Bilimsel Araştırmada Tanımlamayla Gelen Öznel

Transkript

Bilimsel Araştırmada Tanımlamayla Gelen Öznel
Bilimsel Araştırmada Tanımlamayla Gelen Öznel Çerçeve ve Bilimin Egemen
İletişim
İrfan Erdoğan
Özet
Bu inceleme akademik araştırmalarda sorun belirlemeyle başlayan
süreçte tanımlama sorunsalını ele aldı ve tanımlamayla gelen
nesnelleştirmeleri
ve
sonuçları
eleştirel
bir
bakış
açısından
değerlendirdi. Temel amaç, konuyu irdelerken üzerinde durulması
gereken sorunları ortaya koymak ve sosyal bilimlerdeki egemen
yönelimin soruşturulmasına katkıda bulunmaktır.
Giriş
“Soruşturulmayan hayat yaşamaya değmez” diyor Plato. 1 Ben de “haklısın ama,
evindeki köleden hizmet beklerken, köleliği soruşturmanın anlamını hiç
soruşturdun mu?” diyorum. Plato da hizmetçisi de ölmüş çoktan. Şimdi yaşayan
egemenlik
ücretli\maaşlı
köleliği
soruşturarak
postmodern
durumdaki
postmodern özgürlüklerden bahsetmektedir.
Akademik alanın en önemli sorunlarından biri de sosyal bilimlerdeki incelemelerde
sorun tanımıyla başlayan ve onu takip eden süreçlerdeki nesnelleştirilmiş öznelliktir.
Tanımlama bilimsel girişimin kuruluş ve uygulamadaki hareket taşıdır. Niteliksel
incelemede sistematik ve tutarlı bir şekilde yapılan kuramsal tanımlamalarla ve
pozitivist-amprisizmde ise işlevsel tanımlamayla sürdürülen süreçte bilimsel bir
nesnelliğin kurulduğu ve bilimsel bir nesnelliğe ulaşıldığı anlatılır. Bu nesnellik içine,
aynı zamanda, bilimsel yansızlık/tarafsızlık (neutrality) ve ideolojiden arınmışlık da
yerleştirilir. Böylece sosyal bilimlerde inceleme faaliyetlerinde belli bir yaklaşım tarzı
1
Bizde neden Plato'ya Platon denildiğini anlamış değilim.
geçerli kılınır. Araştırma girişiminde bulunan akademisyenlerin bazıları farkında
olmaksızın ve bazıları ise bilinçli olarak seçimlerini bu doğrultuda yaparlar.
Ne zaman bir araştırma yapma gerekliyse, araştırmacı inceleme yapma sürecine
başladığında, daima önce sorun tanımlaması ve kuramsal gerekçe sunumuyla yüz yüze
gelir. İncelemede kuramsal gerekçeler ve kavram tanımıyla bir doğrunun çerçevesi
belirlenmez. Sorun doğruluk veya yanlışlık değil, tanımlamayla gelen bir yapının
anlaşılması ve irdelenmesidir. Hem bu nedenle hem de araştırma tasarımı sürecinin
gereği olarak, tanımlamanın yapılması bir bitişi anlatmaz; aksine kuram kurmak veya
test etmek ve inceleme yapmak için tanımlama vazgeçilmez bir gerekliliktir. 2
Bu inceleme sorun tanımıyla başlayan süreçte tanımlama konusuna eğilecek ve
tanımlamayla gelen nesnelleştirmeleri eleştirel bir bakış açısından değerlendirecektir.
Bu amaçla, önce bilimin nesnelliği, kuram ve yöntem sorunları özlüce tartışılacaktır.
Ardından tanımlamanın ima edilen anlamları ve bu anlamlardaki doğruluk iddiası ve
tanımlamanın kuramla ve ideolojiyle, egemenlik ve mücadeleyle olan bağları üzerinde
durulacaktır. Tanımlarda, açıklamalarda ve değerlendirmelerde iletişim ve iletişim
“bilimleri” alanı örnek olarak kullanılacaktır.
İncelemenin amacı, konuyu eleştirel bir açıdan irdelerken, doğru cevaplar sunmak
yerine, üzerinde düşünülmesi gereken önemli sorular ortaya atmak ve bu sorulardan
geçerek okuyucunun belleğinde inceleme gerekliliği düşüncesini uyandırmak, böylece
sosyal bilimlerdeki egemen yönelimin soruşturulmasına katkıda bulunmaktır.
Bu amaçla, bilimin nesnelliği, kuram ve yöntem sorunları özlüce tartışıldı;
tanımlamanın anlamları ve bu anlamlardaki doğruluk iddiası ve tanımlamanın kuramla
ve ideolojiyle, egemenlik ve mücadeleyle olan bağları üzerinde duruldu. Tanımlarda,
açıklamalarda ve değerlendirmelerde iletişim ve iletişim “bilimleri” alanı örnek olarak
kullandı. Bu bağlamda bilimde nesnellik; kuram ve tanım bağı; tanımın inceleme
süreçleri, sonuç ve önerilerle ilişkisi irdelendi. Gönderici, mesaj, alıcı ve etki; denge
arayan sistem ve sisteme adaptasyon; ortak referans çerçevelerinden geçen paylaşma;
ortak semboller ile betimlenen iletişim tanımları üzerine eğilindi. Tanım, sorun ve çözüm
2
Gereklilik kavramını kullandım, araç kavramını kullanmadım, çünkü aklımdaki doğru kelime “means”
sözcüğüdür ve bunun da anlamı araç değil, yol kavramına benzer bir anlamdır.
bağında iletişim çökmesi, mesajı yanlış anlama, kamu iletişiminin beceriksizliği, bireysel
tutumlar, etki, çatışma ve barış, teknolojik aracın globalleştiren güç olması ele alındı.
Sosyal bilimlerde egemen araştırmalardaki tanımlamaların kuramla, ideolojiyle ve
öznel amaç ve çıkarlarla bağıntılı olduğunu tartışan bu inceleme niteliksel kuramsal bir
karaktere sahiptir. İncelemeye örnek olarak seçilen tanımlamalar iletişimde hem öğretim
üyelerinin hem de öğrencilerin bildiği, dolayısıyla kaynak bile göstermeye gerek
olmayan, egemen tanımlamalardır.
İncelemenin kuramsal yaklaşımına göre, oldukça idealleştirilmiş tanımlamadan ve
nesnellik iddialarından geçerek, bilimin nihai amacının yönetim amaçlı değişim ve
süreklilik sağlamak için kontrol etme olduğu gerçeği gizlenir. Bilim, aslında, üretim
biçimleri ve ilişkileri içinde önemli bir egemenlik ve mücadele alanıdır.
Bilim ve araştırma: Amaç tanımı
Bilim, kapitalist üretim ilişkilerinde hem "ekmek parasını kazanma" çabasında olan
maaşlı/ücretli köle durumundaki insanların örgütlü egemenlikteki faaliyet alanıdır, hem
belli güçlerin egemenliklerini korumak için araştırma ve geliştirme etkinliklerini doğrudan
yönettikleri
ve/veya
üniversite
çevrelerine
yaptıkları
"yardım
ve
teşviklerle"
yönlendirdikleri bir alandır.
Bilimin amacı, karmaşık ve zengin anlatımlarla daima “herkes, bütün insanlık için”
diye tanımlanır. Bütün insanlık için olan bilim, gelişmek ve ilerlemek için tutarlı ve
sistemli
tanımlamalar yapar, ilişkiler ve nedensellik bağları bulur, öngörür ve
açıklamalar getirir. 3 Bu oldukça asil tanımlamadan geçerek, bilimin nihai amacının arzu
edilen yönde değişim ve süreklilik sağlamak için kontrol etme olduğu gizlenir veya ikinci
plana itilir. Kontrol amacı gizlenmediğinde ise, bilimle aranan kontrolün gene insanlık,
uygarlık, gelişme ve ilerleme amaçlı olduğu belirtilir. Elbette, bu yolla bilimin kim ve ne
için olduğu evrenselleştirilir. 4
3
Bu tür tanımlama eleştirel yaklaşımda olmayan herhangi bir metot veya pazarlama kitabında
rastlanır. Örneğin: Cozby (1993).
4
AIDS hastalığıyla ilgili araştırma için devlet teşvikleri yoluyla kamunun zenginlikleri özele aktarılır;
AIDS’le ilgili bulunan ve fahiş fiyatla satılan ilaç özel sektörün mülkiyetinde olur ve ancak parayı
verebilen faydalanabilir.
Aslında bilim egemenlik ve mücadele ilişkilerinin önemli bir parçasıdır. Egemenliğin
sürdürüldüğü ve mücadelelerin verildiği bir alandır. Bilim çok ender olarak insanlar
arasındaki
ortaklaşa
paylaşmayla
ilişkilidir;
çünkü,
sosyal
ilişkilerde
mülkiyet
yapılarından ve ilişkilerinden geçerek diğer insanların ve doğanın üzerinde kurulan ve
sürdürülen kontrolün parçasıdır. Bilimin siyasetten ve ekonomiden bağımsız olduğu
iddialarının aksine, bilim BİZ için ONLAR üzerinde kontrol amaçlı olarak kullanılır.
Dolayısıyla, 2000 yılının enformasyon çağında bilgi ve enformasyon bolluğu iddiası
kontrol edilen ve düzenlenen bilgi üretimi, kullanımı ve akışı gerçeğinde anlamını büyük
ölçüde yitirir. Bilimsel bilgi herkesin elde etmesine (ulaşımına) açık değildir; değerli bir
sermayedir ve onu kullanmak isteyen herkes veya her bilim adamına açık değildir.
İnsanın örgütlü tarihinde bilim daima egemen güçlerin denetleyici egemenliği altında
olmuştur. Dolayısıyla, bilimde “ne için bilgi” sorusuna en özlü cevap var olandan daha
iyi kontrol edebilmektir. Bilimin kimin için olduğuna yanıtı bilimsel üretim araçlarına
gereksinim duyan ve bu araçlara ulaşabilen,
sahip olan veya onları kontrol edenler
üzerinde durarak aramak gerekir. Fakat 2000 yılının bilinç yönetiminden geçerek sahte
gerçekler ve imajlarla yönetilen dünyada, örneğin örgüt iletişiminde, örgütler baskı ve
sömürü aracı değil, toplam kaliteden, duyarlılık eğitiminden, katılımcı yönetimden, halkla
ilişkiler etkinliklerinden, reklamlardan, promosyonlardan ve tanıtımlardan geçerek halka
veya müşteriye hizmet verme çabasıyla didinen ve sosyal sorumlulukla yanıp tutuşan
etkilenmiş yapılar olarak sunulur. 5
Bilimsel üretim araçlarına sahip olanlar veya örgütlü egemenlikten geçerek kontrol
eden bir azınlık bilimsel incelemenin yönünü ve hatta içeriğini büyük ölçüde belirler.
İnsanların büyük çoğunluğu bilimsel üretimin alıcı\tüketici\kullanıcı ucundadırlar; bilimin
bitmiş ürününü kullanırlar. Bu ürünleri kullanmak da hakkaniyet ölçülerine göre
dağıtılmamıştır: Kullanımı belirleyen kullananların ekonomik konumudur (sınıfsal yapı).
5
Benden istenen araştırma ve konuşmaların bazılarında, amacın ne olduğunu sorduğumda,
istenenin imajlarla, güler yüzlü kibar hunharlıkla ve yaratılan sahte bizliklerden geçerek
sağlanan katılma arayışı olduğunu gördüm. Halkı, müşteriyi ve çalışanları zevkle, arzuyla,
severek, isteyerek kendi sömürülerine katma… Özel teşebbüs alanı dururken kamusal alana
bütün dikkatlerin çevrilmesinin amacı kamusal alanı öğrenerek daha iyi hizmet mi yoksa daha iyi
kontrol mekanizmaları mı kurmak?
Bilim (örneğin tıp bilimi) bireyleri toplumdaki gerçek veya potansiyel güçlerine göre
farklı olarak muamele eder.
Bilimsel araştırma herkes için değildir; fakat herkesin parçası olduğu her şeyi
yönetmek amacı nedeniyle herkesi ilgilendirir. Herkesin faydasına da değildir: Fayda,
üretim araçlarına sahipler ve yatırımı yapanlar içindir. Kırıntılar üzerine mücadele fayda
ve faydayı paylaşmada özgürlük ve fırsat eşitliği imajı verir. Bilgi özgür gezen gezgin
değil, mülkiyettir ve, dolayısıyla, pazar değeri olan emtiadır. Alınıp satılır. Sıralarda
oturan öğrenciler ve kürsüdeki öğretmen, okulun sınıfı ve düzenlenişi, bunun en belirgin
örneğidir.
Egemen bilim faaliyetlerinin altında, gerçekte, bir teknolojik ve bu teknolojik yapıyı
meşrulaştıran ideolojik egemenliğin, bu egemenliğin sağladığı çıkarlar düzeninin
korunması ve gelişmesi çabası yatar. Bugün gelişmiş ülkelerde özelleştirme ve yasal
kuralları kaldırma (deragulation) gündemdeyse ve egemenlik kazanmışsa; bu, kamu
sisteminin ve destekleyenlerin siyasal ve ekonomik pazardaki görece egemenliğinin
oldukça zayıfladığına, egemenliği özel teşebbüse devretmek zorunda bırakıldıklarına
işaret eder. Nesnel gerçeklerin, doğruluğun, yanlışlığın, haksızlığın farkına varılmasını
ve bu nedenle en doğruyu seçmeyi anlatmaz; özel teşebbüsün, ekonomik ve ideolojik
bir gücü kendi kontrolü altına almasını anlatır. Güç ilişkileriyle egemenliği belirlenen ve
sürdürülen ve ideolojik pratiklerle nesnelleştirilen öznel çıkarlar, toplumda doğruyu
tanımlar ve kurumlaştırır. Yani, doğruyu ve haklıyı saptayan nesnel kıstaslar değil, belli
güçlerin nesnelleştirilmiş öznel çıkarının ölçekleridir. Bunun yansımalarını bilimsel
yaklaşımlarda görürüz.
Bilimin tanımı: Nesnellik
Egemen akademik söyleme göre, bilim nesneldir, mantıksaldır ve sistematiktir.
Bilimin nesnelliği bilimin bulgularının uzman olan herkes tarafından, göz önünde, gizli
olmadan, test edilebilirliliği anlamında kullanılır. Bilimin öznel görüşlerin değil, nesnel
bulguların ifadesi olduğunu anlatır. Bilimin mantıksallığı, bilimin kabul edilmiş
nedensellik kaideleri tarafından yapıldığı anlamındadır. Bilimin nesnelliğini belirleyen
mantıksallık, bilimin belli kuralsal
süreçlere dayanması ve bu süreçlerle test edilen
fenomenin herkese açık bir şekilde bilen kişiler tarafından test edilerek bulguların,
hipotezleri ve teorinin geçerliliğinin saptanmasıyla ilgilidir. Nesnellik mantıksallığın kabul
edilen kaidelerinden geçerek elde edilir. Mantıksallık ise tanımlama kaideleri,
tümdengelim ve tümevarımla sonuç çıkarma ve olasılık teorisine dayanır. Böylece, bilim
tutarsızlığı ortadan kaldırmaya yönelik sistemli yaklaşım tarzını getirir. Bilimsel yöntem
tutarsızlıkları gidermeye çaredir.
Bilimsel metodun, diğerlerinden farkı, bir soruya veya soruna yaklaşımda belli
sistematik süreçlerden geçerek nesnellik veya nesnelliğe yakınlık kazanmaya
çalışmasıdır.
Yukarıdaki gerekçelerden de hareket ederek, sosyal bilimlerle uğraşanların önemli bir
bölümü kendini toplumdan bağımsız gözlemci olarak sunar ya da öyle sanır. Bu yolla
sorunsal tanımlamalar, kavramsal tanımlamalar, bu tanımlamaların çıkıp geldiği
kuramsal yapıya veya bu tanımlamalarla kurulan kuramsal bir çerçeveye bağlı olan
bilimsel açıklamaları nesnelleştirirler. Bu bilimsel açıklamaların bir grubu da, örneğin,
iletişim kavramıyla gelen ve günümüzde oldukça abartılan, bireyin kendi kendiyle
iletişimi gibi mikro seviyelerden, enformasyon teknolojilerinin akıl almaz globalleştirme
ve demokratikleştirme etkileri gibi makro seviyelere kadar olan yapılar ve
ilişkiler
üzerine olmaktadır. Elbette, burada akla gelen ilk ve en önemli soru şudur:
Tanımlamalar, bu tanımlamaların bağlı olduğu kuramsal yapılar ve dolayısıyla bilim
evrensel gerçekleri, süreçleri ve doğal yasaları mı anlatıyor? Nesnel mi? Bir diğer
deyişle, bilim siyasal ve ekonomik amaçlardan bağımsız mıdır? Amacı sadece "bilmek"
olan bilim, bilme girişiminde başından sonuna kadar nesnel ölçekler kullanıyor, nesnel
olarak herkes için nesnel açıklamalar ve öneriler mi getiriyor?
Orta çağlarda feodalizmin egemenliğindeki bilimsel gerçeğe göre dünya düzdü;
aydınlar bu düzlük varsayımına destek olan bilimsel açıklamalar getiriyor, böylece
midesini rahatça doldurma koşulunu kullanıyor ve alkış topluyordu. Karşı gelenler veya
aksini iddia edenler teolojik meşrulaştırmalara dayanan feodal mekanizmalarla yola
getiriliyordu. Günümüzde ise sermaye tarafından top gibi oynanan dünya yuvarlaktır;
düz diyen ciddiye bile alınmıyor ve ısrar ederse deli gözüyle bakılıyor; daha ısrar ederse
(örneğin Teolojik düzeni kurmak için örgütlenir ve güç kullanmaya başlarsa) özgür
ifadenin egemen olduğu ve fırsat eşitliğiyle zenginleştirilmiş 2000 yılının modern
toplumlarında demokrasiyi koruma adına meşrulaştırılmış bir şekilde başları eziliyor.
2000 yılındaki bilimsel girişimlerle, "Amazon ormanlarına en kısa yoldan nasıl televizyon
götürerek ilkel kavimleri kalkındırırız" diye bilimsel araştırma yapan ve önerilerle
gelenler ödüllendirilirken, "belli bir egemen azınlığın çıkarı uğruna dünya tahrip ve talan
ediliyor; Amazon’u kalkındırma bahanesiyle beyin yıkayanlar aslında kendilerini
kalkındırıyor" diye sonuç çıkaranlar ise gelişmişlerde ekonomik bakımdan ve gelişmekte
olanlarda ise hapse tıkılarak veya faili meçhul ölümle cezalandırılıyor. Daha acıklısı,
iletişimin yüzde sekseni vücut dilidir diye yarım saat bunu sözle anlatanları, bu yarım
saatlik sözlü iletişimi dinleyenlerin arasından bir kişinin bile çıkıp “hocam, yarım saattir
konuşuyorsunuz ve bu iletişimin yüzde seksini nasıl oluyor da vücut dili oluyor?” diye
sormanın akla gelmemesi nesnellik nedeniyle mi? Aklına gelen varsa nesnelliğe karşı
gelmemek için mi susuyor veya söz verilmeyerek mi susturuluyor?
6
Sosyal bilimlerde nesnellik genellikle akademik camiada çoğunluk tarafından
benimsenen egemen bir yönelimin tanımladığı öznelliktir. Buna genelleştirilmiş öznellik
diyebiliriz. Her gün gündemi düzenleyen egemen ilişkilerin ve mücadelenin önemli bir
parçası olan bilimdeki “genelleştirilmiş öznellik” nesnellik değildir; bilimsel ilişkiler içinde
öznelliğin, örneğin, araştırmacılar arasında egemen olarak belirlenmiş, mekaniksel ve
standartlaşmış kurallar içinde karşılıklı desteklenerek, sürdürülerek gelen ilişkilerin
nesnel olarak benimsenmesidir.
Genelleştirmeyi yapan çoğunluk, ne halk ne de evrensel doğrular peşinde canla
başla koşan bilim adamlarıdır. Bilimi ve bilim adamını 7 biçimlendiren, yönlendiren,
besleyen ve yöneten egemen siyasal, ekonomik ve kültürel örgütlü yapılardır.
Genelleştirilmiş öznellik, belli bir zamanda ve belli koşullar altında bilimdeki
egemenlik ve mücadeleyi yansıtan dinamik durumun gerçeğidir. Bu gerçek, Orta
Çağ'da,
kilise
ve
kilise
tarafından
kontrol
edilen
aydınların
egemenliğinde
nesnelleştirildi. Bugün ise, bu gerçeği belirleyen kapitalizmin üretim yapısı ve ilişkileridir.
Kapitalist
bilimin
araştırma,
değerlendirme,
sonuç
ve
kullanımdaki
nesnelliği,
sermayenin gereksinmelerinin ifadeleridir.
Bu nesnelleştirme, özellikle 1980’lerin başından beri egemenlik kazanan, kuram
tartışması yapmayan veya araştırmasında kurama yer vermeyen, modern iletişim
teknolojisine ve global teknolojilere sorgusuzca kurtarıcı olarak sarılan, amacı araca
göre ayarlayan "gerçek görünen sahte bilimsel" (pseudo-scientific) incelemelerle,
örneğin turizm, pazarlama, işletme, reklamcılık, halkla ilişkiler alanlarında yapılan ve
6
İletişimin mesaj alışverişinin, mesajı anlama ve anlamama, etkili mesaj sunumunun 10 kuralı, vücut
diliyle iletişimde başarının anahtarını satmanın çok ötesinde bir şey olduğunu anlamak için de bu
sorular üzerinde düşünmek gerekir. Ayrıca iletişimin ne olduğunu öğrenmek zahmetinde bulunmak
isteyenler benim web sayfamdan işe başlayabilirler.
7
Adam kavramı her iki cinside içeren insan anlamına kullanıldı.
özellikle “applied research” ve “survey-research” kapsamına giren incelemeleri de içine
aldı.
Örneğin belli tanımlamalarla çerçevelenen iletişim konusuna yaklaşımda, egemen
bilimdeki bu inter-subjektiflik nedeniyle, "hangi örgütlü kim, hangi kimi, ne yolla, ne
şekillerde ve nasıl sömürüyor" sorusu yok edilmiş ve "kim, kimi, hangi kanalla, neyi ne
etkiyle söylüyor" yapılmıştır. Bu sorular post-modern iletişimde, alıcı teorilerindeki
(reception theories) alıcı bireyler ve geleneksel kimlikler, modern kanala, iletişimciye,
metotlara ve teknolojiye nasıl direniyor?” olarak yeniden biçimlendirilmiştir.
Benzer
şekilde, iletişimi belli profesyonel çıkarlar çerçevesinde anlamlandırmayla getirilen
tanımlamalarda, örneğin ortak şifreleri marjinal olmasına, yani dil olmamasına, rağmen
cehaletin bilgiçlik taslamasından geçerek belli profesyonel çıkarlar için “vücut dilinin”
iletişimde % 60 gibi bir yer aldığı sonuçları anlatılıyor. Elbette, bu gibi “sonuçlara” bağlı
olarak özel vücut dili dersleri, iletişim terapileri, seminerleri ve eğitimleri verilerek bir
çıkar alanı ve yapısı kendini sürdürmektedir.
İnter-subjektiflikle desteklenerek, iletişim, iletişim teknolojisi, iletişim ilişkileri ve
yapıları egemen özel teşebbüs çıkar faaliyetlerini ve kamu kurumlarının faaliyetlerini
destekleme, meşrulaştırma ve geliştirme amaçları içine indirgenmiş ve eritilmiştir.
Bilimde kuram ve tanım bağı
Toplulukta yaşayan insan, sadece kendi varlığının neden ve amacını değil, aynı
zamanda yaşadığı grubun, toplumun ve dünyanın varlık nedenini ve amacını düşünür;
ve kendince bazı cevaplarla gelir; günlük yaşamdaki üretim ilişkileriyle bu neden ve
amaçların devamı ve\veya değiştirilmesine katkıda bulunur. Bu düşünce ve cevapların
profesyoneller tarafından sistemli ve tutarlı bir biçimde açıklanması, en geniş anlamıyla,
teori olarak nitelenir. Teoriler açıklamaya çalıştıkları ilişkiler dünyasına belli biçimlerde
bağlıdırlar. Bu bağ, açıkladığının evrenselleştirilip meşrulaştırılmasından eleştirel
soruşturmasına kadar çeşitlilik gösterir: Her tür açıklamalar, açıkladıklarından bağımsız,
açıkladıklarının üzerinde, ötesinde ve dışında değildirler. Açıklamalar, açıklananın dille
anlatımıdır. Yunan kölelik sistemini evrensel doğa ile açıklayan o zamanın filozofları ve
çağımızın bazı bilim adamlarıyla, bu doğallığın mülkiyet ilişkilerinin yapay dünyasının
yapay bir gerçeği olduğunu belirten bilim adamlarının arasında epey fark bulunmaktadır.
Bu fark bizi bilimin tarafsızlığı ve taraflılığı, bilimin nesnelliği ve ideolojisi, egemenlik ve
mücadele, tarihin nasıl ve kimler tarafından yazıldığı konularına ve bunlar arasındaki
bağların üzerinde soruşturma gereğine götürür.
Bilimsel
tanımlamalar,
kuramsal
varsayımlara
bağlı
olarak
gelen
hipotez
şekillendirme ve test etme, bu inter-subjektiflikte en saptayıcı ön girişimlerden biridir.
Her tanım belli değer yargılarına, bu değer yargılarının geldiği belli fikirler toplamının
oluşturduğu bir ideolojiye, ve bu ideolojinin çerçevelediği veya etkilediği belli bir bilimsel
kurama bağlıdır. Diğer bir deyimle, tanım belli bir bilimsel kuramın ve bu kuramın
ideolojisinin bir ifadesidir. Sorun sadece basit bir tanımlamanın ötesindedir. Sorun,
tanımlamanın dayandığı kuramsal çerçeve ve tanımlamanın beraberinde getirdiği belli
düşünce tarzı ve bu tarzın belirlediği bilimsel ve sosyal politika, soruna ve sorun
çözümüne yaklaşım biçimi, ve
bunların insanın bugününe ve geleceğine etkisi
sorunudur.
Kuramdan hareket ederek tanımla olan bağ özlüce şu şekilde kurulabilir: Tek bir
bilimsel kuram yoktur ve her kuramın çerçevesi içinde çeşitli pozisyonlar vardır. Bunlara
bağlı olarak, ele alınan herhangi bir konuyla veya sorunla ilgili tanımlamalarda, üzerinde
anlaşılan tek bir tanım yerine birbirine paralel, birbirini tamamlayıcı, birbirine kuramsal
bakımdan benzeyen veya birbiriyle rekabet içinde egemenlik mücadelesi veren
tanımlamalar vardır.
Kavram tanımından hareketle
ise bağ şöyle inşa edilebilir: Pozitivist anlamda
bilimsel incelemenin ilk adımları bir sorunu seçmek, tanımlamalar yapmak, hipotez
şekillendirmek
ve
test
metotlarının
belirlenmesi
safhasını
içerir.
Bu
safha
genelleştirilmiş/karşılıklı öznellikte (intersubjectivity) en saptayıcı ön girişimlerden biridir.
Her tanım belli değer yargılarına, bu değer yargılarının geldiği belli fikirler toplamının
oluşturduğu bir ideolojiye ve bu ideolojinin çerçevelediği veya etkilediği belli bir bilimsel
kurama bağlıdır. Diğer bir deyişle tanım, belli bir bilimsel kuramın ve bu kuramın
ideolojisinin bir ifadesidir. Örneğin, modernleşme kuramının "kalkınma, geleneksel ve
modern toplum" tanımları bunun en açık örneğidir. (Örneğin Weber'in ideal tipinin
modern/ileri/gelişmiş ve Türkiye'deki kültürün geleneksel ve geri olarak tasarlanması
gibi.)
Tanımın inceleme süreçleri, sonuç ve önerilerle bağı
Kavram çıkarma incelemenin odaklandığı bir fikrin derinlemesine tanımını içerir.
Kavramlar, iki veya çok kavram arasındaki ilişkiyi tanımlama veya tahmin etmek için
kullanılan kuramlar ve modeller yaratmada inşa taşlarıdır. (Chaffee, 1992). Günümüzde
çok az araştırmacı kuramlar ve modeller yaratma amaçlı incelemeye girmektedir. 8
Çoğunlukla, akademik araştırmaların önde gelen amacı var olan kuramsal yaklaşımların
varsayımlarından hareket ederek incelemeler yapmak olmaktadır.
Tanım ile birlikte, o tanıma bağlı olarak, o tanımın sınırladığı sorun çözme
yaklaşımları (sorun tespiti, hipotez formüle etme, açık ve kapalı uçlu sorular hazırlama,
alan ve laboratuar testleri kurma, araç kullanım biçimini belirleme, daha önce yapılmış
incelemeler ile yapıtları bulma ve okuma) gelir. Bu safha incelemenin, tanımayla gelen
öznel çerçeve içinde, mekaniksel çözümlerle ve belli kaideler ve basamaklarla elde
edilen en objektif safhasıdır. Nesnelleştirilmiş öznelliğin en "bilimsel" yanı burada
gizlidir. Örneğin istatistiksel ön ölçmeler ve sonradan ölçmeler, hakemler kullanarak test
etmelerle sağlanan bir ölçeğin geçerlilik ve güvenirliliği, objektiflikten çok "çoğunluğun
fikir birliğine” dayanan öznelliktir. Bu nedenle, güvenirliliği ve geçerliliği tespit edilmiş
standart testler objektiflikten çok kültür bağımlı ideolojik çerçeveleme karakterini taşır.
Kuramsal gerekçelerden geçerek gelen ve tanımla belirlenen çerçeve, hipotez testi
süreçleri sonucunda, bazı istisnalar dışında yokluk hipotezinin reddiyle desteklenir. Bu
desteklemeyle birlikte, örneğin hava ve su kirliliğinin varlığı kanıtlanır ve çözüm olarak
eğitim,
baca filtresi ve su arıtma tesisleri önerilir. Eğer kuramsal çerçeve ve
tanımlamalar
endüstriyel yapılardaki iş yapış tarzıyla (iş kültürünün; daha doğrusu
teknolojik üretim biçiminin)
çevre ve insan sağlığı arasında bir nedensellik bağı
varsayımıyla gelirse ve bu varsayım inceleme sonucu yanıt bulursa, çözüm, doğal
olarak bu nedensellikteki nedeni, yani üretim biçimini, iş yapış şeklini, var olan sonucu
yaratmayacak şekilde değiştirilmesi önerisi olur.
Egemen kuramsal yaklaşımları ve ölçekleri kullanan araştırmacı, istemese bile,
toplumdaki teknolojik üretim ilişkileri düzenini “doğru” olarak kabul eder. İletişim
sorunları, bu "doğrunun" uygulanması sırasında çıkan alt sistem (örneğin kamu
yönetiminin iletişim ve eğitim politikasındaki) veya daha alt sistemlerdeki (örneğin
bireylerin tutum ve davranışlarındaki) "arazlar, engeller, yetersizlikler, uyumsuzluklar,
düzensizlikler" olarak nitelenir. Bu da, ancak bu "doğru düzenin" ilgili parçalarının
8
Ayrıca, kuram ve model hakkında bilgisi olmayan veya bilgi vermeyen, kuramı ve modeli sunmayan
araştırmalar oldukça yaygındır.
düzeltilmesi yolundaki girişimlerle çözümlenebilir. Bu girişimlerle egemen sistem hem
kendi dengesini sağlar, hem de girişimler sonucu iletişim okulları, araştırma firmaları,
ilgili teknolojiler tarafından geliştirilen yeni bulgular, devrimler, süreçler, metotlar
sayesinde büyür, kendi bütünlüğü içinde farklılaşır, çeşitlenir ve mükemmelleşir. Bu
yorum klasik denge kuramının bu alandaki yansımasıdır.
Tanım ve sorun: Sonucu bağımsız değişken olarak ele alma
Günümüzde egemen olan pozitivist bilimde, toplumdaki üretim biçimlerinin sonuçları
bağımsız değişken olarak ele alınır ve bu sorunlara çare arama yoluna gidilir.
Sonuçların bağımsız değişken olarak alınması, bilimsel yaklaşımda toplumsal güç
ilişkilerinin getirdiği ideolojik kör nokta olarak nitelenebilir. Ara nedeni veya sonucu
bağımsız değişken olarak almak, eğer bilinçli olarak yapılıyorsa, bilimde kasıtlı
taraflılıktır; eğer bilinçsiz olarak yapılıyorsa, çare bulamama çıkmazına düşen ve
sonunda ne yapacağını bilemeyerek halkı, köylüyü eğitimsizlik ve bilinçsizlikle suçlayan
ve çözümü kitlelerin eğitiminde arayan bilimsel ilkelliği ifade eder. Kişinin toplumda
tuttuğu yer o kişinin eğitimi düşük olduğu veya kültürsüz olduğundan değildir. Eğitimsiz
olduğu için orada değildir. Oradan olduğu için eğitimsizdir: Eğitimsizlik orada oluşuyla
gelir. Her pozisyonun kalıplaştırdığı sınıfsal tipler vardır. Bu tipleri yapan da eğitim
değildir, tipin geldiği sosyal çevredir. Eğitim seviyesi de bu tipin paketiyle birlikte gelir.
Eğitim, tipi tayin eden faktör değildir, tipin tanımlayıcıları arasından bir tanesidir. Bu
nedenle örneğin çevre kirlenmesiyle ilgili sorunu cahil halkta bulan ve çözümü de
halkın eğitimiyle ilişkilendiren yaklaşımla kurulan nedensellik bağı sahte-ilişkiye
(spurious relationship) bir örnektir. Ekonomistlerin ve sosyologların istatistik testlerle,
eğitim ile toplumda kişinin tuttuğu yer arasında buldukları "pozitif" ilişki de bu türdür.
Nedensellik ilişkisi kurma sürecinde, sonucu ortaya çıkartan oluşum kaynağının
tespiti yapılır ve bu pozisyonlandırma üretim biçimine kaydırılırsa, o zaman, çözümlerde
de yeni yerleştirmeler ortaya çıkar. Sonuçta, egemen güç ilişkileri yapısı içinde
gerçekleşme olasılığı az olsa bile, bilimsel ilkellik ötesine geçilerek; hiç değilse, bilimsel
bakımdan çok daha anlamlı çözüm yolu alternatifleri oluşturulur. Çaresizliğin
nedenlerini, soyulan doğaya ve köylüye veya tüketiciye yüklemek ve yeni çaresizlikler
getiren "eğitmek gerek" ideolojik kandırmacası yerine; egemen üretim biçimi, teknolojisi
ve ilişkilerinin soruşturulması ve değiştirilmesi yönüne kayılırsa, en azından bilimin,
bilinçli veya bilinçsiz olarak, sermayenin hizmetinde olmadığını gösteren bir adım atılmış
olunur.
İletişim tanımı I: Gönderici, mesaj, alıcı ve etki
En popüler tanımına göre, iletişim bir göndericinin alıcıya belli bir etki arayan mesaj
göndermesi faaliyetidir. Bu tanım bir başlangıcı ve bitişi olan çizgisel bir süreç yoluyla
iletişimi anlamlandırmaktadır. İletişim incelemeleri bu tanımlamayla büyük çoğunlukla
mesajın hazırlanması, sunumu ve etkisi üzerinde durmuşlar; alıcının kaynağa güveni ve
mesaja tepkisini incelemişler; alıcının tutumları, algıları ve tercihlerine eğilmişlerdir.
Dikkat edilirse, bu tür incelemeler gönderici denen güç yapısının amaçlarını
gerçekleştirme ekseni etrafında toplanmaktadır. İletişime yaklaşım sadece "etki, mesaj
düzenlemesi, izleyici anketi ve katılım ve davranış psikolojisi"
ile açıklandığında,
incelemeler bilimsel karakterden çok yönetimsel bir karakter alır. Bu da zorunlu olarak
dikkatleri sadece çok sınırlı ve akademik olmayan amaçların gerçekleşmesi üzerine
toplar. Araştırmalar ve geliştirmeler bu bağlam içinde olur.
Popüler tanımlamalarla İletişim sadece "mesaj ve etki (fayda)" ile açıklandığında,
toplumsal üretim süreci ve ilişkileri ya iletişim olgusunun veya sürecinin dışında bırakılır
ya da üretim süreci ve ilişkileri meşru yapılar olarak ele alınır. Bu meşrulaştırılmış
yapılar incelendiğinde inceleme konusu gene onların nasıl etkili, verimli, etkin, görevsel
olarak
çalışabilecekleri
olur. 9
Yapıyı
eleştiriler
ise
tekelleşme,
hantallaşma,
bürokratikleşme, durgunlaşma, verimsizleşme, katılımcı olmayan yönetim ve hiyerarşik
iletişim, fordism, insan ilişkileri kuramı, insan kaynakları kuramı, esnek yönetim, etik, iç
halkla ilişkiler gibi fonksiyonellik çerçevesinde döner. 10 Dikkatler mesaj alma ve
anlamlandırma (tüketim) ve sonrası (etki) üzerine toplanır. İletişimde Amerika’da ve aynı
kuramsal yapıyla hareket eden yerlerde yapılan hem saha hem de laboratuar
araştırmalarına bakıldığında, ilginin öncelikle mesaj alımı (tüketim) ve
etki (sonuç)
üzerinde olduğu görülür. 11 Mesaj alımında yaklaşımlardaki değişim doğrudan olduğu
gibi alma ve anlamlandırma ve dolayısıyla mesajın hazırlanışındaki beceriye göre,
9
Bu bağlamda sosyolojide Structural functionalism yaklaşımına bkz.
10
Bunun için Amerikan kaynaklı herhangi bir örgüt yönetimi ve örgüt iletişimi kitabına bkz.
11
1960’a kadar olan incelemelerin muhasebesi için bkz Klapper (1960) ve sonrası için en iyi kaynak
Journalism Quarterly, Communication Research ve İletişim yıllıklarıdır. Türkçe kaynak olarak Alemdar
ve Erdoğan (1998) ve D. McQuail’in çevrilmiş kitapları (ne kadar doğru çevrildiği biraz şüpheli olabilir).
doğrudan etki sonucundan (hipodermik iğne modeli, transportation belt yaklaşımı,
stimuli response teorisi), iki ve çok kademeli almaya doğru olmuştur. Etki konusu da
dolaylı ve kademeliden, Kullanışlar ve Doyumlar yaklaşımıyla tüketicinin tercihine
kaydırılmıştır. 12 Ardından, post-modern dünyada televizyonun önünde bağımsız ve
özgür bir şekilde semiyotik çözümlemeler yapan global dünyanın serbest pazarının
çoğulcu seçimleriyle ünlü yapılan izleyici getirildi: Bu özellikteki izleyici yoluyla
göndericinin egemenliği ortadan kaldırıldı ve izleyici çoğulcu demokraside çoğul
mesajlar arasından seçtikleriyle çoğulcu anlamlar veren sivil toplumun burjuva kamusal
alanındaki özgür üyesi oldu. Etki konusu böylece, kendi zehrini veya balını kendi seçen
izleyicinin aktif anlamlandırması çerçevesi içine çökertildi. Böylece, 1950’lerde Festinger
ve benzerlerinin seçimsel algı, seçimsel kaçınma, seçimsel hatırlama, seçimsel izleme
yaklaşımları 1990’larda, onların isimleri bahsedilmeden, semiyotikcilerin kullandığı ve
sadece kendilerinin anladığı kavramlarla (efsaneleştirilen ve ruhanileştirilen laf
ebeliğiyle) yeniden sunularak post-modern iletişim açıklamaları oldu. Cyberspace’de
başı dönmüş “Chat” yapan özgür insan (daha doğrusu, engellenmiş ve kontrollü
alternatiflerle yönetilen ve bilgiçlik taslayan ahmaklaştırılmış özgür köle) sürekli
çözümlemeler yaparak ya katılmakta ve etkiye ortak olmakta ya da karşıt anlamlar
üreterek mücadele vermektedir.
İletişim tanımı II: Denge arayan sistem ve sisteme adaptasyon
13
İletişimin hem mikro (psikoloji ve sosyal psikolojik) seviyedeki hem de makro (örneğin
sosyolojik ve kültürel) seviyedeki tanımlamaları micro-biyolojiden gelen denge kuramına
dayanmaktadır. Bu tanımlamaya göre, iletişim dengeyle ve dengeyi kurma ve aramayla
ve de dengesizlikten kaçınan insanların, grubun veya toplumun bulundukları ortamda
iletişim araçları ve semboller kullanarak interaction veya transaction’da bulunmaları
anlaşmalarıdır.
İletişim çevresi (aile, grup, örgüt, cemaat veya toplum)
“structural functionalist”
sosyolojik kuramın veya bireyi veya grup dinamiğini açıklayan psikolojik denge temeline
12
Kullanışlar ve doyumlar kuramı için bkz: Erdogan, Alemdar (1998) ya da McQuailín çevrilmiş kuram
kitabı.
13
Bu anlamda iletişime yaklaşım iletişim sosyolojisiyle ilgili açıklamalarda görülür. Örneğin, Klapper
(1960), Halloran (1977), MCQuail (1972), Parsons (1960), Merton (1968), Alemdar ve Erdogan (1998:
13-77)
dayanan sosyal psikoloji yaklaşımlarının tanımladığı bir “ortam” olarak belirlenir. Bu
ortamda iletişim sürekli denge arayışı ve dengeyle süreklilik ve gelişme sağlamaya
çalışmayla ilişkilidir. Dengesizlik, uyumsuzluk, kaçış, kendini çekme, sosyal izolasyon,
grev gibi tutum ve davranışlar
iletişim çökmesi (communications breakdown) veya
görevsel-olmayan geri besleme (dysfunctional feedback) olarak nitelenir. İletişim
çökmesi veya fonksiyonel-olmayan geri besleme denge bozucudur ve hem makro
seviyede hem de alt-yapılarda (çeşitli seviyelerdeki birey ve gruplardan oluşan altsistemlerde) rahatsız edicidir. Çözüm? Alt-sistemlerin kendilerini ayarlamasıdır.
Ayarlayamazsa? Sistem ayarlar. Bu ayarlama işini, ana okulundan başlayan resmi
eğitim kurumlarından polis işkenceleri ve hapishanelere kadar çeşitlenen birçok egemen
örgutlenmeler yapar. Elbette, bu yaklaşımda oldukça fazla delikler var: Normali egemen
yapı tanımlıyor; ayarlama gereği bu tanımlanmış normalden uzaklaşıldığı veya normale
uyulmadığı zaman ortaya çıkıyor. Egemen yapı evrensel ve nesnel doğru olarak kabul
ediliyor. İletişim çökmesi ve görevsizlik, kötü-görevli geri-besleme, bu egemen yapının
amaç ve çıkarlarına göre belirleniyor. İletişim, mesaj gönderenin amacı ve aradığı etkiye
göre çerçevelenip anlamlandırılıyor.
İletişim tanımı III : Ortak referans çerçevelerinden geçen paylaşma
Lasswell’in kim kime ne etkiyle ne söyler formülüyle sunulan iletişim tanımı, Shannon
ve Weaver’in bir mesajı kodlayan bir göndericinin bir kanaldan geçerek bunu
çözümleyen bir alıcıya göndermesi olarak tanımının sosyal bilimlere çevrilmiş şeklidir.
N. Wiener geri besleme kavramını ekleyerek bu modeli zenginleştirdi. Schramm (1982)
göndericiyle alıcı arasında ortak deneyimle iletişim olduğunu belirtti ve bunu da sosyal
psikolojideki referans çerçevesi (frame of reference) kavramıyla ilişkilendirdi. Bu tanıma
göre iletişim ortak referans noktaları üzerinde kurulabilir. Bunun olması için mesajın
kodlanması alıcının referans çerçevesi içinde olması gerekir aksi taktirde iletişim
olasılığı ortadan kalkar.
Bu
tanımlamada
dikkat
edilirse,
iletişim
ortak
kodlar
üzerinden
geçerek
sağlanmaktadır ve anlaşma gönderici ve alıcının referans çerçevelerindeki ortak alan
derecesinde olmaktadır. Bu anlamda, iletişim paylaşma, ortaklaşma”(=communico)
olarak tanımlanır. W. Schramm, D. Lerner ve onların dünyaya yayılmış eski-öğrenci
şimdi profesörlerinin, East-West Center'in, Journal of Broadcasting and Electronic
Media ve Journalism Quarterly’nin söylediği paylaşma, "ortak referans çerçeveleri
üzerinde mesaj gönderme veya mesaj alışverişi" olarak sunulur. Ortak referans
çerçevesinin olması ancak çok özel koşullarda paylaşma anlamına gelebilir. Elbette
iletişimde paylaşma öğesi vardır; fakat hangi iletişimde? Ne tür bir paylaşma?
Paylaşmanın olması ilişkinin doğasına, dolayısıyla iletişimin tarzına bağlıdır. Diyalog
tarzındaki bir iletişim, örneğin sevişme, paylaşma karakterindeki bir ilişkiyi anlatabilir.
Bağdat halkının tepesine yağdırılan füzelerle yapılan iletişimde ortak olan ve paylaşılan
ne? Ücretli-kölelik sisteminin iş yerinde mülk sahipleriyle çalışanlar arasındaki ortak
referanslar
ve
paylaşılanlar
nelerdir?
Yaşam
koşulları
ücret
politikalarıyla 14
tanımlananlarla tanımlayanlar arasındaki iletişim bir paylaşmayı mı yoksa bir boyun
sundurma ve mücadele ilişkisini mi anlatır? Paylaşmada paylaşılan ne, kimler
paylaşıyor, nasıl paylaşıyor ve paylar nasıl belirleniyor?
Yukarıdaki tanımlamada, ortam\çevre iletişimin olduğu sosyal-yer olarak ele alınıyor
ve ortak referans noktaları çerçevesi içine sıkıştırılıyor: İletişimin başarısı – ki aslında
gizlenen ve anlatılmayan çıkar\amaç gerçekleştirmenin başarısı – ortak referans
noktalarının örtüşme oranı içinde anlamlandırılıyor: Referans çerçeveleri ne kadar ortak
olursa (yani benzer dil, kültür, alt-kültür, deneyim ortaklığı ne kadarsa), mesajı doğru
anlama ve anlamlandırma o kadar fazla olur. Aslında, bu yaklaşımla söylenmeyen, fakat
denmek istenen, mesajın etkisi alıcının onu anlaması, özümsemesi, ona katılması veya
kendine mal etmesine bağlıdır. Bu tür iletişim tanımlaması ve bu tanımlamanın bağlı
olduğu kuramsal çerçeve, bu çerçeveden hareket edilerek yapılan araştırma ve bulunan
sonuçlar, nesnel gerçeklerin ve doğruluğun veya yanlışlığın ve haksızlığın farkına
varılmasını ve bu nedenle en doğruyu seçmeyi anlatmaz. Egemen konumdaki
göndericinin öznel amacının nesnelleştirilmesini anlatır. Böylece, güç ilişkileriyle
egemenliği belirlenen ve sürdürülen, ve
ideolojik pratiklerle nesnelleştirilen öznel
çıkarlar, toplumda doğruyu tanımlar ve kurumlaştırır. Yani, doğruyu ve haklıyı saptayan
nesnel kıstaslar değil, belli güçlerin nesnelleştirilmiş özel çıkarının ölçekleridir. Bunun
belli yansımalarını bilimsel tanımlamalar ve yaklaşımlarda görürüz. 15
14
Her iki tarafında referansları emek ve ücretler üzerinde. Burada ortak olan ve bunun doğası ne?
15
Structural functionalist yaklaşım için T. parsons (1960); onun daha liberalleştirilmiş şekli için Merton
(1960); İletişim kuramı içın Shannon ve Weaver’in modeline ve Schramm, Lerner ve benzerlerinin
yazılarına; Liberal çoğulcu yaklaşım için Blumler, Katz ve postmodern Fiske’ye bakınız.
İletişim tanım IV: Ortak semboller
"İletişim insanlar arasındaki gönderilen, değiş tokuş edilen, ortaklaşa kabul edilmiş,
tanınmış semboller ve bunu kullananlar arasında ortak sahiplik şeklinde tutulandır" diye
iletişim tanımlanır, böylece, iletişim tanımına dil ve kültür de katılır.
16
Bu tür tanımlar
iletişimin örgütlü yapılarda ne ve nasıl olduğu ve gerçekleştirildiği ile ilgili açıklamalardır.
Dil bilimi ve sosyal/kültürel antropoloji temelli bu tanımlamalar bir durumun analizini
yaparlar ve bu durumu doğrudan veya dolaylı yollarla normalleştirirler, doğallaştırırlar.
Böylece egemen bir yapıda kültür bağımlı tarihsel bir gerçek “yaşamın gerçeği”
yapılarak tarihsizleştirilir, evrenselleştirilir ve meşrulaştırılır.
Ortak kültür, deneyim ve semboller ilişkideki faaliyetin yürümesini gerçekleştirebilir.
Fakat bu ilişkinin ve iletişimin ortak sembollerle ve kodlarla olması ortaklaşalığı, gönüllü
etkinliğe girmeyi, aynı biçimde anlamlandırmayı ve sonuç çıkarmayı anlatmaz.
Bu tanım ve açıklamalar bir yapının nasıl çalıştığıyla ilgili ipuçları vermekte oldukça
faydalıdırlar. Fakat, örneğin baba ve çocuk, anne ve baba arasındaki "dayak iletişimi"
kültürünü öyle olduğu ötesinde bir açıklama getirmez, bu nedenle yeterli değillerdir.
Ortak sembollerin toplumsal bağ, çimento, zamk olduğu, globalleşen dünyada ortak
sembollerin artmasıyla bu bağın küreselleştiği ve evrensel kültüre doğru hızlı bir gidişin
müjdelendiği kültürler arası iletişim ve uluslararası iletişim tanımlamaları ve kuramları
belli çevrelerde günümüzde oldukça rağbet görmektedir. Bu rağbet karşılıklı bağımlılık
gibi tanımlamalarla beslenmektedir. Bu tür tanımlamalardan yola çıkılarak yapılan
incelemeler sonucunda, örneğin Türkiye’de Kaliforniya’nın liberal değerlerinin, özel
televizyonlardaki bazı programlardaki sunucular ve iletişim tarzları dışında
henüz
yerleşmediği üzüntüsü sunulur; fakat daima optimist bir şekilde küreselleşen dünyanın
insana yönelik özgürleştirici ve ufuklar açan karakterlerinden bahsedilir. Öneri olarak da,
örneğin, Avrupa birliğine girmek için gerekli koşulların sağlanmasının acilliği iletilir. Ortak
sembollerle ve sembolsel ilişkilerle zenginleşen küreselleşmiş dünyada, sembollerle
ekonomik, siyasal ve kültürel bakımdan kimlerin zenginleştiği ve kimlerin yoksunlaştığı
konusu
bu tanım ve kuramsal çerçeveye sığmaz, onun dışında kalır. İçine girerse
tanımın ve kuramsal yaklaşımın değişime uğraması gerekir ki bu da dünya görüşünün
dünyanın sömürülüşüyle olan meşrulaştırıcı, üstünü örtücü ve haklı çıkartıcı bütünleşik
16
Bu tür tanılamalar için birkaç kaynak: Kültürde Homans (1964); kültürel antropoloji ve iletişimde
Mead (1934) ve Blumer (1969).
görevsel bağı nedeniyle olmaz. Böyle olması, o kuramın egemenlik ve mücadele
yapıları içinde konum değiştirmesi demektir.
İletişimde sorun Tanımı I: iletişim çökmesi
"İletişimin başarısı" tanımı oldukça pozitif yükle yüklü bir deyimdir. İletişimin başarısı
demek aslında egemen iletişim düzeninin amaçlarını gerçekleştirmesi demektir.
Gerçekleştirmezse
egemen
iletişim
başarısız
olarak
nitelenmez,
onun
yerine
"Communication breakdown," yani iletişimin çökmesi kavramı kullanılır.
İletişim çökmesi aslında bir tarafın amacının diğer taraf tarafından kasıtlı olarak veya
farkında olmadan gerçekleştirmemesiyle ilgilidir. Aslında iletişim çökmesinde çöken
veya çökertilen ilişkideki bir amaçtır. Bu çökertmede aslında amacı çökerten için iletişim
çökmesi yok, aksine amacına ulaşma vardır. Bunun anlamı oldukça açıktır: İletişim
çökmesi tek taraflı bir çıkar yapısı üzerine kurulmuş bir ilişkideki faaliyetin amacına
ulaşmamasıdır.
İletişim çökmesine neden olarak bazı istisnalar dışında ilişkideki güçsüz taraf
gösterilir. İstisnalar da ancak profesyonel çıkarlar gerektirdiğinde çalışır: Aile
çatışmasında iletişim çökmesi terapistin değerlendirmesine göre her iki taraf da olabilir.
Çözüm: Her iki tarafın da terapi yoluyla içini ve cebini terapiste boşaltarak işe
başlamaktır. Örgüt iletişiminde, örgüt içi eğitim yapan firmalar için iletişim çökmesinin
nedeni örgüt hiyerarşisindeki herkes veya her grup olabilir. Bu durumda çözüm:
Firmanın
örgütte
“communication
auditing”
yaparak
işe
başlamasıdır.
İletişim
çökmesinin sorumlusu eğer alıcı\seyirci\işçi\memur\kadın değilse, belki de iletidir. İyi
iletide bulunmak gerekir. Bunu da “iyi iletinin 10 şartını”” öğreten ve uygulayan şirket
veya uzman yapar. Ya da reklam gerekir, belki de imaj yapılandırma ve halkla ilişkiler
programları kaçınılmaz olur. Bunlar endüstriyel yapılar için oldukça fonksiyoneldir.
İletişim çökmesi normal çalışan bir sistemi rahatsız ettiği ve bozduğu için, normali
ihlal eden taraf ve davranışlar normale dönmeye davet edilir. Bu davet ilişkinin doğasına
göre incelikle sözle veya yazıyla ihtar biçiminde belirtmeden, işten atma, boşama,
arkadaşlığa son verme, boğazına sarılma, panzerlerin basınçlı suyuyla sabunsuz
yıkama, polis coplarıyla okşama, hapse atma, işkence etme, başına füzeler yağdırma
gibi çeşitli sembolsellikle dillendirilir.
İletişim çökmesi ve Türkiye’ye özgü uydurulmuş “iletişimsizlik” ve geri-besleme,
mesajı yanlış anlama gibi kuramsal tanımlamalar, iletişim konusunu egemen bir yapının
(veya
egemen
bir
birimin)
çıkarları
ve
bu
çıkarların
meşrulaştırılması
ve
gerçekleştirilmesi çerçevesi içine sıkıştırır. Bu kuramsal çerçeveyle gelen iletişim
araştırmaları ve değerlendirmeler ilişki ve iletişimle ilgili sorunları bireysel psikolojiye
indirger; çözümü de belli endüstrilerin ve mesleklerin ekonomik zenginliklerini sağlayan
profesyonel rehabilitasyon, tedavi, bilinçlendirme ve eğitim politikaları içine çökertir;
böylece, bir egemen yapı hem meşrulaştırılır hem de ekonomik çıkar elde edilir.
Dolayısıyla, bu anlayış çerçevesinde, ilgi sonuç üzerinedir ve çözümler ise, sonucun
belirdiği son halkadaki durumla uğraşarak “sonucu düzeltmeye” çalışan mekaniksel
çarelerdir.
İletişimde sorun tanımı II: mesajı yanlış anlama
Dildeki semantik anlam sözlük anlama (denotative 17 meaning) indirgenmesi ve
mesajı anlamlandırmayla ilgili farkların iletişimde kendini göstermesi mekaniksel
düzenlemeler ve tekrarlarla düzeltilebilecek basit "anlamamak veya yanlış anlamak"
sorunu olarak sunulur. Bu tür sorun tanımı iletişimi mesaj gönderme ve alma olarak
nitelemeden çıkıp gelir.
Sorun aslında mesajın anlaşılmaması veya yanlış anlaşılması değil, ilişkideki
tarafların amaç uyuşmazlığının ve ideolojik çatışmaların dildeki ifadesidir. Basit bir
örnek: Birini çok iyi anladığını söyleyen veya böyle bir iddia ile birini anlamak
istemeyene, biri hakkında kesin karar vermiş olana, bin bir türlü şekilde biçimlendirilmiş
iletiyle gelinse bile o karara uyumsuz yönde etkili olunamaz. Eğer çocuk "özgürlük,
özgürlüğüm" diye tutturmuş ve MCDonalds’ını ve Punk müziğini istiyorsa, ona her saat
müzik ve sağlıklı yemek dersi verilse bile hiç fark etmez. Aksine çocuğun nefreti
kazanılır. McDonalds, Punk müziği ve bunları çağrışım yapan özgürlük kavramları bir
ideolojik çerçevenin boyadığı sanat eseridir ve buna, başka yemek, başka müzik ve
başka özgürlükle gelmek, beyinlere saplı dildeki ideolojik imajlarla kendini tanımlayan
BEN’i yıkmaya çalışmaktır. Bu da hemen ideolojinin taşıyıcısından geçerek ideolojinin
kibardan başlayıp kelleni uçurmaya kadar giden iletişim biçimleriyle kendini korumaya
çalışmasını ortaya çıkartır.
17
Denotative anlam sözlükte verilen anlamdır. Connotative anlam kesinlikle yan anlam değildir,
örgütlü yaşamdaki ilişkilerde insanların bağlama bağlı olarak çıkardıkları anlamdır.
İletişimde sorun tanımı III: Kamu iletişiminin beceriksizliği
İletişimin tanımında iletişim türleri belirlenir ve bunlardan biri de kamu kurumlarının ve
kamu kurumlarıyla ilgili iletişimdir. Kamu kurumlarıyla ilgili egemen iletişimde, kapitalist
ideolojiden geçerek, kamu kurumlarına karşı, "kar etmez, çalışmaz, yeteneksizdir,
elitisttir" şeklinde düşünce tarzıyla gelen tanımlamalar egemendir. Bu nedenle kamu
politikaları sürekli eleştirilir ve düzeltilmesi gerektiği savunulur. Bu düşünce tarzı kitle
iletişimi araştırmalarının yapısına da yansır. Bu tarz, araştırmacının kuramsal ve işlevsel
tanımlaması yanında hipotezlerine ve araştırma sorularına girer. Bu araştırmacılar, en
iyi yorumlarında, TRT uygulamalarının yanlışlığını ve yetersizliğini eleştirir ve
özelleştirmeci iletişim politikası önerileri öne sürerler: Kamu iletişimi geçmişin tarzıdır;
özelleştirme ise çağdaşlığı ve modernliği anlatır.
Kamu kurumu olarak TRT ve KİT’ler kamunun yeteneksizliğini değil, kapitalist
sistemin kamuyu bu şekilde biçimlendiren yapısının ana bir özelliğini yansıtır. Kamu
sektörüne karşı yöneltilen beceriksizlik, rüşvet, düzensizlik, iş bilmeme, kârdan çok
zarar yapma, kaynakları ve olanakları etkin bir şekilde kullanamama gibi saldırılar
aslında kapitalist sistem dışında olan, kapitalist sistemden farklı bir yapıyı eleştirme
değildir; kapitalist üretim biçiminin yarattığı bir yönetimsel yapıyı irdelemedir. Eğer bu
yapı kapitalistin arzu ettiği bir biçimde çalışmıyorsa, nedeni kamusal olanın doğal olarak
çalışmazlığında değil, kapitalist sistemin yapısında aranmalıdır, çünkü kamu kurumları
o sistemin bütünleşik bir parçasıdır; varlıkları ve iş görüş biçimleri sisteme rağmen değil,
sistem dolayısıyladır. Bu nedenle, kapitalist kamu kurumlarını savunmak kesinlikle
sosyalizmi savunmak olmadığı gibi, bu kamu kurumlarının yozlaşmış karakteri
sosyalizmin kurumsal karakteri olamaz.
Özel teşebbüsün yetenekli olduğu iddiası ise, ideolojik uydurma biçiminden (örneğin
halka
istediğini
verme
propagandasından),
yeteneği
yönetimsel
esneklik
gibi
stratejilerle işçi atarak ve ücret politikalarıyla sermayeyi zenginleştirme olarak ele
almaya kadar çeşitlenir ki bu da sistemin kendini pazarlamasıdır.
İletişimde teknolojik araç Tanımı: Globalleştiren güç
.
Kitle iletişim araçlarının kültürel alışverişi hızlandırdığı, karşılıklı bağımlılığı arttırdığı
ve dünyayı "Global bir köy" haline getirdiği tanımlamasıyla gelen yaklaşım etrafında
1960’ların ortasından beri artan bir şekilde incelemeler yapılmaktadır.
18
Elbette bu tanımlamayla ilgili olarak ilk sorular şunlardır: Ekonomik ve kültürel
emperyalizm ne zamandan beri alışveriş oldu? Ne zamandan beri Amerikan burjuvazisi
veya halkı Türk kültürü ürünlerini kendi tüketimi için kullanıp maddi ve manevi
ihtiyaçlarını tatmin ediyorlar? Global köy ne ve kimin için global? Uluslararası firmalar
için mi yoksa Çemişkezekli Hasan için mi? Global köyde yaşayanların büyük çoğunluğu
köyünden kımıldayacak durumda mı?
Global köy uluslararası sermayenin cirit attığı dünyadır. Global köy kitlelerin
televizyonla uyuşturulduğu, televizyonla coşturulduğu, tüketmek için dükkanlara
koşturulduğu, önceliklerin tepe taklak edildiği, ideolojinin kendini red edip evrenselliğe
büründüğü bir köydür. Bu köyde umutsuz umutlar kışın tiril tiril titrer ve yazın cayır cayır
yanar. Bu köyde ipek halıların, mücevherlerin, milyarlarca dolarlık servetin üzerine
oturmuş birkaç kişi, viski kadehlerini yudumlarken, ülkenin ve fakir ülkelerin kalkınması
hakkında konuşurlar: Yeni “yardım” planları öne sürülmesi çerçevesinde ücretli-okumuş
kölelerine yeni yollar bulmaları için emir vermeye bile gerek yoktur artık: Bu köleler
efendilerinin
çıkarını
sağlamayı
bilen
profesyonellerdir.
Bu
köyde
iletişimin
demokratlaşması demek (a) yönetici sınıflar arasındaki iletişimin yeni teknolojik araçlar
sayesinde hızlanması ve yoğunlaşması demektir. (b) Kitleler arasında ise, herkesin
komünist ve sosyalist monotonluk ve benzerliğe karşı gelip, Levi's 501, Pepsi ve Coke,
ve McDoalds ile bireyci ve özgür tüketim monoton köleliği seviyesine ulaşması demektir.
Sorun çözümü tanımı: Bireysel tutumlar
Egemen incelemelerle gelen politika sorun ve çözümlerinde, politikayı saptayan güç
ilişkilerini tartışma yerine, sorun tekrar bireye indirgenerek, iletişim politikalarını
saptayan bireylerin ve uygulayan bireylerin tutum ve davranışları politikadaki durumu
ortaya çıkaran bağımsız değişken olarak ele alınır. Örneğin eğer TRT'de bir iletişim
politikası sorunu varsa, bunun sorumlusu, TRT genel müdürüdür. Eğer televizyonda
şiddet varsa, program kaliteleri düşükse, haber okuyucusu enformasyon yerine
sansasyon ve (görünüşüyle ve soyunuşuyla da) seksüel cazibe sunuyorsa, bu sonuç
18
Bu bağlamda önde gelen isimler: D. Bell, M. McLuhan ve M. Brezinsky.
izleyicilerin tercihlerinden dolayıdır. Türkiye’de ekonomik sorun varsa, sorumlusu
hükümettir. Bu tür yaklaşımın sorun çözümü için varacağı sonuç ve öneriler işten atmak,
hükümeti düşürme, bireysel veya grup davranış modifikasyonu, eğitme ve bilinçlendirme
çerçeveleri içinde döner. Burada baskı
tutumlarda değiştirme sağlama yönündedir.
Tutumlardaki değişiklikler de düşünce ve fikirlerdeki değişiklikleri, daha doğrusu "bilinci"
eğitimle, bilgilendirmeyle, enformasyonla “ yükseltmeyi” gerektirir. Bu da neticede,
idealist felsefenin ana kuramlarından biri olan fikirlerin yaratıcılığı görüşüne ve
toplumdaki üretim ilişkilerinde "etkiyi" çıkaran egemen faktör olduğu varsayımına gider.
Böylece, fikirler, kendini yaratan koşullara o koşulları tutmak ve\veya değiştirmek için
tepki gösteren "sonuç" olma yerine, üretimi belirleyen "etken" olarak dönüşüme uğrar.
İletişimde sorun ve çözüm tanımı I: Etki, Çatışma ve Barış
Çatışma yönetimi dahil, egemen iletişimde ilgi etki üzerine, yani "daha etken olarak
nasıl sömürülebilir, yönetilebilir ve yöneltilebilir" üzerine eğilir. Bu ilgi de,
davranış
psikolojisinden, faşist kalıtım psikolojisinin "iletişimin becerisi, motor beceri, içsel
yeterlilik, rol yeterliliği, mesaj yeterliliği, yorum yeterliliği gibi inceleme ve sunumlarına
kadar çeşitlenen bireyi egemen topluma hazırlama, bu hazırlananı inceleyerek ölçme ve
gerekirse hazırlamayı ve yönetmeyi ona göre ayarlama girişimlerini egemen kılmıştır.
Buna, en gelişmiş şekliyle, sınıf çatışmasını çıkar çatışmasına indirgeyen çatışma
teorisi katıldı : Çatışma, kişiler veya gruplar arası çıkar çatışması ve çözüm de çatışma
yönetimi adı altında, "zero-sum" denilen "ya ben ya o; hep bana hiç sana" biçiminden,
en iyi şekliyle, "her iki tarafın da kazandığı" (win-win) duruma döndürülmesi olarak
sunuldu. Çatışma yönetiminin karakterini anlamak için toplu sözleşmeler örneği
üzerinden hareket edilerek en azından başlangıç olarak şu sorulara cevap vermek
gerekir: Çatışmayı yöneten "tarafsız hakem" kim
ve tarafsız mı? Çatışan tarafların
güçleri ve güç pozisyonları ne? Belirleyici ve zorlayıcı dış etkenler ne ve ne yönde
çalışıyor? "win-win" durumunun olabilmesi için gerekli koşullar neler? Çatışma yönetimi
sonucu elde edilen “barış” ve “anlaşma” ile tarafların kazancının ve kaybının miktarını
belirleyen faktörler neler?"
1970’lerden sonra çatışma yönetimine Barış öğesi katıldı. Çatışma yönetimi ideolojisi
barışın bir türlü olmayışını, kişisel davranışlara ve çatışmada "vazgeçememeye,
isteklerinde direnmeye, azıcık bile geri vermemeye" bağladı; bu çerçeve içinde "barış
iletişimi" çözümleri sunmaya başladı (kaynak koy). İletişimde çatışma ve barış
yaklaşımı, çok önemli sorulara ya yetersizce yaklaştı ya da onları yok saydı: Çatışmanın
ve barışın dinamik güç ilişkileri içindeki anlamı nedir? Çatışmaya ve barışa konu olan
tarafların ilişkideki yaptırım güçleri ve karşılıklı güç pozisyonları nedir? Bu güçlerini (ya
da güçsüzlüklerini) oluşturan nedenler nedir? Çatışmayı ve barışı belirleyen, zorlayan
ve bozan faktörler nelerdir ve nasıl çalışmaktadır? Çatışmada ve barışla tarafların
kazandıkları ve kaybettiklerinin anlamları nedir?
Bireyler arasındakinden örgüt içi ve örgütler arasında olan çatışma ve barışla ilgili
sorunlarda bilimsel tanımlamalar ve ilgi çoğunlukla algı, tutumlar, bilinç ve davranışlar
üzerinde olmaktadır. Bu ilgi de sonunda empati, anlayışlı olma, anlamaya çalışma, açık
beyinli olma, eğitim, bilinçlendirme etkinlikleri gereğini çözüm olarak sunmaktadır. 19
Özel mülkiyetin yoksullaştırma ve yoksunlaştırmaya dayanan ilişkiler sisteminde
yoksullaştırılan insanlarla zenginleşen insanlar, yoksun bırakanlarla yoksunlaştırılanlar
arasındaki çatışmayı, algı, tutum, bilinç ve davranışlara indirgemenin anlamı nedir?
İletişim, çatışma ve barış, ikna etmek, basit tutum ve inançlardan taviz vermek gibi
materyal ilişkiler tabanından soyutlanmış bir tabana oturtmak ne denli geçerlidir? Daha
kötüsü bu tür tabana oturtma kimler için ne tür sonuçlar ortaya çıkartmakta ve
desteklemektedir? Benzer biçimde, Az gelişmişin neden "az gelişmiş” olduğu sorusuna
cevap olarak "geleneksellikten" diye neden göstermenin tabanında yatan ırkçılığın ve
bağnazlığın ekonomik, kültürel ve siyasal anlamları nedir? "Kalkınmış ülkeler" neden
"kalkınmakta" ve neden medya üreten teknolojilere sahip olmaktadır? Az gelişmiş
ülkeler "kalkınma” denilince neden kapitalist ülkeler gibi olmayı amaçlamaktadır? Bu ve
bunlara benzer sorulara cevap verilmesi gerekir. Daha önemlisi, örneğin, çatışma
yönetimi ve barış egemen ilişkiler düzeninin meşrulaştırılmış kanallarını kullanmayı,
onlara dayanmayı ve onlara zorunlu bağlanmayı getirmektedir. Bu durum da çatışma
yönetiminin ve barış yaklaşımlarının egemen politikaların bir parçası olduğuna işaret
eder.
İletişim sorun ve çözüm tanımı II: Teknik sorun ve teknolojiyle çözüm
Sadece Shannon ve Weaver modelinde değil, egemen yaklaşımların her alanında
sorun ve çözümler teknik olarak belirlenir ve çözümler de bu bağlamda sunulur.
19
Herhangibir örgüt yönetimi veya örgut iletişimi kitabında bunu bolca buluruz.
İletişimle uğraşan halkla ilişkiler, reklamcılık, pazarlama, işletme, reklamcılık ve İletişim
sorunları teknik bir sorun olarak belirlenir. Modernleşmenin kapitalist deneyimin
başarıya ulaştığı yöntem ve araçlarla gerçekleşeceği ana teması işlenir. “Bu yöntem ve
teknolojiler yayılmalı, kullanılmalı ve geliştirilmelidir” şeklindeki düşünce tarzı egemenlik
kazanır. Buna bağlı olarak gelen sonuç-öneriler daha çok gelişmeyi, teknolojilerin
yaptığı makinelerin, aletlerin, medyaların, onların ürünlerinin ve "nasıl çalıştırılacağı ve
kullanılacağı" hakkında bilgileri içine hapseden tüketim gelişmesinin sunumudur.
Gerçekte teknolojiye bağımlılık biçiminde yönetme ve engellemeler söz konusudur.
Böylece hem kapitalist teknoloji düzeni kendi yapısını korur; hem sorun bu yapının
benimsettiği, "meşruluğu ve geçerliliği önceden kabul edilmiş" çerçeve içinde tanımlanır;
hem de çözümler, bu teknolojik yapıya olan etkiyi, etkenliği, barışı ve kalkınmayı
sağlama ve sorunları giderme politikalarıyla aranır. İşte bu, egemen pozitivist bilimin
görevselci-ampirik yaklaşımın ana özelliklerindendir.
Sonuç
Bilim ne amacıyla, ne aracıyla ne uygulayıcısıyla, ne yorumcusuyla ve ne de
kullanıcısıyla nesneldir: Bilim tarih boyu öznel olmuştur. Bilim toplum üstü ve ötesinde
değil, toplumun güç merkezinde konumlanmıştır. Elbette, her alanda olduğu gibi, bilim
alanında da egemenliğe karşı mücadeleler vardır. Geçmişte Tanrının temsilcileri,
aristokrasi ve yönetici sınıfları, kendi çevrelerinde topladıkları bilim adamlarıyla, bilimi
kendileri için kullanmışlardı. Günümüzde, bilim ve bilim yoluyla kontrol, araştırma ve
geliştirme girişimleriyle üniversitelerden ve özel teşebbüsün laboratuarlarından geçerek
yapılmaktadır.
Bilim, güç ilişkileri düzeninin ne dışındadır ne de ondan bağımsızdır. Bilim
adamının/kadınının toplumdan kendini ayırması, kullandığı yöntemde uyguladığı
mekaniksel süreçler sonucu nesnellik sağladığını sanması ve bilimsel objektiflik iddia
etmesi, bilimde belli bir ideolojinin egemenliğinin ifadesidir. Eğer yaşadığımız toplumda
kendi bilim alanımızla ilgili sorunlara ve bilim dalımızın bu sorunlar içinde aldığı yere
dikkatle bakarsak, bilimin çözümler kadar, belki de çözümlerden daha çok, sorunların
önemli bir parçası olduğunu görürüz. Bu durum da evrensel bir kaçınılmazlığı değil,
yapısal gerçeklerle gelen ve ancak bu yapısal faaliyetlerin değişimiyle değişebilecek bir
olguyu ifade eder.
Kapitalist bilim, sermaye düzeninin sorunlarına çözüm arar ve sunarken, insanlığın
kapitalizmin egemenliği altındaki durumunun perçinleyicisi rolünü oynar. Kapitalizmin
insanlığa aykırılığının ve yarattığı ciddi insanlık sorunlarının çözümleyici değil; yaratıcı
ve destekleyici bir parçasıdır. Bilim, sunduğu çözümlerle, sorunları yaratan üretim
düzenine değişiklik önermez; düzenin bazı istenmeyen, tepkiler uyandıran ve zararı göz
ardı edilemeyen sonuçlarının teknolojik yapıya ve egemen çıkarlara zarar vermeden
"örtbas edilmesine” yardım eder. Örneğin atık depolama sorununa "sıhhi depolama”
çözümü; zehirli gaza filtre çözümü; zararlı atık suya, arıtma çözümü sunar. Bu
çözümlerin karakteri ne? Bir oluşuma son veren çözüm mü bunlar? Çevrenin durumuna
bakılırsa, “çevre dostu teknolojiler” adı altında kontrol teknolojilerin pazarlamasından
öte, gerçek çözüm olmadıkları kolayca anlaşılır.
Egemen bilimin sorunu, tanımlamanın, hipotez testinin ve indirgemeciliğin çok
ötesindedir. Sorun; (a) tanımlamanın ve hipotezlerin dayandığı kuramsal çerçeve ve
beraberinde getirdiği belli düşünce tarzı, (b) bu tarzın belirlediği (daha doğrusu belirler
göründüğü, fakat gerçekte desteklediği) bilimsel ve sosyal politika, (c) soruna ve sorun
çözümüne yaklaşım biçimi ve (d) bunların insanın bugününe ve geleceğine yaptığı
katkılar sorunudur. Kapitalist bilim, başlangıcından beri artan bir biçimde, kapitalizmin
sorunlarına çözüm arar ve sunarken, kapitalizmin egemenliği altındaki insanlık
durumunun kalıcılığının perçinleyicisi olmuştur.
Akademide ve endüstrideki egemen iletişim faaliyetlerinin altında, gerçekte, bir
teknolojik ve ideolojik egemenliğin ve bu egemenliğin sağladığı çıkarlar düzeninin
korunması ve geliştirilmesi çabası yatar. Bu gün gelişmiş ülkelerde özelleştirme ve
deregulasyon
gündemdeyse ve egemenlik kazanmışsa, bu, nesnel gerçeklerin,
doğruluğun veya yanlışlığın ve haksızlığın farkına varılmasını ve bu nedenle en doğruyu
seçmeyi anlatmaz: Özel teşebbüsün ekonomik ve ideolojik bir gücü kendi kontrolü altına
almasını anlatır.
Güç ilişkileriyle egemenliği belirlenen ve sürdürülen, ve
ideolojik
pratiklerle nesnelleştirilen öznel çıkarlar, toplumda doğruyu tanımlar ve kurumlaştırır.
Yani, doğruyu ve haklıyı saptayan nesnel kıstaslar değil, belli güçlerin nesnelleştirilmiş
özel çıkarının ölçekleridir.
Nasıl ki iletişimin karakteri, kapsamı ve neticeleri, sosyal yapıların tarih içinde
değişimiyle değişime uğradıysa ve bugünkü biçimlere dönüştüyse, bu değişimin getirdiği
iletişim yapısı, çıkardığı ve desteklediği sonuçlar ancak yapısal değişimlere eğilerek
anlaşılabilir, değişim de aynı biçimde sağlanabilir. Burada, sosyal yapı değişimi
denildiğinde, aynı yapının egemenliği altında yeni teknolojilerin uygulanmasından çok,
bu yapıların revizyonu ve yeni yapıların geliştirilmesi anlamınadır.
İletişim konusu egemen tanımlamaların ve değerlendirmelerin ötesine götürülmeli ve
belli biçimlerde şekillendirilmiş teknolojik yapılarla olan ilişkileri içinde ele alınmalıdır.
İletişim ürünlerinin üretim biçimleri, bu üretimi yapan teknoloji ve örgütlenme biçimi, bu
ürünlerin kullanılışının yapısı, kamu yönetim metotları, ve egemene karşı olan alternatif
tepkiler ve metotlar,
iletişimin olduğu fiziksel ve toplumsal çevre ve bu çevrenin
mülkiyet sistemi içinde düzenlenişi, iletişimi anlamada temel öğelerdir. Bu
öğelerin
oluşturduğu iletişim peyzajı durgun ve evrensel bir peyzaj değildir: Bu peyzajı oluşturan
öğeler arasındaki ilişkiler düzeninin egemen karakterlerini taşır. Bu nedenle dinamik bir
yapıya sahiptir. Aynı zamanda kişinin kendi kendisiyle iletişimi dahil, bütün iletişim
biçimleri birbirinden bağımsız bir varlığa sahip değildirler. Toplumsal iletişim, aynı
zamanda,
global dünya düzeni peyzajının bütünleşik bir parçasıdır. Kuramsal
tanımlamalar, empirical hipotezler ve survey araştırmalarının (ve sistemsel ve sistematik
taraflılığın genellikle kasıtlı olarak sunulduğu halk oyu yoklamalarının) soruları bu
kapsamlı alan içinde ele alınmalıdır. Bugün dünyada kullanılan, Amerika kökenli,
egemen yaklaşım toplumsal üretim biçimi ve ilişkilerinin yarattığı sorunlara anlamlı
çareler bulma yerine, yeni çarelerle yeni sorunların yaratılmasına ve dolayısıyla, belli
egemen teknolojik yapıların tutulması ve yaygınlaşmasına yol açar. Ancak kişileri ve
kamu politikasını kaynak olarak gösterme ötesine giderek, üretim teknolojisi ve ilişkisini
temel olarak ele alan bir yaklaşımla iletişimi ve iletişim konusu ve sorunlarına gerçekçi
bir yaklaşım elde edilmiş olunur. Bu da nesnel veya nesnele daha yakın doğrularla
öznel çıkarların her gün sürekli çarpıştığı güç ilişkileri konusunu ve bu konuya eğilmeyi
ortaya çıkarır.
Egemen tanımlamalarla gelen belli dar çerçevelerden çıkılması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Alemdar, K. ve I. Erdoğan (1998) Kitle Iletişim araştırma ve kuramları. Ankara: MB.
Bell, D. (1973) The coming of the post-industrial society. NY: Basic Books.
Blumer, H, (1969) Symbolic Interactionism: Perspective and Method. NJ: Prentice Hall.
Cozby, P. M. (1993) Methods in Behavioral Research. Fifth Edition.CA:Mayfield
Publishing Company.
Dahrendorf, R. (1973) Toward a theory of social conflict. In Etzioni, A. and E. EtzioniHalevy (1973)(2nd ed.) Social Change: Sources, patterns and consequences. NY:
basic books, p. 100-113.
Erdoğan, İ. (1998) İletişim, egemenlik ve mücadeleye giriş. Ankara: İmge.
Fiske, J. (1987). Television Culture. NY:Methuen.
Halloran, J.D. (1977) Mass media effects: A sociological approach. Unit seven of the
Mass communication and society. London: Open University.
Homans, G.C. (1964) "Bringing man back in". American Sociological Review 29: 809 818.
Klapper, J. T. (1960) The effects of mass communication. Glenceo, Ill: Free Press.
Lasswell, H. D. (1948) Structure and function of communication in society. In Bryson, L.
(1948) (ed.) The communication of ideas. NY: Harper and Brothers.
McQuail, D. (1972) (ed.) Sociology of mass communications. NY: Penguin.
McQuail, D. (975) Communication. NY: Longman.
Mead, G. H. (1934) Mind, Self, and Society. Chicago: University of Chicago Press,
Merton, R. K. (1973) The sociology of Science. Chicago: University of Chicago Press.
Merton, R.K. (1968) Social theory and social structure. NY: Free press.
Ogburn, W. F. (1973) The hypothesis of cultural lag. In Etzioni, A. and E. Etzioni-Halevy
(1973)(2nd ed.) Social Change: Sources, patterns and consequences. NY: basic
books, p. 477-80.
Parsons, T. (1960) "Mass media and structure of American society". Journal of Social
Issues 16: 67 - 77.
Schramm, W, and W. E. Porter (1982) (2nd ed.) Men, Women, Messages and media:
Understanding Human Communication. NY: Harper & Row.
Schramm, W. (1973) Men, messages and media. NY: Harper & Row.
Steven H. Chaffee (1992) Explication (Sage Communication Concepts 1), Newbury
Park, CA: Sage