Kızıl Kantaron`un Hikayesi

Transkript

Kızıl Kantaron`un Hikayesi
Hayallettin Özkazanç’tan Resimli ve Faideli Hikayeler
Çinçhina Kuşu’nun Hikayesi
Kızıl Kantaron bitkisini bilirmisiniz ? Ben bilmezdim, bu hikaye için öğrenmek durumunda
kaldım, iyi de oldu. Kızıl kantaron şifalı bir bitki imiş. Yurdumuzda özelllikle doğu
karadeniz’de ve bursa-uludağ’da yetişen bu dağ bitkisinin kökleri şifa imiş. Çentiyane, kızıllık
otu, yılan otu, eşek turpu vb. İsimlerle de anılan bu bitkinin tüm şifalı otlar gibi sayısız
faydaları varmış. İdrar söktürmek, mide ağrılarını dindirmek, ve hertürlü bözek sokmasına iyi
gelmenin yanı sıra ateş düşürücü özelliği de varmış.
Sizin gibi benim de dikkatimizi çeken husus; bu kızıllık otunun çiçeklerinin sarı oluşu oldu !
Zaten bu hikayenin konusu da bu: sarı çiçekli bir bitkiye niye kızıllık otu denir ki ? Kızıllık otu
deyince insanın aklına şu hanım kızımızın şaçlarındaki gibi bir kızlık geliyor, ama..
Diyeceksiniz ki ‘bu kızıl şaçlar boya !’ Bunlar gerçek kızıl değil ! Sana ne kardeşim! Karı kısmı
saçını zaten onbinlerce yıldır boyuyor. Eskiden tek seçenek zaten kına idi ve kına tam da şu
anda gördüğünüz rengi yakalıyordu. Şimdiki kadınlar bu açıdan şanslı. Teknolojinin
nimetlerinden yararlanmayıp, doğal yöntemlerle saçlarını kızıla boyamak için hala tek
seçenek kına olarak görünüyor. Meğerse kına en eski kızıl boya imiş. Uygulandığı dokuya kızıl
renk veren bu boya kına (Lawsonia inermis) bitkisinin yapraklarının kurutulup öğütülmesi ile
hazırlanıyormuş. Ayrıca, türk örf ve adetlerinde gelin ve damatlara, askere gönderilen
erkeklere de kına yapıldığını yada yakıldığını biliyoruz. Kına’nın bir de bizde bilinmeyen bir
özelliği varmış. Kuzey afrika’da kına tozunun ateş düşürücü, iyileştirici bir etkisi olduğu
biliniyormuş ve bazı kabileler hala bu tozu kullanıyorlarmış !
Hikaye’nin özünden fazla uzaklaşmadan konumuza kızıl kantaronun hikayesine geri gelelim.
Kantaron sözcüğü bize yunancadan geçmiş, greklerde de kantaron şifalı bir bitki imiş ve ismi
şifalı otlaraın ustası, piri kentaur Krion’a bir atıf yapıyormuş. Biliyorsunuz grek mitolojisinde
kentaurlar yarısı insan, yarısı at olarak tanımlanan hibrit yaratıklar. Grekler buna yarısı at
demişler, ancak anadolu insanı yer mi ? hemen anlamış o yarının at değil, eşşek olduğunu ve
kızıl kantaron’a yapıştırmış eşek kılığı otu, eşek turpu vb. isimleri.
Tüm anadolu kavimleri gibi lazlar da bu otdan haberdar olmalılar ki, dillerinde hala kızıllık otu
için iki tane sözcükleri var: mçita pira ve çheşi cami. Mçita lazcada kızıl anlamını taşıdığı için
bizi pek bir yere götürmez diyoruz ve çhesi cami sözüne yükleniyoruz.
Lazca da
Çhe: Sıtma
Çami: İlaç
anlamına geliyor. Buradan kızıl kantaron otunun lazlar için bir sıtma ilacı olduğunu anlıyoruz.
Sıtma’nın eskiden ülkemizde de yaygın görülen ateşli bir hastalık olduğunu ve sıtma’ya karşı
kinin denilen ilaç ile tedavi yapıldığını ya anam öğretti ya da ilk öğretmenim taliha hanım.
Aradan yıllar geçti nereden öğrendiğimi bilmesem bile sıtma ilacının kinin olduğunu
biliyorum! Ansiklopediler diyor ki, avrupalılar kinini peru yerlilerinden öğrenmişler.
Amerikanın ispanyolca konuşan fatihleri yerli halk ile temasları sonucunda kinin ile
tanışmışlar. Meğerse, peru’da yetişen cinchona ağacının kabuğundan yaralanarak yerliler bir
toz elde ediyorlarmış, bu toza kendi dillerinde kina diyorlarmış. Ateş düşürücü nitelikleri
nedeni ile bu toz ispanyolların ilgisin çekmiş ve ispanyolcaya quina olarak geçmiş. Gel zaman,
git zaman ispanyolca’dan fransızca’ya bu sözcük quinine olarak neşet etmiş. Fransızcadan da
bizim dilimize kinin olarak aktarılmış.
Tabi ki ben bunlara pek inanmıyorum, onun için hep mışlı, mişli anlatıyorum. Zaten ben
kimseye inanmam, güvenmem: bir şeyi anlamıyorsam: anlamam. Herkesin aklı kendinedir
diye düşünürüm. Ancak, her duyduğum, her okuduğum kafamın bir yerinde uzun süre saklı
kalır: özellikle de gariplikleri, terslikleri hiç unutmam. Bu sefer ortada bir terslik yoktu,
kinin’in etimolojisi gayep güzel duruyordu. Ama bir şey gözüme çarptı: peruların, kimbilir kaç
bin yıldır, kinin elde etmek için kabuklarını kullandıkları bu bitkini adı ‘cinchona’ gözüme lazca
bir sözcük gibi göründü. Cinchona için bana google yardımcı oldu: meğerse amerikalıların bir
mayın dökme gemisi varmış, ikinci dünya savaşında kullandıkları. Bir de costa rica’da 2009
depreminde yıkılan bir kasabanın ismi imiş. Amerikan mayın gemisi cinchona amerikanın
Oregon eyaletinde, portland şehrinde bir tersanede yapılmış ve denize indirilmiş. İsminin
niye cinchona olduğuna dair bir kayıda rastlamadım. Ancak, sezgilerim bu deyimin oregon’lu
kızılderili kabilelerinden birisine kullanılan bir deyim olduğunu söyledi. Biraz zorlayıp bunu
böyle olduğunu, ve oregon yerlilerinin orta asya’dan göçmüş olduklarını da genetik olarak
ispatlardım. Ancak elimin altında amarikan yerli haplotip dağılım haritası olamadığı için bu işi
sonraya bıraktım. Kısa yolu seçtim, eniştemi aradım. Cinchona sözcüğünün lazcada bir anlam
taşıyıp taşımadığını sornak için c ‘leri ç yaptım ‘Çinçhona diye bir bitki veya ağaçtan haberdar
olup olmadığını’ sordum. ‘Öyle bir ağaç bilmiyorum, ancak çocukluğumdan çinçhina diye bir
kuş hatırlıyorum’dedi. Bu internet müthiş bir şey: herşey internetde bir yerlerde duruyor.
Ben de çinçhina kuşunu internet’in derinliklerinden buldum, çıkardım. Meğerse, çinçhina
denen kuş zoolojide kızıl sırtlı örümcek kuşu (Lanius collurio) olarak bilinen bu kuş
değilmiymiş! Bu kuş eniştemin arhavi’deki köyünde çiçhina, bizim hopadaki köyümüzde ise
ğaço diye biliniyormuş. Ğaço isimli kuşu çok duymuştum, ancak çiçhina’yı eniştem sayesinde
öğrenmiş oldum. İnsan’ın arhavili bir eniştesi olması çok güzel bir şey! Bir gün arhavili
eniştemin hikayesini de anlatırım size: arkaveli ismail’in hikayesini.
Bu kadar şanslı bir insan olur: perudaki bir bitki ile aynıadı taşıyan bir laz kuşu buluyorsunuz,
bu da size bir telefon uzaklıkta! Tek yapmam gereken, eniştemi aramak oldu Tanrı benimle
dalga geçiyor diye düşündüm bir an. Sonra, dedim kendime ‘yılmak yok, yola devam’.
Çinçhina’nın sırtını görüyorsunuz; ne de güzel bir rengi var, aynen kınalı gibi! Türkçede bu
kuşa olsa olsa kınalı ismi verilirdi. Kızıl sırtlı örümcek kuşu gibi dolambaçlı bir isim vermişler,
bence kınalı kuş olmalı bunu adı. Aslında hikayenin sonuna yaklaştık, çünkü sarı yapraklı kızıl
kantaron otunun kızıllıgını kına rengine getirdik.. ancak bırakmıyoruz; lazcada kuşların bir
kısmının üstlerine konmayı tercih ettikleri ağaçların ismi ile adlandırıldıklarını biliyoruz. Bu
kuşa lazların çinçhina demesinin nedeni çinçhina ağacına gelmesine bağlıyoruz. Ve soruyoruz
kendimize bu kınalı kuş neye gelir ki ? Tabi ki kınakına bitkisine!
Ancak, bir gariplik daha oldu. Bu Kınakına bitkisi meğer (Cinchona officinalis) olarak
adlandırılan bir cinchona türü değilmiymiş. Kabuklarından kinin’in yapılan Cinchona
Officinalis (Kınakına) kökboyasıgiller (Rubiaceae) familyasındanmış. Ve bu nedenle kızıl boya
için kullanılan Kına (Lawsonia inermis) ile akraba çıkıyorlar. Peru’nun yerlileri cinchona
denilen bu bitkinin kabuklarından kina adını verdikleri ateş düşürücü bir ilaç yapıyorlar. Doğu
karadenizde de çinçhona diye kınalı bir kuş var! Dahası da var: lazlar adı doğrudan sıtma ilacı
anlamına gelen ‘çheşi cami’ diye bir bitkiden yararlanarak ateş düşürücü bir ilaç yapıyorlar,
türkçede kinin dediğimiz bu ilaca lazlar da hina diyorlar
Oğlum, eşimin kızıl saçlarının doğal kına boyası ile boyalı olduğunu anlamış, bana sordu:
‘babaannemin de saçları kınalı mı ?’ diye. ‘yok oğlum’ dedim, ‘nereden çıkarıyorsun’,
‘babaannen gerçek bir kızıl’. Peki, dedi ‘kına’ nedir ? Dedim ki ‘kınayı bilmiyorum, ancak sana
kinin’in hikayesini anlatayım’. Ve ona bu hikayeyi anlattım, çinçhina kuşunun hikayesini,
çheşi çami’nin hikayesini, lazların hikayesini.