Fotoğrafın Sırtındaki Yük Gün geçmiyor ki gazetelerde, haber

Transkript

Fotoğrafın Sırtındaki Yük Gün geçmiyor ki gazetelerde, haber
[IstanbulArtNews, Ekim 2015, Sayı 24 için kaleme alınmıştır]
Fotoğrafın Sırtındaki Yük
Gün geçmiyor ki gazetelerde, haber bültenlerinde ya da sosyal medyada, ülkelerindeki savaştan kaçıp
Avrupa’ya ulaşmaya çalışan Suriyeli mültecilere dair iç acıtıcı haberler ve fotoğraflarla
karşılaşmayalım. Daha güvenli bir hayata kavuşmak umuduyla, uzun bir süredir ancak ‘misafir’ olarak
sığındıkları Türkiye kıyılarından ‘mülteci’ statüsüne geçecekleri Avrupa Birliği topraklarının başlangıcı
Yunan adalarına şişme lastik botlarla varmaya çabalayan on binlerce Suriyeliden biri olan fakat bu
tehlikeli yolculuğu tamamlayamayan 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin Bodrum sahillerine vuran minik
bedeninin fotoğrafı ve bu fotoğrafın uluslararası basında geniş bir şekilde yer bulmasına paralel olarak
Avrupa’nın mültecilere kucak açma isteğinin görece yükselişi, fotoğrafların bu tip trajedileri sona erdirip
dünyayı değiştirme/iyileştirme gücüne sahip olup olmadığı tartışmalarını da tekrar gündeme getirdi.
Ertesi günlerde birçok gazete ve dergi, ‘dünyayı değiştiren fotoğraflar’ başlığıyla fotoğrafın gücünü
ispatlamaya girişen listeler yayımladı; Bild gazetesi Aylan Kurdi’nin fotoğrafını yayımladığı için
gösterilen tepkiye karşılık olarak ve haber fotoğraflarının önemini vurgulamak için 9 Eylül günü
fotoğraflar için ayrılan tüm yerleri boş bırakarak yayımlandı. Hatta DHA’dan Nilüfer Demir’in çektiği bu
fotoğrafın, yirmi yıllık Vietnam Savaşı’nın sona ermesine yönelik Amerika’daki toplumsal hareketi iyice
kıvılcımlandıran -’yanlışlıkla’ atılan bir napalm bombasının etkisiyle vücudu yanıklar içerisinde çığlıklar
atarak kaçmaya çalışan- Vietnamlı kızın Nick Ut imzalı ikonik fotoğrafı gibi küresel bir etki yaratacağı
ve mülteci sorununu sonlandırmak için Avrupa Birliği’ni harekete geçirecek yeni bir kitlesel baskıyı
başlatabileceği iddia edildi. Peki bir fotoğraf gerçekten de bunu başarabilecek güce sahip mi? Yoksa
fotoğraf -tıpkı gerçeklikle olan bağı konusunda yaptığımız gibi- bu güce sahip olduğuna kendi
kendimizi inandırdığımız ve kendi ellerimizle yarattığımız bir totemden mi ibaret?
Refik Akyüz-Serdar Darendeliler
Aslında fotoğraf, icadından çok kısa bir süre sonra, insanları dünya üzerinde olan bitenlerle ilgili
bilgilendirmek için kullanılmaya başlandı. Öyle ki, fotoğrafın icadının duyurulmasından sadece üç sene
sonra, 1842 yılında Hamburg şehrini yakıp yıkan yangının izlerini gösteren Hermann Biow imzalı
dagerotipler ilk haber görüntüleri olarak gösterilir. Fakat o dönemlerdeki baskı teknolojisi fotoğrafların
gazete ve dergilerde basılmasına imkân vermediğinden, fotoğrafların basılı yayında yaygın olarak
kullanılmaya başlanması icadından yaklaşık 40 sene sonraya denk gelir. Önceleri özel bir kağıda, özel
baskı teknikleriyle basılabilen dergilerde görülen fotoğraflar, zaman içerisinde günlük gazetelerde de
yer bulmaya başladı. Bu noktadan itibaren de haber fotoğrafçılığı yaygınlaşmaya başladı demek yanlış
olmaz. Ancak basın organlarının fotoğrafı daha fazla kullanması, fotoğrafların konvansiyonel
yöntemler dışında gazetelere ulaştırılabildiği hızlı bir teknolojinin geliştirilmesi ve ardından
fotoğrafçıların haber fotoğrafı çekmelerini kolaylaştıran 35 mm formatının ortaya çıkması ile 1920’lerin
ortalarını buldu, etkileriyse pek çok fotoğrafçının 35 mm fortamını kullanmaya başladığı İspanya İç
Savaşı’nı.
Haber fotoğrafları insanları İkinci Dünya Savaşı’nda, Vietnam Savaşı’nda, daha yakın dönemde
Avrupa’nın burnunun dibinde yaşanan Bosna Savaşı’nda, Körfez Savaşı’nda, Afganistan ve Irak’ta,
artık ezelden beridir sürmekte olduğu hissi yaratan ve ne zaman biteceği belli olmayan İsrail ile Filistin
arasındaki çatışmalarda bilgilendirdi. Elbette sadece savaşlardan değil her türlü trajediden haberdar
olmamızı sağladı fotoğraflar. Peki tüm bu trajedilerde tek bir fotoğrafın, ya da fotoğrafların diyelim,
kitleler üzerinde ve dolayısıyla tarihin akışı üzerinde bir etkisi oldu mu gerçekten? Girişte de
belirttiğimiz ‘dünyayı değiştiren fotoğraflar’ listelerine de referans vererek bu doğrultuda ‘başarı’
kazanan ya da kazandığına inanmak istediğimiz fotoğrafların bazılarını hatırlayalım. İkinci Dünya
Savaşı’nın ilk dönemleri, fotoğrafın tam anlamıyla bir propaganda malzemesi olarak kullanılmasına
denk düştü. Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi fotoğrafçıların cepheye gitmesi engellenmiyor ama
çektikleri fotoğraflar sansür mekanizmalarına tabi tutuluyor, uygun bulunanlar propaganda amaçlı
kullanılıyordu. Fotoğrafçılar her ne kadar kişisel dürtülerle yola çıkmış olsalar da fotoğrafları
propaganda değerleri ön plana çıkarılacak şekilde kullanılıyordu. Savaşın ikinci yarısında, özellikle de
1942’de Amerika’nın savaşa girmesiyle birlikte, fotoğrafa yaklaşım değişmeye başladı. ‘Savaşı olduğu
gibi gösterme’ şiarını ilke edinen Life dergisi, ilgisiz ve izole Amerikan halkına savaşın şeytaniliğini
gösteren ve bu anlamda toplumsal bilincin oluşmasına katkıda bulunan en önemli araçlardan biri oldu.
Vietnam Savaşı ise ilk başlarda medyanın desteğini almasına rağmen zamanla gün ışığına çıkmaya
başlayan fotoğraflarla bu desteği kaybetti ve tam aksine savaş karşıtı toplumsal bir hareket oluştu.
Budist rahiplerin yaptığı protesto gösterilerine dair fotoğraflar ve özellikle 11 Haziran 1963’te 73
yaşındaki bir Budist rahibin herkesin gözü önünde kendini ateşe vermesini gösteren Malcolm Browne
imzalı fotoğraf, basının Vietnam’da yaşananlara karşı takındığı tavrı değiştirmeye başladı. Savaş
yanlılarına ve Amerikan hükümetine verilen desteğin yerini, olumsuz eleştiriler aldı. Amerikan halkını
şok eden başka bir fotoğraf ise Eddie Adams’ın Güney Vietnamlı bir polis şefinin bir Vietkong üyesini
başından vururken gösteren 1968 tarihli fotoğrafı oldu. Ve son olarak Nick Ut’un yazının girişinde de
bahsi geçen, 1972 tarihli, Vietnamlı kız fotoğrafı, savaş karşıtı hareketi sadece bir öğrenci hareketi
olmaktan çıkardı ve ülke çapında Amerikan askerlerinin ülkeye geri dönmesine yönelik gösteriler
yapıldı. Fotoğrafın, oluşturdukları kitle psikolojisini kıracak bir potansiyel barındırdığını düşünen
devletler, sonraki dönemde cephelere daha az fotoğrafçının girmesine izin verdiler. Britanya’nın
Falkland Adaları’na yönelik askerî harekatında, Körfez Savaşı’nda, Amerika’nın Afganistan’a
düzenlediği operasyonlarda cephelere neredeyse hiç fotoğrafçı alınmadı, Amerika’nın Irak’ı işgali
sırasında ise ‘iliştirilmiş’ fotoğrafçılar aracılığıyla ve dolayısıyla neredeyse tek bir perspektiften geçildi
haber fotoğrafları. (1)
Elbette ki sadece savaş fotoğraflarıyla sınırlı kalmıyor ‘dünyayı değiştiren fotoğraflar’: 1989’da,
demokrasi yanlısı protestocuların, seslerini duyurmak için 7 hafta boyunca işgal ettiği Tiananmen
Meydanı’na peşi sıra giren tankların karşısında elinde alışveriş poşetleriyle dikilen adamın fotoğrafı;
1990’ların başında AIDS’e yönelik önyargının tavan yaptığı bir dönemde, Prenses Diana’yı ziyaret
ettiği bir bakım merkezinde bir AIDS hastasıyla el sıkışırken gösteren ve milyonlarca kişinin bu
hastalığa yönelik algısını etkilediği söylenen fotoğrafı; Irak’taki Ebu Garip Hapishanesi’nde Amerikalı
askerlerin tutuklulara uyguladığı fiziksel ve psikolojik eziyeti gözler önüne sererek dünyayı ayağa
kaldıran fotoğraflar ve daha niceleri...
Aylan Kurdi fotoğrafını farklı kılan ne olabilir?
Mülteci kriziyle (2) ilgili her gün onlarca fotoğraf yayımlanıyor olmasına rağmen Aylan Kurdi’nin
fotoğrafı neden bu kadar yankı yaptı? Tüm dünyaya haber fotoğrafları servis eden Getty Images’ın
başkan yardımcısı Hugh Pinney bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Bu fotoğraf hakkında bu kadar çok
konuşuyor olmamız, onun çekilmiş olması ya da dolaşıma girmiş olması nedeniyle değil, ama ana
akım medyada yayımlanmış olması nedeniyle. Ve yayımlanmasının üzerinden zaman geçmiş
olmasına rağmen halen üzerinde konuşuyor olmamızın nedeniyse basında on yıllardır yer edinen
sosyal bir tabuyu ‘ölü bir çocuğun fotoğrafını yayımlamama altın kuralı’nı yıkmış olması. Bu noktaya
nasıl geldik derseniz, insanların sosyal medyada kendi hesaplarında bu fotoğrafı yayınlayacak
cesareti bulması, ana akım medyayı da cesaretlendirdi.” (3)
Fransa’da yayın yapan Polka fotoğraf dergisinin editörü ise bu fotoğrafın gücünü minimalist olmasına
bağlıyor: “Bu en temel gerçekle ilgilenen basit bir fotoğraf. Hiç sofistike bir görüntü değil, hatta
kadrajıyla bile. Ama mesaji çok net ve direk: Bir çocuk ölmüş ve kumsala vurmuş bir tahta parçası gibi
alınıp kaldırılıyor. Bundan daha vahşi bir şey olamaz.” (4)
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eski eşbaşkanı Joost Lagendijk de bu fotoğrafın politikada
gerçek bir değişime yol açmış o nadir ikonik fotoğraflardan biri haline gelebileceğini ama neden böyle
bir etki yarattığından emin olamadığını söylüyor: “Hepimiz biliyoruz ki, bu, Suriyeli mültecilerin
Avrupa’ya gitmeye çalışırken ilk kez canlarından oluşları değil. Şimdiye dek, 2 bin 500’den fazlası
başaramadı ve suda sürüklenen cansız bedenlerini gördük. Ama Aylan’ın fotoğrafı başka. Neden
böylesine muazzam bir etki yarattığından bile emin değilim. Suriye trajedisiyle ve yol açtığı insani
ızdırapla karşı karşıya kalındığında duyulan acizlik hissiyatı yüzünden mi? Bu küçük, masum çocuğun
sadece duyduğumuz bütün yüzü olmayan, bilinmeyen kurbanların temsili haline gelmesinden mi?
Yoksa hepimiz böylesine korkunç bir sona karşı korumak istediğimiz çocuklara ya da yeğenlere sahip
olduğumuz için mi?” (5)
Fotoğrafçıların motivasyonu
Peki dünyayı daha iyi bir yer haline dönüştürme konusunda etkili olduğunu/olacağını varsaydığımız
haber fotoğraflarını çeken fotoğrafçılar neyin peşindeler? Bir değişim yaratma isteğindeler mi? Yoksa
ana dürtüleri sadece olan biteni kayda almak, üstünün kapatılmasına engel olmak ve yaşanan
trajedileri yaşandıkları zamanda ve gelecekte insanlarla paylaşıp bilgilendirmek mi?
Aksine örnekler olsa da, aslında çoğu fotoğrafçının motivasyonu yaşananları haberleştirmek ve
mümkün olduğu kadar geniş bir mecrada duyulmasını sağlamaktır. Son birkaç senenin uluslararası
arenada öne çıkan haber fotoğrafçılarından biri olan ve geçtiğimiz yıl aldığı iki World Press Photo
ödülünün ardından geçtiğimiz günlerde fotojurnalizmin kalbinin attığı Visa pour l’Image festivalinde de
haber dalında Visa d’or ödülünü kazanan Bülent Kılıç’ın World Press Photo 15 sergisinin İstanbul
ayağının açılışında verdiği bir röportajda söyledikleri, haber fotoğrafçılarının fotoğraf çekerken neyin
peşinde olduğu sorusunu çok basit bir şekilde özetliyor: “Fotoğraf çekerken bu fotoğrafı çekeyim de
dünyada bir şeyler değişsin diye bir derdim yok. Ama Suriye krizinin üzerinden 4 sene geçtikten sonra,
insanlar o vahşeti özümsedikten sonra çektiğim bir fotoğrafın o vahşeti tekrar hatırlatması ve
insanların Suriyeli mültecilere karşı tekrar bir duyarlılık gösteriyor olması, senden bağımsız olarak
çektiğin fotoğrafın dünyada farklı farklı etkiler yarattığını gösteriyor. Ama ben hiçbir zaman fotoğraf
çekerken bunu çekeyim de dünyayı değiştireyim, insanları kurtarayım diye düşünmüyorum; bunlar
bana çok ütopik, ayakları yere basmayan fikirler geliyor.” (6)
Fotoğrafçılar haber peşinde koşarken gittikleri yerlerde onca trajediyle karşılaşır, insanî yardımla da
uğraşabilecekken çoğu zaman bu trajedileri kaydetmeyi tercih ederler. İnsanlara doğrudan yardım
etmek ile o insanların varlığından ve koşullarından daha büyük bir kitlenin haberdar olmasını
sağlamak, ahlâki bir ikilem olarak görülebilir. Bu noktada ‘dünyayı değiştiren fotoğraflar’ listelerinde
sıklıkla kendine yer bulan Güney Afrikalı fotojurnalist Kevin Carter’ın adını anmak gerek. Apartheid
döneminde adı duyulmaya başlayan Carter (dahil olduğu Bang Bang Club, ırk ayrımına dikkati çekmek
için çalışmış ve hatta vahşetin paparazziliğini yaptıkları şeklinde eleştiriler de almıştı), 1993’te
Sudan’da, arkasında bir akbabanın beklediği, kıtlık nedeniyle ölmek üzere olan bir kız çocuğunun
fotoğrafını çekmişti. Bu fotoğraf New York Times başta olmak üzere pek çok yerde yayımlandı. Carter
bu fotoğrafıyla Pulitzer Ödülü kazandı ancak ödül töreninden üç ay sonra intihar etti. Salgın hastalık
nedeniyle kız çocuğuna dokunmaması söylenen Carter, fotoğrafı çektikten sonra bölgeden uzaklaşmış
ve kız çocuğunun akibeti hakkında bir bilgisi olmamış. Fotoğraf yayımlandıktan sonra bu konunun sık
sık kendisine sorulması nedeniyle mi yoksa yine kısa bir süre önce çalışırken hayatını kaybeden yakın
arkadaşı fotoğrafçı Ken Oosterbroek nedeniyle mi intihar ettiği bilinmiyor. Ama fotoğrafçıların hassas
konular üzerine çalışırken ve sonrasında yaşayabilecekleri vicdan muhasebesine dair çok şey
söylüyor bu olay.
Fotoğraf çekmek yerine neden yardım etmediği sorularıyla, 2003 Kasımında gerçekleşen Neva Şalom
Sinagoğu saldırısının hemen sonrasında çektiği fotoğraflar nedeniyle -özellikle de haber fotoğrafçısı
olmaması vurgulanarak- Alp Sime de karşı karşıya kalmıştı. Sime, patlamayı duyduktan sonra evinin
yakınlarında bulunan olay yerine gitmiş ve önce sokakta üzerinde gazeteler örtülü olarak son nefesini
vermekte olan bir kadının sonra da sinagoğun içerisinde yıkıntılar arasında ellerini iki yana açmış
oturan yüzü dağılmış bir adamın hepimizin hafızalarına kazınan fotoğraflarını çekmişti. Önce Milliyet
Gazetesi’nde sonra Paris Match gibi yabancı dergilerde yayımlanan bu fotoğrafların ardından Sime,
“Bu fotoğrafları çekeceğine yaralılara yardım etmeliydi!” sözleriyle çok eleştirildi. Sime, olaydan kısa
bir süre sonra Merih Akoğul ile yaptığı bir söyleşide şunları söylüyordu: “Ben fotoğrafçıyım ve bakkala
giderken bile makinemi yanıma alırım. İnsanüstü bir şey oluyorsa, benim o fotoğrafı çekmemem söz
konusu değil; değişik bir şey oluyorsa ben deklanşöre basarım. Annem çay bardağını düşürsün,
makinem yanımdaysa benim ilk reaksiyonum fotoğraf çekmek oluyor; bir şeyi kurtarmak ve
edebileceğim ani yardım söz konusu değilse eğer. Sinagogun üst katı dışında benim sokakta
yapabileceğim fazla bir şey yoktu. Kadının üzerine gazeteleri çoktan örtmüşlerdi ve o son nefesini
veriyordu. Yukarı çıktığımda ilk yaptığım, yardım için aşağı seslenmek oldu. Onlar gelirlerken dört beş
kare fotoğraf çektim. Aşağıdan gelmelerini beklerken bir konuşma duydum. Yaralı, ne olduğunu sordu.
O dağılmış yüzden asla bir konuşma beklemiyordum. ‘Saldırı oldu, hemen yardım geliyor, sakin ol!’
dedim.” (7) Milliyet Gazetesi, ertesi gün Sime’yle yaptığı bir söyleşi yayımlamış ve beraberinde bir
portresi ve kendisinin sanatçı kimliğini vurgulayan kısa biyografisine de yer vermişti. Eleştirileri artıran
biraz da bu oldu. Sime bir haber fotoğrafçısı olsa belki de bu kadar çok eleştiri almayacak, önceliğinin
görevini yapmak olduğu düşünmek daha kolay olacaktı. “Haber fotoğrafçısı olmadığım için etik bir
durumla ilk defa karşı karşıya kalıyordum. O an sadece fotoğraf çekmeye çalıştığım için
düşünemedim, ama şu an etik açıdan kendimi sorguluyorum. Beni avutan şey, bu fotoğrafın bütün
dünyada yayımlanacak ve terörün kanlı yüzünü gösterecek olması.” (8) diyen Sime, belki de bu
eleştirilerin de verdiği rahatsızlıkla, 5 gün sonra İngiliz Konsolosluğu’na yapılan saldırıda birkaç
fotoğraf çektikten sonra devamını getiremeyip olay yerini terk etmiş. Velhasıl fotoğrafçı-olay-fotoğrafetik-medya-izleyici çemberinde yaşanan bu tip kırılmalar, Susan Sontag’ın da dediği gibi oldukça
muhtemel: “Fotoğrafın anlamını belirleyen şey, fotoğrafçının niyeti değildir; fotoğrafın da kendi kariyeri
vardır ve bu kariyer bazen, ondan faydalanan farklı kesimlerin arzuları ve sadakatlerine göre
seyredebilir pekâlâ.” (9)
Fotoğrafçıların motivasyonundan ve rolünden bahsederken içinde yaşadığımız dijital devrime de
değinmek iyi olacak. Dijital devrim, fotoğrafların dijtal üretilmesini, internet aracılığıyla daha hızlı
iletilmesini ve basılı mecra dışında da paylaşılabilmesini içeriyor. Bununla da sınırlı kalmayarak, haber
fotoğrafçılarının erişiminin olmadığı durumlarda -vatandaş gazeteciliği de denilen- sıradan insanların
çektikleri fotoğrafların basın organlarınca kullanımını da kapsıyor. Fotoğrafların sadece gazetelerde
değil, gazetelerin internet sitelerinde ve hatta çeşitli sosyal medya platformlarında paylaşılması bilgiye
erişimi ve bilginin yaygınlaşmasını kolaylaştırıyor. Ancak aynı dijital devrim, kullanılan fotoğraflara
çeşitli düzeylerde yapılan müdahaleleri de artırıyor. Son yıllarda World Press Photo yarışmalarında
diskalifiye edilen -ve bir kısmı haber fotoğrafı alanında isim yapmış fotoğrafçıların çektiği- fotoğrafların
sayısının artmasının en önemli nedeni fotoğrafların gereğinden fazla ‘düzeltilmiş’ olması.
Fotoğrafçıların, etik konusunu bir de bu açıdan mesele etmesini gerektiren bir çağdayız artık.
Asıl derdimiz anlamak ise...
Başladığımız noktaya geri dönersek… Haber fotoğrafları ne kadar büyük bir kitleyi harekete
geçirebilir? Bu anlamda ne kadar güçlüdürler? Günümüzde paylaşımının kolaylaşması nedeniyle
etkisini artırdığını düşündüğümüz fotografik bir görüntünün ömrü, belki de maruz kaldığımız gündem
nedeniyle gittikçe daha da kısalıyor. Buna rağmen Aylan Kurdi’nin minik ölü bedenini gösteren fotoğraf
gibi haber fotoğrafları, hem toplumsal düzeyde hem de politikacılar nezdinde topyekün bir algı
değişimine yol açabilecek mi? Bugün yaşanan mültecilik olgusunun bu derece derin bir krize
dönüşmesinin arkasında, Avrupa Birliği’nin karar verme mekanizmasının yavaşlığı ve soruna bir adım
geri çekilip geniş bir açıyla bakamaması yatarken, her gün yeni bir trajediyi resmeden haber
fotoğrafları bu krizi çözebilecek mi? Tıpkı kendisi de bir fotoğrafçı olan Mehmet Kaçmaz’ın Aylan
Kurdi’nin fotoğrafından yola çıkarak cnnturk.com için kaleme aldığı -ve bu fotoğrafa hem Türkiye hem
de dünya medyasında ne şekilde yer verildiğini de kapsamlı bir şekilde karşılaştırdığı- yazıda (10), bu
tip fotoğrafların yayımlanmasının doğru olup olmadığı sorusuna verdiği yanıta benzer şekilde ne yazık
ki haber fotoğraflarının böyle bir algı değişimine yol açıp açamayacağı sorusuna bizim de net bir
yanıtımız yok. Fotoğraflar, yayımlandıkları mecranın yayın politikasından, hangi başlık ya da altyazıyla
sunulduklarından, haberin veriliş biçiminden bağımsız değerlendirilemeyeceklerinden ve bizim o
fotoğraflara hangi koşullarda/fotoğraflarda resmedilenlerden ne kadar uzakta baktığımızdan, o
fotoğraflara bakarken kendimizi ne kadar güvende hissettiğimizden, benzer fotoğraflarla ne zamandır
ve ne sıklıkla karşılaştığımızdan, fotoğraflarda gösterilenlerle ne kadar yakınlık kurduğumuzdan ve
daha birçok etmenden ayrı düşünülemeyeceklerinden, haber fotoğraflarının tek başlarına bir kamuoyu
ya da kitlesel harekete yol açabileceklerini söylemek altı pek de kolayca doldurulabilecek bir iddia
değil. Kaçmaz’ın yazısından alıntılarsak: “Okuyucu/izleyici aynı fotoğraf karşısında öğrenilmiş bir
çaresizlikle, güvenli bir mesafeden kadere isyan edip gündelik hayatına kaldığı yerden devam edebilir
ya da başka bir bağlam ve haber dili, olayın dramatik tekilliğinin üstüne çıkarak olgunun yaslandığı
çelişkileri görünür kılabilir. Okuyucu/izleyicisini harekete geçirme potansiyeli yanında karar alma
mekanizmaları üzerinde politik bir baskı oluşturabilir. Tüm bu olasılıkların mümkün olduğunu
söyleyebiliriz fakat belgesel ve haber fotoğraflarına yüklenen aşırı anlam ve işlevin abartılı bir ön kabul
olduğunu da teslim etmek gerek. Haber fotoğrafları dünyayı iyi ya da daha kötü bir yer haline
getirmezler. Fakat kullanım biçimleri ve bağlamları dünya hakkındaki kanılarımızı her iki yönde de
kolaylıkla etkileyebilirler.” (11)
Sonuç olarak, fotoğrafların dünyayı değiştirme gücüne sahip olduğu sıklıkla idda edilse de, bunu
kanıtlamak çok da mümkün görünmüyor. Fotoğrafların bunu tek başına yaptığı ve kitlesel hareketler
yarattığı durumlar, Vietnam Savaşı’nın sona ermesi gibi birkaç durumla sınırlı gibi. Bununla birlikte
doğru ve etkili kullanıldığı, yani doğru bir bağlamda konumlandırılabildiği zaman bazı etkiler
yaratabilme yetisine sahip olduğu da göz ardı edilmemeli. Durum böyleyken, ‘iyileştirici/değiştirici’
misyonu haber fotoğraflarına daha en baştan biz yüklüyoruz sonucuna varmak çok da yanlış
olmayacak. Nihayetinde Susan Sontag’ın dediği gibi “... asıl derdimiz anlamak ise, fotoğraflara fazla
bel bağlamamak gerektiğini bilmeliyiz” ve “bir adım geri çekilip düşünmekte yanlış olan hiçbir şey
yoktur. Zaten birçok bilge kişi şöyle dememiş midir: ‘Hiç kimse aynı anda hem düşünüp hem birine
vuramaz.’” (12)
NOTLAR:
(1) Bu bölümdeki bilgiler ağırlıkla Geniş Açı Fotoğraf Sanatı Dergisi’nin ‘Savaş ve Fotoğraf’ dosyasındaki
(Sayı 9, Kış 2000) yazılardan derlenmiştir.
(2) Mülteci kriziyle ilgili olarak, 1993’ten bu yana Avrupa yollarında veya Avrupa’da ölen sığınmacıların
insan hakları alanında çalışan çeşitli uluslararası STK’lardan alınan bilgilere dayanarak oluşturulmuş
listesine bakmak isterseniz http://www.the-list.info/ adresini ziyaret edebilirsiniz. Pek çoğunun kimliği
meçhul olarak yer aldığı bu muhtemelen tamam olmayan liste, mülteci krizi devam ettikçe daha da
genişleyecek gibi görünüyor. Bu tip listeler en azından ülkelerini terkedip Avrupa yollarına düşen bu
insanların sadece haberlerde duyduğunuz gibi bir sayı olarak ifade edilmesinin önüne geçebilir. Sayılar
bir muhasebeyi çağrıştırıyor ve bu sorunlara muhasebeci gözüyle baktıkça çözümleri için ilerleme
kaydetmek pek mümkün değil.
(3), (4) ‘What the Image of Aylan Kurdi Says About the Power of Photography’, Olivier Laurent, Time, 4
Eylül 2015
(5) ‘Aylan Kurdi’, Joost Lagendijk, Zaman, 5 Eylül 2015
(6) http://photoplay.com.tr/
(7) ‘Şehir Düşerken’, Merih Akoğul, Geniş Açı Fotoğraf Sanatı Dergisi, Sayı 33, 15 Ocak-15 Mart 2004
(8), (12) ‘Başkalarının Acısına Bakmak’, Susan Sontag, Çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2004
(9) ‘Dünya dün bu fotoğrafı konuştu’, Milliyet Gazetesi, 17 Kasım 2003
(10), (11) ‘Aylan Kurdi fotoğrafının cevapları için sorular’, Mehmet Kaçmaz, cnnturk.com, 14 Eylül 2015

Benzer belgeler

WORLD PRESS PHOTO 10

WORLD PRESS PHOTO 10 olmamızı sağladı fotoğraflar. Peki tüm bu trajedilerde tek bir fotoğrafın, ya da fotoğrafların diyelim, kitleler üzerinde ve dolayısıyla tarihin akışı üzerinde bir etkisi oldu mu gerçekten? Girişte...

Detaylı