SÖZCÜKLER 9

Transkript

SÖZCÜKLER 9
10
‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹
KASIM - ARALIK 2007
ISSN: 1306-634X
Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi
Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu
Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7
Üsküdar 34668 ‹stanbul
Telefon ve Faks: 0216 495 88 65.
Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul
[email protected];
www.soezcuekler.blogspot.com
fi‹‹R
Cevat Çapan, 7; Sait Maden, 17-20; Nihat Ziyalan, 21;
Süreyya Berfe, 27-29; Refik Durbafl, 31; Barıfl Pirhasan, 32-36;
Yaflar Miraç, 53-58; Tahir Abac›, 66-67; Hüseyin Ferhad, 68-70;
Roni Margulies, 78; Ferruh Tunç, 79; Mehmet Yafl›n, 80-81;
O¤uzhan Akay, 87; küçük ‹skender, 88; Zeynep Uzunbay, 89;
Mete Özel, 102; Nazmi A¤›l, 103; Selahattin Yolgiden, 111;
Nursen Karas, 112; Gökçenur Ç., 113; Levent Sevi, 118; Ali Türker, 126.
ÖYKÜ
NATURE VE CULTURE
AfiK BU
K‹RAMEN KÂT‹B‹N GÜNLÜ⁄Ü
ADANA’NIN YARISI ANNEN‹ND‹
REISSDORF SAK‹N‹
8
48
82
104
114
Tahsin Yücel
fiükran Far›maz
Neslihan Gürel
Esra A.
Mustafa Erdiken
BERL‹N GÜNCES‹, 2002
K‹N VE ‹NSAN
SES BAYRA⁄IMIZI...
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
PAMUK’UN NOBEL ÖDÜLÜ
ZEK YETMEZL‹⁄‹YLE BAfiEDEB‹LMEK
ÇEV‹RMEK
YAVUZ TURGUL
KAVRAM Ç‹FTLER‹
ÇÖL GÜNLÜ⁄Ü
D‹RENMEN‹N ESTET‹⁄‹
MÜCAP OFLUO⁄LU
TAR‹HTE B‹R GÜN
22
37
46
60
71
90
98
116
119
127
132
138
141
Demir Özlü
Emin Özdemir
Server Tanilli
Alova
Prof. Dr. Kemal Özmen
Kaan Arslano¤lu
Maurice Blanchot
Salih Ecer
Mehmet Serdar
‹zzet Göldeli
Barıfl Özkul
Besim Dalgݍ
Aliflan Çapan
DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI
Bask› ve Cilt: Yaz›n Bas›n Yay›n Matbaac›l›k Turizm Ltd. fiti.
Çiftehavuzlar mah. Prestij ‹fl Merkezi 27/806 Zeytinburnu-‹stanbul. Tel.: 0212 5650122
Yay›n Türü: Yerel Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL.
Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas›
Levent Çarfl› fiubesi 60469735 nolu hesaba, ya da 5519864 nolu posta çekine 36.-YTL
yat›r›ld›ktan sonra dergilerin gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da
[email protected]’a bildirilmelidir. Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur.
Merhaba,
10. sayımız yine edebiyatımızın hemen her kufla¤ından seçkin yazarlarımızın ürünleriyle karflınızda. Sözcükler ’in edebiyat›m›z›n iyi
ürünlerinin bulufltu¤u bir ortak alan oldu¤unu görmek sevindirici.
Tahsin Yücel, içinde yaflad›¤›m›z günlere göndermelerle dolu trajikomik siyasal ve toplumsal geliflmeleri, kendine özgü ac› ironisiyle, en
yeni öyküsü “Nature ve Culture”de iflliyor.
Demir Özlü’nün, “Berlin Güncesi”nde önemli bireysel ve toplumsal
sorunlar›n izlerinin sürüldü¤ünü göreceksiniz.
Emin Özdemir, “Kin ve ‹nsan” adl› denemesinde edebiyat›n önde
gelen yap›tlar›nda bu duygunun ele al›n›fl›na, insan›n ruhsal yap›s›ndaki
rolüne de¤iniyor.
Hacettepe Üniversitesi Fransız Edebiyatı ö¤retim üyesi Prof. Dr.
Kemal Özmen, Orhan Pamuk’u Nobel Ödülü’ne götüren yolda Bat› kamuoyundaki alg›lama yanl›fll›klar›n› irdeliyor.
Kaan Arslano¤lu, ünlü Frans›z düflünür Althusser’in Kapital’i Okumak kitab›ndan yola ç›karak güç bir metnin okunmas›nda yaflanan sorunlara iliflkin, çetin bir okuma serüveninin notlar›n› okurlar›m›zla paylafl›yor.
Bu say›da yer alan çok say›daki fliirin, günümüz fliirinin verim düzeyine iliflkin ilginç bir gösterge oldu¤u kan›s›nday›z.
Bu sayımızın desenleri, Karl Marx’›n Kapital ’ini resimlemesiyle ünlü, uzun y›llard›r Fransa’da yaflayan Yüksel Arslan’›n.
‹yi okumalar.
5
Cevat Çapan
ONUN ADASINDAN
Elif Rifat’a
O güz biz de kapt›rd›k kendimizi
bulutlar› savuran o rüzgâra,
onun dilinde yavaflça
okflayan bir melteme dönüflen.
Bize her yaz gittikleri o aday› anlatt›yd›,
adlar›n› bilmedi¤i yaban›l
çiçekler toplad›¤›.
Sonra da unutuluflun gö¤ünde süzülen
akl› karal› kufllar›
ve dipsiz mavi geometrisini
babas›yla aç›ld›¤› denizin.
Çocukluk arkadafllar›ym›fl bal›klar:
iflkina, ilarya, levrek ve kefal.
Belli ki çocuk daha, ölümü hiç bilmiyor.
Y›llar sonra, birlikte ç›kt›¤›m›z
bir deniz yolculu¤unda baflka arkadafllarla,
Atahualpa’n›n flark›lar›n› dinlemifltik
Cabellero adl› bir Bolivyal›dan.
Bir y›ld›z düflmüfltü yüceden
güneyin kimsesiz bir koyunda.
Belki hâlâ bal›ktalar
sütliman bir denizde
flimdi o arkadafllar.
7
NATURE VE CULTURE
Tahsin Yücel
Hayristan Cumhuriyeti’nde baflkan koltu¤unun çok tuhaf bir özelli¤i vard›: üstüne dünyan›n en s›radan, en renksiz, en kokmaz bulaflmaz
adam›n› da oturtsan›z, saniyesinde güldürgen mi güldürgen bir kifliye dönüfltürüyordu. Adam bundan böyle ne yapsa, ne söylese, tüm ülkede yank›lan›yor, yank›lar da hemen her zaman kahkaha biçiminde ortaya ç›k›yordu. Ancak, yafll› yurttafllara bak›l›rsa, bu konuda hiçbir baflkan Cabir
ElCabir’le yar›flamazd›: kendinden önceki üç baflkan›n üçü de çok güldürmüfltü yurttafllar›, ama üçü de onun yan›nda yaya kal›rd›. Yarat›l›fltan
flen, güler yüzlü, flakac› ve nükteci bir kifli oldu¤undan m›? Hay›r, tam
tersine, gerek parlamentoda, gerek kitleler önünde, gerek bas›n görevlilerinin karfl›s›nda bir kez bile yüzünün güldü¤ü ya da bir nükte yapt›¤›
görülmemiflti, hep as›k suratla ç›kard› insanlar›n karfl›s›na. Dahas›, konu
ne olursa olsun, en küçük elefltiri karfl›s›nda bile, Cambridge Üniversitesi’nde ekonomi “master”› yapt›¤›n› ve Hayristan’da dürüst bir seçim sonunda göreve gelmifl ilk ve tek devlet baflkan› oldu¤unun “alt›n› çizerek”
girerdi konuya. Bu da insanlar› kahkahalarla güldürmeye yeterdi. Cambridge Üniversitesi’nde ekonomi “master”› yapm›fl olman›n ya da baflkanl›k koltu¤una dürüst bir seçim sonunda oturman›n nesi gülünçtü?
Tutarl› bir yan›t vermek zordu do¤rusu. Konu bir komflu ülkeden gelmifl
olan uyan›k bir gazeteciye aç›l›nca, adam önce kahkahalarla gülmüfl, sonra da “Bilmiyor musunuz? Bizim ülkelerin insanlar›n›n birincil özelli¤idir bu, bafllar›ndakilere gülerler her zaman. Bizimki kara cahil, boyu da
bir seksen iki, a¤z›n› her aç›fl›nda güldürür milleti; sizinki Cambridge’i
bitirmifl, üstüne üstlük “master” yapm›fl, boyu da en fazla bir elli befl, o
da kahkahalarla güldürüyor milleti. Bence kahkahan›n kayna¤› koltuk:
hep Avrupa’dan getiriyorlar”, demifl, bir süre düflündükten sonra da
“Belki de halklar ve komutanlar hep güldürgen adamlar› seçiyorlar. ‹yi
de ediyorlar bence: adamlar hiçbir sorunu çözemiyorlar, bari vatandafl›
güldürsünler”, diye eklemiflti.
fiafl›r›p kalm›flt›k do¤rusu: bedensel aç›dan da, ekinsel aç›dan da birbirine yüzde yüz karfl›t görünen iki baflkan ayn› ölçüde güldürgen olabiliyorsa, Hayristan’›n Cabir ElCabir’den önceki üç baflkan›n›n üçü de, aralar›ndaki bunca farkl›l›¤a karfl›n güldürgen olmuflsa, bu özelli¤i koltu¤a,
yani ad›na baflkanl›k dedi¤imiz konuma ba¤lamak kaç›n›lmaz görünü8
yordu. Ne var ki halk›n›n karfl›s›na hep güler yüzle ç›kan, dinleyenleri genellikle gülümseten sözcüklerle, e¤lendirici öykülerle konuflan bir Elhalas’›n güldürgenli¤i kitlenin karfl›s›na hep kas›larak, as›k suratla ç›k›p
herkesi azarlar gibi konuflan ElCabir’in güldürgenli¤inin çok gerilerinde
kald›¤›na göre, güldürgenli¤in de¤iflik biçimleri, kifliden kifliye de¤iflen
dereceleri bulundu¤unu da söylemek gerekirdi. Ne olursa olsun, ElCabir
Hayristan baflkanlar›n›n en güldürgeniydi. Ülkede ilk kez yap›lan baflkanl›k seçimini öteki adaylara büyük fark atarak kazanmas›n› da, komflu ülke gazetecisinin kuram›na uygun olarak, güldürgenli¤ine borçlu oldu¤u,
bu önemli özelli¤ini bilinçle kulland›¤› düflünülebilirdi. Varsay›m›m›z›
do¤rulayabilecek nitelikte belirtiler de yok de¤ildi.
Örne¤in kendisinden elli santim daha uzun bir han›mla evlenmifl olmas› bu belirtilerden birincisiydi, baflbakan›n›, bakanlar›n›, dan›flmanlar›n› ve korumalar›n› hep uzun boylular aras›ndan seçmesiyse ikincisi.
Evet, onun bu adamlar›n önünde yürüdü¤ünü görenler hemen gözlerinin önüne bir efle¤in ard›nda, ad›mlar›n› onun ad›mlar›na uydurarak ilerleyen bir deve katar› getirerek ya da gece gündüz içini kemiren afla¤›l›k
karmaflas›n› yenebilmek için hep uzun adamlar önünde boy göstermeyi
ye¤ledi¤i konusunda uydurulmufl say›s›z öykücükleri an›msayarak gülümsemeye bafllarlar, efliyle yan yana yürür gördükleri zaman da kesinlikle “Benim zavall› baflkan›m, yatakta bu kadanayla nas›l bafla ç›kar ki?” diyen birileri ç›kard›. Sonra, baflkan›n kitle önüne efliyle birlikte ç›kmas›n›n nedeni ne olursa olsun, kürsüde ne konuflursa konuflsun, yurttafllar
saniyesinde onun yatak yaflam›n›n ayr›nt›lar›na dalar, eflinin bedeninin
üst yan›nda oyalan›rken alt yan›ndan, alt yan›nda oyalan›rken üst yan›ndan kopmak zorunda kal›fl›n› gözlerinin önüne getirir, hem üzülür, hem
de göbeklerini tutarak gülerlerdi.
Ancak Cabir ElCabir yurttafllar›n› yaln›zca boyuyla de¤il, söylevlerinde sürekli yineledi¤i birtak›m ingilizce sözcükler ve bu sözcüklerin
gönderdi¤i kavramlarla da güldürürdü. Bu sözcüklerin bafl›nda da, biraz
abartmal› bir biçimde, ama gerçek bir Cambridge’li a¤z›yla söyledi¤i nature ve culture sözcükleri ve bu sözcüklerden yola ç›k›larak oluflturulmufl
bir dünya görüflü, kendine özgü dünya ve insan tasar›m› gelirdi.
Baflkan Cabir ElCabir Cambridge’deki üçüncü y›l›nda, Türkiyeli bir
arkadafl›n›n önerisi üzerine, çok ünlü bir budunbilim profesörünün derslerini izlemifl, bu derslerde ünlü profesörün s›k s›k döndü¤ü nature ve
culture, yani do¤a ve ekin karfl›tl›¤› onu nerdeyse büyülemifl, bu dersleri
izlemeye bafllamas›ndan flöyle böyle iki ay sonra da her konuya, her soruna bu karfl›tl›k aç›s›ndan bakmaya bafllam›fl, her konuyu, her sorunu bu
karfl›tl›¤a ba¤lar olmufltu. Ne var ki, budunbilimcilerin tersine, söz konusu karfl›tl›¤› olgular› aç›klamakta kullan›lan bir karfl›tl›k olarak de¤il, yüz9
y›llard›r süregelen bir savafl›n düflman ö¤eleri olarak de¤erlendirmek gibi oldukça ayk›r› bir yol seçmiflti. Ona göre, uluslar ülkelerinde do¤an›n
pay›n› azalt›p ekinin pay›n› ço¤altt›klar›, daha aç›k bir deyiflle, bofl alanlar› evlerle, fabrikalarla, ma¤aza, atölye ve yollarla doldurduklar›, ekilebilir gibi görünen alanlar› bahçe ve tarlalara dönüfltürdükleri, tafllar› ve
kayalar› olduklar› yerde olduklar› gibi b›rakmay›p konut ve yol yap›m›nda kulland›klar›, topra¤›n derinliklerindeki zenginlikleri ç›kar›p halk›n
yarar›na sunduklar› ölçüde ilerlerdi. Ö¤rencili¤i s›ras›nda da, Baflkent
Üniversitesi’ndeki ö¤retim üyeli¤i s›ras›nda da hep ayn› inançla savundu
de¤iflmez düflüncesini, “Yirminci yüzy›l›n dördüncü çeyre¤ine geldik,
ama hâlâ nature’› culture’a dönüfltürmüfl de¤iliz: nature’›n ba¤r›na culture’›n hançeri saplayamad›k”, diye yak›nd› durdu. Biraz da bu iki kavram›n yard›m›yla baflkan seçildi¤i zaman, nature’dan culture’a varmas› ya
da, kendi deyimiyle, nature’›n ba¤r›na culture’›n hançerini saplamas›
için tüm yollar aç›ld› önünde.
Baflkanl›k seçimi s›ras›nda bafll›ca savsöz olarak “Nature’› culture’a
dönüfltürece¤im” tümcesini seçmifl, seçim konuflmalar›nda her fleyden
önce ve her fleyden çok bu konuyu ifllemiflti. Baflkanl›k koltu¤una oturduktan sonra da kitleler önünde karfl›tl›¤›n ayr›nt›lar›na dalmaktan b›kmad›. Hemen her hafta, ülkenin bir baflka köflesine gidiyor, sa¤›nda bir
seksenlik efli, solunda bir seksen befllik baflbakan›, arkas›nda her birinin
boyu iki metreye yaklaflan korumalar›, karfl›s›nda e¤lenceli bir saat geçirmek düflüncesiyle koflup gelmifl yurttafllar, nature’› culture’a dönüfltürme
söyleflisine bafll›yordu. Evet, yurttafllar›na söylev çekmekten çok, onlarla
söylefliyordu baflkan Cabir ElCabir. Nature ve culture olgular›n›n karfl›tl›¤›n› ve culture’›n nature’› alt etmesi yolunda neler yap›lmas› gerekti¤ini “dilinin döndü¤ünce” anlatt›ktan sonra, onlar›n görüfllerini dinliyor,
sorular›n› yan›tl›yordu. Yurttafllar da, görüfl bildirmekten çekinseler bile,
zaman zaman ilginç sorular soruyor ve ayn› derecede ilginç yan›tlar al›yorlard›. Örne¤in adam›n biri “Peki, biz neyiz, say›n baflkan›m? Nature
m›, culture m›?” diye soruyor, ElCabir bir an bile duralamadan yan›t› yetifltiriyordu: “Göbe¤imiz kesilmeden önce nature, göbe¤imiz kesildikten
sonra culture”. Bir ö¤renci “Kufllar nature’a m› girer, culture’a m›?” diye soruyor, yan›t›n› gene ayn› anda al›yordu: “Tavuk culture’d›r, turna
nature”. Bir baflka yurttafl, “Baflkan›m, culture iyi, nature kötü bir fleyse,
neden önce nature’›, sonra culture’ü söylüyoruz?” diyor, baflkan ElCabir,
bir an düflündükten sonra, “Çok güzel bir soru. Kötü bir al›flkanl›k iflte.
Culture’› bafla almak daha do¤ru”, diye yan›tl›yordu. Sonra önceden belirlenmifl bir topluluk eflli¤inde çevre gezisine ç›k›l›yor ve baflkan, iyeli¤in de bir culture oldu¤u görüflünden yola ç›karak ormanlar›, da¤lar›, çorak alanlar› üç y›l içinde nature durumundan kurtar›p culture durumuna
10
getirmeleri kofluluyla, genellikle önceden belirlenmifl yurttafllar aras›nda
paylaflt›r›yordu.
Bu insanlar bu büyük do¤a parçalar›n› bu süre içinde ekine dönüfltürebilirler miydi? Oras› oldukça kuflkuluydu, ama baflkan›n iki ana kavram aras›nda yapt›¤› ayr›m› yurttafllar›n çok iyi anlad›klar›, büyük ölçüde
de ona kat›ld›klar› kesindi. Dahas›, nerdeyse tüm Hayristan’da, do¤a ile
ekinin hayristancadaki karfl›l›klar› nerdeyse unutulmufl, yerlerini ingilizcenin nature’›yla culture’› alm›flt›. Öyle ki ilkokul birinci s›n›f ö¤rencileri bile nesneleri ve olgular› do¤a ya da ekin alan›na girmelerine göre de¤erlendiriyor, bu konuda birbirlerini s›nava çekiyor ve içlerinden biri h›yar› ve kaba¤› culture olarak niteleyince, baflkan Cabir ElCabir’e inat, dakikalarca gülüyorlard›.
Cabir ElCabir’in baflkanl›k koltu¤una oturuflunun sekizinci ay›nda,
görülmedik bir sa¤na¤› izleyen görülmedik bir sel o zamana dek yata¤›nda a¤›r a¤›r akan ve çevresinde yaflayanlara yaln›zca yarar› dokunmufl ›rma¤› yata¤›ndan tafl›rarak ba¤, bahçe, ev, her fleyi dümdüz edip insan,
hayvan, kad›n, erkek, büyük, küçük demeden, önüne ç›kan› al›p götürünce, kimi Hayristanl›lar “Nature bizim baflkandan öç ald›!” diyerek
dalgalar›n› geçtilerse de o bu y›k›m› kendi görüflünü do¤rulayan yeni bir
kan›t olarak gördü ve ünlü karfl›tl›¤›n alt›n› daha bir yetke, daha bir
inançla çizmeye bafllad›. Sonra, y›k›ma u¤rayan yedi köyü birbiri ard›ndan gezip de korkunç selin geçti¤i her yeri dümdüz etti¤ini, dördü k›z,
üçü o¤lan yedi çocu¤un, ikisi kad›n, biri erkek üç büyü¤ün, elli büyük,
seksen küçük bafl hayvan›n ve flimdi kupkuru bir sel yata¤›n› and›ran
yüzlerce tarla ve bahçenin öcünü almaya karar verdi. Selden kalan tek
fley onunla ayn› türden ve suç orta¤› ›rmak oldu¤una göre de kinini flimdi gene a¤›r a¤›r akmaya bafllam›fl olan ›rma¤a yöneltmekte karar k›ld›.
Çocuklar bu karar› ö¤renince de¤nekten atlar›na atlay›p “Yaflas›n culture! Yaflas›n baflkan ElCabir!” diye ba¤›rarak sokaklarda koflmaya bafllad›lar. Befl on dakika içinde say›lar› yüzleri buldu. Sokaklar bir flenlik havas›na büründü. Ama karar› ö¤renen yafll›lar tafl gibi donup kald›lar. Öç alman›n biçimini ö¤renince de en az çeyrek saat titrediler. Titremeleri de
do¤ald›: bizim bir buçuk metrelik baflkan gere¤inden fazla büyütüyordu
her fleyi: görülmedik taflk›nda yedi köyün evlerini, bahçelerini, tarlalar›n› bir çamur y›¤›n›na dönüfltürüp çocuklar›n› ve hayvanlar›n› sürükleyip
götüren ›rma¤›n iki yan›nda, en az›ndan bu yedi köy boyunca, ikifler buçuk metrelik beton ya da tafl duvarlar yükselterek çevreden soyutlayacak,
böylece, yurttafllar›na verdi¤i zarardan dolay›, onu “müebbetle” cezaland›rm›fl olacakt›.
Bölgenin de¤iflik yerlerinde de¤iflik kurullar oluflturulup baflkente
yollanarak baflkan karar›ndan cayd›r›lmaya çal›fl›ld›. Ama hepsi geri çev11
rildi. Yaln›zca en büyük zarara u¤rayan beldenin yollad›¤› kurul al›nd›
baflkanl›k saray›na. Bu kurulda yer alan çok yafll› ve çok uzun boylu, ama
okuma yazma bilmeyen bir adam bu y›k›mda korkunç sele her zamanki
dinginli¤iyle ak›p giden ›rma¤›n de¤il, gökten inen görülmedik sa¤ana¤›n neden oldu¤unu, a¤açlar› kökünden söken bir yelle korkunç bir çamurun da çocuklar›n, büyüklerin ve hayvanlar›n yürümesini önleyerek
y›k›m› destekledi¤ini, bu durumda, yüzy›llard›r insanlar›n tarlalar›n› ve
bahçelerini yeflerten, kendilerinin ve hayvanlar›n›n susuzlu¤unu gideren
›rma¤›n suçlu de¤il, kurban oldu¤unu, hem de nature de¤il, culture olarak de¤erlendirilmesi gerekti¤ini söyleyince, baflkan Cabir Elcabir yumuflar gibi oldu, ama söz a¤z›ndan ç›km›flt› bir kez, karar›n› de¤ifltirmedi.
Karar›n› de¤ifltirmemesinin bir baflka nedeni de duvarlar› yükseltmeye
karar verdi¤i gün bir karar daha vermifl olmas›yd›: bunca y›ld›r kendisine tek çocuk verememifl olan han›m›n› boflayarak ondan daha uzun ve
daha genç bir han›mla evlenecek, dü¤ünü de duvarlar›n yap›m› tamamland›¤› zaman, onlar›n gölgesinde yapacakt›. Bu yüzden de, sözünden
hiçbir biçimde dönmeyen bir baflkan olarak, ikinci kez gerde¤e girmek
için tam iki y›l, dört ay, on üç gün beklemesi gerekti.
Neden derseniz, ›rma¤›n iki k›y›s›nda dört buçuk kilometre boyunca, iki buçuk metre yüksekli¤inde beton duvarlar yükseltmek hem çok
para, hem çok zaman istiyor, ayr›ca, gösterilen bunca özene karfl›n, duvarlar her gün bir baflka yerde çatl›yor ya da çöküyor, yani ›rmakla duvarlar, bir baflka deyiflle do¤ayla ekin aras›nda bir savaflt›r sürüyordu. Böylece, kimi zaman on befl, kimi zaman yirmi metre uzunlu¤unda bir duvar›
yeniden yapmak, temellerini bir iki metre daha derinlere indirmek ve,
kolayl›kla kestirilebilece¤i gibi, iflçi say›s›n› her geçen gün biraz daha art›rmak gerekiyor, ülkenin kimi okumufl kiflileri burada çal›flan insanlar›n
çabas›n›n ancak M›s›r piramitlerini yapm›fl olan tutsaklar›n çabas›yla karfl›laflt›r›labilece¤ini söylüyorlard›. ‹flin ilginç yan›, duvarlara karfl› yer yer
kazand›¤› utkular ne olursa olsun, bu ilginç savaflta gerçek yenilenin ›rmak oldu¤u art›k her geçen gün biraz daha iyi anlafl›lmaktayd›: sular› gittikçe bulan›p s›¤lafl›yor, içindeki renk renk bal›klar, kar›nlar› yukar›da,
bir süre titredikten sonra ölüp gidiyor, bir zamanlar bunca bahçenin,
bunca bostan›n, bunca insan›n ve bunca hayvan›n susuzlu¤unu dindirmifl olan ›rmak eriyip gidiyordu. Bir gün geldi, göle ulaflmas›na yaklafl›k
sekiz yüz metre kala, daha ileriye gidemedi. Böylece, çok pahal› bir biçimde de olsa, baflkan Cabir Elcabir culture’›n nature’› yere sermesini
sa¤lamas›yla övünebilir, üstüne üstlük, yenginin duvarlar›n göle kadar
götürülmesine gerek kalmadan gerçekleflmifl olmas›na sevinebilirdi. fiimdi ›rmak, daha do¤rusu yata¤›, bir an›t›n parças› say›l›rd›, nature de¤il,
culture’d› art›k. Bu da bir utku say›l›rd›. Tam bunu düflündü¤ü s›rada ku12
rumufl ›rmak yata¤›n›n k›y›s›nda çok yafll› bir köylü kad›n›n gözleri yata¤›n çatlam›fl topra¤›nda, hüngür hüngür a¤lamakta oldu¤unu gördü. Ona
do¤ru ilerledi, ama yafll› kad›n kendisini görmedi bile.
“Nine, neden a¤l›yorsun?” diye sordu.
Yafl› kad›n iflitmedi. O da g›rtla¤›n›n tüm gücüyle ba¤›rd› o zaman:
“Teyze, neden a¤l›yorsun?”
Köylü kad›n bafl›n› kald›rd› o zaman, k›pk›rm›z› olmufl gözlerini
baflkana dikip öyle bakt› bir süre. Hiçbir fley söylemedi.
Baflkan kafllar›n› çatt› o zaman.
“Ben senin cumhurbaflkan›n›m, sana neden a¤lad›¤›n› soruyorum”,
diye üsteledi.
Yafll› kad›n hiç de etkilenmifl gibi görünmedi.
“Irma¤›ma a¤l›yorum”, dedi. “Irma¤›m›n küsüp gitmesine a¤l›yorum”.
Baflkan bu yan›ta güldü; yafll› kad›n›n deli oldu¤unu düflündü.
“Irma¤›n küsüp gitmedi, culture’a dönüfltü”, dedi.
Yafll› kad›n baflkana kinle bakt› o zaman, sanki nature ve culture
karfl›tl›¤›n› tüm Hayristanl›lar gibi o da ö¤renmiflti.
“Hay›r, küstü, küsünce de ald› bafl›n›, gitti”, dedi. “Onun da culture’› vard›, seninkinden daha büyük, daha karmafl›k bir culture’›”.
Baflkan Cabir ElCabir bir kahkaha att›.
“Delirmifl bu koca kar›”, dedi, gülerek ayr›ld› oradan.
Yard›mc›lar›yla korumalar› da onu izlediler. Aceleleri vard›: bilemediniz yirmi metre ileride, ›rma¤›n son solu¤unu verdi¤i yerde, kocaman
çad›rlar›n ortas›nda, ülkeden ve komflu ülkelerden ça¤r›lm›fl yüzlerce
seçkin kiflinin kat›ld›¤› görkemli bir dü¤ünle ikinci efliyle gerde¤e girdi¤i gecenin sabah›, saatler onu bile vurmadan, baflbakan duvar yap›m›
bafllayal› beri belki yirmi kez yineleyip de istedi¤i gibi sonuçland›ramad›¤› giriflimi bir kez daha yineledi: devletin çok önemli bir sorunla karfl›
karfl›ya bulundu¤unu, bu nedenle tüm bakanlar›n›n ilk yap›lacak bakanlar kuruluna kendisinin baflkanl›k etmesini dilediklerini bildirdi.
“Pekâlâ, ederiz, bakanlar kurulunu ne zaman toplayacaks›n?” dedi
baflkan.
Baflbakan bafl›n› önüne e¤di.
“Bugün, say›n baflkan›m, yaklafl›k bir saat sonra”, diye yan›tlad›.
“Arkadafllar flimdi toplanm›flt›r bile. Baz› genel müdürleri de ça¤›rd›k”.
ElCabir yüzünü buruflturdu.
“Zifaf gecesinin ard›ndan bakanlar kurulu! Daha gusül aptesini bile almad›k”, diye homurdand›, sonra gülümsedi, “Ama çoktand›r devlet
iflleriyle ilgilenemedik, bir toplanal›m, bakal›m”, dedi. “Sen arabamda
bekle beni”.
13
Baflkan Cabir Elcabir gusül aptesini bile almadan, yani, bir bak›ma,
tad›n› hâlâ tüm bedeninde duymakta oldu¤u güzelim zifaf gecesini bir
culture edimiyle taçland›rmadan, h›zla giyinip ç›kt› çad›r›ndan. Ama
bundan hoflnut oldu¤u söylenemezdi. Arabada hemen hiç konuflmad›.
Bakanlar kurulu salonunda da hep birden aya¤a f›rlayan bakan ve genel
müdürleri as›k suratla selamlay›p baflkanl›k koltu¤una oturdu, hemen
sonra da sessizce sa¤ yan›ndaki koltu¤a iliflen baflbakan›na döndü.
“Söyle bakal›m, say›n baflbakan›m, flu çok önemli sorun neymifl?”
dedi.
Bu çok önemli sorunu Hayristan’da okuma yazma bilmeyen adamlar ve kad›nlar bile biliyorlard›: nicedir her fley atefl pahas›nayd› ve millette para yoktu. Hayristan’›n Elcabir’den önceki baflkanlar›n›n da ülkeyi çok iyi yönettikleri söylenemezdi, ama buras› kendi içine kapanm›fl bir
biçimde yaflayan ve çok az fleyle yetinen sab›rl› insanlar›n ülkesiydi, herkes kendi ya¤›yla kavrulmaya al›flm›flt›. Ancak, baflkan›n ›rmaktan öç almak için getirtti¤i dev makinelere ve say›lar› birkaç bine ulaflan iflçilere
ödenen paralar tüm ölçüleri aflm›fl, ›rma¤a karfl› yengiyi taçland›ran görkemli dü¤ün de hepsinin üstüne tüy dikmiflti. Baflbakan art›k memur ayl›klar›n› ödemenin bile olanaks›z duruma geldi¤ini ve ülkenin her yan›nda ifllerin durma noktas›nda bulundu¤unu, bu bunal›ma en k›sa sürede
bir çözüm bulunamamas› durumunda ülkenin kargaflaya sürüklenece¤ini anlatt›.
Baflkan Cabir Elcabir kafllar›n› çatt› o zaman.
“Yani ne demek istiyorsun?” diye sordu.
Baflbakan da hiç duralamadan yap›flt›rd› yan›t›n›:
“Her fley içinden ç›k›lmaz bir kargaflaya, yani nature’a dönüflecek gibi görünüyor, say›n baflkan›m. Nature’a, evet, nature’a, bunu düflünebiliyor musunuz?”
Baflkan Cabir Elcabir birden titreyip kendine döndü o zaman: Cambridge’te master yapm›fl bir ekonomi uzman› oldu¤unu an›msad›, yaln›zca bakanlar kuruluna de¤il, tüm ülkeye seslenir gibi, “Biz de gerekti¤i
kadar para basar›z”, diye gürledi.
“Karfl›l›ks›z olarak m›, efendim?”
“Evet, karfl›l›ks›z olarak. ‹flin güzel yan› da bu bence. Bir zamanlar,
karanl›k dönemlerde, insanlar alt›n ve gümüfl paralar kullan›rlarm›fl.
Kullan›lan alt›n ve gümüflün de¤eri neyse, paran›n de¤eri de o olurmufl,
yani belli bir oranda, nature’a ba¤l› kal›rm›fl insanlar. fiimdi k⤛t para,
karfl›l›kl› ya da karfl›l›ks›z, de¤erini kendisini üreten toplumdan al›yor,
tümüyle nature’dan kopuk, demek ki culture. Bizim basaca¤›m›z para da
yüzde yüz bir culture nesnesi, culture de¤eri olacak”.
Baflbakan öksürdü.
14
“Ama, say›n baflkan›m”, diye giriflti.
“Amas› mamas› yok”, dedi baflkan. “Hemen basal›m param›z›”.
“Karfl›l›ks›z olarak m›?”
“Evet, karfl›l›ks›z olarak. Gerekirse, ‹ngiltere’den bas›m makineleri
getirtelim”.
Baflbakan içini çekti.
“San›r›m, gerekmez, efendim”, dedi.
Ancak, bir iki ay sonra, para basma etkinli¤i öyle bir h›zland› ve öyle yo¤unlaflt› ki geliflmifl bas›m makineleri ve paraya dönüfltürülecek k⤛tlar getirtmek kaç›n›lmaz oldu. Baflkan Cabir Elcabir s›k s›k para bas›m›n› denetlemeye gidiyor, k⤛d›n paraya dönüflmesini, yani bir culture
nesnesinin kaflla göz aras›nda daha üstün bir culture nesnesi oluvermesini izlerken, uygarl›¤›n ve ça¤c›ll›¤›n tam göbe¤inde bulundu¤unu düflünüyor, bu da kendisine hem düflünsel, hem duyumsal bir haz veriyordu.
Zaman zaman, bu benzersiz hazz› paylafls›n diye, yeni eflini de yan›nda
getiriyordu. Ama genç, güzel ve bir nature yarat›¤› say›lamayacak kadar
uzun boylu efli bu hazz› paylafl›yorsa da k⤛d› paraya dönüfltürmekte
olan bas›mevi ustalar›n›n bu iflten fazla bir haz duyduklar›n› söylemek
zordu. Nedenini aç›klamak da zor de¤ildi: bas›m h›zland›kça Hayristan
paras› de¤erini yitiriyor, Hayristan paras› de¤erini yitirdikçe de baflkan
Cabir Elcabir’in nature’la culture aras›nda kurdu¤u de¤er oran› tam tersine dönüflüyordu: k⤛d›n paraya dönüfltü¤ünde daha da ekinselleflti¤i
do¤ru olabilirdi, ama, en az›ndan Hayristan’da, bu ekinselleflmeye gittikçe artan bir de¤er düflümü efllik etmekteydi. Daha da ac›s›, kurumufl ›rma¤›n iki yan›nda Çin Seddi gibi yükselen dört bin befl yüz metre uzunlu¤undaki duvarlar culture, flimdi yerinde yeller esen ›rmak nature’sa,
nature’›n yararl›, culture’›n zararl›, hatta ölümcül oldu¤unu kesinlemek
gerekirdi: duvarlar binlerce insan›n ekme¤ini kazanmas›na yard›mc›
olan bir do¤a ö¤esini kuruttu¤una, insanlar›n, umutsuzluk içinde, evlerini, bahçelerini, tarlalar›n› b›rak›p gitmelerine yol açt›¤›na göre, culture’›n nature’dan önce geldi¤inde ve nature’› tümden kurutup culture’›
egemen k›lman›n saçma oldu¤unda baflkan ve yak›n çevresi d›fl›nda herkes birleflmeye bafll›yordu ülkede. Art›k deneyimleriyle biliyorlard› bunu,
deneyimleriyle bildikleri için de baflkanlar›n›n her sözüne ve her edimine daha bir rahat, daha bir içten gülüyorlard›. Bu da ona, bu on iki yafl›nda bir çocuk boyundaki adama daha bir sevecenlikle bakmalar›n›, ona
fazla haks›zl›k etmekten çekinmelerini sa¤l›yordu.
Nas›l olsa, demokrasilerde oldu¤u gibi Hayristan’da çare tükenmiyordu: Hayristan liras›n›n de¤erinin nerdeyse s›f›ra inmesi sonucu, yurttafllar, en az›ndan önemli al›flverifllerinde ve rüflvet ödemelerinde yaln›zca paund ve dolar kullan›r olmufl, çeliflkin bir biçimde, paund ile dolar
15
nature, Hayristan liras› culture diye adland›r›l›r olmufltu. Böylece, al›c›
ald›¤› mal›n karfl›l›¤›n› ödemeden önce “Nature m›, culture m›?” diye soruyor, hemen her zaman da “Nature!” yan›t›n› al›yordu. Rüflvet isteyen
memur da ayn› soruya ayn› yan›t› veriyordu her zaman. Ancak, kendileri de ister istemez ayn› biçimde davranmakla birlikte, ülkenin belli bafll›
köfle yazarlar› bu uygulamay› çok sert bir biçimde elefltiriyor ve, tüm bu
olumsuz tutumlara karfl›n, bu geçici durumun çok yak›nda de¤iflece¤ini
ve Hayristan liras›n›n dünya paralar› aras›ndaki seçkin yerine yeniden
yerleflece¤ini mufltuluyorlard›.
Kim bilir, belki de gerçekleflirdi öngörüleri.
Yaz›k ki, buz gibi bir flubat gecesi, sabaha karfl›, t›pk› Cabir Elcabir
gibi bir metre elli alt› santim boyunda bir albay dört bölük askerle baflkanl›k saray›n› dört yandan sard›, baflkan› ve eflini tutuklay›p bilinmeyen
bir yere götürdü. Tutuklamaya yak›ndan tan›k olmufl bir yüzbafl›n›n anlatt›¤›na göre, baflkan Cabir Elcabir han›m› kadar bile direnmedi. Kendisini kelepçeleyeceklerini söyledikleri zaman da uysalca uzatt› ellerini,
sonra öyle durup ellerine ve kelepçeye uzun uzun bakt›, “Kelepçe çok eski bir culture ürünüdür, evet, böyle, insanl›¤›n en eski culture nesnelerindendir”, dedi, sonra da uzun, çok uzun bir kahkaha att›.
16
Sait Maden
fi‹‹RLER
1
Tan›yor gibiyim bu rüzgâr› bir yerden,
ama nerden, ne zaman
esmiflti, bilmedi¤im bir a¤açl›ktan m›,
gitmedi¤im bir denizden mi?
Tan›yor gibiyim bu rüzgâr› ben,
saç›n›n bir k›vr›m›ndan,
yüzünün bir çizgisinden mi,
bir gülüflünden mi nerde, ne zaman?
Tan›yor gibiyim bu rüzgâr›
k›p›r k›p›r dudaklar›ndan,
duyulur duyulmaz kanat sesinden.
Tan›yorum bu rüzgâr›
sensin o, evet, her fleyiyle sensin o,
sen, ad veremedi¤im sen!
2
Bir a¤ac›n içinden geçsem
özsu gibi, ›fl›k gibi, titreflim gibi
bir kökün ucundan ta doruklara.
Ya da senin içinden geçsem
uyku gibi, gülüfl gibi, düfl gibi
varl›¤›n›n bütün burçlar›na dek.
Ve kendi kendimin içinden geçsem
hiç geçmemifl gibi, yok gibi
baflka bir kimli¤in k›y›lar›na do¤ru.
17
3
Gözler aç›l›yor her yerimden sana bakt›kça,
elim göz aya¤›m göz içim d›fl›m göz,
y›ld›z bask›n›na u¤ram›fl bir gök gibiyim.
*
Bir gülüflün gecemi s›y›r›yor üstümden
bir gülüflün boflalt›yor üstüme
yeryüzünün bütün gecelerini.
*
Bir ad›m bir ad›m bir ad›m daha...
Dur, nereye geldik seninle,
sonsuzlu¤un efli¤i mi bu?
*
fiu ya¤mur yüre¤inden geçseydi senin
yeni bir tohum uç verir, bir a¤aç büyürdü
gö¤ü yaprak yaprak örtercesine.
*
Üflürdük hep. Afla¤›da
birileri durmadan atefl yakard› ya
çok üflürdük. Bir türlü ›s›nmazd› gök.
*
Günefli kaç parçaya bölmelisin ki
biri de bana düflsün,
ben a¤arma nedir hiç bilmeyene düflsün.
*
Yeri bir kazan var alttan alta, gecenin
bu sessizli¤inde çok uzaklara do¤ru
ulaflmak için o kuytu, iç ülkene senin.
18
4
Gemiler geldi geçti bir ömür boyu
gözlerinin k›y›lar›ndan
bofl ufuklara do¤ru.
Y›llar y›l› birçok bekleyen oldu
iner diye belki bofl r›ht›mlara
bilinmedik bir yolcu.
*
Gülüflünün incecik damarlar›nda serçeler
c›v›ldafl›r,
kumrular ku¤urur, güvercinler dem çeker.
Yüzünün incecik dallar›ndan afla¤›
süzülen su, damlayan ›fl›k
hep benim üstüme ya¤ar m›?
5
Yol ne güzel uzan›yor
karfl› tepelere,
de güzel ço¤al›yor ad›mlar›m›z!
Ça¤›ran ne bizi? Ufuk mu,
bulutlar m›, yeflillikler mi,
gök mü kufllar›yla, güneflleriyle?
Yoksa kendimize do¤ru
aç›lan bir yol mu bu? Sonunda
ben seni mi bulaca¤›m, sen beni mi?
..................................................
Yol ne güzel uzan›yor
benden sana, senden bana,
bizden öteye!
19
6
Böyle nerden geliyorsun? Omuzlar›nda
p›r p›r eden bu kanatlar ne,
bu alçalan bulut ne bafl›na do¤ru?
Ya bu fl›r›lt›lar, bu köpüren su
senden mi yay›l›yor dört yöne
bilinmedik bir denizden mi?
Ard›nca getirdi¤in bu kufl sürüsü,
seni sar›p sarmalayan bu gök ne
y›ld›z ifllemeli bir örtü gibi?
20
Nihat Ziyalan
O⁄LUM
Gebeyken annesi
s›k s›k karn›na dokundum,
k›p›rt›y› hissetmek için.
Ö¤retmenlik yapt›¤› Çelikel Lisesi’ne
ç›k›p indi¤i
darac›k merdivenli yol,
gece vardiyas›na giden madencilerin
duvarlara çarpan sefertas›yla ç›nlard›.
Gerçekleflirken hanemizde do¤um;
Zonguldak’ta uçuflan kömür tozu
fener alay›na dönüfltü
27 May›s Devrimi’nin rüzgâr›yla.
Önce annesinin aln›n›,
aman dikkat boynunu tutamaz!
Sonra avcuma s›¤an ayaklar›n› öptüm.
Ad›n› Savafl koyun stop
telgraf› geldi¤inde Adana’daki babamdan;
anneannesi çoktan ünlemiflti kula¤›na ad›n›:
Mustafa!
Acele postaneye inip
çektim telgraf›m›:
Mustafa Savafl stop ellerinizden öper.
‹stanbul’dan Sydney’e uçmadan bir gün önce
fiiflli’de bulufltuk Mustafa’yla.
Karaköy dolmufllar›n›n kalkt›¤›
ara sokaktaki ayakkab›c›da,
elimle giydirdim denedi¤i ayakkab›lar›.
Bu s›rada okflad›m ayaklar›n›,
okflad›m
42 numara.
Son günlerimde bar›nd›¤›m kahvedekiler;
ayakkab›c›ya bitiflik Plakç› Pepo
biliyorlard› gidece¤imi.
Derken bafllad› çalmaya:
Aman Adanal›
can›m Adanal›...
21
BERL‹N GÜNCES‹, 2002
Demir Özlü
4 Ekim
Akflamüzeri mahalledeki market Reichelt’ten al›flverifl ederken flarkütöri ile etler tezgâh›n›n ard›nda gördü¤üm sat›c› k›z, Berlin’e ineli gördü¤üm genç kad›nlar›n en güzeliydi. Bütün o sokaklar›nda gezindi¤im
burjuva mahallelerinin kald›r›mlar›nda gezinen kad›nlardan daha güzel.
Bu sat›c› k›z, bana, Knut Hamsun’un romanlar›ndaki güzellikleri ve sa¤l›klar›yla, yazar›n erkek kahramanlar›n› intihar düflüncelerine sürükleyen kuzeyin güzel kad›nlar›n› düflündürdü. Onlar da bu uzun boylu k›z
gibi çok güzeldiler. Sonra Lorelei efsanesini düflündüm. Kuflkusuz o efsaneyi yaratan k›z böyle bir k›zd›.
Bir yaz›da ya da konuflmada paradoksal bir düflünce savunmufltum:
Yaflam› yaratan (etkileyen) edebiyatt›r, romanlard›r, gibi bir sav. Daha yal›n olarak belki flöyle söylenebilir: yaflam edebiyat› taklit eder.1 (Bu önesürmenin Melih Cevdet’le ilgili bir yan› vard›, o da bu düflünceye yak›nd›). Kuflkusuz edebiyat› yüceltmek istemifltim. (Ah! 19. yüzy›l, neredesin!). bilerek, abartmak isteyerek söylüyordum bunu. Kuflku yok ki yaflam yarat›yor edebiyat›. Bu k›z›n güzelli¤i Lorelei efsanesini do¤uruyor.
Ya da Knut Hamsun’un romanlar›n› ateflliyor. Ama yaflamdan f›flk›ran
edebiyat gene yaflama dönüyor. Yaflama biçim veriyor. (‹skandinav kad›nlar›n›n güçlü, do¤adan rengini alan, yap›sal güzellikleri...). Güzellik olmasa, yaflam yaflamaya de¤meyecek.
‹flte marketteki flarküteri ile et tezgâhlar›n›n arkas›nda çal›flan k›z,
sokaklarda görülen çok genç (ve yak›fl›kl›) erkek çocuklar› gibi, ne kendi
güzelli¤inin fark›ndad›r, ne Lorelei gibi efsanelere, ne de Knut Hamsun’un o güzel yaz›lm›fl romanlar›na konu olabilece¤ini, o güzel yaz›nsal
yap›tlar› yazmaya yazarlar› k›flk›rtaca¤›n› bilmektedir. Genç (ve yak›fl›kl›)
erkeklerden bile çok daha alçakgönüllüdür. Erkekler, kendilerini daha
üst düzeylere ulaflt›racak olanaklar› daha kolayl›kla bulabileceklerini düflündükleri halde, bu k›z da, onun durumunda olan öteki k›zlar da böyle
düflünceler tafl›mamaktad›rlar. fiark de¤il buras›. Hele Türkiye gibi de¤iflimleri sindirememifl, baflka bir sözcükle bozulmufl flark toplumu de¤il.
Almanya’n›n da ‹skandinavya’n›n da bu güzel k›zlar›, güzellikleri yoluyla farkl› birfleyler elde etme düflüncesinin yak›n›ndan bile geçmifl de¤illerdir. Sofistike kad›nlar de¤il bu güzel kad›nlar. Onlar canl›, genç, ener22
jiyle dolu ve güzeldirler. Ve sadece bir genç k›z ya da bir genç kad›nd›rlar. Kendi küçük hayallerine uygun olarak ço¤unlukla alçakgönüllü bir
hayat sürmeyi do¤al görmektedirler. Bu hayat›n içinde kendilerinin çal›flmas› ilkesi de hep vard›r. Ne çok varl›kl› bir erke¤in varl›¤›na s›rt dayamak, ne de varl›kl›, yüksek gelirli bir erke¤i arkas›na alarak gösteriflli
bir yaflam sürmek özlemi... Do¤al ak›fl› içinde bir çocuk sahibi olmalar›
da bu alçakgönüllü yaflam›n bir parças›d›r. Erkeklerse bal ar›lar› gibi çiçekten çiçe¤e konmaya çal›fl›yorlar.
1952 y›l›nda, Kabatafl Lisesi’nin denize bakan s›n›f›nda, edebiyat
derslerinde, Eichendorff’un2 Bir Haylaz›n Hayat› adl› kitab› okunurken,
dersin ö¤retmeni Behçet Necatigil, romanda yeralan – âfl›k olunan – k›zlar›n (çünkü kitap âfl›k olunan k›zlarla doluydu) hep hizmetçi k›zlar oldu¤unu söylemiflti. Belki yazar›n âfl›k olduklar› k›zlar da onlard›. (Aristokrat s›n›f›n k›zlar› kim bilir nerelerdeydiler?) fiafl›rm›fl ama biraz da olas›
bulmufltum. Eichendorff’u Necatigil, kendisi, çevirmiflti. Alman okullar›nda da okutulan, herkesin bildi¤i bir kitapt›. Hafifti ama bir güzelli¤i
vard›. Necatigil, Eichendorf’un kitab›n›n “Alman idealist romantizminin
en tipik örne¤i” oldu¤unu söylemifl, ben de bunu kendi kitab›ma not etmifltim.
Koskoca bir edebiyat dönemi yazarlar›n›n âfl›k olduklar›, yap›tlar›nda yücelttikleri kad›nlar alt-s›n›f kad›nlar›ysa e¤er, güzellik de, çekicilik
de onlara özgü demektir. Bu gerçek, Orta Avrupa toplumlar›n›n, o yüzy›llardaki s›n›f yap›lar›n›n kat›l›¤›n› (kast’›) anlatsa da. Bugün rastlad›¤›m, markette, tezgâh arkas›nda çal›flan bu k›zla, Necatigil’in ortaya sürdü¤ü gerçek aras›nda, büyük bir koflutluk var. Bütün Avrupa’da, özellikle de Orta Avrupa ile ‹skandinavya’da en güzel k›zlar “servitris”ler de¤il
mi? Dora Diamant3 da bir “servitris” de¤il miydi?
5 Ekim
Amiel’in4 do¤um günü. Amiel bir yafl›nda. Sabahleyin saat 9’a yaklafl›rken onu kutlad›m. Sesi ne güzel geliyordu. Her zamanki neflesi, dinamizmi içindeydi.
6 Ekim
Ya¤murlu bir pazar günü. Ya¤mur hem Berlin’e yak›fl›yor, hem de
pazar gününe.
Dün gece ya¤mur çiseliyordu.
23
Berliner Ensemble’›n annex ’i say›labilecek Ganymed lokantas› ne
kadar güzel dizayn› olan bir yap›yd›. Ya önündeki kanal. Biraz ötedeki,
camlar içindeki Friedrichstrasse istasyonu. Berlin, Paris’ten güzel.
Güneflli havalardan sonra hakiki bir sonbahar geliyor.
Dün gece çiselemeye bafllayan ya¤mur bugün ö¤leden sonra da sürdü. Sa¤nak haline de hiç dönüflmedi.
Literaturhaus’a u¤rayaca¤›m, sonra da Florian’a u¤ray›p u¤ramamay› düflünece¤im.
15 Ekim
Bugün Berlin 10 derece. Geceleyin çal›flma odas›n›n penceresinden
bakt›¤›mda sokak ›slakt›. Sabahleyin soka¤a ç›kt›¤›mda ›slakl›k kalmam›flt›. Nefis bir sabaht›. Gece uykusuz kald›¤›m halde mahalleyi dolaflt›m. Nefis a¤açlar, kald›r›mlar, yollar... Mahallede her fley var, her çeflit
dükkân. Derin bir rahatl›k içinde oturulacak, yaz› yaz›lacak bir yer. Elbette ruhun hareketsizli¤e düflmemesi için yaz›lar›n yay›nlanmas› gerek.
Sadece s›k›lmamak için. Baflka bir fley için de¤il.
Öyküler bitti. fiimdi Manhattan üzerine düflünmek gerekli.
Kurfürstenstrasse’de Café Einstein’›n üst kat›ndaki DAAD kokteylinden ç›kt›ktan sonra cadde üzerinde prostitution yapan k›zlar gördüm.
U Bahn dura¤›na ulafl›ncaya kadar en az dört tane k›z. O zaman, kimi sanat›n da, bir prostitution oldu¤unu düflündüm. Kokteylde mi öfkelenmifltim! Kokteyl kalabal›kt›. Genç de, orta yafll› da – çeflitli ülkelerden –
“sanatç›lar” vard›. Gerçekten hepsi sanatç› m›yd›? Bunu düflünmek mi,
gizlice öfkelendirmiflti beni?
Öyle san›yorum ki “sanatç›” gerçekten sanatç› de¤ilse yapt›¤› prostitution ’dur. Üstelik burslu sanatç›lar, devlet deste¤indeki sanatç›lar, deneysel sanatç›lar... tümü, belki de, prostitué ’dir.
Kurfürstenstrasse üzerinde orospuluk yapmaya giriflmifl, bir yüksek
okul ö¤rencisi gibi giyinmifl k›zlar bu sanatç›lara göre çok daha do¤al –
kendili¤inden –, çok daha insans› varl›klar de¤iller mi?
Bunlara, bir de durmaks›z›n – en çok da Türkiye’de – yap›tlar›n›n –
yeni deyimle – “promosyon”unu yap›p duran yazarlar›, sanatç›lar› kat›n,
bunlar da bafl›n› al›p gitmifl prostitué ’ler de¤iller mi?
“Büyük Türk” tarihte vard›, onun gölgesi, zaman zaman bugüne de
yans›yor. Bunu Paris’te de hissederdim. Avrupa’n›n baflka yerlerinde de.
Zorunlu olsa da, flurada burada, özellikle reklâmlarda, gazetelerde,
kataloglarda yeralan yazar takdimlerinden nefret ediyorum. Yazar, yay›n24
lanm›fl küçük bir yaz›s› yoluyla keflfedilmeli. 1953 y›l›nda Kafka’y› öyle
bir küçük yaz›yla bulgulam›flt›m. K›sac›k bir yaz›yd›, ama ard›nda büyük
bir yazar oldu¤u belli oluveriyordu. Apaç›k belli ki, yazarl›¤›n alt›n y›llar› Shakespeare zaman›nda oldu¤u gibi, bu “mesle¤in” gizli tutuldu¤u y›llard›r. Belki bir de 19. yüzy›ldaki s›n›f mücadeleleri, siyasi mücadeleler
oldu¤u zamanlar. Bu üst düzeydeki durum da, en görkemli biçimde, de¤iflimlere u¤rayarak Sartre’›n ölümüne kadar sürdü.
Eskiden kokteyllerin tad›n› ç›karmaya çal›fl›rd›m. Yaflamak, daha
çok yaflamak içgüdüm, bu çeflit toplant›larda tükenmeyen umudunu ortaya döker, zekâ, s›cakl›k, e¤lence arard›. Daha sonralar› bunu bulamayaca¤›m› anlad›m. ‹nsanlar›n ço¤u kendini, kendi içinde saklayan, formel
tiplerdi. Duygular›, düflünceleri olan insanlardan çok, insan kal›plar›na
rastlad›¤›m için, o tükenmez diye düflündü¤üm umudumu yitirdim, ben
de kendi içime kapand›m. O yüzden Café Einstein’›n üst kat›ndaki kokteylden de, bir buçuk bardak beyaz flarap içtikten sonra kaçmak için merdivenlere yöneldi¤im s›rada, çok genç bir kad›n beni durdurdu. Bu, kokteyle giriflte DAAD Berlin yöneticisi Bayan Richter’in Yeni Zelanda’l› yazarlar diye tan›tt›¤› küçük toplulukla birlikte gelmifl olan genç kad›nd›.
Kendini tan›tt› bana. Ad› Kapka imifl. (Kafka de¤il mi? diye sorabildim),
Yeni Zelandal› imifl (Dünyan›n sanki öteki ucu, güzel bir do¤a, sakin bir
yaflam, kendine özgü bir uygarl›k, Ankara’da tan›d›¤›m Johan’›n kar›s›
Lindsay de Yeni Zelanda’l›yd›), 28 yafl›ndaym›fl, erkek arkadafl› Yeni Zelanda’daym›fl... Hay›r, Kapka’n›n gerçe¤i bu kadar de¤ildi. ‹ç odada küçük bir masan›n bafl›na oturmufltuk, o bana kart›n› veriyordu. Kapka
Bulgar musevisiydi, on y›l kadar önce Yeni Zelanda’ya geçmiflti. Sofya’l›yd›. Benle konuflmak istemesini tahmin etmeye zorluyordum kendimi. Türk oluflum mu? Frans›zca konufltu¤umu ö¤renmifl olmas› m›? Kuflkusuz o ‹ngilizce, Bulgarca da biliyordu, hebri de biliyor muydu? San›r›m henüz bir uzun öykü yazm›flt›, o da sadece ‹srail’de çevrilmiflti. Soyad›, Kasabova’yd›. ‘Kasap’ ne demek biliyor muydu? Biliyordu. Soyad›nda
Türkçe bir sözcük vard›. ‘Büyük Türk’ü o zaman düflündüm. Bana telefon edecek, beraber sinemaya gidecektik.
Böyle, böyle geçiyor yaflam›m. Yaflland›m demekten de çekinmemeliyim. Böyle geçti hayat›m. Hayat›m› de¤ifltirmek için kimsenin kap›s›n›
çalmad›m, hiçbir fleyi zorlamad›m. Zorlamak ne kelime, en küçük bir
bask› yapmaktan kaç›nd›m. Uzun, s›k›nt›l›, yaln›z zamanlar›m da oldu.
Kendimi “canl› hayat”tan uzak tuttu¤um zamanlar da. Onlara dayand›m.
O s›k›nt›l› dönemlerde de kimsenin kap›s›n› çalmad›m. Gene de, zaman
zaman, en güzel fleyler bana do¤ru geldi. Kendimi, bir ölçüde sürüngen25
leflmifl sayd›¤›m bu düflüfl dönemlerinde, yeniden aya¤a kald›rd›lar. Yaflam›n canl› tad›n›, dahas› coflkusunu duyurdular. Yaflad›¤›m gerçek buydu.
Yaflam›m›n gerçe¤i. Bu da doyurucu bir gerçek say›labilir.
fiimdi öyle de¤il. fiimdi çal›fl›yorum ve çok rahat›m.
(1) ‹kinci okuyuflumda farkettim. Stendhal bunu K›z›l ve Kara’da cesaretle söylüyor: “Paris’te olsa, Madame de Rênal, Julien’e ne gözle bakt›¤›n› çabucak anlay›verirdi; çünkü Paris’te aflk, romanlardan do¤ar.” (yazar›n notu)
(2) Joseph von Eichendorff (1788 - 1857) Tan›nm›fl Alman romantik flairi
(yay›nc›n›n notu)
(3) Dora Diamant: Kafka’n›n son sevgilisi. Çok genç. Kafka’n›n ölümü s›ras›nda yan›ndayd›. (Yay›nc›n›n notu)
(4) Yazar›n torunu (yay›nc›n›n notu)
26
Süreyya Berfe
“SEN DE UYUSAN”
Gölgeni seviyorum, boynunu büküflünü, serinini.
Ben senin çiçeklerini seviyorum. Köklerini de...
Da¤lardaki geçitlerin oralardan
hava karar›nca bakan çi¤dem!
Uyudum seni. Akflam uyudu. “Sen de uyusan...”
Sana gelen sonbahar
tabiattaki ilkbahard›r bana.
‹¤deler yerlerde biz görmeden, ne zaman?
Ben hâlâ ahlat, hâlâ buruk...
Mevsimler uyudu. “Sen de uyusan...”
“Senin kadar h›zl› de¤iflemiyorum
‹nsan› derdine yand›rm›yorsun.
Derin küstüm, zaman bilir.
Uykum geliyor gibi.”
‹çim uyudu. “Sen de uyusan...”
“Muharrem Ertafl’› dinliyorum.
Sadece bunu istiyorum ölünceye kadar.”
Gözlerimle tadar›m, dinleyiflini dinler
seninle, içindekilerle, söylediklerinle uyurum.
Sen de uyursan.
Do¤rudürüst yürürken çarp›flt›k.
Düfltü elindeki deniz salyangozu. K›r›lmad› ama.
Denizleri u¤uldad› durdu.
Bir geri gitti ki zaman, uyurum belki
Sen de uyursan.
27
Bir Yeniay daha do¤ursak
do¤du¤uyla kalmayan.
“‹flte, öyle” desek.
Geri çekilip seyretsek hiç k›m›ldamadan.
Uykusuz kalma. Uyurum o zaman.
Azalt zaman›m›, ömrümü
beklet, yetifleme.
F›st›k a¤ac›n
iste, baykuflun olurum.
Uyursan, uyurum.
Bofl bir sayfa daha. Bana bak›yor.
Dokunsam uyur mu senin gibi?
Baksam belli olur mu sevdi¤im?
Senin içindi y›kan hayat›na do¤ru
Uyurum. Uyand›r›rsan, sen de uyursan.
Kalbinin içini, akarsuyunu düflünür
gözünün gördü¤ü olurum.
Gecelerimi, da¤lar›m› ›fl›tan›m
senden yuvarlan›p sende kaybolurum
Sen de uyursan, uyurum.
Seni nerede, nas›l görmek isterim
ey deniz k›y›s› hasreti
ey nefes almam, dürüstlü¤üm?
Görünür geçer sanmalar, yan›lmalar.
‹yiyim. Sen de uyursan.
“Yar›n da geçmezse, gelemezsem, yetiflemezsem...”
Kayg›lar›n›, cesaretini hep yan›nda tafl›rs›n.
Onlar›n huyunu, suyunu da.
Kimseye, bana bile yak›nmadan atlatt›n.
Uyurum, uyursan.
“Yaln›z›m, çay yapt›m. Çocukluk düflü gerçek.
Gençlik düflü? Eh. fiimdi? Varsa bile yok.”
Düflleri düflünebilsem, unuttuklar›m› görsem.
Gerçek mi? Kimmifl o? Nereliymifl?
Uyuyal›m. Düfller de...
28
“Kalbim ç›rp›n›yor.” Çarp›yor yerine.
Kula¤›m›n u¤ultusu geçti yerine
“Kulak sustu.” ‹yisin. Kalp söyledi.
Kan›n ellerim gibi dolafl›yor gövdende.
Duydu¤um uyudu. “Sen de uyusan...”
Rüzgârçiçe¤i diye bir çiçek varm›fl
sar› - yeflil açarm›fl o zamanlardaki Kore’de.
B›raksam kara elmas gibi açar›m seni.
Parlayanlar, sönenler...
Uzun sürer hat›rlamak.
Uyurum, uyursan...
Ald›r›fl etme. Kelimeler çoraklafl›yor bazen.
Çekilsin karfl›mdan flu zavall› zihin.
Önünden geçerim evinin, mektup yazar›m.
Saat kaç, ne zaman, gidelim mi? Falan.
Uyurum. Sen de uyursan.
Gök gebe, bulutlar gebe, güz gebe.
Kokun, bak›fllar›n çoktan gebe.
Seviflmeler, rüzgârlar bafllad›. Saçlar›n?
Düzelt ç›kmadan. Havaland›r sevgilim.
Uyumam, sen uyumadan.
Yatmak ne demek, uyumak ne?
Kim kiminle uyudu uykuyu?
fiafa¤›m, ›fl›¤›m, üveyi¤im.
Uyurum.
Sevdi¤im için
sadece bunun için
Özlemem uyudu.
“Sen de uyusan...”
29
Refik Durbafl
UÇURUM
Gittin, rüzgâr öksüz kald›
uçurum yetim
Rüzgâr da yok art›k
uçurum da hayat›mda
Rüzgârdan öksüz b›rakt›n
uçurumdan yetim beni
SEV‹NÇ
Geldin, suya ve havaya
kar›flt›m
atefle ve topra¤a
Hasretine kar›flt›m
KARfiILIK
Sana özgü bir hayat idi
yaflad›m ve yaflad›¤›m
Bana özgü bir ölüm flimdi
hasretinde hayat›m
31
Bar›fl Pirhasan
B‹R HAYVANA DÖRT fi‹‹R
G‹DER YOKSA
Ona pahal› giysiler almal›y›m
Kenar› dantelli flapkalar güzel kokular
Akla gelmez arma¤anlar sunmal›y›m ona
Zor bulunur kaçak illegal
B›rak›r gider yoksa
B›rak›r gider beni
B›rak›r bofl kendime
Ona bir hikaye almal›y›m
Kendi teninden kokusundan
Tan›s›n, “da¤ kekik kokuyordu” deyince
T›pk› böyle bir da¤ vard› dolaflt›¤›, kekik kokard›
Dudaklar›m› vermeliyim ona bütün kelimelerimi
B›rak›r gider yoksa
B›rak›r gider beni
B›rak›r bofl kendime
Bak›r tenli bir çocuk vermeliyim ona
Sararts›n saçlar›n› gözlerine maviler sürsün
Elini tutsun büyütsün elinde
“Kalbim” desin “onun, ama sen kalbimsin zaten”
Gümüfl kolyeler almal›y›m ona p›rlanta yüzükler
Halhal zincir h›zma hançer
B›rak›r gider yoksa
B›rak›r gider beni
B›rak›r bofl kendime
32
Ona bir gemi almal›y›m
Uçsuz bucaks›z dalgalar›yla bir yelkenli
Bir ucu Asya’da olmal›
Kuyruklar› uçurtma
Bir ucu simsiyah tayfun
Amerika, Afrika
B›rak›r gider yoksa
B›rak›r gider beni
B›rak›r bofl kendime
Bir sabah almal›y›m ona
Uyunmam›fl karanl›ktan bir sabah
Kubar kola tütün
Bass›n can›n›n dudaklar›na.
Uyku almal›y›m derin bir çarfl›dan
Mavi çizgilerine bacaklar›n›n
‹¤ne batmadan nas›l geçer gün.
Ona kapkara bir gece...
Perdenin arkas›na gizli
Kurtarmak için son anda son anda
Katil yakalarsa
B›rak›r gider beni
B›rak›r gider yoksa
B›rak›r bofl kendime
33
HAYVANIM
Göbe¤inde küçük gümüfl halka
Uyuyor bacaklar› uykuda
S›rt› uykuda kirli küçük ayaklar› uykuda
Jiletle dolaflt›¤›m kuytu yerler uykuda
Gülüflü uykuda flimdi gamzesi uykuda
Parmakuçlar›ndaki zehir uykuda
K›z›la boyam›fl saçlar›n› uykuda
Açm›fl yelesini rüzgar uykuda
Av›na saplanm›fl iskeleti uykuda
Geçirmifl pençesini ›slak uykuda
Annesinin memesinde uykuda
Süt emiyor dudaklar› uykuda
Kiraz küpe kulaklar› uykuda
Tükürdü¤ü çocu¤umuz uykuda
Uyan›k ama kalbinde kan yollar›
Il›k midesi s›cak ba¤›rsaklar›
Hamurunun bekçileri uyan›k
Beyninde sapsar› sokak lambas›
‹fle ç›km›fl h›rs›zlar torbac›lar
Uyan›k karn›n›n yarasalar›
Kabare aç›lm›fl müzik bafll›yor
Pembe k›rbaç k›m›ld›yor k›n›nda
Gecenin bitkisi aç›yor soluk solu¤a
Soluk solu¤a seyrediyorum hayvan›m›
Yata¤›n k›y›s›nda
SON MUTLU GÜN
Kahvalt›day›z iflte gitmedi
Kahve kruasan ve reçel gitmedi
Boyun büküflüme hayranm›fl gitmedi
Yaras›na merhemmiflim gitmedi
Otel odas› kapkara yorgan
Boyas› dökülmüfl saçlar›n›n gitmedi
K›rm›z›y› ona vermifl gitmedi
34
Müzik dinleriz belki gitmedi
Küçük bilgisayar›yla gitmedi
Annesine hikayeler yaz›yor
Oyuncaklar alm›fl ona gitmedi
S›k›lm›flm›fl özlemiflmifl gitmedi
Bir sinemal›k vakit olsa
Ama krupye f›rlatt› topu
Yürüyor zaman›n kar›ncas›
Usulca de¤di elime gitmedi
Güldü yüzü pembeleflti gitmedi
Sonsuzluk bu olmal› gitmedi
Eve do¤ru yürüyoruz gitmedi
Otel odas› kapkara perde
fiimdi viski koyar›m ben gitmedi
Kocaman bir bavul alm›fl gitmedi
Kediye boyam›flt›m onu gitmedi
Uçuruma düflmüfl gelmifl gitmedi
S›rr›n› ona vermifl gitmedi
Bu sergiyi gezmek için gitmedi
Seyrime doyam›yormufl gitmedi
Bir kitapl›k vakit olsa gitmedi
Yerçekimi okfluyor topu
Yürüyor zaman›n kar›ncas›
Evde iflte soyunuyor gitmedi
C›z diye de¤di mememe gitmedi
Açt› bacaklar›n› parayla gitmedi
Yerçekimi de¤di bana gitmedi
Otel odas› kapkara hal›
Çiçek açma vakti geldi gitmedi
Ot sar›yor bekle diyor gitmedi
Ya¤mur sar›yor evi gitmedi
Ifl›k el sall›yor bize gitmedi
Bulut kalbime giriyor gitmedi
Havluda oyuncaklar› gitmedi
Birisini vermifl ona gitmedi
Bir duaya vakit olsayd› keflke
Yürüyor zaman›n kar›ncas›
35
Kap› aç›ld› kapand› gitmedi
Merdivende ayak sesi gitmedi
Trenler geçiyor flimdi gitmedi
Telefonum öldü gitti gitmedi
Otel odas› yemyeflil bahçe
Ç›plak ayaklar› kald› gitmedi
Öfkesi sar›yor evi gitmedi
Al›flmak zaman› dedi gitmedi
Oyunu ö¤retti bana gitmedi
‹p kald› çember kald› gitmedi
Ben do¤urmal›ym›fl›m gitmedi
Ben büyütmeliymiflim gitmedi
Sokakta ayak sesleri gitmedi
Art›k duyulmaz oluyor gitmedi
Top düfltü s›f›r geldi gitmedi
Yerçekimi kafl çat›yor gitmedi
Bana dünya el sall›yor gitmedi
Uzaklarda zaman›n kar›ncas›.
FUZUL‹’N‹N BEYT‹NE GEÇ‹RME
Öyle zaif k›l tenimi firkatinde kim
Vasl›na mümkün ola yetürmek saba beni
O yokken öyle zay›f k›l ki tenimi
Sabah kap›m› çalanlar bulamas›nlar beni
Desinler: “S›rlara kar›flm›fl adam, hayret!
Düne kadar verdi¤i ak›llar hani?
Nerde alayc› yüzü, o f›r›ndan yepyeni
Ç›km›fl simitler gibi ç›t›r ç›t›r cümleler.
‹ncelikli yorumlar, imal› tebessümler
Haz›r cevaplar kalm›fl Pirhasan’dan geriye
Kutusu aç›lmas›n, ruh görülmesin diye
Defterler doldurmufl, sanal bellekler
Gözba¤lar›, ilm-i simya, uyduruk kerametler
Kaçm›fl iflte sonunda, sefih, günahkar, kirli!..”
Ne bilsinler bad-› saba çoktan uçurdu
O da de¤il fark›nda, yüzünde esiyor beni.
36
K‹N VE ‹NSAN
Emin Özdemir
Birkaç gün önce gazetelerin birinde bir haber okudum. Midem buland›, kusacak gibi oldum. Ne vard› bu haberde beni böylesine etkileyen?
‹ki kifli bir otobüsü durduruyor, yolculardan birini indirip kaç›r›yorlar;
›ss›z bir yere götürüp önce dilini sonra da penisini kesiyorlar. Sonra da
bir çukura diri diri gömüyorlar adam›.
Haberde anlat›lanlar› düflündüm. Nas›l bir cezaland›rma yöntemiydi bu? Ne yapm›fl, nas›l bir suç ifllemiflti cezaland›r›lan? Niye elini, kolunu, baflka organlar›n› de¤il de dilini, penisini kesmifllerdi? ‹flledi¤i suç bu
organlara bir gönderme mi yap›yordu? Ya cezaland›ranlar? Cezaland›rd›klar› kifliye karfl› nas›l böyle bir kin büyütmüfllerdi içlerinde? Onlar›
yönlendiren, içlerindeki bu kin miydi?
Sorular, sorular› ça¤r›flt›r›yor. Her soru, haberin artalan›nda yatan
baflka bir nedene götürüyor beni. Ancak hepsi de sonunda gelip bir yere,
“kin besleme” duygusuna dayan›yor.
Nas›l bir duygudur kin? Sorunun yan›t›n› Nietzsche’nin bir sözünde buluyorum: “Dünyada hiçbir fley, insan› kin besleme duygusu kadar
ezmez, y›pratmaz.”
Kinle ezilmifl, örselenip y›pranm›fl bir insan, nas›l biridir? Sorunun
içinden kimi roman, öykü, oyun adlar› gelip geçiyor. Bunlar›n birinden,
Orhan Asena’n›n bir oyunu, Hürrem Sultan’dan bir söz düflüyor bilgisayar›m›n tufllar›na “Güzelli¤im de¤il ama, bedenim çok kirlendi, bu kir,
insanlara karfl› kine dönüfltü, kin da¤lar› olufltu yüre¤imde.”
Oyunun baflkiflisi, Hürrem Sultan söylüyor bu sözü. Genç k›zl›k, cariyelik dönemlerinde kendisine yap›lan haks›zl›klar›n, çektirilen ac›lar›n, yüre¤ini nas›l cehenneme çevirdi¤ini, nas›l duygusal bir körleflmeye
u¤rat›p zalimlefltirdi¤ini anlat›yor. Onun bu yönü, bo¤durtup öldürttü¤ü
ya da karanl›k zindanlarda çürüttü¤ü kiflilerin ac›kl› öyküleri tarihçileri
bile flafl›rtm›fl, bu yüzden onu de¤erlendirmede nesnel ölçütlere s›¤d›ramam›fllard›r. Do¤ald›r bu da, kin da¤lar›n›n oluflup kuflatt›¤› bir yürek,
nesnel ölçütlere s›¤ar m›? S›¤maz elbette.
Biraz açay›m bu “kin da¤lar›” sözünü; neleri ça¤r›flt›r›yor, neleri düflündürtüyor? ‹lk bak›flta evcillikten uzak, ürkütücü ça¤r›fl›mlarla yüklü
bir yan› var. Y›rt›c›l›¤›, ac›mas›zl›¤›, k›y›c›l›¤› içinde bar›nd›r›yor; kan dökücülü¤ü, iflkenceyi, ac› çektirmeyi de…
37
Hemen söyleyeyim, sözünü and›¤›m bu katmanlar, kin beslenilen
kifliye yönelik olanlard›r. Öte yandan özneye, kin besleyene dönük yönler de içeriyor bu söz: Ac› çekme, tedirgin olma, kin besledi¤i kifliyi kendi içinde tafl›ma, y›pranma gibi...
Peki, nereden gelir kin besleme duygusunun y›prat›c›l›¤›? Bir de¤il,
birçok nedene ba¤lanabilir. Kin besleme duygusunun oda¤›nda öç alma
tutkusu vard›r. Bu tutkunun a¤›rl›¤›, kuflat›m› alt›nda ezilir kifli. Kendisine ya da yak›nlar›na yap›lan haks›zl›¤›n, çektirilen ac›lar›n içinde soluk
al›p verir. Bunlar›n yan›t›n› karfl› tarafa verme, çekilen ac›lar›n, u¤ran›lan haks›zl›klar›n karfl›l›¤›n› onlara ödetme yollar›n› düflünür hep. Neyi,
nerede, nas›l yapacakt›r? Planlar yapar, durumlar tasarlar, düfller kurar.
Bunlarla bo¤uflur durur; kendi içine dönük, tedirgin, huzursuz bir yaflam
sürdürür.
Psikiyatristlerin de dedi¤i gibi öç alma tutkusunun güdümüne giren
kiflinin alg›lay›fl düzene¤i bozulmufltur art›k. Öyle ki bu duygu, öç alma
tutkusu, varoluflunun anlam›yla özdeflleflmifl gibidir. Onun buyru¤unu
yerine getirmedi¤i sürece, yaflamaya hakk› olmad›¤›n› düflünür, kendi
kendini afla¤›lay›p horlar. Nereye giderse gitsin yüre¤inin derinliklerinde öç alma tutkusunun ateflini tafl›r. Kulaklar›nda içindeki cehennemden
yükselen “Unutma! Öcün asla küllenmesin, ac›n ya da kan›n yerde kalmas›n” sesleri ç›nlar durur.
Öç alma tutkusunun yüreklerde yaratt›¤› cehennem, dedi¤im gibi
ça¤lar boyunca nice masallara, söylencelere konu olmufltur; oyunlar, romanlar, öyküler yaz›lm›flt›r üzerine. Bunlardan birini, Sophokles’in
Elektra’s›nda anlat›lanlar› düflünüyorum. Ö¤rencilik y›llar›mda nas›l da
etkilenmifltim öyküsünden. K›z›n› tanr›lara ac›mas›zca kurban eden Argos Kral› Agamemnon’la kar›s› aras›ndaki çat›flmalar, kar›s›n›n öç almak
için onu aldatmas›, sonra da sevgilisiyle bir olup Agamemnon’u öldürmesi derin izler b›rakm›fl belle¤imde. Tragedyan›n eksen kiflisi Elektra ve
kardefli Orestes’in babalar›n› öldüren annesi ve onun âfl›¤›ndan öç alma
eylemleri, çektikleri ac›lar da...
Elektra’n›n olay örüntüsü, yeni boyutland›rmalarla Shakespeare’in
Hamlet ’inden Eugene O’Neill’›n Elektra’ya Yas Yarafl›r ’›na de¤in birçok
oyuna konu olmufl, de¤iflik uyarlamalarla birçok filmi yap›lm›flt›r. Bütün
bunlarda öç alma tutkusu de¤iflik tonlarda da olsa yans›t›lmaya, insan do¤as›n›n bu sayr›l›kl› tutkusu gösterilmeye çal›fl›lm›flt›r. Bacon, bu sayr›l›kl› tutku üzerinde düflündü¤ü “Öç Üstüne” adl› denemesinin giriflinde
flöyle diyor:
‹nsan yarad›l›fl› öç almaya çok yatk›n olmakla birlikte, yasalar›n kökten söküp atmalar› gereken vahfli bir adalettir öç; ilk ifllenen haks›zl›k,
38
yasalara bir karfl› gelmedir; ama bu haks›zl›¤›n öcünü almaya kalk›flmak
da yasay› hiçe saymakt›r.
Bacon’›n bu tan›m› ilk bak›flta do¤ru gibi gözüküyor; ancak toplumsal düzenin yasalar›yla insan yüre¤inin yasalar› birbirinden çok farkl›d›r.
Yasalar›n izin vermedi¤i, onaylamad›¤› bir eyleme, e¤er öç duygusu, yüre¤e egemen olmufl, onu güdümüne alm›flsa, yasalar ne derse desin o yürek ald›rmaz buna; u¤rad›¤› haks›zl›¤›n öcünü ne pahas›na olursa olsun
kendi almaya kalkar.
Sözün buras›nda bugüne de¤in nice de¤iflik yorumlara, aç›mlamalara konu olmufl Hamlet tragedyas› canlan›yor kafamda. Kimi elefltirmenlere göre Hamlet bir öç alma oyunudur. Oyunun bafl›ndan sonuna de¤in
egemen duygu saplant›ya dönüflmüfl öç alma tutkusudur. Hamlet’in iç
dünyas›ndaki duygusal inifl ç›k›fllar›n, depremlerin özünde bu tutku vard›r.
Kimi elefltirmenlerse Hamlet ’i salt bir öç alma tutkusu üzerine temellendirmeyi, onunla s›n›rland›rmay› do¤ru bir yaklafl›m saymaz; çünkü kin ve öç duygusu, hemencidir, zorlay›c›d›r; izin vermez beklemeye.
Oysa bekleme ve izleme, Hamlet’in silahlar› aras›ndad›r. Ancak edilgin
bir bekleyifl de¤ildir bu. Bizi pefline takan, insan ruhunun, insan bilincinin karanl›k bölgelerine do¤ru bir yolculu¤a ç›karan bir yolculuk...
Hamlet’in duygu ve düflünce evreni çok de¤iflik aç›lardan de¤erlendirilip yorumlanm›flt›r bugüne de¤in; bunlar› düflünüyorum; birden bir
kale surlar›n›n içinde buluyorum kendimi. Babas›n›n hayaletiyle Hamlet
aras›nda geçen flu konuflmay› dinliyorum:
Hayalet: Ben baban›n ruhuyum senin, ve bir süre için
Mahkûmum geceleri karanl›kta gezmeye,
Gündüzleri atefller içinde kalmaya,
Yan›p tükeninceye de¤in iflledi¤im günahlar.
Aç›klamam yasak olmasayd› e¤er
Yaflad›¤›m zindan›n s›rlar›n›
( …)
Dinle, dinle ama, dinle!
Sevgili baban› gerçekten sevdinse e¤er…
Alçakça, canavarca öldürülmesinin öcünü al.
Hamlet: Öldürülmesi mi?
Hayalet: Öldürülmesi alçakça, her cinayette oldu¤u gibi;
Ama görülmemifl böyle korkuncu böyle canavarcas›.
39
Hamlet: Anlat, çabuk! Anlat ki h›zl› kanatlar›yla
Hayal gücünün ve seven düflüncenin
Koflay›m öcümü almaya.
Hamlet’in öcünü alaca¤› öldürme olay›, nerede nas›l gerçeklefltirilmifltir? Bunu, babas›n›n hayaleti ayr›nt›lar›yla anlat›r. Babas›n›n nas›l öldürüldü¤ünü onun a¤z›ndan dinledikçe öfkesi giderek yo¤unlafl›r: ancak
öfkesini d›flar›ya vurmaktan özellikle kaç›n›r. Bunun için de harekete
geçmez hemen.
Yaz›nbilimcilerin s›k s›k vurgulad›¤› gibi insan do¤as›n› bütün yönleriyle okuyan, yans›tan bir büyük yazard›r Shakespeare, insan yüre¤inin
en yetkin okurudur. Hamlet’in olay örgüsünde aç›k seçik görebiliriz bunu. Hamlet, babas›n›n öcünü alma süreci içinde ak›ll›l›ktan delili¤e, ikircimlilikten yorumlar yapmaya, anlamlar ç›karmaya de¤in de¤iflik insan
hallerinin gelgitlerini yaflar. Amcas›na, annesine “Fare Kapan›” oyununu izleterek yüzlerindeki de¤iflimi izler. Bu de¤iflim, suçluysalar ele verecektir onlar›. Düflündü¤ü gibi de olur; kral, oyunu izlerken renkten renge girer, sonuna de¤in izleyemez oyunu; k›st›r›lm›fl vicdan›n›n ac›s›n›
flöyle döker sözcüklere:
(...)
Nedir bu? fiu k›r›las› ellerin üstünde
Kardefl kan› bir parmak kal›nl›¤›nda da olsa,
Hiçbir ya¤mur, hiçbir rahmeti göklerin
Y›kayamaz m›, bembeyaz edemez mi bu elleri?
Öç alma tutkusunun yüre¤inde fliddet vard›r. Öç alacak kifli, fliddetin hangi türüne baflvuracakt›r? Bu soru, fliddetin de¤iflik biçimlerini tasarlamaya, bunlar›n uygulama yollar›n› inceden inceye kurgulamaya yönlendirir onu. Hamlet de babas›n›n öcünü almak için oyun boyunca hem
sözel hem eylemsel de¤iflik yollara baflvurur. Daha do¤rusu bir tür ruhsal
fliddet uygular.
Öç alman›n bir de¤il, birçok yolu vard›r. Ne ki kimi öç al›c›lar, al›fl›lm›fl, denenmifl yollar›n d›fl›na ç›kar, kendine özgü bir yöntem yaratmay› denerler; t›pk› Edgar Allan Poe’nun “Armontillado F›ç›s›” adl› öyküsünün kahraman› Montresor gibi:
Fortunato’nun binlerce hareketine katlanm›fl›md›r, elimden geldi¤i
kadar, ama onurumu k›racak sözler söyledi¤ini görünce, intikam almaya
ant ettim. Sizler, benim ruhumu bu kadar iyi kavram›fl olan sizler, onun
karfl›s›na geçip aç›kça meydan okumam›fl oldu¤umu anlam›fls›n›zd›r. Ta
40
sonunda intikam alacakt›m; bu karar›m kesindi; kesinli¤i biraz da, herhangi bir tehlikeyi göze almak istemememden geliyordu. Sadece cezaland›rmak yetmezdi, kendime bir suç yüklemeden cezaland›rmal›yd›m. Bir
yanl›fl›n düzeltilmifl say›lmas› için onu düzeltene bir kötülük gelmemifl
olmas› gerekir. Sonra bir de yanl›fl yapan, yanl›fl› düzeltmekte olan›n kendinden intikam ald›¤›n› anlamazsa, o yanl›fl düzeltilmifl say›lmaz.
fiu iyice anlafl›lmal›d›r ki, ne sözlerimle ne hareketlerimle, Fortunato’nun iyi niyetimden kuflkulanmas›na neden olacak bir durum yaratmad›m. Eskisi gibi yüzüne gülmeye devam ettim, onu nas›l bo¤azlayaca¤›m›
düflünerek gülmekte oldu¤umun fark›na varmad›.
Öykünün anlat›c›s› Montresor, kendisini afla¤›lay›p onurunu k›ran
arkadafl› Fortunato’dan öç almaya karar vermifltir. Öldürecektir onu. Niyetini sezdirmemeye çal›fl›r; sanki aralar›nda hiçbir fley geçmemiflçesine
yine eskisi gibi dostça, içtenlikle davran›r ona. Oysa öldürme plan› haz›rd›r kafas›nda: Fortuna’n›n zay›f bir yan›ndan, flaraba olan düflkünlü¤ünden yararlanacakt›r. Önce pahal› ve güç bulunur Amontillo flarab›ndan
bir f›ç› sat›n ald›¤›n› söyleyerek kand›racakt›r onu, ard›ndan da bunun
gerçek Amontillo olup olmad›¤›n› anlamak için tad›na bakmaya davet
edecektir. Fortuna, bu davete hay›r demeyecektir elbette. Bu yolla onu
flatonun mahzenine indirecek, indirmeden önce iyice sarhofl etti¤i için
de kendisine kurulan tuza¤›n fark›na varamayacakt›r Fortuna. Mahzenin
en alt kat›na indiklerinde de duvarlardaki oyuklardan birine sokacak, buraya zincirleyecek; sonra da oyu¤un önüne de bir duvar örecektir. Böylece bu karanl›k oyukta ölümle bafl bafla b›rakacakt›r Fortuna’y›.
Montresor, karnaval mevsiminin karanl›k bir akflam›nda uygulamaya kor plan›n›. Her fley düflledi¤i ve tasarlad›¤› gibi gerçekleflir. Duvar› bitirdi¤inde, Fortuna ay›l›r gibi olmufltur. Bafl›na gelenlerin ayr›m›na var›nca 盤l›klar atmaya bafllam›flt›r. ‹fl iflten geçmifltir art›k. Bir süre sonra,
flatonun nem, güherçile kokan, ölü kemikleriyle dolu mahzeninde sesi
duyulmaz olur.
Öç alma tutkusu, onu yüre¤inde tafl›yan kiflilerle birlikte yafllan›r
m›? Bir azalma olur mu tutkunun fliddetinde? Y›rt›c›l›¤›n› yitirir, küllenir mi? Ruh hekimlerinin yan›tlayaca¤› türden sorulard›r bunlar; onlar
ne derler bilmem ama romanlarda, öykülerde öç alma tutkusunun fliddetinde azalma, de¤iflme bir yana, sanki daha koyulafl›yor, yo¤unlafl›yor.
Bunun böyle oldu¤unu Yaflar Kemal’in Demirciler Çarfl›s› Cinayeti ’nde
görmüfltüm. ‹ki aile aras›nda iki yüzy›ld›r sürüp gelen bir kan davas›n›n
anlat›ld›¤› romanda insan›n yüre¤ini allak bullak eden, böylesi de olur
mu dedirten öç alma sahneleri vard›r. Bunlardan birini hiç unutamam.
41
Adam, pusuya yatm›fl öç alaca¤› kiflinin yoldan geçmesini beklemektedir. Yoldan ay›rmaz gözlerini. Bu gözler, “günlerdir aç kalm›fl bir kurdun öfkeli, y›lg›n gözleri”ne dönmüfltür. Yerinde duramaz adam, kayg›l›d›r. “Ya gelmezse? Ya baflka bir yoldan giderse? Ya adamlar› ona yalan
söylemifllerse?” Bu sorularla daha fazla beklemeye dayancas› kalmam›flt›r. Bir son vermelidir bu ifle. Derken bir atl› görünüyor uzaktan. Gittikçe yaklafl›yor. Güzel, al›ml› bir at vard›r alt›nda, üstündeki de...
…Yüre¤i a¤z›na geldi. Eli aya¤› zang›r zang›r titremeye bafllad›. Elleri tabancay› tutamad›. Kurflunlar ellerinden döküldüler.
K›z›lgedi¤in kayal›¤›ndan uçarcas›na yola at›ld›. Tam bu s›rada da
yolcu gelmiflti, oydu.
Tabanca patlad› ve yolcu attan afla¤› sarkt›, yere y›¤›l›verdi. Vard›,
yolcuyu omzundan tuttu kald›rd›. Korkudan büyümüfl gözlerine gözlerini dikti:
“Tan›d›n m› beni kâfir” diye ba¤›rd›.
“Ulan bir yerine bir fley oldu mu?”
Taflta ses var, adamda ses yok. Ama soluk al›yor.
Omuzlar›ndan h›nçla, y›llar›n birikmifl öfkesiyle tuttu onu aya¤a dikiverdi. Yolcu çürük bir a¤aç gibi o anda devrildi.
“Kalk, kalk kâfir kalk! On y›ld›r, on befl, yirmi y›ld›r, ben bugünü
bekliyordum.”
Bö¤rüne bir tekme indirdi, aya¤›n›n ucu adam›n bö¤rünü deldi geçti.
“Tam yüz y›ld›r…Bugünü...”
Adam, yolcunun ad›n› a¤z›na almak istemiyor. Bu ad, midesini buland›r›yor, kusaca¤› geliyor. Bu yüzden onu “kâfir” diye ça¤›r›yor. Kâfirin bir anda ölmesini de istemiyor. Bir anda ölürse her fley bitmifl olacak;
oysa o, yirmi y›l boyunca “Kâfir’i nas›l öldürsem” diye de¤iflik durumlar,
de¤iflik ölüm biçimleri tasarlam›flt›r. Yine de bunlar›n hiçbirini yeterince
etkili bulmam›fl, ona lay›k görmemifltir.
At›n, eyerini, gemini, bellemesini al›p yerde yatan, kalkmamakta direnen kâfinin baflucuna gidiyor adam:
…Kunduralar›n›, çoraplar›n› ç›kard›. Hançeriyle kula¤›n› deldi. fiöyle az›c›k. Can› ac›y›nca adam aya¤a f›rlad›, karaçal›l›¤›n içine do¤ru koflmaya bafllad›. Yakalad›, a¤z›na gemi, s›rt›na eyeri vurdu, üstüne bindi.
Kâfir kofluyordu… Kâfir kendini çok dikenli bir karaçal› kümesinin içine
kald›rd› att›. Kan içinde çal›n›n köküne köküne gidiyordu, can havliyle.
Baca¤›ndan tuttu onu, d›flar›ya çekti. Kâfir bin gözlü bir p›nar gibi dur42
madan kan›yordu. Yaralar›na toprak sürdü. Toprak kanl› çamur oldu, güneflte de kurudu. Aya¤a kald›rd›, kâfir kaçmaya çal›flt›. Kâfir kaç›yor, o
koval›yor.
Adam, bütün gece karaçal›l›kta kovalay›p duruyor kâfiri; yüre¤indeki y›llar›n biriktirip katmanlaflt›rd›¤› kin kabard›kça kabar›yor. Ama kâfir bir anda ölecek, düflledi¤i öç alma biçimlerini gerçeklefltiremeyecek
diye de ödü kopuyor. Bunun için bir su k›y›s›na götürmek istiyor onu:
…Kâfiri bir top kendirle iyice ba¤lad›, kendi de ata bindi. Kâfirin
kendirini at›n boynuna ba¤lad›. A¤›r a¤›r sürdü kâfir ölü gibi yolun tozlar› üstünde sürüklenip geliyordu. Kâfir, kolay kolay ölmez. Derken suyun k›y›s›na geldiler, bir a¤açl›k yerde durdular.
Büyük bir tenekeye tuz doldurdu, üstüne su koydu, uzun bir süre
kar›flt›rd›. Tuz eridi. Eriyince getirdi kâfirin üstüne boflaltt›. Kâfir tuzu
yer yemez, havaya do¤ru bir metre hoplad›, sonra yere düflüp serildi.
Sonra gerildi, aya¤a kalkt›, uykudan uyan›rcas›na gözlerini ovuflturdu,
sonra da koflmaya bafllad›. Bir at gibi h›zl› kofluyordu.
Kâfiri yakalayabilmek için at›na atlay›p pefline düflüyor adam. Korku, gücü art›r›r, derler. Kâfir için de böyle oluyor bu. Sürüp gidiyor kovalamaca, sonunda tükeniyor gücü. Sonunda duruyor,
“Al, ne yaparsan yap. Her fleye dayan›r›m da iflte bu, andan ana ölüp
dirilmeye dayanamam” diye bafll›yor yalvarmaya. Adam, gülüyor; kâfirin
yalvar›fllar› hofluna gidiyor. Çünkü insan›, köpeklefltiren bir yalvar›flt›r
bu. ‹niltiyle, a¤lama s›zlanma aras› bir yalvar›fl. Bütün bir gece sürüyor.
Adam bu yalvar›fltan etkilenmiyor hiç. Düflleyip kurgulad›klardan birini
daha yapmaya yöneliyor; önce kâfirin el ve ayak parmaklar›n› tek tek tek
k›r›yor, sonra da kollar›n›. Av›n›n ac›s› sesine ve yüzüne yans›d›kça adam›n yüre¤indeki öfke daha bir kabar›yor. Ard›ndan geceler, gündüzlerce
düflledi¤i, belki binlerce kez nas›l yapaca¤›n› inceden inceye tasarlad›¤›
kesme ve yüzme ifline koyuluyor:
…At›n›n heybesinden usturay› ald›, iyice k›lavlad›, kula¤›na yanaflt›,
kula¤›n› ince, uzun bir ip gibi uzun uzun kesti. Kanl› kulak ipini boynuna dolad›. Öteki kula¤›n› da aynen kestikten sonra, boynunun kökünden
afla¤› derisini yüzmeye bafllad›. Art›k iflini çabuk çabuk görüyordu. Bütün s›rt›n›n derisini yüzdü, Üstüne tuz, kezzap ekledi. Kâfir, korkunç bir
gerilmeyle topra¤a upuzun uzand›. Hiç de ses ç›karmad›. Onu, orada toprakta öylece b›rakt›. Büyük bir tat, mutluluk içinde can çekifleni seyretmeye bafllad›.
43
Can çekifleni bir süre seyrediyor adam; sanki içindeki dü¤ümler çözülüyor bir bir. Seyretmeden ald›¤› tat, duydu¤u mutluluk k›lcal damarlar›na de¤in bütün bedenine yay›l›yor. Titriyor hazdan. Duydu¤u hazz›n
renk ve dokusunda giderek bir de¤iflme bafll›yor; öç alma eylemine b›rak›yor yerini:
…Saçlar›na yap›flt›, bir tutam saç›n› derisiyle birlikte kopard›. Kanl›
saç› kurumufl derenin yata¤›na att›. S›cak yak›yor, tafl› topra¤› eritiyordu.
Bakt› ki kâfirin dili d›flar›da, iki eliyle dile yap›flt›, çek ha çek… Ö¤leye kadar çekti, dil kopmad›. Uzuyor da uzuyor. Sonra usturay› çal›verdi.
Kimi duygular›n bafllang›ç noktas› bilinir; ama nerede, nas›l bitece¤i kestirilemez. Öç alma duygusu da bunlardan, son dura¤› ya da bitim
çizgisi olmayanlardand›r. Do¤urgan bir dokusu vard›r bu duygunun. Bu
yüzden öç al›c›, nerede duraca¤›n› kestiremez; öç alaca¤› kifliye hangi ac›y› çektirirse çektirsin, hangi iflkenceyi yaparsa yaps›n yeterli görünmez
ona. Belki de bu yüzden o, kendisini doyuma ulaflt›racak yeni yollar aramaya yönelir, bu yönelifl, ac› çektirmeye, iflkenceye yeni boyutlar kazand›r›r.
Adam da böyle yap›yor. Daha önce kâfire yapt›klar›n›n hiçbiri, yüre¤indeki öç ateflini söndürememifltir çünkü. Bu kez benzerine ancak masallarda, söylencelerde bile kolay kolay rastlanmayacak bir yola baflvuruyor:
…Yaral›y› kald›rd›, a¤z› yukar› at›n s›rt›na att›. Bafl› bir yana, k›r›k,
un ufak kollar› bir yana sarkt›. Bafl›n›, kollar›n› at›n karn›n›n alt›ndan iyice ba¤lad›. Belki yüz metrelik halatla. Yaral›n›n yüre¤ini dinledi, daha
at›yordu. fiimdi bu ele geçmez at›n s›rt›nda onu günlerce akbabalar, kartallar, öteki al›c› kufllar onu bölük parça yiyeceklerdi.
…Az bir sürede at, ç›rp›nan kanatlar aras›nda gözükmez oldu. At ald› yat›rd›. At kofluyor, üstünde de bir kartal, akbaba, öteki al›c› kufllar,
onunla… Kartallar ata yetifliyorlar, yetiflen bir parça kopar›yor. At biraz
yavafllamas›n, al›c› kufllardan gözükmez oluyor.
‹nsan, kendisine ya da yak›nlar›na ac› çektiren, zarar veren baflka
varl›klara da sözgelimi bir ata, bir köpe¤e ya da bir kediye kin besler, ondan öç almaya kalkar m›? Kalk›yor. Çocukluk belle¤imde derin izler b›rakm›fl böyle bir olay› an›ms›yorum.
‹lkokulun beflinci s›n›f›ndayd›m. Arkadafl›m Durmufl, bir gün atlar›n›n kuyru¤unu örüyormufl, at huysuzlanm›fl, bir çifte atm›fl, tam da Durmufl’un aln›n›n ortas›na. Kan›n› zor durdurmufllar. Durdurmufllar ya,
44
çok kan kaybetti¤i için mi, yoksa baflka bir nedenden mi, bilmiyorum; iki
gün sonra öldü. Bütün köy ac›ya bo¤uldu, çünkü Niyazi Amca’n›n tek çocu¤uydu. Daha öncekilerin hepsi ölmüfl, bir Durmufl kalm›flt› geriye.
Bir gün köyde gümbür gümbür bir haber dolaflt›; duyduk ki Niyazi
Amca, at›n› cezaland›racakm›fl. Herkesi flafl›rtt› bu haber. Komflular,
“Hayvan bu, bile bile mi tekme att›, dilsiz bir hayvan› cezaland›rmak da
neyin nesi, dine imana s›¤ar m›?”diyorlarm›fl. Böyle diyenlere k›z›yor,
“Bana dinden imandan söz etmeyin, iflime de kar›flmay›n” diye kovuyormufl onlar›.
At›, bahçedeki a¤açlardan birine ba¤lam›fl, bir hafta ne su vermifl,
ne yem. At kiflneyip duruyormufl. Sonralar› sesi k›s›lm›fl, ç›kmaz olmufl.
Açl›ktan, susuzluktan ayakta zor duran at›n önce sat›rla arka ayaklar›n›
kesmifl, sonra ön ayaklar›n›. Öfkesi bununla da dinmemifl, k›zg›n bir demirle gözlerini da¤lam›fl. At›n gövdesini parça parça etmifl, bunlar› kurda kufla yem olsun diye dere boyundaki kayal›klara götürüp atm›fl.
O günlerde anlamland›ramad›¤›m bu olay› Niyaz› Amca’n›n, o¤luna
duydu¤u ac›ya ba¤lam›flt›m. Nice y›llar sonra Herman Merville’in, filmlere de konu olan ünlü roman› Moby Dick’i okuyunca Niyazi Amca’n›n
duygular›n› daha iyi anlad›m. Salt bir öfke hali de¤ildi bu, tutkuya dönüflmüfl öç alma duygusuydu. Dahas› Kaptan Ahab’la aralar›nda bir benzerlik kurmufltum; öyle ya biri o¤lunu elinden alan at›na, öteki de baca¤›n›
kopar›p onu sakat b›rakan Beyaz Balina’ya düflman olmufltu. Dramlar› da
buradan, içlerini kavuran öç duygusundan geliyordu.
Nietzsche’nin baflta and›¤›m sözünü biraz de¤ifltirerek yineleyeyim:
Kin ve öç alma duygusunu tutkuya dönüfltüren bir yürek, kendini yiye yiye tüketiyor. Öcünü al›p tutkunun zehirli sarmafl›¤›n› kuruttuktan sonra
ancak eriyor huzura...
45
SES BAYRA⁄IMIZI GENÇL‹K TAfiIYOR...
Server Tanilli
Dil Devrimi’nin 75. y›ldönümü haberi, çarflamba günü hemen bütün gazetelerdeydi. Dilimizle ilgili y›ldönümlerini, bizler, bir dil bayram›
olarak kutlar›z. Bu bayram, bir güne s›¤amayaca¤›ndan “ses bayram›m›z”› kutlaman›n sevincini bir süre tadaca¤›z.
Öyle de olmal›!
Çünkü, büyük bir olayd›r dil devrimimiz.
*
Önce, dilin gücünü belirtmeli!
Kutsal Kitap, “Bafllang›çta kelâm vard›” diye bafllar. Dilin önemini
göstermesi bak›m›ndan da almal› bunu. ‹nsan alet yapan bir yarat›k de¤il sadece, konuflan bir varl›k da. ‹nsan›n hayvanl›ktan kopup insanlaflmas›nda, sonra da toplumun ve uygarl›¤›n yarat›lmas›nda, dilin rolü büyük. Dil, bir kültürün ögesi oldu¤u kadar, bütün bir kültürün de tafl›y›c›s›d›r. Ve dil, bireyler aras›nda bir iletiflim arac›; ama s›radan bir araç de¤il, toplumu etkiliyor, toplumdan etkileniyor. Bu süreçte toplumun dev
bir gücü var; dil üstünde de – bir yere kadar – gücümüz önemli.
Alman flair ve yazar› Goethe’nin, dil konu oldukta hep hat›rlanan
sözlerini de an›msatal›m: “Dil orman gibidir; a¤açlar çürür, orman kal›r.”
Goethe’nin sözleri dilimiz için de geçerli.
Daha öncelerden hat›rlatmalar gerekir.
*
19. yüzy›l›n ikinci yar›s›na de¤in iki dilimiz ve edebiyat›m›z olmufltur: “Yüksek zümre” dedi¤imiz egemen s›n›f›n dili ve edebiyat› ile halk›n dili ve edebiyat›. Birincisi, “Osmanl›ca” dedi¤imiz Arapça ve Farsça
ile Türkçeden oluflan, ama Arap ve Fars gramerinin kurallar›na ba¤l› acayip bir dildir; halk ise, yüzy›llarca bu dilden uzakta kendi dilini konuflmufl ve duygular›n› dile getirmifltir onda.
Bat›l›laflma ile dil sorunu da gündeme gelir.
46
Ayd›nlanma 盤›r›m›z›n öncüleri olan bütün Tanzimatç› yazarlar›n,
önde sorunlar›ndan biri dildir; çünkü, bütün bu yazarlar, okurlar› ile iliflki kurma, kamuoyuyla bir diyalog yaratma çabas›ndad›rlar. Çok fleyler yaparlar. Ne var ki, dil sorununu as›l çözen Milli Edebiyat ak›m›d›r: O edebiyat›n bayra¤›n› açan Genç Kalemler dergisi (1911), yabanc› dil kurallar›n›n kullan›lmamas›n›; konuflma dilinin edebiyat dili haline getirilmesini, konular›n yerli yaflamdan al›nmas›n› ister.
Cumhuriyet, iflte bu dil anlay›fl›n› devral›r.
Atatürk, Türk dilinin yal›nlaflt›r›lmas› karar› ile Türk harflerini, birlikte ve ayn› zamanda ald›. Onun söyledikleri, içinde yaflad›¤› süreç ile tutarl›d›r. Atatürk, ulusu oluflturmada, dilin bir ifllevi oldu¤una inan›yordu: Cumhuriyet’in ulusal bir dili olmal›d›r; Cumhuriyet’in mant›¤› ve
özü olan “birlefltirici” görevi de böyle gerçekleflirdi.
Atatürk, iflte bunlar›n bilincinde olarak, alfabe de¤iflikli¤inden sonra, kendini – büyük bir tutku ile – dil ifllerine verir. Türk Tarih Kurumu’nun yan› s›ra, Türk Dil Kurumu’nun do¤uflu böyle olur; her ikisi de
önemli çal›flmalar yaparlar...
fiimdi dil bayram›m›z› bafllatan da, 26 Eylül 1932’de ‹lk Dil Kurultay›n›n toplanmas›d›r.
*
Her iki kurumun temeline dinamit koyan da, 12 Eylül hareketi olmufltur. Bugün flafl›rm›yoruz; çünkü 12 Eylül, demokrasimize korkunç
bir darbe indirirken, 1923 Devrimi’nin eseri olan kurumlar› da inkâr
ediyor ve yollar› dinci ve sa¤c› güçlere aç›yordu. Atatürk’ün vasiyetini y›rt›p atmak u¤runa, Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu da, uyduruk
bir formülle, 1923 Devrimi’nin düflmanlar›na b›rakt›lar.
Her iki kurum da, o y›llardan bu yana, hiçbir ciddi etkinlikte bulunmad›, bulunamad›.
Dil konusunda, dil devrimine yak›flan bir yolda, Dil Derne¤i’ni kuranlar çal›flt›lar ve bugün de çal›fl›yorlar. Sevgi Özel ve arkadafllar›, gençlikle el ele vererek yürüyorlar; dilimize musallat geliflmelere karfl› çetin
bir mücadele veriyorlar.
Yeni bir anayasada, her iki kurum da kurtar›lmak istenirse, onlar›
al›p eski sahiplerine vermek gerekir.
Önce bu!
Ama ufka bak›p böyle bir umuda kap›labilir misiniz?
(Cumhuriyet, 28 Eylül 2007)
47
AfiK BU
fiükran Far›maz
“Nezihe Meriç’e arma¤an”
fiimdiye dek gördü¤üm en yüce, en sarp da¤ olmayabilirdi. Ama akflam›n içinde gizemli bir an›t gibi yükseliyor, nereden bak›l›rsa bak›ls›n,
gelecekten çok, geçmifli imleyerek gerilere götürüyordu beni; içinde bulundu¤umuz zaman›n epey öncesine. Gölgesinde al›c› kufllar›n a¤›r a¤›r
dönendi¤i, eteklerinde onlarca el ve ayak izinin sessiz sedas›z gezindi¤i
bu gizemli da¤›n, nas›l olup da öyküme s›zm›fl oldu¤unu anlam›fl de¤ildim. Damar› derinlerde, koyaklar› hep aç›k, yamaçlar› ç›plak, a¤r›l› bir
yürek gibi alg›lad›¤›m da¤›n, öyle san›yorum ki bana anlatacaklar› vard›;
benim de ona.
Öncelikle kentin, hemen ama hemen yan›ndayd› bu da¤; yan› bafl›nda. Bir insan›n eli, aya¤›, gözü, kula¤› o insan için neyse, kent için de öyle bir fleydi da¤. Ona kentin tan›¤›, kentin belle¤i, kentin tarihi diyebilece¤imiz gibi, kentin en yak›n dostu da diyebilirdik. Bu nitelemelerle yetinmez, “su uyur düflman uyumaz” deyiflini, tersine bir anlamla da¤ için
yeniden uyarlayabilirdik.
Bütün bunlar bir yana, bu küçük, küçücük Anadolu kentinin gecelerini ve gündüzlerini iyi tan›yordum ben. Bir kenti kent yapan ne varsa,
evleri, yollar›, insanlar›, çarfl›s› pazar›yla gaflet uykusuna yatt›¤›m›z o
uzun, o karanl›k günlerde bile, da¤›n, hemen ard›m›zda bir kale gibi
dimdik yükseldi¤ini biliyordum.
Öncelikle dedi¤ime bakmay›n. Da¤›n henüz anlatamad›¤›m bir alg›s›, kendine göre bilgisi, yüzy›llara dayanan sa¤lam bir sezgisi de vard›.
Üstüne üstlük görgüsü. Birbirini izleyen köprülerden, köprü altlar›nda
yaflanm›fl gizli sakl› fleylerden, henüz sözünü etmedi¤im bir kaleden; kalenin, tertemiz, gür bir suya inen, tam üç-yüz-altm›fl-iki basamakl› merdiveninden (ad› Ceylan Yolu) ve bütün bunlar›n temsil etti¤i de¤erlerden
beslenen esasl› bir görgü. fiu halde da¤›n gözüyle; o genifl, o ferah bak›fl
aç›s›yla flu flekilde tan›mlayabilirdik kenti:
Bozk›r›n aylas›nda bozk›r› bile flafl›rtan yemyeflil bir vadi. Aya¤›n›
da¤›n ete¤ine, bafl›n› vadinin iki yamac›na yaslam›fl bafl afla¤› duran T
harfi. Yenisu, Y›ld›ztepe, Ya¤murlu gibi nice güzel isimden sonra birden
yüzümüze çarpan tokat, yani Tokat! Dokuma tezgâh›, yazma, tülbent,
oya: i¤ne oyas›. Ayçiçe¤i ve üzüm. El ayas› yaprak: asma yapra¤›. Ayn› za48
manda uçurtma. Da¤›n doru¤u ile vadinin taban› aras›nda gövdesi Bizans, kanatlar› Osmanl›, gökyüzü Selçuklu olan fleytan uçurtmas›. (Kalenin, kaleye ç›kan yokufllar›n, ba¤lar›n, bahçelerin, ille de çocuklar›n k›rp›k kufludur bu uçurtma. Koflmak yerine z›plamay›, uçmak yerine oraya
buraya çak›l›p kalmay› ye¤ledi¤i bilinir. Küçücük gövdesinden hiç eksilmeyen yara bere hep bu yüzdendir. Gelelim as›l konuya.)
Çocukluk bu ya, da¤›n ete¤inde yaflayan k›zlar ve o¤lanlar, uçurtman›n ipini bir kez ele geçirdiler mi yerlerinde duramazlar, kaleyle, afla¤›da, düzlükte kalan ve hâlâ t›k›r t›k›r iflleyen saat kulesi aras›nda, hiçbir
çocu¤un, hiçbir zaman ciddiye almad›¤› bir has›mla – yani zaman’la – sonu gelmeyen bir oyuna dalarlard›. Onlar oynarken akflam›n ve sabah›n
kesin saati bilinmedi¤i gibi, bu oyunun sonunun nereye varaca¤› da pek
kestirilemezdi.
(Bu durumu biraz daha açmal›y›m: Bir bak›ma da¤a akran say›labilecek kale ve kaleden birkaç kuflak daha genç olan saat kulesi aras›nda,
say›s›z mekan; yol, çarfl›, kümbet, han, hamam, cami, okul vs. vard›.
Uçurtmalar›n›n ipini s›k› s›k›ya kavram›fl olan çocuklar, saçlar›, bafllar›
da¤›n›k, yanaklar› al al, boyunlar›nda p›t p›t atan bir damarla soluk solu¤a koflarlarken, h›zlar›n› alamaz, meydan›n ortas›nda, birden karfl›lar›na
ç›kan saat kulesini geride b›rakarak, hiç bilmedikleri yollara sapabilirlerdi. Ne ki, telefon tellerinde, yüksek a¤açlar›n tepelerinde, kimi zaman da
evlerin saçak uçlar›nda tak›l› kalm›fl uçurtmalar – bir anlamda çocuklar›n kendisi sayabilece¤imiz bu uçaroyuncaklar – bir masal kulesi üstünde yükselen küçümen saatin çevresinde de görülebilirdi. fiafl›lacak bir
yan yoktu bunda. Kald› ki çocuklardan çok sonra, gözlere mil çektirip,
kulaklara a¤u ak›tt›ran k›y›c› bir general zaman›nda da, evlerden, seyir
tepelerinden, kulelerden ve daha birçok yerden endifleyle izlenmiflti bu
küçük, bu k›rp›k kufllar.)
Gelgelelim çocuklar›n inatla, ›srarla izledikleri yol haritas›, birbirine benzemeyen ama birbirinden ay›rt etmekte zorlanaca¤›m›z çeflitli duraklar, dönemeçler, kesiflme ve ayr›flma noktalar› içeriyordu. Meraklar›na yenik düflerek kimi zaman kufllar›n, kimi zaman bal›klar›n izini sürmekten çekinmeyen çocuklar – Ceylan Yolu’nun çocuklar› – bilerek ya
da bilmeyerek ibresini biraz, biraz daha sola kayd›rd›klar› kule saatin yan›nda fazla oyalanmaz, yol üstündeki bir yap›n›n önünde al›rlard› solu¤u.
fiimdilik kimsesizlik ve terk edilmifllikle anaca¤›m›z bu tarihi yap›n›n – nalburlar›n, keçecilerin, kalayc›lar›n ve aktarlar›n aras›nda yapayaln›z kalm›fl Yazmac›lar Çarfl›s›’n›n – görebildi¤im bütün kap›lar›, bütün
pencereleri, boya ve desen elde etmek için kullan›ld›¤› belli olan bütün
49
araç gereçleri, korkar›m tek bir canl›y› beslemek için vard›: Avlunun ortas›nda kendili¤inden büyümüfl bir adamotunu.
Görülmeyen ama hissedilen say›s›z kolu, baca¤›, eli aya¤›yla insan›
ürküten, çok yak›nda, dal›nda buda¤›nda boy gösterecek onlarca küçük
adamla kanl› bir etobura dönüflecek olan bu kötücül ot, onlarca iflçinin,
ustan›n, kalfan›n, ç›ra¤›n gülüflmeleri ve f›s›ldaflmalar› aras›nda dev bir
koro oluflturuyor; u¤ursuz solu¤unu Sivas’tan Malatya’ya afl›rarak, Nurhak Da¤lar›’n›n karanl›¤›na dek ulaflt›r›yordu.
Ne ki bu ürküntüyü hemen silen, betonlaflm›fl toprakta bir bafl›na
büyümeyi baflarm›fl bu tuhaf ota, neredeyse yak›nl›k duymam›z› sa¤layan
bir renk c›v›lt›s›, bir desen ustal›¤›, dört kare esas›na göre çal›fl›ld›¤›n›
düflündü¤üm bir güzel yaz› örne¤i ifllenmiflti ahflap duvara. Sahibini tan›mad›¤›m›z bir el, aç›k avcuyla dosdo¤ru bize bak›yor, tek damla ya¤murun düflmedi¤i gergin havada, bir gökkufla¤› flenli¤iyle gözümüzü al›p
duran o tümceyi, kim bilir, kimlerin uzun, gür hayat çizgisiyle kucakl›yordu.
Oy dere k›z›ldere:
Küçük k›z, gizlice girdi¤i avluda – ötegeçe’de – heceleyerek okumufltu duvardaki yaz›y›. Henüz yerine gelmeyen ön diflinin oluflturdu¤u
bofllu¤a dili tak›larak, peltek bir sesle yinelemiflti bu üç küçük sözcü¤ü.
Kot pantolonu, bal›kç› yakal› kaza¤›, kuca¤›nda gitar›, omzunda
heybesiyle Anadolu’yu kar›fl kar›fl gezerek ezgiler derleyen kad›n ozan›
nicedir biliyordu k›z. Onun seslendirdi¤i bu türküyü de. Ama küçük k›z,
bu sabah dükkânlar›n önündeki bak›r kaplarla ilgileniyordu. Koca koca
le¤enleri, kapakl› sahanlar›, ayakl› taslar›, her nas›lsa bugün boy s›ras›na
göre dizilmifl cezveleri inceliyordu üflenmeden. Kap› önlerine gelifligüzel
y›¤›larak seyirlik hale getirilmifl bu oyuncak nesneleri (iyiden iyiye gözden düflmüfl kömür ütülerini, gaz lambalar›n›, gemici fenerlerini) çevresindekilere ald›rmadan yafl›n›n üstünde bir dikkatle belle¤ine yerlefltiriyordu. (Sahi bir de gizli metalik ›fl›¤›n› bunlar›n. Dükkân içlerinden bafllay›p sokak aralar›na, su yollar›na, ba¤lara, bahçelere dek uzanan bak›r
çal›¤› ayd›nl›¤›: Ötegeçe’nin ham boya, keçe, tülbent, yazma, ya¤l› yemek
ve hayvan pisli¤i kokan ayd›nl›¤›n›.)
– Gitme oralara, demiflti annesi. Burda yeni say›l›r›z. fiu dereden atlar›m, flu köprüyü geçerim, sonras› kolay dersin ama hiç belli olmaz.
Hem sand›¤›n kadar küçük de¤il buras›. Ba¤l›k bahçelik de olsa, yüzlerce y›ll›k geçmifli olan koca bir flehir.
Kad›n, kurumadan toplamak zorunda kald›¤› çamafl›rlar› (fieker Han›m’›n deyifliyle o cans›z bedenleri, o cemaziyülevvelleri ) sepete yerlefltirirken, her zamanki sessizli¤ine bürünmüfltü k›z. Hiçbir ortamda, hiç
kimsenin dikkatini çekmeyen ak›ll› uslu sessizli¤ine.
50
– ‹flimiz gücümüz yolundayd› orda. Trende yanan eflyalar›m için çok
üzülmüfltüm ama, konu komflu el birli¤iyle toparlanmam›za yard›mc› oldular. Ordaki içtenli¤i, dayan›flmay› baflka hiçbir yerde görmedim ben.
Seni de çok sever, deste gül gibi elden ele gezdirirlerdi. Fitilli kadifeden
k›rm›z› bir manto dikmifltim sana. O kadar küçüktün ki, seni ilk görenler oyuncak bebek zannederlerdi. Baban›n peflinden diyar diyar sürüklenmekle hata m› ettik bilmiyorum.
Çamafl›rlar›n yaka çevrelerine, etek uçlar›na, ç›tç›tlar›na, dü¤melerine dokunarak, onlar› elleriyle sevip okflayarak tane tane konufluyordu
annesi. Küçük bir sincap gibi, daldan dala atlayarak.
– Korkar›m yeniden y›kamam gerekecek bunlar›. Baksana ne hale
gelmifller, nerden bilebilirdim ans›z›n rüzgâr ç›kacak da ortal›k birbirine
girecek. Üff, üstüm bafl›m toz toprak içinde kald›. A¤z›mda ac› bir tat yine, difllerimin aras›nda pis bir g›c›rt›; mübarek çöl sanki, her yer kum
kayn›yor. Ne f›rt›naym›fl ama; getirip babalar›n›n önüne koydular delikanl›lar›n ölü bedenlerini. I-›h bitmez bu oyun, bitirmezler...
Kendine ça¤r›fl›mlarla yüklü, genifl, havadar, ciddi bir sessizlik edindi¤ini bildi¤imiz k›z – o küçük, küçücük çiy damlas› – kelimenin tam anlam›yla kulak kesilmifl, annesini dinliyordu. Böyle zamanlarda, öfkesi süt
köpü¤ü gibi kabar›p, süt köpü¤ü gibi inen, belki biraz da sinirli olan annesini.
– fieker Han›m’a rastlad›m yolda. Olur olmaz bisürü fley anlatt› yine.
Hiçbiri akl›mda kalmad› ne yaz›k ki. Yine de iyi insand›r fieker Han›m,
görmüfl geçirmifl kad›nd›r. Günahs›zlar›n ruhu, ermifllerin gönül ula¤›d›r.
Ah, ne yaman arabulucudur o... Yaln›z, güzelim kona¤›n koca kat›n›, güvercinlere ay›rm›yor mu, flafl›p kal›yorum bu ifle. Do¤rusu ya ak›l, s›r erdiremiyorum. Bana kal›rsa kocas›n› zamans›z yitirmenin ac›s›n› sürüyor fieker Han›m. Kendini avutman›n yollar›n› ar›yor. Kolay de¤il elbet, yaln›zl›k Allah’a mahsus demifl eskiler... Al iflte ben! Toz moz, hepsi bahane.
Onu özlüyorum, duyuyor musun küçü¤üm, baban› çok özlüyorum.
K›z, bafl›n› kald›r›p, baz› kitaplarda günbat›s› ad› verilen yöne do¤ru bakt›.
Tam da evlerinin bulunmas› gereken yerde, ince ince tütmeye bafllayan duman› saymazsak; aç›k, mavi, durgundu gökyüzü. Sanki her fleyi
biliyor, her fleyi anl›yordu. Çamafl›rlar›n, o cans›z bedenlerin bafl›nda
oturup kalm›fl annesini bile... Da¤›n ete¤ine s›k›ca tutunmufl kentte, bir
foto¤raf karesi gibi görünen eski semtte, ilkten kendi evlerini seçemedi
k›z. Ahflap binalar yeflilliklerin aras›nda yer yer kayboluyor, birbirinin
benzeri, birbirinin devam› resimler çiziyorlard›: Büyük, beyaz, dura¤an
resimler.
51
fieker Han›m’›n evini birdenbire gördü: geri dönmeye karar verdi¤i
anda.
Çat›n›n e¤imiyle z›tl›k oluflturan kule – güvercinlerin hem girifl hem
ç›k›fl kap›s› olan kule – öteki evlerin aras›nda kendinden emin, güleç bir
flekilde yükseliyor; yaln›z kirac›s› olduklar› evi de¤il, kap›n›n önündeki
çeflmeden bafllayarak, buralara dek uzanan su yolunu da iflaret ediyordu.
(Ça¤›lt›s›n› kendi içinde tafl›yan, incecik su yolunu)
Küçük k›z, ad› fiebnem olan ak›ll› uslu k›z, düflüncelerini orac›kta,
mavi mavi, pembe pembe ›fl›ldayan güvercin gö¤sü su birikintisinde b›rakarak caddeye indi.
Soka¤a, bütün gün ya¤l› et, s›cak salça, ketçap kokusu salan lokantan›n kap›s› bu s›rada aç›ld›: Güleryüzlü bir hizmetliden çok, iflini bilen
bir sat›c›y› and›ran garsonun cevval yüzü belirdi kap› önünde. S›radan giyimi, papyonsuz boynu, dökülmeye bafllam›fl saçlar›yla... Kuru kalabal›¤›n aras›nda, el ele tutuflmufl genç bir kad›nla, genç bir erke¤i seçip, onlar› bir süre göz hapsinde tutan garsonun, ne düflünüp ne düflünmedi¤i
o an için anlafl›lmad›ysa da, sesinin olanca gücüyle adeta hayk›rd›¤› duyuldu.
– Seviyorum de lan deli Kadir, seviyorum de Allahs›z!
– Ama ask, dedi küçük k›z, sabahtan beri sürdürdü¤ü sessizli¤ini en
sonunda bozarak:
– Ask iste, asssssssssssssssssssssssssssssssskkk!
Dili, süt diflinin bofl b›rakt›¤› oyu¤a tak›lm›flt› yine. fi’leri söyleyemedi¤i için utand›; k›zar›p bozard› birkaç saniyeli¤ine. Ama hemen toparlan›p, ayaküstü uydurulmufl bu flen flakrak, bu y›lankavi ›sl›¤›n içinde, sevinçten coflup taflarak, z›p z›p z›playarak, güle oynaya bir yol tutturdu:
Babas›n›n aylard›r tutuklu bulundu¤u hapishaneye do¤ru bir yol.
Uzunca, ›ss›z, aflka aflina bir yol.
52
Yaflar Miraç
16 Kas›m
bugün üç mezar› ziyaret ettim
üç flehit insan›
birincisi talip öztürk’tü
topkap›’da
yirmi yedi y›l önce
f›rt›nal› ya¤mur çamur bir günde
arkadafllar› ö¤rencileri
iflçiler ö¤retmenler gençler
dost akraba ve yak›nlar›
omuzunda
panzerler polisler askerler
gölgesinde
u¤urlam›flt›m onu
fliirle
“elifleri gözyafl›
döken mezartafllar›”*
...
iki ders aras›yd›
okul bahçesinde
ö¤renciler c›v›l c›v›l
çevresinde
iki temiz giyim
genç adam yaklafl›r
* Taliplerin A¤›d›’ndan
53
“talip bey
siz misiniz?”
“evet benim
nas›l yard›m edebilirim?”
iki adam temiz giyim
iri k›y›m
birden silah çektiler
talip’i vurup kaçt›lar
ö¤retmendi
...
bugün üç mezar› ziyaret ettim
ikincisi ali ihsan özgür’dü
gazeteciydi
bir gün evinden ald›lar
iflkencelerle öldürüldü
›ss›z bir yere at›ld›
gencecikti
ad› gibi özgür yürekti
topkap›’da
talip’in yak›n›nda
üçlü dörtlü bir mezar
aile boyu güller
ortas›ndayd›
...
“ali insan’›n yüzü”
diye bir a¤›t yazd›m
o zaman
54
istanbul’da duvarlara
yap›flt›r›lm›fl bir afifl
k›rm›z› noktalardan
oluflan bir foto¤raf
›fl›kl› gözlerle
ne güzel bak›yordu
ne yi¤it bak›yordu
ali ihsan
...
bugün üç mezar› ziyaret ettim
üçüncüsünün ad›
mustafa’yd›
mustafa suphi kolundan
hayrullaho¤lu’ydu soyad›
iflkenceyle sorgulan›p
giz verip çözülmedi¤inden
“gebersin komünist” dendi
alçakça öldürüldü
“intihar etti” dediler
kendini emniyetin
at›p üçüncü kat›ndan
...
davas› u¤runa öldürülmüfltü
iflçilerin
ayd›nl›k özgür günlerin
yeni bir dünyada
emekten yana
yeni bir türkiye için
55
talip gibi ali ihsan gibi
o da
oysa u¤runa öldü¤ü
iflçiler da¤›lm›flt›
eski p›s›r›k uyufluk
sessiz günlerine dalm›flt›
oysa u¤runa öldü¤ü
can verip giz vermedi¤i
nice yoldafllar›
yoldan sapm›flt› çekilmiflti
...
kas›mpafla’da
haliç’e bakan bir tepede
serviler aras›
kulakl› mezarl›¤›
bir y›ld›z ifllenmifl
mezar tafl›na
mustafa hayrullaho¤lu
ad› alt›na
o y›ld›z› bilir iflçiler
devrimciler
o y›ld›z› bilir ozanlar
nâz›m’lar neruda’lar
ritsos’lar aragon’lar
...
o y›ld›z yaral›d›r
türkiye’nin en eski
partisi kapatt› kendini
56
düflman›n baflaramad›¤›n›
baflard› yoldafllar›
u¤runa can verdi¤i
arkadafllar›
ey gidi hayrullaho¤lu
mustafa suphi’lerin o¤lu
u¤runa öldü¤ü partisi
içerden vurulmufltu
o y›ld›z o partinin
kanayan yaras›yd›
türkiye’nin en eski
partisinin
o y›ld›z ac›s›yd›.
...
o y›ld›z hep zulum
ve kana bulanm›flt›r
o y›ld›z hep b›çakla
hançerle ve kurflunla
vuruldu vurulmufltur
o y›ld›z iflte orda
taflta ›fl›yan
flimdi bir avuç yürekte
yaflayan
o y›ld›z
sevdal› y›ld›z›yd›
iflçilerin gençlerin
özgürlük y›ld›z›yd›
ekmek ve gülün
57
parlayan ›fl›¤›
umuduydu
karadeniz’den
onbefllerin
o y›ld›z flimdi
mustafa’n›n mezartafl›nda
karanfillere bak›p
a¤lamaktad›r
...
16 kas›m üç flehitler günüdür
üç flehit
talip ali ihsan mustafa
üç yi¤it
iflçi s›n›f› için
ayd›nl›k ve özgür
yeni bir dünya için
can veren üç flehit
üç güzel insan
...
bugün üç mezar› ziyaret ettim
16 kas›m perflembe
16 kas›m perflembe
üç flehitler günüdür
türkiye’nin ayd›nl›k yüzlü
üç flehitler günüdür
16 kas›m
16 kas›m 2006
istanbul
58
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
Alova
Bir sanatç›n›n çap› yaratt›¤› en büyük yap›tla ölçülür. Mozart’›n gerçek çap› Türk Marfl› de¤il, Requiem’dir. ‘Sinan’ dedi¤imiz zaman akl›m›za ç›rakl›k döneminde yapt›¤› köprüler, hamamlar de¤il, Selimiye, Süleymaniye gelir. Bir toplum için de geçerlidir bu olgu. Bir toplumun gerçek
çap› yaratt›¤› en de¤erli kifliliklerle ölçülür. O toplum bu kiflilikleri yetifltirebilecek birikime sahip demektir bu. Ça¤dafl Türkiye’nin çap› bir Mustafa Kemal, bir Nâz›m Hikmet, bir Muhsin Ertu¤rul, Yaflar Kemal, ‹lhan
Usmanbafl, Cihat Burak, Bilge Karasu, bir Cahit Arf, bir Nusret H›z›r ve
nice de¤erli baflka kifliliklerle ölçülür. Yoksul, çaresiz, cahil b›rak›lm›fl
toplumun ortalamas›yla de¤il. Bat› karfl›s›nda duyulan afla¤›l›k kompleksi, bir tür teslimiyetçilik, kendi kimli¤ini tan›mamak; yaratt›¤› çaplar› görememek (ya da görmezden gelmek), onlara sahip ç›kamamaktan kaynaklan›yor. Bir gün dostum Orhan Koçak’la ça¤dafl Türk fliirinin ‹ngiliz
fliirinden daha iyi bir yerde oldu¤unu konuflmufltuk. Özellikle 2. Dünya
Savafl› sonras› fliir için geçerlidir bu. Doruklara varabilmifl bir toplumu
kendi çap›na sahip ç›kamay›p ortalama bir düzeye zorlamak, bir lokma
bir duayla avutmaya çal›flmak, ‘halk›m›z böyle istiyor’ deyip insanlar›
ufuksuz bir yaflama al›flmaya yöneltmek, yüzlerce y›ll›k bir birikime ihanet etmekten baflka bir fley de¤il. Anadolu toplumunun varabilmifl oldu¤u doruklara, ‘bizim için çok yüksek, bulundu¤umuz yer bizim için yeterli’ diyenler ve toplumu raz› olmaya, tevekküle, teslimiyete itenleri kaç
bin y›ll›k Anadolu kültürü, günü gelince kusacakt›r.
◊
‘O. Pamuk’u okumayan ahmakt›r,’ diyenle, ‘O. Pamuk’u okumay›n’
diyen ayn› kafa.
◊
Süreduran (ât›l) toplumlar ya da toplumsal kesimler, erk onlara hangi elektri¤i yüklerse onu al›rlar. Kad›ns› bir özellik sergilerler. Halkoylamas›nda eksi’ye (–) evet derken, bir bakars›n›z ayn› ço¤unlukla art›’ya (+)
60
evet demifller. Bir elektrik ak›m› olabilecekleri düflüncesini çoktan yitirmifllerdir ya da böyle düflünceleri hiçbir zaman olmam›flt›r.
◊
Hayvan seviciler’e bir üstnot. Bulundu¤um yerde, bir k›zçocu¤u
bahçesine giren y›lan› seveyim derken ›s›r›ld›. Az daha ölüyordu.
Çocuklara bir fleyi ö¤retirken tersiyle ö¤retmeli. Her güzelli¤in bir
zehri var. Y›lan bunlar›n en dürüstü.
◊
Amorgoslu Semonides’in günümüze kalan 42 fragman›n› çevirip yay›mc›ya teslim ettim. ‹Ö 7. yüzy›l›n ortalar›nda Samos adas›nda do¤an flair Amorgos adas›n›n sömürgelefltirilmesi s›ras›nda buraya yerleflmifl. Hipponaks, Arkhilokhos ile birlikte üç önemli iambos flairinden biri say›l›yor. Semonides’i günümüzde dünya çap›nda üne kavuflturan fliiri, hayvanlardan esinlenerek kad›nlar› anlatt›¤› yergisi. fiair bu yergisinde kimi
kad›n türlerinin kimi hayvanlardan yarat›ld›¤›n›, onlar›n özelliklerini tafl›d›¤›n› anlat›r. Ama, sonunda, gözdesini aç›klar. Ar›’dan yarat›lm›flt›r bu
kad›n:
Öbürünü ar›dan yaratt›. fiansl›d›r onu alan,
konduramaz çünkü kimse bir fley üstüne.
Varl›k daha vars›l olur onunla, daha bir serpilir.
Severek yafllan›r kendini seven kocas›yla,
güzelim, seçkin çocuklar›n anas› olur.
Hemen göze çarpar kad›nlar›n aras›nda,
çepeçevre sarar onu tanr›sal bir güzellik.
Sevmez oturmay› aç›k saç›k hikâyeler
anlatan kad›nlar içinde. Böyle bir kad›n
lûtfudur Zeus’un bir erke¤e.
En iyi, en duyarl› kad›nlard›r bunlar.
Bu ilginç flairden iki dize daha:
Ölüm uzun, yaflam k›sa
Bari, adam gibi yaflansa
◊
61
Müller-Lyer yan›lsamas›nda, alt alta çizilmifl, ayn› uzunluktaki iki
do¤runun uçlar›ndaki temrenlerin (ok uçlar›) biri içeriye, öbürü d›flar›ya
dönük oldu¤unda, d›fla dönük olan do¤ru daha uzunmufl görünür:
Bu yan›lsama toplumsal yaflam için de geçerli. Ayn› çaptaki iki kifliden içe dönük, kendini gizleyen, özünü beyan etmekten sak›nana göre,
d›fla dönük, kendini göstermekten hofllanan, çok konuflan “hayat adamlar›” daha çapl›ym›fl gibi alg›lan›yor.
◊
Bir tiyatrocunun an›lar›n› okurken, gerçekte, bir oyuncunun bir tek
oyun oynad›¤›n› düflündüm: o da yaflam›.
◊
Kaz Da¤›’ndan gelen rüzgâr›n eflli¤inde, yerlilerden biri dedi ki: ‘A¤bi, bu da¤›n as›l ad› ‹da Yunanca’ym›fl, sonra Kaz Da¤› denmifl.’ Dilimin
döndü¤ünce anlatmaya çal›flt›m: Hellenler Anadolu’ya gelmeden çok önce Ege Bölgesi’nde Luwiler, Pelasgoslar, Lelegler gibi halklar da¤›n›k biçimde yafl›yorlard›. Bunlar›n kendi dilleri vard›. Yunanca diye bilinen kimi kent adlar› özbeöz Anadolu halklar›n›n dilinden gelmedir. Bu halklar
Anadolu’da yaflarken Yunan boylar› Hellad-Attika yar›madas›na gelmemifllerdi bile. Kuzeydeki tundralarda hayvan otlat›yorlard›. fiimdi gelelim ‹da’ya. ‹da, Luwi-Pelasgos dilinde ‘orman, a¤aç, tahta, odun’ demektir (Bkz. Bilge Umar, Türkiye’de Tarihsel Adlar). Pelasgoslar üzerine bir
kitap yazm›fl olan Van Windekens ise sözcü¤ün eski biçiminin ‹dwa olabilece¤ini belirtiyor. ‹da ad›, büyük olas›l›kla buradan gelmektedir. fiimdi bakal›m baflka ‘gâvurca’ adlara:
Miletos: Hititçe Milawada / Milada’dan. (Günümüzde Balat)
Ephesos: Hititçe Apasa’dan.
Phokaia: Luwice Pauwaka’dan (Günümüzde Foça)
Halikarnassos: Luwice Alikarnassa’dan (Günümüzde Bodrum).
T›pk› Adana’n›n: Luwice Adanuwa’dan (Hititçe: Adania)
Samsun’un: Luwice Samissa’dan gelmesi gibi.
(Bu örnekler yüzlerce kez ço¤alt›labilir).
62
Kaç bin y›ll›k kent adlar›n› bir kalemde ‘gâvur ad›’ diye çizip atmak
olur fley de¤il. Bu, milliyetçilik, Atatürkçülük ad›na yap›l›yorsa, eski Anadolu uygarl›klar›na sahip ç›kan Mustafa Kemal’in görüflüyle de ba¤dafl›r
yan› yok. Neden bir vapurumuza Etrüsk ad› kondu¤unu düflündü mü
acaba bu beyler? Etrüskler ki ‹talya’da yerleflmifl bir Anadolu boyuydu.
Bu boy k›tl›k yüzünden Lidya’dan ‹talya’ya göç etmifl bir topluluktu. (Herodotos’un söyledikleri, yak›n zamanda do¤ruland›.) Bu adlar yüzlerce
y›l bir çak›ltafl› gibi yuvarlanarak günümüzdeki biçimlerini alm›fllard›r.
Sözgelimi, bütün dünyan›n tan›d›¤›, binlerce yabanc›n›n geldi¤i Ephesos’a neden resmi olarak Efes demiyoruz. Oraya gelen yerliler, yabanc›lar Efes diye geliyorlar, Selçuk diye de¤il. Üstelik ‘gâvur’ ad› da de¤ilmifl
Efes (!). Hititlerden (Etilerden) kalma üstelik. Hani o ulusal bankalar›m›za, ünlü semtlerimize ad›n› verdi¤imiz Etiler’den! Biraz tutarl› olal›m.
Sardeis günümüzde Sart’t›r, örnekse.
Öte yandan, Yunanca’dan türetilmifl nice sözcü¤ü kimi kent adlar›nda (baflta ‹stanbul) ya da günlük yaflam›m›zda kullanm›yor muyuz? Yunanca’dan dilimize yerleflmifl yüzlerce sözcük aras›ndan birikaç›n› sayal›m: ›zgara, iskete, uskumru (bal›k adlar›n›n ço¤u), fasulye, evlek, gübre
ve daha niceleri. Ayn› biçimde Yunanca’ya ya da, öteki Balkan dillerine
yüzlerce Türkçe sözcük yerleflmifltir. Korkar›m, dört bin y›ll›k Menye’yi
(Maionia’dan / Lidya) bir kararla Gökçeören yapan görüfl, fasulyeye de
bir ad bulur!
Dili politikaya alet etmek, tarihsel bir hatad›r, din gibi.
◊
Leonardo Paragone’de flairleri ressamlar karfl›s›nda gözden düflürüyor. Temel sav› gözün kulaktan daha önemli olmas›. Rönesans’ta görsellik ön planda oldu¤undan, görsel olan›n iflitsel karfl›s›nda daha önemli say›lmas› do¤ald›. Kald› ki, fliir o döneme de¤in, daha çok, okumak/dinlemek için yaz›lan bir sanatt›. fiiirin kafayla, yani gözle okunmas› 20. yüzy›lda bafllar, Mayakovski gibi yüksek ses flairlerini saymazsak. Bu bak›mdan, Paragone’yi ça¤›n›n ba¤lam›nda okumal›.
Neyse ki yurdumuzda ressamlarla flairler iyi anlafl›r. Büyük Usta’n›n
tart›flma yaratma bâb›nda, bu topraklarda pek flans› yok!
◊
Yarad›l›fl-yarat›c› güç-yetenek ile çal›flma-iflçilik-beceri, Horatius’un
sözcükleriyle natura ile ars aras›ndaki iliflki çok eskiden beri ilgilendirmifltir insanlar›. Kimi, yetenek ile çal›flmay› karfl›laflt›r›rken yüzde hesa63
b›na gitmifl, kimi yetene¤i, kimi iflçili¤i küçümsemifl, ama tart›flma sürüp
gitmifltir. Bana kal›rsa, yetenek ve esin iflçili¤i, beceriyi, Eliot’›n deyifliyle hard brain work’ü (beynin a¤›r iflçili¤i) seferber eden bir virüstür yaln›zca. Bu virüs olmadan yarat›c› olamaz sanatç›. Yetene¤i yads›y›p, her
fleyi çal›flmaya, beceriye yaslamak ne kadar kaba bir görüflse, her fleyi yetene¤e, esine ba¤lamak o kadar seçkinciliktir. Bütün bu özellikler, sonunda, sanatç›n›n beyninin yo¤un etkinlikleridir; birbirlerinden ayr› tutulamaz... Horatius (‹Ö 65 - 8) Ars Poetica’da bu sorunsal› ele al›r, kendi
ça¤›n›n ayd›nl›¤›nda. Latin flair görüfllerini, Neoptolemus’a (‹Ö 3. yy) dayand›r›r. Buna göre, fliir sanat› beceri (ars) ile yarad›l›fltan, yarat›c› güçten (natura) oluflur. (Bkz. Erendiz Özbayo¤lu, Sombahar, 1990). Bir flair
için bunlar gereklidir. Ama fliir, ayn› zamanda, yararl› (utile) ve haz vericidir (dulcis). Bu bak›mdan, konu ustaca seçilmeli, biçim ve ustal›k yetkin olmal›d›r. Böylece, esinden (ingenium) yola ç›kan sanatç› amac›na
var›r. Bu yolla Horatius Epikurosçu ve Stoac› e¤ilimleri birlefltirir. fiöyle
der flair: ‘fliirlerin güzel olmas› yeterli de¤ildir. Etkileyici olsunlar, iflitenin ruhunu istedikleri yere sürüklesinler. ‹nsan yüzleri, nas›l (kendine)
gülümseyenlere gülümserse, ayn› flekilde a¤layanlara da kat›l›rlar.’ Horatius ‘yararl› olmak’la ‘erdem’ demek istiyor kuflkusuz. Ne ki, ayn› zamanda, ‘etki’ sözcü¤ünü kullan›yor. Oysa etki, kimi zaman, yarars›z olabilir,
yani erdemsizli¤i gelberi edebilir. Burada etki ya da yarar sözcüklerinden
çok, devinim yaratmak, heyecanland›rmak (emotion) ya da moda deyiflle
‘enerji vermek’ daha uygun düflüyor ça¤›m›za.
Didaktik fliirin egemen oldu¤u dönemlerde (Horatius’un Ars Poetica’y› manzum biçimde yazd›¤›n› unutmayal›m) etki-erdem-yarar üçlemesi mant›ksal bir iliflki içindedir. Ama didaktik fliirden kurtulmufl 21. yüzy›l fliirinde fliir sanat› yarar-zarar kavramlar›n›n d›fl›nda kavranabilir ancak. Ça¤dafl fliir için okuru bir konumdan ya da durumdan baflka bir konuma getirmek söz konusu olabilir, olsa olsa.
Bu noktada etki elbette önemli bir yer tutar, bir enerji sa¤lar. Y›llar
önce Cumhuriyet gazetesinde bir fliirim yay›mlanm›flt›. Bu fliiri bir dostuma adam›flt›m. Uzun y›llar dostumla konuflmayan (küs olan) bir arkadafl›n›n, bu fliiri gazetede okudu¤unu, ne yap›p edip onu telefonla buldu¤unu ve yaflad›¤› kent d›fl›na ç›kt›¤› hiç görülmemifl dostumun arabaya atlay›p ‹zmir’e gitti¤ini, böylece ikisinin bar›flt›klar›n› biliyorum. Burada bir
etki söz konusudur. Ama iyi bafllayan bu bar›flma, yarar yerine zarar da
getirebilir bir süre sonra. Burada erdem söz konusu olamaz. Hazza gelince, bu duyumsama her zaman geçerlidir. Bu olgu, mayas› olan bir içeri¤in uyum içinde okura duyurulmas›d›r. Öyle bir haz ki, dinleyene ya da
okuyana yepyeni ufuklar gösterebilir, onu a¤latabilir ya da içine kapanmas›na yol açabilir. Söz konusu olan, hazd›r, zevk de¤il. fiiirsel heyecan
64
her zaman bir tehlike tafl›r. Bu bak›mdan fliir ça¤›m›zda, asla, ahlakç› bir
nitelik bar›nd›rmaz.
Yetenek ile çal›flmay› fliir sanat›n›n yarat›lmas› sürecinde birbirinden ay›rmayan Horatius, ‘büyük flairlerin ç›lg›nl›ktan yoksun olamayacaklar›n›’ belirten Demokritos’tan esinle flairleri alaya al›r: ‘Demokritos,
dehan›n, zahmetli sanattan daha flansl› oldu¤una inand›¤› ve akl› yerinde flairleri Helikon’un (Musalar’›n Da¤›. y.n.) d›fl›nda tuttu¤u için (flairlerin) büyük bölümü t›rnaklar›n› ve saçlar›n› kesmekte özen göstermez,
tenha yerleri ye¤ler ve hamamlardan uzak durur. Ama ben ne kadar budalay›m ki, bahar yaklafl›rken safra kesemi tedavi ettiriyorum!’
Edebiyat tarihçileri flairlerin yaflamlar›n› defledursun, zaman flairin
ne yaflad›¤›na de¤il, ne yazd›¤›na bakar.
◊
Biri, geçen Notlar ’dan ça¤r›fl›mla, ‘sahi, hebenneka nedir?’ diye sordu. Sözlüklerden birine bakt›m. fiöyle yaz›yor bu sözcük için: ‘s. Ar. (ahmakl›¤›yla ün kazanm›fl Yezid adl› bir Arap’›n lakab›ndan) esk. aptal, ahmak oldu¤u halde, kendini zeki ve becerikli sanan (kimse).’ Sözgelimi,
bir hebenneka önüne geleni elefltirir, daha do¤rusu, elefltirdi¤ini san›r.
Ama kendisini elefltirenlere k›zar, hatta sald›r›r. Hele tak›lma, sarakaya
alma söz konusu oldu¤unda ne yapaca¤› hiç belli olmaz.
◊
Metin Elo¤lu’yla bitirelim bu say›n›n Notlar ’›n›:
De¤erleme
Bu aflk senden önce hürriyete yöneldi
Gecenin ortas›nda sen s›ms›cak bir kad›n
‹çinde sen varken geceler dile geldi
Bar›fla yöneldi umudu darmada¤›n
Onlar› özlemek belki senden güzeldi
Çünkü sen ancak onlarla vard›n
Hayat›n maviflli¤i onlarla vard›
65
Tahir Abac›
Y‹T‹K AVLU
Figen’e
Bütün avlular yitik, yitik avlu ortada
Bulduk yitirdik, yitirmedik arad›k
Yitik avlu ya Balaban’da ya da her yerde
Avlusundan döndük hep orada kald›k
Yitik avlu yitmez, kal›r kal›nmaz yerde
Giriflteki ev virgül, önünde meyve sand›¤› üç nokta
Sundurmadaki kamyonet yön de¤ifltirir sadece
Di¤er ev, büyük ev, dünyan›n merkezi
Bak›p güldüler, kan›ksad›lar belki
Avluya dalanlar›, tablodan dönenleri
Tablodan dönülmeyece¤ini biliyorlar belki
2007
66
D‹L
Topra¤›n alt› pisi pisine ölmüfllerle dolu
Her çiçe¤in alt›nda bir s›n›r
Son yudum güz yapra¤› tad›nda
Dil o eski güneflleri tafl›yam›yor
De¤irmenden dönüfllerin çörek s›cakl›¤›n›
‹ki gül aras›ndaki niflan törenini
Çitlembikle bulutun f›s›lt›lar›n›
Tafl›yam›yor emektar dil, emektar törpü
Her yerde varofl dili, kriko aksan›
Her duvar çetele, flu geldi flu gitti
fiifle geldi kadeh gitti
fiifleden içen dil fliflip kal›yor
Geç git diyemiyor gönül rahatl›¤›yla geçit
Bekle bekle tren de gelmiyor gibi
Trenleri lokomotif çekmiyor da
Arkadan birileri itiyor gibi bir hâl
Pis bir imlâ dile musallat, dile musalla
Hiçbir fliir okunmuyor sonuna kadar
(Buralar için doldurma m›sralar bulmal›)
Dil fliiri, fliir dili tafl›yam›yor
2007
67
Hüseyin Ferhad
G‹ZL‹ AY‹NLER
VAV
Gözlerin ne kadar so¤uk, cezzar
seni fiahmeran m› emzirdi çocuk,
bütün kufllar› ard› s›ra ça¤›r›r
gö¤süne s›¤›nan flu yusufçuk
Ruh ikizini arar, benzerini.
Yolun hangi akflam›ndas›n Tomris
ki kalbin bu kadar uzak bize,
kan›n en mahrem rüyalar›mdan taflar
‹til’den, ‹rtifl’ten Akdeniz’e
Memnu harf sende, Tonyukuk
Kalb Kalesi’nin flifresi,
Tienflan’a, Elburz’a çarpa çarpa akar
halk›m›n grotesk sesi
Sizi a¤›tlarda bekledimdi
a¤lamak için Aras’a, Hazar’a,
bilsem gider miydim hiç
zincire vuruldu¤unuz o kasra
Ruh ikizini arar, benzerini.
Aflka dönüflüyor neye dokunsam
som alevden bir mecaza,
aya¤ üflürsem ne zaman
Bâki’den, Nedim’den bir harf fazla
Mum söndü ne gam
ateflperest Sâdi’ye, Hâf›z’a,
kör karanl›kta bile bulurum yolumu ben
bakmadan hiçbir y›ld›za
68
Bir aselbent damlas›d›r Merih
Bercis bir katre a¤u,
kim uyan›rsa Utarit’ten evvel
zifaf postunda al›r solu¤u
Ben siyah bir ku¤uydum eskiden, avaz›m soldu. ‹kizim memnu sûretini göynük avaz›mda buldu. T›ls›m bozuldu, bir meçhulden bir baflka
meçhule uçtu abdal. ‘Bir’ idim eksildim ‘üç’ oldum. Susmama hacet kalmad› lâl oldum, hayalar›m buruldu. Birden ama birden yedi ateflimin yedisi de so¤udu. Vaki oldu ki aflk mümkündür
Ama aflk bir abdal düflüdür. Abdal ki ilk sûretine, eril bir toteme dönüflür Uçma¤’a aya¤ göçürürken. Üçüncü cins üstüne gülüflür: taife-i cin
ve ehl-i Melakût. Yahut dostun att›¤› gülü elinden düflürür, iki cihana yumar gözlerini. Hofl, ben abdal de¤ilim. Bismi fiah. O, hisseme neyi revâ
görürse Hüseyin’le Ferhad aralar›nda bölüflürler nas›lsa temize ç›kar›rlar
ruh ikizimi. Keflke bir Hüsn olsayd›m, e¤ilip yere Aflk’›n gönlünü alsayd›m. Eflhedü enna Alîyye’n-velîyyullah
Kalbimdeki vesvese size ait
size ait fikrimdeki flüphe,
çare mihnetimden de basit
bülbülüm figan etmese
Yolun kaç›nc› ikindisindesin Yasef
ki Ötügen bu kadar uzak kalbine,
ruh ikizini arar ama sen
kalbini mühürlüyorsun yine kalbine
69
ZAY‹N
Seher vakti bir bulut
ha bire çakar kibritini,
dünden kalma bir hilâl
inad›na k›rpar kirpiklerini
Soyunurum ruhumu tekrar
difl izlerine boynunun,
umsun için aflk cinleri
ummanda bir Ǜplak Mecnun
Ne ahiret umurumda
ne dünya nimetleri,
ruhum k›fl uykusunda
o mehtapl› yazdan beri
Sa¤dan sola yaz›l›r
bütün dillerde sevda,
içten okunur fakat
zifaf postunda her defas›nda
Nas›l unuturum o geceyi
o veda âyinini nas›l,
uykusu olsa da konuflsa
aflk cinleri m›fl›l m›fl›l
O mehtapl› yazdan beri
ruhum k›fl uykusunda,
buldum Yada Tafl›’n›
kadim yurdumda Balasagun’da
Yada Tafl› bir damla gözyafl›
kösnük bir damla iksir,
ne ister baflka
bencileyin hayta bir flair
Cinler üflüflür bafl›ma
mine’l-Aflk cinleri,
biri sûretime bürünür
hû çeker di¤erleri
70
PAMUK’UN NOBEL ÖDÜLÜ YA DA
B‹R ALIMLAMA KR‹Z‹1
Prof. Dr. Kemal Özmen2
Pamuk bir gün ç›k›p bir ‘söz’ söyledi, bütün hayat› de¤iflti.3
Nobel ödülünün aç›klanmas›n›n ard›ndan, kendisine bir anda insan
haklar›, ifade özgürlü¤ü ve demokrasinin ‘y›lmaz savunucu’su rolünü biçen Avrupal›lar›n bu tavr›na eminim en çok Orhan Pamuk’un kendisi flafl›rm›flt›r. F›kray› belki bilirsiniz; Bo¤az vapurunda bir vaveyla kopmufl;
adam›n biri denize düflmüfl ve suda bir bat›p bir ç›kmaktad›r; derken, güvertedeki kalabal›k aras›ndan birisinin denize atlad›¤› görülmüfl; adam
yüzerek bo¤ulmakta olan kifliyi yakalam›fl ve filika yard›m›yla güverteye
ç›karm›fl. Kalabal›k coflkuyla, ‘Yafla! Varol!’ sesleri aras›nda ‘kahraman’›
eller üzerine almak üzereyken, adam öfkeyle kalabal›¤a ba¤›rm›fl: “Hangi alçak beni denize itti!? ”
‘Kahraman’›n, ortaya koydu¤u ‘eylem’iyle kendi kendini yaratt›¤›
düflünülür genellikle; oysa, temelde, o bizim tasarlad›¤›m›z, bizim onay
vererek var etti¤imiz, bizim görmek istediklerimizi üzerinde odaklaflt›rd›¤›m›z, kendisinde ‘sürmek’ istedi¤imiz bir ‘imge’dir, bir kurgudur; o,
bizim hayalimizdir, ortak belle¤imizdir, bilinçalt›m›zd›r. O, eskiden halk›n hayal gücünün yaratt›¤› ‘toplumsal ve kültürel bir biçim’di; flimdilerde ise, siyasal bir biçim, kurgusal bir ‘figür/an’ oldu..
12 Ekim 2006’y› izleyen günlerde, Pamuk’a verilen Nobel ödülü konusunda Bat›, özellikle de Frans›z bas›n›ndaki kimi de¤erlendirmeler
‘nas›l kahraman olunur?’un ipuçlar›n› veriyor bize: ‘Özgürlük savaflç›s›’,
‘hayat› pahas›na resmi Devlet tezine, milliyetçilere, anti-demokratlara ve
‹slamc› faflistlere karfl› mücadele eden’; ‘insan haklar›, özgürlük ve sorumluluk duygusu için ödüllendirilen’; ‘ifade özgürlü¤ünün, hakikat›n
araflt›r›lmas›n›n sayg›n, otantik bir militan›, sembolü, kahraman›’; bir özgür düflünce adam›’; ‘Salman Rüfldi ölümle tehdit edildi¤inde ona destek
ç›kan’; ‘Ermeni soyk›r›m›n›n tan›nmas› ve Kürtlere geçmiflte ve flimdi yap›lan kötü muamelelere karfl› savafl›m veren’; tüm bunlara karfl› hakk›nda davalar aç›lan, hapse girmekten k›l pay› kurtulan’; ‘hakikatten söz
eden, onu araflt›rmak, ö¤renmek, diyalogu sürdürmek, düflünceleri ve fikirleri karfl›l›kl› aktarmak isteyen; ’dünyan›n öncüleri ve kahramanlar›’ndan biri’..
71
Pamuk, Avrupal›n›n gözünde san›rs›n›z atefli tanr›lardan çal›p insanlara veren mitolojik kahraman! Ça¤dafl Prometheus! Akdeniz’in köpüklü sular›ndan do¤an Afrodit gibi, ‘özgürlük savaflc›s›’ Pamuk da – ne
yaz›k ki – kendi halk›n›n hayalgücünden, ortak ruhundan, ortak belle¤inden de¤il de, ‘Bat›’n›n Do¤u imgesi’ olan ‘oryantalist bir siyasal projeksiyon’dan böyle do¤ar. Pamuk’un, Herkül’ün on iki ifli’ gibi ‘hayat› pahas›na’ bunca ‘eylem’i (!) yapt›¤› Türkiye’ye gelince, san›rs›n›z Taliban’›n
Afganistan’› ya da faflist rejimle yönetilen bir zamanlar›n bir Güney Amerika ülkesi! Önyarg›n›n – cehaletin mi demeliydim? – bu kadar›na da pes
do¤rusu! 4
***
Bat›’n›n 12 Ekim’i izleyen günlerde, ‘otantik militan’ Pamuk’a Soljenitsin tarz›nda giydirdi¤i bu ‘muhalif kahraman’ giysisi flafl›rt›c› biçimde romanc› Pamuk’u geri plana iter; nitekim, romanc› Pamuk hakk›nda
o günlerde yaz›lanlar ‹sveç Akademisi’nin befl cümlelik gerekçeli karar›nda dile getirilen sözlerin çerçevesini aflmaz: Pamuk, ‘(Do¤u ve Bat›)
kültürlerin(inin) birbiriyle çat›flmas› ve kaynaflmas›n›n yeni simgeleri ’ni
bulmufltur... So¤uk Savafl döneminde iki kutup aras›ndaki ideolojik çat›flman›n yerine son on befl y›ldan bu yana ikame edilen ve ‘medeniyetler
çat›flmas›’ ad›yla pompalanan küreselleflmeci ideolojinin meflrulaflt›rmak
istedi¤i ‘kültürler ve dinler aras› diyalog’a koflut olarak, Pamuk’un ‘kültürleri birlefltiren kifli’ oldu¤u görüflü ‘neo-oryantalist’ bir söylemle ortaya at›lmaktad›r.
Bilindi¤i gibi, Do¤u-Bat› çat›flmas›, Bat›l›lar kadar Do¤ulular için de
tarih boyunca hep çekici bir tema olmufltur. Do¤u ve Bat› dünyalar›n›n
bu çerçevede birlefltikleri ortak payda ise ‘öteki’ kavram›d›r. ‘Bat›’n›n
Do¤u kurgusu’ ya da ‘Do¤u’nun Bat› kurgusu’ olarak tan›mlayabilece¤imiz ve karfl›tl›k temeli üzerine kurulu ‘öteki’nin varl›¤›n›n, her iki dünya aç›s›ndan ‘kendini tan›mlamak’ için bir gereklilik oldu¤una kuflku
yoktur. Ancak, kuflkulu olan, Pamuk’un romanlar›nda önemli bir ifllev
üstlenen ve farkl›, dahas› karfl›t kültürel kutuplar olarak kurgulanan ‘ötekilik’ ya da Do¤u-Bat› karfl›tl›¤› ile ‘kültürleri birlefltiren kifli’ saptamas›n›n nas›l uzlaflt›r›labildi¤idir; ayr›ca, Pamuk’un bu çerçevede nas›l bir
‘sentez’e ulaflt›¤›n› da anlamakta zorland›¤›m› belirtmeliyim.
Oysa, ilginç bir ‘ortakyaflarl›l›k’ (symbiose) söz konusudur bu noktada; Pamuk’u kendi kafalar›nda var ettikleri Do¤ulu ‘kahraman’ ve yazar
olarak tasavvur eden Bat›l› dostlar›m›z›n yapt›¤› fley, avrupamerkezci bu
‘haz›r kal›p’ imgeden hareketle ve yukar›da çerçevesi çizilen ‘antidemokratik Türkiye imgesi’ üzerinden ‘uygar Avrupa kimli¤i’nin üstünlü¤ünü
72
imâ yollu tan›mlamaya çal›flmaktan baflka bir fley de¤ildir. Bu afla¤›lay›c›
‘imge’den hiç rahats›zl›k duymayan Pamuk da, siyasal bir propaganda
arac›na dönüfltürüldü¤ünün fark›nda olmadan – fark›nda olmamas› gerçekte olas› m›? – Bat›l›lar›n kafalar›ndan geçeni, ortak belleklerinde, kolektif bilinçaltlar›nda yer etmifl motifleri do¤rusu iyi okuyor görünüyor.
Pamuk, egzotizm, harem, peçe, Bin Bir Gece Masallar›, mistisizm
(tasavvuf), kadercilik, despotizm, minyatür, hattatl›k, kaligrafi, Bo¤az,
Cami, vb. Do¤u dünyas›na özgü durum, kavram ve olgular›, Bat›l›lar›n
XVIII. yüzy›ldan itibaren ‘aflina’ olduklar› motif ve temalar›, ‘stereotipler’i, yani Bat›l›lar›n tasavvurundaki Do¤u’yu, onlar›n hofluna gidecek,
içlerini g›c›klayacak ‘imgeler’le, renklerle, son yirmi y›ldan bu yana ‘aflina’ olduklar› bir biçem ve kurguyla metinlefltirir; ‹sveç Akademisi’nin
‘yeni simgeler’ dedi¤i fleylerin yenili¤i asl›nda eskiliklerinden gelir; ‘yeni’
olan sadece biçem ve kurgudur... bir de – yak›nda ‘efsane’ye dönüfltürülmezse – ‘siyasal kahraman’...
Pamuk’un ‘içerden’ gördü¤ü Do¤u ile, Bat›’n›n kendi kendisine atfetti¤i üstünlük duygusu içinde, ‘fantezi’ ve ‘hayaller’iyle biçimledi¤i Do¤u, böylece ilginç biçimde örtüflür. Pamuk’un romanlar›na Bat›’da duyulan ilginin kökenlerinde, tüm estetik, yaz›nsal de¤erlendirmelerin ötesinde böyle bir ‘ideolojik’ kayg›n›n da oldu¤u yads›namaz. Bat›’n›n, her f›rsatta olumlulad›¤›, kesinledi¤i kendi gerçe¤ini, Do¤ulu, ancak ‘Avrupa’da, ‹stanbul’da, kentin bat› bölümünde do¤mufl’ – bu ifade Frans›z
‘Libération’ gazetesinin 13 Ekim 2006 tarihli say›s›nda Jean-Baptiste Harangue imzal› yaz›da geçmektedir! – Türk yazar› Pamuk’un, ‘kültürlerin
birbirleriyle çat›flmas› ve kaynaflmas› ’n› konu alan romanlar›nda ‘yeni
simgeler’le – bu sözcük de Do¤u’yu bir dizi ‘simge’ye indirgeyen oryantalist söylemin temel kavramlar›ndan biridir – ifade edilir görmekten
hoflnut olmas› do¤ald›r. Bat›l›lar, Pamuk’un ‘Do¤u ile Bat› aras›nda entelektüel (bir) ba¤’, köprü kurdu¤unu keflfetmifl olmaktan son derece
mutlulard›r; Ahmet Mithat Efendi’nin romanlar›ndan bu yana bilinen bu
‘ba¤ ’›, ‘köprü ’yü de ilk kez Pamuk’un hayal etti¤ine inanm›fllard›r bir
kez...
Türkiye’nin ‘Do¤u ile Bat› aras›nda köprü’ oldu¤u ‘oryantalist tan›m’a da art›k iyiden iyiye içerliyorum; Türkiye ‘köprü ’ymüfl! Yani, bir
‘geçifl güzergâh’›... Türkiye ‘köprü’ falan de¤il! Anadolu topraklar›nda,
bir arada ortak bir tarihi, yazg›y›, benzeflik kültürel de¤erleri paylaflan
halklar›n yedi bin y›ll›k görkemli bir kültür sentezi, alafl›m› – mozaik de¤il! – içinde oluflturduklar› miras üzerine kurulu bir ulus-devlettir Türkiye; tan›m› yaparken, Türkiye’nin, neden ille de ‘Do¤u’ ya da ‘Bat›‘ aidiyetinden birisine yamanmak istendi¤ini anlamak gerçekten zor. Oysa,
Türkiye’nin kendine özgülü¤ü iflte tam da bu noktada beliriyor; tam ola73
rak her iki dünyaya da ait olmamas›. Dünyada emsali olmayan bu örnek
kesinlikle bir ‘arada kalm›fll›k’ durumu olmad›¤› gibi, s›kl›kla ileri sürüldü¤ü biçimiyle bir ‘kimlik sorunsall›¤›’ konusu da de¤ildir.
Ancak, Bat›’n›n – ‹sveç Akademisi’nin – Türkiye’yi, Türk kültürünü Do¤u ile Bat› aras›nda s›k›flm›fl bir ‘geçifl kültürü’ alan›, baflka bir deyiflle Bat›’n›n ‘öteki’si olman›n d›fl›nda, kendi özgünlü¤ü, ola¤anüstü kültürel çeflitlili¤i ve zenginli¤i içinde görmek gibi bir kayg›s› yok; böyle bir
kayg›s› olsayd›, Nobel ödülü iki deneme ve topu topu yedi roman› olan
Pamuk’a de¤il; otuzun üstünde dünya diline çevrilen romanlar› yurtd›fl›nda en az Pamuk’unkiler kadar popüler olan ve sömürü ve zorbal›¤a
karfl› direnifl, insan onurunun savunulmas› gibi soylu amaçlar ile insana
özgü tutkular›n, hayallerin, insan-do¤a birlikteli¤inin arka plan›ndaki
binlerce y›ll›k efsane ve mitlerden süzülerek gelen ‘arketipler’i, tüm sahihli¤i içinde Anadolu Türk kültürünü romanlaflt›ran ve k›rk›n üstünde
roman› olan Yaflar Kemal’e verilirdi.
Bu arada, Pamuk’la dünya yaz›n›na aç›lan kap›n›n Türk yazarlar›na
Bat›’da ‘serbest dolafl›m’ olana¤› sa¤layaca¤›n› hayal edenlerin say›s› da
az de¤il. Bu ödülün bizzat Pamuk’un da iddia etti¤i gibi ‘Türkiye’ye,
Türk kültürüne, Türkçeye,’ Türk edebiyat›na verildi¤i sav›yla ilgili de
ciddi kuflkular›m var. Nobel’in kifliye, yazara, yazar›n toplu eserlerine de¤il de, bir ülkeye, bir kültüre, bir edebiyata, bir dile verildi¤i yüz y›ll›k
Nobel tarihinde görülmüfl bir fley de¤ildir; hani, bir an için hayal edelim:
‘2005 y›l›nda Harold Pinter’e verilen ödül ‹ngiltere’ye, ‹ngiliz kültürüne,
‹ngilizceye verilmifltir! ’ Gerçekten de, bu örnekte de görülece¤i gibi, ‘absürd’ dedi¤imiz fley, san›lan›n tersine ‘yarat›lan’, kurgulanan bir fley de¤il gerçekten ‘var olan’d›r... Nobel ödülünün Türk yazarlar›na ‘ciddi flekilde ilgiyi art›raca¤›’, ‘baflka yazarlar›m›z›n önünü açaca¤›’ iyimserli¤ine
de – yan›lmam› çok diliyorum – kat›lam›yorum. Pamuk’un bu ödülle bin
y›ll›k kökleflmifl önyarg›lar› k›rd›¤› sav›na gelince; nedense, sanki y›k›lan
fleylerden çok pekiflen fleyler varm›fl gibi bu sav›n tersini düflündürtecek
nedenler daha gerçekçi geliyor bana.
Pamuk’un Nobel ödülü konusunda dile getirilen yönlendir(il)me
(manipulation) savlar›, ‘Truva at›’ kurgulamas›, yaz›nsall›k d›fl› söylemler
Pamuk’un yazarl›k yeteneklerinden kuflku duymam› gerektirmiyor. Yine
de, Pamuk’un romanlar›n›n yukar›da kabaca çerçevesini çizmeye çal›flt›¤›m ‘oryantalist vizyon’la örtüflen tarihsel, kültürel, zihinsel/düflünsel ve
siyasal arka planlar›n› ortaya ç›karacak bir ço¤ul okuman›n, yaz›n›m›z
aç›s›ndan oldu¤u kadar, Pamuk’un Türkiye’de ve Bat›’da neden bu kadar farkl› al›mland›¤› konusunda da önemli ipuçlar› verece¤ini düflünüyorum.
***
74
12 Ekim’de Nobel ödülünün aç›klanmas›n›n ard›ndan, Türk kamuoyu, medyas›, yay›n dünyas›, edebiyatç›lar›, entelektüelleri, akademisyenleri, siyaset ve devlet adamlar›, her kesimden okur kitlesi ikiye bölündü; benzer bir bölünme – ayn› derecede fliddetli olmasa da – Bat› bas›n›nda yay›mlanan yaz›larda da gözlemlendi. Ancak, ödül konusunda siyasal ve yaz›nsal çerçevede dile getirilen lehte ve aleyhte görüfller ne olursa olsun, bu bölünmüfllük Pamuk’un baflar›s› ve ald›¤› ödül kadar, kendisine yöneltilebilecek elefltirilerin de önemini azaltmaz.
Pamuk’a gösterilen tepkilerin sadece siyasal bir demece indirgenmesi, siyasal bir demeçle ilintilendirilmesi sözcük yerindeyse hafiflik
olur – kald› ki Pamuk, ‘hayat›n› de¤ifltiren’ bu demecini sonradan inkâr
da etti – ; nitekim, Pamuk ile ilgili olarak bu karfl› durufl ilk roman›ndan
sonra Türkiye’de hep var oldu. Romanlar› çok sat›ld›, do¤ru. Ancak, sonuna kadar okunmad›¤› konusunda ciddi kuflkular dile getirildi. Yaz›nsal oldu¤u kadar sosyolojik nitelikli de olan bu olgunun bugüne kadar bir
iki çal›flman›n d›fl›nda ciddiyetle ele al›nmad›¤› da ortada. Pamuk’un romanlar›n›n Bat› ülkelerine oranla, kendi ülkesinde, hem de az›msanmayacak bir oranda neden böyle bir farkl›/olumsuz ‘al›mlama’ya konu oldu¤u ‘al›mlama esteti¤i’ aç›s›ndan incelenmeyi bekliyor. Bu durumun, basit bir ‘siyasal görüfl’ beyan›n›n, dahas› bir ‘liberal’ - ‘ulusalc›’ çat›flmas›n›n ya da Türk okurunun donan›m eksikli¤inin çok ötesinde ciddi bir
araflt›rma konusu olarak karfl›m›zda durdu¤unu düflünüyorum.
Türk okurlar›n Pamuk’un romanlar›na mesafeli duruflu konusunda
öne sürülebilecek gerekçeler Pamuk’un siyasal tutumundan çok romanlar›n›n kurgusu ve dili üzerinde odaklafl›yor. Pamuk, Anglo-sakson kültürün 1950’li y›llar›n Frans›z kökenli ‘Yeni Roman’ tekniklerini 1980’li y›llarda keflfiyle gündeme gelen ‘postmodern yaz›m teknikleri’nden bol bol
yararlan›r; klasik roman kurgusunun bütüncül, çizgisel, kronolojik ve ço¤unlukla tek merkezli anlat›m kurgusunu d›fl›na ç›karak, olay, kifli, mekân, zaman ve dil olgular›n› süreksizlik, bölünmüfllük ve parçalanm›fll›k
temelinde ele al›r; ço¤ul bir perspektiften, kimi zaman iç içe geçmifl kurmaca yap›lar – kurgu içinde kurgu – ve farkl› bak›fl aç›lar› – Eco’vâri iz
sürme – gelifltirerek, bir anlamda ‘nesnel gerçeklik’i yads›r; ‘gerçek’lik sürekli de¤iflebilen, dönüflebilen, göreceli bir duygudur sadece. Metnin do¤al ak›fl› çeflitli müdahalelerle sekteye u¤rar böylece. Okur ise, kopuk parçalar›n – ‘kolajlar’ – ‘gizli’ ya da aç›k biçimde birbirlerine eklemlenmesiyle – montaj yap›lar – oluflturulmufl metnin – metinleraras›l›k ya da ‘ikinci
el’ metin – kurgu ve dil düzeyinde kaybolan bütünlü¤ünün peflinde, beyhude yere elindeki parçalar› birlefltirerek ‘gizem’i çözmeye ve bir ‘anlam’
bütünlü¤ü oluflturmaya çal›fl›r. Bütün bunlara bir de Pamuk’un yer yer
‘testere g›c›rt›s›’ izlenimi veren Türkçesi eklendi¤inde tepki do¤allafl›r.
75
Peki, bu durumda, Pamuk’a, romanlar›nda geleneksel anlat›m biçimlerini, tekniklerini kullanm›yor diye bir elefltiri getirilebilir mi? ‹fade
ve elefltiri özgürlü¤ü kapsam›nda tabii ki evet; sanatç›n›n/romanc›n›n yarat› özgürlü¤ü aç›s›ndan ise, hay›r; hiç kimsenin sanatç›y›/romanc›y› bu
konuda zorlay›c› bir tutum içine girmesi söz konusu olamaz. Sanatç›/romanc› s›n›rs›z özgürlük hakk›n› kullan›r. Oysa, sorun, bu noktada, ne tek
bafl›na ifade/elefltiri özgürlü¤ünü kullanmakt›r; ne Pamuk’u geleneksel/klasik roman kurgusuyla yazmad›¤› için elefltirmektir; ne de roman›n
ça¤dafl geliflmelerle kazand›¤› bu yeni yap›y›, kurguyu yeterince bilmedi¤i için metni kavrayamad›¤› savlanan okuru suçlamakt›r. Sorun, gerekçesi ne olursa olsun, yazarla, yazar›n metniyle okur aras›nda bir türlü kurulamayan iliflki ve diyalogdur.
Pamuk’un, ‘ülkemizde haz için okuma al›flkanl›¤› daha yeni yeni yerine oturuyor ’ sözleriyle profilini çizdi¤i; Y›ld›z Ecevit’in de mutlaklaflt›rarak ‘profesyonel bir elefltirmen’ düzeyine ç›kartt›¤› ‘Orhan Pamuk okuru ’nun; ‘yazar›n yazd›¤›n› yeniden yazan’, ‘yeniden kurgulayan’, ‘yeniden üreten’; ‘yazar›n metnine hep kuflkuyla yaklaflan’; ‘dil ’in bir ‘iletiflim
nesnesi ’ olmaktan ç›k›p, bafll› bafl›na bir ‘amaç’ durumuna geldi¤ini bilen; ‘sat›r aralar›nda yeni anlamlar üreten’; ‘gizli flifrelerin peflindeki bir
dedektif ya da bulmaca çözücüsü’; ‘yazar›n oyun arkadafl›’ olan bu ‘yeni
okur tipi ’nin henüz Türkiye’de genelleflerek yayg›nlaflmad›¤›na m› hay›flanmal›, yoksa Pamuk’u ‘kendi dilleri’nde okuyarak, ortalama ‘Türk okuru’nun ‘ana dili’inde anlayamad›klar›n› kolayca anlayan yabanc› okurlar›n ‘yüksek dil ve okuma düzeyi ve be¤enisi’ne mi imrenmeli, do¤rusu
bilmiyorum..
Pamuk’un romanlar›n›n k›rk dokuz yabanc› dile çevrilmesinin nedenlerini, baflka bir deyiflle, Pamuk’un farkl› dillerde, kültürlerde al›mlanmas›ndaki olumlu geliflimi; bu farkl› al›mlamalar›n konu ve kurgu düzeyindeki geri planlar›n›, her türlü peflin hükmün d›fl›nda, yaz›nsal planda oldu¤u kadar kültür tarihi ve yaz›n sosyolojisi ba¤lam›nda incelenmesinde büyük yarar oldu¤unu düflünüyorum.
Özellikle, Pamuk’un ‘metinleraras›l›k’ yoluyla metinlerine yedirdi¤i, serpifltirdi¤i al›nt›lar, aç›k ve gizli göndergeler, daha da önemlisi ‘intihâl’ derecesinde örtüflen söylemler arac›l›¤›yla okurlar›n zihinlerinde do¤an ça¤r›flt›r›c› imgelerin, ‘daha önce görmüfllük duygusu’nun (‘déjà vu’)
metinlerin okunmas› ve benimsenmesinde okura – özellikle yabanc›
okura – nas›l bir ‘ön haz›rl›k’ ortam› kazand›rd›¤›; okuru metni al›mlama konusunda nas›l ‘e¤ilimli’ k›ld›¤›, ‘elveriflli’ hale getirdi¤i üzerinde
ciddiyetle düflünülmelidir. Ayr›ca, çeviri yoluyla, anadildeki ‘kusur’lar›ndan ar›nd›r›lm›fl metnin – Türkçe söyleyifl kusurlar›n›n, ifade bozukluklar›n›n ortadan kalkmas›, vb. – var›fl dilinde kazand›¤› ‘okunma avantaj76
lar›’n›n da dikkate al›nmas›n›n önemine inan›yorum; kimi ‘kötü niyetli
kifliler’in (!) akademik bir disiplin olarak çevirinin bu ödül sayesinde hiç
bu kadar yücelmedi¤i; Nobel ödülünün ‘çevirinin zaferi’ oldu¤u, dahas›
‘çevirinin özgün metni aflt›¤›’ konusundaki iddialar›n› da en az›ndan birer ‘fikir egzersizi’ olarak düflünmenin yarars›z olmayaca¤› kan›s›nday›m...
Pamuk’un romanlar›n›n ‘neo-oryantalizm’ ve ‘al›mlama esteti¤i’
ba¤lam›nda okunmas›na ve çözümlenmesine yönelik bu girifl denemesi
ya da okuma önerisinin ‘Pamuk’un bavulu’nda yeri olur mu bilmem,
ama bunu Türk yaz›n› aç›s›ndan çok önemli buldu¤umu belirtmeliyim.
(1) Bu yaz›, Orhan Pamuk’un 12 Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat
Ödülü’nü almas›n›n hemen ard›ndan yaz›ld›. Yaz›y› Ocak 2007’de yay›mlayacak
olan edebiyat dergisi yay›n hayat›na bafllayamadan kapand›¤›ndan yaz› baflka bir
yerde yay›mlanmad›. Yaz›, 7 - 9 Haziran 2007 tarihlerinde ‹talya’da Cenova Üniversitesi Yabanc› Diller ve Edebiyatlar Fakültesi’nin düzenledi¤i “Krizle Yüzleflmek: Araçlar ve Stratejiler” adl› uluslararas› bir kolokyumda sunuldu.
(2) Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Frans›z Dili ve Edebiyat›
Bölümü Ö¤retim Üyesi.
(3) Orhan Pamuk 2006 y›l› içinde, ‹sviçre’de, “Türkler bu topraklar üzerinde bir buçuk milyon Ermeni ve otuz bin Kürdü katletti ” biçiminde büyük
tart›flmalara yol açan bir demeç vermifl; demecin ard›ndan da ‹stanbul’da hakk›nda ‘Türklü¤e hakaret’ten dava aç›lm›fl; ancak, ilk duruflman›n ard›ndan dava
düflmüfltü. Bu söz ayn› zamanda Pamuk’un ‘Yeni Hayat’ roman›n›n ilk cümlesine bir göndermedir.
(4) Pamuk’un ‘angaje yazar’ ya da ‘muhalif yazar’ oldu¤u sav› tam bir aldatmacad›r. Kitaplar›n› yay›mlayan Yay›nevi taraf›ndan her yeni kitab› piyasaya sürüldü¤ünde yap›lan reklam kampanyalar› ile hapishanelerdeki açl›k grevleri ya
da ‘Kürt sorunu’ konusunda bir-iki imza kampanyas› d›fl›nda Pamuk’un ad› bugüne kadar Türk yaz›l› ve görsel bas›n›nda pek yer almam›flt›r. Pamuk, bu ‘kararl› muhalif’, Türkiye’de ‘ifade özgürlü¤ünün y›lmaz savunucusu’ ünvan›n› ilk
kez 2006 y›l› içinde bir ‹sviçre gazetesine verdi¤i, “Bu topraklar üzerinde bir buçuk milyon Ermeni ve Otuz bin Kürt katledildi. Benim d›fl›mda kimse bunu telaffuz etmeye cesaret edemedi ” biçimindeki sözlerinden sonra ald›. ‘Türk kimli¤i’ne hakaret’ten 301. maddeye göre suçlanan Pamuk hakk›ndaki dava bilindi¤i gibi ilk duruflman›n ard›ndan düfltü. Ancak, Bat› bas›n› Pamuk’u bir anda ‘ifade özgürlü¤ü’ ve ‘insan haklar›’n›’ Türkiye’de ve tüm dünyada (?) savunan ‘Do¤ulu yazar’, daha do¤rusu ‘Türk Soljenitsin’i’ ilan etti!
77
Roni Margulies
KAYISILAR
Kazanc› Yokuflu’ndan afla¤›,
peflime bir kay›s› tak›ld›,
oynaya z›playa geçti yan›mdan.
Ard›ndan bir kay›s› daha.
Üç, befl, on, ço¤ald›lar sonra.
Sonu gelmeyecek gibiydi.
‹zlerken garip bir keyifle ben
turunculu, morlu, kahverengili
olgun ve ezik kay›s› selini,
bir çocuk koflturdu yan›ms›ra,
elinde k›r›k bir tabla,
ard›nda zab›ta.
Ba¤›r›flmalar, kavga dö¤üfl
ve flirret düdük sesleri.
Vard›m ki yokuflun dibine,
durmufl kenarda kay›s›lardan biri
izliyor gibiydi hayretle
çocu¤u, zab›tay› ve beni.
78
Ferruh Tunç
ME⁄ER HAYAT PEfiREV‹
Kardefllerim
diyorum
kardefllerim...
(duymuyor kimse: düflteyim)
“fliire s›¤mayan bir yerdeyiz aste¤menim”
“fliire s›¤mayan bir yerdeyim kardeflim”
“askerdeyim”
“neyim?”
*
(Bakmak istersen)
Evde yas, bunu da gördüm:
Tabutum bayraklara sar›ld›,
Alk›flland›m öldükten sonra.
(Duymak istersen)
Bir iflgal kumandan› hüznüyle dolaflt›m yurdumda.
(Bir de bu var)
Sap› keskin bir b›çakla açt›¤›m kalemle
düflmanlar›ma mektuplar da yazd›m
(‹tiraf )
Kendini flafl›rtan bir hile olacakt›m
kendini bast›ran bir tirana vard›m
(Devamla)
Gençtim, inand›m:
Güneflin varsa, gölgen de olacakt›
mevsimler koluna girecekti
(Girdi; girmedi di mi?)
*
Fragmanlarla avundum.
*
Me¤er hayat,
yazd›¤›n k⤛t kadar inceymifl bazen...
79
Mehmet Yafl›n
SEV‹fiME
Sonra sert sözlerle kovuyorsun aln›ndan öpmeye gelen fliirperisini…
Ald›rd›¤›n yok kanat ç›rp›fllar›na. Alaca karanl›kta
k›r›lgan ötüflünü iflitiyorsun k›rlang›c›n.
Baflkas›n›n kulaklar›yla iflitiyorsun, da¤›la saç›la… Gövden
senin de¤il, dudaklar›n… Eriflemey’ce¤in kadar ötede ellerin, organlar›n.
Art›k her fleyin ona ait.
Sen, memesinde büyüyen u¤ursuz bir ursun
o, ap›flaran› yalay›p yutan devasa sülük
sen, omzuna tersten birer kanat gibi geçmifl pençelersin.
Tutku hükmediyor sana… Sapland›n kalbinde yatana, bir b›çak gibi
soktun verebilme iktidar›n› aran›za.
Aflk›n en dipteki iflaretleri... Sünnetçi çantas›ndan ç›kan ustura,
dillib›çak, tek diflli salyangoz çatal›, kaygan kondomlar
ve k›m›ldand›kça bile¤i biçen zincirlerle. Tutuklad› ikinizi
ne zamand›r pusuya yatan tutku bu fliirin içinde.
Çözülemiyorsunuz aflktan.
Dü¤melerini sökercesine ç›kard›¤›n giysileri giyemezsin tekrar.
Ç›rç›plak kald›¤›n an bir satir ç›k›yor içinden,
soyu tükendi san›lan yarat›klardan oldu¤un ç›k›yor… S›rr›n› gördü.
Hiçbir yere kaçamaz! Onu da soyuyorsun ondan
kat›r t›rnakl›, uzun denizkabu¤u boynuzlu ve b e y a z k a n a t l ›
bir masal tay›n›n ç›kaca¤’n› umarak içinden.
80
Seviflmiyor, kavga ediyorsunuz aflkla. ‹ki boynuzlu iki yarat›k
nereden ç›kagelmifllerse. Sen, yuvarlan›yorsun yerde.
O, ter ter tepindiriyor gövdesini,
tafla topra¤a kendisini zorla okflatmaya çal›flan kedi gibi. Difllerini gösterip
ensesine biniyorsun k›rlang›c›n. Gagas›ndaki kan› a¤z›na siliyor.
Av›n› dehlize kaç›ran köstebek dar kanall› topra¤›n içine
içine çekifltirerek. Sar› kumsal tüylü kanatlar›ndan,
incecik dirseklerinden sürüklüyorsun onu. Y›py›rt›c› bir baltayla
ikiye ay›r›yorsun kendi gövdeni de
ve k›z›l gül bahçesi f›flk›r›yor gö¤sünden…
Bütün kufllar oluyor o k›l›ktan k›l›¤a k a n a t ç › r p t › k ç a
sen, kekli¤in üstüne üflüflen kurt sürüsü.
Onu ›s›rd›kça üç dilli ejdere dönüyorsun, sar›y›lana, yarasaya, flahmerana,
yar›-gecede iflledi¤i cinayeti hat›rlamayan yar›-insan yarat›¤a.
O, k›flk›rt›yor eliyle içine sokarak seni, tekme savurarak ayn› anda
dilini dolaflt›r›p k›sk›vrak kas›¤›nda ve ›s›r›p
uzad›kça uzayan diflleriyle dolunayda. Dökülüyorsunuz t ü y t ü y
b e y a z 盤l›klar… Aflk de¤il bu! Ölümcül bir çarp›flma
gövdesinden kurtulmak isteyen iki ruh aras›nda.
81
K‹RAMEN KÂT‹B‹N GÜNLÜ⁄Ü
Neslihan Gürel
SARPEDON: Kimse öldüremez kendisini. Ölüm yazg›d›r.
Olsa olsa ölümü dileyebilir insan, Hippolokhos.
Pavese/Leuko ile Söylefliler
(Ne düflünüyor acaba) dedin içinden, (s›k›ld› yine, biliyorum, olmuyor dese rahatlar belki, niye demiyor, “Seni seviyor,” demiflti falc›, “akl›n› kurcalayan fleyi göremiyorum, ama birkaç aya kadar her fley yoluna girecek, çat› ç›km›fl, sen bu çocukla evleneceksin.”)
Hadi inflallah!
Efendim?
Hiç, ne düflünüyorsun?
Bilmiyorum ki, ne yapsak, otursak m› biraz daha, ya da eve gidip
uyusak?
Bunun dedesi de böyleymifl. Bir çorab›n› giyer, befl dakika soluklan›p at›flt›rmal›k düflüncelere dalar, sonra ne yapaca¤›n› unutup tek çorapla öyle beklermifl. Bafl›na gelen her fleyi ayn› heyecans›z tav›rla karfl›layan, hiçbir fleyi çok fazla istemeyen karars›z bir tipmifl.
Yine de o gece, insan azmanlar›n›n bekledi¤i kap›dan geçip dar koridordan ilerledi¤in, üzerinde “ye beni” yazan haplardan yutup küçüldü¤ün gece… Ya¤l›, kokmufl bir burgudan kayar gibi dönüyordu her fley, la¤›md› akan a¤›zlardan, çi¤ düflüncelerle oldu¤u yerde sallanan kurbanlar, sinek gibi konup kaçan ›fl›klar, dayad›n s›rt›n› bir duvara, hoparlörün
yan›na, çivi çiviyi söker, ses sesi susturur dedin. Bafl›nda fleytan boynuzu
s›rt›nda melek kanad›nla insanlar› izledin. Ayna gibi kulland›n yüzleri,
sana bakan aynalarda güzel buldun kendini, birine sar›l›rken ötekine s›r›tanlar›n selektörleri patlad›. Sonra biri dokundu omzuna, dedi konuflal›m m› ya da susal›m dural›m bir köflede birbirimize sar›lal›m? Gürültü
yuttu her fleyi… ‹flte o gecenin sabah›nda…
‹stiklal’in ev halinde yürüdünüz, tenha, sessiz… O kadar sessizdi ki
a¤›zdan ç›kan her sese anlam yüklediniz. Sokaklar› uzatt›n›z ayr›lmamak
için, befl dakika daha uyumak ister gibiydiniz.
ÇATI
Y›llarca denizin ortas›nda mahsur kalm›flças›na düflünerek yaflamaya al›flan, ifltahla açt›¤› gözleriyle her fleyi alg›lamaya çal›flan, beyninden
82
– ve gönlünden – dile giden yolu yosun tutmufl birini niye ister ki insan?
Herkesin anlatacak bir fleyleri vard›, onun yoktu, çünkü hiçbir fleyi anlatmaya de¤er bulmuyordu, k›y›ya ba¤l› dili dalgalarla yavafl yavafl sal›n›yordu. Bazan tek bir sözcük b›rak›yordu eline gökyüzünden kopup gelen tüy
gibi döne döne.
Kendini ait hissetmedi¤in, eskiden yaflanan pek çok çirkin olay›n, o
olaylarda söylenen sözlerin a¤›rl›¤›n› üzerinde tafl›yan bir evden, onun
sessiz ve ›ss›z evine gitti¤inde nefes almaya bafllad›n. Bu nefesle evin bir
parças› oldu¤unu sand›n. Ama yan›ld›n. Kendine ait oday› baflkas›na ait
bir evde kuramazd›n. Zaten iç huzuru olmayan bir kitapt›n. Kapak kapanana kadar bu durum de¤iflmeyecekti, sadece sayfalar çevrilecekti.
FAL KAPANDI LAF AÇILDI
‹ki katl› bir falhane… Tavandaki ifllemeli, parlak kartonpiyere yaban
kalm›fl kilimli koltuklar, küçük bir odan›n tafl›makta zorluk çekece¤i kadar insan… Sanki bu insanlar Beyo¤lu’nun s›radan bir kahvesinde tesadüfen yan yana gelmemifller. Sanki herkes atas›n› ziyarete gelen büyük
bir ailenin parças›.
‹flte biri daha ç›k›yor.
Ay bu kadar olmaz, herrr fleyi bildiii!
Kahve getiren k›z, hastay› muayeneye haz›rlayan bak›c› rolünde
yapman gerekenleri net bir dille ifade ediyor. ‹ç-kapa-bekle. S›ran gelince kafl göz iflaretiyle içeri al›n›yorsun. Falc›n›n k›zg›n sesi geliyor, “Yahu
ben nerden bileyim o kadar›n›?”, ne yapman gerekti¤ini bilemiyorsun,
yüzünden tebessüm eksik olmamal› ki senden olumlu enerji als›n.
“Enifltesinin bilmem neyini görüyor muymuflum, Allah’›m ya müneccim miyim ben!”
‘Bofl ver abla, ald›rma onlara’ mimi¤i yap›yorsun. Bu, ‘bak ben makul bir insan›m, öyle fleylerle seni germem, yeter ki bana olacaklar› söyle’ anlam›na geliyor.
Bazen çaresiz kald›¤›n›, annenin hasta oldu¤unu ve babanla görüflmedi¤ini ö¤reniyorsun. S›rt› dönük insanlar, delik deflik bir kad›n bedeni, hanede tek yatak. Kalabal›k içinde kendini yaln›z hissetti¤ine iliflkin
birtak›m Çin mal› laflar, k›sa süreli yollar, ele geçecek ufak mallar, uzak
durulmas› gereken insanlar… Bir de o her falda karfl›na ç›kan koruyucu.
Gölgesiyle seni kuflatan. Önce geçmiflten bahsediyor ki gelece¤e iliflkin
söyleyeceklerinin do¤rulu¤una teminat olsun. Sen de söylenenleri bafl›nla onayl›yorsun ki falc› seni sevsin, sana yol gösterecek bir fleyler söylesin.
83
Karfl›nda telve k›vam›nda oturan falc›n›n konuflmaktan ve sigaradan çatlam›fl sesiyle anlatt›klar› yalan de¤il, ama senin derdin baflka, o da
bunun fark›nda. Bu nedenle “hayat›nda biri var” cümlesini ‘iflte bafll›yoruz’ tonunda ç›kar›yor. Çevirdi¤i fincana eski bir yaz›y› sökmeye çal›fl›r
gibi bakmas› da palavra.
“Bu çocukla sen bir ayr›l›k yaflam›fl›n. Bu çocu¤un senden evvel bir
yüzük atma olay› olmufl mu, hah o da olur, bu çocuk buna çok s›k›lm›fl,
güveni sars›lm›fl, seni seviyor ama çok düflünceli görünüyor, akl› fikri
sende, s›k›nt›s› da var, sen bu çocu¤u çok s›kma, uzun bir birliktelik görüyorum. S›k›nt›n›n nedeni, yani ne bileyim, göz olur, büyü olur, ama insan severse hepsini aflar Allah’›n izniyle…”
DÖNÜfiLER
Bir kad›n ve bir kedi beklerdi seni. Evdeki yerini sessizce ald›¤›nda,
kaç›rd›¤› gözleriyle susard› kad›n, ama bu sunguyla kötü düflünceler
uzaklafl›rd› tepesinden. Sadece markete gitmek için d›flar› ç›kan, dünyay› televizyondan izleyen birinin sokaklara güvenmesini bekleyemezdin.
Hele sana, hiç… Ama b›rak da hata yapay›m dedi¤inden beri soru sormaktan vazgeçmiflti kad›n. Her dönüflte hiçbir fley söylemeden kald›¤›n
yerden devam ederdin. Mantonu, ayakkab›lar›n› ç›kar›r, ellerini y›kar,
mutfaktan bardak al›p salona geçer, sobadan eksik olmayan çaydan içip
havadan sudan konuflur, kad›n›n seyretti¤i saçma sapan programlara ilgiyle bakard›n. K›sa bir süreli¤ine gitmene göz yumduklar› için bu basit
yaflant›ya lütfederek küçük bir teflekkür sunmufl olurdun. Sen çok büyüktün ya…
Tabii kedi bu kadar sakin karfl›lamazd› geliflini. Önce koklard› paçalar›na bulaflan soka¤›, üzerine sinen erke¤i, sonra büyük bir h›nçla, a¤›t
yakan bir kad›n gibi kendini yere at›p k›vran›rd›. Bafl›m dik olmal› derken pek çok fleyi görmezden gelen kad›n mutfaktan getirdi¤i ci¤er parças›yla bu yang›n›n geçece¤ini san›r, asl›nda yan›lmazd›. Bir kokuyla beliren hülyal› tablo baflka bir kokuyla da¤›l›nca, kedi, gözlerini yumarak ci¤eri yerdi.
Son zamanlarda baz› ad›mlar›n buna ters düflse de öte âlemle arana
mesafe koymaya çal›fl›yordun, çünkü onun kurallar›yla oynayamazd›n. Yine de içinden bela okur gibi bakan, sonra da sana de¤mez dercesine kafas›n› çeviren sinsi kediden iflkillenmeden edemiyordun. Bir yandan hissizlefltirmek günaht›r deyip k›s›rlaflt›r›lmayan, öte yandan temel haklar›ndan
da mahrum b›rak›lan bu kedi pekâlâ da falda ç›kan kemgözün sahibi olabilirdi. Gerçi gitsin diye kap›y› aç›k b›rakt›¤›n oluyordu bazan ama o en
fazla birkaç basamak inip geri dönüyordu. K›vr›lan diliyle tükürük saçarak t›slarken, sen “inan benim suçum de¤il” diyordun ac› çeken bir sesle.
84
LAF
Ma¤aran›n a¤z›na a¤ ören örümcek bunun bir masal oldu¤unu anlad›. Sözcükleri daha fazla saklayamazd›. Yorgun bedenini kendi ipiyle salland›rd›. Fare suratl› yarasalar›n sesini duydun, bafl›n› öne e¤ip ilk tafl›
bekledin:
“Senin suçun de¤il” dedi ne söylemesi gerekti¤ini düflünmekten
b›km›fl bir halde. “Yapam›yorum. Düzelir dedim ama olmad›. Bundan
sonra senin gibi birini bulabilece¤imi sanm›yorum… Zarar veriyorum sana… ‹leride daha büyük s›k›nt› olacak inan… Yani günlerdir düflünüyorum ne yapsak diye, san›r›m daha fazla zaman›n› almak istemiyorum…”
EV BELA EVVELA KUVVET
Muslu¤un ucunda titreyen her damla kendini tamamlay›nca tencereden taflan fliflmifl, kistli, morarm›fl akci¤erlerin üstüne düflüp parçalan›yordu. Bu öyle dingin, sürprizlerden ar›nm›fl bir and› ki, “Bak televizyonda ne var!” sesiyle irkilmesen bardak almak için girdi¤in mutfakta saatlerce kalabilirdin. Titre-birik-düfl-parçalan.
Kedi, burnunun ucundan k›s›k gözlerle sana bakarken içten içe gülüyordu. Ev b›rakt›¤›n gibiydi. Üst üste y›¤›lm›fl bulafl›klar, ›slat›l›p b›rak›lm›fl çamafl›rlar, bafllan›p b›rak›lm›fl öyküler… Bir WORD dosyas› açmak kadar kolay de¤ildi yeni bir SAYFA açmak. Hele defterin soluna yazmaktan korkuyorsan. Geçmiflin izlerini tafl›yan sayfa…
Ama sen güçlüydün.
Kad›n kuca¤›nda zehirlenmifl bir kediyle a¤layarak soka¤a f›rlad›¤›
zaman da yapman gerekeni yapt›n: kahveni haz›rlay›p yaz›n›n bafl›na
oturdun.
Tabii bunun bir öncesi, dahas› her fleyin bir bedeli vard›.
Ölmeden uyananlara kat›l. Hayat bir rüyad›r, uyand›¤›nda bitecek.
Ölüm, hatalar›n›n flerefine kald›r›rken ruhunu yüzün sana dönecek.
Yuvarlak camdan tenine düflen ›fl›k birbirine çarparak büyüyen su
damlalar›n› kristal gibi parlat›yor. Bozguna u¤ram›fl gözlerin toprak kokuyor. Senin evin Su.
Bir ku¤u belirmiyor art›k yüzüme e¤ildi¤inde. Sana sadece gözlerinin rengi ve ellerin kald›. Yafll› yüzüne inat parlayan bir çift göz ve bembeyaz, narin ellerin.
Ölümcül uykuya yatan yaz›y› kurtarmak için güzelli¤ini verdin.
Hem de hiç düflünmeden.
85
Parmaklar›na güç gelsin çehrene dolarken harfler
Güzelli¤ine güz düflsün birleflirken sözcükler
Hat›rlanmayacak bir rüya art›¤› olarak bu cümle tekrarlan›p durdu
içinde. Belki sadece kendinle yapt›¤›n gizli bir anlaflmayd›.
Sen yazd›kça yüzünde beliren k›rm›z› harf kabarc›klar› yan›k izi gibi da¤›ld› dört bir yan›na, hiçbir falc›n›n okuyamayaca¤› lekeleri, körler
okudu yüzüne dokunup.
ÇEVR‹MDIfiI
‹kinci el kanepesinde made in USA hayaller kuran uzun düflünceli
k›r konuflmal› adam, kendi karars›zl›¤›na küfrederek kalkt›, salon kap›s›n›n alt›ndan gelen esintiye do¤ru uzanm›fl köpe¤i ittirerek mutfa¤a geçti, köpek mamas› yiyip yiyemeyece¤ini düflündü, vazgeçti, bofl buzdolab›n›n so¤uk kalmas›nda bir anlam bulamad› ve fifli çekti. ‹nternetten ‹ddaa sonuçlar›na bakt›, süper bir taktik gelifltirmiflti, bir dahaki sefere kesin
tutacakt›. Loto kuyruklar›nda “bende flans yok” diyerek gizli bir ac›nd›rma içine giren ve bu yolla flanslar›n› artt›rmay› hedefleyenlerden de¤ildi
o, bilimsel yaklafl›yordu. Yeni bir MSN adresi alarak hayat›na yeni bir
sayfa açmak istedi. Eski adresine kay›tl› olanlara bakt›. Esnerken sessizce hepsinin hayat›ndan ç›kt›. Yarat›c› bir nick düflünmekten uykusu geldi, kanepeye uzand›. Las Vegas’ta bir rulet masas›nda ihanete meyilli dudaklar› gülümsemeye yanafl›rken uyuyakald›.
Hayata inanma hayats›z da kalma…
Yüz(O)kuyucusunun kuyusu kurudu. O da kendine baflka yüzler
buldu. Gördü¤ü yüzleri astars›z okudu.
Bir gece… Hava so¤uktu. K›y›ya beyaz bir kay›k yanaflt›. Yan›na gitti. Biri vard›, gökyüzü yüzüne yans›m›flt›, sanki atlasa evrenin sonsuzlu¤una aç›l›rd›. “Seni karfl› k›y›ya götürmeye geldim” dedi. Yüz(O)kuyucusu tereddüt etti tabut yüzlü kay›¤a binmeye. Sonra Sese bakt›, yüzündeki sonsuzlu¤a… O sonsuzlukta inanmad›¤› eflitli¤i gördü, bir yüzden çok
daha fazlas›n›, onu okumak istedi, ard›na bakt›, Düfl(Y)azman› masas›nda usul usul yazmaktayd›, yaz› k›rm›z› k›rm›z› akmaktayd›, üzerinde “iç
beni” yazan flifleye tutunmaktayd›, içerse büyüyece¤ini sanmaktayd›, inanacakt› ki bir duda¤› yerde bir duda¤› gökte, 7. kattan atsa aya¤›n› de¤er
yere, yaflam› bir korkuluk gibi kovalayan geceye teslim olacakt› ölü ya da
diri.
Elini uzatt› Ses. Tam tutacakt› ki, kad›n ba¤›rd›, bak televizyonda
ne bafllad››››, flifleden çekti elini, kay›k uzaklaflt›, kufllar alk›fllay›p olays›z
da¤›ld›.
86
O¤uzhan Akay
Hata JPG
Bütün dudaklar yanl›fl
Duda¤›n›n k›vr›m› yanl›fl
Biz yanl›fl gecelerin insan›y›z
Keflke bunu bilebilseydim önceden
‹ki sat›r karalard›m duda¤›n›n k›y›s›na rujla
Gözyafl›n ›slatsa da bozulmayacak bir yaz›yla
Buradan kalbe girilir
Buradan akla fikre
Buradan hazlara, ince sazlara
Her k›y›n› yaz›yla donat›rd›m hatta
Sanki bayram olmufl, yanl›fl öpesim gelmifl
Bütün sözler yanl›fl
Bütün bak›fllar yanl›fl
Biz yanl›fl dünyalar›n insan›y›z
‹flte o yüzden ak›p gitti
Seni de tak›p bir güzel üstüne
Ayr›l›¤›n hazin gölgesi
Hep bunu bildi¤im için
Yanl›fl bir kalple gezdim
‹çimde aflk›m›z›n ma¤lup tezahürat›
Kufla benzetirken sigaram›n duman›n›
Son kez seviflmek ister ya âfl›klar
Ayr›lmadan önce
– Eee!
Eldiven kullanal›m gel
Parmak izlerimiz kalmas›n diye
87
küçük ‹skender
hay›rs›z hayat
Ard›nda bir kesik b›rak›yorsan yaflanm›flt›r
Yara de¤il
kalpten akla uzanan bir kesik;
kimi kördü¤ümlerde olanca h›flm›yla ezik
ezgiler: Sessizlik denen külfete katlanm›flt›r
Durup soru sorma yürüdü¤ün sahra yola
Hüsran de¤il
aflktan ayr›l›¤a hep h›rpalanm›fl bir etik;
kimi zor hayat hikâyelerinde o bildik
hatalar: Sizi sevenler hoyratça atlanm›flt›r
Hoflgörünün ba¤nazl›¤›ndan kurtar özgürlü¤ünü
Çünkü her devrim, lüzumsuz ölümlerle sakatlanm›flt›r
88
Zeynep Uzunbay
Y‹T‹K
o¤lan büyümüfl düfl görmüfl
vermem diye a¤lam›fl›m
savafl alm›fl götürmüfl
birazdan gün batar
baykufl kahvalt›ya oturur
akflam›n kelebek kanad›nda
Platero’yu hüzünler Jimenez*
görürsün bizi
tabiat›m›n kanunu
ö¤renmeden bildi¤im
a¤z›m›n yuvas› boynun
öptüm öptüm olmad›
yoksun diye ›s›rd›m
›t›r›m sana su verdim
fesle¤en de getirdim
çiçek çiçe¤i koklaya
ben… ipe¤im… senin…
foto¤raf›n› soyup giydirdim
koparsa eflekle devenin ipi
gö¤e uçar hazinem
sar›la sar›la hayal gövdene
böyle sarmafl›k oldu dilim
çocuklu¤un allah›yla yan yana
durma
burday›m de
*Platero ile Ben, Bir Endülüs A¤›t›, JR Jimenez
89
ZEK YETMEZL‹⁄‹YLE BAfiEDEB‹LMEK
(KAP‹TAL’‹ OKUMAK ÜSTÜNE)
Kaan Arslano¤lu
Bu yaz› Althusser’in Kapital’i Okumak adl› ortak çal›flmas›n›n (Althusser, Balibar, Establet, Macherey, Ranciere- ‹thaki 2007) karasular›
içinde seyredecek, ama bir kitap tan›t›m makalesi de¤il. Marx, Althusser
ve insan zekâs› elefltirisi a¤›rl›kl› bir deneme.
Sosyalist sol çevrelerde flu türde bir afla¤›lamay› çok duymuflumdur:
“Daha Kapital ’i okumam›fl, Marksist teoriysen ç›kt› bafl›m›za… Dokuz
on kitab› ezberlemifl, Kapital ’i bile okumam›fl, ahkam kesiyor… Daha
Kapital ’i bile okumam›fl… Kapital ’i okumam›fl!..”
Kafa sallar, hak verirdim, ama bazen itiraf ederdim. fiimdi bu günah›m› yine kabulleniyorum: Üç dört kez de¤iflik yerlerinden bafllayarak tümünü okumay› denedim, hiçbirinde baflar›l› olamad›m. Sonuçta ancak
yar›s›n› bitirmiflimdir. Marksist klasiklerin ço¤unu okudu¤um ve genelde pek az kitab› yar›m b›rakt›¤›m halde. Evet, Kapital ’i okuyamad›m.
Neden mi? Hemen söyleyeyim: Zekâ yetmezli¤inden. Kapital çok
kapsaml›, uzam›fl ve karmafl›k yaz›lm›fl bir kitap. ‹lk bölümleri insan›n direncini kolayca k›r›yor. Bir de en az ilgi duydu¤um konulardan birini iflliyor büyük bir a¤›rl›kla: ‹ktisat. Nikitin’in Ekonomi Politik ’ini bile güç
bitirebilmifltim. Zekâ yetmezli¤i diyorum ya, ilgi duysayd›m, üstünde çal›flsayd›m, tüm terim ve kavramlara aflina hale gelseydim, muhtemelen
daha rahat okuyacak ve bir flekilde bitirebilecektim. Baflka bir itiraf: Felsefeye baya¤› ilgi duyar›m. Felsefenin insani ve sosyal tezlerini, felsefe tarihini su gibi okuyabilirim. Ama ifl terimlerle, kavramlarla, mant›kla girift bir ak›l yürütmeye döndü¤ünde, somuttan çok koptu¤unda yavafllar,
zorlan›r›m. Sonuçta e¤itimle, daha çok okumayla afl›labilecek sorunlar
her ikisi de; ne ki, zekây› zorlayan ve zekân›n bazen yetmedi¤i sorunlar.
Althusser’in ve baflka büyük düflünürlerin zekâs› karfl›s›nda bu yüzden
de sayg›yla e¤ilirim.
Kitab›n baz› bölümleri Kapital kadar çetin. Bereket tamam› Kapital ’den k›sa. Baz› yerleri pek anlamadan sonuna dek vard›m. Kapital
hakk›nda önceki denemelerimden daha fazla fikir verdi desem, abartmam.
Bir yaz›y› okuyup da yeterince neden anlamazs›n›z? Hemen bunun
nedenlerini akl›ma geldi¤i kadar›yla s›ralayay›m: 1- Anlat›lan konu çok
90
karmafl›k bir konudur, gerçek karmafl›kt›r, 2- Konuyla ilgili sözcük da¤arc›¤›n›z yetersizdir veya kavramlar, terimler az bildi¤iniz bir yabanc› dilde oldu¤u gibi h›zl› ve k›vrak de¤ildir kafan›zda, 3- Konu yazar›n kafas›nda da çok net de¤ildir, 4- Yazar›n aç›k anlatabilmekte bir yetersizli¤i bulunmaktad›r, 5- Yazar kapal› anlat›m› bilerek seçmifltir, aç›k anlat›m› küçümsemekte veya baz› ifadelerinin belirsiz kalmas›n› özellikle istemektedir, 6- Anlat›lan fley tutars›z ve hayli mant›ks›zd›r, 7- Konuya çok ilgisizsinizdir veya anlat›lan sizde duygusal tepkilere yol açmaktad›r, 8- Akl›n›z
geçici veya kal›c› biçimde yetmemektedir. Görüldü¤ü gibi bunlardan birincisi insan›n d›fl›ndaki nesnel durumla ilgilidir. 3, 4, 5 ve 6. maddeler
yazarla, öbürleri okuyanla ilgilidir.
KAP‹TAL’‹ NASIL “OKUMAK” GEREK
Althusser daha kitab›n bafllar›nda Kapital ’i nas›l okudu¤unu ve nas›l okumak gerekti¤ini aç›klar. Bu onun baflka kitaplar›ndan da bildi¤imiz tezlerinin yeni bir aç›l›m›d›r: “Bilgi hakk›nda edinilen fikri tamamen de¤ifltirmek, dolays›z okuma ve görünün yans›t›c› mitini terk etmek
ve bilgiyi üretim olarak tahayyül etmek gerekir.” (s. 38) En sondan bafllarsak, ona göre, Kapital ’in tezleri üretim olarak bilgi gibi okunmal›d›r.
Bu, okunan cümleleri ard› s›ra tek bir çizgide anlamay› hedefleyen ve anlafl›landan aynen yaz›ld›¤› gibi anlamlar ç›karmaya gayret eden do¤rudan
düz okumadan farkl›d›r. Sunulan bilgi, iflte hal böyleymifl denerek okunmamal›, bu sonuca hangi öncüllerden, ne temelden, nas›l vard› çözümlemesi yap›larak okunmal›d›r. Daha önemlisi, sadece yaz›lanlar de¤il, belirsiz b›rak›lanlar, hiç yaz›lmayanlar, yaz› içinde “ç›nlayan” bofl ifadeler,
unutufllar, görmemeler, “sürçmeler” de dikkatten kaçmamal›, görülebilmelidir. Zaten Althusser’e göre Marx’›n da baflka düflünürlerin metinlerini okurken, örne¤in Politik ‹ktisad›’› okurken, ço¤un, kendili¤inden
yapt›¤› budur.
Althusser birinci okuman›n (düz okuman›n) karfl›s›na ikinci okumay› ç›kar›r. ‹kinci okuma birinci okumada görünmeyenlerin okumas›d›r.
Marx’›n elefltirdi¤i, ama kendi iktisat kuram›n› da üstünde yükseltti¤i Politik ‹ktisat için, “Onun körlü¤ü, ‘yan›lg›’s›, üretti¤i fleyle gördü¤ü fley
aras›ndaki bu yanl›fl anlamadad›r” der, Althusser. (s. 39) Kuramlarda s›kl›kla rastlanan “Gözden kaç›rma ‘görme’yi içeren bir gözden kaç›rmad›r.
Görmeme, bu durumda görmenin içindedir, görmenin bir biçimidir, dolay›s›yla görmeyle zorunlu bir iliflki içindedir.” (s. 34) *
Althusser’in bu yaklafl›m› hayli Freudculuk Lacanc›l›k koksa da hâlâ bilimsel bir yaklafl›m gibi görünmektedir bana.
Fakat düflünür elbette orada kalmaz. Bilgimizin nesnesiyle, o nesneyle ilgili bilgimizin aras›ndaki ayr›ma girer. Diyelim kalem bilgimizin
91
nesnesi olan kalemle, kalem gerçe¤ini anlamak için yürütümüz tüm düflünsel çabalar›n sonucu olan kalem hakk›ndaki bilgimizin birbirinden
ayr› boyutlarda bulunduklar› üstünde ›srarla durur. ‹lk kez aç›k biçimde
“Spinoza bilgi nesnesinin veya özün, kendi içinde, gerçek nesneden kesinlikle ayr› ve farkl› oldu¤u konusunda bizi uyarm›flt›r…” (s. 64) diye belirttikten sonra, Marx’›n da gerçek nesneyi bilgi nesnesinden ay›rd›¤›n›
önemle vurgular. (1857 tarihli girifl metni.) (s. 72)
“Tümüyle düflüncenin içinden geçen bilgi süreci, düflüncenin d›fl›nda, gerçek dünyada var olan gerçek nesnesine hangi mekanizmalarla biliflsel olarak sahip ç›kar? Dahas›, bilgi nesnesinin üretimi, düflüncenin d›fl›nda, gerçek dünya’da var olan gerçek nesneye hangi mekanizmalarla
biliflsel olarak sahip ç›kar? Bilgi nesnesi arac›l›¤›yla gerçek nesneye biliflsel sahip ç›kma sorusunun yerine, bilgi olas›l›¤›n›n garantileri fleklindeki ideolojik soruyu basitçe koymak, bizi ideolojinin kapal› alan›ndan kurtaran ve arad›¤›m›z felsefi teorinin aç›k alan›n› açan sorunsal›n bu dönüflümünü kendi içinde tafl›r.” (s. 88)
fiöyle daha aç›k ifade edebiliriz: Bilgiyle bilginin nesnesini birbirinden ayr›lmaz bir bütün görmek, kalem ile kaleme ait bilgimizi ayn› görmek idealist felsefi düflünceye uyar. Çünkü ya kalemi de ortaya ç›karan›n
bir üst genel idea, üst düflünce oldu¤u sonucundan yola ç›km›fl›zd›r, ya
aslolan›n kalem de¤il bizim ona ait düflüncemiz oldu¤unu savlamaktay›z.
Ama özellikle sol siyasi kanatta Althusser’in de sürekli üstünde durdu¤u
gibi bunun mekanik metaryalist yorumu çok yayg›nd›r. Kalemin maddili¤i ne kadar somut ve gerçekse, onunla ilgili düflüncemizin de o kadar
somut gerçek oldu¤unu varsayan ve bu ikisinin birbirinin ikizi kadar ayn› ve kopmaz ba¤la yap›fl›k oldu¤unu, olmas› gerekti¤ini savunan anlay›fl… Marx’›n öyle yaklafl›mlara hem Kapital ’de hem baflka eserlerinde
karfl› ç›kt›¤›n› biliyoruz. Aç›mlad›¤› iktisadi sistemlerin ekonomik ve sosyal somut tarihle birebir çak›flmas› gerekmedi¤ini birçok yerde belirtti¤i
halde; ard›llar›ndan bir ço¤unun, belki ö¤renme ve ö¤retme kolayl›¤›ndan ve belki öyle olmas› laz›m geldi¤ini düflündüklerinden bu iki süreci,
boyutu basit flekilde birbirine ba¤lad›klar›n› görüyoruz.
Althusser flöyle yaz›yor: “Marx’›n bilgi nesnesi ile gerçek nesne aras›nda, bilginin içinde kavram›n ‘biçimlerinin geliflimi’ ile somut tarihin
içinde gerçek kategorilerin aç›klan›fl› aras›nda aç›kça belirlemifl oldu¤u
temel ayr›m› bilmemenin götürdü¤ü nokta fludur: Ampirist bir bilgi ideolojisi ile Kapital ’in içinde mant›ksal olanla tarihsel olan›n özdefllefltirilmesi. Bu özdefllefltirmeye ba¤l› duran sorunda say›s›z yorumcu dönüp
dursa da; Kapital ’de mant›ksal olanla tarihsel olan›n iliflkisini içeren tüm
sorunlar›n var olmayan bir iliflki varsayd›klar› do¤ru olsa da, bunda flafl›rt›c› hiçbir fley yoktur.” (s. 367)
92
KUfiKULAR BEL‹R‹YOR
Birtak›m kuflkular belirmesine karfl›n buraya kadar da yanl›fl bir fley
yok gibidir. Fakat evet, kuflkular belirmifltir; çünkü bildi¤imiz basbaya¤›
somut maddi kalem ile, düflünce çabalar›yla binlerce y›ld›r yaratt›¤›m›z
kalem hakk›ndaki düflüncemiz ayn› de¤ildir, bunlar iki ayr› boyutta farkl› süreçlerin eserleridir; tamam da, kalem hakk›ndaki bilgimiz sonunda
kalem hakk›ndaki bilgidir ve bu bilgi kalem gerçe¤ine olabildi¤ince yaklaflmak, o somut gerçekle baz› noktalarda örtüflmek, onunla uyum göstermek, onun özelliklerini, geliflmelerini aç›klamak zorunda de¤il midir?
Bu iki kategori birbirinden büsbütün mü ba¤›ms›zd›r. Birisinin kalem
hakk›ndaki görüfllerini aç›klamak gerekçesiyle kürsüye ç›kt›¤›n› ve kalemden az bahsedip ayn› bafll›k alt›nda bir insan organ›n›, diyelim orta
parma¤› anlatmaya koyuldu¤unu görsek tuhaf karfl›lamaz m›y›z?
Althusser diyor ki: “Var olmayan bir iliflkinin hayali varl›¤› üzerine
belirtti¤imiz yan›lg›n›n aflikâr sonucu, iktisat teorisi ile tarih teorisi aras›nda – var olan ve hakl› olarak temellenmifl oldu¤u için meflru – bir baflka iliflkiyi görünmez k›lmas›d›r. Birinci iliflki (iktisat teorisi ile somut tarih) hayali olsa da, ikinci iliflki (iktisat teorisi ile tarih teorisi) gerçek bir
teorik iliflkidir.” (ss. 368-369) Yine açarak anlat›rsam, iktisat teorisi ile tarih teorisi ayn› düzlemdedirler, birbiriyle karfl›laflt›r›labilirler, birbirinden yola ç›karak önerme ve kuramlar› gelifltirilebilir. Ama iktisat teorisi
ile bildi¤imiz somut, ampirik, ideolojik tarih bilgisini karfl›laflt›r›rsak yan›lg›ya düfleriz; ideolojik, yani bilim d›fl› davranmaya bafllar›z. Althusser’e göre yeni bir bilimin, daha do¤rusu her bilimin bir nesnesi (inceledi¤i alanla ilgili kurdu¤u özgün bir yap›s›) bulunmal›d›r. Bilimin nesnesi flu bildi¤imiz teorik olmayan, soyut olmayan, somut olan maddi yap›
ise e¤er, böyle bir iliflki meflru de¤ildir. Kafam›z iyice kar›fl›yor. Bereket
usta birçok örnekle sav›n› güçlendiriyor. Verdi¤i örneklerden biri Freud’un kuram›d›r.
“‹yi bir örnek: Freud’un ‘nesne’si, kendisinden öncekilerin psikolojik ya da felsefi ideolojilerinin ‘nesnesi’ karfl›s›nda kökten yeni bir nesnedir. Freud’un nesnesi bilinçd›fl›d›r, bunun, modern psikolojinin tüm çeflitlili¤inin diledi¤ince çok say›daki nesneleriyle hiç alakas› yoktur. Her
yeni disiplinin birinci görevinin, keflfetti¤i yeni nesnenin özgül farkl›l›¤›n› düflünmekten, onu eski nesneden kesin olarak ay›rt etmekten ve bunu düflünmek için gerekli olan kavramlar› oluflturmaktan ibaret oldu¤u
bile düflünülebilir. Yeni bir bilim, fiili özerklik hakk›n› bu temel teorik
çal›flmada büyük mücadelelerle bulur.” (s. 431-dipnot)
Olay baya¤› ayd›nlanm›flt›r. Bir “bilimin” nesnesinin gerçek hayatta oldu¤u varsay›lan nesneyle ciddi bir iliflkisi yoktur. E¤er varsa böyle
bir iliflki, onu kuflkuyla karfl›lamak gerekir, çünkü böyle bir anlay›fl am93
pirizme uyar, ideolojiktir, idealisttir. Baflka deyiflle bir Freudcu kalem
gösterildi¤inde, “Bu gösterdi¤iniz kalemi temsil etmiyor, ona kalem demek baya¤›l›k, cahillik veya amprizmdir, bu asl›nda bir penistir” demek
zorundad›r. Çünkü Althusser’e göre ancak böyle bir kuram bilimsel say›lmay› hak eder.
Bense tersini biliyorum. Freudculu¤un burjuva liberal entelektüellerin bir dini oldu¤unu, tezlerini çürüten tüm kan›tlamalara karfl›n s›k›
bir inanç sistemi gelifltirdi¤i için varl›¤›n› korudu¤unu, az zay›flasa da hala etkisini sürdürdü¤ünü düflünüyorum. Freudcu tezlere karfl› kan›tlar
kütüphanelere s›¤mayacak kadar birikse de, söz konusu sahte bilimin zaten ölçmeye, madden kan›tlamaya, bilimsel araflt›rma protokollerine uymaya bafltan beri direndi¤ini görüyorum. Ayr›ca bu tavr›n Althusser gibi
birçok düflünürce desteklendi¤ini biliyorum. Althusser’in yap›salc›l›¤›
geçerli saymas›, Foucault’u s›k s›k takdirle anmas› rastlant› de¤ildir. Foucault’un somut tarihi gerçekleri hiç de nadir say›lmayacak ölçüde çarp›tmas›, istedi¤i gibi e¤ip bükmesi, olgunun çok önemli bir maddi yan›n›, yani toplumsal s›n›flar› ›srarla görmezden gelmesi onun eksileri de¤il,
aksine uydurulanlar› gerçek kuram ve bilim yapan art›lar›d›r Althusser’e
göre. Ben hâlâ Althusser’in bilimde somut maddi gerçe¤e daha çok yaklaflma çabalar›n›, ki bilimi bilim yapan bu çabad›r, yer yer neden bu kadar küçümsedi¤ini anlam›fl de¤ilim.
ALTHUSSER MARX’I HIRPALIYOR
“Marx, bu bafllang›ç soyutlamalar›nda ve onlar› elefltirmeden, Smith
ve Ricardo’nun yola ç›kt›¤› kategorileri hangi hakla kabul etmekte ve
böylece, onlar›n konular›n›n süreklili¤i içinde düflündü¤ünü, dolay›s›yla,
onlarla kendisi aras›nda hiçbir nesne kopuflunun meydana gelmedi¤ini
hangi hakla düflünmektedir? Bu iki soru tek ve ayn› sorudur, tam da
Marx’›n cevap veremedi¤i sorudur, çünkü sormam›flt›r. ‹flte onun sessizlik yeri; ve bu bofl yer, ampirizm örne¤inde, ideolojinin ‘do¤al’ söylemince doldurulma riski tafl›r.” (s. 325)
Marx’›n söylemi kolayl›kla ideolojik olana aç›k kap› b›rakabiliyor Althusser’e göre. Marx’›n, Freud’dan bilimsel yöntemi ö¤renememifl olmas›
büyük talihsizlik. Keflke Freud biraz daha erken dünyaya gelseydi. ‹roni
bir yana, bilimin ideolojik önyarg›larla, inançla pek s›k kirletildi¤ini baflka eserlerinde de vurgulamas› Althusser’in önemli bir katk›s› felsefeye.
‹nsan zekâca pek geliflmemifl bir varl›k. Tümden, bir tür olarak durumu ac›kl›. Birçok temel sorununu binlerce y›ld›r kuramsal veya k›lg›sal planda çözememesi tam da bu gerçe¤e dayan›yor. Marx felsefenin en
büyük dehalar›ndan. Althusser de çok parlak, deha say›l›r. Ama varabildikleri noktalara bak›n! Az sonra Althusser’in, Marx’›n eksiklikleri konu94
sunda yazd›klar›ndan küçük bölümler aktaraca¤›m. Peki kendisi ne durumda! Baflkalar›na ideolojiyle, inançla kuramlar›n› kirlettikleri suçlamas› getiriyor, ama özüne bakm›yor. ‹nsan iflte en parlaklar›nda bile böyle
bir varl›k. Kafas› çok iyi çal›flm›yor. Bu yüzden bilgi biriktirmesi çok yavafl. Az bilgiyle ancak akla vurarak, ancak kuramsal kurgulara baflvurarak, çok karmafl›k karmafl›klaflt›kça maddiyattan uzaklaflan mant›ksal yorumlara baflvurarak, akl›n› zorlayarak gerçe¤e ulaflabilece¤ini san›yor.
Salt mant›kla, önermelerle, terimler ve kavramlarla, bunlardan yeni
önermeler ç›kararak, onlar› birbirine ba¤layarak, sistemlefltirerek, sistemleri birbiriyle çat›flt›rarak do¤ruyu bulaca¤›n› düflünüyor. Birçok do¤ruyu yakal›yor da, ama bu kadar iflte! ‹nsanl›¤›n çok büyük bir ço¤unlu¤u bunlar› da yapm›yor zaten. Ama geliflmifl az›nl›k veya s›radan ço¤unluk ak›llar›n›n yetmedi¤i her yerde ideolojiye, inanca baflvuruyor. Aç›klar›, “Bunun böyle oldu¤una inan›yorsam mesele yok” diyerek kapad›¤›n›
zannediyor. ‹fline gelmeyen, kendini duygusal olarak kötü etkileyen pek
çok bilgi ve yorumu da reddediyor ya da çarp›t›yor, ifline geldi¤i flekilde
e¤ip büküyor. Kiflilik farkl›l›klar›na göre bunu herkes az ya da çok yap›yor. Hatta bu e¤ip bükmenin erdeminin teorisini kuruyor.
Althusser Marx’›n salt kuramsal olana, soyuta kaçmas›n› bazen be¤eniyor, bazen bunu yeterli görmüyor. Engels’tense hiç mi hiç hofllanm›yor. Çünkü o, kuramlar› daha anlafl›l›r k›lmaya çabal›yor, bilgi ile nesnesi aras›nda daha s›k› bir ba¤lant› görülsün istiyor. Maddeden, pozitif bilimlerden s›k s›k örnekler veriyor. Bunlar› yaparken zaman›n›n bilgi yetersizli¤i nedeniyle baz› hatalara düflüyor bana göre de, baz› kolayc› yorumlara var›yor. Ama Engels birtak›m Marksist entelektüellerin göstermeye çal›flt›¤› gibi bir “kazma” de¤il. Marx kadar parlak say›lmaz felsefede, ama o da bir deha. Marx’›n kafas› soyutta daha baflar›l›, öncül ve önder o; Engels soyutlamalarda dostu kadar baflar›l› de¤il, akl› maddi iliflkilere kay›yor. Ama bir noktada Engels’i kendime çok daha yak›n buluyorum ve bu nokta önemlidir: Marx’›n insan› kuramsal insan, gerçek insana az benziyor. Engels’in insan› hayat›n içinden insan, biyolojik insan,
gerçek insana daha yak›n.
Ranciere’in Marx’dan yak›nmas› flöyle: “Marx’›n kendi söz da¤arc›¤›n›n elefltirisine kalk›flmam›fl olmas›n› tart›flma konusu ettik. Bu elefltiri yoklu¤u basit bir ihmal de¤ildir. Marx, terminolojik farkl›l›klar oluflturmay› gerekli bulmam›flsa, kendi söyleminin Genç Marx’›n antropolojik
söylemiyle fark›n› kesin olarak asla düflünmemifl olmas›ndand›r. Marx’›n
teorik prati¤inde, Marx’›n ileri sürdü¤ü kopuflu belirleyebiliyor olsak da,
iki sorunsal›n kökten farkl›l›¤›n› ifade edebiliyor olsak da, Marx’›n kendisi bu farkl›l›¤› asla gerçekten kavrayamam›fl ve kavramlaflt›ramam›flt›r.” (Ranciere, s. 232)
95
Althusser ise bir yerde bunu bir eksiklik de¤il meziyet gibi düflünür:
“Kapital ’de iktisat teorisinin tarihle iliflkisi üzerine henüz tamamlanmam›fl olan tart›flmalar›n anlam›n› da anl›yoruz. Bu tart›flmalar bize kadar
uzanabilmiflse, bu, büyük oranda, bizzat iktisat teorisinin ve tarihin statüsü üzerine bulan›kl›¤›n›n sonucudur. (…) Marx’›n, gerçek nesnesinin
özelliklerine, tan›m gere¤i her türlü uygulamaya özü gere¤i isyan eden ve
sabit ve ‘ezeli ve ebedi’ biçimi ancak tarihsel oluflun daimi hareketlili¤ini ortaya serebilen tarihsel bir gerçekli¤in hareketli ve de¤iflen do¤as›na
ba¤l› olan gerekçelerle, kendi teorisinde, hakiki bilimsel tan›mlar meydana getiremeyece¤ini tekrarlamaktaki inad›n› burada örnek almak istiyorum.” (ss. 363- 364)
Ancak baflka yerde o da Ranciere gibi düflünüp Marx’›n yetersizli¤ini surat›na çarpar:
“Kendini öncellerinden ay›ran farkl›l›¤› eserlerinde adamak›ll› üretmifl olan Marx, bu ayr›m›n kavram›n› arzulanan tüm netlikle düflünmedi… Marx, teorik olarak kendi devrimci yaklafl›m›n›n kavram›n› ve teorik
içerimlerini teorik olarak uygun biçimde düflünüp gelifltirememifltir.”
(ss. 374-375)
Daha da ileri gider: “‹kinci u¤rakta, Marx’›n kendi öncelleri üzerine
bizzat yöneltmifl oldu¤u yarg›dan yola ç›karak Marx’› sorgulad›k; bunu
yaparken kendi bilimsel tarihöncesi üzerine getirdi¤i yarg›yla onu kavramay› umuyorduk. Burada da flafl›rt›c› ya da yetersiz tan›mlara var›p dayand›k. Marx’›n, kendisini klasik iktisattan ay›ran farkl›l›¤›n kavram›n›
gerçekten düflünmeyi baflaramad›¤›n› ve bunu içerik süreklili¤i terimleriyle düflünerek bizi ya basit bir biçim ayr›m›na – diyalektik – ya da bu
Hegelci diyalekti¤in temeline, ideolojik tarih anlay›fl›na f›rlatt›¤›n› gördük.” (s. 412)
Althusser’in özlemi “Marx’›n, kendi düflüncesi için temel, ama söyleminde mevcut olmayan bir kavram›n varl›¤›”n› bulmakt›r sanki. (s. 48)
MARX’IN BURJUVASI ELBETTE YANILACAK
“En iyi sözcüleri bile, elefltirilerinin en küçük parçalar›na ay›rd›klar› bu evrenin görünümlerinin az çok esiri kal›rlar (burjuva bak›fl aç›s›ndan da baflka türlü olamaz zaten).” (Kapital, c. VIII, s. 208) Marx bunu
politik iktisatç›lar›n kapitalist anlay›fltan kurtulamad›kça gerçe¤e ulaflamayacaklar›n› belirtmek için söylemifltir, ancak yaflasa belki Althusser
için de ayn› fleyleri söylerdi.
Ama burada bir sorun s›r›t›yor: Marx siyasi polemiklerinde s›kl›kla
karfl›s›ndakinin yanl›fl anlay›fl›n›, dar görüfllülü¤ünü “burjuva”l›¤›na ba¤lar. Bu gerçekçi bir de¤erlendirme midir? O tarihten beri kafas› çal›flan
çal›flmayan her gruptan, her ak›mdan her sosyalist, karfl›s›ndakinin yan96
l›fllar›n› kolayc› yoldan onun burjuval›¤›na ba¤lad›. Burjuval›k bilinci belirgin flekilde bir yönde de¤ifltirir, do¤ru ama ne kadar, herkeste eflit ölçülerde mi? ‹flçi veya iflçi kuramc›s› nedir? Niye yan›lmaz, o bir insan de¤il midir? Burjuva olunca kifli hemen niye yan›l›r, iflçi kuramc›s› olmak
beyini ne yönde gelifltirir? Ve kimdir burjuva? Kaç tane gerçek iflçi kuramc› tan›d›n›z? Kendine her sosyalist diyen burjuval›ktan kurtulur mu?
Parti kimli¤ini cebine koyan bir burjuva nas›l temelden iflçileflir? Fakat
ayn› kifli baflka sosyalist partidekiler için yine burjuva de¤il midir?
Tüm bunlar küçük bir gerçeklik parças› üstünde abart›lm›fl yapay
kavramlardan, maddeyle iliflkileri bozuk söylemlerden türeyen bofl laflard›r. Kapital ’i kaç iflçi okumufltur Marx’›n yaflad›¤› ça¤da? Marx’›n böyle
bir derdi olmufl mudur, iflçiler eserlerini yayg›n flekilde okusun diye, olmuflsa ne yapm›flt›r, ne kadar baflar› elde etmifltir? Marx’tan sonra kaç iflçi okumufltur Kapital ’i, kaçta kaç oranda sosyalist okumufltur? Lenin iflçi s›n›f›na bilincin d›flardan verilece¤ini söylerken tümüyle hakl› de¤il
midir? Peki hakl›ysa bu bilinci iflçi s›n›f› (ço¤unlu¤u aç›s›ndan) bir türlü
neden kafas›na sokmam›flt›r? Tafl›ma bilinçle beyin de¤irmeni döner mi
hiç, dönmedi¤i ortada de¤il midir?
Klasik Marksizmin insan› iktisadi insand›r. ‹ktisat iliflkileri toplumu
da insan› da belirler, yo¤urur, flekillendirir. Maddi koflullardan bunu anlar Marx büyük ölçüde. Maddi biyolojik koflullar, binlerce y›ld›r de¤iflmeyen insan bedeni, beyini ve akl›, iktisaden düflünmekte s›n›rl› ve ›srarl›
kalsak bile iktisad› da belirlememekte midir? Marx, Politik ‹ktisatç›lar›
de¤il de Darwin’i ve sonraki geliflmeleri inceleseydi, ayn› fleyleri mi söylerdi?
“Benim kulland›¤›m ve iktisadi konulara daha önce uygulanmayan
tahlil yöntemi, bafllang›çtaki bölümlerin okunmas›n› epeyce güçlefltirmektedir… Bilime giden düz yol yoktur ve ancak onun dik patikalar›nda
yorucu t›rman›fllar› göze alanlar ayd›nl›k doruklar›na ulaflabilirler.” Böyle der büyük usta. Do¤rudur. Ama ayd›nl›k doruk bizler için gerçek hayattaki gibidir. Ç›kars›n bakars›n, her yan ayaklar›n›n alt›nda, aç›k bir
mükemmellik tablosu… Befl dakika sonra sis bast›r›r, yan›ndakini bile seçemezsin.
(*) Bilinç-bilinçd›fl› iliflkisi için do¤ru bir saptama. Freud da buna benzer
bir mant›k kullan›r bazen. Ama onun söyledi¤i esas olarak farkl›d›r, daha do¤rusu tam tersidir. Freud “görme”yi görmeme içinde sayar, Freud’a göre esas
olan “görmeme”dir, “görme” önemsiz ve ikincildir. Nitekim Althusser de ilerleyen bölümlerde Freud gibi düflündü¤ünü görmeye bafllar.
97
ÇEV‹RMEK
Maurice Blanchot
Çevirmenlere, hatta bunun da ötesinde çeviriye neler borçlu oldu¤umuzun fark›nda m›y›z? San›r›m yeterince fark›nda de¤iliz. Çeviri görevi olarak adland›rd›¤›m›z bu gizemi cesurca çözmeye kalk›flan insanlara minnet duysak, onlar› kültürümüzün gizli üstatlar› olarak uzaktan selamlasak, onlara ve gösterdikleri çabaya kibarca boyun e¤sek bile, alçakgönüllülüklerinden dolay› minnettarl›¤›m›z sessiz, biraz da küçümseyici
kalmaktan öteye gidemez; onlara ne kadar teflekkür borçlu oldu¤umuzu
söylemekten çekiniriz. Ünlü denemeci Walter Benjamin, çevirmenin görevinden söz etti¤i bir denemesinde, çeviriden yaz›nsal bir etkinlik biçimi, bafll› bafl›na özgün bir biçim olarak söz ediyor; ben yazar›n hakl› ya
da haks›z oldu¤unu bilmeden, bu metinden birkaç al›nt› yapmak istiyorum: burada flairler, orada romanc›lar, hatta elefltirmenler, tüm bu kifliler edebiyattan sorumludur. Bunlara çevirmenleri de eklemek gerekir;
onlar, gerçekten de nadir, efli benzeri bulunmayan kiflilerdir.1
Çeviri, hat›rl›yorum da, birçok kültürde kötü amaçl› bir u¤rafl olarak görülmüfltür. Baz›lar› baflka dillerden kendi dillerine çeviri yap›lmas›n›, baz›lar› da kendi dillerinin baflka dillere çevrilmesini istemez. Bir
toplumun dilini yabanc›lara teslim etmek. Bu ihanetin, gerçek anlamda
baflar›l› olabilmesi için savaflmak gerekir. Eteokles’in umutsuzlu¤unu
unutmayal›m: “Düflman ele geçirse de, Yunanistan’›n gerçek Yunancas›’n›n konufluldu¤u bu flehri bizden ay›rmay›n.” Ancak çevirmen daha
büyük bir günahla suçlan›r. Tanr› düflman› olarak, Babil Kulesini yeniden infla etmeye, dillerin farkl›laflmas› ile insanlar› birbirinden ay›ran ilahi cezadan alayc› bir tav›rla kazanç sa¤lamaya yeltenir. Eskiden, gerçe¤i
söylemek için konuflman›n yeterli olaca¤›na, daha önce var olan ancak
daha sonra yitirilen bir dile bu flekilde ulafl›laca¤›na inan›l›yordu. Benjamin, az da olsa bu hayale inanm›flt›. Ona göre, dillerin tümü ayn› gerçekli¤e iflaret eder, ancak bunu farkl› flekillerde yapar. Brot 2 ve pain 3 dedi¤imde, ayn› fleyi kastederim, ama farkl› flekillerde. Tek tek ele al›nd›klar›nda dillerin hiçbiri eksiksiz de¤ildir. Çeviri yaparken, bir biçim yerine
ötekini, bir yol yerine bir baflkas›n› seçmekle yetinmem; bütün bu iflaret
etme biçimleri aras›nda uyum ya da tamamlay›c› bir birlik yaratacak, bütün yap›tlar›n yaz›ld›¤› bütün dilleri gizemli bir flekilde uzlaflt›ran bir
noktadan do¤an daha üst bir dile gönderme yapar›m. Çevirmenler dille98
ri, gelecekten saklad›¤› ve çevirinin sahiplendi¤i, var olan her dil ile varl›¤› kan›tlanan, bu yüce dil do¤rultusunda gelifltirmeye çal›fl›rlarsa, bu
onlara özgü bir Mesihçilik olur.
Her dilin tek bir gönderme ve gösterme biçimine sahip oldu¤u ve
bütün bu gönderme biçimlerinin birbirini tamamlay›c› olabilecekleri
varsay›ld›¤›na göre, tüm bunlar›n gözle görülür ütopik bir fikir oyunundan baflka bir fley oldu¤u söylenemez. Ancak Benjamin baflka bir fley
önerir: her çevirmen diller aras›ndaki farkl›l›klar›n bilincindedir, bütün
çeviriler bu farkl›l›klar üzerine temellenir; çevirmenlerin de söz konusu
farkl›l›¤› yok etme do¤rultusundaki bir saplant›s› vard›r. (‹yi bir çeviri
birbirine tamamen iki z›t biçimde övülür: ya çeviri metnin çeviri oldu¤una inan›lmaz ya da çeviri, kaynak metinle tümüyle özdefl görülür. Birinci durumda, erek dilin u¤runa yap›t›n kayna¤› olan özgün metin,
ikinci durumda ise yap›t u¤runa iki dilin kendine özgülüklerinden vazgeçilir. Her iki durumda da temel bir fley yitirilir.) Gerçekte çeviri, oyunun kural›na ters gelse de, bu farkl›l›¤› yok etmeye çal›flmaz: sürekli olarak bu farkl›l›¤a iliflkin göndermelerde bulunur, bu farkl›l›¤› görünmez
hale getirir; ama bunu yaparken bazen farkl›l›¤› daha fazla a盤a ç›karm›fl, daha belirginlefltirmifl olur. Çeviri bu farkl›l›kla yaflam bulur. Bu
farkl›l›k sayesinde çevirinin ne kadar yüce ve büyüleyici bir görevi oldu¤unu anlar›z. Herkül’ün denizin iki yakas›n› birbirine yaklaflt›r›c› gücü
gibi, çeviri, iki dili birlefltirici bir güçle, kibirlilikle iki dili birbirine yaklaflt›r›r.
Ne var ki baflka fleyler de söylemek gerekir: bir yap›t›n çevrilmek
üzere belli bir yafla ve olgunlu¤a eriflebilmesi, bu farkl›l›¤› uygun bir flekilde içine sindirmesine ba¤l›d›r. Bu farkl›l›k iki flekilde ortaya ç›kabilir:
ya yap›t baflka bir dile özgün bir flekilde göndermede bulunur, ya da ayr›cal›kl› bir biçimde kendisinden farkl› olma ve her yaflayan dilde oldu¤u
gibi, kendine yabanc› olma olas›l›klar›n› içinde bar›nd›r›r. Özgün metin
asla hareketsiz de¤ildir ve belli bir anda bir dilde oluflacak her fley, o dilde bir baflka durumu, bazen de tehlikeli bir biçimde baflka bir durumu
ça¤r›flt›ran her fley, edebi yap›tlar›n törensel bafl›bofllu¤unda onay bulur.
Çeviri bu olufluma ba¤l›d›r, bu oluflumu “çevirir” ve tamamlar; bu hareket ve yaflam sayesinde çeviri yap›l›r. Bazen safl›kla çeviri metin serbest
b›rak›l›r, bazen de zahmetli bir biçimde esir tutulur. Art›k konuflulmayan bir dilde yaz›lm›fl klasik yap›tlara gelince, onlar, ölü bir dilin yaflam›n›n yegane temsilcileri ve gelece¤i olmayan bir dilin yegane sorumlular›
olduklar›ndan, kendilerine daha çok ihtiyaç vard›r. Bu yap›tlar, çevrildikleri takdirde yaflarlar. Bu yap›tlar daha çok, kendi özgün dillerinde bile, özgün yabanc›l›klar›na ulaflmak üzere her zaman kendilerine özgü
olana yönlendirilmifl ve yeniden çevrilmifl gibidir.
99
Çevirmen, tikel bir özgünlü¤e sahip yazard›r, özellikle de hiçbir tikel özgünlük iddias›nda bulunmad›¤› durumlarda. Çevirmen, diller aras›ndaki farkl›l›¤›n gizli kalm›fl üstad›d›r. Kendi diline getirdi¤i güçlü ve
zarif de¤iflikliklerle, özgün dilde özgün olarak var olan farkl›l›¤› ortaya
koyar; bunu yaparken bu farkl›l›¤› asla yok etmez, o fark› bir flekilde kendi dilinde yaflatmaya çal›fl›r. Benjamin, hakl› olarak, bu durumda benzerli¤in söz konusu bile olamayaca¤›n› belirtir: çevrilen yap›t›n çeviri yap›ta benzemesi isteniyorsa, olas› bir edebi çeviriden söz edilemez. Daha ziyade, bir farkl›laflmadan do¤an bir özdefllik vard›r: iki farkl› dilde ayn› yap›t. Dillerin birbirlerine yabanc›l›¤› nedeniyle, yap›t› daima öteki yapacak olan› görünür k›lma hareketi. Bu hareketin ›fl›¤›, saydaml›k çerçevesinde, çeviriyi ayd›nlatacakt›r.
Evet çevirmen tuhaf, nostaljik biridir; özgün yap›t›n ortaya koydu¤u
ifadelerin kendi dilinde var olmad›¤›n›n fark›ndad›r ve bundan s›k›nt›
duyar (çevirmen, çeviri yap›tta kalmaz; ebedi bir davetli olarak bu yap›tta yaflamaz). Bu yüzden, uzmanlar›n da belirtti¤i üzere, anadili olmayan
dilden kendi diline çeviri yaparken daima s›k›nt› çeker. Daha buyurgan
bir yabanc› metni anlamak için (örne¤in) Frans›zca’daki eksikliklerini
görmekle kalmaz; kendisini Frans›z diline k›s›tlamalar dahilinde hakim
hisseder. Frans›z diline iliflkin yoksunluk ve zenginlik fark›ndal›¤›n› yaratan bu eksiltili olma halinin yan› s›ra, ancak çok k›sa bir süreli¤ine kendine benzeyebilen özgün yap›t›n kendisinin de baflka bir yap›t haline geldi¤i baflka bir dilin kaynaklar›yla donan›r.
Benjamin, Rudolf Panwitz’in bir kuram›yla ilgili ilginç bir yorumda
bulunur: “Bizim çevirilerimizin en iyileri bile yanl›fl bir ilkeyi ç›k›fl noktas› yap›yor; Tümü de Almanca’y› Hindu, Yunan, ‹ngiliz dillerine dönüfltürmek yerine, bu dilleri Almancalaflt›rmak çabas›ndalar. Bizim çevirilerimiz kendi dil al›flkanl›klar›na yabanc› yap›t›n ruhundan daha çok sayg›
gösteriyorlar… Çevirmenin, yabanc› bir dilin kendi dilini güçlü bir biçimde devindirmesine olanak sa¤layacak yerde, kendi dilinin bir rastlant› sonucunda vard›¤› düzeyde direnmesi, onun temel yanl›fl›n› oluflturuyor.”4
Tehlikeli bir biçimde çekici bir öneri veya istek. Buradan dillerin farkl›
dillere dönüflebilece¤i, en az›ndan yeni yönelimler çerçevesinde hiçbir
zarara u¤ramadan hareket edebilece¤i anlafl›l›yor. Çevirmenin bu ani dönüflümü gerçeklefltirmek için ihtiyaç duyaca¤› kaynaklar› çevrilecek yap›tta, gerekli yetkiyi de kendinde bulaca¤› ima ediliyor. Sonuçta, bir çevirinin oldukça etkin bir sözsel ve sözdizimsel edebilik bar›nd›rabilecek
ölçüde yenilikçi ve serbest olmas›n›n çeviriyi yarars›z k›laca¤› belirtiliyor.
Panwitz düflüncelerini sa¤lam bir temele oturtmak için, sözü Luther, Voss, Hölderlin, George gibi önemli isimlere getiriyor. Ad› geçen bu
100
kifliler, çeviri yaparken, her defas›nda, s›n›rlar› geniflletmek için Almanca’n›n zincirlerini k›rmaktan çekinmemifllerdir. Hölderlin örne¤i, çevirinin gücüyle büyülenmifl kiflileri ne gibi tehlikelerin bekledi¤ini iyi bir flekilde ortaya koyuyor. Antigone ve Oidipus çevirileri, Hölderlin’in akli
dengesini yitirmeden önce imzas›n› att›¤› neredeyse son yap›tlard›r; sa¤lam bir plan çerçevesinde üzerinde ayr›nt›l› düflünülmüfl, ustalafl›lm›fl ve
istekle oluflturulmufl metinlerdir. Hölderlin Yunanca metni Almancaya
tafl›mak ya da Alman dilini, Yunan kaynaklar›na geri götürmek istememifltir; bunu yapmak yerine, biri Bat›’n›n, öteki Do¤u’nun de¤iflikliklerini yans›tan iki gücü eksiksiz ve saf bir dilin sadeli¤inde bir araya getirmifltir. Sonuç neredeyse fecidir. ‹ki dil aras›nda, anlam›n yerine geçecek
ya da bu diller aras›nda yeni bir anlam›n ortaya ç›k›fl›na yer verecek bir
bofllu¤u yaratacak türden derin bir uyuflma ve anlaflman›n olaca¤›na inan›l›r. Bu durumun niteliksel etkisi, Goethe’nin so¤uk gülümsemesinin
nedenini anlamam›z› sa¤lar. Goethe kime gülüyordu? Ne flair ne de çevirmen olan, ancak saf birlefltirme gücünü bulabilece¤ine, belirli ve s›n›rl› her türlü anlam›n d›fl›nda anlam yaratabilece¤ine inanan kifliye gülüyordu Goethe. Hölderlin’in böyle bir hevese çeviri yüzünden kap›ld›¤›n›
görüyoruz; çünkü her dilde oldu¤u gibi, her yarar sa¤lay›c› iliflkide bulunan, ancak bir anlaflmazl›¤a önsel olarak olanak sa¤layan yap›ta özgü birlefltirici güç sayesinde, çeviri yapmaya haz›rlanan kifli metinle sab›r isteyen, tehlikeli, hayranl›k uyand›ran bir samimiyete girer; bu samimiyet
ona en gururlu ve gizemli olma hakk›n› verir; ne var ki çeviri yapman›n
her fleyden öte bir ç›lg›nl›k oldu¤u kan›s› hâlâ geçerlili¤ini korumaktad›r.
Türkçesi: Ayfle Banu Karada¤
(1) Walter Benjamin, Ouvres choisies, Almanca’dan çeviren Maurice de
Gandillac (Denoël, “Les Lettres Nouvelles”).
(2) Brot : Ekmek (Almanca) (ç.n.).
(3) Pain : Ekmek (Frans›zca) (ç.n.).
(4) Walter Benjamin, “Çevirmenin Görevi”, çev. Ahmet Cemal, Yazko Çeviri 14, Eylül-Ekim 1983, 136. (ç.n.).
“Çevirmek” (“Traduire”), Maurice Blanchot’nun L’amitié adl› kitab›n›n V.
bölümüdür (Gallimard, 1971).
101
Mete Özel
BENDEN GEÇT‹
“biraz zaman tan›sak belle¤e,
güzel bir unutulufla dönüflür” (Cevat Çapan, “Burç”)
Tek bir
Tek bir kaya
Ard›m boydan boya
Bir uzak manzara
Resmi
El de¤iyor
Ad›m gitmiyor.
Ötem kaya
Tek tek
Bir bir
Birine atlamadan
Göz ötesini
Kesmiyor.
Hamur kokusu
Mutfak, ocak
Bafl›nda o ince kad›n
Resimde.
Ten
Teni
Parmaklar›m›n içinde
O, elde
Parmaklar›m bende kald›.
Benden geçti
Benden geçti
O, elde kald›.
Demeyin
Söz etmeyin
Yol uzun
Kaya
Kayalar
Tek tek
Bir bir
Bellek unutur
B›rakarak ac›tmayan›.
Benden geçti
Benden geçti
Ya ölüm
Ya yaban ald›.
102
Nazmi A¤›l
BABAMIN BAVULU
Nobel konuflmas› s›ras›nda Orhan
Pamuk, babas›n›n b›rakt›¤› bavuldan söz eder.
Orada, çok yüksek yaz›nsal de¤er
Tafl›yan yap›tlarla karfl›laflmaktan korkan
Yazar bavulu açamayacakt›r uzun süre.
Anlafl›labilir bir duygu: Öyle ya,
Odipal rekabetin yan›na, ayn› babaya
Karfl›, Bloom’un tarif etti¤i üzere, *
Eskinin kalemflörleriyle cenk
Zorunlulu¤u eklenecektir bir de.
Senin iflinin zorlu¤u ise burda:
Çünkü bu sözleri söylerken Pamuk,
Seyircilerin aras›nda, geride, k › z › n › n
Yüzüne odaklan›r kamera: Gururlu, rahat.
Bizim durumumuza gelince fakat,
Babam semtine u¤ramad›¤› için yaz›n›n,
Çok flükür, ondan miras bir bavulum
Olmad› benim, olacak gibi de de¤il.
Ama korkar›m – yaklafl yata¤a, e¤il,
Sana bir tane b›rak›yorum o ¤ l u m.
*Harold Bloom, Etkilenme Korkusu
103
ADANA’NIN YARISI ANNEN‹ND‹
Esra A.
Dar ve karanl›k sokaktan geçerken daha da h›zlanaca¤› yerde birden duraklad›. Soka¤a girdi¤inden beri arkas›ndan gelen takip sesleri kesilmiflti. Dönüp karanl›¤a gömülü arabalar›n arkalar›na endifleyle bakt›.
Görünürde kimsecikler yoktu. Yine de afl›r› tedirgindi.
Gece yar›s›n› çoktan geçmiflti. Sokak kedileri çöp y›¤›nlar›, y›k›k duvarlar aras›nda kofluflturup duruyor, uzaktan Beyo¤lu’nun o her zaman
cazip buldu¤u gürültüleri geliyordu...
Yorgun ve uykusuzdu.
Bir an önce evine gitmek istiyordu.
…
Son zamanlarda, hayat›yla ilgili vermifl oldu¤u kararlarda akl›n› kurcalayan o kadar çok soru ve bilinmeyen vard› ki? Kalabal›k bir caddede
yürürken, bir kitapç›da kitaplar› kar›flt›r›rken, özenle seçti¤i bir filmi
DVD’de evde oturup izlerken; birden tan›mlamakta zorland›¤›, kayna¤›n› bilemedi¤i bir rüzgar›n girdab›na kap›l›yor; uzak yerlere, küllenmifl
an›lara savrulup gidiyordu.
fiu an da öyle bir noktadayd›.
Geçmiflindeki bir noktaya gerisin geriye dönmüfl; fark›na varmadan
dald›¤› sorular›n zifir karanl›¤›nda sözüm ona iyi de flimdi ne olacak? çözümleri ar›yordu. Gecenin bu saatinde burada ne iflim var? diye kendi
kendisini sorgularken, son zamanlarda s›k s›k kay›p içine akmaya bafllad›¤›, nicedir unuttu¤unu sand›¤› o an› yeniden hat›rlad›. Hani o kendi
üzerine derin kuflkuya düfltü¤ü o ilk an›…
Geçen yazd›.
Her yerinin, – en çok da bedeninin – bir kaplumba¤a ritüeli eflli¤inde kabuk de¤ifltirir gibi, önce yumuflay›p k›zaran, sonra da çatlayarak genifller gibi, iyi bir kitapta nedenini bir türlü anlayamad›¤› bir sebepten
dolay› tan›mad›¤› bir duyguya yakalanm›fl gibi a¤›r a¤›r kabar›p iradesi
d›fl›nda bir baflka fleye dönüfltü¤ünü hissetti¤i bir akflamd›.
Hava nemli ve çok s›cakt›.
Y›llar sonra, do¤du¤u evi görmek için Adana’ya gitmifl; yine böyle bir
gecede bilmedi¤i bir sokakta çocuklu¤unu aramaya ç›km›flt›. Do¤du¤u
104
evi, evin çift kanatl› eski kap›s›n›, oynad›¤› soka¤›, soka¤›n kald›r›m›nda
betonlar› çatlat›p patlatan kal›n gövdeli incir a¤ac›n› bulabilmek için gerekli olan hiçbir bilgiye sahip de¤ildi. Bu yüzden birileriyle karfl›laflt›¤›nda arad›¤› yeri bulmas›na yard›mc› olmas› için soracak akl› bafl›nda sorusu bile yoktu. ‹flin garibi; sokaktan geçen birkaç kifli sanki kendisini oran›n yerlisi san›p ona cevab›n› bilmedi¤i adresler, isimler sormufllard›.
Tuhaf bir durumdu.
Her ne demekse; bir gün babas› durup dururken Adanan›n yar›s›
annenindi demiflti. Dönüp o an merakla annesinin dalg›n yüzüne bakm›fl; o her zaman kat›, ifadesiz, ald›r›fls›z sakin haline flafl›r›p kalm›flt›. Zaman zaman onun Adana’n›n çok çok zengin bir ailesinden geldi¤ini söyleyip dursalar da buna hiç inanmam›flt› nedense…
Bahçesinde neredeyse her yeri kaplam›fl büyük bir incir a¤ac› olan
eski bir ahflap evin önünde durmufltu. Birden burnunun dire¤inin s›zlar
gibi oldu¤unu fark etmiflti. O hat›rlad›¤› a¤aç bu a¤aç olmas›nd›? Ama
hat›rlad›¤› kadar›yla o a¤aç kald›r›mda de¤il miydi? Yan›lm›fl m›yd›? A¤ac›n soka¤a taflan dallar›ndan bir yapra¤›n ucunu kopar›p parmaklar›yla
ovalay›p ezmifl ve sonra da ç›kan keskin kokuyu hevesle içine çekmiflti.
‹flte tam o anda önünde, bu s›cakta koyu tak›m elbise giymifl bir adam belirmifl ve söyle bakal›m demiflti: Bir a¤açta kurt yeni¤i ne zaman bafllar
ve sordu¤un soka¤›n, evin numaras› yoksa ak›l hangi bofllu¤a kayar?
Sorulan soru karfl›s›nda al›p bafl›n› gitmiflti. Soru çok kar›fl›kt› ve de
f›rt›nal› bir havada k›y›da, iyi ba¤lanmam›fl bir tekneye benziyordu. Adam›n yüzüne dikkatlice bakm›flt›. Çok flafl›rm›flt›. Soru soran adam gitmifl
yerine efline ancak masallarda tan›mlanarak var edilebilecek yafll› bir bilge gelmiflti. ‹çinin ürperdi¤ini hissetmifl; biraz da ürkmüfltü… Kendini
toparlayarak, sorunuzu tekrar alabilir miyim demiflti. Tabii ki demiflti
yafll› adam: ‹yi dinle ufakl›k; biraz önce rüyamda kendimi kelebek olarak
gördüm. Acaba ben, rüyas›nda kendini kelebek olarak gören bir insan
m›y›m; yoksa insan olarak gören bir kelebek miyim sence?
Bu gerçek d›fl› soruya hâlâ bir anlam veremiyordu. Kendinde de¤ildi. Bu masals› yafll› bilgenin ne anlatmak istedi¤ini de bir türlü anlayam›yordu… ‹ki eliyle birden bir duvara tutunup durmufl, akl›n› toparlay›p
kendini küçüklükten beri annesinden dinleyip durdu¤u bir masala yerlefltirerek ve yafll› bilgeye çok önemli bir fleyler söyleyecekmifl gibi bakarak: Siz ne derseniz deyin ben sadece günü belli olmayan kutlamalara giderim demiflti… O yüzden de do¤du¤um andan beri oldu¤um gibi kald›m, hiç ilerlemedim…
105
Gecenin karanl›¤›nda kulaklar›n›n pencere aral›klar›nda sivrisinek
sesleri duyulmaya bafllam›flt›… Sanki bir ar› kovan› önündeydi ve ar›lar
o¤ul vermekteydiler.
Gelip aln›m›n tam ortas›na tam karfl›dan sald›r›p çarpan sinek kan›na susam›flt›r demiflti bir de…
Verdi¤i cevaplar›n absürdlü¤üne kendisi de flafl›r›p kalm›flt›.
K›y›da köflede kalm›fl hayatlar› severdi. K›y›da köflede kalm›fl hayatlar›n keskin kokular›n› severdi. K›y›da köflede kalmay› seçmifl insanlar›n
küçük hayallerini, onlar›n durduk yerde olur olmaz kabaran büyülü mutluluklar›n› severdi. Bazen sevmekle de kalmaz, onlar›n bu aflk›n duyumlar›n›, doygun ve berrak ruhlar›n› afl›r› k›skan›rd›. K›y›da köflede kalman›n anlam› üzerine kitaplar dolusu kehanetler ileri süren kahinleri ve ileri sürüp durduklar› ceviz kabu¤u s›radan iddialar›n› severdi. Onlara göre hayat›n üzerine kafa yorulmas› gereken hiçbir ciddi yan› yoktu. Bir
gül neyse, bir ot neyse hayat da oydu. Bir tafl›n, topra¤›n, üzerindeki
otun, bir çöpün ikide bir kar›flt›r›l›p durulacak, bulan›n eninde sonunda
rahat›n› kaç›racak anlamlar ç›karman›n ne gere¤i olabilirdi ki? K›y›da
köflede kalm›fl bir krall›¤›n kraliçeli¤ine adayd› ama nedense böyle bir
dünyaya uygun olmayan bir renge sahipti. Gelecekle ilgili her fley iyi düflünülsün; söylenecek her sözün anlam›n›n yan› s›ra ses ayarlar› iyi yap›ls›n ve kendi nasibine düflecek tarihi karar bir an evvel verilsin rengindeydi. Bu flu demekti: D›flar›da ne olursa olsun kedi daima tok olsun ve yerdeki pembe hal›da m›rlamadan yats›nd›…
Tarz›n› bilmiyorum ama demiflti yafll› bilgeye: fiu an elimde bir kitap var: HASAN AL‹ TOPTAfi - Uykular›n Do¤usu… H›hh dedirtmedi
edebiyat ad›na tamam ama neden olmas›n› düflündürttü bana; o yüzden
hofluma gitti. Belki bir yerlerde rastlars›n da birkaç sat›r sen de okursun
neden olmas›n?
Madem ki neden olmas›nla bafllad›k söze, o zaman neden bu soruyu
daha ilk girifle koymayal›m demiflti birden bire? Kendisi de flafl›rm›flt› bu
kararl› seçicili¤ine. Söyledikleri pek sisli gibi gelmiflti önce; tam ortas›ndan enine ikiye bölünmüfl gibiydi önündeki bilgisayar›n ekran›… Sonra,
çakt›rmadan sol kula¤›n› çekmifl ve se¤irip duran sa¤ gözüne bir çimdik
bile atm›flt›…
Ellerini belle¤inin üzerinde gezdirdi usulca. Bu akflam da o akflama
benzemeye bafllam›flt›… Arkas›ndan gelen takip seslerini yeniden dinlemeye ald›; t›s yoktu. Soka¤›n bafl›nda farlar›n› uzuna alm›fl bir polis otosu duruyordu. Birden o ›fl›¤›n önünden kendisine do¤ru yürüyen Ada106
na’daki bilgeyi fark edip da¤›ld›. Beni bana sorun baflkas›na de¤il dedi
öfkeyle. Ya hiç ya hep beraber… piyasa k›z›flt›r›c›lar›n›n parma¤›n› sanat›m›n gözbebe¤inde istemem!
Hat›rlad›n m› dedi yafll› bilge; çocuklu¤unda da böyle konuflur dururdun. Sürekli sorular sorard›n. Pek arkadafl›n yoktu. Hep yan›nda dururdum ama sen bunu görmezdin. Hayal alemindeydin. Kalbindeki camdan kulede erik, elma, kiraz fidanlar› yetifltiriyordun kendince. Ka¤›ttand›n. Üzerine her fley kaydedilebilirdi, uygundun. Yaz› yaz›labilir, suluboya resimler yap›labilirdin. Fakat yerinde de¤ildin; fark edilemedin. Kendimi sana çok yak›n hissetmifltim o yüzden… Senin için güçlü, hoflgörülü ama zalimdim…
Kendime de öyleydim çünkü…
Ben pilavs›z ancak tek kanat uçabilirim!
Söylediklerin flu an o kadar çok ve anlams›z geliyor ki kula¤a…
‹nsan iflte. Öyle ya da böyle… bafl› sonu belli asl›nda.
Arada bir olsa da ne kadar çok soru soruyoruz, kar›flt›r›yoruz ve bafl›n› döndürüp duruyoruz flu hayat›n.
Nerdeyse hat›rlamaktan ölece¤iz.
Allahtan kuyruksuzuz?
‹STER ‹NAN, ‹STER ‹NANMA deyip devam etti sonra:
Bulgur pilav› yedim dün akflam; (her akflam yerim!)
PAPAZ De¤ilim!
PAPAZ Olmam!
CümLe ‹Ç‹nde OLDuk olmad›k YERlerde Büyük harf Kullan›r›m.
BUnu hep yapar›m… YiNE Yapt›MMM... UÇARIM ÖZGÜRLÜK
ANITININ TEPES‹NE....... KONMAM!!!!!!!!!!!!!! Bir çok kereden daha
çok uçtum hiçbir YerlEre konmadan kesintisiz geri dÖndüM; yY‹NE
UÇARIM! Yorulmad›m! Y‹NE YORULMAM. MEHTABIN KULA⁄IMA
FISILDADIKLARINI K‹MSEYLE PAYLAfimaM; SIR TUTAr›mm…
Buraya yazma sebebinizi anlad›m ama neden sürekli dadanm›fl, asalak bir vaziyette buradas›n›z? Kendine bir köfle aç›p oradan devam etsene Scream; kendi köflende yapsan ya bu uçmalar›. Ars›zlar böyle böyle ço¤ald› biliyorsun ve masumlar›n bütün hevesleri kursaklar›nda bu yüzden
kald›. Bu ne terbiyesizlik? Hiçbir ifle yaramaz, kendine TIR diyen bir zat› asala¤›n buray› hemen, flu an terk etmesini ve kendi formunda can bulmas›n› isterim s›k›ysa…
107
Kas›rga olsan da böyle sokak sokak karfl› koyman imkâns›z bencilli¤ine... Bir daha karfl›laflal›m da kozlar›m›z› yeniden paylaflal›m dersen
hiç tereddüt etmem.
Üç gözüm var, üçü de askerde…
sekizinciye u¤rafl›yorlar…
…
Neden öyle zaafl› duruyorsun dedi ve sustu sonra... Önemli olan akl›n ve niyetin; yetene¤in var bunu bilmen ve ba¤l›l›kla uygulayabilmen
dedi daha sonra... basiretlisin... kurald›fl›s›n… dedi. Sonra fark etti ki
kendi kufl akl› da kar›flt›. Karfl›s›ndaki bir bilgeydi sonuçta… Bilmez misin bir fikre sahip olmak yetmez; onu karanl›kta bile hayata geçirebilmek
gerek dedi... zihni aç›ld›. Benimle her fley konuflulabilir; her fleyi bir ç›rp›da anlayabilirsin dedi. Sorun var diye tart›flmam, düzeltirim; her türlü
zorluk elimin kiri olur dedi inanarak. Bu kirli havaya kar›fl›p tebdili k›yafet dolafl›r›m; bir at arabas› olur önünden o k›l›kta geçerim. K›skanc›m. Koklad›¤›m hiçbir fleyi öyle ortal›k yerlere b›rakmam. Deli olma halini yönetebilecek kadar ak›ll› olman› beklerim.
Buras› biraz çeliflik gibi geldi kendine de ama belli etmedi bunu...
elini omzuna koyup dedi ki: Öyle ak›ll› ol ki; zaman zaman yan›lsa da akl›na sonuna kadar güven ve korkma… onu özgür b›rak… seni mahcup etmeyecektir…
Bu ne biçim toplama iflareti mesela? Gel de kafay› yeme! Topluyorsun topluyorsun ç›kart›yor; her yer, her fley darmada¤›n›k… Ne kadar dik
durursan dur, küçücük bir bunal›m adam› farkl› yerlere sürükleyebiliyor… + kendimi seviyorum; ama kendini be¤enmifllerden, burnu Kaf Da¤›ndalardan de¤ilimdir ++++ geveze kiflilerden hiç hofllanmam
########## çikolatay› çok seviyorum, ama fazla yemiyorum, kilo yap›yor… '''''''''''''''''''''''' yaz› çok seviyorum, galiba yaz çocu¤uyum ******** paragöz de¤ilim; ve olanlar› da hiç sevmem
huysuzum .............. resim
ve foto¤raf› seviyorum ;;;;;;;; ev hayvanlar›yla aram iyi say›lmaz, sadece
gergin oldu¤um anlarda hayvanlar› sevip okflamay› severim; ama evimin
içerisinde benle iç içe yaflamalar›n› istemem. ....... çizgi filmlere bay›l›yorum \\\\\\\\\\\ afl›r› derecede korumac›y›m; herkesi korumak isterim,,,,,, arkadafllar›m aptal cesareti var sende derler bana _______ genelde konuflmaktansa, dinlemeyi tercih ederim -----------kokulara karfl› afl›r›
hassas›m ve aflkta, ve dostlukta ve karfl›l›kl› bir sohbette ten kokusu çok
önem verdi¤im bir fleydir ...... a¤›rkanl›, m›zm›z ve özellikle cimri kiflilerden nefret ederim }}}}}}}}}}}} nedense çok gereksiz fleyleri akl›mda tutar›m
ama önemli olanlar› da hemencecik unuturum `````````` uyumadan
108
önce genelde beni bir korku sarar, sabaha da bir fleyim kalmaz ]]]]]]]]]]
burçlara hiç mi hiç inanm›yorum, ama niyeyse hep dedikleri ç›k›yor……
annem biraz inansan iyi olur diyor ama beceremiyorum, napay›m
{{{{{{{{{{{{{{{{{{ sesim berbatt›r; ama kendi kendime her gün flark› m›r›ldan›r›m ========= bu yazd›klar›ma bakmay›n, asl›nda kendimden fazla
konuflmay› da hiç mi hiç sevmem :)
Ha az kals›n unutacakt›m :) gülmeyi ve güldürmeyi çok severim.,,,,,,, dans etmeyi ve müzik dinlemeyi de çok severim
ÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇ sab›rs›z›m bir de…
Geçen gece hiç uyumad›m. Bir sebebi yok ama uyuyamad›m iflte.
Gecenin bir saatinde o saatte düflünülmemesi gereken fleyler düflündüm.
Bilmedi¤imden mi? Yo hay›r; eflekli¤imden… Uygun de¤il flu an öyle bir
karar veremem. Seni bugün de¤il dün görmek istemifltim. Hem o konuflam›yor ki sana öyle bir fley söylemifl olsun. Merak etme sana yine de yard›m edece¤im; umar›m iyisindir. Ne zaman ö¤renmek isteyeceksin ben
as›l onu merak ediyorum. Beni sevip sevmedi¤ini de as›l o zaman anlayaca¤›m. Benim kendi ad›ma düflündü¤üm ve merak etti¤im bir fley yok!
Geçen hafta her fleyi anlad›¤›n› sand›¤›n anlar neyi kan›tlamak için u¤raflt›n bir türlü çözemedim. ‹nan ki ne yaparsan yap birlikte geçirilen zamanlar› üst üste topla topla bir türlü bölünmüyor, çarp›lm›yor ama sürekli ç›kar›yor… De¤iflen bir fley yok sonuçta… Çok ciddiyim. Ne zaman
konuflaca¤›z o konuyu? Beni rahat b›rak …
DAHA H‹ÇB‹R fiEY‹ B‹LM‹YORSUN K‹?
GER‹ ÇEK‹LMEK YOK… TESL‹M OLMAK YOK…
TAV‹Z YOK… UZLAfiMA YOK…
Bir tiflörtle terk ettim her fleyi.
Yazd›.
Çok s›cakt›.
Nem 80 derece faland›…
Cebimde tokalar›m vard› sadece…
Geçen gün karlar aras›nda düflündüm o yaz›. Daha sonralar› ayn›
ölü sahneler birkaç defa daha yeniden yeniden yafland› hayat›mda... O
geceden kald›: Ölmek korkutmuyor. Yapmak istediklerimi yapamazsam,
ya biterse diye korkuyorum.
Hayattan beklediklerim:
1- O...
2- O???
109
3- Ooooooooo!!!...
…
Düfltüm..
Düfltü.
…
Ay ›fl›¤›ysan bütün bunlar senin! dedi ellerini uzatarak... Bunlar sana… azla yetinmeyi bilirsen…
Sonuna kadar inatla ba¤l›y›m sana!
…
Dolmufl her zamankinin aksine bir soka¤a girdi. Dönüp ana caddeye aç›lan bir soka¤›n bafl›nda durdu. Durak yine de¤iflmiflti. ‹ndi¤inde,
babas›n›n sözünü, annesinin k›r›lgan yüzünü yeniden hat›rlad›.
Adana’n›n geri kalan› kimindi peki? Böyle bir sorunun flu an ne anlam› olabilirdi ki? Ev yoktu. Ülke yoktu. Gelecek yoktu.
Bir pantolon ve tiflörtle ayr›lm›flt› eski hayat›ndan…
fiu an, heyecanla ikinci hayat›n› düzüyor; üçüncüye u¤rafl›yor... Ha
yeni do¤mufl, ha yeni büyüyor… Kalemi eline her ald›¤›nda o geceyi yaz›yor… Art›k akl›na düflen her sözü, uluorta söyleyece¤ine bir kitaba anlat›yor…
Dilindeki mührü sökmeyi yeni yeni ö¤reniyor…
110
Selahattin Yolgiden
TARAÇA
yüksek dedim, tutun kollar›mdan
düflece¤im
taraça’da gözlerden uzak bir temmuz
yaln›zl›¤› küstürmüfl olmal›y›z
ondan böyle denize bak›p dalmam›z.
süt içinde bir bal›k su içindeki
arkadafllar›na a¤larken
saati gösterdim aniden:
vakit erken…
bu kalede murat abi
kalebenttim eskiden, iyi biliyorum
rodos’a tekneler giderdi
kaçak tütün tafl›yan
kollar›nda dövmeleriyle üç befl denizci
söve söve severlerdi denizi.
o kalenin bir burcunda ölmüfl olmal›y›m
gözlerimin alt›nda mermerden kusursuz
bir damla, öyle ac›
hep ayn› yerde ama, ne kavuflur gözlerime tekrar
ne de ak›p gider afla¤›
bir y›l daha yafll›y›m çamlardan
hepsinin abisi say›l›r›m, iyi biliyorum
gözlerimden daha eskiyim hayatta
gidip gidip geliyorum
›fl›klar› aç›yorlar geceleri
kelebekler gelsin diye odaya
flark›lar söylüyorlar sabaha kadar
keyfe keder sesleriyle,
bavullar›n› al›p yaln›zl›¤a ç›k›yorlar.
iyi biliyorum,
bir y›l daha yafll›y›m çamlardan
bir y›l daha uzak insanlardan.
111
Nursen Karas
YAZLIKTA KOMfiUCULUK
C›yak c›yak komflu’mtrak!...
Komflu mu olmufl “mumtrak”?
Mum mim mom..
Ham him hom...
Yerim seni kendine bak
Dön bir de bana bak
Camlar›n kirli, yerlerde kuru yaprak
Ben güzelim hemde
Al flu gözlükleri tak
Sen nesin ki git buray› bana b›rak
fiimdi her fley böyle ahbap
Vars›lsan vars›n
Afla¤›daki orda kals›n
Kafan da çal›flmas›n
Ben güzelim bak
Var m› böyle pabucun, apak!...
Koltuklar›m en yeni
Perdelerim pileli
Ben benim beni bildim bileli
Sen nesin ki
At art›k çöpe o ka¤›d› kalemi
Kufllar kediler için de kirletme bahçemizi
112
Gökçenur. Ç.
YAZIN MIZRA⁄I
‹lk zamanlar yaln›zl›ktan korktu¤um için yazd›m
(Yaz, m›zra¤›n› suyun s›rt›na saplad›¤›nda
haziran yang›nlar› çoktan tutuflturmufltu
arpa tarlalar›nda uyuyan sözcüklerin yurdunu)
Yazd›kça h›zlan›yor, aray› aç›yordum,
Ya¤murun ayaklar›n› yalayan bir köpek yavrusu gibi yazd›m,
yazmakla geçmifli de¤ifltirebilirmiflim gibi,
parçalanan kiflili¤imi birlefltirebilirmiflim gibi
yazd›m,
tesadüfen tan›flan iki kifli olana kadar
Biri geçmifliyle bar›flmaya çal›flan bir flair
öteki baflar›l› mühendis,
ki bu kitab›n ikinci bölümünde delirir
(Yaz, m›zra¤›n› suyun s›rt›na saplad›¤›nda
s›rt›ma saplan›yordu ayr›l›k da)
‹ki bayrakl› bir ülke,
iki dilli, iki dinli
ve daima bir yabanc›yla konuflur gibi temkinli
sözcükleri dikkatle seçen bir gölge
Yaln›zl›ktan korkard›m o zamanlar
yazd›m, durmadan yazd›m
köhne bir sahafta Huzur ’un ilk bask›s›n› ararken
tesadüfen tan›flan iki kifli olana kadar
(Yaz, m›zra¤›n› suyun s›rt›na saplad›¤›nda
desem ki hiçbir fley unutmad›m
kumda ayak izleri, o ters dönmüfl sandal,
sandal›n alt›nda yanan manolyalar)
113
REISSDORF SAK‹N‹
Mustafa Erdiken
Odama yerlefltim. Akflam günefli alabildi¤ine içeride, havas›zl›ktan
bay›laca¤›m. Cam, kap› aralad›m. Hemen koyu bir perde, hemen. Yata¤›n tahtalar› eksik, çöktüm içine. (Vard› böyle bir deyim, buradan m› uydurmufllar. Kafam› kurcalayan meseleye bak.) En iyisi yere sereyim, serindir üstelik. Sa¤lam bir uyku çekmeli. Sa¤lamm›fl, hadi oradan. Uyku
beni çeksin götürsün de, nas›l oldu¤u önemsiz. Ortal›k toz içinde, bir güzel temizlik yapmal›. K›fl› da yerde geçirebilirim. Yata¤›n yan› bafl›nda bir
örümcek; gel kula¤›ma ör a¤›n›, gözlerime geç sonra. Baflka hangi haflaratla karfl›laflaca¤›m, bir liste tutmal›. A¤açl›k bir bölgede ola¤an durumlar. Y›lan falan olmasa. K›raç topraklar› m› severdi y›lan, her koflula ayak
uydurur muydu?
‹lk çizdi¤im resimler geldi gözümün önüne. Yan› bafl›m›z yine böyle bir orman. Bir sürü y›lan, rengârenk bir y›lan dünyas› k⤛tlarda. Hep
öyle çizebilseydim, hiç b›rakmasayd›m boyay› elimden. Y›lan bilimci mi
olurdum yoksa ressam m›? fiimdi neysem, o olurdum. Ah uykusuzluk.
Yata¤› güneflten kaç›rmaktan uyku falan kalmad›, sürüngen uykusu
uyudum. Çantalar›m› boflaltma ifli var daha. A¤›zlar›n› aç›p boca ediveririm bofl karyolaya, bu kadar basit. Ufak çantay› da masaya, oldu bile. Dolab› kullanmayaca¤›m, uyku tutmazsa girer içine, gömülürüm kendi karanl›¤›ma.
Fareler üzerine de bir öykü yazm›flt›m. Çat› kat›nda s›k›fl›p kalm›fl,
bahçenin güzelliklerinden mahrum, her ya¤murda t›k›rt›larla kaç›flan fareler. Bir de koca kedi vard›, nas›l ç›km›flsa çat›ya! Tavan aras›n›n kap›s›n› aral›k buldu mu s›cak bir uyku çekiyordu kendine eski koltuk minderlerinin üstünde. Emekliye ayr›lm›fl sobalar, k›rd›¤› odunlar›n, iskemlelerin azab›yla köflede unutulmaya mahkûm balta. Daha fazlas› da vard›,
kaç yafl›nda yazm›flsam. Bir tek insanlar yoktu. Onlara birkaç basamak
yak›n, bir o kadar uzak bir mekân›n tasviri. Elefltirel bir tav›r m›? Abart›yorum.
Yan›mda getirdi¤im kitaplar›, kitapl›¤a b›rakt›m. fiu kitab›, kapa¤›n›n rengine tutulup alm›flt›m. Gaspard de la Nuit, Türkçesi. Çok sonralar› bu renge bürünmüfl her nesneye kap›lacakt›m. ‹nsan bir nesne mi, bir
varl›k m›? Ontoloji, metafizik, sanat, mitos; bunlar hayat›n derinli¤ini ele
al›p bir felsefe gelifltiriyordu san›r›m. Öyleyse ben mitosu ye¤lerim. (Hyakintos’un öyküsü nas›ld›? Bir çiçek oluyordu ölünce, ama hangisi?) Mitos
güzel sözcük, kökeninden bana ne!
114
Bir de haritam var. Bir tane daha vard› da, onun do¤rulu¤undan
flüpheliyim. Belki de elimdeki sadece bir parças›yd›, bilmedi¤im, bulamayaca¤›m, hiç çizilmemifl birkaç parça daha olabilirdi. Ne bu, define mi
ar›yorum! (Görüyorsun antikac›, hâlâ içindesin yaz›n›n. Ya sen, sen neredesin?) O harita beni hayal k›r›kl›¤›na u¤ratt› sonra. Tüm yollar›n›n yalan yanl›fl bir güzergâh boyunca uzan›p k⤛d›n kenarlar›yla birlikte son
buldu¤unu anlad›m. Bu gerçek, büyük haritay› duvara raptiyeledim. Bulundu¤um kentin üzerine bir çarp› att›m defineci ifli.
“Domuzhöyü¤ü mü, ne! Öyle bir mal var ki flaflars›n. Elimde birkaç
haritas› var. Ama kimse almaya yanaflm›yor.” D›flar›da ç›lg›n kar ya¤›yor,
radyoda bir flark›, o baflka bir flehirde. “Nedeni basit, haritalar birbirini
tutmuyor. Anlayaca¤›n Domuzhöyük neresi belli de¤il. Kolay m› o bölgede elini kolunu sallay›p k›rk, elli höyü¤ü deflmek!”
Balkona ç›kt›m. Günefl bat›yor, bir fleyler yemeli. Yan›mdaki abur
cuburla yetiniyorum. Al›flverifl yar›na kals›n. Buldu¤um temizlik malzemeleriyle ifle girifltim, hava kararana kadar var gücümle. Kap› zili çalm›yormufl, balkon cam›n› t›k›rdat›yor Tolga. Nereden ç›kt›¤›n› sordum,
yandaki merdiveni gösterdi.
Geri gelmiflti, yan›mdayd›. Bir ödül töreni olmal›. Bildik tav›rlar,
yüzler, konuflmalar. Yan›mdayd›, gerisi önemli de¤il. Da¤›ld› herkes, d›flar› bakt›m, cadde bombofl. Saat gece yar›s›na do¤ru. Kar örtmüfl etraf›.
Telefon etti¤imi hat›rl›yorum, kimse ç›kmad›. Almaya geleceklerdi bizi.
Yürüdük, boynuna sard› y›pranm›fl atk›m›. Getirdim mi yan›mda, yok hat›rlam›yorum. Yürüdük, o flark›ya inat. Domuzhöyük’ün neresi oldu¤u
da umurumda de¤il. Yürüdük ve y›llar daha çabuk silinip gidiyor kardan.
“Bir Cezayir menekflesi alaca¤›m, simsiyah perdelerim olacak, duvarlar› rengârenk broflür ve k⤛tlarla donat›p bir harita çizmeyi deneyece¤im, bir çift eskimifl lüks koltuk… Oday› da do¤u stili düzenlemeyi düflünüyorum. Yere ufak kilimler, kitaplar sandalyenin üzerine dizili, küçük mumlar. Koltuklar› balkona ataca¤›m.”
Tolga, dediklerimi geçifltirip bir Reissdorf ister misin diye sordu.
Nereden ö¤renmiflse, gitmifl marketleri gezmifl. Balkon kap›s›n› kilitleyemeyince, merdiveni kullanarak indik afla¤›. Bir bakt›m, minik bir farecik
otlar›n aras›nda. En sonunda indiniz bahçeye demek, baflard›n›z. Ya kedi ne oldu, ya soba? Y›lanlar? Y›lan sensin! Sürünmeye geldin buraya.
Zehrin güçlü ama anl›k. Ufak bir iz kal›r y›llar sonra, o. Ama o iz de kendi vücudunda ve ifle yaramaz deri de¤ifltirip sürüklenmen art›k.
Ald›k birer Reissdorf, içmeye bafllad›k. Ne keyifti! Bütün mevsim
boyunca, ne haritalar, ne sürüngenler, ne çiçekler, ne de nesneler girip
ç›kt› hayat›ma. Reissdorf sakiniyim ben. Oturdum balkonuma; ya¤an kar› avuçlay›p s›k›flt›rd›m, öptüm ard›ndan. Att›m a¤z›ma, diktim flifleyi.
115
YAVUZ TURGUL
Salih Ecer
Yavuz Turgul, muhteflem bir boflbo¤azd›r.
fiimdi flu boflbo¤azl›¤a biraz bakal›m: Akl›mdan geçen ve Türkiye’yi
derinden ilgilendiren en gelifligüzel insanhalini filmlerinde söylemifltir.
A¤z›nda bakla ›slanmam›flt›r. Bu sayede ve bu vesileyle bir tomar
genç sinemac›n›n dikkatini, hem çal›flan hem esef verici dünyaya çekmifltir.
Gönülsüzlü¤ü! ya da alçakgönüllü inceli¤i sinemam›z›n birçok yoluna kavflak olmufltur.
O sinemac› gençlerimizi üzmemeliyim. ‹simlerini dahi hat›rlamam.
Yavuz Turgul - Ertem E¤ilmez hissetmifl olmal›d›r, baflka sinema yapm›flt›r.
Sinemas›n›n bükülmez kalbi vard›r.
Aflk› da, gücü de yakalad›¤› yerlere bak›n›z filmlerinde. Yakalamaz
üstelik. Tasarlar.
Oysa bafltan sona tasarlanm›fl film çekti¤ini de göremiyorum.
Nas›l çal›flkan oyuncusu için. ‹yi oyuncu düflkünü öte yandan.
Akl›nda sinema bozan bir yan var. S›k›c› olmayan tabiat ile birlikte
oyun öneriyor oyuncular›na.
Bilmiyorum ki, dayat›yor mu? Oyuncular› iyi oynuyor sonuçta.
Çal›flkanl›k öneriyor, his öneriyor.
Mekân, ›fl›k, kamera öneriyor.
Zaman zaman yaln›z b›rak›yor oyuncusunu.
Mekân›.
Akl›ndan kim bilir ne geçiyor o s›rada.
Dönme dolap m›, havai fiflek mi?
Dönme dolap da, havai fiflek de ne güzel iki tariftir.
Oyun önerir gibi.
Yavuz abi üç öneride bulunmufltur bence beyaz perdeye:
1- Senaryo akl›m›zda bir hakt›r; tekni¤i vard›r ama.
2- Kötü oyuncu elbette vard›r. ‹yi oynay›n.
3- Sinema tart›fl›lmaz dostumuzdur. Sevmeye bafllad›n›z. Sevin. Sevdirin.
Tarkan, Yavuz, fiener, U¤ur, Kadir. Bir anda söyleyiverdim.
116
Sineman›n, sinemam›z›n iflte o sevgili romantiklere, kabaday›lara,
ebeveynlere ihtiyac› var.
Büyük oyunculara, onlarla dertleflecek rejisörlere.
Ayhan Ifl›k, Orhan Günfl›ray, Fikret Hakan, Ekrem Bora, Filiz Ak›n,
Fatma Girik, Hülya Koçyi¤it, Osman Seden, Sadri Al›fl›k, Erol Tafl, Belgin Doruk, Kadir Savun, Necdet Tosun.
Kimi söylesem eksik kal›yor gene de yaz›.
Bu büyük belgesel için, sinemas› için Türkiye’nin kim bilir daha ne
kadar hüzün gerekiyor.
Unutmayal›m: “Bu büyük belgesel” için. Yavuz Turgul’a.
117
Levent Sevi
CÜMBÜfi
Ela'da cümbüfl çal›yor bir adam,
bafl›bofl, karn› aç gezinen gri kediler
ard› ard›na tüketilen çaylar ve sigara gibi
bir buradalar, bir yok oluyorlar.
konuflan hiç kimse yok, düflünen de olmamal›
hiçbir fleyi, ezgileri dolafl›rken dar bir soka¤›
kedilerin gözüne yans›yan ama ayn›
renkte olduklar› için görülmeyen cümbüflün.
kedilerin gözüne yans›yan ezgiler mi,
yoksa gözde gözün göremeyece¤i bir fley mi,
hayat›n dertlerini göz ard› ettiren, flu an kimsenin
hat›rlayamaca¤› kadar dar zamanlar› içine alan.
unutmam›fl›m, unutamam›fl›m o an belli ki,
o an›n d›fl›nda kalan anlar›.
ama öyle bir hayat ki:
ne siyah ne de beyaz, sadece gri.
bir an hat›rlamayabilirim sanm›flt›m,
geride ne b›rakt›¤›m›.
çocu¤unu pazarda unutan anne gibi
hayat›n dertlerini düflünmekten.
oysa bizi d›flarda b›rakan hayat
içine almayacak gibi de de¤il,
nas›l ç›kacaksa her çocuk,
bir gün bir annenin içinden.
Ela/Tünel 12 Mart 2007
118
KAVRAM Ç‹FTLER‹
Mehmet Serdar
Siz, tutarl› olmay› en önemli kiflilik özelliklerinden biri sayar, kendinizle çeliflkiye düflmemeye çal›fl›rs›n›z. ‹stersiniz ki önce söylediklerinizin aras›nda bir uyum sonra sözlerinizle davran›fllar›n›z aras›nda bir tutarl›l›k bulunsun. Bunu sa¤lamak için hep kendinizi izler, hiç bafl›bofl b›rakmazs›n›z. Ancak böylelikle çeliflkilerden ar›nabilece¤inizi düflünürsünüz. Tutarl› olmay› her insan›n baflkalar›na karfl› mutlaka ödenmesi gereken borcu sayars›n›z. ‹nsanlar, size bakarak bir izlenim edinecekler ve
ona göre davranacaklard›r. ‹nsanlara karfl› bu görüntüyü verirken elbette dikkatli olmak durumundas›n›z. Size iliflkin edinecekleri düflüncenin
geçerli olabilmesi, insanlara verece¤iniz bütünlüklü izlenime ba¤l›. Bu
nedenle düflüncelerinizle eylemleriniz uyumlu olmal›. Bugün geçmiflte
savunduklar›n›zla taban tabana z›t görüfller ileri sürmemelisiniz. Kendinize yak›flt›rd›klar›n›zla baflkalar›na lay›k gördükleriniz aras›nda uçurumlar olmamal›. Bunlar› sa¤lamak için sürekli kendinizi yoklar, sorgulars›n›z. Bu özeni gösterirseniz çeliflkilerden uzak durabilir, baflkalar›n›n
size bakarken flaflk›nl›¤a düflmesini engellersiniz. Düflünürsünüz ki tutarl› olmak, insanlar›n karfl›s›na ç›kman›n ilk koflulu. Üstelik böyle bir tutarl›l›k, insan›n›n kendine dönük bir enerji harcamas›n› gerektirirken.
Bir çeflit enerji kayb› denebilir. Enerjinizin önemli bir k›sm›n› kendinizi
frenlerken tüketirsiniz. S›rf tutarl› olmak, baflkalar›n› flafl›rtmamak, düfl
k›rkl›¤›na u¤ratmamak için. Bütün bu çabalar›n da ödülünü almakta gecikmezsiniz: Size tutucu nitelemesini yap›flt›r›rlar. Oysa siz yaln›zca tutarl› olmak istemiflsinizdir. “Tutarl› olmak özgüven eksikli¤i duyanlar›n
tak›nt›s›d›r” deyip geçerler. Baflkalar› gözünde küçük düflmemek için arzular›ndan vazgeçen, kendini ortaya koymaktan çekinen.
Tutarl›l›k m› tutuculuk mu?
Siz ilkeli olmay›, hem kendinize hem de öteki insanlara karfl› sayg›n›n bir gere¤i sayars›n›z. ‹nsanlar› inand›rabilmek, kendinize destek isteme hakk›na sahip olabilmek, ilkeli olmaya ba¤l›d›r. Bugün baflka yar›n
baflka çizgi izlemek, engelleri devirmek için onlar›n önüne y›¤aca¤›n›z
gücün birikmesini önler. Oysa bu gücü ad›m ad›m biriktirebilirseniz ancak o zaman engeli aflabilirsiniz. Güç art›fl› sürekli olmal›d›r. Bu da, ilkeselli¤i, kararl› bir tutum almay› gerektirir. ‹lkeli olmak baflar› için de bir
119
koflul. ‹lkeli olmak tutarl›¤›n da ötesinde bir aflama. Bu kez baflkalar›nca
de¤er verilen ilkeleriniz olacak. Onlar u¤runa çaba harcayacaks›n›z. Baflkalar›nca dikkate al›nmak ilkeli olmakla mümkün diye düflünürsünüz,
ama bakm›fls›n›z ki size burnunun do¤rultusuna giden, uzlaflmaz bir sekter diyorlar.
‹lkelilik mi sekterlik mi?
Hedefledi¤iniz noktalara ulaflabilmeniz, savundu¤unuz görüfllerde
kararl›, inançl›, inatç› olman›za ba¤l›d›r. Uzun süreli yo¤un çabalar gösterebilmelisiniz. Hedeflerinizi de¤ifltirmemelisiniz. Engellerden y›l›p
dikkatinizi baflka taraflara yöneltirseniz, karfl› gücün sizi alt etmesi bile
olas›d›r. Do¤rultunuzda ve hedefinizde sabitlenebilmelisiniz. Bu durumda da dogmatiklik, yobazl›k suçlamas›na haz›r olun. Hedeflerinizde, de¤erlerinizde, görüfllerinizde içten olmal›s›n›z. Baflkalar›na önerdi¤iniz
çözümlere, savundu¤unuz görüfllere öncelikle siz inanmal›s›n›z. Görüfllerinizde içtenlikli oldu¤unuzu, yaln›zca sözlerinizle de¤il eylemlerinizle
de herkese göstermelisiniz. Ama karfl›n›za hemen sabit fikirlilik, görüfllerini tart›flma üstü sayma, yan›lma pay› b›rakmama suçlamas› dikilir.
‹nançl›l›k m› yobazl›k m›?
Eylemlerimiz her zaman bizden önce varolan ve bizden ba¤›ms›z
nesnel koflullar içinde gerçekleflir. Ço¤u kez de bu koflullar bizim gereksinimlerimizi amaçlar›m›z› da belirler. Gereksinimlerimiz karfl›land›¤›nda kendimizi mutlu sayar›z. ‹stedi¤imizi yapabildi¤imizde kendimizi özgür kabul ederiz. Ama gereksinimlerimiz de isteklerimiz de etkilemeye
çal›flt›¤›m›z nesnel koflullar taraf›ndan belirlenir. ‹nsan›n istekleri de
yapt›klar› da içinde bulundu¤u mekanla ve zamanla s›n›rl›d›r. Nesnel koflullara vurgu yaparak siz bilimsel determinist tutum ald›¤›n›z› düflünürken, özneyi tamamen ortadan kald›rm›fls›n›zd›r, kadercisinizdir.
Determinizm mi kadercilik mi?
Daha önce söylediklerinizle çeliflkiye düflmemek ve tutars›z bir kifli
olarak yarg›lanmamak için kuramsal çerçevenizi ve öngörülerinizi aflan
de¤iflimleri yenilikleri görmezden mi geleceksiniz? Kurama de¤il gerçe¤e ba¤l›l›k. Hele gerçe¤i kendi torban›za sokmak için e¤ip bükmüfl, budam›fl, yass›laflt›rm›flsan›z; bu tutum, art›k yenilenme gücünden, enerjisinden yoksun oldu¤unuz için gerçekten kaç›yorsunuz anlam›na gelir.
Gerçeklik duygusunu ideolojinin karartmalar›ndan kurtarmak için sars›nt›l› bir sorgulamaya giriflirsiniz, hiçbir önkoflul öne sürmeden, güvence istemeden. Yaln›zca kendinize karfl› dürüst olmak için. Sonunda belki de da¤›l›p gideceksiniz. Ancak kimseden anlay›fl beklemezsiniz. Ger120
çe¤i arama çaban›z› ise kimse önemsemez: Önemli olan hizay› kaybetmemek, çizgiyi aflmamakt›r. Siz bir döneksiniz.
Yenilikçilik mi döneklik mi?
En kötü geliflmeler karfl›s›nda bile so¤ukkanl›l›¤›n› korumak, en
önemli özelliklerden biri. Ak›lc› de¤erlendirmeler yerine panik havas›yla al›nan aceleci kararlar, süreç üzerindeki etkinizi iyice kaybetmenize
yol açar. Olaylar›n ak›fl›na kap›l›p gidersiniz. Onun için olabildi¤ince
uzaktan ve so¤ukkanl› biçimde süreci gözlemeniz, önemli olandan
önemsizi, ana e¤ilimden ikincil e¤ilimi ay›rt edebilmeniz gerekir. Burada ise so¤ukkanl› olmak ilk koflul. Duygusal ve aceleci ç›k›fllar, insan›n
hem enerjisini tüketir hem de moralini bozar. Sürecin ana karakteri ortaya ç›kmadan davranmak, verilen tepkiyi bofla ç›kar›r. So¤ukkanl›l›k,
do¤ufltan gelen bir özellik oldu¤u kadar, elbette deneyimle ve insan›n
kendini e¤itmesiyle gelifltirilecek bir özellik. Bu özelli¤i edinmek için çal›fl›rs›n›z ama size hemen niteli¤inizi söylerler: Kay›ts›z, vurdumduymaz
adam.
So¤ukkanl›l›k m›, vurdumduymazl›k m›?
Bu dünyada elbette ilkin birey olarak varolunur. Bireyin hangi koflullarda, nas›l olufltu¤u sorular› ise daha sonra gelir. Bireysel varolufl ötekilerden farkl›laflarak oluflur. Baflkalar›yla uyumlanmak, ayr›l›klar› törpülemek de¤il tersine özel yeteneklerin, özgül çizgilerin vurgulanmas›yla somutlanan bir yaflam. Çünkü art›k her bireyin kendisini özgürce ifade edebilmesiyle geliflebilecek yarat›c› katk›ya gereksinim var. Asl›nda
insan yaflam›n›n anlam› da bu çerçevede gerçekleflir. Sonsuz çeflitlilik,
çok boyutluluk. Ama nereye kadar gidebilirsiniz. Kendinizi be¤enmekle,
bireycilikle suçlanman›z an meselesidir.
Bireysellik mi bireycilik mi?
Koflullar› sürekli olarak rasyonalize etmekten do¤al ne var? Baflar›s›zl›¤a nedenler bulup rahatlamaktan. Oturursunuz bir kenara süreci izlersiniz. Boyuna seyirci kald›¤›n›z sürece, olan biteni kabullenmekten sonuçlara katlanmaktan baflka bir fley gelmez elinizden. Bütün yapabilece¤iniz, istemedi¤iniz sonuçlar› sindirme çabas›d›r. Oysa sürecin içinde olmal›s›n›z. Sürekli giriflimci atak durumda bulunmal›s›n›z. Daha en bafltan küçük de olsa sürece müdahalelerde bulunabilmelisiniz. Ancak bu s›rada geliflmelerin yönünü kendinizden tarafa çevirebilir, bu arada da yeni f›rsatlar yaratabilirsiniz. Hatta kendili¤inden ç›kan f›rsatlar› da de¤erlendirebilecek konumda olabilirsiniz. D›flardan izleyici durumunda bulunanlar ise bütün zihinsel çabalar›n› kendi edilgin konumlar›n› hakl› gös121
termeyle tüketirler. Tembelli¤in kuram›yla oyalan›rlar. Siz, giriflkenli¤i
önerirsiniz; onlar ise koflullar›n henüz olgunlaflmad›¤›n› ileri sürerek size iradeci etiketini yap›flt›r›rlar.
Giriflkenlik mi iradecilik mi?
Elbette do¤ru ve gerçek diye bir tan›mlaman›z ya da tercihiniz olacak, bu temelde bir tutum tak›nacaks›n›z. Belirgin bir durufl göstereceksiniz. Yoksa sürüklenir gidersiniz. Ama bu kararl›l›k, sizi sekter ve uzlaflmaz yapmamal›. Hedefiniz olmal›, onun için çal›flmal›s›n›z ama att›¤›n›z
ad›mlar da sizi bu hedefe yaklaflt›rmal›. Çal›fl›p çabalad›kça yaln›zlafl›yor,
inand›r›c›l›¤›n›z› ve etkileme gücünüzü yitiriyorsan›z, “ben ilkelerimden
ödün veremem bir gün gelecek, hakl›l›¤›m anlafl›lacakt›r” diye kendini
rahatlatmak çok anlaml› say›lamaz. Baflkalar›n›n seçimlerini, istemlerini
de göz önüne almal›s›n›z; yanl›fll›l›¤› ortaya ç›km›fl yöntemlerden, ad›mlardan hemen vazgeçebilmelisiniz. Kendinizi gözden geçirmeye, baflkalar›n›n uyar›lar›n› dikkate almaya haz›r olmal›s›n›z. Size önerilen esnekliktir ama karfl› yarg›n›n da ac›mas› yoktur: Oportünizm ve ilkesizlik.
Esneklik mi, ilkesizlik mi?
Yaflam›n s›n›rs›z olanaklar›na inanmal›s›n›z. Her an yeni bir f›rsat
ortaya ç›kabilir. Her fleyin bitti¤i, hiçbir umut ›fl›¤›n›n kalmad›¤› son
nokta da var elbette, hiçbir fley sonsuz de¤il, ama yaflam varsa, umut da
var demektir. ‹yimserlik bu olanaklar› de¤erlendirmenin ilk koflulu. Yaflanan s›k›nt›lar› ortadan kald›racak bir olana¤›n her an var oldu¤una
inanmal›s›n›z ki o karfl›n›za ç›kt›¤›nda tan›yabilmeli ve onu de¤erlendirebilmelisiniz. ‹yimserlik ayn› zamanda insan›n kendisini de güçlü k›lar.
Hep olumlu olas›l›klar üzerine kurdu¤unuz bir yaflam biçimi, sizin moralinizi de yüksek tutacakt›r. Yüksek moral, ileri düzeyde bir davranma yetene¤i demektir. ‹yimserlik, insandaki özgüven duygusunu, dolay›s›yla
da yarat›c› gücü üst düzeyde tutar. Siz kendinizi iyi hissetmek, davranmaya haz›r olmak için iyimserli¤i önerirsiniz, Polyanac› olmak ve pembe
rüya görmekle suçlan›rs›n›z.
‹yimserlik mi Polyanac›l›k m›?
Siz, kiflili¤inizin birincil niteli¤i dürüstlük olarak an›ls›n istersiniz.
Dürüst olmak ise sürekli do¤rudan yana olmak, hep do¤ruyu söylemek
anlam›na gelir. Do¤ruyu bulmak, kuflkusuz her zaman kolay bir fley de¤il. Ama burada do¤ruluk, daha çok ahlaki bir ilke. Apaç›k olan gerçe¤i
dolays›z biçimde dile getirmek. Gerçe¤i saklamamak yani. Örtbas etmemek. Bu durumda do¤ruyu dile getirmek, sizin için art›k görev olmufltur.
Daha da ilerisi refleks bir tutum. Bu nedenle ço¤u kez bafl›n›z belaya da
122
girer. Siz do¤rulu¤u yaflamsal bir ilke sayars›n›z, ço¤u zaman patavats›zl›kla, do¤rucu Davutluk olarak suçlan›rs›n›z.
Do¤ruluk mu, do¤rucu Davutluk mu?
Siz, her zaman bir bafllang›ç varsay›m›yla yola ç›kars›n›z. Kesin bir
sonuçla de¤il, gözlemlerinizden ç›kard›¤›n›z bir izlenimle. Üstelik yaln›zca sizin gözlemlerinizden de¤il baflkalar›n›nkinden de. Elbette yapaca¤›n›z deneylerle, yeni gözlemlerle ilk izleniminizi s›nayacak varsay›m›n›z›
sorgulayacaks›n›zd›r. Size hemen ön yarg›l› derler. Oysa yaln›zca bir bafllang›ç varsay›m›d›r söz konusu olan. Kuramsal ekseni bafltan ilk ad›mda
kuramazsan›z elbette, ama bafllang›çta derli toplu bir çerçeveniz olmal›.
Yoksa çok vakit kaybedersiniz. Zaman› kaybeden ise her fleyini kaybetmifl demektir.
Ön yarg›l› m› bilimsel yöntemli mi?
Anlamlar her keresinde yeniden kurulan duyarl› dengelerde sabitlenebilirler. Belki de yaln›zca vurguda oluflurlar. En az nesnel yanlar› kadar öznel yanlar› da vard›r. Hatta denebilir ki herkes kendine göre bir anlam üretme düzene¤ine sahiptir. Onun için herkes birbirini yanl›fl anlar.
Zaten hep öyle de¤il midir, siz kendinize göre bir anlam yükleyerek bir
cümle sarf edersiniz, muhatab›n›z›n zihninde ise bambaflka bir anlam
oluflur; sizin verdi¤iniz anlama yak›n ya da uzak. Hatta bazen karfl›n›zdaki, söylediklerinize sizin vermek istedi¤iniz anlama karfl›t bir de¤er yüklemifltir. O nedenle anlaflmak, uzun süreli ve ad›m ad›m gelifltirilebilen
bir çerçevedir.
Ayn› olaylara, ötesi ayn› verilere karfl›t anlamlar yüklendi¤ine ne
çok tan›k olmufluzdur. Ne söylemek istedi¤inizi anlamay› bir yana b›rak›p sizin de bilincinde olmad›¤›n›z gizli anlamlar› keflfeden ne çok dinleyici ile karfl›laflm›fls›zd›r. Siz “hay›r onu demek istememifltim” diye ç›rp›n›rs›z ama bofluna, söylediklerinizden sizin istemedi¤iniz z›t bir anlam
ç›kar›lm›fl ve yarg›lanm›fls›n›zd›r. Oysa ki o yöne do¤ru giden bir anlama
hiç niyetiniz olmam›flt›r. Söylemek istediklerinizin a盤a ç›kmas› için her
türlü soruya haz›rs›n›zd›r. O kadar özenerek haz›rlad›¤›n›z teziniz sorgulanmam›flt›r bile. Derdinizi anlatmak için bir aral›k bulmak için ç›rp›n›rs›n›z, bulamazs›n›z. Oysa birinin konuflmas› de¤erlendirilecekse, önce
ona kendisini çok rahat biçimde ifade edebilece¤i bir ortam ve zaman verilmesi gerekmez mi? Dinleyicilerin yapt›¤› müdahalelerin, konuflmac›n›n görüfllerinin nüanslar› ve yan anlamlar›yla ortaya ç›kmas›na dönük
olmas› gerekmez mi? Hatta oluflabilecek yanl›fl anlamalar ve ça¤r›fl›mlar›n da düzeltilmesi için ona f›rsat tan›mak, yard›mc› olmak, herkesin yararlanaca¤› daha yap›c› bir tart›flman›n yolunu açmaz m›?
123
Tart›flmada birbirimizi bütünüyle çökertmek için çabal›yoruz. Oysa
bu tür çabalar›n da bir sonuç vermedi¤i ve bütün görüfllerin kendilerini
var edecek koflullar› bulabildi¤i ortada. Karfl› görüfllerin yanl›fll›klar›n›
kabul edip alandan çekileceklerini ummak çocuksu bir beklenti. Karfl›
görüfllerin belirli bir gerçeklik kat›na karfl›l›k gel¤ini ve kendilerini yeniden üretme kapasitesine sahip oldu¤unu kabul etmek zor da olsa herkes
için en gerçekçi tutum. Oysa tart›flma, karfl› taraf›n eriyip yok olaca¤›
beklentisiyle geliflti¤i için sürekli gerilim yarat›yor. Bu durum sistemli
düflünme al›flkanl›¤›m›z›n olmay›fl›ndan önümüze ç›k›yor; ek olarak da
yaln›zca izleyenlere dönük bir gösteri yapmaktan. Oysa gerçekten yap›c›
bir sonuç amaçlan›yorsa taraflar›n öncelikle birbirlerini tan›malar› gerek. Tart›flman›n konular› asl›nda uzun süredir ayn›. Nerelerde t›kan›p
kör bir çekiflmeye dönüflece¤i ço¤u kez belli. Görüfller de net. Ama taraflar savunduklar› görüflleri neredeyse bir varolufl sorunu durumuna getirmifller. Üstelik birinin varoluflu sanki ötekinin yokolufluna yol açacak. Biraz serinkanl› olunca bu kadar ciddi bir tehlikenin olmad›¤› anlafl›l›yor
ama bir kez böyle bir ruh durumu ortaya ç›km›fl. Sorun ruhsallaflm›flsa
e¤er, yeniden mant›ksal çerçevenin oluflturulabilmesi için korkular›n,
kayg›lar›n giderilmesine dönük güven verici bir tutumun öne ç›kar›lmas› gerekir.
Anlam durdu¤umuz yere ba¤l›. Nas›l bakt›¤›m›za, bakarken neler
görmek istedi¤imize, beklentilerimize, ç›karlar›m›za da. Baflka deyiflle
anlam ba¤lamda olufluyor, tarihsel ve toplumsal ba¤lamda. Bütünlüklü
bir ba¤lam yoksa olgular› anlamland›rmak kolay de¤il. Olgular bofllukta
yüzergezer dolafl›r dururlar.
Kavramlar, ilkin birer soyutlama olarak de¤er yüksüz durumdalar.
Birey yaflam› ba¤lam›nda yaflarl›l›k kazan›rlar. Ama her bireyde belirli ölçüde sapmaya u¤rayarak. Canl›l›klar›n› karfl›tlar›yla yaflad›klar› gerilimden al›rlar. Bafllang›çta tafl›d›klar› olumlu de¤er yükü, niceliksel olarak
art›r›l›rsa bu boyut olumsuz bir yön alacakt›r. Her kavram›n bir tafl›ma
kapasitesi var. Anlam yükü bu kapasiteyi afl›nca bozulur, yükleme sürdürülürse bu kez tam tersi bir nitelik kazan›r. Olumsuzlu¤un hangi s›n›rda
bafllad›¤› konusunda tart›flma hep sürecektir, ama olumsuz nitelemeler
her an ortaya ç›kmaya haz›rd›r. Bu kavramlar b›çak s›rt› bir dengede dururlar. Dengeyi “ne oluyor” diye yaklaflan›n rüzgâr› bile bozabilir ve bu
k›l pay› farkta her fley karfl›t›na dönüflebilir.
Her kavram karfl›t›yla birlikte varolur ve karfl›t›n›n izini tafl›r. Onunla k›s›r çekiflmeyi sürdürdükçe karfl›t›na dönüflür. Çünkü taraflar ço¤u
kez ayn› çat›flma araçlar› kullan›rlar. Araç, onu kulland›kça kendi kültürünü dayat›r. Çat›flma araçlar› taraflar›n ayr›nt›lar›n›n ortaya ç›kmas›na
izin vermez. Onlar› dar bir savunma alan›na s›k›flt›r›r.
124
Kavramlar, karfl›tl›k iliflkisi çerçevesinde konumlan›rlar. Bir kavram› en iyi bu karfl›tl›k ba¤lam›nda anlayabilir, yerine oturtabiliriz. Bir
kavram›n ortadan çekilmesiyle flafl›rt›c› biçimde görürüz ki karfl›t› da erimektedir. Karfl›tl›k iki kutbuyla birlikte çekilir sahneden. Arkas›ndan yeni bir karfl›tl›k düzlemi oluflur.
Anlam negatifte kurulur. ‹çerilenlerde de¤il d›fllananlarda. Bir kavram›n karfl›l›¤› sözlüklerde yer al›r. Ama bir kavram, özellikle de¤erlendirmelerde karfl›tlar›yla iliflkisi çerçevesinde, d›fllad›klar›yla canl› bir anlam kazan›r. Her aflamada ötekilerden farkl›laflarak yap›lan›r. Bu nedenle anlamsal gücü ço¤altmak, karfl›tl›klarda, karfl›laflmalarda kurmak iflin
do¤as›na daha uygun olur.
Anlam, bireysel ba¤lamda ortaya ç›kar. Her keresinde yeniden üretilir. Siz, birçok ö¤esinin karfl›l›kl› iliflkilerinde k›l pay› dengelerde oluflan anlama empatik olmayan bir tutumla yaklafl›rsan›z; ö¤elerin oranlar›n›, etkilerini, dozlar›n› kendi amac›n›z do¤rultusunda çarp›t›rsan›z, ortaya ç›kan, olsa olsa bir karikatürdür. ‘Neredeyse’ ba¤lac› ise, böyle bir ifl
için en uygun araç. Siz karfl›n›zdaki sözün oluflturdu¤u bütünsel anlam
yerine var olan ö¤elerden yeni bir bileflimle baflka bir anlam üreterek,
kendi istedi¤iniz çizgiye çekip orada mahkûm etmeye girifliyorsunuz.
“Senin söyledi¤in neredeyse” diye bafllayan cümlelerle. Bu yolla tutarl›y›
tutucu, iyimseri Polyanac›, kararl›y› sekter, esnek olan› rahatl›kla oportünist, giriflken olan› iradeci, so¤ukkanl› olan› vurdumduymaz, yenilikçi
olan› dönek olarak gösterebilirsiniz. Her kavram›n tafl›d›¤› olumlu ve
olumsuz potansiyel onu kullanan›n niyetiyle, seçimiyle de¤iflebilir.
“Yerel Yöneticinin
1 Nisan Rehberi”
Yerel Yönetim’e mizah
gözlü¤ünden bakan yaz›lar,
Semih Poroy’un çizimleriyle....
Da¤›t›m: Simurg Kitapevi
(0 212) 244 82 90
125
Ali Türker
UZAKTA
Gece yar›s›
Karanl›k soka¤›n üzerinden
Küçük bir çocuk kay›yor
Gece yar›s›
Siyah asfalt›n üzerinde
Islak, sar› yapraklar
Küçük bir çocu¤un
Gözlerinden kay›yor
Gece yar›s›
Dünya’n›n kalan›ndan
Daha az yabanc› olmayan sokakta
Küçük bir çocuk için
Ay ›fl›¤›n›n tehlikelerinden
Annesinin korkusu
Yapraklar› tarayan gözlerin
Düfllerinden kay›yor
YOK KIZ
Yüzünün serinli¤inde
Ya da gö¤üslerinin ›l›kl›¤›nda
Günleri toplad›ktan sonra ben
Seninle ikimiz
Hayat›mdan sökülmüfl y›llar› dikece¤iz
126
ÇÖL GÜNLÜ⁄Ü
‹zzet Göldeli
29 Mart Cuma 2002
Kilometrelere doymayan genç Pajero Dubbo’yu geçmifl Nyngan’a
do¤ru yol al›rken bodur a¤aclar›n aras›nda, alçak tepelerin üstünde siyah
parlak k›ll› yaban keçileri, devekufllar›, y›lk› atlar›, boz renkli kangurular,
burnunu topraktan kald›rmayan yaban domuzlar› arada bir tekdüze görüntüye kat›l›yorlard›. Sydney çoktan gerilerde kalm›fl, tar›m topraklar›n›n yerine bodur bitkilerin, çal›lar›n, yaban otlar›n›n boy gösterdi¤i bir
peyzaj alm›flt›. K›rm›z›ya çalan rengiyle iki yan›m›zda akan toprak sessiz,
esrarengiz bir dünyaya tafl›yordu, tekerleklerin her dönüflünde.
Paskalya tatilinde Avustralya’n›n ortalar›ndaki Simpson çölünün
do¤u yakas›nda New South Wales, Queensland ve Güney Avustralya eyalet s›n›rlar›n›n kesiflti¤i noktay› belirleyen bir kadastro iflaretini, bir dire¤i (Cameron Corner) görmeye gidecektik. Ahflaptan olan ilkini kraliçe
Victoria döneminde 1880 eylülünde kadastrocu John Brewer Cameron
dikmifl. Eyalet s›n›rlar›n›n saptanmas›nda simgesel önemi olan bu ayr›nt› ülkenin siyasi tarihinin sayfalar› aras›na gömülüp gidecek, son y›llarda
k›tay› keflfetmek isteyenlerce gömüldü¤ü sayfalardan ç›kart›larak farkl›
bir rolle günümüz yaflam›na kazand›r›lacakt›.
Yenisi betondan olan direk bir süredir gizemli bir toteme dönüflmüfltü belle¤imde. 1989’da yan›na yap›lan küçük dükkânda çal›flanlar›n
günleri birbirinden çarflambalar› gelen postayla ay›rd›klar› bu yere ulaflmak, inan›lmaz genifllikteki gö¤ün alt›nda, yakan çöl rüzgâr›na karfl› dikelip yeryüzü konuklu¤umun, geçicili¤imin, tekli¤imin heyecan›n› duymaktan öte bir fley yoktu kafamda, yola ç›karken.
Asfalt yol. K›salm›fl gölgeleri telefon direklerinin, bodur a¤açlar›n.
Sürücü koltu¤unun solundaki küçük ekrana bak›yorum; d›flarda s›cakl›k
38 derece, deniz yüzeyinden 78 metre yükseklikte ve bat›ya do¤ru yol al›yoruz. Bir ara yavafllay›p duruyoruz, yolun kenar›nda. Asfalt›n üstünde
bir arac›n çarp›p b›rakt›¤› kangurunun henüz s›cakl›¤›n› yitirmemifl gövdesinden et parçalar› kopar›p yiyen k›sa kanatlar› ve güçlü pençeleriyle
iki kartal önce uzaklafl›yor sonra geri gelip beklemeye bafll›yorlar çal›lar›n ard›nda. ‹fltahlar›n› kaç›ranlar yola koyuldu¤unda dönüyorlar kanl›
sofralar›n›n bafl›na. Saatler sonra ulafl›yoruz Cobar’a, ard›ndan Barkindji yerlilerinin yaflad›¤› Wilcannia’ya.
127
Broken Hill. 17 saat geçmifl Sydney’den yola ç›kal›. Kalaca¤›m›z oteli seçmeden önce kentin giriflindeki terkedilmifl kömür ocaklar›na oyun
bahçelerini özlemifl çocuklar gibi dal›yoruz. Gözlerimi ay›ramadan edemiyorum devasa kepçeli makinalardan.
Hava kararm›flt›, otel ararken. ‹ç avlulu, iki katl› bir otelde karar k›ld›k sonunda. Çantalar›m›z› b›rak›p otelden ç›kt›¤›m›zda karanl›k iyice
yerleflmisti, çöle komflu kente. Befl alt›-saat dinlenip yeniden yola ç›kmadan önce karn›m›z› doyuracak bir yer bulmal›yd›k. Koloni günlerinin
uza¤›nda yaflamayan kentte hâlâ bir iki dükkân aç›kt›.
Pizza yemeye ne dersiniz ?
30 Mart Cumartesi 2002
Gece yar›s› çoktan geçmiflti, serin hava kal›n kaza¤a ra¤men üflütüyordu. Bir h›rs›z sessizli¤iyle tek katl› kartondan yap›lm›fl gibi duran evlerin s›raland›¤› yollar› geçmifl, bizi Cameron Corner’a götürecek toprak
yola, toprak zeminli Silver City Highway’e sapm›flt›k. Hedef s›cak bast›rmadan olabildi¤ince yol almakt›. Fazla engebeli olmayan çevreyi keflfetmek için sabah› beklemek gerekti. Sonunda tan kendini göstermeye bafllam›flt›, karanl›¤› yavaflça silerek gözlerimizden. Gökyüzünü kaplayan
k›rm›z› tonlar üstünde durdu¤umuz topra¤› k›z›llaflt›r›yor, kimi zaman
tüm varl›¤›m› ele geçiren bir hüznü ça¤›r›yordu: Direnmeyecek, bu esfliz
ân› belle¤ime kaz›maktan baflka bir fley yapmayacakt›m.
Sabah›n uzun gölgeleri, bir iki kufl arada bir görünen. Jipin ön cam›n› noktalayan ya¤mur damlalar›n› bir çocu¤un keyfiyle seyretmeye
bafllad›m. En son dört y›l önce ya¤an ya¤mur bafllam›flt›. Giderek h›zlan›yordu, ya¤mad›¤› y›llar›n ac›s›n› ç›kartmak istercesine. Silver City Highway görünmez olmufltu
Yavafllam›flt›k, toprak yol geçilmez hale gelmifl, Pajero yolun bir sa¤›na bir soluna do¤ru hareket ederek yol alabiliyordu. Arada çelimsiz
tümseklerin yükseldi¤i toprakta, bu tekdüze topo¤rafyada y›llard›r ya¤muru bekleyen hendekler, dere yataklar› topra¤›n rengini alm›fl deli suyu yüklenerek yolumuzu kesmeye bafllam›flt›. Jipin güçlü motoru balç›kla kaplanm›fl tekerleklere art›k söz geçiremiyordu. Yolculuktan önce tak›lan çamur tutmaz denilen yeni Cooper’lar pes etmiflti. Pajero’yu kurtarmak gerekiyordu çamurdan.
Sa¤ana¤a ra¤men küreklere sar›l›p tekerlekleri temizlemifl, yola devam etmeye haz›rd›k bir saat sonra. Tekerlekler bir metre bile ilerlemeden yeniden yenik düfltüler çamura. Bir daha tekerlekleri temizlenen Pajero yolcular›n› yol kenar›na b›rak›p bütün gücünü toplayarak kendini k›128
p›rdayamaz hale getiren kal›n çamur tabakas›ndan kurtulmufltu bu kez.
Sa¤anak yerini hafif bir ya¤mura b›rakm›flt›. Yar›m saat sonra karfl›laflt›¤›m›z jipin sürücüsü yollar›n ço¤unun kapand›¤›n› söyledi.
Cameron Corner’a götürecek yol ayr›m›na geldi¤imizde gidece¤imiz
yolu iflaret eden levhan›n alt›na ilifltirilmifl not bir anda yok ediyor umutlar›: Yol kapal›. En yak›n yerleflme Tibooburra 140 kilometre.
Kabullenmek zordu; Ne Cameron Corner’› ne de Cameron Corner’dan geçen k›tay› adeta ikiye bölen çiti görebilecektim. Dingo denen
vahfli köpeklerin gelip dibinde doland›¤›, kendilerini öte yandan ay›ran,
anlamadan bak›p durduklar› bazen k›zg›nl›kla diflledikleri, ›s›rd›klar›
1886’da tavflanlardan tar›m alanlar›n› korumak için çekilen dünyan›n en
uzun çiti (5131 kilometre) 1914’de tamir edilmifl bu kez besicilik alanlar›n› dingolardan koruyacak hale getirilmiflti.
Yüzölçümü 170 bin km2’yi bulan, ya¤mur ya¤d›¤›nda bitkilerin bafl›n› topraktan ç›kar›p uçsuz gökyüzüyle tan›flt›klar› bu çölde 40 bin y›l
geçirmifl yerliler. Bugün sevecen yüzünü gösteren çöl, yoldafl, yuva, örtü,
öykü olmufl. 1845’de kâflif Charles Sturt gelinceye kadar beyaz yüzü görmemifl. 1930’larda Avustralyal› kâflif ve jeolog Cecil Thomas Madigan adland›r›ncaya kadar ads›zm›fl, beyazlar için. Madigan ad olarak gezisinin
masraflar›n› karfl›layan Allen Simpson’›n soyad›n› vermifl, çöle.
Tibooburra. Hedefe ulaflamadan dönüfl yolunda bizi bekleyen sorunlar› düflünmeye bafllam›flt›k, benzin istasyonunun bir köflesinde; Broken Hill’e ulaflmal›yd›k önce. fiavkar’›n (Alt›nel) Güneydeki Ülke ’sinde
k›tay› güney kuzey do¤rultusunda ana yollardan biri üzerinden geçti¤ini
an›msam›flt›m, yola ç›kmadan. Ayak basmad›¤› bu yerlerden ona daha
sonra gönderece¤im bir posta kart› al›rken yolboyunca duydu¤um bir
paylaflma iste¤i vard› içimde. D›flarda bir sinek sa¤ana¤› beklerken okaliptüs a¤açlar›n›n karanl›k ufka uzanan k›rm›z›ya çalan toprak yola efllik
etti¤i Tibooburra, Outback N.S.W. yaz›l› kart› s›rt çantamdan ç›kard›¤›m
kitab›n The Life and Death of the Little Prince (Küçük Prensin Yaflam›
ve Ölümü), Antoine de Saint-Exupéry sayfalar›n›n aras›na yerlefltirdim.
Peynirli sandoviçimi bitirmifltim.
Ya¤mur kesilmifl, yavafl da olsa yol al›yorduk. Yolun aç›klar›nda haritada gösterilmemifl bir gölün par›lt›lar›n› görünce jipi yol kenar›nda b›rak›p yürümeye bafllad›k, göle do¤ru. Çölün yuttu¤u kangurular›n iskeletlerini, toprakla bar›fl›k yaflamay› ö¤renmifl y›lanlar›n yakan güneflin alt›nda par›ldayan soyulmufl derilerini, çöle kafa tutan bodur bitkileri geçip, büyüsüne kap›ld›¤›m›z gölün k›y›s›na vard›k. Yüzeyi yüzlerce metreykareyi aflan gölün derinli¤inin parmak ucunu ›slatacak kadar oluflu
haritada niçin gösterilmedi¤ini aç›klam›flt› ama belki suyun derinleflti¤i
129
bir nokta vard›r umuduyla bir süre üstünde yürüyecek sonra umudumu
yitirip çölün yaflamas›na izin vermeyece¤i bu k›sa ömürlü gölün k›y›s›na
geri dönecektim.
Yollar›n kapanmas› White Cliffs’te bir yeralt› otelinde kalma plan›m›z› da alt üst etmiflti. Broken Hill’e dönüp ülke tarihinde Türklere maledilen Piknik Treni Facias›n›n yafland›¤› yeri, ard›ndan geliflen olaylar›n
geçti¤i sokaklar›, caddeleri görme, oralarda dolaflma iste¤im de gerçekleflmeyecekti: 1915’in ilk günü üstü aç›k vagonlarla 1200 kifliyi Silverton’a y›lda bir yap›lan pikni¤e götüren trene kent ç›k›fl›nda mevzilenip
atefl açan Osmanl› ordusunda askerlik yapt›¤› söylenen Afganistan do¤umlu seyyar dondurmac› Gool Muhammed’le ‹ngiliz uyruklu Hindli kasap Molla Abdullah’›n kurflunlar› hedeflerini bulur: 17 yafl›ndaki Alma
Cowie’yle William John Shaw ölürken yedi kifli de yaralan›r. Mezvilendikleri yere getirdikleri dondurma arabas›na ast›klar› Osmanl› bayra¤›,
ardlar›nda b›rakt›klar› not iki kafadar›n Birinci Dünya Savafl› günlerinde
Avustralya’ya karfl› savafl açt›klar›n› anlatacakt›r, talihsiz olay› ö¤renenlere. Bu ak›l almaz savafl ilan› kolluk kuvvetlerinin, silah›na sar›lanlar›n
Gool Muhammed’le Molla Abdullah’› birkaç saat içinde vurmalar›yla son
bulur. ‹ki kafadar›n yapt›klar›nda Osmanl›n›n müttefi¤i Almanlar›n parma¤› oldu¤unu düflünen kent halk› Alman kulübünü yakarlar. Çeflitli ülkelerden gelmifl kömür iflçilerinin de yaflad›¤› kenti saran gerilimin azalmas›, ortadan kalkmas› günler alacakt›r
Broken Hill’den sonra 17 saati bulacak dönüfl yolculu¤u bafllad›¤›nda bozgunun izleri, yorgunluk, uykusuzluk pekiflmiflti, yüzlerimizde. Direksiyona geçti¤imde uzun saatler yolla bo¤uflmufl olan o¤lum gözlerini
kapatm›flt›. Arada bir ejderha gibi karanl›ktan f›rlayan TIR’lar›n kör edici parlak farlar›, geçifllerinde yaratt›klar› güçlü hava ak›m›n›n Pajeroyu
sarsmas›yla da¤›lmaya bafllayan dikkatimi toparlasam da yorgunluk, uykusuzluk jipi h›zla kapl›yordu.
Wilcannia. Broken Hill’e giderken bu küskün yerleflmede birkaç dakika durmufltuk. Yol boyunca neredeyse bütün pencerelere, kap›lara tak›l› demir parmakl›klar›, kent yaflam›na ayak uyduramam›fl yerlilerin
dostça bakmayan yüzlerini an›msay›p yola devam ediyoruz.
Titreten so¤u¤a ra¤men gece yar›s›na do¤ru yol kenar›nda TIR’lara
ayr›lm›fl birkaç araçl›k park yerinde durup jipin camlar›n› biraz aral›yor,
karanl›ktan yükselen vahfli hayvan sesleriyle s›k s›k bölünecek bir uykuya dal›yoruz..
130
31 Mart Pazar 2002
Alacakaranl›k. Befl çift göz tar›yor asfalt yolun iki yakas›ndaki çal›l›klar›, a¤aç diplerini. En hareketli oldu¤u saatler kangurular›n. F›rlay›p
karanl›ktan… farlar›n donduran güçlü ›fl›¤›…
Fren? Hay›r... kadranda 110… Çarpma, öldürme korkusu...
Dönüfl; bir kitab› sonundan bafl›na do¤ru okumak gibi. Yaban keçileri alçak tepelerin, a¤aç kümelerinin aras›nda görünüp kayboluyorlar.
‹ri devekufllar› ilgisiz dolan›yorlar çal›lar›n ard›nda. Yol kenar›na oturmufl bir kangurunun sanki keder dolu siyah gözleri yakal›yor bir an. Eski bir foto¤rafta kalm›fl bir çocu¤un gözleri gibi. Kartallar› ar›yorum bofl
yere.
Asfalt yoldan geçen araçlar›n çarp›p öldürdü¤ü kangurular›n ölülerini toplayacakt› birazdan bir kamyon: Tehlike oluflturmas›n, 32 say›l›
karayolunun görüntüsü bozulmas›n diye.
Paskalya tatiline bir dü¤üm at›p yeni güne haz›rlanmaya bafll›yordu
koca k›ta. Uzun yollar›n yaln›z kentleri Tibooburra, Wilcannia, kömürün
evi Broken Hill, inan›lmaz genifllikteki gökyüzü, sab›rs›z rüzgâr, tozlu
yollar› unutulmufl kasabalar›n, geceyle gündüzün savafl›ndan yorgun düflmüfl yafll› toprak, serseri çöl ya¤muru art›k geride kalm›flt›.
131
D‹RENMEN‹N ESTET‹⁄‹, ESTET‹⁄‹N D‹REN‹fi‹
Bar›fl Özkul
Direnmenin Esteti¤i 2005’te Ça¤lar Tanyeri ve Turgay Kurultay’›n
ortak çevirisiyle Türkçelefltirildi. Türkçesi 820 sayfa tutan üçlemenin henüz dünya dillerinin ço¤una çevrilmedi¤i düflünüldü¤ünde E. H. Carr’›n
“tarihten önce tarihçiye bakmak gerekir” özdeyifli Direnmenin Esteti¤i
için “çeviri romandan önce çevirmenlere” bakmak gerekir fleklinde de¤ifltirilebilir. Romana geçmeden önce befl y›ll›k çabalar›n›n sonucunda
Türkçeye arma¤an ettikleri bu kült eserden dolay› çevirmenleri kutlamak gerekiyor.
Peter Weiss’›n terazisinin bir kefesine edebiyat ve görsel sanatlar
öbür kefesine siyasi tarih konuldu¤unda ikincisi daha a¤›r bas›yor. Direnmenin Esteti¤i de ilk planda Avrupa solunun 1918 - 1945 aras›ndaki
serüvenini kapsayan tarihsel bir platforma oturuyor. Ama bu, roman›n
yaln›zca ana izle¤inin tarihsel platformu. 820 sayfa boyunca Antik Yunan’dan ‹sveç Ortaça¤›’nda sürüp giden köylü ayaklanmalar›na kadar y›¤›nla kesit en kanl› yüzy›l›n› yaflayan Avrupa’n›n sosyo-politik görünümüyle durmadan ilintilendiriliyor. Belli ki yap›t›n› yazarken Weiss’›n en
diri tuttu¤u kayg›s› tarihsellikmifl. Roman› veri alarak küçük çapl› ‹sveç,
Alman, ‹spanyol tarihleri yazmak olanakl›, bunlara hacimli bir sanat tarihi de eklenebilir. Bilindi¤i gibi tarihi roman yazarlar›n›n yaflan›lan tarihte gerçekte yer almayan kiflileri, oluflumlar›, mekânlar› kurgular›nda canland›rmas› “meflrudur.” Tarihçiyle tarihi roman yazar›n› ay›ran temel
noktalardan biri bu meflruiyette dü¤ümlenir. Ne var ki Direnmenin Esteti¤i ’nde kim oldu¤unu ad›yla san›yla ö¤renemesek de yazar›n yaflamöyküsüyle aras›ndaki benzerliklerden Weiss oldu¤unu varsayabilece¤imiz
anlat›c› kiflinin d›fl›nda bütün karakterler, oluflumlar, mekânlar yaflan›lan tarihten devflirilmifl. Dolay›s›yla roman›n hacmiyle orant›l› olarak
olay örgüsüne o kadar çok say›da “hakiki” proleter, politikac›, parti, sanatç› vb. giriyor ki ‹ngilizce çevirinin sonuna Robert Cohen taraf›ndan
haz›rlanan bir sözlükçe eklenmesi uygun görülmüfl. (Böyle bir çal›flma
Türkçe çeviri için de yap›labilir mi?)
Stendhal, yaz›nsal bir yap›tta ideolojiyi patlayan kaba bir tabancaya
benzetmifl, bir yandan da ideolojinin zorunlu olarak edebiyata s›zd›¤›n›,
ideolojiden tümüyle ar›nd›r›lm›fl bir edebiyattan söz edilemeyece¤ini
vurgulam›flt›. Direnmenin Esteti¤i ’nde ise tarihsel materyalist/Marksist
anlat› edebiyat ve görsel sanatlarla at bafl› gidiyor. Özellikle üçlemenin
132
son cildinde Weiss’›n sanat ve siyaset aras›ndaki etkileflimden beslenen
estetik sorunsallara yapt›¤› k›sa dönüfller d›fl›nda ‹kinci Dünya Savafl›’nda ‹sveç ve Almanya’daki faflizm karfl›t› mücadeleleri örgütlemeye çal›flan illegal sol gruplar›n faaliyetlerini bir vakanüvis üslubuyla detayl›ca
anlatt›¤›n› görüyoruz. Ne var ki yaflanan sosyo-politik geliflmeler aç›s›ndan epeyce yo¤un bir tarihsel kesiti içeren 1918 - 1945 aras› Avrupa tarihini sorunsallaflt›ran bir romanda ideolojinin bu denli biçimlendirici ifllevinin olmas› kaç›n›lmaz. Weiss’›n tarihsellik kayg›s›yla biledi¤i güçlü
bir politik angajman› da var ve bunu “kurgusal” düzleme tafl›rken edebiyatta ideolojiyi aç›k seçik görünür k›lmak isteyen kimi romanc›lar›n yapt›¤› gibi klifleleflmifl sloganlara baflvurmuyor, birörnek karakter çizimlerinden uzak duruyor. Böylelikle dili birtak›m al›fl›ld›k mesajlar› iletmek
için ifle koflulan bir araca indirgemiyor. Bu sayede roman bir bütün olarak estetik de¤erini korudu¤u gibi bütüne tekrar dönmek üzere ondan
ayr›flan katmanlar›yla farkl› anlat›lara aç›l›yor. Aç›l›m yap›lan anlat›larla
roman›n bütününden ç›karsanabilecek temel sorunsallar, önermeler aras›ndaki denge daima gözetiliyor. Weiss ne kadar farkl› tarihsel kesitleri
konu etse de bunlar›n hepsi kurgunun ana izle¤iyle ba¤lant›l›. Roman›n
uzunlu¤una karfl›n karakterlerle kurgu aras›ndaki simetri de kusursuza
yak›n. Olay örgüsünde y›¤›nla karakter deviniyor ve hemen hepsi faflizm
karfl›t› mücadeleye sanat, siyaset, partili ya da sendikal mücadele gibi say›s›z düzlemden müdahil oluyor; kurguya oturmayan, gereksiz bir ayr›nt› olarak s›r›tan kimse yok.
Peter Weiss’›n önemli bir özelli¤i de görsel sanatlar› romandaki anlat›lara aç›lan çerçeve metinler olarak baflar›yla kullanmas›. Birinci cilt
Berlin’deki Bergama müzesindeki kabartmalar› izleyen üç arkadaflla aç›l›yor. Bu s›rada roman›n anlat›c› kiflisi ve Coppi yirmili yafllarda, grubun
Rimbaud’su Heilmann ise henüz 15 yafl›ndad›r. Tarih ise 22 Eylül
1937’i, Hitler’in Almanya’daki mutlak egemenli¤inin dördüncü y›l›n›
göstermektedir. Bu tarihte üçlüden Coppi, Nazizm karfl›t› bildiriler da¤›tmaktan bir y›l hapis yatm›flt›r, anlat›c› kifli ise ‹spanya ‹ç Savafl›’n›n
uluslararas› tugaylar›na kat›lmak için art›k gün saymaktad›r. Üçünü birlefltiren ortak kayg›lar ise faflizm karfl›t›/sosyalizm taraftar› mücadeleye
yapabilecekleri katk›lar›n içeri¤i ve niteli¤idir. Üçlünün ortak kayg›lar›
befl y›l sonra ikisinin, Heilmann ve Coppi’nin ölümüne yol açacak olsa da
mücadeleden vazgeçmek gibi bir düflünce ak›llar›n›n ucundan bile geçmez. Bergama Müzesindeki kabartmalar ise Tanr› Zeus’a karfl› ayaklanan Gaia’n›n o¤ullar› (Galatlar) ve Tanr›lar aras›ndaki savafl› anlatmaktad›r. Gaial›lar, ellerindeki toprak parçalar› ve tafllarla Olimpos Tanr›lar›na
sald›r›rlar, ama yenilirler; m›zraklar› ve kalkanlar›yla savaflan düflmanlar›n›n elinden kurtulmalar› olanaks›zd›r. K›s›tl› olanaklar›yla SS subayla133
r›yla bafla ç›kmaya çal›flan ve idam edilen Heilmann ile Coppi’nin ve ‹spanya ‹ç Savafl› sonucunda devrimcilerin u¤rad›¤› yenilgiyle hayal k›r›kl›¤›na u¤rayan anlat›c› kiflinin ak›betleriyle Bergama kabartmalar›ndaki
episodun aras›ndaki paralellikler aç›k. Bergama kabartmalar›ndan romana yans›yan anlat› ile roman›n ilerleyen sayfalar›nda konu edilen Spartakist direniflin 1918 y›l›nda u¤rad›¤› yenilgi aras›ndaki özdeflli¤e yak›n
benzerlik de öyle. Gaial›lar gibi Spartakistlerin liderleri Rosa Luxemburg
ve Karl Liebknecht de 1918’de freikorps – Almanya’da devletin Spartakistleri katletmekle yükümlendirdi¤i yar› askeri birlikler – taraf›ndan
katledildiklerinde savunmas›zlard›. Roman boyunca kurulan bütün bu
koflutluklarla Peter Weiss, okurlar›n› solun tarihini sanat yap›tlar› ›fl›¤›nda okumaya ça¤›r›r gibidir. ‹kinci ciltte konu edilen ‹spanya ‹ç Savafl› anlat›s›n›n dekoru ifllevindeki sanat yap›tlar›n›n üzerinde en fazla durulan›
ise Picasso’nun Guernica’s›. Yap›tla ve Picasso’nun ressaml›¤›yla ilgili ayr›nt›l› yorumlar yapan Ayschmann ve anlat›c› kifli, ‹spanya ‹ç Savafl›’na
uluslararas› tugaylar›n içinde büyük umutlarla kat›ld›klar› halde Cumhuriyetçilerin yenilgisi sonucunda ülkeyi terk etmek zorunda kal›rlar. Burada da yap›t›n içeri¤i onu yorumlayanlar›n ruh durumlar›yla uyumlu.
Bunlar›n yan›nda sözü edilen sanat yap›tlar› roman karakterlerinin yaflant›lar›na çevrilebilece¤i gibi birbirlerine de çevrilebilir nitelikteler. Detayl›ca tan›mlanan Bergama kabartmalar›, Picasso’nun Guernica’s›, Géricault’nun Medusa’n›n Sal› gibi yap›tlar›n hepsi egemenlerin bask›s›na
u¤rayarak ölen ya da ölmek üzere olan insanlar›n görünümünü çizerler.
Baflka deyiflle Weiss “resimleraras›l›k” denilebilecek bir örüntüden romanda ifllevsel biçimde yararlan›yor. Örne¤in, Bergama kabartmalar›ndaki tablo flöyle: “Dört bir yan›m›z tafl›n içinden kabaran insan bedenleriyle çevriliydi, baz›lar› öbek öbek birbirlerine sarmalanm›fl figürler, baz›lar› da varl›klar›n› ancak kolsuz, bacaks›z ve bafls›z bir gövdeyle, desteklenmifl bir kolla, çatlam›fl bir kalçayla, dökülen bir doku parças›yla belli
eden k›r›k kal›nt›lar… kufl pençeli eller, pörtlek al›nlardan f›rlayan boynuzlar, birbirlerine dolanm›fl, üstleri pul pul bacaklar” (s. 13) Üretim tarihi bak›m›ndan Bergama kabartmalar› ile aras›na binlerce y›ll›k zaman
dilimi girse de ayn› betimleme Guernica için de pekâlâ yap›labilir. Böylelikle egemenler ve ezilenler aras›ndaki mücadelenin yüzlerce y›ll›k tarihi
romanda sanat yap›tlar› arac›l›¤›yla yeniden ifllenirken ezilenlerin ezeli
direniflinin en “estetik” formuna sanatla ulafl›labilece¤i ima ediliyor.
Direnmenin Esteti¤i ’nde dünya tarihine damgas›n› vuran politikac›lar, edebiyatç›lar, ressamlar ve yap›tlar›na mercek tutan uzun pasajlar
var. Cervantes, Dante, Kafka, Mayakovski, Heine, Hölderlin, Thomas
Mann, Brecht, Eugene Sue, Van Gogh, Bruegel, Rimbaud, Rosa Luxemburg, Lenin, Troçki, Willy Brandt bunlar›n yaln›zca bir k›sm›. Weiss’›n
134
bütün bu isimlerv e temsil ettikleri ak›mlarla ilgili aç›l›mlar›n›n de¤erlendirmesi kapsaml› bir araflt›rman›n konusu olabilir. Yine de romanda bu
isimlerin bir k›sm›n›n daha ön planda yer ald›¤› kesin. Örne¤in roman›n
üçüncü cildinde Brecht’in ‹sveç’teki sürgün y›llar› uzun uzad›ya anlat›l›yor. Weiss’›n Stockholm’de Brecht ile tan›flt›¤›n› biliyoruz. Ne var ki
üçüncü ciltte aslan pay›n›n Brecht’e ayr›lmas›n›n nedeni iki yazar›n tan›fl›kl›klar›ndan çok Brecht’in ‹kinci Dünya Savafl› s›ras›nda yazd›¤› yap›tlar›n üretim sürecinde dü¤ümleniyor. Bu süreç, Brecht ve ço¤u ülkelerinden sürgün edildikleri için ‹sveç’te bulunan solcular›n ortak katk›lar›yla flekilleniyor. Dolay›s›yla romandaki Brecht episodu nitelikli yap›t›
do¤uran nitelikli ortak çal›flmad›r gibi bir formül dahilinde anlam kazan›yor. 20. yüzy›ldaki büyük toplumsal dönüflümlerin pefli s›ra toplumcu
gerçekçi, sosyalist gerçekçi gibi tan›mlar› kalkan edinerek yaz›lan ve pek
ço¤u yal›nkat indirgemeler üzerine infla edilmifl romanlar gelmiflti. Bu
romanlar edebiyat› mutlak kategorilerden örülü ideolojik bir perspektif
içerisinde yorumlayan kuramsal yönelimin temsilcileri eliyle “devrimci
edebiyat” kategorisine de sokuldular. (Lukacs gibi son derece sofistike
bir Marksist ayd›n›n bile James Joyce ya da soyut d›flavurumculuk hakk›ndaki düflünceleri bu yönelimin içeri¤iyle ilgili fikir verebilir.) Özellikle Sovyetler Birli¤i Stalinizmin iyiden iyiye hüküm sürmeye bafllad›¤›
otuzlu y›llardan bafllayarak bu yönelimin merkezi oldu. Stalin’in yazarlar
sendikas› toplant›lar›na bizzat kat›larak romanda ifllenmesi gereken temalar konusunda “ders verdi¤i” bir toplumun ba¤r›ndan ç›kan Sovyet
edebiyat› bu tür yap›tlarla doludur. Öte yandan sosyalist gerçekçi/toplumcu gerçekçi olarak tan›mlanmakla birlikte nitelikli yap›tlar üreten
edebiyatç›lar da vard›. Bunlar›n aras›nda Brecht’i ilk s›ralara koyabiliriz.
Direnmenin Esteti¤i ’nde sürgündeki göreli özerkli¤i ve çal›flmalar› s›ras›nda kendisine materyal deste¤i sunan, zihin aç›c› fikir al›flveriflleri içinde oldu¤u arkadafllar›yla Brecht ve yap›tlar›n› do¤uran süreç birer rol
modeli olarak sunulur. Brecht ile ilgili pasajlar nitelikli sanata birtak›m
ideallerin tafl›y›c›s› karikatürler olarak çizilen iflçilerin kutsanmas›yla de¤il, çok yönlü katk›larla beslenen ciddi bir kurgu çal›flmas›yla ulafl›labilece¤ini gösteriyor.
Weiss, politik ba¤l›l›klar› nedeniyle ülkelerinden sürülen karakterler üzerinden de romanda önemli aç›l›mlar yap›yor. Sürgün ma¤durlar›n›n politik mücadeleden güç koflullarda bile vazgeçmemeleri 1938 ve
1945 aras›nda kurulan faflizm/Nazizm karfl›t› hücrelerin kararl› ve fedakârca durufllar›n› simgeliyor. Ama bunun ötesinde ba¤lam›ndan soyutland›¤› anda bile sürgünde olma/aidiyetsizlik durumu Marksizm, anarflizm gibi ideolojilerin etnik, ulusal ya da dinsel aidiyetleri son kertede d›flar›da b›rakan evrensel kimlik tan›mlar›na dikkat çekiyor. Bütün bu ai135
diyet sorunlar› Marksizm içi polemiklerin onlarca y›ld›r gündemini oluflturdu¤u gibi dünyan›n güncel sorunlar›yla da hâlâ yak›ndan iliflkili. Weiss demokrasi, kültürel ve politik özerklik gibi de¤erlere yapt›klar› vurgular nedeniyle Ortodoks Marksist örgütlenmelerden sa¤ sapma, revizyonizm vb. haz›r yaftalarla d›fllanan Willi Münzenberg (1889-1940), Max
Hodann (1894-1946) gibi eylemcilere reva görülen yapt›r›mlar› da sorgulay›p, buradan hareketle Ortodoks Marksist anlat›yla hesaplaflmaya giriyor. Sovyetler Birli¤i’nde Marksizm resmi devlet ideolojisi haline getirildikten sonra içerdi¤i dönüflüm olanaklar› giderek d›fllanm›fl, özgürlükçü
yönleri budanm›flt›. Parti yetkililerince üretici güçler kavram›ndan anlafl›lan salt ekonomik üretime programlanm›fl insanlar olunca birlik ülkeleri süreç içerisinde bir makinenin motorundan ziyade difllisi olan topluluklar›n bir araya getirdi¤i sorunlu toplumsal formasyonlara evrildi. Bu
çerçevede politikac›lar ve sanatç›lar ancak partinin “ulvi” idealleriyle
uyuflan fleyler icra ettiklerinde kabul görmekteydiler. Aksi tutumda inat
edenler ise olsa olsa karfl› devrimci olabilirdi. (Nâz›m Hikmet’in ‹van ‹vanoviç Var m›yd› Yok muydu oyununun bafl›na gelenleri an›msayal›m.)
Marksizmin ilkelerinden çok totaliter bir devlet ayg›t›ndan kaynaklanan
bu çarp›k anlay›fl sonucunda Sovyetler Birli¤i’nde muhalif, yenilikçi kültür, bilim ve politika potansiyelleri köreltildi. Marksizmin Sovyetik versiyonu bir dogman›n yerini baflka bir dogman›n, otoriter Çarl›k rejiminin
yerini totaliter parti devletinin almas›yla bafllang›ç ideallerinden soyutland›. “Burjuva bilimleri” olduklar› gerekçesiyle psikanaliz ve sosyolojinin bile yasakland›¤› an›msan›rsa durumun ciddiyeti daha iyi anlafl›labilir. Bu iç karart›c› tablonun çevresinde dü¤ümlenen tart›flmalar hiç de¤ilse varl›¤›yla öteki co¤rafyalardaki Marksistler için önemli bir güç oluflturan Sovyetler Birli¤i’nden Avrupa’ya da tafl›nd› ve Sovyetler Birli¤i güdümündeki Komintern’e ba¤l› Avrupadaki sol partilerin yandafllar› aras›nda bu anlay›fla muhalif konumdaki Hodann ve Münzenberg gibi düflünürler görevlerinden uzaklaflt›r›l›p d›flland›lar. Weiss, Hodann ve Münzenberg’in öyküleri ile Marksist yap›lanmalar›n pek ço¤unun hâlâ yanaflmad›¤› tarihsel özelefltirinin gereklili¤ini, aciliyetini yank›l›yor. Bu aksakl›klar ‹kinci Dünya Savafl›’n›n ard›ndan altm›fll› y›llarda özellikle Althusser okulunun yapt›¤› kuramsal aç›l›mlar ve sorgulamalar›n öncülü¤ünde Avrupa’da enine boyuna tart›fl›ld›. Türkiye’de ise Marksist solun
egemen ak›mlar›n›n otoriter e¤ilimlerle yüzleflmektense hâlâ fundamentalizmi ye¤ledikleri söylenebilir.
Direnmenin Esteti¤i böyle üç befl sayfada anlat›lacak bir roman de¤il. Katmanlar›n›n çoklu¤u ve derinli¤i, iç içe geçmifl tarih anlat›lar›yla
modern bir epi¤i and›r›yor ve elefltirmenlerce Joyce’un Ulysses ’› ile karfl›laflt›r›l›yor. Kuflkusuz tarihsellik ve çok katmanl›l›k ölçüt al›nd›¤›nda
136
Joyce ile Weiss’›n yap›tlar› birbirlerine yak›n bulunabilir. Öte yandan
böyle bir karfl›laflt›rma yap›ld›¤›nda ölçüt al›nmas› gereken baflka ayr›nt›lar var: Joyce’un as›l ay›r›c› özelli¤i edebiyat dilini s›n›rlar›n›n sonuna kadar zorlamas›yd›. Onun için dil, anlam› aktarmakta kullan›lacak bir araç
de¤il anlam›n durmadan ço¤alarak içine gömüldü¤ü bir amaçt›. Direnmenin Esteti¤i ’ne bak›larak Weiss’›n buna yak›n bir dil felsefesine sahip
oldu¤undan söz etmek olanakl› de¤il. Weiss’›n romanc›l›¤›n›n ay›r›c›
özellikleri kurguyu köklü bir tarihsellik üzerine oturturken hemen her
karakteri, olguyu, mekân› – ki bunlar›n say›s› hayli fazla – tarihsel kesitleri biçimlendiren sorunsallara sanat dolay›m›yla eklemlemesi. Ayr›ca uygarl›k tarihinin bafllang›ç aflamalar›ndan bugüne dek güncelli¤ini yitirmemifl sanat ve siyaset sorunlar›n› kurgusal düzlemde bayat formüllere,
basit indirgemelere baflvurmadan belgesel netli¤inde bir anlat›mla tart›flmaya açmas› da kayda de¤er özellikleri. Çok katmanl›l›k roman›n o kadar belirleyici bir yönü ki Direnmenin Esteti¤i ’ni “bir solukta okumaya”
niyetlenmek do¤ru bafllang›ç noktas› de¤il. Tam tersine neredeyse her
pasaj okurdan ciddi düzeyde bir zihinsel emek istiyor.
***
Türk edebiyat›nda Vedat Türkali ideolojik duruflu ve romanda/romanla yapmak istedikleri aralar›ndaki benzerlikler bak›m›ndan Peter
Weiss’› an›msat›yor. Elbette bu, tamam›yla kuflbak›fl› bir gözlem; Türkali’nin romanc›l›¤›nda görsel sanatlar Direnmenin Esteti¤i ’ndeki kadar
büyük yer tutmuyor, Weiss’›n Türkali’ye göre çok daha genifl bir tarihsel
ba¤lamla ilgilendi¤i de kesin. Yine de iki yazar›n yap›tlar› aras›nda sol tarih anlat›s›n› sorunsallaflt›rmalar› ve edebi düzlemde kurgulamalar› aç›s›ndan kilit bir paralellik kurulabilir. Sonuç olarak seksenli y›llardan sonra Avrupa ve Türkiye’yi kuflatan neo-liberal, muhafazakâr dalga düflünüldü¤ünde Direnmenin Esteti¤i gibi romanlar›n de¤erleri daha iyi anlafl›l›yor. Bu tip tezli romanlar›n tezlerini haz›r reçetelerdense köklü sorgulamalar ve rasyonel tarih yorumlar›yla kuflat›lm›fl, estetik derinli¤in daima korundu¤u bir bak›fl aç›s›ndan sunduklar› takdirde amaçlad›klar› kitlede – e¤er gerçekten bir kitle amaçlan›yorsa – daha kal›c› izler b›rakacaklar› kesin. Gerek edebiyat tarihinde gerekse insanl›¤›n kolektif haf›zas›nda yer edinen, uzun vadeli toplumsal etkilere sahip yap›tlar›n estetikle ideolojiyi dengeyle harmanlayan yap›tlar oldu¤u da ortada.
Direnmenin Esteti¤i , Peter Weiss, Çevirenler: Ça¤lar Tanyeri - Turgay
Kurultay, Yap› Kredi Yay›nlar›, 820 sayfa, ‹stanbul, 2005.
137
OYUNCULU⁄UYLA HAYATI YANSITAN
MÜCAP OFLUO⁄LU
Besim Dalgݍ
Platon’dan bu yana “sanat hayat› yans›tan bir aynaya benzer görüflü” günümüzde de bir çok düflünce ak›m›n›n ortak paydas›. Üretim biçimlerinin de¤iflim evrelerinde bu kavram konusunda farkl› yaklafl›mlar
görülür. Örne¤in Platon’a göre sanat yap›tlar› bizi gerçeklikten uzaklaflt›r›r düflüncesine karfl›l›k, ö¤rencisi Aristotales, sanat›n bize gerçek hayat› aç›klad›¤›n› söyler. Ama her iki yaklafl›m da genelde idealist düflünceye dayan›r. Sanat›n etkisinin, toplumsal ar›nmay› (katharsis) sa¤layarak
ahlaki yararlar› ortaya ç›karabilece¤ini savunurlar. Yüzy›llar boyunca sanat yap›tlar›na bu düflünce hakimdi. 18. yy’dan sonra toplumsal yap›n›n
de¤iflimiyle sanat yap›tlar› hakk›ndaki idealist yaklafl›mlar›n›n yerini diyalektik materylist düflünce ak›mlar›n›n ald›¤› görülür. Viktor Hugo, Diderot, Hegel, K. Marx, Engels, Plehanov gibi düflünce adamlar› toplumsal çeliflkileri irdelerlerken, toplumlar› etkileyen sanat yap›tlar› hakk›nda
da yaklafl›mlar› oldu. Bu yaklafl›mlar sanat eserlerinin ideali de¤il gerçe¤i yans›tmas› yönüne do¤ruydu. Daha sonraki y›llarda Marxist düflünür
Gyögor Lukacs, geçekçilik, toplumsal gerçekçililik, estetik, Marxist estetik konusundaki yaklafl›mlar› yeni aç›l›mlar sa¤lam›flt›r. Berna Moran bütün bu konular› Edebiyat Kuramlar› ve Elefltiri (Cem Yay›nlar›, 1981, ‹letiflim Yay. 2007) adl› kitab›nda genifl anlamda ele alm›fl.
Sanat hayat› yans›t›r görüflü; tüm sanat dallar›n› kapsar. Ama özellikle yap›s› gere¤i taklit ve ezbere dayand›¤› için tiyatroda daha fazla hissedilir. ‹nsanl›¤›n klan tipi yaflay›fltan daha genifl topluluklara ulaflmalar›
için binlerce y›l geçmifl. Bu süreçte; din ve sanat gibi toplumu etkileyen
üst yap› kurumlar› da ortaya ç›km›fl. Çok tanr›l› dönemlerde, flarap ve bereket tanr›s› Dionysos için ba¤ bozumlar›nda yap›lan flenlikler veya Mezopotamya ve M›s›r’da rahiplerin dinsel gösterilerinden, tek tanr›l› dinlere kadar tap›nma ritüelleri tiyatro ve oyunculuk sanat›n›n ilk izleridir.
Antik Yunan tiyatrosu günümüzde bile etkisini yitirmeyen tragedyalar,
komedyalarla çok önemli eserler vermifltir. ‹lk büyük tiyatro yap›lar› da
bu dönemde ortaya ç›km›flt›r. Her ne kadar Roma imparatorlu¤u döneminde an›tsal tiyatro binalar›n›n yap›ld›¤›n› bilsek bile özgün tiyatro
oyunlar› aç›s›ndan çok fakirdir. Bu durum Roma ‹mparatorlu¤u’nun y›k›lmas›na kadar sürmüfltür.
Feodal dönemle birlikte Avrupa’da kiliselerin engizisyon bask›lar›na karfl›n tiyatronun geliflmesi engellenememifl, saraylarda ve halk ara138
s›nda vodvil, fars, satir gibi benzeri oyunlar giderek etkileme güçlerini art›rarak ve dönüflerek; Fransa’da Molière, ‹ngiltere’de Christopher Marlowe ve William Shakespeare, ‹talya’da Carlo Goldoni ve Rusya’da Anton
Çehov gibi yazarlar sanat eseri oldu¤u kuflku duyulmayacak tiyatro eserleriyle ça¤dafl dünya tiyatrosunu etkilemifllerdir. Bu arada k›rsal yörelerde taklide ve benzetmeye dayal› köy seyirlik oyunlar›, kentleflme ba¤l›
olarak yerlerini gezici halk tipi tiyatro oyunlar›na b›rakm›fllar. Bunu en
güzel örne¤i 14. ve 15. yy.’larda Commedia dell`Arte gruplar›n›n oyunlar›d›r.
Bat›’da tiyatroda bunlar olurken, Do¤u’da bu tip bir tiyatro gelene¤inin olufltu¤u pek söylenemez. Özellikle fiaman inanca sahip Türkler,
Araplar›n ‹slam dinini kabul etmeleriyle genelde fiamanizm’in oyun benzeri tap›nma biçimini b›rakm›fllar. Selçuklular’dan, Osmanl›lar’a kadar
geçen sürede; mimari, süsleme, hat, minyatür, müzik, fliir gibi alanlarda
benzersiz eserler vermelerine karfl›n tiyatro, resim, heykel gibi etkinliklerden ‹slam dininin fleriat kurallar›ndan dolay› uzak durmufllar. Her iki
imparatorluk yay›ld›¤› alandan dolay› içinde yaflayanlar sadece ‹slam dinine ba¤l› de¤illerdi. Özellikle Osmanl› imparatorlu¤unda yaflayan genifl
bir H›ristiyan toplum vard›. Osmanl›lar›n onlar›n yaflay›fl biçimlerine kar›flmad›klar› söylenir. Bir bak›ma do¤ru bir görüfl. Ancak Bat›’da Rönesans’la bafllayan resim, heykel ve tiyatro sanat›n›n etkisini yasak oldu¤u
için Müslümanlarda göremedi¤imiz gibi, dinen bir yasak olmamas›na
karfl›n H›ristiyanlarda da görmek olas› de¤il. Gerçekte ‹slam aç›s›ndan
fleriata dayal› Osmanl› toplum düzeni, kendi yaflay›fllar›nda serbest oldu¤u söylenen H›ristiyanlar aç›s›ndan sözde kald›¤› görülüyor. E¤er yüzlerce y›l süren imparatorlukta yaflayan H›ristiyanlar’›n içinden bat› tarz› resim, heykel, tiyatro ç›kabilmifl olabilseydi, Tanzimat döneminin yaratt›¤›
görece özgürlük ortam›nda haz›rl›ks›z yakalan›lmazd›.
Tanzimat dönemi (1839) Osmanl› toplumsal yaflay›fl›n›n bir dönüm
noktas›d›r. Bat›da gerçekleflen Frans›z burjuva devrim dalgas›n›n güçlü
etkisi karfl›s›nda bu dönüflüm kaç›n›lmazd›. Bir çok alanda görülen etki,
tiyatroda kendini göstermifltir. Tanzimat dönemi tiyatrosu Müslüman’lar
için yasak oldu¤undan öncelikle H›ristiyanlar aras›nda yay›lm›flt›r. Ça¤dafl Türk tiyatrosunda ilk önemli ad›m 1861’de Gedik Pafla tiyatrosunu
kuran Güllü Agop taraf›ndan at›lm›flt›r. Oyunlar›n sadece Türkçe oynanmas› kofluluyla on y›ll›k ayr›cal›¤a sahip olmufl ve ‹stanbul’un çeflitli
semtlerinde temsiller vermifltir. Bu temsilleri tüm ‹stanbullar izleyebilmifller. Naum tiyatrosu da ça¤dafl tiyatromuz aç›s›ndan çok önemlidir.
Naum tiyatrosu Beyo¤lu’nda, ‹stiklal caddesi ile Sahne soka¤›n›n kesiflti¤i köflede flimdinin Çiçek Pasaj›’n›n yerindeydi. Sahne soka¤› ad› oradan
geliyor. 1870’li y›llarda büyük yang›nda tamamen yanar. Yang›ndan sonra yerine yap›lan Çiçek Pasaj›, önceleri konut, çiçek pazar› ve Cumhuriyet döneminde ise günümüzde kullan›lan biçimine döner. ‹stiklal cadde139
si taraf›ndan girilen kap›n›n cephesini süsleyen heykeller Naum Tiyatrosu’ndan kalm›flt›r. O dönemde tiyatro oyunlar› daha çok çeviri ve uyarlamayd›. Oyuncular Ermeni a¤›rl›ktayd›. Müslüman kad›nlar›n sahneye
ç›kmalar› kesinlikle yasakt›. Bu yasa¤› delen ilk kad›n Afife Jale’dir.
Oyunculuk e¤itiminin sahne üzerinde usta ç›rak iliflkisi yöntemiyle
oluflturulmas›na son verilmesi, Osmanl›’n›n ilk konservatuar› say›labilecek Darülbedayi ile mümkün olmufltur. Darülbedayi 1914 y›l›nda ‹stanbul’un belediye baflkan› Cemil Topuzlu taraf›ndan kurulur ve 1934 y›l›nda fiehir Tiyatrosu ad›n› al›r. Bu tiyatroyu y›llarca Muhsin Ertu¤rul yönetir. Muhsin Ertu¤rul ça¤dafl tiyatromuzun kuruluflunun yap› tafl›d›r. Yüzlerce y›l geciken bu toplumsal etkinli¤i, oyuncular e¤iterek, izleyicilere
göstererek, özenli bir tiyatro yap›s› oluflturmufl. Onun koydu¤u kurallar›n günümüzde de geçerlili oldu¤unu hissedebiliriz.
***
Y›llar›n deneyimli madencisi Osman usta “Eh, paras› da fena de¤ilse, vazgeç madencilikten, tiyatrocu ol, sana daha çok yak›fl›r” (Aynada,
Tiyatro An›lar›, M. Ofluo¤lu, Mitos-Boyut Yay. 2006) der Mücap Ofluo¤lu’na. Tanr› Zeus’un kardefli yeralt› tanr›s› Hades yan›na gelenleri b›rakmaz bir daha yeryüzüne. Mücap Ofluo¤lu 1940’l› y›llarda madencilik staj› için yerin alt›na endifle dolu bir biçimde iner. Madenci mi, yoksa tiyatrocu mu olmak? Karars›zd›r. Gönlü tiyatrodan yanad›r. Belki bu dile¤inin bask›n olmas› nedeniyle Osman usta Hades’in kurallar›na karfl› gelir
ve Mücap Ofluo¤lu’nun yeryüzüne ç›kmas›n› sa¤lar. ‹yi de yapar.
Mücap Ofluo¤lu, tiyatro tutkusu nedeniyle devlet konsevatuar› s›navlar›na girer. Elemelerde beflincili¤e kalma baflar›s›n› gösterir. Ancak
bir kiflilik kontenjan oldu¤u için devlet tiyatrosuna giremez. Daha sonraki birkaç denememesinde de benzer sonuçlar al›r. Ama kontenjan sorununu bir türlü aflamaz. Onun için bir yol kal›r: ‹stanbul fiehir Tiyatrosuna figüran olarak girmek. Gündüzleri Sütlüce’de hayvan borsas›nda muhasebe memuru, izin ald›¤› veya bofl zamanlar›nda fiehir Tiyatrosu’nun
figüran› olarak provalara kat›l›p sahneye ç›kabilir. Muhsin Ertu¤rul fiehir Tiyatrolar› genel yönetmenidir. Tiyatro ile ilgili tüm bilgisini bu çat›
alt›nda ö¤renir. Bir çok oyuncu, yönetmen dostu olur. Mücap Ofluo¤lu
Bir Avuç Alk›fl ve Aynada (Mitos-Boyut) kitaplar›nda tiyatro an›lar›n› kapsayan bu dönemi anlat›yor. Fethi Naci bu kitaplar hakk›ndaki yaz›s›nda
“...Tatl› tatl› okunan, bu arada tiiyatromuzla ilgili bilgiler veren kitaplar
bunlar; en önemlisi, bir insan›n kendisine yontmadan da an›lar yazabilece¤ini göstermesi...” fleklinde de¤erlendirmifl.
Kadrosuz oyuncu oldu¤u için sahneye ç›kt›kça para alabildi¤i, ç›kmad›¤›nda hava ald›¤›, bohem bir dönem. Tiyatro arkadafllar› yan› s›ra
Metin Elo¤lu, Selahattin Hilav, Do¤an Nadi, Orhan Veli gibi adlar› bu ya140
z›n›n kapsam›n› aflacak bir çok yazar, flair, felsefeci, gazeteci ve ressam›n
yak›n dostu oldu¤u y›llar. Çiçek Pazar›nda Lambo meyhanesi bu dostluklar›n pekiflti¤i çeflitli an›lar›n yafland›¤› yer. Biri çok etkileyici: Mücap Ofluo¤lu sinemada seslendirme yap›yor. Seslendirmedeki yarat›c›l›¤›yla sineman›n bir çok oyuncusunu ünlendirmifl. Örne¤in, Öztürk Serengil
Mücap Ofluo¤lu’nun “temem, bilakis”, “yaflflee”leriyle çok bilinen bir
oyuncu olmufl. Y›l 1950. 14 Kas›m. Lambo’da arkadafllar› Orhan Veli,
Metin Elo¤lu, Selahattin Hilav ve baflka birkaç arkadafl›yla bulufluyor.
Mücap Ofluo¤lu anlat›yor. “O gece benim do¤um günümü kutlayaca¤›z.
Orhan ‘Bizi nereye götüreceksin’ diye soruyor. Benim o gün seslendirmem var. Para alaca¤›m. Akflam onlar› La Bohem’e götürmeye söz veriyorum. Onlar beni Lambo’da bekleyecekler. Seslendirme s›ras›nda stüdyoya Ferudun Çölgeçen geldi. Onun seslendirme yapmad›¤›n› biliyorum.
Neden geldi acaba düflünürken, Ferudun ‘Biliyor musunuz Orhan Veli
ölmüfl’ dedi. ‹nanamad›m, ama haber ne yaz›k ki do¤ruydu. Benim do¤um günüm onun ölüm günü olmufltu.” Bu an›y› her hat›rlad›kça Mücap
Ofluo¤lu’nun gözlerinin yaflla doldu¤u izlenir.
Oyunculuk ifli yap›s› gere¤i tan›nmay›, ünlü olmay› gerektirir. Günümüzde artan konservatuarlar nedeniyle bir çok genç yetenekli oyuncuyu izliyoruz. Ne yaz›k ki bu oyuncular›n ço¤u dizilerde ifl bulabiliyorlar.
Televizyon dizi oyunculu¤u kolayca ünlenmenin en k›sa yolu. Fakat bu
diziler ço¤unlukla reklam pastas›ndan yararlanmak u¤runa olabildi¤ince
popülizme aç›k. Çabuk tüketilen bir yap›dalar. Çabuk ünlenen oyuncular›n, ço¤u zaman bu durumu içlerine sindirmekte zorland›klar› hissediliyor. Sinema’da ise dizilerden kazand›klar› kötü oyunculuk al›flkanl›klar›ndan bir türlü kurtulam›yorlar. Ayn› durum dizi yönetmenlerinin de
sorunu. Sinemay› dizi filmler gibi alg›l›yorlar. Ne yaz›k ki dizi seyircileri
de bunlar› sinema filmi san›yor.
Mücap Ofluo¤lu, bütün hayat› boyuncu oyunculu¤a çok emek vermifl, fliirler yazm›fl, oyun yönetmifl, tiyatro kurmufl, sinema oyuncusu olmufl. Tüm bunlar›n alt›ndan yüzünün ak›yla kalkm›fl. Ünlenmifl. “Cyrano De Bergerac” rolüyle hâlâ haf›zalardan silinmeyen izler b›rakm›fl çok
yönlü bir sanatç›. Oyunculuk onun için bir ifl. Oyunculuk d›fl›nda hayat›nda kendisi olabilen nadir kiflilerden biri. Ne yaz›k ki onu sahnede seyredemiyoruz art›k ve gene ne yaz›k ki sinematek olmad›¤› için oynad›¤›
filmlerde de genç nesillerin onu izlemesi olas› de¤il. Ama o yaflad›klar› ve
yaflayacaklar›yla geçmiflten günümüze bir köprü.
14 Kas›m Mücap Ofluo¤lu’nun do¤um günü. O ve dostlar› bir zamanlar Naum tiyatrosunun bulundu¤u yerde bulunan Çiçek Pasaj›’nda
her cuma günü ö¤le saatlerinde bulufluyorlar. O gün tüm dostlar›yla birlikte do¤um gününü kutlay›p, Orhan Veli’yi anaca¤›z. Bütün güzel de¤erlerinle çok yafla Mücap Ofluo¤lu…
141
TAR‹HTE B‹R GÜN X
Aliflan Çapan
Befl peynirli, befl k›ymal› po¤aça istiyorum pastac›dan, gözüm kald›r›m›n kenar›nda bekleyen arabada. Kocaman kesek⤛d›yla arabaya süzüldü¤ümde babam b›y›k alt›ndan gülümsüyor, istikametimiz Maslak.
Edebiyat Fakültesi, AKM, Bo¤aziçi Üniversitesi derken teftifl s›ras› babam›n bir baflka iflyerine Adam Yay›nlar›na gelmifl. Seksenlerin bafl›nda henüz Maslak’ta pek bir yap›laflma yok. Bugünkü gökdelenlerin, benzin istasyonlar›n›n yerinde yol boyunca fidanl›klar yer al›yor. Maslak’a gelindi¤inde ise bir Noramin ‹fl Merkezi var bir de yay›nevinin bulundu¤u Paflabahçe binas›. Yolun öbür taraf›nda ise arada bir hava güzel oldu¤unda
bahçesinde oturup patates k›zartmas› yiyip bira içti¤imiz atl› spor kulübü. Binan›n arka çapraz›nda ise bir türlü bitmeyen inflaat›yla efsaneleflmifl yeni sanayii sitesi çürük bir az› difli gibi uzan›yor.
Yaklafl›k iki yaz boyunca neredeyse sürekli gitti¤im Adam Yay›nlar›
binan›n üçüncü kat›nda, dördüncü kattaysa ansiklopediler ve kütüphane
var. Boktan bir dönemden geçiyoruz ço¤u zaman oldu¤u gibi. Yay›nevinin her tarihi dönemeçte en a¤›r tokatlar› yeme¤e al›flm›fl e¤itimli beyinleri bu sefer 12 Eylül’ün flokunu atlatmaya çal›fl›yorlar,
Bir tuhaf nuhun gemisi yay›nevi. Alt kat nispeten daha sakin. Memet Fuat’la babam›n odalar› yan yana. Bu odalara zaman içinde genç kuflaktan Hür, Ali Asker, Turgay ve Semih gelecekler. Giriflte solda iç içe
geçmifl iki odan›n arkas›nda patron Nazar var. Arada yay›nevinin koridorlar›nda Can Yücel’in muzip sesi yükseliyor “Boncuk! ne oldu bizim
telif paralar›, elini çabuk tut iflçilere yard›m edece¤im.” O zamanlar ‹stanbul Modern yok ama duvarlar Cihat Buraklardan, Burhan Uygurlardan geçilmiyor. Benim favorimse asansörün karfl›s›nda duran Ara Güler’in karpuz yiyen çocuklar foto¤raf›. Foto¤raf siyah beyaz ama, çay oca¤›ndan tepsiyi yüklenip foto¤raf›n önünden her geçiflimde karpuzdan bir
›s›r›k almak geçiyor içimden.
Yurt ve Ünlüler ansiklopedilerinin haz›rland›¤› üst kat ise genç ve
kalabal›k nüfüsuyla daha farkl›. Fazla tan›mad›¤›m bir kuflaktan, Türkiye’nin dört bir yan›ndan gelen insanlar›n aras›nda buluyorum kendimi
bir anda. En yak›n arkadafl›msa kütüphane sorumlusu Uygur Erol. ‹lk görüflte kan›m›z ›s›n›yor birbirimize. Uygur abi Adanal›. Bir Adanal›n›n ülser a¤r›lar›ndan k›vransa bile ac›l› çi¤ köfte yemekten vazgeçmeyece¤ini,
142
rak›n›n yan›nda flalgam suyu da içilebilece¤ini, allahl› kitapl› küfürleri,
Y›lmaz Güney’in bilumum vukuatlar›n› hep ondan ö¤reniyorum. Uygur
abi bir taraftan çal›fl›p bir taraftan benle bafla ç›kamayaca¤›n› hemen anlay›p beni süreli yay›nlar sorumlusu ilan ediyor. ‹flim kütüphanede yer
alan bütün dergilerin envanterini ç›karmak. Yeni görevimden son derece memnunum. Boyumun yetiflmedi¤i noktalara raflara basarak ulafl›p
tozlu dergileri büyük bir flevkle indirip sayfalar› kar›flt›rmaya bafll›yorum.
Pencerenin önündeki büyük toplant› masas›nda ‹brahim Alt›nsay bugün
hâlâ ne oldu¤unu anlayamad›¤›m bir faaliyet içinde. K›sa zamanda Uygur abiyi cüzi bir miktar karfl›l›¤›nda Befliktafl’a transfer ediyoruz. Babam, Uygur Abi, ‹brahim abi ve ben kapal›daki yerimizi al›yoruz. ‹nönü
o zamanlar büyük ölçüde bir kum havuzu. A tak›m kadrosu topu topu onbefl kifliyi geçmiyor, Militunoviç’li kadro son üç haftada flampiyonlu¤u
Galatasaray’a hediye ediyor, ama ne gam bafl›m›zda Süleyman Seba var o
bize yetiyor.
Mürettebat›m›z tam bir âlem, kütüphanenin kurucu baflkan› Ender
abi “dünyan›n bütün feministleri birlefliniz, kocalar›n›zdan baflka kaybedecek bir fleyiniz yoktur!” diye bir nara atarak elindeki k⤛ttan ve koli
band›ndan yap›lm›fl topu kütüphanenin en üst raf›na ilifltirdi¤imiz çöp
kovas›na sall›yor. Deliksiz giriyor top potaya, yan›ndaki k⤛da bir çentik
atarken Ender abi göz k›rp›yor bana: “çok da abartmamak laz›m o¤lum
alt›m›z patronun odas›.” Tam o s›rada kap› aç›l›yor ve içeri Muzaffer abi
giriyor. ‹nce uzun boylu, ince b›y›kl›, genelde ince fleritli kadife pantolonlar giyen, miyop gözlüklerinin arkas›na bir türlü saklayamad›¤› zeki
bak›fllar›yla sözünü kimseden esirgemeyen Muzaffer abi giriflte muzaffer
bir edayla durup, “yine mi haytal›k peflindesiniz kütüphane kadrosu?”
diye f›rças›n› kay›yor. Y›llar sonra ya¤murlu bir k›fl günü Çapa’n›n bahçesinde Tar›k’tan müjdeli bir haber beklerken elime bir yüz mark s›k›flt›r›yor, itiraz edecek oluyorum, “al o¤lum laz›m olur tek bafl›na kofluflturuyorsun buralarda” diyor. Daha sonra o hastaland›¤›nda kalk›p yan›na
gidemiyorum, yüre¤im el vermiyor. Muzaffer abiyi sollay›p kuca¤›nda
boyundan büyük ciltlerle kap›dan giren Sumru olmal›. Kim bilir içinden
hangi flark›lar› söylüyor. Duvar dibinden sessizce uzaklaflansa Tar›k sanki. ‹ki gün içinde Tu- Fu maddesini bitirmek zorunda. Onun akl›ysa geceleri yapt›¤› Li Po resminde kalm›fl. Emekli assubay Recep Bey, Tar›k’›n sessizce duvar dibinden uzaklaflmas›n› seyrediyor. Ne de olsa ifli
bu. 12 Eylül’ün hayat›m›za arma¤an› müessese müdürümüz ince koyu
yeflil gözlükleriyle dikkat çekiyor. Muhittin abilerin odas›ndaki telefon
sürekli çald›¤› için bir papirüse ba¤lanmak suretiyle susturulmufl. Art›k
telefon çalm›yor, papirüs sallan›yor. Y›llar sonra Barcelona’n›n serin selvili avlular›ndan birinde oturup eski günleri yad etti¤imiz Muhittin abi143
nin de Troçkist oldu¤unu bilmiyorum o zamanlar. Celil abi f›rsat buldukça satranç odas›na kaç›yor. Ben acaba hangi aç›l›fl› düflünüyor arpac›
kumrusu gibi derken, o y›llar sonra yazaca¤› polisiye romanlar›n kuluçkas›na yatm›fl belki kendisinin bile haberi yok.
Bir süre sonra Uygur abinin kar›s› Filiz abla da aram›za kat›l›yor. Art›k çaylar› da¤›tmaya santralden bafll›yorum. Uygur abinin aras›ra yay›nevine u¤rayan Vedat Günyol’la ayr› bir muhabbeti var. Bir gün “hocam baba olaca¤›m, çocu¤un ad›n› ne koyay›m?” diye sordu¤unda Vedat amca
“erkek olursa Aliflan koy, k›z olursa Diyar” diyor. Dokuz ay sonra aram›za Diyar da kat›l›yor. Uygur abiyle muhabbetimiz giderek koyulafl›yor.
Kardefli Savafl’›n Metin Türel taraf›ndan milli tak›ma ça¤r›lmas›, ama
sonra flanss›zl›klardan ötürü arkas›n› getirememesi. Adanaspor ile Adana
Demirspor’un bir türlü bar›flamams›. Ama beni en çok etkileyen hikâye
Gültepe’deki evlerinde kar›s›ndan habersiz abisini saklamas›. Abisi gittikten sonra Filiz abla usulca soruyor Uygur abiye: “abindi de¤il mi?” Bu
sefer usulca soru sorma s›ras› Uygur abide: “nereden anlad›n?” “Ellerinden, öyle küçükler ki t›pk› seninkiler gibi.”
D›flarda Dalan Tarlabafl›’n› yerle bir ediyor. Ruhi Su izin verilmedi¤i için tedavisine yurtd›fl›nda devam edemeyip ölüyor. Uçurtmay› vurmas›nlar deniyor ama gökyüzünde ürkek de olsa uçurtma filan yok. Ayd›nlar bir dilekçe için toplu halde adliyelere tafl›n›yor. Derken günlerden bir
gün koltu¤unun alt›nda Türkçenin en güzel romanlar›ndan biriyle bir
cemre gibi gencecik bir k›z düflüyor yay›nevine. Sevgili Ars›z Ölüm kesmiyor Latife’yi, bir mucize daha gösterip Berci Kristin Çöp Masallar›’n›
yaz›yor. Gültepe, Çeliktepe, çöp yolllar›, Uygur abi gibilerin s›k›nt›lar›,
hayat›m›za te¤et geçen, anlat›lamayan ne varsa onun sesi oluveriyor Latife, hem de efline benzerine daha önce hiç rastlanmam›fl bir biçimde.
Neredeyse yirmibefl y›l olmufl, gecenin bir yar›s› Latife’nin yeni kitab›n› kenara koyup bilgisayara yöneliyorum. Beyaz ekran›nda bir isim.
Diyar Erol. Not düflüyorum ekrana, Diyar e¤er Uygur abiyle Filiz ablan›n
k›z›ysan telefonumu kendilerine iletebilir misin, görüflmek isterim, diye.
Ertesi gün telefon çal›yor. “Dünyan›n bir oturuflta en fazla k›ymal› po¤aça yiyebilen adam›yla m› konufluyorum?” diyor karfl›daki ses. “Uygur abicim nerelerdesin yahu?” diyorum a¤z›m kulaklar›mda. “Halkal›’day›m
o¤lum diyor, ikinci bölgede.” “fialgam suyunu haz›rla geliyorum abi yan›na” diyorum.
Akl›ma abisi için duydu¤u endifleyi kar›s›yla paylaflmaktan bile mahrum edilmifl insanlar üflüflüyor tan›d›k tan›mad›k. Sesi iyi geliyor Uygur
abinin. Y›llar nas›l bir iz b›rakt› acaba yüzünde. O simsiyah saçlar› beyazlad› m›, ülseri büsbütün azd› m›? Anlayam›yor ki insan telefonda.
144

Benzer belgeler