Koltu¤unuz kaç flekerl‹ olsun?

Transkript

Koltu¤unuz kaç flekerl‹ olsun?
KIfi 2012 • SAYI 27
B‹ZB‹ZE, BOYDAK HOLD‹NG YAYINIDIR. ÜÇ AYDA B‹R YAYINLANIR.
mob‹lya st‹l‹M‹Z
dünya evler‹nde...
SAYI 27
KIfi 2012
Koltu¤unuz
kaç flekerl‹ olsun?
TASARIMIMIZI MISIR DA ALIYOR, FRANSA DA…
Geride bıraktığımız 2011, bölgemizde yașanan zorluklara rağmen hedeflerimize ulaștığımız bir yıldı. Dünyanın en çok büyüyen ekonomilerinde Çin’i takip eden Türkiye, uzun yıllardır örnek aldığı ülkelere
örnek oldu.
2011 aynı zamanda ülkemizin en önemli sorunlarından biri olarak
değerlendirilen cari açığa pozitif katkıda bulunan Türk mobilya sektörü için de iyi bir yıldı. Mobilyanın ülkemizde kısa bir geçmiși var
ama sektörümüz uluslararası standartlardaki kalitesi ve tasarımlarıyla
ilgi gören ürünlere imza attı ve atmaya da devam ediyor. Mobilyamızın Mısır’da da Fransa’da da talep görmesinin nedenini, fonksiyonelliği ve estetiği bulușturmasında aramak gerekir. Küçük evler, artan nüfus, kalabalık aile yapısı, yatılı konuklar gibi Türkiye’deki ev gerçeğinden doğan, çekilince yatak olan, kapağı kaldırılınca sandık olan tasarımlar sektörümüzün tarzı oldu. Her ihtiyaca göre, her bütçeye göre
tasarım yapan mobilya sektörümüzdeki bu canlılık, İstanbul Mobilya
Fuarı’na gelen yabancı konukları da etkiledi. İMOB’u, hemen öncesinde düzenlenen Köln Mobilya Fuarı’yla karșılaștıran yabancı konuklar,
çeșitliliği çok heyecan verici buldular.
Biliyoruz ki sektörün bu yetkinliğinde Boydak Holding’in katkısı çok
büyük. Biz, bildiğiniz gibi geleneksel değil evrensel tarzı benimsedik.
Çünkü satabilmenin sihirli formülü, tasarımdır. Sadece ihtiyaçlara yönelik bir anlayıșla tasarım yapıyorsanız, dünya pazarlarında yer edinmeniz mümkün değildir. Boydak Holding mobilya grubu, geçtiğimiz
yıl 150 milyon dolarlık ihracat yaptı. Dünyanın 100’ü așkın ülkesine
ürün satıyoruz. Artık birçok yerde mağazalarımız da var. Türkiye’de
tasarlanan, burada beğenilip satıșa dönüșen bir ürün, aynı șekilde
Fransa, Almanya ya da Ortadoğu’daki kentlerde de rağbet görüyor.
Yani bu ülkeler arasında bir ortak paydayı yakalıyoruz. Artık mobilyada vizyonumuz, dünya ligi.
Vizyonumuza ulașmak için bașarımızı artan bir çizgiyle sürmeliyiz. Bu
bașarının ortağı olan siz değerli bayilerimizin de, yenilikçi bir yaklașımla bayrağı tașımaya devam etmesi gerekiyor. Bugüne kadarki katkınız
ve bundan sonraki çabalarınız için teșekkür ederiz.
2012 yılında da geçmiște olduğu gibi kurumsal değerlerimizi șeffaf,
değer olușturan, yenilikçi, katılımcı bir anlayıșla uygulayarak hedeflerimize ulașacağız.
Saygılarımla,
Bekir Boydak
B‹zb‹ze 3
6 ı dünya ve b‹z
İMOB nasıl dünya üçüncüsü oldu?
20 ı ROTAMIZ
Medreseler șehri: Sivas
23 ı Bay‹ler
26 ı KAMERA ARKASI
Bellona’nın kahve kokulu ‘Sam’ yeli
27 ı RENkler
Osman Müftüoğlu: “Yatak uykuda bedenimizle konușur”
Leman Sam: “Ölüm bütün insanları eșitler,
hayatın son sözü budur, insanlar ona göre yașamalı”
34 ı TASARIM
Önder Küçükerman: “Mobilya hayatımıza
Dolmabahçe Sarayı’yla girdi”
38 ı ‹LET‹fi‹M
‹ç‹ndek‹ler
‹Ç‹NDEK‹LER
‹mtiyaz Sahibi
Boydak Holding ad›na
Bekir Boydak
Yaz› ‹flleri Müdürü
Murtaza Durmufl
Editör
Belgin Demirer
Kreatif Direktör
Metin Özkan
Görsel Yönetmen
Ahmet Akgül
Yay›n Kurulu
Bilal Uyan›k
Halit Bayhan
Aygün Baflok
Muzaffer Çetinkaya
Hasan Ünal
Ar›n Saydam
Ülkü Karaosmano¤lu
Ayflin Kaymaz
BU GURUR HEP‹M‹Z‹N
Reklam
Ebru Çal›flkan
[email protected]
Yap›mc›
Kesiflim Yay›nc›l›k ve Tasar›m
Hizmetleri A.fi.
Kasap Sokak, Hilmi Hak Han, 22/6
34394 Esentepe-fiiflli/‹stanbul
Tel: (0212) 337 51 99
Faks: (0212) 288 62 36
www.kesisim.com.tr
Yönetim Yeri
Boydak Center, O.S.B. 6. Cad.
No: 35 Kayseri
e-posta: [email protected]
[email protected]
Ada Ofset
Tel: (0212) 567 12 42
Ayșegül Molu: “Bir kișiyi kazanmayı asla küçümsemeyin,
hele o bir kadınsa...”
Yay›n Türü Yerel Süreli Yay›n
41 ı ARTI 1
Sun Tzu... 2 bin 500 yıl öncesinden bugüne dersler
44 ı GÜNDEM
6
Cemalnur Sargut: “Dünya bir Karagöz perdesi
çok suret var ama ses tek kișinin”
48 ı SA⁄LIK
Bir acayip hastalık: Huzursuz bacak sendromu!
50 ı SPOR
Dünyanın en heyecanlı sporu: Heliski
52 ı küçük evren
Doğanın hamarat așçıları
54 ı lezzet dura¤›
56 ı B‹ZDEN HABERLER
41
34
Gurur ve mutluluk verecek haberlerle karșınızdayız.
Sözlerimize, dergimizden bir alıntıyla bașlayalım. Hatırlarsınız, Türkiye’de endüstri tasarımının isim babası ve
kurucusu Prof. Dr. Önder Küçükerman, bir önceki sayımızda bir tasarımcı gözüyle Boydak Holding’i değerlendirdi.
Bu sayımızda da Türk mobilya sektörünün gelișimini anlatan sayın Küçükerman bakın ne diyor: “Dolmabahçe Sarayı
Batılı bir yașam tarzını getirince mobilya kelimesi de hayatımıza girmiș oldu. 150 yıl önce mobilya yoktu. Ama
bugün Türkiye’de tasarım sorununu en iyi çözmüș sektörlerden birisi mobilyadır.”
Sadece 150 yıl! Oysa sektörümüz bu 150 yılda ne adımlar attı! Ülke ekonomisinin üzerinde bir oranla büyüyoruz.
İthalatının çok üzerindeki ihracat rakamlarıyla çalıșıyoruz.
Olușturduğumuz yüksek istihdamla, yüz binlerce insana iș, aș sağlıyoruz.
Bu liste böylece uzayıp gidiyor. Ama amacımız sektörümüzün artılarını sıralamaktan ziyade, dünya mobilya
sektöründe giderek güç kazanmasının, mobilya stilimizin beğeniyle izlenmesinin verdiği gururu sizlerle paylașmak.
En yakın tarihli örneği birazdan sayfalarımızdan okuyacaksınız. İMOB’un bașarısını, bu bașarıyı getiren çaba ve azmi,
Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’ın ağzından sizlere aktaracağız.
Pek çoğunuz dünya mobilya sektörünün kalbinin attığı İMOB’u ziyaret için İstanbul’a gelememiș olabilirsiniz. Ancak
dergi ekibimiz ilgili haberimizde sizleri fuarın stantlarında dolaștıracak, markalarımızın birbirinden șık ve ilgiyle dolup
tașan stantlarıyla ilgili bilgi aktaracak, mobilya üreticilerimizin, İMOB’un Milano Fuarı ardından dünyanın ikinci fuarı
olması için Köln’den çekilerek güçlerini İstanbul’a yönelttikleri bilginiz dâhilinde. Biz size, bu dayanıșmanın sonuçlarını
anlatacağız. Göreceksiniz ki İMOB salonları mobilya profesyonelleri ve tüketiciler kadar, yabancı ziyaretçilerle de
dolup taștı. Yabancı ziyaretçilerin beğenisini kazanan fuar, mobilyamızın dünyadaki saygınlığını da perçinledi.
Sizlere izlenim aktaracağımız bir bașka nokta ise medreseler șehrimiz Sivas. Șehrin tarihi eserlerinde zaman tüneline
gireceğimiz bu gezimizde Sivas bayilerimizi de ziyaret edeceğiz.
Her sayımızda olduğu gibi artık bin bir incelik gerektiren pazarlama stratejilerinden örnekler vereceğiz.
Haberlerimizden birisinin kahramanı, günümüzden 2 bin 500 yıl önce yașamıș Çinli komutan Sun Tzu olacak. Onun
tarih boyu siyasetçilere ve askerlere yol gösteren “Savaș Sanatı” adlı kitabından ipuçları derledik. Reklamcılar
Derneği Bașkanı ve aynı zamanda akademisyen Ayșegül Molu ise siz değerli bayilerimiz için güncel pazarlama
yöntemlerini anlattı.
Șeb-i Arus’u ve bilge Mevlana’yı anmadan geçmedik. Tasavvuf ve Mevlana hakkındaki engin bilgisiyle tanıdığımız
Cemalnur Sargut’tan yüce Mevlana’yı dinledik.
Bu sayımızdaki iki saygın konuğumuzu, Bellona’nın 2012 lansman çekimleri bir araya getirdi. Değerli sanatçı Leman
Sam ve Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ile yaptığımız söyleșileri beğeniyle okuyacağınıza eminiz.
Geleceğin, dünden daha güzel olacağına olan inancımızla, 2012 yılının hepimize sağlık, neșe, bereket ve huzur
getirmesini; keyifli bir yıl geçirmenizi temenni ederiz. Bir sonraki sayımızda dolu dolu bir dergiyle yeniden bulușmak
üzere, sağlıcakla kalın.
Saygılarımla
Murtaza Durmuș/Yazı İșleri Müdürü
4 B‹zb‹ze
B‹zb‹ze 5
dünya ve b‹z
‹MOB 2012, 173 ülkede 5 k›tada yo¤un talep gören 'Türk mobilyas›'n› yerli
ve yabanc› ziyaretçilerle buluflturdu. ‹talya-Milano, Almanya-Köln’den
sonra dünyan›n üçüncü büyük mobilya fuar› haline gelen ‹MOB’a kat›l›m›,
sert hava koflullar› bile engelleyemedi. ‹MOB’un bu gücünde imzalar›
bulunan Boydak Holding yöneticileri çok mutluydu
‹MOB NASIL
DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜ OLDU?
KÖLN’DEN ‹STANBUL’A BOYDAK ‹MZASI
İtalya’nın mobilya ihracatında bir kilodan 10-20 dolar, Türk firmalarının ise
yaklașık 4 dolar kazandığını biliyor muydunuz? Bu paylașımı değiștirmenin,
dünyanın aranan markaları arasında yer almaktan geçtiğini bilen mobilya
firmalarımız, güçlerini İstanbul Mobilya Fuarı’nda (İMOB) birleștirdi. Artık
dünyanın üçüncü büyük mobilya fuarı olan İMOB’un salonları, beș gün
boyunca mobilya profesyonelleri, bayiler, tüketiciler, ‘Türk mobilya stili’
örneklerini heyecanla inceleyen yabancı konuklarla doldu taștı.
Peki henüz sekizincisi düzenlenen İMOB, nasıl olmuștu da böyle
güçlenmiști? Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’tan
dinlediğimiz azim ve mücadele öyküsü, bu sorumuza cevap verecek.
“KÖLN’DE BAYRAĞIMIZI GÖNDERE ÇEKTİK”
“1987 yılından 1994’e kadar Almanya’nın Köln kentinde düzenlenen,
dünyanın en büyük fuarına katılımcı olarak gittik. İlk iki yıl müracaat
etmedik ama ondan sonraki beș yıl boyunca müracaat ettik. Çünkü fuarda
dalgalanan 56 ülkenin bayrağı arasında bizim bayrağımız yoktu. Hiç Türk
firması da yoktu. Katılmak istediğimizde bize ‘Türkiye’den firma kabul
edemiyoruz’ dediler. Azimli çalıșmalarımız, beșinci yılda sonucunu gösterdi.
Fuardaki ilk yılımızda küçük bir alan verilmiști. Ama olsun, bayrağımızı
göndere çektirdiğimiz için öyle mutlu olduk ki; dünyalar bizim olmuștu. Sık
sık dıșarıya çıkıp bayrağımıza bakıyordum. O dönemde Bonn Büyükelçisi
olan Onur Öymen, fuara katıldığımızı duymuș, heyecanla gelip standımızı
gördü, sarıldı, gözlerimizden öptü, ‘Fuarda ilk defa bir firmamızı
6 B‹zb‹ze
görüyorum. Yarın sizin onurunuza
Türkiye Büyükelçiliği’nde bir
resepsiyon vereceğim’ dedi. Çok
mutlu olmuștuk.”
ISRAR SIRASI KÖLN’DE
Sonraki yıllar fuara bașka firmalarımız
da katılmaya bașlarken, Boydak standı
da giderek genișledi. 100, 300, 500
derken, beș yıl önce Boydak ürünleri
3 bin metrekarelik bir alanda
sergilendi. Ancak bu, Boydak
markalarının Köln Mobilya Fuarı’nda
son görülüșü oldu. Dört yıl önce,
fuara katılmayacaklarını bildirdiler.
Bu kez ısrar sırası fuar
yetkililerindeydi. Boydak Holding
markalarının fuarda yer alması için
çaba gösterdiler, “İstediğiniz yerde,
istediğiniz kadar alanı verebiliriz,”
dediler. Boydak’tan aldıkları yanıt ise,
“Yerimiz çok iyi, hiçbir sıkıntımız da
yok ama biz artık buraya değil
İstanbul’daki fuara katılacağız. Çünkü
İMOB’u geliștirmek istiyoruz” oldu.
Alman yetkililer, bu adımın bir
bașlangıç olușturacağını öngörmüș
olsalar gerek. Nitekim Boydak’ı,
yaklașık 40 firma daha izledi.
16-22 Ocak tarihlerinde düzenlenen
Köln Fuarı’nın birçok salonu boș
kalırken, mobilya șirketlerimizin
güçlerini seferber ettiği İstanbul
Mobilya Fuarı (İMOB), bu yıl İstanbul
Fuar Merkezi / CNR Expo’nun 11 dev
salonuna yayıldı. 31 Ocak - 4 Șubat
2012 tarihleri arasında sekizinci kez
kapılarını açan fuarda kullanılan salon
sayısı sekizden 11’e çıkmasına rağmen
mekân yetersiz kaldı. Yaklașık 300
firma fuara katıldı. Ancak neredeyse
bu sayıya yakın firma, yer darlığı
nedeniyle ürünlerini sergileyemedi.
İLGİ ÇOK, ALAN DAR
Mobilyanın, en çok istihdam sağlayan
ve yüzde 90 yerli malzemenin
kullanıldığı önemli bir sektör
olduğunu hatırlatan Hacı Boydak, bir
isteğini aktarıyor. Dört yıldır İMOB’u
geliștirilmek için çalıștıklarını söyleyen
Hacı Boydak, daha geniș bir fuar
alanının bu gelișimin önünü açağını
ifade etti.
Fuar süresince İstanbul’u örten kar,
katılımı engelleyemedi.
İMOB, 31 Ocak salı günü İstanbul
Valisi Hüseyin Avni Mutlu tarafından
törenle açıldı. MOSDER Bașkanı
Ramazan Davulcuoğlu, 2011'de 1.7
milyar dolar olan ihracatta 2012’de
2 milyar doları așmayı hedeflediklerini
belirterek, iddialarını ortaya koydu:
"9 milyar dolarlık iç pazar hacmine
ulaștık. İhracatta diğer ülkeler bizim
kadar hızlı büyümüyor. Mobilya
ihracatı sıralamasında 21’inci sıradayız.
Beș yıl içerisinde ihracatta ilk 10 ülke
arasına gireceğimizi düșünüyoruz.”
B‹zb‹ze 7
dünya ve b‹z
Mobilyam›z› ‹stanbul’da dünyayla buluflturan ve dünyan›n en büyük üçüncü mobilya
fuar› olan ‹MOB; ITE Group Plc. Türkiye Ofisi, E Uluslararas› Fuarc›l›k taraf›ndan
Türkiye Mobilya Sanayicileri Derne¤i (MOSDER) iflbirli¤iyle düzenlendi. Kötü hava
koflullar› bile fuara kat›l›m› engelleyemedi.
Türkiye İhracatçılar Meclisi Bașkanı
Mehmet Büyükekși de, İtalya’nın
mobilya ihracatında bir kilodan 10-20
dolar, Türk firmalarının ise yaklașık 4
dolar elde ettiğini hatırlattı ve “Bu
konuda tasarım ve Ar-Ge
çalıșmalarını artırarak katma değere
sahip marka ürünlere geçmeliyiz. Șu
anda 173 ülkeye mobilya ihracatı
yapıyoruz. 1.7 milyar dolara yakın
ihracımız ve yurtiçi üretimimizle 500
bin kișiye iș imkânı sağlıyoruz.
Yurtdıșında Türkler’in 2 bin mağazası
var ve bu sayıyı daha da artırmalıyız,"
dedi.
İMOB, dünyada aranan Türk
mobilyasını olușturmak üzere mobilya
șirketlerinin güç birliğine tanık
olurken, Boydak Holding pazar
paylașımındaki mücadele alanını
mobilyayla sınırlı tutmuyor. Mobilya
fuarından sonra Almanya’nın
Frankfurt șehrindeki tekstil fuarına da
katılmayan Boydak markalarının
gerekçesi aynı; Frankfurt yerine
İstanbul’u geliștirmek. Boydak
Holding’in hedefini Hacı Boydak’in șu
sözleriyle özetlemek mümkün:
“İstanbul’u uçuralım!”
8 B‹zb‹ze
Boydak Holding Mobilya Grubu Pazarlama Koordinatörü Bilal Uyan›k ‹stikbal,
Bellona ve Mondi markalar›n›n yurtiçi ve yurtd›fl› hedeflerini de¤erlendirdi:
“MA⁄AZA SAYISI DE⁄‹L, METRAJI ARTIYOR”
FUARDAN...
I
8. İstanbul Mobilya Fuarı, karlı ve soğuk havaya rağmen Türk mobilyacısının adını
dünyaya tekrar duyurdu ve özellikle yabancı ziyaretçilerin beğenisini kazandı.
I Fuara TİM Bașkanı Mehmet Büyükekși, KOSGEB Bașkanı Mustafa Kaplan, EFIC
Bașkanı Markus Wiesner ve CAFA Bașkanı Dr. Lim Cheok Sin ve mobilya
sektörünün öncü STK bașkanları katıldı.
I İMOB 2012 yoğun yabancı ziyaretçi akını ve yüksek hacimli iș anlașmalarıyla
sona erdi.
I Sadece beș günlük fuar süresince elde edilen iș hacmi 1 milyar dolara yaklaștı.
I İMOB’un ardından, mobilya sektörünün 2012 ihracat hedefi olan 2 milyar dolar
için düğmeye basılmıș oldu.
I Fuar, beș gün süresince, dokuz salonda toplamda 311 katılımcısı ve 80 bin
ziyaretçisiyle hedefine ulaștı.
I Yurtdıșından da yoğun ilgi gören İMOB 2012’yi Ekonomi Bakanlığı
koordinatörlüğünde ve İstanbul İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği
organizatörlüğünde alım heyetleri ziyaret etti. Almanya, Azerbaycan, BAE, Belçika,
Bulgaristan, Cezayir, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İran, İrlanda, İspanya,
Katar, Kazakistan, Kenya, Libya, Lübnan, Macaristan, Mısır, Moldova, Romanya, Rusya
Federasyonu, Suudi Arabistan, Türkmenistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan’dan
yoğun ziyaretler gerçeklești.
I Fuarı alım heyetlerinin yanı sıra EUF Fuarcılık A.Ș.’nin özel olarak organize ettiği,
İran ve Suriye bașta olmak üzere pek çok Ortadoğu ülkesinden alıcı grupları da
ziyaret etti.
I Yabancı ziyaretçi rakamında bir önceki yıla göre yüzde 10 artıș gözlemlendi.
Yabancı ziyaretçi sayısı 10 bini aștı.
I Yurtiçinden pek çok sanayi odası, ticaret odası ve marangoz odaları da fuarı toplu
ziyaret etti. Fuarı ziyaret eden iller
arasında en yoğun toplu ziyaretler
Ankara, İzmir, Kayseri ve İnegöl’den
gerçeklești. Bu illeri Kocaeli, Bursa,
Eskișehir, Erzurum, Konya, Akșehir,
Akhisar, Adana, Antakya, Antalya izledi.
Üç marka açısından dıș ticarette
mevcut durum ve hedefleriniz
nelerdir?
Geçtiğimiz yıl 145 milyon dolarlık
mobilya ihracatı gerçekleștirdik. Bu yıl
ihracatta yüzde 15 artıș hedefledik.
Yurtdıșında 300 mağaza ve 5 bin farklı
satıș noktasıyla 100'ü așkın ülkeye
ihracat yapıyoruz. Türki Cumhuriyetler,
Ortadoğu, Kuzey Afrika, İtalya, ABD…
Hedefimiz, yer aldığımız ülkelerde daha
geniș bir mağaza yapılanmasına doğru
hızla ilerlemek yönünde. Bir bölgede
ülke bazında ilerlemek ve o bölgede
yaygınlașmak istiyoruz. Önümüzdeki
dönemde özellikle ihracat pazarında
ciddi bir hâkimiyetimizin olduğu yakın
coğrafyada mağazalașma çalıșmalarımız
devam edecek. Buna güzel bir örnek
olarak Yunanistan'ı verebiliriz. Ekonomik
sıkıntılar yașan bu ülkedeki yatırımlarımızı
durdurmadık. Krizleri fırsata dönüștürme
çabasıyla geçen yıl iki mağaza açarak
Yunanistan'daki mağaza sayımızı 14'e
çıkardık. Irak'taki pozisyonumuz mevcut
duruma rağmen hem satıș hem de yeni
mağazalar açma anlamında yüksek bir
performansla sürüyor. Özellikle Afrika
pazarındaki etkinliğimizi de artırıyoruz.
İç pazardaki 2012 hedeflerinizi
öğrenebilir miyiz?
Șu an yurtiçinde üç markayla toplamda 2
bine yakın mağazamız var. Mağaza sayısını
artırmak yerine teșhir alanlarını
genișletiyoruz. Tüm markalarımız için 2.5
milyon metrekare olan teșhir alanlarımızı
2012 yılı içinde toplamda 200 bin
metrekare artırmayı hedefliyoruz. Bu
artıșı, genișlemeye müsait mağazalarımızı
büyütürken yapılanmada eksik kalan
noktaları tamamlayarak gerçekleștireceğiz.
Uzun süredir belirli çekim ve lokasyon
merkezlerinde, büyük metrekarelere
sahip mağazalarımızda tüketicilerimizle
bulușuyoruz. Hedefimiz, tüketicilerimize
sadece dekorasyon hizmeti sunmak değil,
ferah ve keyifle vakit geçirebilecekleri
mekânlar olușturmak. Bu konseptte
sayıları halen 50'ye yakın olan
mağazalarımızı yakın zamanda artıracağız.
2012 üç markanın tasarım çizgisi
açısından nasıl bir yılz olacak?
İstikbal, Mondi ve Bellona markalarının
üçünde de beyazın iddiası devam ediyor.
Ancak bu yıl beyaza bașka renkler de
ekleniyor. Yeni model ürünlerde,
özellikle Bellona ve İstikbal'de kullanılan
krem ve kapuçino tonlarındaki renklere
ağırlık verilecek. Yașam alanlarına hem
renk, hem tasarım, hem de kullanım
açısından özgürlük ve keyif katacak
ürünler öne çıkacak. Evlerde daha
minimalist ve konforun öne çıktığı naturel
tonlarda renklerin kullanıldığı ve taze
tasarımların tercih edildiği bir yıl olacak.
Bu tasarımları nasıl
olușturuyorsunuz?
Hızla gelișen ve değișen moda kavramı,
mobilyada da hızlı tüketimi beraberinde
getiriyor. Dolayısıyla moda, trend,
tasarım konularının önemi her geçen
gün artıyor. Markalarımızın tasarım
ekipleri dünya trendlerini yerinden
izleyerek ürünlerimizi tasarlıyor.
Halihazırda 200 kișiye yakın Ar-Ge
ekibimiz bu doğrultuda hizmet veriyor.
Ciromuzun yaklașık yüzde 1 ila 1.5'ini
Ar-Ge'ye ayırıyoruz. Grubumuz, her üç
markamız için de yerli ve yabancı olmak
üzere farklı tasarımcılarla hem çalıșıyor
hem de paylașımlarda bulunuyor.
B‹zb‹ze 9
dünya ve b‹z
‹ST‹KBAL PAZARLAMA MÜDÜRÜ MUSTAFA BÜYÜKKATIRCI:
ESK‹DEN AYfiE HANIM'IN
KOLTU⁄UNDAN ‹STEN‹RD‹,
fl‹md‹ TAM ters‹
Türkiye’nin olumlu gidișatı geçtiğimiz yıl
mobilya sektörüne de yansıyınca yüzde 17
gibi ciddi bir oranda büyüdük.
Elbette bu büyümede tek etken Türkiye
ekonomisi değildi. Markamız yeni ürünleri, modern mobilya mağazacılığıyla,
mobilyada ‘moda’ olgusunu çok iyi kullanarak, tüketicilerin ihtiyaç ve zevklerini
çok iyi saptayarak, bütün bunları çok iyi kurgulayarak, bir yıl boyunca yaklașık
bin mağazasında sundu. Çok iyi reklamlar, ürün tanıtımları, kampanyalar yaptık.
Çok kaliteli mağazalarla çalıșıyor ve yenilikleri çok iyi izliyoruz. Sonuç olarak da
yüzde 17’lik bir büyüme oranına ulaștık.
‹ST‹KBAL’DE
‘BEYAZ’, ORTA VE ALT SEGMENTE GEÇT‹
‹stikbal ekibi teflhir ürünlerindeki seçimini, mobilya tüketiminin art›k ihtiyaçtan
çok modan›n hâkimiyetinde oldu¤u fikriyle, bu y›l›n trendi olaca¤› öngörülen
tasar›mlardan oluflturdu
‹stikbal, gün boyu kaybedilen enerjiyi
geri kazanmak ve yeni güne zinde
uyanmak için enerji serisi yataklar›n›
gelifltirdi. Yataklardaki uyku
konforunu art›rmak amac›yla bir
taraf› sert di¤er taraf› yumuflak
yap›s›yla iki farkl› konfor seçene¤i
markay› farkl›laflt›ran önemli
özellikler aras›nda yer al›yor.
Bunlar›n yan› s›ra kifliye özel yatak
konsepti de gelifltirildi.
10 B‹zb‹ze
İstikbal standı her zamanki yerinde ve her zamanki genișliğindeydi. Ama sanki
bir önceki yıla göre daha da genișlemiști. Renkler ve sunumdaki incelikler, bu
tür seçimlerin, içinde bulunduğumuz mekânla ilgili hislerimizi ne kadar
etkilediğinin kanıtı gibiydi. Önünden geçerken kayıtsız kalamayacağınız kadar
geniș ve șık giriși, fuar katılımcılarını İstikbal standına çağırıyordu. İçeriye
girenleri ferah, tüm Türkiye’yi kucaklayacak bir anlayıșla, İstikbal mağazalarının
satıș portföyü dikkate alınarak hazırlanmıș bir stant bekliyordu.
İstikbal ekibi stant düzenlenmesinde bu yıl farklılıklar yapmıștı. Ürünün
sıradan bir yere konulduğunda tüketici tarafından doğru algılanmayabileceğini
düșünerek, ‘imajlı bir stant’ olușturmușlar. Ürünleri yerden yükseltip, altına
siyah halılar sermișler. Farklı separatör ve tavan uygulamaları kullanarak
ürünleri biraz daha özellikli hale getirmeye çalıșmıșlar. Aldıkları
değerlendirmeler de yorgunluklarına değmiș. Stant geçen yıla göre daha çok
beğenilmiș.
Fuarda sergilenen ürünler, mobilya
tüketiminin artık ihtiyaçtan çok modanın
hâkimiyetinde olduğu fikriyle, bu yılın
trendi olacağı öngörülen tasarımlardan
olușturulmuștu. Bu yıla kadar üst
segmentteki insanların tercih ettiği
‘beyaz’ rengi biraz daha orta ve alt
segmente yayabilmek için yapılan
çalıșmalar da vardı. Elbette bu amaçla
hazırlanan tasarımlar da, yemek
odasından yatak odasına, kompakt
televizyon ünitesinden koltuk takımına
kadar konsept olarak çalıșılmıștı.
Stantta ön plana çıkan ürünlerden biri
üst segmente yönelik lake
Barcelona’ydı. Bir diğeri, cevizin ve
siyahın hâlâ baskın olduğu Almira’ydı.
Bu yıl trendin beyazdan, krem ve
kapuçino renklerine kayacağı
öngörüsüyle hazırlanan Tual’i de bu
listede sayalım. Ventus, tașlı ve siyahbeyaz tasarım seven tüketicilere
sesleniyordu. Tasarımları tüm Türkiye’yi
kucaklayan İstikbal, mobilyada beyaz
rengi seven ancak fiyatı nedeniyle
alamayan müșterilerini sevindirecek bir
ürüne, Kristal’e de imza atmıștı. Standın
neredeyse her an dolu olduğunu da
hatırlatalım. İstikbal ekibi fuar
yorgunluğunu, ziyaretçilerin
beğenileriyle attı.
MOBİLYA NEREDE, BİZ ORADA
İstikbal markasının tasarım bașarısının altında yatan faktörlerden birisi, trendi
izlemektir. Dünyanın neresinde olursa olsun, mobilya sektörüyle ilgili bir etkinlik
varsa, mutlaka katılıyoruz. Bu takip son derece önemlidir. İkinci bir faktör, çok
profesyonel bir ekibe sahip olmamız. Bu ekibin uzun yıllardır mobilya
sektöründe ve birlikte çalıșıyor olması çok büyük bir avantaj. Bașarının üçüncü
bir sırrı da ișini çok iyi bilen ve seven bayilerle çalıșmak, onlarla bilgi akıșı
sağlamak. Yılda iki kez de trendin nereye gittiğini sezebilmek için pazar
araștırması yapıyoruz. ‘İnsanlar ne istiyor, ne bekliyorlar?’ sorularına cevap
arıyoruz. Bütün bunların iyi bir koordinasyonuyla da ortaya tasarım çıkıyor.
Bu koordinasyonu ne kadar iyi yapabilirsek, bu zincirin halkaları ne kadar güçlü
olursa, sonuç da o kadar mükemmel oluyor.
ARAȘTIRMA SONUÇLARI
15 yıldır yılda iki kez trend ölçüyoruz. Çok değiștiğini söyleyebiliriz. Eskiden
herkes aynı șeyi almak istiyordu. Ama bugün tamamen tersi... “Ayșe Hanım’da
var, bende aynısı olmasın, benimki farklı olsun,” diyorlar. Bu tespit bizi ürün
çeșitliliğini artırmaya itti, o da beraberinde mağazaların büyümesini getirdi.
Araștırmanın ikinci önemli sonucu, insanların mobilya değișim sürelerinin çok
kısaldığını göstermesiydi. Eskiden ürün evladiyelik alınırken, artık moda olgusu
çok önemli bir hale geldi. Biz bu ölçümlerle değișimi iyi yakaladığımıza
inanıyoruz. Değișim, tasarıma da yansıyor. İnsanlar mobilyalarından kısa sürede
sıkılıyorlar ve talepleri değișiyor. Mesela geçtiğimiz yıllarda üretilen ama pek ilgi
görmeyen avangart serisi son bir buçuk yıldır satıșlarımızda ciddi bir pay sahibi
oldu. Bu bakımdan bilgileri güncelleyebilmek çok önemli…
Önümüzdeki dönemde, İstanbul’dan bașlayarak, Türkiye’de konuttaki değișime
ayak uydurmaya çalıșıyoruz. Bu değișimlere ayak uydurduğumuz sürece
markamızın liderliği devam edecektir.
Bayilerimiz de bizi izlemeye devam etsinler. Biz kendi cenahımızda onlar adına
çok çalıșıyoruz, onlar da kendi cenahlarında bizim için çok çalıșıyorlar. Bu ekip
ruhumuzu devam ettirdiğimiz sürece, bin tane İstikbal bayisiyle çok güzel ișler
yapacağımıza inanıyorum. 15-20 yıldır yașadığımız sinerjiyi, uyumlu çalıșmayı,
ișbirliğini, birbirimizi desteklemeyi sürdürelim.
B‹zb‹ze 11
dünya ve b‹z
BELLONA PAZARLAMA MÜDÜRÜ BÜLENT ALICI:
ÜRET‹M ‹LKEM‹Z:
‹NSANA VE ÇEVREYE SAYGI
Türkiye mobilya sektörü, ülkenin genel
büyüme oranının üzerinde büyür. Geçtiğimiz
yıl sektör yüzde 20, Boydak Grubu yüzde 2122 oranında büyüdü. Bellona ise yüzde 26’yla
grubun en çok büyüyen markası oldu. Bu büyüme, konjonktürün etkisinin yanı
sıra yeni reklamımız ve yeni tasarım anlayıșımızın sonucuydu. 2012 için de
beklentimiz olumlu. Hatta kendimize, 2015’e kadar her yıl yüzde 15 büyüyüp,
2015 sonunda sektörün en büyük markası olma hedefini koyduk. Tabii bu atak
sadece ciroyu değil; tasarım, mağazacılık, görsellik, kurumsallık gibi marka
olmanın gerektirdiği birçok bașlığı da kapsıyor. Halen hedeflerimiz
doğrultusunda ilerliyoruz.
BELLONA’DA
SELÇUKLULAR TAHTI OSMANLILAR’A DEVRETT‹!
Bellona’n›n ‘do¤aya ve insana sayg›’ anlay›fl›yla tasarlanan 2012 koleksiyonu, her
köflede keflfedilen farkl› sürprizleriyle ziyaretçileri flafl›rtt›. Kendi müzi¤inizi
yapabilece¤iniz yer koltu¤u, Osmanl› motifleri, Volkswagen sürgü sistemli kap›lar…
Bellona’da 2012 y›l› için seriye giren
yeni ürünler, sa¤lad›klar› konforun
yan›nda kullan›c›s›na daha fazla
yaflam alan› sa¤l›yor. Bellona 2012
koleksiyonunda ‘do¤aya ve insana
sayg›’ anlay›fl›n›n yan› s›ra
fonksiyonellik ve modern
dokunufllar da ön plana ç›k›yor.
12 B‹zb‹ze
Bellona gençliği yine eline geçirmiști. Nasıl mı? Ortak yayınla fuar geneline
hâkim olan alçak sesli hafif müzik, Bellona standında yerini yüksek perdeden
çalan pop müziğe bırakmıștı. Fuarın en șık girișlerinden biri olan Bellona
standından içeriye girip bu sese yöneldiğimizde, genç odasının önündeki iki
yer koltuğunda 13-14 yașlarında iki genç gördük. Birinin elinde iPot, diğerinin
elinde oyunu, dünyadan kopmușlardı. Öğrendik ki, sadece Bellona’da duyulan
bu müzik, o gencin elindeki iPot’tan koltuğun altındaki elektrik sistemi ve
hoparlör sayesinde ortama yayılmaktaydı.
Standın en ilginç parçalarından biri olan bu koltuktan yetișkinlerin dünyasına
doğru ilerlediğimizde ise karșımıza Osmanlılar çıkıyordu. Geçtiğimiz yıl ürün
tasarımlarında Selçuklu motiflerini kullanan Bellona, șık takımlarını bu yıl
Osmanlı desenleriyle bezemiști. Soft renkleri, kumaș-kumaș uygulamasıyla
insanda sıcak bir his uyandıran Anatolia konsepti, aynı zamanda Osmanlı
motifleri de eklenince mağrur bir güzellik kazanmıștı. Motifler, sırt
kırlentlerinde, duvar ünitesinde, yemek
ve yatak odalarındaki parçalarda yer
alıyor, bazıları led aydınlatmayla öne
çıkarılıyordu. Beyaz-ceviz rengin
uyumu, kullanılan bu takımın yemek
masasının kenarlarında özel çıkıntılar
olușturmuștu. Yatak odasındaki dolap
kapısı, öne çekilerek Volkswagen sürgü
kapı sistemiyle açıldığında, karșınıza gizli
bir boy aynası çıkıyordu. Anatolia ne
kadar sürprizler barındırıyorsa, teșhir
komșusu Bellona’nın A Plus
mağazalarında satılan Premium’un yeni
serisi Veronica da bir o kadar șıktı.
Beyaz lake boyalı modelin en belirgin
özelliklerinden biri, eğimli șık
ayaklarıydı. Yemek odasında bu șıklık,
sandalyelerdeki deri uygulamasıyla
zenginleșmiști. Uzun ömürlü, parlak
görünümlü beyaz lake, standı dolduran
ziyaretçilerin ilgisini çekiyordu. Yatak
odasında, takımın karyolasının altından
yayılan, sürekli değișen veya
sabitlenebilen ıșıklandırmanın da ilgi
odağı olduğunu belirtmeye gerek yok.
Küçük metrajlı evler için tasarlanan
Senfoni köșesine krem ve kapuçino
renkleri hâkimdi. Renk uyumu büyük
beğeni toplayan takımı, Bolivya
serisinin duvar seti tamamlıyordu.
İLKEMİZ İNSANA VE ÇEVREYE SAYGI
Bellona, sektörün en beğenilen markalarından biri. Bu durumun altını çizmek
istiyoruz. Varmak istediğimiz nokta, insan sağlığına uygunluk, çevreye duyarlılık.
İlerlemek istediğimiz bu yolun altyapısını olușturmaya çalıșıyoruz. Elbette
tüketicinin tercih ettiği tasarım, estetik, fonksiyonellik, konfor da her zaman
önde tutacağımız marka değerlerimiz arasında.
İnsana ve çevreye saygı ilkesini geçen yıl kısmen bașlatmıștık ama asıl olarak bu
yıl vurgulayacağız. Buna yönelik kriterleri uygulama çalıșmamız hızla devam
ediyor. Zaten bu kriterleri uygulamadan küresel bir marka olmak mümkün
değil.
MODERN TASARIM İLGİ GÖRÜYOR
Bellona kentli, daha çok da gençlere seslenen bir marka olarak algılanıyor.
Elbette bu, algı düzeyinde kalmıyor, satıșlarımıza da yansıyor. Biz de bizden
beklenen genç, modern tasarımı yapıyoruz. Dolayısıyla geçen yılki
tasarımlarımızla karșılaștırdığımızda bu yıl çok șey değișmedi. Geçen yıl hâkim
olan beyaz renk bu yıl biraz daha ekru, krem, krem-ceviz, beyaz-cevizin
kullanıldığı tasarımlara kaydı. Biz de trend olușturan bir markayız. Diğer șirketler
de bizleri izleyecektir.
TEK TİP KIYAFETE GEÇİLİYOR
Büyük mağazacılığı özendirici aktiviteler yapıyoruz. Çünkü artık insanlar küçük
mağazaya girip çıksa da, evinin tüm ihtiyacını aynı yerden almak, bir tek yere
borçlanmak istiyor. 2011’den bașlayarak A Plus mağaza uygulamasına geçtik. 3
bin metrekare üzerindeki bu mağazalara özel ürünler tasarladık. Büyük
mağazacılık masraflı olduğu için bu bayilerimizi desteklemek istedik. 2015’te
sektörün en büyük markası olmak
için genel merkez olarak gereken
her adımı en iyi șekilde atacağız.
Bayilerimizin de mağazalarını her
zaman güncel tutmalarını,
elemanların kurumsal kimliği
tașımalarını istiyoruz. Bu nedenle de
tek tip kıyafet çalıșması yapıyoruz.
B‹zb‹ze 13
dünya ve b‹z
MOND‹ PAZARLAMA MÜDÜRÜ VOLKAN YÜCEDA⁄:
GRUBUN EN ÇOK
YATIRIM YAPILAN
MARKASIYIZ
MOND‹
TASARIMDAN ÜRÜNE
Mondi stand›nda geleneksel ürünlerin yan› s›ra, h›zl› yaflam temposundaki
müflterilerin evlerinde kullanmaktan keyif duyaca¤›; ekonomik, fonksiyonel, fl›k,
modern tak›mlar, ‘tasar›mdan ürüne’ sergileniyordu
Mondi art›k daha teknoloji a¤›rl›kl›.
Marka, fuar için beyaz›n hâkim oldu¤u
inci serisini haz›rlad›. Küçük evlerin
efektif kullan›m›na yönelik köfleler
tasarlad›. 180 derece aç›lan yatak
gelifltirdi. Yatak ergonomisini yay
sistemiyle koltu¤a tafl›d›.
14 B‹zb‹ze
Mondi de İstikbal ve Bellona gibi geniș bir girișle ziyaretçilerini kabul ediyordu.
Ancak kalp șeklinde, dıșı siyah, içi sarı dev lambaların sıcaklığı, daha içeriye adım
atmadan ziyaretçilerini cezbediyordu. Bu sempatik giriși geçer geçmez,
ziyaretçilerin karșısına dev bir panoda, bir mobilyanın karakalem eskiz çalıșması
çıkıyordu. Duvara sabitlenen eskizin hemen altında da, bu tasarımdan yola
çıkılarak vücut bulan köșe takımı duruyordu. Bu takım, Mondi’nin 2012 için
belirlediği ‘Tasarımdan Ürüne’ temasının bir örneği olarak, hayata yeni bașlamıș,
kültür seviyesi yüksek ama geliri düșük tüketiciler için tasarladığı üründü.
Ödemeleri 36 aya kadar bölündüğünde, ayda yaklașık 70 TL’ye böyle șık bir
köșe takımını alabilmek, belirlenen hedef kitleye bütçesini zorlamadan
hayalindeki evi kurma șansı verecekti. Smart, kullanıșlı, fonksiyonel, ekonomik
olan bu minimal ürün Mondi’nin 2012’de en iddialı olduğu tasarımıydı. Marka
yıla, bu tasarımı çeșitlendirerek devam edecek.
Mondi’nin bir bașka gururu, yataklarıydı. Doğal malzeme isteyenlere İnci’yi,
farklılık isteyenlere Refleks’i öneriyorlardı.
İki yüzünde yazlık-kıșlık uygulaması
yapılan, gerçek yün ve pamuk kullanılan
İnci ergonomik, ortopedik. İnci’nin bu
özellikleri kadar Refleks’in bazaya
ulașmak için yukarıya doğru kaldırılan
sistemi de Mondi ziyaretçilerinin ilgisini
çekiyordu. Sade ve șık genç odasının en
belirgin özelliği de yatağıydı. Vücudun
gelișmekte olduğu bu dönemde
gençlere en sağlıklı seçeneği sunacak
ortopedik bir yatak tasarlanmıș. Sadelik
sadece genç odasında değil. Mondi ekibi,
uluslararası fuarlardaki gözlemlerini
İMOB’a yansıtarak, standın genelini gayet
sade tasarlamıș. Bunun nedeniyse
ziyaretçilerin aksesuarlara değil, ürüne
odaklanmalarını sağlamak. Takımların
zarafeti, duvar kâğıtlarının desenleriyle
tamamlanmıș. Fuarda sergilenecek
ürünlerle ilgili bilgiler Mimarlık
Departmanı’na gönderilmiș. Onlar da bu
takımlara en uygun seçenekleri fuar için
hazırlamıșlar. Mondi’nin gündeminde,
ürün gruplarında menü olușturmak var.
Mesela kanepelerin kaç kișilik olduğunu,
açılma șekillerini, boyutlarını, fiyat
baremini listeleyerek, müșterilerin
evlerine en uygun seçeneği görmesini
sağlayacak bir menü sunmayı
hedefliyorlar.
2011, Mondi için bașarılı bir yıldı.
Grubumuzun pazardan aldığı payın artan
ivmesinden faydalandık. Yeni tasarımlarımızla,
yeni bayilikler de verip ağımızı artırarak
pazardan iyi bir pay aldık. Markamız yılı yüzde 24’lük bir büyümeyle tamamladı.
2012 hedefimiz ise yüzde 40. 2011 sonunda mağazalarımızı, bu yıldan itibaren
geçerli olmak üzere, hem metraj hem ciro hem de ürün erișebilmesi
kriterleriyle sınıflandırdık. 1000 ve 1500 üzeri metrekarelerdeki mağazalarımıza
ağırlık veriyoruz. Çünkü İstikbal ve Bellona’nın yıllardır daha önce tamamladıkları
markalanma ve yapılanma süreçlerini, henüz altı yıl önce Boydak grubuna geçen
Mondi yașıyor șimdi. Mağazalarımızı metropollerde, özellikle nüfusun yoğun
olduğu bölgelerde olușturmak ve ürünlerimizi tüketicilerimizle bulușturmak
gayretindeyiz. Büyük metrekare de, daha fazla müșteriyi daha çok ürünle
bulușturma șansı sağlıyor. Bölgenin konumu ve gelir seviyesine göre
mağazalarımızı platin, silver ve bronz olarak ayırıyoruz.
Bayi adaylarına öncelikle Mondi’yi tercih etmelerini öneriyoruz. Çünkü Mondi,
grubun en çok yatırım yapılan markası. Ayrıca İstikbal ve Bellona’nın
deneyimleri bizim için birer kazanım. Bu iki dev, bugün en fazla ve kaliteli bayilik
yapısına sahip, en güçlü markalar. Son derece kurumsal olan bölge
müdürlerimiz aynı. Satıș sonrası verilen hizmetin kalitesi de aynı, çünkü biz de
Boyser’den yararlanıyoruz. Dolayısıyla hizmet, ürün, sunum kalitesinde farkımız
yok. Bütün bunlar bizim için büyük avantaj. Zaten Mondi’nin cirosunu kısa
sürede yükseltmesi ve sağlıklı bir bayi yapısına kavușması, bu tecrübe ve altyapı
sayesindedir. Üstelik Mondi’nin yeni bir marka olması nedeniyle avantajları da
var. Eskiden büyük balık olmak iyiydi. Ama biz, sektörün hızlı ve dinamik ‘küçük
balığı’ olmak istiyoruz. Biliyoruz ki daha iyi aksiyon gerçekleștiren firmalar
bașarılı oluyor.
BAYİLERE SÜRPRİZLER
Ürün gruplarımızı modern ve geleneksel olarak ayrıștırıyoruz. Geleneksel
tasarımda çok hâkim olduğumuz kanape ve oturma gruplarımız, modern
tasarımda standımızda karakalemle tasarım așamasını gösterdiğimiz köșe takımı
var. İyi tasarımlar, kaliteli ürünler yapıyoruz. Bayilerimizden de bu ürünleri
tüketiciyle bulușturma sürecindeki becerilerini artırmalarını, müșteriyle hızlı
iletișim kurmalarını ve sonuç odaklı olmalarını istiyoruz. Biz markaya yatırım
yaparken, onlara da mağaza ve metrekarelerine yatırım yapmalarını öneriyoruz.
2012 Mondi’de, değișim, gelișim ve farklılığın ortaya çıkacağı ‘Tasarımdan
Ürüne’ yılıdır. Bayi yapısının artacağı, güçleneceği bir konumu hedefliyoruz. Her
üründe fonksiyonel özellikler, kaliteli kumașlar ve bu kumașların özelliklerinden
kaynaklanan kullanım avantajlarını sergileyeceğiz. Yatak ve bazada yeni
çalıșmalarımız var. Ortopedik yataklar, güvenli ve sağlam bazaların yanı sıra, ev
tekstilinde de yeni tasarımlar yolda. Panelde daha çok konsept olarak
çalıșıyoruz. Konsept çalıșmamızı 2013 yılında yeni ürün grubumuz olacak halıyla
pekiștireceğiz. Mondi’de üretimi, Ar-Ge’si, fabrikalarıyla ahenkli bir takım
çalıșması yapıyoruz. Fuardaki ürünlerde en az emek bizim, en fazla emek
onların. Tüm arkadașlarımıza teșekkür ediyoruz.
B‹zb‹ze 15
dünya ve b‹z
Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak:
“2023’TEK‹
10 Dünya markas›ndan b‹r‹ b‹z‹z”
Boydak Holding
CEO’su Memduh
Boydak, Grubun
Türkiye’de 50 y›l
boyunca edindi¤i bilgi
birikimini, mobilyac›l›k
kültürünü, kurumsal
deneyimini uluslararas›
pazarlarda dünya
markas› olma yolunda
de¤erlendireceklerini
söyledi
“Bașbakan Recep Tayyip Erdoğan 2023 yılına kadar Türkiye’nin 10 uluslararası
marka çıkaracağını söyledi. İște o 10 markadan biri biziz.”
Bu sözler, küresel marka olma hedefini ortaya koyan ve bu hedefe doğru emin
adımlarla ilerleyen Boydak Holding’in CEO’su Memduh Boydak’a ait. Memduh
Boydak, İMOB’un heyecanlı atmosferinde sorularımızı yanıtlarken, Türkiye
ekonomisine, çalıșanları ve bayileriyle birlikte Boydak Holding’e duyduğu güveni
iște bu sözleriyle ortaya koydu.
Dünya mobilya sektörünü değerlendirir misiniz? Dünyadaki
konjonktürü dikkate alırsak, mobilya sektörümüz için neler
söyleyebiliriz?
Dünya mobilya sektörünün hacmi, yaklașık 300 milyar dolar düzeyinde. Sektör
aslında ekonomik krizden etkilendi ama ekonomik ve fonksiyonel ürünlerde
çok ciddi bir etkilenme olmadığı kanaatindeyiz. Biz bunu satıșlarımızdan
görebiliyoruz. Ekonomik ve fonksiyonel ürünler ihtiyaç nedeniyle alındığı için
krizden etkilenmiyor ama tabii bu, etkilenmeyeceği anlamına gelmiyor.
Türk mobilya sektörü ise son derece iyi gidiyor. Hatta gayet heyecanlı
diyebiliriz. Geçtiğimiz yıl birçok sektör gibi mobilya sektörü de beklentinin
ötesinde bir büyüme yakaladı. Sadece biz değil, meslektașlarımızın da
büyümeleri gayet iyi düzeylerde.
Boydak Holding dünyaya ürün satan bir marka. Özellikle yakın
coğrafyadaki siyasi çalkantıları dikkate alarak Boydak markalarının
dıș pazarlardaki durumunu öğrenebilir miyiz?
Avrupa ve Amerika’daki satıșlarımızdan gayet memnunuz. Ancak bildiğiniz gibi
yeni açılan bazı pazarlarımızda ‘bahar rüzgârları’ esiyor. Bu durum elbette bir
olumsuzluk olușturdu. Bu ülkelerin toparlanmasını bekliyoruz. Ama beklerken de
bu dezavantajı avantaja çevirdiğimizi söyleyebiliriz. Ortadoğu’daki olumsuzlukları
așabilmek için mevcut pazarlarımıza daha çok odaklandık. Afrika pazarlarında
yoğunlașmaya gayret ettik. Çabalarımızın yansımasını da ihracat rakamlarımızdaki
artıșla gördük. Elbette yine de önümüzdeki dönemlerde yakın coğrafyamızdaki
pazarlarda siyasi istikrarın olușmasını bekliyoruz. Çünkü onlar, Türkiye’nin yakın
komșuları olan pazarlar. Libya, Suriye, kısmen Irak, Mısır ciddi bir nüfusu olan,
tüketime aç yani bizim için önemli pazarlar. Dolayısıyla bu ülkelerde ekonomik
ve siyasi istikrarın olușmasına ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz.
16 B‹zb‹ze
2012’de hedefinizde yeni
pazarlar var mı?
Aslında her pazara açığız ama bazı
pazarlara yoğunlașıyoruz. Nijerya,
Hindistan, Vietnam, Endonezya gibi
ülkeler bizi çok heyecanlandırıyor. Ama
bunlar, uzaklıkları nedeniyle maliyeti
yüksek, uğrașılması gereken pazarlar.
Yine de hedefimizdeler. Çünkü netice
itibarıyla biz, Türkiye’de edindiğimiz
mobilyacılık kültürünü, bilgi birikimimizi,
kurumsal deneyimimizi uluslararası
pazarlarda dünya markası olma yolunda
değerlendirmek istiyoruz. Zaten
biliyorsunuz, devletin ‘Turquality’ adıyla
uyguladığı marka destekleme programı
içerisinde bulunduğumuz için,
markalașma yolunda çalıșmalarımız
kesintisiz sürüyor.
Boydak’a artık “küresel bir
șirket” diyebilir miyiz?
“O yolda” diyebiliriz. Biz bugün aktif
olarak 100 ülkeye ihracat yapıyoruz.
Toplamda 120’ye yakın ülkeye ihracat
yapmıșlığımız var. Bu açıdan bakarsanız,
“küresel bir șirketiz” diyebiliriz. Ama
tam anlamıyla “küresel bir șirketiz”
diyebilmek için, markanızı dünyada
birçok yöneticinin ve tüketicilerin
tanıyor olması önem arz eder. “Biz bu
yolda ilerliyoruz” diyebiliriz. Yaklașık 50
yıl süresince çok ciddi bir deneyim
kazandık. Bu deneyimle beraber birçok
pazarda markalașma yolunda çok ciddi
mesafeler alıyoruz. Ve inanıyoruz ki
önümüzdeki 10 yıllık süreçte küresel bir
marka olacağız.
Bașbakan Tayyip Erdoğan
2023’te dünyaya 10 tane
perakende markası çıkacağını
söylüyor. Oraya aday mısınız?
İște bunu söyleyebiliriz. Hiç problem
yok. Onlardan biri biziz. “Bir tanesi
İstikbal” diyebiliriz.
MOSDER Bașkanı Ramazan
Davulcuoğlu, Türkiye’de ve
yurtdıșında Türk mobilya stiline
yoğun ilgi gösterildiğini söyledi.
Bu stili tanımlar mısınız?
Amerika’da daha çok rahatlığın ve biraz
da ağacın ön plana çıktığı bir mobilya stili
vardır. Avrupa’nın mobilya stili sakin,
dingin ve tekdüzedir; mobilyaların pek
çoğu birbirine benzer. Ama Türkiye’de
bunların hepsinin karıșımı olan bir stil
vardır. Türkiye, bildiğiniz gibi Doğu
Avrupa, Ortadoğu, iș yapması cihetiyle
Amerika ve daha birçok pazara yakın.
Etkileșim açısından bu önemli bir faktör.
Türkiye’nin kendi içinde de bölgeler arası
farklı taleplerin doğurduğu bir farklılașma
vardır. Mesela İstanbul’da sattığınız bir
mobilyayla Diyarbakır’da sattığınız
mobilya tasarım açısından farklılık
gösterir. Veya Akdeniz’de sattığınız
mobilyayı Karadeniz’de satamayabilirsiniz.
Bir faktör de, Türkiye’de her ne kadar
son yıllarda artıș hızı yavașlamıș olsa da
kalabalık aileler ve misafir ağırlama
alıșkanlığı… Bu tablo, mobilyada
fonksiyonellik ihtiyacını ön plana
çıkarıyor.
Dolayısıyla bu harmoniden dolayı
Türkiye’de mobilya sektörü, hem
avangart hem modern hem de
geleneksel… Biraz çılgınca. Her tarza
giden bir anlayıș var. Türk mobilyası son
yıllarda, farklı alıșkanlıklara hitap etme
anlamında ekol olușturmaya bașladı.
Türk mobilya stili de bütün bu özellikleri
nedeniyle beğeniliyor.
B‹zb‹ze 17
dünya ve b‹z
“Türk‹ye’de mob‹lya
hem avangarT hem
modern hem de
geleneksel… Her tarza
g‹den b‹r anlay›fl var.
mob‹lyaMIZ son
y›llarda, farkl›
al›flkanLIKlara h‹tap etme
anlam›nda ekol
oluflturmaya bafllad›”
“
Yani mobilya sektörümüz bir
sentez meydana getirmiș…
Evet. Fuarı ziyaret eden bir Alman
misafirimiz de aynı șeyi söyledi.
“Almanya’daki heyecan eksikliğine
baktığımda burada inanılmaz bir
heyecan gördüm. Çok farklı mobilya
stilleri var. Bu pazara inanamadım,”
dedi.
Biz aslında her pazara uygun ürünler
yapıyoruz. Nasıl ki Türk müteșebbisi
hem Ortadoğu hem Avrupa hem Afrika
ile aynı dili konușabiliyor ve her kültüre
yakın bir iletișim kabiliyeti tașıyorsa, iște
mobilya stilimiz de bu özelliklere sahip.
18 B‹zb‹ze
Boydak markalarını bu trendi
takip anlamında nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Boydak markaları markalașmaya bașladığı
1980’lerin sonundan bugüne kadar trend
olușturan bir tarza sahip. Moda
akımlarından etkilenip, onu mobilyaya
uyarlayan bir yaklașımımız var. Dolayısıyla
gerçekten çok farklı anlayıșlara, çok farklı
beğenilere seslenen ürünler ortaya
çıkarıyoruz. Bunda da tasarımın gücünü,
ekibimizin bilgi birikimini kullanıyoruz.
İMOB’dan hemen önce yapılan,
mobilya firmalarımızın
katılmadığı Köln Fuarı hayli
heyecansız geçmiș. Sizi ve diğer
mobilya șirketlerini Köln Fuarı’na
katılmama kararına yönelten
etken neydi?
Aslında ‘sivil toplum kurulușlarının etkisi’
diyebiliriz. Türkiye Mobilya Sanayicileri
Derneği çatısı altında yaklașık 35 marka
var. İMOB organizasyonunu da bu
derneğin bir ürünü olarak
değerlendirebiliriz. Üç yıl önce
meslektașlarımızla daha güçlendirilmesi,
etkisinin artması hedefiyle İMOB’a
odaklanma noktasında bir prensip kararı
aldık. Meslektașlarımızın büyük
çoğunluğu da bu karara uydular. Etkisini
de gördük. Tutumumuz İMOB’a yabancı
ziyaretçilerin akınını da sağladı. Șu anda
Avrupa dâhil bölge coğrafyasında
yükselen trend İstanbul’daki mobilya
fuarında. Milano Fuarı’na ‘birinci’ dersek,
İstanbul’a ‘ikinci’ diyebiliriz. Ziyaretçi
frekansı, katılım, ürünlerin çeșitliliği,
neticeye ulașan iș bağlantılarının
yapılması açısından İMOB gerçekten son
yılların beklenen fuarı haline geldi, bir
marka oldu. Fuarın kazandığı bu
önemde, hem Boydak Grubu hem
sektördeki dinamik markaların çok büyük
katkıları var. Bizler de kendi ülkemize
odaklanmıș olduk.
Türkiye yükselen bir değer. Mobilya
sektörü de bu yükselen değer içinde
farkını oraya koyuyor. Mobilya sektörü,
Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri
olan ‘cari açık’ konusunda nefes aldıran
bir sektör… İhracatı ithalatından yaklașık
iki misli fazla olan mobilya, cari açık
verdirmeyen ender sektörlerden biridir.
Dolayısıyla Türkiye’nin geleceği açısından
mobilya sektörünün gelișiminin
desteklenmesi çok büyük bir önem arz
ediyor.
Boydak Grubu’nun küresel bir
oyuncu olma hedefini dile
getirdiniz. Bu hedefe ulașmak için
bayilerden beklentileriniz, onlara
önerileriniz var mı?
Sektörün yeniliklerini belirleyen trendler
bizden çıkacak. Buna inanıyoruz, buna
güveniyoruz. Ekibimize inanıyor ve
güveniyoruz. Ve bizi yönlendiren
bayilerimize inanıyor, onların
deneyimlerine güveniyoruz.
Markalarımızla beraber olanlar, ișini iyi
yapanlar, mağazacılık trendlerini
izleyenler her zaman kazanacak.
Fabrikalarımızdan farklı ürünler, kaliteli
tasarımlar çıkıyor. Ancak ürünün estetiği
satıș için yeterli olmuyor. Tüketiciler
alıșveriș deneyimlerini güzel mekânlarda
yașamak istiyorlar. Bayilerimizin de bu
gelișime duyarsız kalmaması, teșhir
mekânlarını günün koșullarına uygun hale
getirmesi gerekiyor ki, bu rekabette geri
kalmasınlar... Onlar bu sunumu bugüne
kadar gayet iyi yaptılar, bundan sonra da
iyi yapacaklarına gönülden inanıyoruz.
Bayilerimizi seviyoruz, takdir ediyoruz.
“RENK KÖRLÜĞÜNDEN
KAÇALIM”
Memduh Boydak ardından teybimizi
Boydak Holding Yönetim Kurulu Üyesi
Bekir Boydak’a yönlendirdik. Beklentisini
“2012, sektörde geçmiș yılları
aratmayacak. Hatta onların da üstünde
bir çıkıș bekliyorum,” sözleriyle dile
getiren Bekir Boydak, Türkiye’deki ev
gerçeğinin fonksiyonelliği ve tasarımı
evrensel anlayıșla bulușturan bir mobilya
stili olușturduğunu, bunun dünyada
beğenildiğini söyledi. Bekir Boydak
sorularımızı șöyle yanıtladı.
Yurtdıșında tasarımlarınız nasıl
değerlendiriliyor?
Yaptığımız tasarımlar evrensel
bulunuyor. Bizim mobilya grubunun
geçtiğimiz yıl 150 milyon dolarlık
ihracatımız oldu. Dünyanın yaklașık 100
ülkesine ürün satıyoruz. Birçok yerde
mağazalarımız da var. Dolayısıyla burada
ürettiğimiz ürünü sadece Türk halkı için
üretmiyoruz. Evrensel bir șeyler
yapıyoruz ve gittiği ülkede satılıyor.
Geleneksel değil, evrensel yaklașımı
benimsiyoruz. Bugün Türkiye’de üretilip
tasarlanan burada beğenilip satıșa
dönüșen bir ürün aynı șekilde
Fransa’nın, Almanya’nın ya da
Ortadoğu’da bir kentte beğenilip satıșa
dönüșüyor. Bu ülkeler arasında bir
ortak paydayı yakalıyoruz.
Boydak markasını geleceğe
yönelik olarak nasıl
konumlandırıyorsunuz?
Rakamlarımız ortada. Șirket șeffaf,
herkes Boydak Grubu markalarını
biliyor. Biz yine ve her zaman mobilya
sektöründe kalıcı olacağız, yeniliklerimizi
yapıyor olacağız. Tasarıma önem
veriyor ve özen gösteriyor olacağız.
Mağazalarımızı her zaman canlı tutuyor
olacağız. Dolayısıyla var olan liderliğimizi
pekiștiriyor olacağız.
Yurtdıșı açılımlarımız, yatırımlarımız var.
60 yıllık tecrübeyi dünya ülkeleriyle
paylașalım istedik. Dolayısıyla mobilyada
vizyonumuz artık dünya ligi. Türkiye’de
ekstradan çok büyük yatırımlarımız
olmayacak. Yeni bir marka arayıșında
değiliz. Biz artık dünya liginde uygun
bulduğumuz ülkelere yatırım
planlıyoruz. Oralarda da mobilya
denince akla Bodak Grubu’nun
gelmesini istiyoruz.
Bu hedefler doğrultusunda en
önemli unsurlardan biri bayiler.
Onlardan neler bekliyorsunuz?
Herkes bulunduğu yerin lideri olmalı.
Biz nasıl sektörün lideriysek, bayimiz de
bulunduğu ilçenin mobilyada lideri
“DETAYLAR ÇOK ÖNEML‹.
‹NSANLAR AYNI fiEY‹ SÜREKL‹
YAPINCA RENK KÖRLÜ⁄Ü
YAfiAYAB‹L‹R. HER SABAH
‘MA⁄AZANIN GÖRÜNÜfiÜ
NASIL,TÜKET‹C‹YE KEND‹M‹Z‹
NASIL BE⁄END‹R‹R‹Z,
‹LG‹S‹N‹ NASIL ÇEKER‹Z?’
D‹YE DÜfiÜNMEM‹Z
GEREK‹YOR”
“
olmalı. En iyi hizmeti o vermeli, en
büyük yeniliği o yapmalı. En güler yüzlü
ve zamanında hizmeti yine o vermeli.
Müșteri memnuniyeti her șeyin önünde
gelmeli. Altını çizerek peșinen
söyleyeyim, biz bayilerimize çok șey
borçluyuz. Biz ortaklık kültürünü seven
bir grubuz. Bayilerimizin büyümemize
büyük katkıları oldu. Biz büyüdük onlar
büyüdü, onlar büyüdü biz büyüdük.
Kazançlarımızı mobilya sektöründe
tekrar yatırıma dönüștürdük. Onlar da
mobilya satıș noktasına dönüștürdüler.
Çizgimizi bozmadan devam edeceğiz.
Siz Boydak bayii olsaydınız, nasıl
bir çalıșma șekli benimserdiniz?
Detaylar çok önemli. İnsanlar aynı șeyi
sürekli yapınca renk körlüğü yașayabilir.
Böyle bir ihtimali ortadan kaldırmak için
sabah ișe gittiğimizde mağazayı
“Görünüșü nasıl, tüketiciye kendimizi
nasıl beğendiririz, nasıl ilgisini çekeriz”
hassasiyetiyle tekrar gözden
geçirmeliyiz. Renk körlüğüne
kapılmamalıyız. Satıș, bir yaklașım iși.
Her zaman istediğimiz büyüklükte
mağaza bulamıyoruz. Örneğin
Beșiktaș’ta 5 bin metrekare mağaza
bulamazsınız. Bulsanız da kirası çok
yüksektir. Bu durumda Beșiktaș’taki bayi
ne yapmalı? Șunu düșünmeli: Ben
burada en çok neyi satabilirim? Yüzlerce
ürün içerisinde Beșiktaș’ta hangisi daha
çok ilgi çeker? Bu ürünleri nasıl teșhir
etmeliyim? Bunlar önemli sorular ve bu
sorulara vereceğimiz cevaplar da çok
önemli. Mesela aynı mağaza, bir bayinin
elinde 50, bir bașkasının elinde 200,
diğerinin elinde 400 liralık iș yapabiliyor.
Mağazamıza gelen insanları, evimize
gelen misafirler gibi karșılamamız,
uğurlamamız lazım. Müșteri neyi
görmek ister, onunla nasıl empati
kurarız, düșünmek lazım. Empati ișin
sihirli yönü. Biz de tüketiciyiz. Gittiğimiz
mağazada iyi karșılanmak istiyorsak
kendimiz de öyle yapmalıyız.
Bayilere müjdeleriniz var mı?
Bir bayi perakende yazılım programı
yaptırıyoruz. İlerideki amacımız tek dil
konușan bir yapı. Üreticisinden
tüketicisine, tek bir lisan olacak.
Ürünlerin depolanması, kodları, renkleri,
sipariș sistemi bütün bunlar ortak
olacak. Ürün takibi kolay olacak.
Bunun bayilere yansıyacak
olumlu yanları nelerdir?
Bizim opsiyonlarımız var. Tüketici bu
opsiyonlardan birini seçerse… ‘Șu
koltuk bu kumaș’ gibi. Ya da ‘șu mobilya
ama șu parçası olmasın’ gibi bir șeyler
isterse sistem siparișe giriliyor. Bunlar da
üretici firmadan üretilip geliyor. Bu
anlamda tüketicilerimizle ve
bayilerimizle taahhütlerimiz oluyor. ‘Bu
ürün șu kadar zamanda yapılır gelir’
diye. Șimdi insanlarımız ürünün izlenme
sürecini görecekler.
B‹zb‹ze 19
ROTAMIZ
Medreseler fiEHR‹: s‹vas
Anadolu’nun en eski yerleflim merkezlerinden Sivas, tarihte pek çok olaya
tan›kl›k etmifl. Binlerce y›ll›k kültürel miras›n izlerini, hayranl›k veren görkemiyle
yans›tan Sivas, geçmiflte oldu¤u gibi bugün de capcanl›. Özgün el sanatlar›,
‘kangal’›, müzi¤i, binlerce y›l öncesinden bugüne uzanan kültürel miras› ve
mimarisiyle Sivas’tay›z…
Soğuğa “Nerelisin?” diye sormușlar, “Erzurumluyum ama Sivas’ta eğleșiyorum,” demiș.
Ama soğuğu meșhur Sivas, Bizbize’nin kıș ortasındaki ziyareti sırasında kara hasretti.
Pir Sultan’ın, Âșık Veysel’in șehri Sivas, soğuğuna inat, insanın kendisini evinde
hissedeceği bir sıcaklığa sahip.
Ülkenin dört yanını birbirine bağlayan kara ve demiryolları ağının buluștuğu Sivas’a bir
süredir İstanbul ve Ankara’dan uçakla gidebiliyorsunuz. Tercihiniz uçaksa, Nuri
Demirağ Havaalanı șehrin ziyaretçilerini yepyeni, pırıl pırıl yüzüyle karșılıyor.
Yüzölçümü açısından Türkiye’nin en büyük ikinci ili. Genel nüfusu 794 bin. İl merkezi
nüfusu ise 250 bin. Evet, Sivaslılar güleryüzlü, misafirperver, yardımsever insanlar ama
caddelerde șahit olduğunuz o genç cıvıltının bir kaynağı da Cumhuriyet Üniversitesi.
Sivaslı gençlere, üniversitenin 35 bin öğrencisi de eklenince, șehirdeki köfteciler,
kafeler, parklar yașayan mekânlar haline geliyor. Sözünü ettiğimiz rakamlara bakılırsa,
șehir merkezinde göreceğiniz yedi kișiden biri öğrenci. Bu sayede olsa gerek, Sivas
akșamları da yașayan bir șehir. Siz de bizim gibi yapın ve ilk iș, șehrin meydanına gidin.
Eminiz ki aklınızdan “Acaba kaç șehrin böyle bir meydanı vardır?” sorusu geçecek.
Ama tarihimizin bütün evreleriyle çepeçevre donatılmıș bu meydandan șehri
gezmeye çıkmadan önce, Sivas’ın ekonomisine bir göz atalım mı?
Türkiye’nin ikinci büyük ili Sivas’ın ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalı. İkinci kaynak
20 B‹zb‹ze
hayvancılık. Ekonominin üçüncü ayağı
ise yer altı zenginlikleri.
Ürün miktarı mevsime göre değișmekle
birlikte bașlıca tarım ürünleri buğday,
çavdar, fasulye, mercimek,
șekerpancarı... Sebzecilik ve meyvecilik
pek gelișmemiș. Toprakların çok geniș
bir kısmını kaplayan plato ve yaylaları
nedeniyle Sivas, hayvancılık için biçilmiș
kaftan. Bol çayır ve merası var. Nehirleri
ve Gökpınar Gölü’nde kurulu alabalık
tesisleri de gelir kaynaklarından. Ünü
dünyayı saran Kangal köpeklerini
unutmayalım. Gelișmiș arıcılığın ürünü
olan leziz balı da listemizde.
Sivas, maden bakımından da çok zengin.
Topraklarından demir, kömür, kurșun,
krom, bakır, tuz, gümüș, asbest,
manganez, nikel, amyant, balit ve
mermer çıkarılıyor. Özellikle mermer
alanında ciddi sahalara ve mermer
ișlemede çok bașarılı fabrikalara sahip.
Burada ișlenen mermer, dünya
ülkelerine, hatta Çin’e satılıyor.
Șehrin iki büyük yerel market zinciri var.
Sivaslılar da alıșveriș için bu yerel
yaz süresince șehre katkı sağlıyor.
Ancak Sivas’ın güçlü bir sanayisi yok,
küçük sanayi yaygın. Son yıllarda metal
eșya ve makine imali, dokuma ve gıda
kolları gelișiyor.
Sanayileșmenin eksikliği, șirketleșmenin
yetersizliği, bölgesel zenginliklerin
yeterince değerlendirilememesi ve göçe
bağlı kalifiye eleman sıkıntısı Sivas’ın
ekonomik gelișmesindeki en önemli
sorunlar olarak sıralanıyor.
market zincirlerini tercih ediyorlar.
Bütün bunlara bir de çok göç veren
Sivas’ın yaz nüfusundan kaynaklanan
gelirini eklemeliyiz. Sivaslı gurbetçiler,
DİVRİĞİ CAMİİ DÜNYA MİRASI
Sivas’a tarihi ve kültürel değerini veren
duraklara Divriği ilçesinden bașlayalım.
Çünkü Divriği, sanat tarihinde eșine az
rastlanır yapılardan Divriği Ulu Camii’ne
ev sahipliği yapıyor. 1228 tarihli bu iki
USTA ADAYLARINI KAÇIRAN KOKU!
Buruciye Medresesi’nde bölgesel sanatları ve
ustaları yașatmak için Valilik tarafından açılan
dükkânlarda satılan çift taraflı tarak, zamanının ‘bit
tarağı’ymıș. Bu tarakları yapan bir kiși kalmıș. 65
yașındaki bu ustanın yanına 18 öğrenci verilmiș
ama hepsi de kaçmıș. Çünkü tarakların yapıldığı
boynuzu düz bir hale getirme sürecinde çıkan
koku, dayanılır gibi değilmiș. Yerel çarıklar da 84
yașındaki bir ustanın elinden çıkıyor ve çıraklığına
soyunan yok. Gençler sadece ebruya ilgi duyuyor.
B‹zb‹ze 21
BAY‹LER
ROTAMIZ
TAR‹H‹ H‹T‹TLER’LE
BAfiLIYOR
yapı, günümüze ulașan en önemli
Selçuklu eserleri arasında yer alıyor.
Mimberi, Selçuklu ișçiliğinin en güzel
örneklerinden. Selçuklu’nun güç simgesi
‘çift bașlı kartal’ yontusunu tașıyan
caminin yerinin, siluet olarak çevresine
uyumu da düșünülerek seçildiği
belirtiliyor. Güneș ıșınlarının yoğun
olduğu saatlerde kapısında ortaya çıkan
gölge, namaz kılan bir insana
benzetiliyor. UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne alınan bu yapıyı Divriği
Kaymakamlığı’nın web sitesinden dijital
olarak gezebilirsiniz.
Selçuklu’ya bașkentlik yapan Sivas, bir
medreseler kenti. Ama bakımsızlık
nedeniyle çoğu medrese de tarihe
karıșmıș. Günümüze ulașan
medreselerden biri, mimarisi kadar
șiirsel ismiyle de insanı büyüleyen Gök
Medrese. Selçuklu Eserleri Müzesi
yapılmak üzere restore edilen
medresenin iki minaresinde kullanılan
mavi renkli çiniler, eșsiz güzelliklerinin
yanı sıra medresenin ismine de ilham
vermiș. 1271 tarihli medresenin çift
minareli taç kapısındaki süslemelerde 12
tür hayvan bașı ve büyüleyici bir hayat
ağacı motifi var. Ağaç; evreni, hikmeti,
bereketi, sonsuzluğu temsil ediyor.
Ağacın üstündeki çift bașlı kartal gücü,
nar ve bașak da bereketi simgeliyor.
Buradan șehir merkezine doğru birkaç
adım attığınızda, eğri minaresi Pizza
Kulesi’ni andıran Sivas Ulu Camii’yi
göreceksiniz. Merkeze doğru yürümeye
devam edin. Sivas, görülmesi gereken
tüm anıtlarını yürüme mesafesinde
sunuyor konuklarına.
Artık șehir meydanındayız. Dört bir
yanımız, tarihimizin değișik kesiminden
eserlerle çevrili. Selçuklu Sultanı III.
22 B‹zb‹ze
Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında
Muzaffer Burucati tarafından 1271’de
fizik, kimya, astronomi gibi pozitif
bilimlerin okutulduğu fen fakültesi
olarak yaptırılan Buruciye Medresesi,
eğitim ișlevini bugün de sürdürüyor.
Sivas Valiliği bu ihtișamlı binayı, yerel
sanatların yeni ustalarla sürdürülmesi
amacıyla kullanıyor. Ustaların ürünlerini,
medrese avlusundaki küçük dükkânlarda
görebilir ve satın alabilirsiniz.
Meydanda kendi etrafımızda dönmeye
devam edelim. Osmanlı İmparatorluğu
dönemine ait Lorik Hamamı ve Kale
Camii… Bu camide, zamanında, zekât
konulan bir bölüm varmıș. Zenginler
para koyar, fakirler gelir alırmıș.
Çemberin biraz daha sağında İlhanlı
Veziri Șemseddin Mehmet Güveyni
tarafından 1271’de yaptırılan Çifte
Minerali Medrese. Bu muhteșem
medresenin hemen karșısında Selçuklu
Sultanı I. İzzeddin Keykavus’un yaptırdığı
Șifaiye Medresesi.
ATATÜRK KONGRE VE
ETNOGRAFYA MÜZESİ
Asırlar öncesine ait bu tarihi yapıları
gezmeyi bitirdiğinizde, sıra yakın tarihe
Sivas’ın yazılı tarihi Hititler’le bașlıyor
ancak șehrin Yıldızeli Argaz Höyük ve
çevresinde, Maden Taș Devri’ne ve
Tunç Devri’ne ait kalıntılar var.
Hititler’den sonra Frigler’in
hâkimiyetine geçen bu topraklar,
Roma, Bizans, Moğol, Selçuklu ve
Osmanlı’nın gözde șehirlerinden biri
olmuș, stratejik konumu ve güvenliği
nedeniyle Türk İstiklal Savașı’na giden
süreçte de özel bir yere sahip.
Sivas’ın eski adı, ‘saygı değer ve yüce’
anlamına gelen ‘Sebastia’. Roma
İmparatoru Augustus’un isminin de
karșılığı olduğu için șehre verilen bu
ismin Augustus’a ithaf edildiği
sanılıyor. Sivas isminin kökeniyle ilgili
bir bașka tahmin de rivayetlere
dayanıyor. Rivayete göre yörede üç
pınar varmıș. Biri Tanrı’ya șükür,
ikincisi anne ve babaya minnet,
üçüncüsü de küçüklere șefkat
anlamına geliyormuș. Bu üç pınara
verilen ‘Sipas Suyu’ ismi, zamanla
Sivas’a dönüșmüș.
geliyor. Bugün Atatürk Kongre ve
Etnografya Müzesi olarak anılan zarif
binada, Türk İstiklal Savașı’nın temelleri
atılıp, Sivas Kongresi yapılmıș. 1892’de
Sivas Lisesi olarak açılan binada, 2 Eylül
1912’de Atatürk ve kongreye katılan
diğer delegeler, İstiklal Savașı’yla ilgili
önemli kararlar almıș ve Sivas’ta
kaldıkları süre boyunca burada
konaklamıșlar. Sivas böylece, tarihinde
önemli bir döneme daha tanıklık etmiș.
YEMEK ZAMANI
Yoruldunuz mu? Merak etmeyin șehrin
en ișlek caddelerinin hemen
bașındasınız. Sizi bekleyen onlarca
restoran, kafe, park var. Soğuk pastıgan
așı, hele așı, baduș așı, ekși așı gibi
özgün çorbalarının ve meșhur Sivas
köftesinin tadına bakın. Sivaslılar, yüzde
60 sığır-yüzde 40 koyun etinden kaya
tuzuyla yoğrulup bir gün dinlendirilen
köftelerinin tadı konusunda çok
iddialılar. Bunca tarih, kültür ve lezzet
kaçırılmaz. Sivas, tüm konukseverliğiyle
sizleri bekliyor.
S‹VAS
bay‹ler‹m‹ze m‹saf‹r olduk
‹ST‹KBAL BAY‹‹ NEVA CENTROOM
MÜfiTER‹ ARTIK ÇOK PROFESYONEL
Sivas’a girerken sizi karșılayan İstikbal
Neva Centroom, 3 bin metrekarede
hizmet veriyor. 2006’da bu metrajla
açılmıș. O günlerde ilk büyük
mağazalardan birisiymiș. İrfan
Ateștenyılmaz, “İstikbal’in çeșitliliği, büyük
mekân gerektireceğini gösteriyordu”
derken, ürün gamının sürekli artması ve
müșterilerin daha fazla ürün görme
isteğinin mağazanın daha da genișletilmesi ihtiyacını doğurduğunu söylüyor. Altı yılda, sadece bu mağazadan alıșveriș yapan bin kadar
sadık müșteri olușmuș. Nasıl mı? Șöyle anlatıyor İrfan Ateștenyılmaz: “Bir müșteri çok șey ifade ediyor. Sadık bir müșterinin bir
ișletme için 20 bin lira değeri olduğuna inanıyorum. Bir müșteriyi kaybettiğinizde, onun yakın çevresini de kaybediyorsunuz. Tarzı da
alım șeklini de aslında kadınlar belirliyor. Eğer onlar sizi esnaf olarak defterden silerse, bir daha asla gelmiyorlar. Șeffaf, dürüst, açık
olacaksınız. Müșteri ürün alırken ilgi, bilgi ve fiyatta yanıltılmamak istiyor. Müșteri artık her șeye vâkıf, zeki, araștırıcı… Sizi markalı ve
markasız ürünlerle karșılaștırıyor, sonra sizi kendi segmentiniz içinde bir daha değerlendirip öyle karar veriyor. Sadece bir ürün değil,
imaj, statü, marka, markanın ardındaki hizmet standartlarını da satın alıyor. Müșteri artık çok profesyonel. Müșterinin ne istediğini
anlamak çok önemli. Ona alt pazarda satılacak ürünü satmaya çalıșırsanız, sizi sevebilir ama çabanız satıșa dönüșmez. Bulunduğunuz
șehrin değerleriyle de çelișmemelisiniz. Sivaslı muhafazakârdır. Kadın müșterilerinizle belli bir mesafede olmalısınız. Ya da yașlı bir
amcaya ‘beyefendi’ derseniz, kendisini sizden hissetmez. Çünkü o, ‘ Mehmet Amca’dır. Bunları yapıp, bir de markanın rüzgârını
arkanıza alırsanız, ticaret zor değildir.”
BELLONA BAY‹‹ K‹TAfi MOB‹LYA
SATAMAYIZ DED‹⁄‹M‹Z ÜRÜNLER BEKLENT‹Y‹ AfiIYOR
Hizmette 11 yılı geride bırakan Bellona bayii Kitaș Mobilya, 5 bin metrekarelik alanıyla markanın
ilk concept mağazalarından. Mobilya’nın ortaklarından Hakkı Nazlım, modellerinde sıcak bir çizgi
belirleyen Bellona’nın hızla geliștiğini söylüyor. “Ticarette bir kanun vardır. Bisikletin pedalını
çevirmek gerekir. O pedalı çevirmediğinizde denge sağlanmaz” diyen Nazlım șöyle devam
ediyor: “Güzel bir markayı temsil ettiğimize inanıyoruz. Müșterilerle diyaloglarımız da bunun
sonucu olarak bize dönüyor. İyi bir markanın verdiği ayrıcalıklar var. Son yıl Bellona, Premium
serisiyle merdiveni biraz tırmandı. Beklediğimizden fazla ilgi gördü. İnsanlar ürünler arasında
tercih yaparken, imkânları varsa Premium serisini alıyorlar. Aslında Boydak ilginç bir imalat serisi
bașlattı. Piyasadan kendilerine akan bilgiler doğrultusunda ürün yapıyor. Bizler bayi toplantılarında
‘Bunu satamayız; rengi, modeli tutmaz’ derken, ürün iyi talep görüyor. Demek ki müșterinin
talepleri doğrultusunda üretim yapılıyor. Doğru bir Ar-Ge çalıșması yapılıyor. Mesela yılda 30
ürün çıkardılar, iki tanesi geri teptiyse, 28’i güzel sattı.”
Pazarlıksız satıș, açık hesap verilmemesi gibi uygulamalardan memnuniyetini dile getiren Hakkı
Nazlım kâr marjının yükseltilmesine itirazları da haklı buluyor.
B‹zb‹ze 23
BAY‹LER
MOND‹ BAY‹‹ SARAYHAN MOB‹LYA
HES BAY‹‹ AKAN T‹CARET
B‹R PREMIUM DA MOND‹’YE ‹STER‹Z
ARTIK HES ALIYORLAR
Sarayhan Mobilya’nın
kökeninde mobilyacılık var.
Yolları Boydak Holding ile
kesișmeden önce bu sektörde
çalıșıyor, markasız ürünler
satıyorlarmıș. Ocak 2007’den
itibaren Mondi’nin ilk
bayilerinden biri olarak bin
metrekarelik iki katlı bu
mağazadalar. O yıllarda yeni
bir marka olan Mondi’nin
heyecanına kapılmak
istemișler. Geçen bu kısa
dönemde Mondi’nin çok
değiștiğini, artık bir ‘yetișkin’
olduğunu söylüyorlar. İlkokul
yașlarından itibaren amcasıyla
birlikte çalıșan Mesut Koç, “İlk
bașladığımızda Mondi’yi
anlatmak için çok çaba gösteriyorduk. Ama artık müșteri tanıdı.
Boydak Grubu olduğunu biliyor. Artık kalitesinden de eminler.
İnternetten araștırıyor, markayı biliyor
ve güveniyorlar. Geçen yıl ilk altı ayda
bir önceki yılki ciroyu tamamladık.
2011’i yüzde 45 gibi bir büyümeyle
sonlandırdık. Bu yıl daha iyi bir atılım
istiyoruz. Yeni bir mağaza açmak da
hedefimiz,” diyor. Mesut Koç, Boydak
gibi bir markayla çalıșmanın
avantajlarını, servis, ürün devamlılığı,
ürün çeșitliliği, sürekli kendini
yenileme, hızlı Ar-Ge çalıșması, ana
bayilerle ilișkiler, sorunlarının çabuk
neticelenmesi olarak sıralıyor.
Mesut Koç , gururla, Mondi’nin
tüketici nezdinde artık kendini
kanıtlamıș bir marka olduğu gözlemini
aktarıyor.
Bellona’nın Premium serisi gibi bir seri
beklentisi içindeki Mesut Koç,
görselliğin önemini hatırlatarak, en az bin metrekarelik concept
mağazaların müșteriyi çekeceğini söylüyor.
MOND‹ BAY‹‹ YUNUSO⁄LU MOB‹LYA
REG‹NA BAY‹‹ YERL‹YURT MUTFAK
80 METREKAREYE MÜfiTER‹ ÇEKEN ‹fiLETME
Üç yıllık Mondi bayii Yunusoğlu Mobilya’nın mağazasını, henüz resmi açılıșı
yapılmadan ziyaret ediyoruz. 500 metrekarelik bu ferah mağazanın kökeninde,
hemen bitișiğindeki 80 metrekarelik Mondi yatıyor. Mağaza sahibi Seyfi Baș’ın
yeğeni, aynı zamanda satıș müdürü olan Mustafa Baș, 80 metrekarenin öyküsünü
șöyle anlatıyor: “O mağaza yaklașık 14 yıllık ve çok iyi ișliyor. Mondi yöneticileri de
șașırmıștı, bu metrajda bu iși yapmamıza. Bu ciro tabii amcamın uzun yıllara dayanan
ticari hayatında sağladığı güvene dayanıyor. Satıș sonrası müșteri takibi artık çok
yaygın ama biz, bu kadar yaygın olmadığı yıllarda da yapıyorduk. Dolayısıyla en fazla
dokuz takım sığan o mağazada sadık müșterilerimiz oluștu. Teșhirde yetersiz kaldığı
için bir buçuk ay önce bu mağaza devreye girdi. Ama orayı kapatırsak burası
ișlemez. Müșterileri oradan alıp buraya getiriyoruz. Ama teșhir genișleyince yavaș
yavaș yeni müșteriler de gelmeye bașladı. İnșallah yaz aylarında daha iyi olacak.”
Baș, müșterinin artık ürünü internetten beğendikten sonra mağazaya geldiğini șu
örnekle anlatıyor: “Bu, son iki yılda oldu. Hatta geçen gün bir müșteri geldi.
İnternetten incelemiș, ‘Șu takımın, șu rengini istiyorum. Fiyatı nedir?’ dedi ve kredi
kartıyla ödeyip gitti. Her șey bir iki dakika sürdü.”
Mondi koltuk gruplarının çok sorunsuz olduğunu ancak panel mobilyada zaman
zaman kolilerden çıkan kırık ürünlerin değișimi için beklemek zorunda kaldıklarını
anlatan Baș, “Müșteri bazında bir șikâyet olmuyor. Müșteride sorun olursa,
aksettirmeden alıp yenisini veriyoruz,” diyor.
Baș, reklamlardan ve Mondi yöneticileriyle kurdukları dostane ilișkiden
memnuniyetlerini de dile getiriyor.
24 B‹zb‹ze
Șenol Akan, mesleğinde ikinci kușak ve üçüncü kușak olma yolundaki oğlu
ile birlikte çalıșıyor. Çekirdekten yetișmenin getirdiği tecrübe ve sektörde
eski olmanın sağladığı avantaja sahip. Yıllardır HES ile çalıșan Akan,
markanın tamamen Boydak Holding’e geçmesinin sonuçlarını șöyle
anlatıyor: “HES’in tanınırlığı bu kadar değildi. Çok eskiden irtibat olduğu
için alınıp satılıyordu ama bu kadar aktif değildi. 80’li yıllarda HES
bulamazlarsa bir bașka marka alabiliyorlardı. Marka Boydak Holding’e
geçtikten sonra ciddi yatırımlar yapıldı. Șimdi hem kendileri hem biz
kazanıyoruz. Çünkü müșteri gözündeki algı değiști. İnsanlarda büyük
markalara karșı bir özlem var. Kendilerini daha güvende hissediyorlar.
Artık ‘malzemenin kesitinde, metrajında çalıntı olabilir, bakırların saflık
oranlarıyla oynanabilir, ürünlerin kalitesi düșük çıkabilir,’ kaygısı
yașamıyorlar. Çünkü piyasada merdiven altı üretim var ve bunlar çok
düșük fiyattan satılabiliyorlar. Tüketicinin ürünler arasındaki farkı anlaması
zor. Bilinçli müșteri fiyat aramıyor, yeterince bilgi sahibi olmayanlarsa en
ucuzunu alıyor. Bu nedenle sektörde güven unsuru çok önemli. Bizde risk
doğuracak ürün yok. Ayrıca bilgi birikimimizi müșteriye de aktararak,
doğru ürünü almasını sağlıyoruz.”
Boydak Holding’le çalıșmaktan memnuniyetini dile getiren Akan,
”Beklentilerimizi, önerilerimizi anketlerle iletiyoruz. Tașlar yerine oturuyor.
Sadece son bir yılda, ișlerin yoğunluğu nedeniyle teslimatta sıkıntı
yașadığımız oluyor,” diyor.
S‹VAS REG‹NA’YA ONLARLA ‘MERHABA’ DED‹
1973 Sivas doğumlu olan Akın Yerliyurt, 2002 yılından bu yana
seramik sektöründe faaliyet gösteriyormuș. Bu sektörde yaptığı toptan
ve perakende ticaret, Akın Yerliyurt’un yolunun Boydak Holding’le
kesișmesinin de vesilesi olmuș. Seramik sektörünün iç dekorasyon
ağırlıklı olduğu gerçeğinden hareket eden Akın Yerliyurt, mutfak
mobilyalarının da iç dekorasyonda tamamlayıcı olacağı düșüncesiyle,
2011 yılında İstikbal ailesine katılmıș. Bizbize ekibi Sivas’ı ziyaret
ettiğinde, Yerliyurt Mutfak henüz yapım așamasındaydı. Dıș cephesi
tamamlanmıș durumdaki mağazanın iç dekorasyonu yapılıyordu. İnșaat
halindeyken bile ferah görünen mağaza, pırıl pırıl yüzüyle Sivaslılar’ın
hizmetine girmeye hazırlanıyor. Üstelik Sivas’ın ilk Regina mağazası
olarak... Akın Yerliyurt’un Regina bayiliği, İstikbal yetkilileriyle karșılıklı
görüșmesi sonucunda hayat buldu. Showroom mağaza, 1400
metrekare kapalı alanda hizmet verecek. Șık mağaza içerisinde Regina
Mutfak ile birlikte iç dekorasyonla ilgili seramik, panel kapı sistemleri,
vitrifiye, armatür, laminant parke, duvar kâğıdı, duș ve kabin sistemleri
gibi diğer bayilikler de bulunacak. Müșteri memnuniyetinin kendileri için
çok önemli olduğunu vurgulayan Akın Yerliyurt, bu nedenle kalite,
hizmet ve yeniliği ilke edindiklerini anlattı. Sivaslılar’ı sadık müșterilerine
dönüștürmekte kararlı olan Akın Yerliyurt, bunun formülünü de “İyi,
kaliteli hizmet ve hizmette süreklilik” sözleriyle özetledi.
B‹zb‹ze 25
RENKLER
BELLONA’NIN KAHVE
KOKULU ‘SAM’ YEL‹
Bellona, 2012
lansman›n› Leman ve
fievval Sam ile;
“teknolojiyi sizin
sa¤l›¤›n›z için
kullan›yoruz” mesaj›
verdi¤i yatak lansman›n›
ise “ailemizin doktoru”
diyebilece¤imiz
Osman Müftüo¤lu
ile yapt›
Tüketicisini geçen yıl Șevval Sam’la
yakalayan Bellona, 2012’ye çifte ‘Sam’ ile
girdi. Çekimi Film Sokağı stüdyosunda
yapılan Bellona lansmanı yorucu, ama
Șevval Sam ve annesi Leman Sam’ın sıcak
kahkahaları sayesinde eğlenceli geçti.
Bellona yatak lansmanını ise “ailemizin
doktoru” diyebileceğimiz Osman Müftüoğlu
ile yaptı.
Çekimler boyunca Bellona Ürün Müdürü
Atilla Tașkıran ile birlikte stüdyoda bulunan
Boydak Holding Reklam ve Halkla İlișkiler
Müdürü Murtaza Durmuș, Bellona
lansmanındaki seçimlerin nedenini șöyle
açıkladı: “Marka memnuniyetiyle ilgili üç
ayağı dikkate alıyoruz:
Kendi memnuniyetimiz, bayi memnuniyeti
ve tüketicinin memnuniyeti… 2011’de
gördük ki, Șevval Sam ile ișbirliğinden üç
kanat da memnun oldu. Ajansımızın da
yönlendirmesiyle ve yaklașmakta olan
Anneler Günü’nü de düșünerek ikinci
adımda bir hoșluk yapalım dedik ve Șevval
Hanım’ın annesi, değerli sanatçı Leman
Sam’ı da programa dâhil ettik. Bu yapıyı
2012 sonuna kadar sürdüreceğiz.”
Çekimlerin bir diğer konusu da, Bellona’nın
‘sağlık için üretim’ temasının en temel
ürünlerinden olan yataktı. Reklam
mesajlarında bugüne dek teknolojik
üstünlüklerini anlatan Bellona, șimdi “bu
teknolojiyi niçin geliștirdik?” sorusuna yanıt
verecek. Murtaza Durmuș, reklam stratejisi
hakkında șu bilgileri verdi: “Herkes
teknolojiyi anlatıyor. Biz kampanyamızda,
‘teknolojiyi aslında sizin sağlığınız için
kullanıyoruz’ diyeceğiz. Sağlığı destekleyici
bir unsur olarak da ülkemizin en saygın
doktorlarından Osman Müftüoğlu’ndan bilgi
alacağız.”
Geçen yıl beyaz rengin hâkim olduğu
ürünleri beğeniyle karșılanan Bellona, bu
yılki ürün gamını beyazdan kapuçinoya
geçerek hazırladı. Çekimlerde sergilenen,
yeni ürün gamının en iddialı tasarımları
arasında yer alan Bolivya serisi halen
Bellona mağazalarında satıșta. Yani bu
çekimde ‘ekran ile dükkânın paralelliği’
amaçlandı. Tüketiciler, reklamlarda görüp
beğendikleri bu ürünlere derhal sahip
olabilecek. Osman Müftüoğlu’nun uykunun
önemini anlatan sözleri eșliğinde tanıtılan
Mediform ve Mediformplas yataklarıyla
birlikte ev tekstil serisi olan B-Stile yani
Bellona stili ev tekstili seride ekranlarda
görücüye çıktı. “Ev tekstilinde Bellona
moda” mesajı, aynı zamanda bir açılımın da
müjdecisi.
YATAK UYKUDA
BEDEN‹M‹ZLE
KONUfiUR
Kayseri’de tesislerimizi gezen ve
Bellona markas›n›n yeni yatak
projelerine ‘uyku’ konusundaki
de¤erli bilgileriyle katk›da bulunan
Osman Müftüo¤lu, “Bedeni
beslemenin önemli faktörlerinden
biri uyku... ‹nsanlara uyku bilincinin,
ritüelinin anlat›lmas›nda yatak
üreticilerine görev düflüyor,” diyor
Osman Müftüoğlu, modern insanın hayatını
hızlandırdığı ölçüde uykusunu da giderek
hızlandırdığını, bu ritmin de uykunun süresi ve
kalitesini bozduğunu söylüyor. Müftüoğlu’na göre
uykunun bir seremonisi olmalı. Aksi halde sekiz saat
uyusak da, hakkıyla uyuyamayız. Yemeğe, pișirerek,
sofra donatarak hazırlanıyoruz. Peki uykuya nasıl
hazırlanacağız? Heyecandan arınıp sakinleșerek,
kendimizle baș bașa kalarak… Müftüoğlu, uyku
seremonisinin hazırlanmasında yatak üreticilerine
önemli bir görev düștüğünü anlatıyor. Çünkü uykuyu
geçirdiğiniz mekânın en önemli parçası yatak. Sadece
yatak da değil, Müftüoğlu her șeyiyle yatak odasının
bu hassasiyetle tasarlanması, uykunun da daha fazla
araștırılması gerektiğini belirtiyor.
Uyku neden önemlidir?
Uyku her șeyden önce, beden için bir yenilenme
zamanıdır. Bedenin bir önceki günün yorgunluğunu,
bir önceki günden üstünde biriken toksinleri attığı ve
daha önemlisi sonraki güne hazırlandığı bir süreçtir.
Bir kișinin çocukluk döneminde 12-14 saat, yașlılık
döneminde sekiz saat uyuduğunu düșünürseniz,
ortalama olarak bir günün 3’te 1’ini uykuda
geçirdiğini söyleyebilirsiniz. Yani ortalama yașam
süresi 75 yıl ise, bunun așağı yukarı 25 yılını uykuda
geçiriyoruz. Bugün ise insanların yașadığı temel
sorunlardan biri uykusuzluk, yani bir ‘uyku açlığı’ var.
B‹zb‹ze 27
RENKLER
Bu uyku açlığını aynı zamanda uyku
kalitesizliğiyle birlikte düșünmek
gerekiyor. Uykunun süresi çok önemli
ama tek bașına yeterli değil, uykunun
bölünüp bölünmediği, yani kalitesi de
çok önemli. Modern insan, hayatını
hızlandırdığı ölçüde uykusunu da
hızlandıracağı bir sürece doğru farkında
olmadan gidiyor. Bu da uykunun
süresinde ve kalitesinde ciddi
problemlere yol açıyor. Bugün bizim
insanlara bizim öğretmemiz gereken șey,
uykunun ritüeli. Yani uykunun, yemeiçme gibi ritüeli yapılması gereken bir șey
olduğu. Yemek yemeyi bir seremoni
haline getirdiğimiz gibi, uykunun da
kendine göre olan ritüelini uygulamayı
öğrenmemiz gerekiyor. Bu ritüeli iyi
uygulayamazsanız, sekiz saat
uyuyabilirsiniz ama uykunuzun iç fazlarını,
geçiș fazlarını yeteri kadar
yașamayabilirsiniz.
Uyumadan önce bir hazırlık mı
gerekiyor?
Evet, tarih boyunca da insanlar bu
hazırlığın farkında olmușlar. Bütün
dinlerde gece vakti ya namaz, ya dua,
ya da kendinizle baș bașa kalma süreci
olarak değerlendirilmiștir. Buradaki
sihirli kelime ‘huzur’. Ben birkaç sene
önce ‘Uykunun En İyi İlacı: Huzur
Tabletleri’ diye bir yazı yazmıștım. Bir
okurum faksla, “Bu tabletleri nereden
alabiliriz?” diye sormuștu. Bugünkü
insanın temel açmazına bir örnek, onu
bile bedava istiyoruz; bir çaba,
farkındalık, dikkat, özen gerektirdiğinin
farkında değiliz. Bu biraz da yeni
hayatın bizlere getirdiği bir dayatma.
Akșam saatlerimizi birbirimizle
konușarak değil, dizi ve yarıșma
programları izleyerek, hiçbir șey
düșünmeyerek, beyni, bir nevi vitesi,
boșa alarak ama boșa aldığımız anda
bile gaza basarak geçiriyoruz. Boșa
alarak gaza basma, motorunuzun sağlığı
açısından çok tehlikeli bir șey. Ondan
sonra da kaliteli uykuya geçmeye
çalıșıyoruz, bu da mümkün olmuyor.
28 B‹zb‹ze
‘Boșa alarak gaza basma’yla
anlatmak istediğiniz nedir?
Boșa alarak gaza basma, özellikle stresli
dizilerde çok fazladır. Siz bir diziyi veya
filmi izlersiniz, ona katılmazsınız, içinde
değilsinizdir çünkü televizyon insanların
gerçekten ‘boșa alındığı’ bir sistemdir,
ama o heyecanı bedeninize ilettiğiniz için
solunumunuz sıklașır, düșünce zinciriniz
algılama yoğunluğuna uğrar. Nasıl boș
viteste gaza bastığınız zaman egzoz
boğulur, duman içinde kalırsa, beyniniz
“Son üç-dört yıldır eleștirdiğim
davranıșları yapmaya bașladım, yani
çok fazla çalıșıyorum. İyi hayat biraz
adanmıșlık gerektirir; manevi
adanmıșlık ve ișe adanmıșlık. İșini
sevmeyen insanlar mutlu olamazlar.
Ben ișimi seviyorum ama ișimin
gerektiğinden daha fazla alan ișgal
ettiğini düșünüyorum. Bu biraz
doktorlukla da alakalı, insanlar size
her yerde soru sorabiliyor; sürekli
iș yapar hale gelebiliyorsunuz. Ama
bu beni rahatsız etmiyor, ‘zamanımı
alıyorlar’ diye düșünmüyorum. Bu,
keyif almakla ilgili, ben de keyif
alıyorum. İyi doktor olmak için de
bence tek bir șart var, o da iyi
insan olmak. İyi insansanız zaten bu
söylediklerimizin hiçbiri sizde
gerginlik, alınganlık nedeni olmaz,
hoșgörülüsünüzdür.”
de bir düșünce toksini dumanı içinde
kalır. Bütün bunları düșündüğünüz
zaman uykuya bașka gözle bakmak
gerektiğini görürsünüz. Bizim 2002’de
geliștirdiğimiz ve ”Yașasın Hayat”
kitabıyla ortaya çıkardığımız felsefenin
dört temel ayağından biri, iște bu
nedenle uyku. Bu dört temel ayağı,
sağlıklı ve dengeli beslenme, fiziksel
aktivite, stres yönetimi ve uyku olarak
sıralıyoruz. Buradan, uykunun insan
sağlığına katkısının yüzde 25’in altına
inmeyeceğini de söylüyorum.
Uykuyu günün tamamından
ayıramıyoruz. Sağlıklı beslenme
ve hayata yaklașım, uyku
kalitesini belirleyen faktörler.
Peki kaliteli bir uykumuzun ve
kaliteli bir hayatımızın olması için
nasıl yașamalıyız?
Uyanıklıkla uyku hali, geceyle gündüz
haliyle paralel. Yani hayatın kendi içindeki
sağlıklı zıtlıklarını bir parçası. O zaman,
mümkün olduğu kadar geceyle uykuyu
birleștirmemiz lazım. İnsan bedeninin
kendi yapılanmasında, gün içinden
karanlığa doğru geçtikçe, bioritimde
‘diurnal’ yapılanma bulunur. Yani günü
ikiye bölen, bir gündüz, bir gece
yapılanmamız var. Tüm hormonal
sistemlerimiz, metabolik ayarlarımız,
kimyasal yapılanmalarımız bu diurnal
ayara göre oluyor. Hepimizin imalat
șartlanmasına șu yazılmıș; “Bu kiși akșam
11 civarında, beyninden ‘melatonin’ isimli
bir hormon salgılayacak, bu hormon onu
yavaș yavaș gevșetecek ve melatonin
hormonu zirveye yaklaștığı zaman bu kiși
uyuyacak.” Bu melatonin hormonunu
salgılatma kapasiteniz, karanlığa doğru
geçiși sağlayabildiğinizde yoğunlașıyor.
Aydınlıkta da melatonin salgılanabilir ama
karanlıkta daha kolay salgılanıyor.
Melatonin hormonunun iyi
salgılanabilmesi için sesin azaltılması
gerekir, onun için gece belli bir saatten
sonra sessizliğin ritmi yavaș yavaș
üstümüze yavaș yavaș çökmeye bașlıyor.
Ayrıca beynin art yükünün azaltılması
İyi bir yatak hangi rahatsızlıkları önler?
Yeni hayat, beynimizi, algılaması gerekenden daha fazla yükle karșı karșıya bırakıyor. Beyinsel bagajımızı daha çok kirletiyor.
Beynin uykuya geçebilmesi ve uykuda yeteri kadar detoks olabilmesi ihtimali düșüyor. Uyku sorunu giderek büyüyor. Bu
büyüdükçe yatak endüstrisi de büyüyecek. Bence temel sorun yataktan çok beyin yükünde. Ama yatağın bir konfor olduğu da
kesin. Zaten problemleri olan insan, bir de kötü yatakta yatıyorsa, problemin katlanacağı șüphesiz. Bir de kișinin ortopedik
sorunları varsa yatak çok daha önemlidir. Uyku ilaçları üretenler dıșında pek uyku araștırması yapan yok. Yatak endüstrisinin bu
konuda öne çıkıp, uyku üzerine daha çok araștırma yapması gerektiğini düșünüyorum. Tabii ben daha çok ‘iyi hayat’ anlamında
bakıyorum, uyku uzmanı değilim; ama iyi hayatın uzmanı olduğumu düșünüyorum. Öyle baktığım zaman da uyku, iyi hayatın
en önemli parçalarından biri olduğu için benim ilgimi çekiyor. Yapılması gerekenler konusunda beni düșünmeye itiyor.
yașa özel yataklar yapılabilir. Mesela ben
çok iyi irdelenmezse, Amerikan üretimi
bir yatakta Türk insanının çok rahat
uyuyabileceğini düșünmüyorum. Daha
önceki uyuma kültürlerimiz, yatak
kültürlerimiz bile burada etkili, çünkü
yatak uykuda bedenimizle konușur.
yani stres faktörlerinin ortadan
kaldırılması gerekir. Kortizol hormonu ve
beynin ürettiği noradrenalin hormonu,
melatonin salgılanmasını bastırıyor. O
zaman art yükü minimize etmeniz lazım,
yani yarın yapacağınız ișleri düșünmeyi
yavaș yavaș bırakmanız, biraz kendinizle,
maneviyatla, sizi siz yapan değerlerle baș
bașa kalmanız lazım ki melatonin daha
fazla salgılansın. Siz aydınlık bir odada,
televizyon karșısında, ya da bilgisayar
bașında oturuyorsanız uykunuz gelmez.
Hap alırsınız, gelir ama o REM’lere bir
türlü giremezsiniz. Burada bizim kendi
bedensel șartnamemiz konusunda
bilgilenmemiz lazım. Bu șartnamede de
insanların en çok ilgi duyduğu konuların
bașında maalesef beslenme geliyor. Oysa
bedeni beslemenin önemli faktörlerinden
biri uyku. İnsanlara uyku kültürünü,
bilincini, ritüelini, farkındalığını
anlatabilmek gerekiyor. Burada üzerlerine
en çok görev düșen yapılanmalardan
birinin de yatak üreticileri olduğunu
düșünüyorum. Uykuyu geçirdiğiniz
mekânın en önemlilerinden biri yataklar.
O halde yatak, çarșaf, yastık üreticilerini
hatta yatak odası yapanları, daha iyi bir
uykuya nasıl geçildiğine bakmaya
yönlendirmek lazım.
Kaliteli uykunun en önemli
parçası yatak odası değil mi?
Tabii, bu anlattıklarım uykunun
duygusallığı, ruhsallığı hakkındaydı. Bunun
bir de fiziki tarafı var. Yani siz bütün
bunları yaptığınız halde -10 derecede
uyumaya çalıșıyorsanız, uyuyamazsınız.
Koku șartları da önemli, keskin bir koku
beyinle burun arasındaki bağlantıyı artırır
ve uykunuzu bölebilir. Yani bütün
duyular önemli, yatakla paylaștığınız
temel duyu aslında yatağın ergonomisi
dediğimiz șey değil sadece. Ergonomi
sadece sizin pozisyonel duyunuzu etkiler.
Düz pozisyonda olduğumuz zaman daha
iyi uyuyoruz, o düz pozisyonda bașımızın
nasıl olacağını, nasıl döneceğimizi de
kișisel alıșkanlıklarımız belirliyor. İște
orada yatak sanayisinin devreye girmesi
gerekiyor. Kișiye özel yatak üretimi bile
burada düșünülebilir. Bölgeye, kültüre,
Uyku konusunda istatistik bilgiler
var mı?
Uyku sorunları çok yaygın. Ülkelerin
gelișmișliğiyle de alakalı tabii, uyku
sorunlarını nerede araștırdığınız çok
önemli. Diyelim Ayvalık’ta bir araștırma
yaparsanız oranı çok yüksek bulmazsınız
ama Nișantașı’nda yüksek çıkacaktır. Uyku
sorunuyla, huzur sorunu bașa baș gidiyor.
Stressiz misinizdir? Stresli
olduğunuzda bundan arınmak için
neler yapıyorsunuz?
Stressiz biri olduğumu söyleyemem.
Günün büyük bir kısmını çalıșarak,
üreterek, düșünerek geçiren bir insanın
stressiz olması çok zor. Burada önemli
olan stresin tipi, türü, yoğunluğu ve
tekrarlanma derecesidir. Bendeki
stresler, kișisel harabiyete yönelten
türden olmadığı için stressiz
görünüyorum. Yoksa stres bizi yeni
șeyler yapmaya, farklılığa iten bir
uyarıcıdır aynı zamanda. Ben kendi
stresimi yenmek için özel bir șey
yapmıyorum ama mesela egzersiz,
stresin en önemli ilacıdır. Her gün
ortalama 45 dakika egzersiz yaparım.
Ağır bir egzersiz olarak da anlașılmasın,
benim yaptığım yürümekten ibaret.
Kendime göre de ‘stres kutum’ saunadır;
sauna egzersizden sonra beni dinlendirir,
çok farklı șeyler düșünmeye iter,
kendimle baș bașa kalmamı sağlar.
B‹zb‹ze 29
RENKLER
KAHVELER ‘BOL‹VYA’DAN
fievval Sam annesini evine, kahve içmeye
ça¤›r›yor. ‘Kahve’, Bellona’n›n yeni ürün
gam›ndaki hâkimiyeti olan kapuçino rengine bir
gönderme… Birlikte kahve içen, evi dolaflan
anne-k›z›n gerçek hayatlar›ndaki samimiyetleri,
kameray› afl›p izleyicinin yüre¤ine doluyor.
ÖLÜM BÜTÜN ‹NSANLARI Efi‹TLER,
HAYATIN SON SÖZÜ BUDUR,
‹NSANLAR ONA GÖRE YAfiAMALI
“Hayatta her insan›n tökezleyip
yere kapakland›¤› zamanlar olur.
Bu dönemlerde inanc›n›z›
kaybetmeyeceksiniz ve hiçbir
zaman bunu Tanr›’dan
bilmeyeceksiniz. Yere düflünce,
‘nas›l olsa kalkaca¤›m, önümde bir
hayat var’ diyeceksiniz. Ben böyle,
tamamen hayvan refleksiyle
yaflayan bir insan›m, bu sayede
tökezlesem de hep dik kald›m.”
30 B‹zb‹ze
Șair, “Ayinesi iștir kișinin, lafa bakılmaz,” demiș.
Siz hiç Leman Sam’ı olmadık fotoğraf karelerinde, olmadık olayların
içinde, olmadık laflar ederken ve ettiği lafın tam tersi davranırken
hatırlıyor musunuz? Aslında Leman Sam hırslı bir insan. Ama onun
hırsı, daha iyi bir dünya, daha iyi bir insan olmak, ișini iyi yapmak adına
kenetlenmiș.
Bellona’nın yorucu reklam çekimleri arasında sıcak tebessümüyle
sorularımızı yanıtlayan Leman Sam, “Cennet gibi bir dünyada
kendimize cehennem yaratmıșız, içinde debelenip duruyoruz,” diyor
ve ekliyor: “Ölüm bütün insanları eșitler, hayatın son sözü budur,
insanlar da ona göre yașamalı.”
Annelik nedir, ne hissettirir?
Ben yeni albümümün ithaf bölümünde “Beni büyüten kızlarıma...” diye
yazdım. Gerçekten çocuktum, çok deneyimsizdim, çocuklarımla
birlikte büyüdüm, hem genç yașta anne olduğum için hem de hayatta
kırıldıkça o da kırılıyor, sizi bașkalarıyla
paylașmaktan hoșlanmıyor, fakat sonra o
da yolunu buldu. Șevval ikinci çocuk
olduğu için biraz daha rahat bir ortamda
büyüdü tabii, daha deneyimli bir
anneydim ama her günüm annelik
konusunda bir șey öğrenerek geçti
diyebilirim.
Sıkıntılı dönemler de geçirdiğimiz oldu
fakat daha sonrasında ikisi de toplumda
çok saygın, çok yetenekli insanlar oldular,
onlarla çok övünüyorum. Önce ben
onları utandırmadım bir anne olarak,
sonrasında onlar beni bir evlat olarak
utandırmadılar. Bu meslekte hem bekâr
olup hem iki kız çocuğu büyütürken
böyle kalabilmek kolay değil. Bazen
düșünüyorum; evet çok zor günler
geçirdim ama sonunda kazancım,
çektiğim sıkıntıların hepsini unutturdu.
bana çok șey öğrettikleri için. Hâlâ da
onlardan öğreniyorum ve bundan çok
da zevk alıyorum. Dünyaya getirdiğiniz
çocukların büyüyüp, eğitimlerden geçip,
hayat tecrübeleri kazanıp ondan sonra
da size hayat hakkında birtakım
önerilerde bulunmaları, yol gösterici
olmaları fevkalade șeyler. Her yeni kușak
kendinden bir önceki kușaktan daha
ötede olur, ki bu da hayatın doğal
akıșıdır. Onun için bundan dolayı çok
mutluyum. Șevval’le öyle bir ilișkimiz var
ki, bazen “Ben, zaman zaman annemin
annesi olurum,” der. Gerçekten de
öyledir. Normalde annelerle kızları
arasında gizli bir çekișme muhakkak
vardır; fakat biz onu çok yașamadık,
ondan dolayı da çok mutluyum. Birlikte
büyüdük derken, ben onları tek bașıma
büyüttüm, belki bunun etkisi olabilir. Yan
yana, burun buruna büyüdük. Kızlarımın
büyüdüğü dönemde neredeyse
hayatımdan vazgeçtim, çünkü onların
özenli, önemli ve saygın birer birey
olmasını istiyordum. Neden derseniz,
çocuklarım benim değil; insanın çocukları
onun değildir, o kendi bașına bir
insandır. Onun için anneye ya da babaya
çok bağlı çocukların daha sonra hüsrana
uğradıklarını düșünüyorum.
Çocuklar henüz küçükken bunun
farkında mıydınız?
Farkındaydım. Büyük kızımla Șevval’den
daha yakın yașadık. Çünkü o dönemde
yeni ayrılmıștım, kızım çok küçüktü ve
yalnız geçirdiğim zamanlarım çok fazla
oluyordu. O dönemde çok yakın bir
ilișkimiz vardı, bana çok düșkündü,
sonrasında bu benim çocuğuma
mutsuzluk getirdi. Fark ettim bunu, çok
fazla yakın olmak iyi bir șey değil. Siz
Ünlü bir anne olmak zor bir șey,
insanların ilgisi sürekli üzerinizde,
böyle bir durumda çocuk
yetiștirmek çok daha zor olmalı...
Ben bu ișe bașladığım zaman kendime
bir hedef seçtim. Medyada çok fazla
görünen, yüzünü çok fazla afișe etmiș,
yolda yürüyemeyen, çok medyatik ve
dolayısıyla çocukları medyatik olan,
rahatsız edilen bir figür olmayı
reddettim. Üne takılma meselesini ben
insanların eksik yanı diye düșünüyorum.
Kendimi televizyonda, basında
görmekten hoșlanmayan biriyim; o
yüzden de çok steril bir hayat yașadım.
Bunu özellikle yapmadım ama benim
zaten karakterim böyle. Televizyon
meselesinde çok seçici davrandım,
daima mesleğimle ilgili gözüktüm. Yüzüm
çok tanınan bir yüz değil, saçım tanındığı
için toparlayıp bir kasket taktığımda
tanınmaz hale gelebiliyorum ama
tanınmaktan hiçbir șekilde șikâyetim de
yok. Çünkü beni seven insanlar,
ailelerinden biriymișim gibi seviyorlar, bir
medya figürü olarak bakmıyorlar.
B‹zb‹ze 31
RENKLER
Erkekler, eșim size âșık diyor, kadınlar
beni çok seviyorlar, aile içerisinde
çocuklar beni dinleyerek büyüdükleri
zaman, gençliklerinde de yine benim
dinleyicim oluyorlar. Yanıma yaklașan
insanlar beni hep kendilerinden biri gibi
gördüler, rahatsız olduğumu hiç
hatırlamıyorum. Onlar gibi giyiniyorum,
konușuyorum. Farklı bir Leman Sam
elbisem yok, yani ‘Leman Sam olma’
halinin bende bir karșılığı yok.
Kızlarınız da böyle mi?
Aynen öyledir. Șevval “armut ve dibi”
diyor. Herkes için böyle olmuyor ama
onlar beni ve hayatı iyi gözlemlemișler.
Bu, iyi kurulmuș anne-baba ya da
çocuk ilișkilerinde oluyor.
Onlar beni iyi gözlemlemișler ama
benim küçük bir modelim değiller. Kendi
bașlarına birer bireyler, benden çok
farklı yanları da var ve kișilikleri çok
sağlam oturmuș; kimsenin
değiștiremeyeceği kimlikleri var. Onun
için her zaman çok güvendim onlara,
hep de çok güveneceğim. Ben
küçüklüklerinden beri her konuda
fikirlerini alırdım. Onlar da giyimlerini,
okullarını, eșlerini kendileri seçtiler. Ben
çok büyük bir baskı altında büyüdüm ve
“Eğer çocuklarım olursa onlara bana
yapılan baskıları yapmayacağım,”
demiștim, yapmadım.
Ergenlik çağında hiç gerilim
yașadınız mı ve yașadıysanız
bunları nasıl çözdünüz?
Tabii ki, gerilim yașanmadan olmuyor.
Tek bașıma büyüttüm ben onları, o
kadar çok çalıșıyordum ki onlar ergenlik
çağına girdiklerinde bu problemi
büyütecek halimiz ve zamanımız olmadı.
Bunları biraz sabırla, biraz görmezden
gelerek atlattık. Șunu da söyleyeyim,
benim iki kızım da ergenlik dönemlerini
geçirirken bazı çocuklar gibi bana ciddi,
hayati sorunlar getirmediler. Halledilebilir
sorunlardı, biz de halletmeye çalıștık;
ben biraz yoruldum tabii ki. Tek bașıma
olduğum için yoruldum. Babaları yoktu
ama ailemden de bana destek olan
yoktu. Bunların üstesinden bir bașıma
gelirken biraz yoruldum tabii ki. Hayvan
enerjisiyle yașayan bir insan olduğum
32 B‹zb‹ze
YATAIM BELLONA
Söyleșimizde “Hayvan enerjisiyle
yașayan bir insan olduğum için
bu yașıma kadar enerjim hiç
tükenmedi” diyen Leman Sam,
gerçekten de yorucu iki günün
ardından taptaze ve dinçti.
Leman Sam çekimden çok
memnun kaldığını anlattı: “Çok
neșeli, harikulade bir çekim
yaptık. Bu kadar güzel ve neșeli
olacağını düșünmüyordum.
Görüntülü olarak ilk reklam
çalıșmam. Yıllar önce Șevval’le
birlikte bir șampuan reklamı için
çalıșmıștık. Ben biraz böyle
șeylerden kaçarım, çünkü
inanmadığım hiçbir ürünün
reklamında oynayamam. Ama bu
reklamı hem yapacağım birtakım
yardımlar için kabul ettim hem
de zaten benim evimdeki
yatağım da Bellona.”
için de çok mutluyum, bu yașıma kadar
enerjim hiç tükenmedi.
Hayvan enerjisinden kastınız
nedir? Nasıl bir insansınız?
Çocukluğumdan beri kendimi insanların
değil, daha çok hayvanların tarafında
hissettim. Onları çok iyi anlarım. Biraz
İnsan gerçeğinden biraz uzağım. Bunu
bilinçli yapmadım, çocukken de
böyleydim. Tanrı beni ağaçlara ve
hayvanlara daha yakın yaratmıș. Babamın
iși dolayısıyla Anadolu’da çok gezdim,
bütün o dağlar, karlar, ormanlarla
büyüdüm; cici bici elbiseler giyen, saçları
lüleli, piyano dersi alan bir kent kızı
olamadım hiç. Olamazdım da zaten,
bana ters bir șey. Hayvana çok
benziyorum, insan karakterinden o
kadar uzağım ki...
Tarif edebilir misiniz?
Bir kere masum bir insanım. Benim fani
ve insani hırslarım yok. Ün, güç gibi
hırslarım, kıskançlığım hiç yok.
Sosyalistim, mülkiyet duygusuna çok
karșıyım. Tanrı inancım var,
masumiyetim sayesinde onunla çok
güzel direkt bağlantılar kuruyorum.
Doğada ve kâinatta Tanrı’nın güçlü elini
görüyorum, bana olan yardımını da
görüyorum. Hayata dört kere sıfırdan
bașladığım için her seferinde beni
sırtımdan tutup, silkeleyip ayağa
kaldırdığını bilebiliyorum.
O ayağa kalkıșlarda ne yaptınız?
Hayatta her insanın tökezleyip yere
kapaklandığı zamanlar olur. Ciddi olarak
sıkıntılı dönemler geçirirsiniz. Bu
dönemler sırasında inancınızı
kaybetmeyeceksiniz ve hiçbir zaman
bunu Tanrı’dan bilmeyeceksiniz. Yere
düștükten sonra, “ben nasıl olsa
kalkacağım, önümde bir hayat var” diye
düșünmek gerekiyor. Yani tamamen
hayvan refleksiyle yașan bir insanım, bu
sayede de hep dik kaldım.
İnsanların size yönelen
sevgisinden söz ettiniz. Bu tür
temaslar da güç veriyordur size…
Sanatla uğrașan birisi için insanların
sevgisi çok besleyici bir duygu. Sosyal
medyada, mesajla, mektupla gelen
beğenilerin para olarak karșılığı yok.
Sonsuz bir değeri var. Ama kürk giyen
kadınlar, çocuklara ve hayvanlara kötülük
eden insanlar beni sevmesin; bu sevgi
bana iyi gelmiyor.
Dolu dolu yașadığınız bu hayattan
ne süzdünüz?
Aslında yașadığımız dünya çok değer
verilmesi gereken, Tanrı’nın bize
sunduğu bir cennet. Ama cennet gibi
bir dünyada kendimize cehennem
yaratmıșız, içinde debelenip duruyoruz.
Güzellik ve güç çok görece șeyler,
dünyanın en mutlu, güzel, güçlü insanı
da olsanız neticede herkes bir kafatası
ve kemik yığını haline geliyor. En çok
süzdüğüm sözü sorarsanız; “Ölüm
bütün insanları eșitler,” derim, hayatın
son sözü budur, insanlar da ona göre
yașasın.
TASARIM
‘Endüstr‹ tasar›m›’n›n ‹s‹m babas› Önder Küçükerman:
“MOB‹LYA HAYATIMIZA
DOLMABAHÇE SARAYI’YLA G‹RD‹”
Dolmabahçe Saray› Bat›l› bir yaflam tarz›n› getirince, mobilya kelimesi de
hayat›m›za girmifl oldu. 150 y›l öncesi boflluktu, mobilya yoktu. Ama bugün
Türkiye’de tasar›m sorununu en iyi çözümlemifl sektörlerden biri mobilya
Türkiye’de endüstri tasarımının duayeni Prof. Dr. Önder Küçükerman, mobilya
sektörünün bugüne nereden geldiğini çok yakın bir tarihten, 1960’tan örnek vererek
anlatıyor: “Ankara’daki Gima’nın iç tasarımını yapıyorduk. En büyük sıkıntımız masa,
dolap, iskemle yapabilecek insan bulmaktı. İhaleyi alan Ali İhsan Șark, arada bir
ortadan kayboluyordu. Meğer cıvata, dübel, vida gibi malzemeler almak için İtalya’ya
gidiyormuș.” Küçükerman’dan, bugünkü gücüne dikkat çekerek “Beni hep șașırtır”
dediği mobilya sektörünün gelișimini ve tasarımı dinleyelim…
Prof. Dr. Önder Küçükerman
Mobilyada tasarım dünden bugüne nasıl geldi? Dönüm noktaları
nelerdir?
1960’da Güzel Sanatlar Akademisi’nin İç Mimarlık Bölümü’ne girdim. O günlerde
mobilya almak inanılmaz büyük bir sorundu. Dekoratör-marangoz-mobilyacı
türündeki bir insana danıșılır, ölçüler alınır, ısmarlanır, yaklașık altı ay sonra siparișiniz
gelirdi. Ortada mobilya yoktu, çünkü mobilya endüstrisi yoktu. Örneğin, Türkiye’nin
yılda 1 milyon iskemleye ihtiyacı vardı ama öyle bir üretim yoktu. Benim okuduğum
1960 yılında ilk kez mobilya üretimine yardımcı olacak demir boru profili çekildi.
1960’ların mobilyacıları, o boruyla yapılan bir mobilya trendi olușturdular. Bu demir
profiller yaklașık 20-25 yıl Türkiye mobilya sektörünün temelini olușturdu. Bir süre
sonra da alüminyum boru çekildi. Bu kez mobilyaya alüminyum malzemesi girdi.
Aynı yıllarda da Türkiye’de ilk kez ișyeri mobilyası üretilmeye bașlandı. 1980’lere
gelindiğinde mobilya sektörü ciddi bir endüstrileșme sürecine girdi. Çünkü bir
mobilya yapabilmek için ahșabı, madeni, yayları, dokuması, dikiș teknikleri, demonte
edilerek tașınmasına uygun aksesuarları, menteșesi, mıknatısı derken geniș bir takım
oyunu kurmak gerekir. Endüstrisinin ortaya çıkması, yan sanayiinin ona göre șekil
almasıyla birlikte 1980’lerde Türkiye’deki mobilya sektörü büyük bir atılım yapmaya
bașladı. Ama bu kez șu durum ortaya çıktı; mobilya sadece iç tüketim için üretildiği
müddetçe sektörün büyüyüp rekabet gücü kazanması çok zordu. O zaman da
mobilya tasarımı üreticiler arasında etkin bir gündeme oturdu. 1990’larda mobilya
sektörü, yurtdıșındaki tasarımla, tasarımcılarla ve üreticilerle yarıșmak zorunda kaldı.
Sektör bugün son derece büyük ve güçlü bir duruma geldi.
Peki 1960’larda mobilya sektörü niye yoktu?
Biz Türkler mekânlarımızı çok eski geleneklerden gelen halı çevresinde kurduğumuz ve
kullandığımız için, mobilyanın günlük yașama girmesi ancak Dolmabahçe Sarayı’nın inșası
sırasında bașladı. O güne kadar sedirde, halıda, kilimde oturuluyor, bağdaș kuruluyordu.
34 B‹zb‹ze
Topkap› Saray›’nda mobilya yoktu. Yabanc› elçiler saraya gelirken kendi koltuklar›n› getiriyordu. Mobilyal› ilk saray Dolmabahçe.
Türkiye 150 yıl önce, Tanzimat Dönemi
sonrasında Batılılașma sürecine girince,
yiyecek-içecek, bina, mekân, her șey
değișmeye bașladı; yenilik olarak da
mobilya geldi. Türkiye’deki ilk mobilya
șirketleri, 1850’lerde Avrupa’dan gelen
șirketlerin Türkiye’deki üreticileriydi. Yani
Türkiye’de mobilyanın geçmiși 150 yıllık.
Ondan öncesi bir boșluk… O nedenle
de bir sektör olușamamıștı. Dolmabahçe
Sarayı Batılı bir yașam tarzını getirince,
mobilya kelimesi de hayatımıza girmiș
oldu. Dönemin mimarisi de değiști.
İstanbul’da Beyoğlu bașta olmak üzere ilk
apartmanlar, yeni ișyerleri mobilya
gerektiriyordu. Bu binalar mobilya
kullanımına göre tasarlandığı için mobilya
üretimi de gündeme girdi.
Ancak mobilyanın 150 yıl önceki
kültürel temelleri bizlere ait değildi.
Dolayısıyla oradan bir tasarım tezi
yerine, daha çok ithalata dayalı bir
değiștirme-yenileme tezi çıktı. Türkiye
ilk kez modern anlamda mobilyaya
1920’lerde bașladı. Cumhuriyet
döneminin bir mobilya trendi vardı. O
da Avrupa’da o yıllarda hâkim olan
Bauhaus, Artdeco etkisinde bir stildi.
Ama endüstrisi olmadığı için projeler,
ürünler, kataloglardan seçilerek yapılan
değișikliklerden ibaretti. Mobilya
sektörü ancak 1970’lerde, dünyayla
yarıșmak gerektiğinde, kendi üretim
gerçeklerimize göre söz sahibi olan
ürünler çıkarmaya bașladı. Nitekim o
zamanlar, bugün ülkenin önde gelen
mobilya üreticilerinin sahneye ilk çıktığı
yıllardır.
Tabii ki zorlukları vardı. Sanayi ve yan
sanayi henüz olușmadığı için mesela
üretici bir mobilya yapacağı zaman iyi
bir sünger bile bulamıyordu. Bu
durumda tüketici de ne yapacağını
bilmiyordu. Onun için 1980’lerde
Türkiye’de ilk kez gerçek anlamda ev
veya ofisin donanımında kullanılacak
profesyonel ürünler konusunda hem
Türkiye’deki tasarımcılar hem de
üreticiler, gerçek ihtiyacı gördüler
ve endüstrileșme sürecine girdiler. O
gün mobilya sektörünün hem iç
kullanıma hem ihracata dönük
çözümlerini iyi yapanlar, bugün
dünyayla yarıșabilir markalar haline
gelmeye bașladılar.
Türkiye endüstrileșme sürecinde șu
gerçeği gördü; değișen sadece Türkiye
değildi, bütün dünya gelișmekteydi ve
rekabet de dünya ölçeğindeydi. O
nedenle mobilya sektörü 1980’lerden
bașlayarak, özellikle 1990’lar ve
2000’lerde küresel yarıșın gerektirdiği
tasarım dilini kullanmak zorunda kaldı.
Küresel tasarım oyununun kuralı,
küresel tasarım dilini iyi okumak, iyi
yazmak ve iyi söylemekten geçer. Ona
uygun bir kadro kurulması kaynak
gerektirir. Kaynağın olușturulması için
ișlerin büyümesi gerekir. Dolayısıyla
ihracat Türkiye’de mobilya sektörünün
tasarımdaki en önemli itici gücüdür.
Çünkü dünyayla hem yeniliklerinizle
hem ürününüzle hem fikrinizle
yarıșacaksınız, hem de rekabet gücünüz
olacak. Bu sebeple Türkiye’de tasarım
sorununu en iyi çözümlemiș
sektörlerden biri mobilya sektörüdür.
1980’lerde endüstrileșme
bașladığına göre, böyle bir
bașarı için çok kısa bir süreç
değil mi?
Beni hep șașırtır. 1960’ta ihtiyaç
duyulan 1 milyon iskemlenin hiçbirini
üretemiyorken, bugün 60 bin kișinin
çalıștığı ve en büyük ihracat gücüne
sahip olmaya doğru giden bir sektör.
1960’ta Ankara’daki Gima’nın iç
tasarımını yapıyorduk. En büyük
sıkıntımız masa, dolap, iskemle
B‹zb‹ze 35
TASARIM
“
1970’Te Güzel Sanatlar
Akadem‹s‹’nde yen‹
bölümü kurarken,
endüstr‹ tasar›m› ad›n› da
ben koydum. O
tar‹hlerde ‘tasar›m’
sadece fla‹rler‹n,
edeb‹yatç›lar›n
gündem‹ndeyd‹. B‹r de,
‘tasarlayarak suç ‹fllemeK’
f‹‹l‹nde oldu¤u g‹b‹
hukukçular›n…
Akadem‹dek‹ hocam›z
hukukçu oldu¤u ‹ç‹n, bu
f‹‹lden yola ç›karak ‹sm‹
koyduk.”
yapabilecek insan bulmaktı. Sonunda
Ali İhsan Șark’ı bulduk. Bizim projeleri
yaparken arada ortadan kayboluyordu.
Meğer Türkiye’de bulunmayan cıvata,
dübel, vida gibi malzemeler için
İtalya’ya gidiyormuș. Düșünebiliyor
musunuz? Hâlbuki bugün malzemeler
yarım saatte temin edilebiliyor. O
yüzden Türkiye’de özellikle mobilya
tasarımının arkasında yatan, yan
sanayinin büyük desteği ve büyük
șirketlerin küresel oyunda yarıșacak
șekilde yaptıkları yatırımlardır. O
yatırımlar olmasaydı ne iyi tasarımcı
yetișir, ne iyi bir fabrika çalıșır, ne de iyi
bir ürün çıkardı.
Türkiye büyük bir mobilya geleneğine
sahip olmadığı için tasarımlarda
kendisini çok hür hissetti. O yüzden
her koșula dayanıklı bir Türk mobilya
sektörünün oluștuğu görüșündeyim.
36 B‹zb‹ze
Ben Mimar Sinan Üniversitesi’ndeyken
yaptığımız ilk mobilya tasarım
yarıșmaları çok ciddi ses getirdi. Bugün
birçok kuruluș da önemli tasarım
yarıșmaları düzenliyor. İște bu, bir
ortamdır. Tasarım, ortam ihtiyaç
gösterir ve desteklerse ortaya çıkar,
yoksa beslenemez. Tasarımcı, ortada
problem yoksa kendi bașına bir
problemi ortaya koyup çözemez.
Șimdi böyle bir ortam var mı?
Türkiye’de iç ve dıș tüketime dönük
kuvvetli bir mobilya tasarımı ortamı
var. Bu ortam tasarımcılara yașama,
üretme șartlarını, üstelik en
profesyonel düzeyde verebiliyor.
Mobilya sektörü için
önümüzdeki seyir ne olacak?
Mobilya sektörü artık özellik kazanıyor;
ev, ișyeri, turizm tesisleri gibi… Türkiye
bu özelleșmede kendi konumunu ve
hedeflerini net olarak tanımlamalı.
Bugün dünyanın değișik ülkelerinde
tasarıma değișik yaklașımlar var. Mesela
İskandinav ülkelerinde bir tasarım
yapılırken kullanılan hammaddenin
yeryüzüne zarar vermemesi, ürünün
insana zarar vermemesi ve o ürünün
yok edilmesi sırasında da çevreye zarar
vermemesi her șeyin önündedir.
Bir iskemlede, koltukta, masada nasıl
rahat oturulacağının kuralları artık belli.
Günümüzün kullanım koșulları mobilya
tasarımına yeni boyutlar getiriyor.
Mesela bir ofis mobilyasını bir
bilgisayardan ayıramazsınız. Bir çocuk
odasını yüksek teknolojiden hem
ayıramazsınız, hem de çocuğu
korumak zorundasınız.
Dolayısıyla artık Türkiye’de
tasarımcıların, yașamın hangi alanlarında
yer alacaklarına dair pozisyon
belirlemeleri gerekiyor. Eğer ofis
mobilyası çizen bir tasarımcı veya
șirket dünyada ofis teknolojisinin nasıl
gelișeceğini bilmiyorsa, yarıșamaz.
Büyük mağaza tasarımı yapan bir
kuruluș dünyadaki iș teknolojisinin nasıl
geliștiğini bilmiyorsa, rekabet edecek
bir ürün yapamaz.
Dünyayı izlemeyen bir șey
yapamaz…
Evet. Tasarım artık, dünya
tasarımcılarının dilini bilmeyen
insanların elinden çıktı. Tasarım bugün,
bir uçta yüksek teknolojinin diğer uçta
insanı yüksek teknolojiden korumanın
bulunduğu çok garip bir açılım
içerisinde.
Diyelim bir çocuk kalemi tasarladınız.
Çocuk oynarken kalemin bir parçasını
yutuyorsa ve bu röntgende
görünmeyen bir plastikten
tasarlanmıșsa, siz șık bir kalem yaparak
çok sayıda çocuğu öldürmüș
oluyorsunuz. Ya da bir otomobile șık
bir ayna takıyorsunuz ama o ayna
nedeniyle kazalar oluyorsa, bu
tasarımın kıymeti yoktur. Dolayısıyla
tasarım artık öyle bir hale geldi ki, hem
iyi olması hem bașarılı olması hem de
çevreyi, doğayı, insanı koruması șart.
Türkiye’de halen kullanılmakta
olan ‘endüstri tasarımı’nın isim
babasısınız. Türkiye’nin tasarım
karnesi açısından gelinen durum
nedir?
1970, Türkiye’de sanayileșmenin teșvik
edildiği yıldı. Milli sanayi kurulmak
isteniyor, Devlet Planlama Teșkilatı
(DPT) yerli sanayiyi teșvik ediyor ama
kimse tasarımdan söz etmiyordu. Ben
aynı yıl Güzel Sanatlar Akademisi’nde
Endüstri Tasarımı Bölümü’nü kurarken
DPT’ye gidip, “Siz bu fabrikaları
kuruyorsunuz ama bunlar ne üretecek?”
diye sordum. Büyük destek gördük.
Çünkü onlara, endüstri tasarımının
ürünü nas›l yok edece¤‹n‹z de tasar›m›n parças›DIR
Bugün bir tasarım yaparken, ürettiğiniz bir ürünün yarın nasıl yok edileceğini
dahi tasarlamanız gerekiyor. Mesela bir otomobil yapıyorsunuz. Bu otomobil,
iși bittiğinde yok edilecek. Onun parasını kim ödeyecek, nasıl yok edilecek?
Devletler bunu soruyor, “Bu otomobili yok etmek için ben neden para
harcayayım? Sen onu çevreye zarar vermeden yok et, ya da bunun bedelini
baștan öde,” diyor.
sadece bir ürünü çizmek olmadığını,
sonuçta ülke insanının refahının ana
faktörü olduğunu söyledik.
Tasarım, küresel anlamıyla bir fabrikaya
bir ürün çizmek değildir. Tasarımın asıl
hedefi, onu yapan ülkeye avantaj
sağlamaktır. Neden İtalya tasarımda bir
numaradır? Çünkü 1948’de İkinci
Dünya Savașı’ndan perișan çıktığı
yıllarda yeni İtalya’yı tasarlayanlar,
ülkenin bir yaratıcılık merkezi olmasına
karar verdi. Her șehir bir ürün
konusunda tasarım uzmanlığı kazanmak
üzere tanımlandı. Hiçbir șehir bir diğer
șehire rakip olamazdı.
Bu model, aynı prensiplerle 1980’de
de Hindistan’da hayata geçirildi.
Hindistan ‘kalkınma için tasarım’
tanımını benimsedi. 1990’larda Çin
aynı prensibi kullandı. “Ben șöyle bir
ürün yapmak istiyorum” diyene, “O
nedir, niye yapıyorsun?” diye sorarlar.
Tanımlayamazsan, ne tesisini ne ürünü
teșvik ederler. Ancak bizde bu isim bu
netlikte konulmadı. O nedenle
Türkiye’deki sektörün net tanımlamalar
yaparak büyük sahada oynaması lazım.
Biraz önce belirttiğimiz gibi, Türkiye
150 yıl önce her șeye yeni baștan
bașlamak zorunda kaldı. Șu anda ne
yapması gerektiğini biliyor. Ama aksilik
șu ki, șimdi de dünyayla yarıșmak
zorunda. O yüzden Türkiye’deki
tasarım sektörü, dünyanın ‘tasarım
konseyi’ dediğimiz noktalarına
ulașamadığı müddetçe kendi gücünü
ortaya çok zor koyar.
Çok uzak mıyız?
Bazı konularda çok uzak değiliz. Mesela
moda ve tekstilde içinde sayılırız. Zor
bir iștir. Ama o noktalara gelinmeden
de yukarılarda esen rüzgârları
göremezsiniz, sadece takipçi olursunuz.
Çünkü trend oralarda olușur.
Mobilya sektöründe ne
durumdayız?
Adını koyalım, mobilya sektöründe
önce İtalya gelir. Türkiye henüz
sektöre ismini koyacak noktada değil
ama belki de İtalya’dan daha fazla
endüstriyel yatırımı var. Mobilya
tasarımda ise biraz daha yol alması
gerekiyor.
Ne yapılması gerekir?
Tasarımda yapılması gereken, dünya
dilini iyi bilmek ve iyi kullanmaktır.
Dünyanın ne istediğini, neden
bahsettiğini bilmeden herhangi bir
ürününüzü, tasarımınızı kabul
ettirmeniz mümkün değildir.
Peki dünya șu aralar ne
istiyor?
Öncelik, çevre ve insanda… Mesela
bundan 40 yıl önce ABD’deki
otomobil firmaları, arka koltuğa köpek
konulması, köpeğin yanına da çocuğun
oturtulması ihtimalini düșünerek, anti
alerjik otomobil koltuk kumașı
konusunda araștırma yapan sistemler
kurmuștu. Dolayısıyla yarıșın boyu
büyüdükçe yükü de artar. O yükü
karșılayacak sabır ve güç lazım.
Öğrencilerime daima șunu söylerim;
“İyi bir tasarımı yapmak mümkündür,
herkes yapabilir. Mühim olan
bașkasının yapamayacağını yapmak”.
B‹zb‹ze 37
‹LET‹fi‹M
B‹R K‹fi‹Y‹ KAZANMAYI ASLA KÜÇÜMSEMEY‹N,
HELE O B‹R KADINSA…
Müflterilerinizi
art›rmak istiyorsunuz;
broflür da¤›tt›n›z,
SMS gönderdiniz,
afifl bast›rd›n›z ama
istedi¤iniz sonucu
alamad›n›z. Acaba
bu iflte bir yanl›fll›k
ya da eksiklik mi var?
Reklamcılar Derneği Bașkanı ve aynı zamanda akademisyen Ayșegül Molu, bir
ana marka altında çalıșan șirketler için doğru reklam yöntemlerini sıralarken,
kalabalıkları adres gösterdi; “Kalabalıkların nerede olduğunu bulacaksınız, onlara
küçük de olsa yeni bir vaatle gideceksiniz. Mahallenizdeki potansiyel tüketiciyi,
ihtiyaçlarını saptayacak kadar izleyeceksiniz”. Molu’ya göre ‘mağazanın açılıp
kapanmasından sorumlu, tezgâh arkasında duran insan türü’ artık öldü. Günümüz
rekabetinin öyle bir profile tahammülü yok. Canlı, diri, satıș portföyü
olușturabilecek satıș elemanları yetiștirilmeli.
Ana markalarla, bayilerin reklam stratejilerini dikkate alırsak,
değișmeyecek, temel doğrular var mıdır?
Benim reklamcılığa bașladığım yıllarda bir büyük gazeteye reklam veriyor olmanız,
mesajınızı bütün ülkeye iletmeniz için yeterliydi. Ancak bugün durum çok farklı.
Markanın sadece hedef kitlesine mesaj iletmesi yetmiyor. Artık sizin, tüketicinizle
hakiki bir diyalog bașlatmanız, bunu tıpkı iki kiși arasındaki ilișki gibi kurgulamanız
gerekiyor. Bu nedenle ana markanın iletișimiyle, sahada yapılan yani bayilerin
iletișimi aslında birbirini önemli ölçüde tanımlayıcı ve tamamlayıcı șeyler. Sahanın
en büyük gücü, bayilerin tüketiciyle direkt iletișimde olmaları, bayinin de bu
diyaloğun bizatihi kendisinin gerçekleștiği yer olması. İkincisi ve çok önemlisi, artık
mesaj tek bir mecra üzerinden verilemiyor. Mesela bütün gücüne rağmen
televizyon üzerinden bir mesaj ileterek yetinmek, tüketiciyle diyalog kurmanız
için yeterli değil. Farklı ortamları, araçları birbirine eklemleyerek farklı etki
yaratacak șekilde kullanmalısınız. Sözgelimi biz cep telefonu marifetiyle, internetle,
her an ulașılabilir bireyler haline geldik.
Bir de doğrudan pazarlama (CRM) veya belli bir hedef grubunun beklentilerini
anlayarak, kavrayarak onlara kișileștirilmiș mesajlar verme yaklașımı, yine bu dijital
ortamda artık doruk noktasına ulaștı. Bir tüketicinin tüm davranıșlarını, meraklarını,
araștırdığı konuları dijital ortamda izlemek ve ona uygun teklifleri sunmak ya da o
kișiye birebir ulașmak artık mümkün. Șimdi ișin esası, mesajların sürekliliği kadar,
tüketiyici bir karar anında yakalamaya da dönüșüyor.
Üçüncü noktaya gelince, tüketiciyle kurduğunuz diyaloğun daha nitelikli hale gelmesi
için bütün bu kurgunun bir bütün olarak tasarlanması ve uygulanması gerekiyor.
Bu bașlıkları örnekleyebilir miyiz? Burada ana marka ne yapacak,
bayi ne yapacak?
Bașlangıç noktasında söylediğim temel șey, yani diyaloğun kurulmasında ana
38 B‹zb‹ze
markaya olduğu kadar bayilere de çok
büyük görev düșüyor. Diyaloğun
kurulmasındaki bu ortak sorumlulukta
bayilere düșen de ana markanın
yaptıklarına bakıp, geride kalan boșlukları
çok iyi kurgulamak, çok iyi oturtmak.
Bayiler genellikle çok geleneksel bir
biçimde, kapalı devre çalıșıyorlar. Yani
müșteri dükkâna girdikten sonra etkin
bir performans gösteriyorlar. Ama asıl
hikâye, dükkân trafiğinin artırılmasına
yönelik yapılacak șeyleri daha iyi
șekillendirmek. İște bu noktada daha
aktif olmaları, bulundukları yöre itibarıyla
yapacakları faaliyetleri çeșitlendirmeleri
gerekiyor. Bunu birkaç türlü yapabilirler.
Öncelikle faaliyet çeșitlendirmesi için
“kalabalık nerede?” diye düșünmek lazım.
Sözgelimi kadınların karar verici olduğu
bir marka için pazarlar, iyi bir ‘kalabalık
alanı’dır. Alıșveriș merkezleri, okullar ve
kermesler… Hatta kadınların oyun ya da
altın günleri… Bütün bunlar size belli
etkinlikleri gerçekleștirmeniz ve
bașarmanız için bir zemin hazırlar.
Peki o kalabalık alanlarda neler
yapılması gerekir?
Kalabalık alanlarına bir tema veya bir
konuyla gitmek gerekir. Vadettiğinizi,
somut, ana markanın sunduğundan
farklı bir șekilde söylüyor olmalısınız.
Sözgelimi bu, daha kısa süreli bir ekstra
fiyat indirimi veya bir hediye kuponu
veya mağaza içinde bir bulușmanın
duyurusu veya bir sanatçının mağazaya
ziyareti olabilir. Önemli olan, kalabalıkla
konușmaya bașladığınızda verecek
somut ve yeni bir vaadinizin olması.
Vaatsiz olarak kimsenin karșısına
çıkmayınız. Sözgelimi, yalnızca broșür
dağıtmanın hiçbir yararı yok. Tek bașına
broșür dağıtmak için gösterdiğiniz
çabanın da hiçbir yararı yok. Șöyle
düșünmek zorundasınız: O broșürün bir
karșılığı, zaten ana kitle mecrasında
yayınlanıyor. Sizin yaptığınız, onun kötü
bir tekrarından ibaret olacaktır. Esas
olan, sizin o kalabalıklara yeni bir teklifle
gitmenizdir. Bunun çok büyük bir șey
olması șart değil. Küçük bir vaat de
olabilir ama ‘yeni’ bir șey sunuyor
olmanız gerekir.
Bayilerin dükkân trafiğini artırmalarını
sağlayacak ikinci bir alana daha dikkat
çekelim. Türkiye’de hâlâ bir ‘mahalleli’
kavramı var, sizin de dükkânda oturup
beklemek yerine, mahallenizdeki alıcınız
olabilecek insanları tanımanız gerekir.
Hedef kitleniz kimdir, oradaki yașam
profili nedir, alıșveriș sıklıkları nedir?.. Bu
çaba hem sizin belli kișisel yakınlıkları
kurmanızı hem de alıcılarınızın ihtiyaç
zamanlarını saptamanızı sağlar.
Sözgelimi, Ayșe Hanım’ın iki gelinlik kızı
var, kızlardan biri nișanlı… Bu, sizin için
değerli bir bilgidir. Çünkü siz bu bilgiyle,
bir sene sonra o kız için çeyiz alınması
olasılığını da saptamıș olursunuz.
Dolayısıyla Ayșe Hanım’la diyaloğunuzu
belli bir tempoya oturtma șansını elde
edersiniz.
Yani müșteri listesi, isimlerden
ibaret olmayıp, yașayan bir liste
olmalı…
Aynen öyle. İnanın artık insanlar, cep
telefonuna gönderilmiș bir mesajı
görmüyor. Çoğu insan, bu mesajların
gelmemesi için telefon operatörlerine
bașvuruyor. Bu çöp yığınına dâhil
olmanın artık hiçbir anlamı yok.
Mesajlar, sizin yașayan bir data
havuzunuz varsa, ancak destekleyici bir
unsur olabilir. Özetlersek, bayilerin
birinci sorumluluğu kalabalıkların nerede
olduğunu saptamak, ikinci sorumluluğu
hedef kitledeki niteliklerin, ihtiyaçların,
B‹zb‹ze 39
‹LET‹fi‹M
ARTI 1
yaklașımların ne olduğunu bilmek…
Üçüncü önemli nokta ise çalıșma
ortamıyla ilgili. Bayilik sistemlerinin
çoğunda ‘çırak’ diye tabir edebileceğimiz,
aslında çok da iyi yetișmemiș satıș
elemanlarından olușan bir ortam
kuruluyor. Çoğu bayi ortamları da çok
bakımlı değil. Canlı, sizi içine alan, satın
almaya teșvik eden değil; bir parça
gevșek, sarkmıș, formsuz bir ortama
giriyorsunuz.
Oysa satıș ciddi bir iștir, tamamen
iknaya dayanır. Son derece diri, eğitimli
satıș elemanları, bir gerekliliktir. Bunu
yakalamak için de çaba harcamak
gerekir. Ne yazık ki ülkemizde, bu kadar
önemli olan satıș konusunda sistematik
bir eğitim süreci pek görülmüyor.
Kurumsal markalar satıș elemanlarını
desteklemek üzere çaba sarf ediyor ama
bu da belli bir yere kadar ișe
yarayabiliyor. Esasen ișyeri sahibinin satıș
elemanlarının performansı ve diriliği
üzerinde yüzde 100 kontrolü olması
gerekiyor. Bu, çok ciddi bir eksiklik. İyi
bir satıș elemanı; sözünü ettiğimiz o
birebir ilișkilerin kurulmasında kimi
zaman kilit kiși haline gelebilir. Kendi
satıș portföyünü olușturan satıș elemanı
esastır. Satıș elemanlarına ‘tezgâh arkası
çırak’ diye değil, ‘satıș portföyünü, satıș
grubunu olușturup satıș yapabilecek
yöneticiler’ diye bakmalıyız. Bu insanları
bulup yetiștirmeliyiz. Mağazanın açılıp
kapanmasından sorumlu, tezgâh
arkasında duran insan türü artık öldü.
Günümüz rekabetinin öyle bir profile
tahammülü yok.
Hatta aksi tesir bile yapabilir...
Hem de çok. Özellikle kadınların karar
verecek durumda olduğu kategoriler,
çok tehlikeli kategorilerdir. Çünkü bir
reklamın etkisi bir kișiyle sınırlıysa, kadın
beğenmediğinde bunu yedi ayrı
arkadașına anlatarak aslında kötü namın
da yayılmasına neden olabiliyor.
Kurumsal markanın elbette farklı bir
durușu var ama yerelin gerçeği aslında
bir kișiyle ilgilidir. Bir kișiyi kazanmak size
belli bir grubu getirebilir, bir satıș
portföyünü olușturabilir. Onun için bir
kișiyi kazanmayı asla küçümsememek
gerekir. Hele ki kadınsa… Her kadından
bir kazançla çıkmak zorundasınız, sayın
bayiler. Bașka türlüsü mümkün değil.
Son olarak eklemek istediğiniz
bir șey var mı?
Bir kurumsal markanın sağladığı
olanaklardan faydalanmak çok ciddi bir
avantajdır. Bütün bayilerin o avantajın
farkında olup ama asıl tüketiciyle diyalog
kurmak sorumluluğunu da kendilerinde
görmeleri gerekir. Çünkü ana marka,
belli bir bilinirliği yaratmaktan
sorumludur. Tüketiciyle diyaloğa girerek
satıșı gerçekleștirmek ise bayinin kendi
ellerinde olan temel unsurdur. Bunu asla
gözden kaçırmamak lazım. Ana markayla
bayinin ilișkisinin de çok güçlü kuvvetli
bir diyalog olmasını sağlamak lazım.
REKLAMIN TEMEL HEDEF‹ NED‹R?
Tüketiciyle iletișimin sürekliliği esastır. Sözgelimi orta halli bir aileden ev hanımı markete gittiğinde,
ilgi duyduğu her kategoriyle ilgili onlarca markayla yüz yüzedir. Reklam verenlerin ve iletișim dünyası
olarak bizim bütün hedefimiz de, onun zihnindeki ilk üçlük tercih menüsü içindeki yerimizi veya alma
sıklığımızı artırmak. Bütün oyun, bu ‘ilk üç marka’ üzerine kuruludur, bütün pazarlama kurgusu da
buna doğru akar. Türk ekonomisindeki çalkantılar nedeniyle 2005 yılı sonrasında reklamın etkisine
ilișkin, pozitif anlamda çok önemli bir kanaat uyandı. Tüketiciyle iletișimin kesintiye uğramaması
gerektiği yönünde düșünce değișiklikleri oluștu. Çünkü krizler öyle ilginç ortamlar ki, bütün rekabet
algısını değiștirebiliyorlar. Kriz içerisinde iletișim yatırımına ara veren markaların, kriz sonrasında bunu
telafi için, o verdikleri aranın çok üzerinde bir çaba göstermesi gerekiyor. Ya da tersi, hiçbir biçimde
o üçlü kotanın içerisinde olmayan bir marka, kriz ortamında aktif hale gelerek potaya giriyor ve kriz
sonrasında da bunun faydalarından yararlanmayı sürdürüyor.
40 B‹zb‹ze
SUN TZU…
2 B‹N 500 YIL ÖNCES‹NDEN BUGÜNE DERSLER
Çinli general Sun Tzu’nun yazd›klar› bugün ifl dünyas›na yol gösteriyor.
Pek çok kifli onun ö¤retilerini okuyor, kavr›yor, analiz ediyor. Peki onu
bugün bu kadar önemli k›lan düflüncesi nedir?
Sun Tzu, günümüzden 2 bin 500 yıl
önce yașamıș bir Çinli general. “Savaș
Sanatı” adlı kitabı, son yıllarda hayli
popüler. Hakkında kitaplar, tezler
yazılıyor, seminerler veriliyor.
Peki onu bu kadar popüler kılan ne?
Eğer dönemin ordularını bugünün
șirketleri, dönemin silahlarını bugünkü
satıș, pazarlama ve iletișim olarak
düșünürsek, Sun Tzu’nun önemini
daha iyi kavrarız.
Evet, Sun Tzu çok popüler; çünkü 2
bin 500 yıl ötesinden bize bugün nasıl
bașarılı olacağımızı, kendimizden güçlü
olanların karșısında nasıl ayakta
kalacağımızı, rakiplerimizi nasıl alt
edebileceğimizi anlatıyor. Nasıl mı?
Kendisini ve felsefesini yavaș yavaș
inceleyelim.
Sun Tzu’nun, “Savaș Sanatı” adlı
eserini, Vu Krallığı’na generallik yaptığı
ve de Çin uygarlığının en karıșık
zamanı olan Savașan Devletler
Dönemi’nde (MÖ 403-221), kazandığı
zaferler ve edindiği deneyimler
sonrasında kaleme aldığı söyleniyor.
Sun Tzu’nun öğretisinin genel hatlarını,
olayları olmadan önce görebilmek ve
buna karșı önlem almak, savaș
kaçınılmaz ise bunu akıl oyunlarıyla ve
gerektiğinde hileye de bașvurarak
fiziksel çatıșmaya girmeden gidermek
olarak anlayabiliriz. Eğer savașmak
kaçınılmaz hale gelmișse, Sun Tzu’ya
göre bu kez amaç her iki taraf için en
az kayıpla bu iși bitirmek olmalı.
“Savașmaksızın bașkalarının ordularını
alt etmek, hünerlerin en iyisidir,” diyor
Sun Tzu. Onun beslendiği en önemli
kaynak, ünlü düșünür Tao’dur. Tao
öğretisinde ‘yol’ kavramı kutsaldır.
‘Yol’a, ancak doğayla ve kendisiyle
barıșık, huzur dolu bir yașantıyla
ulașılabilir. Burada savașa yer yoktur.
Sun Tzu’nun savașla ilgili sözlerine
bakalım: “Hükümet galeyana gelip
orduyu seferber etmemelidir, askeri
liderler öfkeye kapılıp savașa yol
açmamalıdırlar. Kızgınlık, sevince; öfke,
neșeye dönüșebilir. Fakat yıkılmıș bir
ulus bir daha var edilemez ve ölüler
yașama döndürülemez.”
Ona göre önemli olan karșısındakini
savașmadan yenmektir: “Bu yüzden,
savaș sanatından anlayan kiși,
bașkalarının gücünü savașmadan alt
eder, kentleri kușatmadan alır, bașka
B‹zb‹ze 41
ARTI 1
ulusları az zamanda ele geçirir.”
En bașarılı kișilerin, girdikleri her
savaștan muzaffer çıkanlar değil, rakibi
savașmadan çaresiz bırakanlar olduğunu
düșünür. Evet, savașmadan savaș
kazanmak, Sun Tzu düșüncesinin temel
prensibini olușturur. Savașmadan
kazanmak için aklı olduğu kadar hileyi
kullanmak da, bilgeliğin kuralıdır. Bilge en
kısa sürede, en az kayıpla düșmanını alt
eder, ama onu asla yok etmez. Çünkü
evrendeki her șey, bir bütünün
parçasıdır. En iyi savașçı, düșmanın
planını henüz tasarlarken anlayabilendir.
Yetenek sıralamasında en iyiyi, düșmanın
ittifaklarını bozan, onu da ordulara
saldıran savașçı izler. Peki en kötü
savașçı hangisidir? Kentleri kușatanlar.
“Savașta bașarı, önceden hesaplama ve
planlama yapan, düșmanını ve araziyi
tanıyan, kendi yeteneklerini ve sınırlarını
bilen, birliklerinde üstün moral sağlayan,
düșmanını aldatabilen, çatıșmada
gereken yerde yoğunlașan ve hızlı
hareket eden tarafın olacaktır” diyen
Sun Tzu, zafer için de beș ilke sıralıyor:
“Ne zaman savașacağını, ne zaman
savașmayacağını bilen kazanacaktır.
Büyük ve küçük birliklerin her ikisini de
yönetmeyi bilen kazanacaktır.
Ordusunun tamamında aynı ruhsal
canlılığı (morali) sağlayan kazanacaktır.
Kendisini hazırlayan ve düșmanını
hazırlıksız buluncaya kadar bekleyen
kazanacaktır. Askeri yetenekleri olan ve
hükümdar tarafından ișine karıșılmayan
kazanacaktır. Zafer, bu beș hususun
bilinmesine bağlıdır.” Sun Tzu ve
ölümsüz eseri “Savaș Sanatı” tarih
boyunca, Sezar’dan Napolyon’a,
Hitler’den Mao’ya kadar birçok
komutan ve lidere yol göstermiș. Sahip
olduğu kadim ve derin bilgelik sayesinde
yazılıșından bu yana 2 bin 500 yıl
geçmesine rağmen güncelliğini halen
koruyan “Savaș Sanatı”, gelecekte de
var oluș macerasındaki insanoğluna yol
göstermeye devam edecek gibi
görünüyor.
42 B‹zb‹ze
SUN TZU’NUN KENDİ
FELSEFESİNİ ANLATTIĞI
ÖZLÜ SÖZLERİNE KULAK
VERELİM
I Savașı kazanan savașçı, soğukkanlı,
kararlı savașçıdır. Öfkeli, kızgın, öç alma
peșinde olan savașçı, kaybetmeye
mahkûmdur.
I Akıllı olan savașçı, savașı önceden
kazanır, oysa cahil asker kazanmak için
savașmak zorundadır.
I En büyük ustalık, zayıf ve beceriksiz
gözükmektir.
I Dișe diș savaș, akıllı savașçı için son
çaredir.
I Kendinizi ve karșınızdakini iyi
tanıyorsanız sizin için tehlike yok
demektir. Kendinizi iyi bilmenize rağmen
karșınızdakini yeterince tanımıyorsanız
yine de kazanma șansınız vardır. Ancak
ne kendinizi ne de karșınızdakini
bilmiyorsanız, o zaman her savașta
büyük tehlikeyle karșı karșıyasınızdır.
I Savaș sanatının en faydalı kavramı,
düșman ülkesini tümüyle, zarara
uğratmadan ele geçirmektir. Yıkıp
yakmanın kimseye faydası yoktur.
I Üstün bașarı, düșmanın direncini
savașmadan kırmaktır.
I Düșmanı, savaș meydanında uzun
sürecek savașlardan çok, savaș oyunları
bitirir.
I Büyük bir gücün kontrolüyle birkaç
kișinin kontrolü aynı prensiplere bağlıdır.
Sadece rakamların bölünmesi gerekir.
I Beceriyle uygulanan dolaylı taktikler
hava ve yeryüzü gibi tükenmez; nehir ya
da ırmakların akıșı gibi durmaz; güneș ya
da ay gibi yeniden doğmak için batar;
dört mevsim gibi geri gelmek üzere
gider. Sadece yedi nota bulunmasına
rağmen bunların karıșımından pek çok
melodi üretilir; sadece dört tat (acı,
tuzlu, ekși, tatlı) bulunmasına rağmen,
bunların karıșımından sınırsız tatlar elde
edilir; sadece beș ana renk (sarı, beyaz,
siyah, mavi, kırmızı) olmasına rağmen,
bu renklerin karıșımından sınırsız renkler
elde edilir.
I
I Çalıșılmıș düzensizlik, disiplinin;
çalıșılmıș korku, cesaretin; çalıșılmıș
zayıflık, güçlülüğün hazırlayıcısıdır.
I Savașı arzulamadığımızda, kampımızın
izleri ortada olsa bile, bıraktığımız izlerle
oynayarak düșmanı șașırtabiliriz.
I Olası çatıșmalara her an hazır olma
kaygısı düșman birimlerini zayıflatacaktır.
I Düșman sayıca bizden üstünken bile
düșmanı bizimle savașmaktan
caydırabiliriz. Bu da onların planlarını
bilmekten geçer.
I Zafer, sizin ne yaptığınızı
anlayamayan düșmanın hatalı
taktikleri sayesinde gelecektir.
I Düșman ordusunu kușattığında bir
açık nokta bırak, bunalmıș düșmanı fazla
zorlama.
I Belirgin bir anlașmayla birlikte
gelmeyen barıș önerileri tuzak
belirtisidir.
I Askerlerinize çocuklarınız gibi bakın,
sizi en derin vadilere kadar takip
edeceklerdir. Onlara yetișkin
çocuklarınız gibi bakın, yanınızda ölmeyi
her șeye tercih edeceklerdir. Ancak,
otorite kuramıyorsanız yaramaz çocuklar
olmușlardır ve hiçbir ișe yaramazlar.
I Düșmanı bildiğiniz kadar kendinizi de
biliyorsanız, zafer konusunda șüpheniz
olmasın.
Usta savașçı çıngıraklı yılana benzer.
Kafasına saldırsan, kuyruğundaki zehirle
saldırır. Kuyruğuna saldırsan, dișlerini
geçirir. Gövdesine saldırsan, hem
kuyruğuyla hem dișleriyle saldırır.
I İnsan, doğası gereği, zora düșmedikçe
yeteneklerini sonuna kadar kullanmaz.
I Kolaylıkla zafere ulașmak istihbarata
bağlıdır.
I Casuslar, iyilik ve dürüstlük olmadan
yönetilemezler.
I Casusların raporlarını anlamak ve
doğruluğundan emin olmak için ince
zekâya sahip olmak gerekir.
I Casus kullanmanın tek amacı düșman
hakkında bilgi toplamaktır.
I Ordunun casusluk kanadını en iyi
kullanan hükümdar, bilge hükümdar; en
iyi değerlendiren komutan ise usta
komutandır.
I Savaș sanatında stratejinin
anlașılmazlığı en önemli unsurdur. Duruș
belirsiz, hamleler belirsiz ve öngörülmez
olunca, hamleye hazırlık yapmak
imkânsızdır. Bir komutanı savașta
yenilgiden uzak tutup, zafer kazandıran
șey öngörülemeyen akılcılığı ile izi
algılanamayan hareket tarzıdır.
I Savașta verimliliğin ve zaferin yegâne
ilacı olan sürpriz faktörü karșı taraf
hakkında tam bilgiye sahip olurken
bilinmez olmaya bağlıdır. Bu nedenle sır
tutma ve düșmanı yanlıș yönlendirme
becerileri ana sanatlardandır.
I Ana fikir, düșmanın enerjisini
tüketirken kendi enerjisini koruma
becerisidir. İyi savașçılar düșmanın
ayağına gitmezler, düșmanın kendi
ayaklarına gelmesini sağlarlar.
I Bir komutan yapacağı üç hatayla
ordusunun bașına felaket getirebilir:
(1) Orduya ilerleme veya geri çekilme
emri verdiğinde ordunun bu emri
uygulayamayacağının farkında olmaması.
Buna ‘orduyu topallaștırma’ da denir.
(2) Ordudaki koșulları düșünmeksizin
orduyu krallığını yönetir gibi yönetmeye
kalkması. Bu, askerin zihninde
huzursuzluk yaratır.
(3) Zor koșullara uyum askeri prensibini
göz önüne almaksızın subay seçimi. Bu,
askerin güvenini sarsar.
I Düșmanın açığını buluncaya kadar
yeni gelin gibi çekingen ol; açığını
bulduğun an yaban tavșanı gibi fırla.
Düșman için artık çok geçtir.
“SAVAfi SANATI” 13
BÖLÜMDEN OLUfiUYOR:
1. Planlama,
2. Maliyet,
3. Savaș Stratejisi ve Kușatma,
4. Taktik,
5. Güç,
6. Gücün Kullanımı,
7. Manevra,
8. Taktiksel Değișim,
9. Ordunun Yönetimi,
10. Arazi Faktörü,
11. Arazide Dokuz Zemin,
12. Yangın Çıkartma
13. Casusluk/İstihbarat
B‹zb‹ze 43
gündem
Cemâlnur Sargut: “Sema bir dans de¤ildir, gösteri
de¤ildir; bafltan afla¤› ibadet ve nefsin terbiyesinden
ibarettir. Mevlana bunu aflkla yapt›, hiçbir flekli
yoktu onun zaman›nda. Daha sonra, o¤lu
Sultan Veled bunu Mevlevî Âyini haline getirdi.”
“Mevlana der ki; ‘Hamamda, üzerinde k›yafetin yokken bile sana
(Bu Mevlana’n›n müridi, bu Mevlevi), diyorlarsa sen gerçek Mevlevi’sin.’
‹fl k›l›k ve k›yafette de¤il, gönüldedir. O gönülde Allah varsa, insan bafltan
afla¤› Allah manas› kesilir. Orada tolerans kalkar, hoflgörü bafllar”
“DÜNYA B‹R KARAGÖZ PERDES‹
ÇOK SURET VAR AMA
SES TEK K‹fi‹N‹N”
Kimya mühendisiydi ve 20 yıl kimya öğretmenliği yaptı. Ancak mutasavvıf bir ailede
yetișip uzun yıllar önce Mevlana’ya yönelen Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul
Șube Bașkanı Cemalnur Sargut, bugün milyonlara seslenerek Mevlana’yı ve onun
ölümsüz eseri “Mesnevi”yi anlatıyor. 737. vuslat yıldönümünü geride bıraktığımız bu
günlerde biz de Mevlana’nın hoșgörüsüyle aydınlanmak için Cemalnur Sargut’a kulak
verdik.
Mevlana, bütün o eserlerine rağmen “Ben bir hiçim” diyor. Burada
‘hiçlik’le bahsedilmek istenen nedir?
Hiç, çok önemli bir mefhumdur. Aslında hiçlik, her șey demektir. Biz o ‘hiç’
olamadık. Gerçekten insanın hiç olması, içinde her șeyi toplaması demektir. Hz.
Mevlana, “Hürüm ben” diyor. Hürüm çünkü Allah’ıma âșığım. Ben insanın kulu
değilim, ben politikacının da kölesi değilim, ben torpil yapanın da kulu değilim. Ben
hürüm, benim ilișkim Allah’ladır. İște gerçek tasavvuf, yani Mevlana’nın bize
öğretmeye çalıștığı șey, insanı, insanın kölesi olmaktan, așırı insani arzuların kölesi
olmaktan kurtarır.
Tasavvufu nasıl tarif edersiniz?
Tasavvufu șöyle tarif ediyorlar, inanıyorum ki hoșunuza gidecek, Mevlana’yı
tanımadan, onun yolunu bilmek açısından bu tarifi vermek istiyorum. Tasavvufu
anlatırken, ‘üç tip gözlük’ vardır denir. Birinci sadece yakını gösterir, yani bu gözlüğü
takan yalnız bu âlemle meșguldür. Öbür âlemle, Allah’la pek ilișkisi yoktur.
Genellikle bu gözlüğe ‘șașı gösteren gözlük’ denir, insanları Allah’tan ayrı kuvvet-i
kudret sahibi gösterir. İkinci tip gözlüğü takan ise uçar, hep öbür âlemle meșguldür,
uzağı görendir. Dünyanın gerçeklerinden bihaberdir. Bir de üçüncü tip vardır. Yakını
görürken uzağı, uzağı görürken yakını da görür. Burada ișini yapar ama “Acaba
Allah’ıma karșı bu iși yaparken mesuliyetim kalktı mı, günah ișliyor muyum?” der.
44 B‹zb‹ze
İște bu gözlük, tasavvuf gözlüğüdür. O
halde tasavvuf, her șeyin iç yüzünü,
hakikatini, manasını gösteren bir
gözlüktür.
Biraz hoșgörü kavramından
bahsedelim, Mevlana da
tasavvufta hoșgörünün en güzel
örneklerinden biri...
Mevlana der ki; “Hamamda, üzerinde
kıyafetin yokken bile sana ‘Bu
Mevlana’nın müridi, bu Mevlevi’,
diyorlarsa sen gerçek Mevlevi’sin.”
Yoksa kıyafetle beș para etmezsin. O
halde iș kılık ve kıyafette değil,
gönüldedir. O gönülde Allah varsa,
insan baștan așağı Allah manası kesilir.
Orada tolerans kalkar, hoșgörü bașlar.
Toleransla hoșgörü çok farklı iki
kavramdır. Batı âlemi, bizim ‘aydınlar’
dediğimiz zümre, tolere eder. Kendileri
derler ki, “Ben bir eğitim gördüm,
aydınım, demek ki bazı șeyleri güzel
görmeye çalıșmalıyım.” Birine kızar da,
terbiyesizlik etmemek için cevap
vermez. Hâlbuki tasavvuf ehlinin
hoșgörüsü böyle değildir. Onlar
herkesi ve her șeyi severler. Onlar her
șeyi ve her mahluku, yaradılmıșın bir
parçası olduğu için severler. Derler ki,
her șey bir vücudun parçasıdır, o
zaman ayrı gayrı yok.
Burada da insanın aklına hemen
Mevlana’nın “Gel, ne olursan ol
gene gel” sözü geliyor.
Evet, “Gel her ne isen gel, bin
tövbeden dönsen yine gel...” çok
eleștirilen bir sözü Hz. Mevlana’nın.
B‹zb‹ze 45
gündem
Belki siz eleștirildiğini duymamıșsınızdır
bile ama İslam âlemi bu sözü çok
eleștiriyor, ne demek diyor, suçlu da
mı gelsin? Gelsin tabii, bu sözü Kur’an’a
dayanarak söylemiștir Hz. Mevlana.
Çünkü Allah diyor ki Kur’an-ı Kerim’de,
insanın öldüğü ana kadar tövbe kapısı
açıktır. Ben o kadar kuvvetli bir
affediciyim ki, insanı her günahından
affedebilirim. Yeter ki tövbe etsin,
yeter ki bana yanașsın, yeter ki her
șeyin benden olduğunu idrak etsin.
Mevlana’nın kendisinin en bilgili
dönemini 'hamdım' diye
değerlendirdiği, ‘hocam’ dediği
Șems ile 'piștim' diye anlattığı
ve O'nun gidișiyle 'yandım' diye
bitirdiği bir sözü olduğunu
biliyoruz. Mevlana, Șems’le
karșılașana kadar nasıl biriydi?
Șems ne yapıyor da Mevlana’yı
bu kadar etkiliyor?
Mevlana, maddi ve manevi açıdan son
derece bilgili; fizik, kimya, biyoloji,
psikoloji konusunda muazzam
46 B‹zb‹ze
derinlikte bilgilere sahip biri. Bugün
bilinen kimyayı da biliyor ișin
enteresan tarafı. Çünkü yaradılmıșı
seyrediyor ve ‘Yaradan’ı görüyor. Peki
bu kadar her șeyi bilen bir insanın bir
öğretmene mi ihtiyacı vardı? Evet
Mevlana, Șems gelene kadar her șeyi
bilen çok yüce bir sultan… Ama bir
Șems geldi, ona bütün bildiklerinin
hakikatini gösterdi. Șems ona Allah’ın
peygamberinin așkını ve vericiliğini
öğretti. Mevlana’ya Șems’ten sonra
“Sen zaten her șeyi biliyordun, Șems
sana ne yaptı?” diye sordular, verdiği
cevap olağanüstü.
Dedi ki Mevlana: “Evet ama Șems
gelene kadar ben bir lokma çorba içip
doyuyordum. Șems’ten sonra
dünyada bir tek aç varsa onu
ciğerimde hissettim ve doymadım.
Belki üstüme bir hırka alıp üșümekten
vazgeçebiliyordum ama bir tek kiși
varsa Șems’ten sonra üșüyen
dünyada, ben onu içimde hissettim.
Șems bana yaradılmıșın içyüzünü ve
hakikatini gösterdi.”
“Șems bana, dünyanın bir
Karagöz perdesi olduğunu
öğretti,” demiș Mevlana, burada
anlatılmak istenen nedir?
Karagöz perdesinde oyun, bir tek
elden oynatılır ama yüzlerce șahıs
vardır; beberuhiler, güzel kızlar,
cadılar… Biz onlara takılır kalırız, cadıya
kızarız, güzel çocukla kız birleșsin
isteriz. Ama oyun bittikten sonra bir
bakarız ki, hepsini tek kiși oynatmıș.
Ses tek kișinin, el tek kișinin. Bu âlem
de bir Karagöz perdesidir, dedi Șems,
sakın takılıp kalma. Bütün gördüğün
farklı mezhepler, Allah’ın farklı bir
isminin tecellisidir. Onun yazdığı
senaryo üzerine oynarlar. Bu hakikati
öğrendikten sonra Mevlana,
“Yaradılmıșı severim Yaradan’dan
ötürü,” dedi. Tıpkı Yunus Emre gibi…
O “Mesnevi”yi yazdı. O Șems’in
ölümünden sonra “Mürșidim öldü,
hocam gitti,” dedi. Ama “Mesnevi”yi
yazdı. “Mesnevi”, “Dinle!” diye bașlar.
O devrin bütün dinî kitapları
“Bismillahirahmanirrahim” derken,
Mevlana kuralları yıkmıș, Allah’ını
içinden geldiği gibi anlatmıștır. Peki
diyor Mevlana, “Oku!” diye bașlayan
bir kitabı nasıl anlatabilirim? “Dinle”
diye anlatabilirim ve bunu derken de
‘bișnev’ diyor… Çünkü Farsça’da
‘bișnev’, ‘dinle’ demektir. Sonra diyor
ki, “Bir Müslüman, Müslüman olmak
için mutlaka çok iyi bir Musevi ve çok
iyi bir Hıristiyan olmak zorundadır.”
Yani bütün dinler İslâm’ın içinde
kaynașmıștır. İslâm hiçbir dini
reddedemez, İslâm hiçbir dinden de
ayrı değildir. Bunları bize öğrettikten
sonra “Mesnevi”de inanılmaz basit
hikâyelerle bizi Allah’a götürüyor.
Ne gibi hikâyeler bunlar?
Mesela bir hikâyesinde, bazen acıların
insana ne büyük lütuf olduğunu anlatır.
Tıpkı Meryem Sûresi’nde olduğu gibi…
Meryem Sûresi’nde Kur’an, Hz.
Meryem’in İsa’yı doğururken duyduğu
acıyla kuru hurma ağacına yanaștığını ve
hurmayı dirilttiğini anlatır. Mevlana da
herkesin anlayacağı dilde șöyle anlatır
bunu: Adamın biri ağacın altında
yatıyormuș. Ağzına bir yılan girmiș. Bir
atlı gelmiș, uyuyan adama yılan zarar
vermesin diye çekmeye çalıșmıș ama
adam yılanı yutmuș. Küçücük bir yılan
içine gitmiș. Atlı, eline bir kırbaç almıș
ve adamı dövmeye bașlamıș. Uyuyan
adam birden dövülmeye bașlayınca
fırlamıș, “Sen hain misin, gaddar mısın,
șurada uyuyordum!” demiș, ama dayak
korkusuna tabii ki kalkmıș, “Ne
yapayım?” demiș. Atlı da “Buradaki
bütün ham elmaları ye,” demiș. Yemeye
bașlamıș adam, sonra da atlı ona bolca
su içirmiș. Adam ham elma üstüne de
suyu içince çıkartmıș; yılanı görünce
korkmuș. Demiș ki, “Allah senden razı
olsun, niye söylemedin yılan yutmuș
olduğumu?”, atlı da “Söyleseydim,
korkudan ölürdün,” demiș. Mevlana
diyor ki, içimizde yılan huylar vardır.
Allah bazen küçücük darbelerle, bazen
ham elmalar yedirerek, bazen bizi
fazlaca koșturarak içimizdeki bize zarar
veren yılan huyları dıșarı çıkartır. Bunun
için bu dünyada acılar ve sıkıntılar insan
için çok faydalıdır.
“Mevlana’nın yaptığı her
hareket cihaddır, ama en hakiki
cihad Semâ ayinidir,”
diyorsunuz. Bu sözle anlatmak
istediğiniz nedir?
Evet, bizim Doğu âlemi cihadı elimize
silah alıp savașmak diye anlatır ama
hakiki cihad Semâ ayinidir, çünkü
Semâ’nın manası șudur: İnsanlar sağdan
sola, kalplerinin etrafında, nefislerini
yok etmek için dönerler. Bu dönüșü
de șöyle yaparlar; önce kendilerinin
dıșında, kendilerinden daha üstün,
ilmine güvendikleri, inandıkları bir
öğretmen bulur, onun etrafında
dönerler. O’na benzeyeyim, O’nun gibi
âlim olayım, O’ndan çok șeyler
öğreneyim diye. Sonra o kadar
güzelleșirler ki, bu sefer kendi
etraflarında da dönmeye bașlarlar. İște
bu hakikat üzere, Mevlana “Biz semâ
yapıyoruz,” diyor. Ama bilin ki,
elektronun atomun etrafında
dönüșünden, bütün güneș sisteminin
dönüșüne kadar her șey sadece bu
hakikati anlatır. Biz bunu bașka
hakikatle de birleștirdik. Kabe’nin
etrafındaki dönüșün de bu olduğunu
iddia ediyoruz. Onun için semâ ile
Kâbe etrafındaki dönüș farklı șeyler
değildir.
B‹zb‹ze 47
SA⁄LIK
B‹R ACAY‹P HASTALIK:
HUZURSUZ BACAK SENDROMU!
Gözünüzden uyku
ak›yor ama
uyuyam›yorsunuz. Sizi
tatl› uykunuzdan
edecek bir derdiniz
tasan›z da yok hâlbuki.
Ah o bacaklar›n›z yok
mu; sürekli
k›p›rdanmak istiyorlar.
fiöyle bir iki ad›m
yürüyüp gerindi¤inizde
rahatl›yorlar. Neler
oluyor bacaklar›n›za?
48 B‹zb‹ze
“Bacağın da huzursuzu mu olurmuș?”
demeyin. Çeken bilir. Aslında, “çeken,
sadece çektiğini bilir” demek daha
uygun; çünkü oldukça yaygın olmasına
karșın bu garip hastalığın adına pek de
așina değiliz. Her yüz kișiden en az biri
ile beșinde görülen hastalığın adı:
Huzursuz Bacak Sendromu…
Pençesine düșen ne deliksiz bir uyku
uyuyabiliyor, ne de sosyal yașama
doğru dürüst karıșabiliyor. Oturup
dinlenmeye çalıșmak da nafile.
Huzursuz bacaklar, ağrı kesicilerin
dindiremediği ağrılarla ve gıdıklanma
hisleriyle kalkıp yürümek, harekete
geçmek zorunda. Bu sendromdan
mustarip olanların en büyük șikâyetiyse
uykusuzluk… Ancak sebebi tam
bilinemese de hastalık tedavi
edilebiliyor, yeter ki teșhiste hata
olmasın…
Husursuz Bacak Sendromu, uykuda
veya uyanık, sürer gider. Bu sendrom
yalnızca pençesindeki hastaları değil
onunla aynı mekânı, aynı masayı, aynı
yatağı paylașanları hatta kamu
araçlarında yan yana oturan bir
yabancıyı da rahatsız eder. Sendrom
sahibi hareketsiz kaldığı anda
huzursuzluğu hissetmeye bașlar.
Otururken veya yatarken yașanan
rahatsızlık hissi çeșitli tanımlarla ifade
edilir ve bacakları hareket ettirme
ihtiyacı yaratır. Kimi içeride bir șeylerin
gezindiğinden, kimi uyușma, kimi de
içerideki bir gıdıklanma hissinden söz
eder. Sizin de böyle bir hissiniz varsa,
kendinizi șu belirtilerle test
edebilirsiniz:
• Sendrom aslında daha çok geceleri
kendini gösterir.
• Yürüyüp, gerinme hareketleri
sendromu çözer, bitirir, rahatsızlık hissi
hızla yok olur.
• Hareketsiz kaldığınızda ortaya çıkar,
tam da nefes alacağınız yorucu bir
günü geride bıraktığınızda… Oturur,
uzanır veya yatarsanız sendrom
devreye hızla girer.
• Bacaklar harekete geçmeyi ister
yeniden, çözümü dinlenmeye ara
verip, harekete geçmektir.
TEȘHİSTE ZORLUK
Hastalık aileden gelme genetik bir
özellik tașıyor olabilir. Kansızlık, gebelik,
kanser veya șekerle ortaya çıkabildiği
de bilinir ancak hastalığın ortaya hiç
sebepsiz çıkıșının nedenleri henüz
meçhul. Belirtileri kimi romatizmal
hastalıklarınkiyle çok benzeștiği için
teșhisi zaman alabilir.
Burada dikkat edilmesi gereken en
önemli nokta, hastanın hareket
etmesiyle uyușma, karıncalanma hissinin
hemen sona ermesi. Hastalık kișiyi her
dem rahatsız ettiğinden sosyal ve
psikolojik pek çok soruna da yol açar,
sinemaya, misafirliğe gitmek bir hayaldir.
Çevreyi de rahatsız etme çekincesi
nedeniyle hasta hayatını kısıtlar.
Gecelerse kâbus gibi gelir. Hasta uykuya
geçiște büyük zorluklar yașar ve bu
uyku, asla deliksiz bir uyku olmaz. Gece
boyunca kendisini hissettirerek uykuda
bölünmelere yol açar. Yakın çevrenizde
veya kendinizde böylesi tuhaf bir
sendromun varlığını bu belirtilerle teșhis
edebilirsiniz. Unutmayın! Hareketle
geçen, dinlenmeyle ortaya çıkıveren bir
tür bu…
ENDİȘELENMEYİN, TEDAVİ
EDİLEBİLİR
Șeker, kansızlık gibi farklı bir hastalık
nedeniyle de ortaya çıkabilen
Huzursuz Bacak Sendromu, öncelikle o
hastalıkların tedavisiyle önlenebiliyor.
Nedeni belirsizse, bu durumda ilaç
tedavisiyle kontrol altına alınabiliyor.
Gerçek Huzursuz Bacak Sendromu
beyinde eksik bir madde olduğu
anlamına geliyor ki, bu da ilaçlarla
tamamlanıyor.
Sendromun nedeni depresyon ise, yine
önce depresyonun tedavi edilmesi
gerekiyor. Depresyon, bu hastalığı
zirveye çıkarıyor. Tabii hastanın
huzursuzluğunu da…
Ama endișe etmeyin, doğru teșhis-
doğru tedavi, genellikle çözümle
sonuçlanıyor. Uzmanlık alanlarından
biri de Huzursuz Bacak Sendromu
olan bir nörolog, hastalığın teșhis ve
tedavisini büyük olasılıkla
sağlayabilecektir.
NASIL ORTAYA ÇIKAR?
40’lı, 50’li ve daha ileri yașlarda daha
sıklıkla görülen Huzursuz Bacak
Sendromu her üç hastadan birinde
genetik olma özelliği tașıyor. Yani
ailede daha önce rastlanan bir
durumdur. Yakınlarınızda ortaya
çıktığında aile geçmișinize bir göz
atmanızda fayda var. Bu hastaya ve
yakın çevresine huzur vermeyen,
dinlenmeye, durup oturmaya engel
olup kișiyi ölesiye yoran hastalık
bașlarda iki-üç gecede bir kendini
göstererek ortaya çıkar.
İlk dönemlerde aldırılmayan diz
ağrılarına, bacak yorgunluğuna
yüklenen durum giderek hızla bıktıran
bir yoruculuğa ulașır. Sinirleri bozar.
Çünkü ne kadar hareket ederseniz
edin nihayetinde oturur oturmaz yine
ayağa kalkmanızı adeta emreder.
Sebebi bulunamadığı için ‘idiyopatik’
olarak adlandırılan Huzursuz Bacak
Sendromu’nu tetikleyen nedenler de
var, bunlar sigara, alkol, çok miktarda
alınan kafein (günün her saatinde
kahve içme alıșkanlığı), obezite,
hamilelik, bazı mide ilaçları, tiroid
hastalıkları, kansızlık yani demir eksikliği
ve anemi…
çalmalısınız. Psikolojik bir durum veya
bir kas hastalığı olup olmadığı bilgisine
ulașabilmek için hasta öncelikle
biyokimyasal bir tetkikten geçiyor.
Guatr için tiroid hormonlarına
bakılıyor. Șeker, demir ve demir
bağlamasına bakılması șart. Bu testlerin
ardından nörolog yönlendirme
konusunda bir karara varıyor.
Tüm bu diğer hastalıkların olmaması
durumundaysa EMG isteniyor. Ancak
unutmayın, hastanın hekime
șikâyetlerini doğru olarak dile getirmesi
çok önemli. Esas tanıya ancak böyle
ulașılabilir.
Hastalık gençlerde çok görülmemekle
birlikte bugün yeni neslin büyük ve
ilerleyen derdi obezite durumunda
Huzursuz Bacak Sendromu ortaya
çıkabiliyor. Hipertiroid ve kansızlık da
yine gençlikte bu hastalığın
görülmesine neden olabiliyor.
Ama korkmayın, hangi nedenle olursa
olsun, insanın hayatını çekilmez kılan
bu hastalık ilaçla ve gündelik bazı
alıșkanlıklarınızı değiștirerek tedavi
edilebiliyor.
TEȘHİS İÇİN NELER
YAPILMALI?..
Bilinirliği arttıkça hastalığın
tedavisine giden yollar da
kolaylașıyor. Çünkü
artık biliyorsunuz ki,
öncelikle bir uzman
nöroloğun
kapısını
B‹zb‹ze 49
spor
DÜNYANIN EN HEYECANLI SPORU:
HEL‹SK‹
Son y›llarda popüler
hale gelen Heliski,
dünyan›n en heyecanl›,
adrenalini yüksek ve
maceraperest do¤a
sporlar›ndan biri olarak
gösteriliyor.
Helikopterle hiçbir
kayak altyap›s›n›n
bulunmad›¤› zirvelere
b›rak›lan kayakç›lar, 盤
tehlikesine ra¤men
vadilere do¤ru uçuyor.
Daha ne olsun?
50 B‹zb‹ze
Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da
son yıllarda yükselen bir trend olarak
extreme sporlar ön plana çıkıyor.
Uçurumlardan bisiklet ve parașütleriyle
atlayanlar, snowboardlarıyla en tehlikeli
bölgelerde kayanlar, ayaklarına halat
bağlayarak kendilerini köprülerden
așağı bırakan bungee
jumping tutkunları,
köpekbalıklarıyla ölüm-kalım
yarıșına giren sörfçüler... Tüm bu
sıradıșı sporların ortak noktası ise
adrenalin. İnsanda yüksek heyecan
anında salgılanan ve zor koșullara
inanılmaz derecede dayanıklılık
sağlayan adrenalin, bu tür sporlara
eğilimi olanlar için neredeyse bir
bağımlılık...
Dünya’nın çeșitli bölgelerinde pek çok
‘alternatif spor’ sever doğaya ve onun
zor koșullarına karșı koyarak hayatta
kalma mücadelesi veriyor. Bazen bu
tür sporlar istenmeyen kazalara yol
açıyor olsa da, zamandan bağımsız,
doğayla ve kendileriyle baș bașa
kalarak büyük bir meydan okumadan
galip çıkan kiși olmak, bu sporları
sevenler için her șeyden daha
önemliymiș gibi görünüyor. Bu tür
sporlara yönelenler arasında aynı
zamanda çok sayıda ișadamı da
bulunuyor. Hatta, keyifli olduğu kadar
pahalı bir uğraș da olan bu sporları
daha çok onların tercih ettiği bile
söylenebilir.
İște bu ‘alternatif’ daha doğrusu
‘sıradıșı’ sporların en sonuncusu ve en
tehlikelilerinden biri de heliski.
Helikopterle bir dağın zirvesine
bırakılan sporcu, helikopterden
atlayarak vadiye kadar iniyor ve yine
helikopterle bașka bir zirveye
bırakılıyor. Dünyada sadece Kanada,
Himalayalar, Kafkaslar ve Alaska’da
yapılabilen bu sporun en fazla talep
gören adreslerinden biri de Kaçkar
Dağları. Türkiye’de 2005’te bașlayan
heliski sporunun sezonu ocak-nisan
ayları arasında. Kayak yapılan bölgeler
sarp ve çığ tehlikesi altında. Dolayısıyla
isteğiniz adrenalin ise, bu isteğinize
kesinlikle kavușuyorsunuz. Özetle,
heliskinin adrenalin sporlarının ‘liste
bașı’ olduğunu söyleyebiliriz.
ağı kuruyor. Rehber ve çalıșanların
hepsinde birer telsiz bulunuyor. Ayrıca
olası kaybolma riskine karșı tüm
müșterilerde ve ekip üyelerinde birer
dedektör oluyor. Bir bașka önlem de çığ
tehlikesi için… Ekip üyeleri ‘airbag’
denilen sırt çantaları tașıyor. Bu çantalar
olası bir çığda tıpkı otomobillerdeki gibi
kendiliğinden açılıp kayakçıyı altına alıyor.
KEȘFEDİLMEMİȘ CENNET
Heliski için Türkiye’yi tercih eden
sporcuların hemfikir oldukları bir konu,
Türkiye’deki dağ zincirinin bu tür sporlar
için çok elverișli olması. Bir diğer önemli
nokta ise Türkiye’nin Avrupa’ya yakınlığı.
Bu sayede heliski sporcuları bir günde
Ayder Yaylası’na ulașıp keyifli zaman
geçirebiliyor. Tabii Kaçkar Dağları’nın
doğasının ve karının çok güzel ve
bozulmamıș olması da ayrı bir önem
tașıyor. Kaçkarlar’da heliski sporunun
yaygınlașmasında önemli etkenlerden
biri de, yönetmenliğini ünlü kayakçı
Dominique Perret’nin yaptığı “Kaçkar
Șekeri” adlı belgesel film oldu. Bu tür
çalıșmaların sonucunda Kaçkarlar, doğa
ve spor severlerin gözde mekânlarından
biri haline geldi. Bölgeye yolu düșen
sporcular, Kaçkarlar’ı ‘keșfedilmemiș
cennet’ olarak adlandırıyor.
Heliski sporcularının genel olarak gelir
düzeyi yüksek ișadamlarından olușması
da yeni fırsatlar yaratıyor. Bölgeye spor
yapmak amacıyla gelenler bir taraftan da
yeni yatırım imkânlarını gözden
geçirerek bir anlamda ‘hem ziyaret hem
ticaret’ yapmıș oluyor.
Daha önce kimsenin ayak basmad›¤› bölgelerde kayman›n
verdi¤i heyecan, dünyan›n dört bir yan›ndan kayak tutkunlar›n›
Kaçkar Da¤lar›’na çekiyor.
“HERKES YAPABİLİR”
Türkiye’de 2005 yılında bașlayan heliski,
Kanada’da 50 yıldır yapılan bir spor. Pek
çok insanın extreme sporlar
kategorisinde değerlendirdiği ve tehlikeli
bulduğu bu spor dalını profesyoneller
“biraz kayak yapmayı bilen herkesin
kolaylıkla yapabileceği bir spor” olarak
değerlendiriyor. Çamlıhemșin’e bağlı
Ayder Yaylası ile İkizdere Vadisi’nde
sürdürülen heliski organizasyonunda,
heliski severler sabahın erken
saatlerinde helikopterle Kaçkar
Dağları’nın yaklașık 2 bin 500 metre
yükseklikteki zirvesine bırakılıyor. Bu
insanların tutkusu, kimsenin ayak
basmadığı, ağaçların ve evlerin olmadığı
bakir bölgelerde kaymak... Kaçkarlar da
heliski için dünyanın en güzel
bölgelerinden biri olarak kabul görüyor.
Türkiye’de bu organizasyonu yapan
Turkey Heliski firması, önce bölgede
kayak yapılacak alanları inceliyor, iletișim
B‹zb‹ze 51
KÜÇÜK EVREN
DO⁄ANIN hamarat aflç›lar›
Art›k bahara girdik. Kulaklar›m›z do¤an›n sesleriyle dolacak. Sesi en yüksek ç›kan
zaman zaman bizi en çok korkutan ar›lar›n dünyas›na bir gezi yapmaya ne dersiniz?
Minicik bir hayvan o güzelim bal› nas›l meydana getiriyor acaba?
Baharın ilk esintileriyle
birlikte doğanın uyandığını, yeșilin ve çiçeğin
binbir çeșidinden yükselen enerjinin tüm hayatı yenilediğini hepimiz hissederiz. Sanki
doğayla beraber biz de hayata daha bir
sıkı bağlanır, sıkıntılarımızı geride bırakarak sabahları daha enerjik uyanırız. Baharı renkleriyle değil, sesleriyle hayal etmeye çalıșalım bu kez. Neler duydunuz?
Kușların ötüșü, sokakları yeniden dolduran çocukların sesi ve çiçekten çiçeğe
uçan arıların vızıltıları… Baharın seslerinden birini, arıları yakından tanımaya ne
dersiniz?
Zarkanatlılar familyasından olan arıların
vücudu, baș, göğüs ve karın olmak üzere
üç kısımdan meydana geliyor. Bașta gözleri, duyargaları ve beslenme organları
bulunuyor. Göğüs ve karın ise ‘segment’
adı verilen halkalardan olușuyor. Arının
petek șeklinde bir çift bileșik ve üç adet
basit gözü var ve bu basit gözlerin her
biri binlerce küçük birimden meydana
geliyor. Bileșik göz ise ana arıda 3 bin, ișçi arıda 4 bin ve erkek arıda da 8 binden
fazla basit gözün birleșmesiyle olușuyor.
Bașta yer alan bir çift duyargayla arı koku, tat ve dokunma duyularının dıșında
rüzgârın hızını ve hava sıcaklığını da algılayabiliyor. 2 kilometre uzaklıktan balın
kokusunu alıp gelen arının dili de ırkına
52 B‹zb‹ze
göre farklılık göstermekle birlikte genellikle 6-7 milimetre uzunluğa sahip. Dört
bölümden meydana gelen vücudunda,
üç çift bacak ve iki çift kanat bulunan arının orta bacakları üstünde ‘polen fırçası’
adı verilen sert tüyler bulunuyor. Bu tüyler, arının çiçeklerdeki poleni göğüs ve
ön bacaklardan arka bacaklara, oradan
da polen sepetine toplamasını sağlıyor.
Polen sepetindeki polenler ise her uçuștan sonra kovana tașınıyor. Arılar, saatte
50 kilometre hızla uçabiliyor.
MÜKEMMEL İȘ BÖLÜMÜ
Bal arılarının, biriktirdikleri polenleri düzenli olarak tașıdıkları kovan yuvalarında.
Son derece sosyal böcekler olan arıların
olușturduğu kolonilere yakından bakıldığında, topluluk organizasyonundaki incelik insanı hayrete düșürüyor. Bir bal arısı
kolonisinde, bir kraliçe arı (ana arı), birkaç yüz erkek arı ve 10-80 bin ișçi arı, iș
bölümünde kendilerine düșen görevi
olağanüstü bir düzen içinde yașıyor.
Sınıflamadan anlașılacağı gibi kraliçe arı
ve ișçi arılar diși. Bizim ayırt etmemiz neredeyse imkânsız; ama bir arı kolonisinde
yașayan arılar, kovana giren yabancı bir
arıyı derhal tanıyarak dıșarı atıyor veya
öldürüyor. Bunu, kraliçe arının salgıladığı
ve kolonideki diğer arıların da aldığı koku
sayesinde bașarıyorlar, çünkü bu kokuyu
kovandaki tüm arılar paylaștığı için hepsi
birbirini kolayca tanıyor. Kovanda yașa-
mın sürekliliğini sağlamak için hep birlikte
çalıșan arılar, șöyle bir iș bölümü yapmıșlar: Kovanın temizliği ișçi arıların öncelikli
iși, çünkü bu konu arıların ve larvaların
sağlığı açısından büyük bir önem tașıyor.
Bu yüzden kovanda gereksiz gördükleri
her șeyi dıșarı tașıyor, dıșarıdan giren böcekleri öldürüyor ve kovanın girișini bitki
filizlerinden topladıkları reçinemsi bir
madde olan propolisle kaplıyorlar. Bu
yapıșkan madde, bir yandan kovanın girișini yabancı böceklere karșı korurken aynı zamanda içinde bakteri barındırmadığı
için kovandaki polen, arı ve larvalar için
bir çeșit koruyucu ‘mumyalama’ görevi
görüyor. Kraliçe arının temel görevi yumurtlamak. Diğer dișilerden daha büyük
olan kraliçe arı, kovanda üremeyi sağlayan tek diși. Ayrıca koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin ișleyișini sağlayan maddeler salgılıyor. Genç bir kraliçe
arı, normal șartlarda günde 2 bin dolayında yumurta verebiliyor.
LEZZET DURA⁄I
OKTAY USTA ‹LE
LEZZET YOLCULU⁄U…
Tam “art›k k›fl, k›fll›¤›n› yapm›yor,” diyorduk ki, beyaz örtü yine bizleri esir
ald›. Avrupa nehirlerinde buzlar yüzer oldu. Bizbize de bu say›s›nda, Oktay
Usta’n›n leziz tariflerine bakarak, k›fl sebzeleriyle bir sofra donatt›.
KIRMIZI B‹BERL‹ MISIRLI P‹LAV
Malzemeler: 2 su bardağı pirinç, 1 çay bardağı tane mısır, 1 kırmızı biber, 1 soğan, tuz, su, sıvı yağ
Hazırlanıșı: Pirinçleri tuzlu ılık suda yarım saat bekletiyoruz. 3-4 tur yıkayıp tel
süzgeçle süzüyoruz. Sıvı yağda, 5-6 dakika tahta kașıkla karıștırarak orta atește
kavuruyoruz. Kavrulan pirinçlerin üzerine tuz, et suyu veya tavuk suyu koyup
kapağını kapatıyoruz. Kısık atește 10-15 dakika pișiriyoruz. Pișen pilavı 5 dakika
demlendiriyoruz. Bir tava içerisine sıvı yağ koyup ince doğranmıș soğanları ilave
edip kavuruyoruz. Üzerine mısır taneleri büyüklüğünde doğranmıș
biberleri ilave ediyoruz. Bir süre ikisini kavurduktan sonra
tane mısır ve tuzu da ekleyip, pilavın içine veya
üstüne koyarak servis ediyoruz.
P‹R‹NÇL‹ PIRASA ÇORBASI
Malzemeler: 1 çay bardağı pirinç, 1 büyük boy pırasa, 3
çorba kașığı yoğurt, 2 çorba kașığı un, 2 çorba kașığı tereyağı,
su veya tavuk suyu, toz kırmızı biber, tuz
Hazırlanıșı: Pirinci yıkadıktan sonra 1 litre suyla pișiriyoruz.
Pirinçlerin pișmesine yakın, temizlenip ince doğranmıș pırasayı
çorba tencereye ilave ediyoruz. Pirinçle beraber pırasayı
pișiriyoruz. Diğer tarafta terbiye hazırlıyoruz. Bir kap içerisine
un ve yoğurt koyup üzerine 1 su bardağına yakın soğuk su
ilave ediyoruz. Çırpma teliyle karıștırıyoruz. Terbiyenin içine
biraz sıcak su ekliyoruz. Ilık olmasını sağlıyoruz. Pirinç ve
pırasa pișmișse terbiyeyi yavaș yavaș ilave ediyoruz. Yaklașık 5
dakika kısık atește kaynayan çorbayı kâselere koyarak servis
ediyoruz. Tava içerisinde erittiğimiz tereyağına toz kırmızı
biber ve nane ekleyerek çorbanın üzerine döküyoruz.
BAHÇIVAN SALATASI
Malzemeler: 1 havuç, 1 salatalık, 1 domates, yarım
kırmızı lahana, yarım göbek salata, 2 çorba kașığı mısır,
roka, dereotu, maydanoz
Hazırlanıșı: Yıkanmıș göbek salatayı ve kırmızı lahanayı
ince ince doğruyoruz. Domatesi ve salatalığı kabuklu
olarak ince șeritler halinde kesiyoruz. Kayık salata
tabağının kenarına önce domatesi yatırıyoruz ve sonra
doğranmıș göbek salatayı domateslerin üzerine yastık
olacak șekilde yayıyoruz. Rendelenmiș havucu da göbek
salataya yaslıyoruz. Doğranmıș kırmızı lahanayı sirkeyle
karıștırıp tabağa
yerleștiriyoruz. Kesilmiș
salatalığı da koyuyoruz.
Bir domatesi yıldız
șeklinde kesip roka
yapraklarıyla birlikte
oturtuyoruz. Tabağın
kenarlarını dereotu ve
maydanozla süslüyoruz.
En üste mısır tanelerini
serpiyoruz.
54 B‹zb‹ze
RE‹S‹N KAYI⁄I
Malzemeler: 6 adet orta boy kemer patlıcan, 1 çorba
kâsesi beyaz peynir, 4 yeșil biber, 2 domates, 1 tutam
maydanoz, 1 çay bardağı rendelenmiș kașar peyniri, tuz,
karabiber, sıvı yağ
Hazırlanıșı: Patlıcanları ocağın en yüksek ısısında
közlüyoruz. Kabuklarını soyup, saplarıyla birlikte borcam
içerisinde yan yana diziyoruz. Orta kısımlarını yarıyoruz. 2
diș sarımsağı ince ince doğrayıp yarım çay bardağı sıvı yağla
karıștırıp bir kısmını patlıcanların üzerine döküyoruz. İç
harcı hazırlamaya bașlıyoruz. Beyaz peyniri iri yerinden
rendeliyoruz. Üzerine domatesleri ve biberleri ince ince
doğrayıp karıștırıyoruz. Patlıcanların içini aynen karnıyarıkta
olduğu gibi dolduruyoruz. Rendelenmiș kașar peynirini
patlıcanların üzerine paylaștırıyoruz. Geriye kalan sıvı yağ
ve sarımsak karıșımını patlıcanların üzerine döküyoruz.
Üzerine dilim domates ve biber koyduktan sonra önceden
ısıtılmıș 170 derecelik fırında 25-30 dakika pișiriyoruz.
CEV‹ZL‹ ÇITIR KADAYIF
Malzemeler: 500 gram tel kadayıf, 1 çay bardağı sıvı
yağ, 1 çorba kașığı margarin, 1 çorba kâsesi ceviz veya
fındık (yeșil fıstık), 2 çorba kașığı üzüm pekmezi
Șerbeti için: 2 su bardağı su, 3 su bardağı toz șeker,
yarım limonun suyu
Hazırlanıșı: Tel kadayıfı didikleyip açıyoruz. Üzerine sıvı
yağ koyup karıștırıyoruz. Fırın tepsisine margarin, üzerine
pekmezi sürüp kadayıfın yarısını tepsiye yayıyoruz. Üzerine
çekilmiș cevizi serpiyoruz. Ayırdığımız kadayıfı üzerine
seriyoruz. Tatlının üzerine bir tepsi yardımıyla baskı yapıp
iyice sıkıșmasını sağlıyoruz. Bu șekilde 1 saat bekletiyoruz.
Daha sonra önceden ısıtılmıș 170 derecelik fırında nar gibi
kızarana kadar pișiriyoruz. Fırından çıkarınca bașka bir
tepsinin içine ters çeviriyoruz. Sonra yine aynı tepsiye
alıyoruz. Bu șekilde kadayıfın kızarmıș kısmı altta kalıyor.
Kadayıf tamamen soğuduktan sonra soğuk șerbetini ilave
ediyoruz.
Șerbetin hazırlanıșı: Bir tencereye toz șekeri, limonu,
suyu koyup 10 dakika kaynatıp soğumaya bırakıyoruz.
Soğuduktan sonra da kadayıfa döküp, șerbeti çekmesini
bekliyoruz. Servis ederken üzerine Antep fıstığı,
dondurma veya kaymak koyabilirsiniz.
B‹zb‹ze 55
B‹ZDEN HABERLER
MOB‹LYADA ‹NOVASYON VE ‹HRACAT
Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili Mustafa
Boydak, Kayseri Hilton Otel’de düzenlenen ‘Mobilyada
İnovasyon ve İhracat’ konulu toplantıda, son yıllarda markalı
mobilya ihracatının artmasının Türkiye adına önemli bir gelișme
olduğunu vurguladı. Boydak, Akdeniz İhracatçı Birlikleri (AKİB)
organizasyonunda Mobilya Sanayicileri Derneği (MOSDER) ve
Kayseri Sanayi Odası’nca düzenlenen, Kayseri Valisi Mevlüt
Bilici, Türkiye İhracatçılar Meclisi Bașkanı Mehmet Büyükekși ve
çok sayıda ișadamının katıldığı toplantıda șunları söyledi:
“Bugün firmalarımızın dünyanın çeșitli merkezlerinde kendi
markalarıyla mağaza açmalarında TİM’in ve devletimizin çok
önemli destekleri var. Artık ișadamlarımızın yurtdıșı seyahatleri
dahi bakanlığımız tarafından finanse edilebiliyor. Tüm bunlar
ihracatın gelișmesi için çok önemli hamlelerdir. İhracatta bașarı
için makro ekonomik dengelerin yerinde, kredi kanallarının açık
ve șirketlerin
sermaye
birikimlerinin
pozitif olması gerek. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin iyi bir
yöne doğru gittiğini görmek bizleri mutlu ediyor.”
Toplantının panel kısmında konușan Boydak Holding CEO’su
Memduh Boydak da, "Yıllar önce gerçekleștirdiğimiz çekyat
inovasyonu sayesinde bașarıyı yakaladık. Sonradan bize
rakipler çıktı. Bu firmalar çekyat ve kanepe üretimine
odaklanınca biraz telașlandık, ama inovasyon ve odaklanma
bize bașarıyı getirdi. Bugün o dönemki büyüklüğümüzün 10
katına ulaștık. Büyümeye de devam ediyoruz. Tasarım, bizi
rekabetin acımasızlığından kurtardı. Markalașmanın yolu da
tasarımdan geçiyor. Tüm tasarım toplantılarına mutlaka
katılırız,” dedi.
GÜMRÜK VE T‹CARET BAKANI YAZICI’DAN Z‹YARET
Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, Kayseri’yi ziyaretinde Boydak Holding Yönetim
Kurulu Bașkan Vekili ve KAYSO Yönetim Kurulu Bașkanı Mustafa Boydak ile de bir
araya geldi. Görüșmede, hükümet olarak sanayicilere her zaman destek verdiklerini
açıklayan Yazıcı, Ar-Ge konusunda da sanayicileri desteklediklerini ve bu konuda
çalıșmalarını özverili bir șekilde sürdürdüklerini açıkladı.
Mustafa Boydak ise, Bakan Yazıcı’nın ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek,
çalıșanlar ve ișverenler arasındaki diyaloğun bozulmamasının çok büyük önem arz ettiğini
belirtti, bu konuda çeșitli düzenlemeler öngörüldüğünü ve bu düzenlemeler yapılırken
adil bir yaklașım beklediklerini söyledi.
Dünyadaki ekonomik daralmaya rağmen 2011 yılının Türkiye açısından iyi geçtiğini,
bunda da hükümetin büyük katkısının olduğunu belirten Boydak, hükümete teșekkür
ederek, 2012 yılında da bu katkıların sürmesi temennisinde bulundu.
56 B‹zb‹ze
SUZAN SABANCI D‹NÇER BOYDAK HOLD‹NG’‹ Z‹YARET ETT‹
Akbank Yönetim Kurulu Bașkanı Suzan Sabancı Dinçer ve Akbank Genel Müdürü
Ziya Akkurt, Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’ı ve Boydak
Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili Mustafa Boydak'ı Holding Center’da ziyaret
ederek sohbet ettiler. Ziyaretlerde Türkiye ve Kayseri ekonomisi değerlendirildi.
“BAfiARMAK ‹Ç‹N ÇOK ÇALIfi, ‹fiE ODAKLAN, ARAfiTIR”
Boydak Holding Bașkan Vekili Mustafa Boydak ve Boydak
Holding CEO'su Memduh Boydak, Kalite Derneği’nce
(KalDer) düzenlenen 20. Kalite Kongresi kapsamındaki
‘Anadolu'da Marka Yaratmak’ konulu panelde, bașarının sırrını
anlattı. Mustafa Boydak paneldeki konușmasında, kalite bilincini
ve inovasyon anlayıșını taze tuttuğu için KalDer’e teșekkür etti.
Șirketin, Cumhuriyet’in kurulmasının ardından Türkiye'deki
gelișmelere paralel olarak geliștiğini belirten Mustafa Boydak
sözlerini șöyle sürdürdü:
“Türkiye'de üretim, bir dönem belli kentlere yayılmıștı. Diğer
kentlerde ekonomi tarıma dayalıydı. Boydak Grubu'nun da
hikâyesi mobilyacılıkla bașladı. Mobilyacılık hâlâ șirketimizin
amiral gemisi. 80'li yıllarda mobilyacılığın tarihini değiștiren
gelișmeleri grubumuz gerçekleștirdi; mobilyacılık standartlara
ulaștı. Ancak çok çalıșıp ișe odaklanılarak araștırma yapmak
insanı bașarıya götürür. Müșterimiz de bizi daha estetik ürünler
üretmeye zorladı. Müșterilerini anlamayan firmaların sonu
zayıftır... Fakat ben marka olmaya farklı bakıyorum. Marka
olmak sadece nihai tüketiciye ürün yapmak değil. Yan sanayide
marka olabilmek de çok önemli. Avrupa ve ABD'de yașanan
ekonomik gelișmeler bizi de etkiliyor. 2023’te 500 milyar
dolarlık ihracat hedefleniyor. Ancak șu anki yapımızda bunu
yapamayız, markalarımızı yükseltmemiz gerekir.”
Memduh Boydak bir ünlünün “Așk mücadele ister” sözünü
hatırlatarak, markayı așka benzetti. Markanın da mücadele,
dikkat, sabır istediğini belirten Memduh Boydak șunları söyledi:
“Șirket olarak 80'lerin sonuna doğru marka yönetmeye
bașladık. Ürün, kalite, hizmet, servis ve lojistikte standartlașma
çok önemli. Markalașma sırasında önemli sorunlarımızdan biri
insan kaynaklarıydı. Yetișmiș eleman yoktu. Bu konuda kendi
arkadașlarımızı yetiștirdik ve sorunu fırsata dönüștürdük. En
önemli sorunlardan biri dağıtım kanallarının dizaynı. Firma, ana
bayi, bayi ve tüketici fayda sağlamalı yani zincirin bütün
halkaları kazanmalı. Ar-Ge ve tasarıma çok önem veriyoruz. İlk
dönemlerimizde bize rakip çıktığında çok korktuk. Fakat Ar-Ge
çalıșmalarına önem vermemizin ardından böyle bir șey
kalmadı. Rekabette biz de vardık ve biz de bașarılı olduk.
Mobilya değișim sürelerinin 8-9 yıla düștüğü günümüzde moda
olușturacak tasarımlar daha da önem kazanıyor."
B‹zb‹ze 57
B‹ZDEN HABERLER
‘KAL‹TE YILI’NDA
DAHA YÜKSEK
KAL‹TE ‹Ç‹N…
REKLAMCILAR DERNE⁄‹’NDEN
HACI BOYDAK’A ÖDÜL
2012 yılını ‘kalite yılı’ olarak ilan eden Boydak Holding, holding
bünyesinde bulunan üretim fabrikalarının genel müdürleri,
pazarlama ve ürün müdürlerinin de katılımıyla gerçekleștirilen bir dizi uygulamaya geçti. Kalite problemlerinin üretim sürecinden
itibaren yerinde giderilmesi amacıyla yapılan çalıșma, kalite sorunlarının minimize edilerek en yüksek kalite standartlarının devam
ettirilebilmesi hedefinde. Kalite Yılı’nın ilk toplantısına Ankara’da Yön Pazarlama evsahipliği yaptı.
‹STANBUL’DAN KAYSER‹ Z‹YARET‹
İstanbul’un Akfırat ve Esenler ana bayilerine bağlı
Boydak Holding bayileri, Kayseri’de ağırlandı.
Kayseri’yi 15-17 ve 21-23 Șubat tarihleri arasında
ziyaret eden bayilere üretim tesisleri gezdirildi.
Gezilerin hemen ardından bayilerle genel istișare
toplantısı düzenlendi. Toplantıda 2012 yılında ürün
gamına dâhil olacak ürünler anlatıldı. Geride
bıraktığımız 2011 yılıyla ilgili analitik bilgilerin de
paylașıldığı toplantıda, bayilerin görüșleri alındı.
Toplantıda ayrıca Barıș Kılıçarslan, konuk bayilere
‘Etkili İnsan Yönetimi’ adı altında tüm gün süren bir
eğitim verdi. Bayi sahiplerine çalıștırdıkları
personelle olan dinamik iș ilișkilerinin geliștirilmesi
konusunda destek sağlamanın amaçlandığı eğitim,
sen derece verimli geçti.
“‹stikbal ve
Bellona
markalar›,
reklamlar
sayesinde dünya
markas› olma
yolunda...”
BOYDAK HEYET‹NDEN KÖLN’DE ‹NCELEME
Boydak heyeti, İstanbul’un tahtına göz diktiği
Köln’ü ziyaret etti. 16-19 0cak tarihleri
arasında yapılan ziyarete, anabayilerin
mimarlık departmanlarında görevli mimarlar
da vardı. Kalabalık heyet Almanya’da
faaliyetini sürdüren mağazalara ziyarette
bulundu. Burada bir dizi incelemeler yapan
grup, aynı zamanda Almanya-Köln Mobilya
Fuarı’nı da gezerek değerlendirmeler yaptı.
58 B‹zb‹ze
Reklamcılar Derneği tarafından bu yıl
üçüncüsü düzenlenen 'İletișimin
Zirvesindekiler' (İZ) ödülleri
sahiplerini buldu. Reklamın
kurumsallașması ve yaratıcılığın
gelișmesine sağladığı katkılardan
dolayı Reklamcılar Derneği ve
Reklamcılık Vakfı Yönetim Kurulu
üyeleri Boydak Holding Yönetim
Kurulu Bașkanı Hacı Boydak’ı
‘İletișimin Zirvesindekiler 2011 Özel
Ödülü’yle ödüllendirdiler.
ULUSOY BÖLGEs‹
KAYSER‹’DE A⁄IRLANDI
Gecede konușma yapan Hacı Boydak,
reklamın üreticiyle tüketici arasında
bir köprü vazifesi gördüğünü ifade
etti. Boydak Holding bünyesinde
bulunan İstikbal ve Bellona
markalarının reklamlar sayesinde
sektöründe lider markalar olduğunu
ve mobilyada bir dünya markası olma
yolunda ilerlediğini belirten Boydak,
Reklamcılar Derneği’ne de bu ödülün
șahsına layık görülmesinden dolayı
teșekkür etti.
Kayseri, 6-7 Aralık tarihleri arasında Ulusoy Bölge Genel
Merkezi’nden kente gelen Bellona mağaza müdürleri ve satıș
danıșmanlarını ağırladı. Kayseri’de düzenlenen program dâhilinde
6 Aralık salı günü fabrika ziyaretleri yapıldı. 7 Aralık çarșamba
günü ise İzgören Akın Eğitim Kurumu tarafından ‘Geleceğin
Mağazasında Satıș' teması içeren bir eğitim düzenlendi. Verimli
geçen eğitim’in ardından da marka müdürlüğü ve İzgören Akın
Eğitim Șirketi’nce katılımcılara sertifikaları verildi.
B‹zb‹ze 59
B‹ZDEN HABERLER
NUH NAC‹ YAZGAN ÜN‹VERS‹TES‹’NE Z‹YARET
HACI BOYDAK KAZAK‹STAN KONSOLOSU
Boydak Holding Yönetim Kurulu
Bașkanı Hacı Boydak ve Bașkan
Vekili Șükrü Boydak, Nuh Naci
Yazgan Üniversitesi Mütevelli
Heyeti Bașkanı Mustafa Nevzat
Özhamurkar’ın daveti üzerine Nuh
Naci Yazgan Üniversitesi’ni ziyaret
etti. Ziyaret sırasında konușan Hacı
Boydak, güzel bir vakıf
üniversitesinin Kayseri’ye
kazandırılmasından dolayı duyduğu
memnuniyeti dile getirdi ve
üniversitenin gelișimi için ellerinden
gelen maddi ve manevi yardımları
yapacaklarını belirtti.
Boydak Ailesi, ikinci bir diplomat çıkardı. Boydak Holding
CEO’su Memduh Boydak’ın 1 Eylül 2010 tarihinde
Japonya'nın Kayseri Bașkonsolosu olarak atanması
nedeniyle o günlerde bir resepsiyon veren Yönetim
Kurulu Bașkanı Hacı Boydak da artık Kazakistan
MAKEDONYA BAfiBAKANI
BOYDAK HOLD‹NG’DE
GESİAD’ın misafiri olarak Kayseri’ye
gelen Makedonya Bașbakanı Nikola
Gruevski, Makedonya’daki yatırım ve
ticaret imkânlarının sunulduğu
Makedonya–Türkiye Ticaret ve
Yatırım Forumu’na katıldı. Konferans
öncesi Boydak Holding’i ziyaret eden
Bașbakan Nikola Gruevski, Boydak
Holding Yönetim Kurulu Bașkanı
Hacı Boydak’la sohbet etti,
Türkiye’nin en büyük holdinglerinden
Boydak Holding’i ziyaretten duyduğu
memnuniyeti belirtti.
60 B‹zb‹ze
Cumhuriyeti Kayseri Fahri Konsolosu. Bu nedenle Boyteks
Tekstil’de verilen resepsiyona, Kazakistan Cumhuriyeti
Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev’in yanı sıra
Kayseri Sanayi Odası Bașkanı unvanıyla Mustafa Boydak ve
yönetim kurulu üyeleri de katıldı.
Kazakistan’ın bağımsızlığının
20’inci yılını kutlayan Hacı
Boydak, görevin kendisine
verilmesinden dolayı duyduğu
memnuniyeti dile getirdi, iki ülke
arasındaki ilișkilerin gelișmesi için
üzerine düșen görevleri en iyi
șekilde yapacağını söyledi.
Tüymebayev ise saygın ișadamı
Hacı Boydak’ın fahri konsolos
olarak atanmasından șeref
duyduklarını ifade etti.
Tüymebayev, Hacı Boydak’a fahri
konsolosluk belgesi, Mustafa
Boydak’a da iki ülke arasındaki
ilișkilerin gelișmesine katkıları
dolayısıyla teșekkür plaketi verdi.
“TÜRK‹YE ‹fiS‹ZL‹KTE ÇOK
BAfiARILI B‹R RAKAM YAKALADI”
Boydak Holding Yönetim Kurulu Bașkan Vekili Mustafa Boydak,
CNBC-e televizyonunda Burcu Göksüzoğlu’nun hazırladığı
programda Türkiye ekonomisini değerlendirdi. Yüzde 8.8
seviyesine gelen ișsizlik rakamının tatmin edici bir düzeyde
olduğunu, büyüme rakamlarının da bunu desteklediğini
açıklayan Boydak șunları söyledi: “Avrupa’da ve bazı gelișmiș
ülkelerde ișsizlik rakamlarının yüzde 20’ye çıktığı oluyor. Bu
açıdan Türkiye açısından bașarılı bir noktada. Bu rakamın yüzde
8.5-10 aralığında sürdürülebilir konuma gelmesi Türkiye için çok
önemli. 2012’de yüzde 4-5 oranında bir büyüme normaldir.
Bu yıl Türkiye’nin büyümesindeki kilit rol fonlama ihtiyacı.
Özellikle hizmet sektörünün fonlamalarında bir sorun
yașanmazsa yüzde 4-5 aralığında bir büyümeyi çok rahat yakalayabiliriz.
Aksi halde büyüme yüzde 2-3 olur ki, bu da aslında Avrupa’daki
olumsuz hava devam ettiği müddetçe makul bir durum olabilir.”
KIZILAY’DAN PLAKET
Boydak Holding’in sosyal sorumluluk
anlayıșıyla yaptığı katkılar, Kızılay tarafından
teșekkür plaketiyle ödüllendirildi.
Kızılay Kayseri Șube Bașkanı Ayhan Uzandaç
ve șube yöneticileri, Boydak Holding
Yönetim Kurulu Bașkan Vekili ve Kayseri
Sanayi Odası Bașkanı Mustafa Boydak'ı
ziyaret ederek Boydak Grubu’na Türk
Kızılayı'na verdiği destek nedeniyle teșekkür
ederek, plaketi takdim etti. Mustafa Boydak
da ziyaretten dolayı duyduğu memnuniyeti
dile getirerek Boydak Grubu olarak
desteklerinin süreceğini bildirdi. Boydak, Türk
Kızılayı'nın son yıllarda gerçek fonksiyonunu
çok iyi bir șekilde yerine getirdiğini ifade etti
ve tüm Kızılay camiasını kutladı.
B‹zb‹ze 61
B‹ZDEN HABERLER
MERKEZ ÇEL‹K’TE "YÖNET‹M S‹STEM‹
BELGELEND‹RME’ SEFERBERL‹⁄‹
Merkez Çelik, sektörde fark olușturacak ve Türkiye’de
mobilya sektöründe ilk kez hayata geçecek yeni bir
projeye daha imza attı. Kurulușundan bu yana ana ilkesini
‘kalite’ olarak belirleyen șirket, TSE Kayseri Personel ve
Sistem Belgelendirme Müdürlüğü’yle birlikte yürüttüğü
Yönetim Sistemi Belgelendirme Seferberliği projesi
kapsamında; ișbirliği yaptığı tedarikçi firmaların Kalite
Yönetimi Sistem Belgesi almasına öncülük etti. 10 tedarikçi
firma törenle belgelerini teslim aldı.
Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak törendeki
konușmasında, “Bu projeyi iș ortaklarımızın standartlarının
yükseltilmesi adına önemli bir adım olarak görüyoruz. Bu
durum ürün ve hizmetlerimizin kalitesi ve Grubumuzun da
ileri seviyeleri tașınması için büyük önem tașıyor. Gelecek
dönemde de diğer tedarikçilerimizle bu süreci devam
ettireceğiz” dedi. Merkez Çelik Genel Müdürü Namık
Kemal Ulusoy da yan sanayileri güçlü olmayan sektörlerin
belli bir noktadan öteye geçemediğini vurguladı. Ulusoy
sözlerini șöyle sürdürdü: “Zincir, en zayıf halkası kadar
güçlüdür. Bizim amacımız ve bașlıca görevimiz, faaliyet
alanımız olan mobilya sektörünün tüm aktörlerinin dâhil
olduğu topyekün bir yenilenmeyi ve ilerlemeyi birlikte
sağlamaktır. Bizler de Merkez Çelik olarak bu konuda
üzerimize düșen her türlü görevi her zaman en iyi șekilde
yapmanın gayreti içerisinde olduk.”
TSE Bașkanı Hulusi Șentürk de bugüne kadar tedarikçilerin
ihmal edildiğini ama Boydak Holding’in birçok konuda
olduğu gibi bu konuda da öncülük yaparak, topyekün
kalite felsefesini hayata geçirdiğini ifade etti. Șentürk,
Merkez Çelik’in projesinin diğer kurulușlara da örnek
olmasını temennisinde bulundu.
‹ST‹KBAL GELECE⁄‹N SORUMLULU⁄UNU TAfiIYOR
Enerji kayıplarını ve artan maliyetleri
yok etmenin anahtarı, enerji tüketimini
azaltmak. Bunu bașarmak için en iyi
yol; enerji yönetimine sistematik bir
yaklașım sağlayan Enerji Yönetim
Sistemi, yani kısa adıyla ENYS. İstikbal,
ilk belgelendirme tetkikini
gerçekleștirerek dünyada yeni
62 B‹zb‹ze
verilmeye bașlanan 50001 belgesini
Türkiye’de TSE’den alan ilk kuruluș
oldu. Belge, İstikbal Mobilya Genel
Müdürü Mesut Yiğit, Boydak Holding
CEO’su ve İstikbal Mobilya Yönetim
Kurulu Bașkanı Memduh Boydak’ın da
katıldığı bir törende, TSE Bașkan Hulusi
Șentürk tarafından verildi.
EN GÜZEL V‹TR‹N K‹M‹N?
Bellona, yeni yıla en güzel vitrinini
ödüllendirerek girdi. Birbirinden güzel
vitrinler arasından birinciliği kazanan
mağazalar ödüllerini törenle aldı. 2012
Bellona Yeni Yıl Vitrin Yarıșması’nda
Denizli’den Ulusoy Bölge Ana Bayiliği’ne
bağlı ‘Egedor Bellona’ birinciliği aldı.
Ankara’dan Yön Bölge Ana Bayiliği’ne bağlı
Fatih Ünver-Vatan ikinciliği, İstanbul’dan
Bepaș Esenler Bölge Ana Bayiliğine bağlı
Akçakıl Bellona ise üçüncülüğü aldı.
BAY‹ MONTÖRLER‹
BULUfiTU
Bepaș A.Ș.’nin Esenler’de düzenlendiği eğitime, 95
bayi montörünün yanı sıra Bepaș Genel Müdürü
Cüneyt Ocak, Bellona Bepaș Pazarlama Müdürü
Ekrem Aktaș, Bepaș Mondi Pazarlama Müdürü
Tamer Erkan ve diğer yetkililer katıldı.
gençlere
mOT‹VASYON
Niğde Genç Sanayici ve İșadamları
Derneği (GESİAD) Genç Girișimciler
Kurulu, motivasyon ve tecrübe paylașımını
Boydak Holding’den bașlattı. Genç
girișimciler 'Tecrübeli İșadamları Genç
İșadamlarıyla Tecrübelerini Paylașıyor'
sloganıyla düzenledikleri program
kapsamında Boydak Holding CEO'su
Memduh Boydak, Melikșah Üniversitesi,
Boyçelik Yönetim Kurulu Bașkanı ve
Kayseri Genç Sanayici ve İșadamları
Derneği Yönetim Kurulu Bașkan Yardımcısı
Erol Boydak'ı ziyaret etti.
BAY‹M‹ZDEN
SA⁄LI⁄A
DESTEK
İstikbal bayii Șaban Özbek, markanın
kurumsal sosyal sorumluluk anlayıșını
hayata geçirerek sağlık hizmetlerine
bir halka ekledi. Özbek, İstanbul’un
Sultangazi ilçesi halkının hizmetine
bir sağlık ocağı sundu. 2 bin 600
metrekare büyüklüğündeki sağlık
ocağında 14 oda ve yedi doktor
hizmet veriyor.
B‹zb‹ze 63
B‹ZDEN HABERLER
ATAMALAR
“B‹R KANEPEYE
KAÇ K‹fi‹ SI⁄AR K‹?”
Bellona, 25 Kasım - 09 Aralık 2011 tarihleri arasında
(www.facebook.com/bellonamobilya) adresli Bellona Facebook
sayfası üzerinden, “Bir Kanepeye Kaç Kiși Sığar ki?” sloganıyla
tüketicilerine yönelik bir yarıșma düzenledi. Yarıșma kuralları
gereğince evindeki, ofisindeki veya kaldığı yurttaki bir kanepeye mümkün olduğunca
çok kișiyle oturan, bunu yaparken de neșeli, eğlendirici bir video ortaya çıkararak
Bellona’ya gönderen tüketicinin birincilik ödülünü kazanacağı duyuruldu. Büyük ödül
ise bir adet Luna İkili Family Kanepe’ydi. Onlarca videonun gönderildiği yarıșmanın
birincisi, Siirt’in Kurtalan ilçesinin bir köyündeki bir ilköğretim okulunda, öğretmenler
odasındaki kanepeye oturan ve ellerinde Bellona yazılı kâğıtlar tutan 10 minik
öğrenci ve bu videoyu hazırlayan öğretmenleri Erol Onal oldu. Ödül olan kanepe,
yanında çocuklar için hazırlanan sürpriz paketlerle birlikte öğretmenlerine gönderildi.
YEN‹ KANUNLAR ‹NCELEND‹
Alanlarımızı ilgilendiren yenilikleri takip anlayıșımız gereği,
yasalardaki değișimleri de izliyoruz. 18 Șubat 2012
cumartesi günü Bepaș AȘ. Esenler seminer salonunda
yeni Ticaret Kanunu ve yeni Türk Borçlar Hukuku’nda
yapılan değișiklikleri içeren bir eğitim yapıldı. Eğitim, grup
șirketleri avukatı olan Bünyamin Türkgeldi ve Șura Bot
tarafından verildi. Boydak Holding Yönetim Kurulu Üyesi
Bekir Boydak, Bepaș, Boypaș, Orpaș ve Adakar A.Ș.
genel müdürleri, Muhasebe ve Pazarlama Departmanı
yetkilileri katıldı.
Bașsağlığı
Günep Grup bünyesinde Teknik Servis Müdürü
Kudret YAVUZ
ve
Bellona bayimiz Piripașa Mobilya - Sayın Alaaddin Yazıcı’nın babası
sayın
Hüseyin YAZICI’yı
kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Merhumlara Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve tüm sevenlerine bașsağlığı dileriz.
64 B‹zb‹ze
BDT
I Boydak Dıș Ticaret A.Ș.’de bölge satıș koordinatörü
Göksel Tural, Projeli Satıșlardan Sorumlu Pazarlama
Müdürlüğü’ne vekaleten atandı.
I Boydak Dıș Ticaret A.Ș.’de müșteri temsilcisi olan
Osman Șahan, Kuzey/Güney Amerika ve İtalya’dan
Sorumlu Bölge Satıș Koordinatörlüğü’ne atandı.
BOYÇELİK
I Planlama Müdür Vekili Hasan Memnun, Planlama
Müdürlüğü’ne asaleten atandı.
I Maliyet Muhasebesi Analiz Uzmanı Ali Erdoğan, Tel
Yay Planlama Șefliği’ne atandı.
I Pazarlama Uzmanı Fırat Ozan Demir, Pazarlama
Șefliği’ne atandı.
BOYDAK HOLDİNG
I Boytaș Mobilya A.Ș. Bilgi Teknolojileri Müdürü Hamdi
Gülsoy, Boydak Holding BT Sistem ve Uygulamalar
Yönetim Müdürlüğü’ne atandı.
I Boydak Holding A.Ș. Teknoloji Șefi Ramazan Yıldırım,
Boydak Holding Teknoloji Müdürlüğü’ne atandı.
I Boydak Holding A.Ș. ERP Yazılım ve Uygulama Geliștirme
Șefi Ali Dilbas, Boydak Holding ERP Yazılım
Müdürlüğü’ne atandı.
I Boydak Holding A.Ș. Bina Otomasyon Uzmanı Hakan
Dașçı, Boydak Holding Teknik Hizmetler Șefliği’ne atandı.
I Finansman Departmanı’nda uzman yardımcısı Osman
Yüksel Kılavuz, finansman șefi olarak atandı.
BOYTAȘ
I İș Etüdü ve Metod Geliștirme Șefi Ali Erbay, Boytaș 2
Üretim Müdür Vekilliği’ne atandı.
I Genel Muhasebe Șefi Mehmet Bayrak, Genel
Muhasebe Müdür Vekilliği’ne atandı.
I Boytaș 1 Üretim Uzmanı Ahmet Șimșek Boytaș 1
Üretim Șefliği’ne atandı.
I İnsan Kaynakları Uzmanı Afife Nursaçan, İnsan
Kaynakları Șefliği’ne atandı.
I Genel Muhasebe Uzmanı İsmail Arslan, Genel
Muhasebe Șefliği’ne atandı.
BOYTEKS
I Kayseri İșletmesi’nde Dokuma Uzmanı Fatih Usalan,
Dokuma Șefliği’ne atandı.
BURSA BOYTEKS
I Bursa İșletmesi’nde Satıș ve Pazarlama Bölge Uzmanı
İlknur Șahin, Satıș ve Pazarlama Bölge Șefliği’ne atandı.
I Bursa İșletmesi’nde Satıș ve Pazarlama Bölge Uzmanı
M. Soyer Orhon, Satıș ve Pazarlama Bölge Șefliği’ne atandı.
I Bursa İșletmesi’nde Satıș ve Pazarlama Bölge Uzmanı Osman
Karayağız, Satıș ve Pazarlama Bölge Șefliği’ne atandı.
I Bursa İșletmesi’nde Muhasebe Uzmanı Nebi Öcal,
Muhasebe Șefliği’ne atandı.
I Bursa İșletmesi’nde Numune Takip Uzmanı Ümran
Duyar, Numune Takip Șefliği’ne atandı.
FORM SÜNGER
I Form Sünger ve Yatak San. Tic. A.Ș. Genel Müdürlüğü
görevine Mehmet Ali Yörük vekaleten atandı.
FORTE
I Forte Ukrayna șirketinde fabrika müdürü olan Mustafa
Karamemiș, Forte Ukrayna Șirketi Genel Müdürlüğü’ne
atandı.
I Forte Ukrayna șirketinde mali ișler șefi olan İsmet Budak,
Forte Ukrayna Șirketi Mali İșler Müdürlüğü’ne atandı.
HES KABLO
I Enerji Kabloları Üretim Müdürü Asım Mercan, Planlama
ve Kablo Tasarım Müdürlüğü’ne atandı.
I Haberleșme ve Fiber Optik Kabloları Üretim Müdürü Mesut
Dumlu, Enerji Kabloları Üretim Müdürlüğü’ne atandı.
I Orta ve Yüksek Gerilim Üretim șefi Onur Güner,
Haberleșme ve Fiber Optik Kabloları Üretim
Müdürlüğü’ne atandı.
I HES Kablo A.Ș. Genel Müdür Mali ve İdari Yardımcısı
Orhan Özsaraç, Erciyes Çelik Halat A.Ș. Genel
Müdürlüğü’ne atandı.
I HES Kablo A.Ș. Muhasebe Müdürü Levent Yılmaz, HES
Kablo A.Ș. Genel Müdür Mali ve İdari Yardımcılığı’na atandı.
I HES Kablo A.Ș. Muhasebe Müdür Yardımcısı Șaban
Aslankaya, HES Kablo A.Ș. Muhasebe Müdürlüğü’ne
atandı.
I HES Kablo A.Ș. Yurtiçi Satınalma Müdürü Erkan Șahin,
HES Kablo A.Ș. Yurtdıșı Satınalma Müdürlüğü’ne atandı.
I HES Kablo A.Ș. Yurtiçi Satınalma Memuru Mehmet
Emin Boydak, Hes Kablo A.Ș. Yurtiçi Satınalma
Müdürlüğü’ne atandı.
I HES Kablo A.Ș. İhracat Șefi Kayhan Korkmaz, Erciyes
Çelik Halat A.Ș. Pazarlama Müdürlüğü’ne atandı.
B‹zb‹ze 65
B‹ZDEN HABERLER
I
I
I
Erciyes Çelik A.Ș. Üretim Mühendisi Süleyman
Çelik, Erciyes Çelik Halat A.Ș. Üretim Müdürlüğü’ne
atandı.
Granül Ünitesi Üretim Șefi Ali Tuğrul, Orta ve Yüksek
Gerilim Kabloları Üretim Șefliği’ne atandı.
Enerji Kabloları Bölümünde Laboratuvar Uzman Fatih
Karayel, Orta ve Yüksek Gerilim Kabloları Laboratuvar
Șefliği’ne atandı.
IRAK FAMILY
I Form Sünger ve Yatak San. Tic. A.Ș.’de genel müdür olan
Yavuz Efilti, Irak Family Genel Müdürlüğü’ne atandı.
I Boytaș Mobilya A.Ș. (II)’de üretim müdür vekili olan
Yakup Karakaș, Irak Family Șirketi İșletme
Müdürlüğü’ne atandı.
I Boydak Holding A.Ș. Bellona Pazarlama Departmanı’nda
görevli Olcay Dönmez, Irak Family Șirketi Pazarlama ve
Reklam Müdürlüğü’ne vekaleten atandı.
I Boydak Holding A.Ș. IT Departmanı’nda fabrika lojistik
modüller destek șefi olan İlhami Koyuncu, Irak Family
Șirketi Planlama ve IT Șefliği’ne atandı.
I Form Sünger ve Yatak San. Tic. A.Ș.’de Mali İșler Șefi Veli
Birol, Irak Family Șirketi Mali İșler Șefliği’ne atandı.
MERKEZ ÇELİK
I İthalat Departmanı șefi olan Ali Erhan Küçük, İthalat
I
I
I
I
I
I
I
I
Müdür Vekilliği’ne atandı.
Döșeme 1 bölümü uzman kadrosuyla çalıșan Akın
Dașcı, Döșeme Üniteleri Șefliği’ne atandı.
Mobilya Bölümü uzman kadrosunda çalıșan Kadir Bal,
Mobilya Șefliği’ne atandı.
Kumaș Kesim Dikim Bölümü Uzman Kadrosuyla çalıșan
Ahmet Dalbaz, Kumaș Kesim Dikim Șefliği’ne atandı.
Teknoloji ve Sistem Geliștirme Uzmanı İsmet İlbasmıș,
Teknoloji ve Sitem Geliștirme Șefliği’ne atandı.
Muhasebe Bölümü uzman kadrosunda görev yapan Tuba
Çadırcı, Muhasebe Șefliği’ne atandı.
Kalite Kontrol uzman kadrosunda çalıșan Ayșe Irak,
Kalite Kontrol Șefliği’ne atandı.
Bilgi Teknolojileri Bölümü uzman kadrosunda görev yapan
Esat Erkeç, Bilgi Teknolojileri Șefliği’ne atandı.
Merkez Çelik A.Ș.’de Deco Lojistik Sevkiyat Șefi Mustafa
Gök, Boyteks Tekstil A.Ș. Halı İșletmesi’ne lojistik șefi
olarak atandı.
MONDİ
I İstikbal A.Ș. Pazarlama Departmanı’nın uzman kadrosunda
çalıșan Abdullah Çeri, Mondi A.Ș.’ye satıș ve sevkiyat
șefi olarak atandı.
I Mondi Muhasebe Departman’ında Finansman Uzmanı
Melike Ünalan, finansman șefi olarak atandı.
BAY‹ AÇILIfiLARI BAY‹ AÇILIfiLARI BAY‹
REG‹NA BAY‹‹ ES-TO MOB‹LYA
Edirne’nin en kalabalık ilçelerinden Uzunköprü, yeni yıla
yeni bir sürprizle girdi. İstikbal’in Regina mağazası 6
Ocak’ta kapılarını Uzunköprülüler’e açtı. Açılıș törenine
Edirne Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu, Uzunköprü
Kaymakamı Uğur Kolsuz, Siemens Türkiye Satıș
Direktörü Haluk Çelebioğlu, Boydak Holding Yönetim
Kurulu üyeleri Yusuf Boydak ve Bekir Boydak ile ilçe haltı
katıldı. Kurdele kesildikten sonra mağazayı gezen
Uzunköprülüler, beğenilerini dile getirdi.
M
Firma adı: ES-TO Mobilya
Yetkili kiși: Ercan İhtiyar
M Metraj: 150 metrekare
M İletișim bilgileri: (0542) 244 30 88
M Adres: Muradiye mahallesi Hayrabolu caddesi No:14/a
Uzunköprü/Edirne
M Açılıș tarihi: 06 Ocak 2012
M

Benzer belgeler

dünya - Boydak Holding

dünya - Boydak Holding ilgi gören ürünlere imza attı ve atmaya da devam ediyor. Mobilyamızın Mısır’da da Fransa’da da talep görmesinin nedenini, fonksiyonelliği ve estetiği bulușturmasında aramak gerekir. Küçük evler, ar...

Detaylı