Türkiye`deki 2007 Ulusal İnsani Gelişme Raporu`nun yazımı tam bir

Transkript

Türkiye`deki 2007 Ulusal İnsani Gelişme Raporu`nun yazımı tam bir
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=870
Türkiye’deki 2007 Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun
yazımı tam bir kapasite geliştirme sürecine dönüştü...
Türkiye’de ilk defa uygulanan bir yöntemle, rapor,
uzmanlar yerine, rapora konu olan kişilerin kendisi, yani
gençler tarafından yazılıyor. Devamı >>
Ulusal İnsani Gelişme
Raporu’nun genç ekibi,
Mart ayının ilk haftasını,
insani
gelişme
konusunda
yoğun
eğitimler
alarak
geçirdi. Üstelik bu
eğitimler, dünyada 70’li
yılların sonunda, insani
gelişme
kavramını,
alternatif bir gelişme
modeli olarak ortaya atan ilk kişilerden biri olan İngiliz
akademisyen Sir Richard Jolly tarafından verildi.
British Council’in mali desteği sayesinde Ankara’ya
gelen Sir Richard Jolly, ayrılmadan önce Yeni
Ufuklar’a verdiği mülakatta ilk olarak, insani gelişme
kavramının ve insani gelişme raporlarının dünyada
nasıl ortaya çıktığını anlattı: Devamı >>
Türkiye’de bir “Bölgesel Afet Bilgi Araştırma Merkezi”
kurulması için çalışmalara başlandı. Türkiye, Tacikistan,
Ukrayna, Kırgızistan ve Kazakistan, merkezin kurulması
için, 21 Mart’ta Ankara’da bir Mutabakat Belgesi
imzaladılar. Devamı >>
BM’nin Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin Türkiye’de başarıya
ulaşması için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği de destek
veriyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile TOBB
tarafından 22 Mart 2007 tarihinde düzenlenen ortak basın
toplantısında, bu konuda bir ortaklık anlaşması
imzalandığı bildirildi. Ortaklık, iş dünyasının desteğiyle,
Türkiye’nin Binyıl Hedefleri’ni yerelleştirmesini; ekonomik,
sosyal
ve
demokratik
kalkınma
hedeflerini
gerçekleştirmesini amaçlıyor. Devamı >>
Dünyanın her yerinden siyasetle
ilgilenen kadınları birbirine bağlayan
‘iKNOW Politics adlı ilk internet ağı,
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=870
Doğu Anadolu’da yer alan
Çoruh
Vadisi
bölgesi
geçimini tarımdan sağlayan
ve özel sektör ekonomisi ve
girişimcilik
kapasitesi
gelişmemiş bir yöre. Ancak,
coğrafi konumu ve zengin
kültürel mirası ile yaz
turizmi faaliyetleri için büyük
bir
potansiyel
taşıyor.
Bölgenin
ekonomisini
kalkındırmak için, UNDP, Kültür Bakanlığı ve özel sektör
ortakları Efes Pilsen Grubu’nun desteği ile, önümüzdeki
iki yıl boyunca “Doğu Anadolu’da Turizmi Geliştirme”
projesi uygulanacak. Devamı >>
BM İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi
(UNFCCC)
Sekreteryası’na
23
Mart
2007’de
sunulan
Birinci
Ulusal Bildirim Raporu, iklim
değişikliği alanındaki Ulusal
Eylem Planı’nın önceliklerini
belirliyor, ve Türkiye’de İklim
Konularında
Bilimsel
Yönlendirme Kurulu ve Ulusal
Eylem
Planını
İzleme
Platformu kurulması gerektiğine dikkat çekiyor. Devamı >>
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC)
Sekreteryası’na 23 Mart 2007’de sunulan Birinci
Ulusal Bildirim Raporu, iklim değişikliği alanındaki
Ulusal Eylem Planı’nın önceliklerini belirliyor, ve
Türkiye’de İklim Konularında Bilimsel Yönlendirme
Kurulu ve Ulusal Eylem Planını İzleme Platformu
kurulması gerektiğine dikkat çekiyor. Devamı >>
UNFCCC
Genel
Sekreteri Yvo de Boer,
küresel iklim sisteminin
belirgin ve gittikçe artan
bir şekilde ısınması
konusunda
şimdiye
kadar elde edilen kesin
bilimsel
kanıtlar
üzerine, bu
olguyla
mücadele
için
uluslararası
toplumu
hızla ve kararlılıkla harekete geçmeye çağırdı Devamı
>>
1/2
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=870
‘iKNOW Politics adlı ilk internet ağı,
New York’taki Birleşmiş Milletler
Merkezi’nde tanıtıldı. “International
Knowledge Network of Women in Politics” (Politik
Yaşamdaki Kadınların Uluslararası Bilgi Ağı) adının
kısaltılmışı
olan
iKnow
Politics,
yönetişim
mekanizmalarının kadınlar yararına daha iyi işlemesini
sağlamak, siyaset ve toplum hayatında yer alan kadınların
rolünü güçlendirmek ve sayılarını artırmak için özel olarak
tasarlanmış ilk internet sitesi. Devamı >>
19 Mart 2007 tarihinde,
dünya, yoksulluğa karşı
yapılan bir maça daha tanık
oldu. Marsilya, Fransa’da
oynanan
ve
UNDP
tarafından
düzenlenen
dostluk maçında, dünya
futbol yıldızları ve UNDP
İyiniyet
elçileri
olan
Zinedine
Zidane
ve
Ronaldo’nun
takımları
yoksulluğa karşı farkındalığı
arttırarak para toplamak ve BM Binyıl Hedefleri’ni
pekiştirmek amacıyla karşı karşıya geldi. Devamı >>
22 Mart’ta kutlanan Dünya Su Günü’nün bu yılki teması,
dünya çapında giderek büyüyen su darlığına dikkat
çekiyor; ve azalan su kaynaklarının sürdürülebilir, etkin ve
adil yönetimi için gerek uluslararası, gerek yerel
düzeylerde daha fazla entegrasyon ve işbirliği yapılması
gerektiğini vurguluyor. Bu yıl Su Günü’nün kutlanmasında,
Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), tüm Birleşmiş Milletler
kuruluşları ve programları adına koordinatörlüğü yürüttü.
Devamı >>
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=870
>>
İklim Değişikliği Hükümetler Arası Paneli’nin Şubat
2007’de yayınladığı Küresel Isınma Raporu,
karbondioksit, metan ve diazot monoksit gibi sera
gazlarının atmosferdeki yoğunluğunun, 1750’lerden
bu yana, ciddi ölçüde artmasının insan faaliyetlerinin
sonucu olduğunu doğruluyor. Devamı >>
Evimizi enerji verimliliğine göre ayarlayalım
Kışın güneşle ısınmayı artırabilir ve evimizi rüzgar
almayacak hale getirebiliriz. Yazın ise daha çok
gölgelik sağlayabilir ve daha fazla rüzgar alacak
şekilde düzenleme yapabiliriz. Devamı >>
ABD
Eski
Başkan
Yardımcısı Al
Gore’un
önderliğindeki
çevreciler,
küresel
ısınmayla
mücadele kapsamında 7 Temmuz 2007 tarihinde
dünya çapında dev konserler düzenleyecekler.
Afrika’ya yardım için düzenlenen 1985 Live Aid ve
2005 Live 8 kons erlerini gölgede bırakması beklenen
bu etkinlikler 2 milyar insana ulaşmayı hedefliyor.
Devamı >>
2/2
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=871
Türkiye’deki 2007 Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun yazımı tam bir kapasite geliştirme sürecine dönüştü... Türkiye’de ilk defa
uygulanan bir yöntemle, rapor, uzmanlar yerine, rapora konu olan kişilerin kendisi, yani gençler tarafından yazılıyor.
Her yıl küresel, yaklaşık her iki üç yılda bir de ulusal düzeyde, farklı temalarda İnsani Gelişme Raporları yazan Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (UNDP), bu yıl Türkiye’de Gençlik temalı bir İnsani Gelişme Raporu yazıyor.
Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun öncekilerden farklı olarak, uzmanlar tarafından yazılmaması, ilk bakışta gelenekten sapma gibi
görünebilir ama değil. Çünkü hiçbir yetişkin, kendileri ve gelecekle ilgili idealleri ya da çözülmesi gereken sorunları hakkında
yazanlardan daha ‘uzman’ olamaz. Dolayısıyla, UNDP mikrofonu, kalemi bu yıl gençlere uzatıyor. Gençler, yıl sonuna kadar sürecek
proje çerçevesinde yazılacak raporda, önem verdikleri konuları belirleme konusunda kendilerini gösterme fırsatı bulabilecekleri
gibi, kendi seçeneklerini arttırma konusunda da bilgi sahibi olma fırsatı bulacaklar.
Ulusal raporun hazırlık çalışmaları, Dışişleri Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın onayından sonra, 1 Ocak 2007 tarihinde
başladı. İlk aylar, gençlerden oluşan çekirdek ekibin kurulmasıyla geçti. Raporun hazırlığı için şu anda, beş genç yazar, bir web
editörü, bir sosyolog, bir istatistikçi, bir gençlik uzmanı, en az 30 öğrenciden oluşan ve web sitesinin kurulmasında yardımcı olan
bir gönüllü ordusu bulunuyor. Tüm hazırlık süreci belgesel yapılmak üzere filme çekiliyor.
Önümüzdeki aylarda, yaklaşık dört beş bin genç arasında kamuoyu yoklaması yapılacak, onların önündeki fırsatların neler olduğu,
ideallerini ne kadar gerçekleştirebildikleri, fırsatların ne kadarından yararlanabildikleri ortaya konmaya çalışılacak... Bunun yanısıra,
Türkiye’nin dört bir yanında, gençlerle, aileleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, kamu kuruluşlarıyla odak grup toplantıları
düzenlenecek.. Bu toplantılardan bir kısmı şimdiden Ankara’da yapılmaya başlandı...
Aslında bu projenin şekillendirilmesinde, Ankara’da gençlik alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının rolü büyük... Hangi
konulara eğilinmesi gerektiğine, nasıl bir çalışma yapılması gerektiğine, yaz aylarından beri UNDP ile Sivil Toplum Kuruluşları
arasında yapılan toplantılarda karar verildi.
Geçtğimiz hafta raporun hazırlık çalışması için toplantıya davet edilen 30’u aşkın kamu kuruluşunun rapora ilgisi ve destek verme
yarışı, toplumun bu konuda birşeyler yapılmasını ne kadar istediğini de ortaya koydu. Tüm kurum ve kuruluşlar, genç Türkiye için
yeni bir vizyon, yeni planlar, yeni uygulamalar ve her şeyden önemlisi daha iyi bir koordinasyon gerektiği konusunda hemfikirdi.
Raporun genç ekibi, şu anda gençlik alanında çalışma yürüten kamu kuuluşlarıyla tek tek görüşüp, politikaları, programları,
gelecekle ilgili planları hakkında bilgi alıyor. Hemen her kamu kuruluşu, projeye her türlü bilgiyi vermek üzere hazırlanmakla
kalmadı, bir de hemen hemen her kamu kuruluşunda, raporun yazımına destek vermek için belli birimler harekete geçirildi, ekipler
oluşturuldu.
Tüm bu bilgiler, raporun yazımına katkıda bulunmak, süreci daha interaktif hale getirmek için Nisan ayının başından itibaren yayın
hayatına geçecek gençlik portalında toplanacak. Gençlik portalına, UNDP Türkiye’nin web sitesinden de ulaşılabilecek.
(www.undp.org.tr) UNDP, hem insani gelişme konusunun hem de, gençlikle ilgili politika, uygulama ve projelerin yeralacağı bu
web sitesinin kurulması için, Ankara’daki Gençlik Servisleri Merkezi’nden teknik destek, yine Ankara’daki British Council’dan da
mali destek alıyor. Bu web sitesinin rapor yayınlandıktan sonraki yıllarda da, British Council’ın desteğiyle devam etmesi, hatta
bölgesel bir gençlik portalı haline gelmesi amaçlanıyor. Web sitesini, altyapısı sayesinde, ayrıca, görme engelliler de ziyaret
edebilecek...
Rapora şimdiden gelen destek, bununla da sınırlı değil... Türkiye’de gençlik alanında çalışan tüm akademisyenler, Mart ayında
hazırlık çalışması için biraraya geldikleri toplantıda, raporun hazırlanmasına katkı sağlayabilecek araştırmalarından, görüşlerinden
sözederek, böyle bir raporun yazımına tam destek vereceklerini söylediler.
Aynı şekilde, hazırlık toplantısına davet edilen özel sektör temsilcileri de, raporun hazırlığına katkıda bulunmaya hazır olduklarını
bildirdiler. Özel sektör, özellikle raporun sunumu aşamasında düzenlenmesi planlanan ve gençlik alanında en iyi örneklerin
sergileneceği Bilgi Fuarı’nın organizasyonuna katkıda bulunma sözü verdi.
Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun genç ekibi, Mart ayının ilk haftasını, insani gelişme konusunda yoğun eğitimler alarak geçirdi.
Üstelik bu eğitimler, dünyada 70’li yılların sonunda, insani gelişme kavramını, alternatif bir gelişme modeli olarak ortaya atan ilk
kişilerden biri olan İngiliz akademisyen Sir Richard Jolly tarafından verildi. British Council’in mali desteği sayesinde Ankara’ya
gelen Sir Richard Jolly, ayrılmadan önce Yeni Ufuklar’a verdiği mülakatta ilk olarak, insani gelişme kavramının ve insani gelişme
raporlarının dünyada nasıl ortaya çıktığını anlattı:
Richard Jolly: UNDP her sene bu insani gelişim raporlarını yazıyor ve bu raporlar son 20 yıla
damgasını vuran çok önemli bir girişim. İnsani gelişim raporlarında, cinsiyet ayrımı, kadın
sorunları, tüketim konuları ve insan hakları gibi çok önemli konular detaylı ve mükemmel bir
şekilde kaleme alınıyor. Daha da önemlisi bu raporlar, bu yıl Türkiye’de olduğu gibi bugün
130’un üzerinde ülkenin kendi ulusal insani gelişme raporlarını yazmalarını teşvik ediyor. Her ne
kadar Türkiye’nin şu ana kadar yazılmış 6 ulusal insani gelişme raporu olsa da, bu sene bu
rapor, geleneksel ekonomik gelişmenin yetersizlikleri gibi sorunlara yeni bir yaklaşım getirmeyi
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=871
1/3
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=871
rapor, geleneksel ekonomik gelişmenin yetersizlikleri gibi sorunlara yeni bir yaklaşım getirmeyi
amaçlıyor. Burada insani gelişme raporlarıyla ilgili önemli bir ayrıntıya değinmeden
geçemeyeceğim: İnsani gelişme üzerine yapılan ilk toplantılardan biri, 1987 yılında İstanbul’da
Üner Kırdar tarafından düzenlenmişti. O toplantıda benimle beraber, toplantıdan 3 yıl sonra
UNDP’de insani gelişme raporlarını başlatan Mahbub ul-Haq dahil, 60-80 katılımcı vardı. O
toplantı, Amerika’dan, Avrupa’dan ve gelişmekte olan ülkelerden katılımcıların, insani gelişmeyi
ilk olarak tartıştıkları toplantılardan biriydi ve bugünün dünyasında yaşanan sorunlara yepyeni bir yaklaşım getirdi.
Yeni Ufuklar: Peki niye b u raporlara gerek duyuldu, çıkış noktası neydi?
Richard Jolly: Sanırım bunun birçok sebebi var. Güzel bir soru. Öncelikle insani gelişme raporları 1990 yılında başladı, her ne
kadar 1980’lerde ilk adımları atılmış olsa da. Hatırlayacak olursanız, 1980’li yıllar Afrika’da, Latin Amerika’da, hatta sanayileşmiş
birçok ülkede bile ekonomik sıkıntıların baş gösterdiği umutsuz yıllardı. Ayrıca 1990’lı yıllarda çevresel sorunlara karşı büyümekte
olan bir farkındalık başlamıştı. Latin Amerika’da ise demokrasinin eksikliği sürmekteydi... Yani neo-liberal Thatcher ve Reagen
ekonomilerinin demokrasi anlamına gelmediği anlaşılmaya başlanmıştı. Şili’de 1973’te darbe sonucu iktidara gelen Pinoche
1980’lere kadar hala iktidardaydı. Thatcher ise küçük bir isyan yüzünden ordularını çağırmıştı, bu örneklere bakarak, insan
haklarının ekonomik gelişmeyle ilerlediği yolundaki klasik anlayış doğru değildi. Bir de çevresel konular vardı ve zirve toplantısı her
ne kadar 1992 yılında yapılmış olsa da çevresel sorunlara farkındalık 1970’lere uzanıyordu. Tüm bunlardan dolayı ekonomide
süregelen ortodoksinin yetersiz oluşu gibi bir düşünce oluşmaya başlamıştı. Bu sebeplerden ötürü yeni bir yaklaşıma ihtiyaç
duyuluyordu. İlginç olan ise, insani gelişme raporunun yaratılışı: Rapor, Pakistan’ın en kötü özelliklerini bilen Pakistan Maliye
Bakanı Mahbub ul-Haq, ekonomist ve filozof olan Nobel ödüllü Amartya Sen ve ilginçtir ki UNDP’nin sağ-kanattan olan ama bu
gruba inanan ve Mahbub ul-Haq’ın yakın arkadaşı olan cumhuriyetçi başkanı Bill Draper’ın ortak fikriydi. Rapor tüm bu unsurların
doğru zamanda biraraya gelmesiyle ortaya çıktı.
Yeni Ufuklar: : Peki b u insani gelişme raporlarının b aşlamasıyla dünyada ne değişti? Bu raporlar b erab erinde neyi getirdi?
Raporun getirdiği b azı yaklaşımları herhangi b ir ülke politikasında farkettiniz mi?
Richard Jolly: Evet sanırım bunun örnekleri var. Ancak asıl yeni olan şey, liberal filozofik bir bakış alanı sunan neo-liberal ekonomi
yerine tutarlı bir çerçeve sunmaktı. Bu yeni anlayışa göre aslolan, seçenekleri arttırmak ve insanın yeteneklerini güçlendirmekti. Öte
yandan, o dönemde, bastırılmış ya da liberal temellere dahil edilmemiş unsurlar da vardı. Bunlar sadece politik ya da medeni
haklar değil aynı zamanda ekonomik ve sosyal haklar olmak üzere tüm dünyada insan haklarıydı. İnsani gelişme anlayışı ise,
sadece oy kullanma hakkı tanıyan bir demokrasiyi değil, toplumdaki ezilmiş grupları da içeren kapsamlı bir demokrasiyi
öngörüyordu. Bu görüşlerin ne ölçüde güç kazandığını sorabilirsiniz... Fikir olarak yayıldılar ve ulusal insani gelişme raporları bu
yeni unsurlarla birlikte tereddütsüz kabul edildi. Örneğin, gelişmeye, insan hakları yönünden bakan yeni yaklaşım birçok ülkede
ortak politika olarak kabul ediliyor artık... Bir başka örnek vermek gerekirse, eşitsizliklerden doğan aşırılıkların yumuşatılması artık
daha çok dikkat çekiyor ve bazı ülkelerde bu yönde girişimler başlatılıyor. 20-30 yıl kadar öncesiyle karşılaştırdığımızda, Kore,
Malezya, Sri Lanka, Morityus ve Tunus gibi ülkeler dinamik ekonomi ile yeniden dağılımı birleştirerek, daha da dinamik bir ekonomi
elde eden ülkeler olarak günümüzde dikkat çekiyor. Sonuç olarak bu fikirler her ne kadar bugün tüm dünyada uygulanıyor olmasa
da, giderek daha fazla dikkat çekiyor.
Yeni Ufuklar: Peki tüm b u insani gelişme raporlarıyla siz ne zaman ilgilenmeye b aşladınız? Biraz b undan b ahsedeb ilir misiniz?
Richard Jolly: Benim UNICEF’te 14 yıllık bir iş deneyimim var. UNICEF’te çalışmaya başlamadan önce akademisyendim;
UNCEF’te de, örgütün daha çok analitik işlerini yapıyordum ve UNICEF; Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerde çocuk ölümlerinin
arttığı ve eğitim standartlarının düştüğünü açıklayıncaya kadar (yani 1980’lere kadar) ben de Dünya Bankası’nın kötü ideolojisinin
bir parçasıydım. O dönemde kim, Dünya Bankası’nın ekonomiyi düzelterek kalkınmaya yardımcı olduğunu nasıl iddia edebilirdi ki?
Mahbub ul-Haq’ın da sonradan dediği gibi “insanların hayatlarının dengesini bozuyorlardı”. Ama 1995 yılında insani gelişme
raporlarının bir parçası olduğumda gerçekçi bir strateji kurma konusunda bazı kaygılarım vardı. Dolayısıyla sorumlu olduğum tüm
raporlarda, yapılması gerektiğini savunduğum eylemlerle ilgili olumlu örneklere yer verilmesine çabaladım. Bir başka deyişle
“şunlar yapılmalı” demek yerine “şunlar yapılmalı çünkü sonuçlarının örneklerini Kenya, Kosta Rika veya herhangi bir ülkede
görebilirsiniz” demek anlamına geliyordu ki örnek olarak sunduğumuz ülkeler çok da iyi ülkeler değildi. Bulduğumuz olumlu
örnekler çoğunlukla belli bir dönemde ya çok yoksul olan ya da eşitsizliklerin çok olduğu ülkelerdi. Dolayısıyla böyle bir çözümün
çok daha gerçekçi olduğuna kanaat getirdim ve stratejimizi “tavsiye vererek ilerletmek” olarak belirledim.
Yeni Ufuklar: Peki b u küresel insani gelişme raporlarının kaç tanesinde b ireb ir rol aldınız?
Richard Jolly: 5 küresel insani gelişme raporunda... Bunlardan ilki 1996’da ekonomik büyüme ve insani gelişmeyle ilgiliydi.
1997’deki ise, yoksulluk ve insani gelişmeyle ilgiliydi. Ancak sadece maddi açıdan yoksulluk değil, her şeyden yoksulluk ve
yoksunluk. 1998’deki raporun konusu ise tüketim çılgınlığı ve tüketimdeki eşitsizliklerdi. 1999’daki rapor küreselleşme konuluydu
ve benim en çok sevdiğim ve benim dönemimin muhtemelen en önemlisi olan 2001’deki raporun konusu ise insan hakları ve
insani gelişmeydi.
Yeni Ufuklar: Ancak sizin b aşka kitaplarınız da var öyle değil mi? Bunlardan söz edeb ilir misiniz?
Richard Jolly: Öncelikle ilk yazdığım şey üniversite öğrencisiyken, Afrika’daki eğitimin güçlendirilmesi ve Afrika’nın kalkınması için
bir eğitim stratejisi bulmak konusunda yazdığım tezdi. Daha sonra 1978 yılında silahsızlanma ve dünya kalkınması hakkında bir
yazım oldu. UNICEF’te çalışırken ben ve Profesör Francis Stewart dahil 3 arkadaşım, ‘insani bir kalkınma’ konusunda 2 ciltlik bir
kitap yazdık. Fakat daha sonra farkettim ki, ‘insani bir kalkınma’dan çok, insani gelişmeyle birlikte bir kalkınma daha önemli... Bu
yüzden tekrar biraraya gelmeye karar verdik ama o dönemde insani gelişme raporları üzerine yeni görevime başlamıştım.
UNICEF’ten bir arkadaşımla bu konuda çalışmaya başladık ve her ne kadar işin büyük bir bölümünü o yapmış olsa da ben de bir
açılış bölümü yazdım. Daha sonraki yıllarda ise Birleşmiş Milletler’in tarihini yazmaya başladık. Şimdilik bunun sadece 9 cildini
tamamlayabildik ama önümüzdeki 2 yıl içinde bunlara 6 cilt daha eklenecek.
Yeni Ufuklar: Adınızın önünde b ir “Sir” ünvanı var. Bu ünvanı almanızın çalışmasını yürüttüğünüz b u insani gelişme raporlarıyla
ilgisi var mı?
Richard Jolly: Aslında hiçbir zaman sebebini tam olarak bilemiyorsunuz. Raporlarla ilgisi olabilir ama ünvan sunulduğundaki
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=871
2/3
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=871
Richard Jolly: Aslında hiçbir zaman sebebini tam olarak bilemiyorsunuz. Raporlarla ilgisi olabilir ama ünvan sunulduğundaki
sebep olarak “Birleşmiş Milletler için yapmış olduğum hizmetler” gösteriliyordu. Buna sevinmemin bir nedeni de daha önceleri
İngiltere, Birleşmiş Milletler’de yapılmış herhangi bir görevi ülkeye hizmet olarak görmüyordu. Daha da önemli bir nokta var ki o da
şu: İngiltere daha önce Birleşmiş Milletler’in kurallarına uymuyordu. BM kurallarına göre, çalışan hiçbir personele, uyruklarını açığa
çıkaracak bir ünvan verilemez. Çünkü genel anlamda Birleşmiş Milletler’de çalışan herkes dünya vatandaşı olarak görülüyor.
Bunun sebebi ise asıl uyruğunuz yüzünden bazı kayırmalara veya hor görmelere maruz kalmamanız. Ancak İngiltere kurallara
uyarak, UNDP’den emekli olmamı bekledi ve 2000 yılının sonuna doğru sessizce böyle bir ünvanın teklif edilmesi karşısında kabul
edip etmeyeceğimi sordular. ‘Sir’ ünvanımı 2001 yılının başlarında Kraliçe’nin huzurunda kabul ettim.
Yeni Ufuklar: Peki Sir, sizi Türkiye’ye getiren şey ne?
Richard Jolly: Beni buradaki UNDP Temsilciliği’nden Aygen Aytaç’ın liderliğindeki çalışma ekibi davet etti. Öncelikle çok güzel bir
ekip olduğunu söylemek zorundayım. Ekip Türkiye için gençlik üzerine ulusal insani gelişme raporu yazacak ve bu, çok heyecan
verici... Türkiye’de denenen yöntem, daha önce UNDP dışında çok fazla ülkede denenmedi ve denenen dört-beş ülkede ise
sadece “iyi bir çabadan” öteye gidemedi ve beklentileri karşılamadı. Türkiye’de ise bu ekiple bir haftamı geçirdim ve planları çok
heyecan verici. Akademisyenlerle, devlet kurumlarıyla, sivil toplum örgütleriyle birçok toplantı yapıldı ve şimdiden rapora çok büyük
ilgi duyuluyor. Ortaya çok güzel fikirler atılıyor ve rapora katkıda bulunmak için herkes çok istekli. Sanırım bu ekip 2 hafta gibi bir
süre sonra Türkiye’deki gençlerle konuşmaya ve röportaj yapmaya başlayacak. Onların duygularını, görüş açılarını, hayal
kırıklıklarını, sıkıntılarını ve umutlarını öğrenmeye çalışacaklar. Zannediyorum bu rapor çok ilginç olacak. Türkiye’deki bu gençler,
ülkenin geleceği olacak; özellikle de Türkiye nüfusunun çoğunluğunun genç nüfus olduğu düşünülürse. Birçok ülkede durum böyle
değil. Ayrıca 15-25 yaş arasındaki bu gençlerin çoğu sözgelimi 2050 yılında hala hayatta ve hala aktif olacak. Bu yüzden onlar
hakkında bir rapor yazılacaksa, bu onların gereksinimleri ve fırsatları göz önünde tutularak ve uzun vadedeki gelecekleri
düşünülerek yazılmalı. 40-50 yıl sonra Türkiye’nin durumu ne olacak? Türkiye’yi nerede görmek isteriz? Gelecekteki Türkiye’yi
kurmak üzere bugünün gençlerinin ne tür hazırlıkları olmalı? Bu 1923’te Atatürk’e, Türkiye’yi 1950’li, 60’lı hatta 1970’li yılların
dünyasına nasıl hazırlayacaksın diye sormaya benziyor ve belki de Atatürk o dönemde o vizyona sahipti. Bizim görevimiz bugünkü
gençlerin de aynı vizyona sahip olması için onlara sunabileceğimiz fırsatlar yaratmaktır. Gelecekte liderlik vasıflarına erişebilmeleri
için profesyonel yetenekler kazandırmak, Türkiye’deki diğer insanlara karşı sorumluluk duymalarını sağlamaktır.
Yeni Ufuklar: Peki sizce b u rapor tüm b unları yapab ilir mi?
Richard Jolly: Bence bu rapor bunu başarabilir. Harika bir ekipleri ve raporu yetiştirebilecekleri kadar da zamanları var. Raporun
lansmanı 24 ve 25 Kasım tarihlerinde yapılacak dolayısıyla bu tarihe yetişmek için çok çalışmaları gerekecek. Onlar sadece
legoları üstüste koymak gibi basit bir iş yapmıyorlar. Bu raporun web sitesini de kuracaklar, insanlarla sürekli bir etkileşim halide
olmaları gerekecek, birçok toplantı ve görüşme yapmaları gerekecek ki bu sadece belli bir düzeydeki üniversite öğrencileri değil
aynı zamanda sokak çocukları, kadınlar ve hatta daha da ilginci belli bir yaşta evlenmiş, çocuk sahibi olmuş ama hala 20li
yaşlarının başında olan kadınlar. Farklı sebeplerden ötürü toplum tarafından itilmeye zorlanmış insanlar. Bu insanlar hayatta ikinci
bir şansları olsaydı, ne olmak isterlerdi, tüm bunlar gözler önüne sürülecek... İkinci şans için yapılması gerekenler tartışılacak...
Yeni Ufuklar: Belli ki, b u rapor herhangi b ir gençlik raporundan farklı olacak... Gençlik insani gelişme perspektifinden ele
alınacak. Peki insani gelişmeyi tek b ir cümleyle tanımlayacak olasaydınız nasıl tanımlardınız?
Richard Jolly: Bir cümleyle: insani gelişme; insanı, bir ülkedeki her türlü siyaset ve eylemin tam ortasına yerleştirmek, insanın
istediği şekilde yaşamasına, projelerini gerçekleştirmesine olanak sağlamaktır.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=871
3/3
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=877
Doğu Anadolu’da yer alan Çoruh Vadisi bölgesi geçimini tarımdan sağlayan ve özel sektör ekonomisi ve girişimcilik kapasitesi
gelişmemiş bir yöre. Ancak, coğrafi konumu ve zengin kültürel mirası ile yaz turizmi faaliyetleri için büyük bir potansiyel taşıyor.
Bölgenin ekonomisini kalkındırmak için, UNDP, Kültür Bakanlığı ve özel sektör ortakları Efes Pilsen Grubu’nun desteği ile,
önümüzdeki iki yıl boyunca “Doğu Anadolu’da Turizmi Geliştirme” projesi uygulanacak.
Proje, 30 Mart 2007’de Istanbul’da yapılan bir basın toplantısıyla duyuruldu. Toplantıda konuşan UNDP Türkiye Daimi Temsilcisi
Mahmood Ayub, UNDP ile Efes Pilsen arasındaki bu ortaklığın özel sektörün kalkınmayla ilgili sorunlara çözüm bulmasına ilişkin
bir örnek olduğunu söyledi. Ayub, özel sektör ve özel girişimlerin bünyesinde kalkınmayla ilgili sorunlara çözüm bulunması için
gerekli beceri ve insan kapasitesinin bulunduğunu vurgulayarak, özel sektörün katılımı olmadan bu sorunların çözülmesinin
beklenemeyeceğini belirtti. Efes Pilsen Grubu projeye mali yardım sağlıyor. Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı proje
çalışmalarını ulusal politikalara entegre ederek, programın başarısında kilit rol oynayacak.
Proje, Çoruh Vadisi bölgesinde tarım dışında alternatif gelir kaynakları yaratarak bölgesel eşitsizlikleri azaltmayı hedefliyor. Bu
çerçevede, katılımcı planlama ve uygulamayı desteklemek için turizmi geliştirme kurulları oluşturulacak, ve İspir ve Uzundere
ilçelerindeki turizm ofislerinin katkıları sağlanacak. Bu çalışmalar sonucunda yeni iş fırsatları ve yerel girişimler geliştirilerek,
turizmin bölgede alternatif bir gelir kaynağı olması sağlanacak. Sosyo-ekonomik koşulların, düşük GSMH’nın ve dış göçün yarattığı
eşitsizliklerin dengelenmesine katkıda bulunulacak.
Bu proje sayesine, Çoruh Vadisi geniş kültürel, doğal ve vahşi yaşam zenginliği ile yerel ve yabancı turistlerin ilgisini çekecek.
Örneğin, bölgedeki Kaçkar Dağları kano, rafting ve trekking sporları ve kuş gözlemciliği için ideal… Ancak, daha yapılacak çok iş
var. Yöre insanları son derece dost ve girişime açık olmakla birlikte, turizm sektöründe deneyimsiz ve eğitime muhtaç. Bölgedeki
konaklama imkanlarının da geliştirilmesi ve turistik standartlara getirilmesi gerekiyor. Proje tamamlandığında, iyi korunmuş bioçeşitliliği, zengin bitki ve hayvan yaşamı, kaleleri, camileri ve kiliseleriyle Çoruh Vadisi turistlerin merakla ziyaret etmek isteyeceği
bir bölge olacak.
Anadolu Turizm Geliştirme Projesi hakkında daha detaylı b ilgi almak için http://www.undp.org.tr/Gozlem3.aspx?
WebSayfaNo=884 adresini ziyaret edeb ilirsiniz.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=877
1/1
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=874
Türkiye’de bir “Bölgesel Afet Bilgi Araştırma Merkezi” kurulması için çalışmalara başlandı. Türkiye, Tacikistan, Ukrayna, Kırgızistan
ve Kazakistan, merkezin kurulması için, 21 Mart’ta Ankara’da bir Mutabakat Belgesi imzaladılar.
“Kalkınmakta olan Ülkeler arasında Teknik İşbirliği” (TCDC) anlaşması çerçevesinde hazırlanan protokol, Afet İşleri Genel
Müdürlüğü’nde, Genel Müdür Mustafa Taymaz ve Tacikistan Sismoloji ve Deprem Mühendisliği Enstitüsü, Kırgızistan Ulusal
Bilimler Akademisi Sismoloji Enstitüsü, Ukrayna Ulusal Bilimler Akademisi Jeofizik Araştırma Enstitüsü, Kazakistan Eğitim ve
Bilim Bakanlığı Sismoloji Enstitüsü ve Ulusal Nükleer Merkez Jeofizik Araştırma Enstitüsü’nün başkanları tarafından imzalandı.
Merkez, doğal afetlerin olumsuz etkilerinin önleminde ön değerlendirmelerin hazırlanması ve etkilerin azaltılması için Bağımsız
Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ile işbirliği yapılmasını amaçlıyor. Ayrıca afet senaryoları, sismik riskler, coğrafi bilgilendirme ve
erken uyarı sistemleri konusunda katılımcı ülkelerin deneyimlerinden ve göreceli avantajlarından yararlanmayı hedefliyor.
UNDP Türkiye Temsilcisi Mahmood Ayub, UNDP ve Devlet Planlama Örgütü tarafından, “Kalkınmakta olan Ülkeler arasında Teknik
İşbirliği” anlaşması çerçevesinde yürütülecek olan projenin, uzun bir teknik değerlendirme sürecinden sonra oluşturulduğunu
söyledi. Afet İşleri Genel Müdürü Mustafa Taymaz ise, Türkiye’nin geçmişte yaşanan depremlerden ders aldığını, artık önlemler
alma zamanının geldiğini belirtti.
UNDP Temsilcisi Ayub imza törenindeki konuşmasında, ortaklıklar kurarak çalışmanın önemini vurgulayarak, bunun tüm taraflara
karşılıklı yararlar sağlayacağını söyledi. “Bazı sorunlar, ulusal sınırların ötesinde eylem ve işbirliği gerektirir. Bu yüzden UNDP,
kalkınma sorunlarının sınır ötesi çerçevede, bölgesel ve uluslararası işbirliği ile belirlenmesini ve çözümlere varılmasını teşvik
ediyor.”
Afet Araştırma Merkezi projesinin temeli 2005’te atıldı. BDT ülkeleri ile Türkiye, bilgi paylaşmak ve faaliyetleri planlamak için 2006
yılında beş yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdiler. Proje sayesinde, BDT ülkeleri ve Türkiye afetler konusunda kendi bilgi ve
deneyimlerini paylaşma ve gelecekteki araştırmaların temelini atma imkanını bulacaklar. Taraf ülkeler ortak bir hareket planı
oluşturacak ve bölgesel afet önleme projeleri tasarlayacaklar.
UNDP’nin yoksulluğu azaltmak için desteklediği ülkeler arası teknik işb irliği projeleri hakkında b ilgi için
http://www.undp.org.tr/Gozlem3.aspx?WebSayfaNo=267 adresini ziyaret edeb ilirsiniz.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=874
1/1
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekreteryası’na 23 Mart 2007’de sunulan Birinci Ulusal Bildirim Raporu, iklim
değişikliği alanındaki Ulusal Eylem Planı’nın önceliklerini belirliyor, ve Türkiye’de İklim Konularında Bilimsel Yönlendirme Kurulu
ve Ulusal Eylem Planını İzleme Platformu kurulması gerektiğine dikkat çekiyor.
Birinci Ulusal Bildirim Raporu’nun hazırlanması sırasında Türkiye iklimindeki normal dışı eğilimleri anlayabilmek için birçok
çalışma ve araştırma yapıldı. Sonuçlar, gittikçe büyüyen bir tehlike olarak iklim değişikliğine karşı acilen harekete geçmek
gerektiğini gösteriyor. Rapor, ülkenin iklim hassasiyeti değerlendirmelerini ortaya koyuyor; mevcut eğilimleri ve gelecekle ilgili
tahminleri belirliyor; ve özellikle hava sıcaklığı ve yağış trendleri, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim değişikliğinin sosyo-ekonomik
yaşam üzerindeki etkileri, su kaynakları, tarım, deniz-toprak- tatlısu eko-sistemleri, sulak araziler ve biyo-çeşitlilik, sağlık, ve toprak
bozulması alanlarında uyum tedbirleri öneriyor.
Türkiye İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu hakkında daha fazla b ilgi için http://www.undp.org.tr/Gozlem3.aspx?
WebSayfaNo=628 adresini ziyaret edeb ilirsiniz.
İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu’nun bulguları özetle şöyle:
Sıcaklık ve Yağışlar
Türkiye’de 1951-2004 tarihlerı arasında, ortalama yıllık mevsimsel hava sıcaklıklarına uygulanan
trend analizinde ortaya çıkan en belirgin nokta, yaz mevsiminde hava sıcaklıklarındaki artış oldu.
Yaz sıcaklıkları en çok ülkenin batı ve güneybatı bölgelerinde arttı. Kentleşmenin bir sonucu olarak
yaz aylarındaki sıcaklık artışı en çok Akdeniz sahil kentlerinde, bölge yüksek basınç sistemlerinin
etkisine girdiğinde belirginleşiyor. Kış mevsiminde maksimum sıcaklıklar Karadeniz bölgesinin
kıyı kesimlerinde önemli ölçüde düşme eğilimi gösteriyor. Orta Anadolu bölgesinde de sıcaklıklarda yaygın bir düşme eğilimi var.
Genel olarak minimum sıcaklıklar hem kış, hem yaz aylarında benzer dağılım gösteriyor. Kış mevsimi minimum değerleri, sadece
kuzey ve güney sahil bölgelerinde bariz azalma gösterdi. Yaz mevsimi minimum değerlerinde ise, araştırmanın yapıldığı zaman
sürecinde, gözlemlenen yerlerin hemen hemen tümünde ciddi artış trendleri görüldü.
Yağış miktarına gelince; sonbahar ve kış aylarında önemli değişiklikler gözlemlendi. Kış mevsimi yağışları, Türkiye’nin batı
bölgelerinde son 50 yılda belirgin ölçüde azaldı. Öte yandan, Orta Anadolu’nun kuzey bölgelerinde sonbahar aylarındaki yağış
miktarı arttı. Genellikle yağışlar, Ege ve Akdeniz sahillerinde düşüş, Karadeniz kıyı kesimlerinde ise artış gösterdi. Orta
Anadolu’daki yağışlarda ise çok az veya hiç değişiklik gözlemlenmedi. Gelecekte Türkiye’nin güneybatı kıyılarında ciddi bir yağış
azalması; Kafkasya sahil şeridinde ise tersine daha fazla yağış alınması bekleniyor. Bu gözlemler hem kış, hem bahar aylarındaki
toplam yağışlar için geçerli. Yaz aylarında Türkiye’deki toplam yağış miktarlarında fazla değişiklik olmayacak. Türkiye genelinde
sonbahar mevsiminde yağışlarda hafif bir artış bekleniyor. Sonbahar yağışlarındaki artışın daha çok Dicle-Fırat havzasında
görüleceği dikkate değer bir husus.
Deniz Seviyesinde Yükselme ve Kıyı Kesimleri
Son yüzyıl içinde dünyanın deniz seviyelerindeki yükselmenin 10-20 cm arasında olduğu tahmin ediliyor. Akdeniz ve Karadeniz
bölgelerinde ise, deniz seviyesindeki yükselme son yüzyıl içinde 12 cm civarında. Kıyı kentleri Türkiye’nin toplam yüzölçümünün
%5’inden azını kaplamakla birlikte, kıyı alanlarında 30 milyonun üzerinde nüfus yaşıyor. Deniz seviyesindeki yükselmenin başlıca
sonuçları erozyon, seller, kıyı şeritlerinde su baskınları ve toprağın daha fazla tuzlanması olacak.
Deniz seviyesinin yerel düzeyde (dört mareografik istasyonda yapılan ölçümlere göre), yılda ortalama 4-8 mm yükselmesi,
yerleşim bölgelerindeki verimli topraklar ve kıyı alanlarındaki yollar da dahil olmak üzere, çeşitli mühendislik inşaatları için tehdit
oluşturabilir. İnsan yaşamı ve ülke ekonomisine gelecek riskleri azaltmak için, Türkiye’de hazırlanan kıyı planları ve mühendislik
projelerinin, deniz seviyesi yükselme trendlerini göz önüne alması öneriliyor.
Alçak deniz seviyesi koridorlarında yer alan diğer ülkelerle kıyaslandığında Türkiye deniz seviyesinde yükselmeye karşı özellikle
hassas gözükmüyor. Yine de, Hızlanmış Deniz Seviyesi Yükselmesi göz önünde bulundurulmalı. Bir kıyı ülkesi olan Türkiye’de kıyı
bölgelerinde yaşanabilecek sorunlar için hükümet kurumları tarafından şimdiye kadar çeşitli tedbirler alındı. Örneğin, FethiyeGöcek, Gökova, Patara, Kekova, Foça, Datça-Bozburun ve Belek gibi koruma altındaki alanların çoğu kıyı bölgelerinde yer alıyor.
Çevre Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi için bir Kıyı Bölgesi Departmanı kurmayı planlıyor. Özel Alanları Koruma Müdürlüğü
yeni yeni alanları koruma altına alıyor ve özel çevre programları geliştiriyor.
İklim Değişikliğinin Sosyo-ekonomik Yaşama Etkileri
Akdeniz, Ege ve Marmara’nın kıyılarında ve kıyı kesimlerine yakın yerlerdeki toprak bozulmalarının ve çevre sorunlarının ana nedeni
kontrolsüz büyüme ve kalkınma baskısı. Su ihtiyacı çoğunlukla yeraltı rezervlerinden karşılanıyor. Fakat bunların aşırı
kullanılmasıtuzlu su karışmasına, ve tarım gibi diğer alanlar için su kaynaklarının azalmasına neden oluyor. İnsanların kullanımı
ana sorun halindeyken, deniz suyu seviyesinin yükselmesi sorunları daha da artırıyor. Bu konu 21. yüzyıl boyunca daha da önemli
bir sorun haline gelecek.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
1/7
20 02 2013
bir sorun haline gelecek.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
Istanbul Türkiye’nin en büyük sahil kenti. Sanayi altyapısı ve diğer ekonomik özellikleri ile Türkiye’nin motor gücü ve GSMH’ya en
büyük katkıyı sağlayan şehir. İstanbul’da iklim değişikliği nedeniyle oluşacak ana sorunlardan biri tuzlu su girişi. İki büyük lagün
olan Büyükçekmece ve Küçükçekmece gölleri ile eski İstanbul’u iş semtlerinden ayıran Haliç koyu, ve Istanbul’a temiz su
tedarikinin yapıldığı Karadeniz’in kıyı şeridine yakın Terkos gölü, özellikle tuzlanma bakımından muhtemel bir Hızlanmış Deniz
Seviyesi Yükselmesi tehditi altında. İstanbul’un beş-yıldızlı kültürel ve tarihi yerleri de öngörülen deniz seviyesi yükselmesinden
etkilenecek.
Türkiye sahil hattındaki kıyı şeridi erozyonuna karşı hassasiyet analizinin ilk değerlendirmelerine göre, deniz seviyesi
yükselmesinin GSMH’nın %6’sı kadar sermaye kaybı ve %10’u kadar koruma ve uyum maliyeti getireceği öngörülüyor.
Su Kaynakları
Dünyada muhtemel bir iklim değişikliğinin olası sonuçlarını su havzaları ölçeğinde araştırmak için Dokuz Eylül Üniversitesi
tarafından yapılan modelleme çalışmalarında Gediz ve Büyük Menderes havzaları örnek olarak kullanıldı.
İzmir kenti yakınlarındaki Gediz Nehri Havzası, Ege bölgesinin ikinci büyük nehri. Toplam 18.000 km2 drenaj alanına sahip.
Günümüzde Gediz Havzası’nın en dikkat çeken özelliği suyunun azalmış olmasıdır.Bunun nedeni başta tarım sulamacılığı,
endüstriyel ve gündelik su ihtiyacı olmak üzere yoğun bir talep rekabeti yaşanması. Havza, zaman zaman yaşanan kuraklıklara
rağmen çevresel kirlenme tehditi altındadır.Havzanın güncel hidrolojik analizi, çeşitli kullanımlar için toplam su arzının, toplam su
talebine hemen hemen eşit olduğunu gösteriyor. Diğer bir deyişle, Gediz’in daha fazla su tahsis etmek için fazladan rezerv yoktur.
Büyük Menderes Nehri Havzası, incelenen ikinci kaynaktı. Ege’nin bu en uzun nehri önce Türkiye’nin batısında 584 km’lik bir alanı
dolaştıktan sonra büyük bir delta oluşturarak Ege denizine dökülür. Gediz deltası gibi Büyük Menderes deltası da önemli bir sulak
arazidir. 24.976 km2’lik toplam drenaj alanı vardır. Yıllık su boşaltımı Türkiye’nin su potansiyelinin %1.6’sını karşılar. Nehir
havzasında, 13 baraj ve birçok sulama sistemleri inşa edilmiştir. Havza içinde sulama yapılan toplam tarım aranı 88.000
hektardan fazla. Büyük Menderes Havzası Türkiye’nin ana pamuk üreticisi. Ege’nin üç büyük şehrinde --Aydın, Muğla ve Denizli-2.5 milyondan fazla nüfus yaşıyor. Bölge sadece tarım bakımından değil, tekstil ve turizm açısından da zengin. Bu ekonomik
faaliyetler büyük bir su talebi ve rekabeti yaratıyor.
Öngörülen iklim değişikliği senaryolarına dayandırılan su bütçesi modelinin simulasyonundan elde edilen sonuçlar, 2030 yılına
kadar yüzey sularının %20’sinin azalacağını gösteriyor. Havzaların azalan yüzey suyu potansiyeli başlıca tarım, ev ve sanayi
alanlarındaki su kullanıcıları arasında ciddi su sıkıntısı yaratacak. Böylece ekinler normalden daha fazla suya ihtiyaç duyarken,
iklime bağlı olarak azalan yağışı değerleri de fazladan baskı oluşturacak.
Gelecekte beklenen iklim değişikliği mağduriyetiyle başetmek için, arazi kullanımı yönetim programlarında, sulama ve yerleşim
alanlarındaki su taşıma ve dağıtım sistemleri teknolojilerinde değişiklik yapılması teşvik ediliyor. Su kullanıcıları arasında su
taleplerini rasyonalize etme çalışmaları önerilen adaptasyon önlemleri arasında yer alıyor.
Tarım
Araştırma projesi, iklim ile tarım sistemleri arasındaki ilişkiyi analiz etmek için, Akdeniz bölgesinin doğu kıyısında, Seyhan Hehri
Havzası dahil olmak üzere, kıraç ve yarı-kıraç alanları inceledi.
İlk sonuçlar Türkiye’nin güney bölümünde, 2070 yılına kadar ortalama sıcaklığın 2.3°C artacağını ve yıllık yağışların 470 mm’den
360 mm’ye düşeceğini gösteriyor.
Seyhan Nehri havzasındaki su kaynakları nispeten istikrarlı. 1990’dan beri rezervuarların kuruması ve kuraklık gibi ciddi bir olguyla
karşılaşılmadı. Ancak, gelecekte iklim değişikliğinin yol açabileceği su boşaltım miktarında azalma sonucu kuraklık meydana
gelebilir. Fakat, CO2 yoğunluğunda yükselme, iklim değişikliğine bağlı hava sıcaklıkları ve su sıkıntısı, havzada yağmurla beslenen
buğday ve sulanan arazideki mısır üretimi dahil, ana ekinlerin verimini etkileyebilir. Tahminler Adana bölgesinde ve yağmurla
beslenen bölgedeki tahıl üretimininde gelecekte, küresel ısınmaya bağlı olarak sıcaklık ve yağıştaki değişikliklerle, azalma
olacağını gösteriyor.
İklim değişikliğine bağlı olarak artan su talebi daha etkin sulama ile şimdiki imkanlarla bile düzeltilerek yönetilebilir. Etki ölçümü
çalışmalarından elde edilen bulgulara göre belirlenen uyum önlemlerinin bazıları şunlar:
Su kaynaklarının geleneksel-olmayan yöntemlerle kullanılması için teknikler geliştirilmesi;
Kuraklık ve tuzluluğa dayanıklı yeni bitki türleri geliştirilmesi veya ıslah edilmesi;
Az kaliteli suyla iyi kaliteli ürün veren bitki türleri geliştirilmesi.
Deniz, Toprak ve Tatlısu Eko-sistemleri
Karadeniz eko-sisteminde, 1980’li ve 1990’lı yıllar arasında, eutrophication (nitrojen ve fosfor içeren kimyevi bileşiklerin artması),
aşırı avlanma, jelatinli etobur türlerinin aşırı çoğalması, ani soğuma ve ısınmalar ve bunlara bağlı nedenlerle çok ciddi değişiklikler
meydana geldi.
İklim değişikliğinin sonucu olarak su sıcaklığındaki artışlar ekolojik süreçleri, su türlerinin coğrafi dağılımını etkiliyor; türlerin yok
olmasına ve bio-çeşitliliğin azalmasına neden oluyor.
Sağlık
Belli zaman aralıklarında hava sıcaklığı değişimlerinin analizi, Türkiye’de (sıtma, leptospirosis ve kanamalı Kırım-Kongo humması
dahil) bazı hastalıklar ile yüksek hava sıcaklığı arasında bir paralellik olduğunu ortaya çıkardı.
Son 35 yıl içinde özellikle Adana bölgesinde sıtma vakalarında artış kaydedildi. Fakat önleme ve kontrol çalışmaları ve tedbirleri
etkili oldu; ve son zamanlarda sıtma vakaları büyük ölçüde azaldı.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
2/7
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
etkili oldu; ve son zamanlarda sıtma vakaları büyük ölçüde azaldı.
Toprak Bozulması ve Çölleşme
Türkiye’nin fizyografik çevresi, geçmiş kültürel ve ekonomik mirasıyla biraraya geldiğinde ve şimdiki toprak kullanıcılarının sosyoekonomik durumu göz önüne alındığında, toplam toprak alanının %86.5’inin çölleşmeye karşı oldukça hassas olduğu ortaya
çıkıyor. Ekilebilir toprakların da %73’ü erozyon, toprak bozulması ve çölleşme riski altında.
İklim faktörleri, seyrek ve hassas bitki örtüsü dikkate alındığında, Güneydoğu Anadolu ve Türkiye’nin iç bölgelerindeki çorak alanlar
çölleşmeye yatkın görünüyor.
Yüksek topoğrafya, tarım alanlarının sürdürülebilir-olmayan kullanımı ve orman yangınları gibi doğal ve antropojenik faktörler göz
önüne alındığında, Akdeniz ve Ege bölgeleri gelecekte çölleşme sürecine karşı daha hassas olabilecek alanlar.
1998 yılında ‘Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması’nı (UNCCD) imzalayan Türkiye, bu anlaşma gereğince
çölleşmeyi azaltma ve toprak bozulması önleme konularında bazı plan ve programlar hazırlandı.
TÜRKİYE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ULUSAL BİLDİRİM RAPORU
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekreteryası’na 23 Mart 2007’de sunulan Birinci Ulusal Bildirim Raporu, iklim
değişikliği alanındaki Ulusal Eylem Planı’nın önceliklerini belirliyor, ve Türkiye’de İklim Konularında Bilimsel Yönlendirme Kurulu
ve Ulusal Eylem Planını İzleme Platformu kurulması gerektiğine dikkat çekiyor.
Birinci Ulusal Bildirim Raporu’nun hazırlanması sırasında Türkiye iklimindeki normal dışı eğilimleri anlayabilmek için birçok
çalışma ve araştırma yapıldı. Sonuçlar, gittikçe büyüyen bir tehlike olarak iklim değişikliğine karşı acilen harekete geçmek
gerektiğini gösteriyor. Rapor, ülkenin iklim hassasiyeti değerlendirmelerini ortaya koyuyor; mevcut eğilimleri ve gelecekle ilgili
tahminleri belirliyor; ve özellikle hava sıcaklığı ve yağış trendleri, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim değişikliğinin sosyo-ekonomik
yaşam üzerindeki etkileri, su kaynakları, tarım, deniz-toprak- tatlısu eko-sistemleri, sulak araziler ve biyo-çeşitlilik, sağlık, ve toprak
bozulması alanlarında uyum tedbirleri öneriyor.
İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu’nun bulguları özetle şöyle:
Sıcaklık ve Yağışlar
Türkiye’de 1951-2004 tarihlerı arasında, ortalama yıllık mevsimsel hava sıcaklıklarına uygulanan trend analizinde ortaya çıkan en
belirgin nokta, yaz mevsiminde hava sıcaklıklarındaki artış oldu. Yaz sıcaklıkları en çok ülkenin batı ve güneybatı bölgelerinde arttı.
Kentleşmenin bir sonucu olarak yaz aylarındaki sıcaklık artışı en çok Akdeniz sahil kentlerinde, bölge yüksek basınç sistemlerinin
etkisine girdiğinde belirginleşiyor. Kış mevsiminde maksimum sıcaklıklar Karadeniz bölgesinin kıyı kesimlerinde önemli ölçüde
düşme eğilimi gösteriyor. Orta Anadolu bölgesinde de sıcaklıklarda yaygın bir düşme eğilimi var. Genel olarak minimum
sıcaklıklar hem kış, hem yaz aylarında benzer dağılım gösteriyor. Kış mevsimi minimum değerleri, sadece kuzey ve güney sahil
bölgelerinde bariz azalma gösterdi. Yaz mevsimi minimum değerlerinde ise, araştırmanın yapıldığı zaman sürecinde,
gözlemlenen yerlerin hemen hemen tümünde ciddi artış trendleri görüldü.
Yağış miktarına gelince; sonbahar ve kış aylarında önemli değişiklikler gözlemlendi. Kış mevsimi yağışları, Türkiye’nin batı
bölgelerinde son 50 yılda belirgin ölçüde azaldı. Öte yandan, Orta Anadolu’nun kuzey bölgelerinde sonbahar aylarındaki yağış
miktarı arttı. Genellikle yağışlar, Ege ve Akdeniz sahillerinde düşüş, Karadeniz kıyı kesimlerinde ise artış gösterdi. Orta
Anadolu’daki yağışlarda ise çok az veya hiç değişiklik gözlemlenmedi. Gelecekte Türkiye’nin güneybatı kıyılarında ciddi bir yağış
azalması; Kafkasya sahil şeridinde ise tersine daha fazla yağış alınması bekleniyor. Bu gözlemler hem kış, hem bahar aylarındaki
toplam yağışlar için geçerli. Yaz aylarında Türkiye’deki toplam yağış miktarlarında fazla değişiklik olmayacak. Türkiye genelinde
sonbahar mevsiminde yağışlarda hafif bir artış bekleniyor. Sonbahar yağışlarındaki artışın daha çok Dicle-Fırat havzasında
görüleceği dikkate değer bir husus.
Deniz Seviyesinde Yükselme ve Kıyı Kesimleri
Son yüzyıl içinde dünyanın deniz seviyelerindeki yükselmenin 10-20 cm arasında olduğu tahmin ediliyor. Akdeniz ve Karadeniz
bölgelerinde ise, deniz seviyesindeki yükselme son yüzyıl içinde 12 cm civarında. Kıyı kentleri Türkiye’nin toplam yüzölçümünün
%5’inden azını kaplamakla birlikte, kıyı alanlarında 30 milyonun üzerinde nüfus yaşıyor. Deniz seviyesindeki yükselmenin başlıca
sonuçları erozyon, seller, kıyı şeritlerinde su baskınları ve toprağın daha fazla tuzlanması olacak.
Deniz seviyesinin yerel düzeyde (dört mareografik istasyonda yapılan ölçümlere göre), yılda ortalama 4-8 mm yükselmesi,
yerleşim bölgelerindeki verimli topraklar ve kıyı alanlarındaki yollar da dahil olmak üzere, çeşitli mühendislik inşaatları için tehdit
oluşturabilir. İnsan yaşamı ve ülke ekonomisine gelecek riskleri azaltmak için, Türkiye’de hazırlanan kıyı planları ve mühendislik
projelerinin, deniz seviyesi yükselme trendlerini göz önüne alması öneriliyor.
Alçak deniz seviyesi koridorlarında yer alan diğer ülkelerle kıyaslandığında Türkiye deniz seviyesinde yükselmeye karşı özellikle
hassas gözükmüyor. Yine de, Hızlanmış Deniz Seviyesi Yükselmesi göz önünde bulundurulmalı. Bir kıyı ülkesi olan Türkiye’de kıyı
bölgelerinde yaşanabilecek sorunlar için hükümet kurumları tarafından şimdiye kadar çeşitli tedbirler alındı. Örneğin, FethiyeGöcek, Gökova, Patara, Kekova, Foça, Datça-Bozburun ve Belek gibi koruma altındaki alanların çoğu kıyı bölgelerinde yer alıyor.
Çevre Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi için bir Kıyı Bölgesi Departmanı kurmayı planlıyor. Özel Alanları Koruma Müdürlüğü
yeni yeni alanları koruma altına alıyor ve özel çevre programları geliştiriyor.
İklim Değişikliğinin Sosyo-ekonomik Yaşama Etkileri
Akdeniz, Ege ve Marmara’nın kıyılarında ve kıyı kesimlerine yakın yerlerdeki toprak bozulmalarının ve çevre sorunlarının ana nedeni
kontrolsüz büyüme ve kalkınma baskısı. Su ihtiyacı çoğunlukla yeraltı rezervlerinden karşılanıyor. Fakat bunların aşırı
kullanılmasıtuzlu su karışmasına, ve tarım gibi diğer alanlar için su kaynaklarının azalmasına neden oluyor. İnsanların kullanımı
ana sorun halindeyken, deniz suyu seviyesinin yükselmesi sorunları daha da artırıyor. Bu konu 21. yüzyıl boyunca daha da önemli
bir sorun haline gelecek.
Istanbul Türkiye’nin en büyük sahil kenti. Sanayi altyapısı ve diğer ekonomik özellikleri ile Türkiye’nin motor gücü ve GSMH’ya en
büyük katkıyı sağlayan şehir. İstanbul’da iklim değişikliği nedeniyle oluşacak ana sorunlardan biri tuzlu su girişi. İki büyük lagün
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
3/7
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
büyük katkıyı sağlayan şehir. İstanbul’da iklim değişikliği nedeniyle oluşacak ana sorunlardan biri tuzlu su girişi. İki büyük lagün
olan Büyükçekmece ve Küçükçekmece gölleri ile eski İstanbul’u iş semtlerinden ayıran Haliç koyu, ve Istanbul’a temiz su
tedarikinin yapıldığı Karadeniz’in kıyı şeridine yakın Terkos gölü, özellikle tuzlanma bakımından muhtemel bir Hızlanmış Deniz
Seviyesi Yükselmesi tehditi altında. İstanbul’un beş-yıldızlı kültürel ve tarihi yerleri de öngörülen deniz seviyesi yükselmesinden
etkilenecek.
Türkiye sahil hattındaki kıyı şeridi erozyonuna karşı hassasiyet analizinin ilk değerlendirmelerine göre, deniz seviyesi
yükselmesinin GSMH’nın %6’sı kadar sermaye kaybı ve %10’u kadar koruma ve uyum maliyeti getireceği öngörülüyor.
Su Kaynakları
Dünyada muhtemel bir iklim değişikliğinin olası sonuçlarını su havzaları ölçeğinde araştırmak için Dokuz Eylül Üniversitesi
tarafından yapılan modelleme çalışmalarında Gediz ve Büyük Menderes havzaları örnek olarak kullanıldı.
İzmir kenti yakınlarındaki Gediz Nehri Havzası, Ege bölgesinin ikinci büyük nehri. Toplam 18.000 km2 drenaj alanına sahip.
Günümüzde Gediz Havzası’nın en dikkat çeken özelliği suyunun azalmış olmasıdır.Bunun nedeni başta tarım sulamacılığı,
endüstriyel ve gündelik su ihtiyacı olmak üzere yoğun bir talep rekabeti yaşanması. Havza, zaman zaman yaşanan kuraklıklara
rağmen çevresel kirlenme tehditi altındadır.Havzanın güncel hidrolojik analizi, çeşitli kullanımlar için toplam su arzının, toplam su
talebine hemen hemen eşit olduğunu gösteriyor. Diğer bir deyişle, Gediz’in daha fazla su tahsis etmek için fazladan rezerv yoktur.
Büyük Menderes Nehri Havzası, incelenen ikinci kaynaktı. Ege’nin bu en uzun nehri önce Türkiye’nin batısında 584 km’lik bir alanı
dolaştıktan sonra büyük bir delta oluşturarak Ege denizine dökülür. Gediz deltası gibi Büyük Menderes deltası da önemli bir sulak
arazidir. 24.976 km2’lik toplam drenaj alanı vardır. Yıllık su boşaltımı Türkiye’nin su potansiyelinin %1.6’sını karşılar. Nehir
havzasında, 13 baraj ve birçok sulama sistemleri inşa edilmiştir. Havza içinde sulama yapılan toplam tarım aranı 88.000
hektardan fazla. Büyük Menderes Havzası Türkiye’nin ana pamuk üreticisi. Ege’nin üç büyük şehrinde --Aydın, Muğla ve Denizli-2.5 milyondan fazla nüfus yaşıyor. Bölge sadece tarım bakımından değil, tekstil ve turizm açısından da zengin. Bu ekonomik
faaliyetler büyük bir su talebi ve rekabeti yaratıyor.
Öngörülen iklim değişikliği senaryolarına dayandırılan su bütçesi modelinin simulasyonundan elde edilen sonuçlar, 2030 yılına
kadar yüzey sularının %20’sinin azalacağını gösteriyor. Havzaların azalan yüzey suyu potansiyeli başlıca tarım, ev ve sanayi
alanlarındaki su kullanıcıları arasında ciddi su sıkıntısı yaratacak. Böylece ekinler normalden daha fazla suya ihtiyaç duyarken,
iklime bağlı olarak azalan yağışı değerleri de fazladan baskı oluşturacak.
Gelecekte beklenen iklim değişikliği mağduriyetiyle başetmek için, arazi kullanımı yönetim programlarında, sulama ve yerleşim
alanlarındaki su taşıma ve dağıtım sistemleri teknolojilerinde değişiklik yapılması teşvik ediliyor. Su kullanıcıları arasında su
taleplerini rasyonalize etme çalışmaları önerilen adaptasyon önlemleri arasında yer alıyor.
Tarım
Araştırma projesi, iklim ile tarım sistemleri arasındaki ilişkiyi analiz etmek için, Akdeniz bölgesinin doğu kıyısında, Seyhan Hehri
Havzası dahil olmak üzere, kıraç ve yarı-kıraç alanları inceledi.
İlk sonuçlar Türkiye’nin güney bölümünde, 2070 yılına kadar ortalama sıcaklığın 2.3°C artacağını ve yıllık yağışların 470 mm’den
360 mm’ye düşeceğini gösteriyor.
Seyhan Nehri havzasındaki su kaynakları nispeten istikrarlı. 1990’dan beri rezervuarların kuruması ve kuraklık gibi ciddi bir olguyla
karşılaşılmadı. Ancak, gelecekte iklim değişikliğinin yol açabileceği su boşaltım miktarında azalma sonucu kuraklık meydana
gelebilir. Fakat, CO2 yoğunluğunda yükselme, iklim değişikliğine bağlı hava sıcaklıkları ve su sıkıntısı, havzada yağmurla beslenen
buğday ve sulanan arazideki mısır üretimi dahil, ana ekinlerin verimini etkileyebilir. Tahminler Adana bölgesinde ve yağmurla
beslenen bölgedeki tahıl üretimininde gelecekte, küresel ısınmaya bağlı olarak sıcaklık ve yağıştaki değişikliklerle, azalma
olacağını gösteriyor.
İklim değişikliğine bağlı olarak artan su talebi daha etkin sulama ile şimdiki imkanlarla bile düzeltilerek yönetilebilir. Etki ölçümü
çalışmalarından elde edilen bulgulara göre belirlenen uyum önlemlerinin bazıları şunlar:
Su kaynaklarının geleneksel-olmayan yöntemlerle kullanılması için teknikler geliştirilmesi;
Kuraklık ve tuzluluğa dayanıklı yeni bitki türleri geliştirilmesi veya ıslah edilmesi;
Az kaliteli suyla iyi kaliteli ürün veren bitki türleri geliştirilmesi.
Deniz, Toprak ve Tatlısu Eko-sistemleri
Karadeniz eko-sisteminde, 1980’li ve 1990’lı yıllar arasında, eutrophication (nitrojen ve fosfor içeren kimyevi bileşiklerin artması),
aşırı avlanma, jelatinli etobur türlerinin aşırı çoğalması, ani soğuma ve ısınmalar ve bunlara bağlı nedenlerle çok ciddi değişiklikler
meydana geldi.
İklim değişikliğinin sonucu olarak su sıcaklığındaki artışlar ekolojik süreçleri, su türlerinin coğrafi dağılımını etkiliyor; türlerin yok
olmasına ve bio-çeşitliliğin azalmasına neden oluyor.
Sağlık
Belli zaman aralıklarında hava sıcaklığı değişimlerinin analizi, Türkiye’de (sıtma, leptospirosis ve kanamalı Kırım-Kongo humması
dahil) bazı hastalıklar ile yüksek hava sıcaklığı arasında bir paralellik olduğunu ortaya çıkardı.
Son 35 yıl içinde özellikle Adana bölgesinde sıtma vakalarında artış kaydedildi. Fakat önleme ve kontrol çalışmaları ve tedbirleri
etkili oldu; ve son zamanlarda sıtma vakaları büyük ölçüde azaldı.
Toprak Bozulması ve Çölleşme
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
4/7
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
Türkiye’nin fizyografik çevresi, geçmiş kültürel ve ekonomik mirasıyla biraraya geldiğinde ve şimdiki toprak kullanıcılarının sosyoekonomik durumu göz önüne alındığında, toplam toprak alanının %86.5’inin çölleşmeye karşı oldukça hassas olduğu ortaya
çıkıyor. Ekilebilir toprakların da %73’ü erozyon, toprak bozulması ve çölleşme riski altında.
İklim faktörleri, seyrek ve hassas bitki örtüsü dikkate alındığında, Güneydoğu Anadolu ve Türkiye’nin iç bölgelerindeki çorak alanlar
çölleşmeye yatkın görünüyor.
Yüksek topoğrafya, tarım alanlarının sürdürülebilir-olmayan kullanımı ve orman yangınları gibi doğal ve antropojenik faktörler göz
önüne alındığında, Akdeniz ve Ege bölgeleri gelecekte çölleşme sürecine karşı daha hassas olabilecek alanlar.
1998 yılında ‘Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması’nı (UNCCD) imzalayan Türkiye, bu anlaşma gereğince
çölleşmeyi azaltma ve toprak bozulması önleme konularında bazı plan ve programlar hazırlandı.
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi uluslararası toplumu acilen eyleme çağırıyor
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Framework Convention on Climate Change/UNFCCC)
Genel Sekreteri Yvo de Boer, küresel iklim sisteminin belirgin ve gittikçe artan bir şekilde ısınması konusunda şimdiye kadar elde
edilen kesin bilimsel kanıtlar üzerine, bu olguyla mücadele için uluslararası toplumu hızla ve kararlılıkla harekete geçmeye çağırdı.
BM’nin ‘İklim Değişikliği Hükümetler-arası Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change/IPCC) yayınladığı rapora göre,
eğer sera gazları salınımı şimdiki hızıyla artmaya devam eder ve endüstri devrimi öncesine göre iki katına yükselirse, dünyamız bu
yüzyılda ortalama 3°C’lık bir ısı artışına uğrayacak.
Yvo de Boer, “Tüm devletlerin de kabul ettiği bu bulgular, insanlığın karşı karşıya olduğu tehlike konusunda hiçbir tereddüte yer
vermiyor, ve gecikmeden önlem alınmasını gerektiriyor. İklim değişikliği konusunda harekete geçmek için yeterli bilgimiz olmadığı
yolundaki görüşler, artık hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde bertaraf edildi”, dedi.
IPCC raporuna göre, son 100 yıldaki ısı artışı 0.74°C olup, bunun büyük bir oranı geçtiğimiz 50 yılda meydana geldi. Önümüzdeki
20 yıl içinde dünya sıcaklığının on yılda bir 0.2°C artacağı öngörülüyor.
UNFCCC Genel Sekreteri Boer, “Bilim dünyasının vardığı sonuçları tüm hükümetlerin onaylaması çok önemli, çünkü bu
değerlendirme politik alanda somut kararlar alınması için sağlam bir temel oluşturuyor.” dedi.
İklim Değişikliği alanında BM’nin en üst düzey yöneticisi olan De Boer, uluslararası hükümetleri önderlik etmeye ve BM sistemi
çerçevesinde görüşmeleri sürdürmeye çağırdı. “Zehirli gaz salınımı konusunda sanayileşmiş ülkeler için daha sıkı yaptırımlar,
kalkınmakta olan ülkeler için ise emisyonlarını azaltıcı teşvikler ve gerçekçi uyum önlemlerini içeren yeni bir uluslararası
anlaşmaya ihtiyacımız var” diye ekledi.
İngiltere hükümeti’nin geçen yıl yayınladığı ‘Stern Raporu’na göre, ortalama 3°C’lik ısı artışı dünyada ciddi su kıtlıklarına ve tarım
verimi azalmasına yol açacak. İklim değişikliği daha şimdiden kalkınmakta olan ülkelerde ekonomik ve sosyal gelişmeye ket
vuruyor.
IPCC’nin iklim değişikliğinin etkileri konusunda yapacağı değerlendirme, Nisan ayının başında yayınlanacak.
Yvo de Boer, “IPCC’nin en kötümser tahminlerinin iklim değişikliği konusunda şimdi ve gelecekte sürdürülecek mücadeleyi göz
önüne almayan senaryolara dayandırılması iyi bir haber. Kötü akıbeti önlemek için gerekli olan politika ve teknoloji şimdiden
mevcut… İklim Sözleşmesi ve Kyoto Protokolu’nun varlık nedeni de zaten bu planları yürürlüğe koymaktır”, diyerek ülkeleri iklim
değişikliğine karşı harekete geçmeyi engelleyen ekonomik temelli faktörlerin üstesinden gelmeye çağırdı.
“Stern Raporu, iklim değişikliğinin sonucu olan sıcaklık artışlarının yol açtığı vakitsiz ölümlere dikkat çekmekle kalmıyor; aynı
zamanda bu konuda harekete geçmemenin getireceği ekonomik bedelin (örneğin milyonlarca insanın yerlerinden-yurtlarından
olup göç etmesi gibi) şimdi önlem almanın getireceği maliyetten çok daha ağır olacağını da belirtiyor.” dedi.
IPCCC, iklim değişikliğinin etkileri ve mevcut önleyici tedbirler konusundaki değerlendirmelerini önümüzdeki aylar içinde
tamamlayacak; ve Mayıs 2007’de Bonn’da yapılması planlanan UNFCCC toplantısında kamuoyuna bildirecek.
Her üç raporun bir sentezi, bu yıl Aralık ayında yapılacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’ndan yaklaşık bir ay önce
sunulacak.
UNFCCC Genel Sekreteri, iklim değişikliği alanında, maliyetleri azaltan pazar-odaklı yaklaşımları kullanma konusunda Kyoto
Protokolu’nun başarısına güvenilebileceğini de belirtti.
Kyoto Protokolu, 35 sanayileşmiş ülkenin ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin 2008-2012 yılları arasındaki ilk taahhüt döneminde, sera
gazı emisyonlarını 1990 seviyelerinin ortalama %5 altına çekmelerini şart koşuyor.
Boer, “Uluslararası katılım ile gelecekte yapılacak anlaşmalar, sanayileşmiş ülkelerin emisyonlarını azaltmada öncü olmalarını ve
2050 yılına kadar %60 ila %80 arasında emisyon indirimine hazırlıklı olmaları gerektiğini öngörmelidir.” dedi. “Sera gazlarının
atmosferde birikerek, en kötü felaketleri doğurmasını önlemek için hedeflememiz gereken yol budur.”
SERA GAZLARININ ARTIŞINDAN İNSANLAR SORUMLU
İklim Değişikliği Hükümetler Arası Paneli (IPCC)’nin Şubat 2007’de yayınladığı Küresel Isınma Raporu, karbondioksit, metan ve
diazot monoksit gibi sera gazlarının atmosferdeki yoğunluğunun, 1750’lerden bu yana, ciddi ölçüde artmasının insan faaliyetlerinin
sonucu olduğunu doğruluyor.
Fosil yakıtlar yakılması, karbon bakımından zengin ormanların tahribatı ve ısıyı hapsetme özelliği taşıyan aerosol ürünleriklim
değişikliği olgusunun ardındaki baş faktörler… ve gelecek yıllarda daha da tehlikeli değişimlere yol açabilirler. İklim değişikliğinin
beklenen etkileri (deniz sularının yükselmesi, daha sık ve yoğun fırtınalar, türlerin yokolması ve ekinlerin harab olması) dünyadaki
tüm ülkelerde hissedilecek.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
5/7
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
IPCC Raporu, daha şiddetli sıcaklıklar, daha uzun süren sıcak dalgaları, yeni rüzgar düzenleri, bazı bölgelerde ağırlaşan
kuraklıklar, bazı bölgelerde ise daha yoğunlaşan yağışlar, buzulların ve kuzey kutbundaki buzların erimesive dünyanın ortalama
deniz seviyelerinin yükselmesi ile daha sıcak bir dünyaya doğru hızlı bir gidiş olduğunu gösteriyor. Rapor, Antarktika’nın ve
Grönland’ın buz tabakalarının kütle kaybettiğinin ve deniz seviyesinin yükselmesine katkıda bulunduğunun ilk bilimsel kanıtlarını da
veriyor.
Raporda şu saptamalar da yer alıyor:
Dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı son 100 yılda (1906-2005) 0.74° santigrat civarında arttı. Bu rakam, son yıllarda yaşanan
aşırı sıcak yıllar nedeniyle 2001 raporunun 0.6°C’lik 100 yıl tahmininden daha yüksek. 1850 yılı civarında başlanan modern
anlamda kayıt tutma yöntemleri sonucunda, o yıllardan bu yana yaşanan en sıcak 12 yıldan 11’i son dönemde gerçekleşti.
Önümüzdeki 20 yılda 0.2°C’lik bir sıcaklık artışı öngörülüyor.
Denizin hem Kuzey Kutbu, hem Antarktika bölgelerinde çekilmesi bekleniyor. Sera gazları emisyonu şimdiki tahminlerin üst
sınırına ulaşırsa, Kuzey Buz Denizi’nin büyük bir kısmı yıl boyu süren buz örtüsünü 21. yüzyılın sonuna kadar kaybedebilir.
Kuzey Buz Denizi’ndeki buz miktarı 1978’den beri her on yılda %2.7 oranında azaldı; yaz minimumu ise 10 yılda %7.4 azaldı.
Birçok bölgede, özellikle bahar aylarında, kar kalınlığı azaldı. Kış ve bahar aylarında buzlu zeminin maksimum miktarı,
Kuzey Yarımkürede 20. yüzyılın ikinci yarısında %7 azaldı. Kuzey Yarımkürede nehir ve göllerin donma tarihi son 150 yılda
ortalama 5.8 gün daha geç geldi. Ortalama çözülme tarihi ise 6.5 gün erkene çekildi.
Yüksek rakımlarda yağışların artması“çok muhtemel”, alt-tropik bölgelerde azalması ise “muhtemel” görülüyor. Bu
değişiklerin yapısı 20. yüzyılda gözlemlenenle benzerlik gösteriyor.
Şiddetli sıcaklar ve sıcak dalgaları trendinin devam etmesi “çok muhtemel”. Kuraklık süreleri ve yoğunlukları geniş
alanlarda 1970’den beri arttı, özellikle de tropikal ve alt-tropikal bölgelerde. Afrika’nın Sahel bölgesi, Akdeniz bölgesi, güney
Afrika, ve güney Asya’nın bazı kısımları şimdiden (20. yüzyılda) daha kuraklaştı.
KÜRESEL ISINMAYI AZALTMAK İÇİN BİREYSEL OLARAK NELER YAPABİLİRİZ?
Evimizi enerji verimliliğine göre ayarlayalım
Kışın güneşle ısınmayı artırabilir ve evimizi rüzgar almayacak hale getirebiliriz. Yazın ise daha çok gölgelik sağlayabilir ve
daha fazla rüzgar alacak şekilde düzenleme yapabiliriz.
Yakıt tasarruflu araba kullanalım
Daha az yakıtla daha fazla yol kat etmek mümkün. Böylece daha az karbon dioksit tüketmiş, benzin parasından tasarruf etmiş
oluruz.
Arabamızı ortak kullanabiliriz
Eğer geniş bir araç kullanıyorsak, arkadaş ve yakınlarımızla işe aynı araba ile gidip gelmek yakıttan ve paradan tasarruf sağlar.
Araba lastiklerimizi yeterince şişik tutalım
Araba lastiklerinin gerektiği kadar şişik olmasına dikkat edelim. Bu küçük önlem yılda 112.5 kg karbondioksit ve 840 Dolar para
tasarrufu sağlar.
Hava filtresini değiştirelim
Arabamızın hava filtresini her ay kontrol edelim, sıkça değiştirelim. Yılda 360 kg karbondioksit ve 130 Dolar tasarruf sağlar.
Çöp üretimini azaltalım
Daha az ambalajlı, dönüşümlü kağıtlı, plastik ve camlı ürünler satın alalım. Yılda 900 kg karbondioksit tasarruf edebiliriz.
Kompostlama, seragazı emisyonlarını azaltmaya yardımcı olur.
Dönüşümlü kağıt kullanalım
Bilgisayarımızın yazıcı kağıdının %100 geri dönüşümlü olmasına dikkat edelim. Bir top kağıtta 2.25 kg karbondioksit tasarruf
edebiliriz.
Minimal ambalajlı ürünler alalım
Az ambalajlı ürünler çöpümüzü %10 oranında azaltabilir. Yılda 540 kg karbondioksit ve 1000 Dolar para tasarruf edebiliriz.
Kullanılmayan elektronik cihazların fişini çekelim
Elektronik cihazlar kapalı olsalar bile enerji kullanırlar. Kullanmadığımız zaman fişten çekerek 450 kg karbondioksit ve 150 Dolar
tasarruf sağlayabiliriz..
Bir ağaç dikelim
Ağaçlar bize mikro iklim ve sürekli nem sağlar. Karbondioksiti emer ve temiz nefes almamız için havayı temizler. (Yılda 900
kg karbondioksit tasarrufu.)
(Kaynak: www.stopglobalwarming.org)
Küresel Isınmayla Mücadeleye Live Earth’den Destek
ABD Eski Başkan Yardımcısı Al Gore’un önderliğindeki çevreciler, küresel ısınmayla mücadele kapsamında 7 Temmuz 2007
tarihinde dünya çapında dev konserler düzenleyecekler. Afrika’ya yardım için düzenlenen 1985 Live Aid ve 2005 Live 8 konserlerini
gölgede bırakması beklenen bu etkinlikler 2 milyar insana ulaşmayı hedefliyor. Live Aid ve Live 8 konserlerinden farklı olarak, bu yıl
düzenlenecek olan Live Earth konserleri para toplamayı değil, sistem değişikliğini hedefliyor. Amacın dikkat çekmekten öte,
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
6/7
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
insanları harekete geçirmek olan bu konserlere Red Hot Chili Peppers, Black Eyed Peas, Sheryl Crow, Bon Jovi ve Snoop Dogg
gibi dev isimler katılacaklarını şimdiden duyurdular. Konserler Şangay, Sidney, Johannesburg ve Londra ile Brezilya, Japonya ve
ABD’de birer kentte düzenlenecek.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=876
7/7
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=875
BM’nin Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin Türkiye’de başarıya ulaşması için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) de destek veriyor.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile TOBB tarafından 22 Mart 2007 tarihinde düzenlenen ortak basın toplantısında,
bu konuda bir ortaklık anlaşması imzalandığı bildirildi. Ortaklık, iş dünyasının desteğiyle, Türkiye’nin Binyıl Hedefleri’ni
yerelleştirmesini; ekonomik, sosyal ve demokratik kalkınma hedeflerini gerçekleştirmesini amaçlıyor.
Basın toplantısında, TOBB ile bu alandaki işbirliklerinin 2015 yılına kadar süreceğini bildiren Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilcisi
Mahmood Ayub, "İşletmeler Birleşmiş Milletler Binyıl Hedeflerini'nin başarıya ulaşmasında giderek daha fazla rol üstleniyorlar ve
TOBB bu dünya çapındaki eğilimin önemli bir örneğini oluşturuyor. TOBB, bu girişimle, yoksulluk, sağlık, eğitim ve çevre
konularında belirlenen gelişme hedeflerini gerçekleştirmede Türkiye'de iş dünyasının bağlılığını teyid ediyor" dedi.
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu da, “ekonomik büyümenin özel sektöre dayalı olduğu günümüz iş ortamında özel sektörün ticari
ve ekonomik kalkınmada ekonomik politikaları belirleyen bir aktör konumuna geçmesi gerektiğini” söyledi.
Anlaşma, yerel oda ve borsalarının ve onların Yerel Gündem 21 şehirlerindeki üyeliklerini teşvik etmeyi ve Binyıl Hedefleri’ni Yerel
Gündem 21 yönetim ağı yoluyla yerelleştirerek Türkiye’nin kalkınmasını ve Binyıl Hedefleri’ne ulaşmasını sağlamak amacıyla yerel
yönetişim öğeleriyle beraber “en iyi örnek” ortaklığı kurmasını amaçlıyor. TOBB, ülke çapındaki 364 oda ve borsalı geniş ulusal ve
yerel tamsilci ağıyla, özel sektörün Binyıl Hedefleri’ndeki potansiyelini ve yerel çaptaki Yerel Gündem 21 süreçlerini göstermede
kritik rol üstleniyor.
Rıfat Hisarcıklıoğlu, “81 il ve 157 ilçeye yayılmış oda ve borsalarımızın oluşturduğu geniş ulusal temsil ağı, kilit bir konuma ve role
sahip. Birliğimiz, proje çalışmalarında aktif olarak yeralacak ve Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin yerelleştirmesi için odalarımız ve
borsalarımız tarafından hazırlanacak projelere destek sağlayacak”.
1997 yılından bu yana, UNDP Türkiye, ulusal meslektaşlarıyla yerel yönetim üzerinde, Yerel Gündem 21 Programı kapsamında
ortak çalışmalar yürütüyor. Bu program daha önce IULA-EMME – Uluslararası Yerel Merciler adıyla bilinen “Birleşmiş Şehirler ve
Yerel Hükümetler, Ortadoğu ve Batı Asya” tarafından koordine ediliyor. Programın genel amacı sivil toplumun, karar verme
mekanizmalarına katılarak yerel yatırımlara etki edebilmesi... 60 şehri kapsayan Yerel Gündem 21 Programı eşit ortaklar arasında
geliştirilmiş bir ağ ve ortak çalışmaya dayalı bir yaklaşımı temsil ediyor.
UNDP’nin yerel yönetimi güçlendirme çalışmaları ve Yerel Gündem 21 Programı’nın faaliyet alanı hakkında daha detaylı b ilgi
almak için http://www.undp.org.tr/Gozlem2.aspx?WebSayfaNo=257 adresini ziyaret edeb ilirsiniz.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=875
1/1
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=872
Dünyanın her yerinden siyasetle ilgilenen kadınları birbirine bağlayan ‘iKNOW Politics adlı ilk internet ağı, New York’taki Birleşmiş
Milletler Merkezi’nde tanıtıldı. “International Knowledge Network of Women in Politics” (Politik Yaşamdaki Kadınların Uluslararası
Bilgi Ağı) adının kısaltılmışı olan iKnow Politics, yönetişim mekanizmalarının kadınlar yararına daha iyi işlemesini sağlamak,
siyaset ve toplum hayatında yer alan kadınların rolünü güçlendirmek ve sayılarını artırmak için özel olarak tasarlanmış ilk internet
sitesi.
UNDP Demokratik Yönetişim Direktörü Pippa Norris, lansman toplantısında yaptığı konuşmada “Kadınlar birbirleriyle iletişim
kurarak deneyim kazanırlar. ‘iKNOW Politics’ onlara bu fırsatı sağlayacak. Seçimle işbaşına gelen kadın liderleri genç ve azimli
politikacılarla, siyaset adaylarını profesyonel lobicilerle birleştiren iKNOW Politics, kadının kamu hayatında hakettiği yeri
bulamaması sorununu aşıp, politik arenaya katılabilmesi için sınırlar ve kuşaklar arasında değişik inanç ve görüşteki kadınlara
donanım kazandıracak”, dedi.
Siyasetle uğraşan kadınlar tarafından hazırlanan, ve kadın/siyaset ilişkileri konusunda 100’ü aşkın uzmanın veritabanından
yararlanan iKNOW Politics on-line kütüphanesi, önde gelen uluslararası ajanslardan, araştırma kurumlarından,
akademisyenlerden ve sivil toplum kuruluşlarından sağlanan 400’ü aşkın rapor ve eğitim malzemesini İngilizce, Fransızca ve
İspanyolca olarak sunuyor. Kadınların görüş ve önerilerini paylaşabilecekleri bir forum olmanın yanısıra, seçim kampanyaları,
siyasi partiler, meclisler, lobi faaliyetleri, bütçeler, kanunlar, ve çatışma-sonrası geçiş dönemi toplumları üzerine geniş bir dizi
kaynak sağlıyor. Site yakında Arapça sunuma da başlayacak.
New York’taki lansman toplantısında konuşan, A.B.D.’de ulusal bir partiden aday gösterilen ilk kadın başkan-yardımcısı adayı
olarak tarihteki yerini alan Geraldine Ferraro, bu girişimi ‘bağlantısı olmayanları da sürece katmaya yarayacak pragmatik bir
strateji’ olarak tanımladı. Toplantıdaki tüm katılımcıları “nasıl başarıya ulaştıklarını herkese anlatmaya ve kendi politik amaçlarını
desteklemek için bu internet ağını kullanmaya” davet etti. Geraldine Ferraro, “Siyasette kadın olmanın zorluklarını biliyorum. 1984
yılında başkan yardımcılığına aday olduğumda, A.B.D.’deki kadınlara yapabileceklerimizin sınırı olmadığını söylüyordum. Şimdi,
iKNOW ile dünya çapında bir adım daha ilerlemiş olduk”, dedi.
Afrika’da demokratik yoldan seçilen ilk kadın başkan olan Liberya Cumhurbaşkanı Johnson-Sirleaf ise, girişime desteğini şöyle
belirtti: “Değişim rüzgarları esmeye başlarken, kadınlar politik gücün dışında kalıyorlar. İşte bu yüzden İKNOW Politics, siyasetteki
kadınlara politik yaşamın her alanında anlamlı bir şekilde yeralabilmeleri için gerekli donanımı sağlayan ilk internet ağı olarak
yaratıldı.”
Böyle bir bilgi kaynağına büyük ihtiyaç olduğu açık. Her ne kadar siyasetle ilgilenen kadınların sayısı son yıllarda artsa da, kadınlar
hala yetersiz temsil ediliyorlar ve tam katılım konusunda sayısız engelle karşılaşıyorlar. IPU’ya (Parlementolar Arası Birlik) göre
2006 yılında parlamenterlerin yüzde 17’sinden azı kadınlardan oluşuyordu. ‘Dünya Çapında Kadın Liderler Rehberi’nin raporu ise
dünyanın 194 devlet ve hükümetinin sadece 13’ünün seçimle gelen kadınlar tarafından yönetildiğini belirtiyor.
iKNOW Politics girişimi, Uluslararası Demokrasi ve Seçim Desteği Enstitüsü (IDEA), IPU, Uluslararası İlişkiler için Ulusal
Demokratik Enstitü (NDI), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve BM Kadınlar Kalkınma Fonu (UNIFEM) ortaklığıyla
hayata geçirildi.
Daha fazla b ilgi için: www.iknowpolitics.org.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=872
1/1
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=873
19 Mart 2007 tarihinde, dünya, yoksulluğa karşı yapılan bir maça daha tanık oldu. Marsilya, Fransa’da oynanan ve UNDP tarafından
düzenlenen dostluk maçında, dünya futbol yıldızları ve UNDP İyiniyet elçileri olan Zinedine Zidane ve Ronaldo’nun takımları
yoksulluğa karşı farkındalığı arttırarak para toplamak ve BM Binyıl Hedefleri’ni pekiştirmek amacıyla karşı karşıya geldi. Stade
Vélodrome’da yapılan ve İtalyan Pierluigi Collina’nın üst üste 4 kez hakemliğini yaptığı karşılaşmada, Zidane’ın takımı Ronaldo’nun
takımına 6-2 galip geldi. Zidan’ın takımı için goller; Ronny (KK), Sichi, Portillo (2), Al Jaber ve Fas asıllı Fransız komedyen Jamel
Debbouze’dan gelirken Ronaldo’nun takımının gollerini Gerald ve Sonny Anderson kaydetti; ancak maçta uluslararası futboldan
diğer ünlü isimler de vardı. Arsenal’den Julio Baptista, Boavista’dan Ricardo Silva, Olympiakos’tan Rivaldo, Real Madrid’den
Robinho, Türkiye-Galatasaray’dan Hakan Şükür ve hatta Ronaldo’nun takımına kaydolan ve Formula 1 dünya şampiyonasında yedi
birinciliği olan Michael Schumacher bunlardan sadece birkaçı...
Daha önceki maçlarda olduğu gibi, bilet satışlarından elde edilen tüm gelirler, UNDP’nin Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yürüttüğü
projelerde, sağlık merkezleri ve okul yapımları için kullanılacak. Haiti, Kongo, Sri Lanka, Komor, Gine Bissau, Burkina Faso,
Namibya, Kolombiya, Brezilya, Butan, Küba ve Vietnam önceki yıllarda “yoksulluğa karşı maç”lardan elde edilen gelirlerden
yararlanan ülkeler arasında yer alıyor.
Maçla ilgili olarak, Ronaldo; halktan böylesine güzel tepkiler almalarının son derece teşvik edici olduğunu ve farkındalığı arttırarak
yoksulluğu alt etmede yardımcı olmaya devam etmek istediğini açıkladı. Aynı şekilde, 2006 Dünya Futbol Kupası’nda jübilesini
yaptıktan sonra ilk kez uluslararası platformda futbol oynayan Zidane da, her ne kadar profesyonel futbolu bırakmış olsa da böyle
bir amaç için forma giymeye devam edeceğini belirtti. UNDP Başkan Yardımcısı ve BM Genel Sekreter Müsteşarı Ad Melkert ise
“yoksulluğa karşı maç sayesinde milyonlarca taraftar futboldaki kahramanlarının, aşırı yoksulluğa karşı mücadelede birer
kahraman haline dönüştüklerini görüyor. Bu mesaj çok önemli çünkü ancak hükümetlerin, özel sektörün, sivil toplumların ve
Ronaldo, Zidane ve Drogba gibi bireylerin ortaklığıyla yoksulluğu gerçekten yenebilir ve Binyıl Hedefleri’ni gerçekleştirebiliriz” dedi.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=873
1/1
20 02 2013
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=878
22 Mart’ta kutlanan Dünya Su Günü’nün bu yılki teması, dünya çapında giderek büyüyen su darlığına dikkat çekiyor; ve azalan su
kaynaklarının sürdürülebilir, etkin ve adil yönetimi için gerek uluslararası, gerek yerel düzeylerde daha fazla entegrasyon ve işbirliği
yapılması gerektiğini vurguluyor. Bu yıl Su Günü’nün kutlanmasında, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), tüm Birleşmiş Milletler
kuruluşları ve programları adına koordinatörlüğü yürüttü.
UNDP Başkanı Kemal Derviş’in Su Günü Mesajı
“Temiz suya sürdürülebilir erişimi olmayan insanların sayısını yarıya indirme amacını da içeren Binyıl Kalkınma Hedefleri’ne doğru
yolumuzun yarısını kat etmiş olduğumuz bu yıl, dünya hala su tedariki ve temizlik konularında ciddi sorunlar yaşıyor. 2015 yılına
kadar Hedefleri tutturulabilmek için, daha 900 milyonun üzerinde insanın temiz bir su kaynaklarına gündelik olarak erişebilmesini,
ve 1.3 milyondan fazla kişinin de sağlıklı tuvalet koşullarına kavuşmasını sağlamamız gerekiyor.
Bu yılki Dünya Su Günü’nün teması “Su Kıtlığıyla Başetmek”, kronik su sıkıntısının dünyada yaklaşık 800 milyon kişiyi etkilediğine,
ekolojik sistemlerin çökme tehditi altında bulunduğuna, yoğunlaşan su rekabetinin sınırlar arası gerilimi artırdığına dikkat çekiyor.
Dünyanın suyu tam olarak tükenmiyorsa da, güvenilir olmayan su birçok yerde, dünya nüfusunun önemli bir kısmının insani
kalkınması için ciddi bir engel oluşturuyor. 43 ülkedeki 700 milyon kişi, su sıkıntısı eşiği olan “yılda kişi başına 1700 m3’ün” altında
suyla idare etmeye çalışıyor. 20 yıl sonra 3 milyar kişi bu eşiğin altında kalan ülkelerde yaşıyor olacak. Büyüyen kentlerin, sanayi ve
tarımın, enerji talebinin artan su ihtiyacı, yoksulların zaten zor durumda olan gıda ve geçimlerini sağlama güvenliğini daha da
tehlikeye atıyor. 2006 İnsani Kalkınma Raporu, temiz suya erişimin bir insan hakkı olarak kabul edilmesi ve su krizine çözüm
bulmak için bir Küresel Harekat Planı yapılması için çağrıda bulundu. Dünya Su Günü’nde biz de bu çağrıyı yineliyoruz; ve bu
sorunu gerektiği gibi çözemezsek, tüm Binyıl Kalkınma Hedefleri’nden geri kalabileceğimizi hatırlatıyoruz.
Ne büyük bir çelişkidir ki, insanların ne kadar yoksulsa, suya o kadar fazla para ödediği bir dünyada yaşıyoruz. Gelişmekte olan
ülkelerde yaşayan en yoksul ev halkı gelirinin %10’unu suya harcarken, kalkınmış dünyada gelirinin %3’ünden fazlasını suya
harcamak ekonomik sıkıntı çekmek diye nitelendiriliyor. Gerçekte, su krizi büyük oranda temel eşitsizliklerden kaynaklanıyor. 2006
İnsani Kalkınma Raporu’nda vurgulandığı gibi, su kıtlığı tam olarak fiziksel veya çevresel bir eksiklik değil, maddi ve politik güç
eksikliğidir. Yoksulların oy kullanamama, hastalıklardan uzak duramama veya afet ve çatışmalardan kurtulamama, ekonomik
olarak güçlenememe nedenleri ne ise, yeterli temiz suya ulaşamama nedenleri de aynı. Genellikle yoksul olmak, sesini
duyuramamak ve fırsatlardan yoksun kalmak anlamına geliyor. Su krizi ile mücadele etmek, yoksullukla savaşmak ve insani
kalkınmayı daha fazla desteklemek için zorunlu bir adım…
İklim değişikliği, yoksul insanların geçim mücadelesini daha da zorlaştırıyor. Artan yaygın kuraklıklar, seller ve değişken yağış
düzenlerinden ötürü suya erişimin daha da güçleşmesi, yoksulları daha da fazla vuruyor. En yoksul insanların iklim değişikliğinde
hiçbir suçu olmamasına rağmen, birçok durumda sonuçlarından en fazla sıkıntı çeken onlar oluyor. Tarım verimliliği Asya ve
Sahra-altı Afrika’da daha da azalacak gibi görünüyor. Yükselen deniz seviyeleri, Bangladeş gibi alçakta yeralan ülkelerin içme suyu
kaynaklarına tuzlu suların karışması riskini artıracak. Riski ve zararı azaltmak ve yönetmek için etkili ve hesaplı uyum stratejileri
geliştirmek, ulusal su yönetimi politikalarının ve uluslararası yardımın odak noktası haline geldi.
Su krizi korkutucu gözükebilir, fakat bu acil durumla mücadele etmek için somut adımlar atılabilir. İşte bu yüzden Dünya Su Günü,
bu çok hayati konuda tartışmayı canlandırmak ve önlemleri harekete geçirmek için önemli bir fırsat. G8 ve diğer bağışta bulunan
ülkeler, yoksulların su sıkıntısını kalplerinde hissetmeli; ve Afrika’ya temiz su ve hijyen koşullarının iyileştirilmesi için verdiği
yardımını gelecek yıl iki misline, 2011 yılına kadar ise 200 milyon Sterlin’ine çıkarma sözü veren İngiltere’yi örnek almalıdır. Temiz
suya erişimi olmayan dünya nüfusu sayısını yarıya indirme hedefi için gerekli olan toplam yatırım, Avrupa ve ABD’nin bir aylık
maden suyu harcamasına eşittir. Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni elde etmek, gelişmekte olan dünyaya 38 milyar Dolarlık ek bir
ekonomik yarar sağlar. Haziran ayında yapılacak zirvede G8’in üzerinde dikkatle düşüneceğini umduğum rakamlar işte bunlar.
Su kaynaklarının yönetimini güçlendirerek, şimdiki ve gelecekteki su ihtiyacını karşılamak için şimdiden yatırım ve planlama
yaparak, ülkeleri gelecekteki su şartları üzerindeki denetimlerini artırmak için destekleyerek insani kalkınmaya doğru bir sonraki
sıçramayı tetikleyebiliriz. Çözümler esasen hidrolojik veya teknik değil. Güç, politika ve her seviyede yönetişim daha önemli rol
oynuyor. Hep birlikte dünya su krizini ile savaşmak için çarelerimiz var. Şimdi ihtiyacımız olan kararlılık, ortak politik irade ve
zorlukları yenmek için uygun politikalardır.”
Dünya Su Günü etkinlikleri için: www.worldwaterday07.org. BM’nin su programları için: www.unwater.org, ve
www.un.org/waterforlifedecade/.
UNDP Türkiye’nin Bölgesel Su Ortaklığı Girişimi “HER DAMLA DEĞER KATAR” ile ilgili b ilgi almak için
http://www.undp.org.tr/Gozlem3.aspx?WebSayfaNo=668 adresini ziyaret edeb ilirsiniz.
www.undp.org.tr/Print.aspx?WebSayfaNo=878
1/1

Benzer belgeler

Gençlik öğreniyor ve yazıyor Çoruh Vadisi turizm merkezi haline

Gençlik öğreniyor ve yazıyor Çoruh Vadisi turizm merkezi haline Richard Jolly (R.J.): UNDP her sene bu insani gelişim raporlarını yazıyor ve bu raporlar son 20 yıla damgasını vuran çok önemli bir girişim. İnsani gelişim raporlarında, cinsiyet ayrımı, kadın soru...

Detaylı