40_042010_1302-9541 - Türkiye Bilimler Akademisi

Transkript

40_042010_1302-9541 - Türkiye Bilimler Akademisi
"Hayatta en hakiki mürşit
ilimdir, fendir."
Sahibi
Türkiye Bilimler Akademisi Adına :
Başkan Prof. Dr. Yücel Kanpolat
40. Sayının Editörü
Prof. Dr. Derin Orhon
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Ender Arkun
Yayın Editörü/Koordinatör
Filiz Çiçek Bil
TÜBA Başkanlık ve Sekreterya
Piyade Sokak No: 27, 06550
Çankaya- ANKARA
Tel: 0.312.442 29 03 (pbx)
Fax: 0.312.442 23 58
http//www.tuba.gov.tr
Günce
Piyade Sokak No: 27, 06550
Çankaya- ANKARA
Tel: 312.442 29 03 (pbx)
Fax: 312.442 64 91
e-mail: [email protected]
ISSN: 1302-9541
Baskı
Yeni Reform Matbaacılık Ltd.Şti.
K.Karabekir Cad. No:91/2
İskitler/ Ankara
Tel:0.312.341 20 92
Fax:0.312.341 20 93
Günce 11.500 adet basılmıştır.
Sorumluluk
Günce'de yayımlanan yazıların
hukuksal sorumluluğu yazarlara aittir.
Su Yönetiminin Temel Unsurları ve Türkiye'deki Uygulamalar
Günce dergisinin bu sayısının, çevrenin ve doğal dengenin hayati unsurlarının başında
gelen su ve su yönetimine ayrılmış olması kanımca birkaç yönden çok önemli bir gelişmedir.
Başta, Türkiye Bilimler Akademisi bu konuyu dikkate değer bulmuştur. Ayrıca, ülkemizde su
yönetiminde geçmişte yapılmış olan hatalar, bu sorunun mutlaka bilimsel bir yaklaşıma ihtiyaç
gösterdiğini ortaya koymaktadır. Sonuçta, bu özel sayı belkide su sorunlarının bilimsel anlamda
ciddiye alınması gerektiğini vurgulayan önemli belgelerden biri olacaktır.
Günümüzde su yönetimi çok fazla bileşenin birlikte değerlendirilmesi ve bilimsel esaslarla
tanımlanması gereken bir yönetim biçimidir. Başka bir açıdan bakıldığında, suyun yarattığı
sorunların üzerine taşan cehalet düzeyinin, gelişmiş ülkelerle gelişmemiş toplumları
birbirinden ayıran en önemli göstergelerden biri olduğunu belirtmek gerekir. Gelişmiş
ülkelerde radyasyonlu çayı içen bakan ya da arsenikli suyu içen belediye başkanı manzaralarına
rastlanmaz. Bu bakımdan başta su yönetimi olmak üzere tüm çevre sorunları, Türkiye'nin,
Avrupa Birliği yolundaki en önemli sınavlarından biri olacaktır.
Günce'nin özel sayısında, su yönetimini oluşuran tüm unsurları birlikte ele almanın
mümkün olmadığı açıktır. Günümüzde her türlü atığa potansiyel bir kaynak gözü ile
bakılmaktadır. Dolayısıyla artık, suyun kullanıldıktan sonra atılması düşünülmemeli, geri
kazanım ve çok amaçlı yeniden kullanım yaklaşımlarının getirdiği kaynak yaratma fikri ön
planda tutulmalıdır. Bu nedenle su ile ilgili her konu ve sorun, doğal çevrim içinde
değerlendirilmelidir. Sorunlar genelde çok karmaşık olup çözümleri ciddi bilimsel katkılar
gerektirir. Bu bakımdan doğal sistemleri yorumlayan çevre bilimleri, uluslararası boyutta
olduğu gibi ülkemizde de ciddiye alınmalıdır.
Konu, bu sayıda değişik boyutları ile ele alınmıştır. Beşinci Uluslararası Su Forumu'nun
2009 yılında İstanbul'da yapılmış olması, ülkemiz için de önem taşıyan bazı konuların öne
çıkmasını sağlamış ve bunları Günce içinde işlemek imkânı doğmuştur. Konuya, başta Türkiye
Su Yönetiminde Avrupa Birliği'ni Yakalayabilir mi? sorusu ile girilmiş, bu çerçevede temel
sorunlara ve muhtemel çözümlere değinilmiştir. Daha sonra, Su Kaynaklarının Yönetimi ve
AB Süreci, bu alandaki en yetkili ağızlardan tanıtılmıştır. Ulusal ve Sınıraşan Suların Yarattığı
Sorunlar ve Çözüm Önerileri farklı bakış açıları ile ele alındıktan sonra, Bütünleşik Havza
Yönetiminin Temel Esasları ve Türkiye'deki Uygulamalar ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
Bilindiği gibi, bütünleşik (entegre) havza yönetimi Avrupa Birliği'nde en önem verilen, buna
karşın ülkemizde en fazla göz ardı edilmiş olan bir konudur. Ülkemizde maalesef bir yerleşimin
temiz tutmaya çalıştığı bir yüzeysel su kaynağı (akarsu, göl, vb.,) hemen yanındaki bir başka
yerleşim tarafından kirletilmektedir. Aynı çerçevede, Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik
Anlayışı üzerinde durulmuştur. Su denince akla sadece içme/ kullanma suyu gelmemelidir.
Kullanım sonrası oluşan atıklar çevre sorunlarının çok önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.
Bu anlamda, yazılardan birinde Sürdürülebilir Kentsel Atıksu Yönetimi üzerinde durulmuş ve
Türkiye'deki hazin tablo aktarılmıştır. Kentsel/ evsel atıksuların, buzdağı örneğinde olduğu gibi
atık sorununun çok küçük bir bölümünü oluşturduğu ve bunun dışında, sanayi atıkları,
tehlikeli atıklar, arıtma çamurları, deniz kökenli atıklar gibi, ülkemizde göz ardı etmenin daha
kolay göründüğü çok ciddi sorunlar bulunduğu dikkate alınmalıdır. Bu sayıda, ayrıca Küresel
İklim Değişikliği ve Türkiye Üzerindeki Etkileri konusunda çok ilginç bir yazı da yer
almaktadır.
Yakın bir gelecekte, bu sayıda değinilemeyen önemli konularla çevre sorunlarına Günce'de
tekrar yer verilmesini diliyorum.
Derin Orhon
Bu Sayida...
23-28 Kamu-Özel Sektör Ortaklıkları: Su Hizmetlerinde
1
Editörden
2-4
Su Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çözümler:
Türkiye Avrupa Birliği'ni Yakalayabilir mi?
5-13
Su Kaynaklarının Yönetimi, AB Süreci ve Çevre
ve Orman Bakanlığı Uygulamaları
33-35 Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye Üzerinde
Ulusal ve Sınıraşan Su Havzalarının
Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çözüm
Önerileri
36-43 Türkiye ve Sınıraşan Sular: Bir İşbirliği Alanını Çok
14-16
17-22 Entegre Havza Yönetimi ve Türkiye'deki
Uygulamalar
Sürdürülebilirlik Arayışı
29-32 Türkiye'de Sürdürülebilir Kentsel Atıksu Yönetimi
Etkileri
Boyutlu Düşünmek
44-50 TÜBA’dan Haberler
51-52 TÜBA Üyelerinden Haberler
Sayfa
1
Su Yönetiminde Temel Sorunlar
Su Yönetiminde Temel Sorunlar ve
Çözümler: Türkiye Avrupa Birliği'ni
Yakalayabilir mi?
Prof. Dr. Derin ORHON
TÜBA Asli Üyesi
[email protected]
Son yıllardaki gelişmelerle toplumun en önemli özelliği
düzeyine ulaştığını üzülerek izlediğimiz cehaletin temel
belirtileri umursamazlık ve unutkanlıktır. Bu belirtiler
ülkemizde en çok çevre sorunlarında ortaya çıkmaktadır.
Çevre sorunları, korkutucu boyutlara ulaştıkları halde, bir
türlü farkedilmemekte ve onca saçma sapan konu arasında
gündem maddesi olamamaktadır. Medyamız her türden
haber ve yorum arasında herhangi bir çevre sorununa yer
ayırmama alışkanlığını ısrarla sürdürmektedir. Bu hazin
tablo içinde, Türkiye Bilimler Akademisi'nin en önemli
çevre sorunlarından biri olan su yönetimine Günce'de özel
bir sayı ayırması özel övgüyü hakeden bir yaklaşım
olmuştur.
Bu çerçevede, son dönemde ülkemiz, dikkatle üzerinde
durulması gerekli iki önemli gelişme yaşamıştır. Bunlardan
ilki, 2008 yılında İstanbul'da düzenlenen 5. Uluslararası Su
Forumu'dur. Su politikaları ve yaklaşım stratejileri açısından
çok önemsenen bu toplantı, İstanbul'u ve Türkiye'nin
sorunlarını uluslararası platforma taşıyan başarılı bir
düzenleme olmuştur. İkinci gelişme ise, Türkiye'nin Avrupa
Birliği'ne üyelik sürecinde çevre dosyasının açılmış
olmasıdır. Bu özel sayıda değerli yazarlar, her iki gelişmeyi
de kapsayacak şekilde, ülkemizdeki su yönetimi sorununa
çok farklı açılardan yorum getirmişler ve somut bilgiler
sunmuşlardır. O nedenle yazımda, tekrarlardan kaçınmak
üzere, sadece konuya ilişkin temel sorunları satırbaşları
olarak özetlemenin uygun olacağını düşünüyorum. Bu
şekilde, belki de Türkiye çevre alanında ve özelde su
yönetiminde Avrupa Birliği'ni yakalayabilir mi? sorusu
cevabını bulmuş olacaktır.
Temel Eksiklerimiz
Konuya herhalde bizleri Avrupa Birliği ve tüm gelişmiş
dünyadan ayıran temel eksiklerimizle başlamak yerinde
olur. Su yönetiminde olduğu kadar tüm çevre sorunlarımız
için de geçerli olan temel eksiklerimizi kanımca dört ana
başlıkta toplamak yerinde olur: (i) ilgi; (ii) bilgi; (iii)
finansman ve (iv) bunların yarattığı yetki/bilgi kargaşası.
Başta, cehaletin yönlendirdiği toplumsal umursamazlık ve
ilgisizliği herhalde geleneksel aidiyet kavramımız ile de
ilişkilendirmek mümkündür. Bir örnekle açıklamak
gerekirse , çoğu eve ayakkabı ile girilmez; evin hanımı evini
siler süpürür, tertemiz yapar ama pislikleri sokağa süpürür
ya da temizlik kovasını pencereden sokağa boşaltır. Neden?
Çünkü, ev onundur ama, sokak ya da çevre için herhangi bir
aidiyet hissi beslemez, dolayısıyla denizine lağım dökülmüş
ya da yanda yakılan bağış kömürle havası kirlenmiş
kaygısını yaşamaz.
Sayfa
2
İkincisi, çevre konularında bilginin gereksiz olduğu
inancı hakimdir. Bu inanç, en basit uygulamadan bilimsel
çevrelere ve araştırmalara kadar geçerlidir. Çevre Bilimleri
dendiğinde bilimsel çevreler, ne olduğunu araştırma
zahmetine katlanmadıklarından olsa gerek, dudak bükerler.
Üniversitelerimizin Çevre Mühendisliği bölümlerinin
başkanlıklarına ve akademik kadrolarına ormancılar,
ziraatçiler, jeologlar atanır. Belediye başkanları trafo
sorunları olduğu zaman elektrik mühendisine başvurur ama,
bir çevre sorunu olduğu zaman çevre mühendisi aklına
gelmez, sorunu kendi çözmeye kalkar. Bu arada piyasaya, o
sıfatı nasıl aldıkları tam belli olmayan bir çevreci topluluğu
hakimdir; bu çevreciler, genelde hiçbir özel bilgi ve birikime
sahip olmadan sırf ilgi duydukları için her konunun içine
girerler ve neticede sorun da, çözüm de perişan olur.
Çevrenin korunması doğal olarak doğru seçilmiş
birtakım mühendislik tesislerinin kanalizasyon, arıtma
tesisleri, tehlikeli atık bertaraf sistemleri, vb. kurulup
işletilmesini gerektirir. Dolayısıyla, çevrenin korunmasının
bir bedeli vardır. İTÜ'nün önemli bir bölümünü yürüttüğü bir
Avrupa Birliği projesinde, Türkiye'de büyük çevre
yatırımları için önümüzdeki yıllarda 70 milyar Є'nun
üzerinde bir finansman kaynağına ihtiyaç olduğu ortaya
konmuştur [1]. Ancak, gelişmiş ülkelerde çok değişik
örnekleri olan gerekli finansman mekanizması Türkiye'de
hiçbir zaman anlaşılamamıştır. Bu nedenle çevre
yatırımlarına para bulunamaz. Belediyeler alt yapı için
merkezi idareden destek beklerler; kaynağı olmayan destek
gelmeyince de bu sayıdaki yazılarda ayrıntıları verilen hazin
yokluk tablosu ortaya çıkar. Topluma hizmet amacı için
varolan yerel idareler, toplum için temiz ve sağlıklı bir çevre
yaratamamış olmaktan hiç sıkıntı duymazlar. Oysa “kirleten
öder” prensibi doğru anlaşılsa çevre yatırımlarının topluma
yansıtılması çok kolaydır. Örneğin, kullanılan suyun birim
fiyatı içinde sağlıklı bir su yönetiminin gerektirdiği arıtma,
vb. tüm yatırımların karşılığının bulunması ve toplanan
paranın sadece bu amaçla kullanılmış olması gerekir.
Toplum bu işin takipçisi olmadığından genelde sağlanan
gelir keyfi bir şekilde harcanır. Bu dönem Harp
Akademileri'nde verdiğim bir derste, İstanbul'da kullanılan
suyun faturalardaki metre küp bedelini sordum. Sadece bir
genç subay, o da ders süresince araştırarak doğru cevabı
verebildi. Akhisar atıksu arıtma tesisi yapıldıktan sonra,
işletme masrafı belediye başkanı tarafından yüksek
bulunduğu için onlarca yıl işletilmedi ve tesis çürümeye terk
edildi. Akhisarlılar bu olayın farkına bile varmadılar.
Çevre sorunları ile ilgili en çarpıcı ve çarpık
gelişmelerden biri de yöneticilerde yetki ile olmayan
bilginin de sağlandığı düşüncesi ile uygulamanın
yürütülmesidir. Yetki/ bilgi karmaşası özellikle belediye
başkanlarının tipik özelliğini oluşturur. Örneğin, İstanbul
belediye başkanları hep kendilerinde yetkiden kaynaklanan
bir çevre uzmanlığı oluştuğunu kabullenerek dönem dönem
birbirleri ile taban tabana ters kararlar alarak bunları
uygulamaya çalışmışlardır. Sonuç ortadadır: Bir zamanlar
dünyanın en temiz iç denizlerinden biri olan Marmara'da
günümüzde balık nesli neredeyse tükenmiştir, denize
girilememektedir.
Su Yönetiminde Temel Sorunlar
Yöneticilerimizin birçoğu ayrıca kendilerinde bir
elektronik cihaz hassasiyetinde su kalitesi belirleme sezgi ve
yeteneği bulunduğunu zehabına kapılırlar ve bu
yeteneklerini de bir şekilde kirlenmiş suları halkın önünde
içerek ispatlamaya çalışırlar. Çernobil faciasının hemen
sonrasında radyoaktif çayı içerek poz veren bakan ya da
arsenik bulaşmış suyu içerek temiz olduğunu kanıtlama
çabasındaki belediye başkanı görüntüleri çevre sorunlarını
topluca ne kadar hafife aldığımızı ibret verici bir şekilde
ortaya koymuştur. Bu görüntüler maalesef devam edecektir.
Su Kaynakları ve Kullanımı
Türkiye'yi yeterince suyu olan bir ülke olarak
değerlendirmek gerekir. Ancak, suyun yeterince gerektiği
yerde bulunmaması hep önemli bir sorun olmuştur.
Özellikle, turistik sahil kesimi suya en fazla ihtiyaç duyulan
yaz dönemlerinde hep su sıkıntısı çeker. Bunun nedeni, yağış
ile beslenen ve sınırlı kapasitesi olan yöresel su kaynaklarına
bağlı kalınmasıdır. Bölgedeki baraj, rezervuar, dere vb. çoğu
yüzeysel kaynak, yaz döneminde yetersiz yağış, yüksek
buharlaşma ve aşırı talep yüzünden kuruma düzeyine gelir
ve dağıtılacak su bulunamaz. Bu, özellikle İstanbul için her
yıl tekrarlanan talihsiz bir senaryo haline gelmiştir.
Yöneticiler, su kıtlığına yağışla bağlantılı olarak kaderci
bir yaklaşım getirmeyi ve çözüm bulmak yerine halkı su
tasarrufuna çağırmayı tercih etmişlerdir. Suyun israf
edilmeden kullanılmasını istemek doğaldır. Ancak,
ülkemizde zaten çok az su tüketilmektedir; bunun yanlış
yönetim anlayışıyla daha da aşağı çekilmesi ciddi sağlık
sorunlarına yol açabilecek hatalı bir yaklaşım olur. Üstad
Selahattin Duman'ın herkesin okumasını önerdiğim “Su
akar, yiğit bakar… Sonunda ergeç kokar…” başlıklı
yazısında [2] yeterince su kullanmama alışkanlığımızın
sonuçları enfes bir kara mizah tablosu ile tasvir edilmektedir.
Yapılan bir araştırma, ülkemizin büyük bir bölümünde kişi
başına günlük su tüketiminin 100 litrenin altında olduğunu
ortaya koymuştur [3]. Bu düzey Avrupa ortalamasının en az
2-3 misli, ABD ortalamasının da 4-5 misli altında
kalmaktadır. Dağıtılan suyun %20-60 arasındaki
bölümünün bizlere ulaşmadan şebekedeki kaçaklar
dolayısıyla kaybolduğunu dikkate alırsak, genelde
minimum hijyen sınırları altında su kullandığımız ortaya
çıkar.
Su Kaynaklarının Korunması
Çoğunlukla yüzeysel su kaynakları kullanıldığından
bunların korunması için su toplama alanları içinde koruma
bantları oluşturulması ve bu bantlarda kirlenmeye yol
açacak yapılaşmanın önlemesi amacı ile yönetmelikler
hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Ancak, bizdeki
yasaklar sadece yasaya saygılı vatandaşlarımıza yönelik
olduğundan bu bölgelerde kaçak yapılaşma önlenememiştir.
Yerel yönetimler bunları önlemek yerine, genelde kaçak
yapı alanlarına yol, su, elektrik doğalgaz gibi alt yapı
hizmetleri götürmeyi tercih etmiştir. İçtiğimiz suları ne
ölçüde koruduğumuzu ya da koruyamadığımızı
anlayabilmek için, sadece bu bölgelerin uydu görüntülerine
göz atmak yeterlidir. Birçok su kaynağı, su kalitesinin kabul
edilebilir sınırların altına düşmesi nedeni ile terkedilmiştir.
İstanbul'a su veren bir yüzeysel kaynak iken terkedilmek
zorunda kalınan Küçükçekmece Gölü, bu tür hazin
gelişmelerin tipik bir örneğidir. İstanbul'un Asya
yakasındaki bir başka kaçak yapı bölgesine belediye statüsü
verilmiş ve bu vesile ile yapılmış olan törene zamanın
hükümet temsilcileri de katılmıştır.
Yeni Kavramlar/ Teknolojiler
Ülkemizdeki su yönetiminin en belirgin eksikliklerinden
biri de, yeni kavram ve teknolojilerin uygulamada ihmal
edilmiş olmasıdır. Bunların başında membran teknolojisi
kullanmak suretiyle desalinasyon, yani daha basit tanımı ile
tuzlu sudan kullanma suyu elde edilmesidir. Tarihte,
İstanbul'u farkedemedikleri için Kadıköylülere “körler
ülkesi” dendiği rivayet edilmiştir; aynı sıfata bütün ülkeyi
çevreleyen kıyı şeridimizin fazlası ile layık olduğunu
düşünüyorum. Bu şeritteki yerel yönetimler, bir yandan
ciddi su sıkıntısı çekerken öte yandan denizi çok önemli bir
su kaynağı olarak fark etme basiretini gösterememektedir.
Bu bölgede suyun ortalama satış bedeli metre küp başına
2.5-3.0 TL'nin altında değildir. Oysa, günümüzde ters
osmoz/membran teknolojisi ile güvenilir bir şekilde 1.5
TL'nin altında bir maliyetle içme suyu niteliğinde kullanma
suyu eldesi mümkündür. Bu konuda KKTC'de Türk
firmaları tarafından yapılıp işletilen tesislerin, gerek
teknolojik gerekse ekonomik yapılabilirlik yönünden
yöneticilerimiz tarafından incelenmesinde büyük yarar
olacaktır. Örneğin, İstanbul, kaynağın ekolojisini bozmak
ve kirlenmiş su alma riskine katlanmak suretiyle, çok uzak
mesafelerden su getirme projeleri yanında, hemen sahilinde
denizden su temini olasığının çok daha güvenli ve ekonomik
olduğunu artık farketmeli ve en azından emniyet sigortası
görevini üstlenecek 200.000 m3/gün'lük bir desalinasyon
tesisi kurma kararını hemen vermelidir. Aynı husus İzmir ve
benzeri sahil kentleri için de söz konusudur.
Atıksuların Yönetimi
Çağdaş ve bilimsel yaklaşımlar su ve atıksuyun bir bölge
içinde birlikte yönetilmesini gerektirir. Bu yaklaşım bizde
tamamen göz ardı edildiği için su kaynaklarına başka
noktalardan arıtılmamış atıksu deşarjları yapılmakta ve
değişik havzalardaki birçok yerleşim alanı, memba
yönündeki bir başka kent ya da kasabanın seyrelmiş lağım
suyunu kullanmak durumunda kalmaktadır. Avrupa
Birliği'nin yürürlüğe sokmuş olduğu “Urban Waste Water
Directive” bu türden bir yönetim yaklaşımının esaslarını
belirler. Bu esaslar, ülkemize, “Kentsel Atıksu Arıtımı
Yönetmeliği“ ile ancak 2006 yılında aktarılabilmiştir. Henüz
kağıt üzerinde kalmış olan bu yönetmelik hükümlerinin
uygulamaya aktarılması için uzun bir süre ve yoğun bir çaba
gerekecektir.
Ülkemizde atıksu deşarjları “Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliği”nde belirlenen hükümlere uymak zorundadır.
1988'de yürürlüğe girmiş olan bu yönetmelik tüm kirletici
kaynaklara kısa bir süre içinde arıtma tesisi yapıp işletme
yükümlülüğü getirmiş iken, aradan geçen 22 yıllık bir süre
sonunda belediyelerimizin çok büyük bir bölümünde henüz
Sayfa
3
Su Yönetiminde Temel Sorunlar
bir kanalizasyon alt yapısı ve arıtma tesisi bulunmamasını
kabullenmek mümkün değildir. Yönetmelikte deşarj
limitlerinin, günümüzde geçerli koşullar ve teknolojik
esaslar dikkate alınmak suretiyle tümü ile yenilenmesi
gerekmektedir.
Avrupa Birliği 1991 yılında yayınladığı “Urban Waste
Water Directive” ile ötrofikasyon aşırı alg çoğalması olayına
maruz kalmış ya da gelecekte kalacak olan bölgeleri “hassas
bölge” olarak tanımlamış ve bu bölgelerden kaynaklanan
atıksularda, nüfus koşullarına bağlı olarak, azot ve fosfor
giderimini zorunlu hale getirmiştir. Ötrofikasyon, ülkemizin
tüm turistik kıyı şeridi için hem doğal özellikler, hem de
turizm sektörünün ekonomik beklentileri bakımından hayati
öneme haiz bir sorundur. Buna rağmen, hassas bölge
kavramı ancak 2006 yılında Kentsel Atıksu Arıtımı
Yönetmeliği ile çevre mevzuatımıza dahil edilmiştir. Ancak,
ülkemizde hangi bölgelerin hassas bölge olarak korunacağı
henüz belirlenmiş değildir.
Denetim
Denetim, çevre sorunlarının önlenmesini sağlayan en
önemli ve hayati bir gereksinmedir. Oysa, ülkemizde bütünü
ile ihmal edilmiştir. Mevcut denetim sistemini kanımca,
sürücüleri ehliyetsiz olan; trafik lambaları çalışmayan ve
polisin bulunmadığı bir kavşakta birbirine girmiş arabalar
görüntüsü ile tanımlamak yeterince açıklayıcı olur.
Denetimin konuyu bilenler tarafından, yeterli sıklıkta ve
caydırıcı bir biçimde yapılması geretiği hususunda artık
görüş birliğine varılmalıdır. Konuyu ve çevreyi hiç bilmeyen
kişiler denetim yapamaz. Birkaç yıl önce katıldığım bir
toplantıda, Çorlu bölgesinde görevli Çevre İl Müdürü, o
dönemin Müsteşar Yardımcısı'na, bölgesinde denetimi ne
kadar etkin bir şekilde yaptığını anlatırken, açık
pencerelerden içeriye Çorlu Deresi'nin tahammül edilmez
kokusu giriyordu. Aramızda Nasreddin Hoca olmadığı için
kimsenin aklına “...Hazret madem denetimi bu kadar iyi
yapıyorsun; peki bu Çorlu Deresi neden böyle kokuyor…”
sorusunu sormak gelmedi.
Yeni çıkartılmış olan Denetim Yönetmeliği olumlu
gelişmeler içermekle birlikte, yeterli olmaktan uzaktır.
Geçerli bir denetim sistemi için (i) denetimin
özelleştirilmesi; (ii) güvenilir ölçüm/ akredite
laboratuvarlar; (iii) sağlıklı denetim programı; (iv) tüm
kirleticilerin denetlenmesi, kamu kurumlarına, belediyelere
yasal olmayan imtiyazların verilmemesi; (v) topluma açık
veriler ve en önemlisi (vi) bilgili/ uzman işgücü gereklidir.
Önemli kirletici tesisler; birinci sınıf gayri sıhhi müesseseler
ve tüm belediyeler için çevre mühendisi isdihdam etme
zorunluluğu, çok gecikmiş olsa bile, artık uygulamaya
konmalıdır.
Avrupa Birliği ile Uyum
Çevre dosyası, Avrupa Birliği yolunda Türkiye'yi en
fazla zorlayacak konulardan biri olmasına rağmen şu anda
açılmıştır. Yalçın Doğan'a göre “…Avrupa Birliği'nin
şimdiki kozu çevredir; Türkiye'yi yokuşa sürmek için bu
dosyayı açmıştır.” [4]. Bekleyip göreceğiz ama, Çevre
Sayfa
4
Bakanlığı yönetiminin, mevzuatı uyumlu hale getirmek için
birkaç yıldır sergilediği büyük çabayı takdirle karşılamak
gerekir.
Gerçekten, çevre mevzuatı çoğunlukla tercüme edilerek
tamamlanmıştır ama eskisine oranla çok daha kabarık
uygulama sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Şu anda
yeni oluşturulan yönetmelik furyasını en açık bir biçimde,
şekilde görülen bir buzdağı anlatabilir: Buzdağının üstünde
yönetmelikler görülmektedir; ancak altında henüz ne
olacağı bilinmeyen teknik ve idari konular; yaptırım
mekanizması ve finansmanı ile denetim sistemi
beklemektedir. Bunlar çevre gemisini batırabilir.
Sonuç
Çevre sorunları Türkiye ölçeğinde en geri kalmış
alanların başında gelmektedir. Bu alan Türkiye'de hiçbir
zaman gündem maddesi olamamıştır; yakın gelecekte de
olması mümkün değildir.
Çevre sorunları çok önemli eksiklerimizi de ortaya
çıkarmaktadır. Bu sorunlara yaklaşım tarzımız Türkiye ile
Avrupa Birliği arasında farkın en belirgin olduğu karanlık
alanı tanımlamaktadır: Türkiye'de kirletici güçlü; denetim
zayıf ve toplum umursamazdır. Oysa tam tersine, Avrupa
Birliği'nde kirletici uyumlu; denetim güçlü; toplum
bilinçlidir.
Dolayısıyla, belgeler üzerinde şekilsel ve siyasi bir
mutabakat sağlansa bile, Türkiye'nin yakın gelecekte çevre
alanında Avrupa Birliği'ni yakalaması mümkün değildir;
iyimser bir tahminle en azından yakaladığını biz göremeyiz.
Buna üzülmemek gerekir; çünkü aynı husus, gelişmiş ülkeler
dışındaki yeni Avrupa Birliği üyesi ülkeler için de geçerlidir.
Kaynaklar
[1] E H C I P ( 2 0 0 5 ) Te c h n i c a l A s s i s t a n c e f o r
Environmental Heavy-Cost Investment Planning,
Turkey. Ministry of Environment and Forestry.
[2] Duman, S (2010) Su akar, yiğit bakar...Sonunda er
geç kokar. Vatan Gazetesi, 9 Ocak, 2010, sh. 15.
[3] Erdoğan, A., Orhon, D., Sözen, S., Görgün, E. (2009)
Türkiye'de optimum maliyete dayalı atıksu arıtma
tesisi kavramı. İTÜ dergisi/d, 5,2, 13-24.
[4] Doğan, Y. (2010) AB çevre faslını bilerek açtı,
Hürriyet Gazetesi, 12 Ocak, 2010, sh.10.
Su Kaynaklarının Yönetimi ve AB Süreci
GELİŞTİRİLECEK
ALAN
3,32 Milyon ha
Ege
Gediz Havzası
Ulusal ve Sınıraşan Su Havzaları
Ulusal ve Sınıraşan Su Havzalarının
Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çözüm
Önerileri
Aylin Kübra ONUR, Hamza ÖZGÜLER,
Salim FAKIOĞLU
DSİ Genel Müdürlüğü Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı
[email protected], [email protected]
[email protected]
Ülkemiz, dünyada kişi başına düşen su tüketimine göre
su sıkıntısı olan ülkeler arasında yer almaktadır. Suyun
temini kadar mevcut suyun akılcı, verimli ve etkin
kullanımı da, su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi
bakımından önemlidir. Türkiye'nin, su havzalarının
yönetimine ilişkin sorunlarını sağlıklı bir biçimde analiz
etmesi ve önceliklerini belirleyerek Su Kaynakları
Yönetimi Stratejilerini uygulamaya geçirmesi büyük önem
taşımaktadır.
Türkiye'nin beş sınıraşan su havzası bulunmaktadır.
Türkiye, bunlardan üçünde (Aras, Çoruh, Fırat-Dicle
nehirleri) memba, diğer ikisinde (Meriç ve Asi nehirleri)
mansap konumundadır. Türkiye'nin su potansiyelinin
%38'i sınıraşan akarsulardan oluşmaktadır (Tablo 1).
TABLO - 1. Türkiye'nin sınıraşan su potansiyeli
Sınıraşan
Nehir
Havzası
Nehrin
Türkiye’deki
Su Toplama
Havzası
(Bin Km2)
185
Nehrin Türkiye’de
Kalan Kısmında
Üretilen Yıllık
Ortalama Su Miktarı
(Milyar m3)
53
Toplam
Kullanılabilir
Su Potansiyeline
Oranı (%)
Çoruh
20
6
4
Kura Aras
28
5
3
Meriç Ergene
15
1
1
8
1
1
Fırat-Dicle
Asi
29
Ülkemizde, toplam kullanılabilir su potansiyeli 112
milyar3, toplam kullanılabilir yüzey suyu potansiyeli 98
milyar, toplam kullanılabilir yeraltı suyu potansiyeli ise 14
milyar m3'tür.
Mevcut durumda Türkiye'de kişi başına düşen
kullanılabilir su ortalaması 1.550 m3 olup, dünya
3
ortalamasının (7.600 m ) oldukça altında seyretmekte, bu
haliyle bile Türkiye, su sıkıntısı olan ülkeler arasında yer
almaktadır. Diğer taraftan, Türkiye'de su kaynakları yurt
yüzeyine dengeli biçimde dağılmış değildir. Sözgelimi ülke
çapındaki 25 havzadan yalnızca dördü (Fırat-Dicle, Doğu
Karadeniz, Antalya ve Batı Akdeniz) yıllık akışın %37'sini
karşılamaktadır. Mevcut 112 milyar m3 dolayındaki su
potansiyelinin ancak 1/3'lük bir bölümünün
değerlendirilebildiği Türkiye'de baraj, gölet ve
hidroelektrik santral yapımına da devam edilmektedir.
Sayfa
14
Su Kaynakları Üzerindeki Baskılar
Sular; aşırı ve kaçak kullanımlar, kayıplar, atıksuların
geri kazanımının ve yeniden kullanımının sağlanamaması,
ekonomik araçların etkin olarak kullanılamaması gibi
nedenlerle israf edilmekte ve su tasarrufuna ilişkin
önlemler yetersiz kalmaktadır.
Su ihtiyacının fazla, su kaynaklarının kıt olduğu
bölgelerde, kaçak kuyu açılması nedeniyle yeraltısuları
sürdürülebilir olarak kullanılamamakta, ayrıca zeminde
çökmeler meydana gelmektedir. Yeraltısuyu tahsisinde
çeşitli yasalarla farklı kurumların yetkilendirilmiş olması
ciddi sıkıntılara yol açmaktadır.
Son zamanlarda sulamada su tasarrufu sağlayan basınçlı
sulama sistemlerine geçilmesi, sulama faaliyetlerinin
sulama birliklerine devredilmesi, arazi toplulaştırılması
gibi hususlarda önemli aşamalar kaydedilmiştir. Su
tasarrufu sağlanmasına yönelik
çalışmalara devam
edilmektedir.
Yüzey ve yeraltısuyu kaynakları evsel, endüstriyel ve
tarımsal atıksular nedeniyle kirlenmektedir. Genel olarak
su kalitesi, su havzalarındaki kullanım şekillerine ve alınan
önlemlerin boyutuna bağlı olarak değişmektedir. Plansız ve
denetimsiz olarak gerçekleştirilen jeotermal su kullanımı,
madencilik, evsel, tarımsal ve endüstriyel katı atık
depolama gibi faaliyetler de su kaynakları üzerinde
olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Toprak erozyonu da
su kaynaklarını kirleten bir başka faktördür.
Sulardaki kirliliğin artması doğal olarak sağlıklı ve temiz
suya erişimi de zorlaştırmaktadır. Özellikle daha düşük
kalitedeki suların içme suyu amaçlı olarak kullanılmak
zorunda kalındığı havzalarda, kaynaklarının korunması ve
iyileştirilmesine ilişkin sorunlar yaşanmaktadır. Sulak alan
ekosistemleri, havzalarındaki su kaynaklarının aşırı
kullanımı ve kirletilmesi, ayrıca su rejimlerinin bozulması
nedenleriyle zarar görmekte, suları azalmaktadır. Türlerin
yaşam alanlarının hızla tahrip edilmesi nedeniyle
biyoçeşitlilik zarar görmektedir.
Genel olarak, mevcut izleme ve denetleme araçları
yetersiz kalmakta, özellikle yerel ölçekteki su yönetimi
açısından mevzuat etkin biçimde uygulanamamaktadır.
İlgili kurumların görev ve sorumlulukları arasında örtüşen
ve çatışan hususlar bulunmaktadır. Su talebi yönetiminin
tuzlu suyun arıtımı, atıksuların yeniden kullanımı gibi
geleneksel olmayan alanları da içerecek biçimde
etkinleştirilmesi sağlanamamıştır. Yönetişim politikalarını
destekleyecek finansal araçlar tam olarak devreye
sokulamamaktadır. Kurumsal kapasitenin yetersiz kalması,
verilerin yetersiz olması gibi sorunların yanı sıra veri ve
bilgi paylaşımında sorunlar yaşanmaktadır. Politika
yapıcılar ve yönetim otoriteleri araştırmalarla yeterince
desteklenememektedir. Farkındalığın artırılması,
paydaşların yönetime katılımı, bilgilendirme hususlarında
yetersizlikler bulunmaktadır. Paylaşılan suların yönetimi
ve iklim değişikliğine adaptasyon ise su yönetimindeki
Ulusal ve Sınıraşan Su Havzaları
yeni sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC, 2007)
çıktılarına göre önümüzdeki 50 yılda sıcaklığın 2 ile 3 OC
artması beklenmektedir. Sıcaklığın yalnızca 2 OC artması,
Güney Afrika ve Akdeniz'in bazı bölgelerinde suya
erişimin %20-30 civarında sınırlanacağına işaret
etmektedir. İklim değişikliğinin su havzalarına olası etkileri
ve risk yönetimi konularında yapılan çalışmalar henüz
tatmin edici sonuçlara ulaşmamıştır.
Ülkemizin, yukarı kıyıdaş konumunda olduğu FıratDicle havzasında, iklim değişikliği, nüfus artışı,
yatırımların henüz tamamlanamamış olması gibi
sebeplerle, gelecek yıllarda yaşanabilecek baskıların
yarattığı gerilim artmaktadır. Özellikle Irak basınında,
Irak'ın güçlü olan üst komşuları tarafından mağdur edildiği
yönünde çok sayıda haber ve makale yayınlanmaktadır.
Türkiye'nin Fırat-Dicle üzerinde hızla baraj inşa etmesinin
Irak'ta su kıtlığına neden olacağı belirtilerek bununla başa
çıkmak için Irak'ta mümkün olduğu kadar çok sayıda su
rezervuarının inşası, ayrıca uluslararası kanunlara göre,
Türkiye'nin Fırat-Dicle nehirleri üzerindeki projelerini
durdurmak için etkili müdahalede bulunması tavsiye
edilmektedir. Bu da Türkiye'nin bu sularda planladığı
projelerinin, inşaata başlamak için gerekli ön koşulları
yerine getirmesine rağmen, güçlü kamuoyu baskıları
nedeniyle ertelenmesine neden olmaktadır.
Su Kaynaklarının Korunmasına İlişkin Çözüm
Önerileri
Su havzaları, yaşamın sürdürülebilmesi için hayati önem
taşıdığından mutlak korunmaları gerekmektedir. Giderek
azalan içme suyu kaynaklarının sürdürülebilirliğinin
sağlanması için içme suyu havzalarının korunmasına
öncelik verilmelidir. İçme suyu isale ve şebekelerindeki su
kayıp ve kaçakları, evlerde ve işyerlerinde bilinçsiz su
kullanımı önlenmelidir. Bu kapsamda, banyo ve mutfak
sularının tuvaletlerde ve bahçe sulamasında yeniden
kullanımı, tuvalet rezervuarlarının hacimlerinin
düşürülmesi (9 lt'den 2,5 lt'ye), fotoselli musluk ve
armatürlerin kullanılması gibi tasarruf önlemlerinin
alınması teşvik edilmelidir. Atıksuların toplanmasında
birleşik sistemlerden ayrık sistemlere geçilmesi, sarnıçlar
gibi basit yağmur suyu depolama sistemlerinin teşvik
edilmesi hususları değerlendirilmelidir.
Üretilen suyun yaklaşık %70'inin tüketildiği tarımda
vahşi sulama yerine damlama, yağmurlama gibi basınçlı
sulama sistemlerinin uygulamaları yaygınlaştırılarak su
tasarrufu sağlanmalıdır. Sanayide ise daha az su kullanan
çevreye duyarlı teknolojilerin kullanılması, oluşan
atıksuların geri dönüşümünün sağlanarak sanayide yeniden
değerlendirilmesi temin ve teşvik edilmelidir.
Evsel ve endüstriyel arıtma tesislerinin sürekli olarak
işletilmesi sağlanmalı, bunun için elektrik ücretlerinde
indirim yapılması gibi ekonomik araçlar devreye sokulmalı
ve denetimler etkinleştirilmelidir. Atıksu arıtma tesisleri
olmayan yerleşimlerin ve sanayilerin ivedilikle uygun
tesisleri kurmaları sağlanmalıdır.
Tarımdan kaynaklanan su kirliliğinin önlenmesi için iyi
tarım uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır. Jeotermal
kaynakların sürdürülebilir kullanımı temin edilmeli,
jeotermal atıksuların arıtılarak uygun derinliğe ve
formasyona (alana) yeniden basılması sağlanmalıdır.
Madencilik faaliyetlerinin yer seçimleri, koruma-kullanma
dengesi gözetilerek sağlıklı olarak yapılmalı, ayrıca
işletilmeleri sırasında etkin denetim sağlanmalıdır. Katı
atık düzenli depolama alanlarının kurulması sağlanmalı,
yerin uygun olmadığı Artvin, Çanakkale vb. illerde yakma
gibi alternatif bertaraf tesisleri kurulması imkânları
araştırılmalıdır. Sulak alan ekosistemlerinin ve
biyoçeşitliliğin korunması için gerekli sayımlar ve tespitler
ivedilikle sağlanmalı ve etkin havza yönetim araçları
devreye sokulmalıdır.
Türkiye genelinde su havzalarının yönetimine ilişkin
yasal ve yönetsel düzenlemeler yapılmalı, su havzaları
kontrol altında tutulmalı, periyodik ölçümlerle kirlilik
izlenmeli, var olan arıtma tesislerinin kapasitelerinin yeterli
düzeye çıkarılması ve arıtım teknolojilerinin iyileştirilmesi
ile birlikte sürekli çalışır halde tutulması sağlanmalıdır.
Sınıraşan su havzaları da dahil olmak üzere havza
yönetiminde tüm paydaşların fayda elde edebileceği bir
işbirliği anlayışına geçilmelidir. Havza yönetiminin
kavramsal çerçevesi oluşturulmalı, su, gıda ve enerjiden
sorumlu bakanlıklar arasındaki eşgüdüm ve dayanışma
artırılmalıdır.
Bir nehir havzasının analiz edilmesinde hidrolik güç,
tarım, kentsel ve endüstriyel gelişim ve ekosistem servisleri
vb. “gelişme faktörleri”, su gereksinimleri için yeni su
kaynakları bulunup bulunamayacağı, su tasarrufu
sağlayacak yöntemlerin uygulanıp uygulanamayacağı,
havzada başka su kaynakları olup olmadığı gibi “su kaynağı
faktörleri”yle bir arada işlenmelidir. Buna göre, örneğin,
tarım için gerekli suyun atıksuların yeniden kullanımından
sağlanıp sağlanamayacağı, yeni sulama yöntemleriyle
kullanılacak suyun miktarının azaltılması imkânları, ayrıca
yeraltısuyu gibi havzada var olan halen kullanılabilecek su
alternatiflerinin ortaya konulması mümkün olabilecektir.
Bir havzanın ekonomik çıktılarının dengelenebilmesi
için “yeşil” ve “mavi su” potansiyellerinin bir arada
değerlendirilmesi sağlanmalıdır. FAO verilerine göre Nil
Nehri havzasında bitki örtüsü ve tarım ürünleri tarafından
doğrudan kullanılan yağışların oluşturduğu yeşil su
potansiyeli, nehirler, göller ve yeraltısuyu akiferlerinde
toplanan mavi su potansiyelinin iki katıdır. Yeşil ve mavi
sulara ek olarak yeniden kullanılabilecek atık suları ifade
eden “gri veya siyah sular” da önemle dikkate alınması
gereken sulardır.
İklim değişikliğinin su kaynaklarına olası etkileri
irdelenmeli, bunun için gerekli veri altyapısı
Sayfa
15
Ulusal ve Sınıraşan Su Havzaları
sağlamlaştırılmalı, kuraklık ve taşkın konularında risk
analizleri yapılmalı, ayrıca su tasarrufuna yönelik
tedbirlerin alınması, bu kapsamda su tasarrufu sağlanacak
yöntemlerin uygulanması ve yeni buluşlar teşvik
edilmelidir.
İklim değişikliğinin olası etkileri de hesaba katıldığında,
su stresi altındaki sınıraşan su havzalarının yönetiminin
diğer havzalara kıyasla çok daha zor olacağı kaçınılmaz bir
gerçektir. Şimdiye kadar, su tasarrufunun arttırılması, sıkı
koruma önlemleri alınması gibi havza içi önlemlerden,
Manavgat Nehri’nden su sıkıntısı yaşayan komşu ülkelere
su taşınması gibi havza dışı önlemlere kadar birçok çaba
bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, ülkemizin özellikle
Fırat-Dicle havzasında etkin bir politika izlemesinde,
bölgedeki dengelerin korunması bakımından büyük yarar
görülmektedir. Böylelikle, aşağı kıyıdaş konumundaki
ülkelerin de, ülkemizin planlanan yatırımlarına,
önyargılardan uzak, makul bir yaklaşım oluşturabilecekleri
düşünülmektedir.
Son yıllarda havza bazında su yönetimi dahilinde ele
alınan “sanal su” kavramı sağlıklı bir biçimde
değerlendirilmelidir. Sanal su ile ilgili bazı genellemelere
bakıldığında; İtalya, İspanya, Yunanistan'ın 2100-2500
3
m /kişi/yıl; Suriye, Fransa, Kanada, Rusya'nın 1800-2100
3
m /kişi/yıl; Türkiye ve İran'ın 1500-1800 m3/kişi/yıl; Irak,
Avustralya, Yeni Zelanda'nın 1300-1500 m3/kişi/yıl sanal
su harcadığı görülmektedir. Konuyla ilgili birçok yayında,
su sıkıntısı yaşanan ülkelerin önceliklerini tarım dışındaki
sektörlere vermesi tavsiye edilmektedir. Bu yaklaşım,
suyun ticaret yoluyla tasarrufunu gündeme getirmekte, bu
da sınıraşan su havzalarında “Yönetişim” kavramının
getirdiği AB gibi serbest ticaret alanları oluşturulması
yaklaşımını desteklemektedir. Dünyada sadece eşit güçteki
ülkeler arasında değil, farklı güçteki ülkeler arasında da bu
tür birlikteliklerin olduğu ve sayıca arttığı da göz önünde
bulundurulduğunda, Türkiye'nin, özellikle Orta Doğu'da
“gıda güvenliği” hususunu da dikkate alarak konunun
sağlıklı biçimde irdelenmesinde önderlik edebilecek bir
konumda olduğu düşünülmektedir. Bunun için de ivedilikle
ülkeler arasındaki “ölçek” sorununu aşan ve verileri
karşılaştırılabilir kılan sağlam bir bilgi kaynağı
oluşturulmalıdır.
Havzaların sağlıklı biçimde analiz edilebilmesi, politika,
ekonomi, yatırım ve çevre gibi birden fazla disiplini
içermektedir. Bu nedenle, su ile ilişkili tarım, enerji, ticaret,
finans, sosyal koruma vb. sektörler yönetişim reformuna
dahil edilmelidir. Planlama, uygulama ve izlemenin politik
ve teknik itici güçleri iyi analiz edilmelidir. Neden-sonuç
ilişkilerini, tecrübelerin paylaşımını, ikinci en iyi çözümleri
içeren kademeli bir geçiş sağlanmalıdır. Şeffaflık
kaçınılmaz olmalı, halk kararların hangi sebeple alındığını
ve getirilerinin neler olacağını bilmelidir. Sürecin
Sayfa
16
hızlandırılmasına katkı sağlamak üzere yalnızca teknik
değil finansal konularda da destek ve yardım
sağlayabilecek kuruluşlar devreye sokulmalıdır.
Sınıraşan su havzalarında ülkeler, hedeflerini ve ulusal
stratejilerini doğru bir şekilde ortaya koymalı, havza
yönetim planları, yeterli kurumlar, yasal ve yönetsel
araçlar, izleme ve değerlendirme sistemi, sürdürülebilir
finans stratejileri ile desteklenmelidir.
Türkiye, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın eşgüdümünde,
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün öncülüğünde, ulusal
ve bölgesel süreçleri ve farklılıkları da dikkate alan bir
anlayışla, yukarıda ifade edilen hususları göz önünde
bulundurarak, ülke stratejisini oluşturmakta ve
uygulamaktadır.
Kaynaklar
1. Attaakhi Gazetesi, “Ortadoğu Suları ve Türkiye'nin
ŞantajFelsefesi”,http://dir.aljayyash.net/ci49890.htm,
sayı 5691, 27 Eylül 2009.
2. David, J.H., Phillips, J., Allan, A., Claassen, M., Granit
J., Jägerskog, A., Kistin, E., Patrick, M. and Turton, A.
(2008), The TWO Analysis
Introducing a
Methodology for the Transboundary Waters
Opportunity Analysis, Stockholm International Water
Institute (SIWI).
3. Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007-2013 (2006), Devlet
Planlama Teşkilatı, Ankara.
4. Dokuzuncu Kalkınma Planı, Toprak ve Su
Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi, Özel
İhtisas
Komisyonu Raporu (2007) Devlet Planlama
Teşkilatı, Ankara.
5. Environment News Service (2008) “World Water
Crisis Underlies World Food Crisis”,
www.ens-newswire.com/ens/aug2008/2008-08-1801.asp - 43k, 18 Ağustos 2008.
6. Eroğlu V. (2007) Türkiye'de Su Planlaması, Su Dünyası
dergisi, 44: 6-8.
7. The Independent, “As Iraq runs dry, a plague of snakes
is u n l e a s h e d ” , h t t p : / / w w w. i n d e p e n d e n t . c o . u k /
environment/nature/as-iraq-runs-dry-a-plague-ofsnakes-is-unleashed-1705315.html, 15 June 2009.
8. OECD (2008) Environmental Performance Review of
Turkey, Paris.
9. SIWI (2009) Getting Transboundary Water Right:
Theory and Practice for Effective Cooperation,
Stocholm.
10. The World Bank web sitesi: World Bank Group's
EnvironmentStrategy 2010,..........................................
http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL.
Entegre Havza Yönetimi
Entegre Havza Yönetimi ve
Türkiye'deki Uygulamalar
Prof. Dr. Ayşegül TANIK
İstanbul Teknik Üniversitesi
[email protected]
Öncelikle tanımını yapmak gerekirse; havza, bir
akarsuyun kaynağıyla sonlandığı yer arasında kalan ve ona
su veren tüm alanı kapsar. Yalnızca suyun değil, bütün doğal
kaynakların, diğer bir deyişle ekosistemin, bütünleşik ve
sürdürülebilir olarak kullanımını sağlayarak korunabilmesi
için en uygun birimdir. Farklı sektörlerin ve kaynak
kullanıcılarının bir arada düşünüldüğü, tehdit ve olanakların
uzun vadeli değerlendirildiği, bir alana yapılan müdahalenin
yarattığı olumlu ve olumsuz etkilerin izlendiği en uygun
ölçek havzadır. Dolayısıyla, doğal kaynakların yönetiminde
havza ölçeği esas alınmalıdır. Havza; insanları, kentsel ve
kırsal yerleşimleri, tarım ve orman alanlarını, çeşitli
kategorilerdeki endüstrileri, iletişim ve haberleşme ağlarını,
çeşitli hizmet sektörlerini ve gezinti (rekreasyonel) alanlarını
içine alan; sosyal, ekonomik ve biyofiziksel, aynı zamanda
dinamik bir sistemdir (UN, 1997). Öte yandan, kaynak
yönetim faaliyetlerinin planlanması ve uygulanabilmesi için
sosyo-politik ve sosyo-ekonomik bir yapı da sergilemektedir
(Dawei ve Jingsheng, 2001). Bir havzanın doğal su ve toprak
kaynaklarının “sürdürülebilir koruma-kullanma dengesi”
yaklaşımı çerçevesinde yönetiminin detaylarına girmeden
evvel, havzada kirlilik yaratan unsurlardan söz etmekte yarar
vardır.
Kirletici Kaynaklar ve Su Yönetimi
Doğal kaynaklarımızın kirlenmesine yol açan kirletici
kaynaklara bakıldığında, doğal kirleticilerin yanı sıra, insan
eliyle meydana gelen kirletici kaynaklar da dikkate
alındığında, noktasal ve yayılı olarak iki gruba ayrılmaktadır.
Eğer bir kaynaktan herhangi bir ortama kirletici; kontrol
edilebilir, ölçülebilir nokta deşarjı ile karışıyorsa, bu tür
kaynaklar noktasal kaynak olarak sınıflanır; bunlar, genelde
evsel ve endüstriyel atıksulardır. Eğer kirletici, ortama yayılı
olarak karışıyorsa, kirlilik yaratan kaynak, “yayılı kaynak”
olarak adlandırılır. Ülkemiz açısından önemli olan başlıca
yayılı kirletici kaynaklar;
• Tarım alanlarında kullanılan sulama suyundan gelen geri
dönüş suları,
• Orman alanlarından yüzeysel akışla taşınanlar,
• Hayvancılık faaliyetlerinden kaynaklanan kirleticiler,
• Yağış suları ve yıkama suları gibi yüzeysel akışla
taşınanlar,
• Atmosferden taşınım yoluyla su ve toprağa taşınan
kirleticiler,
• Kentsel ve kırsal yerleşim alanlarından gelen kontrolsüz
yağış suları,
• Vahşi katı atık depo ve dökme sahalarından, maden
sahalarından ve fosseptiklerden yeraltı sularına karışan
sızıntı suları ve
• Kirlenmiş nehir ve derelerin doğal ortama yayılımıdır.
Bilinmelidir ki, gelecek yıllarda nüfusun artmasına paralel
olarak su kaynaklarına olan ihtiyaçla birlikte kirleticilerin de
miktarı artacaktır. Nüfus artışı ve endüstrileşmenin hızına
karşın, altyapı eksikliklerinin de eş zamanlı
tamamlanabilmesi, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkelerde önemli bir sorundur. Bu gibi gelişme sürecini
tamamlamamış ülkelerde kirlenmeyi körükleyen diğer bir
unsur da yürürlükte olan kanun ve yönetmeliklerin yerine
getirilmesinin otoritelerce izlenmesi ve denetimindeki
eksikliklerdir.
Su yönetimi için 1990'lardan itibaren etkin su kullanımı,
eşit paylaşım ve çevresel sürdürülebilirlik kavramlarının
ortaya çıkmasıyla Entegre Havza Yönetimi kavramı
doğmuştur. 2002 yılında Johannesburg'da yapılan
“Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi”nde tüm ülkelere 2005
yılına kadar Entegre Havza Yönetimi Planları'nın
hazırlanması hedefi konmuştur. Günümüzde su yönetimi,
Şekil 1'den de görüldüğü üzere, su kutusu ve karar verme
küresinden oluşan su yönetimi döngüsü halini almıştır (UN,
2009).
Su, özellikle de tatlı su kaynaklarından sürdürülebilir
olarak yararlanabilmek için, su ve nehir havzası yönetimi
konusunda yeni yaklaşımlar geliştirilmektedir.
Sürdürülebilir yönetim için her şeyden önce mevcut
problemler ile havza sistemi ve mevcut havza yönetiminin
yarattığı sorunların tanımlanması gereklidir.
Havzalarda sık rastlanan ve sürdürülebilir yönetime
gereksinim olduğunu gösteren problemlere kısaca göz atmak
gerekirse bunlar;
• Ötrofikasyon,
• Sularda kalıcı ve toksik maddelerin birikimi,
• Yağ kirlenmeleri,
• Yüzme alanlarında sağlıksız koşullar,
• Biyolojik çeşitliliğin azalması ve tehlikeye düşmesi,
olarak sayılabilir.
Avrupa Birliği (AB) Su Çerçeve Direktifi (SÇD)
Son yirmi yılda gerçekleşen gelişmeler, dünya su krizinin
çözümünde “entegre (bütünleşik) su kaynakları yönetimi”
ilkelerini ön plana çıkartmıştır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği
de su politikalarını biçimlendirmiş ve Aralık 2000 tarihinde
yürürlüğe giren “Su Çerçeve Direktifi (SÇD)” (2000/60/EC)
ile havza temelli yönetim yaklaşımını benimsediğini ilan
etmiştir.
Direktif, tüm AB sınırları içerisindeki su kaynaklarının
sadece miktar olarak değil, kalite olarak da korunmasını ve
kontrol edilmesini hedeflemektedir. Sonuç olarak Avrupa
sularının, ortak bir standarda göre korunması için kapsamlı
bir politika ortaya konmuştur. SÇD ile su yönetiminde
sektörel uyum ve ortak yönetim sağlanarak Avrupa'daki
suların ekolojik ve kimyasal bakımdan "iyi" duruma
ulaşması hedeflenmektedir.
Sayfa
17
Entegre Havza Yönetimi
Şekil-1: Su Yönetimi Döngüsü (UN, 2009)
Bu nedenle, SÇD, daha önce yayımlanmış olan "Kentsel
Atıksuların Arıtılmasına İlişkin Direktif 91/271/EEC (1991);
Nitrat Direktifi (1991), İçme Suyu Direktifi (1998),
Bütünleşik Kirlenme Önleme ve Kontrolü (IPPC) Direktifi
(1996), Yüzme Suyu Kalitesi Direktifi (1991) gibi suyla ilgili
Sayfa
18
tüm mevzuatı da kapsamaktadır. SÇD'nin en önemli
hükümleri şu şekilde özetlenebilir:
Gelecekte, sınır ötesi su kaynakları, sahip oldukları su
toplama havzaları ile birlikte, ilgili ülkelerin ortaklığı ile
yönetilecek, sadece ulusal veya bölgesel yönetim
yaklaşımından vazgeçilecektir.
Entegre Havza Yönetimi
Su kaynağının kalitesinin incelenmesinde, geçmişte
olduğu gibi sadece kirletici parametrelere bakılmayacak,
aynı zamanda su ortamındaki flora ve fauna, yani su
ekolojisi de mercek altına alınacaktır.
Hedef, 2015 yılında, tüm su kaynaklarında, su kalite
kategorilerine bağlı olarak iyi bir duruma “good ecological
status” kavuşmaktır. Bu amaçla tüm AB ülkeleri, ulusal ve
uluslararası ölçekte, ölçüm yöntemlerini ve yönetim
planlarını oluşturacaklardır.
Bu ana hükümler doğrultusunda, SÇD tüm paydaşların su
sorununun çözümüne daha aktif olarak katılımını sağlayacak
ve ekonomik bir değeri olduğu kabul edilen suyun
fiyatlandırılmasında gerçekçi ve doğru bir yaklaşım
izlenebilecektir. Suyu kullananın bedelini ödemesi ilkesini
benimseyen AB, bu sayede su kaynaklarının
sürdürülebilirliğini sağlamayı hedeflemektedir.
Avrupa Komisyonu (EC) tarafından ortak bir uygulama
stratejisi oluşturulmuştur. Bu ortak uygulama stratejisi,
direktifin uygulanması aşamasında izlenmesi gereken
yönteme ilişkin bilimsel ve teknik esasları ortaya
koymaktadır. Ayrıca SÇD, üye ülkelerin, direktifle ilgili
uygulama planlarını 2009 yılına kadar oluşturmalarını
zorunlu kılmaktadır. SÇD'nin önemli özelliklerinden biri de
uygulamada ulaşılması gereken aşamalar için kesin tarihleri
tanımlamış olmasıdır. Direktifin tanımladığı en önemli
kilometre taşları aşağıda verilmektedir.
• Direktifin yürürlüğe girmesi 2000.
• Ulusal mevzuata uyum 2003.
• Nehir havzalarının ve ilgili otoritelerin tanımlanması
2003.
• Nehir havzalarının karakterizasyonu: Kirletici kaynaklar
ve ekonomik analiz 2004.
• İzleme ağlarının kurulması 2006.
• Kamu ile işbirliği 2006.
• Taslak nehir havza yönetim planlarının sunulması 2008.
• Nehir havza yönetim planlarının tamamlanması (ölçüm
programları dahil) 2009.
• Fiyatlandırma politikalarının oluşturulması 2010.
• İşlevsel ölçüm programlarının gerçekleştirilmesi 2012.
• Çevresel hedeflere erişim 2015.
• İlk yönetim döngüsünün sonu 2021.
• İkinci yönetim döngüsünün sonu, hedeflere ulaşmak için
nihai tarih 2027.
AB Su Mevzuatı'nın ana unsurları Şekil 2'de
görülmektedir.
SÇD'deki en önemli kavram “Nehir Havzası Yönetimi”
dir ve her bir nehir havzası için Nehir Havzası Yönetim Planı
(NHYP) oluşturulması istenmektedir. Bunun için son tarih,
2009 yılı olarak belirtilmiştir. Aday ülkelerin katılım
sürecinde SÇD gerekliliklerini yerine getirmeleri
gerekmektedir. Nehir havzasının özellikleri, insan
aktivitelerinin etkileri ve su kullanımının ekonomik analizi
gibi çalışmaların yapılması, bu direktiflerin öngördüğü
hedeflerin yerine getirilmesi açısından önemlidir.
Nehir havzası yönetimi, aslında nehrin alt havzaları
Şekil 2. Avrupa Birliği Su Mevzuatı
(www.cowiprojects.com/turkey/1st.RegionalWorkshop/
EU-Turkey-WaterManagementLegislation-EMP.pdf)
bazında uygulanması gereken çevresel önlemleri içeren bir
yaklaşım metodudur. Önlemleri sıralayabilmek de havzaya
ilişkin tüm geri plan bilgilerini detaylıca incelemekten ve
irdelemekten geçer. Nehir havza sınırları genellikle idari
sınırlardan farklıdır ve nehir havza yönetimi farklı bölge, il
ve hatta ülkelerarası işbirliğini gerektirmektedir. Sınır aşan
sulara sahip ülkeler genelde ikili ve çoklu anlaşmalar
yaparak uzlaşma zemini yaratmış olup, benzer hedefler
doğrultusunda hareket etmeye başlamışlardır (Grontmij,
2003).
Entegre Havza Yönetimi (EHY)
Entegre yönetim kuramının ana prensibinde, bir alanı
korurken, orada yaşayan insanı da göz ardı etmeme hususu
yatar. Yani, eğer bir alan korunacaksa oradaki insanlar için
yaşamsal önem taşıyan sanayileşme, tarımsal faaliyetler ve
diğer konularda etkinlikte bulunmaktan vazgeçme söz
konusu olmamalıdır. Bu kurama, “koruma-kullanma
dengesi” adı verilmektedir.
Entegre yönetimle doğal alanları sınırlayan bölgelerde, o
alanın ekolojik yapısını en az düzeyde etkileyecek ekonomik
işlevlerin sürdürülmesi planlanır ve uygulamalarda önerilen
sınırlamalarla o alanın da bir bütün olarak korunma stratejisi
hayata geçirilir.
Burada ana hedef, doğal yapı ile orada yaşayan insan
nüfusunun gereksinimlerini dengeli ve belirgin bir orta
platformda buluşturmaktır. Yani doğal yapıdan
yararlanırken, aynı zamanda oranın koruma kuramlarına da
dikkat etmek gerekir. Ekolojik denge bozulmadan
korumanın gerçekleştiği entegre (bütünleşik) yönetim
programları, her zaman dünyanın en gelişmiş ülkelerinde
uygulanan ve doğa koruma gibi, bölge insanının da
mutluluğunu sağlayarak, ekonomik açıdan koruyup kollayan
projelerdir.
Havza yönetimi, bir havza sınırı içerisinde kalan toprak,
su, bitki örtüsü varlığı ve burada yaşayan diğer canlılar ile
bunları etkileyen faktörlerden biri olan insan faaliyetlerinin
birlikte ele alındığı bir sürdürülebilir doğal kaynak
yönetimidir.
Sayfa
19
Entegre Havza Yönetimi
Entegre Havza Yönetimi farklı şekillerde tanımlanabilir:
• Hidrolojik havza bazında katılımcı doğal kaynak
yönetimi,
• Yüzey ve yeraltı sularının miktar, kalite ve ekolojik
anlamda toplumun ihtiyaç ve kullanımları göz önüne
alınarak çok disiplinli bir perspektiften yönetimi,
• Hidrolojik sınırlara göre sürdürülebilir ve katılımcı
kaynak yönetimi anlayışı,
• Havza ölçeğinde toprak kullanımı ve su kullanımı
planlamasının/ yönetiminin katılımcı bir yaklaşımla
birleştirilmesi ve
• En yeni felsefe olarak insanların bütünsel (holistic) bir
bakış açısı geliştirebileceği,
♦ Ortak değerler ve davranışlar üzerinde uzlaşabileceği,
♦ Havzanın doğal kaynaklarını yönetmek için bilgiye
dayanarak kararlar verebileceği,
♦ Birlikte hareket edebileceği,
♦ Uzun vadeli süreçlere odaklanabileceği,
bir yönetimdir.
Türkiye'nin Akarsu Havzaları ve Yönetim Sorunları
Türkiye'de su kaynakları akarsular bazında hidrolojik
açıdan 25 havzaya bölünmüştür ve idaresi, Devlet Su İşleri
(DSİ) tarafından yapılmaktadır (Şekil 3).
Şekil 3. Türkiye'nin akarsu havzaları
DSİ kaynaklardaki su kalitesi ölçümlerini, sadece baraj
göllerinin bulunduğu belli başlı kaynaklarda
gerçekleştirmektedir. Bu uygulama ülkenin bütün su
kaynaklarının yönetiminden çok uzaktır, sadece suyun
kullanımı ile ilgili bazı düzenlemeler getirmeye yöneliktir.
Su kaynağının korunması ve yararlı kullanımı
doğrultusunda değerlendirilmesi ise ancak bütünleşik bir
yönetim mekanizması ile gerçekleştirilebilir.
Türkiye'de bazı büyük şehirler dışında Havza Bazında
Yönetim Esasları mevcut değildir. Ancak, bu şehirlerde dahi
su kaynakları korunamamaktadır. Ülke genelinde su
kaynaklarının kirlenmeye karşı korunmasında bazı temel
aksamalar yaşanmaktadır.
Su kaynakları yönetiminin entegre yaklaşımını sağlamak
için çözülmesi gereken pek çok konu vardır: Bunlardan en
önemlisi, bir nehir havzasına ait yönetim sorumluluğunun
Sayfa
20
değişik bürokratik otoritelere verilmiş olması ve her bir
otoritenin kendine ait yaklaşımları sonucunda su
kaynaklarının planlama ve yönetiminin ciddi sorunlarla
karşılaşmasıdır. Bilindiği gibi doğal havza sınırları ile idari
sınırlar çakışmamaktadır. Genelde, havzalarımız birçok il
tarafından paylaşılmaktadır. Dolayısıyla havza yönetimi
bağlamında idari mekanizmanın nasıl olacağı ve hangi
şartlar altında işletileceği konusunda belirsizlikler vardır. Bu
konudaki yasal mevzuatın eksik yönlerinin tamamlanmasına
ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu noktada akılda tutulması gereken, su kaynakları
planlama ve yönetiminin çok disiplinli bir süreç olduğu ve bu
yüzden, ilgili grupların, diğer bir deyişle paydaşların
tamamının katılımının sağlandığı bir işbirliği
gerektirmesidir. Kısacası, suyla ilgili yasa ve politikaların
yetersizliği ya da yokluğu entegre nehir yönetimi ve su
kaynaklarının optimal kullanımı karşısında bir engeldir. Bu
bağlamda Türkiye, AB'ye uyum sürecinde birçok
yönetmeliği Türk mevzuatının AB mevzuatı ile uyumlu hale
getirilmesi adına önemli yol kat etmektedir. Şekil 1'de
gösterilen bazı emisyon limit değerlerini içeren
yönetmelikler çıkarılmıştır. Su kalitesi standartlarından ise,
içme suyu ve yüzme suyu kalite standartları uyumlu hale
getirilmiştir. Ancak, halen Su Çerçeve Direktifi (SÇD) ve
endüstrilerden kaynaklanan kirliliğin önlenmesine yönelik
olan Bütünleşik Kirlilik Önleme ve Kontrol Direktifi (IPPC)
henüz hazırlanma aşamasındadır.
Nehir Havzası Yönetimi Otoritelerinin Oluşturulması ve
Kurumsal Kapasitenin Arttırılması: Arazi ve su kullanımı
konusundaki kurumsal yapılar, nehir havzalarını tekil
birimler olarak kabul edip bu bölgelerin tamamının
yönetimine izin vermelidir. Su kaynakları yönetiminin
bürokratik yapısında bu temel değişiklikler aşama aşama
gerçekleştirilebilir.
İlk aşama, su kaynakları yönetimi, çevre koruma, tarım ve
benzeri konulardan sorumlu kurumlar arasında bir işbirliği
süreci başlatmak olmalıdır.
Daha sonraki aşamada bu kurumların temsilcilerinden
oluşan ve nehir havzasındaki sulak alanları ve su
kaynaklarını yönetmek üzere işbirliği içerisinde çalışan bir
yönetim birimi/ birliği oluşturulabilir.
İlgi Gruplarının (Paydaşların) Yönetime Dahil Edilmesi,
Halkın Katılımı ve Bilinçlendirmesi: Entegre havza
yönetiminin önemli bir diğer unsuru da, yönetim ve planlama
kurum ve kuruluşlarının havza içerisindeki sulak alan
kullanıcıları, yaban hayatı ve havza dışındaki ilgi gruplarını
da kapsayacak şekilde, tüm su kullanıcıları için çalışmasıdır.
Su kullanıcılarının ilgi ve gereksinimlerini belirlemek
amacıyla, su kaynaklarının planlama ve yönetiminde halkın
katılımının sağlanması çok önemlidir.
Yakın zamanlara dek pek çok ülkede havza ve su
kaynakları planlamasında, katılımcı yaklaşıma çok az önem
verilirdi. Ancak kurumlar ve yöre halkıyla etkin bir şekilde
işbirliği yapılmasının, havza planlarının başarıya
ulaşmasında önemli bir rolü olduğuna ilişkin son
Entegre Havza Yönetimi
deneyimler, bu konularda sivil toplum desteğine daha büyük
bir pay verilmesinde yeni yönetim anlayışları
oluşturulmasına yol açmıştır. Aynı zamanda planlamanın ön
aşamalarında halkın katılımı, havzada önceden bilinmeyen
kullanım şekillerinin ve kaynakların fark edilmesine ve
değişik değer ve yararların birbirlerine göre önem ve
önceliklerinin belirlenmesine yardımcı olur.
EHY kapsamında neler yapılabilir?
• Çeşitli tartışma platformları oluşturulur.
• Mevcut problemler güncellenir.
• Eğitim faaliyetleri düzenlenir.
• Farklı kesimler arasında ortaklıklar kurulur, işbirliği
protokolleri yapılır.
• Bütün riskler ve sorunlar açıkça ortaya konur.
• Toplumun her kesimi, istediğinde bilgiye ulaşabilir.
• Ekosistemler korunur ve restore edilir.
• Yeni teknolojiler takip edilir, yerelde teşvik edilir ve
yaygınlaştırılır.
• Havza Yönetim Komisyonları/ Platformları oluşturulur.
• Havza Yönetim Planları hazırlanır ve uygulanır.
Türkiye'de Entegre Havza Yönetimiyle İlgili Güncel
Çalışmalar
Hem AB'ye aday bir ülke olarak, hem de sürdürülebilir
kalkınma hedefleri doğrultusunda hazırlanan Ulusal Çevre
Stratejisi (UÇES) dokümanı gereği, Türkiye'de EHY'nin
gerekliliklerini SÇD doğrultusunda içselleştirmek/
adaptasyonunu sağlamak, verilen süreçler içinde gereklerini
yerine getirmek zorundadır. Bu çerçevede, paydaşların
katılımını sağlayan bazı sınırlı, ama başarılı çalışmalar
gerçekleştirilmektedir.
Bu bağlamda, çevre politikalarının geliştirilmesi ve
uygulanmasındaki kapsamlı koordinasyon rolü gereği Çevre
ve Orman Bakanlığı (ÇOB) tarafından; çevre konusunda
önemli rolleri ve sorumlulukları olan ilgili pek çok kurum ve
kuruluşla birlikte, çevre müktesebatının uyumlu hale
getirilme hedefleri de dikkate alınarak, Ulusal Çevre Strateji
(UÇES) dokümanı hazırlanmıştır...........................................
(www.cevreorman.gov.tr/co_04. htm).
Konuyla ilgili olarak ÇOB'nın başlatmış olduğu birçok
proje bulunmaktadır (www.styd-cevreorman.gov.tr). Sivil
Toplum Örgütlerinin (STÖ) havza yönetimine olan ilgisi
sadece WWF- Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı DHKV) ile sınırlıdır. Vakıf, Türkiye'nin doğal kaynaklarının
sürdürülebilir kullanımı ve korunması amacıyla farklı
alanlarda ve disiplinlerarası çalışan, kurumsallaşmış bir
STÖ'dur. Doğal Hayatı Koruma Vakfı, 1996 yılında Doğal
Hayatı Koruma Derneği'nin öncülüğünde kurulmuş, 2001
yılında dünyanın en etkin ve saygın doğa koruma
kuruluşlarından olan WWF'nin Türkiye ulusal kuruluşu
olarak, WWF - Türkiye unvanını almıştır. WWF - Türkiye,
Türkiye'de halkın katılımının sağlandığı “Konya Kapalı
Havzası'nın Akılcı Kullanımı”, “Tuz Gölü Yönetim Planı”,
“Ereğli-Ayrancı Alt Havzası'nda Doğal Kaynakların Akılcı
Kullanımı ve Doğal Alanların Korunması Projesi”, Doğu
Karadeniz'de Entegre Havza Yönetimi uygulamaları ile
paydaş katılımına başarılı örnekler sergilemiştir
(www.wwf.org.tr; DHKV, 2006; 2008).
Türkiye, Hollanda, Birleşik Krallık ve Slovak
Cumhuriyeti arasında işbirliği kapsamında yürütülen Avrupa
Birliği Eşleştirme Projesi olan "Türkiye'de Su Sektörü için
Kapasite Geliştirilmesi" çerçevesince pilot bölge seçilen
Büyük Menderes Havzası'nda gerçekleştirilen EHY planı
çalışmalarının başlatılmasına yönelik olarak, uzun vadeli
nehir havzası çalışma grubu kurulmuştur. DSİ 21. Bölge
Müdürlüğü ve İl Çevre ve Orman Müdürlüğü arasında bir
protokol hazırlanmıştır. Tam bir paydaş katılımı (sivil
toplum örgütleri hariç) sağlanamasa da, kamu alanından
önemli sayıda paydaşın komisyonda etkin olarak rol alması
mümkün kılınmıştır (Grontmij, 2003).
“Melen Havzası'nda Entegre Koruma ve Su Yönetimi
Projesi” 2006-2008 yılları arasında yapılmış ve havza
yönetim çalışmalarına örnek teşkil eden bir proje olmuştur.
Çalışma, DSİ adına Melen Mühendislik ve Müşavirlik
Grubu ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Çevre
Mühendisliği Bölümü tarafından yürütülmüştür (Öztürk vd.,
2008). Bu proje, Büyük İstanbul Su Temini 2. Merhale Melen
Sistemi'nin alt bileşeni olup İstanbul'un 2010 yılından
sonraki içme suyu ihtiyacını karşılamayı amaçlamaktadır.
Proje temelde su kalitesinin korunması, iyileştirilmesi,
sürdürülebilir havza korunması ve master plan program
dahilindeki su yönetimi gibi unsurları kapsamaktadır.
Projenin tamamlanmasından sonra, İstanbul'un 2040'a kadar
içme suyu ihtiyacını karşılayabilecek 8,5 m3/sn debiye sahip
içme suyu sağlanmış olacaktır. DSİ, su temini projesini
organize etmekte ve uluslararası finans kaynakları ile bu
projeyi gerçekleştirmektedir.
Entegre havza yönetimi çalışmalarının önünü açacak ve
hızlandırabilecek ve AB sürecinde ilgili yaptırımın yerine
getirilebilmesi için ÇOB tarafından çıkarılan “Su Kirliliği
Kontrolü Yönetmeliği Havzalarda Özel Hüküm Belirleme
Çalışmalarına İlişkin Usul ve Esaslar Tebliği” 30.06.2009
tarih ve 27274 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Bu
tebliğin amacı, havzanın fiziki ve teknik özelliklerinin
bilimsel çalışmalar ile değerlendirilmesine ve koruma
alanları ile koruma esaslarının belirlenmesine yönelik
yapılacak olan çalışmayı ve bu çalışmaya ilişkin usul ve
esasları düzenlemektir. Böylelikle havza konularındaki
çalışmalar, açıklanacak kıstaslar dahilinde ve özelliklerde
yönlendirilmiş olacaktır. Bu tebliğ ile ÇOB tarafından
yetkilendirilecek kurum ve kuruluşların, havza yönetim ve
master plan çalışmalarını hızlandırması beklenmektedir
(www.cevreorman.gov.tr). Bu tebliğde önerilen havza
koruma planı ve belirlenen özel hükümler, havzada yer alan
ve bakanlıkça uygun görülen ilgili kurum ve kuruluşların
görüşüne sunulur. Ayrıca, “Özel hüküm belirleme
çalışmasının yapıldığı havzadaki yerleşik halkın
bilgilendirilmesi toplantısı/toplantıları çalışma
başlangıcından itibaren yapılacaktır” hükmü ile havza
planlarına paydaşların ve halkın katılımı da dahil
edilmektedir.
Sayfa
21
Entegre Havza Yönetimi
Bunlara ilave olarak ÇOB, “Havza Koruma Eylem
Planları Hazırlanmasına Dair Teknik Şartname”
yayımlayarak, 10 adet öncelikli havza belirlemiştir. Bu
öncelikli incelenmesi gereken havzalar; Büyük Menderes,
Yeşilırmak, Susurluk, Marmara, Konya Kapalı Havzası,
Küçük Menderes, Kızılırmak, Seyhan, Burdur ve Ceyhan
h a v z a l a r ı d ı r ( w w w. s t y d - c e v r e o r m a n . g o v. t r / . . . / havza_koruma_eylem_plani_teknik_sartnamesi.doc ).
Bu havzalarda, Havza Koruma Eylem Planı hazırlanması
sırasında; havzadaki yüzey ve yeraltı sularının özelliklerinin
ve kirlilik durumunun belirlenmesi, havzadaki kentsel,
endüstriyel, tarımsal, ekonomik vb. faaliyetlere bağlı olarak
oluşan baskı ve etkilerin, mevcut kirlilik durumunun
belirlenmesi, havza bazında saptanan kirlilik kaynaklarının
ve yüklerinin ayrıntılı olarak incelenmesi, çevresel altyapı
durumunun tespit edilmesi, meydana gelen kirliliğin
önlenmesi, havzanın korunması ve iyileştirilmesi için
havzadaki tüm paydaşların katılımı ile kısa, orta ve uzun
vadede tedbirlere yönelik çalışmaların ve planlamaların
yapılması maksadı ile “10 Havzada Havza Koruma Eylem
Planı”nın bir sene içerisinde hazırlanması koşuluyla proje
esasları belirlenmiştir. Bu eylem planları sonrasında söz
konusu 10 havza için havza koruma planları hazırlanacaktır.
Bu planlar kapsamında “Havzada su kalitesini iyileştirmek
için su kaynakları potansiyeli, noktasal ve yayılı kirletici
kaynakları ve mevcut su kalitesini dikkate alarak öncelikle
araştırma ve daha sonra kısa, orta ve uzun vadede öncelikli
ve teknolojik olarak daha ekonomik ve uygun, sürdürülebilir
ve verimli planlamalar, havzadaki tüm paydaşların katılımı
ile yapılacaktır” hükmü getirilmiştir. Bu yeni tebliğin hayata
geçmesiyle 2010 yılı, havza planlarının hazırlanması
açısından önemli bir yıl olacaktır.
Sonuçlar
Su kaynaklarının yönetiminde iki temel zorluk bulunur:
• Su kaynaklarının korunması,
• Su kaynaklarının hem eşit, hem de ekolojik olarak
sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi.
Entegre Havza Yönetimi, bu zorlukları aşmak için
geliştirilmiş yeni bir su kaynakları yönetimi yaklaşımıdır.
EHY; su yönetim modellerinin hepsinden çok daha
kapsamlıdır!
Bir havzadaki su kaynaklarının korunması, yönetilmesi ve
geliştirilmesinin koordine edildiği bir süreçtir. Arazi
kullanım planlaması, tarım politikaları, erozyon kontrolü,
çevresel yönetim gibi konuları kapsar.
EHY; suyu kullanan ve yönetenleri bir araya getirir!
İnsanların bir bakış açısı geliştirebileceği, paylaşılmış
değerler ve davranışlar üzerine hemfikir olabileceği ve bir
havzanın doğal kaynaklarını yönetmek için birlikte hareket
edebileceği yeni bir yaklaşımdır.
Sayfa
22
EHY; bir “Havza Komisyonu/Birliği” tarafından
koordine edilir!
İlgi gruplarının, paydaşların tam olarak temsil edildiği, rol
ve sorumlulukların açıkça tanımlanmış olduğu bir havza
komisyonu/birlik tarafından koordine edilir.
EHY kapsamında “Havza Yönetim Planları” hazırlanır!
Her bir havza için toplumun temel ihtiyaç ve kullanımları
göz önüne alınarak Havza Yönetim Planları hazırlanır.
Havzanın su bütçesi üzerinden katılımcı planlama yapılır.
EHY; suyun “hakça” paylaşılmasını sağlar!
Toplumun temel ihtiyaç ve kullanımlarını göz önüne
alarak, belirli bir su havzası içerisinde, su kaynaklarından
elde edilen ekonomik ve sosyal faydaların toplumun her
kesimi tarafından hakça paylaşılmasını esas alır, elde edilen
faydaların en üst düzeye çıkarılması için çalışır.
EHY koruma ve kullanma dengesini kurar!
Su ve toprak kullanımının; sulak alan ekosistemleri
üzerinde olan olumsuz etkisini en aza indirir, dolayısıyla,
sosyo-ekonomik kalkınma ile koruma arasındaki dengeyi
kurar. Koruyarak kullanmanın yollarını geliştirir.
Kaynaklar
• Dawei, H. and Jingsheng, C. (2001) Issues, Perspectives
and Need for Integrated Watershed Management in China,
Environmental Conservation, 28 (4), 368377.
• DHKV (2006) Doğal Hayatı Koruma Vakfı -Türkiye,
Konya Havzası'nda Geleceğe Atılan Adımlar Entegre
Havza Yönetimi.
• DHKV (2008) Doğal Hayatı Koruma Vakfı -Türkiye,
Doğu Karadeniz'de Entegre Havza Yönetimi.
• Grontmij Advies & Techniek bvVestiging Utrecht Houten
(2003) Su Çerçeve Direktifi Türkiye Uygulamaları El
Kitabı-Final, December 2003.
• Öztürk vd. (2008) Havza Koruma Eylem Planı Nihai
Raporu, Cilt 12, Büyük İstanbul Su Temini Melen Sistemi
II. Merhale Projesi Büyük Melen Havzası Entegre
Koruma ve Su Yönetimi Master Planı, Çevre ve Orman
Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü.
• UN (1997) Guidelines and Manual Land-Use Planning
and Practices in Watershed Management and Disaster
Reduction, Economic and Social Commission for Asia
and the Pacific, United Nations.
• UN (2009) World Water Development Report3, United
Nations, UNESCO ISBN: 978923104095-5.
• www.cevreorman.gov.tr/co_04.htm
• www.styd-cevreorman.gov.tr
• www.cevreorman.gov.tr
• www.styd-cevreorman.gov.tr/.../havza_koruma_eylem_
plani_teknik_sartnamesi.doc
• www.wwf.org.tr
Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik
Kamu-Özel Sektör Ortaklıkları: Su
Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik Arayışı
Dr. İpek ERZİ, M. Özgür BOZÇAĞA
Prof. Dr. Ahmet M. SAATÇİ
5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği
[email protected]
[email protected]
[email protected]
Suya erişim ve sanitasyon, kamu sektörü tarafından
sağlanan, düzenlenen ve denetlenen bir hizmet alanı
olarak addedilmektedir ve yapısı gereği doğal tekel olarak
kabul edilmektedir. Ancak özellikle gelişmekte olan
ülkelerin kentsel alanlarında, su hizmetlerinin vakitlice ve
ihtiyaca karşılık verecek şekilde sağlanabilmesi
hususunda kamu sektörü yetersiz kalabilmektedir. Kamu
sektörünün yetersiz kaldığı durumlarda özel sektör
sermayesi ve verimlilik anlayışından yararlanılması
amacıyla, kamu-özel sektör ortaklıkları kurulması bir
çözüm olarak önerilmektedir. Dünya Bankası da, kredi
vermek için kamu-özel sektör ortaklıklarının kurulmasına
büyük önem vermiştir. Su ile ilgili konuların tartışıldığı,
dünyanın en büyük ve en kapsamlı organizasyonu olan 5.
Dünya Su Forumu'nda işlenen konular arasında, kamuözel sektör ortaklıkları önemli bir yer tutmuştur.
5. Dünya Su Forumu, hazırlık aşamasının iki seneden
fazla sürdüğü bir organizasyondur. İşlenecek konuların ve
programın çok önceden belli olduğu Forum’un hazırlık
döneminde, Tematik ve Siyasi Süreçler paralel olarak
sürdürülmüştür. Tematik program, altı Tematik Alan ve bu
alanların altında 23 başlıktan oluşmuştur. “Kentsel Su
Hizmetlerinin Temininde Kamu-Özel Sektör
Ortaklıklarının Optimizasyonu” başlığı, “Yönetişim ve
İdare” Tematik Alanının altında incelenmiş ve bu konuya
özel dört oturum gerçekleştirilmiştir.
Kamu-özel sektör ortaklıklarını doğrudan ilgilendiren
diğer Tematik Alan “Finans” olmuştur. 5. Dünya Su
Forumu'nun, küresel finansal krizin başlamasından
hemen sonra gerçekleştirilmiş olması, ister istemez
dikkatlerin krize çekilmesine sebep olmuştur. Önceden
hazırlanmış programa dahil olmamakla birlikte kriz
süresince su temini ve sanitasyon alanlarında altyapı
yatırımlarının aksamaması için ne gibi önlemler
alınabileceği de oturumlarda tartışılmıştır. Devlet Bakanı
Sayın Mehmet Şimşek tarafından yönetilen Finans Üst
Düzey Panelinde1, eğer altyapı yatırımlarına devam
edilmez, sadece bakım ve onarım ile yetinilir ise su
hizmetleri konusunda geri kalmış ülkelerde su krizinin
başa çıkılamaz hale geleceği özellikle vurgulanmıştır.
Kamu-özel sektör ortaklıkları, sınıraşan sular ile birlikte
forumun en çok ilgi gören ve en hararetli tartışmaların
yaşandığı konusu olmuştur.
Hazırlıkları paralel sürdürülen Siyasi ve Tematik
Süreçlerin hazırlık döneminde de birbirlerini beslemesi
hedeflenmiştir. Tematik Süreç hazırlıkları için
gerçekleştirilen toplantıların sonuçları Siyasi Süreç
hazırlığında kullanılmış, Siyasi Süreç hazırlık
toplantılarına Tematik Süreç koordinatörleri de davet
edilmiştir. Siyasi Süreç dahilinde hazırlanan İstanbul Su
Rehberi, Tematik Alanlar üzerine inşa edilmiştir. Hazırlık
süreçleri eşzamanlı gerçekleştirilmiş olmasına rağmen
Forum sonuçları incelendiğinde, her iki süreçte de su
hizmetlerinde sürdürülebilirliğin sağlanması
hedeflenmekle birlikte, çıkan sonuçlar arasında bazı
farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu makalede öncelikle
tematik oturumlarda işlenen konular ve yapılan
tartışmalar özetlenecek, daha sonra Siyasi Süreç
sonuçları, İstanbul Su Rehberi özelinde açıklanacaktır.
Ardından, Türkiye su sektöründeki iki büyük kamu-özel
sektör ortaklığına değinilecek ve bu bağlamda konunun
Türkiye'deki geleceği değerlendirilecektir.
1990'ların başından beri suyun bir ekonomik mal
olarak görülmesi sözkonusu olmuştur ancak su daha
piyasalaşmamıştır ve ne şekilde piyasalaşacağı bu yazının
kapsamı dışındadır.
Kamu- Özel Sektör Ortaklıklarının Optimizasyonu ve
Maliyet Hesabı
“Kentsel Su Hizmetlerinin Temininde Kamu-Özel
Sektör Ortaklıklarının Optimizasyonu” başlığı altında
düzenlenen dört oturum, kamu-özel sektör ortaklıklarının
optimizasyonu, tedarik seçenekleri (küçük ölçekli
tedarikçiler), tedarik zincirleri ve politika seçeneklerinin
tartışıldığı sentez oturumu olmuştur. Tematik Süreç
kapsamında gerçekleştirilen tartışmalar hakkında geniş
bilgi, forum sonrasında hazırlanan Final Raporu'nda (5th
World Water Forum Secretariat, 2009) verilmektedir.
Bu başlığın düzenleyicileri OECD, Dünya Bankası,
International Water Association (IWA) ve UN HABITAT
olmuştur. “Optimizasyon” konulu birinci oturumda,
“Kamu sektörü mü, özel sektör mü?” tartışmasının geride
kaldığı, bundan sonra kamu-özel sektör ortaklıklarının ne
şekilde optimize edileceğinin tartışılmasının gerektiği,
oturumun başlangıç noktası olmuş ve kamu-özel sektör
1
Üst Düzey Paneller, “Su ve Afetler”, “Finans”, “Su, Gıda ve Enerji”,
“Sanitasyon” ve “İklim Değişikliğine Uyum” başlıkları altında
düzenlenmiştir. Panel katılımcıları, ulusal ve uluslararası kuruluşlarda karar
verici pozisyonlara sahip kişilerdir. Finans paneli Devlet Bakanı Mehmet
Şimşek tarafından yönetilmiştir. Katılımcılar, UNSGAB Başkanı Prens
Willem-Alexander, BM Genel Sekreter Yardımcısı Sha Zukang, OECD
Genel Sekreteri Angel Gurria, Avrupa Yatırım Bankası Başkan Yardımcısı
Simon Brooks, Asya Kalkınma Bankası Güney Doğu Asya Bölümü Genel
Müdürü Arjun Thapan, Dünya Bankası Sürdürülebilir Kalkınmadan Sorumlu
Başkan Yardımcısı Katherine Sierra, FAO Genel Müdür Yardımcısı
Alexander Müller, JICA Kıdemli Özel Danışmanı Kazushi Hashimoto ve
Suez Environment Strateji ve Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı
Patrick Cairo olmuştur.
Sayfa
23
Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik
oturum serisinin de tonunu belirlemiştir. Oturum, Dünya
Bankası tarafından gerçekleştirilmiş olan, kamu-özel
sektör ortaklıklarının (PPP) performansını ölçen ve bazı
dersler çıkaran, Forum’un düzenlendiği tarihte halen
yayınlanmamış olan bir çalışmanın sonuçlarının
sunulması ile başlamıştır. Bu çalışmadan sonucu PPP
deneyiminden alınacak dersler şu şekilde özetlenmiştir2:
1. Gelişmekte olan ülkelerde su idarelerinin reformu için
PPP, sonuç getiren bir uygulamadır.
2. Gelişmekte olan ülkelerde PPP'lerin oluşma şekli ve
profilleri değişmektedir. PPP'ler artık sadece
çokuluslu şirketler tarafından yönetilmemektedir.
3. Birikmiş yatırımları gerçekleştirmek için özel sektör
sermayesinin peşine düşmek hata olmuştur.
4. Özel sektör işletmecilerinin en önemli katkıları
hizmet kalitesini ve verimliliği arttırmaları olmuştur.
5. P P P u y g u l a m a l a r ı i ç i n g e r e k l i r e f o r m l a r
tasarlanırken sosyal ihtiyaçlar göz önüne
alınmalıdır.
“Seçenekler” konulu ikinci oturumda, su hizmetlerinin
temininde özel sektör katılımının sağladığı yararlar,
Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika'dan verilen
kapsamlı örnekler ile sunulmuştur. Oturumda özellikle
küçük ölçekli tedarikçiler üzerinde durulmuştur. Bu
oturumda iki husus öne çıkmıştır. Birincisi dünyanın
değişik bölgelerinde aynı sorunlar yaşansa da, bölgeye
özel çözümler geliştirilmesinin gerekliliğidir.
Deneyimlerin paylaşılması bilgi zenginliği sağlamaktadır.
Ancak sorunlar aynı olsa da çözümler muhakkak yerel
şartlar göz önüne alınarak geliştirilmelidir. Oturumda öne
çıkan ikinci husus ise paydaşlar arasında iletişimin önemi
olmuştur.
Forum haftasında ilk tanıtımı yapılan “Managing
Water for All: An OECD Perspective on Pricing and
Financing”-“Herkes İçin Su Yönetimi: OECD'nin
Fiyatlandırma ve Finansman Konularındaki
Yaklaşımları” başlıklı raporun, 5. Dünya Su Forumu için
hazırlanmış olan özetinin (OECD, 2009a) sunumu da bu
oturum dahilinde yapılmıştır. OECD tarafından özel
sektör katılımına geçilmeden önce göz önüne alınması
gereken hususları ve yapılması gereken hazırlıkları içeren
“Private Sector Participation in Water Infrastructure:
Checklist for Public Action” - “Su Altyapısında Özel
Sektör Katılımı” (OECD, 2009b) da özet raporun
arkasından tanıtılmıştır.
“Herkes İçin Su Yönetimi: OECD'nin Fiyatlandırma ve
Finansman Konularındaki Yaklaşımları” başlıklı yayında
anahtar mesajlar yedi başlık altında özetlenmiştir. Bu
mesajlarda hem OECD, hem de gelişmekte olan ülkelerde
su ve sanitasyon altyapısı için yatırıma ihtiyaç duyulduğu
2
Sözkonusu çalışmaya Yap-İşlet-Devret (YİD) modeliyle gerçekleştirilen
projeler dahil edilmemiştir.
Sayfa
24
belirtilmekte, yatırım ortamının sağlanması için gerekli
mevzuat çalışmasının yapılması gerekliliğinin altı
çizilmektedir. Gerekli kanuni çerçeveye yol göstermek
üzere OECD tarafından “Su Altyapısında Özel Sektör
Katılımı” başlıklı, kamu sektörü tarafından göz önüne
alınması gereken hususları içeren bir liste hazırlanmıştır.
Liste 24 adet prensipten oluşmaktadır. Raporda ayrıca
OECD'nin ve Dünya Bankası'nın sürekli olarak
tekrarladığı 3 T (taxes, tariffs, transfers - vergiler, tarifeler
ve transferler) sisteminin önemi üzerinde durulmaktadır.
Bu üçlünün arasında özellikle tarifelerin hesaplanması
(fiyatlandırma) sırasında kullanılacak yöntemler ve tarife
yapısı raporda öne çıkmaktadır. Su hizmetlerinde
sürdürülebilirliğin ancak maliyet karşılanması (cost
recovery) ile mümkün olacağının altı çizilmiştir.
Hem Tematik Süreç dahilinde yapılan oturumlarda,
hem de Finans konulu Üst Düzey Paneli'nde finansal
krizin hem risk hem de fırsat kaynağı olduğu
vurgulanmıştır. Aynı yaklaşım OECD raporunda da
tekrarlanmaktadır. Aynı zamanda finansal kriz sebebiyle
hazırlanmakta olan teşvik paketlerinde su altyapısına
yapılacak yatırımlara muhakkak yer verilmesi gerektiği
belirtilmiştir. Forumun farklı oturumlarında, su sektörüne
yatırım yapmanın mali kazanç sağlayacağı
tekrarlanmıştır.
“Tedarik zinciri” konulu üçüncü oturumda altyapı
yatırımlarının tek başına yeterli olmadığı, sağlam bir
tedarik zinciri oluşturulmadığı sürece su temininin
sürdürülebilir bir şekilde sağlanamayacağı tartışmaların
başlangıcını oluşturmuştur. Bu oturumda özellikle verilen
mesajlar:
1. Esas olan insani ihtiyaçlardır.
2. Parasal kaynaktan ziyade merkeziyetçi olmayan bir
sistem kurulması önemlidir.
3. Yerel destek sistemi (örneğin, hukuk danışmanlarının
yerel olması) kullanılmalıdır.
4. İşbirliği rekabetten daha önemlidir.
5. Sivil Toplum Kuruluşları (STK'lar) ile iletişim
kurulmalıdır.
6. Standartlar olmalıdır ve bunlara göre hareket
edilmelidir.
7. Yatırım yerel kur üzerinden yapılmalıdır.
8. Kuvvetli bir yerel yönetim, güçlü bir müşteri
demektir.
9. Su fiyatı yerel halk tarafından karşılanabilir olmalıdır.
10. Sözleşmelerin içinde bilgi transferi olmalıdır, yerel
teknoloji kullanılmalıdır, fiyat ayrıca önemlidir.
Yukarıda verilen özet bilgiler, oturumlara davetli
olarak katılan konu uzmanı panelistlerin sunumlarından
derlenmiştir. Ancak forum, izleyicilerin de tartışmaya
katıldığı bir toplantı şeklidir. Kamu-özel sektör oturum
serisinde izleyiciler tarafından uzmanlara sorular
Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik
yöneltilmiş, tartışmalara sınırlı da olsa katılım
sağlanmıştır. Sonuç olarak üç oturumun ardından
gerçekleştirilen dördüncü özet oturumunun sonuna
gelindiğinde “Kamu mu, özel sektör mü?” tartışmasının
hâlâ yapılabileceği, oturumları düzenleyenler tarafından
da dile getirilmiştir.
“Sürdürülebilir Su Sektörü Aracı Olarak Fiyatlandırma
Stratejileri” başlığı ise “Finans” Tematik Alanı altında ele
alınmıştır. Bu başlığa özel gerçekleştirilen üç oturumda,
3T prensibinin üzerinde durulmuş, dünyanın değişik
bölgelerinden fiyatlandırma konusunda örnekler
verilmiştir. Su hizmetlerinde sürdürülebilirliğin
sağlanabilmesi için maliyetin karşılanması gerektiği
vurgulanmıştır. Verilen örneklerde, maliyetin
karşılanması, vergiler, transferler, tarifeler üçlüsünün
bölgeye göre bir araya gelmesiyle sağlanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde maliyet büyük oranda tarifelerin tahsil
edilmesi ile karşılanmakta, az gelişmiş ülkelerde ise
ağırlık, transferlerde (çoğunlukla yurtdışı yardımlar)
bulunmaktadır (OECD, 2009a).
İstanbul Su Rehberi
5. Dünya Su Forumu Siyasi Süreci dahilinde, Devlet
Başkanları Zirvesi sonucunda “Devlet Başkanları
İstanbul Su Bildirisi” (Istanbul Declaration of Heads of
States on Water), Bakanlar Süreci sonucunda “İstanbul
Bakanlar Bildirisi” (Istanbul Ministerial Statement) ve
“İstanbul Su Rehberi” (Istanbul Water Guide),
Parlamenterler Süreci sonucunda “Su İçin Parlamentolar
Bildirisi” (Parliaments for Water Statement), Yerel
İdareciler Süreci sonucunda ise “İstanbul Su Mutabakatı”
(İstanbul Water Concensus) açıklanmıştır. Siyasi Süreç,
Türkiye tarafında T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından
yönetilmiştir ve sözü geçen dokümanlar forum öncesi
bakanların, siyasetçilerin, konu uzmanlarının, ulusal ve
uluslararası kurum temsilcileri ile davetli diğer
paydaşların da katılımıyla gerçekleştirilen toplantılarda
yapılan müzakereler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu
dokümanlar forum sonrasında “Global Water
Framework” başlığı ile Dünya Su Konseyi, 5. Dünya Su
Forumu Genel Sekreterliği ve T.C. Dışişleri Bakanlığı
tarafından yayınlanmıştır (World Water Council; 5th
World Water Forum Secretariat; Turkish Ministry of
Foreign Affairs, 2009). Forumun Siyasi Sürecinin
çıktılarından biri olan İstanbul Su Rehberi'nde (ISR) su
hizmetlerinin sağlanması için “Kamu-Özel Sektör
Ortaklıklarının Optimizasyonu” başlığı altında yer alan
maddeler aşağıda verilmiştir3.
101. Kamu kurumlarının iyileştirilmesi: Kamu
sektörünün kırsal ve kentsel yörelere verdiği hizmette
verimliliğin ve erişimin arttırılması amacıyla kapasite
3
Resmi tercüme değildir.
geliştirilmesi, su hizmeti veren kurumlar arasında
işbirliğinin desteklenmesi ile finansal ve teknik
kaynakların arttırılması. Akılcı yatırımlar ile su hizmeti
veren kamu sektörünün desteklenmesi ve gelişmesinin
sağlanması. Su hizmetleri için kaynak sağlanması
hususunda merkeziyetçi yaklaşımdan uzaklaşılması,
mümkün olduğu kadar yerel kaynak yaratılması ve sadece
devlet kaynaklarına güvenilmemesi.
102. Sektöre bağlı kalmaksızın, hizmeti en iyi
şekilde sağlayabilecek tedarikçilerin seçilmesinin
sağlanması: Kamu su idarelerinin ya da devletin
sorumluluğu altında bulunan herkesi kapsayacak şekilde
bütün tedarikçilerin kullanılması. Sürece tüm paydaşların
dahil edilmesi, hem kamu hem özel sektör tedarikçilerini
kamuoyuna karşı hesap verir durumda tutacaktır.
103. Görevlerin net bir şekilde tanımlanması ve
şekillendirilmesi: Herkes açısından, su, sanitasyon ve
tarım sektörü hizmetlerinin tanımlanması ve daha sonra
bu görevlerin sözleşmeler ile şekillendirilmesi.
Sözleşmeye dayalı çalışılması, net hedeflerin
belirlenmesini, karşılıklı taahhütlerin neler olduğunu ve
erk ile hizmeti veren kurum arasında görevlerin ve
sorumlulukların açık bir şekilde ortaya konmasını
sağlayacaktır.
104. Farkındalık yaratmak amacı ile kamu-özel
sektör ve kamu-kamu ortaklıklarının kamuoyuna
tanıtılması: Kamu ve özel sektör tarafından su
hizmetlerinin ne şekilde sağlanacağının anlaşılamamış
olması ile bilgi ve farkındalık eksikliği, bu hizmetlerin
sağlanmasının önünde engel oluşturmuştur. Su ve
sanitasyon hizmetlerinin sağlanması konusunda kamu ve
özel sektörün ne gibi sorumluluklar üstlenebileceğinin ve
kamu-özel sektör ortaklıklarının nasıl işleyeceğinin
anlatılması ve farkındalık yaratılması.
105. Kamu idarelerinde kapasite ve verimlilik
artırımı: Kamu idareleri tarafından projelerin ihaleleri
şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmeli, idareler, tedarikçiler
arasındaki geçişleri kademeli olarak değerlendirmeli,
standartlara ve regülasyona uyumluluğu takip etmelidir.
Tedarikçiler arasında kıyaslama yapabilmek için kriterler
belirlenmelidir. Su hizmetlerinin sağlanmasında özel
sektör katılımı söz konusu olduğunda, sosyo-politik
değerlendirmeler yapılmalı, tedarikçide böyle bir
değişikliğe gidilmesinin fizibilitesine bakılmalı ve
rüşvetin ortadan kaldırılması için gerekli önlemler
alınmalıdır.
Forumun Siyasi Sürecinin hazırlığı Tematik Süreç ile
koordineli olarak sürdürülmüştür. Ancak yine de OECD,
Dünya Bankası ve IWA gibi kuruluşların liderliğinde
şekillenen kamu-özel sektör tematik oturumlarının
aksine, hükümet temsilcileri, bürokratlar ve uluslararası
kurum görevlilerinin katılımıyla şekillendirilen Siyasi
Süreç belgelerinde, su ve sanitasyon altyapıları için kamu
Sayfa
25
Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik
kaynakları esas kabul edilmiştir. Öncelik, kamu
kurumlarının iyileştirilmesindedir. Ancak tedarikçi
seçiminde özel sektör ile kıyas yapılmaksızın kamu
sektöründen yana tercih kullanılması yerine, kamuoyunun
tamamına hizmet verebilecek ve hizmeti en iyi sağlayacak
tedarikçinin seçilmesi salık verilmektedir. Her halükarda,
görevler net bir şekilde tanımlanmalı ve sözleşmeler ile
kayıt altına alınmalıdır. Suya erişim ve sanitasyon
hizmetlerinin sağlanmasında şeffaflık prensibine
uyulması ile hizmetlerin sağlanmasında standartlara ve
mevzuata uyumluluğun denetlenmesi, kamu idarelerinin
sorumluluğudur. Forum sürecinde gerçekleştirilen
tartışmalarda, doğal bir tekel kabul edilen su
hizmetlerinin, yapısı gereği kâr amaçlı çalışmakta olan
özel sektör tarafından sağlanması konusuna kamuoyu
tarafından şüphe ile yaklaşıldığı açıkça ifade edilmiştir.
ISR'nde kamu-özel sektör ortaklıkları hakkında bilgi
eksikliğinin giderilmesi ve farkındalık yaratılması çözüm
olarak önerilmektedir.
Hem Tematik Süreç oturumlarında gerçekleştirilen
tartışmalar, hem de Siyasi Süreç sonucu ortaya çıkan ISR
göstermektedir ki, su hizmetlerinin özel sektör tarafından
ya da özel sektör ortaklığı ile sağlanması hususunun
başarıya ulaşabilmesi için kamuoyu desteği şarttır. Su
hizmetleri dünya genelinde kamu sektörünün görev alanı
kabul edilmektedir. Dolayısıyla özel sektörün su
hizmetlerine katılımının olumlu sonuç verebilmesi için,
öncelikle kamu tarafından kabul görmesi ve
desteklenmesi gerekmektedir. Ancak Tematik Süreç
oturumlarının ana temasını oluşturan “Kamu mu, özel
sektör mü?” tartışması, Siyasi Süreç içinde konu
olmamıştır. Siyasi Süreç sadece kamu sektörünün
iyileştirilmesine öncelik vermiştir.
Türkiye'den Örnekler
ANTALYA SU VE ATIKSU PROJESİ
Dünya Bankası kredisi ile gerçekleştirilen Antalya Su
ve Atıksu Projesi'nde şehrin su temini ve atıksu
uzaklaştırma ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra bu
hizmetlerin verilmesinde özel sektör katılımının
sağlanması hedeflenmiştir. Proje ihalesini kazanan
konsorsiyum, ANTSU ismiyle bir özel şirket kurmuştur.
ANTSU ile Antalya Belediyesi arasındaki işlemler ise
ALDAŞ adıyla kurulan ve %95'i Antalya Su ve Atıksu
İdaresi'ne (ASAT) ait olan şirket tarafından
yürütülmüştür. Kasım 1996 tarihinde imzalanan
sözleşmenin süresi 10 sene olarak belirlenmiştir.
Sözleşmenin ilk beş senesinde proje gereklilikleri yerine
getirilmiştir. Bunun yanında suyun birim fiyatı 1995-2003
tarihleri arasında $0.5/m3'ten $1.0/m3'e yükselmiştir. Beş
senenin sonunda ANTSU, Antalya Belediyesi'nden birim
su fiyatının hesaplanması konusunun tekrar
görüşülmesini talep etmiş, ancak belediye buna gerek
Sayfa
26
görmemiştir. Bunun üzerine ANTSU, Şubat 2002'de
tahkim davası ikame etmiştir. ASAT, ANTSU'nun işlerini
yüklenmiş ve hiçbir aksama yaşanmadan yürütmüştür
(World Bank, 2004).
Antalya Su ve Atıksu Projesi bir imtiyaz anlaşmasıdır.
İmtiyaz anlaşmalarında, kamu, özel sektör ile uzun süreli
bir sözleşme yapar, özel sektör tüm yatırımdan,
işletmeden ve bakımdan sorumludur, varlıklar ise kamu
sektörünün malı olarak kalır (Rees, 2008). Antalya
örneğinde, imtiyaz anlaşmasının, özel sektör
sermayesinin su hizmetlerinde kullanılabilmesi için bir
araç olarak görüldüğü Dünya Bankası tarafından
belirtilmiştir. Dünya Bankası, Mayıs 2004 tarihli
raporunda Antalya Belediyesi'nin özel sektör katılımına,
sadece banka kredisinin önşartı olduğu için onay verdiği
bunun dışında siyasi bir desteğin hiçbir zaman olmadığı
yorumunu getirmekte ve irade eksikliğinin proje
başlangıcında doğru değerlendirilmediğini belirtmektedir
(World Bank, 2004). Ayrıca Antalya Belediyesi, proje
başladıktan sonra atıksu arıtma tesisinin kapsamını
genişletme ihtiyacı hissetmiştir ve yatırımı kendi
kaynaklarından gerçekleştirmiştir. Borç servisi
ödemelerinin zamanında gerçekleştirilememesi
sonucunda, Hazine garantör olarak devreye girmiş ve
borçları ödemiştir. Antalya Belediyesi daha sonra
Hazine'ye borcunu taksitler halinde geri ödemiştir.
5. Dünya Su Forumu'nun kamu-özel sektör ortaklığı ile
ilgili tematik oturumlarında, özel sektör katılımının
sağlanması için öncelikle siyasi iradenin destek vermesi
gerekliliği dile getirilmiştir. Siyasi iradenin olması - su
hizmetleri konusuna özgü olmak kaydıyla - bir bakıma
kamuoyu desteği olarak da düşünülebilir. Özel sektör,
piyasaya girmeden önce ortamın, “kamu tarafından
yatırıma uygun hale getirilmesini” istemektedir. Dünya
Bankası raporunda Antalya'da bu iradenin oluşmamış
olması, yani ortamın özel sektör katılımına uygun hale
getirilmemiş olması, sözleşmenin beşinci senesinde
tarafların karşılıklı dava açmalarına ve tahkim yoluna
gidilmesine yol açan temel bir eksiklik olarak
gösterilmektedir. Ancak raporda, siyasi irade eksikliğinin
ne şekilde kendini göstermiş olduğu açıklanmamaktadır.
Tam tersine beş sene boyunca karşılıklı gerekliliklerin
yerine getirilmiş olduğu belirtilmektedir. Özel sektör
ortaklığına girmek, kamu sektörü açısından birçok
faktörün göz önüne alınması gereken bir karar sürecidir.
Oysa kamu-özel sektör ortaklıkları yeni yatırım kaynağı
bulma ya da sadece özel sektör yaklaşımıyla mümkün
olabilecek verimliliğe ulaşım yolu olarak görülmüştür.
Kamu-özel sektör ortalıklarının uygulanabilmesi, farklı
bir bakış açısı, diğer bir deyişle vizyon değişikliği
gerektirmektedir. İstanbul Su Rehberi'nin yukarıda
açıklanan 101. ve 104. maddeleri doğrudan bu konu ile
ilgilidir.
Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik
Dünya Bankası, Antalya'yı zorluk yaşanan projeler
arasında saymakta ve bir sözleşme hatası olarak
tanımlamaktadır. Antalya örneği üzerinden ISR'nin PPP
ile ilgili maddelerine bakıldığında ISR'de belirtilen
hususların Antalya örneği ile örtüşen yönleri olduğu
görülmektedir:
1. Proje öncesinde 104. maddede belirtildiği şekilde bir
farkındalık yaratılması yoluna gidilmemiştir. Burada
özel sektör katılımının sadece Dünya Bankası kredisi
alınabilmesi için bir önşart olarak görülmesi ve özel
sektör katılımının sonuçlarının tam olarak
irdelenmemiş olduğu açıktır.
2. İhaleye giren tedarikçiler arasında kıyaslama
yapabilecek kriterler belirlenmemiştir. Bunun
temelinde tecrübe eksikliği yattığı söylenebilir.
3. Kamu idaresinde kapasite ve verimlilik artırımına
öncelik verilmemiştir. Yine de ANTSU'nun hizmetten
çekilmesinin hemen ardından ASAT'ın, su
hizmetlerini, aksamaya meyal vermeden üstlenebilmiş
olması ayrıca dikkate değer bir husustur.
4. Özel sektör katılımı kararında tüm paydaşların katkısı
yoktur. Bu yaklaşım kamuoyunda işlerin gizli saklı
yürütülmüş olduğu intibaını doğurabilmektedir. 105.
maddede belirtildiği gibi sosyo-politik değerlendirme
yapılmadığı da ortadadır.
İZMİT ŞEHRİ KENTSEL VE ENDÜSTRİYEL SU
TEMİNİ PROJESİ (YUVACIK BARAJI)
DSİ Genel Müdürlüğü ile İzmit Belediyesi arasında
01.09.1986 tarihinde imzalanan bir protokolün ardından
09.02.1987 tarihinde GAMA Endüstri Tesisleri İmalat ve
Montaj AŞ'ye ihale edilen Yuvacık Barajı'nın yapılma
aşamasında Yap-İşlet-Devret (YİD) modeline geçilmiş,
tesisler 18.01.1999 tarihinde ticari işletmeye alınmıştır.
3996 sayılı “Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşletDevret Modeli Kapsamında Yaptırılması Hakkında
Kanun”a göre YİD modeli kapsamına alınmış ilk iş olma
özelliği taşıyan proje, kamu hafızasında 1999-2000
seneleri içerisinde kullanılmayan suya ödenen 387 milyon
ABD doları ile yer bulmuştur (TC Sayıştay Başkanlığı,
2002). Bu para, sözleşmeye taraf olan belediye tarafından
değil, garantör durumundaki Hazine tarafından
ödenmiştir. Hazine tarafından kullanılmayan su için özel
sektöre para ödenme noktasına kadar gelinen durum
değerlendirilirken, hangi şartlar altında YİD modeline
geçilmiş olduğu göz önüne alınmalıdır. Klasik yaklaşımla
DSİ tarafından ihale yoluyla yaptırılması şeklinde
başlayıp, ihtiyaca zamanında cevap verebilecek şekilde
tamamlanamayacağının düşünülmesi ile ortaya çıkan
proje için, YİD yoluyla özel sektör yatırımı sağlanması
çözüm olarak görülmüştür. Özel sektör ise yatırım
yapmak için doğası gereği siyasi ve ekonomik istikrar
arar. Söz konusu proje için YİD modeline geçilip özel
sektör ortaklığı arandığı dönem, Türkiye'de kısa ömürlü
koalisyonların yaşandığı dönemdir.
Yap-İşlet-Devret sözleşmeleri, belirli altyapıların
gerçekleştirilmesi için yapılır. Genelde özel sektör bütün
yatırımdan sorumludur ve kamu sektörüne transfer
yapılana kadar varlıkların sahibidir (Rees, 2008).
Halen yargıya konu olan İzmit Su Temini Projesi
hakkında bu makale dahilinde tartışmak mümkün
değildir. Ancak kamuoyu desteği açısından bakıldığında,
su hizmetleri konusunda kamu-özel sektör ortaklıklarında
YİD modeli uygulamalarına, yakın vadede güven
duyulabilmesi zor görünmektedir.
Sonuç
İstanbul'da gerçekleştirilen 5. Dünya Su Forumu,
Türkiye'de bugüne kadar planlı bir yapı içinde ve
aralarında bağlantı kurulmasına imkân verilecek şekilde
ele alınmamış konuların tartışılabilmesi için katılımcı bir
platform sağlamıştır. Forumun ardından Sekreterya
tarafından forum raporlarının4 hazırlanması sürecine
geçilmiş, bütün forum kayıtları sekretarya personeli
tarafından izlenmiş ve raporlanmıştır.
Su sektöründe hem altyapı yatırımlarının hem de suya
erişim ve sanitasyon hizmetlerinin ihtiyaca cevap verecek
şekilde süratle ve verimli bir şekilde karşılanabilmesi için,
özel sektör katılımından yararlanılması gerektiği forum
süresince dile getirilmiştir. İçinde bulunduğumuz finansal
kriz dönemi, özel sektör ve kamu sektörü arasında
karşılıklı yarar esasına dayanan bir sinerji oluşması için
uygun bir dönem olarak sunulmuştur. Bu yaklaşıma göre
özel sektör, kârı sınırlı ama istikrarlı bir yatırım alanından
yararlanabilecek, kamu sektörü de sadece devlet
kaynaklarına dayanmadan üzerine düşen görevi yerine
getirebilecektir. Ancak öncelikle kamu yararını koruyacak
şekilde gerekli mevzuatın hazırlanması, yürürlüğe
girmesi ve etkin şekilde kamu erki tarafından
uygulanması gerekmektedir. Forum süresince verilen
örnekler göstermiştir ki, özel sektör katılımına
geçilmeden önce regülasyonu sağlayacak bir yapı
oluşturulması şarttır. OECD tarafından sunulan “Herkes
İçin Su Yönetimi” ve “Su Altyapısında Özel Sektör
Katılımı” yayınlarında da bu yönde önerilerde
bulunulmaktadır. Özellikle OECD tarafından hazırlanan
24 prensip, bilinçli hareket edilmediği takdirde
yapılabilecek hataları ardı ardına gözler önüne
sermektedir. Bunların içinde mali disiplin, şeffaflık,
rüşvetle savaş, tüm paydaşların karar mekanizmasına
katılımı prensiplerine temel oluşturan kavramlar, forum
süresince farklı oturumlarda da önemli görülüp ayrıca
tartışılmıştır.
4
Final Raporu, Değerlendirme Raporu, Sentez Raporu, Analiz Raporu.
Sayfa
27
Su Hizmetlerinde Sürdürülebilirlik
Bunun yanı sıra proje belirlendikten sonra projenin
uygulanacağı bölgeye uygun yatırım modeli
belirlenmelidir. Yatırım seçenekleri, hem yerel yönetimler
hem de merkezi yönetim tarafından değerlendirilirken
disiplinlerarası bir ekip oluşturulmalıdır. Finansal açıdan
bakıldığında kamu-özel sektör ortaklıkları risk transferini
de içermektedir (OECD, 2009b). Seçilen yatırım aracı
aynı zamanda risk dağılımının ne şekilde olacağını da
belirlemektedir.
Unutulmamalıdır ki özel sektör riskten kaçınan (risk
averse) bir yapıya sahiptir ya da üstlendiği risk oranında
kâr marjının da artmasını beklemektedir (Rees, 2008). Kâr
marjının artması, suyun birim fiyatının artması, diğer bir
deyişle kamunun alım gücünün üzerinde çıkması
anlamına geleceği için su sektöründe risk artışının
fiyatlandırma ile karşılanması mümkün değildir. Özel
sektörün yüklenmekten imtina edeceği risk seviyesine
erişildiğinde, özel sektör katılımının sağlanması ancak
kapsamlı garanti verilmesiyle mümkün olacaktır. Bu
kapsamlı garanti, doğrudan devlet tarafından
sağlanmaktadır. Bu durum forum oturumları sırasında
verilen örneklerde açıkça görülmektedir.
5. Dünya Su Forumu'nun iki sürecinde de tartışılan
husus, su hizmetlerinin sürdürülebilir bir şekilde
sağlanabilmesi için kamu-özel sektör ortaklıklarının
optimizasyonu olmuştur. Tematik Süreç oturumlarını
düzenleyen IWA ve Dünya Bankası gibi kurumlara göre
“Kamu mu, özel sektör mü?” tartışması geride kalmış
iken, forum göstermiştir ki, tartışma devam etmektedir ve
kamuoyu özel sektör katılımına ve özel sektör katılımını
destekleyen finans kurumlarına şüphe ile yaklaşmaktadır.
Siyasi Süreç ise önceliği kamu sektörünün iyileştirilmesi
ve kapasite artırımına vermiştir. Her ne kadar özel sektör
katılımının getirebileceği faydalar gözardı edilmemiş ve
özel sektör katılımının sağlıklı bir şekilde işlemesi için
gerekli ortamın hazırlanması gibi hususlar İstanbul Su
Rehberi'nde yer bulmuş ise de, Siyasi Süreç paydaşları bir
kamu hizmeti olan suya erişim ve sanitasyon hizmetinin
kamu sektörü tarafından sağlanması ve/veya kamu
sektörü tarafından sıkı bir şekilde denetim altına
alınmasını ön plana çıkarmıştır.
Ancak su hizmetlerinin özel şirketler tarafından
sağlanması konusunda Türkiye'nin yaşamış olduğu İzmit
ve Antalya örnekleri kamuoyunda olumsuz bir intiba
bırakmıştır. Özellikle İzmit örneği, YİD modelinin
uygulanması konusunda ciddi çekincelerin oluşmasına
yol açmıştır. Türkiye'de su hizmetlerinin özel sektör
katılımıyla sağlanması için yapılacak çalışmaların ve
uygulamaların bu tecrübenin ardından nasıl bir etki
yaratacağı ileriki dönemde yapılacak araştırmalar ile
izlenmelidir.
Türkiye'de kamu-özel sektör ortaklıklarının başarıyla
uygulanabilmesi için İstanbul Su Rehberi, açık bir yol
Sayfa
28
haritası sunmaktadır. Buna göre 101. ve 105. maddelerde
değinildiği şekilde kamu kurumlarının iyileştirilmesi ve
kapasite artırımına gidilmesi, 103. maddede belirtildiği
şekilde su hizmetlerinde kamu kurumlarının görevlerinin
net şekilde belirlenmesi, su hizmetlerine özel sektör
katılımının bütün paydaşlara anlatılması gerekmektedir. Su
hizmetlerine özel sektör katılımını düzenleyen kapsamlı
mevzuat yürürlüğe girmelidir.
Türkiye için kamu-özel sektör ortaklıkları, gerekli
mekanizmaların işlerlik kazanması ile suya erişim ve
sanitasyon hizmetlerinde sürdürülebilirliğin sağlanmasına
imkân verecek, sektörlere karşılıklı fayda sağlayabilecek
bir işbirliği alanı olabilecektir.
Açıklama Notu:
16- 22 Mart 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş
olan 5. Dünya Su Forumu'nun organizasyonu, Dünya Su
Konseyi ile birlikte İstanbul'da kurulan 5. Dünya Su
Forumu Genel Sekreterliği tarafından üstlenilmiştir.
Forum Tematik Süreci konuyla ilgili tüm paydaşlara açık
olmuş, Siyasi Süreç ise uluslararası hükümetleri ve
uluslararası kuruluşları kapsayacak şekilde
düzenlenmiştir.
Bu makale, Forum kayıtları izlenerek Sekretarya
tarafından hazırlanan raporlar ve Forum sunumları esas
alınarak hazırlanmıştır
Kayıtların www.5thworldwaterforum.org sitesinden
erişilebilir hale getirilmesi için gerekli çalışmalar devam
etmektedir.
Kaynaklar
1. 5th World Water Forum Secretariat (2009) Final
Report of 5th World Water Forum, 2009. İstanbul: 5th
World Water Forum Secretariat.
2. OECD (2009a) Managing Water for All: An OECD
Perspective on Pricing and Financing - Key Messages
for Policy Makers.
3. OECD (2009b) Private Sector Participation in Water
Infrastructure: OECD Checklist for Public Action.
4. Rees, J.A. (2008) Regulation and Private
Participation in the Water and Sanitation Sector Global Water Partnership TAC Background Papers.
Sweden: Elanders.
5. T.C. Sayıştay Başkanlığı (2002) Yap-İşlet-Devret
Modeli ile Yapılan "İzmit Şehri Kentsel ve Endüstriyel
Su Temini Projesi" Hakkında Sayıştay Raporu.
6. World Bank (2004) Implementation Completion
Report.
7. World Water Council; 5th World Water Forum
Secretariat (2009) Global Water Framework Turkish
Ministry of Foreign Affairs.
Kentsel Atıksu Yönetimi
Türkiye'de Sürdürülebilir Kentsel
Atıksu Yönetimi
Doç. Dr. İdil ARSLAN ALATON
İstanbul Teknik Üniversitesi
[email protected]
Bir ülkenin atıksu yönetiminin sürdürülebilirliği, su
yönetimi ile birlikte ele alınmasına bağlıdır. Özellikle
yasalar, yönetmelikler ve kanunlar açısından bir
adaptasyon (Avrupa Birliği ile uyum) sürecine girmiş olan
Türkiye gibi ülkeler için su ve çevre konuları öncelik
taşımak zorundadır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nın
(WWF) güncel kayıtlarına göre Türkiye, son 40 yıl
içerisinde Van Gölü'nün üç katını aşan bir yüzey alanı
(yaklaşık 1.3 milyon ha.) kadar sulak alanını yitirmiştir.
Öte yandan, bir ülkenin “su zengini” olarak
nitelendirilebilmesi için kişi başına yıllık su kapasitesinin
3
en az 10.000 m olması gerekmektedir (WWF, 2007). Bu
bilgi ve ayrıca söz konusu değerin Irak için 2020 m3, Asya
3
ülkeleri için ortalama 3000 m , Türkiye için ise sadece
3
1430 m olduğu dikkate alındığında, ülkemizin bu
kategoriye girmediği son derece açıktır. Bununla birlikte,
Dünya Sağlık Teşkilatı'nın son verilerine göre (WHO,
2007), Türkiye sadece 15 yıl gibi oldukça kısa bir süre
içerisinde, ciddi boyutlarda su kıtlığı (sıkıntısı) çeken bir
ülke sınıfına düşecektir. Tüm bunlar dikkate alınarak
ülkemizde acil olarak suyun sürdürülebilir yönetimi,
atıksuyu da bir kaynak olarak düşünüp, geri
kazanımı/yeniden kullanılabilirliği gibi konulara ağırlık
ve öncelik verilmesi gerekmektedir. Ülkemizde su
sıkıntısı, yanlış uygulanan atıksu arıtım stratejileri ve
yetersiz kalan, iyi işletilemeyen, fonksiyonunu yitirmiş
atıksu arıtım tesisleri gibi çeşitli teknik sorunların
ötesinde, çok daha temel, örneğin, altyapı yetersizliği,
bilinçsizlik, eğitimsizlik, tabular, sosyo-ekonomik
kısıtlamalar gibi ciddi engeller ile karşı karşıya
kalmaktadır. Tüm bunlara ayrıca merkezi ve bölgesel
yönetimler arasındaki iletişim kopuklukları ve sorunları,
mevcut veritabanlarının ulaşılabilir ve güvenilir olmaması
gibi önemli sorunlar da eklenmektedir. Yukarıda sözü
edilen ve Türkiye gibi gelişimini henüz tamamlamış
ülkelerin kaderi olan kronik sosyo-ekonomik engellerin
sürdürülebilir atıksu yönetimi stratejileri uygulanarak
kısmen aşılması, öncelikli bir konu olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Yukarıdaki hususlar dikkate alınarak, ülkemizde
sürdürülebilir kalkınma anlayışı çerçevesinde su, atıksu ve
arıtma çamuru ile ilgili çeşitli, öncelikli çevresel
konularda birtakım yasal düzenlemeler yapılmakta, çeşitli
ulusal (DPT, TÜBİTAK) ve uluslararası (AB/FP7)
projeler yürütülmektedir. Bu kapsamda, genel olarak
atıksu arıtımının yasal durumu, su ve atıksu yönetim
politikaları, uygulanan arıtma teknolojileri, arıtılan suların
ve çamurların çevresel karakteri, alıcı ortama olan etkileri,
yeniden kullanılabilirlikleri (örneğin, evsel nitelikli
atıksuların tarımsal faaliyetlerde sulama suyu, kentsel
atıksu arıtma tesislerinden kaynaklanan arıtma
çamurlarının ise gübre olarak değerlendirilmeleri) gibi
çeşitli konularda ayrıntılı envanter çalışmaları, araştırma
ve uygulamaya yönelik proje faaliyetleri sürmektedir.
Türkiye'de Kentsel Atıksu Arıtımı ile İlgili Yasal
Düzenlemeler
Ülkemizde, yasal olarak kentsel atıksu toplama ve
arıtma tesislerinin inşaatı, işletimi ve kontrolü, 1930
yılından beri belediyelerin sorumluluğu altındadır. Devlet
Planlama Teşkilatı'nın 1980'de başlattığı 10 yıllık
kalkınma planları çerçevesinde suların ülke çapında
emniyetli bir şekilde dağıtılması ve atıksuların şebekeler
yoluyla toplanmasını yasal olarak düzenlenmiştir.
Belediyelerin gelirleri ile ilgili 1981 yılında yürürlüğe
giren kanun kapsamında kentsel atıksu arıtma tesisleri,
özel sektör tarafından maddi olarak desteklenmeye
başlanmış, 1985 yılında ise bu yasa yeniden
düzenlenmiştir. 1983'te yayımlanan Türk Çevre Kanunu
ise çevre sağlığı ve hava-su kirliliği kontrolü ile ilgili
düzenlemeleri içermektedir. Ulusal Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliği (SKKY) 1988'de yayımlanmıştır ve alıcı
doğal su ortamlarına (göl, nehir, dere, deniz, vb.)
uygulanan atıksu deşarj limitlerini içermektedir (SKKY,
2004). Buna göre, kentsel atıksuların toplanması ve çeşitli
fizikokimyasal ve biyolojik proseslerle orta veya ileri
düzeyde arıtılması düzenlenmiştir (Çevre ve Orman
Bakanlığı, 2003). 1990'ların ortalarına kadar İller Bankası
yıllık olarak oluşturulan bütçe/yatırım programları ve
belediyelerin ihtiyaçları dahilinde atıksu arıtım
sistemlerinin inşaasından ve belli bir süre de
işletilmesinden sorumluydu. Daha sonra inşa edilen atıksu
arıtma tesisleri, ilgili belediyelere işletilmek üzere
devredildirdi. Günümüzde, GAP İdaresi, Büyükşehir
Belediyeleri, Su ve Kanalizasyon İdareleri, Turizm
Bakanlığı, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı ve
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı vb. kurum ve kuruluşlar
arıtma tesislerinin bütçelendirilmesi, inşaatı ve işletilmesi
gibi konularda çeşitli görev ve sorumluluklar
almaktadırlar.
2007-2013 süreci için oluşturulan Kalkınma Planı'nda
yer alan raporda (Esen, 2007), 3200 belediyenin
1900'undan elde edilen verilere göre, ülkenin %80'i
atıksuyun toplanması için gerekli altyapıya sahiptir ve
%47'si atıksu arıtımına sahiptir. Nüfusun %93'ü su dağıtım
hattına sahip olmasına rağmen, sadece %42'sinde su
arıtımı uygulanmaktadır (DSİ, 2005; Esen, 2007).
Kalkınma planında, ayrıca AB yasal düzenlemelerinin
ulusal kentsel atıksu arıtma yönetmeliklerine
uygulanacağı, ilgili atıksu arıtım altyapısının, buna bağlı
Sayfa
29
Kentsel Atıksu Yönetimi
olarak çıkış suyu kalitesinin sürekli olarak takip edileceği
ve geliştirileceğine değinilmektedir.
AB Komisyonu'nun düzenlediği “Urban Wastewater
Treatment Directive 91/271/EEC”in gereksinimleri
dikkate alınarak, 8 Ocak 2006 tarihinde evsel nitelikli
atıksuların toplanması ve arıtma tesislerinde arıtılması ile
ilgili ulusal evsel nitelikli atıksu yönetmeliği güncellenip,
2872 No'lu yasaya bir ek yasa olarak yayımlanmıştır. Bu
yönetmelik, evsel nitelikli atıksuların toplanmasından,
arıtımına ve alıcı ortama deşarjına kadar tüm aşamaları
kapsamakta; ayrıca arıtma prensiplerinin, bölgenin nüfus
eşdeğeri ve alıcı ortamın hassasiyeti dikkate alınarak
yapılması gerektiği konusuna ağırlık vermektedir (Çevre
ve Orman Bakanlığı, 2006; Kentsel Atıksu Arıtma
Tesisleri, 2006). Buna ilaveten, 5491 No'lu yasa ile birlikte
getirilen yeni ihtiyaçların ve koşulların yerine
getirilebilmesi amacıyla belediyelere, kentsel atıksu
toplama kollektörlerinin ve arıtma tesislerinin 2.000 ile
100.000 arasında değişen nüfus eşdeğer aralıkları esas
alınarak inşa edilmesi ve işletilmesi için süre verilmiştir.
Ulusal yönetmelik ayrıca, kentsel atıksuların ikincil ve
ileri (üçüncül) arıtma için deşarj limitleri ve yüzde arıtım
verimlerini de kapsamaktadır. Buna göre, arıtma tesisinin
nüfus eşdeğerine (hizmet etmesi gereken kapasiteye) bağlı
olarak Biyokimyasal Oksijen İhtiyacı (BOİ5), Kimyasal
Oksijen İhtiyacı (KOİ) ve Askıda Katı Madde (AKM)
parametreleri için sırasıyla 25 mg/L, 125 mg/L ve 35 veya
60 mg/L gibi limit değerler, ayrıca aynı parametreler için
yine sırasıyla %70-90, %75 ve %70 veya 90 gibi giderim
verimleri öngörülmüştür (Çevre ve Orman Bakanlığı,
2006).
Türkiye'de Kentsel Atıksuların Yönetimi
2001-2002 yılları arasında yaşanan ekonomik kriz
nedeniyle, 2002 yılı sonu için öngörülen atıksu arıtma
tesisleri ancak 2004 yılında tamamlanabilmiştir. Resmi
kayıtlara göre, Türkiye'de 131 adet çalışır (faal) durumda
atıksu arıtma tesisi mevcuttur ve toplam 31 milyon kişiye
hizmet verilmektedir; diğer bir deyişle, toplam nüfusun
yaklaşık olarak %45'i hizmet görmektedir. Tesisler
çoğunlukla ülkenin batı, kuzey batı ve güney kesimlerinde
yer almaktadır. Kentsel atıksular için ülkemizde oldukça
yaygın olarak uygulanan arıtma ve deşarj yöntemleri
foseptik, doğrudan alıcı ortamlara deşarj, doğal ve yapay
sulak alanlarda arıtma vb. alternatiflerdir (Arslan ve diğ.,
2004).
2003 ve 2006 yıllarında bir AB-Akdeniz Ülkeleri
İşbirliği Projesi (Proje Akronimi: MEDAWARE;
Belediyeler, 2003 ve 2006) kapsamında yürütülen anketler
yoluyla veri toplama çalışmaları sonucunda, Türkiye'de
halihazırda 131 kentsel atıksu arıtma tesisinin işletildiği
saptanmıştır. Bunların 67'sinin ülkemizdeki toplam sayısı
16 olan büyükşehir belediyeleri tarafından işletildiği
bilinmektdir. Yine aynı verilerden, kentsel atıksu arıtma
Sayfa
30
tesislerinin 12'sinin İstanbul'da, 16'sının Antalya'da,
6'sının ise Kocaeli'de bulunduğu bilinmektedir. Tablo 1,
evsel nitelikli atıksu arıtma tesislerinin il, belediye ve
ilçelere göre sayısal ve yüzde dağılımlarını göstermektedir
(Belediyeler, 2003 ve 2007).
Nüfus
Tesis Sayısı
> 100.000 (şehir)
28
15.000 -100.000 (belediye)
62
İlçe (< 15.000)
41
Toplam
131
Dağılım (%)
21
47
31
100
Tablo 1. İşler durumdaki kentsel atıksu arıtma tesislerinin ülke
genelinde nüfus bazında dağılımları.
Söz konusu AB-MEDA projesi kapsamında, ülkedeki
tüm atıksu arıtma tesislerinin teknik personeline 2003 ve
2006 yıllarında gönderilen anketlerden elde edilen
verilerden, 51 tesisin fiziksel arıtma, 73 tesisin biyolojik
(ikincil) arıtma, sadece 7'sinin ise azot ve fosfor giderimi
için ileri (üçüncül) arıtma uyguladığı anlaşılmaktadır.
Hizmet edilen toplam nüfus ve arıtma tipi (fiziksel-ön,
ikincil veya ileri) daha dikkatli olarak incelendiğinde,
şehirlerde arıtma tesislerin %67'sinin, belediyelerde ise
sadece %47'sinin biyolojik arıtma uyguladığı, bunu
genellikle iç kesimlerde nehir veya göl gibi alıcı ortamlara
deşarj, deniz kenarında yer alan belediyelerde ve
şehirlerde ise derin deniz deşarj sistemlerinin izlediği
anlaşılmaktadır. Bunun dışında, son birkaç yıl içerisinde
örneğin, Adana, Bursa, İstanbul gibi büyükşehir
belediyelerinde, ayrıca Nevşehir gibi belediyelerde arıtma
tesislerinin ön arıtmadan biyolojik arıtmaya, biyolojik
arıtmadan ise ileri arıtmaya gidilerek iyileştirildiği
görülmektedir (Belediyeler, 2006). Bu değişikliklerden
ise, ülkemizin çeşitli yerleşim yerlerinde (belediyelerinde)
yer alan kentsel atıksu arıtma tesislerinin sadece nicelik
değil, nitelik olarak da ilerleme kaydettikleri açıktır. Buna
rağmen, Türkiye'nin 81 ilinden sadece 43'ünde atıksu
arıtma tesisleri mevcut, bunlardan bazıları ise çeşitli
nedenlerden (ekonomik, teknik) dolayı verimli bir şekilde
çalıştırılamamaktadır.
Son yıllarda kaydedilen başka önemli bir gelişme ise,
ülkemiz ile ilgili tüm istatistiksel bilgilerin (örneğin,
belediyelerin içmesuyu dağıtım/ arıtma ve kentsel atıksu
toplama/ arıtma tesisleri sayıları ve kapasiteleri, vb.)
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından bir
veritabanı altında raporlanmış olmasıdır (TÜİK, 2009a ve
b). İlgili TÜİK web sayfalarından kentsel atıksu arıtma
tesisleri ile ilgili en güncel (2006 yılına ait) verilere
ulaşmak mümkündür, fakat burada sadece çalışır durumda
olanlar değil, tüm arıtma kapasitelerinin ve ilgili sayısal
verilerin toplandığı da dikkate alınmalıdır. Bu nedenle,
AB-MEDA projesi kapsamında 2003 ve 2006 yıllarında
yapılan ayrıntılı envanter çalışmalarının, ülkemizin
Kentsel Atıksu Yönetimi
çalışır/işler durumda olan kentsel atıksu arıtma tesisleri ile
ilgili daha doğru ve gerçekçi veriler içerdiği söylenebilir.
Belediyelerin atıksu arıtma tesislerine gönderilen
anketlerden ve çeşitli devlet kurumlarından elde edilen
bilgiler doğrultusunda oluşturulan veritabanından
(Arslan-Alaton ve diğ., 2004; Belediyeler, 2003 ve 2006),
ülkemizde bulunan atıksu arıtma tesislerinin verimlerinin,
arıtma türüne ve teknolojisine, giriş suyu kalitesi ve
miktarına, ayrıca arıtma tesisinin işletime alınma tarihine
bağlı olarak değiştiği anlaşılmaktadır. İşletmeye yeni
alınmış arıtma tesisleri (örneğin, İstanbul, İzmir, Kayseri,
Antalya ve Van biyolojik ileri arıtma tesisleri) KOİ, BOİ5
ve AKM deşarj parametrelerini %96-99 oranında
gidermeyi başarırken, yapımı daha eski tarihli olan ve bu
nedenle daha basit bir teknoloji ile işletilen Bursa, Bolu,
Düzce, Manisa ve Muğla'daki ilk kentsel atıksu arıtma
tesislerinin yüksek bir performansla çalıştırılamadığı,
arıtma verimlerinin her üç parametre için de %0-90 gibi
geniş bir aralıkta değiştiği görülmektedir (Belediyeler,
2003 ve 2006). Genel olarak ülke bazında arıtma
tesislerinin kirlilik giderim verimlerinin birbirlerinden çok
farklı olduğu, özellikle endüstriyel atıksu deşarjı kabul
eden tesislerde giriş kirlilik yükünün yüksek olması ve
atıksuyun karakterindeki olumsuz değişimler nedeniyle
alıcı ortam deşarj limitleri sağlanamamaktadır.
Arıtılan atıksuların çeşitli (örneğin, tarımsal
faaliyetlerde) kullanım potansiyelleri, ülkemizde ciddi
boyutta ele alınmamıştır. Bazı arıtma tesislerinden ziyade
pilot ölçekte denemeler mevcut olmakla birlikte gerçek,
ticari amaçlı bir işletimden söz etmek mümkün değildir.
Bir AB-Akdeniz İşbirliği Projesi kapsamında yapılan
incelemeler sonucunda, kentsel atıksu arıtma tesislerinin
çıkış suyu kalitelerinin, özellikle SKKY Teknik Usullar
Tebliği'nde yer alan mikrobiyal parametreler (fekal
koliform, toplam koliform) ve tuzluluk (elektriksel
iletkenlik, toplam çözünmüş madde; TÇM, ve SAR;
sodyum absorpsiyon oranı, sodyum karbonat kalıntısı,
vb.) verileri bazında sulama suyu olarak kullanımları
açısından genellikle uygun olmadığı sonucuna varılmıştır
(SKKY Teknik Usullar Tebliği, 1991). Ülkenin toplam su
kapasitesinin yaklaşık %60-70'inin tarımsal faaliyetlerde
kullanıldığı dikkate alındığında (GAP-RDA, 2002), evsel
nitelikli atıksuların geri kazanımının, sürdürülebilir atıksu
yönetimi için çok önemli bir kriter olacağı açıkça
görünmektedir.
Ükemizde 4 çeşit atıksu bertaraf ortamı/ yöntemi
mevcuttur; bunlar; (1) toprak (sulama amaçlı uygulama),
(2) baraj ve göller, (3) dere ve nehirler ve (4) derin deniz
deşarjı olarak sayılabilir (Arslan-Alaton ve diğ., 2004).
Her bir ortamın tolerans kabiliyeti birbirinden farklıdır ve
deşarj ortamına karar verirken bu faktörlerin dikkate
alınması gerekmektedir. Tablo 2'de ülkemizdeki kentsel
atıksu arıtma tesislerinin sayıları ve arıtılan atıksu
miktarları, deşarj edildikleri alıcı ortam türü ile birlikte,
değer ve toplam içinde yüzde olarak sunulmuştur. Ayrıca,
kentsel atıksu arıtma tesislerinde tüketilen elektrik enerjisi
ve ödenen faturalar dikkate alınarak, birim tüketim fiyatı
ortalama olarak 0.13 TL/kWh (0.061 avro/kWh)
hesaplanmıştır (Belediyeler, 2006).
Alıcı
Ortam
Tesis Sayısı
Toplamda
Dağılım Oranı
(%)
Arıtılan Atıksu
Miktarı
(m 3/yıl)
Toplamda
Dağılım Oranı
(%)
Baraj/Göl
10
8
4,273,837
3
Dere/Nehir
61
46
827,254,844
40
Toprak
12
9
89,318,081
4
Deniz
48
37
1,069,276,667
52
131
100
2,050,123,429
100
Toplam
Tablo 2. Türkiye'deki kentsel atıksu arıtma tesislerinin sayıları ve
arıttıkları atıksu miktarlarının değer ve dağılım olarak gösterilmesi.
Tablo 2'de, arıtma tesislerinin en sık olarak dere
(çay)/nehir deşarjına başvurdukları, fakat atıksu miktarı
olarak en fazla suyun derin deniz deşarjı yoluyla
uzaklaştırıldığı dikkat çekmektedir. Buna göre kentsel
atıksu arıtma tesislerinden kaynaklanan kirlilik yükünün
en çok ülkemizi çevreleyen denizleri etkilediği
anlaşılmaktadır.
Çamur Bertaraf Yöntemi
Tesis Sayısı
Toplamda
Dağılım Oranı
(%)
Katı Atık Düzenli Depolama Alanları
21
45
Kompost/Gübre
13
28
Arıtma Tesisi Bünyesinde Depolama
3
6
Diğer
7
15
Bilgi Yok
3
6
47
100
Toplam
Tablo 3. Türkiye'de uygulanan evsel nitelikli arıtma çamuru
bertaraf yöntemleri.
Aralık 2003 ve Mayıs 2006 tarihlerinde yapılan anket
çalışmaları ile ülkemizdeki kentsel atıksu arıtma
tesislerinde oluşan arıtma çamurlarının nasıl bertaraf
edildiği veya değerlendirildiği de incelenmeye
çalışılmıştır. Buna göre, arıtma çamurlarının büyük bir
bölümünün katı atık düzenli depolama alanlarına
gönderildikleri, kompost ve/veya gübre olarak çok daha az
bir miktarının değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Tablo 3'te
Türkiye'de uygulanan kentsel atıksu arıtma çamuru
bertaraf yöntemleri gösterilmektedir.
Sonuçlar ve Öneriler
Ülkemizin kentsel atıksu yönetimi ile ilgili yapılan
ayrıntılı envanter çalışmaları ve bu konuda mevcut bilgi
birikimleri dikkate alındığında, aşağıdaki sonuçlar ortaya
çıkmaktadır;
Sayfa
31
Kentsel Atıksu Yönetimi
• Türkiye'de henüz su kaynaklarının yönetimi ile
kapsamlı
bir yasal
düzenleme
(su çerçeve
ilgiliilgili
kapsamlı
bir yasal
düzenleme
(su çerçeve
direktifi) yoktur. Bir su yasasının eksikliği, atıksu
yönetimi ile ilgili belirsizliklere ve sorunlara
yol açmaktadır.
• Ülkemizde yasaların ve yönetmeliklerinin
uygulanması ve denetlenmesi ise ayrı bir sorun
oluşturmaktadır. İzleme ve denetimdeki
süregelen eksikliklerin giderilmesi için
bakanlıkta ve il müdürlüklerinde kapasite
arttırımına ihtiyaç duyulmaktadır.
• Türkiye'deki atıksu arıtma tesisleri ile ilgili gerek
işletme verimi, gerekse çıkış sularının yeniden
kullanımı ile ilgili daha güncel ve sürekli
yenilenen bir veritabanının oluşturulması
gereklidir. Bazı yıllara ait kayıtlarda dönem
dönem kopukluklar mevcuttur. Bu nedenle
sistematik bir veri tabanını oluşturmak kolay
olmayacaktır, ancak yapılmalıdır ve sürekli
güncellenmelidir.
• Bilgilerin çok dağınık ve farklı kurumlarda
olması yerine bir koordinasyon biriminde
toplanmasında yarar vardır.
• Ülkemizdeki su kullanımının %60'tan fazlası
tarımsal sulama amaçlıdır. Azalmakta olan su
kaynakları dikkate alınarak yeniden kullanım
teşvik edilmelidir.
• Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde atıksu arıtma
tesisleri ile ilgili envanterin çıkarılması,
güncellenmesi ve veritabanlarının oluşturulması
gerekmektedir.
• Çıkış sularının istenilen kalitede olduğunun
kontrolü ve izlenmesi sağlanmalıdır.
• Avrupa Birliği uyum sürecinde, ülkemizde ilk
defa Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği, 8 Ocak
2006 tarihli 26047 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanmıştır. Bu yönetmeliğin getirdiği en
önemli yenilik, hassas ve az hassas su alanlarını
tanımlamasıdır, ayrıca atıksu deşarjlarının
izlenmesi ve raporlanmasına yönelik hükümler
getirilmesidir.
• Ülkemizin mevcut durumun sistematik ve güncel
bir veri tabanına dayanmaması, sürdürülebilir su
ve atıksu yönetimini zorlaştırmaktadır.
• Sürdürülebilir bir atıksu yönetiminin
sağlanabilmesi ve bu konuda sağlıklı stratejilerin
oluşturulabilmesi için ulusal bazda çevresel
denetimin etkinleştirilmesi, ayrıca yeni,
bütünleşik su ve atıksu yasalarının uygulanması
gerekmektedir.
• Oluşan atıksuların arıtma sonrası tarımda
yeniden kullanımı sağlanmalıdır.
• Bu konuda pilot seçilecek tesislerin çıkış suları,
sulama suyu kriterlerini sağlayacak şekilde
Sayfa
32
•
iyileştirilmeli, gerekirse ek üniteler ilave
edilmelidir.
Arıtılmış atıksuların tarımsal sulamada yeniden
kullanımı konusunda özellikle çiftçilerin
bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi gereklidir.
Kaynaklar
• Arslan-Alaton, I., Eremektar, G., Tanık, A., Gurel, M.,
Ovez, S., Orhon, D. (2004) Development of Tools and
Guidelines for the Promotion of the Sustainable
Urban Wastewater Treatment and Reuse in the
Agricultural Production in the Mediterranean
Countries (Project Acronym: MEDAWARE).
European Commission,
Euro-Mediterranean
P a r t n e r s h i p , Ta s k 2 , I T U / T u r k e y R e p o r t ,
January, Istanbul, Turkey.
• Belediyelerin (2003 ve 2006) faal olan kentsel atıksu
arıtma tesisleri teknik personelleri ile yapılan anketler
ve mülakatlar.
• Çevre ve Orman Bakanlığı (2003) Annual Report on
Municipal Wastewater Treatment Plants, Ankara,
Turkey.
• Çevre ve Orman Bakanlığı (2006) By-Law Nr. 2872
th
on Urban Wastewater Treatment, January 8 , 2006,
Ankara, Turkey.
• Esen, S.E. (2007) Turkey's Environmental Urban
Infrastructure (Wastewater Disposal): Need for
Investment, Cost-Benefit Analysis and Strategies
(2002-2023), State Planning Organization,
Publication No. SPO: 2656, Ankara, Turkey.
• GAP-RDA (2002) Treatment and Reuse of Municipal
Wastewater in the GAP Region Final Report, GAPRDA, Ankara, Turkey.
• Kentsel Atıksu Arıtma Tesisleri (2006) The National
Regulation on Urban Wastewater Treatment, Official
Newspaper dated January 8, 2006, Reference Nr:
26047, Ankara, Turkey.
• DSİ (2005) Devlet Su İşleri. Rivers, Lakes and Dams
of Turkey, 'SHW Racing with Time' Ministry of
Energy and Natural Resources, Ankara, Turkey.
• SKKY (2004) Türk Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği,
31.12.2004 tarihli Resmi Gazete, Ref. No.
25687, Ankara.
• SKKY Teknik Usuller Tebliği (1991) tarihli resmi
gazete, Ref. No. 20748, Ankara.
• WHO (2007) http://www.who.int/countries/tur/en/
• WWF (2007) http://www.wwf.org.tr/wwf-tuerkiyehakkinda/ne-yapiyoruz/su-kaynaklari/
• TÜİK (2009a)
http://www.tuik.gov.tr/cevredagitimapp/
belediyeicme.zul
• TÜİK (2009b)
http://www.tuik.gov.tr/cevredagitimapp/
belediyeatiksu.zul
Küresel İklim Değişikliği
Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye
Üzerinde Etkileri
Prof. Dr. Orhan YENİGÜN
Boğaziçi Üniversitesi, Çevre Bilimleri Enstitüsü
[email protected]
Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında bazı bilim insanları,
dünyanın yakın geçmişinde neden bir buzul dönemi
yaşadığı sorusunun yanıtını bulmaya çalışıyorlardı. Yanıt
verilmesi gereken birbirine bağlı birkaç soru vardı: Buzul
dönemi neden başlamış ve neden sona ermişti? Buzul
dönemleri periyodik miydi? Dünya gelecekte bir buzul
dönemi daha yaşayacak mıydı? Soğuma ve ısınmanın
atmosferin kimyasal bileşimi ile ilgisi var mıydı? Bu
sorulara yanıt bulmaya çalışanlar, aslında farkında olmadan
bugün üzerinde konuştuğumuz “küresel ısınma” olgusunun
nedenlerini de araştırmaktaydılar. Joseph Fourier,
atmosferde bulunan bazı gazların ısıyı tuttuğunu ortaya attı.
John Tyndall, atmosferdeki su buharı ve karbondioksit
gazının ısıyı soğurduğunu buldu. Svante Arrhenius ise
atmosferdeki karbondioksitin yarıya düşmesinin atmosfer
O
sıcaklığını ortalamada 5-6 C düşüreceğini ve bunun da bir
buzul dönemi için yeterli olacağını savundu. Daha sonra da
aynı mantıkla karbondioksitin iki misline çıkmasının, 5-6
derece sıcaklık artışına yol açacağını öne sürdü [1].
Yirminci yüzyılın başlarında endüstriyel gelişim, enerji
gereksinmeleri ve fosil yakıt tüketimi ciddi bir tırmanma
içindeydi. Araştırmacılar her ne kadar buzul dönemi ve
hatta dinozorların akibetine kafa yorsalar da az sayıda
araştırmacı, gelecek önsezisi ile hızla artan fosil yakıt
kullanımının atmosferdeki karbondioksit miktarını
artıracağını, bunun da ısınmaya yol açacağını
öngörmekteydiler. İsveçli Nils Eckholm, insan kaynaklı bu
ısınma sonucu gelecekte yeni bir buzul dönemi
yaşanmayacağını açıklarken bunu bir müjde olarak
söylüyordu. Ancak bütün bunlar bilimsel literatürde fazla
ilgi görmeyen birtakım cılız iddialardan öteye
gitmemekteydi. Gelecekteki ısınma ile ilgili araştırmalara
ciddi bir darbe de Knut Angström'den geldi. Angrström,
laboratuvarda gerçekleştirdiği bazı deney ve ölçümler
sonucu karbondioksitin, kızılötesi ışınları ancak kısıtlı bir
dalgaboyu aralığında soğurduğunu ve bu dalga boylarının
da su buharının kızılötesi ışınları soğurduğu dalga boyları
ile çakıştığını öne sürmekteydi. Atmosferde karbondioksite
oranla çok daha fazla miktarda bulunan su buharı, bu
durumda belirleyici atmosfer bileşeni olmakta,
karbondioksit miktarı ise ısıyı yakalamada ihmal edilebilir
mertebeye inmekteydi. Başka araştırmacılar tarafından da
doğrulanan bu sonuçlar, gelecekte insan kaynaklı bir
küresel ısınmanın söz konusu olamayacağını ilan etmişti
[1].
Araya giren iki dünya savaşı, askeri niteliği olmayan
bilimsel araştırmalara ket vurmuştu. Küresel ısınma ile
ilgili olarak yalnızca 1930'ların sonlarından başlamak üzere
Guy Stewart Callendar'ın ondokuzuncu yüzyılın son
çeyreğinde yapılmaya başlanan ve yirminci yüzyılda
sürdürülen atmosferdeki karbondioksit ölçümleri ile o
dönemlerde gözlemlenen ısınma arasında ilişki kurduğu
çalışmalar vardı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki soğuk
savaş döneminde, askeri amaçlı olmak üzere yapılan
bilimsel araştırmalar arasında radarlar tarafından
gönderilen mikrodalga ışınların atmosferdeki soğurulma
bantlarının tespiti çalışmaları çerçevesinde karbondioksit
ve su buharı ile yapılan deneylerde ilginç sonuçlar ortaya
çıktı. Yüksek irtifalarda karbondioksitin kızıl ötesi ışınları
soğurduğu dalga boyları, deniz seviyesinde yapılmış önceki
deneylerin sonuçlarına kıyasla daha belirgin ve keskindi ve
üstelik su buharının kızıl ötesi ışınları soğuduğu dalga
boyları ile üst üste gelmiyordu. Bu buluşlar Callendar'ın
çalışmalarına önem kazandırdı. 1958'de yayımlanan
makalesinde [2], Kuzey Atlantik bölgesinde 1870 - 1956
yılları arasında kayıt edilen karbondioksit ölçüm
değerlerinin, fosil yakıt tüketimindeki artış eğilimi ile
birebir orantılı olduğunu gösterdi. 1950'lerin sonlarında
325 ppm olarak verilen atmosferdeki karbondioksit oranı,
David Keeling tarafından 1958'de Hawai'deki Mauna Loa
yanardağındaki meteorolojik istasyonda başlatılan
karbondioksit ölçümlerinin başlangıç değeri olan 315 ppm
ile oldukça tutarlıdır. Mauna Loa ölçümlerine dayanan ve
karbondioksitin aylara göre artışını gösteren grafik [3,4]
günümüzde küresel ısınma araştırmalarının ikonu
sayılmaktadır. Karbondioksit ile birlikte, metan ve diazot
oksit gibi diğer sera gazlarının atmosferde artan oranları ile
ortalama sıcaklıklardaki artışın doğrudan ilgili olduğu artık
yadsınamaz bir şekilde kabul edilmiştir. 2009 yılına
gelindiğinde atmosferik karbondioksit 385 ppm
mertebesindedir.
Son yüzelli yılın sıcaklık kayıtları, dünyanın ortalama
yüzeysel sıcaklığının yaklaşık 0.8 O C arttığını
göstermektedir. Isınmaya bağlı olarak da iklimlerde
belirgin bir ölçekte değişim yaşanmaktadır. Yirminci yüzyıl
kayıtlarına bakıldığında ortalama yüzeysel sıcaklığın
O
yüzyıl içinde 0.6 C arttığını görmekteyiz. Yirmibirinci
yüzyıla girdiğimizde ısınma trendi artmayı sürdürmektedir.
İklim değişikliği araştırmalarında geleceğe yönelik
öngörüler tamamıyla matematik model sonuçlarına
dayanmaktadır. Son otuz yılda geliştirilen nümerik temelli
iklim modelleri ile de bu yüzyılın sonuna kadar
sıcaklıkların artış eğilimlerini ve yağışlarda beklenen
değişimleri incelemek mümkündür. Modeller çalıştırılırken
günümüz koşulları başlangıç olarak alınıp, IPCC
(Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) tarafından
ortaya atılan, 2100 yılına kadarki dönemde dünya
ekonomisinin alacağı seyrin, nüfus artışının, genel enerji ve
çevre politikalarının yol açacağı altı farklı emisyon
senaryosu (SRES) çerçevesinde öngörüler yapılmaktadır.
Senaryolar kısaca A1, A2, B1 ve B2 olarak
adlandırılmaktadır. A1 senaryosu A1B, A1T ve A1Fl olarak
üçe ayrılmıştır[5]. Modellerden elde edilen en iyimser
sonuç, küresel ortalama olarak günümüze göre 1OC artıştır.
Sayfa
33
Küresel İklim Değişikliği
Fosil yakıtları yoğun biçimde tüketmeyi sürdürdüğümüz ve
bugünkü gidişatı izlediğimiz A1Fl senaryosunda ise
ortalamada 5,5 O C'a kadar sıcaklık artışı tahmin
edilmektedir. Sıcaklık artışının mevsimsel ve enlemsel
dağılımı ile ilgili öngörülerde ise dünyanın bazı
bölgelerinde ortalamaların hayli üzerinde sıcaklıklara
rastlanmaktadır. Bu da o bölgeler için çok ciddi sorunlara
yol açacaktır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin
2007 sonunda yayınlanan dördüncü değerlendirme
raporunda küresel iklim değişikliğinden en fazla
etkilenecek bölgeler arasında Doğu Akdeniz Bölgesi de yer
almaktadır [6].
Türkiye'de Durum ve Beklentiler
Son elli yılın sıcaklık verilerinin istatistiksel
çözümlemesi, Türkiye'nin içinde bulunduğu Doğu Akdeniz
ve Orta Doğu Bölgesi'nde günlük ortalama ve en düşük
sıcaklıklarda artma eğilimi göstermektedir. Türkiye'de
1950-2004 sıcaklık ölçümlerinin zaman serisi
çözümlemesine bakıldığında Karadeniz bölgesi dışındaki
bölgelerde sıcaklık artışı belirgindir [7,8]. En düşük
sıcaklıklardaki artma eğiliminin yıllar içinde artan “ısı
adası” etkisi ve nüfus yoğunlaşması ile doğrudan ilgilidir.
Güneydoğu bölgelerimizdeki sıcaklık artışının nedeni,
çölleşme ve son yarım yüzyıl boyunca güçlenen Afrika ve
Orta Doğu kökenli sıcaklık dalgalarıdır. Zonguldak'dan
Artvin'e uzanan kuzey kuşakta ise günlük en düşük
sıcaklıklarda hafif bir azalma eğilimi mevcuttur [8].
Türkiye'yi de içine alan Doğu Akdeniz ve Orta Doğu
Bölgesi, kuzeyden güneye doğru yıllık miktarı hızla azalan
bir yağış rejimine sahiptir. Türkiye'nin nemli kuzey
bölgeleri yılda 1000 mm'den fazla yağış alırken, bu miktar
güneye inildikçe azalmakta ve Fırat Nehri'nin güneyinde
yılda 100 mm civarına düşmektedir. 1950 sonrası kayıtlarda
değişen sıcaklık eğilimleri doğrultusunda yağış
miktarlarında da benzer eğilimler görülmektedir. Kuzey
bölgelerimizde yıllar içinde belirgin bir yağış artışı
gözlenmektedir. Ege Bölgesi'nde ise yağışta azalma eğilimi
vardır ve bu en düşük sıcaklıkların artma eğilimi ile
uyumludur. Güney ve güneydoğu bölgelerimizde de
çölleşme olgusuna paralel olarak yıllık yağış
ortalamalarında azalma görülmektedir. Akdeniz'in doğu
kısmında yağış azalmasının 1985'ten beri pozitif değerler
alan Kuzey Atlantik Salınım İndisi (NAO index) ile
doğrudan ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu indis pozitif
değerler aldığında Kuzey Avrupa'daki yağışlarda artış,
Akdeniz çukurunda ise azalma görülmektedir. Aynı şekilde
indis negatif olduğunda Akdeniz çukuru bol yağış almakta,
Kuzey Avrupa'da ise yağış azalmaktadır [9].
Tarihsel kayıtlar incelendiğinde sosyal huzursuzlukların
yoğun olduğu dönemlerin, şiddetli kışlar, kuraklık, kıtlık,
sel ve deprem gibi afetlerin yaşandığı dönemler ile çakıştığı
görülmektedir. Orta ve Kuzey Avrupa'da, kayıtlara Mini
Buzul Dönemi olarak geçen 1590-1620 ve 1680-1700
yılları arasındaki soğuk ve kurak dönem, Osmanlı
Sayfa
34
İmparatorluğu topraklarında da ciddi boyutlarda
hissedilmiştir. Kayıtlara geçen şiddetli soğuk kışlar ve
kurak yazlar ve bunlara bağlı olarak tahıl ve sebze
üretiminde görülen kıtlık ile çeşitli bulaşıcı hastalıklarda
artış sosyal anlamda huzursuzluklara, mini isyanlara ve
göçlere neden olmuştur [10]. Son elli yılın kayıt ve
gözlemlerinde ise yıldan yıla değişen sıcaklıklar ve azalan
yağış miktarlarının güneydoğu Türkiye'de çölleşmeyi
hızlandırdığı, diğer bölgeler üzerinde ise çok ciddi
değişimlerin görülmediği anlaşılmaktadır.
Kuzey yarımküreyi ele alan makro ölçek iklim
modellerinde Türkiye'yi kapsayan bir veya iki hesaplama
noktası (grid point) yer almaktadır. Bu modeller Türkiye
için anlamlı bir tahminde bulunmamakta ancak Doğu
Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinde yüzyılın ortalarında ve
özellikle yaz aylarında sıcaklıkların 1.5-2OC artacağını
öngörmektedir. Yalnızca Türkiye'nin odak bölge olarak ele
alındığı model çalışmaları ise çok azdır ve bu çalışmalarda
da farklı emisyon senaryoları kullanılmıştır. A2
senaryosunun kullanıldığı ICTP RegCM3 model
sonuçlarına genel olarak bakıldığında, yüzyılın sonlarında
sıcaklık artışlarının Türkiye'nin güney batısında, özellikle
yaz dönemlerinde 6-7OC olabileceği tahmin edilmektedir.
O
O
Yaz döneminde sıcaklık artışları batıda 6 C, doğuda ise 4 C
civarındadır. Yaz devamı niteliğinde olduğundan, sonbahar
O
dönemlerinde sıcaklık artışları 4-5 C'i bulmaktadır. Kış ve
ilkbahar dönemlerinde ise sıcaklık artışları daha azdır (2.53OC). Aynı iklim modeli daha çevreci olan B2 senaryosu ile
çalıştırıldığında, yüzyılın sonlarına ve yaz döneminde
Türkiye'nin güneyinde (batıdan doğuya) sıcaklıkların
O
normalin 4 C üzerinde olacağı, kuzeyinde ise artışın 3O
3.5 C civarında görüleceği tahmin edilmektedir. Kış
aylarında ise sıcaklık artışı 2-3 OC mertebesindedir [11].
Sıcaklıklara kıyasla yağış öngörülerinde daha fazla
belirsizlik vardır. Aynı iklim modelinin A2 senaryosu
sonuçlarına göre yüzyılın sonlarında kış döneminde
Türkiye'nin kuzey bölgelerindeki yağışlar %10-%25
mertebesinde artarken; güneyde %20 -%60 azalmaktadır.
Yaz aylarında yağış açısından bugünkü ortalamalara göre
(1961-1990 ortalaması) bir değişiklik yoktur. İlkbaharda
Doğu Karadeniz bölgesinde %10-%40 yağış artışı
öngörülürken, güneyde %10 -% 20 civarında azalma vardır.
İlginç bir öngörü olarak sonbahar döneminde Türkiye'nin
Karadeniz kıyıları, doğu, güney ve güney doğusunun
tamamında %25-%50 yağış artışı vardır. B2 senaryo
simülasyonlarında, kış döneminde ve kuzey bölgelerde
yağış artışı daha belirgindir. Yıllık ortalamalara
bakıldığında A2 senaryosunda Türkiye'nin Karadeniz
bölgesi dışında bugüne göre daha az yağış alacağı, B2
senaryosunda ise kuraklığın ve yağış azlığının daha çok
Güneybatı Akdeniz bölgesinde kalacağı anlaşılmaktadır
[11]. Türkiye'nin güneydoğusu ve Orta Doğu'yu kapsayan
başka iklim modellerinin kullanıldığı (A2 senaryosu)
çalışmalarda da benzer sonuçlara varılmıştır. Özellikle
Doğu Akdeniz üzerinde oluşan alçak basınç sisteminin
Küresel İklim Değişikliği
zayıflaması ve aktivitesinin azalması, yağışlarda genel bir
azalma olacağını göstermektedir [12].
Sıcaklıkların artması, yağışların azalması doğal olarak
kuraklık ve kıtlığı akla getirmektedir. Modeller Doğu
Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerinde yüzyılın üçüncü
2
çeyreğine kadar 170,000 km lik bir alanın yağış azlığından
etkileneceğini öngörmektedir. Türkiye geneline
bakıldığında özellikle batı ve güney bölgelerde kuraklık
seviyesini gösteren kuraklık indisinin artması
öngörülmektedir [13]. Bu da toprak verimliliğinde azalış ve
çölleşme demektir. Güneydoğu Akdeniz'de özellikle çok
suya gerek duyan tahıllarda, legümlerde (mercimek) ve yaz
bitkileri (ayçiçek) sebze ve meyvelerinde rekolte azalışının
kaçınılmaz olması beklenmektedir [13,14]. Atmosferdeki
karbondioksit artışının gübreleyici etkisi bile bu düşüşü
engelleyememektedir. Kış ve bahar tahılı ve bitkilerinde ise
tam tersine rekolte artışı tahmin edilmektedir. Sıcaklık ve
yağış rejimlerindeki değişiklikler tahıl, sebze ve diğer
bitkilerin ekilme / dikilme zamanlarının değişmesi
sonucunu da doğuracaktır. Zeytin ile ilgili yapılan
modelleme çalışmalarında ise zeytin ağaçlarının
kuraklaşan bölgelerden çekilip yüksek irtifalı bölgelere
kayacağı öngörülmüştür [15].
İklim değişikliği ve ısınmanın global ölçekte kaygı
duyulan bir başka etkisi ise deniz seviyelerindeki yükselme
ve bazı kıyı bölgelerinin sular altında kalması öngörüsüdür.
8330 km mertebesinde kıyıya sahip Türkiye de nasibini
alacaktır. Yapılan modelleme çalışmalarında Göksu
Deltası, Göçek ve Amasra'nın hassas bölgeler olduğu ve
yükselecek su seviyelerinin bu bölgeleri olumsuz
etkileyeceği tahmin edilmektedir [16].
Sonuç
Bu yüzyılda insanlığın karşı karşıya olduğu en ciddi
sorunlardan biri, kuşkusuz küresel iklim değişikliğidir.
Birçok ülke bu sorunu öncelikler sıralamasında en başta
değerlendirmektedir. Türkiye'nin içinde bulunduğu Doğu
Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinin artacak sıcaklıklardan,
yağışlardaki azalmadan, kuraklık ve çölleşmeden ciddi
olarak etkileneceği öngörülmektedir. Karadeniz bölgesi
dışındaki bölgelerimiz özellikle yaz mevsiminde aşırı
sıcaklardan etkilenecek, kuraklıklar yaşanacaktır.
Önümüzdeki dönemlerde kent planlanmasında, tarımda,
sanayide ve enerji yatırımlarında sürdürülebilir su
kullanımı ve yönetiminin öncelikli olarak programlanması
gerecektir. Yüzyılın ortalarından itibaren gittikçe
zorlaşacak su teminini şimdiden öngörüp sürdürülebilir su
yönetimini plan ve politika olarak benimseyerek,
kullanılmış suların tekrar kullanımı ve deniz suyu ve
benzeri tuzlu suların tuzsuzlaştırılması gibi yöntemleri
ciddi olarak ele almak gereklidir.
Kaynaklar
[1]. Fleming, J.R. (1998) Historical Perspectives on
Climate Change. Oxford University Press, New York.
[2]. Callendar, G.S. (1958) On the amount of carbon
dioxide in the atmosphere.Tellus, 10, 243-248.
[3]. Keeling, C.D., Bacastow, R.B., Bainbridge, A.E.,
Ekdahl, C.A., Guenther, P.R., Waterman, L.S. (1976)
Atmospheric carbon dioxide variations at Mauna Loa
Observatory, Hawaii, Tellus, 28, 538-551.
[4]. Thoning, K.W., Tans, P.P., Komhyr, W.D. (1989)
Atmospheric carbon dioxide at Mauna Loa
Observatory 2. Analysis of the NOAA GMCC data,
1974-1985, Journal of Geophysical Research, 94,
8549-8565.
[5]. I P C C ( 2 0 0 1 ) T h i r d A s s e s s m e n t R e p o r t .
Intergovernmental Panel on Climate Change.
[6]. IPCC (2007) Fourth Assessment Report.
Intergovernmental Panel on Climate Change.
[7]. Tayanç, M., Karaca, M., Yenigün,O. (1997)
Urbanization effects on regional climate change in the
case of four large cities of Turkey. Journal of
Geophysical Research, 102, D2, 1909-1919.
[8]. Tayanç, M., Im, U., Doğruel, M. (2009) Climate
change
in Turkey for the last half century.
Climatic Change, 94, 483-502.
[9]. Black, E. (2006) The impact of North Atlantic
Oscillation on Middle East rainfall, International
Conference on Climate Change and the Middle East
Past, Present and Future, 20-23 November, Istanbul.,
Proceedings 39-45.
[10]. White, S.A. (2006) Climate change and crisis in
Ottoman Turkey and the Balkans, 1590-1710.
International Conference on Climate Change and the
Middle East Past, Present and Future, 20-23
November, Istabul., Proceedings, 391-409:
[11]. Gao, X., Giorgi, F. (2008) Increased aridity in the
Mediterranean region under greenhouse gas forcing
estimated from high resolution simulations with
regional climate model. Global and Planetary
Change, 62, 195-209.
[12]. Evans, J.P. (2009) 21st century climate change in the
Middle East, Climatic Change, 92, 417-432.
[13]. Giannakopoulos, C., Le Sager, P., Bindi, M.,
Moriondo, M., Kosopoulou, E., Goodess, C.M.
(2009) Climatic changes and associated impacts in the
o
Mediterranean resulting from a 2 C global warming.
Global and P l a n e t a r y C h a n g e , 6 8 , 2 0 9 - 2 2 4 .
[14]. Önol, B., Semazzi, F.H.M. (2009) Regionalization of
climate change simulations over the Eastern
Mediterranean. Journal of Climate, 22, 1944-1961.
[15]. Gutierrez, A.P. Ponti, L., Cossu, Q.A.(2009) Effects
of climate warming on olive and olive fly in California
and Italy. Climatic Change, 95, 195-217.
[16]. Özyurt, G., Ergin, A., (2009) Application of sea level
rise vulnerability assessment model on selected
coastal areas of Turkey. Journal of Coastal Research,
Sp. Iss., 56, 248-251.
Sayfa
35
Türkiye ve Sınıraşan Sular
Türkiye ve Sınıraşan Sular: Bir
İşbirliği Alanını Çok Boyutlu
Düşünmek
M. Özgür BOZÇAĞA, Dr. İpek ERZİ,
Prof. Dr. Ahmet M. SAATÇİ
5. Dünya Su Forumu Genel Sekreterliği
[email protected]
[email protected]
[email protected]
Sınıraşan sular, uluslararası ilişkilere, çerçevesi sadece
su paylaşımıyla şekillendirilemeyen bir ilişki alanı
yaratmaktadır. Makalede bu ilişki alanının, Türkiye'nin
sınıraşan suları özelinde, bir işbirliği alanına
dönüşmesine etki edebilecek faktörler irdelenecektir. Bu
faktörlerin; sınıraşan sular üzerine geliştirilen uluslararası
hukuk normları ve uluslararası kabul görmüş prensipler,
uluslarüstü yapılanmalar temelinde Avrupa Birliği Su
Çerçeve Direktifi ve güncel tartışmalar temelinde ise 5.
Dünya Su Forumu çıktıları aracılığıyla üç ana başlık
altında incelenmesi amaçlanmaktadır.
Sınıraşan Sular: Genel Bir Çerçeve
Siyasi sınırlar ile doğal kaynakların sınırları her zaman
uyumlu olmayabilmekte, örneğin, bir nehir bir ülkede
doğup başka bir ülkeye akarken, bir göl de birden fazla
devlet tarafından paylaşılabilmektedir. Siyasi sınırlar ile
ekolojik sınırların bu uyumsuzluğu, bugün dünya
üzerinde toplam 263 yüzeysel sınıraşan su havzasının
oluşmasına, birçok ülkenin su güvenliği için hayati önem
taşıyan yüzlerce akiferin farklı ülkelerce paylaşılması ve
tüm dünya nüfusunun yarısının yani yaklaşık 3 milyar
insanın da bu sınıraşan su kaynaklarından su ihtiyaçlarını
karşılamaları sonucunu doğurmaktadır.
Bir su kaynağı sadece bir ülkenin sınırları içerisinde
kaldığı zaman bile tek yönlü ve sadece yararlanma
amacıyla değerlendirilmemelidir. Bu nedenle bir su
kaynağının korunması ve yönetilmesi için izlenecek
yöntemlerin ekonomik, ekolojik, sosyal ve politik
boyutlarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Tek ülke sınırları içinde bulunan su kaynakları için
uygulanan bu çok yönlü yönetim anlayışının, birden fazla
ülke tarafından kullanılan su kaynaklarının yönetiminde
de uygulanması gerekliliği, sınıraşan suların karmaşık
yapısını ortaya çıkartmaktadır. Sınıraşan suların bu
karmaşık yapısı, ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların da
sebebi olabilmektedir.
Fakat olası anlaşmazlıklara rağmen, sınıraşan suların
ülkeler arasında ancak işbirliği yapılarak kullanılabilecek
tek doğal kaynak olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Aynı zamanda başka hiçbir doğal kaynağın ülkelerin
Sayfa
36
ekonomik ve sosyal gelişimi için bu kadar hayati bir
öneme sahip olmadığı ancak bu kaynağın gelişim için
kullanılabilmesinin, kıyıdaş ülkelerarası belirli
anlaşmalarla mümkün olabileceği göz önünde
bulundurulmalıdır.
Sınıraşan suların etkin kullanımı konusunda kıyıdaş
ülkelerin aralarında anlaşmalarının neredeyse zorunlu
olması, ülkelerarası işbirliği konusunda farklı
yaklaşımların öne çıkmasına yol açmıştır. Ancak siyasi
iradenin ülkelerarası işbirliği için yeterli seviyede
olmaması, geçmişe dayalı karşılıklı güven eksikliği ve
tarihsel arka plan, sınıraşan sular konusunda işbirliği
seçeneklerini sınırlayabilmektedir. Aynı zamanda bugüne
kadar sınıraşan sular üzerine dünya ülkeleri tarafından
üzerinde mutabakata varılmış bir anlaşma metni
oluşturulamaması da, bu olasılıkların geliştirilmesi ve
iyileştirilmesine imkân vermemektedir. Makale,
öncelikle, olası işbirliklerinin temelini ve geniş
mutabakatlı uluslararası anlaşmaların altyapısını
oluşturan uluslararası hukuk normlarının gelişim sürecini
inceleyecektir.
Sınıraşan Sular Üzerine Uluslararası Hukuk
Normlarının Dönüşümü
Ülkelerarası ilişkileri düzenleyen en önemli araçlardan
biri olan uluslararası hukuk; BM Şartı'nın ayrılmaz bir
parçası olan Uluslararası Adalet Divanı Statüsü'ne göre
kaynağını, hem uluslararası anlaşmalardan, hem gelenek
hukukundan, hem de uluslararası hukukun temel
prensiplerinin oluşturulduğu hukuk ilkeleri ve mahkeme
kararlarından almaktadır.1 Günümüzde uluslararası
hukukun sınıraşan sular alanında sahip olduğu mevzuat,
öncelikle 1966 yılında yayınlanan “Sınıraşan Suların
Kullanımına İlişkin Helsinki Kuralları”2 ve bu kurallar
ışığında oluşturulan ve 1997 yılında Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu'nda oylamaya sunulan “Uluslararası Su
Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımlarına İlişkin
BM Sözleşmesi”ne3 dayanmaktadır (Salman S. M.,
2007a). Elbette su, suya erişim ve suyun kullanımı
konusunda hem Birleşmiş Milletler nezdinde hem de
bölgesel ve ikili ilişkiler neticesinde birçok metin ortaya
çıkmış ve uluslararası hukuk normu sıfatını kazanmıştır
(International Water Law Project, 2009).4 Ancak bu iki
1
Uluslararası Adalet Divanı Statüsü 38(1) http://www.icj
cij.org/documents/index.php?p1=4&p2=2&p3=0
2
http://webworld.unesco.org/water/wwap/pccp/cd/pdf/educational_tools/c
ourse_modules/reference_documents/internationalregionconventions/hels
inkirules.pdf
3
http://untreaty.un.org/ilc/texts/instruments/english/conventions/8_3_1997
.pdf
4
UNECE (United Nations Economic Comission for Europe Birleşmiş
Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu) tarafından 1992 yılında kabul
edilen Helsinki Sözleşmesi, 1997 yılında kabul edilen Espoo Sözleşmesi
ve 2001 yılında kabul edilen Aarhus Sözleşmesi, uluslararası norm sıfatı
kazanmış anlaşmalara örnek gösterilebilir.
Türkiye ve Sınıraşan Sular
anlaşmanın sınıraşan sular konusunda temel kavramları
yaratması, hukuki sınırı bu iki metin üzerinden çizmemizi
daha sağlıklı kılacaktır.
1966 Helsinki Kuralları, Uluslararası Hukuk Birliği
(International Law Association - ILA) tarafından,
sınıraşan su kaynakları konusunda bulunan hukuki
boşluğu doldurmak amacıyla ve ülkelerin sınırları içinde
doğup başka ülkelere dökülen ve birden fazla ülkenin
paylaştığı su kaynaklarının kullanımı ve
değerlendirilmesi konusunda bir rehber olması amacıyla
hazırlanmıştır (Salman S. M., 2007b). Ancak Helsinki
Kuralları, sınıraşan sular üzerine ortaya çıkan uluslararası
hukuk metinlerine alt yapı hazırlamışsa da, herhangi bir
uluslararası kurum aracılığıyla yürürlüğe giren hukuki bir
metin olamamıştır. Aynı zamanda kurallar, günümüzde
sınıraşan sular tartışmalarında önemli bir yere sahip olan
akiferler (yeraltı su kaynakları) konusunda herhangi bir
madde içermemektedir (Varis, Tortajada, & Biswas,
2008). Bu durum Helsinki Kuralları'nın üzerine yeni
normların geliştirilmesini mecbur kılan etkenlerden biri
olmuştur.
90'lı yıllarda sınıraşan sular konusu tekrar uluslararası
gündemin üst sıralarına yerleşmiştir. 1992 yılında ilk defa
1966 Helsinki Kuralları'nın bir Birleşmiş Milletler
kurumu olan UNECE tarafından yeniden yorumlanması
mümkün olmuş ve “Sınıraşan Suların ve Uluslararası
Göllerin Kullanımı ve Korunması Sözleşmesi” veya diğer
adıyla Helsinki Sözleşmesi5, Birleşmiş Milletler Avrupa
Ekonomik Komisyonu tarafından kabul edilmiştir.
Bölgesel bir girişim olsa da Helsinki Sözleşmesi, Helsinki
Kuralları'nın sınıraşan sular konusundaki hükümlerini,
çevrenin korunması ve sudan faydalanan paydaşların
suyun yönetiminde söz sahibi olması gerekliliği
konularında genişlettiğini belirtebiliriz. Ancak Helsinki
Sözleşmesi, sınıraşan sular konusunda gelişen
uluslararası hukukun bir parçası olarak kabul edilse de,
üzerinde küresel bir mutabakat olmadığından, sınıraşan
sular konusunda oluşturulması gereken bütüncül hukuki
çerçeveyi çizmekten uzak kalmıştır.
1966 yılında Helsinki Kuralları'nın ortaya çıkmasının
ardından, bölgesel inisiyatiflerle birlikte Birleşmiş
Milletler de, 1970 yılında kendi bünyesinde çalışan
Uluslararası Hukuk Komisyonu'na, Helsinki Kuralları
üzerinden ilerleyerek, suyun uluslararası düzeyde
kullanımı konusunda bir rehber ve hukuki normlar bütünü
hazırlamasını talep etmiştir (Varis, Tortajada, & Biswas,
2008). 24 yıl süren uzun çalışmanın ardından hazırlanan
belge, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na sunulmuş ve
Konvansiyon, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 1997
yılında kabul edilerek imzaya açılmıştır. Konvansiyon'un
sınıraşan sular hukukuna getirdiği en önemli katkı, “hakça
5
http://www.unece.org/env/water/text/text.htm
ve makul kullanım” (equitable and reasonable
utilization) ve “belirgin zarar” (significant harm)
prensiplerini temel ilke olarak ortaya koymasıdır (UN
Water, 2008). Bu iki temel prensibe göre, tüm kıyıdaş
ülkeler sınıraşan suları hakça ve makul bir şekilde ve diğer
kıyıdaş ülkelere belirgin zarar vermeden kullanma
hakkına sahiptir. Bu prensipler aslında 1992 yılında kabul
edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio
Deklarasyonu'nun6 2. maddesinde belirtilen, ülkelerin
başka ülkelere zarar vermemek koşuluyla doğal
kaynaklarını kullanma konusunda egemenlik sahibi
olduğu ilkesiyle uyumlu gözükmektedir. Konvansiyon
bunun yanında kıyıdaş ülkeler arasındaki
anlaşmazlıkların öncelikle ülkelerin kendileri arasında
görüşmelerle çözülmesi gerektiğini belirtmekte fakat bu
anlaşmazlıkların çözümlenememesi durumunda,
konunun Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na
taşınmasına ve nihai çözümün bir uluslararası
mahkemede sağlanmasına olanak tanımaktadır. Bu durum
haksızlığa uğradığını iddia eden ülkeler için uluslararası
hukuk yolunu açarken aynı zamanda bu ülkelerin, sorunu
ikili veya çoklu ilişkilerle çözme yolunu tercih
etmesinden ziyade, yaptırım gücü sınırlı olan bir yola
meyledilmesine ve gerçek çözümden uzaklaşılmasına da
sebep olabilir. Aynı zamanda Adalet Divanı gibi bir
üçüncü tarafın çözüm sürecine müdahale etmesi,
sınıraşan sular müzakerelerinde esas kabul edilen ve tüm
paydaşların faydalandığı, kazan-kazan durumuna erişimi
engelleyecek ve mutlaka bir tarafın suçlu bulunmasına ve
mahkum edilmesine sebep olacaktır.
Konvansiyonun yürürlüğe girmesi için BM Genel
Kurulu'nda temsil edilen 192 ülkeden 35'i tarafından
imzalanması ve onaylanması gerekmektedir. Bu noktada
önemle belirtilmesi gereken konu, konvansiyonun
yürürlüğe girmesi için gereken 35 ülkenin imzasını henüz
tamamlayamamış ve 12 yılda sadece 22 ülke tarafından
imzalanmış olmasıdır. Geçen süre içerisinde konvansiyon
sınıraşan sular konusunda uluslararası hukukun en önemli
parçalarından biri haline gelmiş ve ikili veya çoklu
müzakerelerin büyük kısmında referans gösterilen hukuki
bir metin olmuştur (UN Water, 2008) (Varis, Tortajada, &
Biswas, 2008). Ancak kabulünün ardından geçen 12 yıllık
dönem içerisinde yürürlüğe girememiş olması,
konvansiyonun meşruiyetine ve günümüz su sorunlarına
yanıt verebilme kapasitesine olan inanca gölge
düşürmektedir (Dellapenna, 2006).
Konvansiyonun meşruiyetinin sorgulanır olması,
dünyanın güncel su sorunlarına kısmen cevap verebilmesi
ve çözüme yönelik bütünlüklü bir yapısının olmaması,
sınıraşan sular üzerine yaratılan uluslararası hukuk
6
http://www.unep.org/Documents.Multilingual/Default.asp?documentid=7
8&articleid=1163
Sayfa
37
Türkiye ve Sınıraşan Sular
normlarının geliştirilmesi için arayışların devam etmesine
sebep olmuştur. Bu sebeple 1966 yılında Helsinki
Kurallarını oluşturan Uluslararası Hukuk Birliği, 2004
yılında, “Su Kaynakları Hakkında Berlin Kuralları”
(Salman S. M., 2007a) isimli bir metin ortaya çıkarmıştır.
Bu metin sınıraşan sular konusunda hukuk normu yaratan
önceki metinler gibi sadece sınıraşan suları değil, tüm su
kaynaklarını kapsayan bir yaklaşımla hazırlanmıştır
(Dellapenna, 2006). Berlin Kuralları, Helsinki
Kurallarının üstünden geçen 40 yılda gelişen uluslararası
insan hakları, uluslararası çevre hukuku, savaş ve silahlı
çatışma ile ilgili insani hukuk normlarını dikkate alarak,
suyun hem ulusal hem de uluslararası kullanımını
bütüncül bir çerçevede incelemeye çalışmıştır
(Dellapenna, 2006). Berlin Kuralları, aynı zamanda
sınırdaş ülkelerin suyun üzerinde eşit hakları olduğunu
vurgulayan suyun hakça ve makul “kullanımı” prensibini,
suyun hakça ve makul “yönetimi” olarak değiştirmiş ve
“belirgin zarar” prensibi ile eş seviyede tutmuştur
(Salman S. M., 2007a). Böylelikle suyun sadece
kullanımından ziyade, su kaynaklarının korunması,
düzenlenmesi ve kontrolünün de düşünülmesi gerektiğini
ortaya koymuştur. Böylelikle son yıllarda sınıraşan sular
için önemli bir yönetim mekanizması olan Entegre Havza
Yönetimi mantığına yakınlaşmıştır. Berlin Kuralları bir
uluslararası hukuk normu olarak bağlayıcı bir nitelik
taşımasa da, sınıraşan sular ile ilgili normlar konusunda
önümüzdeki yıllarda ortaya çıkabilecek olası gelişim
alanlarını göstermesi açısından önemlidir.
Dünyada sınıraşan sular üzerine yaratılmaya çalışılan
uluslararası hukuk normlarının bir devinim içerisinde
olduğu ve 1966 Helsinki Kuralları üzerinden ilerleyen ve
onu geliştirmeye çalışan metinlerin zaman içerisinde,
evrilerek ortaya çıktığını görmekteyiz. Artan su sorunları
ve Berlin Kurallarıyla birlikte, su ve suya ilişkin konuların
bütünlüklü bir şekilde ele alınması için gayret
gösterildiği, su kaynakları yönetiminde sınıraşan veya
ulusal su ayrımının ortadan kalktığı ve havza bazında
sudan doğrudan faydalanan paydaşların suyun
yönetimine katıldığı bir yaklaşımın ortaya çıktığını
söyleyebiliriz.
AB Su Çerçeve Direktifi
Uluslararası çevre ve su normlarının gelişme gösterdiği
bir dönemde, bölgesel anlamda da normların bütünlüklü
bir yapıda ele alınması gerektiği anlaşılmıştır. 90'lı
yıllarda, sınıraşan sular konusunda 1992 Helsinki
Sözleşmesi'nin, sınıraşan çevresel etkiler konusunda
Espoo7 ve çevresel etkilerin kamuoyuyla paylaşılması ve
paydaşların karar alma mekanizmalarına katılımı
konusunda Aarhus8 Sözleşmeleri'nin UNECE çatısı
7
http://www.unece.org/env/eia/eia.htm
http://www.unece.org/env/pp/
8
Sayfa
38
altında oluşmasının ardından Avrupa Birliği bu
anlaşmaları çevre müktesebatına dahil etmiştir. 2000
yılında ise, tüm bu anlaşmaların getirdiği sorumluluk ve
hakların tek bir anlaşma dahilinde formüle edilmesi
amacıyla, AB Su Çerçeve Direktifi (SÇD)9 Avrupa
Komisyonu tarafından onaylanmıştır. AB müktesebatı
konusunda suyla ilgili düzenleyici mevzuat olan SÇD'nin
temel amacı, 2015 yılına kadar tüm AB su kaynaklarının
“iyi durum”a (good status) gelmesidir.10 Direktif tüm su
kaynaklarını bütüncül bir yapıda ele almış ve bu su
kaynakları için temel değerlendirme kriterini suyun
“durumu” yani kalitesi olarak belirlemiştir. Böylelikle
suyun miktarı, su kaynaklarının değerlendirilmesinde ve
yönetilmesinde önemini korusa da, SÇD kapsamında
nispeten ikinci planda kalmış, suyun kalitesi kavramı öne
çıkmıştır. Bu durum Avrupa Birliği içerisinde özellikle
kuzey ülkelerinin su kıtlığı yaşaması tehlikesinin
olmaması, fakat birçok su kaynağının yoğun kirlilik
tehdidi altında bulunmasıyla açıklanabilir (Bilen, 2009).11
Direktif, AB sınırları içerisinde önemli bir su kaynağı
olan sınıraşan suların yönetimi ve olası sorunların çözümü
konusunda da hükümler içermektedir. Dünyadaki toplam
263 sınıraşan suyun 69'unun AB sınırları içerisinde
bulunması ve suyun kalitesi konusunda sınıraşan sular
özelinde, özellikle Ren ve Tuna havzalarında yaşanan
sorunlar (Bilen, 2009), direktifin üye ülkelerdeki
sınıraşan sular konusuna da eğilmesine yol açmıştır.
Direktif, sınıraşan sular konusunda havza bazında
çözümlerin geliştirilmesini amaçlamıştır. Buna göre birlik
içerisinde üye ülkeler arasında akan suların başarılı ve
etkin denetimi entegre havza yönetimi ile mümkün olacak
ve böylece öncelikli hedef olan havza bazında
ekosistemlerde sürdürülebilirlik sağlanmış olacaktır.
Direktifin ekosistemlerin korunmasına öncelik vermesi
de, Berlin Kuralları özelinde de bahsedilen günümüzde
sınıraşan sular konusundaki genel yaklaşımın temeli olan
'su kullanımı'ndan 'su yönetimi'ne doğru gelişen eğilimin
yansıması olarak görülebilir.
Direktif, üye ülkeler arasında sınıraşan sular konusunda
işbirliği Avrupa Komisyonu'nun kolaylaştırıcı rolü
üstlenebileceği (SÇD Madde 3) ve anlaşmazlık
durumlarından vakanın çözümü için Komisyon'a
başvurulabileceğini belirtmektedir (SÇD Madde 12).
Komisyon müdahalesinin zorunlu olmaması ve sorunların
çözümünde önceliğin üye ülkelere bırakılması, direktifin
9
http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=
CELEX:32000L0060:EN:HTML
10
http://ec.europa.eu/environment/water/waterframework/info/intro_en.htm
11
Direktifin Komisyon tarafından kabul edilmesi sırasında altyapı sorunları
yaşayan ve 2004 yılında üye olan Doğu Avrupa ülkelerinin karar alma
mekanizmaları içinde bulunmaması ve suyu yoğun olarak tarımsal üretim
için kullanan Güney Avrupa ülkelerinin taleplerinin Direktife yeterince
yansıtılmaması, Direktif'in AB içerisindeki bölgesel farklılıklar sonucu
oluşan sorunlara cevap verememesine sebep olmuştur.
Türkiye ve Sınıraşan Sular
sınıraşan sularla ilgili gelişen ve çözümü uluslararası
karar mercilerinden ülkeler seviyesine indiren
uluslararası normlarla uyumunu sağlamaktadır.
AB dahilindeki sınıraşan suların büyük çoğunluğu yine
AB sınırları içerisinde denize dökülse de, AB sınırları
içerisinden doğup, Rusya, Ukrayna ve Belarus sınırları
içerisine dökülen sular da mevcuttur. Direktif
çerçevesinde bu ülkelerle yeni üye olan Doğu Avrupa
ülkeleri arasında ilgili sınıraşan sular üzerine ikili ve üçlü
müzakereler sürmektedir. Bu manada, 2004 yılında üye
olan 10 yeni üyenin AB'nin sınıraşan sularla ilgili idari ve
hukuki çerçevesini etkilemediğini söyleyebiliriz. Aynı
durum Bulgaristan ve Romanya'nın üyeliği ve aday ülke
olan Hırvatistan'ın muhtemel üyeliği için de geçerlidir.
Doğu Avrupa ve Balkanlar'da olası bir genişlemenin
sınıraşan sular konusunda ciddi bir algı değişikliğine yol
açmayacağı söylenebilir. Ancak Türkiye'nin üyeliği birlik
sınırları içinde doğup sınır dışına dökülen nehirleri içeren
geniş havzaların AB müktesebatıyla yönetilmesi
ihtimalini doğuracaktır. Fırat Dicle, Aras Kura, Asi,
Çoruh gibi sınıraşan havzalar daha önce benzer havzalara
sahip olmayan AB sınırlarına dahil olacak ve SÇD'nin
sınıraşan sular yönetimi konusundaki uygulamalarına
yeni pencereler açılmasına yol açacak bir ortam
oluşacaktır.
Birlik müktesebatının tamamı, tüm üye ülkeler için
bağlayıcı olduğundan, Türkiye AB'ye üye olması halinde
sınıraşan sular konusunda SÇD'ye uygun hareket etmekle
yükümlü olacak ve UNECE çatısı altında kabul edilip AB
müktesebatının bir parçası haline gelen Helsinki, Espoo
ve Aarhus Sözleşmelerini de iç hukukunun parçası haline
getirecektir. Ancak SÇD ve ilgili anlaşmalar Türkiye'nin
bu alanda ve özellikle Fırat ve Dicle havzasında işbirliği
yapması gereken ülkeler için bağlayıcı bir nitelik
taşımayacak, onları belirli yükümlülükler altına
sokmayacaktır.
Güncel Tartışmalar ve 5. Dünya Su Forumu
Sınıraşan suların yönetimi konusunda uluslararası ve
uluslarüstü yaklaşımlarda yeni arayışların ortaya çıktığı
bir dönemde 16-22 Mart 2009 tarihleri arasında
İstanbul'da 'Farklılıkların Suda Yakınlaşması' temasıyla
gerçekleştirilen 5. Dünya Su Forumu güncel tartışmaların
algılanabilmesi ve sınıraşan sular alanındaki yönelimlerin
analiz edilebilmesi için önemli bir fırsat olmuştur.
'Farklılıkların Suda Yakınlaşması' ana teması, belki de
en çok sınıraşan sular konusu üzerinden yankı buldu ve
sınıraşan sular konusunda farklı yaklaşımları olan,
geçmişte ve belki halen sorunlar yaşayan birçok ülke,
sorunların çözümü yaklaşımlarını forumun farklı
süreçlerinde ortaya koydular. Bunun yanında sınıraşan
sular konusunda çözüm olanaklarının geliştirilmesinde
etkili bir rol oynamayı amaçlayan UNESCO12 ve INBO13
gibi kurumlar ve diğer ilgili uluslararası kurumlar da
fikirlerini forumda paydaş devletlerle ve dünya su
kamuoyuyla paylaştılar. Forum, konu hakkında sesini
duyurmak ve çözüm yollarını paylaşmak isteyen herkes
için ortak bir platform haline geldi.
Forum'un üç ana süreci olan Siyasi, Tematik ve
Bölgesel süreçler içerisinde sınıraşan sular konusu
birbirinden farklı şekillerde ele alındı. Aynı zamanda 22
Mart 2009 tarihinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler
Dünya Su Günü'nün de odağı sınıraşan sular konusu oldu.
Siyasi Süreç dahilinde özellikle Bakanlar Süreci'nde,
sınıraşan sular konusuna atfen su politikalarını
oluşturanlar tarafından işbirliğinin öne çıkarıldığı bir
yaklaşım sergilenmiştir. Bölgesel Süreç'te ise özellikle
Arap Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi toplantısında
önemli miktarda su kaynağının sınıraşan özellikte olması
sebebiyle konuya özel ilgi göstermiştir.
Forumun Tematik Süreci dahilinde sınıraşan sular
konusu “Su Kaynaklarının İnsani ve Çevresel İhtiyaçlar
için Yönetimi ve Korunması” isimli 3. Tematik Alan
altında, “Havza Yönetimi ve Sınıraşan İşbirliği”
başlığıyla toplam beş oturumda tartışılmıştır. Bu beş
oturum:
1) Oturum 3.1.1: Sınırsız Havzalar: Suda dayanışmanın
başarı ve başarısızlıkları nelerdir?
2) Oturum 3.1.2: Paydaşlar havza yönetimi ve sınıraşan
sularda işbirliğine nasıl dahil olabilir?
3) Oturum 3.1.3: Sınıraşan yüzey ve yer altı kaynakları
konusunda sürdürülebilir ve adil bir işbirliğine nasıl
ulaşılabilir?
4) Oturum 3.1.4: Sınıraşan sular ve sağlıklı havza
yönetiminin elde edilmesine yönelik operasyonel
araçlar nelerdir?
5) Oturum 3.1.5: Sonuç ve özet oturumu.
Birinci oturum olan 3.1.1'de, Prut Havzası, Meksika ve
Amerika arasındaki havzalar, Fransa örneği ve
Ortadoğu'daki sınıraşan sularla ilgili vaka analizleri
sunulmuş ve özellikle İsveç ve Meksika'dan gelen
temsilciler, “suda dayanışma” (water solidarity)
prensibinin sınıraşan sular konusundaki faydalarını
açıklamıştır. Her ne kadar su kaynakları üzerinde
ülkelerin tam egemenlik sahibi olduğu fikrine bir
alternatif olarak sunulan suda dayanışma kavramı
hakkında, bir AB üye ülkesi olan Fransa'nın sınıraşan su
havzaları gibi paydaş ülkeler arasında belirli bir seviyede
işbirliğinin bulunduğu havzalar dahilinde yarattığı
faydalar sıralanmışsa da, farklı koşullara sahip ve öncül
12
United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu,
http://portal.unesco.org/en/ev.phpURL_ID=29008&URL_DO=DO_TOPIC&URL_SECTION=201.html
13
International Network of Basin Organizations Uluslararası Havza
Örgütleri Ağı, http://www.riob.org/friobang.htm
Sayfa
39
Türkiye ve Sınıraşan Sular
bir işbirliğinin olmadığı havzalar için suda işbirliği
konusunun uygulanabilirliğinin sorgulanamadığı
gözlemlenmiştir.
Havza yönetim planlamasına paydaşların katılımının
tartışıldığı ve birinci oturuma benzer şekilde yine
vakaların sunulduğu 3.1.2 oturumunda paydaş katılımının
sadece iyi yönetişim (good governance) pratikleriyle elde
edilecek kurumsallaşmayla mümkün olabileceği görüşü
paylaşılmıştır. Bu kurumsallaşma sürecinin önemli bir
parçası olan Nehir Havza Organizasyonları'nın (NHO'lar,
River Basin Organizations-RBOs), paydaş katılımındaki
rolü önemle vurgulanmıştır. Aynı zamanda sınıraşan
havza yönetimde kıyıdaş ülkelerin kurulmasına öncülük
edeceği NHO'ların önemine istinaden, havza yönetimine
doğrudan dahil olmayan üçüncü tarafların, paydaş olarak
sürece katılımı tartışılmıştır.
Yüzeysel ve yeraltı su kaynakları üzerine geliştirilecek
işbirliğinin sürdürülebilir ve adil bir şekilde
sağlanmasının nasıl mümkün olabileceği hakkında
görüşlerin belirtildiği 3.1.3 oturumunda; dünyanın en
büyük sınıraşan havzalarından Güney Mekong
bölgesindeki ülkelerin işbirliği, Avrupa Birliği'nin
uluslarüstü yapılanması içerisinde yürürlüğe konan
sınıraşan sularla ilgili bazı ikili anlaşmaların ve Çad
Havzası gibi tehlike arz eden ekosistemlerde sınıraşan
bilgi alışverişi gibi, dünyanın farklı bölgelerindeki
örnekler sunulmuştur. Oturumda, önceki iki oturumda
vurgulanan havza bazında yönetim anlayışının çok yeni
bir anlayış olduğu, ancak artık sınıraşan sular yönetimi
için bir kural haline geldiği, hakça ve sürdürülebilir bir su
yönetimi için temel prensip olduğu belirtilmiştir. Ancak
havzayı oluşturan ülkeler arasındaki farklılıkların göz ardı
edilmemesi gerektiği, bilakis bu farklılıkların taraflarca
kabul edilmesinin eşit su paylaşımı anlayışından, hakça su
kullanımını anlayışına geçiş için elzem olduğu ortaya
konmuştur. Farklılıkların kabul edildiği ikili veya çok
taraflı ilişkilerde tarafların her şeyden önce birbirlerine
güven duymaları ve siyasi iradenin teşvik ettiği
ülkelerarası işbirliğinin teknik işbirliği ile eş zamanlı
yürütülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Aynı zamanda
ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde şeffaf olmaları
gerektiği, bilgi ve veri paylaşımının yanı sıra
kamuoylarının da tüm taraflarca bilgilendirilmesinin
işbirliğini güçlendireceği belirtilmiştir.
3.1.4 ise sınıraşan sularda etkin bir yönetim için
kullanılacak araçların irdelendiği bir oturum olmuştur.
Oturumda etkin yönetim için öne sürülen temel araç ise
son yıllarda havza yönetimiyle birlikte su konusunda öne
çıkan bir başka kural olan entegre su kaynakları yönetimi
(ESKY) yaklaşımı olmuştur. Oturumda ESKY'nin
uygulanabilmesi için su yönetimi üzerine görev ve
sorumlulukların paylaşıldığı hem kurumsal hem de yasal
çerçevenin parçalanmış yapısının giderilmesi gerektiği;
aynı zamanda endüstri, tarım ve hidroelektrik gibi farklı
Sayfa
40
sektörlerde su yönetimi için var olan farklı kurumların ve
farklı yasaların bütünleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Tematik süreçte sınıraşan sular ile ilgili yapılan dört
oturum, süreç içerisinde sunum başvuru sayısının en
yüksek olduğu oturumlar olmuştur. Bu da konu
hakkındaki yoğun ilginin ve dünyanın farklı
bölgelerindeki farklı vakaların bu platforma taşınması
için gösterilen çabayı özetler niteliktedir. Ancak bu açık
platformda sunulan vakaların derinlemesine analizini
yapmak her zaman mümkün olmamış, çoğu zaman
vakaların içeriği ile ilgili yorum yapabilmek ve
tartışmalara katılabilmek için, konular hakkında
önbilgiye sahip olunması gerektiği gözlemlenmiştir.
Güçlü siyasi irade yukarıda belirtildiği üzere, foruma
katılan birçok kişi tarafından sınıraşan suların başarılı
yönetimi için en önemli önkoşullardan biri olarak
sunulmuştur. Bu durum, su konusunda yaşanan sorunların
siyasi gündem maddeleri arasında üst sıralara
yerleşmesini amaçlayan Forum Siyasi Süreci'nin
önemini, sınıraşan sular konusu özelinde kat be kat
artırmaktadır.
Dört farklı süreç içeren 5. Dünya Su Forumu Siyasi
Süreci dahilinde, Devlet Başkanları Zirvesi sonucunda
“Devlet Başkanları İstanbul Su Bildirisi” (Istanbul
Declaration of Heads of States on Water), Bakanlar Süreci
sonucunda “İstanbul Bakanlar Bildirisi” (Istanbul
Ministerial Statement) ve “İstanbul Su Rehberi” (Istanbul
Water Guide), Parlamenterler Süreci sonucunda “Su İçin
Parlamentolar Bildirisi” (Parliaments for Water
Statement), Yerel İdareciler Süreci sonucunda ise
“İstanbul Su Mutabakatı” (Istanbul Water Consensus)
açıklanmıştır. Forum Siyasi Süreci, Türkiye tarafında
T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetilmiştir ve
belirtilen dokümanlar forum öncesi bakanların,
politikacıların, konu uzmanlarının, ulusal ve uluslararası
kurum temsilcileri ile davetli diğer paydaşların da
katılımıyla gerçekleştirilen toplantılarda yapılan
müzakereler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu dokümanlar
forum sonrasında “Global Water Framework” başlığı ile
Dünya Su Konseyi, 5. Dünya Su Forumu Genel
Sekreterliği ve T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından
yayınlanmıştır (World Water Council; 5th World Water
Forum Secretariat; Turkish Ministry of Foreign Affairs,
2009). Forumun siyasi sürecinin en önemli çıktılarından
biri olan ve politika yapıcılara bir rehber görevi görmesi
umulan İstanbul Su Rehberi'nde (ISR) sınıraşan suların ve
havzaların yönetiminde işbirliği başlığı altında bulunan
maddeler aşağıda yorumlanmıştır.14
Siyasi Süreç içerisinde uluslararası sınıraşan sular
normlarını oluşturan temel prensiplere doğrudan atıf
yapılmamıştır. Ancak 58. Madde'de ülkeler arasında
14
ISR'nin ilgili maddeleri resmi tercüme değildir.
Türkiye ve Sınıraşan Sular
yapılacak işbirliklerinin, bu hukuki metinleri de kapsayan
uluslararası kabul görmüş ilkelere uygun olması gerektiği
belirtilmiştir. Böylelikle Bakanlar Süreci ilgili tüm
prensiplere ve anlaşmalara birebir atıf yapmamış ancak
dolaylı olarak günümüzde sınıraşan sular ilişkilerini
şekillendiren tüm bu prensipleri kapsayan uluslararası
normlar bütününe atıf yapmıştır.
ISR 58. “Yüzeysel ve yer altı sınıraşan suların en uygun
şekilde kullanımı ve etkin korunumu ancak kıyıdaş
ülkeleri uluslararası düzeyde kabul edilen prensiplere
uygun işbirliğine girmesiyle sağlanır.[...] Sınıraşan
suların faydalarının tüm kıyıdaş ülkelere sunulabilmesi
için ortak çaba gösterilmesi gerekmektedir. Fakat bu
durum ancak kıyıdaş ülkeler arasında yoğun diyalog,
karşılıklı güven ve anlayış ile mümkün olabilir.”
97 Konvansiyonu'nun sınıraşan akiferler ve yeraltı
sularının yönetimi hakkında herhangi hüküm içermemesi,
daha önce açıklandığı üzere konvansiyonun zayıf
noktalarından birini oluşturmaktadır. 2008 yılında BM
Genel Kurulu'nda kabul edilen 63/124 No'lu “Sınıraşan
Akiferler Kanunu”15 neticesinde bu alanda uluslararası
düzeyde bir düzenlemeye gidilmiştir. ISR'nin 57.
Maddesi de yukarıda belirtildiği üzere hem yüzey, hem de
yeraltı sularının yönetimi için uluslararası hukuku rehber
göstermektedir. Ayrıca şu anda sınıraşan suların farklı
boyutlarına cevap verebilecek yeterli hukuki ve siyasi
yapının da var olmadığını 57. Madde’de belirtmiştir.
ISR 57. “Ulus devlet egemenliği, güvenlik, su hakları,
nüfus, ekonomi, kültür ve ekosistemler gibi konuları
içeren sınıraşan suların uluslararası boyuttaki karmaşık
yapısını taşıyabilecek hukuki, siyasi ve kurumsal
altyapının eksikliği zafiyeti bulunmaktadır.”
Bunun yanında tematik süreçte paydaş katılımının
sağlanması için önemli bir araç olarak nitelenen Nehir
Havzası Organizasyonları, ISR tarafından ülkelerarası
işbirliğini ve karşılıklı güven ortamını geliştiren bir etmen
olarak tanımlanmıştır.
ISR 60. “ [ ... ] Nehir Havzası Organizasyonları
işbirliğinin, karşılıklı anlayışın ve güven ortamının
gelişmesini sağlarken; aynı zamanda kıyıdaş ülkeler
arasında eşgüdüm sağlanması, veri ve bilgi aktarımı ve
ortak programların ve projelerin uygulanabilmesine
olanak sağlar.”
Bunun yanında tematik sürecin vurguladığı paydaş
katılımının, anlaşmazlıkların çözümünü amaçlayan
müzakerelerde katılımcı bir sürecin oluşturulmasındaki
etkisi, "Paydaşların çıkarlarının dikkate alınması" başlıklı
ISR'nin 64. Maddesi'nde de ortaya konmuştur.
Güncel bir eğilim olan ve ekolojik sürdürülebilirliği de
kapsayan sınıraşan suların 'kullanımı'ndan 'yönetimi'ne
geçiş yaklaşımı ISR'nin 61. Maddesi’nde benimsenmiştir.
15
http://daccess-ods.un.org/TMP/5693847.html
ISR 61. “Sürdürülebilir ve bütüncül bir su yönetimine
ulaşmak için hakkaniyet, ekonomik verimlilik ve çevresel
sürdürülebilirliğin amaçlanması ve paydaşlar dahil
herkesin kazançlı çıkması gerekmektedir.”
58. Madde'de sınıraşan suların faydalarından
yararlanmak için işbirliği önkoşulunu ortaya koyan ISR,
"Birbirleriyle uyumlu entegre su yönetimi planlarının
geliştirilmesi" başlıklı 62. Madde'de de, Rio
Deklarasyonuna atıf yaparak, kıyıdaş ülkelerin su arz ve
talep yönetim planlarının uyumlulaştırmalarını tavsiye
ederek, işbirliği konusunda somut bir uygulamayı
ülkelerin rehber edinmelerini amaçlamıştır.
ISR 62. “Kıyıdaş ülkeler Rio Deklarasyonu'un 2.
Maddesi'ni göz önünde bulundurarak su arz ve talep
yönetim planlarını, su kaynaklarının en uygun şekilde
kullanımı ve sürdürülebilir su döngüsü yönetimi için,
uyumlulaştırmalıdır.”
Bununla birlikte tematik süreçte 3.1.4'te vurgulanan
sınıraşan havzaların sürdürülebilir yönetimi için Entegre
Su Kaynakları Yönetimi kullanımı, ISR'nin 62.
Maddesi’nde dolaylı olarak, "Entegre Su Kaynakları
Yönetimi süreçlerinin uygulamalarını desteklemek"
başlıklı 63. Madde'de ise doğrudan sınıraşan suların en
etkin şekilde sürdürülebilir şekilde kullanımı için tavsiye
edilmiştir.
Entegre Su Kaynakları Yönetimi'nin
uygulanabilirliğini ve etkinliği artırabilecek, sınıraşan
veri aktarımı, ortak altyapı kullanımı ve ortak araştırma ve
geliştirme uygulamaları, ISR'nin "Sınıraşan izleme ve veri
alışverişinin teşvik edilmesi" başlıklı 65., "Altyapı ve
faydalarının paylaşımı ve ortak finansman" başlıklı 66. ve
"Sınıraşan sular konusunda araştırma ve eğitim teşvik
edilmeli" başlıklı 67. Maddeleri'nde işlenmiştir. Ancak
Tematik Süreç'in sınıraşan sular ile ilgili oturumlarında bu
konularda herhangi bir öneri veya bir uygulama örneği
sunulmamıştır.
Entegre Havza Yönetimi yaklaşımı ile sınıraşan su
havzalarındaki tüm paydaşların bu çözüm sürecine
katılmaları ve çözümün ardından kurulacak denetim
mekanizmalarının içinde aktif olarak rol almaları
sağlanmalıdır. Ancak paydaş katılımı için paydaşlar arası
iletişim kanallarının açılması ve karşılıklı güven
ortamının sağlanması gerekmektedir.
Siyasi Süreç çıktıları, sürece dahil olan tüm ülkelerin
birlikte oluşturduğu ve her ülkenin kendi yaklaşımını
yansıtmaya çalıştığı metinler olmuştur. Bu özelliği ile
metinler farklı bölgelerde, farklı ülkelerin yaklaşımlarını
bütünleştiren bir yapıya sahiptir. Bunun yanında Tematik
Süreç'te yapılan sunumlar, sadece sunumları yapan
kişinin veya kurumun yaklaşımını yansıtmış ve bu
sebeple konuya çok boyutlu bakılmasına ve sorunun,
diğer paydaşlarının bakış açılarının katılımcıları ile
paylaşımına sınırlı ölçüde imkân vermiştir.
Sayfa
41
Türkiye ve Sınıraşan Sular
Forum Tematik Sürecini temel alarak yapılandırılan
Siyasi Süreç'te ve özellikle Bakanlar Süreci'nde sınıraşan
sular konusu tıpkı Tematik Süreç'te olduğu gibi kıyıdaş
ülkelerarası işbirliğinin arttırılması hedeflenerek
tartışılmıştır. Ayrıca Tematik Süreç'in içeriğinden farklı
olarak Siyasi Süreç, sınıraşan sular konusunda etkin su
yönetimi için yapılması gerekenleri, özellikle Bakanlar
Bildirisi'nde ve İstanbul Su Rehberi dahilinde bütünlüklü
bir yapıda belirtmiştir. Tematik Süreç ise vakaların
durumu hakkında bilgileri vakaya özel çözüm önerileri ile
bağdaştırmış, ancak çözüm önerileri bütünlüklü bir
yapıya evrilmemiştir. Bu minvalde başarılı uygulama
örnekleri için başarı sebepleri sıralanıp diğer sınıraşan
sular konusunda bir tavsiyeye dönüşürken, başarısız
uygulamalar hakkında sebepler sorgulanmamış, çözüm
önerileri tartışmaya açılmamıştır.
Sonuç
Sınıraşan suların yönetimi konusunun küresel bir sorun
olduğu ve dünyanın her bölgesinde bu konuda farklı
örneklerin bulunabileceği aşikârdır. Forumda sınıraşan
sular için işbirliği konusunda kalıcı çözümlerin yerel
çerçevede, kıyıdaş ülkeler arasında geliştirilmesi
gerektiği genel kabul gören söylemlerden biri olmuştur.
Bu nedenle Forum Tematik Süreci'nde birçok vakanın
sunumunda belirtildiği üzere sınıraşan sular üzerinden
geliştirilecek uluslararası anlaşmalar vasıtasıyla bazı
ülkelerin veya uluslararası kuruluşların, çözüm amacıyla
kıyıdaş ülkeler arasındaki müzakerelere, taraflar arasında
ciddi bir güç asimetrisi olmadığı sürece müdahil
olmamaları gerektiğidir. Çözüm ve işbirliği
müzakerelerinde önceliğin kıyıdaş ülkeler arasında
gelişecek ikili veya çoklu ilişkilere verilmesi gerektiği
Siyasi Süreç tarafından da kabul edilen bir prensiptir.
Bunun yanında her ne kadar çözüm ve işbirliği için
kıyıdaş ülkelerin istişare ve müzakereleri esas alınıyorsa
da, bu ilişkilerin çerçevesini çizecek ve onlara yön
verecek uluslararası normlar arasında, tüm diğer
anlaşmalara şemsiye görevi görebilecek kapsayıcı bir
anlaşmanın eksikliği hissedilmektedir. Özellikle 12
yıldan beri imzaya açık olmasına rağmen yürürlüğe
giremeyen BM 97 Konvansiyonu'nun uygulanabilirliğinin
sorgulanması sebebiyle bu eksiklik daha da yoğun
hissedilmektedir. Aynı zamanda sınıraşan su
kaynaklarıyla ilgili; akiferler, taşımacılık yapılan sular ve
hatta Avrupa bölgesi için farklı farklı anlaşmaların ortaya
çıktığı bir ortamda bütüncül hukuki çerçevenin
oturtulamamış olması, forumda özellikle Siyasi Süreç'in
başarılı yönetim için üstesinden gelinmesi gereken önemli
bir sorun olarak gördüğü parçalı yasal çerçevenin bir
örneği olarak gösterilebilir.
Uluslararası hukuki çerçevenin dışında kıyıdaş
ülkelerin kendi aralarında sınıraşan su konusunda
Sayfa
42
kuracakları işbirliğinin başarılı olması için ise Nehir
Havzası Organizasyonları'nın kurulması, Entegre Su
Havzası Yönetimi'nin benimsenmesi ve taraflar arası iyi
yönetişim pratiklerinin geliştirilmesi gerektiği forumda
belirtilmiştir. Ancak Türkiye'nin sınıraşan havzaları
özelinde içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında
da görüleceği üzere, sınıraşan sular konusunda taraflar
arası işbirliğinin önşartı, taraflar arası geçmişten gelen
sorunların üstesinden gelinmesi ve karşılıklı güven
ortamının oluşmasıdır. Günümüze miras kalan geri
planın, ISR tarafından tavsiye edilen şeffaflık ve sürekli
diyalog temelli işbirliği olasılıklarını da sekteye
uğratabildiği Forum'da örnek olarak verilen vakalarda da
görülmektedir.
1997 Birleşmiş Milletler Konvansiyonu'na red oyu
vermesi sebebiyle Türkiye’nin, uluslararası platformda,
sınıraşan sular konusunda yeterli seviyede sınır ötesi
işbirliği yapmadığı ileri sürülmektedir (Pittock, 2009).
Türkiye bu iddialara rağmen, sınıraşan sular konusunun
açıkça ve tüm yönleriyle tartışıldığı 5. Dünya Su
Forumu'na 2009 yılında ev sahipliği yapmıştır. Aynı
zamanda daha önce belirtildiği üzere, T.C. Dışişleri
Bakanlığı 5. Dünya Su Forumu'nun Siyasi Süreci'ne
liderlik etmiş ve Türkiye, forumun yarattığı paylaşım
platformu sayesinde ortaya çıkan ve sınıraşan suların
kıyıdaş ülkelerin işbirliği sonucu uluslararası normlara
uygun şekilde hakça ve makul bir şekilde kullanımını
savunan Siyasi Süreç çıktılarının tümünün altına imza
atmıştır.
5. Dünya Su Forumu'na ev sahipliği yapmış ve
sınıraşan sular konusunu bugüne kadar ikili komşuluk
ilişkileri üzerinden yönetmiş olan Türkiye'nin önünde,
sınıraşan suları, uluslarüstü yönetim seviyesi taşıyacak bir
pencere açılmaktadır. AB ile müzakerelerde yakın
dönemde açılan çevre faslı ile birlikte sınıraşan su
havzalarının Su Çerçeve Direktifi ve Espoo, Aarhus ve
Helsinki Sözleşmeleri hükümlerine göre su yönetimini
planlama safhasına girecektir. Ancak makalede belirtildiği
gibi 90'lı yıllarda imzalanan UNECE Anlaşmaları ve 2000
yılında yürürlüğe giren SÇD'nin özellikle o dönemde
varolan üyelerin suyun kalitesi ile ilgili sorunlarına
yönelik şekillendirildiği ve 2004 genişlemesi veya
Türkiye'nin muhtemel üyeliğinin pek hesaba katılmadığı
görülmektedir. Bu noktada AB gibi uluslarüstü bir
kuruma su ve özellikle sınıraşan sular ilgili hükümleri,
sadece hükümlerin yürürlüğe girdiği tarihteki durumu
değil, gelecekte bu hükümlere tabi olacak coğrafi alanları
da göz önünde bulundurarak şekillendirilmesi gerektiği
iletilmelidir.
Bu noktada belirtilmesi gereken, Türkiye'nin, Avrupa
Birliği üyeliği perspektifinde SÇD'nin sınıraşan sular
konusunda önemli bir parametre olacağıdır. Bu nedenle
Türkiye, konu hakkında izleyeceği strateji için kısa ve
uzun vadeli müzakere süreci olasılıklarını
Türkiye ve Sınıraşan Sular
değerlendirmelidir. Eğer, Türkiye kısa bir müzakere
süreci sonucunda AB üyeliğini öngörüyorsa, bu durumda
müzakere sürecinde SÇD'nin suyun kalitesi temelli su
yönetimi yaklaşımından, suyun miktarı temelli yaklaşıma
eğilim sağlaması için gerekli girişimlerde bulunmalıdır.
Bu durumda özellikle Fırat Dicle alanında ön planda olan
“suyun miktarı” temelli sorun için SÇD'nin yapıcı bir
yönü olabilir ve müktesebatın AB sınırları dışını
etkilemesi açısından, AB Komşuluk Stratejisi'ne16 yeni bir
boyut kazandıracağı söylenebilir. Bunun yanında şayet
Türkiye daha uzun vadeli bir müzakere süreci
öngörüyorsa bu durumda sınıraşan sularla ilgili
imzaladığı anlaşmaların 'suyun miktarı' üzerine inşa
edilen kısmının sorgulanacağı bir sürece girilebilir. Bu
durumda çözümün iyileştirilmesi için 'suyun kalitesi'
konusunun daha ön plana çıkması söz konusu olur ve
Türkiye SÇD'yi kendi sınıraşan sular ilişkilerinde daha
etkin bir şekilde kullanabilir. Bu iki seçenekten hangisinin
daha muhtemel olduğu ve hangisi için nasıl bir çalışma
yürütülmesi gerektiğinin belirlenmesi için başta T.C.
Dışişleri Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı ile birlikte
çevre faslı altında müzakerelere doğrudan katılacak tüm
kurum ve kuruluşların işbirliği içinde çalışması
gerekmektedir. 5. Dünya Su Forumu süreci, Türkiye'de su
konusu üzerine çalışan farklı devlet kurumlarının birarada
işbirliği içerisinde çalışması açısından önemli bir sınav
olmuştur. Bu sınavdan başarı ile geçilmesinde önemli bir
etken de, kurumlararası işbirliğinin sağlanması için
gerekli eşgüdümün Forum Sekreteryası gibi özerk aracı
bir kurum tarafından sağlanmış olmasıdır. AB özelinde
sınıraşan sular ve SÇD'nin uygulanabilirliği üzerine
yapılacak çalışmalar için de, kurumlararası eşgüdümü
sağlayacak su ve çevre üzerine çalışmalar yapan özerk bir
kurumun varlığı gerekmektedir.
Sınıraşan sular üzerine gelişen uluslararası hukukun
geçtiğimiz 15 yılda geçirdiği değişim ve önümüzdeki
dönem geçirmesi beklenen dönüşüm ile yakın dönemde
Türkiye'nin mevzuatını ve politikalarını uyumlulaştırmak
zorunda kalacağı AB müktesebatı, özellikle 5. Dünya Su
Forumu'nun İstanbul'da organize edilmesinin ardından,
Türkiye'nin sınıraşan sular politikasında işbirliği
olanaklarını ön plana çıkaran bir yaklaşımı benimsemiş
olduğunu uluslararası platformda gözler önüne sermiştir.
Önümüzdeki dönem, Türkiye'nin sınıraşan sular
konusunda işbirliği yaklaşımının kanıtlanması için
önemli fırsatlar sunacaktır.
16
Avrupa Birliği'nin 2004 yılında gerçekleşen son genişlemesi ve Türkiye'nin
de dahil olduğu muhtemel yeni üyeleri sebebiyle sınırlarının değişmesi,
Birliğin sınırlarını çevreleyen ve Birliğe üyelik için aday statüsünde
bulunmayan ülkelerle ilişkileri düzenleyen bir strateji oluşturulmasına neden
olmuştur. Bu ihtiyaç temelinde Avrupa Komisyonu 2004 yılında 'Avrupa
K o m ş u l u k P o l i t i k a s ı S t r a t e j i B e l g e s i ' n i y a y ı n l a m ı ş t ı r.
http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm
Açıklama Notu:
16- 22 Mart 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş
olan 5. Dünya Su Forumu'nun organizasyonu, Dünya Su
Konseyi ile birlikte İstanbul'da kurulan 5. Dünya Su
Forumu Genel Sekreterliği tarafından üstlenilmiştir.
Forum Tematik Süreci konuyla ilgili tüm paydaşlara açık
olmuş, Siyasi Süreç ise uluslararası hükümetleri ve
uluslararası kuruluşları kapsayacak şekilde
düzenlenmiştir.
Bu makale, Forum kayıtları izlenerek Sekretarya
tarafından hazırlanan raporlar ve Forum sunumları esas
alınarak hazırlanmıştır
Kayıtların www.5thworldwaterforum.org sitesinden
erişilebilir hale getirilmesi için gerekli çalışmalar devam
etmektedir.
Kaynakça
• Bilen, Ö. (2009) Türkiye'nin Su Gündemi, Su Yönetimi
ve AB Su Politikaları. Ankara: DSİ İdari ve Mali İşler
Daire Başkanlığı Basım ve Foto - Film Şube
Müdürlüğü.
• Dellapenna, J.W. (2006) The Berlin Rules on Water
Resources: The New Paradigm for International Water
Law. World Environmental and Water Resoruce
Congress 2006: Examining the Confluence of
Environmental and Water Concerns (s. NA). Omaha,
Nebraska: American Society of Civil Engineers.
• International Water Law Project (2009) International
Water Law Project, International. Kasım 30, 2009
tarihinde “International Water Law Project, Adressing
the future of water law and policy in the 21st century:
http://www.internationalwaterlaw.org/documents/intl
docs/” adresinden alındı.
• Pittock, J. (2009) Renewed hope for UN Watercourses
Convention. Water 21, 12-14.
• Salman, S.M. (2007a) The Helsinki Rules, the UN
Watercourses Convention and the Berlin Rules:
Perspectives on International Water Law. Water
Resources Development , 625 - 640.
• Salman, S.M. (2007b) The United Nations
Watercourses Convention Ten Years Later: Why Has its
Entry into Force Proven Difficult? Water International,
1 - 15.
• UN Water (2008) Transboundary Waters: Sharing
Benefits, Sharing Responsibilities.
• Varis, O., Tortajada, C., & Biswas, A.K. (2008)
Management of Transboundary Rivers and Lakes.
Berlin: Springer - Verlag.
Sayfa
43
TÜBA’dan Haberler
I. Ulusal Açık Ders Malzemeleri Çalıştayı Yapıldı
TÜBA’nın öncülüğünde YÖK-ULAKBİM ve DPT desteği
ile yürütülen "Ulusal Açık Ders Malzemeleri Projesi"
kapsamında, 29 Ocak 2010'da, TÜBA Konferans Salonu'nda
“I.Ulusal Açık Ders Malzemeleri Çalıştayı” yapıldı.
Çalıştaya, 40 üniversiteden rektörler, rektör yardımcıları,
öğretim üyeleri, TÜBA üyeleri ve DPT uzmanları olmak üzere
toplam 108 kişi katıldı.
Çağrılı konuşmalar ile iki teknik oturumdan oluşan
çalıştayda, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT)
OpenCourse Ware Proje Yöneticisi Cecilia d'Oliveira da bir
konuşma yaptı.
Çalıştayla ilgili detay bilgi ve sunumlara aşağıdaki linkten
ulaşılabilir. http://uadmk.ulakbim.gov.tr
Cecilia d'Oliveira TÜBA'da Konferans Verdi
TÜBA'nın öncülüğünde YÖK-ULAKBİM ve DPT desteği
ile yürütülen "Ulusal Açık Ders Malzemeleri Projesi"
kapsamında, 1 Şubat 2010'da, Massachusetts Teknoloji
Enstitüsü (MIT) OpenCourse Ware Proje Yöneticisi Cecilia
d'Oliveira ve ODTÜ Eğitim Fakültesi Bilgisayar ve Öğretim
Teknolojileri Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Kürşat Çağıltay
birer konferans verdiler.
İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri Kampusu Konferans
Salonu'nda düzenlenen konferansta Cecilia d'Oliveira, MIT'de
OpenCourseWare Projesi deneyimlerini, Kürşat Çağıltay ise
ODTÜ'de Açık Ders Malzemesi Projesi deneyimlerini aktardı.
Arnavutluk Bilimler Akademisi Başkanı
TÜBA'yı Ziyaret Etti
Arnavutluk Bilimler Akademisi Başkanı Akademisyen
Gudar Beqiraj, TÜBA Başkanlığı'nın davetlisi olarak 24-27
Ocak 2010 tarihleri arasında Ankara'yı ziyaret etti.
25 Ocak 2009 tarihinde TÜBA binasında düzenlenen
toplantıda Prof. Dr. Yücel Kanpolat TÜBA'yı tanıtıcı bir powerpoint sunuş yaptı. TÜBA Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Tarık
Çelik, Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkanı Prof. Dr.
Dinçer Ülkü ile Uluslararası İlişkiler Birimi'nden Başuzman
Nuran Günöven'in de katıldığı toplantıda varılan mutabakat
uyarınca, 26 Ocak 2010 tarihinde iki Akademi Başkanı
tarafından toplantı sonuçlarını kapsayan bir “Karar Kağıdı”
(Resolution) imzalandı.
Sayfa
44
“Karar Kağıdı”nda iki akademi arasında 2 Kasım 2001
tarihinde Ankara'da imzalanmış olan Bilimsel İşbirliği
Anlaşması ve Uygulama Protokolü'nün canlandırılması, iki
akademi arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve gelecekteki
işbirliğinde özellikle “Bilim Eğitimi” ve “Kültür Mirası”
konularına odaklanılması hususlarına yer verildi.
Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat,
Marie Curie'yi Anlattı
Bilim Eğitimi projesi kapsamında, Akademi Başkanı ve
TÜBA Bilim Eğitimi Proje yürütücüsü Prof. Dr. Yücel
Kanpolat, 7 Ocak 2010'da, Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık
İlköğretim Okulu Sacit Öncel Konferans Salonunda, 2 Nobel
Ödüllü bilim insanı Marie Curie'nin hayatını, bilime
yaklaşımını ve bilime yaptığı önemli katkıları anlatan bir
konferans verdi.
FMV İlköğretim Okulu tarafından düzenlenen konferansa,
FMV ve Şişli MEB okullarından ilkokul ve lise seviyesinde 43
öğrenci, 45 öğretmen ve yönetici katıldı. Katılımcılara, TÜBA
tarafından Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Eğitimi Dizisi- 1,
Marie Curie'den Dersler kitabı dağıtıldı.
TÜBA Bilim Eğitimi Konferansı Yapıldı
TÜBA Bilim Eğitimi Projesi kapsamında, Fransız Bilimler
Akademisi üyesi ve Fransa'da başarıyla yürütülmekte olan
“Eller Hamurda” Projesinin önderlerinden biri olan Profesör
Jean Pierre Lena ve Eller Hamurda Projesi'nde öğretmen
eğitmeni görevinde bulunan Clotilde Marin Micewicz,
TÜBA'nın davetlisi olarak Türkiye'ye geldi.
Profesör Jean Pierre Lena ve Clotilde Marin Micewicz, 18
Aralık 2009 Cuma günü Ankara TÜBA Başkanlık Binası
Konferans Salonu'nda ve 19 Aralık 2009 Cumartesi günü
İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Sosyal Tesisleri Konferans
Salonu'nda birer konferans verdiler.
Clotilde Marin Micewicz'in, Fransa'daki bilim eğitimi
uygulamaları hakkında bilgi verdiği “Fransa'da Eller Hamurda
Girişimi” adlı sunumunun ardından, Profesör Pierre Lena
“Avrupa Bilim Eğitimini Tekrar Düşünüyor” isimli sunumunu
gerçekleştirdi.
Ankara ve İstanbul'daki konferanslara, TÜBA üyeleri,
öğretmenler, eğitim fakültelerinden akademisyenler ve eğitim
alanında çalışan, çeşitli vakıf ve kuruluşlardan yaklaşık 70 kişi
katıldı.
TÜBA ve Feyziye Mektepleri Vakfı, Uluslararası Bilim
Eğitimi Kursu Düzenledi
TÜBA ve İstanbul Feyziye Mektepleri Vakfı tarafından,
vakfın Işık Okulları Nişantaşı Kampusu Anaokulu Salonu'nda,
12-13 Aralık 2009'da Uluslararası Bilim Eğitimi Kursu
düzenlendi.
Daha önce de Bilim Eğitimi Projesi kapsamında ülkemize
gelen, Fransa'da Eller Hamurda Projesi'nde aktif olarak çalışan
eğitmenler Joëlle Fourcade ve Fabrice Krot, kurs süresince,
Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okullarından katılan yaklaşık 30
katılımcı öğretmene, “El Cezeri Pompası, Taccola Makineleri,
Köprü İnşa Ediyoruz ve Marie Curie Dersleri” başlıklı,
sorgulamaya dayalı sınıf uygulamaları anlattılar ve birebir
uygulattılar.
TÜBA’dan Haberler
Prof. Dr. Fuat Sezgin, Müslümanların Astronomi
Tarihindeki Yerini Anlattı
Türkiye Bilimler Akademisi, UNESCO Türkiye Milli
Komitesi ve Türk Astronomi Derneği ile birlikte, TÜBA Şeref
Üyesi Prof. Dr. Fuat Sezgin'in “Müslümanların Astronomi
Tarihindeki Yeri” konulu konferansını düzenledi. 12 Aralık
2009'da, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi Konferans
Salonu'nda gerçekleştirilen konferans yoğun ilgi gördü.
Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi Arap-İslam
Bilim Tarihi Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Fuat Sezgin, Arap
dünyasının, İslam'dan önce 400 kadar yıldızı ve gezegenlerin
bir kısmını tanıdıklarını, Müslümanların Arap Yarımadası'nı,
Mısır, Suriye, Irak ve İran'ın büyük bir bölümünü zaptederek
geç antik dünyasının kültür merkezlerinikazandığını anlattı:
Müslüman halifelerin, bilgin ve astronomların bu alana
yaptıkları katkıları dile getiren Prof. Dr. Fuat Sezgin'in
konuşma metni için lütfen tıklayınız.
TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser
Ödülleri Töreni Ankara’da Gerçekleştirildi
Türkiye Bilimler Akademisi'nin, Türkçe dilinde uluslararası
standartlarda üniversite ders kitapları yazılmasını ya da yabancı
bir dilden her alanda en iyi örneklerin düzgün, anlaşılır ve güzel
Türkçe kullanılarak çevrilmesini özendirmek amacıyla
başlattığı TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser
Ödülleri sahiplerini buldu. 5 Aralık 2009'da Hacettepe
Üniversitesi Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen törene, ödül
alan eserlerin sahipleri, TÜBA Üyeleri ve akademisyenler
katıldı.
Tören, Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Yücel
Kanpolat ve TÜBA Üniversite Ders Kitapları Komitesi
Yürütücüsü Prof. Dr. Metin Gürses'in açış konuşmaları ile
başladı.
Doğa, Mühendislik, Sağlık ve Sosyal Bilimler alanında Telif
ve Çeviri Eser Ödülü'ne layık görülen 13 eserin yazar veya
çeviri editörüne plaket ve beratları, Kayda Değer Eser Ödülü'ne
(Mansiyon) layık bulunan 12 eserin yazar veya çeviri editörüne
sertifikaları takdim edildi.
TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser
Ödülü'ne ve Kayda Değer Eser Ödülü'ne (Mansiyon) layık
bulunan eserler yanda listelenmiştir.
2009 Yılı TÜBA Üniversite Ders Kitapları
Telif ve Çeviri Eser Ödüllerini Kazananlar
Doğa Bilimleri
• Temel Fizik, Cilt I-II, 2003, Çev. Ed.: Prof. Dr. Cengiz Yalçın
(Physics for Scientists and Engineers, Paul M.
Fishbane, Stephen Gasiorowicz, Stephen T. Thornton,
Extended Version, 2. Ed., 2003). (Çeviri)
• Klasik Mekanik, 2008, Prof. Dr. Emine Rızaoğlu, Doç. Dr.
Naci Sünel. (Telif)
• Fizikte Felsefi Kavramlar: Felsefe ve Bilimsel Kuramlar
Arasındaki Tarihsel İlişki, I-II, 2003, Doç. Dr. B. Özgür
Sarıoğlu, (Philosophical Concepts in Physics: The
Historical Relation Between Philosophy and Scientific
Theories, James T. Cushing, 1998). (Çeviri)
Mühendislik Bilimleri
• Termodinamik: Mühendislik Yaklaşımıyla, Çev. Ed.: Doç.
Dr. Ali Pınarbaşı, 5. Baskı, 2008 (Thermodynamics: An
Engineering Approach, Yunus A. Çengel, Michael A. Boles,
5. Ed., 2006). (Çeviri)
• Mühendisler için Mekanik: Statik ve Mühendisler için
Mekanik: Statik Çözümlü Problemler, Prof. Dr. Mehmet H.
Omurtag, Geniş. 3. Baskı, 2007. (Telif)
• Gürültü Kontrolü: Endüstriyel ve Çevresel Gürültü, Prof.
Dr. H. Nevzat Özgüven, 2. Baskı, 2008. (Telif)
Sağlık Bilimleri
• İmmünoloji, Yedinci Baskıdan Çeviri, Çev. Ed.: Prof. Dr.
Turgut İmir, 2008 (Immunology, David Male, Jonathan
Brostoff, David B. Roth & Ivan Roitt, 7. Ed., 2006). (Çeviri)
• Klinik Mikrobiyoloji Cilt 1-2, Çev. Ed.: Prof. Dr. Ahmet
Başustaoğlu, 9. Baskı, 2007 (Manual of Clinical
Microbiology, Patrick R. Murray, Ellen Jo Baron, James H.
Jorgensen, Marie Louise Landry & Michael A. Pfaller, 9.
Ed., 2007). (Çeviri)
Sosyal Bilimler
• İşletmelerde Stratejik Yönetim, Prof. Dr. Hayri Ülgen,
Yrd. Doç. Dr. S. Kadri Mirze, 4. Baskı, 2007. (Telif)
• İdare Hukuku Dersleri, Prof. Dr. Kemal Gözler, 7. Baskı,
2008. (Telif)
• Hukuk Felsefesi, Prof. Dr. Yasemin Işıktaç, 2006. (Telif)
• 19. Yüzyıldan 20.Yüzyıla Modern Siyasi İdeolojiler, Der:
Doç. Dr. H. Birsen Örs, 2. Baskı, 2008. (Telif)
• Bütçe Hukuku, 2. Baskı, Prof. Dr. M. Kamil Mutluer, Doç.
Dr. Erdoğan Öner, Doç. Dr. Ahmet Kesik, 2007. (Telif)
2009 Yılı Kayda Değer Eser Ödüllerini
(Mansiyon) Kazananlar
Doğa Bilimleri
• Ekolojinin Temel İlkeleri, 5. Baskıdan Çeviri, 2008, Çev.
Ed.: Prof. Dr. Kani Işık (Fundamentals of Ecology, Eugene
Odum, Gary W. Barrett, 5. Ed.). (Çeviri)
Mühendislik Bilimleri
• Türkiye Tatlısu Balıkları, Prof. Dr. Remzi Geldiay, Prof. Dr.
Süleyman Balık, V. Baskı, 2007 (Telif)
Sağlık Bilimleri
• Klinik Yönleriyle İnsan Embriyolojisi, Çev. Ed.: Prof. Dr.
Hakkı Dalçık, Prof. Dr. Mehmet Yıldırım, 2. Baskı, 2009
(The Developing Human: Clinically Oriented Embryology,
Keith L. Moore & T.V.N. Persaud, 8. Ed., 2008). (Çeviri)
Sayfa
45
TÜBA’dan Haberler
• Özcel'in Tıbbi Parazit Hastalıkları, Ed.: Prof. Dr. M. Ali
Özcel, 2007. (Telif)
• Greenspan's Temel ve Klinik Endokrinoloji, Çev. Ed.: Prof.
Dr. Metin Arslan, 8. Baskı, 2009 (Greenspan's Basic &
Clinical Endocrinology, David G. Gardner & Dolores
Shoback, 8. Ed., 2007). (Çeviri)
• Modern Farmasötik Teknoloji, Prof. Dr. Füsun Acartürk,
Prof. Dr. İlbeyi Ağabeyoğlu, Prof. Dr. Nevin Çelebi, Doç. Dr.
Tuncer Değim, Doç. Dr. Zelihagül Değim, Prof. Dr. Tanver
Doğanay, Doç. Dr. Sevgi Takka, Doç. Dr. Figen Tırnaksız,
2007. (Telif)
• diFiore Histoloji Atlası: Fonksiyonel İlişkileriyle, 10.
Baskıdan Çeviri, Çev. Ed.: Prof. Dr. Ramazan Demir, 2008
(diFiore's Atlas of Histology with Functional Correlations,
Victor P. Eroschenko, 10. Ed., 2007). (Çeviri)
Sosyal Bilimler
• Batılılaşma ve Türk Edebiyatı: Lale Devri'nden Tanzimat'a
Yenileşme, Yrd. Doç. Dr. Ali Budak, 2008. (Telif)
• Ergenlik, 2007, Yay. Haz.: Prof. Dr. Figen Çok, 1985
(Adolescence, Laurence Steinberg, 7. Ed., 2005). (Çeviri)
• Film Eleştirisi El Kitabı, 2008, Çev.: Yrd. Doç. Dr. Ahmet
Gürata (A Short Guide to Writing About Film, Timothy
J.Corrigan, 6. Ed., 2007). (Çeviri)
• Teoride ve Uygulamada Kamu Maliyesi, Prof. Dr. M. Kamil
Mutluer, Doç. Dr. Erdoğan Öner, Doç. Dr. Ahmet Kesik,
2007. (Telif)
• Sosyal Teoriye Giriş Çev.: Doç. Dr. Ümit Tatlıcan
(Understanding Social Theory, 2. Ed. - Derek Layder), Küre
Yayınları - 2006. (Çeviri)
TÜBA Bilim Eğitimi Projesi Ankara Çalıştayı
Gerçekleştirildi
Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Eğitimi Projesi
kapsamında, 20-21 Kasım 2009 tarihlerinde, “Bilim Eğitimi
Ankara Çalıştayı” gerçekleştirildi.
Çalıştaya, Türkiye Bilimler Akademisi üyelerinin yanı sıra,
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, Araştırmacı Çocuk
Merkezi, ODTÜ Eğitim Fakültesi, Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi,
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Osman Ünyazıcı
İlköğretim Okulu, ODTÜ Geliştirme Vakfı İlköğretim Okulu,
Toygar Börekçi İlköğretim Okulu, Dr. Ufuk Ege Anaokulu,
Ankara Özel Tevfik Fikret Okulları, A.Ü. Geliştirme Vakfı
Okulları, Süleyman Uyar İlköğretim Okulu, Özel Arı Okulları,
Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık Okulları, Uzaktan Eğitim
Derneği, ARAGES Bilişim ve Batıkent İlkyerleşim
Anaokulu'ndan, öğretmen, eğitimci ve yönetici olmak üzere
toplam 80 kişi katıldı.
Avrupa Konseyi Kültürel ve Doğal Mirası Koruma
Departmanı Yöneticisi TÜBA'yı Ziyaret Etti
Avrupa Konseyi Kültürel ve Doğal Mirası Koruma
Departmanı Yöneticisi Robert Palmer ve beraberindeki Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı heyeti, 4 Kasım
2009'da TÜBA'yı ziyaret ederek, Akademi'nin çalışmalarıyla
ilgili bilgi aldılar.
Avrupa Konseyi'nin Kültür Politikası Değerlendirme
Programı kapsamında yapılan bu ziyaret sırasında,
Akademi'nin Kültürel Miras konusundaki duyarlılığı
Sayfa
46
vurgulanarak, TÜBA ile Kültür ve Turizm Bakanlığı
ortaklığında başlatılan “İstanbul Kültür Mirası ve Kültür
Ekonomisi Envanteri” projesi hakkında bilgi verildi.
Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Yücel
Kanpolat, Akademi'nin genel bir tanıtımını yaparak amaç ve
hedeflerini özetledi ve Başkan Danışmanı Dr. Ayşe Ergüven,
TÜBA'nın kültür sektörü çalışmaları ve İstanbul Kültür Mirası
ve Kültür Ekonomisi Envanteri hakkında sunum gerçekleştirdi.
Seçkin Genç Bilim İnsanları Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi'nde Biraraya Geldi
Türkiye Bilimler Akademisi'nin Üstün Başarılı Genç Bilim
İnsanlarını Ödüllendirme Programı'na (TÜBA-GEBİP)
seçilmiş genç bilimcilerin akademik faaliyetlerini ve programı
değerlendirmeyi amaçlayan yıllık toplantı, 25- 26- 27 Eylül
2009 tarihlerinde Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nin ev
sahipliğinde gerçekleştirildi.
Bilimi ve bilimsel uğraşıyı benimsetmek, desteklemek ve
bilimin toplumsal yaşamdaki etkinliğini artırmak amaçlarını
güden Türkiye Bilimler Akademisi, her yıl bir üniversitenin ev
sahipliğinde gerçekleştirdiği toplantılarla, güncel
araştırmaların sunumu ve tartışmaların yanı sıra, üstün başarılı
genç bilim insanlarının kendi aralarında etkileşiminin ve
Akademi üyeleri ile olan bağlarının güçlenmesini de
sağlamaktadır.
Bu yıl sekizinci kez yapılan geleneksel değerlendirme
toplantısı, 25 Eylül 2009 Cuma günü saat 18.30'da başladı.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi tanıtım filminin sunumu ve
Rektör Prof. Dr. Bektaş Açıkgöz'ün konuşmalarından sonra
Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, saat 21.00'de
“Bilim Çağında Bir Bilge: Halet Çambel” konulu bir konferans
verdi.
26 Eylül 2009 Cumartesi günü GEBİP Ödülü sahibi genç
bilim insanları, gün boyunca dört paralel oturumda, kendi
faaliyet alanlarını tanıtarak son bir yılda yürüttükleri
araştırmalara ilişkin birer sunum yaptılar. Doğa bilimlerinden
sosyal bilimlere, mühendislikten sağlık bilimlerine kadar çok
geniş bir yelpazeye yayılmış olan 42 sunum, bilimle ilgilenen
tüm dinleyicilere açık olarak gerçekleştirildi.
Aynı gün 12.00-13.30 saatleri arasında yapılan ve GEBİP
programı ile Avrupa Genç Akademisi oluşturma çalışmalarının
tanıtılmasına ayrılan özel bir oturuma Prof. Kanpolat ve Prof.
Çelik'le birlikte, ALLEA (Avrupa Akademiler Konseyi)
yöneticisi Dr. Ruediger Klein ve Hollanda Genç Akademisi
üyesi Prof. Dr. Hans Hilgenkamp da konuşmacı olarak
katıldılar.
27 Eylül 2009 sabahı yapılan genel bir değerlendirme
oturumunda, genç bilim insanlarının GEBİP ve Avrupa Genç
Akademisi konularında görüşleri dile getirildi ve genç
araştırmacıların karşılaştıkları mesleki ve sosyal sorunlar
tartışıldı.
Doktora Sonrası Araştırma Programı 2009 Yılı Başvuruları
Sonuçlandı
TÜBA Doktora Sonrası Araştırma Programı (TÜBA-DSAP)
2009 Yılı uygulaması kapsamında Dr. Turgay Ünver, Dr. Rana
Özbal Gerritsen ve Dr. Belkıs Atasever'in desteklenmesi uygun
bulundu.
TÜBA’dan Haberler
Adayın
Adı
Soyadı
Doktorasını
Bitirdiği
Üniversite
Araştırmanın
Başlığı
Yurtiçi Ev
Sahibinin
Adı-Soyadı
BİLİM ÖDÜLÜ
Temel Bilimler
Prof. Dr. Engin Umut AKKAYA
TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ
Temel Bilimler
Dr. Taner YILDIRIM
TEŞVİK ÖDÜLLERİ
Temel Bilimler
Doç. Dr. Taylan AKDOĞAN
Doç. Dr. Nihat Sadık DEĞER
Doç. Dr. Tolga ETGÜ
Doç. Dr. Mehmet Özgür OKTEL
Doç. Dr. Bayram TEKİN
Mühendislik Bilimleri
Yrd. Doç. Dr. Hilmi Volkan DEMİR
Prof. Dr. Günhan DÜNDAR
Doç. Dr. Fikri KARAESMEN
Doç. Dr. Hakan ÜREY
Doç. Dr. Emre Alper YILDIRIM
Bütünleştirilmiş Doktora Programı 2009 Yılı Uygulaması
Kapsamında Desteklenecekler Belirlendi
TÜBA Bütünleştirilmiş Doktora Programı 2009 Yılı
uygulaması kapsamında Selin Salman (ODTÜ) ve Lale Levin
Basut'un (Yeditepe) desteklenmesine karar verildi.
Adı
Soyadı
Selin
Salman
Lale
Levin
Basut
Doktora
Yaptığı
Üniversite
ve ABD
ODTÜ/
Sosyal
Psikoloji
Yeditepe/
Felsefe
Doktora
Programı
Yöneticisinin
Adı Soyadı
Prof. Dr. Nebi
Sümer
Destekl enecek
TÜBA
Programı
Prof. Dr.
Saffet Babür
BDHP
Sağlık Bilimleri
Doç. Dr. Kubilay AYDIN
Doç. Dr. Doğan ERDOĞAN
Doç. Dr. Ahmet KORKMAZ
Doç. Dr. Mehmet ÖZAYDIN
Sosyal Bilimler
Doç. Dr. Hatice Pınar BİLGİN
Doç. Dr. Şule TOKTAŞ
TWAS TEŞVİK ÖDÜLÜ
Doç. Dr. Z. Özlem KESKİN
BDHP
TÜBA Ailesi'ne TÜBİTAK'tan Ödül Yağdı
TÜBİTAK'ın 2009 yılı Bilim, Hizmet, Teşvik Ödülleri ve
TÜBİTAK Özel Ödülü ile TÜBİTAK-TWAS Teşvik Ödülü'ne
ilişkin değerlendirme çalışmaları sonuçlandı.
TÜBA Asli Üyesi Prof. Dr. Engin Umut Akkaya, TÜBİTAK
Bilim Kurulu tarafından Bilim Ödülü'ne layık görülürken,
TÜBA-GEBİP Ödülü sahibi 11 genç bilim insanına
TÜBİTAK'ın Teşvik Ödülü verildiği açıklandı.
Yine TÜBA-GEBİP Ödülü sahibi Doç. Dr. Z. Özlem Keskin,
TÜBİTAK TWAS Teşvik Ödülü'ne layık bulundu.
TÜBİTAK'ın 2009 yılı Bilim, Hizmet, Teşvik Ödülleri ve
TÜBİTAK Özel Ödülü ile TÜBİTAK-TWAS Teşvik Ödülü'nü
kazananların listesi aşağıda verilmiş, TÜBA Ailesi'nden bilim
insanlarının isimleri italik olarak belirtilmiştir.
İlköğretim Okullarında Sorgulamaya Dayalı Bilim Eğitimi
Başlangıç Kursu Düzenlendi
26 Haziran 2009 Cuma ve 27 Haziran 2009 Cumartesi
günleri Ankara TÜBA Başkanlık Binası'nda “İlköğretim
Okullarında Sorgulamaya Dayalı Bilim Eğitimi Başlangıç
Kursu (Introductory Training Session to Inquiry-based Science
Education in Primary School)” düzenlendi. Bu kursa, Fransa'da
yürütülmekte olan Eller Hamurda projesinde de görev alan
Châtenay-Malabry Bilim Evi müdürü (La main à la pâte pilot
merkezi) Mr. Fabrice Krot ve Hauts-de-Seine bölgesi bilim
pedagojik danışmanı Mrs. Jöëlle Fourcade eğitmen olarak
katıldı.
Kursa, öğretmen, akademisyen ve eğitim alanında çalışan,
Ankara Özel Tevfik Fikret İlköğretim Okulu, Ankara
Üniversitesi Geliştirme Vakfı İlköğretim Okulu, Özel Arı
Okulları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ankara Geliştirme
Vakfı Okulları, İstanbul Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık
İlköğretim Okulu, MEB Osman Ünyazıcı İlköğretim Okulu,
MEB Doktor Ufuk Ege Anaokulu, MEB Toygar Börekçi
İlköğretim Okulu, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ile
ODTÜ Eğitim Fakültesi, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi,
Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Ahi Evran Üniversitesi,
Sayfa
47
TÜBA’dan Haberler
Ankara Üniversitesi'nden, yaklaşık 30 kişi ve TÜBA Bilim
Eğitimi Çalışma grubu üyelerinden Prof. Dr. Bozkurt Güvenç
ve Prof. Dr. İlhan Tekeli katıldı.
Kurs süresince, eğitmenler Mr. Fabrice Krot ve Mrs. Jöëlle
Fourcade, basit ve kolay bulunabilecek malzemelerle, birinci
gün Güneş Saati, Orta Çağ Makineleri; ikinci gün ise ElCezire'nin Pompası konularını işlediler ve katılımcılara bu
uygulamaların nasıl bir pedagojik yaklaşımla öğrencilere
aktarılacağını anlattılar.
İkinci günün son oturumunda, katılımcılara Marie Curie'nin,
1907 yılında katıldığı “Öğrenim Kooperatifi”nde öğrencilere
doğa olaylarının nasıl bir bilimsel yaklaşımla
anlaşılabileceğini, uygulama olarak gösterdiği kendi
düzenlediği derslerden, örnek anlatımlar aktarıldı.
Kök Hücre Alanındaki Gelişmeler TÜBA Sempozyumunda
Tartışıldı
Türkiye Bilimler Akademisi Kök Hücre Çalışma Grubu
tarafından, 26 ve 27 Haziran 2009 tarihlerinde, Ankara Bilkent
Oteli Kongre Merkezi'nde düzenlenen IV. TÜBA Kök Hücre
Sempozyumu'nda kök hücre konusundaki güncel gelişmeler ve
klinik uygulamalarda karşılaşılan sorunlar tartışıldı.
Katılımın çok yoğun olduğu sempozyum, yurtiçi ve
yurtdışından kök hücre konusuyla ilgilenen bilimcileri ve
araştırmalarını bir araya getirerek kök hücre alanında ortak bir
araştırma platformu oluşturdu.
27 Haziran 2009'da Türkiye'de kök hücre konusunda temel
ve uygulamalı araştırma yapan bilimcilerin çalışmaları
sunuldu. Toplantıya katılan konuşmacı ve araştırmacılar,
TÜBA Kök Hücre Çalışma Grubu öncülüğünde “Kök Hücre
Araştırmaları Network”ünü gerçekleştirmek üzere hazırlıklara
başladılar. Bu eğitsel sempozyuma yurtiçi ve yurtdışından çok
sayıda bilim insanı katılarak bildiri sundular.
IV. Kök Hücre Sempozyumu'nda diabetes mellitus (şeker
hastalığı), kanser, multipl skleroz ve nörolojik hastalıklarda
deneysel ve klinik kök hücre uygulamaları, kök hücreleri
kullanarak doku tamiri (rejeneratif tıp) ve embriyonik kök
hücreler konularındaki son gelişmeler, ABD, İngiltere, İtalya,
Belçika ve İsrail'den gelen otoriteler tarafından tartışıldı.
Sempozyumda ayrıca Uluslararası Kök Hücre Araştırma
Derneği tarafından yayınlanan “Kök Hücrelerin Klinikte
Kullanımları Kılavuzu” katılımcıların değerlendirmesine
sunuldu.
Sayfa
48
Bilim Toplululuğu, TÜBA Akademi Günü Etkinlikleri ve
Genel Kurulu'nda Buluştu
Türkiye Bilimler Akademisi'nin her yıl düzenlediği
Akademi Günü, bu yıl 5 Haziran 2009'da, Boğaziçi
Üniversitesi, Albert Long Hall Salonu'nda gerçekleştirildi.
Toplantıya Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri
Özçaldıran, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus
Söylet, Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin,
Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek,
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bektaş
Açıkgöz, Okan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadık Kırbaş,
Feza Gürsey Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Osman Teoman
Turgut, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Varol Tok, Boğaziçi Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Gülay Barbarasoğlu, Uludağ Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Eray Alper ve çok sayıda bilim insanı
katıldı.
TÜBA Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, Akademi
Günü'nün açılışında yaptığı konuşmada öncelikle TÜBA'nın
bir okul olduğunu, bilim insanlarının bu okulda birbirinden
beslenerek büyüdüğünü vurguladı ve şöyle devam etti:
“Tarihsel yapılanmasını, akademia misyonu içerisinde
oluşturan kurum, çağdaş anlayışla sürmektedir. Bizler akademi
üyelerini seçerken, sadece alanlarının en seçkin bilimcilerini
değil, kişilik ve çalışmalarıyla Türk toplumuna örnek olan
değerli bilim insanlarını seçmeye olağanüstü titizlik
göstermekteyiz. Titizliğimizin gerekçesi ise, kirlenen
uluslararası ve ulusal değerler içerisinde, örnek bilim
insanlarını model olarak topluma sunmaktır. Bugün burada
takdim ettiğimiz TÜBA'ya seçilen bilimciler ve genç
bilimciler, Türkiye'nin uluslararası bilim iddiasının en seçkin
temsilcileridir. Onları dikkatle izlemek, gelişmelerine katkıda
bulunmak hepimizin görevidir.”
Toplantıya katılan üniversite yöneticilerinin ulusal insan
gücü değerlerinin en iyilerini kurumlarında barındırma arzu ve
özleminde olduğuna değinen Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel
Kanpolat, “Uluslararası bilim alanında, değerli bilim
insanlarını, özel anlaşmalar ile istekli eğitim kurumlarında
çalıştırılabildiği gene hepimizce bilinen bir doğrudur. Bu yolla,
nitelikli bilim insanları, pek çok kurum tarafından o kurumda
istihdam edilmeksizin değerlendirilebilmektedir. Bu gelenek
ne yazık ki ülkemizde yaygın değildir. Kurumum adına ben bu
önemli konunun takipçisi olacağım” dedi.
TÜBA’dan Haberler
Bilim dünyasını zenginleştiren değerli bilimcilerle aynı
havayı paylaşabilmekten duyduğu mutluluğu ifade eden Prof.
Kanpolat, toplantıya katılan tüm bilim insanlarına, genç bilim
insanlarına, onları yetiştiren aile, okul ve üniversitelere ulusça
minnettar olduklarını söyledi.
TÜBA Akademi Günü'nün evsahipliği gerçekleştiren
Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran da
toplantının açılış konuşmasını yaptı.
Akademi Günü'nde, TÜBA'ya yeni katılan üyelere ve 2009
Yılı GEBİP Ödülü alan genç bilimcilere plaket verildi. Ayrıca
Aralık 2008'de yapılan Genel Kurul Toplantısı'nda Akademi'ye
yeni seçilen üyelere de plaket verildi.
Akademi Günü'nün son bölümünde Aralık 2008'de
TÜBA'ya katılan yeni üyeler Prof. Dr. Cezmi Akdiş, Prof. Dr.
Bekir Çetinkaya, Prof. Dr. Miral Dizdaroğlu, Prof. Dr. Hakan
Akbulut, Prof. Dr. Zeynep Aycan ve Prof. Dr. Murat Elçin
çalışmalarını özetleyen konuşmalar yaptılar.
TÜBA Bilim Eğitimi Stüdyosu ve Portalı Açıldı
Akademi'nin çocukluktan itibaren bilime ve bilgiye meraklı
bireyler yetiştirerek “Türkiye'nin geleceğine yön verecek olan
bilgi toplumuna dönüşümün beşeri ve teknik alt yapısına
ilişkin çalışmaların hızlandırılması” misyonuyla başlattığı
Bilim Eğitimi Projesi kapsamında oluşturulan stüdyo ve Bilim
Eğitimi Portalı açıldı. www.bilimegitimi.tv.tr adresinden
ulaşılabilecek web sitesinde 4-8 ve 9-14 yaş grubu çocuklara
yönelik deneyler ve gözlemler, eğitici oyunlar ve video
görüntülerinden izlenebilecek bilgiler yer alıyor.
Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, Akademi Genel
Kurulu'na Hitap Etti
6 Haziran 2009'da Kadir Has Üniversitesi'nde düzenlenen
Akademi Genel Kurulu'na Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet
Aydın katılarak bir konuşma yaptı.
Portal, uygulamalı bilim eğitimi örneklerini internet
aracılığıyla Türkiye çapında ilköğretim okulu öğretmenlerine
ulaştırmayı amaçlayan güçlü bir hizmet sağlayıcı bilgi işlem
sistemi ve destek üniteleri ile yazılımından oluşturuldu.
Portalı görsel, işitsel deney örnekleri ve ders
malzemeleriyle destekleyecek gelişmiş bir TV yapım stüdyosu
kuruldu.
Böylece öğrencilere yönelik iki grupta, öğrencilerin
kendilerinin yapıp değerlendirebilecekleri deney örnekleri
çekimlerinin portal üzerinden ilgililere ulaştırılmasıyla bilim
eğitimine destek verilmeye başlandı.
Portalda stüdyoda çekilen bireysel deney örneklerinin yanı
sıra Bilim Eğitimi Projesi çalıştaylarında ele alınan uygulamalı
bilim eğitimi konuları ve ders örnekleri de görsel olarak
kaydedilip yayına veriliyor.
Oluşturulan bu stüdyo ve portal, bilim ve bilgi toplumu
oluşturma yönünde atılan önemli bir adımı simgeliyor. Portal
sayesinde ülkemizin çeşitli yerlerinde bulunan öğretmenlere
de sorgulayıcı eğitim sistemi tanıtılacak ve böylece toplum
geneline bu düşünce sistemi ve bilimsel anlayış
yayılabilecektir.
“Yüzyılın Adamı” Prof. Dr. M. Gazi Yaşargil, TÜBA Genel
Kurul Konferansı Verdi
Türkiye Bilimler Akademisi'nin 6 Haziran 2009'da,
İstanbul'da gerçekleştirdiği genel kurul toplantısından önce,
Amerikan Nörolojik Cerrahlar Kongresi'nde, Neurosurgery
dergisi tarafından “Yüzyılın Adamı” unvanı verilen dünyaca
ünlü sinir cerrahisi uzmanı ve TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. M.
Gazi Yaşargil, “Güncel Bilimlere Bir Sinir Cerrahı Gözü ile
Bakış” başlıklı konferans verdi.
Katılımın ücretsiz, bilimle ilgili gençlere ve üniversite
öğretim üyelerine açık olduğu konferans, Kadir Has
Üniversitesi D Blok Kültür Merkezi'nde yapıldı.
Nöroşirürji alanında bilime yaptığı katkılar, yaratıcı ve
özgün çalışmaları ile birçok ödüle layık görülen Prof. Yaşargil,
mikro cerrahinin nöroşirüji alanında kullanılabilirliğini
keşfetmiş ve yaygınlaştırmıştır. Epilepsi ve beyin tümörlerinin
tedavisi için yeni yöntemler bulmuş, bu alanda yüzyılın en
büyük gelişmelerini gerçekleştirmiştir.
Harvey Cushing ile beraber “21. Yüzyılın En Önemli
Nöroşirüji Uzmanı” olarak nitelendirilen Yaşargil,
öğrencilerini yetiştirmeye de büyük önem vermiş, görev aldığı
üniversitelerde binlerce öğrenciye bilgi ve tecrübelerini
aktarmıştır.
Yaşargil, meslek yaşamını ABD'de Arkansas Tıp Bilimleri
Üniversitesi'nde sürdürmektedir.
Arkansas Tıp Bilimleri Üniversitesi'nde adına cerrahi
kürsüsü vakfı kurulan, Alman Beyin Cerrahisi Derneği'nin
Feodor Krause madalyasına ve Amerika Cerrahlar Koleji'nin
onur üye madalyasına layık görülen Prof. Dr. Yaşargil, 2000
yılında TÜBA Şeref Üyeliğine seçilmiştir. Prof. Yaşargil'e,
1999 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü, takip eden yıllarda
Türkiye Cumhuriyeti Üstün Hizmet Madalyası ile TBMM
Onur Ödülü tevcih edilmiştir.
TÜBA Hatıra Ormanı'nda 15 bin Ağaca Ulaşıldı
Türkiye Bilimler Akademisi'nin 2008 yılı başında, önceki
başkan Prof. Dr. Engin Bermek tarafından başlatılan girişimler
Sayfa
49
TÜBA’dan Haberler
sonucu 'özel ağaçlandırma amaçlı' olarak Elmadağ'da tahsis
edilen 108.510 metrekarelik araziye, bugüne dek yaklaşık 15
bin adet sedir, çam ve akasya fidanı dikildi.
Akademi Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat ve Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Tarık Çelik'in, 4 Mayıs 2009'da yaptığı
fidan dikiminden sonra TÜBA Hatıra Ormanı'nda dikim işlemi
tamamlanmış oldu.
Akademi'nin 31 Mart 2008'de yaptığı başvuruya Maliye
Bakanlığı Milli Emlak Müdürlüğü'nün 22 Nisan 2008'de
verdiği olumlu yanıtla başlatılan Hatıra Ormanı girişimi
sonucunda Ankara Elmadağ ilçesi Hasanoğlan Kasabası,
Bahçelievler Mahallesi'nde 968 ada no üzerinde 108.510
metrekarelik bir alan, “özel ağaçlandırma maksatlı” olarak
TÜBA'ya tahsis edilmiştir.
Akademi'ye 4 Yeni Üye Seçildi
Türkiye Bilimler Akademisi'nin, 5 Aralık 2009 günü yapılan
Genel Kurul toplantısında, Prof. Dr. Sami Gülgöz, Prof. Dr.
Ahmet Oral ve Prof. Dr. Tayfun Özçelik Asli Üyeliğe; Prof. Dr.
Vural Bütün Asosiye Üyeliğe seçildiler.
Prof. Dr. Sami GÜLGÖZ (Asli Üye): 2 Mart 1962'de
doğan Prof. Dr. Sami Gülgöz, Koç Üniversitesi İnsani Bilimler
ve Edebiyat Fakültesi'nde Dekan olarak görev yapmaktadır.
Prof. Gülgöz'ün, “zihinsel işlevler” ile ilgili temel bilimsel
çalışmaları, belleğin insan gelişimi ve yaş ile nasıl değiştiği ve
kültürden nasıl etkilendiği konusunda bilime özgün katkılar
sağlamıştır. Prof. Gülgöz'ün ortaya koyduğu bir metin analiz ve
oluşturma yöntemi, bir metnin anlaşılması ve hatırlanmasını
zorlaştıran bölümlerinin belirlenmesini ve bu zorlukların
ortadan kalkacağı biçimde o metnin onarılmasını
sağlamaktadır. Dünyada yaygın olarak kullanılan bilimsel bir
kişilik testinin güvenilirliği ve geçerliliğini incelemiş olan Prof.
Gülgöz, bu testin Türkiye uyarlamasını yapmış ve ülkemizde
uygulama lisansını almaya hak kazanmıştır. Prof. Gülgöz'ün
aldığı bazı ödüller şunlardır: “Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa N. Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı,
Araştırma ve Teşvik Ödülü (1994)”, “American Psychological
Association, Division of Educational Psychology, Outstanding
Article Award (1993)”, “School of Sciences Junior Faculty
Fellowship Award, Auburn University (1991)”, “Merit Award,
Graduate School, University of Georgia (1988)”, “Herbert
Zimmer Award for Outstanding Researcher and Research
Potential, Psychology Department, University of Georgia
(1988)”, “Psi Chi, National Honor Society in Psychology,
University of Georgia (1986)”.
Prof. Dr. Ahmet ORAL (Asli Üye): 24 Eylül 1965 tarihinde
doğan Prof. Dr. Ahmet Oral, Sabancı Üniversitesi Mühendislik
ve Doğa Bilimleri Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev
yapmaktadır. Prof. Oral'ın bilimsel çalışmaları, son yıllarda
yoğun araştırmalara konu olan nanobilim ve nanoteknoloji ile
ilişkilidir. Malzeme yüzeylerinin manyetik özelliklerini
inceleyen “Taramalı Hall Aygıtı Mikroskobu”nun
çözünürlüğünü 10.000 kat arttırarak 250 nanometreye
yükseltmiştir. Öğrencileri ile birlikte yaptığı daha sonraki
çalışmaları ile hassasiyeti 5 kat daha artırarak 50 nanometreye
Sayfa
50
ulaştıran Prof. Oral, yüzeylerin manyetik özelliklerin “gerçek
zamanda” incelenebilmesini sağlayan “Hall Sensörleri”
geliştirmiştir. Prof. Oral'ın, Oxford ve Bilkent
üniversitelerindeki çalışmaları sırasında geliştirdiği “Atomik
Kuvvet Mikroskobu”, atomlar arası kuvvetleri çok küçük
titreşimleri ölçerek belirlemektedir. Prof. Oral, araştırma grubu
ile birlikte, dünyada ilk kez çok geniş bir sıcaklık aralığında (0
ile 300 oK ) ve 10 nanometreden daha iyi çözünürlükte çalışan
bir “Manyetik Kuvvet Mikroskobu” da geliştirmiştir. Prof.
Oral, 2002 yılında “TÜBİTAK Teşvik Ödülü”nü, 1993 yılında
“Mustafa Parlar Vakfı Teşvik Ödülü”nü kazanmıştır.
Prof. Dr. Tayfun ÖZÇELİK (Asli Üye): 7 Ocak 1961
doğumlu Prof. Dr. Tayfun Özçelik, Bilkent Üniversitesi
Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünde öğretim üyesi
olarak görev yapmaktadır. İnsan genetiği konusunda çalışmalar
yapan Prof. Özçelik'in, “Prader-Willi Sendromu” tanısında
kullanılmak üzere geliştirdiği yöntem için bir patenti
bulunmaktadır. Prof. Özçelik'in, 2008 yılında yayınladığı
araştırmasında gelişimsel nörogenetik hastalıklarla ilişkili
çalışmaları kapsamında insanlarda dört ayak üzerinde yürüme
i l e i l i ş k i l i “ Ü n e r Ta n S e n d r o m u ” n u n V L D L R
mütasyonlarından kaynaklandığını göstermiştir. Bu bulgu
insanların iki ayak üzerinde yürümesi ile ilişkili moleküler
mekanizmaların aydınlatılmasına yönelik olarak atılan ilk adım
olarak nitelendirilmektedir. Prof. Özçelik, evrensel bilime
genetik haritalama çalışmaları, kalıtsal hastalıkların
moleküler temellerinin araştırılması ve gelişimsel
nörogenetik hastalıklarla ilgili çalışmalarıyla katkıda
bulunmuştur. Prof. Özçelik, 2006 yılında Bayındır Hastanesi
“Bilim Ödülü”, 2002 yılında Türk Hematoloji Derneği
“Hematolojide Yenilikler Birincilik Ödülü”, 2001 yılında
World Society Breast Health “En İyi Bilimsel Çalışma
Ödülü”, 1996 yılında TÜBİTAK “Teşvik Ödülü”, 1995
yılında Roche Beyin Araştırmaları Derneği “Bilim Ödülü”nü
kazanmıştır.
Prof. Dr. Vural BÜTÜN (Asosiye Üye): 1 Ağustos 1968
tarihinde doğan Prof. Dr. Vural Bütün, Osmangazi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde
öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Prof. Bütün'ün
çalışma alanı, polimer kimyasıdır. Suda çözünebilen diblok
ve triblok kopolimerlerin sentezi ve bu malzemelerin
özelliklerinin, ortamın pH düzeyine bağlı olarak kontrol
edilebildiğini ortaya koyan ekiple birlikte çalışmış olan Prof.
Bütün, “şizofrenik polimer” kavramını geliştiren bilim
adamları arasında yer almaktadır. Prof. Bütün, İngiltere
bağlantılı çalışmalarını benzer bilimsel düzeyde daha sonra
Osmangazi Üniversitesi’nde kurduğu laboratuvar düzeni ve
araştırma ekibi ile devam ettirmeyi başarmıştır. Prof. Bütün,
2004 yılında TÜBİTAK TWAS Teşvik Ödülü’nü, 2004
yılında TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü, 2004 yılında TÜBA
GEBİP Ödülü’nü, 2006 yılında Tunç Savaşçı Polimer Bilim
ve Teknoloji Ödülü’nü, 2005 yılında PAGEV Plastik
Teknoloji Araştırma Birincilik Ödülü’nü kazanmıştır.
TÜBA Üyelerinden Haberler
TÜBA Şeref Üyesi
Prof. Dr. Cemal Eringen'i Yitirdik
Mühendislik, temel bilimler ve mekanik alanında
uluslararası düzeyde tanınmış ve saygın bir yer edinmiş
olan Prof. Eringen, 10 Aralık 2009'da vefat etti.
Mühendislik Bilimleri Topluluğu'nun kurucusu ve
başkanı olan Prof. Eringen, termomikro akışkanlar,
elastisite, sıvı kristaller vb. konularda bilime önemli
katkılarda bulunmuştu. Prof. Eringen'in 139 yayını 2471
adet atıf almıştı ve h indeksi 34'tü.
15 Şubat 1921 tarihinde Kayseri'de doğan Prof. Eringen,
şimdi İstanbul Teknik Üniversitesi olan İstanbul Yüksek
Mühendislik Okulu'nu 1943 yılında bitirmiş, 1948 yılında
Brooklyn Politeknik Kurumu'ndan Uygulamalı Mekanik
alanında doktora derecesini almıştır.
Mühendislik Bilimleri Topluluğu, 1975 yılında Prof.
Eringen adına bir madalya ihdas etmiş ve her yılın en iyi
mühendislik bilim insanına bu madalya verilmiştir.
Prof. Eringen, “International Journal of Engineering
Science”, “Letters in Applied & Engng. Sci”, “Proceedings
of the Society of Engineering Science”, “J. Of
Math.&Physical Sciences”, “Mechanics Research
Communications”, “Int. J. Computers in Math. Sci. &
Appl.”, “Int. J. Appl. Ied Analysis”, “Bulletin of the
Technical University of İstanbul” gibi bilimsel yayınların
editörler kurulunda görev yapmıştır.
“Int. J. Engng. Sci Quart. J. Of Math”, “J. Chem. Phys.
SIAM Journal”, “J. Appl. PhysicsJ. Appli Mech.”, “Int. J.
Solids & Tructures Acoust. Soc. Amer. J.”, “Rheology J. Of
Foundation of Phys.”, “J. Of the Franklin Institute J. Of
Elasticity”, “J. Of Plasticity J. Statistical Phys.”, “Phys.
Rev. J. Math. Phys.”, “Mech. Research Comm. J. Math.
Phys. Sci. India” gibi dergilere de hakemlik yapmıştır.
Prof. Eringen adına meslektaşları ve öğrencileri
tarafından pek çok sempozyum düzenlenmiştir.
TÜBA Üyelerinden Haberler
Prof. Dr. İlhan Başgöz (Şeref Üyesi)
Prof. Dr. M. İlhan Başgöz'e, 1 Kasım 2009'da, Dünya
Kardeşlik Birliği Mevlana Yüce Vakfı'nın Edebiyat
dalındaki ödülü verildi. Ödül ve Barış Şildi, İstanbul'da
TEM Show Center'da düzenlenen bir törenle takdim edildi.
Eylül 2009'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde ders
vermeye başlayan Prof. Dr. M. İlhan Başgöz, ayrıca Bolu
Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nin daveti üzerine
Uluslararası Köroğlu, Bolu Tarihi ve Kültürü
Sempozyumu'nun açılış konferansını gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Ayhan O. Çavdar (Şeref Üyesi)
Prof. Dr. Ayhan O. Çavdar'a, İstanbul Kadıköy Rotary
Kulübü tarafından “Meslekte Başarı Ödülü” verildi.
Prof. Çavdar'a ödülün, “Üstün deneyim ve bilgi
birikimiyle tıp alanında çok önemli bilimsel çalışmalar ve
projeler yürütmesi, Türkiye'de Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı'nın gelişmesine en büyük katkıyı
yapması, birbirinden değerli sayısız öğrenci yetiştirmesi”
nedeniyle verildiği açıklandı.
İstanbul-Kadıköy Rotary Kulübü'nün ödülü 2 Kasım
2009'da, Kozyatağı- İstanbul Marriott Otel'de düzenlenen
törenle takdim edildi.
Prof. Dr. Bozkurt Güvenç (Şeref Üyesi)
Prof. Dr. Bozkurt Güvenç'e, İstanbul Kültür Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi tarafından "Bilim Alanında 2009
Yılı Yıldızlaşan Onur Ödülü" verildi. Prof. Güvenç'e ödülü
13 Mayıs 2009'da, İstanbul Kültür Üniversitesi Ataköy
Yerleşkesi, Akıngüç Oditoryumu'nda düzenlenen törenle
takdim edildi.
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı (Şeref Üyesi)
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı'nın akademik kariyerinde
40 yılını doldurması ve kendisine armağan olarak
hazırlanan Perspectives on Human Development, Family,
and Culture adlı kitabın Cambridge Üniversitesi Yayınları
tarafından yayımlanmasını kutlamak amacıyla 27 Mayıs
2009'da, Koç Üniversitesi'nde bir kutlama düzenlendi.
Prof. Dr. Doğan Kuban (Şeref Üyesi)
Türk, Anadolu mimarlık eğitiminin dünyaca tanınmış
hocalarından Prof. Dr. Doğan Kuban'a, Ulusal Eğitim
Derneği tarafından “Eğitim Onur Ödülü” verildi. Prof. Dr.
Doğan Kuban'a ödülü, 24 Kasım 2009'da Öğretmenler
Günü'nde düzenlenen törenle takdim edildi.
Prof. Dr. Okan Akhan (Asli Üye)
Prof. Dr. Okan Akhan, Türk Radyoloji Derneği'nin 13
Aralık 2009'da yapılan genel kurul toplantısında dernek
başkanlığına seçildi. Prof. Akhan ayrıca ESGAR
(European Society of Gastrointestinal and Abdominal
Radiology) tarafından “Certificate of Merit” ile
ödüllendirildi.
Sayfa
51
TÜBA Üyelerinden Haberler
Prof. Dr. Engin Umut Akkaya (Asli Üye)
Prof. Dr. Engin Umut Akkaya'nın Journal of the
American Chemical Society'de yayınlanan makalesi
(JACS, 2009, 131, 48.), American Chemical Society'nin
dünyadaki tüm üyelerine gönderdiği Chemical &
Engineering News dergisinin 19 Ocak 2009 tarihli
sayısında haber oldu. Prof. Akkaya, bu çalışmasında, daha
önce iki ayrı alanda yürüttüğü araştırmaları bir araya
getirdi.
Prof. Dr. Metin Balcı (Asli Üye)
Prof. Dr. Metin Balcı, 2007 yılı için ODTÜ Performans
Ödülü'ne layık görüldü.
Prof. Dr. Nihat Berker (Asli Üye)
Prof. Dr. Nihat Berker, Massachusetts Institute of
Technology tarafından Fizik Onur Üyeliğine seçildi. Prof.
Berker ayrıca KoçPost Öğrenci Gazetesi tarafından 2008
Yılının En İyi Hocası seçildi.
Prof. Dr. Turgay Dalkara (Asli Üye)
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji
profesörü, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü
Müdürü Prof. Dr. Turgay Dalkara, beyin ve damar
hastalıkları alanına yaptığı bilimsel katkılardan dolayı
Vehbi Koç Ödülü'ne layık görüldü. 25 Şubat 2010'da,
Levent'teki İş Kuleleri'nde düzenlenen törende, Prof. Dr.
Turgay Dalkara'ya ödülü, Vehbi Koç Vakfı Yönetim
Kurulu Başkanı Semahat Arsel tarafından takdim edildi.
Prof. Dr. Turgay Dalkara ve ekibinin yazdığı, “A
Nanomedicine Transports a Peptide Caspase-3 Inhibitor
across the Blood-Brain Barrier and Provides
Neuroprotection” başlıklı makale The Journal of
Neuroscience dergisinin 4 Kasım 2009 tarihli sayısında
yayımlandı ve haftanın makalelerinden biri seçilerek ABD
basınına tanıtıldı.
Ayrıca Prof. Dalkara'nın 44. Ulusal Nöroloji
Kongresi'nde sunduğu bildiri, Sözel Bildiri Birincilik
Ödülü elde etti.
Prof. Dr. A.M. Celâl Şengör (Asli Üye)
Prof. Dr. A.M. Celâl Şengör'e, dünyanın en iyi
dokuzuncu üniversitesi seçilen Chicago Üniversitesi
tarafından Onur Doktorası verildi. Prof. Dr. Şengör'e, Onur
Doktorası, 9 Ekim 2009'da yapılan 500. Mezuniyet
Töreni'nde takdim edildi. Prof. Şengör ardından bir
konferans verdi.
Prof. Dr. Yücel Kanpolat (Asli Üye)
Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. Yücel
Kanpolat, Dünya Nöroşirürji Toplulukları Federasyonu
(World Federation of Neurosurgical Societies-WFNS)
tarafından 30 Ağustos- 4 Eylül tarihleri arasında Boston'da
düzenlenen Dünya Nöroşirürji Kongresi'ne (World
Congress of Neurosurgery) davetli olarak katıldı ve 2 Eylül
2009'da, toplantının 4 onur konuşmacısından biri olarak
Sayfa
52
"Management of Cancer Pain: The Role of the
Neurosurgeon" başlıklı sunumunu gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Yücel Kanpolat ayrıca Dünya Nöroşirürji
Toplulukları Federasyonu'nun (World Federation of
Neurosurgical Societies- WFNS) yayını Federation
News'ın editörlüğüne seçildi. Bu seçimin 2009-2013
yıllarını kapsayan bir dönem için yapıldığı açıklandı.
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan (Asli Üye)
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, 10 Ocak 2009'da, arkeoloji
alanında yaptığı başarılı araştırmalar nedeniyle, Amerikan
Arkeoloji Enstitüsü (Archaeological Institute of AmericaAIA) muhabir üyeliğine seçildi.
Prof. Dr. Bilal Tanatar (Asli Üye)
Prof. Dr. Bilal Tanatar'a, Türk Fizik Derneği tarafından
2008 Yılı Prof. Dr. Engin Arık Bilim İnsanı Ödülü verildi.
Prof. Dr. Hakan Akbulut (Asosiye Üye)
Prof. Dr. Hakan Akbulut, AACR-NCI'nin 2008 Yılı
International Investigator Opportunity Grant Ödülü'ne
layık görüldü.
Prof. Dr. Erdin Bozkurt (Asosiye Üye)
Prof. Dr. Erdin Bozkurt, Journal of the Geological
Society of London adlı derginin "Subject" Editörü olarak
seçildi. 1845 yılından beri yayımlanan dergi 5.000 adet
basılıyor ve 100'ü aşkın ülkeye dağıtılıyor.
Prof. Dr. Y. Murat Elçin (Asosiye Üye)
Prof. Dr. Murat Elçin, Ankara Üniversitesi 2007-2008
Yılı Bilim Ödülü'ne layık görüldü.
Prof. Dr. Kadriye Arzum Erdem Gürsan (Asosiye Üye)
Prof. Dr. Kadriye Arzum Erdem Gürsan, 2009 yılı
ODTÜ Araştırma Teşvik Ödülü'ne layık görüldü. Prof.
Erdem Gürsan ayrıca 2008 yılı Feyzi Akkaya Bilimsel
Etkinlikleri Destekleme Fonu'nun (FABED) Genç Bilim
İnsanlarına Üstün Başarı Ödülü'nü elde etti.
Prof. Dr. Türker Kılıç (Asosiye Üye)
Prof. Dr. Türker Kılıç, Türkiye Beyin Araştırmaları
Derneği'nin 2008 Yılı Proje Destek Ödülü'ne layık
görüldü.
Prof. Dr. Orhan Aydın (GEBİP Üyesi)
Karadeniz Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği
Bölüm Başkanı Prof. Dr. Orhan Aydın, TÜBA tarafından
aday gösterildiği TWAS'ın Hindistan'da bulunan Orta ve
Güney Asya Ofisi tarafından (TWAS-ROCASA) TWAS
Genç Üyesi seçildi.
Doç. Dr. Ersin Göğüş (GEBİP Üyesi)
Doç. Dr. Ersin Göğüş ve arkadaşları, “Soft Gamma
Repeater” adı ile bilinen SGR 0418+5729 nötron yıldızınımagnetarın periyodunu ölçmeyi başardı.

Benzer belgeler