28. UTED GEnEl kUrUlU

Transkript

28. UTED GEnEl kUrUlU
254
AYLIK HAVACILIK DERGİSİ
2146-6394
ocak 2013 YIL:22 www.uted.com.tr
Bir Macar rapsodisi:
Budapeşte
28. UTED Genel kurulu
2012 VE yaklaşan genel kurul
Merhaba saygıdeğer meslektaşlarım ve değerli okurlar;
UTED olarak geride bıraktığımız 2012 yılında siz değerli meslektaşlarımızı, Mesleki Yeterlilik
Kurumu ve Sivil Havacılık Araştırma ve Uygulama Merkezi Genel Kurulu’nda temsil etmenin
gururunu yaşadık. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’yle, başta İngilizce yeterlilik konusu olmak
üzere birçok konuda görüşmelerimiz oldu; mesleğimizin menfaatlerini korumaya çalıştık. Meslektaşlarımızı yetiştiren üniversiteler ve teknik liselerle bir araya gelerek, yeni nesle yol gösterdik
ve gelecekteki meslektaşlarımıza selam verdik.
Gerilim azalmadı
Öte yandan EASA tarafından, Türk sivil havacılığına yapılan denetlemeler ve alınan sonuçlarsa üzüntü sebebimiz oldu. Şirketlerin kalite politikalarının, uçak teknisyeninin takım çantasını
kontrol etmekten ibaret olduğu zamanlarda bu sonuç kaçınılmazdır. Gelinen noktada, ülkemizin
önde gelen MRO merkezlerinin uçak teknisyenlerine yeni yetki verme yetkisi askıya alınmış, bu
karar, lisanslara kısıtlama getirilmesi olayından sonra ikinci bir felaket olmuştur. Şirketlerimizin
adı, EASA’nın, “yetkisi askıya alınmış şirketler listesi”nden çıkarılmış olsa da, yetki sorunu hala
devam etmektedir ve geçen zamandan anlaşılacağı üzere düzeltme yolunda da epey zorluk çekilmektedir.
Pürüzler tamamen giderilmemiş olsa da, meslektaşlarımızı EASA eğitimi ve lisansı veren kuruluşlara yönlendiren, SHGM’nin konu hakkında ülkedeki kesin otoritesini EASA ile paylaşmasını
sağlayan lisanslandırma sorunu kısmen giderilmiş, mesleğimizin önündeki en büyük barikat kaldırılmıştır.
Yılın genel akışına kısaca değindim; yaşadığımız sorunlardan yapılacak çıkarımları ve üretilen
çözümlerin niteliklerinin yorumlanmasını size bırakıyorum.
1968
UÇAK
Rİ
YENLE
TEKNİS EĞİ
DERN
28. Genel Kurul’a giderken...
Esas gündemimizde derneğimizin genel kurulu var. İki yıl önce, bir önceki yönetimden devraldığımız bayrağı, 28. Dönem Yönetim Kurulu’na teslim etmek için genel kurula gidiyoruz. İlk genel
kurulumuz, 19 Ocak Cumartesi günü dernek genel merkezinde, çoğunluk sağlanamaması halinde
ikinci genel kurulumuz ise 2 Şubat Cumartesi günü THY Eğitim Akademisi Seminer Salonu’nda
yapılacaktır. Kurulla ilgili ayrıntılı bilginin bulunduğu duyuruyu, dergimizin sayfalarında bulabilirsiniz.
Tüm meslektaşlarımızı bekliyoruz
Üye olsun olmasın tüm uçak teknisyenlerini, özellikle HABOM A.Ş.’nin istihdam ettiği genç kardeşlerimizi, sorunlarını anlatmak, dileklerini bildirmek, mesleğimiz ve meslek birliğimize sahip
çıkmak adına genel kurulumuza katılmaya davet ediyor, emektar abilerimizin ve ustalarımızın da
bu önemli günde bizi yalnız bırakmayacağını ümit ediyoruz.
Sağlık, güvenlik ve mutlulukla geçirmeniz dileğiyle hepinizin yeni yılını kutlarım.
Ümit Sayıl
Uçak Teknisyenleri Derneği Başkanı
[email protected]
3
UTED
İstanbul Cad. Üstoğlu Apt.
No: 24, Kat: 5 Daire: 8
Bakırköy/İstanbul
Tel: 0212 542 13 00/543 29 74
Faks: 0212 542 13 71
www.uted.com.tr
www.uteddergi.com
www.uted.org
[email protected]
14
22
26
İmtiyaz Sahibi
Uçak Teknisyenleri Derneği Adına
Ümit Sayıl
1968
Genel Yayın Yönetmeni ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Sefa İnan / [email protected]
UÇAK
Rİ
YENLE
TEKNİS EĞİ
DERN
Basın-Yayın Sekreterliği
Kıvanç Bayezit / [email protected]
İsmet Şahin / [email protected]
Yazı Kurulu
Zafer Ulavur, Ahmet Akpınar,
İsmet Şahin, Elif Arslan, Celal Batur,
Dr. Handan Diker
18
42
Katkıda Bulunanlar
Mehmet Ertek, İsmet İlhan, Şebnem Bayezit,
M. Rüzgar Yılmaz, Fatih Aydemir
YAPIM
Umar İletişim Hizmetleri Ltd. Şti.
Harman Sok. No: 31/1
34153 Florya - İstanbul
Tel: 0212 573 15 65
[email protected]
www.umariletisim.com
BASKI
Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.
Halkalı Cad. No:164 B-4 Blok Sefaköy - Küçükçekmece İstanbul
Tel: 0 212 697 30 30
Yayın Türü: Aylık, süreli, yaygın
i
18 Gez
acılık
22 Hav
ür
26 Kült
acılık
30 Hav
ik
32 Tekn
acılık
34 Hav
36 Bilim
ik
40 Tekn
re
42 Port
50
UTED’E ABONE OLABİLİRSİNİZ
Dergimize abone olmak için yıllık abone ücretini banka hesabımıza yatırdıktan
sonra dekontu bize fakslamanız yeterli. Uted dergisi her ay adresinize
gönderilecektir. Lütfen ayrıntılı bilgi için derneğimizle irtibata geçiniz.
UTED dergİsİnİn geçmİş sayılarına web sİtemİzden ulaşabİlİrsİnİz.
4
erler
06 Hab
acılık
10 Hav
da
12 Ajan
ortaj
14 Röp
46
acılık
46 Hav
ik
48 Tekn
ik
50 Müz
Ara
Dakika
ş
e
B
3
5
i
54 Hob
56 Tarih
s
talamu
58 Hipo
in
uklar İç
60 Çoc
lık
62 Sağ
me
64 Gur
aca
66 Bulm
36
5
Haberler
askeri mro sektöründe büyüme öngörülüyor
pegasus’tan rekor uçak sİparİşİ
egasus Havayolları, Airbus’tan toplam 12 milyar dolar değerinde 100 adet uçak satın alacağını duyurdu. Pegasus’un bu
atılımı, Türk sivil havacılık sektöründe tek seferde verilen en büyük sipariş olma özelliğini taşıyor. Airbus’tan 100 adet
A320neo ve A321neo alacak olan Pegasus, ilk uçakları 2016’da teslim alacak. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Pegasus
Havayolları Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı,“İlk uçuşa başladığımızda Türk özel sivil havacılık tarihinin en büyük siparişine imza
atmıştık. İlk günden itibaren ülkemizdeki sivil havacılık sektörünü yeniliklerle tanıştırdık; büyüdük, yenilendik, değiştik, değiştirdik.
Yine durmuyoruz ve bir kez daha ‘Bu da yetmez’ diyerek ilerlemeye devam ediyoruz” dedi.
ıata, 2016’ya kadar 800 mİlyonluk yolcu artışı öngörüyor
luslararası Hava Taşımacılığı Birliği (IATA)’nin “2016 Hava Taşımacılığı Raporu”na göre, önümüzdeki dört yıl içinde küresel yolcu trafiğinde %28,5 oranında büyüme gerçekleşecek. %28,5’lik
büyüme yaklaşık 800 milyonluk yolcu artışına denk geliyor. Dünya çapında yaşanan finansal krizlere
rağmen hava taşımacılığının istikrarlı olarak büyümeye devam edeceğini öngören raporda, 2016
yılında en az 3,6 milyar insanın uluslararası havayolu şirketleriyle seyahat edeceği kaydedildi. Rapora göre
hava trafiğindeki artış, özellikle Çin’de ve Çin’e bağlı güzergahlarda yaşanacak.
MNG Jet, CF34-3 YETKİLİ
SERVİS MERKEZİ OLDU
NG Jet, General Electric (GE) ile imzaladığı
anlaşma
kapsamında
Bombardier’nin
Challenger iş jetlerinde kullanılan CF34-3
tipi motorların yetkili servis merkezi oldu. GE tarafından
hat bakım, kontrol, parça değişimi gibi konularda
yetkilendirilen merkez, aynı zamanda CF34 serisi için GE
adına garanti hizmeti de verecek. MNG Jet’in Türkiye’deki
CF34-3 kullanıcıları için önemli bir imkan sunduğuna
dikkat çeken GE Aviation Özel Jet ve Genel Havacılık
Genel Müdürü Brad Mottier, bakım konusunda bölge
ülkelerine de destek verileceğini söyledi.
6
TEI ve GE ortaklığıyla “Onarım
Teknolojileri Geliştirme Merkezi”
eneral Electrics (GE), dünyada sadece 3 noktada bulunan “Mükemmeliyet Merkezleri”nden 4.sünü, Tusaş
Motor Sanayii A.Ş. (TEI) işbirliğiyle Gebze’de açtı. 930
metrekarelik bir atölye sahasında, yaklaşık 5 milyon dolarlık yatırımla inşa edilen “Onarım Teknolojileri Geliştirme Merkezi”nin
ana faaliyet alanı, dünya çapındaki GE Onarım Merkezleri’nde
uygulanan mevcut süreçlerin optimizasyonunu sağlamak ve uygulanacak yeni onarım yöntemlerini geliştirmek olacak. Burada
geliştirilen çözümler, karmaşık yapıdaki ve pahalı uçak ve gaz
türbin motor parçalarının hem ömrünü uzatacak hem de performansını artıracak. GE ve TEI’nın ortak teknoloji yatırımı olan
merkez, 200’ü aşkın Türk mühendisin tasarım ve Ar-Ge çalışmaları yürüttüğü Türkiye Teknoloji Merkezi’nin bir parçası olarak
hizmet verecek.
lobal Information Inc. (GII) adlı araştırma portalının yayınladığı “Küresel Askeri Bakım ve Onarım (MRO) Sektörü
2013-2023” başlıklı raporda önümüzdeki on yılda MRO hizmetlerine olan talebin artmaya devam edeceği öngörülüyor. Askeri güce önem veren ülkelerin kaliteli bakım onarım hizmetlerine giderek daha çok önem verdiğinin altını
çizen 206 sayfalık rapora göre 2013’te askeri bakım ve onarım sektörü 41.6 milyar dolarlık bir pazar oluşturacak. Ayrıca pek çok
ülkede bütçe kesintileri ve tasarruf tedbirleri nedeniyle eski tip askeri uçakların kullanım süresi uzatılacak ve bu da kaliteli MRO
hizmetlerinin önemini daha da artıracak. Öte yandan gelişen teknolojiyle birlikte yeni uçak alımları da artacak ve bu da yoğun
ve belirli alanlarda uzmanlaşmış MRO ihtiyacını beraberinde getirecek.
Skalite 2012’de TAV Passport
Kart’a ödül
Barış Kartalı, Konya’ya geldi
oeing ve TUSAŞ işbirliğiyle Türk Silahlı
Kuvvetleri (TSK)’ne dört adet Havadan Erken
Uyarı ve Kontrol Uçağı (AEWC) tedarik
edilmesini öngören “Barış Kartalı Programı”
çerçevesinde modifikasyonu tamamlanan ilk uçak
geçtiğimiz günlerde Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı’na
indi. “Barış Kartalı” adı verilen AEWC, çok amaçlı
elektronik tarama radarıyla eşzamanlı olarak hava ve
denizdeki hedeflerin izini sürebiliyor. Uçaktaki en önemli
yeniliklerden biri, ağırlığı azaltarak güvenilirliği artıran
ve hedef korelasyonunu kolaylaştıran entegre “Dost ve
Düşmanı Tanıma Sistemi”.
oplam 10 ana kategoride ve 22 dalda turizm sektörün en iyilerinin belirlendiği Skalite 2012
Ödülleri’nde, TAV İşletme Hizmetleri tarafından 2010 yılında
hayata geçirilen ve yolculara havalimanında hız, konfor ve ayrıcalık sağlayan TAV Passport Kart,
“Turizmle İlgili Diğer Faaliyetler”
kategorisinde ödüle layık görüldü. Skalite oylaması, adaylık
sürecinin tamamlanmasının ardından elektronik sistemle internet ortamında gerçekleştirildi.TAV İşletme Hizmetleri A.Ş
Genel Müdürü Eda Bildiricioğlu ödül töreninde yaptığı konuşmada, “TAV Passport Kart’ın 2 yıl gibi kısa bir sürede başarısını kanıtlamış olmasından ve bugün yaklaşık 15.000 kart
kullanıcısına ulaşmış olmaktan dolayı çok mutluyuz” dedi.
Pegasus, havada ücretli ikramdan ciddi kazanç sağlıyor
egasus Havayolları, 2012’nin ilk dokuz ayında ek hizmet gelirlerinden 74
milyon avroluk gelir elde etti. Şirket böylelikle, 2013’te filosuna katmayı
planladığı bir adet A320neo’ya denk gelecek kadar gelir elde etmiş oldu.
Havayolunun ek hizmet gelirlerinin büyük kısmını uçak içi ücretli ikram oluştururken
fazla bagaj ödemesi, koltuk seçimi ve rezervasyon uzatma gibi hizmetler de bu gelir
kaleminde pay sahibi oldu. Pegasus Havayolları toplam gelirinin yüzde 10’unu ek hizmet ücretlerinden sağlıyor.
7
Haberler
B/E Aerospace’ten dört yeni
sözleşme
Airbus, A312neo’nun
yolcu kapasitesini
artıracak
irbus, A321neo modelinin yolcu kapasitesini artırmak için uçağın gövdesinde
modifikasyon yapma olasılığını değerlendirdiğini duyurdu. Yapılacak modifikasyonun uçağın yolcu kapasitesini 235’e çıkarması
öngörülüyor. Avrupa havacılık regülasyonlarına
göre A321 en fazla 220 yolcu taşıyabiliyor. Ancak
Airbus yetkilileri daha yüksek kapasiteli versiyonun değerlendirilme aşamasında olduğunu söylüyor. Halihazırda 8 çıkış kapısı bulunan A321 modeline 2 kapı daha eklenmesi ve böylece oturma
planında değişikliğe gerek kalmadan koltuk sayısının 235’e çıkarılması planlanıyor.
Boeing ve Embraer’den apron
güvenliği konusunda işbirliği
ünyanın en büyük uçak üreticilerinden Boeing ve Embraer,
apron güvenliği konusunda işbirliği yapacaklarını açıkladı. Bu
kapsamda iki şirket müşterileri için, uçakların pistten çıkmasını
önleyecek yeni pilot prosedürleri, eğitimler ve teknolojileri içeren “Pist
Durumu Farkındalığı Araçları (Runway Situation Awareness Tools)” adlı ortak bir uygulama başlatacak. Geçmişte yaşanan
olayları analiz eden Boeing ve Embraer, bu uygulamanın uçak kazalarının en büyük üç nedeninden biri olan pistten çıkma
olaylarını azaltmasını ve apron güvenliğine katkı sağlamasını hedefliyor.
Yavuz Çizmeci: “Çin’den Türkiye’ye yılda 5 milyon
turist gelebilir”
in’in en büyük turizm grubu HNA ile ortaklık kuran myTECHNIC ve myCARGO’nun CEO’su Yavuz Çizmeci, yılda 80 milyon kişinin seyahat ettiği Çin’e yönelik operasyonlara başlayabileceklerini söyledi. Habertürk’e konuşan Çizmeci şunları
kaydetti: “Yılda 80 milyon Çinli yurtdışına çıkıyor. Gelecek 5 yılda bu
sayı 150 milyon olacak. Bunun yüzde 3’ü bile bize yetecektir. Bu kapasiteyi Türkiye’ye taşımak için burada operasyona başlayabiliriz. HNA da
bize destek olacaktır.”
8
BD’li uçak kabin
malzemeleri üreticisi B/E Aerospace
çeşitli
havayolu
şirketleriyle yaklaşık 250
milyon dolar değerinde
dört sözleşmeye imza attı.
Bunlardan ilki uluslararası bir
havayolu şirketinin Boeing
787 filosuna, tamamen yatabilen business class koltuklarının montajı ve şirketin Boeing 737, 767 ve 777 modellerinin kabin LED lambalarının
yenilenmesini içeriyor. İkinci sözleşme yine uluslararası
bir havayolu şirketinin uzun mesafe filosuna tamamen yatabilen business class ve Pinnacle koltukların montajını içeriyor. Üçüncü sözleşme Çinli, dördüncü sözleşme ise Rus
havayolu şirketlerinin uçaklarına koltuk ve yiyecek-içecek
hazırlama ekipmanı montajını öngörüyor.
A380’e İngiltere’den
“sessizlik” ödülü
ngiltere’deki Gürültü Azaltma Derneği (The Noise
Abatement Society) Airbus’ı, A380 modelindeki düşük gürültü düzeyi ve gürültü azaltma konusundaki
yenilikçi teknolojileri dolayısıyla “John Connell Sessiz
Yaklaşma Ödülü”ne layık gördü. İngiliz Avam Kamarası’nda
düzenlenen törende ödülü Airbus yetkililerine Sir Bob Russell takdim etti. Dünyanın en sıkı gürültü regülasyonlarına sahip havalimanı olan Heathrow’a her gün A380 tipi uçakların
kullanıldığı on sefer düzenleniyor. Airbus İngiltere’den John
Roberts, A380’in piyasadaki en sessiz uzun mesafe uçağı olduğunun altını çizdi.
Emirates’e ödül yağmuru
sya Pasifik Havacılık Merkezi (CAPA), Emirates’i
üçüncü kez “Yılın Havayolu” ödülüne layık gördü.
Emirates Uzak Doğu ve Avustralya Ticari Operasyonlarından Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Salem Obaidalla, “Bu ödülü almak Emirates Grubu için büyük bir gurur vesilesi. Özellikle Asya Pasifik ve
Ortadoğu’da hizmetlerimizi daha da güçlendirdiğimiz bu
süreçte çabalarımızın endüstri tarafından takdir edilmesi,
iş modelimizin başarısının da bir kanıtı” diye konuştu.
Merkezi Sydney’de bulunan CAPA; bölgedeki havayolları,
havalimanları, kamu kuruluşları, düzenleyici kurumlar, turizm yetkilileri ve hizmet sağlayıcılarına danışmanlık servisleri sunuyor. Dünyanın en hızlı büyüyen havayolu şirketlerinden biri olan Emirates ayrıca, Delhi’de düzenlenen
Dünya Seyahat Ödülleri’nde, emirates.com web sitesiyle
“Dünyanın Önde Gelen Havayolu Şirketi Web Sitesi” ve
sık uçan yolculara özel programı Skywards’la “Dünyanın
Önde Gelen Havayolu Şirketi Ödül Programı” kategorilerinde ödül kazandı.
BoeIng SHANGAI, Pudong
Havalimanı’nda MRO
Şirketi açtı
oeing Shangai, Pudong Havalimanı Serbest Ticaret Bölgesi’nde bir MRO şirketi açtı. Çin’deki
serbest ticaret bölgesinde operasyonlarına
başlayan ilk MRO şirketi olan Boeing Shangai
bu adımla müşterisi olan havayolu ve kiralama şirketlerine daha verimli hizmet vermeyi hedefliyor. Boeing
Shangai’ın Pudong Havalimanı Serbest Ticaret Bölgesi’ne
girişinin gümrük süreçlerini de kısaltacağı düşünülüyor.
2006’da Boeing, Shangai Havalimanı İşletmeleri ve China
Eastern Havayolları ortaklığıyla kurulan Boeing Shangai
uçak bakımından modifikasyonuna çok çeşitli hizmetler
sunuyor.
9
havacılık
1968
Havacılık Sektörü
SHAUM’de buluştu
nadolu Üniversitesi’ne bağlı Sivil Havacılık Araştırma
ve Uygulama Merkezi (SHAUM)’nin, UTED’in de içinde bulunduğu 3. Danışma Kurulu ve Yönetim Kurulu
toplantısı 30 Kasım 2012’de, Ankara’da, Savunma
Sanayi Müsteşarlığı (SSM)’nın evsahipliğinde yapıldı. SHAUM’nin toplantılarına, üyelerin yanı sıra sektörün önemli
temsilcilerinden Havacılık Kümelenme Dernekleri’nin temsilcileri de katıldı.
Danışma Kurulu toplantısında, SHAUM’nin yürütücülüğünü
yaptığı; Ulusal Havacılık Mükemmeliyet Merkezi projesi, İHA laboratuvar çalışmaları ve kitap çalışmaları hakkında bilgi verildi.
Ulusal Havacılık Mükemmeliyet Merkezi projesi kapsamında, ülkemize kritik teknolojileri getirmek açısından kompresör test
merkezi, sensör test merkezi ve kompozit test merkezi kurulmaktadır. Kurulmakta olan test merkezleriyle; uçak motorlarının
tasarlanması ve test edilmesi/geliştirilmesi, uçak gövde ve kanat
yapısında karbon fiber takviyeli polimer kompozit malzemenin
araştırılması/geliştirilmesi, kompozit yapılarda mekanik yorulma
davranışının anlık durum takibinin yapılacağı akıllı sensör sistemlerinin araştırılması/geliştirilmesi ve havacılık alanında üretim
yapan havacılık sanayisine destek verilmesi hedeflenmektedir.
Kitap çalışmaları kapsamında ise SHAUM’nin ilk yayını olan “Havayolu Operasyonları ve Planlaması” adlı çeviri kitabı tanıtıldı.
Alanında tek kitap olan “Airline Operations and Scheduling” kitabının çevirisi Yrd. Doç. Dr. İlkay Orhan tarafından yapıldı. Toplantıda ayrıca Prof. Dr. T. Hikmet Karakoç ve Yrd. Doç. Dr. Enis
Turhan Turgut tarafından hazırlanan ve Anadolu Üniversitesi’nin
yayınlarından biri olan “Gaz Türbinleri Motor Sistemleri” kitabı
hakkında da bilgi verildi.
Toplantı sonunda Danışma Kurulu üyeleri, SHAUM’nin çalışmaları hakkında öneri ve değerlendirmelerde bulundu. Üyeler, ger10
çekleştirilen çalışmalar kapsamında kurumsal olarak her türlü
işbirliğine ve yardıma hazır olduklarını belirttiler.
Mesleğimizin temsilcisi olarak UTED Başkanı Ümit Sayıl’ın da
içinde yer aldığı SHAUM’nin çalışma alanları kısaca; havacılıkla
ilgili konularda araştırma yapmak, kurumlar arası işbirliği, proje
geliştirme gibi konularda çalışmalar yapmak, sektördeki ulusal ve
uluslararası kurum, kuruluş ve işletmeler arasında bilgi aktarımı,
alışveriş ve birikim sağlamak, sektörün ihtiyaç duyduğu konularda kurs ve eğitimler düzenlemek, eğitim çalışmaları yürütmek
ve yazılı doküman oluşturmak gibi başlıklarla sıralanabilir.
SHAUM Yönetim Kurulu’nun çalışma alanları içerisinde ise;
merkezin faaliyetleri, yönetimi ve çalışmalarıyla ilgili konularda karar alınması, çalışma düzeninin tespit edilmesi, mevcut
imkânları değerlendirerek uygulama ve araştırma alanları konusunda ayrıntılı kararların alınması yer almaktadır. SHAUM
Yönetim Kurulu (kurumların harf sırasına göre); Anadolu
Üniversitesi’nin Rektörü, Rektör Yardımcısı, SHAUM Müdürü,
HUBF Dekanı,YUBE Müdürü, DHMİ Genel Müdürü, Sivil Havacılık Genel Müdürü, THY Genel Müdürü ve THY Teknik Genel
Müdürü’nden oluşmaktadır.
Danışma Kurulu, Rektör tarafından bir yıllığına atanan üyelerden oluşmaktadır. Danışma Kurulu’nun aldığı tavsiye kararları,
merkezin faaliyet konularında politika belirlenmesine katkıda
bulunmaktadır. SHAUM Danışma Kurulu, havacılık bölümleri
olan üniversiteler, havacılık sektörünün önde gelen firma, kurum ve derneklerinden oluşmaktadır.
Anadolu Üniversitesi SHAUM, 2011 yılında İHA laboratuvarını
kurdu ve ülkemizi ABD’de düzenlenen SAE Aero Design 2012
adlı insansız hava aracı tasarım yarışmasında temsil etti. SHAUM
bu yıl aynı yarışmaya katılabilmek için yeni bir tasarım üzerinde
çalışmaktadır.
UÇAK
Rİ
YENLE
TEKNİS EĞİ
DERN
UTED GENEL KURULU
İki yıl önce bir önceki yönetimden devraldığımız bayrağı, 28. dönem yönetim kuruluna
teslim etmek için genel kurula gidiyoruz. İlk genel kurulumuz, 19 Ocak Cumartesi günü
dernek genel merkezinde, çoğunluk sağlanamaması halinde ise ikinci genel kurulumuz,
2 Şubat Cumartesi günü THY Eğitim Akademisi Seminer Salonu’nda yapılacak, her iki
toplantı da saat 09.00’da başlayacaktır.
Tüm meslektaşlarımızı bekliyoruz.
Üye olsun olmasın tüm uçak teknisyenlerini, özellikle HABOM A.Ş.’nin istihdam ettiği genç
kardeşlerimizi; sorunlarını anlatmak, dileklerini bildirmek, mesleğimiz ve meslek birliğimize
sahip çıkmak için genel kurulumuza bekliyor, ağabeylerimizin ve ustalarımızın da bu önemli
günde bizi yalnız bırakmayacağını ümit ediyoruz.
Gündem
1 – Açılış ve yoklama
2 – Kongre Başkanlık Divanı seçimi
3 – Saygı duruşu
4 – Yönetim Kurulu faaliyet raporu ile Denetim Kurulu faaliyet raporunun
okunması ve müzakeresi
5 – Yönetim Kurulu ve Denetim Kurulu’nun ayrı ayrı ibrası
6 – Tahmini bütçenin görüşülerek onaylanması
7 – Yeni Yönetim Kurulu, Onur Kurulu ile Denetim Kurulu asil
ve yedek üyelerinin seçimi
8 – Dilekler ve temenniler
9 – Kapanış
UTED Yönetim Kurulu
11
vİzyona
gİrecekler
Yakın Tehdit (4 Ocak)
Metallica Tribute by
Murder King
Birbirinden değerli müzisyenlerden kurulu ve yıllardır yaptıkları başarılı cover`larla kendilerine ciddi bir takipçi kitlesi
edinen İstanbullu grup Murder King, 13 Ocak Pazar akşamı
saat 21.00’de, tamamı Metallica hitlerinden oluşan repertuvarıyla Ankara, IF Performance Hall’da.
athena, jolly joker balans’ta
Ska, punk ve garage müziğin Türkiye’deki en başarılı ve en köklü temsilcilerinden
Athena, 19 Ocak Cumartesi günü Jolly Joker Balans’ta sevenleriyle buluşuyor. Son
olarak 2010 yılında piyasa sürdükleri “Pis” adlı albümleri ve Frank Sinatra’nın klasikleşmiş şarkısı “My Way”i yeniden yorumladıkları “Ben Böyleyim” aldı parça ile kulakların pasını gideren Athena, yeni yepyeni şarkıları ve sevilen hitleriyle Jolly Joker
İstanbul’a damgasını vuracak.
“Ariadne Naksos’ta”
Viyana’nın en zengin adamının evinde bir müzik suaresi
düzenlenir. Zengin evsahibi,
davet ettiği, birbirine rakip iki
topluluktan, birer eser sahnelemelerini ister. Topluluklardan biri “Ariadne auf Naxos”
adında ciddi bir opera eseri, diğeri ise bir komedi sahneleyecektir. İki topluluğun
sahne arkasında ve sahnede yaşadıklarını anlatan oyun 16, 17 ve 18 Ocak günü saat
20.00’de, 19 Ocak’ta ise saat 16.00’da, Kadıköy Süreyya Operası’nda izlenebilir.
“Bilinmeyen” Ara Güler,
Galeri G-art’ta...
“monet’nİn
bahçesİ”
Sakıp Sabancı Müzesi, empresyonizm akımını başlatan
ünlü Fransız ressam Claude Monet’nin eserlerinden
oluşan bir seçkiye evsahipliği yapıyor. 6 Ocak’a kadar
görülebilecek olan sergide ağırlıklı olarak Monet’nin
olgunluk döneminde, Giverny’deki köy evinde yaptığı
tablolar yer alıyor.
12
Ara Güler, bugüne dek alışageldiğimiz fotoğraflarından çok farklı çalışmalardan
oluşan bir seçkiyle, Maçka G-Mall Alışveriş Merkezi’nin içinde bulunan Galeri
G-art’ta... 3 Şubat’a kadar görülebilecek olan serginin küratörlüğünü üstlenen
Lora Sarıaslan, serginin içeriğini şöyle açıklıyor: “Bizler bugüne dek Ara Güler’i
dünyanın dört bucağında görüp belgelediği ‘somut’ görüntülerle tanımışken,
bunlara ek olarak yarattığı ‘soyut’ görüntüler hiçbir zaman gün yüzüne çıkmamış ve sergilenmemişti. Kültür, sanat ve siyaset alanındaki simge isimlerin portre ve röportajlarının yanı sıra Türkiye ve dünyanın en ilginç ve renkli köşelerini
belgeleyen, çağımızın görsel tarihini yazan Ara Güler, bu sergisiyle bilmediğimiz,
bugüne dek gizli kalmış soyut bir yönünün de olduğunu gösteriyor.”
Miller ailesi refah, zenginlik ve huzur içerisinde yaşamaktadır. Kyle Miller (Nicolas
Cage) mücevher sektöründe, büyük paralarla oynayan bir işadamıdır; güzel bir eşi
(Nicole Kidman) ve ergenlik çağında bir kızı
vardır. Fakat bu mutlu tablo, evlerinin bir
grup maskeli adam tarafından baskına uğramasıyla kararır. Başta yalnızca evdeki yüksek
güvenlikli kasanın içindekileri isteyen eli silahlı bu adamlar, durmak bilmez.
Umut Işığım (4 Ocak)
Yaşamında değer verdiği her şeyi yitirmiş
olan eski öğretmen Pat Salitano, 8 ay yattığı
rehabilitasyon merkezinden çıkmasının ardından her şeye sıfırdan başlama kararı alır
ve ailesinin yanına döner. Amacı kaybettiklerini geri almaktır. Dram ve komedinin iç
içe geçtiği, dünya prömiyerini 2012 Toronto
Film Festivali’nde yapan filmin başrollerinde
Robert De Niro, Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence var.
Efsane Beşli (11 Ocak)
Pitch (Öcü) adıyla tanınan kötü bir ruh
dünyaya hakim olmak için harekete geçince, Noel Baba, Diş Perisi, Uyku Perisi, Paskalya Tavşanı ve Jack Froust gibi ölümsüz
bekçiler de ona karşı güçlerini birleştirme
kararı alırlar. Şimdi dünyadaki tüm çocukların umutları, inançları ve hayalleri onlara
bağlıdır. Yazar William Joyce’un ünlü çocuk
kitapları serisinden uyarlanan film; Chris
Pine, Hugh Jackman, Alec Baldwin, Jude Law
ve Isla Fisher’dan oluşan orijinal seslendirme kadrosuyla dikkat çekiyor.
Düşler Diyarı (11 Ocak)
Hushpuppy (Quvenzhané Wallis), New Orleans kıyılarında, Bathtup isimli fakir ama mutlu toplulukta, babasıyla birlikte yaşayan altı
yaşında sevimli bir çocuktur. Alkolik babası
Wink günün irinde gizemli bir hastalığa yakalanır. Eşi benzeri görülmeyen ve ne olduğuna
dair tanı konulamayan bu hastalık, dünyanın
işleyiş düzenini derinden sarsar ve bir anlamda kıyameti tetikler. Bir tiyatro oyunundan
beyazperdeye uyarlanan film, senenin önemli
festivallerinde oldukça ses getirdi.
13
röportaj
MNG Havayolları
Genel Müdürü
ncelikle bize biraz
kendinizden bahseder misiniz?
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunuyum.
1988-89 dönemi itibari ile
MNG Holding bünyesinde
ç a l ı ş m a y a başladım. 2003 yılına kadar
MNG Holding’in inşaat sektöründe faaliyet
gösteren kısmında görev yaptım. 2003’ten bu
yana ise MNG Havayolları bünyesinde çalışmaktayım. 2007 yılında genel müdürlük
görevini üstlendim ve halen görevime devam
etmekteyim.
1988 yılından bu yana MNG ailesinin
içinde pek çok görev üstlenmiş bir yönetici olarak MNG Havayolları’nın dünden bugüne geldiği nokta; sunduğu hizmetler ve filo yapısıyla ilgili bilgi verir
misiniz?
Uzun yıllardır MNG
ailesinin içinde çeşitli
görevler üstlenen ve 2007
yılında MNG Havayolları’nın
genel müdürlük koltuğuna
oturan ODTÜ mezunu Sedat
Özkazanç’la, şirketinin
sunduğu hizmetlerden
Türkiye hava kargo
sektörünün bugünü
ve geleceğine uzanan
bilgilendirici bir
söyleşi yaptık.
14
“İkinci
atılımı
hava
kargo
yapacak”
1996 yılının şubat ayında kurulan MNG Havayolları, kasım 1997’de orta menzilli Airbus
A300 uçağıyla, Hahn (Almanya) ve Stansted’e
(İngiltere) tarifeli kargo seferleri hizmeti
vermeye başladı. Bugün 4 Airbus A300 B4200F, 2 Airbus A300-600, 2 Boeing 737-400 ve
1 adet A330-200F uçağından oluşan filosu
ile operasyonlarına devam eden MNG Havayolları, Türkiye’deki hava kargo kapasitesinin
büyük kısmını elinde tutmaktadır. Halihazırda
tarifeli seferler (Luton, Köln, Leipzig, Paris,
Lagos, Ekaterinburg) ve charter seferlerinin
yanı sıra uzun dönem ACMI anlaşmaları ile
uluslararası lojistik hizmeti veren hava kargo
acentelerine, broker firmalarına ve hızlı kargo
taşımacılığı yapan şirketlere gerek uçak
gerekse kapasite sağlıyor, taşımacılık işlerinde önemli bir çözüm ortağı oluyoruz.
Taşımacılık hizmetlerimizin yanı sıra kendi
uçaklarımıza yer ve ramp hizmetleri, ihracat
geçici depolama, ithalat antrepo hizmetleri
(İstanbul, Ankara, İzmir) ve yurtiçi gümrüklü aktarma hizmetleri de sunarak çözüm
ortaklığında fark yaratmaktayız. Müşterilerimize sunmakta olduğumuz tüm bu esnek
çözüm ve hizmetlerle sadece ülkemizde değil uluslararası arenada da kendimize pazar
yaratmayı başardık.
Gerek hizmet kapasitesi gerekse iş hacmi olarak 2012 yılı için öngördüğünüz
15
röportaj
hedeflere ulaşabildiniz mi?
2012 yılına baktığımızda ihracat ve ithalat değerlerinin
hedeflerimiz ölçüsünde gerçekleştiğini görüyoruz. 2012
yılında filoya dahil ettiğimiz A330-200F uçağımızla kargo
kapasitemizi artırarak uçuş ağını genişletip, mevcut tarifeli seferlerin sayısını artırdık ve artırmaya devam edeceğiz. Bunun yanı sıra charter seferlerinde de yeni pazarlar ve
projeler üretip önümüzdeki dönemi de başarılı bir şekilde
tamamlayacağımıza inanıyorum.
Geçtiğimiz aylarda teslim aldığınız yeni A330-200F
tipi uçağınızın özelliklerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Airbus A330-200F, kendi klasmanındaki önceki modellere
göre daha az tüketim, daha az emisyon, daha az gürültü yapan, buna karşın daha orta/uzun menzil yapıp, daha fazla
yük taşıyan, çevreci bir uçak. 70 ton taşıma kapasitesine
sahip olan uçak, Türkiye’de özel sektör tarafından üreticiden
alınmış ilk geniş gövdeli uçaktır.
MNG olarak hava taşımacılığı alanında bugüne dek
pek çok ilke imza attınız. Önümüzdeki dönemde hayata geçirmeyi planladığınız filo değişikliği, yeni hizmet vb. uygulamalar var mı?
2013 yılı içinde gerçekleştirilecek filo yenileme çalışmaları kapsamında mevcut filodaki uçaklarımıza, üç adet Airbus
16
300-600 uçağı daha eklenerek, taşıma kapasitemiz artırılacaktır. Airbus’ın 2013-2016 yılı içinde teslim etmeyi planladığı diğer üç adet Airbus 330-200F kargo uçağının filoya
dahil edilmesiyle, MNG Havayolları güçlenerek büyümeye
devam edecektir. Kargo kapasitemizi artırırken, üzerinde çalıştığımız yeni hatlarla müşterilerimize esnek çözümler
sağlamaya devam etmeyi hedefliyoruz.
MNG Havayolları, Airbus firması tarafından dördüncü kez “A300/A310 Kargo Filosu Operasyonel Mükemmellik Ödülü”ne layık görüldü. Bu istikrarlı başarının sırrı nedir?
MNG Havayolları %100 Türk sermayeli yerli bir havayolu şirketidir. Gerek operasyonel, gerek filo, gerekse insan
gücüne yaptığımız yatırımlarla ve deneyimimizle, müşterilerimize ve diğer uluslararası havayolu ve lojistik şirketlerine esnek çözüm ortaklığı sunmakta, hizmet ve servis
alanındaki kalitemizle fark yaratarak değerimizi her geçen
gün artırmaktayız. Müşterilerimizin de marka değerlerini korumak, taahhüt ettiğimiz hizmet kalitesini verebilmek
adına kendimizi sürekli geliştiriyor, müşterilerimizin ilk
tercihi olmaya çalışıyoruz. Örneğin uçaklarımızın operasyonları zamanında gerçekleştirme performansı (on time
performance) %98 oranındadır. Her geçen yıl çalışanlarımız
ve servis sağlayıcılarımızla birlikte ulaşılabilir hedeflere
koştuk; operasyonel mükemmelliğimizi sürekli mercek al-
tında tutup performansımızı artırarak bugünlere ulaştık. Bu
gösterdiğimiz üstün gayret ve başarı Airbus firması tarafından dördüncü kez “A300/A310 Kargo Filosu Operasyonel
Mükemmellik Ödülü”ne layık görülmemizi sağladı.
Hava kargo, global ekonomik krizden en fazla etkilenen sektörlerin başında geliyor. MNG Havayolları bu
krizden nasıl etkilendi ve bu süreci en optimal şekilde
aşmak için nasıl bir yol izledi?
MNG Havayolları’nı piyasadaki rakiplerinden ayıran en
önemli özellik, çözüm odaklı çalışma isteğidir. Her konuya proje olarak bakıp ihtiyaca uygun çözümler sunuyoruz.
Uçak pazarlıyoruz, uçağın yarısını pazarlıyoruz, kilo bazında
satıyoruz; kısacası hizmet satıyoruz. Gelebilecek her türlü
talebe esnek çözümler sağlıyoruz. Hem mali hem de operasyonel anlamdaki avantajlarımızı bilip ona uygun şartlarda
çözüm üretebilme kabiliyetimiz var. Çalışanlarımız, müşterilerimiz, piyasa koşulları ve imkanlarımızı tek bir potada
harmanlayarak optimum düzeyde kazan-kazan yaklaşımıyla,
krizleri aşmaya çalışıyoruz.
Türkiye coğrafi konumu itibariyle transit hava taşımacılığı sektörü için oldukça stratejik bir öneme sahip; lojistik bir üs olmaya aday. Buna karşın ülkemizde
hava kargo taşımacılığı halen oldukça bakir bir alan.
Türkiye’nin dünya hava kargo sektöründe önemli bir
nokta olması için neler yapılabilir?
“Türkiye lojistik üs olabilir mi?” sorusunu sormak esasında doğru bir yaklaşım değil. Çünkü Türkiye zaten
lojistik bir üs. “Biz bunun ne kadarını kullanabiliyoruz”
sorusu önemli. Dünyada, Avrupa Birliği’nin (AB) yanında,
Gümrük Birliği’ne tabi, çok uygun olanakları ile Avrupa
ülkelerine servis yapabilecek ama AB regülasyonlarının
tamamına tabi olmayan (çevre koşulları, insanların yaşam
tarzı ve benzeri regülasyonlar) Türkiye gibi başka bir ülke
daha yok.Yolu kısaltmanın bir yöntemi Türkiye’yi ara nokta yapmak. Türkiye çok ciddi anlamda “multimodal taşımacılık” ve “kombine lojistik” çözümlerle, Uzakdoğu’dan
Avrupa bölgesine taşınan yükün çok ciddi bir kısmını
kendi üstüne döndürebilir. Bu, yolcu taşımacılığında yapılmış olanın benzerinin kargo alanında da yapılmasıdır.
Zaten benim şöyle bir tezim var; Türkiye havacılık sektöründeki ikinci devrim kargo taşımacılığından gelecek.
Önemli olan hava kargonun sadece taşınması değil; buraya getirilmesi, elleçlenmesi, depolanması, istendiği zaman
müşterinin siparişine göre gününde Avrupa’ya, Afrika’ya,
Rusya’ya ve Ortadoğu’daki bize yakın bölgelere dağıtımının sağlanmasıdır. Bölgede Türkiye’den daha güvenli,
bu anlamda daha gelişkin, işgücü kabiliyeti olan başka bir
ülke yok. Dolayısıyla, gerekli altyapı yatırımları ve düzenlemelerle Türkiye’yi kargo üssü haline getirmemek için
bir sebep yok.
17
gezİ
Bir Macar rapsodisi:
Budapeşte
Tarihi, etkileyici binaları,
şık restoranları, unutulmaz
doğası ve “mavi” Tuna’sı ile
Budapeşte, mutlaka görülmesi
gereken bir Avrupa kenti.
evsimin sonbahar olmasının payı var mı
bilmiyorum ama Budapeşte’ye yaptığım
gezide beni en çok etkileyen, belleğime
kazınan karelerde en çok öne çıkan
sarı renk oldu. Sarı yapraklarla dolu
sapsarı bir kenti arkamda bırakarak İstanbul’a döndüm.
Budapeşte, bir yanı ile Osmanlı’dan izler taşısa da tam bir Avrupa kenti. Türk Hava Yolları’nın 2 saatlik uçuşu ile gittiğim bu
kentte havaalanına adım atar atmaz şunu gördüm: Macarlar
bize çok benziyorlar.
İki yakanın hikayesi
Budapeşte,Tuna Nehri’nin iki kıyısına kurulmuş iki ayrı şehirden
oluşuyor aslında; Buda ve Peşte. Bu şehirler 1873 yılında birleşince kentin adı da Budapeşte olmuş.Tuna’nın batısında kalan bölüme Buda ya da Budin deniliyor. Doğusu ise Peşte. Budapeşte Havaalanı, şehir merkezine yaklaşık 15-20 km mesafede yer alıyor.
Budapeşte bir kültür, sanat ve müzeler kenti. Kentte gezerken
18
Budapeşte
Macarİstan
Yazı: Dr. Handan DİKER
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
[email protected]
her an sanatla iç içe olduğunuzu hissediyorsunuz. Ben Peşte’nin
şehir merkezinde, Oktagon Meydanı’ndaki bir otelde kaldım.
Burayı kentin her yerine yakın olduğu için tercih ettim. Konaklamak için Peşte’yi tercih ettiysem de Buda tarafı beni daha
çok etkiledi. Daha tarihi bir dokuya sahip olduğundan gönlümü
Buda’da bıraktım diyebilirim. Daha yeni ve planlı bir bölge olan
Peşte ise birbirinden şık ve güzel dükkânlarıyla öne çıkıyor.
Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526’da fethettiği Budapeşte,
1686’da Osmanlı egemenliğinden çıkmış. 1662 yılında kenti
ziyaret eden Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesi”nde, Buda ve
Peşte’nin etraflı bir tasviri yer alıyor. Ünlü Széchenyi yani Zincirli Köprü, Buda ve Peşte’yi birbirine bağlıyor. Dokuz köprünün yer aldığı kent bu özelliği nedeniyle “köprüler kenti” olarak da anılıyor. Bu köprülerden en ünlüsü olan Zincirli Köprü
(Aslanlı Köprü olarak da bilinir.), adeta Budapeşte’nin simgesi
haline gelmiş olan muhteşem bir eser. Zincirli Köprü denmesinin nedeni ise asma zincirlerden oluşması. 380 m uzunluğa ve 16
m genişliğe sahip olan köprü, 1839-1849 yılları arasında inşa edilmiş. 2. Dünya Savaşı’nda yıkılan köprü, 1949 yılında aslına uygun
olarak yeniden inşa edilmiş. Mimarı ise İngiliz William Clark.
Budapeşte’nin kalbi, ruhu kısacası her şeyi, Tuna Nehri. Tuna
için mavi sıfatı kullanılmış olmasına karşın Budapeşte’de kaldığım süre içinde nehrin mavi olduğunu hiç görmedim. Daha
ziyade gri olan Tuna, bir Macar söylencesine göre sadece aşık
olanlara mavi görünürmüş.
19
gezİ
Tuna Nehri’nin ortasında ünlü Margaret Adası yer alıyor. 2.5 km
uzunluğunda ve halka açık olan bu adaya yürüyerek 20 dakikada
ulaşmak mümkün.Adanın hikâyesi ise oldukça ilginç: Ülkesi işgale uğrayan Kral Bela, işgal biterse bu adaya bir manastır inşa edip
ilk çocuğunu burada din işlerine adayacağına dair kendi kendine söz vermiş. Ülkesi işgalden kurtulup Margaret adlı bir kızı
olunca verdiği sözü tutan kral, adaya bir manastır inşa ettirmiş.
Kızını da bu manastıra kapatmış. Margaret, henüz genç yaşta bu
manastırda ölünce adaya Margaret Adası denmeye başlanmış.
Osmanlılar döneminde ise manastır yıkılmış.
Soğuk ve karlı bir günde ve aynı günün gecesinde iki kez geçtiğim Zincirli Köprü’yü unutamıyorum. Ara sıra yüzüme çarpan
sulu kara ve rüzgâra rağmen bu tarihi köprüden geçmek muhteşem bir deneyimdi.
Kaplıcalardan tepelere
Budapeşte, Berlin’den sonra Avrupa’nın ikinci büyük kenti. Nüfusu 2 milyonun üzerinde. János Dağı’nın üzerine kurulmuş olan
Buda bölgesinde, sıcaklığı 38°C’ye varan yeraltı suları çıkıyor. Bu
nedenle önemli bir kaplıca merkezi konumunda. Ayrıca şehirde
Osmanlı döneminden kalma çok sayıda hamam bulunuyor.
Zincirli Köprü’den geçip Buda’ya vardığımda, bölgede yer alan
20
en önemli tepeye çıkmak üzere yola koyuldum. Adını Macar Piskopos Saint Gellert’den
alan Gellert Tepesi, şehrin önemli bir parçası.
Buranın bir de öyküsü var: Macaristan’ın ilk
kralı Szent İstvan, Gellert’in yardımı ile 1000
yılında halkına Hıristiyanlığı kabul ettirmiş.
Ancak kral öldükten sonra halkın Hıristiyanlığı kabul etmemiş olan kesimi ayaklanmış ve Gellert’i bir fıçıya
koyup bu tepeden Tuna Nehri’ne yuvarlamış. Gellert’in aşağıya
düştüğü yere bir anıt inşa edilmiş.
Gellert Tepesi’ne ufak ama çok şık bir füniküler ile çıkılıyor. İşte
bu tepeden görünen Budapeşte manzarası o kadar görkemli ki,
anlatılamaz ancak yaşanır.
Kentteki bir başka önemli yapı, ünlü Parlamento Binası. Ülkenin
en büyük binası olan yapı Tuna kıyısından tüm görkemiyle ziyaretçileri selamlıyor. 1884-1902 yılları arasında yapılmış olan binada tam 691 salon bulunuyor. Kutsal Macar Tacı da burada sergileniyor. Parlamento Binası ile ilgili ilginç bir bilgi; Macaristan’ın ilk
merkezi ısıtma sistemi bu binada kullanılmış. İşte bu çok şaşırtıcı.
Dedim ya Budapeşte’nin her yerinden, her yakasından tarih fışkırıyor adeta. İşte bir başka görkemli tarih sahnesi de Peşte yakasında yer alan ünlü Kahramanlar Meydanı’nda görülebilir. Hemen arkasında da Kent Parkı yer alıyor. Meydanın ortasında yer
alan anıt, Macar kabilelerinin Karpat Havzası’nı ele geçirmesinin
1000. yılını temsilen dikilmiş ve 1896 yılında ziyarete açılmış. Ortadaki sütunun üzerinde yer alan bronz başmelek Cebrail figürü
oldukça etkileyici. Hemen bunun altında yedi kabile reisinin heykeli yer alıyor. Heykeller iki yarım daire şeklinde sıralanmış ve
çalışma, gönenç, savaş, barış, bilgi ve zaferi simgeliyor. Meydanın
sağında Sanat Sarayı solunda ise Güzel Sanatlar Müzesi bulunuyor. Müzeyi ziyaretim sırasında denk geldiğim Cezanne sergisi
gerçekten görülmeye değerdi.
Macar mutfağına gelince o kadar ünlü ki değinmeden geçemeyeceğim. Hemen hemen her yemekte “paprika” denilen kırmızıbiberi kullanıyorlar. Hafif acı olan bu biber yemeklere çok hoş
bir lezzet katıyor. En ünlü yemekleri olan gulaş aslında iki farklı
yemeğe verilen isim. İlki bizim tas kebabına benzer bir yemek.
Macaristan’a özgü sebze çorbası da gulaş olarak adlandırılıyor.
Her ikisi de çok lezzetli. Macar salamının yanı sıra tavuk ve etten
yapılan şnitzel de çok ünlü. Ve elbette nefis, tatlı Macar şarabı.
Kesinlikle tadılmalı derim.
Budapeşte’yi Macarlara özgü bir müziğe benzettim; Macar rapsodisine. Nedenine gelince, en ünlüsü Franz Liszt tarafından
bestelenmiş olan bu rapsodi çalınması güç ama dinlenmesi çok
zevkli, ulusal bir eser. Budapeşte de tıpkı bu rapsodi gibi başlangıçta dingin ve ağır ağır bir şehirken birdenbire coşkulu bir kente
dönüşebiliyor. Özellikle de akşamları. Gündüz gördüğünüzden
çok farklı, şıkır şıkır ve görkemli bir manzara ile karşı karşıya
kalıyorsunuz akşam olduğunda. Bu da insanı çok şaşırtıyor.
Ben Budapeşte’ye sonbaharda gittim.Yineliyorum, bu kente sonbahar çok yakışmış. Sarı yapraklar, zaten sarı rengin hakim olduğu bu güzelim şehre tıpatıp uymuş. Tarihi, etkileyici binaları, şık
restoranları, unutulmaz doğası ve “mavi” Tuna’sı ile Budapeşte
mutlaka görülmesi gereken yerlerden...
havacılık
Uluslararası yolcu
trafiğine göre
dünyanın en işlek 2.
havalimanı; şehrin en
büyük havalimanı olması
nedeniyle yalnızca
Londra’nın değil,
İngiltere’nin de dünyaya
açılan kapısı: Londra
Heathrow Havalimanı.
ounslow Heath bölgesinde küçük,
kırsal bir yerleşim merkezi üzerine
1930 yılında kurulmuş olan Heathrow Havalimanı, ilk yıllarında özel Fairy Havacılık Şirketi
tarafından yönetiliyordu. Uçak montajı ve test uçuşları için
kullanılan Heathrow’da ilk seferler, I. Dünya Savaşı sırasında
gerçekleşti. O dönemde, ulaşım ve ticaret için ana havalimanı olarak Croydon kullanılıyordu. Heathrow Havalimanı ise 1943 yılında, İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin
transfer istasyonu olarak kullanılmaya başlandı. 1944 yılında
başlayan pist inşaatı, zamanla daha da geliştirildi; yeni havalimanı Wimpey İnşaat ve Heathrow Hamlet şirketleri
tarafından inşa edildi. Havalimanına ilk sivil uçuş 1 Ocak
22
1944’te, Buenos Air tarafından, Lizbon üzerinden gerçekleştirildi. Resmi açılışı ise 25 Mart 1946’da, Lord Winster
tarafından yapıldı. 16 Nisan 1946’da ise yabancı havayollarına
ait ilk uçağın havalimanına inmesiyle sivil uçuşlara açıldı.
İlk denizaşırı uçuş ise 28 Mayıs 1946’da, BOAC (British
Overseas Airways Corporation) tarafından Avustralya’ya yapıldı. Bir yıl sonra, yetersiz kalacağı anlaşılarak mevcut olan
3 piste, 3 tane daha eklendi. Kraliçe II. Elizabeth’in 1955 yılında terminal binasının açılışını yaptığı Heathrow’un kontrol
binasının faaliyete girmesi de aynı yıla rastlar. Bugün bu bina
2 numaralı terminal binası olarak kullanılmaktadır. 1961 yılında açılan Oceanic Terminal ise birkaç yıl sonra Terminal
3 adını aldı. Bugün havalimanının en yüksek kapasiteye sahip
terminali olan Terminal 1 ise 1968 yılında açıldı. Heathrow’da
hava taşımacılığı ise 1960 yılında, havalimanının güneyinde
açılan kargo terminali ile başladı.
Terminaller çoğalıp büyüdükçe, yayaların yürüyeceği mesafe de arttı. Bu duruma çözüm olarak 1970 yılında, havalimanı içine ilk hareketli yürüme yolları yapıldı. Havalimanındaki
terminal sayısı, 1980’li yılların başlarında yolcu sayısının 30
milyonun üstüne çıkması üzerine artırıldı. Diğer 3 büyük
terminalin yanı sıra 1986’da, Terminal 4 binası inşa edilerek
British Airways’in kullanımına sunuldu.
Londra Heathrow Havalimanı 1987’de, dönemin hükümeti
tarafından İngiliz Hava Meydanları İşletmesi’nin kontrol ve yönetiminde özelleştirilerek işletme hakkı BAA
Airports’a verildi. BAA, bu tarihten sonra Heathrow’da pek
çok yenileme ve genişletme çalışması yaptı. Heathrow bugün uluslararası yolcu trafiği bakımından dünyanın en işlek
2. havalimanı; bu özelliğiyle, İngiltere’nin dünyaca en çok
bilinen havalimanı olmayı hak ediyor. Açıldığı 1930 yılından bu
yana büyüyen ve gelişen havalimanının 5. terminali de 2008
yılında açıldı. Bugün yıllık ortalama 67 milyon kişinin kul23
havacılık
landığı Heathrow, Gatwick Havaalanı’yla birlikte, Londra’da
yer alan 5 havalimanı arasında, şehir merkeziyle bağlantısı
en iyi olan ve hava trafiği en yoğun uluslararası havaalanı.
Bu iki yoğun havalimanını destekleyen Luton, Stansted ve
London City havaalanları ise charter uçuşlarda kullanılıyor.
Heathrow Havaalanı da Londra’daki diğer 5 havalimanı gibi
BBA Aviation tarafından yönetiliyor. Havalimanında çok sayıda mağaza ve restoranın yanı sıra Anglikan, Katolik, Hindu,
Yahudi ve Müslümanların ibadet yapabilecekleri özel inanç ve
danışma odaları da bulunuyor. Havalimanının ayrıca kendine
ait basın bir araştırma bölümü, özel TV ekibi ve fotoğrafçıları da var. Ayrıca, dünyaca ünlü pek gazete ve televizyon
kanalının da Heathrow’da bürosu bulunuyor.
90 farklı havayolu şirketi tarafından kullanılmakta olan
Heathrow Havalimanı’nın bulunduğu bölgenin kuzeyinde,
Harlington, Harmondsworth, Longford ve Cranford; doğusunda, Harlow ve Hatton; güneyinde Doğu Bedfront
ile Stanwell; batısında ise Colnbrook ve Berkshire yer alıyor.
170’in üzerinde farklı istikamete uçuş yapılan havaalanındaki uçuşların %43’ü uluslararası kısa, %46’sı ise uzun mesafe.
Tek yöne en yoğun istikamet ise New York. 2010 yılında,
Heathrow ile JFK ve Newark arasında, yaklaşık 8 milyon
yolcu seyahat etmiş.
Terminaller
1968 yılında açılan Terminal 1’de, 2005 yılında yeniden yapılandırma ve geliştirme çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalar
kapsamında terminal binası ayrıca, içinde gidiş salonları, ek
oturma alanları ve satış mağazaları bulunan bir ek binaya
da sahip oldu. Yenileme ve geliştirme çalışmaları 2013 yılı
boyunca da devam edecek. Yenileme ve geliştirme çalışmaları süren Heathrow Havalimanı’nın en eski yapısı olan Terminal 2’nin ise 2014 yılında yeniden hizmete açılması planlanıyor.
1955 yılında açılıp 2009 yılında tadilat nedeniyle geçici olarak
hizmete kapatılan Terminal 2, bu çalışmalar tamamlandığında 30 milyon yolcu kapasitesine sahip olacak. 1955-2009 yılları arasında 216 milyon yolcuya hizmet vermiş olan Terminal 2’den, kapatıldığı tarihe dek yılda 8 milyon yolcu geçiş
yapıyordu. Heathrow’dan denizaşırı, uzun mesafe uçuşlar
yapılabilmesi için 1968 yılında açılmış olan Oceanic Terminal, yeni adıyla Terminal 3, 1970 yılında bir geliş terminali
eklenerek genişletildi. Kargo pistine en yakın terminal olan
Terminal 4 ise yapılan yenileme çalışmalarının ardından yaklaşık 45 farklı havayolunu karşılama kapasitesine ulaştı.
Terminaller arasında en yenisi olan Terminal 5, bugün sadece
British Airways tarafından, havayolunun global merkezi olarak
kullanılmaktadır. Dünyaca ünlü havayolunun Türkiye uçuşları
da bu terminalden yapılmaktadır. Yıllık 60 uçuş ve 30 milyon yolcu kapasitesi bulunan, 100’den fazla dükkan ve restoranı barındıran terminalin, 3800 araçlık çok katlı bir otoparkı
da vardır.Terminal 1, 2 ve 3 birbirlerine ortalama 10 dakikalık
yürüyüş mesafesindedir. 4 ve 5 numaralı terminallere ulaşmak için ise 15 dakikada bir kalkan trenler ya da terminaller
arası dolaşan ücretsiz otobüsler kullanılmaktadır.
24
T2, Star AllIance üyesi uçakların
kullanımına sunulacak
Heathrow Havalimanı’nda devam eden yenileme
çalışmaları kapsamında inşaatı devam eden ve 2014
yılında açılması planlanan Terminal 2, Star Alliance üyesi
havayollarının kullanımına sunulacak. Terminal hizmete
girdiğinde Star Alliance’ın havalimanındaki merkezi
olacak. T2’nin modern, son teknoloji ürünü ve doğa
dostu tasarımıyla ön plana çıkması bekleniyor.
2009 yılının ocak ayında İngiliz Ulaştırma Bakanlığı,
Heathrow’a yeni bir terminal binası ve 3. bir pist yapılmasına karar verdi. Hükümet tarafından da desteklenen bu karar
neticesinde devlet British Airways’i, bu yeni terminali planlama ve uygulama çalışmaları için teşvik etti. Bugün Heathrow
Havalimanı’nda doğuya ve batıya uzanan 2 paralel ana pist ve
5 operasyonel terminal bulunmaktadır. Heathrow, CAA (Sivil
Havacılık Otoritesi) tarafından verilen toplu taşıma ve uçuş
talimatları eğitimi lisanslarına sahiptir.
Ulaşım
Avrupa ve Londra’nın en büyük havaalanı olan Heathrow’a
dünyanın her yerindeki birçok büyük havaalanından direkt
olarak ulaşmak mümkün. Uluslararası kodu LHR olan Heathrow, Londra’nın 24 km batısında yer alıyor. Heathrow Havaalanı ile şehir merkezi arasında ulaşım pek çok yolla
sağlanabiliyor. En çok tercih edilen ve en ucuz olan ulaşım
yolu ise Londra metrosu. Heathrow’da;Terminal 1 ve 3 içinde
bir, Terminal 4 ve Terminal 5’te de birer tane olmak üzere
3 ayrı metro istasyonu vardır. Metro, yoğun saatlerde her
beş dakikada bir, diğer zamanlarda ise her on dakikada
bir sefer yapar. Yolculuk süresi yaklaşık 45 dakikadır ve
metroyla şehrin hemen her yerine ulaşmak mümkündür.
Havalimanından şehre ulaşımın diğer bir hızlı yolu, 15
dakikada bir kalkan ve yaklaşık 15 dakika yolculuk süresine sahip olan Heathrow Express Rail adı verilen trendir.
Londra merkez ile havaalanı arasında en hızlı ulaşım şekli
olan Heathrow Express’in yeraltı hızlı trenlerinden Picadilly
Line hattı, direkt olarak Terminal 5’e bağlanmaktadır. Şehir
merkezine, şehirlerarası otobüs şirketinin otobüsleri ya
da şehir içi otobüslerle de ulaşmak mümkündür. Ulusal
otobüs şirketi olan National Express, ülkenin diğer şehirlerine de servis imkanı sunmaktadır.
25
kültür
Sözsüz tarihin sessiz tanıkları
Türkiye’nin
tarihi garları
Dünyanın en “cool” tren istasyonları listesine giren
Haydarpaşa’dan, Yılmaz Güney’in filmlerine sızan Adana
Garı’na, ülkenin her tren evi, ayrı bir kavuşma, ayrı bir ayrılık
öyküsü anlatıyor bizlere. Atlayın, bu hafif sarsıntılı zaman
yolculuğuna beraber çıkalım!
Edirne Garı
on yıllarda pabuçları her ne kadar dama atılmış olsa da Türkiye
garları, memleketin yakın tarihine
sessizce tanıklık etmeyi sürdürüyor. Kimi zaman film platosu olarak kullanıldılar; kimi zaman hak arama mücadelelerine evsahipliği yaptılar. Nice kavuşmaya,
ayrılığa; nice ümide ve hayal kırıklığına evsahipliği yaptılar. Cepheye giden askerlerin hüznünü
ve mübadelenin acısını yaşadılar. Elbette hep
ayrılık acısını değil, kavuşmanın telaşı ile mutluğunu da taşıdılar diyardan diyara. Türkiye’nin
bugün artık “hızlandırılmış” vefa taşıyıcılarını,
ülke çapında karşılayan garların bazılarını anmaya hazırsanız, yolculuğumuz başlıyor.
Türkiye’de demiryolunun tarihi, Osmanlı’ya
değin uzanır. 130 kilometrelik ilk demiryolu hattı 1856 yılında, bir İngiliz şirketine verilen imtiyazla İzmir-Aydın arasına kuruldu. Bugün sayısı 76’yı bulan
şeflik statüsündeki garların ilki de
bunu takip eden yıl, İzmir’den Aydın’a
uzanan hattın ilk resmi durağı olan
Alsancak’ta kuruldu. Alsancak Garı veya
eski adıyla Punta Garı’nın inşasına 1857’de,
Vali Mustafa Paşa döneminde başlandı ve gar
1858’de hizmete girdi. Alsancak, gar statüsünde Anadolu’nun ilki olarak kayıtlara geçmiş
olsa da, hemen yakınlarındaki Kemer İstasyonu,
Alsancak Garı’ndan bir süre önce faaliyete geçmişti. İngilizler tarafından başlatılan ray döşeme
işi 1857 yılında Kemer’e vardı.
Ege’nin kara kapısı:
Alsancak Garı
Osmanlı döneminde ilk raylı sistemin bölgeye
kurulması ise İzmir’in 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli bir liman haline gelmesiyle
açıklanabilir. Alsancak Garı dışında, Kemer’e de
bir istasyon ve ekle depo rampası yapılmasının nedeni, İzmir’deki limana yük taşıyan deve
kervanlarının, giriş noktası olarak Kemer ve
civarını kullanmasından kaynaklanıyordu. İlk
yıllarında sadece sundurma ve etrafındaki
birkaç küçük işletme binasından ibaret olan
Alsancak Garı, demiryolunun Aydın’a ulaşmasıyla artan yük trafiği karşısında yetersiz
kalınca bugünkü Alsancak Limanı’nın olduğu
bölgede yapılan depolarla genişletildi. Depoları, Kordonboyu’nun doldurulması ve bölgeye Fransızlar tarafından kondurulan Pasaport
26
Haydarpaşa Garı
27
kültür
Alsancak Garı
Haydarpaşa Garı
Limanı takip etti.
Demiryolu ile birlikte bölgeye yabancı akını da hız kazandı.
Başta İngilizler olmak üzere pek çok zengin levanten aile bölgeye yerleşmeye başladı. İngilizlerin İzmir’de, özellikle bugünkü Buca ilçesini tercih etmesi, İzmir-Aydın Demiryolu Şirketi
haricinde, özel girişimcilerin de bölgeye demiryolu hattı ve
bir istasyon yapmasını beraberinde getirdi. Ege deniz ticareti
ile kara ulaşımının birleştirilmesi noktasında stratejik öneme
sahip olan Alsancak Garı ve yakınlarındaki merkez istasyonlar, Kurtuluş Savaşı sonrasında bile yabancı sermayenin elindeydi; nihayet 1935 yılında TCDD’ye geçti.
Başı dumanlı Haydarpaşa
Osmanlı dönemi demiryolları, Fransa ile Kuzey Yunanistan,
Batı ve Güney Anadolu ve Suriye’de; İngiltere ile Romanya, Batı
Anadolu, Irak ve Basra Körfezi’nde; Almanya ile de, Trakya, İç
Anadolu ve Mezopotamya’da genişlerken İstanbul Hükümeti ise Hindistan ticaret yollarını Bağdat üzerinden Avrupa’ya
bağlama amacıyla harekete geçer. Böylece Türk demiryollarının belki de en sembolik garının, Haydarpaşa’nın inşası başlar.
Bağdat demiryollarının başlangıç noktasına görkemli bir yapı
inşa etmeyi arzulayan Sultan II. Abdülhamid, halen İstanbul’un
önemli turizm noktalarından biri olan Haydarpaşa Garı’nın
tasarımı için iki Alman mimar, Otto Ritter ve Heltmuth Cuno
ile anlaşır. Alman ustaların yanı sıra, İtalyan taş ustalarının da
çalıştığı Haydarpaşa Garı’nın temelinde Hereke’den getirilen
28
Adana Garı
pembe granit ile Lefke’den getirilen taşlar kullanılır. İnşasının başlamasından iki sene sonra, 1908’de faaliyete geçen
Haydarpaşa’nın büyük bir kısmı, 6 Eylül 1917’de, deposundaki
cephanelere yapılan bir sabotaj sonucu yandı ve büyük hasar
gördü. Garın atlattığı bir diğer felaket ise 1979’da Haydarpaşa
açıklarında meydana gelen gemi kazası sonucunda kurşun vitraylarının erimesi oldu. İlerleyen yıllarda aslına uygun olarak
yeniden onarılan Haydarpaşa, 1983 yılının sonlarında da bir
restorasyondan geçti. Fakat bu, içerisinde tarihe tanıklık etmiş bir lokantayı da barındıran garın geçirdiği son felaket değildi. En son 28 Kasım 2010’da, nasıl çıktığı şüpheli bir yangın
sonucu çatısı çöken garın dördüncü katı halen kullanılamaz
haldedir. Ankara-İstanbul Yüksek Hızlı Tren Projesi kapsamında İstanbul-Eskişehir bölümündeki demiryolu çalışmaları nedeniyle, 1 Şubat 2012’de, gardan yapılan ülke çapındaki tren
seferlerine 24 ay süreyle de ara verilmesiyle tamamen sembolik bir hale gelmiştir.
Amerikan internet gazetesi Huffington Post’un “Dünyanın
En Cool 11 Tren İstasyonu” arasında da yer alan Haydarpaşa, bugün teknik olarak işlevsiz hale getirilmiş olsa da, garın
Avrupa yakasındaki muadili Sirkeci Garı varlığını nispeten
sürdürmeye devam etti. Yine Sultan II. Abdülhamid dönemi
eserlerinden biri olan Sirkeci Garı, TCDD’nin Haydarpaşa ile
birlikte İstanbul’daki iki ana istasyonundan biriydi. Tasarımı
yine Alman bir mimar, August Jachmund tarafından yapılan
garın yapımında granit mermerin yanı sıra, Marsilya Aden’den
getirilen taşlar da kullanıldı. İnşa edildiği yıllarda denize çok
yakın olan Sirkeci Garı, geçen zaman içinde büyük bir değişime tanıklık ederken, içinde bulunan Gar Lokantası, tıpkı
Haydarpaşa’daki benzeri gibi 1950’li ve 1960’lı yıllarda tanınmış yazar, gazeteci ve diğer şahısların buluşma noktası oldu.
Senelerce Orient Express, ya da Türkiye’de daha çok bilinen
adıyla Şark Ekspresi’nin yolcularını karşılayan tarihi gar halen,
300’ün üzerinde kültür varlığına evsahipliği yapan İstanbul
Demiryolu Müzesi’ni de bünyesinde barındırıyor.
Adana’da “Umut”
TCDD’nin merkez istasyonu olan Ankara Garı ise yıllar boyu
bir yandan hamal pazarlarıyla öte yandan devlet büyükleri
de dahil, onlarca tanınmış isme hizmet etmiş Gar Gazinosu
ile anıldı. Anadolu Demiryolları’nın bir istasyonu olarak 1892
yılında yapılan başkent garının inşası 4 Mart 1935’te başladı,
30 Ekim 1937’de tamamlandı. Ankara Garı, o güne değin adı
hiçbir projede anılmamış olan Bayındırlık Bakanlığı mimarlarından Şekip Akalın tarafından art deco tarzında tasarlandı.
Bugün gar binası içerisinde Atatürk Konutu, Demiryolları
Müzesi, Ankara Açıkhava Buharlı Lokomotif Müzesi, TCDD
Demiryolu Müzesi ve sanat galerisi gibi unsurlar yer alıyor.
Demiryolu işçisi bir babanın oğlu olan Kemal Varol’un, İletişim
Yayınları’ndan çıkan “Memleket Garları” adlı derlemesinde,
Orhan Kemal’in kahramanlarının yanı sıra Yılmaz Güney’in
“Umut” filmine de evsahipliği yaptığı hatırlatılan Adana
Garı’nın inşası ise yine Cumhuriyet öncesinde, 1912 yılında
tamamlandı. Şehir merkezindeki Sular mevkiinde, Uğur Mumcu Meydanı kıyısında bulunan Adana Garı, bugün halen kentin
önemli politik ve resmi etkinliklerine tanıklık ediyor.
Karaağaç’tan Kurtalan’a...
Varlığını halen sembolik de olsa sürdüren ve yine Sultan II.
Abdülhamid döneminde yaptırılmış olan Edirne’deki Karaağaç Garı ise günümüzde,Trakya Üniversitesi Rektörlük Binası
olarak kullanılıyor. Sirkeci Garı örnek alınarak yapılan Edirne Garı, Şark Demiryolları Şirketi adına Mimar Kemalettin
Bey tarafından neoklasik üslupta; üç katlı, dikdörtgen planlı
ve 80 m uzunluğunda inşa edildi. Lozan Antlaşması sonucu
Yunanistan’ın Türkiye’ye savaş tazminatı olarak verdiği Karaağaç, yeniden ülke sınırlarına dahil olunca, tren istasyonu
da 1930 yılında yeniden işletmeye açıldı. Ne var ki, Rumeli
Demiryolları’nın büyük bir bölümü, Cumhuriyet döneminde
ülke sınırları dışında kaldı.Trenler İstanbul’dan Edirne’ye ulaşmak için Yunanistan topraklarına girmek zorunda kalıyordu.
Bu yüzden yeni bir demiryolu hattı inşası başlatıldı. Ağustos 1971’de, Pehlivanköy-Edirne arasındaki yeni demiryolu
hattının açılması ve kent içinde yeni gar binasının hizmete
girmesinden sonra Karaağaç İstasyonu’nun önündeki raylar
söküldü. Türk-Yunan sınırının çok yakınında bulunan bina,
1974 yılındaki Kıbrıs Olayları sırasında ileri karakol olarak
da kullanıldı.
Yukarıda sıralanan belli başlı garların yanı sıra, hızlı-yavaş tüm
trenler, zorlu kış koşullarında; kentin evsizlerine kucak açan
Erzurum, yakın tarihi boyunca birçok hak arama mücadelesine
tanıklık eden İskenderun; şehre yük olduğu düşünüldüğü için
kent dışına taşınan ve bugün akıbeti halen soru işareti olan Diyarbakır, bir dönem mübadele merkezi olarak kullanılan Hadımköy ve elbette her yolculuğun içinden geçtiği Eskişehir ile
bittiği Kurtalan garlarını ziyaret etmeye devam ediyor.
29
havacılık
uçak içi
tasarımında
bir devrim
Yazı: Şebnem BAYEZİT
Ticari ve Yer Hizmetleri Eğitmeni
ava taşımacılığı, zamanı satın alabildiğimiz büyük
bir buluş. Kimi yolcunun seve seve, kimi yolcunun
biraz korka korka, kimi yolcunun ise heyecanla
tercih ettiği ulaşım aracı.
Peki her yolcunun korkusu ya da tedirginliği, havada olup
ayaklarının yerden kesilmesi midir?
Havayollarını tercih eden yolcu çeşitleri içinde fiziksel veya
ruhsal bir rahatsızlığı nedeniyle hareket kabiliyeti kısıtlı yolcular da yer almaktadır.
En iyi havayolları içinde olabilmenin şartlarından biri de herhangi bir nedenden dolayı hayatlarını tekerlekli sandalye kullanarak geçiren kişilere uçakla seyahatleri sırasında kaliteli ve
güvenli hizmet verebilmektir.
Uçak içi tasarımcısı olarak bilinen Paul Priestman sökülebilir tekerlekli sandalye dizayn etti.
Peki şu anda verilen hizmet nasıl?
Hareket kabiliyeti tamamen kısıtlı yolcular uçakla seyahatleri
esnasında bu iş için görevli personeller tarafından tekerlekli sandalye ile terminalden uçağın kapısına kadar götürülür.
Uçağın içinde koridorların arasından geçebilecek uçak içi tekerlekli sandalye diye adlandırılan bir başka sandalyeye nakil
edilir. Görevli personellerin yardımı ile yolcu tekerlekli sandalyeden uçaktaki koltuğuna oturtulur. Bu işlemlerin uçaktaki diğer yolcular uçağa alınmadan önce yapılması gerekmektedir. Uçak iniş yaptıktan ve tüm yolcular uçağı terk ettikten
sonra iniş yapılan meydanda bu iş için görevli olan personel
uçağa çıkar hareket kabiliyeti kısıtlı olan yolcuyu yine koltuğundan uçak içi tekerlekli sandalyeye alır. Uçağın kapısında
daha geniş bir başka tekerlekli sandalyeye yine görevli personellerin yardımı ile nakil edilir ve bundan sonraki bagaj teslim
işlemleri, varsa pasaport işlemleri için yolcuya terminalden
30
çıkış yapana kadar yardımcı olunur.
Koltuktan sandalyeye ve sandalyeler arası bu taşıma esnasında yolcuların bir kısmı zaman zaman tedirgin olduklarını dile
getirmektedirler. Ayrıca bu yolcuların bir kısmı hava yolları ile
seyahat ederken özel ihtiyaçlarından dolayı da ciddi zorluklarla karşı karşıya kalmaktalar. Özellikle küçük havayolları ile
seyahat eden yolcular 2. sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini belirten şikayetlerde de bulunmaktalar. Bazı ülke vatandaşları ülkelerindeki yasal koruma sayesinde bu uygulamaların yanlış yapılmasını havayollarına dava açarak düzeltmeye
çalışmaktalar.
Sökülebilir tekerlekli sandalye dizaynı
Paul Priestman’ın sökülebilir tekerlekli sandalye dizaynı, belki
de bu yolcuların uzun ve bir o kadar da tehlikeli olan bu nakillerine mükemmel bir çözüm bulmuş olabilir. Kabin içindeki
özel dizayn edilmiş olan bu koltuk iki ana bölümden oluşmakta. Bir iskelet ve iskelete monte edilebilen ve iskeletten
sökülebilen minderli ikinci bir bölüm.
Sökülebilen bölüm aynı zamanda tekerlekli sandalye işlevini görüyor ve tekerlekleri 360 derece dönebilme özelliğine
sahip. Bu sayede yolcu zaten uçak içindeki sökülür-takılır bu
bölüm ile koltuğuna taşınabilecek, yolcu koltuktan koltuğa
kucaklanarak değil de hem koltuktaki hem de bu koltuğun
monte edilebilir iskelet bölümündeki sürgüler sayesinde yerinden hiç hareket ettirilmeden, tekerlekli sandalye olarak
kullanılan bölümün ana iskelete monte edilmesi ve kilitli duruma getirilmesiyle seyahatini gerçekleştirebilecek yine seyahati sonlandıktan sonra aynı şekilde uçak içini terk etmesi
sağlanabilecek.
Sn. Paul Priestman’a katkılarından dolayı teşekkürler. Teknolojinin nice güvenli uçuşlar için kullanılması dileğiyle...
teknİk
çak bakımında
ahribatsız muayene
Yazı: Mehmet ErteK
Mühendis
(Non-destructive Testing - NDT)
Parçalar tahrip edilmediği için hurdaya ayrılma durumu yoktur. Aynı parçaya farklı testler uygulanabilir. Parça dağıtılmadan kontrol edilebilir. Test cihazları taşınabilir olup taşınamayan parçaların kontrolü yapılabilir.
Günümüz teknolojisinde tahribatsız muayene, amaçları
aynı olsa da NDT (Non-destructive Testing), NDE (Nondestructive Evaluation) ve NDI (Non-destructive Inspection) gibi isimler almaktadır.
Tahribatsız muayene özellikle uçak bakım alanında, hem sivil
hem de askeri hava taşıtlarının bakım ve servis sürelerinin
azalması açısından oldukça önemlidir. Parçaların boyutları
ve geometrik şekilleri ne olursa olsun tahribatsız muayene
ile kontrol edilebilmektedir. Bu yöntemle gerek uçak yapısı
gerekse uçak parçalarının ömrünün uzaması sağlanmış olur.
Ayrıca doğru ve güvenilir kontrollerin sonucunda uçak kazaları da en aza indirilir.
Kullanılacak bütün malzeme ve parçaların tahribatlı olarak
denenmesi düşünülemeyeceğine göre, bunların bütününü
temsil eden yalnız bir veya birkaç tanesi üzerinde yapılan
muayenelerden elde edilen sonuçların, geri kalanlar için de
aynı olduğunu kabul etmek her zaman mümkün olmaz.
Tahribatlı tekniklere dayandırılmış birçok muayene programında sonuçlarda önemli ölçülerde belirsizlik gözlenmiştir.
NDT nedir?
Malzeme üzerindeki kusurların ve boyutların, o malzemeye
zarar verilmeden kontrol edilmesidir.
Tahribatsız muayene yöntemlerinin aksine, muayene uygulanan malzeme veya ürünlerin tekrar kullanılması olanaklarını
ortadan kaldıran veya kısmen yok eden tekniklere, “tahribatlı
muayene teknikleri” adı verilir. Bu teknikler; çekme, basma,
burulma, eğme, yorulma, sürünme ve korozyon gibi parçayı
tahrip ettikten sonra sonuç veren tekniklerdir. Yani bu teknikler malzemelere hasar verilerek yapılır.
32
Önemi
Tahribatsız oluşu ve tahribatlı yöntemlere göre
daha hızlı olması, bu yönetimin hemen hemen
her alanda yaygın olarak
kullanılmasını sağlamıştır.
Tahribatsız muayene uygulamaları üretim anında
sistemler durdurulmadan
da yapılabilir ve çoğu uygulamada sonuçların test esnasında alınmasından dolayı tercih nedeni olmuştur.
Malzeme kusurları
Malzemeler, üretim esnasında
ortaya çıkan çeşitli problemler
nedeniyle istemeyen kusurlara
sahip olabilir. Bunlar, malzemenin
görevini yaparken problemler oluşmasına neden olur.
İki çeşit kusur vardır:
- Hatalar: Bir süreksizlik belirtisi tolerans ve malzeme
speklerine göre “Kabul edilemez” olarak tanımlanıyorsa,
buna “hata” denir.
- Süreksizlik: Çalışma şartlarında parçanın performansını
etkilemiyor ve “Kabul edilebilir” olarak değerlendiriliyorsa,
buna “süreksizlik” denir.
Yöntemler ve uygulama alanları
Bütün tahribatsız test yöntemleri iki esas fonksiyonla tanımlanır.
Bunlardan biri “nüfuziyet”, diğeri de “algılama fonksiyonu”dur.
Nüfuziyet fonksiyonu, nüfuz edici elemanın test malzemesi
içerisine girici ve fiziksel süreksizlikleri algılama elemanına
aktarılmasıdır.
Algılama elemanı ise nüfuz edici elemandan aldığı bilgileri
test operatörünün algılayacağı bilgiler haline getirir. Örneğin
radyografide malzemeye nüfuz edici eleman radyasyon, algı-
layıcı eleman ise radyografik filmdir.
Film üzerindeki bilgiler kimyasal işlemlerden sonra gözle algılanabilir belirtiler haline gelir.
Tahribatsız muayene yönetimlerini açıklamadan önce süreksizliklerin malzeme içindeki konumlarını incelersek, tahribatsız muayene yöntemlerini daha iyi sınıflandırabiliriz. Malzemedeki süreksizlikler üç şekilde olabilir. Bunlar:
- Yüzeydeki süreksizlikler: Yüzeyle bağlantısı olan
veya yüzeye açık olan süreksizliklerdir.
- Yüzey altında veya yüzeye yakın: Yüzeye yakın
süreksizlikleri kapsar.
- Malzeme içindeki: Her iki yüzeyden uzak olan süreksizliklerdir.
Yüzey yöntemleri, malzemelerin yüzeyinde ve yüzey altında,
yüzeye yakın bulunan
süreksizlik/hataların
tespitinde uygulanır.
Hacimsel yöntemler, malzemedeki test bölgesinin tamamına nüfuz etmek suretiyle hataların algılanmasını sağlar
ve aşağıdaki yöntemleri kapsar.
Süreksizliklerin tip, boyut ve konumlarını belirlemek için her
yöntem farklı tekniklerle uygulanabilir.
Ayrıca birleşik yöntem adı
verilen akustik (ses dalgalarıyla) ve termografik (sıcaklıkla)
yöntemlerle de tahribatsız muayene yapılmaktadır.
Gelecek sayımızda görüşmek
dileğiyle. Esen kalın.
33
havacılık
Söyleşi: Elif ARSLAN
lışmakta olan Nermin Hanım’la evlendim.
Sektörde teknisyen olarak kaç yıl emek verdiniz, hangi
bölümlerde görev aldınız?
THY’de 1985-1991 yılları arasında uçak elektrik teknisyeni olarak çalıştım. Çok sayıda ve farklı uçak tiplerinin büyük
bakımlarında bulundum. Teknisyen olarak yurtiçi ve yurtdışı
birçok görevde yer aldım ve bunlar çok güzel, unutulamayacak
günlerdi benim için.
Eğitmenlik düşüncesi nasıl ortaya çıktı; bunun için bir
öneri mi geldi size?
MNG Havayolları Teknik Eğitmeni
Erkan Argan: “Eğitime yatırım
yapmak çok önemli”
Uçaklara gönül, havacılığa yıllarını vermiş, uçak teknisyenliğinden
eğitmenliğe havacılığın pek çok alanında görev yapmış olan, bugün ise
MNG Havayolları Teknik Eğitim Departmanı’nda eğitmen olarak genç
meslektaşlarımızla bilgi ve deneyimlerini paylaşan Erkan Argan’la
keyifli bir söyleşi yaptık.
rkan Bey, uzun yıllar havacılığa emek vermiş biri
olarak sizi tanıyor olsak da birkaç cümleyle bize
biraz kendinizden bahseder misiniz?
4 Nisan 1956’da İstanbul’da doğdum ve eğitimimi
İstanbul’un çeşitli semtlerinde tamamladım. Uçaklar,
daha çocuk yıllarımda ilgi alanıma girmişti. Onları çok merak ediyordum. Biz Fatih’te otururken evin üzerinden iniş yaparlardı. Bazı
hafta sonlarında ise rahmetli babam ve ben, Yeşilköy’deki havaalanına uçakları izlemeye giderdik. O zamanlar terminal binasının
bir seyir terası vardı; oradan uçakların iniş-kalkışlarını, büyük bir
mutlulukla izlerdim.
34
Peki havacılık sektörü ile nasıl tanıştınız?
Benim havacılık sektörü ile tanışmam, THY’nin 1980 yılında vermiş
olduğu bir gazete ilanı ile oldu. İlanda,THY’de çeşitli bölümlere teknisyen alımı yapılacağı yazıyordu; büyük bir umutla başvurmuştum.
Fakat 12 Eylül darbesi nedeniyle alımların durdurulduğu söylendi;
bir hayli üzülmüştüm. B kapısından geri döndük. THY olmayınca
otomotiv sektöründe çalışmaya başladım ama aklım hep havacılıktaydı. 1985 yılında şans yüzüme güldü. Mart ayında B kapısından
içeri girdim ve o zamanki adıyla Uçak Elektrik Atölyesi’nde işe
başladım. İşe başladığımda dünyalar benimdi... THY bana güzel bir
meslek kazandırmanın yanı sıra bir de eş kazandırdı ve EBI’de ça-
Bana direkt olarak herhangi bir öneri gelmedi. Yurtdışında
Cidde görevinde iken, çalışma sisteminin değişeceği haberini aldım; haftalık vardiya sisteminin gelmesi sözkonusuydu.
Bu benim pek sıcak bakamayacağım bir durumdu. Gerçekten de Cidde görevi bitip İstanbul’a döndüğümde, kendimi
bir anda birer haftalık vardiya sisteminin içinde buldum. Yeni
evlenmiştim ve eşim çalışıyordu. Bu yüzden vardiya sistemi bizi zorluyordu. Bir gün Uçak Elektrik Atölyesi’nde bir
ilan gördüm. Teknik Eğitim Departmanı’na, gerekli koşullara
sahip bir personel aranıyordu. Bu ilana başvurdum ve eğitim maceram bu şekilde başladı. THY’de uzun yıllar teknik
öğretmen ve teknik eğitim şefi olarak görev yaptım; pek
çok yeni meslektaşıma bildiklerimi aktardım.
THY ailesinden 2006 yılında emekli oldunuz. Ama havacılık pek çoğumuzda olduğu gibi sizin için de vazgeçilmez oldu sanırım. Şu anda MNG Teknik Eğitim
Departmanı’nda eğitmenlik görevinize devam etmektesiniz. Nasıl bir duygu emekli olup da bu işten vazgeçememek?
THY ailesinden, en verimli dönemimde, 2006 yılının şubat ayında emekli olmak zorunda kaldım. Fakat taşlar yerli yerine öyle
güzel oturdu ki tam bu sıralarda MNG, teknik eğitim departmanını kurdu ve MNG’de işe başladım. Ben bu işi halen aynı heyecan ve disiplinle yapıyorum. Bu işi MNG’de yapıyor olmaktan
da son derece mutluyum. Yurtdışında ve yurtiçinde eğitimler
veriyorum; nasipse çalışma hayatımı MNG’de sonlandıracağım.
Yazlığınızda bahçe işleri ve balık tutma vb. uğraşlarla
ilgileniyorsunuz. Sanırım bunlar bütün yorgunluğunuzu alıyor.
Kuzey Ege, Çandarlı’da bahçeli, mütevazı bir evim var. Sabah
erkenden kalkıp bahçeden taze sebze-meyve toplamak, çimleri
sulamak ve biçmek zevk alarak yaptığım şeyler. Ayrıca balık da
tutuyorum; daha ne olsun!
Yazlığınız İstanbul dışında. Ben Türkiye’de, Ege Bölgesi’ni
daha çok seviyorum. Siz de Ege hayranı mısınız?
Evet, Ege benim vazgeçilmezlerim arasında. Ancak Ege’nin
kuzeyinde iklim, güneyine göre farklı. Güney kavrulurken
Çandarlı’da her zaman, doğal klima görevi gören tatlı bir rüz-
gar vardır. Ayrıca koyu mavi deniz, çoğu zaman serindir ama
pırıl pırıldır.
Teknisyenlik ve eğitmenlik hayatınız boyunca üstlendiğiniz görevler arasında, en çok hangisini kendinize
yakın buldunuz?
Bu soruya şöyle cevap vereyim; ben teknisyenlik hayatımda da bildiklerimi arkadaşlarıma aktarır ve onları bilgilendirirdim. Eğitmen olduktan sonra iş tarifiniz değişiyor; asıl işiniz
eğitmenlik oluyor. Bilgi aktarırken daha donanımlı ve teknik
olma zorunluluğu başlıyor.
Eğitmenlik yaparken mi, teknisyenlik yaparken mi
kendinizi daha çok geliştirdiniz?
Bana göre teknisyenliğin bir sonraki kademesi eğitmenliktir. Böyle olunca kendinizi daha fazla geliştirmek zorundasınız;
konuya daha fazla hakim olmak, farklı bakış açıları geliştirmek
ve eğitimle ilgili gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor.
Özetleyecek olursak “nasıl” ve “neden” sorularını cevaplayabilmek gerekiyor. Eğitimcilikte kendinizi daha fazla geliştirirsiniz
ama hiçbir zaman tamam diyemezsiniz; sürekli gelişim esastır.
Teknisyenlik sürecinde yaşamış olduğunuz ilginç bir
olayı bizimle paylaşır mısınız?
B727 uçağının birinde çalışıyorduk ve o zamanlar. Şimdiki gibi
telsiz bolluğu yoktu; bağırarak iletişim kuruyorduk. Arkadaş
kokpitte, ben de aşağıdaydım. Üzerinde çalıştığımız arızada, iniş takım kolunun (landing gear lever) pozisyonu önemliydi. Arkadaşa bağırdım, iniş takım kolu nerede, diye. Verdiği
cevap şöyleydi: “Kokpitte”. O zaman bayağı güldük tabii.
Hızla gelişen teknolojiyle birlikte eğitimde, havacılık
sektöründe de iyi seviyelere gelindi. Teknisyen kökenli bir eğitmen olarak sizce eğitim alanında, daha
başka neler yapılabilir?
Eğitimde teknolojiyi en ileri düzeyde kullanmak gerektiğini
düşünüyorum. Mesela şu anda bildiğim kadarıyla THY, MFTD
(Maintenance Flight Training Device) 3D desteğini kullanıyor.
Buna benzer yeni nesil teknolojileri kullanmak gerekiyor ve
bence en önemlisi, eğitimi geri hizmet olarak görmemek.
Eğitime yapılan yatırımı boş bir yatırım olarak algılamamak
gerekiyor.
Bize değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür etmeden
önce bu mesleğe gönül vermiş biri olarak bizlere iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Yıllar sonra böyle bir söyleşi için aranmak benim için gerçekten
çok önemli ve gurur verici. Daha önce de UTED yönetimleri
tarafından, az da olsa bu tarz söyleşiler yapılıyordu. Fakat gördüğüm kadarı ile sizler bu konuya daha bir önem veriyorsunuz. Sizlere şahsım adına teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca bize emeği
geçen ve bu meslekte buralara gelmemizde katkısı olan tüm
ustalarıma ve ağabeylerime buradan saygılarımı sunuyorum.
35
bİLİM
Son on yılın en
önemli bilimsel
devrimleri
NELER OLUYOR HAYATTA!
Geride bıraktığımız 10 yılın, insanlık tarihinin belki de en hızlı
bilimsel gelişmelerinin kaydedildiği bu bol türbülanslı çağın en
önemli keşif ve icatlarını sizler için derledik.
eknoloji, “doğanın zihni”ne uzanan bir insan
elidir. Bizim birer “icat” olarak selamladığımız her şey, gerçekte doğanın herhangi bir
özelliğinin geliştirilmiş bir imitasyonudur. Leonardo da Vinci, modern havacılık sektörünün artık sonsuz çeşitlilikte bir oyuncağa çevirdiği uçakların
ilk çizimlerini yaparken kuşlardan esinlenmişti. Tekerleği bulan atalarımızın da dağlardan yuvarlanan yumru biçimli kayalardan etkilendikleri düşünülüyor. Bu örnekler çoğaltılabilir.
İnsanoğlu, doğanın kimi zaman ustaca bir gizemle örttüğü
bazı yasalarını geliştirip kendi yaşamını kolaylaştıracak icatlara çeviriyor. Ve bu keşif ve icatlar, tıpkı üslü sayılar gibi baş
döndürücü bir hızla artıyor. Yüzyıllar içinde sağlanan teknik
ilerleme, günümüzde neredeyse birkaç günde gerçekleşiyor.
Bu ivme, artık durdurulamaz olan bu güç, insanlığı yepyeni
ufuklara taşıyor. Biz de sizler için geride bıraktığımız 10 yılın,
insanlık tarihinin belki de en hızlı bilimsel gelişmelerinin ya36
şandığı bu yüksek türbülanslı çağın en önemli keşif ve icatlarını derledik. İşte günümüze damgasını vuran ve yarının çok
daha büyük icatlarına yol veren, devrim niteliğindeki bilimsel
gelişmeler...
1. Büyük hadron çarpıştırıcısı
NEREDEN GELDİK NERELERE GİDECEZ!
İsviçre’nin Cenevre kentindeki bir yeraltı tünelinde “yüzyılın
en büyük deneyi” olarak kabul edilen bir araştırma gerçekleştiriliyor. 14 milyar yıl önce evrenin doğumuna yol açtığına
inanılan “Big Bang/Büyük Patlama” ortamının yaratılmasının
amaçlandığı deney sırasında, zıt yönlerde yol alan iki hadron
ışınının, yeterli hıza ve enerjiye ulaşınca çarpışmalarına izin
verildi. Bu deney sonunda aranan “higgs bozonu” yani “evrenin başlangıcı”nda var olduğu düşünülen “karanlık madde”nin
varlığı ispat edilebilirse hem gezegenimizin geçmişi hem de
geleceği açısından önümüzde olağanüstü ufuklar açılacak.
Belki de insanlık, kendini var eden yaşam koşullarını yeniden
oluşturabilecek. Geçen yıl ilk kez çalıştırılan atom çarpıştırıcısı teknik bir arıza yüzünden kapatıldı. Asıl büyük çarpıştırma ise gerekli hazırlıkların yapılmasının ardından 2013’te
gerçekleştirilecek. Ve belki de böylelikle, insanlık tarihinin en
kadim bilgilerinden birine ulaşılacak.
2. Kök hücrede devrim
TANRIM BENİ BAŞTAN YARAT
Kendilerini çoğaltarak doku ve organlarımızı meydana getiren, “üreme yeteneğine sahip” kök hücrelerle ilgili çalışmalara, özellikle dini çevrelerden önemli itirazlar geliyordu.
Ama Japon bilim adamı Şinya Yamanaka, kasım 2007’de, insan
embriyosu kullanmadan kök hücre üretilebileceğini kanıtladı ve gelecek için çok önemli bir kapıyı ardına kadar açtı.
Yamanaka, farelerden alınan deri hücreleri üzerinde genetik
oynama yaparak insan kök hücresine ulaştı. Vücuttaki 220
hücre tipinden herhangi birinin sayısız kopyasını oluşturma
yeteneğine sahip kök hücreler gibi davranmaya başlayan bu
“yapay” hücreler, başta kanser olmak üzere neredeyse tüm
hastalıkların tedavisinde ve yakın gelecekte, eksik organların
yeniden türetilmesinde bile kullanılabilecek. 3. Organ nakli ve düşünceyle çalışan protez
YENİ BİR KOL İSTER MİSİNİZ?
Türkiye’de de son derece yaygın ve başarılı örnekleri gerçekleştirilen organ naklinde son 10 yılda yaşanan gelişmeler,
tam kol ve bacak nakli de dahil olmak üzere, daha önce ancak “Frankenstein” gibi bilim kurgu filmlerinden gördüğümüz
türden olanaklar sağlıyor. Günümüzde bu tıbbi tekniğe, mekanik bilimi de sıradışı bir katkı sağlıyor: Beynin fizyolojisini
belirleme noktasında son on yılda atılan dev adımlar, bedensel
hareketlerin kontrolü sırasında beyinde oluşan “elektromanyetik akımları” da tespit etmemizi sağladı. Ve Kuzey Carolina
Üniversitesi’ne mensup bilginler, beyne yerleştirdikleri elektrotlar sayesinde hareket sağladılar. Nihayet 2009’da İtalyanlar,
kolunu trafik kazasında kaybetmiş bir insanın sinirlerine bağlı
mekanik bir kolu hareket ettirmesini sağladı. Uzuvlarını kaybetmiş veya felçli hastalar için ufukta umutlu bir gelecek var
artık.
4. Mars’ta su
KIZIL GEZEGEN’DE TARIM DÜŞÜ
Kızıl Gezegen Mars’ta su bulunduğu iddiası doğrulandı. NASA,
uzay aracı Phoenix’in, suyun varlığını kanıtlamakla kalmadığını,
37
bİLİM
teknikle bağlanılıyordu. Telefon hattınız daima açık ve
bilgisayarınız da modeme, bir kablo ile sürekli bağlı
olmalıydı. Ama bugün “Wi-Fi” adı verilen teknoloji
sayesinde artık evlerimizde, ofislerimizde, restoranlarda, kafelerde, şehirlerarası otobüslerde, alışveriş
merkezlerinde, vapurlarda ve hatta uçaklarda bile
internete kablosuz bağlanabiliyoruz. Bu, internetin
artık sınır tanımayan bir fenomen olması ve bünyesindeki geleceğe dönük yeni olanaklarla birlikte çok
daha yaygın kullanılması anlamına geliyor. “Wireles
fidelity (kablosuz bağlantı alanı)”nin kısaltması olan
Wi-Fi, deneysel olarak ilk kez 2000 yılının ocak ayında kullanıldı ve günümüzün en yaygın internet erişimi
yöntemi haline geldi.
i, nesneleri
ib
g
i
k
a
’d
r
e
t
Harry Pott n bir teknolojinin ica
e
il
ar
kılab
e laboratuv
görünmez
d
r
le
n
ü
g
u
ş
nu
edildiğini ve t aşamasında olduğu
tes
ortamında, ek ne dersiniz?
söyles
suya temas da ettiğini açıkladı. 2012’nin mayıs
ayından itibaren, Mars yüzeyini mekanik kolunu kürek gibi kullanarak inceleyen robotun,
gezegenin daha önce tahlil edilmemiş bölgesinde suyla karşılaştığı belirtildi. Bu, bir başka eski insanlık düşünün gerçekleşme eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Kızıl Gezegen’de suyun varlığı, daha ileri düzeyde yapılan
araştırmalar sayesinde, bu gezegende “koloniler kurarak”
yerleşmeye dönük Hollywood menşeli ütopyanın gerçek
olabileceği ümitlerini hiç olmadığı kadar yeşertti.
5. En hızlı elektrikli otomobil FAZLA OTOMOBİL ŞARJI OLAN VAR MI?
Gezegenimizin hem doğal bütünlüğünü hem de barış ve
huzurunu en çok tehdit eden konulardan biri de “enerji ihtiyacı” ve enerji kaynaklarının paylaşımına ilişkin sorunlar.
Sanayi Devrimi ve sonrasında yaygın olarak kullanılan ve
günümüzde mekanik cihazlar için bir tür “bağımlılık” oluşturan fosil yakıtların terk edilmesi, bu açıdan çok önem
taşıyor. İşte elektrikli otomobiller, bu sorunun gündelik yaşamdaki çözümü için önemli bir alternatif sunuyor. 2003
yılında lansmanı yapılan ve saatte 200 km sürate ulaşabilen
elektrikli otomobil Tesla Roadster’in motoru sadece 52 kg;
satış fiyatı ise 100 bin dolar!
38
8. Google
6. Görünmezlik pelerini
ÜSTÜNDE NE VAR?
Alışılmışın dışında optik özellikler taşıyan birtakım malzemeleri sentezleyen fizikçiler, ışığı yönetmenin ve yönlendirmenin yeni yöntemlerini keşfetti. Bilim insanları, çözünürlük
üzerindeki temel sınırları ve bildik fizik kurallarını aşan mercekler yarattı. Bu sıradışı gelişme, “insanlık denen çocuk”un
oyunlarındaki hayallerden birine “gerçekleşme fırsatı” sunuyor. İnsanoğlu, üstüne özel bir kıyafet giyerek ya da bir sıvı
sürerek “görünmez” olmayı uzun zamandır hayal ediyordu.
Askerî taktikler ve gündelik yaşam açısından istismara ve
tehlikeli sonuçlara yol açamaya müsait olan bu gelişme, Harry
Potter’daki gibi nesneleri görünmez kılabilen bir pelerini
mümkün kılacak. Günümüzde bu süreçte öyle bir noktaya
gelindi ki görünmezlik, laboratuvar ortamında başarıldı bile. 7. Wi-Fi teknolojisi
ELEKTRİK, SU, DOĞALGAZ VE İNTERNET
90’lı yıllarda internete, “dial-up modem” adı verilen ve “çevir sesi” denilen o cızırtılı melodisiyle akıllarda yer eden bir
HAZRETE BİR SORALIM BAKALIM
Arama motorları, internetin uçsuz bucaksız dünyasında istediğimiz bilgiyi bulmamıza yardımcı oluyor.
Devasa bir yığın oluşturan internet bilgisi denizinde
yüzerken kullandığımız bir tür pusula… İnternet
henüz çocukluk çağındayken birçok arama motoru
vardı. Ama Google’ın gelmesiyle işler tümüyle değişti. Diğerlerinden çok farklı ve etkili algoritmalar
kullanan Google sayesinde internetteki bilgiler daha
düzenli bir şekilde indekslenebildi. Böylelikle Google
hem son kullanıcı için sınırsız fırsatlar sundu hem de
yepyeni ekonomik modeller oluşturdu. Larry Page
ve Sergey Brin’in 1998’de kurduğu “Google” belli ki,
geleceğin insanının da vazgeçilmez başvuru kaynağı
olacak...
9. Sosyal medya
LIKE THIS TWEET
Facebook, Twitter, LinkedIn, Flickr gibi internet
platformları, insanlar arasında çığır açıcı yeni
bir ilişki biçimi geliştirmekle kalmadı. İnsanlar,
toplamına “sosyal medya” adı verilen bu platformlar sayesinde artık internetin pasif bir tüketicisi değil, aktif, iddialı birer içerik üreticisi haline
geldiler. Her kullanıcı artık kendi oluşturduğu içeriği
yaygınlaştırıyor ve bu sayede “arkadaş”, “izleyici”, “takipçi” gibi kitlelerle buluşuyor. Başta medya olmak
üzere geleneksel iletişim araç ve yöntemleri açısından da yeniden düzenleyici bir işleve sahip olan “sosyal medya”; evlilik, aile, din, ahlak gibi tarihsel kurum
ve ilişkilerin temelini oluşturan karşılıklı ve yüz yüze
iletişimin geleneksel tahtını sarsıyor; bu yapıların tümünü yeniden biçimlendiriyor.
39
teknİk
Yazı: Celal BATUR
u ayki yazımda havacılıkla alakalı, ilginç bir buluşu tanıtmak istedim: Turbo jet go-kart.
Turbo jet go-kart birçok ülkede amatör olarak çeşitli tiplerde tasarlanarak, itki gücünün ilginç bir tasarımla bütünleşmesi sonucu ortaya çıkmış bir projedir. Projenin en
değerli komponenti, kullanılmış veya sıfır bir kamyonet
turbosudur. Bildiğimiz üzere araç turbolarının çalışma
prensibi, emme manifold’una basınçlı hava göndermek ve egzoz manifoldu’ndan yanmış gazları hızlı bir şekilde tahliye
etmektir. Bu sistem ilginç bir teşbih ile bizlerin de yakından
bildiği gaz türbinli jet motorlarına çevrilme aşamasıdır.
Resimde gördüğünüz üzere turbonun air inlet kısmı ile egzoz kısmı arasına bir yanma odası inşa ediliyor. Bu yanma
odası basınçlarına göre çeşitli şekillerde tasarlanabiliyor.
Gelelim projenin ilginç olan diğer boyutuna; yakıt kaynağı
olarak mutfak tüpü yeterli olabiliyor.
İlk çalıştırmada, temel jet motoru çalıştırma prensibi refe40
rans alınarak elektrik motoru veya basınçlı hava kullanılarak
“air start” yapılıyor. Inlet kısmındaki bölgeye yüksek basınçlı hava gönderilerek ilk hareket veriliyor. Yanma için yeterli
olacak kadar devire ulaşılınca ateşleme devresi ateşlenerek
yakıt gönderiliyor ve jet start gerçekleşmiş oluyor.
Bu proje basit gibi görünse de hesaplamaların iyi yapılması
gerekiyor. En önemli konu yanma odasının çapı, giren havanın
miktarı ve turbonun soğutulması. Aksi halde faciaya yol açabileceğini düşünüyorum.
Esen kalın.
portre
Hiç eskimeyen bir yeni:
O belki de Türk sinemasının en zengin karakter koleksiyonuna
sahip. Büyük bir istikrar ve başarıyla canlandırdığı o
tiplemeler de en az kendisi kadar ölümsüz. Kim bilir, farklı
farklı insanlardan oluşan bu zengin koleksiyonuna
önümüzdeki yıllarda daha neler neler ekleyecek!
azı kişilerle ilgili portre yazmak zordur...
Ve kimi zaman, işi zorlaştıran, “yazacak bir
şey bulamamak” değildir. Tersine, bazen yazacak o kadar çok şey vardır ki, bir kısa biyografiye,
bir portre denemesine konu olabilecek onca yaşantı,
deneyim, başarı öyküsü, anekdot, anı vs. çağlayanının içinden, sizi sınırlayan çerçeveye (sayfa sayısı, uzunluğu vs...) tıkıştıracak kadarını seçip ayırmak, yani bir bakıma, pek çok
önemli ayrıntıdan vazgeçmek zorunda kalırsınız.
İşte bizim bu yazıyla kısa bir portresini aktarma iddiasında
bulunduğumuz ve yukarıda anlattığımıza benzer bir zorlukla
karşılaşmamıza neden olan kişi Şener Şen. “Gülen Gözler”
filmindeki çılgın, sakar ve bir o kadar da aşık pilot Vecihi’den
mi başlasak yazmaya, “Hababam Sınıfı”ndaki Badi Ekrem’den
mi? Kimileri için Şener Şen, “Kibar Feyzo”nun Maho Ağa’sıdır,
kimileri için “Züğürt Ağa”... Devam edelim; “Sultan” filmindeki peltek bakkal Bahtiyar, “Şabanoğlu Şaban”daki kumandan
Hüsamettin, “Tosun Paşa”daki sert kumandan Lütfü, “Çiçek
42
Abbas”taki Şakir, “Namuslu” filminin olağanüstü dürüst memuru Ali Rıza, yüreğimizi dağlayan “Eşkıya”daki Baran, “Gönül
Yarası”ndaki Nazım, “Av Mevsimi”ndeki Ferman…
Köy öğretmeninden köy ağasına!
Dedik ya, makalenin hacmi, yazanın elini kolunu bağlıyor bazen. Türkiye’de kaç oyuncuya nasip olmuştur; birbirinden
bağımsız ve birbirine dağlar kadar uzak onlarca karaktere hayat vermek, her birini yaşıyor gibi belleklere işlemek? Şener
Şen’in filmlerine, karakterlerine döneceğiz; ama öncelikle bir
“başkarakter” olarak Şener Şen’i; canlandırdığında izleyicinin
belleğine çıkmamacasına nakşettiği tipleri değil, bütün bu maceraya onu sürükleyen kendi öz varlığını anlatmak gerekiyor… O’nu sinemayla buluşturan hayat hikâyesini…
Şener Şen Adanalı bir ailenin çocuğu. 26 Aralık 1941’de
Adana’da dünyaya gelmiş “Şener bebek”… Babası Ali Şen de
Türk sinemasının önemli, unutulmaz isimlerinden biri. 1960
ve 70’li yılların Yeşilçam filmlerinde kimi zaman “kötü adam”
43
portre
kimi zaman “kalender yaşlı” olarak karşımıza çıkan
Ali Şen’in asıl mesleği marangozluk. Oyunculuğa geçişi de bu meslek sayesinde olmuş. Adana’da Halkevi
Tiyatrosu’nun dekorunu yaparken, önce tiyatro sahnesine adım atıyor, Baba Şen; ardından da Yeşilçam’a...
Oğlu Şener Şen de kelimenin tam anlamıyla “babasının
izinden” gidiyor. Ancak o farklı meslekten geçiş yapıyor
oyuncuğa. “Gönül Yarası” filmindeki gibi bir köy öğretmeni Şener Şen. Sonra sonra başlıyor tiyatro yapmaya
ve sahneye ilk kez 1959’da çıkıyor; tiyatro oyunlarında
rol alıyor. Ardından sinemaya geçmeye karar vererek
1963’te figüranlığa başlıyor. Beş yıl boyunca küçük rollerde oynuyor. Ta ki 1975 yılına kadar. 1975 onun için
gerçek bir dönüm noktası.
Bir dönüm noktası: “Badi Ekrem”
Yönetmen Ertem Eğilmez,Türk sinemasının en popüler,
en yaygın ve sonrasında en çok “taklit” edilen seri filmlerinden “Hababam Sınıfı”nda, neredeyse bu film kadar
popüler ve taklidi yapılan bir karakteri; sıradışı, beceriksiz ama bir o kadar da iddialı beden eğitimi öğretmeni “Badi Ekrem”i oynaması için Şener Şen’i düşündü.
Ve böylece; okula atanan kadın öğretmeni gördüğünde
tuğla kırmaya yeltenen, izci kampında bindiği at tarafından kaçırılan, bando eşliğinde uygun adım yürürken
ardından gelen koca sınıfı kaybeden, kırmızı eşofmanını
üstünden çıkarmayan ve başarıyla yaptığını iddia ettiği
hiçbir sportif aktiviteyi beceremeyen unutulmaz “antikahraman” Badi Ekrem doğmuş oldu. Bu filmde karşısında “İnek Şaban” yani bir başka büyük oyuncu Kemal
Sunal vardı.Türkiye, “İnek Şaban” ve “Badi Ekrem”i çok
sevmişti. Badi Ekrem ve Kemal Sunal’ın canlandırdığı saf,
taşralı, iyi niyetli adamın oluşturduğu kontrast, Türk sinemasının uzun süredir sahip olmadığı “komik ikili”nin
doğumuna yol açtı. Belki bu kadarını Ertem Eğilmez
bile hayal etmemişti... Bu ikilinin adını mizah filmlerinin
tepesine yazmak bir gelenek ve hatta neredeyse “başarının anahtarı” haline gelecekti. Yani “arkası” geldi...
“Süt Kardeşler” ve “Şabanoğlu Şaban”da Şener Şen,
“Kumandan Hüsamettin” rolündeydi. “Seni hiç sevmedim sütoğlan, babanı da sevmezdim” repliği 30 yılı aşkın
bir zaman önce söylenmiş olmasına karşın günümüze
kadar ulaşacak, hafızalarda yer edecekti. “Tosun Paşa”
filminde ise ihtilaflı “Yeşil Vadi”yi ele geçirmek isteyen
Seferoğulları’na karşı savaşan Tellioğulları ailesinin lideri
kumandan Lütfü’ydü. Canlandırdığı en güzel, en unutul-
44
maz rollerden biri olan sakar pilot Vecihi’yi 1977’de oynadı.
Münir Özkul, Adile Naşit, Ayşen Gruda ve Müjde Ar’la oynadığı bu filmde, “Peki öyle olsun” şarkısını seslendirdiği sahne
de Türk sinema izleyicisinin hafızasından uzun yıllar silinmedi.
Şen’in kariyerinin bir dönemindeyse “köy filmleri” vardı. “Kibar Feyzo”da acımasız köy ağasıydı, “Davaro”daysa kan davalısı olan köylüsü saf mı saf Memo’yu (Kemal Sunal) kandıran
bir üçkağıtçı... “Ne Olacak Şimdi” filminde karısını (Perran
Kutman) sürekli aldatan ve çocuğunun yüzüne tükürtülmesiyle “cezalandırılan” Şakir, “Sultan”da ise peltek ve korkak
bakkal Bahtiyar oldu.
Yeni bir Şener Şen
Üçkağıtçı, düzenbaz, uyanık, korkak, sinik ve işbirlikçi gibi,
çoğunlukla antikahraman karakterlere hayat veren Şener
Şen için 1984, bir diğer dönüm noktası oldu. Seyircinin şimdiye kadar onu tanıdığı ve sevdiği rollerden çok daha farklı
bir role soyundu. 80’ler Türkiye’sinin önemli bir tiplemesini
tersten hicveden “namuslu devlet memuru” Ali Rıza Bey’i
oynadı; personel maaşı taşırken saldırıya uğrayarak soyulan
ama çaldırdığı paranın miktarının yüksek olması nedeniyle
parayı kendisinin çalmadığına kimseyi inandıramayan iyicil
memuru… Namuslu Ali Rıza Bey, kimseyi “gerçek”e inandıramaz. Kendisini “namussuz bir hırsız” sanarak birdenbire,
ona daha önce hiç göstermedikleri kıymeti gösteren ailesi,
komşuları ve iş arkadaşları karşısında çaresizliğe kapılır. Ve
bir sinir krizinin ardından “namuslu mutemet” olmayı bırakıp,
“namussuzlar”ın dünyasına katılır. Şener Şen, daha önce can-
landırdığı komik, hareketli, uyanık tiplere, bu tiplerin karakterine tamamen zıt özelliklere sahip bu karakteri de başarıyla
oynar. Hayal kırıklığına uğramış “iyi insan”da görülebilecek
buhranları; bedeniyle, mimikleriyle, tonlamasıyla o kadar başarılı oynar ki,“Google”lamanın olmadığı o yıllarda neredeyse
Badi Ekrem’i bile unutturur.Ve sadece bir yıl sonra benzer bir
ruh derinliği isteyen “Züğürt Ağa” rolüyle çıkar beyaz cama.
Sokaklarda domates satan Güneydoğulu bir köy ağasıdır…
1986’da, piyangoda büyük ikramiyeyi tutturan istasyon şefi
Mesut (“Milyoner” filmi), 87’de ise tam bir İstanbul beyefendisi “Muhsin Bey” olarak çıkar karşımıza. Musikişinas Muhsin
Bey ve türkücü olmak isteyen Ali Nazik (Uğur Yücel)’in trajik
hikayesinin anlatıldığı film, Türk sinemasının en iyilerindendir.
Üçüncü faz ve yine Şen
1990’lardaysa Türkiye’nin karşısında başka bir Şener Şen vardı. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” filminde Haşmet
Asilkan isimli bir yönetmene hayat vererek aşk filmleri dönemi kapanınca gözden düşen bir yönetmenin trajik hikayesini
anlattı. 1996’daysa o bir “Eşkıya”ydı. Başrolünü Uğur Yücel’le
paylaştığı,Yavuz Turgul’un yönettiği filmde, Eşkıya Baran’ın hikayesini anlattı. Film, 2 milyon 568 bin 339 kişi tarafından izlenerek Türkiye sinema tarihinin o tarihe dek en yüksek gişe
yapan filmi oldu. Film hakkında “Bu filmde insanımızı, kendi
öz kişiliğimizi beyazperdeye aktarmaya çalıştık. Bizi anlatarak evrenselliğe ulaşma yolunu bulacağımızı sanıyoruz” diyen
Şen, sekiz yıl sonra gönül telini titreten bir başka filmle çıktı
karşımıza; “Gönül Yarası”...
hayatını köy okullarındaki öğrencilerine adamış öğretmen Nazım rolündeydi. Belki de o güne dek canlandırdıkları arasında kendisine en
yakın karakterdi bu. Ne de olsa bir
zamanlar kendisi de köy öğretmenliği yapmıştı. Filmde, Şen’in öğrencilerle bir arada göründüğü fotoğraflar da o dönemlerden kalma gerçek
fotoğraflardı. 2007’de kadim dostu
Yavuz Turgul’un yönettiği ve “nesli
tükenen bir kabadayı”yı anlattığı “Kabadayı” filminde,
Kenan İmirzalıoğlu’yla beraber oynadı. 2010’da çekilen
“Av Mevsimi” filmindeyse “avcı” olarak tanınan polis
Ferman’dı.
Giovanni Scognamillo’nun 2005’te yayımlanan “Bir Şener Şen Kitabı”nda, “Tiplemelerden mümkün olduğunca uzak, kendini her rolünde yenileyen, oyun tekniğini
geliştiren, her defasında sağlam karakterler çizen, inandırıcı oyunu ve dramatik tonlamaları ile ‘şablon’ dışında
kalma korkusu olmadan seyirciye kendini kabul ettiren
ve sevdirmeyi başarabilen bir oyuncu” olarak tanımlanıyor Şener Şen. O belki de Türk sinemasının en zengin
karakter koleksiyonuna sahip, ve o “tipler tayfı”nı bir
ucundan diğerine büyük istikrar ve başarıyla canlandırmış unutulmaz bir yetenek olarak hatırlanacak hep; kim
bilir, önümüzdeki yıllarda zengin koleksiyonuna neler
neler ekleyerek!
Tipler tayfı
Meltem Cumbul ve Timuçin Esen’le oynayan Şen, bu kez
45
havacılık
Yazı: İsmet İLHAN
THK Model Uçak Uğraşevi
Bakırköy Şubesi Sorumlusu
rc model uçaklarda
kumanda ve alıcılar
46
eğerli UTED okuyucuları öncelikle yeni yılınızı en
içten dileklerimle kutlar, siz değerli okuyuculara
tüm sevdiklerinizle birlikte sağlık ve mutluluk
dolu seneler dilerim. Sizlere bu sayıda yine birtakım teknik
bilgiler vereceğim. RC model uçaklarda olmazsa olmaz ekipmanlar olan radyo kumandaları, alıcılar ve bunlara ait ince
ayarlar hakkında bilgiler vereceğim. Öncelikle kumandamızı ve elektronik ekipmanlarımızı tanıyalım.
1. RC kumanda (transmitter) sistemi
2. RC kumanda alıcısı (receiver)
3. Servolar
4. Bağlantı kabloları (wires)
5. Açma-kapama anahtarı (switch harness)
6. Alıcı ve verici pili (battery)
yatay stabilizer’ı (elevatör) yani uçağınızın kuyruk kısmında
bulunan ikinci parçayı hareket ettirir. Yine bu sağ lövyede
sağa ve sola hareket verdiğinizde ise bu kez kanatlarda bulunan yardımcı parça kanatçık olan aileron’u hareket ettirmiş
olursunuz. RC kumandada sağ-sol lövyelerin yanında bulunan ufak tuşlar vardır. Bu tuşlara “trim (ince ayar) tuşu” denir.
Özellikle manüel vericiler kullanırsanız bu tuşlara daha fazla
ihtiyaç duyarsınız ama dijital vericilerde bu durum farklıdır.
Tüm servo ayarlarını en ince ayara getirdikten sonra bile,
saha içerisinde uçağı uçururken tekrar ince ayara ihtiyaç duyulursa o zaman bu tuşlar kullanılabilir. Ayrıca bu gelişmiş
vericiler, mix yapabilme özelliğine de sahiptir.
İleri teknolojiye sahip kumandaların bu iki hareket haricinde
de farklı fonksiyonları vardır. Örneğin bazı kumandalar 4, 6, 7,
8, 10, 12, 14 ve 18 kanala kadar çıkmaktadırlar. Eğer bir model
uçak uçuracaksanız en az 4 kanallı bir kumandaya sahip olmalısınız. RC model uçağa yeni başlayanlar 3 kanal kullanmaktadırlar. Fakat yine de dört kanallı kumanda edinmelisiniz. Bir
de bazı kumandalar (Park Flyer-Sadece elektrikli modelleri)
için üretilmiştir. Birçok RC kumanda için çekim mesafesi olarak en uzun mesafe (özel bir ekipman olmaması halinde) 600
metredir. Halbuki son teknoloji ile üretilen kumandalarda bu
durum farklıdır. Bu kumandaların hem sinyal mesafeleri daha
uzundur hem de her çeşit model uçağı (model uçak, model
planör, helikopter) aynı kumanda ile uçurabilirsiniz.
Eğer iyi bir model uçurmak ve model uçak uçurma konusunda ilerlemek istiyorsanız iyi bir RC kumandanız olması
gerekiyor. RC kumandaların özellikleri ve dijital kumandalar
için bir sonraki UTED sayısını beklemeniz gerekecek.
Günümüzde çok çeşitli RC kumandaları bulunmaktadır. Oysa
hepimizin birleştiği bir nokta var ki, bu da çeşitli kumandaların sistemleri yani çalışma özelliklerinin hemen hemen aynı
olduğudur. Gelişmiş bir RC kumanda birçok özelliğe sahip
olmasına rağmen; birçok kişinin tercih ettiği basit bir RC
cihazında da iki adet lövye bulunmaktadır. RC kumandadaki bu iki lövyenin işlevi, biz uçağa komut verdiğimiz zaman
istenen hareketin gerçekleşmesini sağlamaktır. RC kumanda
her zaman için verici, uçağınızın içinde bulunan diğer ekipman ise alıcı pozisyonundadır. Verici cihazınızda bulanan sol
löyve, gaz kolu hareketini ve dikey stabilizer vazifesini görür.
Bu kumandayı ileri veya geri hareket ettirdiğinizde gaz hızını ayarlarsınız. Eğer sol lövyeyi, sağa ya da sola oynatırsanız,
bu kez dikey stabilizer (rudder) hareket alır. Bu da uçağınızı
sağa veya sola döndürmenize yardımcı olur. Verici cihazının
sağ lövyesi ise şu yardımı sağlar: İleri-geri hareket ettirirseniz
47
teknİk
UÇAK BAKIMINDA 5S
Yazı: Fatih AYDEMİR
• YERLEŞTİR
(Seiton)
• DÜZENLE (Seiri)
• TEMİZ TUT
(Seison)
• STANDARDİZE ET
(Seiketsu)
• DEVAM ETTİR
(Shitsuke)
iş ortamında boşa harcanan
zamanı ve emeği azaltmak için
gerekli organizasyonel yaklaşımı sağlar. Yalın bakımın (lean)
ana elemanlarından biridir. 5S, ismini 5 Japonca kelimenin
baş harfinden alır. Bunlar; Seiri (düzenle), Seiton (yerleştir), Seison (temiz tut), Seiketsu (standardize et) ve Shitsuke
(devam ettir)’dir.
5S bütün organizasyon içerisinde değişik yerlerde kullanılabilir. Örneğin yönetim, hangar, komponent atölyeleri,
depolar ve üretim tesisleri, 5S sistematiğinin değişik faydalarını kullanabilirler. 5S sistematiğini uygulamaya başlayacağımızı düşünürsek ilk akla gelen soru şu olacaktır:
“Nereden başlayacağız?” İlk olarak bir plana ihtiyacımız
var ve bildiğiniz üzere, bütün planların bir amacı vardır. Genellikle amaç boşa harcanan zaman ve emeğin azaltılması48
nı hatta sıfırlanmasını hedefler. Her beş madde için gerekli
olan kuralları, bu plan ile belirlemeliyiz. 5S sisteminde uygulayacağımız her adım bizi hedefe biraz daha yaklaştırırken;
hedeflediğimiz faydayı da ölçmemizi sağlar.
Bunun yanı sıra tüm sürecin, beklenen neticeleri vermeyişindeki zorluklar araştırılmalıdır. 5S sürekli olarak uygulanan bir metot olduğu için önceki uygulamalardan elde
edilen kazanımlar ve deneyimlerin bir sonraki adım için esas
alınması gereklidir.
Şimdi sırayla 5S maddelerini kısaca tanıyalım.
• DÜZENLE (Seiri)
Düzenleme ile çalıştığımız çevrenin analizini yapmış olur
ve işimize yarayan ya da yaramayan materyalleri ayırmış
oluruz. İş alanımızdaki bütün alet ve malzemelerin ne
amaçla çevremizde olduğunu sorgular ve çok basit olan
şu iki soruya cevap veririz: “Bunlardan hangileri kalacak” ve
“Hangilerinin burada olmasına gerek yok”. 5S’nin bu ilk prensibi ile çalışma ortamımızın ve çevremizin düzenli olmasını
sağlamanın yanı sıra sadece ihtiyacımız olan materyalleri
elimizin altında tutarak zaman israfını da önlemiş oluruz. Bu
adımın doğru uygulanabilmesi için çalışma alanındaki her
bir kişiye söz hakkı verilmelidir. Aslında hepimiz düzenli bir
çalışma ortamında çalışmaktan zevk alırız. Öncelikle çalışanların desteğini almak, 5S sisteminin organizasyon içinde kök salmasını ve bir anlamda hayatta kalmasını sağlar.
• YERLEŞTİR (Seiton)
İş alanındaki her şey yeni 5S sistemi prensiplerine göre
organize edilmelidir. Her aletin, malzemenin, erişim sehpasının ve diğer ekipmanların durması gereken bir yeri olmalı
ve tüm bu malzemeler, ihtiyaç duyulduğunda sadece orada
bulunmalıdır. Bunlardan hangilerinin çalışma alanına daha
yakın, hangilerinin daha uzakta olacağına kullanım sıklığı
karar verir. Aynı zamanda benzer işleri yapan ekipman ve
aletin bir takım halinde gruplanması iyi neticeler verecektir.
Birçok parçadan oluşan takımlar için bir yerleşim şeması
hazırlanması da faydalı olabilir. Havacılıkta oluşması muhtemel birçok FOD (foreign object damage) hasarının önlenmesi, bu maddenin doğru uygulanmasına bağlıdır. Teknisyen
alet çantalarının yine aynı mantık ile düzenlenmesi sağlanırsa uçakta takım vb. madde unutulması da önlenmiş olur.
• TEMİZ TUT (Seison)
Sistemin görünen yüzünü bu madde oluşturur. Tekrar organize ettiğimiz ve düzenlediğimiz alanların temizlenmesi
ve boyanması ile bu adım tamamlanmış olur. Boyanabilecek
ekipmanların da belirli zamanlarda boyanması fayda sağlayacaktır. Yılların biriktirdiği toz ve diğer kirlerin temizliği
için çok basit bir yöntem olan su ve bir temizleyici madde
kullanılabilir. Yapılan araştırmalar, atölye ve hangar duvarlarının düzenli aralıklarla boyanmasının, üretim verimliliği
açısından çalışanlar üzerinde pozitif etki oluşturduğunu
göstermektedir.
• STANDARDİZE ET (Seiketsu)
Bu 5S adımına geçmeden önce diğer üç süreçte oldukça
fazla zaman ve efor harcamış olacağız. Bu çabaların boşa
gitmemesi, işgücünü yeni sisteme alıştırmak ve çalışanların desteğini sağlamak amacıyla, bu aşamaya gelindiğinde eğitim verilebilir. Çalışma ortamlarının ve atölyelerin
temiz tutulması için gerekli düzenlemeler, yeni yazılacak pro-
sedürler ve talimatlar ile sağlanabilir. 5S uygulamaları için
bir takım kurulmuşsa; plan yapılan iş alanındaki kişilerin
eğitimlerinin de aynı ekip tarafından verilmesi fayda sağlayacaktır. Eğer aynı iş birden fazla lokasyonda yapılıyorsa
bunların benzerlik ve standardizasyon açısından incelenmesi
gerekir. Bu sayede bir çalışan, ihtiyaç olması halinde normal
çalışma sahasından farklı bir lokasyonda da aynı performansı gösterecektir.
• DEVAM ETTİR (Shitsuke)
En sonunda 5S’nin dört temel başlığını uygulamış ve
sona gelmiş bulunuyoruz. Ama dikkat edin bu başlığı atlarsanız başladığınız yere dönmeniz kaçınılmazdır. Eğer
sistemin uygulanmasındaki kararlılık devam ettirilmezse 5S
uygulamalarının herhangi bir anlamı yoktur. Bu sistem sürekli uygulanması gereken bir sistemdir. 5S kültürünü şirket
kültürünün bir parçası haline getiremeyen organizasyonlar
için 5S denemeleri ve verimlilik artırma süreçleri birçok kez
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Mükemmeliyete giden yol
birçok defa tekrar ve sürekli iyileştirmeye bağlıdır. Başlangıçtaki planımızda, 5S kültürünün şirket içinde nasıl kök
salacağının ayrıntılı olarak incelenmesi ve desteklenmesi
gerekir.
5S ile ilgili ilginç bir gerçek de şudur: Bu sistem havacılık bakım sektörüne birebir uymaktadır. Akademik veriler ışığında başarılı olan firmalar incelendiğinde, yılların birikimi olan
şirket kültürü ve deneyimlerin bir anlamda, 5S modeli ile sistematik hale getirildiği ortaya çıkmaktadır. Hangar ve atölye
standartlarının geliştirilmesinde, kalite güvence sisteminin
iyileştirilmesinde, FOD kontrol prosedüründe, üretim planlama ve kontrol yaklaşımlarında, bakım kayıtları ve arşivleme işlemleri için 5S, mükemmel bir uygulama modelidir.
49
müzİk
ob Dylan yani gerçek adıyla Robert Allen Zimmerman... II. Dünya
Savaşı’nın ardından tüm dünyayı
müzikten sinemaya, her alanda etkileyecek olan bu dahi müzisyen,
24 Mayıs 1941’de, Minnesota’da,
göçmen bir Yahudi ailenin çocuğu
olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlarda
şiir yazmaya başlaması, farklı bir çocuk olduğunun
ilk göstergesiydi. Bu farklı çocuk yıllar sonra, efsane
şarkı sözleri ve tarzıyla tüm çağdaşlarından ayrılacak,
rock ve folk müziğin efsanelerinden biri olacaktı.
BİR DÜNYA OZANI:
Gitar ve mızıkayı
aynı anda çalabilen,
kökleri Kars’a uzanan
Yahudi bir Amerikalı,
savaş karşıtı şiirler
yazar ve folk
tarzında bestelerse
ne olur? Üstelik
bütün bunları 68
kuşağının Amerikan
karşıtı, muhalif ve
barışçıl ruhuyla
yaparsa? Elbette
Bob Dylan!
50
Yahudi kökenli, kökleri Trabzon’dan Kars’a ve oradan
da Odessa’ya uzanan, Amerikalı bir gençti. Üstelik
60’ların Amerika’sında, evi terk edip kendi kaderini çizmek için yollara düşecek kadar asi bir gençti.
Bu kendini keşfediş döneminde, var olma psikolojisi
içindeki bir genç olarak Dylan, hayatını kurmaya ve
aklındaki Bob Dylan’ı yaratmaya, ismini değiştirerek
başladı. Robert Zimmerman yani kendi koyduğu yeni
adıyla Bob Dylan, 18 yaşındayken ailesi ile yaşadığı kasabada, lise grubuyla ilk konserlerini verirken bugün
bulunduğu noktaya ulaşacağını tahmin etmiş miydi
acaba? İçinde bulunduğu sosyal çevre ve fiziki şartları
da göz önüne aldığımızda, Dylan’ın sanatsal ve politik
tavrının ne yönde olacağını tahmin etmek hiç de zor
değil. Neden Bob Dylan ismini seçtiği konusunda çeşitli rivayetler var. En güçlüsü ise adını, çok sevdiği bir
halk ozanı olan Galli şair Dylan Thomas’tan aldığı.
Bob Dylan’ın doğuş hikayesi New York’ta, 3. sınıf mekanlarda müzik yapmasıyla başlar. Bu izbe mekanlarda
kendini ispatlamaya, sesini duyurmaya çalışmaktadır.
Dylan’ın bu dönemi hem fiziksel hem de sanatsal açıdan “ergenlik” olarak değerlendirilebilir. İlk konserlerini bu dönemde verir. Zamanla New York’ta folk müzik sanatçısı olarak varlığını kanıtlar ve çeşitli sanatçılarla beraber sahne almaya başlar. Daha o dönemde,
geleceğin en önemli müzisyenlerinden biri olacağının
sinyallerini vererek dönemin müzik otoritelerinin
dikkatini çeker. Ve nihayetinde konserlerden edindiği özgüven ve çevre sayesinde Colombia Plak’tan ilk
stüdyo albümünü çıkarır. Bu albümün getirdiği şöhret
ve çevre, dönemin entelektüel bohemlerinin yaşadığı
Greenwich Willage’da çalmaya başlamasını sağlar. Burada çalarak dünya starlığına doğru ilk adımı atacaktır.
Dünyayı saran fırtına: 68 ruhu
Dylan artık “beat” akımıyla ve Pete Seeger, Allen Ginsberg ve James Baldwin’le tanışmıştır. Bu üçlüyle tanışması Dylan’ın hayatı için bir dönüm noktasıdır. Dünyaca
ünlü bir folk yıldızı olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Dylan artık Pete Seeger’ın da desteğiyle folk festivalle-
rinde boy göstermeye başlamış, kariyerinin en önemli
albümlerinden birini de bu dönemde çıkarmıştır. Özellikle bu albümdeki “Blowin’in the Wind” parçası, dönemin siyasal ve sosyal bağlamına karşılık gelen felsefesiyle
çok büyük ilgi uyandırmıştır. Bu şarkı dönemin dünyaca
ünlü sanatçıları Duke Ellington, Bobby Darin, Elvis Presley ve Stevie Wonder gibi efsane isimler tarafından da
seslendirilince ünü daha da artmıştır genç, hippi müzisyen Dylan’ın. Bu şarkı aynı zamanda tüm dünyanın,
Dylan’ın muhalif, savaş karşıtı bir sanatçı olduğunu anla-
51
müzİk
masını sağlamış, hayatımıza ve dünya müzik tarihine aykırı bir
isim daha kazandırmıştır.
Dylan’ın müzik hayatının ikinci dönüm noktası ise İngiltere turnesi olur. Bu turne onun ABD’ye, gerçek bir dünya starı olarak
dönmesini sağlamıştır. Dylan artık çizgisini ve duruşunu netleştirmiş; ne yaptığını, ne istediğini, nereye gideceğini bilen bir
sanatçıdır. O artık bir folk müzik sanatçısı olmaktan öte, dünyayı kasıp kavuran meşhur 68 ruhunun dünyaca ünlü protest
ismidir.
Modern zamanların ozanı
Dylan’ın kişiliğini anlamamız onun müziğini de anlamamızı sağlar düşüncesiyle karakterine dair birtakım bilgiler de verelim.
O her şeyden önce çok ciddi bir adamdı. Zaten bu müziği, bu
duyguyu, bu sözleri ciddiyet olmadan üretebilmek mümkün
değil. Ciddiyetin Dylan’ın hayatında ne kadar önemli olduğunu
anlamak için kendisine kulak verelim:“Kabul etmek lazım.Yaptığın şeyi ya ciddiye alıyorsundur ya da almıyorsundur. Bu ikisini
birbirine karıştıramazsın.” Verdiği bir demeçte tam olarak böyle söylemişti Dylan. Böyle düşünen bir adam için sorgulamak,
memnun olmamak ve daha iyisi ve yenisi için uğraşmak çok
doğal ve yadsınamaz bir durumdu; hele ki sözkonusu müzikse...
Dylan kolay memnun olmayan, yenilikçi bir müzisyendi; hep bir
arayış içindeydi. Her adımda kendini yeniler ve denenmemiş
müzik tarzlarını kullanmaktan çekinmezdi. Pek çok eleştirmene göre onu özgün kılan şey de buydu. Bu özgün duruşu,
zaman zaman tepki almasına yol açmış olsa da, o müziğini
yenilemekten hiç vazgeçmedi. Tepkilerden çekinmeden bildiğini yapması onu hep daha ileri taşıdı. Bazı kesimlerce “The
Beatles” ve “The Rolling Stones” özentisi olmakla suçlansa
da, yıllar içinde gerek besteleri gerek şarkı sözleriyle ne kadar özgün olduğunu kanıtladı. Aslında gerçek şu ki, özentisi
olduğu iddia edilen grupların hiçbiri Vietnam Savaşı’nı, Soğuk
Savaş’ı ya da ırkçılığı Dylan’dan daha fazla yaşamamış, hissetmemiş ve haykırmamıştı. Dylan, tarzını tamamiyle Amerikan
country müziğinden ve rock’n roll’dan alıyor; bu müzik türlerini kendi üslubuyla harmanlayarak yeni bir tarz geliştiriyordu.
Dylan tek başına bir şarkıcı, besteci ya da şair olarak değerlendirilemeyecek bir sanatçıydı; o bir “ozan”dı.
Şarkı sözlerindeki dolambaçsız ve sade anlatım, kelime tasarrufu ve özenli ifade seçimiyle, dinleyicisini düşünsel bir yaklaşıma itiyordu. Onu anlamak için toplumbilim, tarih, siyaset,
müzik bilgisi ve de en önemlisi dünyaya ve insana duyarlı olmak gerekiyordu. Dylan bir metafor adamıydı. Aslında tarzı
bile başlı başına iki muhalif kavramdan oluşuyordu; metafor
ve sadelik.
Yunus Emre gibi...
Dylan içerik olarak klişeleri kırdığı gibi, söyleyiş olarak da çağdaşlarını reddetmiştir. Gitarla aynı anda mızıka çalarak özgün
bir stil yakalamıştır. Dylan şarkıları oldukça yalındır. Çoğunlukla sevgi, sevgili, arkadaşlık, dünya, savaş ve barışla ilgilidir ve
52
beş dakİka ara
en önemlisi de kendi kendine yapılmış bir sohbet havasındadır.
Dylan şarkıları, topyekûn ele alınması gereken bir bütünsellik
taşır. Bob Dylan denince herkesin aklına gelen bazı şarkılar vardır ve bu şarkılar nesilden nesile hep aynı anlamları taşımış ve
dinleyen herkese benzer hisler yaşatmıştır. Tıpkı Shakespeare,
Homer ya da Yunus Emre gibi... İşte Dylan tam da bu nedenle
bir ozan olarak değerlendirilmelidir. Peki hangi şarkılardır bunlar? Aslında liste biraz uzun ama en popüler olanlarından bazılarını hatırlatalım: “Knockin’ on Heaven’s Door”, “Blowin’ in
the Wind”, “Mr. Tambourine Man”, “Like A Rolling Stone”, “It’s
All Over Now, Baby Blue”, “The Times They Are a-Changin”, “I
Want You”, “One More Cup of Coffee”...
Dylan bunca beste, şiir ve şarkı sözüne imza attığı ömrüne üç
serilik bir de kitap sığdırmıştır. Bu kitabında, 40 yıllık kariyerini
anlatır üstat bizlere. Hakkında pek çok belgesel ve film yapılmış, üzerine sayısız kitap yazılmış olan Dylan’ı daha iyi tanımak,
hayatını ayrıntılarıyla öğrenmek isteyenler için Scorsese’in “No
Direction Home: Bob Dylan/Eve Dönüş Yok: Bob Dylan” belgeselini önerebiliriz.
Bob Dylan yarım asrı aşmış kariyerinde 40’tan fazla albüme imza
atmış, 20. yy.a damgasını vuran birçok parça yapmış, yaşayan bir
efsane olarak hayatlarımıza girmiştir. Bu yazı, dünya müzik tarihine adını,“gelmiş geçmiş en büyük folk müzik sanatçısı” olarak
altın harflerle yazdıran Dylan’a bir saygı duruşu olsun.
k
a
m
k
a
b
n
e
d
n
ü
z
ö
g
n
ı
r
a
l
a
b
a
r
a
’lere,
0
7
e
v
e
r
e
l
’
0
2
9
1
er yaştan, her kesimden insanın gezip
görmekten keyif duyacağı bir müze, Ural
Ataman Klasik Otomobil Müzesi. Sanayici ve işadamı Ural Ataman’ın, çoğunlukla
klasik Amerikan otomobillerinden oluşan koleksiyonunun
sergilendiği müzede ayrıca savaş araçları, itfaiye arabaları ve
kamyonlar da yer alıyor. Müzede bu parçaların dışında 11
motosiklet, 18 benzin pompası, 450 adetlik jant kapağı koleksiyonu, 1300 adetlik maket otomobil koleksiyonu, 1970’li yıllara ait 76 adetlik neon ışık koleksiyonu ve kilometre saatleri
koleksiyonu da sergileniyor. 1920’lerden 70’ler, bu dönemde
üretilmiş araçlar sayesinde olağanüstü bir estetik ve özenle
anlatılıyor. Müze sadece araba tutkunlarının değil, 20’lerden
70’lere kadarki Amerikan ve otomobil sanayisi tarihini merak
edenlerin de, keşfetmesi gereken bir yer.
Müze binası yaklaşık 2 bin m2’lik bir arsa üzerine kurulu.
Arabaların kendi döneminin güzelliğini hissettirecek şekilde
sergileniyor olması, müzenin ne kadar özenle kurulduğunu
gösteriyor. Amerikan otomobillerinin bulunduğu bölüm, tamamen dönemin Amerikan tarzına, Avrupa otomobillerinin
görülebileceği alan ise dönemin Avrupa mimarisine göre
düzenlenmiş. Müze son derece profesyonel bir şekilde kurulmuş; yeni araçların eklenebileceği de düşünülerek boş bir
alan dahi ayrılmış.
labilir durumda. Büyük bir özveri gerektiren bu hayata döndürme süreci sayesinde müze pek çok orijinal parçaya sahip
olmuş. Müzede her şey düşünülmüş; yok yok. Ziyaretçilerin
beğenisini kazanan bu olağanüstü arabalara ilişkin her türlü
süs eşyasını, şapka ve saat gibi aksesuarları satın alınabileceği
bir hediye mağazası dahi var. Ayrıca eğer böyle bir mekanda
düğün, kokteyl, yılbaşı partisi, doğum günü, nişan, bayi toplantısı gibi organizasyonlar yapmak isterseniz, müzenin kapısı
tüm misafirlerinize açık. Cumartesi günleri 11.00-18.00 saatleri arasında gezilebilen müze, emin olun ki sizi nostaljik bir
yolculuğa çıkaracak.
Otomobillerin hepsi çalışır vaziyette
Bakımsız ve özensiz koşullardaki yerlerinden kullanılamayacak halde alınıp yenilenen bu arabaların her biri şu an kullanı53
hobİ
disine çekiyor. Beyazın kör uçsuzluğunda, kayakların üzerinde
tepelerden aşağıya doğru yol almak, tarifi güç bir özgürlük duygusuyla dolduruyor içinizi. Tüm dünya ardınızda kalıyor sanki.
Önünüzde ise sadece o büyük kar denizi. Bir de kulagınızda hoş
bir melodi varsa...
ÖNEMLİ KAYAK MERKEZLERİMİZ
ULUDAĞ
Ülkemizin en eski kayak merkezi. 1961’den bu yana Milli Park.
Alp ve Kuzey disiplinlerinin yanı sıra helikopterli kayak için de
uygun. 3000’in üzerinde yatak kapasitesiyle uzun yıllar Türkiye’de
kayakçılığın ihtiyaçlarına tek başına karşılık verdi. Bursa merkezine 40 dakika mesafede. Zirvesi 2543 metre. Snowboard, big
foot, buz pateni ve kar motosikleti faaliyetleri mevcut. Ayrıca
yaz aylarında treking ve kampçılık için elverişli.
KARTALKAYA
Köroğlu Dağları üzerinde. Alp kayağı, kayaklı koşu (crosscountry) için uygun. Yatak kapasitesi 1000’in üzerinde. Uludağ
gibi, çok sayıda sosyal mekana sahip. Kayak alanı 1850-2200
metre yükseklikleri arasında. Bolu’nun merkezine 54 kilometre
(yaklaşık 45 dakika) mesafede. Yörenin iklimi yarı ılıman. Aralık
sonu ve Mart başı, kayak için en uygun dönemler.
SARIKAMIŞ
Kars, Sarıkamış ilçe merkezinin güneydoğusunda. Kar kalitesi ile
dikkat çekici. Ayrıca, sarıçam ormanları içinde, büyüleyici manzaralara sahip. 2634 metre yükseklikteki Çamurlu Dağı’da Kars
Havaalanı’na 50 kilometre mesafede.Alp ve Kuzey disiplinleri ile
Tur kayağı açısından elverişli.Aralık sonu ve Mart başı, kayak için
en uygun dönemler.
Dağ ile, kar ile oynanan oyunun adı, kayak. Bedene hakimiyet,
konsantrasyon VE doğru malzeme seçimi, bu sporun olmazsa olmazları...
ar, en sınır tanımaz ressamıdır
doğanın. Bulutlar, beyaz tozlarını dökmeye başladıklarında önce
yükseklerin çehresi değişir... Sonra bütün bir mevsim, beyaza çalar. Ve karlar
adım adım “aşağılara” indikçe, aşağıdakiler de adım adım “yukarılara” doğru
yola koyulur. Kar, bazıları için her
şeyden önce kayak demektir.
Pek çok doğa sporu gibi kayak da
insanın doğa ile kavgasından, ona hakim olma çabasından doğuyor.Ve doğadan gelen tüm sporlar gibi, kökleri çok öncelere
dayanıyor. Norveç’teki 4500-5000 yıllık mağara resimleri bunu
kanıtlıyor. Nitekim günümüzde pek çok dilde karda yapılan kayağı anlatmak için kullanılan sözcükler, eski Norveççedeki “saa”
ve “suk” (bugünkü Norveççe: Shee) sözcüklerine dayandırılıyor. Kayağın bir başka kaynağı olarak ise İran gösteriliyor. M. Ö.
2000’li yıllarda İran’da ilk kayak izlerine rastlanıyor.
54
ERCİYES
Kayseri’nin 25 km güneyinde. Kent merkezine 30 dakika mesafede. Yılın her mevsiminde karla örtülü ancak kayak için 20
Kasım-20 Nisan tarihleri uygun. Genellikle toz tipi kara sahip.
Kar kalınlığı kış aylarında ortalama 2 metre. Kayak alanı 2200-
3100 metre arasında. 4 devlet konuk evinin yanı sıra bir de
otel mevcut. Konaklama mekanlarında sosyal mekanlar da var.
Dağcılık sporu açısından da önemli bir merkez.
PALANDÖKEN
Erzurum’un güneyinde. Zirvesi 3185 metre. Erzurum’un merkezine 5 km, havaalanına 10 dakika mesafede. 150 gün kar altında. 10 Aralık-10 Mayıs tarihleri kayak için uygun. Ka-yak alanı
2200-3176 metre aralarında. Slalom ve büyük slalom için 2 adet
tescilli pisti mevcut. Konaklama ve sosyal mekan imkanları gelişmiş. Günde 30 binin kişinin yararlanabileceği bir kapasiteye
sahip.
SAKLI KENT
Türkiye’de aynı günde iki mevsimin yaşanabildiği ender yerlerden. Antalya’ya 50 kilometre mesafede, Bakırlı Dağı’nda. Dağın
yüksekliği 2747 metre. Kayak alanı 2000-2300 metre.
Birkaç ipucu
Büyük kayaklar daha fazla denge sağlar
Yüksek hızlar için ideal olan, büyük slalom kayakları olarak
bilinir.Ancak kayak teknolojisinin gelişmesiyle ortaya çıkan farklı
biçimlerdeki kayaklar bu boyutların küçülmesini sağlamıştır.
Böylelikle, boyunuzdan sadece 10-15 cm daha uzun kayakları
kullanmak mümkün hale gelmiştir. Yeni başlayanların dönüşlere
alışmaları ve daha düşük süratlerde kaymaları için boyları ile
eşit kayaklar kullanmaları tavsiye edilir. Ayrıca yeni başlayanlara
ani hareketlerden kaçınmaları önerilir. Düşmek, profesyoneller
dahil, herkesin başına gelen bir durumdur. Ancak önemli
olan düşüşü kontrollü hale getirebilmektir. Bu, özellikle fazla
eğimli ve buzlu bölgelerde daha büyük önem taşır. Yana doğru
düşmemeye çalışın.Yüksek hızla kara çarparsanız yuvarlanmaya
çalışın. Durmak için batonlarınızı kara saplamayın. Bunun yerine
ayaklarınızı öne doğru uzatın.
Modern anlamda kayağın kökeninde de yine Norveç’in adını anmak gerekiyor. “Modern kayağın babası” sıfatı, çoklukla
Norveç’in Telemark bölgesinden Sondre Norheim’a ait. 19.
yüzyılda Norheim, kayakları kayak botlarına bağlayarak kullanıcının yokuşlardan inerken dönüş yapmasına olanak sağladı.
Mucidin kendisi tarafından bulunan Slalom ismi, en yaygın kayak disiplinlerinden biri. Bugün kayak türleri, bağlama farklarına göre ayrılıyor. Örneğin Avusturyalı Matthias Zdarski’nin bu
bağları güçlendirmesi, Alp disiplininin ortaya çıkmasına neden
olan gelişme olarak kabul ediliyor. Yine Avusturyalı Hannes
Schneider’ın geliştirdiği vücut hareketleri tekniği ise (Arlberg
tekniği) kayağın dünya çapında yaygınlaşmasını sağlayan faktörlerin başında sayılıyor.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve Uluslararası Kayak
Federasyonu (FIS) bugün çok sayıda kayak disiplinini resmi birer tür olarak tanıyor. Kış Olimpiyatları, kayakseverlerin en
çok ilgisini çeken organizasyon. Ancak kayak, profesyonellerin
dışında da çok sayıda insanı aktif birer katılımcı olarak ken55
tarİH
Yazı: Dr. Handan DİKER
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
[email protected]
Birinci İnönü Savaşı
ve Önemi
urtuluş Savaşımızın Batı cephesinde yer alan ilk
savaşıdır. Yunan ordusuna karşı verilen ve ilk kez
düzenli bir ordu ile yapılan bu savaşta Türk ordusu galip gelmiş ve büyük bir başarı elde etmiştir. Aslında bir tarih vermek gerekirse 15 Mayıs
1919’da, İzmir’i işgal etmeleri üzerine bizim de
Yunanlılarla savaşımız başlamıştır diyebiliriz.
6 Ocak 1921 tarihinde, Yunanlıların Eskişehir ve
Afyon yönünde ilerlemeleri ile savaş başlamıştır. 9 Ocak 1921’de ise düşman İnönü denilen
mevkiine gelmiştir. Batı Cephesi komutanı İsmet İnönü’dür. İsmet bey bu savaşta kuvvetlerimizin büyük bir kısmını İnönü cephesine sevk
56
Ocak 1921 gecesi Yunanlılar, yenilerek geri çekildiler. Bu savaşın sonunda Yunan ordusunu yenilgiye uğratan Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü tuğgeneralliğe yükseltildi.
Büyük bir başarı elde etti. Savaşın kazanılması, Türk Milleti
açısından büyük bir moral ve sevinç kaynağı oldu.
Gerçekten de Türk ordusu açısından büyük bir kahramanlıktır bu savaşın kazanılması. Hiçbir şeyin olmadığı, her şeyin yoktan var edildiği bir dönemde savaş kazanmak bizim
açımızdan çok önemli bir başarıdır. Nitekim Mustafa Kemal,
TBMM gizli zabıtlarında şöyle demiştir: “Ben ilkin bu işe
başlarken, akıllı ve düşünür arkadaşlarım bana sordular;
yahu paramız var mıdır? Yoktur, yoktur, dedim. Ne yapacaksın,
dediler. Ordu olacak ve ulus bağımsızlığını kurtaracaktır,
dedim. Bu nedenle hepsi oldu ve daha da olacaktır.”
Birinci İnönü Savaşı’ndaki başarı üzerine İtilaf Devletleri, Sevr Barış Antlaşması’nı yeniden gözden geçirmek amacı ile 21 Şubat 1921’de, Londra’da uluslararası bir
konferans topladılar. Sadrazam Tevfik Paşa’yı da konferansa
davet ettiler. Mustafa Kemal bu durum üzerine konferansa
Tevfik Paşa Hükümeti’nin yanı sıra Ankara Hükümeti’ni de
çağırmaları gerektiğini hatırlattı. Sonuçta İtilaf Devletleri,
Ankara Hükümeti’ne de bir çağrı yaparak konferansa davet
etti. Bu konferansa Tevfik Paşa ile birlikte Ankara Hükümeti
adına Bekir Sami Bey başkanlığında bir kurul da katılmıştır. Tevfik Paşa konferansın açıldığı ilk gün bir konuşma
yapmış ve “Türk ulusunun gerçek temsilcisi TBMM’nin baş
delegesidir” diyerek sözü Bekir Sami Bey’e bırakmıştır. 12
Mart 1921 tarihine kadar devam eden Londra Konferansı’nda,
olumlu hiçbir sonuç alınamamıştır. Ancak konferansın önemi büyüktür. Çünkü Ankara Hükümeti, böyle uluslararası
platformda yapılan bir toplantıya davetli olarak katılmış yani
uluslararası alanda resmen tanınmıştır. Bu nedenle son derecede önemli bir başarıdır. Savaşın bir diğer sonucu da
Moskova Antlaşması olmuştur. Sovyet Rusya ile imzalanan
bu antlaşma ile Batı’da kazandığımız başarı Doğu’da da
ses getirmiştir. Sovyetler yeni Türk devletini bu antlaşma
ile resmen tanımış, ilişkilerimizde yeni ve mutlu diyebileceğimiz bir dönemin açılmasına olanak sağlanmıştır. Görüyoruz ki Birinci İnönü Savaşı, Türk ordusunun büyük bir
zaferidir. Unutulmaması gereken önemli bir tarihtir.
(6-11 Ocak 1921)
etmiştir. Diğer yerlerde ise küçük birlikler bırakmıştır.
Yunan kuvvetleri hem Türk ordusunun 3 katı hem de dönemin en yetkin silahları ile donatılmış idi. Öte yandan Türk
ordusu daha yeni kurulmakta olan bir ordu idi. Ancak 10
57
Hİpotalamus
Yazı: M. Rüzgar Yılmaz
“Test sonuçları normal değerlerinde değil. Başarsızlık
beni içten içe tehdit eden korkulara sevk ediyor. Derinlere
inmeden önce anlamam gereken olguların beni hayal kırıklığına uğrattıkları yetmezmiş gibi on sekizinci deneyden
çıkan laboratuvar sonuçları da başarısızlıkla sonuçlandı.
Artık elimde kalan son çip manyetik alan devresi uygulamamı gerçekleştireceğim. Deney 19’un test sonuçlarını
sabırsızlıkla bekliyorum. Korkularım ve endişelerim beni
yerli-yersiz boşluklara sevk ediyor. Yaklaşık bir dakika
sonra sonuçlar elimde olacak. Dışarıda sert esen rüzgar ve
hiç dinmeyen yağmur yağışı adeta nefretini yansıtıyor
gibi. Sonunda test sonuçları çıktı. Durun bir dakika; bunlar
normal değerlerden farklı! Evet, gerçekten de bu sefer başardım galiba. İnanılmaz bir şey bu! Şu an kelimelerin
kifayetsiz kaldığı anlardan birindeyim. Sözcükler, lügatimde
kilitli duruyor. Heyecanıma yenik düşüyorum. Kalbim hızlı
bir şekilde çarparken, damarlarımdaki kanın gece soğuk58
ta, yavaş yavaş buza dönmesine şahit olur gibiyim.”
Dr. Çağlar o gün yaptığı ses kaydında, yaptığı deneyi
kendi ağzından anlatmıştı; kaydı, arşivlemek üzere gizli
çekmecesinde saklıyordu. Anlattıklarından yola çıkarak, sonunda istediği sonuçları aldığını anlayabiliyoruz ve galiba
bu, onun için de yeni bir başlangıç. Dr. Çağlar aslında statik elektrik akımı ile yüksek voltajlı elektrikle yüklü parçacık
atomlarından, nesneleri havada vurabilen ve vurduğu anda
küle çeviren hatta moleküler olarak ortadan kaldırabilen
yeni nesil bir silah yapmak istiyordu. Temel olarak “Tesla
bobini prensibi”nden faydalanarak bu sistemi geliştirmek
amacındaydı. Tesla onun için, yüzyılın dahisi ve elektriğin
kutsal insanıydı. Ayrıca Tesla’nın milyon voltlar altında yaptığı şimşek deneylerinin temel prensiplerini edinmişti;
bu denklemler üzerinde ilerlemek istiyordu.
Deneylerinde kullandığı materyaller çok pahalı araçlardı.
Ama bir dahiyi veya deliyi hiçbir şey durduramazdı. Hayatı dahilik ve delilik arasında, ince bir çizgide seyrediyordu. Tasarladığı sistemin ilk sonuçlarını “Deney 19” sonrası elde etmiş ve bundan dolayı heyecanı giderek artmış,
umutlarını taze tutabilmişti. Deneyi ilerletmek için ihtiyaç
duyduğu malzemelerin Happy&Enjoy firmasına ait kargo
uçağında olduğunu öğrenmesi günlerini almıştı. İnternetten günlerce yaptığı araştırmalar sonucunda, uçaktaki
malzemelerin büyük deneyini gerçekleştirmek için tam istediği şeyler olduğunu görmüştü. Fakat o hiçbir zaman
uçağın düşmesini istememişti. Sadece belli başlı birkaç
arızayla acil iniş yapmasını ve bu esnada uçaktan parçaları
çalmak istiyordu. Fakat her şey için artık çok geçti. Çünkü
bu çılgınca fikri onu karanlığa sürüklemiş ve harekete geçirdiği zincirleme reaksiyonlar kontrol edilecek olmaktan
çıkmıştı. İnci Kasabası’nın tarihinde gördüğü en büyük
kazaya sebebiyet verecek ve birkaç canın dünyadan göç et-
mesine sebep olacaktı. Bunları düşünmek bile aklını kaçırması için yeterli sebeplerdi.
Araştırmalarına devam eden dedektif Alper, Dr. Çağlar’ın
sebebiyet verdiği bu olayı çözmek için eskisinden daha
çok çalışmak zorunda olduğunun farkına varmıştı.
İnci Kasabası’nı araştırarak işe başından başlamak
istedi. Kasabada eskiden askeriyeye ait olan bir üs bulunduğunu ve üssün, bazı kötü deneylerden sonra kapatıldığını, arşivlerdeki eski yerel gazetelerde okuduğunda,
ilgisini bu yöne çevirdi. Artık kimsenin uğramadığı bu
tesise uzun soluklu bir yolculuk yapmak niyetindeydi. Arabasını çalıştırıp yola koyulduğunda onu bekleyen sürprizlerin henüz farkında değildi. Yağmurlu bir çarşamba gecesi tesise yaklaşırken uzaktan gördüğü, elektrik
akımlarına benzeyen parlak ışıklar, olayın derininde yer
aldığının bir göstergesiydi…
59
çocuklar İÇİN
Çocuğunuzun sağlığı için
?
l
o
r
t
n
o
k
i
g
n
a
Hangi yaşta h
Sağlık, hayatımızın her döneminde en
önem verdiğimiz konulardan biridir
ancak çocukluk çağı çok daha özel
bir ilgi gerektirir. Çünkü çocukluk,
erişkin hastalıklarının temellerinin
atıldığı dönemdir. Hastalıkların
bu yaşlarda önlenmesi ise belirli
aralıklarla yapılan test ve kontrollerle
mümkün. Peki, çocuğunuzun sağlıklı
bir birey olması için hangi yaşta hangi
testleri yaptırmalısınız?
er şeyin başı sağlık. Bu cümle, hayatımız boyunca her
zaman karşımıza çıkar. Genci, yaşlısı herkesten duyarız ya da bizzat kendimiz söyleriz. Peki sağlıklı olmak
için neler yaparız? Birçok insan hastalanmadan önce
doktora gitmez. Hastalıklar kapıyı çaldıktan sonra doktora gitmek, en iyi ihtimalle tedavi olarak sağlığınıza tekrar kavuşmanızı sağlar. Düzenli yapılan kontroller, ortaya
çıkabilecek pek çok rahatsızlığın erken teşhis ve tedavisi için en önemli adımdır. Çocukluktan başlayarak belirli aralıklarla yaptırılması gereken geniş kapsamlı check
up’lar sayesinde ihtiyaç duyulan vitaminler saptanabilir;
sinsice bekleyen hastalıkların ve daha birçok sağlık
probleminin önü kesilebilir.
Sağlık testleri hamilelik
döneminde başlıyor
Çocuğun sağlığıyla ilgili testler hamilelik döneminde
başlıyor. Hamileliğin 3. ayında bebeğin down sendromlu
olup olmadığını anlamak için bir dizi test yapılıyor. 5-6. ayda
gelişme geriliği olup olmadığını anlamak için ultrasonografi testi,
7. ayda kan uyuşmazlığı teşhisi için coombs testi, son olarak da 8
ve 9. aylarda ultrason ve NST (non stress test) takibiyle bebeğin hareketlerinin yanı sıra kalp atışındaki artma ve azalmaların saptanması
için birtakım testler yapılıyor.
Doğum sonrası yapılması gereken
tarama testleri ve tiroid hormon
tetkikleri (TSH analizi), zeka geriliği
gibi sinsi bir şekilde ilerleyen sağlık
60
sorunlarının kaynağı olan doğumsal metabolik hastalıkların
saptanmasına ve tedaviye en kısa sürede başlanmasına yardımcı oluyor. Yine doğum sonrası yapılan işitme testi, duyma
kusurlarının saptanmasını; kalça ultrasonu, kalça çıkıklığını erken tespit etmeyi; göz muayenesi ise gözdeki sorunların erken
saptanmasını sağlıyor. Sağlıklı çocukların rutin olarak kontrol
edilmesi ve belirli aralıklarla kan ve idrar tahlillerinin yapılması ise ileride ortaya çıkabilecek sorunlara önceden müdahale
edilmesini sağlıyor.
Düzenli olarak check up yaptırın
Check up, hastalık ortaya çıkmadan önce tespit ederek önleyici
tedbirler alınmasını sağlayan genel ve kapsamlı bir kontroldür.
Bu kontroller, gizlice oluşabilecek rahatsızlıkları erkenden saptamaya yardımcı olur. Çocuğunuzun sağlıklı bir hayat sürmesini
istiyorsanız, 2 yaşından sonra 6 ayda bir rutin muayenelerini
yaptırmanız gerekir. Böylelikle onu, belirti göstermeden sinsice
ilerleyen hastalıklardan korumuş olursunuz.
Çocuğunuzun doğumundan itibaren 1 yaşına kadar her ay
yaptırmanız gereken bazı aşılar var. Bunun yanı sıra 1 yaşına
geldiğinde, anemi olup olmadığını tespit etmek için demir değerlerini kontrol ettirmeniz gerekiyor. Yine 1 yaşında kızamık,
kızamıkçık, kabakulak ve suçiçeği aşılarının birinci dozunu, 2
yaşında ise Hepatit A aşısının ilk dozunu yaptırmalısınız. 2 yaş,
çocuğunuzun süt dişlerinin tamamlandığı dönemdir. Bu yaştan
sonra düzenli olarak diş kontrolü yaptırmanız hem diş problemlerine erken müdahale edilmesi açısından faydalıdır hem de
çocuğun diş hekimiyle korkusuzca iletişim kurmasına yardımcı
olur.
4-6 yaş arasında difteri, tetanos, boğmaca ve çocuk felcinden
oluşan karma aşılarını ve tüm bunların yanı sıra kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşılarını mutlaka yaptırmalısınız. Ayrıca 1
yaşından sonra ilki yapılan suçiçeği aşısının ikincisi de bu yaşta
vurulmalı. Yine 4-6 yaş arasında bazı hafif ortopedik sorunlar
varsa ve bunlar düzelmediyse ortopedi muayenesi yaptırmanız gerekir. Çocuğunuzun büyümesini ve gelişmesini etkileyen
faktörlerden biri de uyku düzenidir. Okula başladığı dönemde, çocuğun günde ortalama 10 saat uyuması, gelişimi için çok
önemli bir etkendir.
Okula başlamadan önce
muayene olmalı
Çocuğunuzun sağlığı, başarısını etkiler. Okuma-yazma öğreneceği bu dönemde başarı sağlayabilmesi için ilk koşul fiziksel
olarak bütün fonksiyonlarının yeterli olması. Bu yüzden de
okula başlamadan önce bazı kontrollerden geçmesi gerekir.
Okul öncesi check up; pedagog muayenesi, göz ve diş tarama, kan sayımı, idrar tahlili ve odyometre yani işitme testinden
oluşmaktadır. Okula yeni başlayan çocukların büyük bir kısmı
ilk kez sosyalleştiği ve bu kadar kalabalık bir ortamda bulunduğu için sık hastalanabilir. Bu tür rahatsızlıkları önlemek için
çocuğunuzun sağlıklı beslenmesine dikkat edin. Sağlıklı beslenme bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar. Çocuğunuzun bol
sebze-meyve, balık, süt gibi gıdalar tüketmesine ve C vitamini
almasına özen gösterin.
61
sağlık
Kış geldi ve malum,
hastalıkları da
beraberinde getirdi.
Hasta olmak
istemiyorsanız
yapacağınız bir tek
şey var; bağışıklık
sisteminizi
güçlendirmek. Peki
nedir bu bağışıklık
sistemi? Nasıl
çalışır ve nasıl
güçlendirilir?
Cevaplar bu yazıda...
62
oğuk havalar ve hastalıklar, kışla beraber kapımızı çalmaya başladı.Yılın, sağlığımıza çok dikkat etmememiz gereken
dönemindeyiz. Eğer soğuk algınlığı, grip
ve bronşit gibi, kışla beraber kaçınılmaz
olarak gelen hastalıklardan korunmak
istiyorsak bazı önlemler almak zorundayız. Kışın gelmesiyle birlikte hepimiz
hasta olma riskiyle karşı karşıyayız; otobüsler, okullar ve işyerleri öksüren, burnunu akan ve hapşıran
insanlarla dolu. Kış aylarında çoğunlukla kapalı mekanlarda
vakit geçiriyoruz; bu da hasta olma riskimizi artırıyor. Peki ne
yapmamız gerekiyor kışı hasta olmadan, sağlıklı bir şekilde atlatabilmek için? Bunun tek ve net bir cevabı var: Bağışıklık sistemini güçlendirmek. Bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak ve
sağlıklı yaşamayı bir yaşam biçimi haline dönüştürmek hem
ömrümüzü uzatacak hem de yaşam kalitemizi artıracaktır.
Nedir bu bağışıklık sistemi?
Bağışıklık sistemi özel hücreler, proteinler ve doku organlarından oluşur ve vücudumuzu mikrop ve mikroorganizmalara karşı korur. Metabolizmamızı sağlıklı tutmak ve enfeksiyonları önlemek için çalışır. Vücudumuzu savunma görevini
üstlenir. Şaşırtıcı bir çalışma sistemi vardır. Öyle ki, güçlü
bir bağışıklık sistemine sahip olanlar vücutlarında bakteri,
mantar, enfeksiyon ve parazit gibi zararlı mikroorganizmalar
olsa dahi hastalanmazlar. Çünkü sağlıklı bir vücudun bağışıklık sistemi bu savaşı kendiliğinden verir ve kişi hastalanmaz,
hiçbir şey hissetmez. Bağışıklık sistemimizin mikroplarla baş
edemediği durumlarda hasta oluruz. Bağışıklık sistemi zayıf
olan kişinin vücuduna virüs rahatlıkla girer ve sistemin bu
virüsle savaşacak gücü olmadığı için kişi kolayca hasta olur.
Bağışıklık, vücudumuzun yegane koruyucusu ve sağlığımızın
garantörüdür.
Bu sistemi güçlendirmenin yolu öncelikle ellerimizi düzenli
olarak yıkamak, düzenli uyku uyumak, bol su içmek, aşırı yağlı
ve şekerli yiyeceklerden uzak durmaktan geçiyor. Bünyemizi
tanımak, vücudumuzun bize verdiği sinyalleri doğru algılamak
ve gereken önlemleri hemen almak da hasta olmamızı büyük
ölçüde engeller. Özellikle ellerimizin hijyenine dikkat etmeli ve
sık sık yıkayarak mikroplardan arındırmalıyız. Bağışıklık sistemimizin direncini artırmak için sağlıklı ve düzenli beslenmeliyiz.
D ve C vitamini, probiyotik, ekinezya, çinko ve beta karoten
gibi destekleyiciler almalıyız. Son zamanlarda yapılan araştırmalar probiyotiklerin, bağışıklığı güçlendiren en önemli madde
olduğunu gösteriyor. Probiyotikler; yiyeceklerdeki protein ve
yağların yakılmasından vücutta iltihap oluşumunun önlenmesi
ve azaltılmasına, sindirimin kolaylaştırılmasından, vitaminlerin
elimine edilmesine kadar birçok fayda içeriyor. Kefir, kımız gibi
fermante süt ürünleri ve turşu, bu faydalı maddeyi içeren gıdaların başında geliyor. Probiyotikler artık çağdaş besin teknolojisinin de yardımıyla doğal olmayan yollarla da olsa bazı gıdalara
eklenebiliyor. Günümüzde probiyotikli süt, yoğurt ve meyve
sularını pek çok süpermarkette bulabilirsiniz.
İçinde bulunduğumuz bu soğuk kış aylarında hem kendimizin
hem de etrafımızdakilerin sağlıklı kalabilmesi için bağışıklık
sistemimize dikkat etmeli, güçlendirmeli ve bu saydığımız önlemleri almalıyız. Unutmayın ki mutlu ve uzun bir hayat için
sağlıklı olmak şart.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİnİZİ GÜÇLENDİRMEK
İÇİN...
- Stresten uzak durun.
- Alkolü azaltıp sigarayı bırakın.
- Haftada birkaç kez 30-35 dakika düzenli egzersiz yapın.
- Beslenmenizde yeterli protein, vitamin ve mineral bulunmasına özen gösterin. Özellikle süt ve süt ürünleri,
yumurta gibi protein açısından zengin gıdalar tüketin.
- Meyve ve sebzeleri mevsiminde tüketin.
- C vitamini deposu olan maydanoz, limon, portakal, biber, kivi, kırmızıbiber ve greyfurt tüketin.
- E vitamini içerdiği için her gün bir avuç badem ya da
ceviz yiyin.
- Kandaki beyaz hücre aktivitesini artırdığı için A vitamini içeren havuç, ıspanak, kabak, domates, brokoli, marul
ve kayısıyı sofranızdan eksik etmeyin.
- Balıkta bol miktarda bulunan omega-3 yağ asitleri bağışıklık sistemimiz için çok faydalı. Haftada 2 kez balık
yiyin.
- Çinko, bağışıklık sisteminde anahtar rol oynar. Bu nedenle diyetinizde çinko içeriği yüksek olan kırmızı et,
ciğer, deniz ürünleri ve peyniri ihmal etmeyin.
- Az su tüketmek vücut direncini azalttığı için bol bol
su için.
- Vücudun kendini iyileştirme mekanizması, uykuda ve
dinlenme sırasında etkilidir. Melatonin hormonunun salgılanması için geceleri televizyon karşısında değil zifiri
karanlıkta uyuyun.
- Gereksiz yere ilaç kullanmayın.
63
gurme
başlamak üzere günün her öğününde tüketiyoruz. İyi de ediyoruz
doğrusu. Yöresel özelliklere göre pek çok farklı malzeme ile
hazırlanabilen çorba, dengeli beslenmenin de önemli bir parçası
çünkü. İçindeki malzemenin özelliğine göre birçok besin öğesi
içeren, besleyici bir yemek. Bir kase çorba deyip geçmeyin. “Her
derde deva” diye boşuna denilmemiş. Çorba içerek çok çeşitli
besinleri birlikte tüketme olanağı buluyoruz. Yapılışına göre
başlangıç veya hafif bir ana yemek olarak tüketebileceğimiz bir
lezzet çorba. Diyet yapanlar veya kilo almak istemeyenler için
de iyi bir yardımcı.
Kış aylarında kilo almanın önüne geçebilmek için tok tutucu
özelliği olan çorba, oldukça işe yarıyor. Doktorlar ve diyetisyenler
her öğünde tüketilmesini öneriyor. Her çorba çeşidi, sağlık
açısından faydalı pek çok faktör içeriyor. Yoğurt çorbası iyi bir
kalsiyum kaynağı. Mercimek veya ezogelin çorbası, protein ve
lif açısından oldukça zengin.Tavuklu veya etli çorbalar, hayvansal
protein kaynağı; besleyici ve doyurucu. Sebzeli çorbalar ise iyi
bir lif, vitamin ve mineral deposu.Yumurta eklenerek hazırlanan
çorbalar ise protein açısından oldukça zengin. Süt ve sebze ilave
edilen çorbalar özellikle çocuklar için çok besleyici. Kabuğu
soyulmuş dövmenin pilav gibi pişirilmesinden ve soğuduktan
sonra yoğurtla karıştırılıp kurutulmasından elde edilen binbir
derde deva tarhana ise sıcağa ve soğuğa dayanaklılığı dolayısıyla
ihtiyaç anında kolayca tüketilebiliyor. Her akşam farklı bir
çorbayla sofranıza lezzet ve sağlık katabilirsiniz. İşte kolayca
yapıp afiyetle yiyebileceğiniz birbirinden leziz iki tarif…
Kışın en sıcak yanı
Sütlü Sebze Çorbası
Çorbalar her mevsim sofraların vazgeçilmezi, ama en çok da kış
aylarının. Bütçeyi yormayan, yapılışı kolay, yanına bir salatayla
doyurucu bir sofraya dönüştürebileceğiniz lezzetli mi lezzetli
bir yemek, çorba. Üstelik besin değeri de oldukça yüksek. İşte kışın
vazgeçilmezi çorbalar!
ışın hastalandığımızda ne içerek ayağa kalkarız?
Veya yemeklerden önce iştahımızı hangi yemek
açar? Türk sofralarının vazgeçilmezi olan
çorba, birbirinden farklı sebzelerin, öğütülmüş
veya tane biçiminde tahılın su, et veya tavuk
suyu ile pişirilmesiyle oluşan bir yemek çeşidi.
Geleneksel Türk mutfağının başlangıç yemeği...
“Çorba” kelimesi Farsça “shorba”dan geliyor.
64
“Shor (tuzlu)” ve “bâ (suyla pişirilmiş)” manasına gelen iki
sözcüğün birleşmesinden oluşuyor.Tarihi ise çömlek yapımı
kadar eskilere dayanıyor.
Mevsim kışsa ve soğuk içimize işlemişse bir kase çorba ne
iyi gelir değil mi; ilaç gibi... Çorba, pilavdan sonra en çok
tükettiğimiz yiyecek. En çok mercimek, şehriye ve tarhana
çorbasını seviyoruz millet olarak. Bu iştah açıcı yemeği
yalnızca akşam yemeklerinde değil sabah kahvaltısından
Malzemeler
• 1 soğan
• 1 patates
• 1 havuç
• 3-4 mantar
• 3-4 dal ıspanak yaprağı
• 1 pırasanın yeşil kısmı
• 2 diş sarımsak
• 1,5 su bardağı süt
• 3,5 su bardağı su
• 1 tepeleme yemek kaşığı un
• 1 tatlı kaşığı nişasta
• Tuz, sıvıyağ
Hazırlanışı
Soğan, pırasa ve sarımsağı çok ince doğrayıp az bir sıvıyağda
kavurun. Çok ufak küpler halinde doğradığınız patates
ve havucu da kavrulan soğanlara ekleyin. Sonra sırasıyla
ince dilimlenmiş mantar ve çok ince kıyılmış ıspanağı da
tencereye ekleyip sebzeleri 3-5 dakika daha kavurun. Unu
sebzelerin üzerine ekleyip birkaç defa karıştırın. Sütten 1
çay bardağı kenara ayırıp geriye kalanı ve suyun tamamını
kavrulan sebzelere ekleyin ve un topaklanmadan iyice
karıştırın. Çorba kaynamaya başladıktan sonra, ayırdığınız
süt ve nişastayı bir kapta iyice karıştırıp çorbanıza ekleyin.
Tuzunu da ilave edip yaklaşık 15 dakika kısık ateşte kaynatın.
Çorbanız servise hazır. Afiyet olsun.
TARHANA ÇORBASI
Malzemeler
• 4 çorba kaşığı tarhana
• 5 su bardağı su
• 1 yemek kaşığı tereyağı
• 1 yemek kaşığı salça
(Domates salçasına biraz biber salçası da ekleyebilirsiniz.)
• 1 diş sarımsak
• 1 tatlı kaşığı kuru nane
• Tuz
Hazırlanışı
4 kaşık tarhanayı bir kasede 1 bardak su ile iyice karıştırın;
vaktiniz varsa 15-20 dak., yoksa siz diğer malzemeleri
hazırlayana kadar suda beklesin. Tencerede tereyağını
eritip rendelediğiniz veya ince ince doğradığınız sarımsağı,
yağda kısa bir süre çevirin. Daha sonra salçayı ve kuru
naneyi ekleyip salçayı iyice pişirin. Üzerine, kenarda
bekleyen tarhanayı döküp karıştırın. Hemen ardından 4
bardak daha su ekleyin. Tuzunu ilave ederek kaynayana
kadar karıştırarak pişirin. Eğer çok koyu olmuşsa su
ekleyebilirsiniz. Afiyet olsun.
65
bulmaca
labİrent
Her bir yuvarlağa sadece bir kere uğrayan bir hat çiziniz.
ÖRNEk:
kare bulmaca
Silik çizgiler boyunca dikdörtgenler çizin ancak hiçbir dikdörgenin köşesi ya da kenarı birbirine değmesin ve her bir rakam,
içinde kaldığı dikdörtgenin alanını ifade etsin.
ÖRNEK:
2
8
7
3
5
SUDOKU
1
6
2
2
5
9
3
4
8
1
7
9
7
5
66
7
4
6
8
1
Sudoku bulmacamızı
doğru cevaplandırarak
[email protected]
adresine ya da posta ile
derneğimize gönderen
1 okurumuz, Bosch
IXO şarjlı vidalama aleti
kazanacak.
Talihliler, 20 Ocak’a kadar doğru cevabı gönderen
okurlarımız arasında yapılacak çekilişle belirlenecektir.
Geçen ayın sudoku talihlisi: Murat Çekiç

Benzer belgeler

Bilal Ekşi - UTED Dergi

Bilal Ekşi - UTED Dergi Harman Sok. No: 31/1 34153 Florya - İstanbul Tel: 0212 573 15 65 [email protected] www.umariletisim.com BASKI Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Halkalı Cad. No:164 B-4...

Detaylı