYASET HALKLA BIRLIKTE YAPILMALI,
VATANDAŞIN DEMOKRASIYE INANCI
SARSILMAMALIDIR
RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
1987-1991 VE 1995-1999 YILLARI ARASINDA MECLIS’TE YER
ALAN ÖNDER KIRLI, SIYASETÇILERIN SERT SÖYLEMLERININ
TOPLUMDA GERGINLIĞE YOL AÇABILECEĞINI BELIRTEREK,
“İNSANLAR ARASINDAKI DIL, DIN, MEZHEP, ETNIK KÖKEN GIBI
FARKLILIKLARI ÖN PLANA ÇIKARACAK KONUŞMALAR YAPMAK
YERINE TOPLUMU BIRLEŞTIRICI, BÜTÜNLEŞTIRICI MESAJLAR
VERILMELI” UYARISINDA BULUNUYOR.
56
RÖPORTAJ
E
ğitim, hukuk, siyaset… Her biri
önemli, her biri kıymetli. Öğretmen,
avukat ve milletvekili olarak üç alanda
da uzun yıllar hizmet veren Önder Kırlı,
bu ayki röportaj konuklarımız arasında
yer alıyor. Meclis’in 18 ve 20. Dönemlerinde görev yapan Kırlı ile hayat yolculuğunu, milletvekilliği yıllarını ve ülke
gündemindeki konuları konuştuk.
Önder Kırlı 1939 Balıkesir Gönen doğumlu. Yerel siyasetin içinde yer alan
bir ailede büyüyünce politikaya ilgisi
çocukluk yıllarında başlıyor. Arkadaşlarını etrafına toplayıp konuşma yapıyor
mesela. Bir nevi nutuk atıyor. Ortaokul
yıllarında Yenice-Gönen depremi oluyor.
1953’teki bu acı olayda evleri ve dükkanları yıkılıyor, aile ekonomik açıdan
zor durumda kalıyor. Önder Kırlı deprem nedeniyle ortaokulu Bandırma’da
bitiriyor. O sırada eğitim hayatını şekillendirecek kararı veriyor ve Gönen’de
bulunan babasının imzasını taklit
ederek öğretmen okuluna gidebilmesi için gerekli müracaatı yapıyor.
Balıkesir’de parasız yatılı Necati Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Eğitim
Enstitüsü’ne devam ediyor ve edebiyat
bölümünden mezun oluyor. Böylece
öğretmenlik hayatı başlıyor. “Sivas’ın
Gürün ilçesine atandığım dönemde,
İsmet İnönü’nün Kayseri’ye gelişi sırasında ve daha sonra Yeşilhisar’da
yaşanan olayların içindeydim. Gerek bu
davranışım gerekse genç bir öğretmen
olarak muhalif tavırlarım dönemin
iktidarınca hoş karşılanmadı. 12 Mayıs
1960’ta ‘görülen lüzum üzerine’ vekâlet
emrine alındım. Bu benim için bir fırsat
oldu. Üniversiteye gidebilme fırsatı...
Ancak üniversite öğrenimi için lise diploması gerekiyordu. Oysa ben meslek
okulu mezunuydum. Yüksek öğrenimimi de mesleki alanda yapmıştım.
Lisede öğretmenlik yapabilirdim, ama
lise mezunu değildim. Vekâlet emrine alındığım dönemde dışarıdan sınava girerek Bandırma Lisesi’ni bitirdim. Üniversiteye gidebilmem ise askerlik sonrasında, yani 1963 yılında
gerçekleşebildi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken hem okudum hem
de çeşitli işlerde çalıştım. 1969 yılında üniversiteyi bitirdim. 1970’te artık bir avukattım”
diyen Önder Kırlı, 1977 yılına kadar öğretmen ve serbest avukat olarak Balıkesir’de çalışıyor.
Önder Kırlı, avukat olduktan sonra siyasetle yakından ilgilendiğini, ancak memuriyeti
dolayısıyla bir siyasi partide aktif görev alamadığını belirtiyor. 1977’de memuriyetten istifa
ederek milletvekili adayı olmasına rağmen seçilme şansı bulamayan Kırlı, 12 Eylül 1980 öncesinde CHP’nin Balıkesir’deki son il başkanı oluyor. 1983’ten itibaren önce SODEP, ardından
SHP çatısı altında il başkanlığı görevini yürüten tecrübeli siyasetçi, 1987’de ise milletvekili
seçiliyor.
Önder Kırlı 1987-1991 ve 1995-1999 yılları arasında Balıkesir milletvekili olarak Meclis’te
yer alıyor. SHP-CHP’de Parti Meclisi ve Genel Yönetim Kurulu üyeliği ile Genel Sekreter
Yardımcılığı görevlerinde bulunan Kırlı, “1987’de milletvekili seçildikten sonra Plan ve Bütçe ile İnsan Haklarını İnceleme komisyonlarında görev aldım. Aynı zamanda dönemin Millî
Savunma Bakanı Ercan Vuralhan hakkındaki yolsuzluk iddialarını araştırmak üzere partim
tarafından görevlendirildim. Milletvekilliğimin ilk döneminde en çok üzerinde durduğum
konulardan biri bu oldu. Bu konuda büyük yardımlarını gördüğüm rahmetli Uğur Mumcu’yu
saygı ve şükranla anıyorum” diyor.
“28 Şubat, ülkemiz açısından zor bir süreçti”
Meclis’teki ilk döneminden sonra 1992’de Balıkesir Baro Başkanı olan Önder Kırlı, 1995 yılında
tekrar milletvekili seçiliyor. Tecrübeli siyasetçi, “Ben hep ön seçime girerek milletvekili oldum,
merkez yoklamasıyla gelmedim. Siyasi partiler yıllardır ön seçim mekanizmasına başvurmuyor. Adaylar genel merkez tarafından belirlenince siyasetçilerle halk arasındaki iletişimde
kopukluk oluyor. Bu durum siyasi parti örgütlerinin çalışmalarını da olumsuz yönde etkiliyor.
Siyaset halktan uzaklaşınca vatandaş da siyasete küsüyor, ‘milletvekilini ben seçmedim ki’
diye düşünüyor, demokrasiye inancı sarsılıyor” diye konuşuyor.
57
“POLİTİKA YAPARKEN HALKLA İÇ İÇE OLMAK BÜYÜK ÖNEM
TAŞIYOR. GEREK İL BAŞKANLIĞIM DÖNEMİNDE GEREKSE
MİLLETVEKİLLİĞİM SIRASINDA SEÇİM BÖLGEMDEKİ KÖYLERİ,
İLÇELERİ ÇOK DOLAŞTIM, VATANDAŞLA BAĞIMI HİÇ KOPARMADIM.”
Önder Kırlı Meclis’teki ikinci döneminde TBMM İdare Amiri olarak görev
yapıyor. 28 Şubat sürecinin yaşandığı
o yıllara dair değerlendirmelerini sorduğumuz Kırlı, “Ülkenin de Meclis’in
de çok gerildiği günlerdi. Demokrasiyle
çelişen birtakım davranışlar sergilendi.
Gerginliğin tırmanmasına yol açacak
olaylar yaşandı. Ülkemiz açısından zor,
hoş olmayan günlerdi” diyor.
Tecrübeli siyasetçi, Meclis’teki yıllarından söz ederken milletvekili danışmanlığıyla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “18. Dönem’deydik. Plan ve Bütçe
Komisyonu’ndaki toplantılarda pek
çok konu gündeme geliyordu. Hukuk,
eğitim ve tarım alanlarında bilgi sahibi
olduğum için görüşlerimi rahatlıkla dile
getirebiliyordum. Komisyondaki diğer
arkadaşlarımız da uzmanlık alanlarıyla
ilgili konuşuyorlardı, ama bazı konularda yetersiz kalınabiliyordu. O dönemde
Grup Başkanvekilimiz Hikmet Çetin’di.
58
RÖPORTAJ
Bir gün kendisine bu durumu ilettim ve ‘Gündemdeki konularla ilgili araştırma yapıp doküman hazırlayacak danışmanların olması gerekiyor’ dedim. Birlikte TBMM Başkanı Yıldırım
Akbulut’un yanına gittik. Hikmet Çetin meseleyi anlattı, bunun üzerine Yıldırım Akbulut her
grupta üçer danışman olması talimatını verdi. Danışmanlar göreve gelince bilgi notları, dokümanlar hazırlamaya başladılar, biz de rahatladık. 19. Dönem’de her milletvekiline bir danışman
verildi. Ancak danışman yapılacak kişilerle ilgili kriterler tam olarak ortaya konulmamıştı.
20. Dönem’de Başkanlık Divanı’nda bu konuyu ele aldık; danışmanların en az yüksekokul
mezunu olması, milletvekiliyle üçüncü dereceye kadar akrabalığı bulunmaması gibi çeşitli
düzenlemeler getirdik.”
“Balıkesir milletvekilleriyle ilgili kitap hazırlıyorum”
Önder Kırlı 1999 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyor. TBMM 20. Dönem’deki
çalışmalarını Bir Görevin Hesabı-Alın Teriyle Yüz Akıyla isimli kitapta bir araya getiren Kırlı,
“Herkesin içinde yaşadığı topluma karşı hesap verme sorumluluğu vardır. Özellikle halkın
oyuyla seçilmiş, siyasal ve toplumsal görevler üstlenmiş kişiler için hesap vermek önemli bir
sorumluluktur. Bu kitap öncelikle bu amaca yönelik bir belgeler derlemesidir” diyor. Tecrübeli
siyasetçi, şu sıralar yeni bir kitap üzerinde çalıştığını belirterek şu bilgileri aktarıyor: “Osmanlı
Meclis-i Mebusan’ından günümüze Balıkesir milletvekilleri konulu bir araştırmayı altı yıldır
sürdürüyorum. Osmanlı dönemine ilişkin birinci cilt basıma hazır. Milletvekillerinin biyografilerini ele alırken onların sosyal ve siyasal davranışları ile Meclis konuşmalarını dönemin
olayları ve koşulları içinde değerlendirmeye çalıştım. Araştırmam sırasında çok ilginç bilgi ve
belgelere ulaştım. Bazı milletvekillerinin çocukları ve torunlarıyla görüştüm, onların benimle
paylaştığı anılar, fotoğraflar ve beratlar oldu. Kitabın Balıkesir’in siyasi tarihine ışık tutacağına
inanıyorum. Bu çalışmamı Balıkesir Barosu tarihi ve Balıkesir’de
CHP’nin tarihi konulu araştırmaların kitaplaştırılması izleyecek.”
Röportajımız sırasında Önder Kırlı’ya siyaset hayatı boyunca
en çok nelere dikkat ettiğini soruyoruz. Kırlı, “Tüm yaşamımda
olduğu gibi siyaset çalışmalarım sırasında da Türkiye insanını dil,
din, mezhep, etnik kökenine bakmadan, ülkenin eşit yurttaşı yapan Cumhuriyet devrimlerinin savunucusu oldum” diyor. Siyasetin
topluma ve ülkeye bir hizmet aracı olduğunu belirten tecrübeli siyasetçi, “Politika yaparken halkla iç içe olmak büyük önem taşıyor.
Gerek il başkanlığım döneminde gerekse milletvekilliğim sırasında
seçim bölgemdeki köyleri, ilçeleri çok dolaştım, vatandaşla bağımı
hiç koparmadım” diye konuşuyor. İnsanların bir konu gündeme
geldiğinde onunla ilgili tartışma ve sorgulama yapabilmesinin
önemine işaret eden Kırlı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türkiye’de,
söylenen bir söz, yapılan bir iş üzerinde pek fazla düşünülmüyor,
ne söylendiyse ne yapıldıysa çoğu kez olduğu gibi kabul ediliyor.
Siyasette de durum böyle. Oysa siyasetçiler topluma örnek olmalılar. Gündeme gelen bir konuyla ilgili doğruları da yanlışları da
söyleyebilmeliler. Bizim dönemimizde siyasi parti grup toplantıları
bugünkü gibi değildi. Eskiden genel başkanlar kısa bir konuşma
yapar, sonra basına kapalı toplantıya geçilirdi. Toplantıda hem o
hafta Meclis’te görüşülecek konularla ilgili fikir alışverişinde bulunulur hem de parti meseleleri gündeme gelirdi. Genel başkanların
çok sert eleştirilerle karşı karşıya kaldıkları olurdu. Bu durum pek
hoşlarına gitmese de saygıyla karşılarlardı. Grup toplantılarında
benim de konuşmalarım, sert eleştirilerim olmuştur. Bugün siyasi
partilerin grup toplantıları genel başkanların yaptıkları konuşmalardan ibaret; tabii böyle olmamalı.”
“Avrupa standartlarını yakalamayı hedeflemeliyiz”
Önder Kırlı, Meclis yıllarını konuşurken merhum Turgut Özal’la ilgili
bir anısını tebessüm ederek anlatıyor: “Bir gün Ercan Vuralhan
hakkındaki yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak Meclis kürsüsünde
konuşuyordum. Rahmetli Turgut Özal’ın iki elini boru gibi yapıp
ağzına götürerek ‘Palavra, palavra’ diye bağırdığını hatırlıyorum.
Genel Kurul’daki konuşmalar sırasında bu tür ‘laf atma’lar elbette
yaşanır, önemli olan hakaret içermemesi, tartışma ve kavgaya
meydan vermemesidir.”
Tecrübeli siyasetçiyle ülke gündemindeki konulara da değiniyoruz. Öncelikle Avrupa Birliği’ne üyelik süreciyle ilgili görüşlerini
dile getiren Önder Kırlı, demokrasi, insan hakları, gelir dağılımında
eşitlik gibi konularda Avrupa standartlarını yakalamanın önemine
işaret ederek, “Bizim hedefimiz bu olmalı. Bunu sağladığımız
zaman Avrupa Birliği’ne ister alsınlar, ister almasınlar” yorumunu
yapıyor. Kırlı, genç bir nüfusa sahip Türkiye’de işsizliğin en önemli
sorunlar arasında yer aldığını ifade ederek, “Geçim derdi, maddi
imkansızlık insanları demoralize ediyor. İnsanlar geriliyor, birbirine
çatıyor. Sonuçta hiç istenmeyen olaylar meydana geliyor. Toplum
zaten gerginken siyasetçilerin de söylemlerine daha fazla dikkat
etmesi gerekiyor. Liderler çok sert ifadelerle birbirine yüklenince
bundan parti tabanları da olumsuz etkileniyor. Ayrıca insanlar
arasındaki dil, din, mezhep, etnik köken gibi farklılıkları ön plana
çıkaracak konuşmalar yapmak yerine toplumu birleştirici, bütünleştirici mesajlar vermek gerekiyor” uyarısında bulunuyor.
Önder Kırlı iki dönem Meclis’te yer almış bir siyasetçi olarak
milletvekilliği kanununun çıkmasının önemine de işaret ediyor.
Bu konuda Anayasa’da hüküm bulunduğunu hatırlatan Kırlı, “Şu
anda milletvekillerine yönelik çeşitli konular farklı kanunlarda,
tüzüklerde, genelgelerde düzenlenmiş durumda. Bunların tek bir
kanunda toplanması gerekiyor. Bu konuda yapılacak çalışmalarla
ilgili olarak kamuoyunun yanlış bilgilendirilmemesi, ‘milletvekillerine zam yasası’ gibi bir algı yaratılmaması gerekiyor” diyor.
59
SENED-I İTTİFAK
7 EKİM 1808
DR. POLAT SAFI
BU OSMANLICA METIN,
SENED-I İTTIFAK ADIYLA
BILINEN VE 1808 YILINDA
OSMANLI MERKEZÎ
BÜROKRASISI ILE MAHALLÎ
OTORITELER OLARAK
ADLANDIRILABILECEK
ÂYANLAR ARASINDA MISÂK
YAHUT SÖZLEŞME ŞEKLINDE
KALEME ALINMIŞ ŞER’Î BIR
YEMIN VESIKASIDIR.
M
erkezî otoritenin 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflamaya başlaması, Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerini 18.
yüzyılda taşrada otorite sahibi aile ve hanedanları tanımak zorunda
bırakmıştır. III. Selim’in Nizâm-ı Cedîd hareketine bir tepki olarak
ortaya çıkan Kabakçı Mustafa İsyanı sonunda III. Selim tahttan
indirilmiş, Rusçuk yâranından Alemdar Mustafa Paşa III. Selim’i
tekrar tahta geçirmek üzere İstanbul’a gelmiştir. Alemdar Mustafa
Paşa, III. Selim’in öldürülmesi üzerine 1808’de II. Mahmud’u tahta
geçirmiş, kendisi de sadrazam olmuştur.
60
Düzenin sağlanabilmesi için merkezî bürokrasi ile âyanların müzakere etmesi gerektiğini düşünen Alemdar Mustafa Paşa’nın
âyan ailelerini İstanbul’a davet etmesi üzerine 7 Ekim 1808’de Sened-i İttifak imzalanmıştır. Geçtiğimiz senelerde Ali Akyıldız tarafından senedin tam metni ortaya konulmuş ve nihayet padişahın senetle mukayyet olduğu kesinliğe kavuşmuştur. Sened-i İttifak,
Alemdar Mustafa Paşa’nın senedin imzalanmasından kısa süre sonra, 16 Kasım 1808’de bir yeniçeri isyanında ölmesinden dolayı icra
edilememiştir. Ölü bir metin olarak doğmasına karşın Sened-i İttifak, Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’na (Tanzimat Fermanı, 1839) giden
siyasi mücadelenin erken dönem adımlarından birini teşkil etmesi ve saltanat makamının haysiyet ve iktidarının âyan kuvvetleriyle
korunmasının taahhüt edilmesi bakımından önem taşımaktadır.
Giriş, yedi şart ve sonuçtan oluşan metin, kısaca bürokrasi ile taşra âyanı arasındaki mücadelenin devleti zayıf düşürdüğünden
bahisle karşılıklı güvenin sağlanmasına yönelik olarak imzalanmıştır. Âyan ve hanedanlar tarafından toplanacak askerlerin saltanat
makamını güvence altına almaları, İstanbul’u korumaları ve devletin de âyanların haklarını devlet ve diğer âyanların keyfî davranışlarına karşı koruyup emniyet altına almasıyla alakalı maddeler, Sened-i İttifak’ın merkez-çevre ilişkilerini düzenleyen önemli noktaları
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anayasa hukukçuları tarafından sıklıkla 1215 tarihli Magna Carta’ya benzetilse de Sened-i İttifak’a Magna Carta’daki gibi sahip
çıkan bir soylular yahut Osmanlı örneğinde âyan sınıfı olmadığı bilinmektedir. Ayrıca Sened-i İttifak âyanlara senetle verilen hakların
halka doğru genişlemesi şeklinde bir seyir izlemediği için Magna Carta ile Sened-i İttifak arasında paralellik çizmenin ancak içerik ve
ortaya çıkışları bakımından mümkün olduğu söylenebilir.
61
TÜRKIYE-KKTC PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI
ÖMER FARUK ÖZ:
İKI KARDEŞ HALK ARASINDAKI ILIŞKI VE
IŞBIRLIĞININ GÜÇLENDIRILMESI NOKTASINDA
GAYRETLERIMIZ DEVAM EDECEKTIR
SÖYLEŞİ: ELİF ÇELİK
KURULUŞUNDAN BU YANA SARSILMAYAN DOSTLUK
ILIŞKILERINE SAHIP OLDUĞUMUZ “KARDEŞ ÜLKE” KUZEY KIBRIS
TÜRK CUMHURIYETI’NIN DOSTLUK GRUBU BAŞKANLIĞINI,
AYNI ZAMANDA TBMM İDARE AMIRI OLAN ÖMER FARUK
ÖZ YÜRÜTÜYOR. ÖZ ILE KKTC VE DOSTLUK GRUBU’NUN
ÇALIŞMALARI HAKKINDA KONUŞTUK.
62
DOSTLUK GRUPLARI
Türkiye-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamentolararası
Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkileri açısından ne
gibi hedefleri bulunuyor?
Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve hangi
alanlarda yürütülüyor? Bu ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor?
Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu 10 Mayıs 1988
tarihinde kurulmuştur. Her yasama dönemiyle birlikte yönetim
kurulu yenilenerek devam etmektedir. İçinde bulunduğumuz 24.
Yasama Dönemi’nde, 5 Ocak 2012 tarihinden itibaren dostluk
grubumuzun çalışmalarını yürütüyoruz.
Dostluk grubumuzun esas hedefi iki dost ve kardeş ülke
parlamentoları arasındaki yakınlaşmayı sağlamak, Türkiye ile
KKTC arasındaki dostluğun ve kardeşliğin geliştirilmesine yönelik olarak parlamentolararası ilişkileri ilerletmektir. Bunun yanı
sıra her tür siyasi, ekonomik ve kültürel alanda ilişkilerimizin ve
işbirliğimizin en üst düzeye taşınması noktasında faaliyetler
yürütmektir. Bu kapsamda karşılıklı olarak resmî ve gayriresmî
çok sayıda çalışma gerçekleştirdik.
Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, kurulduğu 15 Kasım
1983 günü tanıyan ilk ülkedir. Adadaki yaklaşık beş yüz yıllık Türk
varlığının bugünkü temsilcisi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
ile ilişkilerimiz tabiatıyla başka herhangi bir ülke ile kıyaslanmayacak kadar köklü ilişkilerdir. Türkiye, anavatan ve garantör
olarak üzerine düşen hak ve yükümlülükleri titizlikle yerine getirmiştir ve bugün de getirmeye devam etmektedir.
KKTC ekonomisine her yıl kayda değer bir mali katkı yapmanın
yanı sıra KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamaya
yönelik ekonomik programın uygulanmasını ve ihtiyaç duyduğu
kalkınma projelerinin finansman ihtiyacının karşılanmasını da
sağlamaktayız.
Biz, Türkiye olarak bir yandan Doğu Akdeniz’in bir barış ve
dostluk denizi olması, diğer yandan da çatışma, istikrarsızlık ve
savaşlarla anılan Orta Doğu coğrafyasında örnek teşkil etmesi
bakımından Kıbrıs sorununun çözümüne dış politikamızda öncelikli bir yer veriyoruz. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanımız Sayın
Recep Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle Kıbrıs konusunda her zaman bir
adım önde olma yönündeki anlayışımızı sürdürüyoruz. Bununla
beraber, Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin siyasi eşitliği ve haklarının
Rum tarafınca kabul edilmesi ve bu çerçevede yeni bir ortaklık devleti kurulması yönündeki çabalara uluslararası toplum
tarafından güçlü bir destek verilerek, Rum tarafının çözüme
teşvik edilmesi gerekmektedir. Hiç kimse Türkiye’nin tarihî ve
ahdi sorumluluklarının hilafına, Kıbrıslı Türk kardeşlerinin bir
Rum devletinde azınlık olarak yaşamasına müsaade etmesini
beklememelidir.
Başkanlık döneminizde yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder
misiniz?
Öncelikle iki ülke arasında hem Türkiye’de hem de KKTC’de gerçekleşen üst düzey resmî programlara iştirak ediyoruz. Bu kapsamda
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı
döneminde hükümet olarak gerçekleşen pek çok etkinlikle beraber
Meclis Başkanlığımızın yürüttüğü diplomatik faaliyetlere iştirak
ettik, katkı sağladık. KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sayın Sibel
Siber’i ve Meclis üyelerini ağırladık. Parlamentolararası ilişkiler
başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarımızın kalıcı ilişkiler
kurması, tarihten gelen kader birliğimizin ve ortak değerlerimizin
pekişmesi kapsamında pek çok etkinlik gerçekleştirdik.
63
“KIBRISLI TÜRK KARDEŞLERİMİZE HER KOŞULDA SAHİP ÇIKMAYA
VE ELLİ YILI DEVİRMİŞ BU SORUNA BİR ÇÖZÜM BULUNMASI
YÖNÜNDEKİ ÇABALARIMIZA DEVAM EDECEĞİZ.”
Öte yandan, bugün maalesef 2004 yılında yapılan eş zamanlı
referandumlarla Kıbrıs sorununa kalıcı ve yaşayabilir bir çözüm
bulunmasına yönelik iradesini açıkça ortaya koymuş Kıbrıslı
Türk kardeşlerimizin üzerindeki meşruiyetten yoksun, insanlık
dışı izolasyonlar devam etmekte, başta AB olmak üzere Kıbrıslı
Türk halkına verilen sözler yerine getirilmemekte, Güney Kıbrıs
Rum Yönetimi (GKRY) ise adeta çözümsüzlükten dolayı ödüllendirilmektedir.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Kıbrıslı Türk kardeşlerimize her koşulda sahip çıkmaya ve dayanışma içerisinde elli yılı
devirmiş bu soruna bir an önce bir çözüm bulunması yönündeki
çabalarımıza devam edeceğiz.
Türkiye-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamentolararası
Dostluk Grubu’nun önümüzdeki dönemde ne gibi faaliyetleri
olacak?
Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu, KKTC’ye uygulanan haksız izolasyonların aşılması noktasında önemli bir rol
oynamaktadır. Bu çerçevede, KKTC milletvekillerinin çok taraflı
uluslararası platformlarda seslerini duyurmaları bakımından da
işlevsel bir nitelik taşıyan dostluk grubumuz, onların Türkiye’de
düzenlenen uluslararası toplantılara katılmasının teşvik edilmesi
başta olmak üzere, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı gibi kuruluşlar çerçevesinde yürütülen çok taraflı parlamenter diplomasi etkinliklerinde adanın gerçeklerini ilk elden
anlatabilmelerine önem vermektedir.
20-22 Ocak 2015 tarihleri arasında 10’uncu toplantısı İstanbul’da
yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamenterler Asamblesi’ne
(İSİPAB) KKTC’nin gözlemci üye olarak katılması önemli bir kazanımdır. Bahse konu toplantıya, KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sayın Sibel Siber de iştirak etmiş ve bir konuşma yapmıştır.
Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu olarak, KKTC’li
parlamenterlerin uluslararası görünürlüğünün artırılmasına yönelik
çalışmalarımız, Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun talimatları doğrultusunda önümüzdeki dönemde de devam edecektir.
Ayrıca Türk Dili Konuşan Parlamenter Asamblesi’nde (TÜRKPA)
KKTC’nin gözlemci üye olması için TBMM Başkanımız Sayın Cemil
Çiçek’in bu konudaki yoğun çalışmaları devam etmektedir.
İki kardeş halk arasında her alanda ilişki ve işbirliğini güçlendirmenin yanı sıra diplomatik olarak da Kıbrıs Türk halkının asli
kurucu vasfından, ada üzerindeki eşit haklarının muhafazasından
asla taviz vermeden, kurucu ortaklığa dayanan bir devlet yapısının
oluşturulması noktasında gayretlerimiz devam edecektir.
Türk Parlamenterler Birliği’nin yayın organı olan TPB Parlamento
dergisine de bu amaçlar doğrultusunda yapmış olduğu yayınlardan, sunduğu katkılardan dolayı teşekkür ederim.
64
DOSTLUK GRUPLARI
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2015 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, Uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir.
Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı
Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her tür bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312
420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ: Ankara Hotel Pino Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi
Bayraklı Sokak No: 35 GOP/ANKARA Tel: 0312 446 36 86
Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 305 32 62-63
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 508 30 03
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0232 390 41 06
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0242 249 65 91
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0342 360 95 05
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 22 27
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi:
0212 414 34 54
Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0332 224 49 70
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
0462 377 54 22
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :0332 223 79 79
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 291 27 01
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0272 246 33 36
İstanbul Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
0212 453 18 58
Türk Parlamenterler Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin
Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
GÖNLÜ BEYRUT’TA ÂHUZÂR KALDI
ABDÜLHAK HÂMID TARHAN
SEKSEN BEŞ YILLIK ÖMRÜNE BIRÇOK YAŞANTIYI, YERI VE
DEVRI SIĞDIRABILMEYI BAŞARMIŞ OLAN ABDÜLHAK HÂMID
TARHAN, EDINDIĞI ACI TECRÜBELERDEN BESLENEREK
YARATTIĞI ŞIIRLERI SAYESINDE ŞAIR-I ÂZAM
UNVANINI KAZANMIŞTIR.
İREM COŞKUNSEVEN
66
B
üyükbabası, II. Mahmud’un hekimbaşılığına kadar yükselen, babası bir tarihçi ve diplomat olan Abdülhak Hâmid Tarhan (1852-1937), köklü ve nüfuzlu bir ailenin çocuğu
olarak İstanbul’da dünyaya gelir. Hayatı boyunca pek çok yeri görme ve deneyimlerine
yenilerini ekleme fırsatı bulan Tarhan, eğitimine dönemin aydın ailelerinde âdet olduğu
üzere evde, özel hocalar eşliğinde başlar. Felsefe ve psikoloji ile ilk kez ilgilenen bilginler
arasında olan Hoca Tahsin Efendi’den ders alır. Hocasının tesiri altında kaldığı, daha
sonra eserlerinde işlediği temalardan açıkça anlaşılacaktır.
Henüz on yaşındayken ağabeyi ile Paris’e giden Abdülhak Hâmid, burada bir yıl kolej eğitimi görür ve Fransızca öğrenir. Döndüğünde Fransızcayı unutmamak için özel
hocalardan ders almaya devam eder. Bununla birlikte İngilizce, Arapça, Farsça gibi
diller öğrenir. Babasının Tahran büyükelçiliğine atanması üzerine onunla birlikte İran’a
gider. Babasının burada vefat etmesi ile hayatının ilk acı kaybını yaşayan Abdülhak
Hâmid, İstanbul’a döner. Farsçayı ve köklü İran Edebiyatı’nı yerinde tanıma fırsatı elde
ederek henüz çocuk yaşta olmasına rağmen ileriki dönem eserlerini etkileyecek edebi
kazanımlar ile İran’dan ayrılır.
İstanbul’a döndükten sonra artık evlilik çağına ulaştığını düşünen şair, babasının
ölümünün ardından kendisine sahip çıkan Ahmet Vefik Paşa’nın kızı Fatma Hanım’a
gönlünü kaptırır. Hem şairin edebi kişiliğinde hem de Türk Edebiyatı’nda bir dönüm
noktası olan Makber’in baş kahramanı Fatma Hanım ile Abdülhak Hâmid’in hikayesi
işte böyle başlar.
Abdülhak Hâmid, Paris sefareti ikinci katipliği ile gittiği Fransa’da, Victor Hugo, Jean
Racine, Pierre Corneille gibi yazarların eserleri ile tanışır. Bu dönemde kaleme aldığı
“Sahra” şiirinde J. J. Rousseau’nun esintileri hissedilirken İspanya’nın fethi sırasında
Müslüman bir cengavere âşık olan ve mezarı başında sevgilisine ağıt yakan bir İspanyol
kızının hikayesini anlatan Târık oyunu da Shakespeare’in Romeo ve Juliet’ini anımsatır.
Corneille’in bir oyununa nazire olarak yazdığı Nesteren isimli oyunu, hükümdarlığa
karşı fikirler barındırdığı gerekçesiyle Tarhan’ın iki yıl süreyle görevden alınmasına
sebep olur.
1883 yılı sonunda Bombay’a tayin edilen Abdülhak Hâmid, henüz Hindistan’a gitmeden önce bir biblodan ilham alarak yazdığı söylenen Duhter-i Hindu’da hayal ettiği
ortamı burada bulamaz. Ancak Hindistan’ın doğal güzelliklerine hayran kalır ve başlıca şiirlerinden olan “Kürsi-i İstigrak” ile “Külbe-i İştiyak”ı burada yazar. Bir yandan
da Hindistan’ın, bronşit adı verilen bir hastalığa yakalanan karısı Fatma Hanım’a iyi
geleceğine inanır. Ancak durumu gittikçe
ağırlaşan Fatma Hanım’a teşhis konulur:
İnce hastalık. Karısını kaybetme endişesi
içinde olan Abdülhak Hâmid, vapura atlayarak onunla birlikte Beyrut’a gelir. Ancak
Fatma Hanım’ı burada toprağa verir.
Ben gittim, o haksar kaldı / Bir köşede tarumar kaldı / Baki o enis-i dilden, eyvah / Beyrut’ta
bir mezar kaldı... Her biri sekiz mısradan oluşmak üzere iki yüz doksan beş bentten meydana gelen Makber adlı mersiye, şairin şiire
ölüm temasını kattığı, eserlerine metafizik
bir boyut getiren, acısını okuyan herkesin
iliklerinde hissettiği bir ağıttır. Ardından
Makber’in devamı niteliğinde ve üçleme
olarak adlandırılabilecek “Ölü” ile “Hacle” şiirleriyle Fatma Hanım’a olan hislerini zaman
zaman isyankar, zaman zaman ölümün karşısında yaşayanların acizliğini kabullenen bir
tutumla kaleme alır. “Makber” şiiri Tarhan’a,
en büyük şair anlamına gelen Şair-i Âzam
sıfatını kazandırır.
Ne var ki aşka âşık bir adam olan ve aşka
küskün kalamayan Abdülhak Hâmid, ilk
eşinin ölümünden kısa bir süre sonra İngiliz
Nelly Hanım ile yollarını birleştirir. İngiliz
çevrelerine giren ve bir başka kültürü daha
tanıma fırsatı yakalayan Tarhan, en önemli
tiyatro eseri olarak kabul edilen ve yine
Shakespeare’den etkilendiği Finten isimli
oyununu yazar.
Abdülhak Hâmid, Nelly Hanım’ın ölümünün ardından Cemile Hanım’la yirmi
gün sürecek olan bir evlilik yapar. Ondan
ayrılmasının ardından Brüksel’de tanıştığı
Belçikalı Lucienne ile 1912 yılında evlenir. Çift
1920’de boşanır.
Ömrü boyunca yurt dışında bir diplomat
olarak memuriyetini sürdürmüş olan Abdülhak Hâmid, 1928 yılında İstanbul milletvekili
olur ve TBMM’nin III, IV ve V. Dönemlerinde
görevini icra eder. Türkiye Büyük Millet
Meclisi IV. Dönem tutanaklarında, Abdülhak
Hâmid’in yaptığı açılış konuşması ve nutkuna yer verilmiştir: “Âzasının en müsinni
67
ÖMRÜ BOYUNCA YURT DIŞINDA BIR DIPLOMAT OLARAK
MEMURIYETINI SÜRDÜRMÜŞ OLAN ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN,
1928 YILINDA İSTANBUL MILLETVEKILI OLUR VE TBMM’NIN
III, IV VE V. DÖNEMLERINDE GÖREVINI ICRA EDER.
olmak sıfatı ile Büyük Millet Meclisi’ni küşat ediyorum. Fakat
bilir misiniz muhterem efendilerim; bu benim için ne eşsiz bir
mazhariyettir. En yüksek kürsüden, tarihin en büyük milletini ve
bu milletin en büyük adamını alkışlamak saadetine ermiş nadir
fanilerdenim. Mazi ve istikbale ait çok muvaffakiyat ihraz etmiş
olan Heyeti Celilenizin bu devrei içtimaiyede dahi ayni muvaffakiyatı idame ederek haizi mubahat olmasını can ve dilden temenni
ederim ve eğer huzurunuzda lâyıkiyle arzı şükran edemiyorsam
kusurumun kemali sinnime bağışlanmasını da ayrıca dilerim
efendilerim.”
Abdülhak Hâmid, yaşadığı acı tecrübeleri sanata dönüştürmeyi
başarmış bir ediptir. Trajediler karşısında yılmamış, duygularını
kalemiyle ifade etmiş, aşktan ve sevmekten asla korkmamış bir
68
sanatçıdır. Kadınlara her zaman değer veren Abdülhak Hâmid’e
dair, ilginç bir anekdot göze çarpar: “Kadın nedir?” sorusuna
“Kadın arı gibidir” yanıtını veren Abdülhak Hâmid’in açıklaması
şu şekilde olur: “Benim ‘Kadın arıdır’ dememin sebebi şudur: Arı
hem iğnesini sokar, can yakar hem de petek petek bal verir.” Bir
ömre birçok aşk ve ölüm sığdıran şair, ızdıraplarıyla, ızdıraplarına
neden olan kadınlarla büyümüş, çoğalmış ve benzersiz eserler
bırakmıştır.
Batı dillerini ve kültürünü öğrenerek yeniliklere açık bir perspektif geliştiren ve Doğu edebiyatını yakından tanıyan Abdülhak
Hâmid, Namık Kemal’i akıl hocası olarak görür. Her ne kadar yenilikçi bir yaklaşımı olsa da eserlerinde halkın dilinden uzak, Fransızca, Farsça, Arapça yabancı sözcüklerin kullanıldığı, anlaşılması
güç bir dil kullanır. Dili ve üslubu nedeniyle birçok eleştiriye maruz
kalan şairin halk dilinden yabancılaşmasının nedeni yıllarca ülke
dışında görev yapmasına bağlanır. Sanat için sanat anlayışıyla,
oynanmak için değil, okunmak için tiyatro eserleri yazar. Şiirlerinin çoğunu aruz ölçüsüyle kaleme alır. Onun şiirinin özelliği, hem
şekil hem de içerik bakımından getirdiği yeniliklerde yatar. Sürekli
yeni şekiller denemekten kaçınmayan şair, muhteva yönünden
şiire metafizik bir boyut katar. “Kederimin artması için sevinmek
isterim” diyen şair, eserlerinde Victor Hugo’nun da sıklıkla başvurduğu tezatlara ve mecazlara yer verir. O, her şeyde güzellik
ile aşkı arar ve bu arayışı asla bitmez. Onun eserlerinde güzellik
kavramı, mistik ve ilahi bir kimliğe bürünür.
İMREN AYKUT:
TEMIZ BIR ÇEVRE, SAĞLIKLI BIR
YAŞAM VE MUTLU BIR TOPLUM
IÇIN ÇALIŞIYORUZ
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: NEHIR ÖZTÜRK
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLIK BAKANLIĞI, DEVLET BAKANLIĞI
VE ÇEVRE BAKANLIĞI YAPAN İMREN AYKUT’UN BAŞKANLIĞINI
ÜSTLENDIĞI ÇEVRE, EĞITIM, SAĞLIK VE SOSYAL YARDIMLAŞMA
VAKFI (ÇESAV) ÖNEMLI FAALIYETLERE IMZA ATIYOR. VAKIF,
ÖZELLIKLE “TERKEDILMIŞ KIZ ÇOCUKLARINI KURTARMA VE
KORUMA PROJESI” ILE TAKDIR TOPLUYOR.
70
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Söyleşimizin başında Çevre, Eğitim,
Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı’nın
(ÇESAV) kuruluş öyküsünü öğrenebilir
miyiz?
Vakfımızın kuruluşu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olduğum döneme rastlıyor.
O zamanlar Sosyal Sigortalar Kurumu’nda
çok uzun süren prosedürler sebebiyle
hastanelere birtakım cihazların alınması
gecikiyordu. Bu sebeple de hastalar zarar
görüyordu veyahut başka hastanelere
sevk edilmeleri neticesinde büyük paralar
ödeniyordu. Bürokratik engelleri biraz olsun kaldırarak cihaz alımlarıyla ilgili süreci
kısaltabilmek için “Sosyal Sigortalar hastanelerini destekleyecek bir vakıf kuralım”
dedik. Bunun dünyada çok fazla örneği var;
özellikle de Amerika’da. Biz vakfı kurduk,
bu sayede çeşitli cihazlar, malzemeler
süratle alınabildi. Tabii Türkiye’de siyasi
çalkantılar olabiliyor, bir süre sonra vakfın
mahiyetini değiştirmek zorunda kaldık.
Vakıf Senedi’nde değişikliğe giderek çeşitli
sağlık ve eğitim faaliyetlerinde bulunmak
üzere çalışma alanımızı genişlettik. Daha
sonra buna çevreyi de ilave ettik. Çünkü
sağlık, eğitim ve çevre birbiriyle çok bağlantılı kavramlar, biz de bu üç önemli alanı
birleştiren bir yapı oluşturduk. Vakfımız
1989 yılından bu yana geniş bir yelpazede
faaliyet gösteriyor.
vakıf evi kurduk. Bu evleri salonundan mutfağına kadar bir Türk ailesinin ihtiyaçlarını
karşılayabilecek şekilde tefriş ettik. Her evde beş veya altı çocuğumuz kalıyor. Genellikle odaları ikişer kişi kullanıyor.
Proje kapsamına dahil ettiğiniz kızlar yetiştirme yurtlarından mı geliyor?
Evet. Biz, 18 yaşına girdikten sonra yetiştirme yurdundan ayrılmak mecburiyetinde
kalan kız çocuklarını bir iş sahibi oluncaya kadar korumak gerektiği düşüncesinden
hareket ederek bu projeyi başlattık. Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan sorumlu Devlet
Bakanı olduğum dönemde, bu konunun ne kadar önemli olduğunu görmüştüm. Yetiştirme yurtlarından ayrılan kız çocuklarının yaşadığı sorunlara bir çözüm bulunması
gerektiğine ve bu konudaki çalışmaları sivil toplum örgütlerinin üstlenmesinin doğru
ve faydalı olacağına inanmıştım. Bu sebeple ilk çalışmayı kendim başlattım, arkasının
geleceğini düşündüm, fakat vakfımızdan başka bu sorumluluğu kimse almadı veya
alamadı. Çünkü gerçekten zor bir iş, çok ağır bir sorumluluk. Projeyi birkaç sene kendi
imkanlarımızla götürdük, fakat çocukların sayısı artınca bu mümkün olamadı. Çocuk
Esirgeme Kurumu’nun bağlı olduğu Devlet Bakanlığı ile bir protokol yaptık. Bu çerçevede Bakanlık cari masrafları üstlendi ve işbirliği halinde projeyi devam ettirdik.
Vakfınızın yardım ve şefkat eli kaç çocuğa ulaştı?
Bugüne kadar yetiştirme yurtlarından ayrılmış 250 kızım oldu. Onların her şeyden önce
sevgi ve şefkate ihtiyaçları vardı. Çocuklarla bire bir ilgilenerek iç dünyalarını rehabilite
etmeyi düşündük; çünkü onlara en güzel hediyeleri, en pahalı kıyafetleri de alsanız
hiçbiri sevgi ve şefkatin yerini tutmuyor. İlgi çekmek için neler yaptıklarını görmelisiniz.
Biz çok özenli davranarak kızlarımızın duygusal ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken eğitimlerine de büyük önem veriyoruz. Onları üniversiteye yerleştirme konusunda yüzde
95 oranında başarı sağlamış durumdayız. Üniversiteyi kazananlar artık vakıf evimizde
değil, Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yurtlarında kalıyorlar. Tabii vakıf
olarak onları takip etmeyi sürdürüyoruz, herhangi bir sorun yaşadıklarında yanlarında
olduğumuzu biliyorlar.
Kızlarımızı yetiştirme yurtlarından geldikleri andan itibaren hayata hazırlıyoruz.
Toplum içindeki davranış kuralları, ev idaresi, temizlik ve hijyenin sağlanması, yemek
Vakfınız çeşitli projeler yürütüyor, panel,
sergi, konferans gibi faaliyetler gerçekleştiriyor. ÇESAV’ın çalışmaları arasında
ön plana çıkanları bizimle paylaşabilir
misiniz?
Vakıf olarak çevre, sağlık ve eğitim alanlarında projeler yürütüyoruz. Bunlar belirli bir
zaman içerisinde gerçekleşiyor; üç ay, beş
ay, bir yıl gibi. Vakfımızın bir de devamlılık
arz eden ana projesi bulunuyor: Terkedilmiş
Kız Çocuklarını Kurtarma ve Koruma Projesi.
Bu kapsamda İstanbul, Ankara, İzmir ve
Adana olmak üzere dört vilayette on tane
71
“TERKEDILMIŞ KIZ ÇOCUKLARINI KURTARMA VE KORUMA
PROJESI KAPSAMINDA DESTEK VERDIĞIMIZ KIZLARIMIZIN
ÜNIVERSITEYI BITIRDIKLERINI, IŞE GIRDIKLERINI VE
MUTLU BIR YUVA KURDUKLARINI GÖRMEK BENIM
IÇIN ÖDÜLLERIN EN BÜYÜĞÜ OLUYOR.”
yapımı gibi çeşitli konuları onlara örnek olarak ve kendileriyle
sohbet ederek öğretiyoruz. İstiyoruz ki yanımızdan ayrıldıklarında
bir evi tek başlarına idare edebilsinler. Evlenmiş ve çocuk sahibi
olmuş kızlarımız var, hayatlarını ve evliliklerini gayet başarılı bir
şekilde sürdürüyorlar. Kızlarımız üniversiteyi kazandıklarında, işe
girdiklerinde ve evlendiklerinde büyük mutluluk duyuyorum.
Sağlık ve çevre alanlarındaki çalışmalarınıza ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Her iki alanla da yakından ilgileniyorum. Örneğin organik beslenme
konusunda müthiş duyarlı bir insanım. Kendim de organik beslenmeye çok dikkat ederim. Geçtiğimiz yıllarda Uludağ Üniversitesi
ile birlikte Organik Tarım Projesi’ni yürüttük. Çevre Bakanlığım
döneminde organik tarımın Türkiye’de tanınması için çok çaba sarf
72
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
ettim, nitekim bugün organik tarım yapan çiftçiler var. Tabii kolay
bir iş değil, her aşaması denetlenen bir üretim modeli. Son yıllarda
marketlerde “Doğal Ürünler” bölümünü görüyoruz. Halbuki doğal
demek organik demek değildir. Plastik domates, salatalık olur mu?
Tabii ki hepsi doğal, ama organik olması için kullanılan tohumdan
gübrenin miktarına kadar her şeye dikkat etmek gerekiyor. Ben
çocukların mutlaka organik beslenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Amerika’da iki yaşına kadarki çocuk mamalarının organik olma
mecburiyeti var. Avrupa’da çocukların organik beslenmesi teşvik
ediliyor. Bizde de organik ürünler konusunda bilinçlenme giderek
artıyor. Bildiğiniz gibi Organik Tarım Kanunu çıkarıldı; eksikleri
olabilir, ama çok önemli bir çalışmadır, bu kanuna öncülük edip
çıkaranları kutluyorum. Organik tarım konusunda çiftçilerin teşvik
edilmesi ve eğitimler verilerek bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Sağlık alanında gerçekleştirdiğimiz önemli projelerden biri “Sağlık Kafe” adını taşıyor. Bu
bir Avrupa Birliği projesiydi. Proje ile ergenlik çağındaki gençlere yaşadıkları fiziksel ve ruhsal
değişikliklerin sebeplerini anlatmayı, bu kritik süreci sorunsuz bir şekilde geçirmelerine katkıda bulunmayı istedik. Projeye başlarken ailelere “Çocuğunuzun bu eğitimi almasını ister
misiniz?” diye sorduk, çok büyük bir taleple karşılaştık. Çünkü aileler bu konuları çocuklarıyla
pek konuşamıyorlar, uzmanlar tarafından eğitim verileceğini öğrenince memnuniyet duydular.
Ankara’da Keçiören Belediyesi ile işbirliği yaptığımız proje kapsamında bir sene içinde 32 bin
gence ulaştık. Fevkalade güzel bir çalışma oldu.
Çevre konusunu yakından takip ediyorum. Bildiğiniz gibi Muğla Dalyan’daki İztuzu Sahili
son günlerde çok konuşuluyor. Burası olağanüstü güzelliğe sahip, ekolojik değeri çok yüksek
bir yer. Aynı zamanda nesli tükenmekte olan Caretta carettaların üreme alanı. Uluslararası
sözleşmelere göre bu hayvanların korunmaları yasal bir zorunluluktur. Zaman zaman birileri
çıkıp böyle bir yeri talan etmeye çalışıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığım döneminde
de böyle bir konu gündeme gelmişti, ben karşı çıkmış ve protestolara katılmıştım. Şimdi orada
kafeler, tesisler kurulursa bölge ekolojik değerini yitirir, Caretta carettaların buraya gelme imkanı ortadan kalkar. Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın İdris Güllüce “Üç şezlong için Carettaları
feda etmeyiz” dedi. Gerçekten çok güzel bir söz söyledi, kendisini tebrik ediyorum.
Siz ülkemizde seçimle işbaşına gelen ve politik kariyeri olan ilk kadın bakansınız. Hem siyaseti hem de sivil toplumu iyi bilen biri olarak siyaset kurumu ile sivil toplum kuruluşları
arasındaki ilişkiye dair değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Ülkemizde sivil toplum örgütlerinin sayısı yeterli seviyeye ulaşmış değil. Mevcut olanların da
üye sayıları az, bu nedenle çoğu kez seslerini güçlü bir şekilde duyuramıyorlar. Tabii sivil toplum
örgütlerinin önemi giderek daha iyi anlaşılıyor. Bunun neticesinde de sivil toplum alanında
önemli gelişmeler yaşanıyor. Bundan memnuniyet duyuyorum. Örneğin tüketici dernekleri çok
önemli çalışmalar yapıyor. Tüketici hakları konusunda son aylarda birkaç kötü olay yaşadım.
Hakkımı aramak için mücadele ettim ve benden haksız yere alınmış paralar geri ödendi. Ayrı-
ca bugün iki konuyla ilgili şikayetimi
tüketici hakları derneklerine bildirdim.
Onların da katkısıyla bir netice alabileceğime inanıyorum. Tüketici olarak
haklarımı savunmayı vazife edindim.
Çünkü biz hakkımızı aramazsak aşırı
derecede suistimal ediliyoruz. Tüketici Yasası’nın çıkması çok iyi oldu. Bu
yasa haksızlıklarla mücadelede büyük
önem taşıyor. İşte bu noktada siyaset
kurumu devreye giriyor. Siyasetçilerin
Tüketici Yasası örneğinde olduğu gibi
çeşitli yasal düzenlemelerle sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına kolaylık
sağlaması gerekiyor.
Gerek bakanlık dönemlerinizde gerekse vakıf çalışmalarınız dolayısıyla aldığınız pek çok ödül bulunuyor.
Ödüller çalışmalarınızı teşvik ediyor
olmalı…
Evet, kesinlikle. Çok gururlandığım
ödüller var. Mesela 1983 yılında İspanya Kralı Majeste Juan Carlos’tan
aldığım nişan ve şövalyelik unvanı
bulunuyor. “Isabel la Catolica”
nişanı dünyada ilk defa bir Türk’e
verilmişti. Yine 1996 yılında Şili ile
ilişkilerin geliştirilmesine katkılarım
dolayısıyla Şili’nin en yüksek nişanı
olan “Grand Cruz” nişanı takdim
edildi. Bayan Clinton’ın verdiği
armağanlar da benim için özeldir.
Tabii ödüller çalışmalarınızı teşvik
ediyor, sizi gururlandırıyor. Vakıf
faaliyetleri dolayısıyla takdim edilmiş pek çok ödülümüz bulunuyor.
“Terkedilmiş Kız Çocuklarını Kurtarma ve Koruma Projesi” kapsamında
destek verdiğimiz kızlar ımızın
üniversiteyi bitirdiklerini, işe girdiklerini ve mutlu bir yuva kurduklarını
görmek ise benim için ödüllerin en
büyüğü oluyor.
73
MILLÎ MIRASI KORUYOR VE TANITIYORLAR
MÜZECILIK VE TANITIM
BAŞKANLIĞI
SÖYLEŞİ: ZEYNEP YİĞİT
TARIHIMIZDEKI NICE ÖNEMLI OLAYA TANIKLIK ETMIŞ SARAY,
KÖŞK VE KASIRLAR, GEÇMIŞTE OLDUĞU GIBI BUGÜN DE GÖZ
KAMAŞTIRIYOR. MILLÎ MIRASIN KORUNMASI VE TANITILMASINA
YÖNELIK ÇALIŞMALARI TBMM MÜZECILIK VE TANITIM BAŞKANI
DR. KEMAL KAHRAMAN’LA KONUŞTUK.
74
MECLIS ÇALIŞANLARI
Dolmabahçe Sarayı
Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nın görev ve sorumluluk alanına ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı, TBMM Millî Saraylar’a bağlı
saray, köşk ve kasırların müzecilik kapsamına giren tüm hizmetleri, tanıtım, araştırma, yayın, sergileme, envanter gibi
işlerinden sorumludur. Müzeciliğin en önemli konusu tarihî
eserlerin kayıt ve kontrolleridir. Envanterimizde bulunan tarihî
objeler birim yöneticilerine zimmetlidir. Birimimiz bu eserlerin
kaynaklara uygun bir biçimde en doğru şekilde sergilenmesini
sağlar. Eserler orijinal yerlerinde korunur. Herhangi bir sebeple
obje yerinden alınacağı veya yeri değiştirileceği zaman bilim
kurulu onayı alınır, arkasından bürokratik süreç izlenir. Saraylarımızı müze yapan da budur. Millî Saraylar’a bağlı saray, köşk
ve kasırların özelliği, tarihî eşyaların, mobilya ve dekorasyon
unsurlarının yerli yerinde sergilenmesidir. Bu yönüyle eserleri
camlı vitrinlerde sergilenen klasik müzelerden ayrılır. Bunlar
saray-müze kapsamına giren yapılardır.
Başkanlığınız hangi birimlerden oluşuyor? Bu birimlerin yürüttüğü hizmetler nelerdir?
Başkanlığıma bağlı iki başkan yardımcılığı var. Bunlara bağlı
olarak Dolmabahçe ve Beylerbeyi Saray Müdürlükleri; Yıldız
Şale; Ihlamur, Küçüksu, Maslak, Beykoz, Aynalıkavak kasırları;
Yalova Atatürk, Florya ve Filizi köşkler; Resim Müzesi; Saray
Koleksiyonları Müzesi; Saat Müzesi; araştırma birimleri; arşiv,
kütüphane ve yayın birimleri ile tarihî eser kayıt kontrol birimi
bulunmaktadır. Birimlerimizin sorumluluk alanı geniş bir kampüse yayılmaktadır. Yalova’dan Hereke’ye, Florya’dan Beykoz’a
kadar uzanmaktadır. Bu birimlerde öncelikle günlük ziyaret
hizmetleri yürütülmektedir. Bu, ülkemizin vitrin çalışmasıdır.
Çünkü iç ve dış ziyaretçilere karşı bir temsil söz konusudur.
Tarihî mekan ve objelerin kondisyonları zimmet görevlileri
tarafından takip edilmekte, gerektiğinde bakım ve onarım
yapılması sağlanmaktadır. Araştırma görevlilerimiz kaynaklara
ve arşivlere dayanarak mekan tefrişlerini, dönemlere göre
mekanların kullanımını araştırmakta ve objelerin durum ve
hareketlerini yürütmektedir. Bunu tarihî eser taşınır kontrol
birimimizle birlikte yapmaktadır. Yayın birimimizde tarihî
mekan ve eserlerimizle ilgili sürekli yayınlar yapılmaktadır.
Bunlar tanıtım broşürlerinden bilimsel araştırma kitaplarına
ve Milli Saraylar dergisine kadar değişmektedir. Zaman zaman
İstanbul’un önemli yerlerinde, otobüslerde, billboardlar ve köprülerde tanıtım afişleri asılarak mekanlarımız tanıtılmaktadır.
Saray, köşk ve kasırlar tarihî ve kültürel zenginlikleriyle yerli
ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Ziyaretçi sayılarına
ilişkin bilgi aktarabilir misiniz?
Dolmabahçe Sarayı en fazla ziyaretçi alan mekanımızdır.
Oransal olarak yabancı ziyaretçimiz yüzde elliden fazladır.
Dolmabahçe’nin günlük ziyaretçi sayısı 3-4 bin civarındadır.
Toplamda ise son yıllarda ziyaretçi sayımız sürekli artış göstermiştir. 10 yıl önce 7-800 bin gibi olan toplam ziyaretçi sayımız
bugün 1,5 milyona ulaşmıştır. Ziyaretçi biletleri en büyük gelir
kalemimizi oluşturmaktadır. Son yıllarda kafe ve hediyelik
eşya gibi müzecilik hizmetlerimizde kalite ve çeşitlilik olarak
büyük bir gelişme kaydedilmiş, ziyaretçi taleplerine büyük
oranda cevap vermeye başlanmıştır. Müzecilik hizmetlerimizi
dünyadaki benzerleri ile karşılaştırarak sürekli geliştirmeye
çalışıyoruz.
Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nca hayata geçirilen pek çok
proje bulunuyor. 2015 yılındaki projelere ilişkin bilgi verebilir misiniz?
75
“İNGILIZCE, ALMANCA, FRANSIZCA GIBI DILLERDE REHBERLIK
HIZMETI VERIYORUZ. OSMANLICA BILEN ELEMANLARIMIZ SON
DÖNEM OSMANLI ARŞIVLERINI INCELEYEREK HEM DOĞRU
UYGULAMALARI YAPMAMIZI SAĞLIYOR HEM DE AKADEMIK
ÇALIŞMALARA ZEMIN HAZIRLIYORLAR.”
Beykoz Kasrı
2015 yılı projelerimiz arasında yayın projeleri, Medya Tanıtım
böyle yayınlarımızın daha hızlı ve kaliteli baskılarını alabile-
Projesi, Ses Sistemi Projesi, Sosyal Medya Projesi, Dergi Pro-
ceğiz. İlk örneği de takvimimiz oldu. 2015’in yayın açısından
jesi, Yön Levhaları Projesi, Sempozyum Projesi, Kütüphane ve
verimli bir yıl olacağını tahmin ediyoruz.
Fotoğraf Arşivi Dijitalleştirme Projesi, Tarihî Envanter Projesi,
Web Sitesi Projesi, Resim Müzesi Projesi, Sergi, Konser ve
Başkanlık’ta kaç personelle hizmet veriliyor? Bu birimde ça-
Konferans Projesi, Çocuklara ve Engellilere Dönük Ziyaret
lışanların sahip olması gereken nitelikler arasında hangileri
Projesi, Sesli Rehberlik Sistemi Projesi sayılabilir. Millî Saraylar
ön plana çıkıyor?
takvimleri yıllardır kurumlar tarafından aranan bir yayın du-
Başkanlığımızda toplam 267 kadrolu personel bulunuyor.
rumundadır. 2015 yılı için yeni açılan Resim Müzesi temalı bir
Hizmet alımı yoluyla çalışanlarla birlikte yaklaşık 300 kişi
takvim hazırladık. 2014 yılında saray, köşk ve kasırlarımızın
diyebiliriz. Birimimiz yerli ve yabancı ziyaretçilere ve medya
tanıtımı için çok sayıda ve birçok dilde kitapçık ve broşür ya-
kuruluşlarına hizmet verdiği için sanat tarihi ve müzecilik
yımladık. Meclis matbaamızdaki yenilikler sayesinde bundan
bilgisiyle yabancı dil bilgisi öne çıkmaktadır. İngilizce, Al-
76
MECLIS ÇALIŞANLARI
manca, Fransızca, İspanyolca, Arapça gibi
dillerde rehberlik hizmeti veriyoruz. Araştırma ve arşiv birimlerimizde Osmanlıca
bilen elemanlarımız son dönem Osmanlı
arşivlerini sürekli inceleyerek hem doğru
uygulamaları yapmamızı sağlıyor hem de
akademik çalışmalara zemin hazırlıyorlar.
Doktorasını yapmış çok sayıda elemanımız
bulunmaktadır. Yani birimimiz biraz da
enstitü durumundadır. Üniversitelerden
gelen araştırmacılara da gereken yardımı
yapıyoruz. Tarihî bir ortamda tarihî eserlerle muhatap olan personelin çok özel bir
bilgi ve tecrübeye sahip olması gerekiyor.
Birinci görevimiz korumaktır. Daha sonra sunum ve tanıtım sistemi geliyor. Bu
nedenle koruma memurlarımız kritik bir
görev yürütüyorlar. Saray geleneği içinde
sorumluluk bilinci oluşmuş durumdadır.
Rehberlerimiz tanıtım ve temsil görevini
birlikte yürütüyorlar. Saray, köşk ve kasır
sorumlularımız ise koruma, tanıtma, temsil gibi bütün özellikleri bir arada göstermek durumundalar.
Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nda görev yapmanın güzellikleri ve zorluklarına
ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir
miyiz? Görevinizi yaparken unutamadığınız bir anınız varsa bizimle paylaşabilir
misiniz?
Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı millî mirasımız olan, hatta insanlık mirası olan tarihî
eserlerimizin korunması ve tanıtılmasıyla
ilgilidir. Bu nedenle çok önemli ve sorumluluk isteyen bir görevdir. Başka devlet
görevlerinden önemli farklar içermektedir.
Bunun verdiği bir tedirginlik ve hassasiyetle birlikte, bu güzellikler içinde çalışmanın
verdiği bir haz duygusu da oluyor. İşinizi
severseniz onu zevk alarak yaparsınız.
Ben yakınçağ tarihçisi olduğum için burada
görev yapmak benim için apayrı bir anlam
taşıyor. Kitaplarda, kaynaklarda görülen
tarihî olayların geçtiği mekanları ve eş-
Küçüksu Kasrı
Aynalıkavak Kasrı
yaları sürekli yakından görme imkanımız oluyor. Bu bulunmaz bir ayrıcalıktır.
Burada yerli ve yabancı ziyaretçilerle olduğu kadar salonlarımızda düzenlenen
devlet davetlerinde unutulmaz anlarımız oluyor.
Bu noktada bir anımı paylaşabilirim: Yıllar önce İsveç Kralı ve Kraliçesi’nin
resmî ziyaret programında Dolmabahçe Sarayı ziyareti de vardı. O zaman saray
müdürü idim. Kral ve Kraliçe Dolmabahçe merdivenlerini çıkarken kapıda bekledim. Kapıdan girdiklerinde küçük bir kalabalığın ortasındaki Kral ve Kraliçe’ye
yaklaşarak “Hoş geldiniz” dedim ve kendimi tanıttım. Arkasından da şöyle
dedim: “Yıllardır Saray’da görev yapıyorum, ilk defa bir kraliçe görüyorum.” Bu
sözlerim Kraliçe ve heyette gülüşmeye neden oldu. Onlar unutmuş olabilir, ama
benim için önemli bir anı oldu.
Saraylarımızın, özellikle Dolmabahçe Sarayımızın önemli bir yanı, zaman
zaman yerli ve yabancı çok önemli konukları ağırlamasıdır. Bu da bizim sorumluluğumuzu artıran bir durumdur.
77
TARİH SAHNESİ
1 Şubat 1963 - Bir
2 Şubat 2007
- Birleşmiş
Milletler İklim Raporu’nda dünyada
insan yaşamını tehdit eden bir ısı
artışının olduğu açıklandı. Böylece
“küresel ısınma” terimi halk söylemi
haline geldi.
yolcu uçağı ile askerî uçağın
Ankara üzerinde çarpışarak
Ulus semtine düşmesi sonucu yüzden fazla kişi yaşamını yitirdi. Olay, tarihe “Ulus
Faciası” olarak geçti.
ŞUBAT
1
2
5
9 Şubat 1968
- Türkiye’nin
ilk kadın trafik polisi Fikriye Yavuz,
Eminönü Meydanı’nda göreve
başladı.
9
11
5 Şubat 1932
1 Şubat 2013 - Ankara’daki
ABD Büyükelçiliği’nde canlı bomba
kaynaklı büyük bir patlama yaşandı.
Vize almak için gelenlerin giriş yaptığı
kapıda meydana gelen olayda iki kişi
hayatını kaybetti.
78
- Dinde
reform, ibadetin Türkçeleştirilmesi girişimleriyle ilk Türkçe hutbe
Süleymaniye Camii’nde okundu.
11 Şubat 1936 İstanbul’da meydana gelen
kar fırtınasında yüzlerce
deniz aracı sulara gömüldü, binalar yıkıldı, ağaçlar
devrildi.
24 Şubat 1977 - Dünyaca
ünlü Türk bilim adamı ve Yale Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Feza
Gürsey, parçacık fiziğine yaptığı katkılardan dolayı Oppenheimer Ödülü ile
Einstein Madalyası’na değer görüldü.
17 Şubat 1996 - Rus asıllı dünya
satranç şampiyonu Garry Kasparov’u
yenmek üzere büyük bir teknoloji şirketi
tarafından geliştirilen “Deep Blue” adlı
bilgisayar, büyükustaya yenildi.
17
23
29 Şubat 1980 Sadece 29 Şubat günlerinde
yayımlanan bir Fransız gazetesi
olan La Bougie du Sapeur’ün
ilk sayısı çıktı.
24
26
29
26 Şubat 1992 - Karabağ Savaşı
sırasında, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşayan
Azeri siviller, Ermenistan’a bağlı kuvvetler
tarafından katledildi.
23 Şubat 1997 - Genetik
kopyalama yöntemiyle yetişkin
bir canlı hücresinin klonlandığı
ve başarıya ulaşıldığı dünyaya
duyuruldu. “Yılın buluşu” olarak
nitelendirilen olay sonucu, 5
Temmuz 1996’da Dolly adlı koyun
doğmuştu.
79
29 ŞUBAT
365,2242 GÜNÜN
GÜNAH KEÇISI
PINAR ÜNSAL
J
ulius Caesar… Korkusuz bir asker, politikadaki başarıları yadsınamaz bir siyasetçi, rivayete göre iyi bir hatip ve yazar. Ona
yakıştırılan “Dünya tarihinin en etkili insanlarından biri” sözü de
hiç abartı değil. Julius Caesar tarihi değiştirdi; hem de her anlamda.
Mevsim kaymalarını düzeltmek amacıyla artık yıl formülünün
uygulandığı Jülyen Takvimi’ni Caesar’ın oluşturduğu iddia ediliyor.
Pek çok sıfatla onurlandırılmış, ölümünden sonra Senato tarafından “Roma tanrısı” ilan edilmiş Caesar, halkı tarafından sanki her
sorunun çözümüymüş gibi algılanmış binlerce yıl önce. Takvimin
mucidi olarak anılmasının da nedeni bu. Ancak Jülyen Takvimi’yle
80
ilgili kabul edilen görüş Julius Caesar’ın bu takvimi dönemin astronomu Sosigenes’e hazırlattığı yönünde.
Sosigenes 1 yılın 12 ay kalabilmesi için ayları 6 ay 30, 6 ay 31
çekecek şekilde düzenlemiş. Bu hesaba göre bir yıl 366 gün etmiş.
365 gün olabilmesi için yılın son ayından 1 gün çıkarılması formülü
bulunmuş. Roma Takvimi’ne göre yılın son ayının şubat olması
nedeniyle her dört yılda bir bu ayın 30, diğer yıllarda 29 günden
meydana gelmesi kararlaştırılmış.
Julius Caesar’ın kendi adını verdiği ay olan july (temmuz)
Sosigenes’in takvimine göre 31 çekiyor. Tarih sahnesine Roma
İmparatoru Augustus çıktığında temmuzdan sonra gelen ve
takvimdeki adı “sextilis” olan ay august (ağustos) olarak değiştiriliyor. Dünyaya hükmeden bir devletin imparatoru olunca tarihi
parmağında oynatabiliyor tabii insan. Zira Augustus 30 gün çeken ağustos ayının 31 çekmesini istiyor. Sözümona amcası Julius
Caesar’ı kıskanıyor. Koca devleti yöneten, oyun oynar gibi ülke
fetheden, emrine binlerce askerin canını feda edebileceği, üstelik
bütün dünyanın askerî ve siyasi anlamda saygı duyduğu birine
kıskanç demek hiç yakışık almamış. Ancak Augustus’un neden
takvime dair tüm kuralları yıkarak ağustos ayının 31 çekmesini
istediğine de başka açıklama bulunamamış.
Yeni takvime göre yılda 7 ayın 31, 4 ayın 30, 1 ayın 29 çekmesi
eski formülü değiştirmeyi gerektiriyordu. Kabak yine yılın son ayı
olan şubatın başına patladı. Ondan bir gün daha çalınmasıyla bu
ay 28, her dört yılda bir ise 29 çekecekti.
KIM, NE ZAMAN, NEYE DAYANARAK SEÇTI; BIZ NIYE DUYMADIK
DIYE SORUYORUZ BELKI, AMA AMERIKA’NIN TEKSAS EYALETI
DÜNYANIN ARTIK YIL BAŞKENTI’YMIŞ. HER DÖRT YILDA BIR BURADA
ARTIK YILIN ŞEREFINE ÇEŞITLI EĞLENCELER DÜZENLENIYORMUŞ.
ARTIK YILIN BIR SIMGESI BILE VARMIŞ; KURBAĞA.
Yeter ki gel, dört yılda bir
Şubat ayının 28 günden oluşması, yalnızca dört yılda bir kere 29
çekmesi yaklaşık iki bin yıl önceki Roma imparatorlarıyla alakalı.
Ancak 29 Şubat, bazı toplumlar tarafından çok önemli bir günmüş
muamelesi görmüş, görüyor. Bazıları bu günün şans getirdiğine
inanırken bir kısmı uğursuz olduğunu düşünüyor. Astrologlar ise
29 Şubat doğumluların çok özel yeteneklere sahip olduğunu iddia
ediyor.
Amerika, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde yalnızca 29 Şubat’ta
yapılan aktiviteler mevcut. Ancak bu güne duyulan hassasiyet
hiçbir yerde İskandinav ülkelerinde olduğu kadar değil. Örneğin
İrlanda’da 29 Şubat’ta Bekarlar Günü (Bachelor’s Day) kutlanıyor.
Dünyada erkeğin kadına evlenme teklif etmesi yaygın görüşünün
aksine bu günde yalnızca kadınlar teklif ediyor. Bu geleneğin çıkış
noktası ise İskoçya. 29 Şubat’a denk gelen bir günde İskoçyalı bir
kadın âşık olduğu adama evlenme teklif etmiş, ancak adam kabul
etmemiş. Kadın o kadar üzülmüş ki olay İskoç Kraliçesi tarafından
bile duyulmuş. Rivayete göre kraliçe adamın reddettiği kadını
öperek cezalandırılmasını istemiş. 16. yüzyılda çevre ülkelere de
yayılan bu geleneğe göre Danimarka’da kadın reddetmenin cezası
on iki çift eldiven, Finlandiya’da ise bir top kumaş olmuş. Bekarlar
Günü çağımızda yalnızca İrlanda ve İskoçya’da kutlanıyor.
Kim, ne zaman, neye dayanarak seçti; biz niye duymadık diye
soruyoruz belki, ama Amerika’nın Teksas eyaleti dünyanın Artık Yıl
Başkenti’ymiş. Her dört yılda bir burada artık yılın şerefine çeşitli
eğlenceler düzenleniyormuş. Artık yılın bir simgesi bile varmış;
kurbağa.
Fransa’da 1980 yılından beri yayımlanan La Bougie du Sapeur
adlı bir gazete bulunuyor. Gazetenin 9. sayısı 29 Şubat 2012’de çıkarılmış. Yalnızca 29 Şubat günlerinde basılan bu yayının La Bougie
du Sapeur-Dimanche adlı bir eki de mevcut. 29 Şubat’a rastlayan
pazar günleri sunulan bu ek 28 yılda bir kere okuyucuyla buluşuyor.
Bu artık yıl meselesi dünya tarafından çok önemseniyor gibi görünüyor. Halbuki Marduk gezegeni gibi 3661 yılda bir kere dünyaya
yakın geçmiyor ki; dört yılda bir zaten geliyor. 29 Şubat’ın uğursuz
sayılması ise ayrı bir batıl; maaşların bir gün geç alınmasından
başka bir sevilmeme nedeni olmamalı bu günün. Türkiye’de de
pek hoşlanılmıyor 29 Şubat’tan; zira tıpkı Yunanistan’da olduğu
gibi bu günde nikah salonları boş kalıyormuş. Nedeni, günün
uğursuz olduğuna inanılmasından ziyade çiftlerin dört senede bir
yıldönümü kutlamak istememesi olsa gerek.
81
ANADOLU EZGILERIYLE
AVRUPA’YI FETHEDEN MAESTRO
CEMAL
REŞİT REY
82
“UYGARLIK DORUĞUNUN MERDIVENI SANAT”SA EĞER,
GENÇ CUMHURIYET YILLARINDA CEMAL REŞIT REY, BU
MERDIVENIN DEV BIR BASAMAĞIYDI. YURT DIŞI EĞITIMI,
YETENEĞI VE TÜRK EZGILERINI SENTEZLEYEREK ÇAĞDAŞ TÜRK
MÜZIĞI’NE BÜYÜK KATKILAR SAĞLAYAN REY, AVRUPA’YI KENDINE
HAYRAN BIRAKMIŞ BÜYÜK BIR BESTECIYDI AYNI ZAMANDA.
BOŞUNA DEMEMIŞTI MEŞHUR PIYANIST ALFRED CORTOT,
CEMAL REŞIT DAHA KÜÇÜK BIR ÇOCUKKEN ONUN ANNESINE
“MADAM, BILINIZ KI OĞLUNUZ SIYAH TUŞLARDA BIZIM
BEYAZ TUŞLARDA ÇALDIĞIMIZ GIBI ÇALIYOR.”
GÖKÇE DORU
Ü
ç büyük dinin de kutsal saydığı, tarih boyunca
onlarca defa işgal edilmiş, bir türlü paylaşılamayan Kudüs toprakları bir zamanlar
Osmanlı İmparatorluğu’nundu. Babasının
bu şehirde mutasarrıf olarak görev
yapması dolayısıyla Cemal Reşit Rey,
Kudüs’te doğmuştu. Belki de doğduğu gün takdis edilmişti.
Cemal Reşit’in oyuncağı topaç,
çamur, bilye değil, bir akordeondu.
Babasının tayini çıkıp da İstanbul’a
geldiklerinde, 5 yaşında daha büyük
bir oyuncağı oldu; piyano. Başkentin
imkanları elbette Osmanlı’nın diğer bütün
şehirlerinden daha fazlaydı. Ancak o yıllarda
adeta bir sanatçı fabrikası gibi olan Paris’ten daha
çok değil. Galatasaray Lisesi’nde okurken babasının görevi
nedeniyle Paris’e taşınan Cemal Reşit, kendi müzik kariyeri için
dünyanın en doğru yerindeydi bir anlamda. Dönemin en büyük
bestecisi kabul edilen Gustav Mahler’in yönettiği orkestrayı dinleme şerefine erişecek, Paris Konservatuvarı’nda eğitim görecek ve
Gabriel Fauré gibi Fransa’nın en meşhur müzisyenlerinden birine
yeteneğini gösterme fırsatı bulacaktı.
Gabriel Fauré, Paris Konservatuvarı’nın müdürüydü aynı zamanda. Cemal Reşit’i dinledikten sonra okulun hem pedagoğu
hem de piyanisti olan Marguerite Long’u aramış, “Madam, size
bir Türk çocuğu gönderiyorum ve hiçbir şey söylemiyorum, kendiniz göreceksiniz” demişti.
I. Dünya Savaşı yalnızca yüz binlerce
ölüme yol açmakla kalmamış, ekonomiye, doğaya, sanata, bilime, edebiyata
tarifi mümkün olmayan zararlar vermişti. Bir şahsın hikayesinden yola
çıkarak bile zararın büyüklüğünü
tahmin edebilmek mümkündü.
Yeteneğiyle ünlü bir besteciyi kendine hayran bırakan bir çocuk, savaş
yüzünden eğitimini yarım bırakıp
Paris’ten ayrılmak zorunda kalmıştı.
Kültür şehri Paris, savaş yıllarında insan
öldürme sanatına dair stratejilerin üretildiği
bir karargah, daha çok toprak uğruna çeşitli oyunların planlandığı bir merkezdi artık.
Ahmet Reşit Bey ve ailesinin savaş nedeniyle Cenevre’ye
yerleşmesinin ardından Cemal Reşit, Cenevre Konservatuvarı’na
devam etti. Ancak 1919 yılında babasının Osmanlı Dahiliye
Nazırlığı’na atanmasının ardından ailecek yeniden İstanbul’a
geldiler. Gabriel Fauré, Cemal Reşit Paris Konservatuvarı’ndayken
Ahmet Reşit Bey’e “Oğlunuz hayatta müzikten başka hiçbir şey
yapamaz” demişti. Oğlunun yeteneğinin farkında olan Ahmet
Reşit Bey, İstanbul’da ona hemen bir piyano öğretmeni tutarak
eğitimine devam etmesini istemişti. Lakin Cemal Reşit’in müzik
83
bilgisi öğretmeninkinden daha fazlaydı; bunun üzerine ne yapıp
edip tek başına Paris’e gönderildi. Cemal Reşit burada Marguerite
Long’la yeniden, hem de daha uzun bir süre çalışma fırsatı buldu.
Paris’te yeteneği ve besteleriyle dikkat çeken Cemil Reşit,
Dârülelhan’da eğitim vermesi için İstanbul’a çağrıldı. Avrupa’da
onu büyük bir kariyer beklese de kendi ülkesi için çalışmak ve
müzik eğitimi vermek Cemil Reşit için bir gurur kaynağıydı.
Çıktı açık alınla…
Cemal Reşit’in ülkeye dönmesi Cumhuriyet’in ilanından sonraya
rastlar. Bu yıllarda Batılı anlamda bir müziğe yöneliş söz konusudur. Okullarda melodi eğitimi dümteka, segah, yegah sistemiyle
değil re, mi, fa, sol gibi notalarla verilmeye başlamıştır. Dârülelhan
yerine konservatuvar deniliyor ve müzik eğitimi ciddiye alınıyordur
artık.
Paris Senfoni Orkestrası, Viyana Senfoni Orkestrası, Floransa
Palazzo Pitti Orkestrası, Madrid Senfoni Orkestrası gibi dünyanın
en bilinen orkestralarını yönetmiş Cemal Reşit Rey, Türkiye’de
eğitmenlik yapmaya başladığı yıllarda bir hayli zorlanır. Giyimi,
görgüsü, bir Fransız beyefendisi kibarlığı çok takdir edilmektedir,
ancak öğrencileri tarafından çok sert ve zor beğenen biri olduğu
söylenerek eleştirilmektedir aynı zamanda. Maestro gerçekten de
zoru sevmektedir, Avrupalı bir müzisyenin beğenilerine sahiptir;
84
ne de olsa Mozart, Chopin, Bach gibi dev müzesiyenlerin etkisi
altındaki okullarda yetişmiştir.
1925 yılına kadar Rey’in eserleri Fransız müziği ağır bastığı için
özgün olarak değerlendirilmez ve Türkiye’de yeteri kadar meşhur
olmaz. “La Geisha”, “Yann Marek”, “Köyde Bir Facia”, “Zeybek”
gibi operaları yazan Rey, diyaloglarını ağabeyi Ekrem Reşit Rey’in
kaleme aldığı “Lüküs Hayat” operetinin ardından adı yalnızca
sanatla ilgilenenlerin değil, ülkedeki tüm aydınların da bildiği bir
isim haline gelir.
Halk ezgilerini çağdaş müzikle birleştirerek ortaya koyduğu
özgün eserler onun kendi çizgisini yakalamasıdır artık. 1925 yılında yazdığı “12 Anadolu Türküsü” adlı eseri, Avrupa’da pek çok
orkestra tarafından seslendirilir. Bu yapıtın içindeki “Kel Emini
Vurdular”, “On İkidir Efeler”, “Ayın On Dördü”, “Karşı Be Karşı”
eserleri Paris tiyatrolarında söyletilir. Keza, yine halk ezgilerini
kullanarak ortaya çıkardığı bir opera olan “Bebek Efsanesi” de
Avrupa’da çok beğenilir.
Cemal Reşit Rey’in besteleriyle Türkiye adını dünyaya duyurması bir yana ülkesi için yazdığı marş, ölümünün ardından da
büyük bir saygıyla anılmasına neden olacaktır. İstiklal Marşı’ndan
sonra belki de en akılda kalan ve ezbere bilinen “Onuncu Yıl Marşı”, Rey’i Türk halkı için ölümsüzleştiren bir eserdir. Cemal Reşit
Rey güftesini Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın
CEMAL REŞIT REY’IN BESTELERIYLE TÜRKIYE ADINI DÜNYAYA
DUYURMASI BIR YANA ÜLKESI IÇIN YAZDIĞI MARŞ, ÖLÜMÜNÜN
ARDINDAN DA BÜYÜK BIR SAYGIYLA ANILMASINA NEDEN
OLACAKTIR. İSTIKLAL MARŞI’NDAN SONRA BELKI DE EN AKILDA
KALAN VE EZBERE BILINEN “ONUNCU YIL MARŞI”, REY’I
TÜRK HALKI IÇIN ÖLÜMSÜZLEŞTIREN BIR ESERDIR.
yazdığı eser için beste yapmasını şöyle anlatır: “(...) Oturdum
düşünmeye başladım. Hangi melodiyi yakalasam biraderime beğendiremiyordum. Nihayet mehter takımı ritmi geldi aklıma. Ve
biraderime de en sonunda beğendirebildim. Besteyi tamamladıktan sonra Ankara’ya, gerekli erkana dinletmeye gittim. Piyanoda
kendim eşlik ederek söyledim.”
“Onuncu Yıl Marşı”nın Ankara’daki devlet büyükleri tarafından
seçilmesi hiç de kolay olmaz aslında. Dönemin Millî Eğitim Bakanı
Saffet Arıkan, “cumhuriyet” sözünün geçtiği yerde notanın minöre geçmesi nedeniyle Rey’e şu soruyu yöneltir: “(…) Malum, minör
küçük demektir. Yoksa siz Cumhuriyeti küçük mü görüyorsunuz?”
Cemal Reşit Rey o güne dair anılarında, bu sorunun sorulduğu an
salonun kafasına yıkılmış gibi hissettiğini anlatır. Rey’in Arıkan’a
cevabı şudur: “Beethoven Napolyon’un kahramanlıklarına hayrandı. Ona adadığı ‘Eroica’, kahramanlık senfonisinin ikinci bölümü de
do minör tonundadır. Sanıyor musunuz ki Beethoven Napolyon’u
küçük görüyordu?”
“Onuncu Yıl Marşı”, ülkemiz için çok değerli. Rey’in hayatı
boyunca verdiği diğer eserler ise onun tüm dünyada büyük
bir sanatçı olarak anılmasına fazlasıyla yetiyor. 1985 yılındaki
ölümüne kadar pek çok ödül ve devlet nişanına layık görülmüş
maestro, ülkenin en ihtiyacı olduğu zamanlarda onun adını dünyaya duyurmuş, Türk ezgilerini Avrupa’yla tanıştırmıştır. Belki de
bugün dünyaca meşhur piyanistlerimize Rey’in sihirli parmakları
değmiştir.
85
YEDI GÜZEL ADAM’IN “AĞA”SI:
M. AKIF İNAN
ERBAY KÜCET
1
976 yılının soğuk bir Ankara akşamında, Gazi Eğitim Enstitüsü
Türkçe Bölümü öğrencileri kürsüdeki sesi dinliyordu. Güneydoğu aksanlı bu tok ses, Yenidevir gazetesindeki “Çizgiler” adlı entelektüel köşesinde fikir, edebiyat ve sanatla ilgili yazılar kaleme
alan M. Akif İnan’dı.
Onu üniversite yıllarımda tanıma bahtiyarlığına erişenlerdenim.
Hayatımın onu tanıdıktan sonraki dönemlerinde tavır, duruş ve
düşünce adına ne kazanımım olduysa hocamın etkisiyledir. Onunla her konuşmamda heybetli duruşuna hayranlığım, sevgim ve
saygım bir kat daha artardı.
Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın yanında bulunarak onun
fikrî ve sanatsal damarından yararlanmış M. Akif İnan’ı ders anlatırken dinleme şansına erişmek hem mutluluk hem de heyecan
veriyordu. Onu ilk gördüğüm gün tavrı ve duruşu ile beni etkisi
altına almıştı. Öğrenci-öğretmen ilişkimiz sırasında unutulmayan günlerimiz elbette olmuştur. Ancak merhum ile sendikal
birlikteliğimize dair anılarımız daha çoktur. Bir de birlikte yayın
kurulu üyesi olduğumuz Gençlik dergisindeki toplantılar sırasında
yaptığımız özel sohbetler bizi daha da yakınlaştırmıştır.
M. Akif İnan ile Kızılay Selanik Caddesi’ndeki Mavera dergisi bürosunda da sıklıkla bir araya gelir, edebiyat ve sanat sohbetlerinde
bulunurduk. Gel denize yaslan yalnız denize / Sırrını denizler taşır
insanın dizelerinin yazarı İnan, yaşadığı toplumun trajedisini şair
duyarlılığı ile derinden hisseden, hem yazı hem de eylemleriyle
uygarlığımızın evrensel değer ve ilkelerini hayata geçirme çabası
içinde olan biriydi. Onun mücadelesinin en önemli yönlerinden biri
de sivil toplum örgütlerindeki aktif rolüydü.
O, şiirini ve sesini yerli düşüncenin fikrî imkanlarıyla ve özgün
bir duruşla destekledi, tanımladı. Onun yaptıkları ve yazdıklarında
çok ciddi bir biçimde düşünülmesi gereken önem ve önceliğe sahip
hususlar olduğuna inanmamız gerekir.
86
Babacan tavrı, çelebi mizacı, tok sesi ve konuşma üslubuyla
güçlü bir hatip olan Akif İnan’ın en dikkat çeken özelliği bir “ideal
adamı” oluşudur. Uzun yıllar bağlılık ve birliktelik tesis ettiği
Necip Fazıl ekseninde, hayatının bütün safhalarında o idealin
mücadelesini sürdürmüş, kendisinden sonra gelecek olanlar için
bir mücadele adamı kimliğiyle örnek olmuştur.
Ülkenin en hareketli günlerinde hak, hukuk ve halktan yana
önemli işlevlerle sendikal çalışmasını sürdüren Akif İnan’ın en
önemli özelliği ise şair oluşudur elbette. Güdümlü şiire prim
vermeden kendine ait olan kulvarda yürümüştür. “Akşamın
Kılıçları”nda Toprağın altına yürüsem bir gün kurtulsam aklımın
işkencesinden derken, “Şafak” şiirinde Kim demiş her şeyin bitişi
ölüm, destanlar yazılır mezarımızdan dizeleriyle kendisine bir nevi
cevap verir. “Umut Gazeli”nde Bir zırha büründüm bu çağa karşı
diyerek zulmün, işkencenin, sömürünün, yoksulluk ve sefaletin
zirvede olduğu, aydınlatma araçları arttıkça insan kişiliğine yayılan karanlığın şiddetlendiği bu çağa karşı duruşunu ifade eder.
DEMOKRATIKLEŞME VE INSAN HAKLARI, MERHUM AKIF INAN’IN
EN ÇOK VURGU YAPTIĞI KONULARIN BAŞINDA GELIYORDU.
DÜŞÜNSEL PLANDAKI TEZLERIN BIR SIVIL TOPLUM HAREKETI
OLAN SENDIKACILIKTA HAYATA GEÇIRILEBILECEĞINE,
YANI DÜŞÜNCE PLANINDAN EYLEM VE ETKINLIĞE
GEÇMENIN GEREKLILIĞINE INANIYORDU.
Akif İnan şiir kitapları, fikir eserleri ve kurucusu olduğu sivil toplum kuruluşu ile kozasını ördü.
Öğretmen olarak çok sayıda talebe yetiştirdi. Az ve öz yazdı. Onun şiirinin özünü duygu ve lirizm
değil, düşünce ve tefekkür teşkil etti. Bütün heyecanlarını hemşehrisi şair Nabi gibi hikmete büründürmeye çalıştı.
En iyi anlatış artık susmaktır / Her eylem yeniden diriltir beni diyen İnan, 1960’lı yıllar ve sonrasında
Türk Ocağı çevresi başta olmak üzere birçok edebiyat ve sanat çevresinde bulunmuştur. Akif İnan’ın,
Türk Ocağı’nda yüklendiği görevinden ötürü Hamdullah Suphi, Osman Turan, Emin Bilgiç ve Arif
Nihat Asya gibi isimlerle olan hatıraları bir dönemin kavranması bakımından önem arz etmektedir.
Merhum, istikamet sahibi idi. Doğru bildiğini işler, doğru olanı söyler ve doğru yolda yürünmesi için
asabiyet gösterirdi. Sözünü sakınmayan insanlardandı. Ne var ki sözünü sakınmamak çoğu insanı
kabalığa iterken, Akif Hoca nezaketi asla elden bırakmazdı. Demokrasinin, sivil toplumun, sendikal
hareketin gereğini bilir, bu kurumların sadece güçlenmesini değil, ülke sorunlarına yönelik gündem
oluşturmasını, ağırlığını hissettirmesini de savunurdu. Gerektiği takdirde siyaset kültürünü eleştirir,
sendikalar gibi partilerin de güç birliği ve diyalog içinde olması gerektiğini iddia ederdi.
Demokratikleşme ve insan hakları konusu merhum Akif Bey’in en çok vurgu yaptığı konuların
başında geliyordu. Düşünsel plandaki tezlerin bir sivil toplum hareketi olan sendikacılıkta hayata
geçirilebileceğine, yani düşünce planından eylem ve etkinliğe geçmenin gerekliliğine inanıyordu.
Ulusal sorunların sivil toplum
örgütlerince sahiplenmesini
çok önemsiyordu. Bu anlamda
düzenlenen toplantılarda, bir
toplum için adaletin önemini
vurguluyor, kin ve düşmanlık
üretenlerin kârlı çıkmayacaklarının, hoşgörüden, iyiden, güzelden, doğrudan, hakkaniyetten, insaniyetten ve mertlikten
yana olmanın altını çiziyordu.
Akif İnan, arkasında fazla bir
şiir ve yazı birikimi bırakmadan
bu dünyadan ayrıldı. Zaten
şiiri nadir ele geçen bir kıvam
noktası olarak gördüğünden
mutmaindi. “Zaman” şiirinde
Büyük rüyalarla geçmişse ömür,
hiç yanmam ölümün her çeşidine diyen Akif İnan’a göre ancak
“Rahmetle anılmak ebediyettir.” Sanıyorum sevenleri ve
dostları, ona bol bol “rahmet
bulutu” gönderiyordur. Yazımı
onun herkesi yakasından tutup
sarsacağına inanarak söylediği
şu beyitiyle bitiriyorum: Zikriyle,
şükriyle, fikriyle sen ey / Önüne
serilmiş sonsuza karşı ( Doğrul
Bana-Tenha Sözler).
87
KİTAP
BOĞAZ’DAKI BEYAZ RUSLAR
SVETLANA UTURGAURI ÇEVIREN: UĞUR BÜKE
TARIHÇI KITABEVI
İSTANBUL, 2015
312 S.
Rusya Bilimler Akademisi’nde Türkoloji profesörü olan Svetlana Uturgauri’nin çalışması Boğaz’daki Beyaz
Ruslar, az bilinen bir konuya ışık tutan titiz bir tarih çalışması. Kitap 1917 senesinde Çarlık sisteminin yıkılmasının ardından çeşitli sebeplerle kendisine yeni bir hayat kurmak zorunda kalan Ruslardan İstanbul’a sığınanları konu ediyor. Onların İstanbul’da tecrübe ettiği olaylar, karşılaştığı zorluklar ve kendilerine çizdiği
yolu tarihî belgelere dayandırarak aktaran eser hem meraklıları için bir kaynak hem de tarih araştırmacıları
için bir referans niteliğinde.
TOHUMLARIN VALSI
KEMAL URAL
ŞULE YAYINLARI
İSTANBUL, 2014
352 S.
Dünya gezegeninde bir yolcu olduğunu söyleyen Kemal Ural’ın Küçük Şey Yoktur ve Bir’in Sırrı adlı kitaplarının ardından yayın hayatımıza giren Tohumların Valsi’nde, çocuğu anlamanın evreni anlamakla eşdeğer olduğu üzerine yoğunlaşılmış. Unutulan hassalarımıza yer verilen kitaptaki kahramanlar hep çocuklar: Enes,
Ayşe, Fatma, Bengü, Ayhan, Ahmet, Ser’a... Varoluşla ilgili kısa öykülerle süslenen eser, insan kalbinin gizli
lambalarını yakıyor.
ŞIIRLER
AHMET MUHIP DIRANAS
EVEREST YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
170 S.
Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar etkileriyle Fransız şiiri ve Divan şiiri geleneğini bir araya getirerek
kendine has bir üslup yaratan, hece şiirinin son temsilcilerinden Ahmet Muhip Dıranas’ın bütün eserlerinin
derlendiği Şiirler, kendisinden sonraki kuşaklar üzerinde önemli bir etki bırakan şairin sevenleri için başucu
eseri niteliğinde. Kitap, oyun yazarlığı ve çevirmenlik yönü de olan Dıranas’ın eserleriyle tanışmak isteyenler için de güzel bir fırsat.
88
ÖMRÜM ANKARA
D. MEHMET DOĞAN
YAZAR YAYINLARI
ANKARA, 2015
368 S.
Gerçek Ankara’nın bir meçhul olduğunu bilenlerden olan D. Mehmet Doğan, Ankara’nın tarihimizdeki yeri,
kültürü, iktisadı, mimarisi, musikisi ve yaşayışına farklı üslubu ve muhtevası ile dikkat çekiyor Ömrüm Ankara
kitabında. Bu eserle Ankara keçisinden sof ticaretine, çiğdemden Ankara kedisine kadar şehirle ilgili unutulanları veya unutulmaya yüz tutanları belli bir yaş grubunun hatırlamasına vesile olan Doğan, yer yer şehir ve yerel
yönetim tenkitlerini mizah dilini kullanarak ifade ediyor. Ömrüm Ankara, Hacı Bayram Camii, Kurşunlu Han,
Cenab-ı Ahmet Camii, Arslanhane Camii, Samanpazarı, Koyunpazarı, Atpazarı, Pirinç Han, Ankara oyunları,
seğmenler gibi konuları D. Mehmet Doğan’ın kaleminden okumayı isteyenleri bekliyor.
ÇUKULATA-ÇIKOLATANIN YERLI TARIHI
SAADET ÖZEN
YAPI KREDI YAYINLARI
İSTANBUL, 2014
240 S.
Sevmeyeninin zor bulunduğu çikolatanın ülkemizdeki serüveni Saadet Özen ile ilk defa tarihsel bir çalışma çerçevesinde kağıda dökülüyor. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü mezunu yazar,
çevirmen, belgesel yönetmeni ve araştırmacı Saadet Özen’in Çukulata-Çikolatanın Yerli Tarihi adlı eseri,
Osmanlı döneminden başlayıp yakın geçmişe uzanan geniş bir zaman dilimi içerisinde çikolatanın toplumsal yolculuğunu inceliyor. Analizini çikolatanın tanıtım şekilleri ve nasıl algılandığı üzerine anekdotlarla
zenginleştiren yazar, bu muhteşem yiyeceğe hak ettiği itibarı da gösteriyor.
KUŞ UÇAR KERVAN GEÇER
F. HANDE TOPBAŞ
ŞULE YAYINLARI
İSTANBUL, 2014
211 S.
Gezi yazılarından hoşlananların beğeniyle okuyacağı bir kitap Kuş Uçar Kervan Geçer. Yazarın sadece gezip
gördüğü yerlerde değil, hayal dünyasında da gezintiye çıkaran eser, bir kısmını belki de ziyaret ettiğiniz
mekanlarla ilgili edebi anlatılar içeriyor. “Kuşların ulaştığı, kervanların geçtiği her köşeyi görmek istediğimde yedi yaşındaydım. Önce rüyalarımda seyahat ettim. Sonra hayallerim benimle yol aldı” diyor yazar.
Kuş Uçar Kervan Geçer, koltuğunuza yaslanmış çayınızı yudumlarken sizi keyifli bir yolculuğa davet ediyor.
İyi seyahatler...
89
MÜZİK
YASEMEN - SAZ ESERLERI SEMAI PEŞREVLER
YAVUZ PLAK
Türk Sanat Müziği’nin en keyifli örneklerinden olan saz peşrevlerini bir araya toplayan ve on
sekiz parçadan oluşan Yasemen – Saz Eserleri Semai Peşrevler, dinleyicilerini zamanda bir yolculuğa çıkarmayı vadederken bir yandan da geleneksel müziğimizin üslup zenginliğini ortaya
koyuyor. Farklı makamlardan eserlerin değerli Türk Sanat Müziği sanatçıları tarafından icra
edildiği albüm kanun, ney, keman, tambur ve ud ziyafeti sunuyor.
SIBELIUS: COMPLETE SYMPHONIES
SIMON RATTLE, CITY OF BIRMINGHAM SYMPHONY ORCHESTRA
WARNER CLASSICS
Sibelius: Complete Symphonies, dünyanın en prestijli sanat okullarından Sibelius Akademisi’ne
adını veren, senfonilerin “cihan gibi olup her şeyi sarmalaması” gerektiğini dile getiren besteci
Jean Sibelius’un senfonilerinden oluşuyor. Albümde Finlandiya’nın Klasik Batı Müziği’ne en büyük armağanı olan Sibelius’un eserleri dünyanın sayılı şefleri arasında yer alan Sir unvanlı Simon Rattle’ın yönettiği Birmingham Senfoni Orkestrası tarafından yorumlanmış. Dört CD’den
oluşan albümde ünlü Fin bestecinin bütün senfonilerini dinlemek mümkün.
ÇERKES DÜĞÜNÜ (PSHINAO DJAGU)
LOSAN TIMUR
KALAN MÜZIK
Çerkes müziğinin kıymetli müzisyenlerinden söz yazarı ve besteci Losan Timur, Çerkes Düğünü
(Pshinao Djagu) albümünde sanatsal birikimini söz ve müzikleri kendisine ait on altı parçayla
ortaya koyuyor. Çerkes sanatçılar tarafından seslendirilen eserler sayesinde hem Çerkes dil
ve ezgilerini keşfetmek hem de yok olmuş bir Çerkes topluluğu olan Ubıhların kültürünü daha
yakından tanımak mümkün.
90
NEDEN TARKOVSKI OLAMIYORUM...
FİLM
SENARYO: MURAT DÜZGÜNOĞLU, ŞEBNEM VITRINEL
YÖNETMEN: MURAT DÜZGÜNOĞLU
OYUNCULAR: TANSU BIÇER, MENDERES SAMANCILAR, SACIDE TAŞANER, ESRA KIZILDOĞAN, VUSLAT SARAÇOĞLU
YAPIM: 2014, TÜRKIYE
TÜR: DRAMA, KOMEDI
Bir yandan maddi sıkıntılarla boğuşurken bir yandan da film yapma hayalinin peşini bırakmayan Bahadır’ın (Tansu Biçer) hikayesinin anlatıldığı “Neden Tarkovski Olamıyorum” filminin adı, sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden olan ve “sanat filmi” olarak adlandırılagelmiş türün en iyi örneklerini veren isimler arasında yer alan Rus yönetmen Andrey
Tarkovski’ye bir gönderme içeriyor. Bahadır’ın “Tarkovski gibi” film çekme isteği ile ailesi
ve sevdiklerinin beklentilerini karşılama zorunluluğu arasındaki zıtlığı konu edinen film, yönetmen adayının ikilemlerini ve talihsizliklerini trajikomik bir şekilde ele alıyor. İlk gösterimi
geçtiğimiz sene Altın Koza Film Festivali’nde yapılan “Neden Tarkovski Olamıyorum”un
başrol oyuncusu Tansu Biçer, aynı festivalde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü kazanmıştı.
ARAYIŞ THE SEARCH
SENARYO: MICHEL HAZANAVICIUS
YÖNETMEN: MICHEL HAZANAVICIUS
OYUNCULAR: BÉRÉNICE BEJO, ANNETTE BENING, MAKSIM EMELYANOV,
ABDULKHALIM MAMATSUIEV, ZUKHRA DUISHVILI
YAPIM: 2014, FRANSA-GÜRCISTAN
TÜR: DRAM, SAVAŞ
İkinci Çeçen Savaşı yıllarında geçen “Arayış”, savaşta anne ve babası öldürülen, ablası ise
kaybolan Hadji ile bölgede çalışan Carole’ın hikayesini anlatıyor. Hadji, aynı kaderi paylaştığı bir grup insanla güvenli bir yere sığınmak için kaçarken kendisini şehirde bulur. Burası,
yakın bir ilişki kuracağı Carole ile karşılaşacağı yerdir. Hadji, Carole’ın koruması altındayken
ablası Raissa da onu aramaktadır. İkilinin bir araya gelip gelemeyeceği meselesi genç asker
Kolia’nın hikayeye dahil olmasıyla daha da karmaşık bir hal alacaktır. Filmin Fransız yönetmeni Michel Hazanavicius, yine Bérénice Bejo’nun rol aldığı “Artist” filmiyle 2012 senesinde
En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanmıştı.
91
VEKİLLER
NE OKUYOR NE IZLIYOR
ŞAFAK PAVEY - CHP İSTANBUL MILLETVEKILI
Her iyi roman okuru gibi zeki polisiyeleri çok severim. Hemen arkasından
tarih araştırmaları gelir. Her zaman elimde bir Aziz Nesin kitabı olur. Şu
günlerde ihtiyaç olduğu için Zübük’ü tekrar okuyorum. Son olarak David
Harvey’in Rebel Cities’ini bitirdim. Richard Flanagan’ın The Narrow Road to
the Deep North kitabı ise çantamda okunmayı bekliyor. Sinema ne yazık ki
siyasete başladığım günden bu yana hayatımdan çıktı. Birlikte yürümediğini
anladım. Çünkü sinemaya gidecek kadar kendinize ayıracak kaliteli bir zaman
bulduğunuzda, asıl sorumlu olduklarınıza ait zamanı kullanıyormuş duygusuna
kapılıyorsunuz. Köleliğin hukuksal mücadelesini muhteşem bir başarıyla anlattığı için
“Lincoln” filminden çok etkilendiğimi belirtmek isterim. Caz ve türkü arasında gezinen biriyim. Her ikisinin bambaşka coğrafyalarda,
ama sahiplerine bakınca aynı ortak hüzünden doğduğuna inanıyorum. Bir keresinde bana “Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?”
diye sormuşlardı. Aklıma ilk “Âşık Veysel” cevabı gelmişti. “What a Wonderful World” diyen Louis Armstrong’un yeri Âşık Veysel’in
hemen yanı başındadır.
BÜLENT TURAN - AK PARTI İSTANBUL MILLETVEKILI
Genellikle siyaset, tarih ve uluslararası ilişkilerle ilgili kitapları okuyorum.
Zaman zaman da roman tercih ediyorum. Şu sıralar Evdeki Doktor Malezya
Başbakanı Tun Dr. Mahathir Muhammed isimli kitap ile İsmail Bilgin’in
Elveda Balkanlar - Unutulan Vatan romanını okuyorum. Sinemada maceraaksiyon türü filmler ilgimi çekiyor. En son “Exodus: Tanrılar ve Krallar” adlı
filmi izledim. Türk Halk Müziği, özgün müzik ve protest müzik dinliyorum.
MEVLÜT AKGÜN - AK PARTI KARAMAN MILLETVEKILI
Genellikle inceleme, araştırma ve tarih kitapları okuyorum. Şu sıralar elimde
Prof. Dr. Kemal Karpat’ın Türk Demokrasi Tarihi - Sosyal, Kültürel, Ekonomik Temeller isimli kitabı bulunuyor. Sinemaya düzenli olarak gidemiyorum,
fakat fırsat bulduğumda daha çok macera-aksiyon türünde filmler seyrediyorum. Türk Halk Müziği dinliyorum.
92
AHMET KENAN TANRIKULU - MHP İZMIR MILLETVEKILI
Yoğun siyasi çalışmalarımız nedeniyle ancak çok kısıtlı vakitlerde kitapçıları
dolaşıp okumak istediğim ve takip ettiğim yayınları alabiliyorum. Tercihlerim
genellikle Türk siyasi tarihi, ekonomi, siyasi ve sosyal içerikli yayınlar üzerine
oluyor. Bu bağlamda okumakta olduğum son kitap, Thomas Piketty’nin
yazdığı Kapital. Son seyrettiğim film ise “The Water Diviner” (Son Umut).
Türk müziği dinlemeyi ve vakit buldukça bu müziklerin hikayelerini öğrenmeyi seviyorum. Sizinle “Çırpınırdı Karadeniz” türkümüzün hikayesini paylaşmak
isterim: I. Dünya Savaşı’nda Amiral Rauf Orbay emrindeki Hamidiye kruvazörü
geceleyin üç bacasından birini kamufle ederek Odesa limanına girmiş, Rusların Osmanlı donanmasını vurmaya
hazırlandıkları bir sırada limanı bombardımana tutarak Kazbek’i batırmış ve Kagül kruvazörüne ağır hasar vermiştir. Türk dünyasında
büyük sevinç yaratan bu başarıyı Azerbaycan Genceli muallim Ahmed Cevad Bey, Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına /
Ah ederdim, hiç ölmezdim düşebilsem ayağına... diye başlayan dizelerle dile getirmiştir. Üzeyir Hacıbeyli tarafından bestelenen bu
şiir, günümüzde de zevkle ve millî duygularla dinlenmektedir.
ADIL ZOZANI - HDP HAKKARI MILLETVEKILI
Zaman zaman konu bazlı kitaplar okurum. Şu sıralar elimde Cumhuriyet’in
kuruluş dönemine ilişkin araştırma, inceleme, anı kitapları bulunuyor. İstiklal Mahkemeleri üzerine inceleme kitaplarına yoğunlaşmış durumdayım.
Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları ile Ergün Aybars’ın İstiklal Mahkemeleri, Mahmut Akyürekli’nin Şark İstiklal Mahkemesi (1925-1927) adlı kitaplarını
ve bunların kaynakçalarında yer alan belge ve dokümanları inceliyorum. Aynı
zamanda Kürt yazar Ömer Dilsoz’un son romanı Hevrazên Çiyan’ı okuyorum.
Sinemada kısa bir süre önce “Son Umut” filmini izledim. Kürtçe, Türkçe ve
Anadolu’nun diğer dillerinde söylenen halk müziklerini dinlemeyi tercih ediyorum.
SITKI GÜVENÇ - AK PARTI KAHRAMANMARAŞ MILLETVEKILI
Her tür kitabı okurum, fakat tarih kitapları, özellikle de yakın tarihe yönelik
olanlar daha fazla ilgimi çekiyor. Sinemaya gitmeye pek fırsat bulamıyorum.
Televizyonda yayımlanan filmler arasında dikkatimi çekenler olursa seyrediyorum. Ayrıca TRT’deki “Yedi Güzel Adam” dizisini takip ediyorum. Türk
Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. Türkülerimizden “Mihriban”ı
çok seviyorum. Türk Sanat Müziği’nde Emel Sayın en beğendiğim sanatçılar
arasında yer alıyor.
93
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
@mkulunk
94
@halideincekara
Samimiyet ve yol arkadaşlığı ne kadar
kıymetli. Zorda belli olur samimiyet ve yol
arkadaşlığı.
Akılsızların kavga ve gürültüsünün bedelini çocuklar ödüyor! Ne zaman düşünecek,
araştıracak, keşfedecek bu çocuklar? Kaygı, korku aklı yok eder.
@FaysalSaryldz
@mahirunal
Bu kahraman anne köpek, küçük yavrusu
yolu geçinceye kadar İpek Yolu’nun orta
yerinde ders verircesine ayakta bekledi.
Göbeklitepe’den bugüne bir tarih yolculuğu. Şanlıurfa 35 bin m2’lik muhteşem bir
müzeye kavuşuyor.
@vedatdemiroz
instagram.com/_fatihsahin
instagram.com/gurseltekin34
Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde bulunan Arin
Gölü dondu. Gezmeye giden yöre halkı bu
güzelliğin tadını çıkarıyor.
Hint okyanusunun ufka doğru mora çalan
mavisi... Cibuti’ye son bakış...
Kediler 6, köpekler 17 saat açlığa dayanabilir... Siz karınlarını doyurun, onlar soğuğu
halleder.
Erkan Akçay
@erkanakcay45
24. Dönem MHP Manisa Milletvekili,
Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk
sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde
hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Twitter’ı bir buçuk yıldır kullanıyorum. Twitter’ı gün içerisinde
her an takip etmeye çalışıyorum. Genellikle yaptığım çalışmaları
bildirmek ve içinde yer aldığım etkinlikleri duyurmak amacıyla
kullanıyorum. Gelen mesajları da takip etmeye çalışıyorum.
Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer
sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu?
önemlidir. Bu geri bildirimler vatandaşlarımızın talep, öneri ve
beklentilerini içermektedir. Parti politikamıza, ülkemizin millî birlik
ve beraberliğine, Türk milletinin bir bütün olarak yükselmesine ve
gelişmesine imkan verecek her tür öneri ve talep gündemimizde
ve çalışmalarımızda mutlaka karşılığını bulmaktadır.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Bazen yaratıcı mizah, espri, fotoğraf ve karikatürlere rastlamak
çok güzel. Mizahta “Baaddin” oldukça ilginç!
Sosyal medya günümüzde çok önemlidir. Facebook’ta kişisel bir
sayfam ve ayrıca bir de hayran sayfam bulunuyor. Bununla birlikte
bir de internet sitem var. Sosyal medyayı her platformda etkin
bir şekilde kullanmaya çalışıyorum. Sosyal, ekonomik ve siyasal
olayları, düşünceleri, eğilimleri, tepkileri takip etmeden siyaset
yapmak mümkün değildir. Sosyal medyanın gücü ve önemi iletişimin çift yönlü olarak gerçekleşeceği bir zemin oluşturmasıdır.
Bir taraftan kendi görüş ve düşüncelerim ile faaliyetlerimi takipçilerimle paylaşırken onlardan gelen olumlu veya olumsuz tepki
ve taleplerle de çalışmalarımı güncelliyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir
şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Sosyal medya içinde boğulmamak şartıyla siyasetçi kendi gündemine hakim olabilmelidir. Sosyal medyayı insanların birbirine “laf
çakmak” için kullanmalarını doğru bulmuyorum. Yorum ve eleştiri
yapılmalı, ancak hakaret ve aşağılama olmamalıdır. Siyasetçi daha
çok faaliyetlerini, etkinliklerini ve düşüncelerini temiz bir dille
duyurmak için sosyal medyayı kullanmalıdır. İkinci olarak, sosyal
medyada geri bildirimleri doğru okuyup hızlı değerlendirmek de
95
UNUTMAYACAĞIZ
Murat Bozlak
24. Dönem Adana Milletvekili Murat Bozlak 1952 Ankara doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek
öğrenimini tamamlayan Bozlak; SODEP, SHP, Halkın Emek Partisi (HEP), Demokrasi Partisi (DEP) kurucu üyeliği, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Kurucu Üyeliği ve Genel Başkanlığı yaptı.
Murat Bozlak’ın cenazesi 6 Ocak 2015 tarihinde Ankara Şereflikoçhisar Aktaş Köyü Camii’nde ikindi namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Zeki Çeliker
14, 16 ve 18. Dönem Siirt Milletvekili Zeki Çeliker 1934 Siirt doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Orman
Fakültesi’nde tamamlayan Çeliker, İstanbul Orman Yüksek Mühendisi, Siirt, Denizli, Demirköy Orman Bölge Şefi, Siirt Orman
İşletme Müdürü, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı olarak görev yaptı.
Zeki Çeliker’in cenazesi 19 Ocak 2015 tarihinde İstanbul Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının
ardından toprağa verildi.
OCAK AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET
DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
96