OXFORD MU DEDİNİZ? İlk, bulutlarını sevdim İngiltere`nin. Toprak

Transkript

OXFORD MU DEDİNİZ? İlk, bulutlarını sevdim İngiltere`nin. Toprak
OXFORD MU DEDİNİZ?
Sennur Karanlık
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
İlk, bulutlarını sevdim İngiltere’nin. Toprak ve gökyüzü arasında “Ben de buradayım.” der
gibi salınıyordu bulutlar. Ne gökyüzüne bağlıydı ne de yeryüzüne ait, ortada bir yerde
pamuktan bir kütleydi sanki öyle yoğun, öyle beyaz...
Sonra, “o kenti” sevdim. Alıştığım kentlere benzemiyordu ne koşturmacadan eser vardı bu
kentte ne kaostan! Medeniyetin beşiği diye anılan ülkelerden birinin en gözde kentine
dünyanın her yerinden genç kuşak öncelikle dil eğitimi almak için gelmekteydi. Genç nüfusun
yoğun olduğu bu yerde kargaşanın, gürültünün olması gerekmez miydi? Oysa düzen ve
dinginlik hâkimdi Oxford’a!
Düzen ve dinginlik… Bizim gibi büyük kentlerin karmaşasına alışanların özlediği iki
sözcük… Meğer dünya üzerinde kalabalık olduğu hâlde düzenli olmayı başaran kentler de
varmış! Oxford, tarihi 12. yüzyılın sonuna uzanan üniversitesi ve otuzdan fazla kolejiyle
bugün o kentlerin en popülerlerinden bir tanesi.
Tarihî dokunun yeşille birleştiği bu kent İngiltere’nin güneydoğusunda yer alıyor. Bugünkü
ününü eğitim dünyasına borçlu. Zira dünyadaki pek çok gencin hayalini Oxford eğitimi
süslüyor. Haksız da sayılmazlar; kim istemez ki böyle bir kentte öğrenci olmayı… Tarihî
binaların arasında modern bir yaşamla buluşmayı… Katedrallerin, kütüphanelerin içine
saklanmış sevimli kafelerde kahve yudumlarken ders çalışmayı… Bisiklete atlayıp küçük
kentin ara sokaklarında dolaşmayı veya yeşilliğin ortasında dost sohbeti yapmayı… Lewis
Carroll burada yazmış ya o ünlü “Alice Harikalar Diyarında” yı aslında “Alice, Harikalar
Diyarı Oxford’da” diye yazmalıymış.
Harika sıfatını fazlasıyla hak ediyor Oxford. Eğer kentin dışında konaklıyorsanız otobüslerin
birinden, merkezde, küçük bir alışveriş merkezinin önünde iniveriyorsunuz. Zaten ana cadde
üzerindesiniz. Cadde dediğime bakmayın siz, aslında bir açık hava çarşısı demeli… Sağlı
sollu hediyelik eşya dükkânları, kafeler, kitapçılar, mağazalar… Ve başka caddelere açılan
sokaklar… Sokakların sizi bağladığı diğer caddelerde müzeler, bahçeler, kiliseler…
Kaybolmayı başaramayacağınız bir yer Oxford. Farklı sokaklara girip çıksanız da, farklı
caddelerde yürüseniz de dönüp dolaşıp aynı noktaya varabiliyorsunuz. Hatta öyle ki katedral
gezeyim derken kendinizi botanik bahçesinde buluveriyorsunuz! Kenti alt üst ediyorsunuz,
nasıl döneceğim derken bir de bakmışsınız ki gezmeye başladığınız ilk yerdesiniz! Zaten
şehrin Galata Kulesi görevini yerine getiren Carfax Tower’ın tepesi her yerden görünüyor.
Neden mi? Oxford’un merkezinde olan kulenin tepesinden daha yüksek bina yapmak yasak
da ondan! Kuleye çıkarsanız Oxford kanatlarınızın altında! Veya aşağıda kalın; kulenin önünü
randevu merkezi olarak kullanın.
Şehrin tarihi ile tanışmak isteyenler için başka yapılar da mevcut. Bunların ilki Christ Church.
Görkemli yapısının ardında büyüleyici bir geçmiş saklı. Aslında bir katedral ama 1529 yılında
bir vakıf tarafından modern bir okula dönüştürülmüş. John Locke, Robert Hooke, John
Wesley gibi tanınmış kişiler buradan mezun olmuş.
Ashmolean Müzesi de Christ Church kadar önemli Oxford için. Dünyanın ilk üniversite
müzesi olma özelliğini taşıyor. 1677 yılında İngiliz siyasetçisi Elias Ashmole tarafından,
yapımı bitince, Oxford Üniversitesine verilmiş. Ününe Avrupa’da “görülmüş ve yenmiş” son
Dodo kuşunun kafası ve pençesiyle kavuşmuş. (1598’de Hollandalı denizcilerin Mauritius
Adaları’nda karşılaştıkları Dodo güvercin sınıfından bir kuş. Denizciler çekinmeden yanlarına
gelen bu kuşa “aptal” anlamına gelen Dodo adını vermişler. Üstelik bir de öldürüp afiyetle
yemişler!) Ama tuhaf bir de hikâyesi var: O güne dek muhafaza edilmiş tek Dodo’yu,
Ashmolean Müzesi müdürü, saklanmaya değmez bir parça olarak düşünmüş çünkü parça
güvelerden zarar görmüş. Müdür de Dodo’yu işe yaramaz diye ateşe atıvermiş. Oradan geçen
bir görevli onu kurtarmaya çalışmış ama yalnızca çok küçük bir kısmını kurtarabilmiş. Müze
müdürünün akıbeti ne oldu bilmiyoruz ancak Dodo bugün “Alice Harikalar Diyarı” nda hayali
bir karakter olarak yaşıyor.
Bir başka yapı Bodleian Kütüphanesi. 1602 yılında açılmış bu kütüphane bugün 11 milyon
kadar kitabı bünyesinde barındırmakta. Sadece el yazmaları ve kitaplar yok burada, aynı
zamanda sikke ve madalyalara da ev sahipliği yapıyor bina. Oxford Kampüsünde bir simge
hâline gelmiş, üç ana bölümden ve iki kattan oluşan Radcliffe Camera da, 1749 yılında James
Gibbs tarafından tasarlanan dairesel bir kütüphane.
Sir Christopher Wren tarafından tasarlanan Sheldonian Tiyatrosu da şehir merkezinde.
Tiyatro, Oxford Üniversitesinin resmî tören salonu olarak kullanılıyor. Mezuniyet törenleri
burada gerçekleşiyor; kullanılmadığı zamansa turistlerin fotoğraf mekânı.
Daha yazılacak o kadar yer var ki bu küçük kentte… Oxford Kalesi, Oxford Müzesi, Trinity
College, Oxford Botanik Bahçesi, Pitt Rivers Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi… Saymakla
bitecek gibi değil!
Nehri de unutmayalım, İngiltere’ye can veren Thames’in kolları buraya da uzanıyor. Akşam
güneş batarken nehir kenarındaki mekânlardan birinde oturmak, kanoya binmek, ördekleri
beslemek veya sadece yürümek…
Oxford öğrenci kenti ya, tabii ki üniversitesinden bahsetmeden geçmek olmaz. Dünyanın en
eski üniversitelerinden biri olan Oxford Üniversitesi, Paris Üniversitesi örnek alınarak
kurulmuş ve bugün 39 bağımsız koleje sahip. Bunların en eskileri, dinsel kurumlar tarafından
oluşturulmuş, kendi kendilerini yöneterek gelişmişler.
Günümüzde uluslararası öğrencilerin bu köklü üniversiteye başvurabilmesi için belirli şartları
yerine getirmeleri gerekiyor. Başarılı bir öğrenci olmak ilk koşul. Ayrıca sosyal ve çok yönlü
olmak da önemli bir kriter. IB öğrencileri direkt olarak Oxford Üniversitesine başvuruda
bulunabiliyor.
Ortaokul ve lise öğrencileri ise yaz okulları programlarıyla dünyanın çeşitli yerlerinden
arkadaşlar edinerek bu kenti tanıma olanağı buluyor. Kısaca Oxford, öğrenciler için büyülü ve
cazip bir kent olarak eğitim seçeneklerinde ilk sırayı alıyor.
Eh, bana da Oxford’u görmüş birisi olarak bu yazıyı okuyanlara şu öneriyi yapmak düşüyor:
“Oxford’a mı gitsem acaba?” demeyin; gidin, temmuzunu özlediğim bu kentin atmosferine
karışın. Siz de hayat sahnenizin harikalar diyarından bir bölüm kapın!