3. OTURUM 26 Mart 2011 / 11:00 - 12:30
Transkript
3. OTURUM 26 Mart 2011 / 11:00 - 12:30
KAMU MALİ YÖNETİMİ VE DENETİMİ SEMPOZYUMU KİTABI 25 - 27 MART 2011 EGE ÜNİVERSİTESİ 1 2 ÖNSÖZ Ülkemizin de içinde bulunduğu değişim sürecinde kamu yönetimi alanında da önemli düzenlemeler ve dönüşümler gerçekleşmiştir. Bu kapsamda mali yönetim ve kontrol sistemi alanında köklü bir değişiklik yapılarak, sistemin anayasası niteliğinde olan “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu” yürürlüğe girmiş, mali yönetim ve kontrol sistemimiz bütünü ile yeni bir anlayış çerçevesinde değiştirilmiştir. Yapılan değişiklik ve getirilen düzenlemelerle kamuda; stratejik planlama, performans programı, iç kontrol, faaliyet raporları ve hesap verilebilirlik gibi yeni kavram, sistem ve süreçler getirilmiştir. Teorik olarak iyi bir şekilde kurgulanmış olan Kanun, 2006 yılından bu yana beş yıllık bir uygulama süreci geçirmiş, ancak etkinliği konusunda çeşitli sorunlarla karşılaşılmıştır. Yasanın getirdiği reformların başarılı olması; bir işletme yönetimi tekniği olarak stratejik yönetimin, kamuda başarılı şekilde uygulanmasıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle, üst yönetimlerin süreçleri benimseyip desteklemesi, tüm hiyerarşik kademelerin sürece katılmasının sağlanması çok önemlidir. Üst yönetimin planlarını yürütebilmesi için bütçeleme, program kararlarını verebilme yetkisi ve yapabilirliği gerekmektedir. Ayrıca stratejik yönetimin sürdürülebilirliği açısından SGB’lerin, tekniğin uygulanmasındaki rolleri yeniden değerlendirilmeli, iç denetim birimlerinin işlevleri yeniden düzenlenmelidir. Topluma öncü olan, bilimsel çalışmalarını ve birikimlerini, bilimsel rekabet ortamında kullanmak dışında toplum ihtiyaçları için de kullanan bir kurum olarak Ege Üniversitesi, kamu yönetimi alanında böylesine önemli olan bu kanunun akademik bir platformda her yönüyle irdelenerek, aksayan veya iyileştirmeye ihtiyaç duyulan bölümlerinin tartışılması, bu konuda görüş ve öneri üretilmesi yönünde bir ihtiyacın olduğunu tespit etmiştir. Bu nedenle, Maliye Bakanlığı’na sempozyum düzenleme önerisini götürmüştür. Bakanlık’tan alınan destek ile, Üniversitelerimizin değerli akademisyenleri ve konu ile ilgili bireysel çalışmalar yürüten, daha önce çeşitli üst yönetim görevlerinde bulunmuş veya halen görev yapan, alanında uzman kişileri ve uygulamanın aktif olarak içerisinde bulunan tarafların (TBMM Plan Bütçe Komisyonu Üyeleri, Sayıştay, Maliye Bakanlığı ve ilgili birimleri, DPT, Kamu İhale Kurumu, AB Genel Sekreterliği) bir araya geldiği, kanunun detaylı bir şekilde tartışıldığı, yapılacak yeni reformlara ışık tutacak nitelikte görüş ve önerilerin üretildiği “Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumu” düzenlenmiştir. Sempozyum sonucunda kanunun mevcut durumu, aksayan yönleri irdelenmiş ve olması gereken ideal durum ile ilgili çok değerli görüş ve öneriler üretilmiştir. Sempozyumda sunulan görüş, öneri ve bildiriler bu kitap ile derlenerek 5018 Sayılı Kanunun yeniden düzenlenmesi çalışmalarına önemli katkı sağlayacağı inancıyla kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Sempozyuma destek veren, emeği geçen, tüm katılımcılara en derin saygı ve şükranlarımı sunarım. Prof. Dr. Candeğer YILMAZ Rektör 3 4 İÇİNDEKİLER SEMPOZYUM KURULLARI07 AÇILIŞ KONUŞMALARI09 Prof. Dr. Candeğer YILMAZ11 Naci AĞBAL13 Dr. Recai AKYEL15 Cahit KIRAÇ17 AÇILIŞ PANELİ 25 Mart 2011 5018 SAYILI YASANIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ, AB NORMLARI VE DİĞER MEVZUATLAR İLE İLİŞKİSİ 19 Dr. Recai AKYEL21 Prof. Dr. Kamil MUTLUER23 5018 SAYILI KAMU MALİ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNUNUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ VE AB NORMLARI VE DİĞER MEVZUATLA İLİŞKİSİ Dr. Hasan GÜL35 KAMU HARCAMA YÖNETİM SİSTEMİ Erhan USTA 40 MALİ REFORM SÜRECİ VE 5018 SAYILI KANUNUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ İsa COŞKUN51 5018 SAYILI YASANIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ VE AB SÜRECİNDE MALİ KONTROL FASLI Ahmet YÜCEL58 KAMU MALİ YÖNETİMİ REFORMU 1. OTURUM 25 Mart 2011 / 16:00 - 17:30 5018 SAYILI YASANIN HEDEFLERİ, AKSAYAN YÖNLERİ,ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE II. DALGA MALİ REFORM ÇALIŞMALARI63 Prof. Dr. Atilla SEZGİN65 Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ66 Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER68 İlhan HATİPOĞLU71 Prof. Dr. OĞUZ OYAN74 Doç. Dr. Mehmet GÜNAL78 2. OTURUM 26 Mart 2011 / 09:30 - 11:00 KAMUDA STRATEJİK PLANLAMA81 Prof. Dr. Haluk SOYUER83 Doç. Dr. İbrahim Attila ACAR85 PLAN - BÜTÇE İLİŞKİSİ VE ÜNİVERSİTELERDE STRATEJİK PLANLAMA Doç. Dr. Jülide KESKEN99 KAR AMACI GÜTMEYEN KURULUŞLARDA STRATEJİK PLANLAMA Anıl YILMAZ 101 ÜLKE VE KURUM DÜZEYİNDE STRATEJİ YÖNETİMİ 3. OTURUM 26 Mart 2011 / 11:00 - 12:30 KAMUDA PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEME VE ZORLUKLARI Prof. Dr. Ahmet ACAR Prof. Dr. Kâmil TÜĞEN ve Dr. Ahmet ÖZEN 107 109 110 TÜRKİYE’DE PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEME SİSTEMİ UYGULAMASININ DEĞERLENDİRİLMESİ Prof. Dr. A. Kemal ÇELEBİ ve Doç. Dr. Birol KOVANCILAR 120 PERFORMANS ESASLI BÜTÇE: SORUNSAL BİR DEĞERLENDİRME Doç. Dr. H. Hakan YILMAZ 125 YENİ MALİ YÖNETİM SİSTEMİ ÇERÇEVESİNDE PERFORMANS ESASLI BÜTÇE YAKLAŞIMI: NEYİ YAPTIK NEYİ YAPAMADIK? Ertan ERÜZ PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEME ve ZORLUKLAR 5 130 PANEL 26 Mart 2011 / 13:30 - 15:00 STRATEJIK PLANLAMA VE PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEMEDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Prof. Dr. Fazıl TEKİN Prof. Dr. Mehmet DURMAN 133 135 136 Prof. Dr. Engin ATAÇ Prof. Dr. Ömer Faruk BATIREL 140 144 STRATEJİK PLANLAMA VE PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEMEDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: YÜKSEKÖĞRETİMDE STRATEJİK PLANLAMA VE KALİTE GÜVENCESİ TÜRKİYE’DE PERFORMANS BÜTÇE SİSTEMİ: SORUNLAR VE ÖNERİLER 4. OTURUM 26 Mart 2011 / 15:30 - 17:00 KAMUDA İÇ DENETİM VE İÇ KONTROL SİSTEMİ Prof. Dr. Semra ÖNCÜ Yrd. Doç. Dr. Semih BİLGE ve Doç. Dr. Murat KİRACI 147 149 150 Mehmet BÜLBÜL 171 KAMUDA İÇ DENETİME GEÇİŞ SÜRECİNDE İÇ DENETİMİN BAŞARIYLA UYGULANMASINDA ROL OYNAYAN FAKTÖRLER: KAMU İÇ DENETÇİLERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA KAMUDA İÇ KONTROL SİSTEMİ Cüneyt GÜLER 176 KAMUDA İÇ DENETİM 5. OTURUM 26 Mart 2011 / 17:00 - 18:30 DIŞ DENETİM, HESAP VERİLEBİLİRLİK, SORUMLULUK VE MALİ SAYDAMLIK Prof. Dr. Davut AYDIN Prof. Dr. Süreyya SAKINÇ 179 181 182 KAMU YÖNETİMLERİNDE SAYDAMLIK VE HESAP VERME SORUMLULUĞU KAVRAMSAL AÇIKLAMALAR Doç. Dr. İsa SAĞBAŞ 190 KAMU MALİ YÖNETİM VE KONTROL KANUNU’NUN MALİ DİSİPLİN ÜZERİNDE ETKİSİ Erol AKBULUT 192 KAMU MALİ YÖNETİMİNDE SAYIŞTAYIN ROLÜ Ömer DUMAN 196 5018 SAYILI KANUNDA HESAP VEREBİLİRLİK 6. OTURUM 27 Mart 2011 / 09:30 -11:00 MUHASEBE, KESİN HESAP, RAPORLAMA VE KAMU ZARARI Prof. Dr. Vedat PAZARLIOĞLU Doç. Dr. Erdoğan ÖNER 199 201 202 KESİN HESAP Doç. Dr. Türker SUSMUŞ Eyüp KIZILKAYA 208 218 5018 SAYILI KANUNDA (MALİ) RAPORLAMA KAPANIŞ PANELİ 27 Mart 2011 / 11:15 - 12:30 SEMPOZYUMUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ VE SONUÇLARI Prof.Dr. Candeğer YILMAZ Prof. Dr. Attila SEZGİN 221 223 226 HESAP VERİLEBİLİRLİK VE ÖZERKLİK DENGESİ nin ÜNİVERSİTELER AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Erol AKBULUT İlhan HATİPOĞLU Doç Dr. H. Hakan YILMAZ 6 231 234 235 SEMPOZYUM KURULLARI Onursal Başkan Prof. Dr. Candeğer YILMAZ Sempozyum Düzenleme Kurulu Prof. Dr. Haluk SOYUER Doç. Dr. Türker SUSMUŞ Doç. Dr. Metin KARADAĞ Yrd. Doç. Dr. Dilek DEMİRHAN Strj. Gel. D. Bşk. Ahmet ACAR Basın ve Halk. İlişk. Müd. Özlem ARINIK TOPUZ Organizasyon Sekreteryası Arş.Gör. A.Erhan ZALLUHOĞLU Arş.Gör. Mengü H.ÖZAN Arş.Gör. Gülçin GÜREL Arş.Gör. Begüm YURTERİ Bilim Kurulu Prof. Dr. Ahmet ACAR Prof. Dr. Asuman ALTAY Prof. Dr. Engin ATAÇ Prof. Dr. Davut AYDIN Prof. Dr. Ömer Faruk BATIREL Prof. Dr. Nuran CÖMERT Prof. Dr. Kemal ÇELEBİ Prof. Dr. Seyfullah ÇEVİK Prof. Dr. Mehmet DURMAN Prof. Dr. Nihat EDİZDOĞAN Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER Prof. Dr. Kamil MUTLUER Prof. Dr. Semra ÖNCÜ Prof. Dr. Vedat PAZARLIOĞLU Prof. Dr. Süreyya SAKINÇ Prof. Dr. Attila SEZGİN Prof. Dr. Selami SEZGİN Prof. Dr. Haluk SOYUER Prof. Dr. Muhittin ŞİMŞEK Prof. Dr. Fazıl TEKİN Prof. Dr. Kamil TÜĞEN Prof. Dr. A. Burçin YERELİ Doç. Dr. İbrahim Atilla ACAR Doç. Dr. Metin KARADAĞ Doç. Dr. Erdoğan ÖNER Doç. Dr. Türker SUSMUŞ Doç. Dr. Recep TEKELİ Orta Doğu Teknik Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Marmara Üniversitesi Marmara Üniversitesi Celal Bayar Üniversitesi Gediz Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Ankara Üniversitesi Bilkent Üniversitesi Celal Bayar Üniversitesi Katip Çelebi Üniversitesi Celal Bayar Üniversitesi İzmir Ekonomi Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Ege Üniversitesi YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Osmangazi Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Süleyman Demirel Üniversitesi Ege Üniversitesi Maliye Bakanlığı Eski Müsteşarı Ege Üniversitesi Adnan Menderes Üniversitesi 7 8 AÇILIŞ KONUŞMALARI 25 Mart 2011 Cuma Konuşmacılar Prof. Dr. Candeğer YILMAZ Ege Üniversitesi Rektörü Naci AĞBAL Maliye Bakanlığı Müsteşarı Dr. Recai AKYEL Sayıştay Başkanı Cahit KIRAÇ İzmir Valisi Mehmet ŞİMŞEK* Maliye Bakanı * Programındaki ani değişiklik nedeniyle sempozyuma katılamamıştır. 9 10 Prof. Dr. Candeğer YILMAZ Ege Üniversitesi Rektörü Sayın Valim, Sayın Milletvekillerim, Sayın Sayıştay Başkanım, Sayın Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekilim, Sayın Rektörlerim, Sayın Müsteşarım, Sayıştay Başkanlığı, Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Kamu İhale Kurumu ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin Değerli Temsilcileri, Değerli Öğretim Üyeleri, Değerli Konuklarımız, Sevgili Öğrenciler Basınımızın Değerli Mensupları, Sizleri şahsım ve Üniversitem adına saygılarımla selamlıyorum. Sempozyumumuza katılarak bizleri onurlandırdığınız için içten teşekkürlerimi sunuyorum. Dünya, 1980’li yıllardan itibaren hızlı bir değişim sürecinden geçmektedir. Şüphesiz değişimi tetikleyen, etkileyen ve zorunlu kılan ekonomik, sosyal, siyasal, toplumsal, kültürel ve yapısal pek çok etken bulunmaktadır. Genel anlamda küreselleşme olarak tanımlamakta olan bu süreç, ülkelerin ve toplumların hızlı ve köklü bir şekilde değişimler yaşamasına yol açmıştır. Küreselleşme politikaları, ülkelerin ve toplumların birbirinden etkilenmesine ve benzer özellikler sergilemesine de neden olmuştur. Ülkemizde de 1980’li yıllardan itibaren karma ekonomik modelden liberal modele geçiş, değişim sürecinin önemli bir tetikleyicisi olmuştur. Bu kapsamda çeşitli sektörlerde hızlı bir değişim yaşanmıştır. Değişimden etkilenen kesimlerden biri de kamu sektörü olmuştur. Ancak, kamu sektöründeki değişim diğer sektörlere göre daha yavaş ve aksak bir seyir izlemiştir. Zaman içerisinde “idari reformlar” adı altında çeşitli düzenlemeler yapılmış olsa da bu düzenlemeler kamu yönetim sistemini mekanik yapısından kurtaramamıştır. 2000’li yıllardan itibaren Avrupa Birliğine uyum süreci, kamu yönetimi alanında değişime hız kazandıran faktörlerden biri olmuştur. Bu kapsamda mali yönetim ve kontrol sistemi alanında köklü bir değişiklik yapılarak, sistemin anayasası niteliğinde olan “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu” yürürlüğe girmiş ve mali yönetim ve kontrol sistemimiz bütünü ile yeni bir anlayış çerçevesinde değiştirilmiştir. Yapılan değişiklik ve getirilen düzenlemelerle kamuda; stratejik planlama, performans programı, iç kontrol, faaliyet raporları ve hesap verilebilirlik gibi yeni kavram, sistem ve süreçler getirilerek 2006 yılından itibaren uygulanmaya başlanmıştır. 5018, genel anlamda kamudaki mali yönetim ve süreçlerine ilişkin düzenlemeleri içeren bir kanun olarak algılansa da aslında kamudaki yönetim sistemlerini ve yönetim sorumluluğunu değiştiren, kamunun kültürel ve davranışsal olarak farklılaşmasını gerekli kılan bir kanundur. 5018 ile getirilen yeni kamu yönetim anlayışı; • İdare etme anlayışından, YÖNETİŞİME, • Bürokrasi merkezli yapıdan, BİREY VE TOPLUM MERKEZLİ YAPIYA, • Tek taraflı belirleyiciden, ÇOK YÖNLÜ KATILIMA, • Girdi odaklılıktan, SONUÇ ODAKLILIĞA, 11 • Hantal bürokrasiden, ETKİN YÖNETİME, • Kapalılık ve gizlilik kültüründen, SAYDAMLIĞA, • Hiyerarşi ve kurallara dayalı denetimden, PERFORMANSA VE HESAP VEREBİLİRLİĞE DAYALI ÇOK AKTÖRLÜ DENETİM süreçlerini kapsayan bir sistem olarak uygulanmaya başlanmıştır. Kanunun içeriği, teorik olarak iyi bir şekilde kurgulanmış olsa da, kamu kurumlarındaki geçmiş 5 yıllık uygulamasına bakıldığında, kanunun öngördüğü sistem ve süreçlerin etkin ve verimli bir şekilde uygulanamadığı ve arzu edilen seviyede olmadığı görülmektedir. Bu durumun belli başlı nedenleri şunlardır; • Ülkemizde hizmet veren ile hizmet alan birey veya toplum kesimleri nezdinde oluşmuş kamu yönetimi ve kamu kültürü anlayışı, • Geleneksel kamu yönetimi sisteminin yarattığı statükoculuk, yeniliğe karşı direnç, inançsızlık, plan ve programsız çalışma alışkanlıkları, • Kamu kurumlarındaki örgütsel ve organizasyonel yapının yeni sistem çerçevesinde değiştirilememiş olması, • Personel istihdamı, ücretlendirilmesi ve performans kriterlerine uygun yasal alt yapının düzenlenememiş olması, • Sistemi yapılandıracak ve işletecek nitelikli insan kaynağının sınırlı olması ve maddi olanakların yetersizliği. Şüphesiz ki yapısal dönüşümleri, toplum kesimlerine benimsetmenin ve bu dönüşümleri gerçekleştirmenin güçlükleri olacaktır. Bireyler gibi toplumların da alışkanlıklarını, değer yargılarını ve yılların birikimi kültürel yapılarını değiştirmek her zaman güç olmuştur ve olmaktadır. Bu güçlükler, dünyada yaşanan değişime uyum sağlamamıza engel teşkil etmemeli tam aksine, özgün ve özellikli yapımızı da koruyarak ve geliştirerek, çağdaş ve demokratik dünya içerisine dahil olmalı ve gelişimimizi sürekli kılmalıyız. Bu nedenledir ki 5018’in, toplum kesimleri ile - asgari de olsa – fikir birliği sağlanarak yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Böylece, 5018’in getirdiği yapısal dönüşümler benimsenerek daha hızlı bir şekilde hayata geçirilebilecektir. Konuyu üniversiteler özeline indirgeyecek olursak; üniversitelerin içinde bulunduğu idari ve mali kısıtlılıklar ve bağlılıklar, kendi örgüt yapısını, uyacağı kuralları, yürüteceği hizmetleri ve personel politikasını belirleme gücündeki yetersizlik, verimliliği ve etkinliği azaltmakta, postmodern yönetim yaklaşımlarının hayata geçirilmesini engellemekte, hizmet kalitesini olumsuz etkilemektedir. Üniversiteler topluma öncü olan, bilimsel çalışmalarını ve birikimlerini toplum ihtiyaçları için kullanan proaktif kurumlardır. Kamu mali yapısını ve yönetim sistemini köklü bir biçimde değiştiren 5018 Sayılı Kanun, doğrudan ve dolaylı olarak Ülkemizdeki toplum kesimlerinin tamamını ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Böylesine önemli bir kanun yapılanması konusunda akademik camianın sessiz kalması, sürece katkı koymaması, konuya yönelik bilimsel görüş ve öneri üretmemesi düşünülemez. İkinci Dalga Mali Reform Çalışmalarının yürütülmeye başlandığı bu süreçte, Ege Üniversitesi olarak akademik sorumluluğumuz ve duyarlılığımız gereği konu ile ilgili ulusal düzeyde bir sempozyum düzenleyip, Ülkemizdeki akademik camiayı ve süreç içerisinde aktif olarak yer alan idari kesimi buluşturarak, topluma karşı görevimizi yerine getirmenin gayreti içerisindeyiz. Bu sempozyum ile şekillenecek olan görüş ve önerilerin, İkinci Dalga Mali Reform Çalışmalarına ışık tutmasını ve akademik birikim ile desteklenen bir reform sürecinin yaşanmasını temenni ediyorum. Sempozyumumuzun düzenlenmesinden sonuçlanmasına kadar bizlere destek olan, cesaret veren, katkılarını esirgemeyen ve emeği geçenlere sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Birlikte düşünüp, davranamazsak bu günü yaşayamazdık. Başarılı ve verimli bir sempozyum geçmesi dileği ile saygılarımı sunarım. 12 Naci AĞBAL Maliye Bakanlığı Müsteşarı Sayın Valim, Sayın Sayıştay Başkanım, Sayın Rektörlerim, Ege Üniversitesinin ve diğer üniversitelerin değerli hocaları, sevgili öğrenciler, konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ege Üniversitesi tarafından düzenlenen ve ev sahipliği yapılan bu sempozyumun tüm taraflar için başarılı olmasını diliyorum. 5018 sayılı kanunun çıkışının 5.yıldönümünde başlatmış olduğumuz çalışmalar doğrultusunda eleştirel bakış açısıyla neler yapabileceğimizi düşünürken Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer YILMAZ hocamız bizimle sempozyum konusunda görüşmeye geldi. Bu toplantı mevcut yasayı anlatan, yasanın güzelliklerini, teorisini anlatan formatta olmasın, sistemin eksikliklerini, yanlışlarını, iyileştirilebilecek alanları ortaya koyan ve eleştirel bakış açısıyla olsun dedik. Bunun bize geleceğe dönük faydalar sağlayacağını belirtti. 5018 sayılı kanun reform sayılabilecek değişiklikleri yapmasına rağmen sistemin gelişmesi açısından halen iyileştirilmesi gereken alanlar var. Sempozyum sırasında görüşlerini sunacak olan hocalarımıza teşekkür ediyorum. 5018 sayılı yasanın baştan itibaren 5 yılını yaşamış biri olarak bazı görüşlerimi, bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. 5018 sayılı yasa, Türkiye’de Kamu Mali Yönetim ve Kontrol alanında reform niteliği taşıyan bir kanundur. Aslında hazırlıkları 1990 yıllarına kadar uzanan uzun soluklu ve uluslar arası kuruluşların içinde olduğu ve katkı sağladığı bir çalışmadır. Bir taraftan dünyadaki değişim, diğer taraftan Türkiye’deki gelişme ve yenileşme mevcut Kamu Mali Yönetim ve Kontrol sistemini sürdürülemez hale getirirken böylesi bir kanun hazırlama gereğini ortaya koydu. 3-4 yıllık bir hazırlık evresinden sonra 2003 yılında TBMM’ye geldi ve 2003 Aralık ayında onaylandı. Fakat tüm hükümleri 1.1.2005 tarihinde yürürlüğe girdi. Ancak tümüyle 1.1.2006 tarihinden itibaren uygulamaya konuldu. 5018 sayılı kanuna uygun Orta Vadeli Mali Plan, Orta Vadeli Program ilk defa bu dönemde hazırlandı. 5018 sayılı kanun reform niteliğinde bir kanundur, çünkü mevcut sistemi temelden değiştirmesi, bilinen kavramları yeniden kurgulaması ve belirlenmiş, tanımlanmış rolleri değiştirmektedir. 5018 sayılı kanun reform niteliğinde olma iddiası olan bir kanundur. 1927 yılından beri uygulanan eski kanunda; merkeziyetçi bir yapı, mali anlamda güçsüz kalmış kamu idareleri, kısa dönemli bakış açısına sahip, ufku ve bakış açısı yıllık olan merkezi planlama ve sonuçların takip edilmediği bir yapı vardı. Ayrıca hesap verilebilirlik, mali saydamlık ve şeffaflık gibi kavramların olmadığı, dillendirilmediği, beklentinin olmadığı bir konumdaydı. 5018 sayılı kanun; hesap verebilirliği, saydamlığı, sorumluluğu ve uzun dönemli bakış açısını sisteme getirmiştir. Hesap verebilirlik noktasında klasik yapının dışına çıkılmış ve bir kamuoyu denetimi anlayışı getirmiştir. Hizmet alanların, kendilerine hizmet sunan kuruluşların stratejik planlarından, bütçelerinden, performans programlarından haberdar olabilecekleri ve sorgulayabilecekleri ve hizmet alanların ilk defa paydaş olarak tanımlandığı bir ortam yaratılmıştır. Özellikle 2002 yılından itibaren maliye politikasının ekonomi politikalarının çok etkin bir aracı haline gelmesi için çaba sarf edildi. Ekonomi konularında sağlanan başarılarda, maliye politikasının 5018 sayılı kanunun da etkisiyle ciddi katkıları olmuştur. Global krizin görüldüğü 2009 yılı hariç, kamu maliyesi yapısal olarak; bütçe açıklarının azaldığı, kamu borç stokunun düşürüldüğü, bütçede kaynak dağılımının daha etkin, daha verimli yapıldığı bir dönem olmuştur. 2010 yılından itibaren kamu maliyesi kendisini hızlı bir şekilde toparlamıştır. 5018 sayılı kanun içindeki yapı taşları, kamu kurumlarının harcama tavanları, stratejik * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 13 planlama, performans programları kamu maliyesi için yol gösterici olmuştur. 5018 sayılı kanun; kamu ihale kanunu, bankacılık kanunu, kamu borç yönetimi kanunu, sosyal güvenlik reformu kanunu ile birlikte kamu maliyesinde yapısal dönüşümün unsuru olmuştur. Global krizin etkilerinin az olmasında bu değişikliklerin önemli etkisi olmuştur. 5018 sayılı kanunun uygulamasında önemli gördüğümüz eksikliklerin bazılarını şöyle özetleyebiliriz. Kamu idarelerinde stratejik plan ve performans programlarını yapıyormuşuz gibi bir görüntü görüntü ortaya çıkmaktadır. Sadece plan yapmakla yetiniyoruz. Planların gerçekçi olması ve stratejik planlarla bütçelerin ilişkisini kurmak gerekmektedir. Performans programları şablonları alırken ileri ülkeleri model aldık, ancak bunun ayağı yere basmayan bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çok fazla sayıda ve takip edemeyeceğimiz performans hedefleri koyduk. Strateji Geliştirme Başkanlıklarını kamu idarelerinde kurduk, bu yeni sistemin gizli kahramanları bu birimlerde çalışan kişilerdir. Sıfırdan hiç birikimleri olmayan bir alanda, çok güzel yönetim bilgi sistemleri ve iç kontrol sistemleri geliştirdiler. Ancak bu personelin özlük haklarının geliştirilmesi, idari kapasitenin geliştirilmesi ve iyi uygulamalarının yaygınlaştırılması konusunda eksikliklerimiz bulunmaktadır. Faaliyet raporlarının hizmetten yararlananların yakından takip edebileceği ve eleştirebileceği bir duruma gelmesi beklentimiz gerçekleşmedi. Çünkü biz Maliye Bakanlığı olarak klasik içerik belirledik, bu nedenle hesap verilebilirliğin en temel boyutu olarak faaliyet raporları içerik olarak geliştirilmelidir. Bu konuda yasal, idari ve teknik çalışmalar sürmektedir. Kamu maliyesinin akademik tarafı ile uygulama tarafı arasında ciddi duvarlar var. Birlikte çalışmayı beceremiyoruz. Faaliyet raporlarının uluslar arası standartlarındaki kalitesi ile kamu kurumlarının faaliyet raporları kalitesi konusunda akademik araştırmalar yapılsın veya biz Maliye olarak; kamu muhasebe sistemi, kamu istatistikleri yada uygulamalar ile elimizdeki veri stoğunu üniversitelere açalım, onlar bize akademik perspektif içinde bir bakış açısı versinler veya biz üniversitelere değer katacak çalışmalara girelim. Üniversitelerin iktisadi ve idari bilimler fakülteleri ve maliye bölümleri ile DPT, Maliye Bakanlığı gibi ilgili kamu kurumlarının ortak platform geliştirmesi gerekiyor. 5018 sayılı kanun ile getirilen dinamikler ve mekanizmalar eskidi, gelişmiş ülkelerde kamu maliyesi hususlarında farklı konular konuşuluyor. Biz gelişmiş ülkelere göre daha geriden geliyoruz. Sürekli geriden gelmeye mahkum olmadan üniversitelerin proaktif bir yaklaşımla bu isteklerimize destek vermesi gerekiyor. Toplantının verimli olması dileğiyle tüm katılımcılara teşekkür ediyorum. 14 Dr. Recai AKYEL Sayıştay Başkanı Sayın Valim, Sayın Milletvekillerim, Sayın Müsteşarım, Sayın Rektörüm, saygıdeğer bilim insanları, kıymetli hanımefendiler ve beyefendiler, sevgili öğrenciler, sizleri şahsım ve kurumum adına saygıyla selamlıyorum. Ege Üniversitesi Rektörümüze, Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumu organizasyonu nedeniyle teşekkür ediyorum. Ayrıca, siz değerli bilim insanları ile birlikte bu konuları konuşmaktan, güzel kentimiz İzmir’in büyüleyici havasını teneffüs etme fırsatı bulmaktan dolayı mutlu olduğumu da ifade etmek istiyorum. Üniversitelerimizdeki bilim insanlarının, Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi ile ilgili konularla ilgilenmeleri ve kamu yönetimi ile ilgili fikirler üretmeleri kamu yöneticilerine katkı sağlamaktadır. Şahsen, Sayıştay’ın yetki ve sorumluluk alanı ile ilgili her türlü akademik ve bilimsel çalışmayı, büyük bir memnuniyetle karşıladığımı ifade etmek istiyorum. Umuyorum ki, Ege Üniversitesi Rektörümüzün bu güzel organizasyonunun benzerlerini diğer üniversite rektörlerimiz de gerçekleştirirler. Ayrıca, biraz önce sunumda ifade edildiği şekilde, çalışma üreten Ege Üniversitesini kutluyorum. Saygı değer katılımcılar, Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi anlayışının ülkenin genel kamu yönetimi anlayışının bir parçası olduğu, ülkenin benimsemiş olduğu genel kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi anlayışının benimsendiği unutulmamalıdır. Bu yüzden, Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi sistemi değerlendirilirken, ülkenin genel kamu yönetimi anlayışının ve sisteminin çok iyi değerlendirilmesi ve özümsenmesi gerekmektedir. Günümüzde, Türk Kamu Yönetimi ve Denetimi Sistemi üç temel yasa ile şekillenmiştir. Bu yasalar; 2004 yılı sonrası değişiklikleri ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 2003 tarihli 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 2009 tarihli 6085 sayılı Sayıştay Kanunudur. 2003 yılından sonra şekillenmeye başlayan Türk Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi anlayışı, Ülkemizin genel kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde benimsediği yeni kamu yönetimi anlayışı olan yönetişim anlayışının iyi yönetim ve yönetişim uygulamalarının mali yönetime yansımasıdır. Mevcut kamu mali yönetimi ve denetimi sistemini, yeni kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Önceki dönem Türk Kamu Mali Yönetimini düzenleyen Muhasebe-i Umumiye Kanunu, bürokratik kamu yönetimi anlayışının bir yansımasıydı. 1927 yılında yürürlüğe giren 1050 sayılı Kanun ilkeleri, aslında 1912 yılından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanmıştır. Bu dönem, bürokratik yönetim anlayışının küresel düzeyde etkili olduğu bir dönemdir. Genel kamu yönetimi anlayışı, bürokratik kamu yönetiminden yeni kamu yönetimi ve yönetişim anlayışına geçerken, kamu mali yönetim alanında 1050 sayılı Kanun anlayışından, 5018 sayılı kanun anlayışına geçilmiştir. Bürokratik kamu yönetiminden yeni kamu yönetimi anlayışına ve sistemine geçiş evrenseldir. Bunun geriye dönüşü mümkün değildir. Genel kamu yönetimi anlayışındaki bu dönüşüm, zorunlu olarak Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi anlayışına da yansımakta ve dönüştürmektedir. Türk Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi’ni düzenleyen 5018 sayılı Kanunun, 2003 yılında kabulü aslında bir ulusal tercihtir. Bu ulusal tercihi gerektiren iç ve dış gerekçeler vardır. Durup dururken gerekçesiz reformlara gidilmez. Zira reformlar her bakımdan sıkıntılı, zahmetli ve risklidir. Zorunluluklar olmadıkça, bu zahmetlere katlanılmaz. * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 15 Saygı değer katılımcılar, 5018 sayılı Kanunun belli misyonu, vizyonu, amaçları ve hedefleri vardır. Bir de bunların gerçekleştirilmesi için belirlenen araçlar, usuller ve prosedürler vardır. Gelişen ve değişen şartlara göre bu araçlar, usuller ve prosedürler her zaman gözden geçirilmelidir ve tartışılmalıdır. Ancak misyon, vizyon ve amaçlar hususunda daha dikkatli olunmalıdır. Zira bu hususların küresel ve ulusal genel kamu yönetimi anlayışıyla bağlantıları vardır. Bürokratik yönetim anlayışının bir yansıması olan 1050 sayılı Kanunun, çok uzun yıllar ülkemizde uygulanmış olması, kamu mali yönetimde belirli anlayışı, alışkanlığı ve kültürü oluşturmuştur. Bunun etkisinden kurtulmak ve yeni anlayışa geçmek kolay olmamaktadır. Ayrıca, 5018 sayılı Kanunun misyonu, vizyonu ve amaçları henüz kamu yönetimi açısından algılanamamıştır. Kanunun ruhunu anlamaya çalışmaktan önce, kanunun düzenlediği usuller ve prosedürler tartışılmaya başlanmıştır. 5018 sayılı Kanunun en büyük eksikliği, henüz ruhunun ve amaçlarının üzerinde tartışma olmamasıdır. Diğer bir eksiklik ise 5018 sayılı Kanunun henüz kendi ruhuna uygun ikincil düzenlemelere sahip olmaması ve uygulanmamış olmasıdır. 5018 sayılı Kanun, 2006 yılında tüm maddeleri ile birlikte yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, kurumların henüz yerine getirmedikleri hususlar bulunmaktadır. Kanun kurumlara inisiyatif vermektedir. Kurumlar, mali konulardaki bilgi ve eksiklikleri nedeniyle bu inisiyatifleri kullanamamaktadırlar. Bu durum, eskiye dönüş riskleri oluşturmaktadır. Kurumlar, iç kontrol ve iç denetim sistemlerini etkin bir şekilde tesis etmeli; faaliyet raporlarını inovasyon çerçevesinde özgün olarak hazırlamalı ve diğer hususları bir an önce yerine getirme çabası içerisinde olmalıdır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun kurduğu Türk Kamu Mali Yönetiminin temel ilkeleri olarak; tüm mali işlemlerin kayda alınması, tüm mali işlemlerin hukuka uygun yapılması, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması, mali saydamlığın sağlanması, aktörlerin yönetime katılımının sağlanması, aktörlerin hesap vermesinin sağlanması, stratejik bakış açısına sahip olunması, performansa dayalı bütçeleme, çok yıllı bütçeleme etkin bir iç denetim sistemi kurulması ve geniş kapsamlı dış denetim sistemi kurulmasını sayabiliriz. Ülkemizde dış denetim sistemini düzenleyen yasal çerçeve şöyledir; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 160’ıncı, 164’üncü ve 165’inci maddeleri, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 68’inci maddesi ve diğer ilgili maddeleri ile 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’dur. Türk denetim sistemini anlayabilmek için bu yasal çerçeveyi iyi özümsemek gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Sayıştayı, kamuda hesap verme sorumluluğu esasları çerçevesinde kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalışması ve kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılabilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapmaktadır. Sayıştay, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamaktadır. Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve kesin hükme bağlama işlevlerini yapmaktadır. Sayıştay denetimlerinin yeni dönemde, 5018 sayılı Kanunun gereklerinin etkin gerçekleştirilmesine katkı sağlayacağını ve usulsüzlüklerle mücadelede büyük rolü olacağını ifade etmek istiyorum. Saygı değer bilim insanları ve kıymetli katılımcılar, nihai amacı insanın mutluluğu ve toplumun huzuru olan, şeffaf ve hesap verilebilir bir kamu mali yönetim anlayışının oluşumuna yönelik yasal düzenlemelerin dinamikliği kabul edilmeli ve sürekli gözden geçirilmelidir. Her şeyin değiştiği dünyevi gerçeklik altında, genelde kamu yönetimi anlayışının, özelde kamu mali yönetimi anlayışının ve ilgili yasaların değişmemesini düşünmek mümkün değildir. Her değişimi zorunluluklar ve gereksinimler doğurur. Yeni kamu mail yönetimi anlayışını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. 5018 sayılı Kanun da diğer kanunlar gibi toplumun huzurunu ve zenginliğini amaçlamaktadır. Bu duygu ve düşünceler ile birlikte, Ege Üniversitesi Rektörümüze bu güzel organizasyon nedeniyle tekrar teşekkür ediyorum. 16 Cahit KIRAÇ İzmir Valisi Sayın Sayıştay Başkanımız, bu sempozyum münasebetiyle aramızda bulunan Değerli Milletvekillerimiz, Sayın Maliye Bakanlığı Müsteşarımız, Sayın Rektörüm, Değerli Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekilimiz, Ege Üniversitemiz ve diğer üniversitelerden, kamu kuruşlarından bu sempozyum için aramızda bulunan değerli mesai arkadaşlarımız, maliye Bakanlığımızdan, Sayıştayımızdan, Kamu İhalesi Kurumundan sempozyum münasebetiyle aramızda bulunan değerli katılımcılar, saygıdeğer hanımefendiler ve beyefendiler, sevgili basın mensupları, Ülkemizin köklü üniversitelerinden birisi olan Ege Üniversitemizin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından organize edilen “Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumu” münasebetiyle birlikteyiz. Özellikle dışarıdan gelen bütün misafirlere, Sayın Sayıştay Başkanımızın şahsında hoş geldiniz diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ege Üniversitemiz; öğrencisi, akademik personeli, gerçekleştirdiği bilimsel toplantılar ve yayınları ile bilimsel düşüncenin ve kültürel hayatın zenginleşmesini sağlayan, toplumsal gelişmeyi yönlendiren, ilimizin ve ülkemizin gurur kaynağı olan güzide bir kurumumuzdur. Bu güzide kurumumuz tarafından organize edilen bugünkü sempozyumun gerçekleşmesinde emeği geçenlere özellikle, Sayın Rektörümüzün şahsında teşekkür ediyorum. Üç gün sürecek sempozyumda 5018 sayılı kanunun genel değerlendirilmesi ve diğer mevzuatlarla uygunluğu, performans esaslı bütçeleme, iç denetim ve iç kontrol sistemi, dış denetim, stratejik planlama, hesap verilebilirlik, sorumluluk ve mali saydamlık, muhasebe, raporlama ve kamu zararları konularının ele alınacağını, programın detaylarında görebiliyoruz. Bu konular hakkında, ilgili akademisyenler ve uygulamacılar görüşlerini, önerilerini, fikirlerini ve eleştirilerini bizlerle paylaşacaklar. 5018 sayılı kanun 5 yıllık geçmişiyle olumlu sonuçlar vermekle birlikte, bu sempozyumda bilim insanlarımızca ve konunun uzmanlarınca dile getirilecek hususlar gelecekteki uygulamalara da ayrıca ışık tutacaktır. Dolayısıyla böylesine geniş perspektifle konuyla alakalı engin deneyim ve bilgi birikimlerini sempozyum vesilesiyle bizlerle paylaşacak saygıdeğer katılımcılara ve uzmanlarımıza ayrıca şükranlarımı sunuyorum. Değerli katılımcılar, bildiğiniz gibi bir sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin en temel amaçlarından birisi, ekonomik kalkınmayı sosyal adaletten vazgeçmeden gerçekleştirmek, toplumun refah seviyesini yükseltmektir. Bu amacı gerçekleştirmeyi sağlayacak araçlardan birisi de hiç şüphesiz ki kamu mali kaynaklarının rasyonel kullanımı hususudur. Esasen günümüzün çağdaş devlet anlayışında, kamu kaynaklarının daha iyi ve rasyonel kullanımı konusu ön plana çıkmaktadır. Bu kaynakların etkin, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılması anlayışının hakim kılınması esas alınmaktadır. Bu nedenle ülkemizde özellikle son yıllarda ekonomik ve sosyal yapımızda iyileştirmeler sağlayarak refahın artırılmasını amaçlayan çeşitli alanlardaki yasal düzenlemeler ve reformların uygulamaya konulduğunu da hep birlikte görüyoruz. Bunlardan birisi de benden önceki konuşmacıların da ifade ettiği gibi 2006 yılında uygulamaya başlanan ve kamu mali yönetim sisteminde kamu kaynaklarının kullanımı ve denetimi konularında çok önemli yenilikler getiren 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunudur. Kamu mali sistemimizin anayasası olarak kabul edilen söz konusu kanun, sistemimizin yapısını ve işleyişini yeni bir anlayışla ele almak suretiyle sistemin temel esaslarını düzenlemekte, kamu bütçesinin hazırlama, uygulama, kontrol işlemlerinin nasıl yapılacağını, mali işleyişinin muhasebeleştirmesinin ve raporlanmasının nasıl şekillendirileceğini içermektedir. Kanun ile kamu kaynaklarının etkin ve verimli şekilde * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 17 kullanılması, çok yıllı ve performansa dayalı bütçe sistemine geçilmesi, mali kontrol görev ve yetkisinin ilgili idarelere devredilmesi, mali saydamlık ve hesap verilebilirlik ilkesinin öngörülmesi, kamu harcamalarının iç ve dış denetimi ile düzenlenmesi yanında bütçe ve muhasebe uygulamalarında birlik ve bütünlüğün sağlanması yönünde de temel düzenlemeleri ana hedef olarak seçmiştir. Uluslar arası standartlar ve Avrupa Birliği normları ile Ülkemizin mali sistemini uyumlu hale getirmek amacı ile yapılan bu düzenlemelerde yeni bir kamu yönetimi anlayışı da aranmaktadır. Bu düzenlemelerin sistemimize getirdiği olumlu ve olumsuz yönlerinin, yapılan uygulamaların günümüze yansımalarının ve gelecekte ele alınması gereken konularının detayı bu sempozyumda ele alınıp ilgili sunucular tarafından bizlerle paylaşılacaktır. Bildiğiniz gibi iyi işleyen bir mali kontrol sistemi kamu kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasında ön şart olarak görülmektedir. 5018 sayılı kanun, kamu kaynaklarının verimli kullanılıp kullanılmadığı konusunda da ilgili tüm taraflara güvence sağladığı bilinmektedir. Dolayısıyla mali kontrol sisteminin etkin bir şekilde uygulanması, kanunun diğer hükümlerinin de uygulamadaki etkinliğini ve başarısını artıracaktır. Tabi ki kanunun iyi uygulanması kamu idarelerindeki idari kapasitelerin geliştirilmesiyle paralel olarak görülmelidir. İnsan unsurunu ihmal edilerek yapılan hiçbir düzenlemenin sağlıklı sonuç vermeyeceğini biliyoruz. Bu nedenle kamu mali yönetim ve kontrol sürecindeki aktörler ve kamuoyu bileşiminden oluşan insan faktörünün hesaba katılması başarı şansı için en önemli ayaktır. Bunun dışında stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme esaslarının geliştirilmesi, uygulamanın saydamlığı ve uygulama sonuçlarının denetimi açısından da önemli olduğunu fikirlerinize ve bilgilerinize sunmak istiyorum. Ayrıca harcama sonrası dış denetim görevinin anayasal bir kurum olan Sayıştayımıza verilmiş olmasını da kamu mali sistemi açısından önemli bir güvence olarak değerlendiriyorum. Bildiğiniz gibi dünyada son yıllarda hızlı bir değişim süreci yaşanmakta, bu değişim; tüm alanları, idareyi ve idarenin temel dayanaklarını da etkilemektedir. Dolayısıyla günümüzde yönetimle ilgili daha önce büyük ve yaygın kabul gören prensipler yeniden gözden geçirilmekte, mevcut bürokratik yapı ve model sorgulanmaktadır. Kamusal hizmetler artık toplumsal refahın maksimizasyonu bağlamında ele alınıp irdelenmektedir. Bu nedenle ülkemizi, geleceğin güçlü dünyasında hak ettiği konuma taşımak için mevcut kaynakları ve potansiyeli rasyonel kullanmamız büyük bir önem taşımaktadır. Devletin ekonomik faaliyetlerini gerçekleştirme araçlarından en önemlilerinden birisi olan kamu mali yönetimi ve kontrolü hususundaki başarımız, ekonomik ve sosyal gelişmişliğimiz açısından da olumlu sonuçlar doğuracak, ülkemizin dünyadaki konumunu çok daha güçlendirecektir. Bu duygu ve düşüncelerle sempozyumun ülkemize, ülkemizin kaynaklarının daha etkin kullanılmasına, israfın önlenmesine ve gelecekte rekabet içerisinde olan dünyadaki hak ettiğimiz yere ulaşmaya, gösterdiğimiz hedeflere, dünyanın ilk on ekonomisi içine girmeye ve muassır medeniyetler seviyesi üzerindeki hedefe ulaşmamıza vesile olacak ışıkların doğmasına vesile olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. 18 AÇILIŞ PANELİ 5018 SAYILI YASANIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ, AB NORMLARI VE DİĞER MEVZUATLAR İLE İLİŞKİSİ 25 Mart 2011 Cuma Oturum Başkanı Dr. Recai AKYEL Sayıştay Başkanı Konuşmacılar Prof. Dr. Kamil MUTLUER Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun Genel Değerlendirmesi ve AB Normları ve Diğer Mevzuatla İlişkisi Dr. Hasan GÜL Kamu İhale Kurumu Başkanı Kamu Harcama Yönetim Sistemi Erhan USTA Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Yardımcısı Mali Reform Süreci ve 5018 Sayılı Kanunun Genel Değerlendirmesi İsa COŞKUN Maliye Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı 5018 Sayılı Yasanın Genel Değerlendirmesi ve AB Sürecinde Mali Kontrol Faslı Ahmet YÜCEL Avrupa Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Kamu Mali Yönetimi Reformu 19 20 Dr. Recai AKYEL Sayıştay Başkanı Sayın Valim, Sayın milletvekilleri, Müsteşarım, Rektörüm, saygıdeğer bilim insanları, kıymetli hanımefendiler ve beyefendiler, sevgili öğrenciler, sizleri şahsım ve kurumum adına saygıyla selamlıyorum. Ege Üniversitesi Rektörümüze, Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumu organizasyonu nedeniyle teşekkür ediyorum. Ayrıca siz değerli bilim insanları ile birlikte bu konuları konuşmaktan, güzel kentimiz İzmir’in büyüleyici havasını teneffüs etme fırsatı bulmaktan dolayı mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. Üniversitelerimizin bilim insanlarının kamu mali yönetimi ve denetimi gibi konularla ilgilenmeleri, kamu yönetimi ile ilgili fikirler üretmeleri kamu yöneticilerine katkı sağlamaktadır. Şahsen, Sayıştayın yetki ve sorumluluk alanıyla ilgili her türlü akademik ve bilimsel çalışmayı büyük bir memnuniyetle karşıladığımı ifade etmek istiyorum. Umuyorum ki, Ege Üniversitesi Rektörümüzün bu güzel organizasyonunun benzerlerini diğer üniversite rektörlerimiz de gerçekleştirirler. Ayrıca biraz önce sunumda ifade edildiği şekilde çalışma üreten Ege Üniversitesi’ni kutluyorum. Saygıdeğer katılımcılar, kamu mali yönetimi ve denetimi anlayışının ülkenin genel kamu yönetimi anlayışının bir parçası olduğu, ülkenin benimsemiş olduğu genel kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde kamu mali yönetimi ve denetimi anlayışının benimsendiği unutulmamalıdır. Bu yüzden, kamu yönetimi ve denetimi anlayışı ve sistemi değerlendirilirken ülkenin genel kamu yönetimi anlayışının ve sisteminin çok iyi anlaşılması ve özümsenmesi gerekmektedir. Günümüzde, Türk Kamu Yönetimi ve Denetimi Sistemi üç temel yasayla şekillenmiştir: 2004 yılında – sonraki değişiklikleriyle birlikte - Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 2003 tarihli 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 2009 tarihli 6085 sayılı Sayıştay Kanunu. 2003 yılından sonra şekillenmeye başlayan Türk kamu mali yönetimi ve denetimi anlayışı, ülkemizin genel kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde benimsediği yeni kamu yönetimi anlayışının, yönetişim anlayışının, yönetişim uygulamalarının mali yönetime yansımasıdır. Mevcut kamu mali yönetimi ve denetimi sistemini yeni kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Önceki dönem Türk mali yönetimini düzenleyen Muhasebe –i Umumiye Kanunu bürokratik kamu yönetimi anlayışının bir yansımasıydı. 1927 yılında yürürlüğe giren 1050 sayılı Kanun ilkeleri aslında 1912 yılından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanmıştı. Bu dönem, bürokratik yönetim anlayışının küresel düzeyde etkili olduğu bir dönemdir. Genel kamu yönetimi anlayışında, bürokratik kamu yönetimi anlayışından yeni kamu yönetimi anlayışına yönetişim anlayışına - geçerken kamu yönetimi anlayışında da 1050 sayılı Kanun anlayışından 5018 sayılı Kanun anlayışına geçilmiştir. Bürokratik kamu yönetimi anlayışından yönetişim anlayışına, yeni kamu yönetimi anlayışına geçiş küreseldir ve evrenseldir. Bunun geriye dönüşü mümkün değildir. Genel kamu yönetimi anlayışındaki bu dönüşüm zorunlu olarak kamu mali yönetimi ve denetimi anlayışını da dönüştürmektedir. Türk kamu mali yönetimi ve denetimini düzenleyen 5018 sayılı Kanunun 2003 yılında kabulü aslında bir ulusal tercihtir. Bu ulusal tercihi gerektiren iç ve dış gerekçeler vardır. Durup dururken ve gerekçesiz reformlara gidilmez. Zira reformlar her bakımdan sıkıntılıdır, zahmetlidir ve risklidir. Saygıdeğer katılımcılar, 5018 sayılı Kanunun belli misyonu, vizyonu, amaçları ve hedefleri vardır. Bir de bunların gerçekleştirilmesi için belirlenen araçlar, usuller ve prosedürler vardır. Gelişen ve değişen şartlara göre bu araçlar, usuller ve prosedürler her zaman gözden geçirilmelidir ve tartışılmalıdır. Ancak misyon, vizyon ve amaçlar hususunda daha dikkatli olunmalıdır. Zira bu hususların, küresel ve ulusal genel kamu yönetimi anlayışıyla bağlantıları vardır. Bürokratik yönetim anlayışının bir yansıması olan 1050 sayılı Kanunun çok uzun yıllar ülkemizde uygulanmış olması kamu mali yönetiminde belirli anlayışı, alışkanlığı ve kültürü 21 oluşturmuştur. Bunun etkisinden kurtulmak ve yeni anlayışa geçmek kolay olmamaktadır. Ayrıca, 5018 sayılı Kanunun misyonu, vizyonu ve amaçları henüz kamu yönetimi açısından algılanamamıştır. Kanunun ruhunu anlamaya çalışmaktan önce kanunun düzenlediği usuller ve prosedürler tartışılmaya başlanmıştır. 5018 sayılı Kanunun en büyük eksikliği henüz ruhunun ve amaçlarının üzerinde tartışma olmamasıdır. Diğer bir eksiklik ise 5018 sayılı Kanunun henüz kendi ruhuna uygun ikincil düzenlemelere sahip olamaması ve uygulanmamasıdır. 5018 sayılı Kanun 2006 yılında tüm maddeleri ile birlikte yürürlüğe girmiş olmasına rağmen kurumların yerine getirmedikleri hususlar bulunmaktadır. Kanun kurumlara inisiyatif vermektedir. Kurumlar mali konulardaki bilgi ve deneyim eksiklikleri nedeni ile bu inisiyatifleri kullanamamaktadırlar. Bu durum eskiye dönüş riskleri oluşturmaktadır. Kurumlar iç kontrol ve iç denetim sistemlerini etkin bir şekilde tesis etmeli, faaliyet raporlarını innovasyon çerçevesinde özgün olarak hazırlamalı ve diğer hususları da bir an önce yerine getirme çabası içerisinde olmalıdırlar. Değerli katılımcılar, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunun kurduğu Türk kamu mali yönetiminin temel ilkeleri olarak tüm mali işlemlerin kayda alınması tüm mali işlemlerin hukuka uygun yapılması, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması, mali saydamlığın sağlanması, aktörlerin yönetime katılımının sağlanması, aktörlerin hesap vermesinin sağlanması, stratejik bakış açısına sahip olunması, performansa dayalı bütçeleme, çok yıllı bütçeleme, etkin bir iç denetim sistemi kurulması ve geniş kapsamlı bir dış denetim sistemi kurulmasını sayabiliriz. Ülkemizde dış denetim sistemini düzenleyen yasal çerçeve şöyledir: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 160., 164. ve 165. maddeleri, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunun 68. maddesi ve diğer ilgili maddeleri, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’dur. Türk yüksek denetim sistemini anlayabilmek için bu yasal çerçeveyi iyi anlamak gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Sayıştayı kamuda hesap verme sorumluluğu esasları çerçevesinde kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalışması ve kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapmaktadır. Sayıştay, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamaktadır. Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve kesin hükme bağlama işlerini yapmaktadır. Sayıştay denetimlerini yeni dönemde 5018 sayılı Kanunun gereklerinin etkin gerçekleştirilmesine katkı sağlayacağını ve usulsüzlüklerle mücadelede büyük rolü olacağını ifade etmek istiyorum. Saygıdeğer bilim insanları, kıymetli katılımcılar nihai amacın insanın mutluluğu olduğu, toplumun huzuru olduğu, şeffaf ve hesap verebilir bir kamu mali yönetimi anlayışının oluşturulması çerçevesinde yasal düzenlemelerin dinamikliği kabul edilmeli ve sürekli gözden geçirilmelidir. Her şeyin değişmekte olduğu bir dünyevi gerçeklik altında yasaların değişmemesini düşünmek mümkün değildir. 5018 sayılı Kanun da diğer kanunlar gibi toplumun huzurunu ve zenginliğini amaçlamaktadır. Bu duygu ve düşünceler ile birlikte Ege Üniversitesi Rektörümüze bu güzel organizasyon nedeniyle tekrar teşekkür ediyorum. Ayrıca İzmir Valimize ve Konak Kaymakamımıza yakın ilgilerinden dolayı şükranlarımı sunuyorum. Sizlere saygı ve sevgilerimi arz ediyorum. Sevgili öğrencilere mutlu gelecekler diliyorum. İyi günler diliyorum. 22 Prof. Dr. Kamil MUTLUER Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi 5018 SAYILI KAMU MALİ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNUNUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ VE AB NORMLARI VE DİĞER MEVZUATLA İLİŞKİSİ Sayın başkan ve değerli izleyenler hepinizi saygıyla selamlıyorum. Giriş: Kamu harcamaları, 1900’lü yılların son çeyreğinde Dünya’da üzerinde en çok durulan mali konulardan biri olmuştur. Bu konu, teorik tartışmalarda ve ülke uygulamaları ile ilgili olarak getirilmesi düşünülen model çalışmalarında, kamu gelirlerinden daha fazla odak noktası oluşturmuştur. Sözü edilen zaman dilimi içinde birçok kuruluş ve maliyeci kamu harcamalarının yerli yerinde harcanmasına ilişkin çalışmalarda bulunmuştur. O zamanki Fransa Parlamentosu Başkanı da, 1999 yılında bu konuda bir rapor hazırlatmıştır. Fransız Parlamentosu Başkanı’nın hazırlattığı “ Kamu Harcamalarında Etkinlik ve Verimlilik” adlı bu çalışmanın ön sözünde “ Bundan sonra nasıl daha çok vergi alınır değil, nasıl daha iyi harcama yapılabilir konularında eğitmek gerekir.” ifadesi yer almıştır. Bu ifade, o dönemde kamu harcamalarının verimliliği konusuna ne derece önem verildiğini çok açık bir şekilde göstermektedir. Öte taraftan, bu ve buna benzer çalışmalar ülkelerin mali yapılarının yeniden şekillendirilmesine de etki yapmış ve birçok ülke kendi mali düzenlemelerini ona göre şekillendirmiştir. Bu yeniden yapılandırılmalarda ülkelerden pek çoğu başarı da sağlamıştır. Kamu mali düzeninin sağlanmasında 1927 tarihli Muhasebe-i Umumiye Kanunu Türkiye’de uzun süre uygulama alanı bulmuştur. Bu arada yukarıda değinilen değişim akımından ülkemiz de etkilenmiş ve 1900’lü yılların sonunda yeni bir harcama sistemine geçilmesi çalışmaları hız kazanmıştır. Bu çalışmalara IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar da katılmıştır. 2003 yılında da, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Hazırlanarak 1050 sayılı Kanunun yerini almak üzere yürürlüğe konulmuştur. 5018 sayılı Kanun, gerçekleştirilmesi istenilen amaçlar bakımından 1050 sayılı Kanundan oldukça farklı düzenlemeler içermektedir. Her yeni getirilen düzenlemede olduğu gibi uygulamada bu düzenlemeler de, değişik görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yani değişik kesimlerce 1050 sayılı Kanun ile 5018 sayılı Kanun biri biriyle karşılaştırılmış ve yeni düzenlemeler tartışma konusu yapılmıştır. Getirilen 5018 sayılı Kanuna, yukarıda belirtildiği üzere IMF, Dünya Bankası ve AB gibi kuruluşların düşünceleri de etkili olmuştur. Biz bu yazımızda önce 5018 sayılı Kanunun genel bir değerlendirmesini yapmaya çalışacak ve yeni değişikliklerin AB normları ile uyumunun ne olduğunu belirtmeye gayret edeceğiz. 5018 sayılı Kanunun yerli yerinde uygulanabilesi için, diğer bazı mevzuatla da yakın ilişkisinin olduğu açıktır. Yazımızın sonunda da bunları kısaca ele alacağız. 23 1. 5018 SAYILI KAMU MALİ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNUNUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ 1.1. 5018 SAYILI KAMU MALİ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNUNUN AMAÇLARI YÖNETİMİNDE YAŞANAN GENEL SORUNLAR 1050 sayılı Kanun döneminde mevcut olan sakıncaları ortadan kaldırılmak düşüncesiyle, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile bütçe sisteminde birçok yenilik getirilmek istemiştir. Söz konusu değişiklikleri; kamu maliyesinin temel ilkeleri ve kamu kaynağının kullanması bakımından olan değişiklikler şeklinde iki alt başlık halinde toplamak gerekir. 1.1.1. Kamu Maliyesinin Temel İlkeleri Bakımından Düşünülen Amaçlar Kamu maliyesinin temel ilkeleri bakımından düşünülen amaçları esas olarak şu şekilde sıralamak gerekir: - Kamu idarelerinin harcamalarında etkinlik, ekonomiklik ve verimlilik sağlamak amacıyla stratejik planlama ve performans esaslı bütçe sistemi getirilmiştir. - Bütçe hazırlanama ve uygulama sürecinde etkinliğin sağlanması için çok yıllı bütçeleme sistemine geçilmiştir. - Bütçe hakkının en iyi kullanılmasını sağlamak amacıyla bütçenin kapsamı genişletilmiştir. Böylece, harcamaların parlamentonun bilgi ve denetimine tabi olması sağlanmak istenmiştir. Yani, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri (genel bütçeli, özel bütçeli ve düzenleyici ve denetleyici kurumlar), sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idarelerden oluşan genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin, mali yönetim ve kontrolü kapsam içine alınmıştır. - Kamu idarelerinin tüm gelir ve giderlerinin bütçede yer almasının sağlanması arzulanmış ve bunun için de bütçe dışında gelir elde edilmesi ve gider yapılması önlenmek istenmiştir. Yani, bütçelerde genellik ve birlik ilkesinin tam anlamıyla uygulamaya geçirilmesi düşünülmüştür. - Harcayıcı kuruluşlara harcama öncesi esneklik verilmek istenmiş, diğer bir ifadeyle harcamalara uygulanan harcama öncesi vize ve tescil işlemleri kaldırılmak ve harcama sonrası denetimin etkili hale getirilmesi yolu tercih edilmiştir. - Kamuda kullanılan muhasebe de aynilik sağlanmak arzu edilmiş ve istatistik biliminden yararlanılması düşünülmüştür. Yukarıda sıralanan hususları özetlemek gerekirse, bu amaçları gerçekleştirmek suretiyle; bütçe birliğinin sağlanması, mali saydamlık ve hesap verilebilirliğin uygulanması, kamu kaynaklarının kullanılmasında etkinlik ekonomiklik ve verimliliğin uygulamaya geçirilmesi ve kamu idarelerine uygulamada geniş inisiyatif sağlanması, istenilmektedir. 1.1.2. Kamu Kaynağının Kullanımı Bakımından Amaçlar Kamu kaynaklarının kullanılmasında benimsenen dört temel ilke bulunmaktadır. Bunlar; - Mali saydamlık, - Hesap verme sorumluluğu, - Performans esaslı bütçeleme, - Çok yıllı bütçe uygulaması, dır. Yukarıda belirtilen amaçlardan, söz konusu kanunun çok değişik amaçlarının var olduğu görülmektedir. Ancak bu amaçlardan; performans esaslı bütçenin getirilmek istenmesi, genellik ve birlik ilkesinden sapılmaması gerekliliği, harcayıcı kuruluşlara harcama öncesi esneklik kazandırmak ve harcama sonrası denetime ağırlık verilmesi ile mali saydamlık ve hesap verilebilirliğin ihmal edilmemesi, diğer amaçlardan çok daha önemli görülmektedir. Bu bakımdan burada esas olarak bu konular üzerinde durulacaktır 24 1.2. PERFORMANS BÜTÇE SİSTEMİ 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Bütçe Kanunu ile performans bütçe sistemine geçilmiştir. Bu nedenle burada önce performans bütçe sisteminin niteliğinden kısaca söz etmek gerekir. Adından da anlaşılacağı gibi performans bütçe sisteminde, çıktı ve sonuç esastır. Bu bütçe sistemi, üç kademede gerçekleştirilir. Bunların birincisi, bütçelerin yapılacak işlere göre sınıflandırılmasıdır. İkinci aşama, tespit edilen işlerin maliyetinin tespit edilmesidir. Üçüncü ve son aşama ise, elde edilen çıktı ve sonuçların değerlendirilmesidir. Her sistemde olduğu gibi bu istemin de yararlı ve sakıncalı yanları bulunmaktadır. - Sistemin yararlı yanlarını; bütçe devresi sonunda ilgili idarenin ve harcayıcı kişinin performansını ortaya çıkarması, hesap verme mekanizması için gerekli ortamın sağlaması, şeklinde özetlenebilir. - Sistemin sakıncalarını ise; uygulayıcıların genellikle sistemi benimsememeleri, istenilen sonuca ulaşmanın uzmanlık istemesi, performans ölçütlerinin her zaman gerçeği yansıtmaması ve performansı ölçmenin oldukça ağır iş yükü getirmesi, şeklinde özetlenebilir. Dünyada standart bir performans esaslı bütçeleme sistemi kabul edilmiş olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak uygulamalarda karşılaşılan başlıca sistemler; - Stratejik plân ile bütünleştirilmiş performans bütçe modeli, - Performans sözleşmesine dayalı modeller, - Bütçe formatına ( kanun yapısına )dönüştürülmüş modeller, şeklinde ifade edilebilir. 5018 sayılı Kanunla getirilmiş olan performans bütçe sisteminin ne olduğunu belirleyen ve “ Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçeleme” başlığını taşıyan Kanunun 9. maddesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir: - Kamu idareleri, geleceğe ilişkin vizyon ve misyonlarını oluşturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiş göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirilmesini yapmak amacıyla katılımcı yönetimlerle stratejik plânlarını hazırlar. - Kamu idareleri, bütçeleri ile kaynak tahsislerini, stratejik plânlarına, yıllık hedef ve amaçları ile performans göstergelerine dayandırmak zorundadır. - Kamu idareleri, yürütecekleri faaliyet ve projeler ile bunların kaynak ihtiyacını, performans hedef ve göstergelerini içeren performans programları hazırlar. - Maliye Bakanlığı, DPT Müsteşarlığı ve ilgili kamu idaresi tarafından birlikte tespit edilecek olan performans göstergeleri, kuruluşun bütçelerinde yer alır. - Performans denetimleri bu göstergeler çerçevesinde gerçekleştirilir. Bu kısa açıklamadan anlaşılacağı üzere Türk Performans Bütçe Sistemi, daha çok yukarıda belirtilen birinci uygulama şeklinde daha uygun bulunmaktadır. Yani sistem, stratejik plân ile bütünleştirilmiş performans bütçe sistemine daha yakın bulunmaktadır. Bütçe yılı sonunda kurumların yapmış oldukları stratejik plân ve programlar dikkate alarak hazırlanmış olan faaliyet raporları üzerine, Sayıştay performans denetimi yapar. Bu denetim, daha sonra Parlamentoda sonuçlandırılır. Sözü edilen denetim şekli, kanuni dayanağını 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 41. maddesinde bulmaktadır. Bu hususta konunun biraz ayrıntısına inebilmek için, Kanunun “Faaliyet Raporları” başlığını taşıyan ilgili maddesine kısaca değinmek gerekir. Sözü edilen maddeyi şöylece özetleyebiliriz: - Üst yöneticiler, hesap verme zorunluluğu çerçevesinde her yıl idarenin faaliyet sonuçlarını gösteren idare faaliyet raporlarını hazırlar. - Hazırlanan idare faaliyet raporları, kamuoyuna açıklanır. 25 - Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ve sosyal güvenlik kurumları, idare faaliyet raporlarının birer örneğini Sayıştay’a ve Maliye Bakanlığına gönderir. - Mahalli idarelerce hazırlanan faaliyet raporlarının birer örneği de Sayıştay ve İçişleri Bakanlığına gönderilir. İçişleri Bakanlığı raporları ve rapor üzerindeki görüşlerini dikkate alarak Mahalli İdareler Genel Faaliyet Raporunu hazırlayarak örneklerini Sayıştay’a ve Maliye Bakanlığına gönderir. - Maliye Bakanlığının kendisine gönderilen tüm raporları dikkate almak suretiyle Genel Faaliyet Raporu Hazırlar ve Genel Faaliyet Raporlarını kamuoyuna açıklar. Raporun bir örneği de Sayıştay’a gönderilir. - Sayıştay, mahalli idarelerin raporları hariç idare faaliyet raporlarını, Mahalli İdareler Genel Faaliyet Raporunu ve Genel Faaliyet Raporunu, dış denetim sonuçlarını dikkate alarak görüşlerini de belirtmek suretiyle TBMM’ye sunar. - TBMM bu raporlar ve yapılan değerlendirme çerçevesinde, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüşür. Bu görüşmelere üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısının ilgili bakanla birlikte katılması zorunludur. İdare faaliyet raporu, kullanılan kaynakları, bütçe hedef ve gerçekleşmeleri ile birlikte meydana gelen sapmaların nedenlerini, varlık ve yükümlülükleri içeren mali bilgileri, stratejik plân ve performans programı uyarınca yürütülen faaliyetleri ve performans bilgilerini içerecek şekilde hazırlanır. Görüldüğü üzere Sayıştay tarafından gerçekleştirilen performans denetimi, her yıl tekrarlanan periyodik bir denetimdir. Sayıştay tarafından TBMM’ye intikal ettirilen faaliyet raporları da, usulüne göre burada performans denetimine tabi tutulur. Görüldüğü üzere performans denetimi, uzmanlık isteyen ve oldukça karışık bir görünüm arz eden bir denetim şeklidir. Rapor sayılarının çokluğu ve dolayısıyla bütçe uygulayıcılarının yükünü fazlaştırması, performans bütçe sistemine karşı olan direnci doğal olarak artıracaktır. Bu da sistemin uygulama şansını zedeleyebilecektir. 1.3. BÜTÇEDE GENELLİK VE BİRLİK İLKESİ VE BU İLKELERDEN SAPMALAR İki yüz yılı aşkın süreden beri bütçe ilkeleri üzerinde durulmaktadır. Bu bakımdan, bütçe ilkelerinin teorik alt yapısının olduğu ifade edilebilir. Bu nedenle, bütçelerin hazırlanması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili olarak yasal düzenlemelerin yapılmasında, ortaya konulmuş olan bütçe ilkelerinden yararlanmak kaçınılmazdır. Söz konusu ilkelerden genellik ve birlik ilkesi, özellikle üzerinde durulması gereken ilkelerdir. Bu iki ilke, bütçe hakkının bir bakıma olmazsa olmaz unsurlarıdır. Bu nedenle, genellik ve birlik ilkesinin esaslarını ve uygulamalarını hatırlamak gerekir. 1.3.1 Genellik ve Birlik İlkesi 1.3.1.1.Genellik İlkesinin Esasları Bütçenin genellik ilkesi, “hazine birliğini” ifade eder. Diğer bir ifade ile genellik ilkesi, devletin tüm gelir ve giderlerinin eksiksiz olarak bütçelerde yer almasını sağlar. Esasında genellik ilkesi iki temel usul üzerine oturur. Bunlardan birisi, gayri safi usul; diğeri de adem-i tahsis usulüdür. Gayri safi usulde, gelirlerden giderler ve giderlerden gelirler indirilmeden devlete ilişkin tüm gelir ve giderlerin bütçelerde gayri safi olarak gösterilmesi esastır. İlk bakışta, gayri safi usulün genellik ilkesinden başka bir şey olmadığı, yani her iki ilkenin biri birinin aynısı olduğu ifade edilebilir. Ancak konu üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak düşünüldüğünde, genellik ilkesi için gayri safi usulün gerekli olduğunu, ancak bunun genellik ilkesini sağlamada yeterli olmadığını söylemek gerekir. Çünkü, genellik ilkesine göre hazırlanmış bütçelerde bazen gelirlerin arkasına giderlerin ve bazen de giderlerin arkasına gelirlerin saklanması mümkündür. 26 Genellik ilkesini tamamlayan ikinci ilke ise, adem-i tahsis yöntemidir. Bu ilke, belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi esasına dayanır. Yani genellik ilkesi, gayri safi usul ve adem-i tahsis usullerini içerir. Sosyal alandaki görüşlerin ve görüşlere dayanılarak gerçekleştirilen uygulamaların, bazen olumlu bazen de olumsuz yanları bulunabilir. Konuya bu açıdan baktığımızda, genellik ve ademi tahsis ilkelerinin yararlı ve sakıncalı yanları bulunabilir. Gayri safi usulün yararlı ve sakıncalı yanlarını şu şekilde özetleyebiliriz: - Gayri safi usulün aksini oluşturan safi usulde, kamunun tüm gelir ve giderlerinin parlamentodan geçirilmesi mümkün olmaması nedeniyle, bütçe hakkı eksiksiz olarak kullanılamaz. Yani bütçelerin ve kamu harcamalarının gerçek büyüklüğünün gizlenmesi ve gerek hukukilik gerek performans denetimlerinin gereği şekilde yapılamaması ortaya çıkar. Bunun sonucunda da ülkede yolsuzluklar ve harcamalardaki verimsizlikler artar ve bazı gelirlerin arkasına giderler bazı giderlerin arkasına gelirler gizlenebileceğinden bütçelerdeki saydamlık ve dolayısıyla da hesap verilebilirlik ortadan kalkar. Diğer yandan, bütçeler ile kaynak dağılımı ve kaynak tahsislerinin gereği şekilde yapılamaması da ortaya çıkar. Gayri safi usul, safi usulün sözü edilen bu sakıncalarını ortadan kaldırır. - Gayri safi usulün sakıncalı yanı ise, ödenek verilmesiyle gerçekleştirilen kamu hizmetlerinin gerçek maliyetlerini bulabilmenin mümkün olmaması şeklinde belirir. Adem-i tahsis usulünün de kendine göre yararlı ve sakıncalı yanları bulunur. - Tahsis usulü uygulanması sonucunda uygulamada değişik bütçeler ortaya çıkar. Bunun sonucunda da; kamudaki mali idare ve denetim ortadan kalkar, hizmet kuruluşları arasında bazılarının ön plana çıkması sonucu ortaya çıkacağından kamu idareleri arasında bazı anlaşmazlıklar meydana gelir. Kamu kurumları öz sermayelerini artırma konusunda aşırılığa gideceğinden hizmetten yararlananlara ağır mali yük gelir ve bunun sonucunda da kamu hizmetlerinden gereği şekilde yararlanabilme engellenir. Adem-i tahsis usulü, tahsis usulünün sözü edilen sakıncalarını ortadan kaldırır. - Adem-i tahsis usulünün doğal olarak sakıncalı yanları da vardır. Yani bazen de tahsis usulü daha yararlı olabilir. Diğer bir ifadeyle, ademi tahsis usulünün sakıncalı yanları tahsis usulünün yararları şeklinde ortaya çıkabilir. Tahsis usulünde; hizmet yapanların yetki ve sorumlulukları artacağı için, hizmetler daha iyi bir şekilde görülebilir, hizmetler arasında ayırım yapmak mümkün hale geleceğinden kamu kurumlarının öz sermayelerin artırmaları kolaylaşabilir ve böylece hizmet kalitesi artabilir. Adem-i tahsis usulünde bunları bulmak mümkün değildir. Sonuçta, kamuda başkasının parasının başkası adına harcanması esası dikkate alınarak sözü edilen hususlar birlikte değerlendirildiğinde, gayri safi usul ve adem-i tahsis usulünün daha yararlı sonuçlar ortaya çıkardığı ifade edilebilir. 5018 sayılı Kanun, genellik ilkesine ilişkin olarak Bütçe İlkeleri başlığını taşıyan 13. maddesine bazı düzenlemeler getirmiştir. . Bu düzenlemelerde; tüm gelir ve giderlerin gayri safi olarak bütçede yer alması esas alınmakta, belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi kabul edilmekte ve kamu idarelerinin tüm gelir ve giderleri bütçelerinde gösterilmesi, birkaç istisna dışında öngörülmektedir. 1.3.1.2. Birlik İlkesi Bütçede birlik ilkesinin anlamı, Devletin tüm gelir ve giderlerinin tek bir bütçede yer almasıdır. Bu ifadeye göre, birlik ilkesi ile yukarıda sözü edilen genellik ilkesinin büyük benzerlik içinde olduğu söylenebilir. Ancak, bu iki ilke arasında önemli bir fark vardır. Yani, genellik ilkesinde, devletin bütün gelir ve giderleri için gayri safi usul ve adem-i tahsis usulü uygulayarak, devlet gelir ve giderlerine bütçede ver vermek esas olduğu halde; birlik ilkesinde, bu ilkeler dikkate alınarak veya alınmadan devletin gelir ve giderlerini tek bütçede toplamak mümkündür. Adı geçen ilkeler içinde gelir ve giderlerin tek bütçede toplanması halinde 27 genellik ilkesi ile birlik ilkesi aynileşir. Ancak, bazı hizmetlerin tahsis usulü uygulanarak yürütülmesi veya safi usul yöntemine yer verilerek gelir ve giderler için tek bütçe yapılması durumunda ise, genellik ilkesi birlik ilkesinden ayrılır. Diğer bir anlatımla genellik ilkesi, içerik bakımından birliği; birlik ilkesi ise, şekil yönünden tekliği ifade eder. Ancak burada bütçenin birlik ilkesinin sadece şekil bakımından önemli olduğu, sonuca etki yapacak her hangi bir önemi bulunmadığını söylemek de doğru değildir. Ortaya konulmuş olan diğer bütçe ilkelerinin hakkıyla gerçekleştirilebilmesi, birlik ilkesine uyulmakla sağlanabilir. Yani günümüz kamu yönetiminde, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve idare edebilir olmaya ulaşabilmede, birlik ilkesinin çok önemli rolü bulunmaktadır. Bu bakımdan birlik ilkesi, klasik ve modern maliyecilerin vazgeçemedikleri bir ilkedir. Özetle birlik ilkesinin yararlı yanları; Devletin mali durumunun tümünün kavranmasına yardımcı olduğu, kamu gelirlerinin ne ölçüde kamu harcamalarını karşılayabildiği, bu sonuçların bütçenin yasama tarafından denetlenmesine yardımcı olabileceği, bu sayede gelecek için plan ve programların yapılabileceği ve kamuoyuna istenilen bilgilerin aktarılabileceği, şeklinde sıralanabilir. Birlik ilkesi, genellikle kabul gören bir bütçe ilkesi olmasına rağmen, gerek kamunun ürettiği mal ve hizmetlerin özelliği ve gerek ülkelerin siyasi yapılanma biçimlerinin gereksinmeleri dolayısıyla, bu ilkeden bazı sapmalar olmaktadır. Ülkemizde bu sapmalara; katma bütçeler, yerel yönetim kurumlarının bütçeleri, özerk bütçeler, döner sermayeli kuruluşların bütçeleri, fonlar ve kamu iktisadi teşebbüsleri bütçeleri, örnek olarak gösterilebilir. Ayıca, olağanüstü bütçe uygulamaları da birlik ilkesinden sapmayı gösteren diğer bir örnektir. 1050 sayılı Kanun zamanında ortaya çıkan ve istisna oluşturan bütçelerin uygulamalarına, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile mümkün olduğunca son verilmek istenmiştir. Buna göre, merkezi yönetim bütçe kanunu, genel yönetim içinde yer alan sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idare kuruluşları bütçeleri dışında kalan merkezi yönetime tabi tüm kurumların bütçelerini tek çatı altında toplamak suretiyle, TBMM’nin bunlar üzerindeki onayını zorunlu kılmıştır. Ayrıca, sosyal güvenlik kurumları ile mahalli idarelerin bütçeleri hakkında da gerekli bilgilerin merkezi yönetim bütçe kanunu tasarılarına eklenmek suretiyle, bunları TBMM’ye sunma zorunluluğu getirmiştir. 1.3.2. Genellik ve Birlik İlkesinden Sapmalar 1.3.2.1. Mevcut Olan Sapmalar 5018 sayılı Kanunun en önemli amaçlarından birinin de genellik ve birlik ilkesinden sapılmadan bütçelerin hazırlanarak görüşülmesi, uygulanması ve denetiminin gerçekleştirilmesi olduğunu yukarıda belirtmiş bulunmaktayız. 2003 yılından 2010 yılına kadar geçen süre içinde, daha önceleri olduğu gibi genellik ve birlik ilkesini ihlal eden döner sermayeler, fonlar ve diğer bazı kuruluşlardaki gelişmelerin, kanunun ilkeleri doğrultuda geliştiğini söylemek pek mümkün olmamıştır. 2003 yılında Merkezi Yönetim kapsamında bulunan döner sermaye gelirlerinin Merkezi Yönetim Bütçesi içindeki payı, yüzde 8,04 iken; 2010 yılında bu oran yüzde 10,34’e yükselmiştir. Aynı şekilde döner sermaye giderleri de, yüzde 4,79’dan yüzde 8,20’ye çıkmıştır. Fonların gelir ve giderleri de birkaç istisna dışında aynı şekilde gelişim göstermiştir. 2003 yılında belli başlı fon (Özelleştirme Fonu, Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, Savunma Sanayi Destekleme Fonu ve Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu) gelirlerinin Merkezi Yönetim Bütçesi içindeki oranı, yüzde 1,92 den; 2010 yılında yüzde 2,99’a çıkmıştır. Aynı dönemde giderleri de oran olarak aynı düzeyde kalmıştır, denilebilir. Bu gelişme, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun olması gerektiğini benimseyen genellik ve birlik ilkesinden büyük çapta sapmaların olduğunu açık olarak göstermektedir. 28 1.3.2.2. Gelecekte Olabilecek Sapmalar Bilindiği üzere pek yakında 5947 sayılı Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışma ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun, birçok kanunda değişiklik yapmakta ve kısaca belirtmek gerekirse sözü edilen kanunlardaki uygulamalar döner sermayeler üzerine oturtulmak istenmektedir. Oysa döner sermayeler ve bu gibi uygulamaların, genellik ve birlik ilkelerinden sapmalara neden olacağı ve TBMM’ye ait olan bütçe hakkını ihlal ettiği bilinen bir gerçektir. Bu durumun, 5018 sayılı Kanunun ana ilkelerine ters düştüğü açık şekilde ortadadır. Özetle söylemek gerekirse, bu gidişatla, gelecekte döner sermayelerin daha da güçleneceği ve yaygınlaşacağı ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, kamu harcama ve gelirlerini TBMM denetimi kapsamı dışına taşıyan diğer bazı kurumların uygulamalarının da yayıldığını söylemek mümkündür. 1.4. BÜTÇELERİN ŞEFFAFLIK VE HESAP VERİLEBİLİRLİĞİ Bütçelerin esas olarak dört niteliği bulunur. Bunlardan birincisi, bütçelerin siyasi niteliğidir. Diğer ikisi ise, hukuki ve ekonomik-mali niteliğidir. Bütçelerin dördüncü ve son niteliği de denetim niteliğidir. Bu nitelikler içinde yer alan bütçelerin siyasi niteliği ile denetim niteliğinin, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesi ile yakın ilişkisi bulunmaktadır. Bu bakımdan burada bu nitelikler üzerinde kısaca durulması gerekir. 1.4.1. Bütçenin Siyasi Niteliği Devlet bütçelerinin başlangıcı, 1215 yılına kadar gider. Bu tarihte İngiltere’de Manga-Carta adıyla anılan fermanla vergilerin ancak kanunla alınabileceği kabul edilmiştir. Yani, bu fermanla kralın keyfi vergi alma yetkilerine sınırlama getirilmiştir. On Yedinci Yüzyılın sonlarından itibaren de kamu harcamalarının yasal düzeleme içinde yapılması gerçekleştirilmiştir. Böylece kamu gelir ve giderlerinin yapılabilmesinin vatandaşlara ait olacağı düşünülmüştür. Yani “bütçe hakkı” nın ülke vatandaşlarına ait olduğu kabul edilmiştir. İngiltere’de başlayan bu akım, daha sonra demokratik olarak yönetilen tüm ülkelere yayılmıştır. Doğal olarak bütçe hakkını halkın bizzat kendisinin kullanması mümkün değildir. Bunu ancak seçtiği parlamenterler aracılığı ile kullanabilir. Teorik olarak denilebilir ki, halkın temsilcilerinin seçiminde de, seçilenlerin gerçekleştireceği hizmetlerin değerlendirilmesi önemli rol oynar. Daha sonra parlamento, yaptığı bütçe ile ödenekleri yürütme organına devir eder. Yürütme organı bütçeyi uygular. Uygulama sonrasında da yürütme, kendisine ödenek tahsis eden parlamentoya ödeneklerin kullanılması ile ilgili olarak hesap verir. Son zamanlarda söz konusu hesap verme şeklinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Kamu mali yönetimi adeta özel kesim yönetim şekline döndürülmeye çalışılmıştır. Yürütmenin başında olanlar, yani bakanlar, yapılan stratejik planlar ile programların gerçekleşmesi için üst yöneticilerine bütçenin kullanımını devir eder. Üst yöneticiler de ödenekleri kullandıktan sonra, yani bütçe yılı sona erdiğinde, ödeneklerin plân ve programlar doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığı konusunda ilgili bakanlara hesap verir. Bu hesap verme, yürütmenin parlamentoya hesap vermenin alt yapısını meydana getirir. Bakan da doğal olarak parlamentoya karşı sorumludur. En son hesap verme şekli ise, parlamentonun kendisini seçenlere hesap verme şeklidir. Sözü edilen hesap verme şekli, tabii ki seçim zamanlarında gerçekleşir. Yani kamu kaynaklarının seçimden önce söz verildiği şekilde kullanıp kullanmadığı halka anlatılır. Halk da yapılanları dikkate alarak yapılacak seçimde oyunu ona göre kullanır. Tabii ki bu mekanizmanın anlatılan şekilde işlemesi, halkın eğitim ve ekonomik bakımından yeterince gelişmişliği ile yakından ilgilidir. 29 1.4.2. Bütçenin Denetim Niteliği Kamu kaynaklarının hukuki ve performans yönünden yenerince denetlenmesi, bütçelerin amacının gerçekleşmesinde önemli rol oynar. Bu bakımdan olması gerekli şekilde yapılan denetim, kamu ekonomisinin başarısında önemli rol oynar. Önceleri harcamaların hukuki denetimi, ülkelerin genelde uyguladıkları denetim şekliydi. Yani harcamaların mevzuata uygun şekilde yapılıp yapılmadığı esas denetim şeklini meydana getiriyordu. Son zamanlarda kaynakların etkin, verimli ve ekonomiklik bakımdan denetimi, yani performans denetimi de, hukuki denetim kadar önem kazanmaya başladı. Diğer bir ifadeyle son zamanlarda sadece harcamaların mevzuata uygun olması yeterli görülmemiş, hukuki denetim ile birlikte performans denetiminin gerekliliği de tüm dünya ülkelerinde kabul görmeye başlamıştır. 1.4.2.1. Şeffaflık ve Hesap Verilebilirliğin Gerçekleşebilirlik Sorunu Yukarıda belirtildiği üzere bütçenin siyasi niteliği iki hesap verme şeklini kapsamaktadır. Bunlardan birisi, yürütmenin yasamaya kaşı hesap vermesi; diğeri de, yasamanın halka hesap vermesidir. 1.4.2.1.1. Yürütmenin Yasamaya Hesap Vermesi Bu kanun, bir bakıma özel sektör uygulamasını kamu yönetimine taşımak istemektedir. Yani, işletme sahibinin işletme CEO’suna hedefleri ve kaynağı verip, yılsonunda da ondan hesap sorması uygulamasını kamuda uygulamak istemektedir. Ancak bu uygulamanın istenileni verebilmesi için, yasama ve yürütmenin birbirinden tamamen bağımsız olması gerekir. Kağıt üzerinde olan böyle bir bağımsızlık var gibi görünse de, yani kuvvetler ayrılığı ilkesinin varlığı olduğu ileri sürülse de, teorik olarak var olan ayrılık uygulamada görülmemektedir. Çünkü yürütmeyi oluşturan bakanlıkların başında yasama organı üyesi olan bakanlar bulunmaktadır. Bu da yasama organının yürütmeden tam anlamıyla hesap sorulmasını engellemektedir. Öte taraftan, bu denetim şeklinin işleyebilmesi, parlamentonun etkin bir çıktı denetimi yapmasına bağlıdır. Bugün harcama öncesi denetim kaldırılmış, buna karşılık zaten yetersiz olan harcama sonrası denetim etkinleştirilememiştir. Bu durum da, çok gerekli olan parlamenter denetim mekanizmasını tamamen etkisiz hale getirmektedir. 1.4.2.1.2. Yasamanın Halka Hesap Vermesi Yukarıda ifade edildiği üzere bütçe hakkı bizzat halkın kendisi tarafından kullanılamadığından, halkın temsilcileri tarafından kullanılır. Seçilmiş olan halkın temsilcileri de seçim zamanlarında kendini seçenlere hesap verir. Bu mekanizmanın işleyebilmesi için, halkın gerçek anlamada eğitilmiş ve ekonomik bakımdan bağımsız olması gerekir. Halkın söz konusu niteliklere sahip olarak objektif şekilde karar verebilme yeteneklerinden yoksun olmaları halinde, doğal olarak seçim zamanında bu mekanizma tam olarak işlemeyecek ve verilecek oylar daha başka etkiler altında kalabilecektir. Verilen bu bilgilere göre Türkiye’de bütçenin siyasi niteliğinin tam olarak işleyebildiğini, yani halkın hükümetlerin bütçe performanslarını dikkate alarak oy kullandıklarını söylemek pek mümkün değildir. 1.5. HARCAMA ÖNCESİ DENETİMİN KALDIRILMASI VE HARCAMA SONRASI DENETİME AĞIRLIK VERİLMESİ Belirtilmiş olduğu gibi çağdaş yönetim anlayışında, yöneticilere harcama öncesi serbestlik vermek ve harcama sonrasında onların işlemlerini olması gereken şekilde denetime tabi tutmak, esas olmaktadır. Bu düşünceden hareket edilerek, 1050 sayılı Kanunda var olan harcama öncesi Maliye Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan taahhüt ve sözleşme tasarılarının vize işlemleri ile Sayıştay’ın tarafından uygulanmakta olan ödenek kullanımına ilişkin vize ve taahhüt sözleşmelerin tescil işlemleri kaldırılmıştır. Buna karşılık, 5018 sayılı Kanunla harcama sonrası denetime ağırlık verilmesi ilke olarak kabul edilmiştir. 30 Bugüne kadar harcamaların parlamento tarafından denetimi, esas olarak Plân ve Bütçe Komisyonu tarafından kesin hesap denetimi şeklinde yapılmaktadır. Plân ve Bütçe Komisyonu, iş yükü çok ağır olan bir komisyondur. Bütçeyi yapma yanında, mali ilişkisi olan her türlü kanun tasarı ve teklifleri de bu komisyonda görüşülmektedir. Bu bakımdan etkin bir kesin hesap denetimi yapmaya zamanı kalmamaktadır. Böyle bir iş yükü altında olan bu komisyona ayrıca denetim şekli özellik arz eden performans denetim görevi de verilmesi, üzerinde durulabilecek ve önlem alınmasını gerektirecek bir konuyu meydana getirmektedir. Bu bakımdan TBMM’de de bu konu üzerinde durulmuştur. Üzerinde durulan konuyla ilgili olarak, Parlamentonun hukuki ve performans denetimini etkinleştirme yönünde iki görüş ortaya çıkmıştır. - Bu görüşlerden birincisi, Meclis İç Tüzüğünde değişiklik yapılarak Plân ve Bütçe Komisyonuna bağlı bir alt komisyon oluşturma şeklidir. TBMM’de esas olarak bu şekil benimsenmiş ve bunun sağlanmasına çalışılmaktadır. Böyle bir oluşumla, kesin hesap denetimi ve performans denetimi önce bu alt komisyon katında gerçekleştirilecek ve daha sonra da konu Plân ve Bütçe Komisyonuna intikal ettirilecektir. - Diğer bir görüş ise, Plân ve Bütçe Komisyonundan ayrı olarak, sözü edilen denetimleri gerçekleştirecek ayrı bir komisyon oluşturma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Tabii ki bu oluşum şeklinin sağlanabilmesi Anayasa değişikliğini zaruri kılmaktadır. Her sistemde olduğu gibi burada da her iki sistemin yararlı ve sakıncalı yanları bulunmaktadır. Kanımızca ikinci sistem, etkili bir denetimi gerçekleştirme bakımından daha uygun bulunmaktadır. Bu konunun yeniden tartışılması ve ona göre karar verilesi gerekir. Ancak bugün, harcama öncesi denetimlerin kaldırılmasına karşılık, hakkıyla gerçekleştirilemeyen kesin hesap denetiminin hala etkin hale getirilemediğini ve performans denetiminin de henüz yapılamadığını kabul etmek ve bunun da harcamalarda doğal olarak keyfiliği artırdığını ifade etmek gerekmektedir. 2. AVRUPA BİRLİĞİ NORMLARI İLE 5018 SAYILI KANUN ARASINDAKİ İLİŞKİ Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi 5018 sayılı Kanunun hazırlanmasında IMF, Dünya Bankası ile Avrupa Birliği’nin görüşleri büyük çapta etkili olmuştur. Avrupa Komisyonu’nun hazırlamış olduğu ilerleme raporunda, Türk kamu mali yönetimine ilişkin olarak Komisyonun görüşleri de şu şekilde belirlenmiştir: - Türk bütçesine ilişkin bütçe uygulamaları birçok açıdan Avrupa Birliği’nde uygulanan standartlara uygun değildir. - TBMM’ye sunulan bütçelere döner sermayeler ve bütçe dışı fonlar dahil edilmemiştir. - Harcamaların kontrolünde kullanılan mekanizmalar etkin değildir. - Otomasyona dayalı muhasebe sistemi oluşturulmalıdır. - Mali yönetime ilişkin aynı türden sorumluluklar, çok fazla kurum/birim arasında dağıtılmış, tek elde toplanamamıştır. Yönetsel sorumluluklar açıkça tanımlanmamıştır. - Bütün harcamacı kurumlarda üst yöneticiye bağlı olarak denetim yapan iç denetçiler yoktur. - İç denetim sistemini koordine etmek üzere merkezi uyumlaştırma birimi (İç Denetim Koordinasyon Kurulu) kurulmalıdır. - Denetim ile teftiş ve soruşturma birbirinden ayrılmak suretiyle denetimin sürekli olarak ifa edilen bir meslek ve görev olduğu bilinci ve anlayışı yerleştirilmelidir. Görüldüğü üzere, adı geçen üç kuruluşun sorunlara bakış açılarında büyük bir benzerlik bulunmaktadır. Bu sorunlar ve sorunlara çözüm olarak ileri sürülen öneriler, Türk kamu mali yönetimi tarafından da benimsenmiştir. Bu bakımdan mevcut sistemin değiştirilmesi yönünde önemli ölçüde çaba sarf edilmiş ve mevcut sistem 5018 sayılı Kanun ile bütünüyle adı geçen kuruluşların görüşleri doğrultusunda değiştirilmeye çalışılmıştır. 31 3. 5018 SAYILI KANUNUN DİĞER MEVZUATLA İLİŞKİSİ 3.1. TC Anayasası İle İlişkisi 1982 T.C. Anayasası’nın Mali ve Ekonomik Hükümler Başlığı altındaki 161-165 maddeleri mali düzenlemelere ayrılmıştır. Cumhuriyet döneminde söz konusu düzenlemelere ilk kez, 1924 Anayasası’nda yer verilmiştir. Hemen hemen aynı düzenlemeler, 1961 Anayasası’nda da yer almıştır. 1982 Anayasası da, söz konusu hükümlerde gerçek anlamda herhangi bir değişiklik yapmadan önceki anayasalarda mevcut olan hükümleri aynen kabul etmiştir, denilebilir. Doğal olarak anayasaların çok sık değişmemesi ana ilke olması gerekir. Ancak, devlet dinamik bir varlıktır. Devletin dinamik bir varlık olması, sık olmasa da olması gereken bazı hususların anayasalarda değişiklikler yapılmasını zaruri kılar. Nitekim yukarıda belirtildiği üzere, gerek dünyanın pek çok ülkesinde gerek ülkemizde, kamu mali yönetimi ve bütçelerler ilişkin olarak kapsamı ve çok önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Bu değişikliklerden bazılarının anayasa ile güvence altına alınması yararlı olacaktır. Özellikle kamu kaynaklarının verimli kullanımı ve harcamaların gerek hukuki gerek performans denetimini etkili bir şekilde yapılmasını sağlayabilecek bazı değişikliklerin Anayasada yer alması gerekir. Oysa belirtilmiş olduğu gibi, 1924 Anayasası’ndan beri bu konuda değinilen anlamda değişiklikler gerçekleştirilmemiştir. Bu durum da kamu kaynaklarının kullanımında bazı sakıncalı sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 3.2. Sayıştay Kanunu İle İlişkisi 5018 sayılı Kanun, bir ana kanun olması dolayısıyla, doğal olarak diğer bazı kanunlarla ilişki halindedir. Ancak 5018 sayılı Kanunun ilişkili olduğu kanunların başında Sayıştay Kanunu gelmektedir. Sayıştay tarihi bir kurumdur. Bu kurum, ilk kez 1862 tarihinde kurulmuştur. Aradan geçen zaman dilimi içinde Sayıştay’ın yapılandırılmasında doğal olarak bazı değişiklikler yapılmıştır. 1050 sayılı Kanun ve o zamanın şartları dikkate alınarak Sayıştay Kanunu üzerinde yapılan kapsamlı değişiklik, esas olarak 1968 yılında 832 sayılı Kanun ile geçekleştirilmiştir. Aradan geçen zaman içinde de günün ihtiyaçlarını karşılamadığı ileri sürülerek eleştiri konusu yapılmaya başlamıştır. Bu bakımdan 6085 sayılı Sayıştay Kanunu kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu Kanunun özet olarak amacı; kamuda hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık çerçevesinde, kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalışmasını ve kamu kaynaklarının bu amaçlar doğrultusunda kullanımını sağlamak amacıyla, TBMM adına yapılacak denetimleri gerçekleştirmek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak, şeklinde belirlenmiştir. Ayrıntısına girmeden, 6085 sayılı Kanunun, 5018 sayılı Kanunun ilkelerinin gerçekleştirmek üzere yasalaştırıldığını söylemek mümkündür. Gecikmeli de olsa ayrıntılar bir yana bırakılarak böyle bir Sayıştay Kanununun yürürlüğe girmesi yerinde olmuştur. Kanun hakkında çok şey söylemek mümkündür. Ancak burada özelikle iki husus üzerinde durmak, sanırız önemli olacaktır. - Bunlardan birisi, biran önce Sayıştay’ın özellikle performans denetimini de hakkıyla yapacak şekilde teşkilatlandırılmasıdır. - Diğeri de mahalli harcamaların yerinden denetimini sağlayacak organizasyonlara başlamaktır. Yani Bölge Sayıştaylarının kurulmasını sağlamaktır. Kanımızca böylece mahalli harcamaların yerinde denetlenmesinin birçok yararları olacaktır. Özellikle Türkiye gibi büyük bir toprağa sahip ülkelerde her şeyi merkezden yapmaya kalkışmak, işlemlerin aksamasına neden olmaktadır. Bu tür bir girişimle söz konusu olabilecek sakıncalar ortadan kaldırılabilecektir. 32 3.3. Mahalli İdareler Bakanlığının Kurulması Bugün mahalli idareler çeşitli bakımlardan İç İşleri Bakanlığı bünyesinde yer almaktadır. Oysa İç İşleri Bakanlığı, esas olarak iç güvenliği sağlamlayacak şekilde organize edilmiş ve görev alanı son derece geniş olan bir kuruluştur. Mahalli idarelerin ayrı bir bakanlık kurularak bazı bakımlardan kurulacak bakanlığa bağlanması için iki neden ileri sürülebilir: - Bu nedenlerden biri, mahalli idare harcamalarının toplam kamu harcamaları içinde çok büyük yer tutmasıdır. - İkinci neden de, mahalli idarelerin harcamalarının performans denetimlerinin hakkıyla yapılabilmesinin sağlanmasıdır. - Kurulacak bir Mahalli İdareler Bakanlığı sanırız bu konularda daha etkili olabilecektir. Sonuç: Sonuç olarak 5018 sayılı Kanunun değerlendirilmesiyle ilgili şunları söyleyebiliriz: Bir konu üzerinde değişiklik yapılırken üç husus üzerinde durulması gerekir. Üzerinde durulması gereken hususlardan biri, o konuda o güne kadar ileri sürülmüş bilimsel görüşlerin, konunun uygulamaya aktarılışında mutlaka gözden uzak tutulmamasıdır. Üzerinde durulması gereken ikinci husus da, yabancı ülke uygulamalarından gereği şekilde yararlanmaktır. Ortaya konulan düzenlemeler insan odaklı olduğu için insan unsurunu hiçbir zaman göz ardı etmemek de, üzerinde durulması gereken üçüncü ve en önemli bir unsuru meydana getirir. Sözü edilen bu konulardan bir veya birkaçının eksik olması halinde konunun başarı şansı ortadan kalkar, demek pek yanlış olmayacaktır. Bu açıdan bakıldığında, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nu genel olarak şu şekilde değerlendirmek mümkündür: Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, bütçe ilkelerini içinde toplayan oldukça kapsamlı teorik bir alt yapıya sahiptir. Öte taraftan bu kanun, birçok yabancı ülke uygulamaları örnek alınarak kaleme alınmıştır. Bu açıdan, hükümlerin normlaştırılmasındaki mevcut olan bazı aksaklıklar bir yana, kanunu eleştirmek pek doğru olamayabilir. Ancak, yukarıda sözü edilen üçüncü hususun, bu kanunun yürürlüğe girmesinde etkili olduğunu söylemek mümkün değildir. 1050 sayılı Kanunu eleştirenler ve onun yerine yeni bir kanun getirilmesinin gerekli olduğunu savunanlar dahi, bugün 5018 sayılı Kanunu şiddetle eleştirmekte ve hatta 1050 sayılı Kanunun daha iyi bir kanun olduğunu dahi ileri sürmektedirler. Öte taraftan, 5018 sayılı Kanun hakkında genel olarak şunları söyleyebiliriz: - Kişiler, kamu parasını harcarken bu paraları kendi parası gibi görmezler. Diğer bir ifadeyle, harcanan para karşılığı elde edilen mal ve hizmetlerin fiyat ve kaliteleri onlar için hiç de önemli değildir. Bu da harcamalardan performans sağlanmasını güçleştirmektedir. - Kamu kaynağını kullananlar, bütçe sistemlerinin basit olmasını arzu ederler 1050 sayılı Kanun, klasik bütçe sistemini benimsemiştir. Klasik bütçelerin hazırlanma ve uygulamaları oldukça kolaydır. 5018 sayılı Kanunun benimsemiş olduğu performans bütçeler ise, oldukça zor hazırlanmakta ve uygulanmaktadır. Özellikle bizim sistemimizde rapor sayılarının fazlalığı bütçelerin hazırlanmasını çok zor hale getirmektedir. Bu da uygulayıcıları doğal olarak sözü edilen raporları titizlikle hazırlamaktan alıkoyacaktır. Öte taraftan, aynı şeyleri bütçelerin uygulanması ve denetimi bakımından da söylemek mümkündür. - Bütçe hakkının sağlanmasında genellik ve birlik ilkesinin çok önemli rol oynadığına ve 5018 sayılı Kanunun bunun sağlanabilmesi için kanuna önemli hükümleri koymuş olduğuna, yukarıda değinmiştik. Ancak kanunun bugün sözü edilen bu önemli ilkesi pek uygulanmamakta ve gene eskiden olduğu gibi harcamaların bir kısmının parlamentonun bilgisi dışında yapılmasına devam edilmektedir. Yani bugün de döner sermaye ve fonların büyüklükleri azaltılamamış bulunmaktadır. Yukarıda bu konuda verilen bu örnekler, bugün de birlik ve genellik ilkesine uyulmadığını göstermekte, bunun da bütçe hakkının ihlal edildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 33 - 5018 sayılı Kanun harcama öncesi denetimi kaldırmak ve harcama sonrası denetine ağırlık vermek istemiştir. Bu ilkeye dayanılarak da harcama öncesi denetim kaldırılmıştır. Ancak, harcama öncesi denetimin kaldırılmasına rağmen, harcama sonrası denetim etkili hale getirilememiştir. Bu durum kamu harcamalarının etkinliğini kaldırabilecektir. - Bütçenin siyasi ve idari denetimi ile ilgili olarak yukarıda bilgi verilmeye çalışılmıştır. Bu denetimlerden ilki, uygulayıcıların parlamentoya hesap vermesidir. Bugün bunun tam anlamıyla gerçekleştiğini söylemek, sanırız pek mümkün değildir. Çünkü bakanlıkların başında bulunan bakanın, parlamentonun ve iktidar partisinin bir üyesi olması ve mali ve idari sorumluluğunun bulunmaması, bu söylenenleri kanıtlar niteliktedir. Mevcut olan siyasi sorumluğun ise, ne derece etkili olduğu tartışılabilir. Çünkü seçmenlerin seçim zamanlarında oy kullanırken, objektif ölçütlerin etkili oluğunu söylemek pek mümkün değildir. Yukarıda AB’nin Türk mali yönetimine ilişkin görüşlerine değinmiş bulunmaktayız. Bu görüşlerle, 5018 sayılı Kanunun getirmiş olduğu düzenlemeler arasında esasta bir fark bulunmamaktadır. Öte taraftan aynı şeyleri, IMF ile Dünya Bankasının görüşleri için de söylemek mümkündür. 5018 sayılı Kanun ile diğer mevzuat arasındaki ilişkiden de yukarıda söz ettik. Bu konuda esas olarak söylenecek şeylerin; getirilen hükümlerin T.C. Anayasası ile güvence altına alınması, Sayıştay’ın performans denetimini de hakkıyla yapabilecek şekilde yapılandırılması ve bir Mahalli İdareler Bakanlığının kurulması olduğunu söylemek mümkündür. Ancak performans bütçe sistemi esas olarak insan odaklı bir sistemidir. Bunu hiçbir zamana göz ardı etmemek gerekir. Yani sistemin başarısı, sistemi uygulayanların isteğinden kaynaklanacaktır. Böyle bir toplantıyı düzenleyenlere teşekkür ediyorum. Saygılar sunarım. 34 Dr. Hasan GÜL Kamu İhale Kurumu Başkanı KAMU HARCAMA YÖNETİM SİSTEMİ Sayın Vekilim, değerli hocalarım, değerli katılımcılar sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Kamu harcama yönetim sistemi, kamu kaynaklarının yönetimiyle ilgili kararların nasıl alınacağına ve uygulanacağına ilişkin kuralları ve yöntemleri içerir. Sistem dört ana unsurdan oluşur: • Politika ve önceliklerin belirlenmesi (planlama), • Kamu kaynaklarının belirlenen politikalara uygun olarak tahsis edilmesi (Bütçeleme süreci), • Harcamanın gerçekleştirilmesi (İhale süreci), • Kontrol ve denetim mekanizmaları, İyi işleyen bir kamu harcama sisteminin özellikleri: • Mali disiplini gözetir, • Kamu kaynaklarını ekonomik ve sosyal politika hedeflerine göre tahsis eder, • Kaynakların etkin ve verimli olarak kullanılmasını sağlar, • Kamu görevlilerinin hesap verebilmelerini sağlar, • Mali saydamlığı sağlar, • Kamu harcama sisteminin iyi işlemesi oluşturulan kurumsal kapasiteye ve yasal çerçeveye bağlıdır. KAMU ALIMLARININ HACMİ VE ÖNEMİ KAMU ALIMI NEDİR? • Kamu alımı, kamu idarelerinin görevlerini yerine getirmek için ihtiyaç duydukları yapım işleri ile mal ve hizmetleri dışarıdan temin etmeleri sürecidir, • Kamu kurumları; mal, hizmet ve yapım işlerinin teminine yönelik temel ekonomik faaliyetlerini artan bir oranda özel sektöre devretmektedir, • Kamu alım süreci, ihtiyaç tespiti ile gerekli kaynağın sağlanması dahil, alımın planlanmasıyla başlar, • Bunu ihtiyacın tanımlanması ve ihtiyacın temininde uygulanacak usulün seçilmesi izler, • Daha sonraki aşama alımın gerçekleştirilmesi sürecini içerir, • Son aşama ise sözleşme yönetimini kapsar. KAMU ALIMLARI ALANINA İLİŞKİN BAZI BİLGİLER (YAKLAŞIK) • Yıllık ihale sayısı: 130.000 • Yıllık imzalanan sözleşme sayısı: 170.000 • Alım yapan idare sayısı: 20.000 • İhaleye teklif veren istekli sayısı: 100.000 • Kamu alımlarının büyüklüğü: 100 milyar TL • Kuruma yapılan şikayet başvuru sayısı: 4.300 * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 1’de yer almaktadır. syf: 241-244 35 DÜNYADA KAMU ALIM SİSTEMLERİ • Artan önemi sonucu kamu alımları alanı, kaynak kullanımında etkinliği artırmak amacıyla, global düzeyde reforma tabi tutulmuştur. • Birleşmiş Milletler tarafından, 1993 ve 1994 yıllarında UNCITRAL Model Kanun kabul edilmiştir. • Dünya Bankası ve Avrupa Birliği gibi kamu yatırımları için ülkelere fon sağlayan kuruluşlar tarafından da kamu alımlarına ilişkin kurallar belirlenmiştir. • Reformların amacı, uluslararası rekabetin ülkelerin toplam refahını artıracağı kabulünden hareketle, kamu alımlarına yönelik piyasaların daha liberal hale getirilmesidir. AB ÜLKELERİNDE KAMU ALIM SİSTEMLERİ • AB’nin hedefi, özellikle eşik değerleri aşan kamu alımları için rekabetçi, saydam ve ayrımcı uygulamalar içermeyen bir kamu alımları piyasasının oluşturulması ve bu alanda oluşabilecek ihtilafların çözümüne yönelik hızlı ve etkin bir inceleme mekanizmasının kurulmasıdır, • Mal ve hizmet alımları ile yapım işlerini düzenleyen direktif: 2004/18/EC • Sektörel (su, enerji, ulaştırma, posta) faaliyetlere yönelik alımları düzenleyen direktif: 2004/17/EC • Mal ve hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin ihtilafların çözümünü düzenleyen direktif: 89/665/EEC (2007/66/EC ile değişik) • Sektörel faaliyetlere yönelik alımlara ilişkin ihtilafların çözümünü düzenleyen direktif: 92/13/EEC (2007/66/EC ile değişik). TÜRKİYE’DE KAMU ALIM SİSTEMLERİ 1857 tarihli Nizamname. • 22.04.1925 tarihli ve 661 sayılı Müzayede, Münakasa ve İhalat Kanunu. • 10.12.1934 tarihli ve 2490 sayılı Artırma Eksiltme ve İhale Kanunu. • 01.01.1984 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu. • 04.01.2002 tarih ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 05.01.2002 tarih ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu. 4734 sayılı Kanun ile kamu alımları sistemimizde köklü değişiklikler yapılmıştır. Kanunun temel amacı daha şeffaf ve rekabete dayalı bir sistemin kurulmasıdır. 4734 sayılı Kanunla, Kamu alım sistemimizde yapılan değişikliklerden birisi de, Kamu İhale Kurumunun kurulmasıdır. Kamu İhale Kurumu kamu alımları alanında hem düzenleyici hem de ihale sürecindeki şikayetleri sonuçlandıran bir kurum olarak görev yapmaktadır. KAMU İHALE KURUMUNDAN BEKLENENLER Kamu İhale Kurumunun Kurulma sebepleri: • Mevzuat düzenlemelerinin tek elden, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi • İhale işlemlerinde uygulama birliği sağlanması • Kamu ihale eğitimi verilmesi • Kamu alımları alanına ilişkin bilgilerin tek elde toplanması • Şikayet başvurularının hızlı ve etkin bir şekilde sonuçlandırılmasıdır. TÜRK KAMU ALIMLARI SİSTEMİNİN AB MEVZUATI KARŞISINDAKİ DURUMU Kamu alımları faslına ilişkin katılım müzakereleri kapsamında 17 Mayıs 2006 tarihinde Avusturya Dönem Başkanlığı tarafından Türkiye’ye iletilen açılış kriterleri: • Kamu alımlarına ilişkin her alanda tutarlı bir politika izlenmesini temin edecek ve uygulamayı yönlendirecek bir kurumun görevlendirilmesi, 36 • Kamu alımlarına ilişkin mevzuat uyumunun sağlanmasına ve kurumsal kapasitenin oluşturulmasına yönelik takvim ve aşamaları da içeren strateji belgesinin oluşturulması, • Mevzuatta AB ile uyumlu olmayan istisnaların kaldırılması ve Kamu İhale Kanununun kapsamının AB mevzuatı ile uyumlu hale getirilmesi. HARCAMA ESASLARI: 5018-4734 Temel İlkeler 5018 (md. 5, 7, 8, 9) • Kamu mali yönetimi mali disiplini sağlar, • Mali saydamlık esastır, • Yetkililer; kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak kullanılmasından sorumludur (Hesap verme sorumluluğu), • İdareler bütçelerini, stratejik planlarında yer alan misyon, vizyon, stratejik amaç ve hedeflerle uyumlu ve performans esasına dayalı olarak hazırlarlar. 4734 (md. 5) • İdareler; saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumludur, • Aralarında doğal bağlantı olmadığı sürece mal, hizmet ve yapım işleri bir arada ihale edilemez, • Eşik değerin altında kalmak amacıyla mal, hizmet ve yapım işleri kısımlara bölünemez. Ödenek Kullanımı 5018 (md. 20, 26, 27, 28) • Harcama yetkilileri tahsis edilen ödenekler dahilinde yüklenmeye girebilirler (Ödenek üstü harcama yapılamaz), • Belirli şartlar dahilinde ertesi yıla ve gelecek yıllara yaygın yüklenmelere girilebilir, 4734 (md. 5, 62) • Ödeneği bulunmayan hiçbir iş için ihaleye çıkılamaz, • Birden fazla yılı kapsayan işlerde ilk yıl için öngörülen ödenek proje maliyetinin %10’undan az olamaz. Yıllara yaygın yüklenme 5018 (md. 27, 28) • Niteliğinden dolayı mali yılla sınırlı tutulamayan ve sürekliliği bulunan iş ve hizmetler için yüklenme süresi on iki ayı aşmamak üzere, ertesi yıla geçen yüklenmelere girişilebilir, • Bir mali yıl içinde tamamlanması mümkün olmayan yatırım projeleri için gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişilebilir, • Kanunun 28. maddesinde sayılan mal ve hizmetlerin temini için üç yılı geçmemek üzere Maliye Bakanlığının uygun görüşünün alınması kaydıyla, finansal kiralamada ise dört yıl olmak üzere gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişilebilir. 4734 (ek md. 2) • Süresi kırksekiz ayı aşmamak üzere çerçeve anlaşma imzalanır. 37 Harcama yetkilisi-İhale yetkilisi 5018 (md. 31) • Harcama birimi, kamu idare bütçesinde ödenek tahsis edilen ve harcama yetkisi bulunan birimdir, • Bütçelerden harcama yapılabilmesi, harcama yetkilisinin harcama talimatı vermesiyle mümkündür, • Harcama yetkilisi, bütçeyle ödenek tahsis edilen her bir harcama biriminin en üst yöneticisidir, • Harcama yetkisinin devredilmesi, yetkiyi devredenin idari sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. 4734 (md. 4) • İhale yetkilisi; idarenin, ihale ve harcama yapma yetki ve sorumluluğuna sahip kişi ve kurullarıdır, • İhale yetkilisinin ilgili mevzuatında özel olarak belirlendiği haller dışında harcama yetkilileri aynı zamanda ihale yetkilisidir, 5018 (md. 62) • İdarenin tamamını ilgilendiren harcamalar destek hizmetlerini yürüten birim tarafından gerçekleştirilir, • Destek hizmetleri birimi, harcama birimlerinin ihtiyaçlarını birleştirmek suretiyle 4734 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde karşılayabilirler, • Sadece ilgili harcama birimlerini ilgilendiren harcamalar ise harcama birimleri tarafından gerçekleştirilir, • Harcama yetkilileri, ihale yetkisiyle sınırlı olmak üzere harcama yetkilerini, üst yöneticiden onay almak suretiyle idarenin destek hizmetlerini yürüten birim yöneticilerine devredebilirler. Denetim esasları 5018 (md. 58) Ön mali kontrol • Harcama birimlerinde işlemlerin gerçekleştirilmesi aşamasında yapılan kontroller ile mali hizmetler birimi tarafından yapılan kontrolleri kapsar, • Ön mali kontrol süreci, mali karar ve işlemlerin hazırlanması, yüklenmeye girişilmesi, iş ve işlemlerin gerçekleştirilmesi ve belgelendirilmesinden oluşur, • Ön mali kontrol sonucunda uygun görüş verilip verilmemesi, danışma ve önleyici niteliğe haiz olup, mali karar ve işlemlerin harcama yetkilisi tarafından uygulanmasında bağlayıcı değildir. 4734 (md. 54, 55, 56, 57) İhalelere yönelik başvurular • İhale sürecindeki hukuka aykırı işlem ve eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler, idareye şikayet başvurusu ve Kamu İhale Kurumuna itirazen şikayet başvurusunda bulunabilirler, • Kurum tarafından verilen nihai kararlar Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde dava konusu edilebilir. Denetim esasları-Ön mali kontrol İhale kararının onaylanmasından sonra, ön mali kontrol aşamasında uygun görüş verilmediği ve ihale yetkilisinin bu görüşe katıldığı durumlarda; • Düzeltici işlem tesis edilemeyecek durumlarda, İhale yetkilisince ihalenin iptaline karar verilebilir, • Tespit edilen hukuka aykırılıkların düzeltici işlem tesis edilmesini gerektirdiği durumlarda, ihale yetkilisinin ihaleyi onaylama kararını iptal etmesinden sonra ihale komisyonu tekrar toplanarak daha önce aldığı kararı değiştirebilir veya kararında ısrar edebilir, (Kamu İhale Kurulunun 25.10.2010 tarih ve DK.D-162 sayılı kararı) 38 Sorumluluk 5018 (md. 70, 71) • Ödenek üstü harcama yapan harcama yetililerine para cezası verilir, • Kamu zararı, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte ilgililerden tahsil edilir, • Alınmamış para, mal ve değerleri alınmış; sağlanmamış hizmetleri sağlanmış; yapılmamış inşaat, onarım ve üretimi yapılmış veya bitmiş gibi gösteren gerçek dışı belge düzenlemek suretiyle kamu kaynağında bir artışa engel veya bir eksilmeye neden olanlar ile bu gibi kanıtlayıcı belgeleri bilerek düzenlemiş, imzalamış veya onaylamış bulunanlar hakkında Türk Ceza Kanunu veya diğer kanunların bu fillere ilişkin hükümleri uygulanır. 4734 (md. 60) • İhale yetkilisi ile ihale komisyonlarının başkan ve üyeleri ile ilgililerin; 17. maddede belirtilen fiil ve davranışlarda bulunduklarının, görevlerini kanuni gereklere uygun veya tarafsızlıkla yapmadıklarının, taraflardan birinin zararına yol açacak ihmalde veya kusurlu hareketlerde bulunduklarının tespiti halinde haklarında disiplin cezası uygulanır ve ceza kovuşturması yapılır, • Ceza ile birlikte tarafların uğradıkları zarar ve ziyan tazmin ettirilir, • Bu kişiler, bu Kanun kapsamına giren işlerde görevlendirilemezler, • Kanunun 5 ve 62. maddesinde belirtilen kurallara aykırı olarak ihaleye çıkılmasına izin verenler hakkında da bu müeyyideler uygulanır. SONUÇ • Kamu alımları sistemi kamu harcama yönetim sisteminin en önemli parçalarından birisidir, • Kamu alımlarının önemi Dünyada ve Türkiye’de giderek artmaktadır, • Türk kamu alımları sistemi AB mevzuatı ve uluslar arası iyi uygulamalarla büyük ölçüde uyumludur, • Kamu İhale Kanunu ile Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyumlu bir bütün oluşturmaktadır. Sabrınız için hepinize teşekkür ediyorum. 39 Erhan USTA Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Yardımcısı MALİ REFORM SÜRECİ VE 5018 SAYILI KANUNUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ Sayın Rektörüm, Sayın Milletvekilim, değerli katılımcılar ülkemizin çok güzel bir şehrinde, seçkin bir üniversitesinde sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. Bu vesileyle hepinize saygılar sunarım. Sayın Rektörüm, Sayın Milletvekilim, değerli katılımcılar ülkemizin çok güzel bir şehrinde, seçkin bir üniversitesinde sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. Bu vesileyle hepinize saygılar sunarım. 90’lı yıllardan bu yana yeni kamu yönetimi anlayışı ve küreselleşme olgusu çerçevesinde pek çok ülkede kamu yönetimi reformları gerçekleştirilmiştir. Bu reformları kaçınılmaz kılan etkenler; artan kamu harcamalarının bütçe üzerine getirdiği yük sonucunda ortaya çıkan ekonomik krizler, kamu kesiminin performansının yetersiz kalması nedeniyle vatandaşların beklentilerinin tam olarak karşılanamaması, bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı değişim ve uluslararası alanda yaşanan gelişmeler olarak sıralanabilir. Söz konusu reformlarının amaçları kısaca mali disiplinin sağlanması, kaynakların stratejik öncelikler doğrultusunda tahsisi ile kamuda etkinlik, mali saydamlık ve hesap verme sorumluluğunun geliştirilmesi şeklinde ifade edilebilir. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Türkiye’de 2000’li yıllarda gerçekleştirilen mali reform sürecinin omurgasını oluşturmaktadır. Bu kanun ile şeffaflığın ve hesapverebilirliğin güçlendirilmesi, mali disiplinin sağlanması ve etkin bir denetim sisteminin tesisi amaçlanmıştır. Ancak, getirdiği yenilik ve iyileşmelerin yanı sıra 5018 sayılı Kanunun gerek hazırlanması gerekse uygulanması sürecinde bir takım problemlerle de karşılaşılmıştır. Bu çalışmada, mali reformu zorunlu kılan nedenler, yeni kamu mali yönetim anlayışı ve bu kapsamda gerçekleştirilen reformlar ile mali yönetimin kalitesinin artırılması için atılması gereken adımlar anlatılmaktadır. Mali Reformu Zorunlu Kılan Nedenler Yüksek Kamu Açıkları; Mali reformları zorunlu kılan nedenlerin başında, kamu gelir ve giderleri arasında dengenin sağlanamamış olması nedeniyle verilen yüksek kamu açıkları ve sürdürülemez hale gelen kamu iç borç dinamiği gelmektedir. Kamu kesimi genel dengesi 1990-2001 yılları arasında GSYH’ya oran olarak ortalama yüzde 7,4 oranında açık vermiştir. Benzer şekilde, toplam kamu brüt borç stoku yıllar itibarıyla artış göstermiş ve 2001 yılında GSYH’ya oran yüzde 78,9 olarak gerçekleşmiştir. Yüksek kamu açıkları ve borç stokunun, siyasi istikrarsızlık ve kamu mali yönetimindeki yapısal eksikliklerle birleşince gerek iktisadi gerekse sosyal olarak olumsuz sonuçları olmuştur. Sosyal Güvenlik Sistemindeki Sorunlar; Özellikle 1990’lı yılların ortalarında emeklilik yaşına ilişkin olarak gerçekleştirilen popülist siyasi müdahaleler ve sosyal güvenlik fonlarının etkin olmayan bir şekilde yönetilmesi sonucunda, sosyal güvenlik sisteminin finansmanı amacıyla özel kesimden ve kamu kesiminden elde edilen prim tahsilatları ile sosyal güvenlik harcamaları arasındaki denge bozulmuştur. Buna ilave olarak, yaşanan krizlerin istihdam ve 40 dolayısıyla sosyal güvenlik sistemi üzerinde olumsuz etkileri olmuştur. Bu durum kaçınılmaz olarak sosyal güvenlik kurumlarına yapılan açık transferlerinin artması sonucunu doğurmuş, sistem kamu maliyesinde önemli bir yük oluşturmaya başlamıştır. Bütçe Kapsamının Darlığı ve Bütçe Dışı Harcama Kanalları; 1050 sayılı Genel Muhasebe Kanununun yürürlükte olduğu dönemde mali yönetim sisteminin ve bütçenin kapsamı dar kalmıştır. Türkiye’de konsolide bütçeyi oluşturan genel bütçeye dahil daireler ve katma bütçeli idarelerin yanı sıra, bunlara bağlı döner sermayeli işletmeler ve fonlar ile mahalli idare bütçeleri ve kanunla kurulan kamu tüzel kişiliğini haiz idarelerin bütçeleri olmak üzere değişik bütçe türleri oluşturulmuştur. Bunlardan sadece genel ve katma bütçeler kanunla yürürlüğe konulmuş, diğer bütçeler yetkili idari merciler tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Bu durum bütçe birliği ilkesinin gereğinin layıkıyla yerine getirilmesine ve Parlamentonun bütçe hakkını eksiksiz olarak kullanmasına engel olmuştur. Bütçeleştirilmeyen Mali ve Yarı-Mali İşlemler; 2000’li yıllar öncesinde, bütçe hesaplarının saydamlıktan giderek uzaklaştığı görülmektedir. Bu dönemde fon ve döner sermaye uygulamaları bütçe kapsamı dışına çıkışın teknik bir aracı haline gelmiş, yoğunlaşan özel-gelir özel ödenek uygulamalarıyla bütçe sisteminin esnekliği giderek zayıflamıştır. Bu dönemde devlet borçlarının muhasebeleştirilmesinde de önemli sıkıntılarla karşılaşılmış özellikle dış borçların bütçeleştirilmesi ve muhasebeleştirilmesi saydamlıktan oldukça uzaklaşmıştır. Buna ilave olarak, koşullu yükümlülüklere ve yarı-mali işlemlere ilişkin risklerin bütçe sistemi çerçevesinde ele alınmadığı görülmektedir. Muhasebe ve İstatistik Sistemindeki Zayıflıklar; 1050 sayılı Genel Muhasebe Kanununun yürürlükte kaldığı süre içerisinde uygulanmakta olan bütçe kodlama yapısı uluslararası standartlar çerçevesinde detaylı analizler ve karşılaştırmalar yapılmasına olanak vermemekteydi. 1970’li yıllardan beri uygulanmaya çalışılan program bütçe sistematiği ve sınıflandırmasının mali sisteme entegre edilemediği ve başarısızlığa uğradığı görülmektedir. Buna ilave olarak kamu kesiminin alt kurumsal birimlerinde farklı muhasebe teknikleri ve farklı sınıflandırma tarzları kullanılması bu dönemde konsolide hesapların oluşturulması konusunda önemli sıkıntılara yol açmıştır. Güçlü Bir Raporlama Sisteminin Mevcut Olmaması; Eski devlet muhasebe sistemiyle kamu gelir ve giderleri konusunda yöneticilere, karar alıcılara ve topluma yeterli ve doğru bilgi sunmak mümkün olmamıştır. Devletin varlıklarıyla ilgili kayıt ve kontrol sistemi, yeterli etkinlik düzeyine ulaşamamıştır. Ayrıca devletin taahhütleri konusunda tam bir bilgi seti ortaya konulamamıştır. Denetim Sistemindeki Zafiyetler; Türk bütçe sisteminde denetim esas itibarıyla mevzuata uygunluğun denetimi şeklinde yapılmış, kaynakların kullanımının etkinlik ve verimlilik açısından denetimi ihmal edilmiştir. Yapılan denetimlerin risk, sistem ve performans denetimi yerine sadece mevzuata uygunluk denetimine odaklanması, denetim sürecini etkinlikten uzaklaştırmıştır. Ayrıca Sayıştay’ın denetim kapsamı dar kalmıştır. Harcamacı Kuruluşların Kapasitelerinin Geliştirilmesi İhtiyacı; Harcamacı kuruluşlarda politika oluşturma kapasitesi yetersiz kalmış, politika ve planların bütçe ile bağlantısı yeterince güçlü bir şeklide kurulamamıştır. Kamu idarelerince belirlenen politika, amaç ve 41 hedeflerin maliyeti doğru ve kapsamlı bir şekilde tespit edilmemiş, sağlıklı bir önceliklendirme yapılmamıştır. Harcamacı kuruluşlarda mali saydamlık ve hesap verebilirlik kavramlarına ilişkin gerekli bilinç ve yetkinlik düzeyine ulaşılamamıştır. Piyasaların Serbestleştirilmesi ve Düzenlenmesi İhtiyacı; Kamunun ekonomi üzerinde belirleyici ve baskın rol oynaması, piyasa mekanizmasının işleyişinde sorunlara yol açmış ve buna bağlı olarak kaynakların etkin şekilde dağılımına engel teşkil etmiştir. Artan kamu harcamaları ve kamu borç stoku, özel sektöre gerekli mali kaynakların aktarılmasına ve dolayısıyla özel kesim temelli sürdürülebilir bir büyüme ortamına geçilmesine izin vermemiştir. Buna ilave olarak, özelleştirme sonrasında özellikle doğal tekel özelliği taşıyan sektörlere ve ekonominin genelini ilgilendiren alanlara yönelik piyasaların düzgün işleyebilmesi amacıyla düzenleyici ve denetleyici mekanizmaların oluşturulması ihtiyacı oluşmuştur. Kamu İşletmelerinin Ticari Alandaki Ağırlığı; Etkin olmayan bir şekilde yönetilen ve politik müdahalelere açık olan kamu işletmeleri genel ekonomi içerisinde önemli yer tutmaktaydı. Alınan politik kararlar sonucunda KİT sisteminde rasyonel fiyatlama ve doğru istihdam politikaları uygulanamamış ve sistem zamanla mali yükümlülüklerini yerine getiremez hale gelmiştir. Mali Reform Sürecinin Arka Planı Ülkemizde mali reform süreci ve bu konuda ortaya konulan inisiyatifler arka planda gerçekleştirilen önemli çalışmalara ve politika dokümanlarına dayanmaktadır. Bu süreçte sıkılıkla vurgu yapılan temel politika dokümanları aşağıda sıralanmaktadır. • Dünya Bankası, Kamu Mali Yönetimi Projesi, 1995. • Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Kamu Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Mali Saydamlık ÖİK Raporu, 2000. • Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2001. • Dünya Bankası, Kamu Harcamaları ve Kurumsal Gözden Geçirme (PEIR) Raporu. 2001. • Uluslararası Para Fonu ile gerçekleştirilen 17. ve 18. Stand-By Düzenlemeleri 1999, 2002. 5018 Sayılı Kanunun Yasalaşması ve Uygulanması Sürecinde Karşılaşılan Genel Sorunlar: 5018 sayılı Kanunun yasalaşması sürecinde bir takım kurumsal zorluklarla karşılaşılmıştır. Bu zorlulukların başında 5018 sayılı Kanunun hazırlanması sürecinde ortaya çıkan kurumsal çatışmalar gelmektedir. Söz konusu kurumsal çatışmaların temelinde 5018 sayılı Kanunla getirilmeye çalışılan yeni kamu mali yönetimi anlayışının belirli kurumsal baskı grupları tarafından tehdit olarak algılanması yatmaktadır. Bu nedenle, reform sürecine müdahil olan farklı kurumlar reformun ana unsurlarını kendi algı ve beklentileri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmış ve yasalaşma sürecinde Kanunun bütünlüğü zedelenmiştir. Kanunun uygulanması için bir geçiş döneminin öngörülmemiş olması ve daha öncesinde pilot uygulamalara gereken önemin verilmemiş olması uygulama sürecinde zorluklarla karşılaşılmasına neden olmuştur. Yeni kamu mali yönetim anlayışının ve stratejik yönetim perspektifinin yerleştirilememiş olması süreç algısında ve ortaya konulan temel dokümanların niteliğinde önemli sorunlara yol açmıştır. Bu süreçte stratejik planlara ve performans hedeflerine dayandırılması gereken faaliyet raporları stratejik planlardan ve performans hedeflerinden önce hazırlanmaya ve yayımlanmaya başlamıştır. Ayrıca söz konusu dokümanlarda kurumun ortaya koyduğu faaliyet sonuçlarının stratejik hedeflerini ne ölçüde karşıladığı görülmemekte olup, bu dökümanlar bütçe uygulama sonuçları bilgisinin ötesine geçememiştir. 42 Yukarıda ifade edilen problemlerin temelinde eski mali yönetim anlayışının katılığı yatmaktadır. Bu süreçte yapılan reformların ve yeni kamu mali yönetim anlayışının uzun süren ve eğitimlerle desteklenen bir yaklaşımla zaman içerisinde yerleşeceği görülmektedir. 5018 sayılı Kanunla Sayıştay denetiminin kapsamı genişletilmiş ve genel yönetim kapsamında yer alan tüm idareler Sayıştay denetimine tabi tutulmuştur. Ancak, denetim kapsamı genişletilen Sayıştay’ın, bu doğrultuda yeniden yapılandırılmasını ve dış denetim açısından gözetim ve koordinasyon rolünü ve iç denetçilerle ilişkisini yeniden tanımlanmasını düzenleyecek yeni bir Sayıştay Kanununun hazırlanması ve yasalaşması gecikmiştir. Bunun sonucunda, 5018 sayılı Kanunun dış denetime ilişkin hükümlerinin uygulanmasında aksamalar meydana gelmiştir. 5018 sayılı Kanunun uygulamasında karşılaşılan diğer bir sorun ise, yılı bütçe kanunlarına konulan istisnalardır. Söz konusu istisnalar, bütçe uygulamasına ilişkin hükümleri işlevsiz hale getirmektedir. Örneğin, 2009 yılı merkezi yönetim bütçe harcamaları yıl sonu gerçekleşmeleri, bütçe ödeneğinin 8,1 milyar TL üzerindedir. Faiz giderlerinin, başlangıç ödeneğinin 4,3 milyar TL altında gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda, faiz hariç bütçe giderlerinin ödeneğinin 12,4 milyar TL üzerine çıktığı görülmektedir. Benzer şekilde, 2010 yılında da faiz hariç bütçe giderleri bütçe ödeneğinin 15,1 milyar TL üzerinde gerçekleşmiştir. Bu harcamaların TBMM onayı olmadan yapılması, Parlamentonun bütçe hakkı ilkesine ve reformun ruhuna uygun değildir. Mali Reform Süreci 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu mali reform sürecinin çok önemli bir ayağını oluşturmakla birlikte, şüphesiz kamu maliyesinin dönüşümünde diğer birçok düzenleme bütünleyici rol oynamıştır. 5018 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinin yanında, yerel yönetimler, sosyal güvenlik ve bankacılık reformlarının hayata geçirilmesi, piyasaların serbestleştirilmesi ve düzenlenmesi, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun kabulü ile yeni bir kamu ihale mevzuatının hazırlanması bir bütün olarak güçlü bir kamu mali sistemine geçişin yolunu açmıştır. Yerel Yönetimler Reformu Yerel yönetimlerin mali yapısının giderek bozulması ve 1930’lu yıllardan kalma düzenlemelerin mevcut ihtiyaçlara cevap vermemesi yerel yönetimlere ilişkin yeni düzenlemeler yapılmasını gerekli kılmıştır. Yerel yönetin reformu kapsamında; öncelikle yerel yönetimlere ilişkin temel düzenlemeler olan 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu kabul edilmiştir. 5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanunla, yerel yönetimlerin merkezi yönetimden aldıkları transfer gelirleri artırılmış ve bu payların dağıtım sistemi değiştirilmiştir. Yerel Yönetimlerin 2004 yılı sonu itibarıyla kamuya olan borçları yapılandırılmıştır. Yeni düzenlemelerle yerel yönetimlerin mali yönden güçlendirilmesi, idari yapılarının etkinleştirilmesi, yeni kamu mali yönetim uygulamalarına uyum sağlamaları ve kamu hizmetlerinin sunumunda yerel yönetimlerin daha fazla söz sahibi olmaları hedeflenmiştir. Sosyal Güvenlik Reformu Türkiye’de Sosyal Güvenlik Sistemi önceki dönemlerde uygulanan yanlış politikaların yanı sıra ekonomik istikrarsızlıklarla beraber aktüeryal sürdürülebilirlik açısından ciddi sıkıntılara sahipti. Emeklilik yaşının düşüklüğü, aylık bağlama oranının yüksekliği, farklı norm ve standartlara sahip sosyal güvenlik kurumlarının varlığı, kurumların etkin yönetilememesi ve sağlık harcamalarındaki yüksek oranlı artışlar sistemin en önemli sorunlarını oluşturmaktaydı. 43 2006 yılı ve sonrasında yapılan reformla farklı norm ve standartlarda hizmet sunan sosyal güvenlik kurumları tek çatı altında birleştirilmiş, teknolojiyle desteklenmiş etkin yönetilecek bir kurum yapısı kurulmuş ve Genel Sağlık Sigortası uygulamasına geçilmiştir. Sistemin aktüeryal sürdürülebilirliğini sağlayacak parametrik reformlar çerçevesinde, emeklilik yaşı sisteme yeni girenler için kademeli olarak yükseltilmiş, aylık bağlama oranı düşürülmüş, prim oranları yeniden belirlenmiştir. Sağlık kapsamının ve sunumunun genişlemesi ile beraber sağlık harcamalarında yaşanan artışlar kontrol altına alınmaya başlanmıştır. Bankacılık Reformu Kamu sahipliğinden dolayı sınırsız garanti algısı bulunan, efektif çalışmayan ve sistemde oldukça büyük bir yeri olan kamu bankaları bankacılık sistemini olumsuz yönde etkilemiştir. Hayata geçirilen reformlarla, kamu bankalarının finansal piyasalardaki bozucu etkisinin büyük oranda yok edilmesi ve böylece bankacılık sisteminin piyasa ekonomisi çerçevesinde işlemesi hedeflenmiş, kamu bankalarının önceki dönemlere göre daha etkin çalışmaya başlaması sağlanmıştır. Benzer şekilde, Bankacılık Kanununda, 2001 yılında yaşanan krizle birlikte ortaya çıkan usulsüzlüklerin önüne geçmeye yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Mali alanda gerçekleştirilen bir diğer önemli reform Merkez Bankasının kurumsal bağımsızlığının sağlanmasıdır. Merkez Bankasının temel amacının “fiyat istikrarını sağlamak” olarak belirlenmesi, bu konuda atılan en önemli adım olmuştur. 4651 sayılı Kanunla, Merkez Bankasının araç bağımsızlığı tam olarak sağlanmış ve Bankaya, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı politikayı doğrudan belirleme yetkisi tanınmıştır. Merkez Bankasının bağımsızlığı üzerinde önemli bir baskı yaratan kamu açıklarının parasallaştırılması söz konusu yasayla kaldırılmış; Bankanın, Hazine ile kamu kurum ve kuruluşlarına avans vermesi, kredi açması, Hazine ve diğer kamu kurumlarının borçlanma araçlarını birincil piyasada satın alması yasaklanmıştır. Piyasaların Serbestleştirilmesi Özelleştirme sonrasında özellikle doğal tekel özelliği taşıyan sektörlere ve ekonominin genelini ilgilendiren alanlara yönelik piyasaların düzgün işleyebilmesi amacıyla telekomünikasyon, enerji, tütün, bankacılık, radyo-televizyon yayıncılığı, sermaye piyasaları, rekabet ve kamu ihaleleri alanlarında toplam sekiz adet özerk ve bağımsız nitelikte düzenleyici ve denetleyici kurullar ve kurumlar oluşturulmuştur. Bu anlamda, yasal mevzuat çerçevesinde piyasa aktörleri arasında kamu-özel sektör, yerli-yabancı girişimci ayrımı yapmaksızın eşit mesafede kalınarak piyasaların etkin şekilde işlemesi sağlanmıştır. Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Kanunu Türkiye’de kamu borç yönetimi 2002 tarihinde yayımlanan 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun uyarınca yürütülmektedir. Söz konusu Kanunla, borçlanma ve borç yönetimi konularında dağınık halde bulunan mevzuat tek bir çatı altında toplanmış ve borçlanmada disiplinin sağlanması amacıyla düzenlemeler yapılmıştır. Borçlanmaya ve verilecek garantilere yasal sınırlama getirilmiştir. Hazine alacaklarının takip ve tahsiline ilişkin düzenlemeler getirilmiş, dış proje kredilerinin bütçeleştirilmesine imkân sağlanmıştır. Saydam ve hesap verilebilir bir borçlanma politikası ilke olarak kabul edilmiş ve Kanunun uygulamaya girmesiyle birlikte borç yönetiminde şeffaflığın sağlanması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla, üçer aylık dönemler itibarıyla Kamu Borç Yönetim Raporları yayımlanmaya başlamıştır. 44 Sayıştay Kanunu 5018 sayılı Kanunun üç temel sacayağından birisi dış denetim sistemi olmuştur. Yeni kamu mali yönetim sisteminin diğer unsurları olan iç kontrol ve iç denetim sistemleri ile dış denetim organizasyonel yapıda birbirlerini destekleyecek şekilde kurgulanmıştır. Bu çerçevede 5018 sayılı Kanunun özünde Sayıştay’ın kendisini yeni kamu mali yönetim anlayışının gerekleri doğrultusunda yapılandıracağı varsayımı hâkimdir. Bu bağlamda Sayıştay Kanunu sitemin bütün unsurlarıyla birlikte eksiksiz olarak işlemesi için temel bir gerekliliktir. 6085 sayılı Sayıştay Kanununda uluslararası standartlar çerçevesinde Sayıştay’ın denetim alanının genişletilmesine ve organizasyon yapısının tekrar düzenlenmesine ilişkin ayrıntılı hükümler yer almaktadır. Bu yönüyle Sayıştay Kanunun yasalaşması iç denetim, iç kontrol ve dış denetim sistemlerinin birbirlerini destekler mahiyette olacağı anlamına gelmektedir. Kamu İhale Mevzuatı 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun günümüzün değişen ve gelişen koşullarına cevap verememesi, uygulamada ortaya çıkan aksaklıkları gidermede yetersiz kalması, kamu kaynağı kullanan idarelerin bütün kamu alımlarını kapsamaması, isteklilerde aranacak nitelikler konusunda açıklık olmaması, subjektif uygulamalara meydan vermesi, AB ve uluslararası ihale uygulamalarına paralellik göstermemesi gibi nedenlerle kamu ihale sistemimiz eleştirilere maruz kalmıştır. Etkin, saydam ve iyi işleyen bir rekabet ortamını içeren kamu ihale sisteminin oluşturulması amacıyla 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu 2003 yılından itibaren yürürlüğe girmiş, söz konusu Kanunlara ilişkin ikincil mevzuatı hazırlamak, geliştirmek ve uygulamayı yönlendirmek üzere 2002 yılında Kamu İhale Kurumu kurulmuştur. Kamu İhale Kanunu kapsamında yapılan alımlara ilişkin tüm ihale ilanları ile bu ihalelerin kimin üzerinde kaldığına ilişkin sonuç bilgilerinin Kamu İhale Bülteninde yayımlanması öngörülmüş, böylece ihalelere katılımın artırılması, rekabetçi bir ihale ortamının oluşturulması, ihalelerde kamuoyu denetiminin en üst seviyeye çıkarılması, usulsüzlük ve yolsuzlukların önüne geçilebilmesi hedeflenmiştir. 5018 Sayılı Kanunun Temel Eksenleri 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu; şeffaflığın ve hesapverebilirliğin güçlendirilmesi, mali disiplinin ve bütçe uygulamalarında etkinliğin sağlanması, hedef-sonuç odaklı bir mali yönetim anlayışının benimsenmesi ve kaynak tahsisi sürecinde etkinliğin sağlanması, çağdaş bir iç kontrol ortamının tesisi ve sistem odaklı bir denetim anlayışının geliştirilmesi ile dış denetim sisteminin güçlendirilmesi olmak üzere beş temel eksen üzerine tesis edilmiştir. Şeffaflığın ve Hesapverebilirliğin Güçlendirilmesi Şeffaflığın ve hesapverebilirliğin güçlendirilmesi kapsamında; farklı uygulama usul ve esaslarına sahip bütçe türlerinin bütçe birliği ilkesinin gereğini yerine getirecek şekilde yeniden düzenlenerek Parlamentonun bütçe hakkının güçlendirilmesi ve bütçe kapsamının genişletilmesi amaçlanmıştır. Benzer şekilde, gelişmiş muhasebe, hesap ve raporlama sistemleri, kamuoyunun gerektiği şekilde ve zamanında bilgilendirilmesi, yetki, rol ve sorumlulukların net olması söz konusu eksen çerçevesinde varılmak istenen diğer hedeflerdir. 5018 sayılı Kanunun hayata geçirilmesinden önce, bir çok fon tasfiye edilmiş ve döner sermayelerin sayısı azaltılmıştır. 2000 ve 2001 yıllarında 61 tanesi bütçe dışı fon ve 8 tanesi bütçe içi fon olmak üzere toplam 69 fon tasfiye edilmiştir. Bunun sonucunda, kamu mali sisteminde şeffaflık, bütçe birliği ve adem-i tahsis ilkeleri büyük ölçüde sağlanmıştır. Diğer taraftan tahakkuk esaslı muhasebe sistemine geçilmiş ve 45 kurumsal, fonksiyonel ve ekonomik sınıflandırma esasına dayalı analitik bütçe sınıflandırması uygulanmaya başlanmıştır. Analitik Bütçe Sınıflandırmasının kamu idarelerine yaygınlaştırılmasıyla birlikte analize elverişli istatistiki veriler üretilmesine olanak sağlanmıştır. 5217 sayılı Kanunla, kamu maliyesinde disiplini bozan ve saydamlığı azaltan özel gelir-özel ödenek uygulamaları sınırlandırılmış, devlete ait tüm gelir ve giderlerin tek bir bütçede yer almasını öngören “bütçede birlik” ilkesinin uygulanabilirliği artırılmıştır. 5018 sayılı Kanunla bütçe türleri uluslararası standartlara göre yeniden belirlenerek tanımlanmış, bu sayede uluslararası karşılaştırmalar yapılabilmesine olanak sağlanmıştır. Gelinen son nokta itibarıyla, genel bütçe, özel bütçe, düzenleyici ve denetleyici kurum bütçesi, sosyal güvenlik kurumu bütçesi ve mahalli idare bütçesi olmak üzere toplam beş bütçe türü bulunmaktadır. Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı adı altında TBMM’nin onayına sunulan merkezi yönetim bütçesi; genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri (I sayılı cetvel), özel bütçeli idareler (II sayılı cetvel) ve düzenleyici ve denetleyici kurumlar (III sayılı cetvel) toplamından oluşmaktadır. 2006 yılı öncesinde konsolide bütçeden transfer alabilen 25 özerk bütçeli kuruluş, özel bütçeli kuruluşlar kapsamına alınarak II sayılı cetvelde gösterilirken, eski sistemde bütçe kapsamında yer almayan fakat gelir fazlalarını konsolide bütçeye transfer eden 8 adet düzenleyici ve denetleyici kurum, III sayılı cetvel kapsamına alınmışlardır. Ayrıca, eski tanımda konsolide bütçeye dahil edilmeyen ve üniversitelerle bağlantılı olarak çalışan sağlık, sosyal ve kültürel merkezler, merkezi yönetim bütçesi kapsamı içinde, özel bütçeli kuruluşlar arasında yer almaya başlamıştır. Yıllık programlarla öteden beri TBMM’nin bilgisine sunulan mahalli idare, fon, döner sermaye ve sosyal güvenlik hesapları ise bütçe gerekçesine eklenmiştir. Kamu mali yönetimine ilişkin politikaların oluşturulmasında ve analizinde büyük önem taşıyan kamu maliyesine ilişkin istatistiklerin tüm kamu sektörünü kapsaması ve uluslararası standartlara uygun, kaliteli ve zamanında erişilebilir hale getirilmesi temel hedefi doğrultusunda, 5018 sayılı Kanunda genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin uygulayacağı muhasebe ve raporlama standartlarını belirleme görevi çeşitli kuruluş temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan Devlet Muhasebesi Standartları Kuruluna, mali istatistiklerin derlenmesi ve düzenli bir şekilde kamuoyuna sunulması görevi ise Maliye Bakanlığına verilmiştir. 2005 yılında 5018 sayılı Kanunda yapılan değişiklik ile kamu idarelerine her yıl yıllık faaliyet raporu hazırlanması, hazırlanan raporların kamuoyuna açıklanması ve raporların birer örneğini Sayıştay, Maliye Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı gibi ilgili üst mercilere gönderilmesi sorumluluğu getirilmiştir. Şeffaflığın ve hesapverebilirliğin güçlendirilmesi ekseninde önemli ilerleme kaydedilmiş olmakla birlikte, bir takım sorunlar ve geliştirilmesi gereken alanlar karşımıza çıkmaktadır. Sorunların başında saydamlığın zedelenmesine yol açan bütçe hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin yapılan mahsuplaştırma ve terkin uygulamaları gelmektedir. KİT’lerin Hazine Müsteşarlığı tarafından üstlenilen borçları karşılığında ilgili yıl bütçe kanunlarıyla ilişkisi kurulmaksızın özel tertip devlet iç borçlanma senedi ihraç edilmesi, Hazinenin TMSF’den olan alacaklarının, ilgili yıl bütçesine gider yazılmadan terkin edilmesi, Hazine tarafından yurtdışından sağlanarak bazı KİT’lere ikraz edilen kredilerin anapara ve faiz borç tutarlarının Hazineden olan görev zararı alacaklarına veya ödenmemiş sermayelerine mahsup edilmesi bu tür uygulamalara örnek teşkil etmektedir. Bu kapsamda, karşımıza çıkan bir diğer sorun vergi harcamalarının raporlanması ile ilgilidir. Bütçe Kanunlarına eklenen vergi harcaması listesinde sadece cari yıla ilişkin tahminler yer almakta, vergi harcamalarının gerçekleşmesine ilişkin düzenli bir raporlama yapılmamaktadır. Buna ilave olarak vergi harcamalarının kapsamının ne olduğu konusunda da belirsizlikler bulunmaktadır. Şeffaflığın ve hesapverebilirliğin güçlendirilmesi ekseninde; mali istatistiklerin uluslararası standartlar çerçevesinde güçlendirilmesi, kesin hesap sistematiğinin geliştirilmesi ile faaliyet raporlarının hesap verebilirliğin güçlenmesine daha fazla katkı vermesinin sağlanması geliştirilebilecek alanlar olarak sayılabilir. 46 Mali Disiplinin ve Bütçe Uygulamalarında Etkinliğin Sağlanması Mali disiplinin ve bütçe uygulamalarında etkinliğin sağlanması kapsamında; bütçenin hazırlanması, sunulması, görüşülmesi ve yasalaşması yeniden düzenlenmiş, yedek ödenek, örtülü ödenek, ödenek aktarma ve yıllara sari yüklenme uygulamaları belirli bir sistematiğe bağlanmıştır. Geçmiş dönemlerde yıllık olarak hazırlanan ve çok yıllı bir perspektifi içermeyen bütçelerin, Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plana dayalı olarak, izleyen iki yılın bütçe tahminlerine de yer verilmek suretiyle hazırlanması öngörülmüş ve dolayısıyla bütçe politikalarının öngörülebilirliği artırılmıştır. Çok yıllı bütçeleme sistemiyle orta vadeli mali karar alma süreçleri geliştirilmiş, uygulanan harcama ve gelir politikalarının ilgili mali yıldaki etkilerinin ötesinde orta vadede doğuracağı sonuçların değerlendirilmesine imkan sağlanmıştır. Bunlara ilave olarak, 5018 sayılı Kanun ile kamu yatırım programının rasyonelleştirilmesine yönelik önemli bir adım atılmıştır. Yeni kamu yatırım projesi teklifleri için fayda-maliyet, maliyet-etkinlik ve yapılabilirlik analizlerinin yapılması öngörülmüş ve DPT Müsteşarlığı tarafından incelenerek yapılabilirliği onaylanmamış projelerin yatırım programına alınmaması hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeyle kamu yatırım programının rasyonelliğini kaybetmesinin nedenlerinden bir tanesi olan yeterli nitelikteki fizibilite etütleri hazırlanmadan yatırım programına proje alınmasının önüne geçilmiştir. Mali disiplinin ve bütçe uygulamalarında etkinliğin sağlanması ekseninde karşımıza çıkan en önemli sorun, yılı bütçe kanunlarına konulan istisnalarla, bütçe uygulamasına ilişkin hükümlerin işlevsiz hale getirilmesi ve bütçe hakkının zayıflatılmasıdır. Bu tür istisna ve muafiyetler TBMM tarafından onaylanan bütçe ile gerçekleşen bütçe rakamları arasında önemli farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda söz konusu uygulamalar bütçe hakkına yönelik ciddi bir suiistimalin ve yetki gaspının ortaya çıkması sonucunu doğurmaktadır. Bu düzenlemelere bütçe kanunu içerisindeki muhtelif maddelerde veya kısmen ya da tamamen uygulanmayacak hükümler başlıkları altında rastlanılabileceği gibi E-cetvelinde de rastlanılabilmektedir. Bu eksende karşılaşılan diğer bir sorun da; bütçelerin alınan kararların orta vadede ortaya çıkaracağı sonuçları da değerlendirilerek, çok yıllı bir perspektifle hazırlanmasını öngören çok yıllı bütçeleme sisteminin yalnızca ilk yıla odaklı olarak yürütülmesidir. Maliyet ve yapılabilirlik analizlerinin öngörülen amaçları karşılayacak şekilde daha kaliteli hale getirilmesi ile yedek ödeneklerin kullanımında şeffaflığın artırılması bu eksende geliştirilebilecek alanlar olarak sayılabilir. Hedef-Sonuç Odaklı Mali Yönetim Anlayışının Benimsenmesi ve Kaynak Tahsisi Sürecinde Etkinliğin Sağlanması Hedef-sonuç odaklı mali yönetim anlayışının benimsenmesi ve kaynak tahsisi sürecinde etkinliğin sağlanması kapsamında; kaynak tahsisin girdilerle birlikte çıktılar ve performansa odaklı hale getirilmesi, plan-program ve bütçe ilişkisinin güçlendirilmesi ile ulusal ve kurumsal önceliklerin bağdaştırılması amaçlanmıştır. Benzer şekilde, kamu idarelerinde gelişmiş bir politika oluşturma ve uygulama kapasitesi ile kamu kaynaklarının etki analizleri yapılarak, stratejik öncelikler çerçevesinde kullanımı söz konusu eksen çerçevesinde varılmak istenen diğer hedeflerdir. Bu kapsamda, 5018 sayılı Kanunla 2006 yılında başlatılan ve 2010 yılında tamamlanan çalışmalarda kamuda çok yıllı stratejik plan, yıllık performans programı ve faaliyet raporu uygulaması yerleştirilmiştir. Mayıs 2010 itibarıyla stratejik plan hazırlaması gereken 145 merkezi kamu idaresinden 137’si stratejik planlarını uygulamaya geçirmişlerdir. Harcamacı kuruluşlar modern karar alma ve politika tasarlama süreçleri konusunda bilinçlendirilmiş, kurumların kaynak tahsis sürecinde daha fazla inisiyatif alması sağlanmış ve mali hizmetler konusunda insan kaynakları güçlendirilmiştir. Dünyada uygulanan program bütçe sistemi zaman içerisinde gelişerek yeni unsurların da eklenmesiyle performans esaslı bütçeleme adını almıştır. 5018 sayılı Kanunla getirilen stratejik planlama ve performans 47 esaslı bütçeleme reformları doğrultusunda bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde etkinliğin artırılması hedeflenmiştir. 5436 sayılı Kanunla Ocak 2006’da kamu idarelerinde strateji geliştirme birimleri kurulmuştur. Bu birimler, performans yönetimi bağlamında politika oluşturma, performansa dair veri alt yapısı oluşturma ve gösterge geliştirme, stratejik plan, performans programı ve faaliyet raporu çalışmalarını koordine etme, iç kontrol sistemini geliştirme ve üst yönetime danışmanlık yapma gibi önemli fonksiyon ve görevler üstlenmiştir. Hedef-sonuç odaklı mali yönetim anlayışının benimsenmesi ve kaynak tahsisi sürecinde etkinliğin sağlanması ekseninde bir takım sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bunlardan ilki, kaynak tahsislerinin yapılması ve programların izlenmesi sürecinde faydalanılabilecek program bazlı sınıflandırmanın olmaması ve planprogram ve bütçe ilişkisinin zayıf kalmasıdır. Bilindiği üzere Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program ve Yıllık Programda yer alan konular, politika ve temel gelişme eksenleri itibarıyla belirlenmekte ancak Orta Vadeli Mali Plan ve bütçe dokümanları Analitik Bütçe Sınıflandırmasına göre hazırlanmaktadır. Bu çerçevede, Analitik Bütçe Sınıflandırmasının program yapısını ve gelişme eksenlerini içerecek şekilde yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda karşılaşılan bir diğer sorun, strateji geliştirme birimlerinin ait oldukları kurumları temsilde zayıf kalmaları ve idarelerin kendilerinin yerine getirmeleri gereken bazı görevleri bu birimlerden beklemeleridir. Strateji geliştirme birimleri genel olarak stratejik plan, performans programı ve faaliyet raporlarının hazırlanmasını koordine etmektedir. İdarelerin orta ve uzun vadeli strateji ve politikalarını belirlemek, performans ve kalite ölçütleri geliştirmek gibi görevleri tam olarak yerine getirmeleri kurumsal kapasitenin geliştirilmesiyle mümkün olacaktır. Özellikle yöneticilerin liderliği, yeni mali yönetim mevzuatına hakimiyet ve uyum, insan kaynakları, reformun gerektirdiği örgütlenme ile imaj ve algı yönetimi geliştirilmesi gereken başlıca alanlardır. Ülkemizde program bütçe sisteminin uygulamaya başlandığı ilk yıllarından itibaren tam olarak uygulamaya geçirilemeyen üç unsurunun (gerekçe, ödeneklendirme ve program analizi) yeni performans esaslı bütçeleme anlayışıyla birlikte ele alınması ve hayata geçirilmesi gerekmektedir. Stratejik planlar, performans programları ve faaliyet raporları gibi dokümanların bütçe sürecine daha fazla katkı verecek şekilde; bütçe sürecinin ise söz konusu dokümanlar çerçevesinde ilerlemesini teminen geliştirilmesi gerekmektedir. Son olarak, idarelerin stratejik planlarında yer alan hedeflerini gerçekleştirememe durumunda uygulanacak yaptırımların açık bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Çağdaş İç Kontrol Ortamının Tesisi ve Sistem Odaklı Denetim Anlayışının Geliştirilmesi Çağdaş iç kontrol ortamının tesisi ve sistem odaklı denetim anlayışının geliştirilmesi kapsamında; kamu gelir, gider, varlık ve yükümlülüklerinin etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde yönetilmesi, karar alma, politika oluşturma ve izleme için düzenli, zamanında ve güvenilir rapor ve bilgi edinilmesi, yönetsel sorumluluğun güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Yönetimin bir parçası olarak denetim anlayışının ve alternatif denetim yaklaşımlarının benimsenmesi ile kamu kurumları arasında ortak uygulama ve standart birliğinin sağlanması varılmak istenilen diğer hedeflerdir. Bu kapsamda, 5018 sayılı Kanun çerçevesinde uygulanmakta olan kamu mali yönetimi sistemiyle kamu idarelerinin bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde inisiyatifleri artırılmış, mali yönetim ve kontrol sistemi alanındaki görev, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenmiştir. Mali yönetim alanında siyasi, idari ve mali sorumluluk birbirinden ayrılmıştır. Çağdaş bir iç kontrol ortamının kurulması ve süreç bazlı bir kontrol yaklaşımı konusunda bilinçlilik artırılmış, kamu idarelerinin bütçe hazırlama ve uygulamaya ilişkin görevlerinin yanı sıra iç kontrol ve iç denetim faaliyetlerini yerine getirmek üzere yeni bir yapılanmaya gitmeleri öngörülmüştür. Bunlara ilave olarak, klasik girdi bazlı ve şüphe odaklı denetim anlayışından, yönetimin bir unsuru olan denetim anlayışına geçiş konusunda ilerleme kaydedilmiş, uygunluk ve mali 48 denetimler dışında risk bazlı performans denetimi, sistem ve bilgi teknolojileri denetimi gibi alternatif modern denetim yaklaşımları benimsenmiştir. Merkezi uyumlaştırma birimleri yardımıyla uygulama ve standart birliği güçlendirilmiştir. İç kontrol alanında üst kurumsal yapının ve ikincil mevzuatın oluşturulmasına paralel olarak sistemin uygulama tarafının geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, iç denetim ve teftiş kurulları arasındaki görev, yetki ve sorumlulukların dağılımı net bir şekilde ortaya konularak bu konuda anlayış ve kavram birliği sağlanmalıdır. Yeni kamu mali yönetim ve kontrol anlayışı yönetsel sorumluluğa dayandığından üst yöneticilerin farkındalık düzeyi artırılmalı, kamu kurum ve kuruluşlarında klasik denetim anlayışının çizdiği çerçeve aşılmalıdır. Strateji Geliştirme Birimlerinin kapasitesinin geliştirilmesi ve ilgili kamu idaresinin diğer birimleriyle koordinasyonunun artırılması gerekmektedir. İç Denetim Koordinasyon Kurulu, kamu iç denetim sistemini geliştirmek, koordine etmek ve rehberlik sağlamak üzere, İç Denetim Merkezi Uyumlaştırma Birimi işlevini 5018 sayılı Kanunda belirtildiği gibi, bağımsız ve tarafsız bir organ olarak yerine getirecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Ayrıca, iç denetimin etkin bir şekilde çalışması açısından iç denetim atamalarının artırılması gerekmektedir. Dış Denetim Sisteminin Güçlendirilmesi Dış denetim sisteminin güçlendirilmesi ekseninde; TBMM’nin kaynak kullanımında etkinlik konusunda inisiyatifinin artırılması, dış denetim sisteminin iç kontrol ortamını destekler nitelikte olması, performans denetimlerinin hayata geçirilmesi, uluslararası denetim standartlarının benimsenmesi ile bağımsız dış denetim faaliyeti sonucunda kamu kurum ve kuruluşlarının ürettikleri çıktılara ve mali bilgilere makul güvence sağlanması amaçlanmıştır. Bu bağlamda; 5018 sayılı Kanunla Sayıştay denetiminin kapsamı genişletilmiş ve genel yönetim kapsamında yer alan tüm idareler Sayıştay denetimine tabi tutulmuştur. Bu doğrultuda, Sayıştay’ın yeniden yapılandırılması ve dış denetim açısından gözetim ve koordinasyon rolünün ve iç denetçilerle ilişkisinin açık bir şekilde tanımlanması amacıyla hazırlanan 6085 sayılı Sayıştay Kanunu TBMM’de kabul edilerek yasalaşmıştır. Buna ilave olarak, performans denetimleri konusunda bilinç düzeyi artırılmış, dış denetimin kapsamı genişletilmiş ve uluslararası denetim standartları benimsenmiştir. Kaydedilen ilerlemelere rağmen, performans denetiminin istenilen düzeyde olmadığı ve güçlendirilmesi gerektiği görülmektedir. Benzer şekilde, dış denetim sistemi ile iç denetim arasındaki bağın güçlendirilmesi gerekmektedir. Dış denetim sistemi ile TBMM arasındaki organik bağın sistematik temeller üzerine kurulması gerekmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan Sayıştay raporlarının görüşülme esas ve usullerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde düzenlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, performans denetimi raporları, genel uygunluk bildirimi ve kesin hesap gibi işlemlerin TBMM tarafından daha kapsamlı bir şekilde incelenmesi sağlanmalıdır. Sonuç 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, ülkemizde son yıllarda hayata geçirilen en önemli reformlardan biridir. Söz konusu Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte Türkiye’de kamu maliyesi sağlam bir zemine kavuşmuştur. Hedef-sonuç odaklılık, şeffaflık, hesapverebilirlik ve güçlü iç kontrol ve dış denetim konularında önemli bir farkındalık yaratılmış, bu kavramları esas alan bir kamu mali sisteminin temelleri atılmıştır. Bütçe süreci, bütçe birliği ve adem-i tahsis ilkelerinin gereklerini yerine getirecek şekilde çok yıllı bir perspektifle yeniden düzenlenmiş, Parlamento’nun bütçe hakkı güçlendirilmiştir. Yönetimin bir unsuru olan denetim anlayışı yerleşmeye başlamış, denetimin kapsamı genişletilmiştir. Kurumsal yetki ve sorumluluklar daha açık bir şekilde tanımlanmıştır. 49 5018 sayılı Kanunla kamu mali yönetiminde çok önemli ilerleme kaydedilmiş olmakla birlikte, çözülmesi gereken sorunlar ve geliştirilmesi gereken uygulamalar mevcuttur. Bu bağlamda, Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program ve Yıllık Program gibi üst politika dokümanlarının bağlayıcılığı artırılmalı; stratejik plan, performans programı ve bütçe arasındaki bağ güçlendirilmelidir. Parlamento’nun bütçe hakkını zayıflatacak ve şeffaflığı zedeleyecek her türlü düzenlemeden kaçınılmalıdır. Performans denetimi perspektifi geliştirilmeli, denetim sistemleri arasındaki bağ güçlendirilmelidir. Reform sürecinin artan hız ve kararlılıkla sürdürülmesi, sağlanan ilerlemelerin kalıcı hale getirilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Bu doğrultuda, kamu kesiminde performansın geliştirilmesi için gerekli olan ikinci nesil reformlara devam edilmesi büyük önem taşımaktadır. Beni dinlediğiniz ve sabrınız için hepinize teşekkür ederim. Saygılar sunuyorum. 50 İsa COŞKUN Maliye Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı 5018 SAYILI YASANIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ VE AB SÜRECİNDE MALİ KONTROL FASLI Sayın Milletvekilim, Sayın Rektörüm, Sayın Başkanım, değerli hocalarım, sevgili öğrenciler, değerli katılımcılar öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. 1. AB Üyelik Süreci ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 19 Mart 2001 tarihinde “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” ile “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar Bakanlar Kurulunca kabul edilmiştir. 24 Mart 2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Ulusal Programın Mali Kontrol başlığı altında şu ifadelere yer verilmiştir: “1050 sayılı Genel Muhasebe Kanununun bugünün ihtiyaçlarına cevap vermemesi ve uygulama kapsamının dar olması sonucunda, yeni bir çerçeve düzenleme yapılması kaçınılmaz görülmektedir. Bu düzenleme, kamusal hizmetlerin üretilmesi sürecinde etkinliğin ve verimliliğin artırılabilmesi, makro disiplinin sağlanması ve AB normlarına uyum sağlanması açısından da önem taşımaktadır. Bu kapsamda: • Kamuda muhasebe birliği ilkesi kanuna dahil edilmeli, • Bütçenin uygulanmasında, cezai sorumluluklar, uygulama prosedürüne dahil olan tüm yetkilileri kapsar hale getirilmeli, • Bütçe sadeleştirilmeli, bütçe ile ilgisi olmayan hükümler mümkün olduğunca ayıklanmalıdır. 23 Haziran 2003 tarihinde Bakanlar Kurulunca kabul edilen Ulusal Programın Mali Kontrol başlığında da yukarıda yer alan 3 öncelik belirtilmiş ve bunlar detaylı birer takvime bağlanmıştır. Birinci öncelik çerçevesinde, “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanun Tasarısı”nın 2003 yılının 3. çeyreğinde yasalaşması ve yürürlüğe girmesi takvime bağlanmıştır. Nitekim 1927 yılından bu yana 1050 sayılı Kanunla yürütülen Türk kamu mali yönetim sistemini AB müktesebatı ve uluslararası standartlar çerçevesinde yeniden düzenleyen 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 24 Aralık 2003 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanmış, 2006 yılından itibaren ise tüm hükümleriyle uygulamaya geçmiştir. 2. 5018 sayılı Yasanın Getirdikleri 5018 sayılı Kanun ile mali yönetim sisteminde köklü değişiklikler yapılmıştır. Yeni kamu mali yönetim anlayışı; • Stratejik amaçlara; kaynaklarını etkili, ekonomik ve verimli kullanmak suretiyle ulaşan, • Faaliyetlerini fayda-maliyet ve etkinlik analizlerine dayandıran, • İç kontrol sistemini yerleştirmiş, • Hesap verebilir, saydam ve sorumluluğunun bilincinde olan kamu idareleri öngörmüştür. Bu kanunla ayrıca; • Harcama sürecinde yetki-sorumluluk dengesinin yeniden kurulmuş, 51 • Kamu mali yönetiminde görev, yetki ve sorumluluklar açık bir şekilde tanımlanmış, • Yetki-sorumluluk dengesi yeniden kurulmuş ve • Kaynakların stratejik önceliklere göre tahsisi ve kullanılması öngörülmüştür. 5018 sayılı Yasanın getirdiği yeniliklerin belli başlılarına aşağıda kısaca yer verilmiştir: İdarelere inisiyatif verilmesi Bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde kamu idarelerine önemli esneklikler getirilmiş, kamu idarelerinin bütçe sürecindeki görev, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenmiştir. Bütçenin Kapsamı 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu, genel bütçeli idareler ile özel mevzuatlarındaki hükümler saklı kalmak üzere, katma ve özel bütçeli dairelerin mali yönetimiyle denetimini kapsamasına rağmen, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri, sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idarelerden oluşan genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin mali yönetim ve kontrolünü kapsar. Çok Yıllı Bütçeleme Dar anlamda, çok yıllı bir süreç için devlet gelirlerini ve ödenek miktarlarını belirleyen bütçe olarak tanımlanmaktadır. Ancak çok yıllı bütçelemenin, sonraki birkaç yılın ödeneğinin planlanması olmadığının altını da çizmekte fayda vardır. Dünya Bankası kaynaklarında “orta vadeli harcama sistemi (Medium Term Expenditure Framework-MTEF)” olarak adlandırılan çok yıllı bütçeleme, yıllık bütçe sürecinin özellikle çok yıllı gelir ve harcama tahminleri veya çok yıllı bir mali plan gibi çok yıllı anlayış ile birlikte değerlendirildiği, politika-plan-bütçe bağlantısının gerçekleştirildiği bir bütçe yaklaşımı şeklinde ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle, çok yıllı bütçeleme orta vadeli hedefler ile yıllık bütçeler arasında bir köprü görevi görmelidir. Ortak muhasebe sistemi Genel yönetim kapsamındaki tüm kamu idarelerinde ortak muhasebe ve raporlama standartları ile çerçeve hesap planı uygulanmaya başlanmıştır. İç denetim Denetimde uzmanlaşmanın önü açılmak suretiyle belirli kuralları ve standartları olan, sürekli işleyen, ilgili kamu idaresinin içinde yer alan bir iç denetim sistemi oluşturulmuştur. Dış Denetimin Kapsamı Bütçenin kapsamının genişlemesi paralelinde dış denetimin kapsamı da genişlemiş oldu. 5018 sayılı Kanun, 68. maddesiyle dış denetime tabi olan kurumları “genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri” şeklinde düzenlemesiyle 5018 sayılı Kanun’un kapsamını dış denetimin de kapsamı olarak belirlemiştir. 3. 5018 Sayılı Yasanın Uygulanması 3.1. İlerleme Kaydedilen Alanlar 2006 yılından bu yana geçen beş yıllık sürede 5018 Sayılı Yasa uygulamaları çerçevesinde ilerleme kaydedilen alanları şu şekilde saymak mümkündür: • Etkililik, ekonomiklik ve verimlilik kamuda temel anlayış haline geldi. • Orta vadeli harcama sistemine geçildi. 52 • Orta Vadeli Programlar (OVP) ve Orta Vadeli Mali Planlar (OVMP) • Çok yıllı bütçeler • Stratejik yönetim kültürü giderek yaygınlaştı. • Stratejik planlar • Performans programları • Faaliyet raporları • İdarelerin mali yönetim ve kontrol yetkisi arttı. • Bütçe • İç kontrol • İç denetim • Mali saydamlık ve hesap verebilirlik alanında ilerleme sağlandı. • Faaliyet raporları • Kesin hesap kanunu • Mali durum ve beklentiler raporu • Mali istatistikler Orta vadeli harcama sistemine geçildi. Çok yıllı bütçeleme süreci genelde gelecek yıl bütçesi ile takip eden iki yılın bütçesini kapsamaktadır. Bu süreç temelde üç yapı üzerine kurulmuştur. Birincisi, makroekonomik yapıyla tutarlı bir şekilde kamu harcamaları için ayrılabilecek toplam kaynağın yukarıdan aşağıya tahmin edilmesi; ikincisi, hem devam etmekte olan, hem de yeni uygulanacak olan faaliyet ve projelerin maliyetlerinin aşağıdan yukarıya doğru tahmin edilmesi; üçüncüsü ise, toplam kaynaklarla bu maliyetleri karşılaştıran bir süreçtir. Böyle bir uygulamanın getirdiği en önemli yenilik sunulacak kamu hizmetlerinin büyüklüğünün, eldeki mevcut kaynaklara göre çerçevesinin çizilmesi, bir diğer deyişle karar alma mekanizması ile eldeki kaynak paketinin sıkı bir ilişki içinde olması ve bunun doğal bir sonucu olarak da kaynakların belirlenen stratejik önceliklere göre dağıtımının yapılmasıdır. Stratejik yönetim kültürü giderek yaygınlaştı. 5018 sayılı Kanun çerçevesinde kamu idarelerinde stratejik planlama ve performans esaslı bütçelemeye yönelik çalışmalar halen devam etmektedir. Uygulama “Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”te belirlenen geçiş programı dahilinde yaygınlaştırılmaktadır. Bu kapsamda, yüz elliye yakın kamu idaresi stratejik plan çalışmalarını tamamlamış ve uygulamaya başlamışlardır. Böylelikle, birçok kamu idaresi varlık sebebini sorgulamış ve orta vadede nerede olması gerektiği konusunda kurumsal farkındalık sağlamıştır. Performans programları ile birlikte kaynak dağıtımında faaliyet bazlı bütçeleme ön plana çıkmış ve kaynakların daha etkin ve rasyonel bir biçimde dağıtım ve kullanımına ilişkin olarak idarelerde anlayış değişikliği yaşanmaktadır. İdarelerin mali yönetim ve kontrol yetkisi arttı. 5018 Sayılı Kanunla bütçe hazırlama ve uygulama süreçlerinde kamu idarelerine yetki devrinde bulunulmuştur. Strateji geliştirme birimleri kurulmuş ve bu Kanunla getirilen yeni mali yönetim anlayışının kamu idarelerinde yerleştirilmesi kapsamında koordinatör birim rolü verilmiştir. Özellikle bütçe hazırlık ve uygulama süreçlerinde kamu idarelerine inisiyatif verilerek Kanunun ruhunu oluşturan hesap verme sorumluluğu için yetki-sorumluluk dengesi sağlanmıştır. Bunun yanında, kamu idareleri bünyesinde iç kontrol ve iç denetim sistemlerinin kurulması öngörülerek kendi faaliyetlerini bizzat kendileri düzenleme, kontrol etme ve denetleme yetkisine sahip olmuşlardır. 53 Mali saydamlık ve hesap verebilirlik alanında ilerleme sağlandı. 5018 sayılı Kanunun 7. maddesinde mali saydamlık ve 8. maddesinde hesap verme sorumluluğu ilkeleri düzenlenmiş ve Kanunun amacının açıklandığı 1. maddesi başta olmak üzere pek çok farklı maddede bu ilkelere atıf yapılmıştır. Bunun yanında, stratejik planlar, performans programları, faaliyet raporları, mali durum ve beklentiler raporları ve mali istatistikler mali saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin en somut araçları olarak ortaya çıkmaktadır. 3.2. Güçlendirilmesi Gereken Alanlar Kamu mali yönetim reformunun mevzuat temelini oluşturan 5018 Sayılı Kanunun beş yıllık uygulama süreci değerlendirildiğinde; yeni unsurlar ve anlayışın hayata geçirilmesi kapsamında birçok proje, çalışma ve işbirliği yapıldığı görülmektedir. Tüm bu çalışmaların sonucunda reformun yaygınlaşması adına pek çok olumlu kazanım elde edilmiştir. Bununla birlikte, aşağıdaki alanlarda çalışmalar yapılmaya devam edilmesi, bu alanların güçlendirilmesi gerektiği de düşünülmektedir; • Mali yönetim ve iç kontrol alanlarında teknik ve idari kapasitenin artırılması, • Politika analizi ve fayda-maliyet analizi kapasitelerinin oluşturulması, • Politika-plan-bütçe-uygulama bağlantısının güçlendirilmesi, • Yönetim bilgi sistemleri bağlamında karar verme mekanizmasının güçlendirilmesi. Mali Yönetim ve İç Kontrol Alanlarında Teknik ve İdari Kapasitenin Artırılması 5018 Sayılı Kanunla birlikte idarelere inisiyatif verilmesi bazı uygulama sorunlarına da neden olmuştur. Daha önce Maliye Bakanlığı tarafından yürütülen harcama öncesi kontrol görevleri 2006 yılından itibaren kamu idarelerine devredilmiştir. Buna müteakip idarelerde mali yönetim ve iç kontrol alanlarında teknik ve idari kapasite yetersizliği yaşandığı gözlenmiştir. Yeni kamu mali yönetim anlayışının getirdiği yönetim sorumluluğu ilkesinin tüm kamu yöneticileri tarafından benimsenmesi ve uygulamada hesap verebilirliğin temel unsuru haline gelmesi gerekmektedir. Böylelikle, İç kontrol sisteminin kurulması ve uygulamaya alınmasında yaşanan yapısal sorunların ortadan kalkacağını ve iç kontrol eylem planlarının kalitesinin ve uygulanabilirliğinin artacağı düşünülmektedir. Politika Analizi ve Fayda-Maliyet Analizi Kapasitelerinin Oluşturulması Yönetsel kararların stratejik planlara dayanan, orta ve uzun vadeli bakış açısıyla şekillendirilmesi, uygulanacak politikaların maliyeti, etkilediği kesimler ve fırsat maliyetinin ortaya konması adımlarını içeren politika oluşturma süreci ve buna ilişkin idari kapasitenin geliştirilmesi, reformun en önemli unsurlarından birisidir. 5018 Sayılı Kanunun “Kamu Maliyesinin Temel İlkeleri” başlıklı 5. maddesinde “Kamu idarelerinin mal ve hizmet üretimi ile ihtiyaçlarının karşılanmasında, ekonomik veya sosyal verimlilik ilkelerine uygun olarak maliyet-fayda veya maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer ekonomik ve sosyal analizlerin yapılması esastır.” hükmü yer almaktadır. Yine Kanunun “Bütçe İlkeleri” başlıklı 13. maddesinde “Bütçeler kalkınma planı ve programlarda yer alan politika, hedef ve önceliklere uygun şekilde, idarelerin stratejik planları ile performans ölçütlerine ve fayda-maliyet analizine göre hazırlanır, uygulanır ve kontrol edilir.” hükmü yer almaktadır. Buna karşılık, idarelerde sözü edilen analiz tekniklerinin uygulanabilmesine yönelik kapasite yeterince oluşturulamamıştır. Mevcut durumda, idarelerin uygulama alanlarına ilişkin olarak belirleyecekleri politikaların birçoğu halen gerekli analiz ve değerlendirme süreçlerinden geçmemektedir. 54 Politika-Plan-Bütçe-Uygulama Bağlantısının Güçlendirilmesi 5018 Sayılı Kanun ile plan-bütçe-uygulama bağlantısının kuvvetlendirilmesi ve böylelikle daha rasyonel kaynak dağıtımı amaçlanmıştır. Bu doğrultuda beş yıllık uygulama sürecinde birçok olumlu adım atılmasına rağmen, stratejik planların sahiplenilmemesi, uygulama alanı olan performans bütçe anlayışının yeterince benimsenmemesi ve eski bütçe anlayışının devam etmesi bu bağlantının tam olarak hayata geçirilmesinde engel teşkil etmektedir. Etkin bir politika oluşturma, planlama ve bütçeleme süreci aşağıdaki şekilde işlemelidir; 1. Aşama: Hükümet belirli sektörler itibarıyla politikalarını ve önceliklerini belirler. 2. Aşama: Bu politikaların ve önceliklerin gerçekleştirilmesine yönelik olarak amaçlar ve stratejiler ile kullanılabilir kaynaklar ortaya konulur. 3. Aşama: Bu politika, amaç ve kullanılabilir kaynaklara uygun olarak belirli sektörlere yönelik olarak bir bütçe hazırlanır. 4. Aşama: Belirlenmiş kamusal faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için gelirlerin toplanması, gerekli personel ve kaynağın harekete geçirilmesini de içeren bütçe uygulaması gerçekleştirilir. 5. Aşama: Faaliyetler izlenir ve muhasebe kayıtları tutulur. 6. Aşama: Faaliyetlerin etkinliği değerlendirilir ve uygulamalar denetlenir. Yönetim Bilgi Sistemleri Bağlamında Karar Verme Mekanizmasının Güçlendirilmesi Bilgi toplumuna dönüşümün ve sürekli gelişen teknolojik olanakların devletlerin bakış açısını ve yönetim anlayışını da etkilemesi kaçınılmaz olmuştur. Bu gelişmeler, tüm dünyayı olduğu gibi ülkemizi de etkisi altına almıştır. Ülkemizin bilgi toplumuna dönüşmesi süreci kamuda da yenilenme sürecini hızlandırmış ve yeni kavramları gündemimize yerleştirmiştir. Kamu yönetimi reformu kapsamında yönetim bilgi sistemleri (YBS) çerçevesinde karar alma süreçlerinin desteklenmesi öngörülmektedir. Teknolojik gelişmeler ve e-hizmet anlayışının gelişmesine paralel olarak karar verme ve değerlendirme aşamaları, yöneticilerin teknolojinin imkanlarından yararlanmalarını gerektirmektedir. Bu kapsamda değerlendirme yapabilecekleri bilgi setlerini onlara sunan yönetim bilgi sistemlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Sonuç olarak; Yeniden yapılanma bir denge durumundan yeni bir denge durumuna sıçramayı, bu sıçrama yapılırken geçici olarak dengenin bozulmasını gerektiren bir değişim sürecini ifade etmektedir. Bütün değişim çabalarına benzer şekilde bu yeni anlayışın da hayata geçirilmesinde; sancılı boyutlar olabilecek, uzun vadeli bir perspektif, liderlik ve sürekli destek gerekecektir. Yukarıda bahsedilen alanlarda halihazırda kamu idarelerimiz pek çok proje yürütmekte ve işbirliği olanaklarını hayata geçirmektedirler. Bu proje ve girişimlerin sonucunda bu alanların hızlı bir biçimde güçleneceğini öngörmekteyiz. 4. Mali Kontrol Faslı 4.1. Kapsam Mali Kontrol Faslı Kamu İç Mali Kontrol (KİMK), Dış Denetim, AB Mali Çıkarlarının Korunması ve Avro’nun Sahteciliğe Karşı Korunması olmak üzere dört temel alandan oluşmaktadır. Bu fasıldaki müktesebat özellikle; • Etkili ve şeffaf mali yönetim ve kontrol sistemlerini, • İşlevsel açıdan bağımsız iç denetim sistemlerini, • Bu iki alandaki yöntemlerin koordinasyonundan ve uyumlaştırılmasından sorumlu merkezi uyumlaştırma birimlerini, • Bağımsız bir dış denetimi, 55 • AB fonları için uygun bir mali kontrol mekanizmasını, • AB’nin mali çıkarlarını etkili ve eşit bir şekilde savunacak idari kapasiteye sahip olunmasını, • Avro’nun sahteciliğe karşı korunması için gerekli yasal ve idari uyumun en geç katılımın ilk günü itibariyle uygulanmaya başlanmasını gerekli kılmaktadır. 4.2. Süreç Mali Kontrol faslındaki Tanıtıcı Tarama Toplantısı 18 Mayıs 2006, Ayrıntılı Tarama Toplantısı ise 30 Haziran 2006 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilmiştir. Tarama toplantılarının ardından Avrupa Komisyonu tarafından sunulan raporda Faslın açılış kriteri olmaksızın müzakerelere açılması önerilmiştir. 26 Haziran 2007 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen Hükümetler Arası Konferans’ta 32 No’lu Mali Kontrol Faslında müzakerelerin açılmasına karar verilmiştir. Müzakerelerin tamamlanması için yedi adet kapanış kriteri belirlenmiştir. 4.3. Kapanış Kriterleri Birinci Kapanış Kriteri: “Kabul edilecek kapsamlı Kamu İç Mali Kontrol Politika Belgesi’ne uygun olarak KİMK mevzuatı ve ilgili politikaların kabulü ve uygulanması ve bunun yeterli uygulama kapasitesi ile desteklenmesi.” Türk kamu iç mali kontrol sisteminin güçlendirilmesi ve uluslararası kontrol ve denetim standartları ile AB uygulamalarına uyumlu hale getirilmesi yönündeki yasal ve idari düzenlemelere referans oluşturan ilk KİMK Politika Belgesi 18 Mart 2002 tarihinde Maliye Bakanı tarafından imzalanmış ve Avrupa Komisyonuna gönderilmiştir. Avrupa Komisyonu, 2002 KİMK Politika Belgesinin ve ilgili Eylem Planının güncellenmesini istemektedir. İlerleme Raporlarında da belirtildiği üzere güncellenecek Politika Belgesinin; • İç denetim ile teftişin görev ve sorumluluklarının ayrılması ve fonksiyonlarının daha açık hale getirilmesi, • Ulusal bütçe ile AB mali yardımlarının iç denetiminin uyumlaştırılması, • Ön mali kontrol ve harcama sonrası mali kontrolün tanımlanması, • İç denetim için daimi bir Merkezi Uyumlaştırma Biriminin kurulması, • Mali Yönetim ve Kontrol Merkezi Uyumlaştırma Birimi ile Strateji Geliştirme Birimleri arasındaki ilişkilerin belirlenmesi konularını kapsaması gerekmektedir. Belgenin güncellenmesini müteakip, KİMK mevzuatının da gözden geçirilmesi ve gerekli değişiklik ve güncellemelerin yapılması gerekmektedir. KİMK Politika Belgesinin güncellenmesine ilişkin çalışmalar devam etmektedir. KİMK Politika Belgesi’nin nihai hale getirilerek Komisyon’un görüşünün alınmasının ardından Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilmesi gerekmektedir. İkinci Kapanış Kriteri: “Sayıştay’ın INTOSAI standartları ve kurallarına göre görevini yerine getirmesinin sağlanması için politikaların ve mevzuatın kabulü ve uygulanması.” İkinci kapanış kriteri, Sayıştay Kanunu’nun 3 Aralık 2010 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşması ile karşılanmıştır. 56 Üçüncü Kapanış Kriteri: “Türk Ceza Kanunu’nun AB mali çıkarlarının korunması (PIF) Konvansiyonu ve Protokolleri ile uyumunun sağlanması.” Üçüncü kapanış kriteri; üye devletlerin, AB mali çıkarlarını tehdit eden dolandırıcılıkla mücadele için kendi mali çıkarlarını tehdit eden dolandırıcılıkla mücadelede aldıkları önlemlerin aynısını almasını gerektirmektedir. 14 Mayıs 2008 tarihinde Komisyon’la yapılan teknik toplantı sonucunda, bu alandaki Türk mevzuatının AB mevzuatı ile uyumlu olduğu anlaşılmıştır. Komisyon uygulamayı izleyecektir. Dördüncü Kapanış Kriteri: “AB fonlarına ilişkin usulsüzlük ve dolandırıcılık vakalarının Avrupa Dolandırıcılıkla Mücadele Ofisi’ne (OLAF) bildirilmesi için Dolandırıcılıkla Mücadele Koordinasyon Yapısı’nın (AFCOS) kurulması.” Bu kriter; OLAF ile işbirliği, dolandırıcılıkla mücadelenin koordinasyonu ve önerilen koordinasyon birimi ve AB mali çıkarlarının Türkiye’de korunmasına ilişkin hükümlerin belirgin hale getirilmesi hususlarını kapsamaktadır. 5 Aralık 2009 tarih ve 27423 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/19 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı AFCOS olarak belirlenmiştir. Böylece, bu kriter karşılanmıştır. Beşinci ve Altıncı Kapanış Kriteri: • Avro’nun sahteciliğe karşı korunmasını sağlamak üzere, “Ulusal Merkez Ofis”, “Ulusal Analiz Merkezi” ve “Madeni Para Ulusal Analiz Merkezi”nin kurulması ve diğer üye ülkeler ve AB ile işbirliği yapılması, • Sahte paraları dolaşımdan çekmeyen mali kurumlara karşı yaptırım getirilmesi, • Avro madeni para benzeri madalya ve bozuk paralara karşı yaptırım getirilmesidir. Söz konusu kriterlere ilişkin olarak; Halihazırda Merkez Bankası Ulusal Analiz Merkezi, Darphane ise Madeni Para Ulusal Analiz Merkezi görevini fiilen yerine getirmektedir. İçişleri Bakanlığı’nın Interpol, Europol, Sirene Daire Başkanlığı da Bakan onayı ile Ulusal Merkez Ofis olarak belirlenmiştir. Ancak bu kurumların resmen atanması gerekmektedir. Sahte paraları dolaşımdan çekmeyen mali kuruluşlara yaptırım getirilmesi konusunda ise ilgili mevzuatın çıkarılması çalışmalarına devam edilmektedir. Beşinci ve altıncı kriterlerle ilgili unsurların tam üyelikten hemen önce yerine getirilmesi beklenmektedir. Yedinci Kapanış Kriteri: “Türkiye’nin Ortaklık Anlaşmasına Ekli Protokol’ün ayrımcılık yapılmaksızın tam olarak uygulanması.” Yedinci kapanış kriteri; Türkiye’nin, Ortaklık Anlaşmasına ekli protokolün tam anlamıyla ayrımcılık yapılmaksızın uygulanması yükümlülüğünü yerine getirmiş olması, yani Güney Kıbrıs’a limanların açılması ile ilgili hükümdür. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilgili bu hüküm doğrudan fasıl ile ilgili olmayıp, bu siyasi kriter tüm fasıllarda kapanış kriterleri arasında yer almaktadır. Dinlediğiniz için teşekkür ederim. 57 Ahmet YÜCEL Avrupa Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Başkan, değerli Katılımcılar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumu’na davetiniz için Avrupa Birliği Genel Sekreterliği adına teşekkür etmek isterim. KAMU MALİ YÖNETİMİ REFORMU Bildiğiniz gibi, AB’ye üyelik sürecinde ülkemiz her alanda önemli bir dönüşüm ve değişim sürecine girmiştir. Özellikle “aday ülke” statüsü kazandığımız 1999 yılından itibaren ülkemizde yaşanan reform süreci ivme kazanmış ve pek çok alanda önemli yapısal reformlar hayata geçirilmiştir. Bu reform alanlarının en önemlilerinden birisi de bugünkü Sempozyum’un da konusunu oluşturan “kamu mali yönetimi reformu” dur. Bahse konu reformun, Avrupa Birliği süreci ile bağlantılı biri siyasi diğeri teknik olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. Siyasi boyutu açısından bakıldığında genel anlamda, kamu mali yönetimi reformu ülkemizde demokratik sistemin güçlendirilmesine hizmet etmektedir. Teknik yönden ise bu konu, AB’ye tam üyelik müzakerelerinde 32 nolu Mali Kontrol Faslı kapsamında ağırlıklı bir yer teşkil etmektedir. Demokratik sistemin güçlendirilmesi yönünden kamu mali yönetimi reformu: Demokratik sistemleri diğer yönetim sistemlerden ayıran en belirleyici özelliklerin başında hiç şüphesiz “saydamlık” ve “halka hesap verme” ilkeleri gelmektedir. Uluslararası ve AB standartlarına uygun bir kamu mali yönetimi sistemi de aynı ilkeler üzerine inşa edilmiştir. Kamu kaynakları ağırlıklı olarak halktan toplanan vergilerden oluşmaktadır. Başka bir ifadeyle, kamunun kullandığı kaynak vatandaşın parasıdır. Dolayısıyla, Parlamento’nun ve kamuoyunun, kamuda kimin ne yaptığını bilmesi, kaynakların nasıl kullanıldığına ilişkin bilgilere tam, doğru ve zamanında ulaşabilmesi çağdaş bir kamu mali yönetiminin ve çağdaş bir demokratik hukuk sistemin gereğidir. Bunun yolu ise kamu mali yönetimi sisteminin saydamlığından geçmektedir. Bu beraberinde yönetim sorumluluğu ve hesap verebilirlik ilkelerini de getirir ki bu ilkeler de ancak iç denetim ve dış denetim yoluyla sağlanır. Bu prensiplerin hayata geçirilmesi sayesinde kamu kaynaklarının usulüne ve amacına uygun bir şekilde etkin, etkili ve ekonomik kullanılması güvence altına alınmış olur. Bu yaklaşımın benimsenmesi kamu mali yönetiminde yolsuzluk, usulsüzlük, verimsizlik ve kötüye kullanımı engeller, israfı önler. Böylelikle, devlete olan güven artar, saydamlık demokrasiden beslenir ve saydamlık demokrasiyi besler. Özetle, kamu mali yönetiminde saydamlık ve halka hesap verme anlayışı, Avrupa Birliği’nin kurucu değerlerinden demokratik hukuk devleti ilkesinin ülkemizde daha da geliştirilmesi amacına hizmet eder. 32 No’lu Mali Kontrol Faslı yönünden kamu mali yönetimi reformu: AB müktesebatı açısından değerlendirildiğinde, Kamu Mali Yönetimi Reformu 32 Nolu Mali Kontrol Faslı çerçevesinde ele alınmaktadır. Söz konusu fasıl bildiğiniz gibi 26 Haziran 2007 tarihinde müzakerelere açılmıştır. Bütün Fasılların kapanışında önümüze, siyasi bir engel olarak Kıbrıs konusu çıkarılmaktadır. Mali Kontrol 58 Faslında altı adet teknik kapanış kriteri belirlenmiş olup, bu kriterlerden ikisi doğrudan kamu iç mali kontrolü sistemi ve dış denetim konusu ile ilgilidir. Bu kriterler: • Yeterli uygulama kapasitesi ile desteklenmiş ve kapsamlı bir Kamu İç Mali Kontrolü Politika Belgesi ile belirlenmiş politikalar ile uyumlu Kamu İç Mali Kontrolü (Public Internal Financial Control (PIFC)) mevzuatının benimsenmesi ve uygulanması, • Sayıştay’ın INTOSAI standartları ve rehberleri ile uyumlu işleyişini garanti edecek politikaların ve mevzuatın uygulamasının benimsenmesidir. Müzakere sürecinde bütün aday ülkelerden beklendiği gibi, bu kapanış kriterleri ile Türkiye’den de esasen bu alandaki uluslararası standartları ve AB uygulamalarını benimsemesi ve uygulaması beklenmektedir. Bu noktada söz konusu standart ve AB uygulamalarına temel ilkeler açısından değinmek istiyorum. Uluslararası Standartlar ve AB Uygulamaları Kamu iç mali kontrol alanında Avrupa Birliği düzeyinde yeknesak bir uygulama bulunmamaktadır. Bu alandaki kurumsal işleyiş ülkelerin idari yapılarıyla doğrudan ilgilidir. Temel olarak Güney Avrupa ve Kuzey Avrupa yaklaşımlarından bahsetmek mümkündür. Fransa ve Portekiz gibi bazı Güney Avrupa ülkelerinde, 2000’lerin ortalarına kadar yaygın bir biçimde merkeziyetçi bir model uygulanmıştır. Güney Avrupa modelinde, harcama öncesi kontrol, harcamacı kurumun dışındaki başka bir kurum tarafından yürütülür. Örneğin Maliye Bakanlığı ön mali kontrol yoluyla doğrudan kamu idarelerinin her harcama işlemine müdahale eder. İç denetim de, Maliye Bakanlığına bağlı olarak çalışan denetim elemanları tarafından yerine getirilir. İç denetim faaliyeti performans denetiminden ziyade mali denetim şeklinde cereyan eder. Bu sistemde önemli olan mali işlemlerin mevzuata uygunluğudur. Buna karşılık, İngiltere, Hollanda, İsveç gibi ülkelerde geçerli Kuzey Avrupa modelinde ise merkezi olmayan bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu modelde “yönetim sorumluluğu” ilkesi önemlidir. Yani kamu kaynaklarının kullanımından, harcamacı kamu idaresi sorumludur. Başka bir deyişle, kamu idaresi kendi bütçesine ve faaliyetlerine ilişkin tüm sorumluluğu üstlenmektedir. Her bir kamu idaresinin kendi iç denetim mekanizması, iç denetçileri mevcuttur. İç denetim, sistemler ve süreçler üzerinde yoğunlaşır. Bu süreçte Maliye Bakanlığı standartları belirler ve iç denetimi koordine eder. Denetim faaliyetleri ise performans denetimi üzerinde yoğunlaşmaktadır. 2000 yılından başlayarak Güney Avrupa modelini uygulayan birçok ülkede kamu mali yönetim ve kontrol sisteminde Kuzey Avrupa Modeline doğru bir değişim gözlenmiştir. Bu değişim sonucu, Güney ve Kuzey modeli şeklindeki bu ikili ayrım giderek geçerliliğini yitirmeye başlamıştır. Güney ülkelerdeki değişime benzer şekilde Avrupa Komisyonu da 2002 yılında mali yönetim ve kontrol sisteminde reforma gitmiştir. • Eski merkezi sistemde mali yönetim ve kontrol sistemi Avrupa Komisyonu Mali Kontrol Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmekteydi. İç kontrol ve iç denetim faaliyeti de bu Genel Müdürlük içindeki bir birim tarafından yerine getirilmekteydi. Yani iç kontrol ve iç denetim fonksiyonları ayrıştırılmamıştı. • 2002 sonrası hayata geçirilen reformla AB mali yönetiminde kurallar basitleştirilmiş, saydamlık sağlanmış, merkezi olmayan yapılanma sonucu harcamacı birimler faaliyetlerine ilişkin yetki ve sorumluluk üstlenmiş, yani sorumluluk Komisyonun Genel Müdürlüklerine bırakılmıştır. • Yeni sistemde her işlem için merkezin ön mali kontrolü ve merkezden vize alınması uygulamasına son verilmiştir. Yetki ve sorumluluk genel müdürlük ve birimlere bırakılmıştır. Genel müdürlük ve birimler bünyesinde kurulan iç kontrol ve iç denetim mekanizmaları ve yayınlanan yıllık faaliyet raporları ve güvence beyanları ile sistemin etkin ve iyi işleyişi güvence altına alınmıştır. • Kurallar, prosedürler ve standartlar yönünden iç kontrol uyumlaştırılması için merkezi mali hizmet birimi kurulmuştur. 59 • İç denetimin uyumlaştırılması için Merkezi İç Denetim Birimi oluşturulmuştur. • Bunların dışında Avrupa komisyonu 2005 yılında muhasebe sisteminde değişikliğe gitmiş ve uluslar arası muhasebe standartları ile uyumlu tahakkuk esaslı sisteme geçmiştir. Özetle, Kamu mali yönetim ve kontrol sistemine ilişkin uluslararası ilkeler ve Kuzey Avrupa modeline hakim anlayış bugün itibariyle hemen hemen bütün AB üyesi ülkeler ve AB tarafından benimsemekte ve uygulamaktadır. Ancak her üye ülkenin devlet geleneği ve idari yapısındaki farklılıklardan ötürü, kamu iç mali kontrol sistemlerinin ülkeden ülkeye farklılık arz etmekte olduğunu bir kez daha vurgulamakta fayda görüyorum. Burada önemli olan husus, temel prensiplerin tüm ülkelerde uygulanıyor olmasıdır. Bu çerçevede, aday ülkelerin de bu alandaki uluslararası standartları ve ilkeleri benimsemeleri gerekmekle birlikte, kendi kamu idari yapılarına en uygun sistemi oluşturma imkanları mevcuttur. AB ve Uluslararası standartlar çerçevesinde temel ilke ve eğilimleri özetleyecek olursak: • Mali yönetim ve kontrol sisteminde merkezi olmayan bir yapılanmaya gidilmesi, • Kamu kaynaklarının kullanımında yetki ve sorumlulukların tek merkezde toplanmayarak, kamu idarelerine verilmesi, • Şeffaflık ve hesap verebilirliğin sağlanması, • Kamu gelir ve giderinin tümünün bütçe içine alınması, • Uluslararası muhasebecilik standartlarına uygun bir kamu muhasebe sisteminin geliştirilmesi, • Sisteme dahil tüm kamu yönetici ve çalışanların sorumluluk ve görev çerçevesinin belirlenmesi ve bu çerçevede etik kuralların geliştirilmesi, • Kamu idarelerinin faaliyetleri için etkin bir raporlama sisteminin oluşturulması, • Güvence bildiriminin yapılması, • Tüm kamu idarelerinde iç denetimden sorumlu, işlevsel açıdan bağımsız, iç denetim birimlerinin oluşturulması, • Performans denetiminin yapılması, • Kurallar, usuller ve standartlar açısından iç kontrol sistemi ile iç denetim sisteminin kendi içerisinde uyumlaştırılması, • Dış denetimin tüm kamu idareleri ve harcamalarını kapsaması, • Parlamento adına Sayıştayların uluslararası denetim standartlarına uygun olarak mali, performans ve uygunluk denetimlerini yapma yetkisinin olması temel prensipler olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin de AB’ye üyelik sürecinde bu ilkelere uygun bir Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Sistemine sahip olması beklenmektedir. Müzakere Sürecinde AB’nin Tutumu Büyük bir memnuniyetle ifade etmek isterim ki, Kamu İç Mali Kontrol Sistemi ve Dış Denetim alanında yapılan reformlarla ülkemizde oluşturulan sistem AB tarafından öngörülen sistemin temel unsurlarını büyük ölçüde ihtiva etmektedir. Nitekim 2003 yılında kabul edilen 5018 Sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile birlikte daha önce AB tarafından Türkiye’ye yöneltilen eleştiriler çok büyük ölçüde azalmıştır. Söz konusu kanunun kabulünden önce yayınlanan İlerleme Raporlarında Türkiye’nin geleneksel kamu yönetim ve kontrol yapıları ile AB’nin uyguladığı kriterler arasında önemli ölçüde farklılıklar bulunduğu ve bu alanda ilerleme kaydedilmediği tespiti yapılmıştır. Ayrıca, yöneticilerin hesap verebilirliğinin ve modern iç denetimin olmaması ve Maliye Bakanlığı ile Sayıştay’ın işlevlerinin örtüşmemesi ve çatışması AB tarafından getirilen eleştirilerin başında gelmiştir. Bu hususlara ilaveten dış denetim konusunda INTOSAI kurallarına uygun olarak; Sayıştayın işlevinin 60 yeniden düzenlenmesi, bağımsızlığının sağlanması, Sayıştayın “ex-ante” denetim işlevinin kaldırılması ve performans denetimi için yeni mevzuat çıkartılması gerektiği ifade edilmiştir. 2004-2006 yılları arasındaki İlerleme Raporlarında kamu iç mali kontrolü alanında önemli ilerleme kaydedildiği ifade edilmektedir. 2006 sonrası raporlarda ise kamu iç mali kontrolü konusunda AB müktesebatına uyumun ileri düzeyde olduğu açıkça kabul edilmektedir. 2006 sonrası raporlarda, dış denetime odaklanıldığı ve 2005 yılında TBMM’ye sevk edilen yeni Sayıştay Kanunu’nun kabul edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. 2010 yılında çıkarılan yeni Sayıştay Kanunumuz sayesinde bu yılki ilerleme raporunda bu alanda ülkemizin çok önemli bir ilerleme kaydettiğinin teyit edileceğini beklemekteyiz. Gerçekten de Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve Sayıştay Kanunu ile hayata geçirilen bu reformlar sonucu, Türk kamu iç mali kontrol sistemi ve dış denetim sistemi uluslararası standartlar ve AB gereklilikleri ile önemli ölçüde uyumlu hale getirilmiştir. Müzakere Sürecinde Yapılması Gereken Çalışmalar Gerçekleştirilen bu önemli reformlara rağmen sistemin daha iyi işler hale gelmesinin temini açısından ilave bazı düzenlemelere, deyim yerindeyse rötuşlara ihtiyaç bulunmaktadır. Ülkemiz Kamu İç Mali Kontrol Sisteminin geliştirilmesi gereken bu yönleri AB tarafından yayınlanan Katılım Ortaklığı Belgesi ve İlerleme Raporlarına da gündeme getirilmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin 2002 KİMK Politika Belgesinin ve ilgili Eylem Planının, özellikle iç denetim ve teftişe ilişkin görevler ile İç Kontrol ve İç Denetime ilişkin Merkezi Uyumlaştırma Birimlerinin görevleri yönünden güncellenmesi gerektiğinin sürekli altı çizilmektedir. Buna bağlı olarak 2008 tarihli AB müktesebatının üstlenilmesine dair ulusal programımızda: bir kamu iç mali kontrol politika belgesinin güncellenmesi ve buna bağlı mevzuatının kabul edilmesi ülkemiz tarafından taahhüt edilmiştir. Bu kapsamda öncelikle: • İç kontrol ve iç denetim merkezi uyumlaştırma birimlerinin idari yapılanmalarındaki belirsizliklerin giderilmesine, • İç kontrol ve iç denetim arasında, iç denetim ile teftiş arasında yetki ve sorumluluk tanımlarının/ ayrımının netleştirilmesine, • İç denetimin işlevsel (operasyonel) yönden bağımsızlığının güçlendirilmesine, • Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Sisteminin bütün unsurlarının (mali yönetim, iç kontrol, iç denetim, merkezi uyumlaştırma birimleri ve dış denetim) kurumsal kapasitelerinin güçlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuç: Şunu bir kez daha ifade etmek isterim ki, bu alanda AB gerekliliklerine uyum düzeyimizin tatmin edici bir seviyede olduğu AB tarafınca da açıkça kabul edilmektedir. Ancak yine de bu konuda daha fazla ilerleme kaydedilebilmesi için kısa ve orta vadede yapılması gereken bazı işler bulunmaktadır. Bugün itibariyle Faslın kapanış kriterlerini karşılamaya ve biraz önce bahsettiğim alanlarda ilerleme sağlanmasına yönelik yürütülen çalışmalar halen devam etmektedir. Bu bağlamda, Sempozyum süresince yapılacak konuşmalar ve değerlendirmeler bu çalışmalarımızda bizlere önemli katkı sağlayacak ve ışık tutacaktır. Bu vesileyle, bir kez daha böyle bir Sempozyumu düzenlediği için Ege Üniversitesi adına Sayın Rektörümüze şükranlarımı sunar, hepinize teşekkür ederim. 61 62 1. OTURUM 5018 SAYILI YASANIN HEDEFLERİ, AKSAYAN YÖNLERİ, ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE II. DALGA MALİ REFORM ÇALIŞMALARI 25 Mart 2011 Cuma Oturum Başkanı Prof. Dr. Attila SEZGİN İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektörü Konuşmacılar Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F Dekanı Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi İlhan HATİPOĞLU Maliye Bakanlığı BÜMKO Genel Müdürü Prof. Dr. OĞUZ OYAN Milletvekili Doç. Dr. Mehmet GÜNAL Milletvekili Not: TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı AK Parti Sivas Milletvekili Sayın Mustafa AÇIKALIN, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri; CHP Trabzon Milletvekili Sayın Akif HAMZAÇEBİ, AK Parti Manisa Milletvekili Sayın Recai BERBER,CHP İzmir Milletvekili Sayın Harun ÖZTÜRK’ün konuşmacı olarak katılımları konusunda davet mektubu gönderilmiş; ancak yoğun programları nedeniyle sempozyuma katılamamışlardır. Ayrıca; AK Parti, CHP ve MHP İzmir Milletvekillerinin tümüne davet mektubu gönderilmiştir. 63 64 Prof. Dr. Attila SEZGİN İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektörü Sayın Rektörüm, çok değerli katılımcılar bugünkü sempozyumun birinci oturumunu açıyorum. Konuşmacılara bir hatırlatma yaparak konuya girmek istiyorum. Daha önceki oturum ve açılış konuşmalarında izlediğimiz kadarıyla 5018 sayılı yasanın gerekliliği konusunda hemen hemen hiç kimse aksini söylemedi. Hemen hemen değil, tamamı bu yasanın gerekli olduğuna işaret etti. Dolayısıyla ben konuşmacı arkadaşlarımızdan yasayı tekrar tanıtıcı veya açıklayıcı hususları biraz es geçerek, bu yasanın çıktıktan sonra uygulaması çerçevesinde yaşanan sorunlar ve bu sorunlara ne tür çözümler getirebileceğimiz konusunda daha çok önerilerde bulunmalarını rica ediyorum. Bunu, kendilerinden sizler adına talep ediyorum. Zaman açısından biraz geciktik ama buna rağmen kendilerini kısıtlamamak bakımından süreyi on beşer dakika olarak belirlemek istiyorum. Ama mümkünse 10 dakikada da toparlamalarını ayrıca rica ediyorum. Konuşmalar sonunda soru - cevap kısmına da yer ayıracağız. Konuşmacılarımızda şu şekilde bir sıra izlemenin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Öncelikle öğretim üyesi – akademisyen arkadaşlarımıza söz vererek onların görüşlerini alıp bilahare Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürümüze söz verip nihayette de siyasi arkadaşlarımıza söz vermek istiyorum. 65 Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F Dekanı Bu organizasyonu tertipleyen herkese çok teşekkür ediyorum. Kısa sürede bu kadar ciddi, bu kadar kapsamlı, bu kadar büyük bir organizasyonu gerçekleştirmek hakikaten kolay değil. En azından içinde bulunduğumuz dönemde bürokratları buraya getirmek kolay değil. Ankara’dan bizler de geliyoruz ama biz bu tip organizasyonları genelde mesleğimizin bir parçası olarak bakıp sürekli gidiyoruz fakat bürokratlar yoğun iş temposu içinde oldukları için her zaman bu tip organizasyonlara zaman ayıramıyorlar. Bugün burada Maliye Bakanlığı’nın, Sayıştayın ve ilgili birimlerin geniş katılımıyla görmekten dolayı ben de memnun olduğumu ifade etmek istiyorum. 5018’in Altı Yılı NEDEN 5018? • Bütçede genellik ve birlik ilkelerine uygun (bütüncül) bir yapı oluşturmak, • Kalkınma planları ile bütçeler arasında daha sıkı bir ilişki kurmak, • Kamu mali yönetiminde etkinlik ve verimlilik ilkelerini ön plana çıkarmak, • Kamu mali yönetiminde şeffaflığı ve hesap verebilirliği sağlamak, • Etkili bir iç mali kontrol sistemi kurmak, • Orta vadeli bir harcama stratejisi geliştirmek ve gelecek yıllara yönelik öngörüleri daha akılcı temele oturtmak, • Daha katılımcı bir bütçe anlayışını hakim kılmak. NELER YAPILDI? • Kamu kurumları bütçe içinde yeniden sınıflandırıldı. • Neredeyse tüm kamuyu kapsayacak bir yaklaşım benimsendi. • Bütçe dışı fonlar olabildiğince bütçe içine aktarıldı. • Orta vadeli harcama stratejisine geçildi. • Kalkınma planları ve bütçeler arasında daha dinamik bir ilişkinin yasal alt yapısı oluşturuldu. • Kamu kurumlarının harcama birimleri yeniden yapılandırıldı. • İç denetim birimleri kuruldu. • Kurumlarda stratejik plan uygulamaları başlatıldı. • Tahakkuk esaslı devlet muhasebesi anlayışı benimsendi. • Performans esaslı bütçelemeye geçiş için pilot uygulamalar başlatıldı. • Mali istatistikler detaylı, düzenli ve erişilebilir hale getirildi. • Kurumsal eğitim çalışmalarına ağırlık verildi. • Her şeyden önemlisi okunduğunda herkes tarafından anlaşılabilen bir mevzuat yapısı oluşturuldu. NELER ELEŞTİRİLEBİLİR? Devlet Planlama Teşkilatı Orta Vadeli Programı bir türlü zamanında hazırlayamamaktadır. 31 Mayıs’a kadar Resmi Gazete’de yayınlanması gereken Program sadece ilk yıl 31.05.2005’te süresinde yayınlanabilmiştir. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 2 ‘de yer almaktadır. syf: 245-249 66 İzleyen yıllardaki Resmi Gazete tarihleri aşağıdaki gibidir: 13.06.2006, 21.06.2007, 28.06.2008, 16.09.2009, 10.10.2010 Stratejik planlar çoğu zaman kurumların web sitelerinde şekil şartını yerine getiren linkler olarak kalmaktadır. Stratejik plan öngörülerinin gerçekleşme durumları hakkında kurumlar yeterince şeffaf olamamaktadırlar. İlk yapılan stratejik planlara göre daha sonra yapılanlarda kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçları, temel ilke ve politikaları, hedef ve öncelikleri daha akılcı olmakla birlikte hala pek çok kurum birbirinin stratejik planını kopyalamaya devam etmektedir. Stratejik planlarda yer alan performans ölçütleri ve bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler etkili bir performans denetimi sağlanama(yacağı)dığı için pek bir anlam ifade etmemekte ve çoğu zaman gelişigüzel kaleme alınmaktadır. Sayıştay Kanunu’nun yasalaşması fazlasıyla gecikmiştir. 5018’i pek çok açıdan takviye edecek ve 5018’le uyumlu bir Sayıştay Kanunu için altı yıl beklemek gerekmiştir. İç denetim birimlerinde “durumdan vazife çıkarma” anlayışına yönelik tutumlar giderek artmaktadır. Bu gidişattan iç denetim birimleri kadar basiretsiz kurum yöneticilerinin de sorumluluğu bulunmaktadır. NELER YAPILMALI? • Stratejik Plan hazırlıklarında kurumlar daha katılımcı bir modeli benimsemelidirler. • Stratejik Planlarda öngörülen hedeflere ulaşılabilme düzeyi daha şeffaf olmalıdır. • Performans ölçütleri daha akılcı belirlenmelidir. • Kurumlarda performans denetiminin esasları net bir şekilde belirlenmelidir. • Performansı düşüren sorumlular hakkında izlenecek yol ve yöntemler daha ciddi ele alınıp tartışılmalıdır. • Devlet Planlama Teşkilatı’nın 5018 Karnesine bakıldığında performansının çok kötü olduğu anlaşılmaktadır. Orta Vadeli Program artık süresinde Resmi Gazete’de yayınlanmalıdır. • Özel bütçeli idareler (özellikle üniversiteler), düzenleyici ve denetleyici kurumlar, sosyal güvenlik kurumları ile mahalli idarelerin bütçelerinin (ücretlerle ilgili tertiplerden ödenek aktarma yasağı korunarak) torba bütçe olarak uygulanabilmesine imkan tanınmalıdır. • Mali Hizmetler Uzmanları Strateji Geliştirme Birimleri için yetiştirilmelerine rağmen, bu birimlerde sayıca yeteri kadar istihdam edilmemektedirler. Gerekli özlük düzenlemeleri ile birlikte bu birimlerde istihdam edilebilmeleri cazip hale getirilmelidir. • Kurumlarda hesap verilebilirliği daha etkin sağlayabilmek açısından muhasebe hizmetleri ile saymanlık hizmetleri birbirinden ayrılarak, iç kontrol sisteminin bir parçası olan muhasebe yönetimi idareler tarafından yürütülmelidir. • Daha akılcı mali stratejilerin geliştirilebilmesi maksadıyla mali verilerin daha sağlıklı işlenebilmesi gerekmektedir. Bunun için bilimsel bir yaklaşım sergilenerek “veri ambarları” kurulmalı ve bu ambarlarda “veri madenciliği” uygulamalarına yönelik personel eğitimlerine başlanmalıdır. • Kamu mali yönetiminde merkezden yönetimi esas alan kaynak dağılımı ve girdi odaklı geleneksel bütçeleme anlayışı yerine, yetki ve sorumluluk dağıtımı ile kaynakların yerinden yönetimini esas alan bir mali yönetim ve çıktı-sonuç odaklı performans esasına dayalı bütçeleme anlayışına geçilmelidir. Çok teşekkür ediyorum. 67 Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER Ankara Üniversitesi Değerli Başkanım, Değerli Rektörüm, Bu toplantı için teşekkür ederim. Sabahtan beri izledim ve bürokrasinin çalışmalarına ilişkin aldığım değerlendirmelerden ve genel olarak bu kanuna bakış tarzından çok yararlandım. Ama bu bakış tarzını benimsemiyorum. Sayın Başkanım dedi ki; “bu güzel bir kanun, bundan vazgeçmeyeceğiz, bunu iyileştirmek için düşünelim”. Saptaması doğru, gerçektenden konuşmacıların hiçbiri kanunun uygunluğu konusunda şüphelerini dile getirmedi ya da ret pozisyonu almadı. Ben pozisyonumu en başından söyleyeyim. Pozisyonum ret pozisyonu. Şurasını burasını iyileştirirsek daha iyi olur diye düşünmüyorum. Neden böyle düşündüğümü arz etmeye çalışacağım. Öncelikle şunu söyleyeceğim. 5018 Sayılı Kanunun her bir maddesi 2.5 dakikadır. Toplam 97 maddelik bir kanun, TBMM genel kurulunda 20:50 ile 01:22 saatleri arasında tartışılmış bir kanundur. 97 madde 4.5 saatten, maddesi 2.5 dakikaya tekabül eder. Mali anayasa denen bir kanundan söz ediyorum. Tabi genel kuruldan önce, tüm diğer kanunlar gibi, 5018’de önceden komisyonlarda görüşülmüş. 23 Ekim 2003 günü Maliye Bakanlığı, bakanlar kuruluna teslim ediyor. Ertesi gün, 24 Ekim, Bakanlar Kurulu, TBMM Başkanlığı’na bu kanun tasarısı taslağını teslim ediyor. 20 Kasım, Plan Bütçe Alt Komisyonu genel görüşmeyi yapıyor, üzerine üç günlük ek görüşme daha gerçekleştiriyor. 8-9 Aralık tarihlerimnde Plan Bütçe Komisyonunda yalnızca 2 gün görüşülüyor ve bu komisyonlarda toplam 39 kişi görev alıyor. 10 Aralık akşamı 4.5 saatte, maddesi 2.5 dakika olmak üzere, görüşülüyor. Görüşme kazaları dahi var. 16. Madde okunmuş bir ara verilmiş, 17. Madde oylanmış. 5018 yasama süreci bir fecaattir. Benzer kanunlarımız ne yazık ki vardır. Ama bu Türkiye’de devlet örgütlenmesini mali esaslara dayandıran adeta bir mali anayasadır. Bütün devlet örgütlenmesini yönlendiren bir belge, TBMM üyelerinin bilgisi dahilinde değildir. Bakanlar kurulunun da bilgisi dahilinde olmadığı kanısındayım. 23 Ekim’de Bakanlık Bakanlar Kuruluna verilmiş, 24 Ekim’de TBMM’ye transferi gerçekleşmişse, Bakanlar Kurulu yalnızca bir evrak transferi işleminden ibaret iş görmüştür. Bu son derece önemlidir. Niye biz bu Kamu Mali Yönetimi ve Kontrolü Kanununu bir türlü içselleştiremedik? Niye tam olarak anlamıyoruz? Sorularının cevabı, bu kadar önemli kanunları böyle yasama sürecinden geçirirseniz eğer, bunu uygulayıcılara benimsetmek son derece güçtür. Onun öncesinde, peki kamuoyunun bilgisi var mı diye baktığımızda, çok sınırlı bir bilgilendirmenin olduğunu görüyoruz. Adeta gizlidir. Ben burada yönetici arkadaşlarımı dinledim. Bu hazırlıklarda emekleri olduklarını söylüyorlar. Kuşkusuz var. Ama şunu açıkça teslim edelim. Bu kanun dış kanundur. Bu kanun bizim bürokratlarımızın yaptığı bir kanun değildir. Bu kanunun ilkelerini biz koymadık. Bu kanunun felsefesini yerli kadrolar oluşturmadılar. -1995 Kamu Mali Yönetimi Projesi - Dünya Bankası, 2000 Ekonomik Reform Kredisi – Dünya Bankası, 2001 Kurumsal Kapasiteyi Güçlendirme ve Geliştirme, 2001 Kamu Mali Yönetimi ve Kamu Sektörü Uyarlama Kredisi, 2002 bunun ikincisi- görüldüğü gibi, 1995 yılından itibaren 5018’e varan sürecin proje sahibi Dünya Bankası’dır. IMF, eğer bunu çıkarmazsanız 5. ve 6. gözden geçirmede ödeyeceğim 340 milyon doları size vermem diyen kuruluştur. O yüzden bu anormal yasama takvimi ile yüz yüzeyiz. 5. ve 6. gözden geçirmesi Temmuz ayında başlayan o süreç öyle bastırmıştır ki, IMF gözden geçirme karşılığında size yapacağım * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 68 ödemeyi ancak bu kanunu geçirirseniz vereceğim demiştir. O yüzden bu acele yaşanmıştır. AB’nin 2003 yılı ilerleme raporunu lütfen açıp okuyun. Bu kanun geçtiği takdirde Türkiye’nin AB’ye yakışacağını söyleyen, çok kuvvetli duygular taşıyan cümleler vardır. Kamu Mali Yönetimi ve Kontrolü Kanunu değerli bir kanun değildir. Dünya Bankası, AB, IMF ortak yapımıdır. Arkasındaki felsefe OECD’ye aittir. Bu model kuşkusuz Türkiye için imal edilmemiştir. Bu model bu merkezler tarafından en başta az gelişmiş ülkelere, genel olarak tüm ülkelere propagandası yapılan, teorik temeli bu çerçevede atılan bir modeldir. Türkiye’ye özgü bir talep değildir. Ama şunu bilelim, bu Türkiye’nin 2000’li yıllarda yaşadığı problemleri çözmek üzere bizim üniversitelerimizin, bürokrasimizin ve siyasetçilerin bir araya gelerek, beyin fırtınası yaparak, ter dökerek geliştirdiği bir model katiyen değildir. O yüzden olmuyor. Bakın sabahtan beri şeffaflık ve hesap verebilirlikten söz ediyoruz. Okuduğum bildiğim kadarıyla, OECD’ye göre şeffaflık, karar verme sürecindeki açıklığa denir. Hesap verebilirlik, işi yaptığınız zaman, nasıl ve neden yaptığınıza ilişkin belgesini göstermeye denir. Çok açıktır. Açıklık falan değildir şeffaflık. Karar verme sürecindeki bütün diğer toplumsal aktörlerin seni kontrol etmesini sağlayacak açıklığa şeffaflık denir. Ama buradaki şeffaflık, şeffaf olalım, açık olalım, herkes erişsin, belgelere baksınlar, bu mentalitede yok böyle bir şey. Tanımları kendi aklımıza göre tanımlayarak yürümeye başlıyoruz. Bunun nedeni, bizim yeteneksizliğimiz değil bana sorarsanız. Bunun dışarıdan gelmiş olmasıdır. Bir noktada şunu söyleyeceğim. Sabahtan bu yana 5018 olmazsa olmaz diyen arkadaşlarım oldu. “Zorunludur 5018, Türkiye demokrasisini dahi yitirir, çünkü demokrasinin temelinde mali disiplin var, mali disiplin bozuldu demokrasi gitti her şey bitti, 5018 her şeydir”. Aynı sözleri 1990’ların başında toplam kalite yönetimi için duymadınız mı? 5018’in öngördüğü bu mali devlet sistemi bir yönetim modelidir. Stratejik plan, planlama türlerinden yalnızca biridir. Performansa dayalı örgütlenme iktisadi ve fonksiyonel örgütlenmelerin yanı sıra bir üçüncü tip örgütlenmedir. Bunların, çok sayıda örgütlenme ve yönetme tiplerinden biri olmak dışında bir özellikleri yoktur. 1970’lerin kitaplarına dönüp bakalım: “Plan Program Bütçe Sistemi (PPBS), Gantt Şemaları, Lineer Şemalar bizi kurtaracak. Bunu yaptık mı Türkiye uçacak. PPBS’yi uygulayamazsak eğer Türkiye battı”. Aynı laflar. 1960’lı yıllar; “Türkiye’nin çıkışı organizasyon ve metot teknolojisindedir”. 1990’lı yıllar, “Toplam Kalite Yönetimi ile çıkacağız”. Değerli arkadaşlarım, bunların hiçbirinin en iyi yol olma özelliği yoktur. Bunların her biri yalnızca bir yönetim tekniğidir. Amacınıza uyarsa iyidir, amacınıza uymazsa değildir. O halde son paragraf olarak, amacımıza uyar mı uymaz mı bizim onu sorgulamamız lazım. Bu modelin (5018’in) özü çok açık bana sorarsanız. Bürokrasinin burada dile getirdiği gibi, beş ekseni önemsizdir; stratejik plan, performans vs. Bunlar araçlardır. Bunların üzerine çalışılır. Biz kesin hesap meselesini daha önceden de yapıyorduk, faaliyet raporu uygulamamız daha önceden de vardı. Bu sistemin özü bunlar değil. Elbette faaliyet raporu olsun. Elbette kesin hesap sistemini daha da iyileştirelim. Elbette çalışmalarımızı ölçelim ve ölçme sistemleri geliştirelim. Bunlar gerçekten teknik araçlar. Ama 5018’in temeli şudur; Türkiye Cumhuriyeti Devlet Örgütlenmesinin Maliye Bakanlığı odaklı, merkeziyetçilik ilkesine dayanan örgütlenmesini dağıtmak. Bunun yerine, çok kuruma maliye yetkileri devretmek, devlet örgütlenmesini kendi içinde özerkleştirmektir. Bunu görmemiz lazım. Maliye Bakanlığı’ndaki ve Maliye Bakanlığı örgütlenmesindeki harcama yetkileri doğrudan harcamacı kuruluşlara dağıtıldı. Burada yöneticiler var. Kaç harcamacı kuruluş olduğunu söyleyebilirler. Bir ara biz hesaplamıştık 167’yi bulmuştuk. Öyle bir şey ki; 1050 Sayılı Kanun’da kurulan sistemde, Maliye Bakanlığı temelinde 1960’ta planlamaya geçtiğimizde onunla işbirliği halinde merkezi bir mali yönetim sistemimiz vardı. Bu sistem idarenin içinde yarı özerk teftiş kurulları ile desteklenmişti. Teftiş kurulu idari değil, yargısal bir hizmet görüyordu. Teftiş kurulunun raporlarını adli makamlar alıp idarenin yargısal denetimini o dosyalar üzerinden gerçekleştiriyordu. 69 Hukuk devletinin yedi ilkesinden biri, idarenin yargısal denetimidir. Bizim sistemimiz yalnızca merkeziyetçi değildi. Maliye Bakanlığı odaklı, planlamanın ona eklendiği, teftiş kurulu sistemiyle yargı sisteminin idareyi denetlediği bir modeldi. 5018, bu modeli ortadan kaldıran bir yeni sistemdir. 5018; Maliye Bakanlığı’ndan daha önceki tarihte hazine ayrılarak, daha yakın tarihte Gelir İdaresi bağlanarak, daha ortada bir tarihte Kamu İhale Kurumuna Maliye Bakanlığı’ndaki devlet alım yetkileri verilerek paramparça edildi. Defterdarlık sistemi dediğimiz sistem kenarda kaldı gitti. Gelir İdaresi Başkalığı Bölge Müdürlüğü biçiminde örgütlenince biz il esasından kaydık. Maliye Bakanlığı odaklı Türk Mali Sistemi harcamacı kuruluşlar temelinde denetleme fonksiyonları dahil tümüyle çözüldü. 5018 Türkiye’ye bunu yaptı. 5018’i geliştirmeli miyiz? Yoksa, Maliye Bakanlığı ya da Devlet Planlama Teşkilatı işbirliğinde oraya odaklanmış merkeziyetçilik ilkesinde, bunun içinde yerinden yönetimi güçlendiren, demokratik merkeziyetçilik diyebileceğim, bir devlet sistemini mi düşünmeliyiz? 5018 performansı ölçmek, stratejik planı yapmak, faaliyet raporunu hazırlamak değildir. 5018, Türkiye’de devlet örgütlenmesinin özerklik ve yerellik temelinde federalize ediliş kanunudur. Büyük soru budur. Biz, Türkiye Cumhuriyeti devlet örgütlenmesinin idari ve mali olarak federalize edilmesini istiyor muyuz? Bu soruya lütfen bir artı koyun. 2007 yılında başkanlık sistemini getirmeyi öngören bir Cumhurbaşkanını halk seçsin referandumunu da yaptık. Dolayısıyla, üst siyasal değişiklikler ile Dünya Bankası, IMF ve AB talepli bu yeni değişiklik Türkiye’nin rejim sorununu gündeme getiren bir değişikliktir. Parlamenter hükümet sistemi mi, Başkanlık sistemi mi? 5018 bu bakış açısından değerlendirilmediği takdirde, hoşumuza gitmeyen pek çok hikayeyle zamanımızı kötü geçirebileceğimizi düşünüyorum. Ama bu arada çok büyük bir şey, buradaki herkesin sorumluluğunu üstlendiği bir şey, ülkenin akademisyeni olarak ben de dahil, Türkiye’nin geleceği sorunu gözlerimizin önünden, elimizin, avuçlarımızın içinden kayıp gidebiliyor. Ben bu perspektife dikkatinizi çekmek istedim. Sağolun. 70 İlhan HATİPOĞLU Maliye Bakanlığı BÜMKO Genel Müdürü Sayın Müsteşarlarım, Sayın Rektörlerim, Sayın Hocalarım, Sevgili Öğrenciler, Ege Üniversitesinin hazırladığı Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumuna hoşgeldiniz. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bildiğiniz üzere kamu mali yönetim sistemimiz 2006 yılına kadar, 1927 yılında kabul edilen 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunuyla düzenlenmişti. Ancak geçen süre içerisinde dünyada kamu mali yönetim sisteminde önemli değişikliklerin meydana gelmişti. Öte yandan, 1050 sayılı Kanun, politikaların belirlenmesi ve kaynakların bu politikalara uygun bir şekilde tahsis edilmesi, kullanılması ve hesabının verilmesi süreçlerine cevap vermede yetersiz kalmıştı. 1999 yılında AB’ye aday ülke statüsünü elde etmemiz ile birlikte, AB Müktesebatına Uyum Ulusal Programı çerçevesinde uluslararası standartlara ve AB normlarına uygun yeni bir kamu mali yönetim sisteminin oluşturulmasına karar verildi. Bu amaçla taslak çalışmaları Bakanlığımız koordinatörlüğünde hazırlanan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu 2003 yılında yasalaştı ve 2006 yılı başından itibaren tüm hükümleri ile yürürlüğe girdi. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun yürürlüğe girmesi ile birlikte kamu mali yönetim sistemimizde yeni bir dönem başladı. Kanun tüm hükümleri ile birlikte 5 yılı aşkın süredir uygulanmaktadır. Bu Sempozyumun zamanlaması bu açıdan ayrı bir önem taşımaktadır. Geçen dönemde hem tasarımda hem de uygulamada ortaya çıkan sorunlara akademik bir bakış ve eleştiri elde etmek amacıyla düzenlenen bu Sempozyuma Maliye Bakanlığı olarak özle önem veriyoruz. Bu amaçla en üst düzeyde ve geniş bir katılımla Sempozyumda yer aldık. Bu Sempozyumda, 5018 sayılı Kanun ve öngördüğü sisteme ilişkin eleştirilere cevap vermek gibi bir amacımız yok. Aksine tüm eleştirileri dikkatli bir şekilde dinlemek ve Kanun ve ilgili mevzuata ilişkin iyileştirme çalışmalarımız için not almak amacıyla buradayız. Bildiğiniz üzere, Kanunun getirdiği en önemli yenilik, mali yönetim alanında kamu idarelerinin yöneticilerine daha fazla yetki ve buna paralel olarak sorumluluk getirmesidir. 5018 sayılı Kanunla hizmet yönetimi ile kaynak yönetimi aynı otoritede birleşmiştir. Daha önce Maliye Bakanlığının üstlendiği birçok önemli yetki kamu idarelerine devredilmiştir. Böylece idare, bütçesinin gerçek sahibi olmuştur. Peki, nedir bu yenilikler kısaca özetleyelim: • Çok yıllı bütçelemeye geçilmiştir: orta vadeli program, orta vadeli mali plan ve çok yıllı bütçeler ile birlikte, yeni bir orta vadeli harcama çerçevesi oluşturulmuştur. Bununla kamu idarelerinin önlerini görmeleri ve daha uzun süreli plan ve program yapmaları sağlanmıştır. • Siyasi sorumluluk ve idari sorumluluk birbirinden ayrılmıştır. Bakan ve üst yöneticiler mali işlem süreçlerinden çıkarılmıştır. Böylelikle politika üretme süreçlerine odaklanmaları amaçlanmıştır. • Kamu idarelerinin stratejik planlar hazırlamaları öngörülmüştür. Böylelikle kopuk olan plan bütçe ilişkisi güçlendirilmiş, kamu idareleri, hazırladıkları 5 yıllık stratejik planlar sayesinde, hükümetin öncelikleri ile idarenin önceliklerini uyumlaştırmaya başlamışlardır. * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 71 • Performans esaslı bütçeleme sayesinde, kamu idarelerinin amaç ve hedefleri ile bütçeleri arasında bağ kurmaları sağlanmıştır. • Her kamu idaresinde oluşturulması öngörülen iç kontrol sistemiyle, idarelerin kaynaklarını mevzuata uygun, etkin, verimli ve ekonomik kullanmaları amaçlanmıştır. • İç kontrol sisteminin tasarım ve işleyişinin sistematik olarak denetlenmesi ve sonuçlarının üst yöneticiye raporlanması ve böylece sistemin iyileştirilmesi amacıyla uluslararası standartlarla uyumlu bir iç denetim sistemi öngörülmüştür. • İdarelerin, yılsonlarında hazırladıkları faaliyet raporları ile başarılarını kamuoyu ile paylaşmaları, daha saydam ve daha hesap verebilir bir ortamda faaliyetlerini sürdürmeleri amaçlanmıştır. Değerli katılımcılar, 5018 sayılı Kanunla kamu idarelerinin üstlendiği rolleri kısaca özetledim. Maliye Bakanlığı ise, yeni sistemde uygulama, kontrol ve denetim alanlarından çekilmiştir. Bunun yerine merkezi uyumlaştırma fonksiyonu kapsamında, mali yönetim alanına ilişkin olarak; Düzenleme yapmak, Kamu idarelerinin idari kapasitelerini güçlendirerek uygulama yeteneklerini geliştirmek ve sürdürmek, Koordinasyon, eğitim ve rehberlik hizmetleri yapmak, İdarelerin uygulamalarını izlemek, değerlendirmek, raporlamak, İyi uygulama örneklerini tespit ederek yaymak, görevlerini üstlenmiştir. Değerli konuklar; 5018 sayılı Kanunla mali sistemimize giren, stratejik planlama, performans esaslı bütçeleme, iç kontrol, iç denetim, faaliyet raporları gibi önemli mekanizmalar, yeni mali yönetim ve kontrol sisteminin kamu idarelerindeki güvencesi haline getirmiştir. Kanunla kamu idarelerinin üst yöneticileri (müsteşarlar, rektörler, belediye başkanları) yeni mali yönetim ve kontrol sisteminin en önemli aktörleri haline gelmiştir. Denilebilir ki Kanun, en çok üst yöneticilere hitap etmektedir. 5018 sayılı Kanunla üst yöneticilere verilen yetkiler birer prosedür olarak değil, birer yönetim aracı olarak tasarlanmıştır. 5018 sayılı Kanunla, yöneticilere yürütecekleri faaliyetleri daha iyi bir şekilde planlamalarını ve programlarını, kaynaklarını daha iyi bütçelemelerini bu suretle hedeflerine ulaşmalarını sağlayacak yetki ve mekanizmalar sunmaktadır. Kanunun getirdiği yöntem ve araçlar hedeflere ulaşılmasını engelleyebilecek iç ve dış riskleri belirlemelerini ve bunlar için tedbirler almalarını sağlayacaktır. Kaynakları mevzuata uygun, etkin, ekonomik ve verimli kullanmalarını sağlayacaktır. Usulsüzlüklere ve yolsuzluklara karşı varlıklarını ve kaynaklarını daha etkin korumalarını sağlayacaktır. Daha saydam bir şekilde hesap vermelerini, başarılarını ilgili mercilere ve kamuoyuna daha iyi bir şekilde sunmalarını sağlayacaktır. Diğer bir önemli rol, bütçe yetkilisi de diyebileceğimiz harcama yetkililerine aittir. Kanunun öngördüğü, stratejik plan, performans programı, bütçe, harcama talimatı, kontrol, faaliyet raporu ve benzeri araçların hepsi bu birimlerin yürüttüğü hizmetlere yöneliktir. Bütün bu süreçler ve dokümanlar bu birimler için üretilmektedir. Çünkü harcama birimleri hizmetlerin planlandığı, yönetildiği ve uygulandığı birimleridir. 72 5018 sayılı Kanunun gereklerinin kamu idarelerinde de giderek yaygınlaştığını, sahiplenildiğini ve uygulandığını büyük bir memnuniyetle izlemekteyiz. Bu gün itibarıyla kamu idarelerinde, stratejik planlar hazırlanmakta, bütçe hazırlık çalışmaları performans programlarına dayandırılmakta, faaliyet raporları ile yetkili kişi ve mercilere hesap verilmektedir. Son iki yıl içinde kamu idareleri kamu iç kontrol standartlarına uyum çalışmalarına özel önem verdi ve yönetici ve çalışanları ile geniş zaman ayırdı. Mahalli idareleri de dahil ettiğimizde bu gün itibarıyla 1977 kamu idaresinin bir “iç kontrol eylem planı“ bulunmaktadır. Bu toplantıyı, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ve uygulamasının kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi ve sistemde ve uygulamada ortaya çıkan boşlukların tespit edilerek öneriler geliştirilmesi için önemli bir fırsat olarak görüyorum. Bakanlık olarak 5018 sayılı Kanunda yapılacak değişiklikleri gündeme aldığımız bu dönemde toplantı sonuçlarının çalışmalarımıza önemli katkı sağlayacağına yürekten inanıyorum. Konuşmama son verirken, eşsiz ev sahipliği ile bu fırsatı bizlere veren, Ege Üniversitesi yöneticileri ile Sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyor, toplantının yaralı geçmesini umuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. 73 Prof. Dr. OĞUZ OYAN TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Öncelikle bu sempozyumu düzenleyen Ege Üniversitesi Rektörlüğü’ne, bizzat Rektöre ve sempozyum düzenleme kuruluna, bilim kuruluna teşekkür ediyorum. Gerçekten olumlu çok yerinde bir iş yapılmış. Başlangıçta yeterince hatta hiç tartışılmayan bir düzenlemeyi en azından burada beş yıllık bir pratiği değerlendirmek adına tartışma olanağı buluyoruz. 1. Giriş Bu sempozyumu düzenleyenlere ve özellikle Ege Üniversitesi Rektörüne teşekkür ederim. Gerçekten olumlu ve yerinde bir iş yapılmış. Başlangıçta yeterince hatta hiç tartışılmayan bir düzenlemeyi burada en azından beş yıllık pratiği bakımından değerlendirme konusu yapıyor ve tartışma olanağı buluyoruz. Tabi bunun ne kadar aksaklıkları giderecek sonuçlar üreteceği kuşkulu; çünkü başlangıç itibarıyla her ne kadar Genel Kurul’da gruplar arasında bir anlaşma olduğu için çok hızlı geçmiş bir kanunlaşma süreci olsa da, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda birtakım yapıcı eleştirilerin hiç olmazsa iktidar tarafından dikkate alınması mümkündü. Onu dahi dikkate almayan ve şimdi anlatacağım, daha sonraki süreçte de her tarafı aksayan, her tarafı hatalarla dolu - iç tutarlılığı bakımından hatalarla dolu - anayasaya aykırılığı açık bir düzenlemeyi meclisin gündemine getirip geçirmek de tam bir siyasi savrukluk örneğiydi. Elbette meselenin felsefesine de bakmak gerekir. 5018, 1050 yerine gelmeli miydi? Türkiye Osmanlı’dan itibaren devlet örgütlenmesinde ve hukuk sisteminde kıta Avrupa’sı modelini benimseyen bir ülke oldu. 5018 ile bundan bir kopuş ortaya çıktı. Daha açık olarak, kamu hukuku-özel hukuk ayrımına dayalı olarak idari yargı-adli yargı ayrımının yapıldığı, Sayıştay’a yargı yetkisinin tanındığı, kamu yararının üstün tutulduğu, merkezi yönetimin ön planda olduğu ve yerel yönetimin buna göre tanımlandığı bir Kıta Avrupa’sı hukuksal/yönetsel sisteminden, yargı birliğine ve adem-i merkeziyetçiliğe dayalı, Sayıştay’ın yargı yetkisinin olmadığı Anglosakson sistemine yönelindi. Bu geçiş acaba Türkiye’nin koşullarına uygun muydu? Ya da Türkiye’nin koşulları yeni bir yapıya mı uyduruluyordu? Böyle bir model yerine acaba 1050’yi birtakım yeni kavramlarla, performans denetimi, stratejik planlama gibi kavramlar da dâhil olmak üzere acaba başka bir noktaya götürmek mümkün değil miydi? Bunları hiç tartışmadan, gerek bürokrasi içi gerek siyaset içi gerçek anlamda tartışmalar yapılamadan böylesine hızlı bir geçiş sağlandı. 5018 düzenlemesi, merkezi dağıtan/ufalayan daha âdemi merkeziyetçi bir modelin en önemli unsuruydu. Kuşkusuz bunu diğer yasal düzenlemelerle birlikte düşünmek gerekiyor. Bu geçiş yapılırken sistemin stratejik planlama ayağı Dünya Bankası tarafından oluşturuldu. Bütçe kod sistemi bağlamındaki performans bütçe veya aynı anlama gelmek üzere analitik bütçe ayağı IMF tarafından geliştirildi. Görüldüğü gibi 2000’li yıllarda Anglosakson sistemine geçiş uluslararası finans kuruluşlarının kuvvetli etkisiyle gerçekleştirilmişti. Bu düzenlemeler acaba Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarına denk düşüyor muydu? Ya da birtakım tasavvurlar doğrultusunda, birtakım siyasi projeler doğrultusunda bir uyum mu sağlanmak isteniyordu? Şimdi aslında bu projeleri epey önceye götürebiliriz. Kamu yönetimine dönük düzenlemeler gerçekte AKP öncesinde başladı. Süreç, 1980’lerde Hazine’nin ayrılmasıyla başlayıp, gene aynı dönemlerde ekonomi üst kurullarının * CHP İzmir Milletvekili / Yazılı bir metne bağlı olmadan yapılan konuşma, sempozyum görevlilerince görsel kayıtlarından deşifre edilmiş ve tarafımızca gözden geçirilerek son hali verilmiştir. Konuşmanın hazırlanmasında, (i) 5018 sayılı Kanunla ilgili kendi Meclis konuşma tutanaklarımızdan, (ii) CHP Grup Danışmanı ve Sayıştay Uzman Denetçisi Sn. Seyfullah Turhan’ın 21 Mart 2011’de bize ilettiği “Kamu Mali Yönetimi” başlıklı çalışmasından, (iii) Eski Sayıştay Uzman Denetçisi Sn. Ali Rıza Aydın’ın ilettiği “5018 sayılı Kanun Hakkında İki Not”undan, (iv) 6111 sayılı ve 13.2.2011 tarihli torba kanuna CHP Grubunun “Karşıoy” yazısından yararlanıldı. 74 ve Fon yönetimlerinin sayısının artışıyla sürdü. 1980’lerde ANAP döneminde bütçeyi marjinalleştiren bir fon sisteminin oluşturulması aslında kamu yönetiminin parçalanmasına ilişkin en erken emarelerdendi. Ancak her şeye rağmen 1050 var olduğu sürece yani 2006’ya gelene kadar hala Türkiye’de mali yönetimin bir iç tutarlılığı söz konusu idi. 2. Hazırlık Süreci Daha yakın döneme bakarsak 57. Ecevit Hükümeti döneminde de önemli düzenlemeler yapıldığı görülecektir. 5018’in ön zeminini oluşturacak düzenlemelerdi bunlar. 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu (KİK) ve 4749 Sayılı Kamu Finansman ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun çıkarıldı. Aslında Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu tasarısı da Ecevit Hükümeti döneminde Meclise sunuldu. 2002 seçimlerinden sonra yeni hükümet, yani AKP Hükümeti, zaten Meclise sunulmuş olan bu tasarıyı neoliberal anlayışlar doğrultusunda kendine göre yeniden düzenledi ve 10 Aralık 2003’te kanunlaştırdı. 4734 sayılı KİK’nun 40 maddesini de esasen 30 Temmuz 2003’te değiştirmişti. Bunları yaparken aslında birkaç başka düzenlemeyi daha getirdi. Bunlardan biri, hatırlanacaktır, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun idi. Bu Kanun Meclisten geçmesine rağmen Cumhurbaşkanından döndü ve kadük oldu. Daha doğrusu hükümet tarafından tekrar gündeme getirilmedi. Ancak onun bazı unsurları başka kanunlar içine, Belediye Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu, Büyükşehir Belediyesi Kanunu içine ya da torba yasalar içine yerleştirildi; bu bağlamda Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi önemli merkezi yatırımcı kuruluşlar lağvedildi… Kadük olan kanun artık o bütünselliği içerisinde bir daha getirilemedi ama biraz önce belirttiğim gibi bu dönemde yerel yönetimleri yeniden düzenleyen yasalarla yapı değiştirilmeye devam edildi. Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi’nin “Başkanlık” statüsü verilerek yeni bir ayrışmanın gündeme getirilmesi de bu bağlamda gerçekleştirildi. 5018’i bütün bunlarla birlikte düşünmek gerekir. 5018’in hazırlanış koşulları, Mecliste tartışılmadan yasalaşması, benden önce Birgül Ayman Güler Hoca tarafından gayet güzel anlatıldı. Ama yasalaşma sonrasındaki süreç, yasanın yürürlüğe girmesine kadar yapılan değişiklikler daha az önem taşımıyor. Kanun 2003 sonunda yasalaştı, ama yürürlük 2004 için öngörülmedi. Hazırlık dönemine bir yıl zaman ayrılsın, yeni yapıya daha sorunsuz geçilsin istendi. Peki, sonra ne oldu? 1 Ocak 2005’te kanun yürürlüğe girecekti, 2005 yılı Bütçe kanununa konulan bir hükümle yürürlüğü bir sene ertelendi. Yeni yürürlük tarihi olan 1 Ocak 2006’ya bir ay kala işler yeniden hızlandı, “bazı değişiklikler yapmamız gerekli, bu yasa hatalı düzenlendi, anayasaya aykırılıklar var, şu maddeler olmaz bu maddeler arasında tutarsızlıklar var” denildi. Ve Aralık 2005’te bütçe görüşülürken, görüşülen 2006 bütçesi 1 Ocak 2006’da uygulamaya girecek 5018’e göre tanzim edilmişken, 5018’in birçok maddesini değişikliğe uğratılan yeni bir düzenleme yapıldı. Öyle sıradan bir düzeltme de değildi: 5018’in toplam 83 asıl, 13 geçici maddesi vardı; Aralık 2005’te bunun 9 maddesi tamamen değiştirildi; 27 maddesi kısmen değiştirildi; 11 maddesine ek hükümler getirildi; 12 madde veya fıkra hükmü yürürlükten kaldırıldı, ekli cetvellerde değişiklikler yapıldı. Yürürlüğe girmemiş bir yasada yapılan değişikliklerin kapsamı bakımından bu müdahale yasama tarihine geçecek bir örnektir. Ama bu yetmiyordu, Anayasayı da değiştirmek gerekiyordu. 5018 sayılı Kanun 2003 sonunda kabul dildiği halde, bu Kanunla ilgili Anayasa değişikliği yaklaşık iki yıl sonra ve son dakikada gündeme getiriliyordu. (İktidarı ve 2006 bütçesini kurtaran gene Anayasaya değişikliğine destek veren anamuhalefet partisi olacaktı). Böylece hukuk sistemi tersyüz edilmiş, yasa Anayasaya uydurulmamış Anayasa yasaya uydurulmuştu! Fakat bu arada 5018’i değiştiren 5433 sayılı yasanın iki maddesi 16.12.2005’te Cumhurbaşkanlığı’ndan döndü. Meclis bunu tekrar apar topar 5436 sayılı yasayla 22.12.2005 tarihinde düzenledi. Cumhurbaşkanı, yeni düzenlemeyi 15 gün süreyle inceleme hakkını kullansaydı onayını 5 Ocak’ta verebilecekti ancak o zaman bütçe yürürlüğe girmemiş olacaktı. Sayın Sezer, devlet adamı sorumluluğunun gereğini yaparak düzenlemeyi 24 Aralık’ta onayladı da Türkiye bütçesiz kalmadı. Ama ilginç olan, 2006 bütçesinin, sanki bu 75 yeni düzenlemeler yapılmış gibi düzenlenmiş ve Komisyon ile Genel Kurulda görüştürülmüş olmasıydı. Böylece, bütçe hakkı ihlal edilmişti. Dahası, 2005 sonunda yapılan değişikliklerle TOKİ, TRT, TMSF, Milli Piyango, Spor-Toto dahil 12 kamu idaresinin bütçe ve Sayıştay denetimi dışına çıkarılmasıyla, saydam kamu yönetimi anlayışının tam tersi yönde yol alınmaktaydı. Bu nasıl bir bütçe hukuku anlayışıydı? İktidar partisinin ve iktidarın Meclis grubunun iş yapma biçimini, Meclisi çalıştırma tarzını, yasama faaliyetinde yol açtıkları savrukluğu düşününce bunun ancak bir üçüncü Dünya ülkesinin, gerçekten az gelişmiş bir ülkenin uygulaması olabileceğini akla geliyor. Ama Türkiye gibi iyi kötü yüzyılı aşkın bir parlamenter geçmişi olan bir ülkede böyle bir manzara yaşanabilir miydi? Hani iktidar partisi övünüyor, Türkiye dünyanın 16 büyük ekonomisinden biri oldu deniyordu ya -ki bu da doğru değildir; Türkiye 1980 başlarında da dünyanın 16. büyük ekonomisi idi-, peki böyle büyük bir ekonomide böylesine kural ihlalleri nasıl olabiliyor? Bunun nasıl bir samimiyetsizlik ve ciddiyetsizlik olduğunu sorgulamadan galiba bütçe hukuku tartışmasına bile girmemek gerekiyor. 3. Sonuç: Denetimden Kaçış Bugün sorunlar varsa, bir kere başta bu sistemin kendisiyle ilgilidir. Ama ikincisi, bu yasama süreciyle ilgilidir. Kendi içinde bu kadar çok tutarsızlığı olan, bu kadar çok iç tutarlılık sorunu yaşayan bir düzenlemenin uygulamada beklenen sonuçları da vermeyeceği oldukça açıktır. Yani bir taraftan kıta Avrupası sisteminden çıkıyorsunuz, ama öbür taraftan da Anglosakson sistemine giremiyorsunuz, iki arada bir derede kalıyorsunuz. Nedir bu? Bu aslında arabesk bir sistemdir. 5018’de süslü kelimeler var: “hesap verilebilirlik, stratejik planlama, mali saydamlık” v.s.; ama arka planı yok, araçları yok, mekanizmaları yok. Böyle bir yapıyla neyi nereye kadar götürebilirdiniz, ne kadar samimi olarak bir denetim çerçevesi içine, bir hesap verilebilirlik sistemi içine girerdiniz, ne kadar gerçekten ölçülebilir performans süreçleriyle yola devam ederdiniz. Aslında ortaya çıkan bir karikatürdür. “Bon pour l’Orient”, yani az gelişmiş ülkelere yeterli, onlar için uygun denilecek bir sistemdir. Süslü kavramları kazıyınca alttan çıkan, kontrol ve denetimin işlevsizleştirilmesidir. Bu aslında istenmeyen tali bir sonuç değildi, bize göre tam da istenen buydu. Bu düzenlemenin meşruiyetini sağlayan “stratejik planlama”, “hesap verilebilirlik” ve benzer süslü lafların arkasında aslında denetimi tasfiye eden bir yapı ortaya çıktı. Nasıl bir tasfiyenin yaşandığın zaten son Sayıştay Kanununda yerindelik denetiminin devreden çıkarılmasıyla bir kez daha görüldü. Kaldı ki, yapı içine yeni getirilen “iç denetçileri” soruşturma yapma yetkisinden de koparıp sıradan bir memur düzeyine indiren anlayışın, denetimin içini boşaltmaktan başka bir amacı olabilir miydi? Keza 5018’de kerhen kabul edilen teftiş anlayışı, 75 ve 77. maddelerde yapılan değişikliklerle, henüz uygulama görmeden denetime indirgenerek içi boşaltılmıştı. Oysa teftiş kavramı, denetim, soruşturma, yönetim ve danışmanlık işlevlerinin tamamını kapsayan bütüncül bir kavramdır. Kaldı ki, Maliye Müfettişleri ve Mülkiye Müfettişlerinin görevlerini sürdürmelerinin kabulüne rağmen, bu kurullara, “mali yönetim ve kontrol sistemlerinin tümüyle zaafa uğradığı, belirgin yolsuzluk ve kamu zararına yönelik emarelerin ortaya çıktığı durumlarda kontrol sistemlerinin incelenmesi” ile sınırlı bir yetki vermek, somut bir yolsuzluk olayının veya usulsüzlüğün soruşturulması yetkisini dışarıda bırakmaktadır. Dolayısıyla, sistem dışına atılmaya çalışılan, ama şimdilik tam dışlanamayan teftiş kurullarının yetkilerini budayan bu yeni sistemle, gerçek anlamda bir denetim istenmediği henüz baştan belli oluyordu. Nitekim bütün ilave düzenlemeler paralelinde, 1996’dan beri INTOSAI çerçevesinde yerindelik denetimine girmiş bir Sayıştay’ın, çok zaman geçmeden, 15 yıl bile geçmeden, yeni Sayıştay Kanunu’nda bu yetkisi elinden alınmış, INTOSAI denetim standartlarının dışına itilivermişti. Dolayısıyla burada TBMM’nin denetim yetkisinin güçlendirildiğinden söz edebilir miyiz? Kim bizim adımıza, TBMM adına, (bizim derken toplum adına ve onların vekilleri adına, parlamento adına) kim denetim yapacak? Sayıştay. Peki, Sayıştay’ın denetim yetkisini güçsüzleştiren bir sistemin adı denetimden kaçış değil midir? 76 Şimdi aslında 1050 sayılı Kanunla, bu 5018 arasında çok temel farklılıklar var, birkaç tanesinin sadece altını çizelim. 1050 sayılı Kanunda, bütçenin hazırlanması ve uygulanması sürecinde Maliye Bakanlığı sistemin merkezinde idi. Oysa 5018’e geldiğinizde Maliye Bakanlığı’nın koordinasyonu sağlama görevi var ama sistemin merkezine kamu idareleri geçiyor. Biraz önce söylendiği gibi mali yönetim parçalanıyor. Tabi bu birçok başka sıkıntıyı birlikte getiriyor. Peki Maliye Bakanlığı tamamen bu yetkisinin dışında mı kalıyor, hiç mi kullanmıyor, başka şekillerde girmiyor mu sisteme? Bu da ayrı bir mesele. Çünkü eski sistem birden bire geçmişte kalmıyor, unutuluvermiyor, bunun üzerine yeni bir yapı getirmek isteniyor; aksamanın birçok nedeni de buradan. Getirilen sisteme başka düzenlemelerle, gerek bütçe kanunuyla, gerek başka mekanizmalarla müdahaleler gene olabiliyor; ama bunlar gerçek anlamda yürürlükteki mevzuata uygun olmadan oluyor. Şimdi birkaç teknik saptamayla tamamlayalım. Analitik bütçe sistemi, kamu hizmetlerini faaliyet ve proje düzeyinde kapsadığı ölçüde işlerlik kazanacaktır. Oysa, biraz önce Plan Bütçe Komisyonu üyesi değerli arkadaşım da söyledi, Meclisteki bütçe görüşmelerinde kaynakların hangi yatırım projelerine, hangi faaliyetlere tahsis edildiği eğer açık olarak ortaya konulamıyorsa, yani bunun veri tabanı çalışmıyorsa, o zaman ne saydamlık olabilir, ne bütçe hakkını kullanabilir milletvekilleri. Burada aslında müzakereler profesyonel bürokrasinin inisiyatifi doğrultusunda gider. Zaten bu sistemin bütçe hakkını parlamentonun elinden almasına yol açan bir mantığı da var. O da şu: sistem öyle kurgulanmıştır ki, stratejik planlama, performans denetimi v.s. bunlara müdahale edemezsiniz, ederseniz iş baştan aksar. Dolayısıyla sistemin kendi mantığında bütçe hakkını kısıtlayan taraf var ama bir de buna projelere ve faaliyetlere ilişkin verilerin gelmediğini koyarsanız, tabi bir de kesin hesap kanunlarının Mecliste gerçek anlamda görüşülemediğini eklerseniz o zaman hangi denetim mekanizması nasıl çalışacaktır? CHP şunu öneriyor, uzun bir süredir genel başkanının ağzından da öneriyor; mutlaka Plan ve Bütçe komisyonu’ndan ayrı bir “Kesin Hesap Komisyonu” oluşturulmalıdır. Bu “Kesin Hesap Komisyonu”nun başkanı da mutlaka ana muhalefet partisinden olmalıdır, o sırada ana muhalefet partisi hangisiyse ondan. Plan ve Bütçe Komisyonu bir sonraki yılı ve üç yıllık bütçeyi tahminler çerçevesinde görüşmektedir ki onun başkanı iktidar milletvekillerinden olmalıdır, çünkü iktidar kendi planını, projesini v.s. uygulayacaktır. Ama geçmiş/ kesinleşmiş bütçenin hesaplarını inceleyecek komisyonun başkanlığını muhalefete verdiğimiz ölçüde, denetim mekanizmasından kaçışı değil de, denetimi samimiyetle isteme durumuyla karşı karşıyayız demektir. Ne yazık ki, bunların pek de gündemde olmadığı bir Türkiye’den geçiyoruz. Son bir not da Anayasa Mahkemesi’nin çalışmasına ilişkin olsun: CHP Grubu, 2004 yılının başında, 5018 sayılı Kanunun on dört ayrı madde, fıkra, bent, tümce ya da ibaresinin Anayasaya aykırılı savıyla Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açmış, bu dava ancak 5 yıl sonra görüşülebilmiştir. 2.6.2009 tarihinde görüşülebilen davaya ilişkin gerekçeli karar ise bu sempozyumun yapıldığı Mart 2011 tarihine kadar Resmi Gazetede yayımlanmamıştır. Karardaki gecikme nedeniyle ortaya çıkan ilginç sonuç, başvuruda bulunulan 14 ayrı hükmün 8’i hakkında, karar tarihine kadar yapılan yasa değişiklikleri nedeniyle, karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesidir. Umarım önümüzdeki yeni dönemde bütün bunları yeniden tartışacağımız, bütün bu düzenlemeleri yeniden ele alacağımız bir siyasi ortam oluşur. Dikkatiniz için teşekkür ederim. 77 Doç. Dr. Mehmet GÜNAL TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Sayın Rektöre ve bu sempozyumu düzenleyen arkadaşlara baştan çok teşekkür ediyorum. Meclisin klasik gerilimli ve çatışmalı siyaset ortamından biraz olsun uzaklaşarak üniversite ortamında nefes alma şansı yakalıyoruz. Çünkü bu vesile ile biz de hocalık özlemimizi biraz olsun gidermiş oluyoruz. Bu toplantı da bizim için bir vesile oldu. Tabii burada söylenecek çok şey var. Sayın Başkan “provoke ettik biraz” dedi. Ben biraz daha provoke edeyim o zaman. Çünkü gerçekleri ve yaşadıklarımızı anlatmamız lazım. Erhan Bey sabah konuşurken, “ben başından beri bütün süreçlerin içindeyim” dedi. Şimdi biz bir de bu tarafta çektiğimiz sıkıntıları size anlatalım. Bürokratlar onu o kadar görmüyor, getirip bırakıyorlar önümüze belgeleri, iki tane milletvekili imzalıyor, Bakan “tamam” diyor, sonra da bizim çoğunluğumuz var oylayalım deyip geçiyorlar. Neden buradan başladım? Hepiniz başlarken dediniz ki “bütçe hakkı önemlidir.” Burada tartışılanların tamamı bütçe hakkıyla ilgili. 5018 sayılı kanun bütçedeki paraların doğru harcanması, söylenen yere harcanması, ortaya konulan programlara ve beş yıllık plana uygun harcanması yani etkin harcanmasıyla ilgili. Peki, en başında bütçenin çıkarılması süreci yatmıyor mu? Yani, ben gördükten sonra şaşırdım. Evet, Merkez Bankası’nda da çalıştım, DPT’de de çalıştım, ama Erhan Bey hep o birimde olduğu için ben bütçe kısımlarıyla fazla ilgilenmemiştim açıkçası, yani süreci uzaktan izliyordum. Şimdi biraz masanın bu tarafına gelip, bir de muhalefet milletvekili olarak süreci izleyince gerçekten çok çarpık bir durum olduğunu gördüm. Bizim kitaplarda okuduklarımıza da okuttuklarımıza da uymuyor. Sabah, hocam, “sorunun bir teorik boyutu olması gerekir” dedi. Hepsinin Türkiye boyutu da olması gerekir. Buradaki eksikliklerden bahsetti. Peki, böyle bir ortamda kitapta okuduğumuz kuvvetler ayrılığı lafı nerede kaldı? Bütçe geliyor, 17 Ekim’e kadar sunulması gerekiyor. 10 Ekim’de hepsi birden aynı resmi gazetede yayımlanıyor. Şimdi burada 5018’in 16. maddesine bakın. Az önce Burçin Hoca’nın gösterdiği rakamlar onunla ilgiliydi tarihler ne diyor? Hepimiz mali kural diye yattık kalktık, yok öyle bir şey. Yani “Sayıştay denetim yapar,” güzel! Sayıştay Başkanı’nın Sayıştay Kanunu çıkmadan önce yeterli denetim yetkisi yok muydu? Kaç defa sorduk “Sayıştay’ın uygunluk bildirimi nasıl geliyor?” diye. Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine nasıl geliyor biliyor musunuz? Sabahleyin gidiyoruz masamıza, ertesi gün görüşülecekse bir gün önceden geliyor bazı dokümanlar - temel olanlar geliyor - içinde performans raporu, faaliyet raporu, kesin hesap, bütçe var. Bu nasıl şeffaflık, bu nasıl denetim, bu nasıl incelemek. Yani biz burada tartışıyoruz, hoş güzel de söylüyoruz. Dört yıldır ben aynı komisyonun üyesiyim. Allah’tan biraz bürokratik biraz akademik bilgimiz var bakınca görüyoruz, ama nereye yetişeceğiz? Arkadaşlar şimdi siz bunları denetim mi sayıyorsunuz? Denetim diye bir şey var mı? Hocalarımız söyledi, yok öyle bir şey. Ne yapıyoruz biliyor musunuz? Çok fazla dosya geliyor böyle, ben önce kesin hesapları ayırıyorum. Bütçesine ancak bakıyoruz, kalemlerine ancak bakıyoruz. Sıkıştırılmış bir süreç var ve buradan biz bütçe yapma hakkı ve bütçe denetiminden ve mali yönetiminden kontrol sisteminden bahsediyoruz değerli arkadaşlar. Böyle bir şey yok. Şimdi tekrar bakıyorum Sayıştay kanunu kaç senedir çıkmadı, biz de bağırdık çıksın çıksın dedik hepimiz, üyeler seçilmedi seçilsin dedik zorla altı ay, bir sene, iki sene geciktikten sonra bir şekilde seçildi. Tabi o üyeleri de biz hiç görmedik, hiçbirinin özgeçmişi de okunmadı. * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 78 58., 59. ve 60. Hükümetler geldi. Bunların programında bu konuda yapılması gerekenler sırlanmış. Ama henüz ortada bir şey yok. Bu durumda parlamenter sistem içerisinde denetimin rolünü tartışırken maalesef zorluk çekiyoruz. Neden? Efendim tek partili bir hükümet gelince istikrar olur. Geldi bir anda baktık ki birçok kurumda teftiş birimleri kapatılmaya başlandı. Mecliste çıkan kavgaları da hatırlıyorsunuz. Biz meclis adına denetim yapacak olan kurumun denetçilerini, üyelerini seçiyoruz, müktesebatlarıyla ilgili bilgimiz yok. Dolayısıyla biz burada bir demokrasi oyunu oynuyoruz. Bize öğretilen kuvvetler ayrılığı falan yok, tam tersine yürütmenin yasamaya tahakkümü var. Bazen fikirlerimiz ifade etme imkânı buluyoruz. Ancak dikkate aldırma imkânı bulamayabiliyoruz. Bir çoğunluk demokrasisi almış başını gidiyor. Daha dün bir torba kanun geldi, üçüncü dördüncü oldu bu, arka arkaya geliyor. Hepsi demin söylemiş olduğunuz mevzuata aykırı şekilde hazırlanıyor. Bir kanun tasarısı veya teklifi geldiği zaman ne diyor 5018? “Düzenleyici etki analizi yapılır”, diyor. Burada müsteşar yardımcımız var soruyorum, arkadaşlar bununla ilgili ne yaptınız? Bir madde önerge veriyorlar, değişiyor. Peki, bunun bize maliyeti nedir? Bütçeye ne kadar yük getirecek? Yaptınız mı? Cevap, hayır. Plan Bütçe Komisyonu’na niye geliyor; çünkü bütçeyi ilgilendirdiği için geliyor. Diyoruz ki, “bu maddeyi getirdiniz bütçeye de ne kadar gelir ya da gider getirecek veya herhangi bir fayda maliyet analizi yaptınız mı?” “O ne demek” diyor. Kitaba yazmışız, çok güzel yukarıdan aşağıya 5018’in ilkelerini belirlemişiz. Maalesef bu oturumumuz biraz uygulamalar, öneriler dediğiniz için ben daha gerçekçi bir şekilde bunları hem işin teorisinden gelen hem uygulamasından hem de sorunları yaşayan Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak sizlerle paylaşmak durumundayım. Şimdi burada birkaç husus daha var. Bu tespitleri yaptıktan sonra denetimler geliyor. Sayıştay’la ilgili tasarıdan performans denetimini kaldıralım, dendi. Performans denetimini Sayıştay niye yapmıyor, kimin ne zararı var yani içinde, orijinalinde olurken neden genel kurulda bunu çıkarma ihtiyacı hissediyorlar, biz anlayamıyoruz. Denetimde şeffaflık, hesap verebilirlik deniyor da nasıl hesap vereceksiniz denetim yoksa? Faaliyet raporları ne biliyor musunuz? Belediyelerin reklam amaçlı çıkardıkları gibi faaliyet raporlarının tamamı da bir reklam broşürü sanki! Ondan ne okuyup da ne anlayacağız? Bana geçen yıl vermiş olduğu taahhütlerde o paraları nereye harcadığını, projelerin kaçının başarılı olduğunu ya da projelerin tamamlanıp tamamlanamadığını söyleyebiliyor musun da yeni para istiyorsun? Dolayısıyla bunlar biraz daha acı gerçekler. Kanuna karşı olup olmamamız önemli değil, uygulamada yoksa anayasaya da yazsanız bir anlamı yok, eğer uygulamıyorsanız etrafından dolanıyorsanız bunun hiçbir anlamı yok. Bütün gelen tasarıların çoğunda bir yerinde mutlaka bir istisna, bir muafiyet sokuşturuluyor. O zaman yaptığınız düzenleme kendisi istisna oluyor, istisnalar genelleme oluyor. O çerçeveden baktığımız zaman ben kamu ihale kanunuyla kamu mali yönetim ve kontrol kanununun pek de uyumlu olduğu kanaatinde değilim. Denetim yapamıyorsanız, bana burada en kitabi şeyleri koysanız, anayasa değişikliğine mali kuralı da koysanız, kamu mali kontrol kanunu da anayasa hükmüdür, deseniz bir anlamı yok. Etrafından dolanacak yolları bulduğunuz sürece, her eline alan arkadaşlarımız bizim de şu maddemiz var diye gelirse, kanun yapma sürecinden uzak mevzuat hazırlama yönetmeliğine uygun olmayan bir şekilde gelirse valla bunların hiçbirinin bence bir etkisi yok. Dostlar alışverişte görsün. Avrupa Birliği ile ilişkimiz uzatmalı bir nişanlılığa dönüştü. Nişanlılık süresi 1963’ten beri devam ediyor ve bu pek evliliğe gidecek gibi de görünmüyor. Adamlar biz bu gelini almayız diyor, biz ne diyoruz ısrarla, “bu kızı size vereceğiz, bu nişanı atamazsın” diyoruz. Herhalde bundan sonra ya bunu bir imam nikahıyla ya da hülle-mute nikahıyla başka şekilde çözecekler. Yani, imtiyazlı ortaklık falan dedikleri bu olsa gerek. Biz de hala diyoruz ki, biz kendimiz için bunu yapmak zorundayız. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, şimdi değil 2007’de, 2002’deki seçim beyannamemizde de Türkiye Denetim Kurumunun kurulmasını, bugünkü anlamda da Yüksek Denetleme Kurumunun da bütün kurumların da bir çatı altında olmasını istedik. Ama siz bunu yaparken bile, içinden performans denetimini hemen çekerseniz o zaman denetimden kaçıyorsunuz, 79 demektir. Denetlenmek istemiyorsunuz demektir. Bu şartlarda da bu kanunun fazla bir anlamı kalmaz diyorum. İnşallah bu eleştirilerimiz dikkate alınır diyemeyeceğim çünkü alınmadı. Seçime gidiyoruz bu saatten sonra da dikkate alınmayacak. Dolayısıyla, biz de burada sizlerle bunları paylaşalım, bazı şeylerin farkında olalım, hep beraber tartışalım diye geldik. Bize bu şansı verdikleri için tekrar teşekkür ediyorum. İşin arka boyutuna da bakmak gerektiği kanaatindeyim. Biz MHP olarak her zaman teknik olan konularda yardımcı olduk, Özellikle ekonomik konularda, ama maalesef sürekli olarak konunun böyle arkasından dolanınca da bu kanunların ve kanun yapma sürecinin çok fazla bir önemi kalmıyor. İç Tüzük Komisyonu oluşturuldu, dönem başından beri bekliyor. Çözüm olarak biz de o İç Tüzük Komisyonu’na üye verdik. Anayasa Komisyonundan üye arkadaşımız ve Plan ve Bütçe Komisyonuna da bizler katıldık. Bende Hollanda’daki çalışmalar vardı. Marta-Flex Projesi kapsamında bir karşılıklı alışverişimiz var. Etkin denetim anlamında kesin hesap işlerinin kesinlikle ayrılması gerekiyor. Yurtdışında iki üç ülkede görmüştüm. Yani, kamu hesap komisyonları ayrı, hatta ilginç bir şey gördüm. Hollanda’da bütçe komisyonu iktidardan, kamu hesapları komisyonu da muhalefetten başkan atamışlar. Adam güldü siz necisiniz diye, valla dedim bize sözcülüğünü bile vermiyorlar bırakın başkanlığını. Çoğunluk var; muhalefet 15 kişi, iktidar 25 kişi seçiyorlar. Dolayısıyla, Hocamın da demin belirttiği gibi bunların kesinlikle ayrıştırılması, etkin bir denetim sistemi oluşturulması, iç tüzükte de bu konuda değişiklik yapılması gerekiyor. Aksi takdirde bütçe hakkını en önemli hakkını Meclis kullanamayacak, yasamaya yürütmenin tahakkümü hangi parti gelirse gelsin iktidara devam ediyor olacak diyor, teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. 80 2. OTURUM KAMUDA STRATEJİK PLANLAMA 26 Mart 2011 Cumartesi Oturum Başkanı Prof. Dr. Haluk SOYUER Ege Üniversitesi İ.İ.B.F. Dekanı Konuşmacılar Doç. Dr. İbrahim Attila ACAR Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi Plan-Bütçe İlişkisi ve Üniversitelerde Stratejik Planlama Doç. Dr. Jülide KESKEN Ege Üniversitesi İ.İ.B.F. Öğretim Üyesi Stratejik Planlama Neden Her Zamankinden Çok Daha Önemli? Anıl YILMAZ Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Kurumsal ve Stratejik Yönetim Daire Başkanı Ülke ve Kurum Düzeyinde Strateji Yönetimi 81 82 Prof. Dr. Haluk SOYUER Ege Üniversitesi İ.İ.B.F. Dekanı Sayın Rektörüm, Rektör Yardımcılarım, değerli hocalarım, bürokrasinin değerli yöneticileri, öğrencilerim ve değerli konuklar, sabah erken oturum olduğu için biz dün 10-15 kişi ile oturum yaparız diye konuşmuştuk. Bu katılım bize yanlış düşündüğümüzü gösterdi. Hepinize teşekkür ederiz. Oturumu beraber yürüteceğimiz öğretim üyeleri ve konuşmacılarla zaman planlaması yaptık. Konuşmacılara 15’ er dakika verdim ve soru-cevap da yapacağız. Soru-cevap kısmını işleteceğiz. Bu oturum tahmin ediyorum, soruların yoğun olacağı bir oturum olacak. Dünkü konuşmalardan aldığım sayfalarca not arasından bu oturuma referans verebileceğimiz bir takım notları oturuma başlamadan önce bir hatırlatmak, vurgu yapmak istiyorum. Sayıştay başkanımız Dr. Recai AKYEL konuşmasında; misyon, vizyon ve amaçların üzerinde daha yoğun durulması gerektiğinden bahsetmiş ve 1050 sayılı kanunun bürokratik kültürü oluşturduğunu, 5018’ in ise buna daha radikal değişim getirdiğini söylemiş. Ancak 5018’ in ruhunun ve amaçlarının bu bürokratik kültür tarafından çok anlaşılamadığını söylemiş ve Faaliyet raporları ve Özdeğerlendirme sürecinin özellikle çok iyi işletilmesi gerektiğini vurgulamış. Sayıştay onursal başkanı sayın hocamız Prof. Dr. Kamil Mutluer; gelen bir soru üzerine; 5018’ in ruhunun kamuoyunun ve toplumlumuzun yapısı ile uyuşma konusunda çok performans gösterilemediğini fakat devam etmesi gereken bir süreç olduğunu söylemiş. Sayın İzmir valimiz Cahit kıraç çok önemli bir konuya değinmiş, insan unsurunun ve eğitimin stratejik yönetim ve planlama sürecindeki önemini vurgulamış. Maliye Bakanlığı Müsteşarımız sayın Naci AĞBAL bir çok konuya değinmiş, bu sorulara cevap aramak amacı ile bu sempozyumda yer alındığını söylemiş şöyleki kamu maliyesinin akademik tarafı ile uygulama arasında kopukluk olduğunu vurgulamış gerçi bu vurgulamalara bir takım yanıtlarda geldi sonraki oturumlarda. Özellikle Hacettepe İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi dekanı Burçin hoca bu konuda çok çalışma olduğunu bu kopukluğun bürokrasiden, kamu tarafından kaynaklandığını vurguladı. Ayrıca müsteşarımız, uluslararası standartların belirlenerek Türkiye’de ki yapının karşılaştırılması gerektiğini söylemiş, benim burada özellikle üzerinde durulmasını istediğim parametreler nasıl tanımlanacak, performans parametrelerini kamuda nasıl tanımlayacağız. Akademik platform oluşturulmalı, üniversiteler proaktif olmalı denmiş. Üniversite yazılı, tanımlayıcı açıklayıcı olmaktan çok eleştirel olmalı, eğitimin önemi vurgulanmış. Strateji daire başkanlıklarının, faaliyet raporlarının geliştirilmesi gerektiğini söylemiş, bunların karne olduğunu vurgulamış. Faaliyet raporları üzerinde kamuoyu denetiminin daha yoğun olmasını beklediklerini söylemiş. Hedefler, sayısal hedefler çoğaldıkça yönetmenin güçlüğünü vurgulamış. Esasında hedeflerin daha özet hale getirilerek, önceliklendirilerek daha az hedeflerle stratejik planlama yapılması gerektiğini vurgulamış, faaliyet ve hedeflere odaklanılması gerektiğini bütçenin bir sonuç olduğunu söylemiş ve yönetim bilgi sisteminin önemini vurgulamış. Hedefler ölçülebilir olmalı demiş. Stratejik planlar basılıp kenara konmamalı demiş. Maliye Bakanlığı müsteşarı yardımcısı Sayın İsa Coşkun da yine yönetim bilgi sisteminin güçlendirilmesi gerektiğini söylemiş. İç denetim ve teftiş arasındaki farkı vurgulamış. Avrupa Birliği Genel Sekreter yardımcısı Sayın Ahmet yücel ise; performans kriterlerinin önemli olduğunu vurgulamış. 83 Öğleden sonraki oturumda değerli hocamız Birgül Ayman, ve milletvekilimiz Oğuz Oyan hocam ve Hacettepe Üniversitesinden Burçin hocamız ve milletvekilimiz Doç. Dr. Ahmet GÜNAL 5018 ile ilgili eleştirel yaklaşımlarını vurguladılar. Daha sonra maliye bakanlığı genel müdürü İlhan HATİPOĞLU’ da bu eleştirilere yanıt vermek için değil eleştirileri almak dinlemek için burada olduğunu, tespit yapacaklarını söylediler. Bu özetten sonra bu oturumun şöyle bir misyonu olduğu kanaatindeyim. Ben işletme disiplininden geliyorum sadece oturum başkanı ya da dekan olduğum için burada değilim. Fiilen de stratejik planlama sürecinin içindeyim. Ege Üniversitesi stratejik planının hazırlanması sürecinde, ilk hazırlanan ve bugün hazırlanan plan dahil fiilen içindeyiz. Keza Doç. Dr. Jülide KESKEN stratejik yönetimin ana alt başlığı olduğu anabilim dalının başkanı. Şimdi maliye bürokratlarımız diyebilir ki biz bir taraftan bütçeyi tartışırken işletmeciler nerden çıktı. Ancak şu gerçek ki stratejik yönetim kavramı bir yönetim modeli, bütçe bunun aracı ve bir tercihtir. Farklı yönetim modelleri de tercih edilebilirdi. Biz üniversite olarak belki biraz şanslıyız. Strateji Geliştirme Daire Başkanımız Sayın Ahmet ACAR ile ilk burada göreve başladığından itibaren stratejik planla dirsek temasında çalışıyoruz, sürekli birlikteyiz. Biz yönetsel sürece odaklanıyoruz, onlar bütçe tarafına odaklanıyorlar. Biz sanırım yolumuzu iyi bulduk. Üniversitenin örnek olabilecek kopyala yapıştır olmayan bir stratejik planı var. Sözü fazla uzatmak istemiyorum. Toparlama yapacağım, sonuç olarak galiba disiplinler arası çalışmaya ihtiyacımız var. Maliyeciler iktisatcılar işletmeciler ve hukukçular bir araya gelerek Türkiye için bir stratejik yönetim, kamuda stratejik yönetim modeli oluşturulmalı. Bugün yaşanılan sancıların önemli sebeplerinden birisi stratejik yönetim modelinin kamuda olgunlaştırılması ile ilgili süreçlerin belki de bugüne kadar çok iyi çalıştırılamamasıdır. 84 Doç. Dr. İbrahim Attila ACAR Süleyman Demirel Üniversitesi PLAN - BÜTÇE İLİŞKİSİ VE ÜNİVERSİTELERDE STRATEJİK PLANLAMA Saygıdeğer Başkan, değerli misafirler hepiniz hoş geldiniz. ÖZET Kamu kurumlarında plan-bütçe ilişkisinin sağlıklı bir şekilde yapılandırılması kamu kaynağının kullanımının nedeni ve beklenen sonuç konusunda yardımcı olacaktır. Bununla birlikte plan-bütçe ilişkisinin kurulması başka mali araçların da kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Stratejik planlar, plan-bütçe ilişkisinin önemli bir unsuru olarak görülmüştür. Bu çalışmada üniversitelere ilişkin süreçler değerlendirilmiş zorluklar ve başarı faktörleri irdelenmiştir. Anahtar Kelimeler Kamu Bütçesi, Plan- Bütçe İlişkisi, Stratejik Plan, Üniversitelerde Stratejik Planlama. Giriş Devlet, bütçe aracılığıyla gerçekleştirmeyi hedeflediği bir takım amaçlara ilişkin makro metinler üretmektedir. Kalkınma Planları, Orta Vadeli Programlar ve bütçeler en önemli örnekler arasında yer almaktadır. Bütçelemede, geleneksel olarak girdilerden çıktılara giden harcama mantığı, çıktıların da kabul edilebilir sonuçlar içermesini gerektirmektedir. Bu çıktıların zamanı, miktarı ve ne tür katkılar sağlayacağı yeni kamu mali yönetiminin ilgi alanındadır. Yeni kamu işletmeciği/yönetimi (NPM) görüşüyle de desteklenen bu yeni anlayış bütçeleme açısından, uzun vadede arzu edilen sonuçları sağlamada harcamacı kuruluşların mali yönetim kapasitesini olumsuz etkileyen unsurları tartışır. Bilindiği gibi bütün bu unsurlar, merkezi kontrollerin varlığına karşın, her kurumun kendi kurumsal kültürünü oluşturması gerekliliğini kendine konu edinir (Premchand, 1996: 5). Dolayısıyla bu yeni anlayış ile daha merkezin kontrolünden uzaklaşmış, yetki ve sorumlulukların açık bir şekilde ifade edildiği ve paylaşıldığı, mali kararlara proaktif katılımı sağlayan bir sistemin ortaya çıkması amaçlanmıştır. Bu yeni anlayış kamu kurumlarında plan-bütçe ilişkisinin sağlam temellere dayandırılmasını gerekli kılmaktadır. Bununla birlikte plan-bütçe ilişkisinin kurulmasında uygulanabilir bir plan, ve bu planın arkasında siyasi iradeyi ya da idari tasarrufu görmezden gelemeyiz. Bu çalışma plan-bütçe ilişkisinin kurulmasını üniversitelerin stratejik plan faaliyetleri kapsamında irdelemektedir. Bir yönetim aracı olarak stratejik planın açıklanması ve mali yönetim kapsamında kullanılacak bir araç olması onu kritik bir unsur haline getirmektedir. Ancak idari kapasite ve kurumsal etkinliğe ilişkin sorunlar stratejik planın etkin uygulanması önünde engel olarak durmaktadır. Literatürde her bir konuya ilişkin bağımsız çalışmalar bulunmakla beraber konunun birlikte ele alındığı çalışma yoktur. Bu açıdan plan bütçe ilişkisinin üniversite stratejik planlarını da ele alınarak incelenmesi, mevcut birtakım eksikliklerin ortaya çıkartılması açısından hem literatüre hem de uygulayıcılara önemli bir katkı sağlayacaktır. Gerçekleştirilen kamusal faaliyetlerin arzu edilen bir amaç için mi olduğu, doğru zaman ve finansman tercihi yapıldı mı daha da önemlisi büyük bir planın bir parçası olup olmadığı, artık tartışılmaktadır. * Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi [email protected] 85 Çalışmanın ilk kısmında plan-bütçe ilişkisinin kurulmasının gerekliliği anlatılmıştır. Sonrasında planbütçe ilişkisi açısından üniversite stratejik planları bu süreçte ilk üniversite stratejik planları yapan Orta Doğu teknik Üniversitesi ve Süleyman Demirel Üniversiteleri özelinde değerlendirilmiştir. 1. Plan- Bütçe İlişkisine Bakış Plan- bütçe ilişkisinin açıklanmasında bu iki kavramın kavramsal amaç uyumlarına dikkat çekerek konuyu ele almak yerinde olacaktır. Türk Dil Kurumu’na göre plan; “bir işin, bir eserin düzenlenmesi için uyulması gereken düzen” şeklinde tanımlanırken; bütçe ise “devlet ve öteki kuruluş veya toplulukların belirli bir dönem içindeki gelir ve giderlerinin oranlama niceliklerini önceden belirleyen, onaylayan ve bu işlemlerin yapılmasına izin veren kanun veya karar” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımlara göre bütçe ve plan, gelecek bir döneme ilişkin öngörüleri düzenlemeye yarayan araçlar olması dolayısıyla politika oluşturulması bakımından kuruluş düzeyinde ve/veya makro düzeyde birbirleri ile ilişkilendirilmesi gereken kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Plan kaynakların en uygun şekilde kullanılması hususunda referans bir belgedir. Bütçenin en önemli referansları arasında görülen planların, hayata geçirilmesi için mali imkanlarla desteklenmesi gerekmektedir. Kamusal kaynakların ne ölçüde hizmete dönüştürüleceği ve bu harcamaların da istendik ve beklendik sonuçlar doğurma niteliği önemli bir veridir. Ancak bunların önceliklendirilmesi ve bu konuya ilişkin kararlar verilmesine ilişkin durumlarda birtakım sorunlar yaşanması kaçınılmaz görülmektedir. Bütçenin siyasi fonksiyonu işte burada devreye girmekte ve bütçelerin mekanik bir yapıya bürünmesinin önüne geçmektedir. Mekanik yapı enflasyon ve deflatör gibi belirli katsayıların bütçe verilerinin oluşturulmasında tek belirleyici değişken haline gelmesidir. Bütçe yardımıyla milli gelirin ne kadarının kamu hizmeti için kullanılacağı belirlenmektedir. Bu yönüyle bütçeler toplumu oluşturan kesimlere kamu kesimi tarafından verilen bir taahhüt niteliğindedir (Tüğen,2007: 33). Bir ülkenin bütçecilik bakımından gelişme seviyesinin değerlendirilmesi demek, kamu kaynaklarının kamu hizmetlerinin görülmesinde ne ölçüde elverişli biçimde sistem ve tekniklerinin geliştirilip uygulanmasının belirlenmesidir (Arıkan, 1972: 3-5). Zira kamu tarafından bütçe yapılmasının ana nedeni kamu kesimine ayrılan kaynakların hangi hizmetlere, hangi ölçüde dağıtılacağına ait kararları yansıtan bir plan yapılması, kamu harcamalarını etkinlik açısından karşılaştırmaya olanak verecek bir sistemin meydana getirilmesi, kamu yönetiminin başarısının ölçülmesi ve yürütme organına gelirlerin toplanması ve harcamaların yapılmasına yetki verilmesi ve bu yetkinin denetimi olarak ifade edilebilir (Candan, 2007: 110). Plan – bütçe ilişkisine yönelik olumlu beklentiler sürecin bu şekilde işletilmesi halinde tüm sorunların üstesinden gelebileceği gibi bir kanaati ortaya çıkartmıştır. Ancak her uygulamada olabilecek birtakım istisna ve sürece etki eden faktörler plan-bütçe ilişkisi için de geçerlidir. 1.1. Plan Bütçe İlişkisinden Beklentiler Esasen plan- bütçe ilişkisinin önemini ve gerekliliğini ele alan genel tartışma çerçevesinin kaynağı kamu parasının kullanımı açısından temel bütçeleme sorunu olarak Key tarafından ortaya atılan (X) tutarındaki kamu kaynağının hangi temellere dayandırılarak A kamu faaliyeti yerine B kamu faaliyetine yönlendirildiğinin sorgulanmasıdır (Key, 1940: 1138). Literatürde bu sorunun politik ve teknik olmak üzere temelde iki açıklaması bulunmaktadır. Sorunun teknik açıdan izahı, siyasi kararların bütçesel kararlardan tamamen dışlanamayacağını kabul etmekle birlikte plan- bütçe ilişkisinin kurulmasına odaklanmaktadır (Hou ve Ma, * Bu açıklamaya karşı çıkan Ampirist yaklaşıma göre planlama ile ilişkisi kurulmayan bir bütçeleme sürecinin parçalı ve dağınık bir yapıda bulunacağı kabul edilmekle birlikte, plana bağlanmayan bir bütçe kaynak dağılımının sağlanmasında daha etkin olacaktır. Bu yaklaşımın savunucularından Wildawsky’ye göre bütçesel kararlarda siyasi etkiyi azaltmak mümkün olmadığından bütçesel kararları rasyonelleştirmeye çalışmak neticesi olmayan bir çabadır. (Hou ve Ma, 2006: 121) 86 2006 :118). Literatürde rasyonalist yaklaşım olarak adlandırılan bu türden açıklamalara göre kamu politikaları açıkça belirlenmiş hedefleri içermeli ve beraberinde söz konusu hedeflere ulaşılmasında alternatif araçlar sunmalıdır. Bu amaçla da, kamu gelirleri ve kamu harcamaları arasında sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır. Bu ilişki Hou ve Ma tarafından her bir harcama kalemi için fayda- maliyet analizi yapılması olarak önerilmiştir (Hou ve Ma, 2006: 121). Ancak bu yöntemin karmaşıklığı ve bazen de sosyal fayda gerekçesiyle önceliklerin sırasının değişebildiği bir gerçektir. Belki verilen harcama kalemlerinin etkisinin ölçülmesi ve bunların da plandaki yerinin sorgulanması, amaçlarla ne ölçüde örtüştüğünün tartışılması doğru olacaktır. * Buna göre denilebilir ki bütçelemenin temel hedefi, alternatif kullanımlar arasından amaca en uygun kaynak dağılımını gerçekleştirmektir. Bütçelemenin bu amacı, toplam kaynaklar sınırlı olduğundan bu kaynakların belirli bir dönemde alternatifler arasında dağılımında kamusal faaliyetlerin yerine getirilmesinde belirli miktardaki kamu parasının yaratacağı etkinin gözetilmesi gerektiği düşüncesine dayanmaktadır (Bonfield, 1949: 1218). Bu temel düşünceye dayanan arayışlar, siyasi faktörlere sıkı sıkıya bağlı bulunan bütçesel kararları harcama programlarının etkinlik ve verimlilik kriterlerine göre değerlendirildiği kararlarla değiştirmeyi amaçlamıştır. Gerçekten de bu amaçla, II. Dünya Savaşından sonra, çok çeşitli bütçe teknikleri geliştirilmiştir. Bu teknikler, plan-program bütçe, sıfır esaslı bütçe ve performans esaslı bütçeleme tekniklerini içermektedir (Dough ve Clynch, 2004: 21,22). Planlama faaliyetinin bütçeleme sürecine eklemleştirilmesi de aynı döneme rastlar. Bu bakımdan, plan- bütçe ilişkisinin kurulmasına ve geliştirilmesine yönelik sistematik çabaların özellikle II. Dünya Savaşından sonra başladığını ifade etmek yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Bu döneme ilişkin önemli satır başları olarak, II. Dünya Savaşının yıkıcı etkisinin ülkeler ve ulus-üstü kuruluşlar tarafından finanse edilmesi, Kore Savaşı gibi dünya milletlerini harekete geçiren eylemler, sosyal devlete ilişkin yapılan harcamaların etkisi ve 1970’li yıllarda bütün dünyayı etkisi altına alan terörist eylemlere karşı yapılan işbirlikleri söylenebilir. Bununla birlikte, bütçeleme, her zaman planlanan hedeflere ulaşmak üzere gelir ve harcama yapılarının sistematik olarak ilişkilendirilmesi süreci olarak algılanmıştır (Shick,1966: 244). Nitekim, bütçeler; eldeki kaynaklarla, ulaşılmak istenen amaçların en yüksek düzeyde gerçekleştirilmesi halinde etkinliği sağlamanın bir aleti olmaktadır (Tosun,2002: 3). Planlama, idarenin hedeflerini hedeflerdeki değişimleri saptamada, hedeflere ayrılacak kaynakları bulma, kullanma ve tahsis etmede önemli bir karar verme aracıdır. Plan, geleceğe ait kararların belli bir sistem içinde alınmasını sağlamaktadır. Bütçe ise, planın finansmanının, vazgeçilmez bir vasıtası olmuştur (Coşkun, 2000: 41,42). Buna göre bütçeleme, planların öngördüğü harcama programlarının bütçe formlarına ve kurallarına dönüştürülmesi ve bir anlamda kuruşlandırılmasıdır (Falay, 1987: 60). Başka bir ifade ile bütçeleme ile kamu kesiminin amaç ve hedefleri sayısallaştırılmakta ve sahip olduğu kaynaklar bu alanlara tahsis edilmektedir (Kızıltaş, 2005: 4). Söz konusu amaç ve hedefler ise plan dokümanlarında yer almaktadır. Bu konuya ilişkin Walker de (1944) plan- bütçe ilişkisinin, bu iki kavramın karşılıklı etkileşimine dayandığını belirtmektedir. Walker’a göre (1944) plan- bütçe ilişkisinin söz konusu karşılıklı etkileşiminin iki önemli boyutu bulunmaktadır. Buna göre politika oluşturma sürecinde mali kaynaklar sınırlı olduğundan belirli miktardaki kaynağın alternatif tercihler arasında dağılımında mantıklı bir değerlendirmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bakımdan öncelikli ihtiyaçlara uygun olarak iyi hazırlanmış bir plan, bütçe hazırlama sürecine önemli bir destek sağlamaktadır (Walker, 1944: 98). Walker plan- bütçe ilişkisinin diğer bir önemli boyutunu bütçenin kendi başına bir planlama faaliyeti olmasına dayandırmaktadır. Buna göre pek çok açıdan bütçe hazırlama faaliyeti planlama süreciyle benzerlik gösterir. Bilindiği gibi gelecek, ihtiyaçların tanımlanması ve önceliklendirilmesini gerektirmekte ve bu tanımlanmış faaliyetlerin tahmini gelir ve maliyetleri bütçe aracılığıyla ifade edilmektedir. Buna göre bütçeleme, harcama programlarına ayrılabilecek kaynaklar hakkında bilgi sağlayarak planlamaya önemli bir bilgi kaynağı oluşturmaktadır (Walker, 1944: 99). 87 Falay (1987) bütçelemenin bu niteliğini ve rolünü benimsemeyen planların akademik bir çalışmadan öteye gidemeyeceğini belirtmektedir (Falay, 1987: 89). Buna göre plan- bütçe ilişkisinin dayanağının açıklanmasında kullanılan temel argümanlardan birincisi ekonomide kıt olan kaynakların etkin kullanımının sağlanması, bir diğeri de her iki faaliyetin de içerdikleri bilgiler itibariyle birbirini tamamlayan bir özellik göstermesidir. Buna göre plan- bütçe ilişkisinin kurulması, üçüncü olarak, temel ortak amaçları barındırmaları dolayısıyla önem arz etmektedir. Ancak ne var ki, plan ve bütçe arasında ilişki kurulmasına yönelik ortaya koyulan ilk somut çabalar her iki aktörün de öncelikli olarak maliye politikası aracı şeklinde algılanması şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu durumun özellikle II. Dünya Savaşından sonra planlama faaliyetinin önem kazanmasıyla ilgisi bulunmaktadır. Bu dönemde planlama faaliyeti gelişmiş ülkelerde ekonomik istikrarın temini, gelişmekte olan ülkelerde ise ekonomik kalkınmanın sağlanması ve takip edilmesi için yol gösterici bir araç olarak ele alınmış ve bütçe teknikleri de bu ihtiyaca uygun olarak gelişim göstermiştir (Tüğen, 1986:8-9). Ancak bununla birlikte, günümüzde kamu hizmetlerinin kalitesinin arttırılmasına yönelik giderek baskın hale gelen vatandaş talepleri plan- bütçe ilişkisinin kurulmasında bu hususun da takip edilmesini gerektirmektedir. Nitekim plan- bütçe ilişkisine yönelik adı geçen çalışmasında Tüğen, bütçenin kamu kesimi yanında özel kesim üzerindeki etkilerinin bir sonucu olarak politika aracı olma işlevine ve kamusal gelir kaynaklarının arttırılmasında sınıra gelindiğine dikkat çekmekte ve kamusal hizmetlere olan talebi karşılamada çekilen güçlük dolayısıyla planlarla uyumlu bütçeler yapılması gereğinin önemine işaret emektedir. Buna göre günümüzde bütçenin aynı zamanda yönetsel bir araç olması dolayısıyla planlama ve bütçeleme arasındaki dengeli bir ilişki, kamu kesiminin yönetim kapasitesinin geliştirilmesinde gelişmişlik farklılıklarına rağmen bütün ülkelerde zorunlu bir ihtiyaçtır (Hou ve Ma, 2006:). Bu açıdan bakıldığında kuruluş seviyesinde hazırlanan bütçe tekliflerinin belirli referanslarının olması, bu referanslar doğrultusunda planlara bağlanması ve bütçe uygulamalarının planlarla uyumunun yönetsel sorumluluk çerçevesinde gözetilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi, günümüzde devletin genişleyen sorumluluklarına paralel artan vergi yükü ile birlikte vatandaşlar ödedikleri vergilerin nasıl kullanıldığı konusunda daha hassas hale gelmiş, dolayısıyla parasını emanet ettiği kurumlardan daha kaliteli hizmet bekler olmuştur. Nitekim özellikle 1990’lı yıllardan itibaren artan harcamalara karşın bu harcamaların etkisi ve ne başarıldığı sorgulanır olmuştur. Vatandaşlar tarafından yapılan bu sorgulamalar kamu parasının kullanımının etkinliği konusunda siyasiler üzerindeki baskıları arttırdıkça, kamu kuruluşlarının kamu kesimi hizmetlerini ve bu hizmetler sonucunda ortaya çıkan pozitif sonuçların tanımlaması beklentisi de artmıştır (Turkewitz, 2004: 109). Bu düşüncelerden hareketledir ki sivil toplum da olaya müdahil olmuş, vergilerin hangi amaçlar için kullanıldığını ve bütçelerin nasıl harcanıp ne tür sonuçlar doğurduğunu gösteren hem örgütlenmelere gitmişler hem de bu hususlara ilişkin kurumsal raporlar hazırlar olmuşlardır. Haliyle tüm bu beklentiler, kamu kurumlarının faaliyetlerinde ölçülebilir hedefler belirlenmesi ve sorumlulukların tespiti, hedeflerin gerçekleştirilmesi için nelere ihtiyaç duyulduğunun planlanması, işin yapılması ve gelişmenin izlenmesi, sonuçların raporlanması, sonuçların bir değerlendirmeye tabi tutulması ve geri bildirim alınması çerçevesinde hizmet sunma sürecini yönetsel sorumluluk olarak değiştirmiş ve hesap verme sorumluluk ilişkilerini bu çerçevede geliştirmiştir (Polat, 2003: 71). Kamu kurumlarınca hizmet sunma süreçlerinin bu şekilde bir değişim içerisine girmesi hem kurumsal kapasitenin arttırılması ve hesap verebilirliği etkinleştirmesi açısından hem de mali yönetimin olgunluğu ve belirli amaçları gerçekleştirebilir olması bakımından gerekli görülmektedir (Sakal ve Şahin, 2008: 6,7). Buna göre kurum faaliyetlerinin etkinliğinin ölçülmesi suretiyle kurumsal kapasitenin geliştirilmesinde ve hesap verebilirliğinin sağlanmasında plan- bütçe ilişkisinin gözetilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. 88 Dolayısıyla kamu kurumları, gidecekleri yolun haritasını belirlemek üzere etkin bir planlama yapmak ve planlanan faaliyetleri ne ölçüde yerine getirebildiklerini değerlendirmek durumundadırlar. Bu sebeple, her bir kurum yöneticisi kendi karar alma süreci için problemli alanları belirleyerek, alternatifler arasında seçim yapma ve tercihlerini rasyonelleştirmek üzere bir kılavuza ihtiyaç duymaktadır (Gross,1969:113). Zaman zaman kurumsal yapılar bu misyonu üstlense de bağlayıcı metinler özellikle stratejik planlar bir yol haritası hüviyetini kazanmıştır. Belki burada benimsenmiş ve farkındalığı yüksek bir stratejik planın varlığına dikkat çekmek yerinde olacaktır. Bu anlamda kamu kurumlarında etkin mali yönetimin bir unsuru olarak da mali kararlara aktif katılım fazlasıyla önem kazanmıştır. 1.2. Plan Bütçe İlişkisinde Boyut ve Nitelik Bütçelerden beklenen, kamusal hizmet üreten kurumların kendilerine tahsis edilen belirli kaynaklarla sadece birtakım çıktılar üretmesi değildir. Dahası ve olması gereken öngörülen, arzu edilen planlanan sonuçlara ulaşılmasıdır. Plan- bütçe ilişkisinin kurulmasında öncelikle kurumsal performans hedeflerinin planlanması gelmektedir. Performansın bu şekilde planlanmasından günümüzde yönetimin niteliği, uygulama itibariyle stratejik yönetim; uygulamadaki adıyla stratejik planlama anlaşılmaktadır. Stratejik planın hazırlanması aşamasından sonra ise ikinci aşamayı, stratejik planlama ile belirlenen performansın daha yakın vadeli dönemler itibariyle programlandırılması ve hedef-maliyet- kaynak yapısının tesbit edilmesi oluşturmaktadır. Bu sayede planbütçe ilişkisi kurulmuş olacak ve sonuçta stratejik öncelikler doğrultusunda rasyonel bir temelle hazırlanan bütçelerin performans esaslı olarak değerlendirilmesi ve denetlenmesine zemin hazırlanması sağlanacaktır (Acar ve Şahin, 2008:88-89). Şekil- 1: Plan-Bütçe İlişkisinin Niteliği Kaynak: (Şimşek, 2008) Şekil-1, veri üreten ve ürettiği verileri yönetimde kullanan bir sürece dikkat çekmektedir. Çünkü verileme analizin, analiz raporlamanın ve her bir rapor da karar almanın bir aracıdır. Yukarıda işaret edilen aşamalardan geçen başarılı kurumların planlama, bütçeleme ve performans programları/ölçümleri arasındaki etkileşime büyük önem verdiği görülecektir. Üretilen veriler bilgi sistemlerinin kritik noktalarını ve yönetim süreçlerini tehdit eden unsurları ve dolayısıyla muhtemel B planlarını göstermesi açısından 89 önemlidir. Böylelikle kurum misyonunun yerine getirilmesinde güçlü bir bilgi sistemi, uygulamaların kontrolünü sağlar ve düzenli değerlendirmeleri mümkün kılar. Sonuçta yönetim aldığı kararlar ve kullandığı kamu kaynakları konusunda isabetli davranacaktır. Plan ile ilişkisi bulunmayan bütçeleme, bugünün önceliklerinin gelecekteki değerinin hesaplanamamasına yol açar. Performans ölçüm sistemi ile ilişkisi kurulmadığında ise hatalar ortaya çıkartılamaz ve dolayısıyla planların revize edilebilmesi de mümkün olmaz. Bütçe ile bağlantısı bulunmayan planlama faaliyeti ise sadece iyi niyetli bir temenni olarak kalır (GAO, 1994: 32). Bununla birlikte nitelikli bir planlama ve bütçeleme faaliyetinden bahsedilmek için veri ambarlarının, analiz merkezlerinin ve sürekli ve düzenli raporlama yapan birimlerin varlığına ihtiyaç bulunmaktadır. Plan ve bütçe ilişkisinin güçlendirilmesine yönelik ortaya koyulan bu yaklaşımların kurumsallaştırılmasında hesap verebilirlik ve saydamlık anlayışı çerçevesinde nitelikli bilgi akışının önemli bir rolü bulunmaktadır. Bilginin işlenip plana dönüşmesi, planın izlenmesi; sonuçta raporlamanın gerçekleştirilip varsa sapmaların belirlenmesi ve arzu edilen duruma ilişkin yeni amaç ve hedeflerin oluşturulması, planı stratejik olmaya zorlamaktadır. 2. Stratejik Planlama: Biraz Tarih, Biraz Nedensellik Strateji kavramının bilinen en eski kullanımı, Çinli bir general olan Sun Tzu’nun MÖ 500 yılında yazdığı “Savaş Sanatı” (The Art of War) adlı eserinin dördüncü bölümünde başlık olarak görülmektedir. Strateji, çağrışım olarak askeri bir kavram olmakla birlikte askerlerden iş adamlarına, sporculardan pazarlamacılara, diplomasi uzmanlarından iktisatçılara kadar çok geniş yelpazeli meslek gruplarında kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu kadar farklı kesim tarafından kullanılan bu kavrama, farklı anlamlar yüklenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Stratejiyi, belirlenmiş bir amaç veya hedefin başarılması için, beşeri ve fiziki tüm kaynakların kullanılması ve bu uğurda izlenecek yol ve yöntemler olarak tanımlamak mümkündür. Mutâd alışkanlıkları bir yana bırakıp, bir bütün içinde daha büyük öneme sahip olana yönelme; böylece üretilen farklı çözümler sayesinde önceden belirlenmiş amaç ve hedeflere ulaşmak şeklinde de tanımlanabilir. Konu, vergilerle oluşturulan bir kamu kurumu ya da işletmesi için düşünüldüğünde strateji, verimlilik ve etkinliğe dayalı faaliyetler olarak görülmektedir. Burada orta ve uzun vadeli bir dönemden söz edilmektedir. Ancak zaman kaygısından uzak olarak, stratejinin bütün tanımlarında, düşünce ve iş kalitesine vurgu yapıldığı açıktır. Öncelikle askeri bir kavram olarak ortaya çıkan stratejik planlama, işletme bilimi sayesinde bütün toplumda yaygın olarak kullanılmaya başlanmış bir teknik ve yöntemdir. Zaman olarak ele alındığında stratejik planlamanın uzun dönemli bir bakış açısını kapsadığı görülecektir. Bu durum salt bir planlama süreci değil; paydaşlık yaklaşımı, rekabet, uzlaşı ve işbirliğini zorunlu kılan ve kurumsal farkındalık sayesinde başarıyı hedefleyen bir süreçtir. Stratejik Planlama örgütün ne olduğu, ne yaptığı ve neyi neden yaptığına şekil veren ve yol gösteren temel kararları ve eylemleri üretmek için disipline edilmiş bir çabadır. (Bryson, John M., Strategic Planning for Public and Non-profit Organizations, 1995, s.4). Stratejik Planlama ana hatlarıyla en iyi sonuçları almak için etkili bilgi toplama, Stratejik alternatif geliştirme, araştırma ve şimdiki kararların gelecekteki çıkarımları üzerine vurgu gerektirir. Stratejik Planlama iletişim ve katılımı kolaylaştırır, muhalif ilgi ve değerleri barındırır, akıllı ve makul olarak analitik karar vermeyi ve başarılı bir icrayı sağlar Stratejik planlamanın bir yöntem olarak tercih edilmesinde Bain&Company gibi ABD’nin öncü yönetim danışmanlık şirketinin, onsekiz yıldan beri bütün dünyada her yıl yaptığı “Yönetim Araçları” (Management Tools) Anketi’nin etkisi büyüktür. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi Kontrol Kanunu’nun gerek yasalaşma gerekse de yürürlüğe girdiği dönemlerde açık ara birinciliği bulunan bir yönetim aracı stratejik planlamadır. Hala daha %80’ler düzeyinde bir tercih ve ortalama 4/5 gibi bir tatmin düzeyini korumaktadır. 90 Kaynak: http://www.bain.com/publications/articles/management-tools-2011-strategic-planning.aspx Stratejik plana özel şirketlerin artan ilgisi yanında, belediyeler, il özel idareleri dahil, tüm kamu kurum ve kuruluşları da giderek daha çok uyum sağlamakta ve nispeten etkin planlar hazırlama sürecine girmektedir. Ancak yasal bir sonuç olarak algılanan stratejik planlama ile ilgili değişik yasalarda yapılan tanımlarda, “kuruma rekabet avantajı kazandıracak farklı stratejiler üretme” kurgusuna rastlanmamakta, kurumlarda da bu kaygı görülmemektedir. Bu durumda ise geriye sadece stratejik planın, uzun dönemli bir plan olma tanımı kalmaktadır. Uzun dönemli planlar da kurumların kaynaklarını “rasyonel” kullanabilmeleri açısından son derece önemlidir. Zaten bu sürecin en önemli kavramlarından birisi kaynakların etkin ve verimli kullanılmasıdır. Kurumsal rekabet, kamusal etkinlik ve hizmet niteliğini iyileştirici birtakım temel varsayımlar plandan uzak tutulduğunda sadece geleceğin tahmini gibi son derece alt düzey bir çalışma yürütülmüş olur. Bu durumun aşılması için “plana, kuruma rekabet avantajı kazandıracak farklı stratejiler içermesi” fonksiyonunu yüklemek gerekmektedir. Bu kapsamda, özel sektör işletmeleri bir yana bırakıldığında, ilk akla gelen husus “kamu kurumlarının rakibi var mıdır?” sorusudur. Bunun cevabı “Kesinlikle vardır” olacaktır (Drucker, 2009). Kıt kaynakların en etkin kullanımı, toplumsal faydanın arttırılması ve kamu kaynaklarının farklı hizmet birimlerine dağıtılmasıyla ilgili en önemli araçlardan birisi tereddütsüz stratejik plan olacaktır. Bu anlamda neden bir plana ihtiyaç duyulduğu sorusuna cevap arandığında temel amaç ve hedefleri destekleyen ve onlarla uyumlu stratejik planların kamu kaynağını kullanmada etkin ve sonuçta başarı şansını arttırdığı görülecektir. 2.1. Stratejik Plan: Hesap Şaşar mı? Stratejik Plan bir dizi amaç ve hedefler yanı sıra bunlara ilişkin faaliyetleri de içermektedir. Dolayısıyla hedefler sapmalar, süreçlerde aksamalar kaçınılmaz görülmelidir. Ancak bunların en aza indirgenmesi risk faktörlerinin belirlenmesi önemlidir. Bir stratejik planın etkin olarak uygulanabilmesinin önünde dört engel bulunduğu tespit edilmiştir: Vizyon engeli - kurum hedefinin ve stratejisinin onları uygulamakla sorumlu çalışanlar tarafından yeterince anlaşılmamış olması, (araştırmalar, çalışanların sadece %5’inin kurum stratejisini anladığını göstermektedir.) Operasyonel engel - bütçeleme, yatırım planlaması gibi yönetim sistemlerinin uzun vadeli stratejik yaklaşımların öğrenme odaklı olmaması ve süreçlerin düzenli desteklenmemesi, (kuruluşların %60’ı bütçelerini kurum stratejileri ile ilişkilendirmiyor, kurum bütçelerinde yönetilebilen alan da gittikçe küçülmektedir.) 91 Yönetim engeli - üst yönetimin zamanını günlük sorunları çözmek için kullanıp, stratejik düşünceye yeterince eğilmemesi, (acil işlerin önemli işlerin önüne geçmesi - strateji ile ilgili konulara bir ayda, yöneticilerin %85’i bir saatten az vakit ayırabilmektedir.) İnsan engeli - insan kaynakları yönetim ve teşvik sistemlerinin stratejik düşünce ve stratejik plan ile bağlantısının kurulmamış olması. (ödül ve ceza mekanizmalarına bağlı, cesaretlendirme ve desteklemeler hatta yanlışları düzeltmeyle ilgili süreçler gelişememektedir.) Yönetimin ayrılmaz bir parçası olan planlama; esnek ve sürekli yenilenmeye açık olan bir Stratejik Planlama olmalıdır. (Steiner, George Albert, “Strategic Planning: What Every Manager Must Know”, 1979, s.3). Burada dengelenmesi ve geliştirilmesi gereken en önemli sorun kurumsal stratejilerdir. Kurum stratejisi, kurumun hedeflediği kesim üzerinde olumlu etki bırakması, başarılı bir şekilde rekabet etmesi ve kendisinden hizmet alanları memnun edecek iyi kurum performansına ulaşmak için sahip olduğu “kurgu”yu yönetmesidir. Bu yönüyle strateji, kurumun var oluş gayesine uygun davranmayı sürdürebildiği gibi kendisinden hizmet alanların bağlılığını sağlayarak; diğer hizmet veren birimler ve rakipler üzerinde sürdürülebilir rekabet avantajı da elde edebilir. Bu sürecin pekişmesi uzun vadeli hedefleri gerçekleştirmeye yönelik kısa vadeli eylem planlarının oluşturulmasıyla mümkündür. Stratejik plan konusunda beklenen tüm yararları elde etmek kolay olmayabilir. Sürecin ortalarında ve Stratejik sorunları tanıma safhasında entegrasyon güç görülebilir. Ancak, Rosabeth Mass Konter’in belirttiği gibi “her yenilik başlangıçta veya ortalarda bir başarısızlıktır.” Büyük kazançları elde etmek uzun zaman alabilir. Stratejik Planlama bir defa yapılan bir işlem değildir; ortaya çıkan fırsatlara göre tekrarlanan bir süreçtir. Bu nedenle sadece Stratejik Planlama yapmak yeterli değildir. Plan yapmanın yanında, yöneticilerin Stratejik düşünme ve vizyon geliştirme niteliklerinin güçlendirilmesi de gerekmektedir. 2.2. Üniversitelerde Stratejik Planlama: Örgütlü Anarşiye Öneri Ülkemizde yükseköğretim konusunda sorulması gereken sorular arasında ilki “işgücünün ne kadar eğitimli olduğu ve bu işgücünün küreselleşmiş bir dünyada rekabet edip edemeyeceğidir.” İkinci soru ise “Türk eğitim sisteminin ülkenin rekabet halinde olduğu ülkelerle uygun bir karşılaştırmaya tabi olup olmadığı,” Türkiye’nin AB’ye yetişmesinde ve katılımında tercih edilir hale gelmesinde ne tür bir eğitim stratejisi takip edeceğidir. Üniversiteler için tasarlanan reformlar, üniversiteler bünyesinde, sağlam bir kalite güvence sistemi geliştirmeyi hedeflemektedir. Üniversitelere kendi bütçeleri üzerinde daha fazla yönetsel ve mali özerklik tanınmalı ki değişen araştırma ve beceri talebine uyum sağlama yeteneklerini arttırsınlar. Bu konuya ilişkin Orta vadeli Programların genel öngörüsü idari ve mali özerkliğin geliştirilmesi ve üniversitelerin uzmanlaşarak rekabetçi bir yapıya kavuşturulması yönündedir. Bir finansman modeliyle üniversitelere çok yıllı finansman sağlandığında kaynak kullanımında etkinlik görülecektir. Üniversiteler bilgiyi ürettiği kadar bunu pazarlayabilmelidir de… Mütevelli heyetleri kadar yeni oluşturulacak kamu mütevelli heyetlerine hesap verir hale getirmek, üniversiteleri sadece Sayıştay ve Maliye’ye hesap verir olmaktan çıkartacaktır. The Economist’in 10.09.2005 tarihli sayısında, üniversiteleri değişime zorlayan temel nedenler olarak şunlar söylenmektedir: • Yüksek Öğretimin demokratikleşmesi • Bilgi ekonomisinin yükselişi • Küreselleşme • Rekabet. 92 Burada yükseköğretim hizmeti için yeni tanışılan ve fark edilen alan “rekabet” tir. Önceleri, ya da birkaç yıl öncesine kadar salt kamu hizmeti ya da eğitim hizmeti sunmak önemli bir şey olarak algılanırken şimdilerde nitelik ön plana çıkmaya başlamıştır. Dolayısıyla hizmetten yararlananların beklentisi de ona göre artmıştır. Her ilde bir üniversite fikrini benimsemiş merkezi yönetim için bunun şartlarının oluşması “hizmette yarış, rekabet edebilirlik ve nitelikli kamu hizmetinin sunumuyla” mümkün olacaktır. Günümüzde şirketlerin bile sadece bölgesel pazarda başarılı olma fikri tarihe karışmıştır. Üniversitelerin de yaklaşımı böyledir. Bu açıdan bakıldığında, ”rakiplere karşı rekabet avantajı sağlayacak stratejilerin üretilme süreci” * olan stratejik planlamanın önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bir yandan yeni üniversitelerin açılması öte yandan sınırlı kaynaklar, planlamayı bir kez daha zorunlu kılmaktadır. Hemen hemen her üniversite için yetişmiş akademik personelin yeni kurulanlara gidebileceği ihtimali de birer tehdit olarak karşılarında durmaktadır. Bu bağlamda üniversiteler şunları yapmalıdır: • Stratejik Planlarını hazırlamalı; misyon ve vizyonlarını belirlemeli, yol haritalarını çizmelidir. • Kalite Yönetimi ile yol almalıdırlar. • Kullandıkları kamusal kaynağı ve aldıkları yolu verilerle değerlendirerek ne kadar güvence sağladıklarını ölçmelidirler. 3. Hayal ve Beklentiler Arasında SDÜ’de Stratejik Planlama Süleyman Demirel Üniversitesi 1992 yılında kurulmuş bir üniversite olarak stratejik planın öneminin farkındadır. Yaklaşık 50.000 öğrencisi, ~2500 Akademik personeli ile Türk üniversiteleri içinde oldukça kalabalık sayılabilecek yüksek öğretim kurumlarından biri olarak görülmektedir. Hemen hemen Türk yüksek öğretiminin hemen her alanına ilişkin oluşturulan ve eğitim verebilen fakülte, MYO ve Enstitüleri ve sayısı 40’ı bulan Araştırma Merkezleri ve genç akademisyen kadrosu ile SDÜ Türkiye’nin yarınlarında söz sahibi olabilecek bir konuma doğru hızla ilerlemektedir. 2006’da başlayan EUA süreci de üniversitenin bazı gelişmeleri daha hızlı yaşamasına ve olayların daha erken farkına varmasına yol açmıştır. Akademik ve idari birimler düzeyinde yürütülen her iki çalışma sonucunda kazanılan deneyimler bir dizi olumlu beklentiyi de beraberinde getirmiştir: • Süleyman Demirel Üniversitesinin stratejik plan sürecinden en önemli beklentisi, üniversitede bir kalite kültürünün yerleşmesi ve “önce insan” anlayışıyla kendisine, bulunduğu topluma ve insanlığa faydalı bireyler kazandırma konusunda sorumluluk üstlenmektir. • Üniversite üst yönetimi ve stratejik plan sürecinde aktif rol alanlar, kalite sürecinin sürekli iyileştirmeye dayanan, düzenli eğitim ve öğrenmeye dayalı ucu açık ve sürekli bir süreç olduğunun farkındadır. • Paydaş katkısının önemi çok açık ve net bir şekilde anlaşılmış ve kurumun yeni dönem stratejilerinde bu konuya ayrı bir önem verilerek ele alınmıştır. İç ve dış paydaşların etkin katılımının sağlanması, çalışmaların sağlığı, sonuçların benimsenmesi ve planların uygulanması açısından yararlı bulunmaktadır. • Stratejik Plan sürecinin gelişimi ve sürecin bu aşamaya gelmesi tamamen üst yönetimin ve üniversite birimlerinin desteği ile gerçekleşmiştir. Henüz yeni üniversiteler arasında sayılabilecek bir üniversite olarak SDÜ’nün öz değerlendirme ve stratejik planlama çalışmalarındaki amatör ruhun, kurumun en küçük birimlerine kadar yaygınlaştırılması; bu çalışmaların sadece Üniversite düzeyinde kalmayıp, bir model oluşturularak tüm üniversitelere hatta Türkiye’nin yüksek öğretim stratejisine temel teşkil edecek şekilde tartışmaya açılması, merkezden planlanan ve sıklıkla değiştirilmek zorunda kalınan modellere alternatif teşkil edecek ve sahiplenmeyi arttıracaktır. * Andrew Vorkink, Türkiye’nin Eğitim Sisteminin AB Üyeliği İçin Hazırlanması. 20 Ocak 2006 Antalya Eğitim Konferansı. http://www.worldbank.org 93 • Stratejik plan çalışmaları bilim/anabilim dalı ve bölümlerden fakültelere ve sonrasında üniversitenin stratejik planının hazırlanmasına doğru sürdürülmüştür. SDÜ I. Stratejik Planlama Çalıştayı ana stratejilerin belirlenmesinde etkili olmuştur. Ancak bir üniversitenin stratejik planının Türk yüksek öğretiminin stratejileri ile uyumlu olması ne kadar mantıklı ise finansmanın da o ölçüde dengeli, bilim/anabilimdalı ve enstitü anabilim ve anasanat dallarının stratejilerinin de fakülte ve üniversitenin genel stratejileri ile uyumlu olması ve bu anlamda genel stratejik amaçların gözden geçirilerek bu uyumun değerlendirilmesi yerinde olacaktır. • Bir stratejik planın etkinliği için öncelikle referans aldığı temellerin etkin ve üzerinden politika üretilebilecek verilerin sağlıklı olması gerekmektedir. Bunun için etkin bir performans bilgi sisteminin oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Kurumun kendisini yine kendisiyle kıyaslayıp değerlendirebilecek, yurt çapında ve uluslar arası düzeyde benzerleriyle karşılaştırmalar yapabilecek veri setleri oluşturulmalıdır. • Faaliyet raporlarına etkinlik kazandırılmalı ve hesap verebilirlik mantığına uygun olarak raporlamaya gidilmelidir. Bunun için standartlar oluşturulmalı, sapmaların nasıl giderileceğine ilişkin önlemler tartışılmalı; hatta iyi örneklere ilişkin eylem planlarına yer verilmelidir. • Bu sürecin Süleyman Demirel Üniversitesi kalite çalışmalarında önemli bir basamak olacağı düşünülmektedir. Üniversite yönetimi bütün bu çalışmaların Üniversitenin kurumsallaşması ile nitelikli kamu hizmeti vermesinde ciddi bir adımı teşkil edeceğinin farkındadır. 3.1. SDÜ Stratejik Planlama Sürecinin Kritik Başarı Faktörleri: Öz-eleştiri • Stratejik Planlamada en önemli handikaplar arasında neden-sonuç ve plan-bütçe/ girdi-çıktı ilişkisine dayanan senaryolar üretebilme yeteneğinin zayıf olması yatmaktadır. Bu engel SDÜ süreci için de söylenebilir. Özellikle stratejik planın mali boyutu ve hizmetlerin stratejik plan doğrultusunda fiyatlandırılması ve buna sadık kalınması hususu şimdilik önemli bir başarı eşiği olarak görülmektedir. • Stratejik plan süreci ağır iş yükü ve stresi de beraberinde getirmektedir. Sonuçta plan yönetimin kendisini ifade tarzı olacaktır. Süreçlerde görev alanların profesyonellerden oluşmaması, salt gönüllülük esasına dayanan çalışma takvimi programın aksamasına, hatta programın başarısına da etki edebilecektir. • Kurumsal gelişim ve stratejik plan süreci, kurumda bütünsel bir hareketi gerektirmekte ve bu anlayışın yerleşmesi başarı açısından önem taşımaktadır. Bunun için atılacak adımların net olması, katılımın tam olması, özellikle daha iyiye yönelik çabaların desteklenmesi ve özendirilmesi gerekmektedir. Bunun için “biz zaten iyiyiz” ve “bizden daha kötüleri de var” yaklaşımlarından mümkün olduğunca uzak durmak gerekmektedir. • İç ve dış paydaşlarla sağlanacak sistematik, başarılı etkileşim süreçleri ve koordinasyon, başarı için önemli olacaktır. Bu anlamda üretilen hizmetin niteliği ve öğrenci merkezli yaklaşımlar sonuçların tatminkâr olması konusunda dikkate değer bulunmaktadır. • SDÜ stratejik planını haklı olarak çalışan memnuniyetine dayandırmıştır. “Kendi işinden başkasına karışmayan” sorumluluk almayan ve işinin gereklerini yerine getirmeyen personel, bir kurum için en önemli engeldir. Plan süreci ilk olarak kişilerin belleklerinde oluşan statü kaybı ve değişime direnç ile mücadele etmek zorundadır. Buna yüksek beklentiler ve karşılanamayan talepler de eklendiğinde başarısızlık kaçınılmaz olacaktır. • Üniversite gibi kurumların bir asıl varlık nedeni, bir de lojistik kısmının olduğu dikkate alınmalıdır. Lojistiğin olmadığı ve geride kalan süreçlere katılmak “istemeyen” personelin ne takdir ne tekdir ile kurumsal stratejilere doğru yönlendirilemediği durumlarda üst yöneticiler “yetkisiz” durumdadır. 3.2. SDÜ Stratejik Planlama Sürecinden Alınan Dersler Kâr amacı gütmeyen kuruluşlarda ve üniversitelerde kurumsal değerlendirme ve stratejik planlama konusunda da değişik yaklaşımlar ve modeller olduğu bilinmektedir. (Napier ve diğerleri, 1998; Nutt ve Backoff, 1992; Rowley ve diğerleri, 1997). 94 Süleyman Demirel Üniversitesi stratejik plan çalışmasında, ayrıntılı ve sayısal veriler üzerinden hareket edilmiş, mevcut durumlara yer verilmiş ve bu konuda değerlendirmelere gidilmiştir. Öncelikle stratejik plan bilgi formları oluşturulmuş, sayısal yön ağırlıklı bir yaklaşım geliştirilmiş ve önceliğin tutarlı ve anlaşılabilir bir “gelecek resmi” çizmeye yatkın olmasına çalışılmıştır. Bu resme nasıl ulaşılacağını netleştirecek detaylar ve özel planlar elbette ki gereklidir; ancak sürecin değer yaratacak ve büyüteç altında tutulması gereken kısmı gerekçe sağlayan ve yön çizen aşamalardır. Diğer bir deyişle, stratejik planlamanın üniversiteler ve diğer kurumlara esas katkısı kurumun varlık nedenini oluşturmak, gelecek projeksiyonunu yapmak ve mevcutların nasıl yönlendirilip üzerinden stratejiler üretilebileceğini göstermek olacaktır. SDÜ için tasarlanan bu stratejik plan çalışması tamamen özgün ve kurum içi gelişmelere dayanmaktadır. 2011-2015 dönemi için ikinci stratejik planını da hazırlayan bir üniversite olarak SDÜ, diğer Türk üniversiteleri ve kamu kurumları için bir örnek oluşturulabileceğini görmüştür. Zaten 5018 sayılı Kamu Mali yönetimi Kontrol Kanunu ve YÖK’ün 21 Eylül 2005 tarihli Yükseköğretim Kurumlarında Akademik Değerlendirme ve Kalite Kontrol Yönetmeliği çerçevesinde, tüm Türk üniversiteleri bu sürece katılmıştır. Devam eden “kamu yönetimi reformu” mevzuat çalışmaları, “performansa dayalı bütçeleme” uygulaması ve DPT’nin tüm kamu kurumlarında uygulanmak üzere yürütmekte olduğu “kurumsal stratejik planlama” süreci, performans ölçümü ve stratejik planlama konularını da kamu sektörünün tümü için daha güncel hale getirmiştir. Özellikle IX. Plan çalışmalarının temel referanslarından birisini oluşturan stratejik yönetim ve stratejik planlama yaklaşımı uygulamanın yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Türkiye’de genel kamu kurumlarında yaygın olan “salt-iş / hizmet” anlayışı üniversitelerde de görülmekte ve yapılan işin niteliğine ilişkin gayret ve çalışmalar gözetilmemektedir. Özellikle stratejik plan sürecinin kalite ve planlama kültürünün yaygınlaşmasına ve kalite yönetimi uygulamasının bir süreç olduğunun anlaşılmasına yol açacaktır. Birçok akademik birim bu sürece çok hevesli olarak katılmış ancak bu konuda ne kadar ilerleyebileceğini kestirememesi ve planın performans programıyla desteklenip kaynakların yönlendirilmesi sorunu hep bir soru işareti olarak kalmıştır. Üstelik planlama çalışmalarının bazı birimlerde birkaç kişiye yıkılması, ağır iş yükünün maddi ve duygusal karşılığının olmaması ile birleşince beklenen ölçüde faydalar yerine kaygıların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Planlamaya ilişkin kaynak yetersizliği, finansman boyutunun bütçeyle entegre olamayışı altyapı eksikleri plandan beklentileri olumsuz etkilemektedir. Buna bir de statü ve konum kaybı endişesi de eklenince, değişime dolayısıyla planın değiştirici ve dönüştürücü etkisine karşı direncin de artmasına sebep olmuştur. Hedef, amaç ve yaklaşımların yeterince anlaşılamamasından, kişisel beklentilerin karşılanamamasından dolayı katılım ve motivasyon düşüklüğü yaşanmıştır. Eski iş görme alışkanlıklarının yavaş değişimi, nesnelliğe, denetim ve açıklığa alışmanın güçlüğü de bir başka handikap oluşturmuştur. İlgili konularda “eğitim açığı” sürekli eğitimi “şart” hale getirmiştir. 4. Kurumsal Bilginin Üretilmesi Açısından Plan-Bütçe İlişkisi Plan-bütçe ilişkisinin sağlıklı bir şekilde yapılandırılmasında öncelikli olarak kurum içi raporlamanın sağlıklı zemine oturtulması uygulama sonuçlarının takip edilebilmesi ve kurum içi katılımcılığın sağlanabilmesi açısından önemli olmaktadır. Bu da gerekli verilerin derlenmesi, analiz edilmesi ve raporlanmasını zorunlu kılmaktadır. Böylece verilerin toplanmasından sonra oluşturulan kurumsal bilgi setleri, yöneticilerin karar almasını ve kararlarındaki isabeti kolaylaştıracaktır. Nitekim, iç denetim, yönetimin bir parçası olduğu halde, fonksiyonel anlamda bağımsızlığa sahip bir mekanizma olarak faaliyette bulunmakta ve bu nedenle kurum ve kuruluşlarda yönetsel hesap verebilirlik anlayışının yerleşmesine büyük katkı sağlamaktadır. Ayrıca iç denetim, bireysel işlemleri incelemek yerine sistem odaklı bir denetim faaliyetine dayanmakta ve program sonuçlarının kalitesi üzerine odaklanmaktadır (Tek,2004:3-6). 95 Buna göre stratejik planın geliştirilme sürecinin iç denetçiler tarafından özel bir denetim alanı şeklinde ele alınması sağlanabilir. Bu amaçla kurum iç denetçileri birim yönergelerinde stratejik planlamanın değerlendirilmesini konu edinebilir. Nitekim stratejik planlama performans göstergelerinin belirlenmesine ve uygulamanın takip edilmesinde kılavuz niteliği göstermesi açısından kurum faaliyetlerinin şekillendirilmesinde önemli bir alanı teşkil etmektedir. Öte yandan stratejik planlama sürecinin denetiminde planın üst politikalarla uyumu, kurum içi katılımcılığın sağlanıp sağlanmadığı, planda yer alan hedeflerin gerçekçi olup olmadığı gibi unsurların da değerlendirilmesi gerekmektedir. Buna göre stratejik plan ölçülmesi gereken performansı tanımlarken, performans ölçümü stratejik plan hedeflerinin değerlendirilmesinde geri besleme sağlar (Dusenbury,2000: 1). Stratejik plan etkin bir performans ölçüm sisteminin temelini teşkil etmektedir. Bu sebeple stratejik planlamanın önemli unsurları ve bunların performans ölçümü sistemi ile arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi gerekmektedir (Franceschini ve diğerleri, 2007: 113): S. Planın Performans Ölçümüne Katkısı Stratejik Amaç Kurum misyonunun gerçekleştirilme derecesinin ölçülmesinde bilgi Hedef Stratejik amaca ulaşmada belirlenen hedeflerin izlenmesinde bilgi Faaliyet Hedeflere ulaşılmasında belirlenen faaliyetlerin ölçülmesinde bilgi Performans Planı Stratejik amacın gerçekleştirilmesinde belirlenen ihtiyaçların maliyet, süre, kalite, vs. açısından belirlenmesine yönelik bilgi Tablo- 2: Stratejik Planlamanın Performans Ölçümüne Katkısı Yukarıdaki tablodan da gözlemlenebileceği üzere stratejik planda yer alan temel unsurlar uygun performans göstergelerinin belirlenmesine dolayısıyla doğru performans ölçümünün yapılabilmesine olanak sağlamaktadır. Bununla birlikte bir kurumda etkili bir plan- bütçe ilişkisinden bahsedebilmek için planlamanın gerekliliğinin sadece üst yönetim tarafından değil, fakat aynı zamanda tüm kurum çalışanlarınca benimsenmesi ve kabullenilmesi gerekli olmaktadır. Bu da sağlıklı bir kurumsal kültür ile mümkün görünmektedir. Bu açıdan bakıldığında iç denetimin kurumsal kültürün oluşmasında önemli bir unsur olduğu düşünülmektedir. Buna göre iç denetim faaliyeti sayesinde kurum çalışanlarınca kurum faaliyetlerinin ve planlarda belirlenen amaç ve hedeflerin doğru anlaşılmasının sağlanması, bu sayede “ne yaptığını bilen” çalışan sayısının arttırılması beklenmektedir. Kamu kurumları açısından kurum çalışanına yaptığı iş sorulduğunda “devlet memuru” deyiminden farklı tanımlar beklenmektedir. Ülkemizde son derece yeni olan söz konusu bütçe uygulamalarında kurum üst yönetimleri ve çalışanları tarafından kavramların doğru anlaşılabilmesi için plan- bütçe ilişkisinin kurulmasından planlamadan bütçelemeye kadar geçen süreçte bilgilendirme ve farkındalığın sağlanması şarttır. Kurum bu yönüyle açıklığı benimsemiş olmalı ve gelişmelere ilişkin sürekli hesap verebilir hale gelebilmelidir. Sonuç Bir yandan parlamenter demokrasinin gelişmesinin bir sonucu olarak siyasi rekabet; öte yanda nitelikli kamusal hizmet üreterek konumunu koruma kaygısı, yönetimde söz sahibi olan aktörleri hem sınırlandırmakta, hem de daha etkin davranmaya zorlamaktadır. Planlar bu noktada bir açıklık unsuru olarak görülmekte; bütçeler bu plan doğrultusunda alınan yolu ifade etmektedir. Ama arzu edilen sonuç, halkın ödediği vergilerin bir karşılığının olması ve bu parasal karşılığın da bir üst referans metinlerce desteklenmesidir. Paranın karşılığının tam sunulması kamusal kaynağın yerli yerinde, şeffaf ve hesabını kolayca verebilecek şekilde kullanılmasını sağlayacak bir yönetim anlayışının geliştirilmesidir. 96 Çalışma boyunca iyi yönetimin, yönetişimin dolayısıyla halkın parasının bir karşılığı olarak yapılan kamusal hizmetlerin, daha etkin ve verimli kullanılmasının araçlarından olan plan- bütçe ilişkisi ve bunun üniversiteler bağlamında ele alınması Süleyman Demirel Üniversitesi özelinde değerlendirildi. Üniversitede stratejik yönetimin başarı unsurları birlikte ele alındı, zorluklara dikkat çekildi. “Plan var para yok” gerçeğinin bir adım ötesinde, devletin “kamusal etkinlik” hedefine ulaşmasının önemi ile daha şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim olgusunu gerçekleştirmesinin gerekliliği üzerinde duruldu. Yönetimin işlevselliği tartışılırken stratejik yönetimden stratejik planlamaya kadar geniş bir çerçeveden hareket edildi. Sürecin iyileştirilmesi için salt hukuki düzenlemelerin yetmeyeceği konunun bir sahiplenme ve farkındalık gerektirdiğine değinildi. SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA Allen, R. ve Tommasi, D. (2001), Managing Public Expenditure Reference Book for Transition Countries, OECD Publication Service, Paris. Candan, E. (2007), Türk Bütçe Sisteminde Performans Denetimi, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı, Ankara. Coşkun, G. (2000), Devlet Bütçesi Türk Bütçe Sistemi, Turhan Kitabevi, Gözden Geçirilmiş 6. Baskı, Ankara. Erkan, V. (2008), Kamu Kuruluşlarında Stratejik Planlama Türkiye Uygulaması ve Kuruluşlarda Başarıyı Etkileyen Faktörler, DPT Yayın No: 2759, Ankara. Falay, N. (1987), Program Bütçe ve Sıfır Esaslı Bütçele Sistemleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınevi, İstanbul. Güredin, E. (2000), Denetim, Beta Yayınları, 10. Bası, İstanbul. Kotler Philip- Murphy, P. E. (1981). Strategic Planning for Higher Education. Journal of Higher Education. Ohio State University Pres: V.52/5 (470-489) Nordin Van Gansberghe, C. (2005), Internal Audit Finding Its Place in Public Finance Management, The World Bank. Oral, E. (2005), Bazı OECD Ülkelerinde Performans Esaslı Bütçeleme Uygulaması, Gelişimi ve Türk Mali Sistemi Açısından Bir Değerlendirme, Devlet Bütçesi Uzmanlığı Araştırma Raporu, Nisan. OAG- Office of the Auditor General of Canada, (1992), Internal Auditing in a Changing Management Culture, 2nd print, Ottowa, Ontorio T.C. Başbakanlık, (2003), Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma I: Değişimin Yönetimi İçin Yönetimde Değişim, Ankara, The Institute of Internal Auditors (2006), The Role of Auditing in Public Sector Governance, November. The World Bank (1998), Public Expenditure Management Handbook, 1st printing, Washington, D.C.. Tüğen, K. (1986), Program Bütçe Uygulamasında Bütçe- Plan İlişkilerinin Değerlendirilmesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. Arıkan, O. (1972), “Program ve Bütçeden Program Bütçeye”, Maliye Enstitüsü Konferansları, Yirmibirinci Seri, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 1793,1-14. Dough, G. ve Clynch, E.J. (2004), “Budgetary Decision Making by Executive and Legislative Budget Analysits: The Impact of Political Cues and Analytical Information”, Public Budgeting and Finance, Fall, 20-37. Drucker, Peter F. (2009), Managing in a Time of Great Change. Harvard Business Pres. Dusenbury, P. (2000), “Governing for Results and Accountability”, The Urban Institute, August, 1-7. Francesheni, F. ve diğerleri (2007), “5. Designing Performance Measurement System”, in Management by Measurement Designing Key Indicators and Performance Measurement System, Springer Berlin Heidelberg, 109- 206. GAO- U.S. Government Accountability Office (1994), Executice Guide: Improving Mission Performance Through Strategic Information Management and Technology Learning from Leading Organizations”, May, GAO-AIMD-94-115, 1-50. Gross, B.M. (1969), “The New Systems Budgeting”, Public Administration Review, 29(2), March- April, 113-37. Hou, ve Ma (2006), “Chapter 5: Annual Budgeting and Long Range Planning: Is There a Fit?- Lessons from Three Case Studies”, in Public Financial Management (Public Administration and Public Policy), (ed. Howard A. Frank), CRC Press, 1st printing, 117-148. Kaya, H.A. (2005), “İç Denetim Sistemi”, Türkiye’de Yeniden Mali Yapılanma konulu 20. Türkiye Maliye Sempozyumu, Denizli, 97- 106. Kesik, A.(2005), “5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Bağlamında ve AB Sürecinde Türk Kamu İç Mali Kontrol Sistemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9(1), 94- 114. Key, V.O. (1940), “The Lack of a Budgetary Theory”, The American Political Science Review, 34(6), December, 1137-1144. Kızıltaş, E. (2005), “Kamu Harcamalarında Etkinlik Arayışı Açısından Günümüz Bütçe Sistemlerindeki Yeni Kavramlar (I), Bütçe Dünyası, 22, İlkbahar, 4-13. 97 Polat, N. (2003), “Saydamlık, Hesap Verme Sorumluluğu ve Denetimin Etkinliği”, Sayıştay Dergisi, 49, Nisan- Haziran, 65- 80. Premchand, A. (1996), “Issues and New Directions in Public Expenditure Management”, IMF Working Paper, November, Qiao, Y. (2007), “Public Risk Management: Debelopment and Financing”, Journal of Public Budgeting, Accounting and Financial Management, 19(1), 33-55. Rezaee, Z. (1995), “What the Coso Report Means for Internal Auditors”, Managerial Auditing Journal, 10(6), 5-9. Sakal, M. ve Şahin, E.A. (2008), “Kamu Kurumlarında Performans Ölçümü ve Sayıştay Denetimi İlişkisi: Türkiye’deki Düzenlemeler Bakımından Değerlendirmeler”, Sayıştay Dergisi, 68, Ocak- Mart, 3-27. Schick, A. (1966), “The Road to PPB: The Stages of Budget Reform”, Public Administration Review, 26(4), 243-58. Tabatoni, P., J. Davies, and A. Barblan, Strategic Management and Universities’ Institutional Development, EUA Thema N°2: Geneva-2002. Turkewitz, J. (2004), “Chapter 9: An Overall Framework for Considering Performance Management”, in Reforming the Public Expenditure Management System, Medium Term Expenditure Framework, Performance Managemenet, and Fiscal Transparency, The World Bank and Korea Development Institute Coference Proceedings, March, 109- 119. Walker, R.A. (1944), “The Relation of Budgeting to Program Planning”, Public Administration Review, Spring, 97-107. Yörüker, S. (2003), “Yeni Konseptler ve Gelişmeler Temelinde Kontrol ve Denetim Sistemlerimize İlişkin Bir Değerlendirme”, 2. Kamu Yönetimi Arenası, Hilton Oteli/Ankara, 2-3 Nisan. Diğer: IIA- The Institute of Internal Auditors, (t.y.), International Standarts for the Professional Practice of Internal Auditing, www.theiia.org The Chair Academy. (2011). Measuring Institutional Effectiveness: A Strategic-Planning Approach http://www.chairacademy.com/ conference/2007/papers/institutional_effectiveness.pdf İbrahim Attila ACAR 1967 yılında Muğla’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü mezunudur. Lisansüstü çalışmalarını Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Anabilim Dalında yapmıştır. Halen Süleyman Demirel Üniversitesi Maliye Bölümü öğretim üyesidir. Mali Yönetim, Plan Bütçe İlişkisi, İç Denetim, İç Kontrol, Mali Kural, Devletin Yeniden Yapılanması, Yüksek Öğretim Stratejileri ve Stratejik Planlama konularında çalışmaları bulunmaktadır. 98 Doç. Dr. Jülide KESKEN Ege Üniversitesi KAR AMACI GÜTMEYEN KURULUŞLARDA STRATEJİK PLANLAMA STRATEJİK PLANLAMA NEDEN HER ZAMANKİNDEN ÇOK DAHA ÖNEMLİ? Sayın Rektörüm, Rektör Yardımcılarım, kamunun değerli temsilcileri ve bu güneşli cumartesi sabahı burada bizimle birlikte olan sayın dinleyiciler, hepiniz hoş geldiniz. • Bugün, devlet ve kar amacı gütmeyen kuruluşlarda örgütsel tasarım, yönetim, performans ve hesap verilebilirlik kavramları en az geleneksel kavramlar kadar sık dile gelmektedir. • Kamu sektöründe değişim (dramatik veya hızlı olması gerekmeksizin) istisnai bir durum olarak değil, değişmez bir kural olarak görülmektedir. (Peters, 1996, p. vii, Rainey, 1997, p. 317; Light, 1997, 2000; Kettl, 2002) * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 3’de yer almaktadır. syf: 250-251 99 100 Anıl YILMAZ Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Kurumsal ve Stratejik Yönetim Daire Başkanı ÜLKE VE KURUM DÜZEYİNDE STRATEJİ YÖNETİMİ Sayın Rektörüm, değerli katılımcılar günaydın. Kamu Kurumları Düzeyinde Strateji Yönetimi Stratejik yönetim, orta ve uzun vadeli düşünme ve plan yapma yeteneğini kazandırmayı amaçlasa da aynı zamanda kısa vadeli karar almayı da kolaylaştırmaktadır. Çünkü stratejik yönetim, fırsat ve tehditlerin önceden belirlenerek buna uygun stratejilerin geliştirilmesi, risklerin tespiti ve yönetimi yaklaşımını gerektiriyor. Krizlere karşı alınacak tedbirler ve kamunun rolü de bu bağlamda düşünüldüğünde kamuda stratejik yönetim daha da önem kazanmaktadır. Ülkemizin, 2013 yılına kadar olan yol haritası niteliğini taşıyan Dokuzuncu Kalkınma Planının beş ana amacından biri olan “Kamu Hizmetlerinde Kalite ve Etkinliğin Artırılması” amacı, özellikle kamuda strateji yönetimi ve stratejik bakış açısından önem arz etmektedir. Bu amaca yönelik olarak belirlenen “Politika Oluşturma ve Uygulama Kapasitesinin Artırılması” hedefi ise geçtiğimiz yakın dönemde başlatılan ve şu anda da devam etmekte olan kamu kurumlarında stratejik yönetim ve stratejik planlama uygulamalarının dayanak noktasını oluşturmaktadır. Kamuda stratejik yönetim yaklaşımını benimserken temel amaçlarımız nelerdi? Bu soruya iki boyutta cevap vermek mümkün: Ulusal ölçekte; politika oluşturma ve uygulama kapasitesinin artırılması ile kaynakların etkin ve etkili kullanımı amaçlanmıştır. Kurumsal ölçekte ise kamu kurumlarımızda, geleceğe yönelme, yön çizme, kurumsal amaçların sürekliliğini sağlama, çalışanları ve çalışmaları ortak hedeflere yönlendirme, stratejik yönetim kültürünün oluşturulması, yararlanıcı odaklılığı artırma ve iyi yönetişimi sağlama temel amaçlar olarak sayılabilir. Stratejik yönetim; stratejik planlama, bütçeleme, uygulama, izleme ve değerlendirmeyi içeren bir döngünün bütününü kapsamaktadır. Kamuda stratejik planlama, bu döngü içinde önemli bir aşama ve önemli bir araç olarak kabul görmüştür. Geçtiğimiz dönemde Türkiye’de kamu yönetimi ve kamu mali yönetimi alanında uygulanan reform girişiminin temel araçlarından olan stratejik planlamanın kamu kuruluşlarında uygulanmasını sağlamaya yönelik bir dizi yasal düzenleme yapılmıştır. Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ve yerel yönetim kanunları gibi düzenlemelerde stratejik planlama reform girişiminin temel araçlarından biri olarak yer almıştır. Ancak, stratejik planlamadan beklenen ve yönetimde ve kaynakların kullanımında etkinlik, etkililik, hesap verebilirlik, şeffaflık gibi yararların sağlanması için salt yasal düzenlemelerin yeterli olmayacağı, uygulama için gerekli ön hazırlıkların yapılması ve yeterli idari ve teknik kapasitenin oluşturulmasının gerektiği açıktır. Kurumsal düzeyde stratejik planlama alanında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı olarak yaptıklarımızı kısaca özetlemek gerekirse; geçmiş dönemde pilot uygulamalar sırasında kurumlarla birebir ve çok yakın çalışmalar yürütülmüştür. 2004 yılında başlatılan pilot uygulamalar sekiz kuruluşun (Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Denizli Valiliği (İl Özel İdaresi), İller Bankası Genel Müdürlüğü, Kayseri Büyükşehir Belediyesi) yedisinde 2006 yılı başında tamamlanmıştır. Sonrasındaki dönemde ise kamu kurumlarına hazırladıkları planların incelenmesi ve değerlendirme raporları aracılığıyla geri bildirimde bulunulmuştur. Bu yapılırken temel kriterler; üst politika belgeleri ile uyum, usul ve esaslara uyum ve kurumların stratejik planları arasında uyum hususlarını gözetmektir. 101 İlk uygulamaların yapıldığı geçiş süreci boyunca DPT Müsteşarlığı olarak kuruluşlara destek verme görevi yapmaktayız ve bunu gerçekleştirmek için araştırma yapma, bilgi paylaşımını sağlama, kurumlar arası ağ oluşturma, kurumsal ve yönetsel kapasite ve yetkinlik geliştirme araçları kullanılmaktadır. Ayrıca DPT Müsteşarlığı olarak genel sistem tasarımını iyileştirme ve gerekli düzenlemeleri yapma rolü çerçevesinde yönetmelik, tebliğ ve kılavuz hazırlama ve benzeri çalışmalar yapılmaktadır. Bu çerçevede, uygulama sürecinde stratejik yönetimin sonuç vermesinde kritik önemi olan yönetsel kapasitenin geliştirilmesi amacıyla “Yönetsel Kapasite Gelişim Modeli Projesi” tamamlanmıştır. Proje ile, stratejik yönetim yaklaşımının yerleştirilmesi sürecinde gerekli yönetsel kapasiteyi oluşturabilmek amacıyla, ihtiyaç analizlerine dayanan, içeriği tanımlanmış, kurum düzeyinde özelleştirilmiş ve tüm kamu kuruluşlarının faydalanabileceği eğitim programları oluşturulmuştur. Bu modelin uygulamaya geçirilmesi için önümüzdeki dönemde başta IPA fonları olmak üzere çeşitli kaynaklardan program ve projeler tüm kamu kurumlarına yönelik olarak başlatılacaktır. Gelinen aşama itibarıyla, kamuda stratejik yönetim alanında 5 yıllık bir geçiş ve öğrenme süreci yaşanmıştır. Bu süreç sonunda yaklaşık 150 merkezi kamu kuruluşu stratejik planlarını hazırlamış ve 2011 yılı bütçelerini bu planlar ve performans programları ile ilişkilendirmiştir. Yerel düzeyde ise nüfusu 50 binin üzerinde olan belediyeler ve 81 il özel idaresi ile KİT’ler de geçtiğimiz dönemde stratejik plan hazırlama ve planlarla uyumlu bütçe yapma pratiğine uyum sağlamıştır. Sonuç olarak, kamu genelinde stratejik planlama pratiği yaygınlık kazanmıştır. Ancak yukarıda belirtilen amaçlara ulaşmamız zaman alacaktır. Bu yaklaşımın tam olarak uygulanabilmesi ve sonuç üretmesi en gelişmiş ülkelerde bile 15 yıla varan bir süreci gerektirmiştir. 5 Yıllık Uygulama Sonuçları : Gözlem ve Tespitler Pilot uygulamalar ve sonrasında 2006 yılından bu yana kamu genelinde sürdürülen stratejik planlama çalışmaları, Türkiye’de kamu kuruluşları için öngörülen stratejik planlama modelinin başarı şansı ve ülke koşullarına uyarlanması bağlamında önemli ipuçları vermiştir. Deneyimler ışığında elde edilen bulgular aşağıdaki şekilde özetlenebilir: • Yürütülen uygulamalarda gözlenen en önemli başarı faktörü stratejik planlamanın benimsenmesi ve sahiplenilmesidir. Benimseme ve sahiplenmenin üç düzeyde oluşması gerekmektedir: siyasi düzey, tepe yönetimi ve kuruluş çalışanları. Siyasi düzeyde sahiplenmenin oluşmadığı durumlarda yapılan stratejik planların uygulanma şansı azalmaktadır. Stratejik plan ile ortaya konulan amaçlar ile siyasi talimatlar birbiri ile çelişebilmekte, planın amaçları siyasi düzeyde oluşan taleplerin gerisinde kalabilmektedir. Kuruluşun tepe yönetiminde yeterli sahiplenmenin oluşmadığı durumlarda stratejik planlamadan beklenti azalmakta ve çalışmalar için gerekli motivasyon sağlanamamaktadır. Benzer şekilde, kuruluşun çalışanları tarafından sahiplenilmeyen stratejik planlama çalışmaları kurumsal bir direnç ile karşılaşmaktadır. • Sektörel planlar, bölgesel planlar ve kalkınma planları gibi üst planlardaki eksiklikler ya da bu üst politika belgelerinin yapılarının kuruluş düzeyinde stratejik planlamaya girdi verecek şekilde tasarlanmamış olması uygulamalarda sıklıkla karşılaşılan bir sorun olmuştur. Yerel yönetimlerdeki stratejik planlama çalışmalarında, çalışılan bölgeye ya da ile ait genel nitelikli üst planların bulunmaması kuruluş düzeyinde planlamayı güçleştiren bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Sektörel planların bulunmadığı durumlarda kuruluşlar stratejik planlarını kalkınma planı doğrultusunda geliştirmekte zorlanmışlardır. • Çoğu kuruluşta gözlenen bir husus, stratejik planlamanın gerektirdiği “sonuç odaklılık” kavramının anlaşılmasındaki güçlüktür. Stratejik planlama çalışmalarına katılanlar kuruluşun faaliyetlerinin sonuçlarını tanımlamakta zorlanmışlardır. Girdi, faaliyet ve projelerin belirlenmesi ise çok daha kolay gerçekleşmiştir. • Stratejik Planlama Kılavuzunda önerilen modelin genel olarak ihtiyaca cevap verecek nitelikte olduğu, bununla birlikte, kurumların yapısına göre bazı uyarlamaların gerektiği de ortaya çıkmıştır. Büyük kuruluşlarda üst düzeyde hazırlanan stratejik plan uygulamaya yeterli ayrıntıda yol gösterememektedir. Birim bazında yapılacak daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğu gözlenmiştir. Yerel yönetimler gibi çok 102 sayıda farklı alanda hizmet sunan kuruluşların planların kapsayıcı olması istendiğinde çok fazla sayıda amaç ve hedef ortaya çıkmaktadır. • Kamu mali yönetimi reformu ve daha geniş çerçevede kamu yönetimi reformlarının bütüncül olarak bir sistem tasarımının ve böyle bir tasarım dâhilinde oluşturulmuş olması gereken uygulama stratejisinin eksikliği, reformların ve uygulama araçlarının hayata geçirilmesinde başarıyı sınırlandıran etkenler olmuştur. Uygulama adımları parçalı ve eşgüdüm gözetilmeksizin ve sırasız olarak gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Örneğin yıllık faaliyet raporları; esas olarak hesap verebilirliğe temel oluşturacak performansa dair bilgiler içeren belgeler olmasına rağmen, stratejik planlar ve performans programları hazırlanmadan zorunluluk olarak uygulamaya geçilmiştir. Diğer bir örnek ise amacı başlangıçta orta vadeli kurumsal performans hedefleri ile orta vadeli kaynak tahsisi bağlantısını kurmak olan performans programlarının daha sonradan yapılan değişiklik ile orta vadeli bakıştan vazgeçilmesi ve bu belgelerin yıllık bütçe hazırlama mantığına yaklaştırılması olmuştur. Bir diğer husus, reform araçlarının hayata geçirilmesinde merkezi düzenleyici kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliği ve bütüncül bakışı sağlayacak ve reformun liderliğini yapacak tek bir otorite olmamasıdır. • Stratejik planlar (ve performans programları) kaynak tahsisine ilişkin temel karar süreçlerine henüz yeterince entegre edilememiştir. Yatırım ve diğer bütçe tahsis mekanizmaları içinde bu araçlar ana belgeler haline gelememiş, ancak yardımcı dokümanlar olarak algılanmıştır. • Kuruluşların hali hazırda performans verilerine ilişkin altyapı eksiklikleri stratejik planların hazırlanma ve uygulamanın izlenmesi süreçlerinde sorun yaşanmasına yol açmıştır. Veri yetersizliği doğru performans göstergelerinin oluşturulmasını da engellemiştir. Verisi bulunmayan performans göstergelerinden genellikle kaçınılmıştır. • Başta strateji geliştirme birimleri olmak üzere stratejik planlamanın gerektirdiği kurumsal kapasite konusunda çoğu kuruluşun yetersiz olduğu gözlenmiştir. Özellikle yöneticilerin liderliği, yeni mali yönetim mevzuatına hakimiyet ve uyum, insan kaynakları, reformun gerektirdiği örgütlenme ile imaj ve algı yönetimi alanlarında önemli eksiklikler tespit edilmiştir (SGB Araştırması, 2007). • İlk stratejik planların hazırlanmasında Bakanlıklar ve bağlı kuruluşlarının planlarının ilişkisi yeterince kurulamamıştır. Geçiş takvimine göre daha hızlı ve kolay plan hazırlayabilecek olan bağlı kuruluşların ilgili bakanlıktan önce plan hazırlaması öngörülmüştür. Daha uzun hazırlığa ihtiyacı olan bakanlıklar ise zorunlu olarak sonraya bırakılmıştır. Bu yaklaşım stratejik planların hazırlanmasını kolaylaştırmış olmakla birlikte bağlı kuruluşları çerçeveyi belirleyecek bakanlık planı olmaksızın plan hazırlamak zorunda bırakmıştır. Bakanlık-bağlı kuruluş ilişkisinin stratejik planların hazırlanma, güncellenme ve yenilenme durumlarında da gözetilmesi ve bu hususun yönetmelikte düzenlenmesi ihtiyacı bulunmaktadır. • Stratejik planların yenilenme durumunda bütçe hazırlama takvimine uyumlu şekilde hazırlanması yeterince gözetilmemiştir. Zamanlamanın ve hangi dönem için plan yapılacağının performans programı ve bütçe hazırlıkları gözönünde bulundurularak kararlaştırılması gerekmektedir. • Planların süresinin tüm kuruluşlar için beş yıl olarak belirlenmesi özellikle yerel idareler ve üniversiteler için (hizmet dönemleri ile örtüşmediğinden) sorun olarak algılanmıştır. Bazı yerel idareler daha kısa süreli plan yapma yolunu seçmişlerdir. • Planların güncellenmesi veya yenilenmesi konusunda getirilen kısıtlar planların şartlardaki değişimlere uyumlaştırılmasını engellemiştir. Ayrıca ilk kez plan yapma sebebiyle sonradan ortaya çıkan revizyon ihtiyaçları karşılanamamıştır. • Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısının kanunlaşmamasının da etkisi ile kuruluşlarda stratejik planlamayı temel alan bir yönetim anlayışının yerleşmediği gözlenmektedir. Kuruluş yönetimlerinin bu yaklaşıma adapte olabilmeleri için kapsamlı eğitimlere ve “değişim yönetimi” çalışmalarına ihtiyaçları bulunmaktadır. • Belediyeler ve il özel idarelerinin ilgili yerel yönetim kanunları gereği kısa bir sürede ve toplu halde stratejik plan yapmak zorunda kalmaları diğer bazı problemleri de beraberinde getirmiştir: 103 - Kuruluşlar arasında ve pilot uygulamalar ile bilgi ve deneyim paylaşımı gerçekleşememiştir. - Dış danışmanlık hizmetine bağımlı kalınmış, bu yolla alınan hizmetin kalitesi ise çoğunlukla düşük olmuş ve belli şablonlara dayalı bir çalışma yapılmıştır. - Zaman kısalığı ve işi danışmanlara yaptırma kurumsal öğrenme etkisinin yeterince gerçekleşememesine yol açmıştır. - Plan hazırlık sürecinde DPT görüşüne yer verilmemesi ve merkezi yönetim kapsamındaki kuruluşlarda olduğu gibi değerlendirme raporlarının hazırlanmaması sonucu planlar oluşturulurken DPT’nin yönlendirme ve etkisi kısıtlı kalmıştır. • Yerel idarelerin kurumsal stratejik planları ile il planı veya bölge planı gibi mekânsal nitelikli plan ve programların ilişkisi yeterince tanımlanmamıştır. İl mekânsal planının var olmaması il özel idaresi ve belediye planları arasındaki koordinasyonu güçleştirmiştir. Bazı yerel idarelerde (bu eksiklik sonucu) kurumsal stratejik plan yapmak yerine (ilin veya bölgenin bütünü için) mekânsal planlar yapılmıştır. • Yerel idarelerce sunulan hizmet standartları eksikliği stratejik planların hazırlanmasını ve birbiriyle karşılaştırılmasını güçleştirmektedir. • Üniversitelerin YÖK koordinasyonunda yürütülmekte olan kalite geliştirme çalışmaları (YÖDEK) kapsamında hazırlamak zorunda oldukları kalite geliştirme planları ile 5018 sayılı Kanun gereği hazırladıkları stratejik planlar ortak unsurlar içermektedir. Ancak bu iki çalışma genellikle ayrı ekipler tarafından ve farklı amaçlar gözetilerek yapılmakta, ikisi arasında gerekli koordinasyon sağlanmamaktadır. DPT Stratejik Plan Değerlendirme Sürecine ve Sonuçlarına İlişkin Tespitler: • “Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”e ekli listede yer alan kamu idarelerinin planları için DPT Müsteşarlığınca değerlendirme raporları hazırlanmış ve ilgili kuruluşlara gönderilmiştir. Ayrıca Kamu İktisadi Teşebbüslerinin 2010-2014 stratejik planları 13/10/2008 tarih ve 2008/14201 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca Kamu İdareleri İçin Stratejik Planlama Kılavuzu çerçevesinde incelenmiş ve değerlendirme raporları oluşturulmuştur. Mahalli idarelerin stratejik planları ile ilgili olarak ise herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. • Yönetmelikçe üç aylık bir değerlendirme süresi belirlenmiştir. Ancak kuruluşların daha kısa sürede kapsamlı geri bildirim alma ihtiyacı gözlenmiştir. Ayrıca daha genel bir ön değerlendirme de bazı kuruluşlar tarafından talep edilmiştir. • Sayıca fazla olmaları sebebiyle üniversite stratejik planlarının değerlendirilmesine ilgili sektör uzmanlarınca yeterli zaman ayrılamamış, bu kuruluşlara derinlikli ve yönlendirici raporlar sunulamamıştır. • DPT’ce gönderilen değerlendirme raporlarının kuruluşlarca ne kadar dikkate alındığını belirlemek için 29 kuruluştan oluşan örneklem üzerinde yapılan analiz sonuçları aşağıda özetlenmiştir: - DPT tarafından hazırlanan değerlendirme raporlarında, paydaş analizi, amaç, hedef, strateji, performans göstergeleri ve maliyetlendirme konuları en fazla problem tespit edilen alanlar olmuştur. - Stratejik planların kalitesinin artmasında DPT görüşlerinin önemli olduğu görülmektedir. DPT’nin istediği değişikliklerin yarısı yapılmış, ciddi iş yükü veya zaman gerektirecek ya da ancak bir sonraki planlama çalışmasında yapılabilecek değişiklikler ise yapılmamıştır. - Stratejik plan hazırlık çalışmaları ve sürecin tasarımı, planların içeriğini ve kalitesini belirleyen önemli bir unsudur. Fakat, stratejik planlarda kuruluşların hazırlık çalışmalarının ne olduğu ve sürecin nasıl yürütüldüğüne dair bilgilere yeterince yer verilmemiştir. - GZFT çalışması kurumların çoğunda analiz niteliği taşımamakta ve stratejilerle bağlantısının kurulmadığı görülmektedir. - Birçok stratejik planda amaç-hedef-strateji kavramlarında birbirine geçişler olduğu, kavramların tam olarak netleşmediği görülmektedir. - Çoğu kuruluş hedeflere yönelik stratejileri tanımına uygun şekilde belirleyememiştir. 104 - - - Birçok kuruluşun performans göstergeleri, amaç ve hedefeleri ölçebilecek nitelikte değildir. Maliyetlendirme kuruluşların büyük sıkıntı yaşadığı bir alandır. Kuruluş tipleri açısından değerlendirilirse, bakanlıklar ve üniversiteler görece daha kaliteli planlar hazırlamışlardır. Sonuç olarak tüm kamu kurumlarının planlanan takvime uygun olarak ilk stratejik planlarını hazırlamış olması önemli bir başarı olarak kabul edilebilir. İlk stratejik planların hazırlanması kuruluşlarda kapasite oluşturma ve öğrenme etkisi sebebiyle kurumsal gelişime de katkı sağlamıştır. Ancak stratejik planlamadan beklenen üst amaçlara ulaşma düzeyi nispeten sınırlı kalmıştır. Özellikle plan-program-bütçe bağlantısının kurulması ve kaynakların daha etkin kullanımı konusunda henüz istenen ölçüde değer bir ilerleme sağlanamadığı düşünülmektedir. Politika oluşturma kapasitesinin yükseltilmesi ve iyi yönetişim alanlarında ise kısmi ilerleme kaydedilmiştir. İyi yönetişim ilkelerinden şeffaflık ve katılımcılık konularında olumlu katkı sağlanmış olmakla beraber hesap verebilirlik alanında önemli bir katkı sağlanamadığı düşünülmektedir. Bilindiği üzere, kamuda stratejik yönetimin yerleştirilmesi gibi büyük ölçekli dönüşüm niteliği taşıyan projelerin başarısı, sadece projeyi yöneten ve yönlendiren kurumların çabalarıyla mümkün olmamaktadır. Bu noktada çalışma sonuçlarının asıl yararlanıcısı olan kamu kuruluşlarına, özellikle de strateji geliştirme birimlerine önemli görevler düşmektedir. Gerek ulusal düzeyde, gerekse kurumlar düzeyinde strateji yönetimi giderek önem kazanmaktadır. Özellikle küresel krizlerin tüm ülkelerin stratejileri üzerinde belirleyici olduğu bu dönemde, ülke ve kamu kurumları olarak stratejik düşünme ve stratejileri hayata geçirme yaşamsal önem arz etmektedir. Bunu başarabilmek için ise ulusal düzeyde, sürekli iyileştirme yaklaşımıyla hareket edilerek, politika ve stratejilerin hazırlanma, uygulama, izleme-değerlendirme, ve revizyon şekli ve kapsamına ilişkin yaklaşımların gözden geçirilmesi ve sistemin iyileştirme yönünde geliştirilmesi şarttır. Diğer bir önemli unsur ise toplum, siyasetçiler ve bürokratların, bir arada, ulusal stratejilere sahip çıkması ve bu yönde kendi paylarına düşeni yerine getirmeleridir. 105 106 3. OTURUM KAMUDA PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEME VE ZORLUKLARI 26 Mart 2011 Cumartesi Oturum Başkanı Prof. Dr. Ahmet ACAR Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörü Konuşmacılar Prof. Dr. Kâmil TÜĞEN Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Maliye Bölümü Başkanı ve Dr. Ahmet ÖZEN Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Türkiye’de Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi Uygulamasının Değerlendirilmesi Prof. Dr. A. Kemal ÇELEBİ Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. Maliye Bölümü Bşk. ve Doç. Dr. Birol KOVANCILAR Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Performans Esaslı Bütçe: Sorunsal Bir Değerlendirme Doç. Dr. H. Hakan YILMAZ Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Yeni Mali Yönetim Sistemi Çerçevesinde Performans Esaslı Bütçe Yaklaşımı: Neyi Yaptık Neyi Yapamadık? Ertan ERÜZ Maliye Bakanlığı BÜMKO Genel Müd. Yrd. Performans Esaslı Bütçeleme ve Zorluklar 107 108 Prof. Dr. Ahmet ACAR Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörü Sayın Rektörler, sayın konuklar, değerli katılımcılar, 5018 sayılı yasanın 5. Uygulama yılında bu toplantıyı düzenleyen Ege Üniversitesi’ne, Sayın Rektör Candeğer YILMAZ nezdinde teşekkür ediyorum kendilerini kutluyorum. Biraz rötarımız var galiba katılımcıların aç kalmaması adına belki konuşmacılardan biraz daha kısa sunun yapmalarını bekleyeceğizbiraz haksızlık olsa bile ama bazen hayatta böyle haksızlıklar olabiliyor. 15 er dakika süreyle konuşmalarını rica edeceğim, 3 dakika kala kendilerine hatırlatacağım ve 1 saati çok aşmadan belki 1,5 saate yaklaşmadan bitirmeye çalışacağız ama eğer katılımcılarda biraz daha vakit kullanmak isterlerse kendilerinide çok kısıtlamak istemiyorum. Dört sunumumuz var Birinci sunum Sayın Prof. Dr. Kamil Tugen ve Dr. Ahmet Özan tarafından hazırlanmış olan Türkiye de Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi Uygulamasının Değerlendirilmesi başlıklı bir sunum. Beş yıl içerisinde kamu kuruluşlarının sadece mali yönetim ve kontrol uygulamasına değil bir anlamda kamu kurumlarının yönetim modelinin değiştirilmesine talip olan amaçlayan bir yasanın bu süre içerisinde nasıl yansımaları olduğu uygulamada ne kadar hayatımızı değiştirdi ve bununda belki esas yankılandığı nokta Performans Esaslı Bütçeleme Konusundaki deneyimleri paylaşacağız. Ben buradaki sayılan konuşmacıları konuşmaya davet ediyorum. 109 Prof. Dr. Kâmil TÜĞEN1 ve Dr. Ahmet ÖZEN2 Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Maliye Bölümü Başkanı Dokuz Eylül Üniversitesi 1 2 TÜRKİYE’DE PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEME SİSTEMİ UYGULAMASININ DEĞERLENDİRİLMESİ Prof. Dr. Kâmil TÜĞEN Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü Başkanı-Bütçe ve Mali Plânlama Anabilim Dalı Başkanı (kamil.tugen @deu.edu.tr) Dr. Ahmet ÖZEN Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü Bütçe ve Mali Plânlama Anabilim Dalı (ahmet.ozen @deu.edu.tr) Sayın Başkan, Sayın Rektörlerim, Rektör Yardımcıları, dekanlar, hocalarım, değerli meslektaşlarım, Maliye Bakanlığı’nın ve kurumlarımızın değerli temsilcileri değerli katılımcılar. GİRİŞ Performans Esaslı Bütçeleme; piyasa odaklı yönetim anlayışına uygun bir sistem olup, hesap verebilirlik, mali saydamlık, kamu kaynaklarının etkin kullanılıp kullanılmadığının performans göstergeleri çerçevesinde ölçümü gibi esasları bünyesinde barındırmaktadır. Sistem dünyada; stratejik plânlamaya, performans sözleşmesine dayalı ve bütçe formatlı olmak üzere farklı modellerde uygulanmakla birlikte tüm modellerde burada vurguladığımız esaslar geçerlidir. Ülkemiz sistemin stratejik plânlamaya dayalı modelini benimsemiş ve bu yönde 2003 yılı sonu itibarıyla gerekli yasal düzenleme yapılmıştır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu olarak ifade edilen bu yasal düzenleme 1050 sayılı Kanunun yerini almış ve mali sistemimizde köklü değişimleri getirmiştir. Bu kanunla kamu kurumlarının artık Stratejik Plân, Performans Programı ve Faaliyet Raporu gibi dokümanları hazırlamaları ve bu süreçte misyon, vizyon, stratejik amaçhedef ve performans göstergeleri kavramlarını kullanarak faaliyetlerine yön vermeleri gerekmektedir. “Türkiye’de Performans Esaslı Bütçeleme Sistemi Uygulamasının Değerlendirilmesi” başlıklı bu çalışmanın amacı, Türkiye’de performans esaslı bütçeleme sisteminin uygulamasıyla ilgili durum tespiti yapmak, karşılaşılan sorunlara işaret ederek bazı öneriler ortaya koymaktır. I. Performans Esaslı Bütçeleme Sisteminin Teorik Altyapısı Koşullara göre bir işin yerine getirilme düzeyi veya çalışanın davranış biçimi olarak açıklanabilen performans kavramı, çalışanın belirli bir zaman kesiti içinde kendisine verilen görevi yerine getirmek suretiyle elde ettiği sonuçlar (Halis-Tekinkuş,2003:174) ya da amaçlı ve plânlı bir etkinlik sonucunda ortaya çıkan ürünü, nitel ya da nicel olarak belirleyen bir kavram (Uluğ, 2004:115) olarak tanımlanabilir. Literatürde “performans bütçe” veya “yeni performans bütçe” şeklinde de adlandırılabilen performans esaslı bütçeleme sistemi ise kullanılan kaynağın büyüklüğünden ziyade vatandaşın memnuniyetine odaklanan, kamu yöneticilerinin stratejik amaç ve hedeflerine ne ölçüde ulaştıklarını sorgulayan ve böylece hesap verme sorumluluğunu güçlendiren bir anlayışı ifade etmektedir. 110 Mali sistemde performans kavramından sözedebilmek için öncelikli olarak ilgili alanda hedeflerin tespit edilmesi ve bu hedefler doğrultusunda yapılan faaliyetlerle elde edilen sonuçların değerlendirilmesi gerekmektedir (Gürsoy,2001:13). Bu noktada performans; maliyet-hizmet etkinliği ve kamu kaynaklarının kullanımında tasarruf sağlanması anlamına gelmekte, böylelikle kamu kesimi çalışanlarının güçlü maliyet bilincine kavuşturulması amaçlanmaktadır (Eren,2003:93). Performans esaslı bütçeleme sistemi uygulamada kullanılan belgelere göre çeşitli modellere ayrılmaktadır. Bunlar; stratejik plânlamaya, performans sözleşmesine dayalı ve bütçe formatına dönüştürülmüş modellerdir (Tüğen,2010:149). • Stratejik plânlamaya dayalı modelde kamu kurumlarının stratejik amaç ve hedeflerini içeren stratejik plân hazırlamaları zorunludur. Kurumlar bu plâna uygun olarak yıllık performans programları hazırlamakta ve bu programlar bütçenin hazırlanmasına temel oluşturmaktadır. Bütçe uygulama dönemi sonunda kurumlar tarafından faaliyet raporu (performans raporu) hazırlanmaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri federal bütçesinde ve Türkiye’de bu tür bir performans esaslı bütçeleme modeli uygulanmaktadır. • Performans sözleşmesine dayalı modelde de kamu kurumları stratejik plân hazırlayabilmekte, ancak bu plânlar kurumları bağlayıcı bir nitelik taşımamaktadır. Bu modelde daha ziyade performans sözleşmeleri hazırlanmakta, bütçe uygulama dönemi sonunda kurumun performansı ile sözleşmede ortaya konulan performans arasındaki ilişkiye göre ilgili personelin başarısı değerlendirilmektedir. Bu modele İngiltere ve Yeni Zelanda uygulamaları örnektir. • Bütçe formatına dönüştürülmüş modelde ise bütçeden ayrı performans belgeleri yer almamakta, dolayısıyla bütçe, performans bilgileri ile birlikte ödenek bilgilerinin de biraraya getirildiği bir belge niteliği taşımaktadır. Kamu kurumlarının kesin hesap raporu da kurumların gerçekleşen performans bilgilerine yer verecek şekilde hazırlanmakta, yani bütçeden ayrı bir performans raporlaması söz konusu olmamaktadır. Hollanda’da bu tür bir model uygulanmaktadır. Performans esaslı bütçeleme sisteminin uygulanmasında gerek ülkeler gerekse modeller arasında bazı farklılıklar bulunabilmekle birlikte uygulanan sistemin aralarında uyumlu olacak şekilde aşağıdaki unsurlara sahip olması gereklidir: • Sistemde performansın ölçülmesine yönelik göstergeler net olarak ortaya konulmalıdır. Zira göstergeler doğru şekilde tespit edilmeden performansın tam olarak ölçülebilmesi söz konusu olamaz. • Performans hedeflerini sağlamak için kurum yöneticilerine gerekli yetki ve sorumluluklar verilmelidir. • Kurum yöneticilerinin ödenek kullanımı açısından esnekliğinin olması yanında, yöneticiler uygulamalar çerçevesinde hesap verebilir hale de getirilmelidir. Bunun için performansa dayalı ücret uygulaması mutlaka sisteme dahil edilmelidir. • Kamu kurumlarının tüm mali kaynaklarının doğru şekilde analiz edilmesi için anlamlı bir kayıt sistemine ihtiyaç vardır. Bu kayıt sistemi tahakkuk esaslı muhasebe ile mümkündür. • Tahakkuk esaslı muhasebe sisteminin etkinliği açısından ise hızlı ve kaliteli interaktif veri tabanına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu amaçla kamu kurumları ve sistemi kullanan kamu personeli bilgisayar ağıyla birbirine bağlanarak mali işlemler anında izlenebilir olmalıdır. Böyle bir otomasyon sistemine geçilmeden uygulanan muhasebe sistemi performansın ölçümü yönünden aksaklıklara neden olabilir. • Performans esaslı bütçeleme sistemi açısından son derece önemli bir diğer unsur, performans kültürüne sahip kamu personelinin varlığıdır. Ayrıca kamusal bir faaliyet içinde görev alan personelin yetenek ve çalışmalarına göre değerlendirilmesi de gerekmektedir. 111 II. Türkiye’de Performans Esaslı Bütçeleme Sistemine Geçiş Süreci Ülkemizde kamu sektöründe hizmet sunum kalitesinde yaşanan çeşitli sorunlar ve son dönemde yaşanan iktisadi ve mali krizler, kamu mali yönetim sistemimizin ve bütçe uygulamalarının yeniden ele alınmasını gündeme getirmiştir. Mali sistemimizin ve bütçe uygulamalarının yeniden yapılandırılması konusunda Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı “Kamu Yönetiminin İyileştirilmesi ve Yeniden Yapılandırılması Özel İhtisas Komisyonu Raporu”nda üzerinde durulan hususlar şöyledir (DPT, 2000:3-4): • Kamu kurumlarına verilen bir kısım görevler ya hiç yapılmamakta ya da ancak sınırlı ölçülerde ve amaçtan uzak bir şekilde gerçekleştirilmektedir. • Bazı görevler, merkezi yönetim kapsamında bulunmakla birlikte, görevi gerçekleştirecek işlevsel nitelikte örgütsel düzenlemelere gidilemediğinden, eldeki yapı, gereksinimleri karşılayamamaktadır. • Merkezi yönetim görevlerindeki oransal artış, sistemin birçok noktada tıkanmasına ve işleme bozukluklarına neden olmakta, görevlerin merkez, taşra ve yerel yönetimler arasında rasyonel dağılımı yeterince sağlıklı biçimde gerçekleştirilememektedir. • Kamu kuruluşlarında görev, yetki ve sorumluluk dengesinin iyi kurulamamış olması, örgütsel etkililiği olumsuz yönde etkilemektedir. • Kamu hizmetleri halkın ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamamakta olup, kamu kurumlarındaki verimsizlik ve israf halkın kamu kurumlarına olan güvenini sarsmaktadır. • Kırtasiyecilik kamu kurumlarının etkin çalışmasını engellerken, özel sektörün ve vatandaşın kamu hizmetlerinden yararlanmasını güçleştirmektedir. • Büyüyen bütçe açıkları ve kamu borçları, artan kamu harcamalarının kontrol altına alınmasını; bütçe reformu yapılmasını, insan kaynaklarının ve iç kontrollerin yeniden değerlendirilmesini; program hedeflerine göre kaynak plânlamasını ve kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılmaktadır. • Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana, kamu yönetimine kamu hukuku yaklaşımı hakim olmuştur. Bu anlayışın gereği olarak, kamu sektöründe görev alanları, kuruluşların organizasyonları, kamu yöneticilerinin ve çalışanların yetki ve sorumlulukları ile iç kontrol mekanizmaları kanun ve yönetmeliklerle düzenlenmiştir. Bu nedenle kamu yöneticilerinin eylem alanı ve takdir hakkı da sınırlıdır. Mevcut yapı, kamu kurumlarının değişen koşullara uyum sağlamasını zorlaştırmaktadır. • Uluslararası rekabet ve küreselleşme, ülkemizde özel sektör de olduğu kadar kamu sektöründe de reformlar yapılmasını gerektirmektedir. • 10 Aralık 1999 tarihinde ülkemizin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine aday olması ile birlikte, AB’ne entegrasyonu sağlayacak reformların hızla gerçekleştirilmesi önem kazanmıştır. Diğer yandan, mali sistemimizde ve bütçe uygulamalarında dönüşümü zorunlu kılan sorunları bir başka açıdan şu şekilde sıralamak mümkündür (BUMKO, 2005: 4): • Mali yönetim sisteminin ve bütçenin kapsamı dar kalmıştır. Bütçe dışı harcamalar oldukça fazladır. • Kalkınma plânları ile bütçeler arasındaki bağlantı kopmuştur. • Kamu kaynakları etkin kullanılamamaktadır. • Kamu harcama süreci katı bir ön kontrole tâbidir. Bütçe hazırlama, uygulama ve kontrol sürecinde kurumlara yeterli inisiyatif verilmemektedir. • Çağdaş kamu mali yönetim anlayışına hakim olan; stratejik plânlama, çok yıllı bütçeleme, performans esaslı bütçeleme, hesap verebilirlik ve mali saydamlık ilkeleri mali sistemde yer almamaktadır. Yukarıda işaret edilen sorunların çözümüne yönelik olarak 1990’lı yıllardan itibaren kapsamlı çalışmalar yapılmış, komisyonlar kurulmuş ve bu komisyonlar çeşitli raporlar hazırlamışlardır. Hazırlanan raporlar dönemin siyasilerine sunulmuş, ancak bu konuda yeterli bir siyasi irade desteği alınamadığı için çabalar sonuçsuz kalmıştır 112 (Kesik,2005:129). Bununla beraber, teknik çalışmalar çerçevesinde, 1995 yılında Kamu Mali Yönetim Projesi (11 Ekim 1995 tarihli Türkiye Cumhuriyeti İle Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası Arasındaki -Kamu Mali Yönetim Projesi- İkraz Anlaşmasına göre) hazırlanmış ve proje çerçevesinde yeni bir bütçe sınıflandırma modeli üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. Projenin amacı; vergi idaresinde, kamu harcamalarının yönetiminde, gümrük idaresinde ve bu görevlerin yürütülmesinden sorumlu kuruluşlarda etkinliğin sağlanmasıdır. Dolayısıyla performans esaslı bütçelemeye geçişle ilgili ilk çalışmaların bu projeyle 1995 yılında başlamış olduğunu söyleyebiliriz. Sisteme yönelik ilk adımların atıldığı bu ilk dönemin ardından, 1998 yılında Uluslararası Para Fonunun desteği de alınarak Devlet Mali İstatistikleri (GFS) esasına dayalı bir sınıflandırma usulüyle ilgili hazırlıklar yapılmıştır. Bu arada, Avrupa Birliği ile adaylık sürecinin hızlanmasıyla ESA 95 (European System of Integrated Economic Accounts) standartlarına göre başlatılan çalışmalar yeniden düzenlenmiş, 1998 yılında tamamlanmış olan yeni bütçe kod (sınıflandırma) yapısı tekrar gözden geçirilerek, GFS’ deki değişikliklere ve Avrupa Birliği’nde uygulanan ESA 95 standardına uygun hale getirilmiştir. Kod yapısı daha sonra GFS 2000’de yapılan değişikliklere göre yeniden revize edilmiş, kod yapısına son şekli verilmiştir. Bu dönemde oluşturulan yeni bütçe kodlaması, bir altyapı çalışması olarak nitelendirilebilir. Analize elverişli istatistiki veriler üretmeye imkân veren bu yeni bütçe kodlaması, Analitik Bütçe Sınıflandırması olarak adlandırılmıştır (Mutluer-Öner-Kesik,2005:165). Öte yandan, 2001 yılının Temmuz ayında, mali sektöre ve kamu sektörüne yönelik orta vadeli reform programlarının desteklenmesi amacıyla, Dünya Bankası ile Mali Sektör ve Kamu Sektörü Uyum Kredisi (PFSAL II) anlaşmaları imzalanmıştır. Bu anlaşmalarla stratejik plânlama ve performansa dayalı bütçeleme çalışmalarına başlanılması öngörülmüş, bu çalışmaların bütçe reformunun en önemli unsuru olduğu vurgulanmıştır. Performans esaslı bütçeleme çalışmalarını desteklemek amacıyla 2001 yılında Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü (TÜSSİDE) ile birlikte “Sürekli Kalite Geliştirme ve Kamu Bütçeleme Sisteminin Yeniden Yapılandırılması Projesi” ne işlerlik kazandırılmıştır. Proje çerçevesinde altı kurumda çeşitli faaliyet ve projeler (Milli Eğitim Bakanlığı-Yurtdışı bursları, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı- Süne ve kımıl mücadelesi projesi, Karayolları GMKaza kara noktalarının iyileştirilmesi ve izlenmesi projesi, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu GMSeyranbağları Huzurevi, yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezi hizmetleri, ODTÜ-Kütüphanecilik hizmetleri, TÜSSİDE-Tüm faaliyetleri) pilot uygulama olarak seçilmiştir (Kesik,2004:15). Bu bağlamda ilgili faaliyet/projeler için 2003-2007 dönemine yönelik stratejik plânlar ve 2003 yılına ilişkin performans plânları hazırlanmıştır. Ancak ilgili projeler kapsamında kurumsal bazda bir uygulamadan söz etmek mümkün değildir. Bu çalışmalar daha çok konu bazlı olarak ele alınmıştır. Performans esaslı bütçeleme sistemine yönelik 2001 yılında yürütülen projelere uygun olarak, Muhasebat Genel Müdürlüğü bünyesinde de tahakkuk esaslı muhasebeye geçmek için bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Tahakkuk esaslı devlet muhasebesinin pilot uygulama çalışmaları 2002 yılında Hazine Müsteşarlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü, Ege Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndan oluşan altı pilot kurumun işlemlerini yürüten 47 saymanlıkta başlatılmıştır. 2003 yılında ise pilot saymanlık sayısı 116’ya çıkarılmıştır. 08.06.2005 tarih ve 25839 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği ile genel yönetim kapsamındaki kurum ve kuruluşlarda tahakkuk esaslı muhasebeye esas olacak temel kavram ve ilkeler ortaya konulmuştur. Bu yönetmelik çerçevesinde Maliye Bakanlığı tarafından Genel Bütçe Muhasebe Yönetmeliği 31.12.2005 tarih ve 26040 sayılı Üçüncü mükerrer Resmi Gazetede yayınlanmıştır (Kalmış,2006:241-243). 2001 yılında proje kapsamında performans esaslı bütçeleme sistemine yönelik çalışmalar ve tahakkuk esaslı muhasebe sistemine yönelik düzenlemeler sonucunda Yüksek Plânlama Kurulu Kararları (Yüksek Plânlama Kurulunun 4.7.2003 ve 19.7.2004 tarihli Makro Çerçeve Kararları) uyarınca, sekiz kamu kurumunda kurumsal düzeyde stratejik plânlama ve performans esaslı bütçeleme pilot çalışmaları yürütülmesine karar verilmiştir. Böylece 2001 yılında proje kapsamında başlatılan çalışmalar kurumsal düzeye taşınmaya başlanmıştır. Stratejik plânlamaya dayalı sistem için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Hudut ve Sahiller 113 Sağlık Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi, Denizli Valiliği (İl Özel İdaresi), İller Bankası Genel Müdürlüğü, Kayseri Büyükşehir Belediyesi pilot kurum olarak seçilmiştir. Pilot kurumlar olarak farklı yapıdaki kurumlar tercih edilmiştir. Farklı tipte kurumların seçilmesinde temel etken, farklı pilot kurum tecrübeleri ışığında en iyi modeli tespit etmek ve bunu tüm kamu kurumlarında kullanmaktır. Stratejik plânlama çalışmalarının Devlet Plânlama Teşkilâtı Müsteşarlığınca, performans esaslı bütçeleme çalışmalarının ise Maliye Bakanlığı tarafından yürütülmesi öngörülmüştür. Bu çalışmalar 2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (24.12.2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan kanun bütünüyle 01.01.2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir) ile birlikte daha da hızlanmıştır (Erüz, 2006:277-278). Performans esaslı bütçelemeye yönelik çalışmaların hızlanmasında 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununu yürürlükten kaldıran 5018 sayılı Kanunun önemli bir fonksiyonu olduğunu ifade etmek gerekir. Çünkü yeni bütçeleme sistemine yönelik projelerin merkezi yönetimde yaygınlaştırılabilmesi amacıyla hukuki altyapının oluşturulması gerekliydi. 5018 sayılı kanunla plânlama boyutundan bütçe hazırlığı, uygulama, raporlama ve denetim boyutuna kadar uzanan bütüncül bir kurumsal performans modeli oluşturulmuş ve bu bağlamda yeni bütçeleme anlayışı, stratejik plânlamaya dayalı performans esaslı bütçeleme sistemi şeklinde ifade edilmiştir. III. Performans Esaslı Bütçeleme Sisteminin Uygulanması Ülkemizde uygulamaya konulan performans esaslı bütçeleme modeli üç unsur üzerine kuruludur. Bu üç unsur; stratejik plân, performans programı ve faaliyet raporu olup performans denetiminin gerçekleştirilebilmesi için temel altyapıyı oluşturmaktadır. Sistemin işlevselliği açısından temel belge niteliği taşıyan stratejik plân; kamu kurumunun bulunduğu nokta ile ulaşmayı arzu ettiği durum arasındaki yolu tarif eden belge olarak nitelendirilebilir. Stratejik plân hazırlanmasına yönelik yasal çerçeve 5018 sayılı Kanunun “Stratejik Plânlama ve Performans Esaslı Bütçeleme” başlıklı 9. maddesinde çizilmiştir. Buna göre kanun kapsamındaki kamu kurumları stratejik plân hazırlamakla yükümlü tutulmuştur. Kanun maddesinde de belirtildiği üzere stratejik plân, kamu kurumu için politika belirleme yönüyle bir nevi rehber niteliği taşımaktadır. 5018 sayılı Kanunun ikincil mevzuat düzenlemeleri kapsamında 26.05.2006 tarihli ve 26179 sayılı Resmi Gazetede “Kamu İdarelerinde Stratejik Plânlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” yayınlanmıştır. Yönetmeliğin 7. maddesi uyarınca stratejik plânlar beş yıllık bir dönemi kapsamakta, en az iki yıl uygulandıktan sonra güncelleştirilebilmektedir. Nitekim DPT tarafından kamu kurumlarının stratejik plân hazırlayabilmelerine yönelik 2003 yılı Mart ayında stratejik plânlama kılavuzu çıkarılmış ve kılavuz 2006 yılında revize edilmiştir. Bu belge ışığında başta pilot kurumlarda olmak üzere genel olarak kamu kurumlarında stratejik plânlar hazırlanmaya başlanmıştır. Sistemin ikinci unsuru olan performans programı; bir mali yılda kamu kurumunun stratejik plânı doğrultusunda yürütmesi gereken faaliyetleri, bu faaliyetlerin kaynak ihtiyacını, performans hedef ve göstergelerini içeren, kurum bütçesinin ve idare faaliyet raporunun hazırlanmasına dayanak oluşturan program olarak tanımlanmaktadır. Hazırlanan performans programı; yıl sonunda hazırlanacak faaliyet raporu ile performans değerlendirmesine temel oluşturmaktadır (Mutluer-Öner-Kesik,2005:147-148). Sistemde performans programında ortaya konulan ilgili rakamlar, yıllık bütçelerle ödenekleştirilmektedir. Dolayısıyla sistemde performans programlarının bütçeden daha öncelikli bir aşama olduğu ve bütçenin bu programa yönelik ödenek aktaran bir belge olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Böylece stratejik plân ve bütçe ilişkisinin performans programları aracılığı ile gerçekleştirildiğini ve performans programının kurum bütçelerinin stratejik plânlarında belirlenmiş amaç ve hedefleri doğrultusunda hazırlanmasına yardımcı olduğunu belirtmek mümkündür (Maliye Bakanlığı; 2008:9). Performans programının başarısı açısından doğru bir stratejik plânın hazırlanmış olması ön koşuldur. 114 Performans esaslı bütçeleme sürecinin bir diğer aşaması faaliyet raporunun hazırlanmasıdır. 5018 sayılı kanun ve ilgili yönetmeliklerde de açıklandığı üzere ülkemizde kamu kurumları, ilgili yıl performans programları sonucunda idare faaliyet raporu hazırlamakta ve bu raporlar bazı aşamalardan sonra TBMM’e gelmektedir. İdare faaliyet raporları performans denetimine konu olmaktadır. Performans esaslı bütçeleme sistemine yönelik mevcut uygulamalar ele alındığında henüz pilot kurumlarda dahi katedilmesi gerekli önemli mesafelerin olduğu görülmektedir. Nitekim sisteme yönelik çalışmalar öncelikle sekiz pilot kurumda başlatılmış, ancak bu sekiz kurumdaki çalışmalardan kesin sonuçlar elde edilmeden sistem, kanun kapsamındaki diğer kurumlara da yaygınlaştırılmıştır. Dolayısıyla bu süreçte çeşitli sıkıntılar söz konusu olmaya başlamıştır. Çünkü sistemin başarısı için performans kültürüne sahip kamu personelinin varlığı, teknolojik altyapının yeterliliği, performans göstergelerinin analizine yönelik veri setinin oluşturulması, sisteme yönelik eğitim çalışmalarının yeterli düzeyde olması, performansa dayalı ücret sisteminin uygulamaya konulması, hesap verebilirlik açısından kamu kurumlarına ödenek kullanımında yeterli esnekliğin sağlanması ve sistemin tek bir merkezi birim tarafından koordine edilmesi gibi hususların yerine getirilmiş olması lâzımdır. Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere pilot uygulamalarda kurumların tümünde stratejik plân, performans programı ve faaliyet raporunun hazırlanmış olduğu görülmekle birlikte, bunlar arasında sistematik düzenin varlığından söz etmek mümkün değildir. Çünkü uygulamada bir stratejik plânın kapsadığı dönem itibarıyla her yıl için performans programının ve faaliyet raporunun hazırlanması esas iken bu kurumlarda böyle bir düzenin tam olarak kurulamadığı görülmektedir. Bu durumun en önemli nedenleri olarak, kurumsal ödenek tahsisi açısından hâlâ bu belgelerin bağlayıcılığı fikrinin yerleşmemesi ve geçmiş alışkanlıklara uygun olarak pazarlık uygulamasının varlığı gösterilebilir. Pilot Kurumların Performans Esaslı Bütçelemeye Yönelik Düzenledikleri Belgeler Pilot Kurum Stratejik Plân Performans Programı Faaliyet Raporu Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Planı 2010 Performans Programı 2011 Performans Programı 2008 Faaliyet Raporu 2009 Faaliyet Raporu Türkiye İstatistik Kurumu 2007-2011 Stratejik Planı 2007 Performans Programı 2011 Performans Programı 2006 Faaliyet Raporu 2009 Faaliyet Raporu Karayolları Genel Müdürlüğü 2006-2010 Stratejik Planı 2007-2011 Stratejik Planı 2007 Performans Programı 2008 Performans Programı 2009 Performans Programı 2010 Performans Programı 2006 Faaliyet Raporu 2005-2009 Stratejik Planı 2010-2014 Stratejik Planı 2006 Performans Programı 2007 Performans Programı 2008 Performans Programı 2009 Performans Programı 2010 Performans Programı 2005 Faaliyet Raporu 2006 Faaliyet Raporu 2007 Faaliyet Raporu 2008 Faaliyet Raporu Hacettepe Üniversitesi 2005-2008 Stratejik Planı 2007-2011 Stratejik Planı 2006 Performans Programı 2007 Performans Programı 2008 Performans Programı 2009 Performans Programı 2010 Performans Programı 2006 Faaliyet Raporu 2007 Faaliyet Raporu 2008 Faaliyet Raporu 2009 Faaliyet Raporu 2010 Faaliyet Raporu Kayseri Büyükşehir Belediyesi 2007-2010 Stratejik Planı 2007 Performans Programı 2011 Performans Programı 2007 Faaliyet Raporu 2009 Faaliyet Raporu 2000 Faaliyet Raporu 2001 Faaliyet Raporu 2002 Faaliyet Raporu 2003 Faaliyet Raporu 2004 Faaliyet Raporu 2005 Faaliyet Raporu 2006 Faaliyet Raporu 2007 Faaliyet Raporu 2008 Faaliyet Raporu 2009 Faaliyet Raporu 2010 Faaliyet Raporu Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü İller Bankası 2006-2010 Stratejik Planı Denizli İl Özel İdaresi 2006-2010 Stratejik Planı 2010-2014 Stratejik Planı 2007 Performans Programı 2008 Performans Programı 2007-2009 Performans Planı 2010 Performans Planı 2011 Performans Planı Kaynak: İlgili kurumların resmi web siteleri ve http://www.bumko.gov.tr/ 115 2007 Faaliyet Raporu 2008 Faaliyet Raporu 2009 Faaliyet Raporu Ülkemizde kamu kurumlarının ne düzeyde sisteme geçtiklerine yönelik başta DPT, BUMKO ve Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı web siteleri incelendiğinde birbiriyle çok tutarlı olmayan sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte genel bir değerlendirme yapıldığında genel bütçe kapsamında 50 kurumdan 22’sinde stratejik plân, 10’unda performans programı ve 45’inde ise faaliyet raporunun hazırlanmış olduğu görülmektedir. Özel bütçe kapsamında ise toplam 118 kurumdan 61’inde stratejik plân, 34’ünde performans programı ve 73’ünde de faaliyet raporunun düzenlendiği sonucuna ulaşılmıştır. Sosyal güvenlik kurumları bünyesinde yer alan toplam 2 kurumdan 2’sinin de stratejik plân hazırladığı, birinde performans programının hazırlandığı ve 2’sinde de faaliyet raporunun mevcut olduğu belirlenmiştir. Mahalli idareler yönünden de arzulanan sonuçlara tam olarak ulaşılması mümkün olamamıştır. Sadece nüfusu 50.000’den fazla olan yerel yönetimlerin stratejik plân hazırlaması zorunlu olduğu göz önünde bulundurulduğunda toplam 245 belediyeden 186’ında ve toplam 81 il özel idaresinden 66’sında stratejik plân hazırlandığı yönünde bir veriye ulaşılabilmiştir. Ancak bunlardan kaçının performans programı ve faaliyet raporu hazırladığı yönünde resmi kurum sitelerinden hareketle ayrıntılı bir sonuca ulaşılamamıştır. Bununla beraber, tarafımızdan örnekleme tekniği ile bazı yerel yönetimlerde performans programı ve faaliyet raporunun düzenlenmiş olduğu tespit edilmiştir. IV. Uygulamada Görülen Aksaklıklar ve Çözüm Önerileri Aşağıda sistemin etkin şekilde uygulanmasını engelleyen ve dolayısıyla çözüm bekleyen çeşitli sorunlar ana hatlarıyla sıralanmıştır: • Bütçeleme sürecimizde çok başlılık bulunmaktadır. Nitekim stratejik plânlama DPT, performans esaslı bütçeleme Maliye Bakanlığı ve kurumsal ödenek akışının sağlanması görevi Hazine Müsteşarlığı’ndadır. Bu durum sistemin sahiplenilmesi ve uygulamanın yönetimi açısından çeşitli sıkıntılar doğurmaktadır. • Performansı esas alan bir bütçeleme sistemi için gerekli koşullardan biri, kamu personelinin performanslarına göre ücret aldığı bir maaş sistemine geçilmesidir. Ülkemizde bu doğrultuda henüz yeni bir ücret sistemine geçilememiştir. Kamu personelinin performansına göre ödül ya da ceza almasına yönelik bir uygulamanın eksikliği, sistem açısından gerekli olan hesap verebilirliğin önünde de önemli bir engel oluşturmaktadır. • Kurumlar sistem hakkında yeterince bilgilendirilmemekte, hazırlanmış mevcut kılavuzlar dahilinde hareket edebilmektedirler. Öte yandan, kamu kurumlarımızın kaçında stratejik plânın, performans programının ve faaliyet raporunun hazırlanmış olduğuna dair yeterli düzeyde veri sağlayacak bir altyapı bulunmamaktadır. • Sistemin uygulanması konusunda kamu kurumlarında belirli bir atalet gözlenmektedir. • 03.12.2010 tarihinde kabul edilen 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 7. maddesinde yer alan “performans denetimlerinin hukuki ve mali sorumluluk doğurmayacağı” hükmü, sistemin performans denetimi ayağını etkisiz hale getirmekte ve süreci olumsuz yönde etkilemektedir. • Kamu kurumlarında performans esaslı bütçeleme sisteminin hazırlanmasına ve uygulanmasına yönelik strateji geliştirme birimleri oluşturulmuştur. Ancak strateji geliştirme çalışmaları, bu birimlerin tüm faaliyetlerinin çok az kısmını oluşturmakta ve çalışmaların ağırlık noktası mali işlemlerin yerine getirilmesinden ibaret kalmaktadır. Bu birimlerde görev yapan personelin özlük hakları (mesai vb.) konusunda da sorunlar yaşanmaktadır. • Yeni bütçe sisteminde mevcut uygulamalara bakıldığında kamu kurumları tarafından hazırlanan stratejik plân, performans programı ve faaliyet raporu gibi belgelerin şekli şartlara uygunluk sağladığı fakat içeriklerinin tatmin edici olmadığı söylenebilir. En iyi kurum uygulamasında bile gereğinden fazla sayıda performans hedefi hazırlanmakta ve ölçülebilir performans göstergelerinin tespitinde sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla, kamu kurumlarının genelinde, gerçek performans programının hazırlandığını 116 söylemek mümkün değildir. Sistemin etkinliğini sağlayacak şekilde hazırlanmamış bir performans programının faaliyet raporunun kalitesini düşüreceği de açıktır. Çünkü doğru faaliyet raporu için iyi hazırlanmış bir performans programının varlığı ön koşuldur. • Bütçeleme sürecinde Maliye Bakanlığı kamu kurumlarının ödeneklerini yılda dört defa serbest bırakmaktadır. Bu sistem açısından kabul edilebilir bir uygulama olarak görülmekte birlikte, Maliye Bakanlığı mali disiplin hedeflerini tutturabilmek amacıyla ödenekleri bloke edebilmektedir. Kurumların stratejik plânlarındaki amaç ve hedeflerine yönelik performans programı ve bütçe hazırlamaları dikkate alındığında, ödeneklerin bloke edilmesi bu hedeflerden sapmalara yol açabilmektedir. • Performans esaslı bütçeleme sistemi ile beraber mali saydamlık kavramı uygulamalara girmiştir. Mali saydamlık, kamu kurumlarının performansları hakkında kamuoyu ile ilgililere, doğru ve tam zamanlı bilgi akışını sağlamasını zorunlu kılmaktadır. Bunun için kamu kurumları faaliyet raporları hazırlamakta ve bunu elektronik ya da basılı olarak kamuoyunun kullanımına sunmaktadır. Mali saydamlıkla kamu kaynak kullanımında suistimal ve israfın önlenmesi amaçlanmaktadır. Ancak kamu kurumlarının hazırladıkları faaliyet raporları mali saydamlıktan beklenen yararları sağlamamaktadır. Zira hazırlanmış olan faaliyet raporlarında çok fazla bilgi yer almakla birlikte, bu raporlar kamu kurumlarının performanslarını yansıtmaktan uzaktır. • Bütçeleme sisteminin etkinliği açısından dikkati çeken bir başka sorun da kamu kurumlarının çoğunluğunda istatistiki bilgi arşivinin bulunmamasıdır. Böyle bir eksikliğin mevcut olması, bu kurumların hazırladıkları veya hazırlayacakları stratejik plân, performans programı ve faaliyet raporlarının kalitesi açısından ciddi sıkıntılar doğuracağı gibi, söz konusu kurumlarda performans göstergelerinin doğru şekilde oluşturulmasına yönelik çalışmalara da engeldir. Yeni bütçeleme sisteminin kamu kurumları tarafından etkin bir şekilde uygulanabilmesi için başlıca önerilerimiz şöyledir: • Mali sistemdeki çok başlılık konusu ele alınmalıdır. Bu bağlamda Maliye Bakanlığı ve DPT birleştirilerek ABD’de olduğu gibi Yönetim ve Bütçe Ofisi şeklinde yeniden yapılandırılmalı ya da iki kurumun birlikte oluşturacakları ve sadece bütçe sisteminin etkin şekilde işleyebilmesini sağlayacak bir birim kurulmalıdır. • Çalışanların performansını esas alan bir ücret sistemine geçilmelidir. Örneğin İngiltere ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde uygulanan şekliyle, her kamu kurumuna, genel ücret dengelerini bozmadan kendi ücret politikasını belirleme yetkisi verilebilir. Bu yetkiyle, kamu kurumlarında performans kültürünün yerleşmesine ve yeni bütçeleme sisteminin etkin işleyişine katkı sağlanabilir. • İç kontrol sistemiyle ilgili tüm aşamalarda üst yöneticilerin liderliğinde tüm yöneticilerin ve kurum çalışanlarının katkısı sağlanmalıdır. Kamu kurumlarında iç kontrol sisteminde görülen aksaklıkların giderilmesi amacıyla sürekli izleme ve değerlendirme yapılmalıdır. • Ülkemizde ABD’de uygulanmakta olan “Program Değerlendirme Oranı Aracına” benzer bir düzenleme ile kamu kurumları bütçe uygulamaları yönünden puana tâbi tutulabilir. Kamu kurumları elde ettikleri puanlar çerçevesinde, Danimarka’da olduğu gibi karşılaştırılıp, ödenekler açısından aralarındaki rekabet teşvik edilebilir. • 6085 sayılı Sayıştay Kanununun performans denetimine imkân tanıyacak hükümleri performans esaslı bütçeleme sisteminin yapısına uygun hale getirilmelidir. • Kamu kurumlarındaki her birimde birer strateji geliştirme birimi oluşturulmalı ve performans esaslı bütçeleme sisteminin gerektirdiği belgelerin hazırlanması yönünden bu birimlere de sorumluluk verilmelidir. • Bütçeleme sürecinde kamu kurumlarına oldukça fazla iş yükü getiren performans programı ve bütçe dokümanının ayrı ayrı hazırlanması uygulaması yeniden gözden geçirilmelidir. Dolayısıyla sistemde bu iki belgenin tek bir metin haline getirilmesi, bütçeleme sürecinin daha iyi işleyebilmesi için gereklidir. 117 • Maliye Bakanlığının hesap verebilirliğin kamu sektöründe yerleştirilmesi açısından önemli bir engel teşkil eden ödenekleri serbest bırakma uygulaması yeniden düzenlenmelidir. • Sistemde performans hedeflerinin doğru şekilde değerlendirilebilmesi için kamu kurumlarının faaliyetlerine yönelik ve geçmiş belirli bir dönemi de kapsayan veri setinin oluşturulması önem arz etmektedir. Bu amaçla kurumların kendi faaliyetlerine özgü “Yönetim Bilgi Sistemleri”ni kurarak stratejik amaçlarına yönelik anlık bilgi elde edebilmeleri teşvik edilebilir. • Tam anlamıyla, kurumsal iç denetimin yapılmasını temin etmek için, iç denetçilerin 5018 sayılı kanun ile kurulan “İç Denetim Koordinasyon Kurulu”na bağlı olarak çalışmaları daha doğru olacaktır. SONUÇ Dünyada pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de performans esaslı bütçeleme sistemine geçmek için yasal düzenleme yapılmıştır. 2003 yılı sonunda yasalaşmış olan 5018 sayılı kanun temel düzenleme olup, bu kanunla stratejik plânlamaya dayalı performans esaslı bütçeleme modeli esas alınmıştır. Ülkemizde stratejik plânlamaya dayalı performans esaslı bütçeleme sisteminin kurumlar bazındaki uygulaması henüz sistemin geçiş aşaması içinde olduğumuzu ortaya koymaktadır. Şöyle ki, sistemin ilk adımı olan stratejik plânlama çalışmaları belirli bir seviyeye gelememiştir. Ayrıca kurumların çoğunda performans programı mevcut değilken, faaliyet raporlarına rastlanmaktadır. Oysa önce performans programının hazırlanması ve yıllık performans hedeflerinin ortaya konulması lâzımdır. Faaliyet raporları ise bu hedeflere ne düzeyde ulaşıldığını yansıtan belgelerdir. Birçok kamu kurumu tarafından hazırlanmış olan faaliyet raporları yeni bütçeleme sisteminin yapısına uygun olmaktan ziyade, kurumların yıllık genel faaliyetleri hakkında kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik belgelerdir. Dolayısıyla nicelik olarak çok sayıda belgenin mevcut olması, sistemin gerektirdiği nitelikte belgeler oldukları anlamına gelmemektedir. Performans kültürünü kamu sektörüne uyarlamayı amaçlayan performans esaslı bütçeleme sistemi, kamu kaynaklarının performans göstergelerine göre tahsisini temel alan bir bütçeleme anlayışıdır. Bu amaca yönelik ülke uygulamaları incelendiğinde tüm ülkelerde farklı modellerin esas alındığı, fakat hepsinde performans göstergelerinin kamusal kaynak tahsisine temel oluşturmasının hedeflendiği görülmektedir. Ülkemizde sisteme yönelik düzenlemeler ve kurum uygulamaları değerlendirildiğinde, önümüzde aşılması gerekli çeşitli sorunlar göze çarpmaktadır. Bu sorunların giderilmesi yönünde kararlı çabalara, kurumların desteklenmesine ve teşvik edilmelerine ihtiyaç bulunmaktadır. Sonuç olarak, ülkemiz açısından stratejik plânlamaya dayalı performans esaslı bütçeleme sistemi, etkin bir şekilde uygulandığı takdirde, başarılı sonuçlar ortaya koyabilecek bir sistem olarak nitelendirilebilir. 118 Kaynakça Arcagök, M Sait & Bahadır Yörük & & Esin Oral & Umut Korkmaz, “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda Öngörülen Düzenlemeler”, Bütçe Dünyası, Sayı:18, İlkbahar 2004.ss.3-9. DPT; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı “Kamu Yönetiminin İyileştirilmesi ve Yeniden Yapılandırılması Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, Ankara. 2000. Eren, Veysel, “Kamu Yönetiminde Rekabet, Rekabetin Kurumsallaştırılması ve Rekabet Mekanizmaları”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 58-4, Ekim-Aralık 2003, ss.83-105. Erüz, Ertan, “Mali Yerelleşme –Teori ve Uygulama Üzerine Yazılar”, içinde: Yerel Yönetimlerde Performans Esaslı Bütçeleme, (Editör: Ayşe Güner & Serdar Yılmaz), Güncel Matbaacılık, İstanbul, 2006, ss.269-293. Gürsoy, Gülizar, “Performans Yönetimi Süreci”, Bütçe Dünyası, Yıl:2, Sayı:8, Eylül 2001, ss.13-15. Halis, Muhsin & Mehmet Tekinkuş, “Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar”, içinde: Kamuda Performans Yönetimi, (Editörler: Asım Balcı, Ahmet Nohutçu, Namık Kemal Öztürk, Bayram Coşkun), Seçkin Kitabevi, Ankara, Eylül, 2003, ss.169-203. Kalmış, Halis, “Kamu Maliyesine Yeni Bakış (Teori ve Uygulama)”, içinde: Kamuda Tahakkuk Esaslı Muhasebe Sistemi ve Türkiye’de Kamu Muhasebe Sisteminde Nakit Esasından Tahakkuk Esasına Dönüş Çalışmaları, (Editörler: Nihat FALAY, Mehmet ŞAHİN, Ahmet KESİK), Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006,ss.233-247. Kesik, Ahmet, “Avrupa Birliği Sürecinde Türk Kamu Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması: Çok Yıllı Bütçelemenin Uygulanabilirliği”, Sosyoekonomi, No:2005/1, Ocak - Haziran 2005, ss.127-142. Kesik, Ahmet, “Performansa Dayalı Bütçeleme”, 5.Kamu Kalite Sempozyumu – Kamu Kaynaklarının Etkili Yönetimi: Stratejik Planlama ve İzleme, 9-10 Haziran 2004. Mutluer, M.Kamil & Erdoğan Öner & Ahmet Kesik, Bütçe Hukuku, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. Tüğen, Kâmil, Devlet Bütçesi (Dokuzuncu Baskı), Bassaray Matbaası, İzmir, 2010. Uluğ, Feyzi, “Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı Işığında Kamu Denetim Sisteminde Yeniden Yapılanma”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:37, Sayı:2, Haziran 2004, ss.97-122. http://www.bumko.gov.tr/ (Tarih:02.03.2011) Maliye Bakanlığı BUMKO; “Mali Reformlar Kapsamında Yeni Bütçe Anlayışı - Merkezi Yönetim Bütçesi ve Çok Yıllı Bütçeleme”, Ankara, 29-30 Haziran 2005. http://www.dioi.gov.tr/publish.aspx (Tarih:02.03.2011) http://www.hssgm.gov.tr/stratejikyonetim/stratejibaslangic.aspx (Tarih:01.03.2011) http://www.ilbank.gov.tr/ (Tarih:01.03.2011) http://www.kayseri-bld.gov.tr/ (Tarih:02.03.2011) http://www.kgm.gov.tr/Sayfalar/KGM/SiteTr/Root/default.aspx (Tarih:01.03.2011) http://www.sgdb.hacettepe.edu.tr/ (Tarih:02.03.2011) http://www.tarim.gov.tr/Stratejik,Stratejik_Plan.html (Tarih:03.03.2011) http://www.tuik.gov.tr/Start.do (Tarih:04.03.2011) 119 Doç. Dr. Birol KOVANCILAR1 ve Prof. Dr. A. Kemal ÇELEBİ2 Celal Bayar Üniversitesi Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. Maliye Bölümü Başkanı 1 2 PERFORMANS ESASLI BÜTÇE: SORUNSAL BİR DEĞERLENDİRME* Öncelikle Bu faydalı sempozyumu organize ettikleri için Ege Üniversitesi nezdinde Sayın Rektörü Prof. Dr. Candeğer YILMAZ Hocaya çok teşekkürlerimi sunuyorum. Davranışsal Model ve Müşevvik Sorunu • Kamu bütçesinin hazırlanması, onaylanması, uygulanması ve denetlenmesi, insan unsurunun belirleyici aktör olduğu bir süreç olarak karşımıza çıkar. Temel unsurun birey olduğu bir faaliyetle ilgili teorik bir model inşa edilirken, sürecin aktörlerinin hangi saiklerle hareket ettiğine dair davranışsal varsayımların açıkça ortaya konması gerekir. • Örneğin Niskanen’in Bürokrasi Modelinde, bürokratların davranışlarına yön veren saikin bireysel özel faydaları olduğu varsayılmakta ve bu varsayımdan hareketle bürokratların kendi bürolarının bütçelerini maksimize etmek gayretinde oldukları ileri sürülmektedir. • Performans esaslı bütçelemeye bakıldığında, davranışsal varsayımlara dayalı teorik bir altyapıya tam olarak sahip olmadığı, soyut ilke ve kavramlardan, temennilerden, tavsiyelerden, teknik ve yöntemlerden oluşan bir süreç olarak tasarlanmaya ve formüle edilmeye çalışıldığı dikkati çekmektedir. • Bütçe sürecindeki aktörlerin davranışlarına yön veren temel saik, özel fayda mı yoksa kamusal fayda mı ? • Performans esaslı bütçelemede, bütçe aktörlerini kamusal fayda amacı doğrultusunda harekete geçirecek müşevviklerin ne olduğu ve nasıl işlevsellik kazanacağı konusu teorik düzeyden başlayarak yeteri kadar tartışılmamakta, müşevviklerden ziyade geliştirilen kavram, ilke ve tekniklerden hareketle kamusal fayda maksimizasyonunu gerçekleştirmek hedeflenmektedir. Politika mı? Rasyonalite mi? • Bütçeleme, özünde rasyonel olmaktan çok politiktir ve politikalar daima rasyonalite karşısında kazanabilecek, böylece rasyonel harcama kararları verebilmek bir illüzyon halini alabilecektir. Politika ve rasyonaliteyi karşıt olarak ele alan bu bakış ile bütçesel harcama tahsisleri –politik süreç ve bürokrasinin doğasının bir sonucu olarak büyük bir atalet ile karakterize edilmektedir (Robinson&Brumby,2005). • Farklı talepler arasındaki seçim, eninde sonunda, yolların veya okulların finansmanı arasında, A bölgesinin veya B bölgesinin arasında, yoksul gelir gruplarının yararlandığı hizmetlerin veya orta gelirli ve zengin grupların yararlandığı hizmetlerin finansmanı arasında yapılan tercih siyasal bir tercihtir. Ve siyasiler genellikle koltuklarını koruyacak seçeneklerin finansmanını tercih ederler (Fölscher,2007:109-110). İşbirliği X Çatışma • Performans esaslı bütçeleme yasama, yürütme, idareci ve halka, müşterek faydalar sağlayacak olan bütçeleme kararlarından oluşur. Hatta, “bütçe sürecine çok taraflı katılım” olarak da adlandırılmaktadır. Bu işbirliği saklı değil, açık olmalıdır ve kurumsal kültür ile desteklenmelidir. Performans esaslı bütçeleme, devlet hazinesini elinde tutan yasama birimlerinin, bütçeyi formüle eden üst yöneticilerin, departman ve birimlerde bunu uygulayacak idarecilerin ve hükümet faaliyetlerinin çıktılarından etkilenen ve çıktı ve faydalar sağlayan halkın birlikte memnun edilmesi için tasarlanacaktır. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 4’de yer almaktadır. syf: 252-255 120 • Herzog’a (2006) göre, teoride durum bunu ifade ediyorken pratikte çıkar çatışması, politik kurumlara özgü ve bu alanda yaygın bir durumdur. Partizan davranışlar, ideoloji, politika tercihleri ve değer farklılıkları’nın dahil olduğu bir çok parametrenin etkisiyle, taraflar arasında önemli ihtilaflar oluşması çok yüksek bir olasılık ifade eder. Böyle bir durumda, performans esaslı bütçelemeyi ikame etmeye yönelik girişimler, taraflar arasında arabulucu olmak yerine ihtilafları kışkırtıcı hale gelebilecektir. Politikacı ve Performans Bilgisi • Politikacılar, bütçe sürecinde performans bilgisinin geliştirilmesi ve kullanımını desteklemede önemli bir role sahiptirler. Bu rol, performans bütçelemeyi uygulayan diğer aktörlere yönelik baskıya başvurmayı, hedefleri belirlemede aktif rol oynamayı ve bütçe karar alımında performans bilgisinin kullanımını içermektedir. • Performans bütçelemesi için temel sorunlardan bir diğeri, politikacıların bütçe kararlarını verdiklerinde performans bilgisini kullanıp kullanmadığıdır. Pek çok ülkede, politikacıların -özellikle parlamentodakilerindikkatlerini performans bilgisi kullanımına çekmek zordur. Sadece OECD üyesi ülkelerin yasama organlarının %19’u karar almada performans bilgisini kullanmaktadır. Oran, meclis bütçe komisyonlarında görevli politikacılar için % 8 gibi daha düşük bir düzeydedir (OECD,2007). • Bununla birlikte, pek çok durumda politikacılar değişken kalitede ve ilintide fazla bilgi elde etmekten de şikayet edebilmektedirler. Genellikle bilgi, açık olmayan ya da anlaşılmaz tarzda sunulmaktadır. • Politikacılar, bütçeyle ilgili karar alırken diğer rakip önceliklerle karşılaşmaktadırlar. Özellikle, mali kısıtlamaların ya da krizin olduğu dönemlerde, politikacılar genellikle kamu sektörü etkinliğini arttırmayı sözde destekler gibi görünmektedirler. • Bununla birlikte, politik istek daha geniş politik ve ekonomik çevrede bulunan pek çok faktör tarafından etkilenebilmektedir. Örneğin, seçim dönemi yaklaştığında ya da mali genişleme zamanlarında etkisiz ve zayıf performansa sahip programlar olsa bile harcamaları azaltmaya yönelik teklifleri içeren politik desteği sağlamak zordur. Hesap-verme sorumluluğu “güvenilmez profesyonellere güvenmek” mi? • Yöneticiler, performans ölçütlerinin nasıl kullanılacağını kesin bir şekilde bilmeyebilirler. Bu ölçütlerin kullanımı siyasileşebilir. Uygun araç ve uygulamaların mevcut olmadığı durumlarda, raporların ve performans ölçütlerinin kredibilitesi kuşkulu hale gelecektir. Kredibilitenin sorgulanır hale gelmesi, performans esaslı bütçelemeyi saf dışı bırakabilecek ve tahsis kararları yeniden inkrimentalizmin dahil olduğu değerlere geri dönecektir • “Bırakınız yöneticiler yönetsin.” sözü, yöneticilerin profesyonelliğine güvenilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Aynı şekilde, bu yöneticilerin girişimci olması ve kumanda ve kontrol yaklaşımı yerine yetkilendirme vasıtasıyla çalışanlarına en iyi performansı sağlatacak liderler olması beklenmektedir. • Diğer taraftan bakıldığında, performans yönetim sistemleri sıklıkla yöneticilere belli bir miktar güvensizlik de besler. Örneğin, İngiltere için yapılan bir araştırmada; kamu sağlık hizmetlerinde yöneticilerin, performans bilgisini esasen doktor-hasta ilişkilerine müdahale etmek için, taktiksel bir yol olarak kullandığı gözlenmektedir. Dolayısıyla bir grup performans göstergesi, doktorların profesyonel bilgisini telafi etmek-dengelemek için geliştirilmiştir. Bu gibi durumlar açık bir paradoksa işaret eder. Bir taraftan giderek karmaşıklaşan bir toplumda profesyonelliğe güvenmek hayatidir. Diğer taraftan bu güveni bahşetme konusunda önemli bir gönülsüzlük mevcuttur ve böylece kontrol ve denetime dönüş söz konusu olmaktadır (Dooren&Thijs,2010:14). 121 İyi Performans-Küçük Bütçe Sorunu • İyi performans bütçe kesintisine ve daha küçük bütçelere, zayıf –kötü bir performans ise, bütçe artışına yol açabilmektedir. Bu durum, yöneticilerin, performans göstergelerinin tasarlanma zamanı yüksek hedefler koymasına, performans hedeflerine ulaşma teşebbüsünde yani uygulama aşamasında düşük düzeyde çaba harcamasına yol açabilecektir. • Yani, “yüksek hedef - zayıf performans” bütçe tahsis kazançlarıyla sonuçlanabilecektir. Teoride rasyonel olan beklenti, performans esaslılık açısından bu tür bir irrasyonel davranışa yol açabilecek ve performans esaslı bütçeleme realitede kamu fonlarının optimum kullanımını sağlayamayabilecektir (Herzog,2006). Araçsal sorun • Tüm bu araç ve uygulamalar performans esaslı bütçelemeyi karmaşıklaştırmakta, sistem benimsenmiş olsa bile uygulama da başarısızlıkları yaratmaktadır. Gerçekte bu araç ve sistemlerden birçoğu ülkelerin kamu yönetimi içinde hali hazırda mevcut ya da etkin değildir. • Bundan dolayı, performans esaslı bütçeleme, bütçe devresinin sadece bütçe formülasyon aşaması ile birlikte kullanılabilen bir biçimlendirme aracı halini almaktadır . Kurumsal Kapasite Açığı • Performans esaslı bütçeleme, süreçte görev alacak olan tüm memur, idareci ve yöneticilerin gerekli yetenek ve donanıma sahip olduğunu varsaymaktadır. Gerçek bir performans esaslı bütçelemenin tam bir uygulaması yıllar alacaktır ve idari ve yönetsel kapasiteyi gerekli kılmaktadır. • Ülkelerin çoğu, özellikle gelişmekte olan ülkeler bu anlamda kurumsal kapasiteden yoksun gözükmektedir. Direnç Kültürü • Pek çok durumda yöneticiler, bilginin ya programların açıkça eleştirilmesi ya da ödenek kesilmesi için yanlış kullanılacağı endişesi taşımaktadırlar. • Yöneticiler, sorumlulukları dahilinde olmayan sonuçlar için sorumlu tutulacakları korkusunu da taşımaktadırlar. Bu güçlü bir biçimde dış faktörlerce etkilenen sonuç, hedeflerini başarmayı içerebilir ya da sorumlu tutuldukları bir hedefin dağıtımında önemli bir esnekliğe sahip olmamalarını da kapsamaktadır. Alternatif olarak, veri toplamaya ve kırtasiyeciliğe yönelik artan taleplerden dolayı da yöneticiler reforma karşı çıkabilirler (OECD,2007). Performans Ölçümü ve Raporlama • Bir hükümet programının hizmet kalitesi ya da sonuçları sadece çıktılarını değerlendirerek belirlenemez. Bu yüzden hükümet programlarının etkin şekilde yönetilmesi için, tüm sonuç bazlı zincirin gözlemlenmesi gerekir (Shah&Shen, 2007). • Etkin bir performans esaslı bütçeleme sisteminin en temel unsurlarından ikisi; güvenilir, kullanılabilir ve doğru bir performans ölçümü ve raporlama olarak belirtilebilir. Bütçe reform uygulamaları incelendiğinde bu halkalarda sorunların mevcut olduğu görülmektedir. Sorunlardan ilki neyin ne şekilde ölçüleceği ile ilgili iken diğeri raporlama ve raporların kullanılıp kullanılmamasına ilişkindir. Çıktı mı? Sonuç mu? • Ülkeler özellikle sonuçlarla ilgili ölçüme yönelik sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedirler. Sonuçların ölçümü sıkıntılı olmakla birlikte, çıktı ölçümünün de tamamen sorunsuz olduğu söylenemez. • Çıktılara odaklanmış sistemler, bazı durumlarda hedef değişimi ile sonuçlanabilmektedir. Karmaşık ve 122 planlanan veya planlanamayan pek çok faktörün etkileşimlerini içerdiklerinden ötürü, sonuçların teknik olarak ölçümü çok daha zordur. Ayrıca, gecikme sorunları bulunmakta ve sonuçlara ulaşılması uzun bir dönemi gerektirebilmektedir. Bazı durumlarda ise, sonuçlar kamu biriminin kontrolü dışında bulunmaktadır • Performans ölçümüyle ilgili bir diğer sorun, hizmetlerin her zaman çok açık olmamasıdır. Kamu kurumlarının yaptıkları hizmetlerin çok yönlü olması, dolayısıyla zaman zaman birbiriyle çelişen ya da aynı yönde çalışan amaçlara sahip olması, kamu kurumlarının amaçlarının zaman içinde önemlerini belirlemeyi olanaksız kılmaktadır. Bu bakımdan özellikle yasama ve yürütme organları arasında amaçlar konusunda görüş birliği olmadığı sürece performansa dayalı bütçelemenin uygulanması zor olacaktır(Edizdoğan,2008:265). • Bazı hizmet türlerinin performansının ölçümü oldukça güç gözükmektedir. Örneğin, Milli İstihbarat Teşkilatı ya da Dışişleri Bakanlığının sunduğu hizmetler ele alındığında bunların performansının ölçümünde güçlükler olacağı açıktır. “Belirsizlik” & “Kalite ve sonuç erozyonu” • Performansı belirleyen faktörlerden bir kısmı arasındaki belirsizlik (uncertainty) nedeniyle, kamu sektöründe, niyetlenmiş sonuçlar ve onların çıktılar ve aktiviteler ile ilişkisini açıkça belirtmek mümkün değildir. Diğer daha merkezi nokta, performans ölçütleri doğası gereği kusurlu (imperfect)dur. • Kusurlu performans ölçütleri ile bağlantılı hedefler ve fiyat teşvikleri, istenmeyen türde davranışsal çarpıklıklara yol açabilir. Böylece çıktı ölçütlerinin kalite boyutunu ve niyetlenilmiş olan sonuçları sağlamama eğilimi ortaya çıkarak, performans bütçesinde çıktı üzerindeki odak, “kalite ve sonuç erozyonu” yaratabilir. Performans ile ilgili teşvikler açısından bakıldığında- bireysel ya da kurumsal düzeylerde- doğrudan bir şekilde kusurlu performans ölçütlerinin ahlaki yada altrustik (fedakar) motivasyonları dışlayabileceği de unutulmamalıdır (Robinson&Brumby, 2005). “Silahlar karşısında tereyağı” • Teknik olarak etkin olan bir harcama, kamu çıkarı veya sosyal refah açısından etkinsiz olabilir. Bu durum, devlet yanlış çıktıyı etkin bir şekilde ürettiğinde ortaya çıkar. Klasik örneği; “silahlar karşısında tereyağı”dır. Bir hükümet kamu savunma hizmetini etkin bir şekilde üretebilir, fakat çok fazla üretmiş olabilir ve buna karşılık ihtiyaç çok olduğu halde diğer sosyal hizmetlerden nüfusun ihtiyaç ve tercihine göre çok az üretilmiş olabilir. • Burada kamu parasının bir harcama türü için ne kadar etkin harcandığından, kamu parasının kamu harcama programları arasında ne kadar etkin dağıldığı konusuna geçilmektedir . (akt. Kovancılar&Miynat,2008). En Etkin Uygulama Stratejisinin Seçimi? • Ülkeler performans bütçe reform girişimlerini uygularlarken bazı sorularla karşı karşıya kalmaktadırlar. Reform yasallaşmalı mı? En uygun uygulama stratejisi nedir? Reformlar hangi hızda uygulanmalıdır? Onlar daha geniş bir reform paketinin bir parçası olmalı mıdır? Kapsam ne kadar geniş olmalıdır? Yasal Çerçeve İhtiyacı • ABD gibi, bazı ülkeler kendi reformlarını mevzuat aracılığıyla başlatmışlardır. Kanada gibi diğer ülkelerde mevzuat ve resmi talimat kuralları birleşimine sahiptir. Birleşik Krallık örneğinde reformlar bir yasa içinde kanunlaştırılmamıştır, bunun yerine merkezi bakanlıklar resmi gereksinimleri ve kuralları yayınlamışlardır (OECD,2007). • Kanunlara dayandırılmayan bir reform stratejisi bu konuda istekli bir hükümetin giderek yerine reformlar konusunda daha isteksiz yeni bir hükümetin gelmesi durumunda istikrarını kaybedecek ve 123 muhtemelen uygulama aksayacaktır. Dolayısıyla kanunlar, daha bağlayıcı ve istikrarlı sonuçları ortaya çıkarabilir. Ama diğer bazı durumlarda kamu yönetimi geleneği reformun uygulanması için mutlak surette kanunları gerektirmeyebilir. Ayrıca, reformların kanunlaşmış olması onların gerçekten uygulanacağını da garanti etmez. Aksine, uygulama daha fazla siyasi, idari desteğe ve reformcuların uygulama stratejisine bağlıdır. • Kanunlar ile uygulamada bir diğer sorun kamu mali yönetimi reformunun bir kanunla uygulamaya girmesi durumunda diğer ilgili yasalarda gerekli değişimin aynı anda yapılmadığı sürece reformun tutunamamasıdır. Yukarıdan-Aşağı mı? Aşağıdan-Yukarı mı? • Yukarıdan-aşağı yaklaşım reformların uygulanması için daha merkezi bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım türünde, merkezi hükümet kuruluşu veya kurumlar (Maliye Bakanlığı, Başbakan / Cumhurbaşkanlığı makamı, kabine ofisi) reformların gelişmesinde, uygulanmasında ve kontrol edilmesinde birincil rolü oynarlar. Bu yaklaşım daha sistematik olma eğilimindedir. • Aşağıdan-yukarı yaklaşımda, kurumlar, reformların en önemli aktörleridir ve katılımları gönüllü olabilir ve kendi yöntemlerini ve yaklaşımlarını geliştirmekte özgürdürler. Özetle, yukarıdan-aşağı zorlama azdır. Bu yaklaşım göz önüne alındığında, sistematik olmaktan ziyade üstün körü olma eğilimindedir, daha fazla gönüllük sağlar ancak merkezi gereksinimlerin uygulanma eksikliği sonucunu ortaya çıkarabilir. Büyük-Patlama mı? Kademeli Uygulama mı? • Avustralya, son 15 yıldır kademeli bir uygulama yaklaşımını takip etmektedir. Bu yaklaşım daha önceki reformların deneyimlerinden, fırsatların ve faydaların elde edilmesini sağlayan uzun süreli bir süreçtir. Avustralya, bu yaklaşımın hükümete, beklenmedik yada istenmeyen etkilerin meydana gelmesi halinde ve reformların uzun bir süreç gerektirdiği durumlarda, düzeltmeler yapma ve reformları dikkatli bir şekilde yürütme imkanı sunduğunu iddia etmektedir. • Tersine, Güney Kore dört önemli mali reformu oldukça yüksek bir hızla uygulamıştır. Bu yaklaşımın avantajı, reform için iyi bir baskı ve şevk yaratması ve reforma karşı direnci kırabilmesidir. Bu yaklaşım bölük pörçük şekilde reformların uygulanmasından ziyade, bütünsel bir şekilde performans bütçeleme sistemiyle eş anlı olarak uygulanmasıdır Değerlendirme • Çalışmamızda performans esaslı bütçe sisteminin yapısında barındırdığı bu güçlük ve sorunlar sorgulanarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Teoride ve pratikte, davranışsal model sorunu, politikarasyonalite çatışmaları, müşevvik sorunu, çıkar çatışmaları, partizan veya ideolojik tutumlar, politikacı davranışları sorunu, hesap verme sorumluluğu temelindeki problemler, araçsal ve kurumsal sorunlar, performans ölçümü ve raporlama sorunları ve reformun uygulanmasına ilişkin strateji seçimi güçlükleri gibi sorun ve güçlüklerin mevcut olduğu ortaya konulmuştur. • Sonuç olarak, bunlar sorgulanmadığı, dikkate alınmadığı veya çözümlenmediği sürece performans esaslı bütçe sisteminin uygulanabilirliği azalacak, kendinden beklenen fayda ve avantajları temin etmesi zorlaşacaktır. Sabrınız için çok teşekkür ediyoruz çok sağ olun. 124 Doç. Dr. H. Hakan YILMAZ Ankara Üniversitesi SBF Maliye Bölüm Başkanı YENİ MALİ YÖNETİM SİSTEMİ ÇERÇEVESİNDE PERFORMANS ESASLI BÜTÇE YAKLAŞIMI: NEYİ YAPTIK NEYİ YAPAMADIK Sayın Başkan, Rektörüm, Sayıştay Başkanlığının, Maliye Bakanlığının ve DPT’nin değerli bürokratları ve değerli meslektaşlarım ve bu çatının ana varlık nedeni kıymetli öğrenciler hepinizi saygı ve sevgiyle kucaklıyorum. Mali yönetim sistemimizin Anayasası olan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunun ortaya çıkmasının hem iç hem dış dinamikleri vardı. Dış dinamikleri yaşadığımız ekonomik krizler ve bu krizler sonrası uygulamaya konan kapsamlı istikrar programları, dünyada yaşanan belirsizliklerin yarattığı ortam ile AB uyum süreci şeklinde sıralanabilir. İç dinamikler ise 1990’larda kendisini daha iyi gösteren ve kamunun ekonomik ve sosyal yaşamdaki rol ve sorumlulukları değişmesi sonucunda odağında bütçe olan mali yönetim sistemi ve mevzuatının uygulamadan uzaklaşması ile kurumsal performans, amaca göre yönetim, saydamlık gibi gelişen yeni kavramların yeterli karşılığının olmaması içeride değişime yönelik bir uzlaşma ve talep yaratmıştı. Bu bağlamda, 2000 yılında Sayın Ferhat Emil’in başkanlığında hazırlanan Kamu Maliyeti Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Mali Saydamlık Özel İhtisas Komisyonu raporu bu çıkışın en temel göstergelerinden bir tanesiydi. 5018 çıktıktan sonra aradan on iki sene geçti; ben yaşlandım kibarca olgunlaştım; yasa 2003’te çıktı, 2006’da tam olarak uygulamaya girdi ve önemli bir değişimi ortaya koydu. Ama hem akademik yapıların, hem bürokratik ve teknokratik yapıların Maliyesi, DPT’ si Sayıştay’ı yasanın geldiği noktada önemli bir ikinci dalga etkinin ve sahiplenmenin olduğu konusunda yeterli bir uzlaşı içinde olduğunu söylemek mümkün değil. Değişim çok samimi çaba ve taleple ortaya konmuştu. Nesnel koşulları vardı. Çünkü, %60 ile %80 enflasyonun olduğu bir yapıda Türkiye’de iç borç faizleri %90 - %120 arasında değişiyordu. Resmi raporlara baktığınız zaman kamu kesimi borçlanma gereğinin GSYH’ya oranı %9, %10 gözüküyordu kamunun yıllık borçlanma hızındaki değişime baktığınız zaman bu oran %20’lere karşılık geliyordu; bizim gizli açık dediğimiz “hidden deficit”, %10’lar düzeyindeydi ve bütçe dışı kurum ya da işlemlerden kaynaklanan bir açık söz konusuydu. Ekonomik çevre, yönetimsel sorunlar ve geciken reform süreci sonunda 5018 ile yapılanları bu günde baktığımızda doğru bir şey yapıldığını, yaptığımızı düşünüyorum. Ülkelerin uygulamalarına bakıldığı zaman, reform niteliğindeki değişimlerin genellikle siyasi yelpazenin solundaki partiler tarafından yapıldığını görüyoruz. Ama sonuçta hedeflenen şu; vatandaşlara, topluma, toplumsal ve ihtiyaçlara daha yakın hizmet programları ve öncelikleri oluşturmak suretiyle daha kaliteli ve hızlı bir şekilde kamu hizmetlerini sunmak. Dünkü konuşmalarla ilgili çok kısa bir atıfta bulunmak isterim izninizle. 5018 sayılı yasa Parlamentoda kısa bir sürede ve tarihi sayılacak bir uzlaşma ile geçti; bu doğru ama alt komisyonda tasarı çok tartışıldı. O süreçte ben de vardım. Hem iktidar hem muhalefet, 90’lı yıllarda yaşanılan ekonomik ve siyasi sorunların deneyimle yaşadığı olumsuz sonuçlarından dolayı bu yasaya sahip çıktı. Dış dinamikler var, kabul ediyorum. Dünya Bankası, IMF buna bir şekilde müdahil oldu vs. ama iç dinamiklerin de bu süreci belirlemede, 5018’in uygulamaya geçmesinde önemli olduğunu düşünüyorum. Hem bürokrasi hem de akademide belli kesimler bu sürece bu yasayı önemli düzeyde sahiplendiler. * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir, katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumu ek5 ‘de yer almaktadır. syf: 256-268 125 Benim sunumun iki ana bölümden oluşacak; birincisi, Mali Yönetim Sistemi ve Performans Esaslı Bütçe uygulaması, burada neyi yaptık neyi yapamadık bunlardan bahsedeceğim. Daha sonra da ertesi güne genel yorumlarımı saklayarak izninizle Ankara Üniversitesi’nde bu süreci uygulamaya yönelik çalışmalarımız ve buradan kurumsal anlamda ne tür dersler çıkardık, neler öğrendik, neleri aştık, neleri aşamadık, onları sizlerle paylaşacağım. Sunumlara geçmeden önce genel siyasi ve makro çerçeveyle ilgili konuları ana başlıklarla ortaya koymak gibi geleneksel bir hastalığım var. Gelecek dönemin bir kısım olumlu ya da olumsuz belirsizlikleri var. 2008-2009 kriz yılıydı genişletici maliye politikası tedbirleri uygulayan birçok ülke sonrasında bu krizi aşmak için şu anda daraltıcı bir maliye politikası uygulaması içinde. İşte son bir haftadır Portekiz belli bir krizi aşamıyor, dolayısıyla maliye politikası bütçe odaklı olmak üzere yakın gelecek dönemin önemli bir politika alanı olacak. Kuzey Afrika ve bu bölgelerde yaşanan siyasi istikrarsızlıklar, Türkiye’deki Haziran ayındaki seçim sonrası gündeme gelecek olan olası mali tedbirler. Bu gelişmeler yakın gelecek dönemimizi vatandaş, toplum ve kurumlar açısından belirleyecek olan faktörlerdir diye düşünüyorum. Buraları çok hızlı geçeceğim izninizle ama konuşmacılar da belirttiler, odağında bütçeye yönelik politika uygulamaları siyasi karar alma sürecinde şekilleniyor. Toplumsal talebin oluşturulması, hangi politika seçeneklerinin politika gündemine gireceği, ortaya çıkan kamusal maliyetin toplumun hangi kesimleri tarafından finanse edileceği bütçe konuları. Bunlar temel konuları, maliye politikasını iktisat politikasından ayıran temel alanlar diye tanımlıyoruz. Bu süreçte iki temel sorumluluk ortaya çıkıyor; birincisi temsili demokraside seçilmiş dolayısıyla toplumsal talebi, ihtiyaçları omuzlarına almış siyasilerin sorumluluğu, diğeri ise, politika gündemine gelen ve öncelikle hizmet programları alanlarını hizmet sunumları ile topluma sunacak olan teknokrasinin başka bir ifade ile yöneticilerin yönetsel sorumluluğu. Ama temel kurgu değişmiyor. Bizim, politika oluşturma o politikaları önceliklendirdiğimiz belgeler diye, ifade ettiğimiz plan ve program belgeleri ile bunu hayata koyan bütçeleri ve uygulamasını (operasyonel planları) günün sonunda hesap verme sorumluluğu ve saydamlığın gerektirdiği çerçevedeki kesin hesap ve faaliyet raporu sürecini birbiriyle doğru ilişkilendirmemiz gerekiyor. Aslında bütçe politikalarının uygulamasında risk ya da başarısızlık dediğimiz şey, bu süreçler arasındaki ilişkinin güçsüzlüğü ve kopukluğudur. Türkiye’de bu sistem nasıl ortaya konur, o süreç o döngü dediğimiz şey politikaların belirlenmesi gözden geçirilmesi, planlara yansıtılması, bütçeleştirilmesi, uygulanması, muhasebeleleştirilmesi, raporlanması, değerlendirilmesi bunlar önemli süreçlerdir. Eğer siz, bu halkalardan bir tanesinde bir problem yaşıyorsanız çözmeniz gereken bir sorun alanı var demektir. Mali yönetim sistemine getirilen kapsamlı reform niteliğindeki düzenlemelerle doğru birbirini tamamlayan şeyler yapıldı. Belki zaman biraz kısaydı ama geçiş dönemleri öngörüldü, kısmen pilot uygulamalar yapıldı. 5018 hazırlıkları ve tartışmalar sürecindeki genel felsefe, mali yönetime bütünsel bir bakış getirmekti. O yaşadığımız 90’lı yıllardaki ekonomik ve siyasi derslerden sonra mali kararları artık orta vadeli bir çerçeveye, plan program çerçevesinde yerleştirelim dendi. Bütçesel süreçteki vurguyu programdan performansa yani ne düzeyde başardığımıza doğru evrimleştirmeye çalışalım. Yetkiyi hizmet üreten birimlere aktarmaya çalışalım ama bunu yaparken de paralelde etkin bir iç kontrol ve denetim sistemi oluşturalım. Tabi ki bu sistemin en önemli aktörlerinden biri olan yani parlamentonun devrettiği o bütçe hakkının savunucusu kontrolünden sorumlu olan Sayıştay’ın dış denetimi bu sürecin temel taşlarıydı. Mekanizma şöyle bir şey; politika belgelerimiz var, bunlar gerek siyasi aktörlerin ortaya koyduğu dokümanlar, gerekse bizim çok çeşitli Dünya Ticaret Örgütü gibi Dünya Çalışma Örgütü gibi ya da Avrupa Birliği Müktesebatı gibi altına imza koyduğumuz anlaşmalar. Bunlar önce bir makro planlama metinlerinde kendini buluyor daha sonra ise bütçeyi yönlendiren, bütçenin çerçevesini çizen makro mali politika belgelerine yansıyor ve en sonunda da kurumsal düzeye. Yani hizmet üretme sorumluluğu vatandaşa kamusal hizmeti 126 daha hızlı daha etkin ve daha kaliteli sunacak olan kurumsal yapılara yetki devri aktardığımız bir süreçte yer buluyor. Bütçe kapsamı genişledi program bütçe takvimi daha net tanımlanmış bir şekilde ortaya çıktı. Bütçe paketine bütçe hakkı çerçevesinde baktığınız zaman bütçe inanılmaz bilgilerin olduğu bir doküman, orta vadeli bir yönetim yaklaşımı var. Bu çok önemli, korumamız gereken bir yapı. Sonuçta politikacı şunu görmek ister: Ben ortaya koyduğum bir programın faaliyetin veya bir projenin hangi dönemde biteceğini ve bunun sonuçlarının hangi dönemde alınacağını bilmeliyim. Burada işte, DPT’nin bu süreçte bir kısım kararları vermesi gerekiyor; yıllık program, orta vadeli program tercihinde olduğu gibi, yeni mali yönetim anlayışına uygun bir performans esaslı bütçe; ama bunu daha ziyade performans bütçe ile program bütçe arasında bir bütçe modeli uygulamaya çalışıyoruz şeklinde görüyorum. Bunu böyle görmemi zaman kalırsa kapanışta söylemeye çalışacağım. Çok yıllı bütçe hazırlanması ve uygulanması, hem yönetim hem denetimin alt yapısını güçlendirmekte. Dolayısıyla ben siyasi ve yönetsel sorumluluğu ne kadar ayrıştırıyorum bunu mali sorumlulukla ne düzeyde ilişkilendiriyorum bu 5018’ in bizde Türkiye gündeme geliştirdiği ve uygulamada tartıştığı şeylerdir; o anlamda bunlar önemli. Ama sonuçta şunu söylüyoruz; bir kamu kaynağım var, bir kamu varlığım var. Bu kamu kaynağını ve kamu varlığını bir şekilde aktörlere emanet ediyorum. İşte bu kaynakların 5018’in koyduğu çerçevede etkili ekonomik ve verimli kullanılması konusu ve sorumluluklar burada önem kazanıyor. Mesleğe Sayıştay’da denetçi olarak başladım. O zamanlar yaptığımız denetimlerde hep şundan şikâyet ederdik, denetimi yapıyoruz ama sorumlu olanlar aslında bütçeye ilişkin kararı verenler değil bütçe daire başkanı ile tahakkuk memuru gibi uygulamada mali işlemlere ilişkin işlemler yapan kişiler. Hâlbuki kararı onlar almıyor kararı alanlar kendilerini bütçe ile ödenek ve kaynakları kullanım yetkisi tahsis edilmiş kişilerdir. 5018 bu anlamda da bu yapıyı doğru bir şekilde ortaya koydu. Buradaki temel problem, gerçekleştirme görevlilerinin konumu. Kimin gerçekleştirme görevlisi olacağı, onların ne şekilde atanacağı biraz 5018 ile idare hukuku arasında gidip gelmeye başladı. Sayıştay yasası bu yılın başında çıktı; dolayısıyla Sayıştay’a performans denetiminin 5018 çerçevesinde yapılması konusunda yükümlükler getiriyor. Yani burada, bir kurumsal mali performansın değerlendirilmesi konusunda yönetsel sorumluluğa ilişkin olmak kaydıyla Sayıştay denetim çerçevesini uygulamalar ve bu ülke topraklarının yönetim kültürü ve koşullarını dikkate alarak aşamalı bir şekilde belirleyebilir. Performans esaslı bütçe iyi bir şey, önemli bir şey, genel bir kısım prensipleri var, ideal düzeyinde hazırlanması işte yıllık ya da çok yıl hazırlanması sadece bütçe kaynakları değil bizim bütçe dışı diğer kaynaklarımızı da dikkate alması bunlar genel prensipler. Otuz, kırk yıllık bütçe geleneğimizde hep olayın maliyet boyutuna baktık önceki aşamaları yeterince tartışmadık. Denedik ama bir şekilde yolun bir yerlerinden dönerek iş yapma biçimimizi aynen sürdürerek başaramadık. Temel sorun şu benim gördüğüm; biz amaç ve hedeflerimizi kurumsal düzeyde stratejik planlarımızı belirliyoruz ama peki bizim kamusal hizmetleri yürütürken önceden tanımladığımız başka bir ifadeyle kamusal müdahale olarak ortaya koyduğumuz hizmet programlarımız nerede? Halbuki bir çok ülke önce işe hizmet programlarına ortaya koymakta sürekli revize etmekte. Örneğin; koruyucu sağlık hizmetleri dediğimiz zaman bunu hayata geçirecek olan faaliyetleri ne tür programlar altında belirlemeli ve önceliklendirmeliyiz. Burada siyasi iradenin bunun açık bir şekilde ortaya koyması lazım. Ancak bu şekilde kurumlar hizmet alanlarını bu programlara göre önceliklendireceklerdir. Bunların gözden geçirilmesi lazım. 5018 sayılı kanunun 9. maddesinin o son fıkrasındaki DPT, Maliye kurumla biraya gelerek performans göstergelerini oluşturur hükmü açık bir şekilde yer almaktadır. Bu hüküm uygulanmamıştır. Ama ondan bir adım önce hizmet programlarının bir planla birlikte gözden geçirilip kurgulanmasında fayda vardır diye düşünüyorum. Bunları hızlıca geçiyorum; peki hedefleri koyduk, yani biz gelecek yıl ne yapacağız toplum, vatandaş bizden ne talep ediyor, ne tür kamusal hizmetleri üretmemizi bekliyor, o zaman performans hedeflerini koyacağız burada. İşte faaliyet odaklı olarak performans göstergelerinin bir standardizasyon 127 problemi var. Örneğin, Ankara Üniversitesi olarak eğitimin sürdürülmesi, araştırmaların geliştirilmesi bağlamında performans göstergeleri mi belirleyeceğim. Öğrenim gören öğrenci sayısı mı diyeceğim ya da yürütülen araştırma proje sayısı mı diyeceğim yoksa tamam böyle başlayabilirim, kabul bu bir veri standardı ve sistemi sorundur. Ama hizmete amaca yönelik anlamda bir performans, yani ben bu kadar projeyi yürütüyorum, şu kadar kaynak harcıyorum, şu düzeyde bir kamu varlığını kullanıyorum. Peki günün sonunda, kaç patent alındı, bilimsel araştırma ve etki faktörü sayısı, bilimsel çalışmanın topluma ekonomiye katkısı bu soruların yanıtı çok daha önemli ve performans sistemi de aslında orta uzun vadede bunlara bakıyor. Bir raştırma yaptık mesela; Türkiye’de sağlık ile ilgili konularda ilacı da içerecek şekilde ciddi anlamda araştırma harcamaları yapıyor ama kaç patent almış diye baktığımızda bildiğimiz kadarıyla patenti olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla, bu performans göstergeleri oluşturulması da Maliye, DPT ve tabi ki ilgili kurum, bence bunların bu hizmet programlarından sonra ortaya konmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu günün sonunda bütçe ile sürecin ilişkilendirilmesi anlamına gelecektir. Faaliyetler önemli, hedefi koyduk, patent alacağız diyoruz; günün sonunda ya da ben şu kadar akademik çalışmayı SCI kapsamında yayınlanacağını düşünüyorum o zaman yaptığım faaliyetlerin yaptığım desteklerin maliyet fayda maliyet etkinlik analizlerini yapmam gerekiyor. Büyük projeler için daha önemli bir konu bu, diyelim Milli Eğitim Bakanlığı Fatih projesi diyor; her öğrenciya bilgisayar teknik donanım diyor bunun bir fizibilite raporunun ciddi oluşması gerekiyor. Çünkü bunu söylerken diğer taraftan diyorsunuz ki okul öncesi eğitimde okullaşma oranını %25’ten %50 ye çıkartacağım, dolayısıyla bütçe sürecinin analitik çerçevesi çok önemli burada Maliye ve DPT’ ye büyük rol düşüyor. Üniversitelerle ortak iş birliği ile buradaki analitik çerçevenin basit modeller ile geliştirilmesinde yardımcı olabilir diye düşünüyorum. Sonuçta şunu söylüyoruz; faaliyet raporları bazında baktığımız zaman sürece, biraz erken geçtik ama bir şeyleri öğrendik. Burada Sayıştay’ın kritik rolü, sonraki süreçte önemli ortak bir dil gelişti. 2006’dan beri algılamalar birbirine yaklaştı, kurumsal düzeyde Strateji Geliştirme Başkanlıkları’nda bir kapasite oluştu, hizmet programları işte biraz önce konuştuğumuz şey bunların gözden geçirilmesi stratejik planlama performansının zaman boyutu, bunlar önemli şeylerdi. Ankara Üniversitesi’ndeki deneyimimiz bizim şuradan çıkıyor. Türkiye’de üniversite sayıları ve üniversite öğrenci sayıları hızla artıyor son 10 yıllık dönemde, ama bütçe artmıyor yani baktığımız zaman sabit fiyatlar ile biz 10 yıldır hemen hemen aynı bütçeyi zaman içerisinde değişme ile birlikte alıyoruz öğrenci başı harcamalarda belli bir düşme söz konusu yani 8.800 TL’den bugün 5.000 TL civarına düşüş. Bu gelişmenin ya da uygulamadaki politikanın doğru tercihleri de var tartışılacak tercihleri de. Söz konusu üniversitelerin, toplamda kaynaklarının %55 i hazine %30-35’i döner sermaye ve %10-15’i ise özgelirlerden oluşuyor. Bu yapı başka ülkelerde daha değişik. Üniversitelerin, özellikle kontrol edebildikleri kaynakları harcamaya çevirmede sorunu var. Ankara Üniversitesi’nde bir model geliştirdik Sayın Rektör hoca ile birlikte oturduk, bir performans programı öncelikleri belirledik; bunu bir programa dayandırdık; web tabanlı bir program yazdık; bu web tabanlı programı oluşturduktan sonra birimlere bütçe tabanları verdik, bunların üzerinden birimler girip kendi programlarını doldurdular, bunları analiz ettiler, her bir birime ihtiyaçları aynı standartta soruldu ne kadar makine teçhizat talebi var gibi. Sonra bunları konsolide ettik ve birimlerle görüşerek bir raporlama ile üst yönetim sunduk. Daha sonra birim faaliyet raporlarını ilk defa bu sene, performans programı ile ilişkilendirdik. İki farklı tablo hazırladık, yine bir web tabanlı yazılım programı geliştirdik Excel tablolarıyla Word tablolarını birbiriyle ilişkilendirdik; sonuçta ortaya kontrol edilebilir gerçekten o yıl 2010 yılında eğitim bilimsel araştırma, topluma hizmet, öğrencinin sosyal beslenmesi konusunda neler yapılması gerektiğini bir şekilde ortaya koyduk. Biz performans programı üzerinde çalışırken stratejik plandaki bütün eksiklerimiz, hatalarımızı gördük; bizden de bu bekleniyordu zaten ve dolayısıyla iki sene sonra hazırlayacağımız stratejik planda bunları yeni yönetim dönemi olarak dikkate alacağız. 128 5018 sayılı kanun performansa göre bütçeleme sürecini amaç ve hedeflerin stratejik planda açık bir şekilde ortaya konmasına, bu amaç ve hedefleri hayata geçirecek faaliyetlere doğru kaynak tahsisi için performans programı ile faaliyetlerin ve performans göstergelerinin doğru bir şekilde belirlenmesine dayalı bir yapıyı öngörmektedir. Dolayısı ile benim faaliyetlerim bunlar bu faaliyetler şu orta vadeli amaç ve hedeflere hizmet ediyor; stratejik plandaki amaç ve hedefler ile performans programındaki hedeflere ne düzeyde ulaştığımı gösterecek performans göstergelerim ise şunlar. Bütçe kurumsal olarak bu yapıya hizmet etmeli eğer üst yönetim olarak geleceğe ilişkin öngörünüz bu ise sorun yok. Ama eğer bu kurgudan farklı bir şekilde plan ve program önceliklerini koymuş iseniz başarılı olma şansınız oldukça riskli. Bu yüzden üniversitelerde rektörün şu kadar güvenlik temizlik personeli istihdam ediyorsak, yada bilimsel araştırma projeleri ile şu kadar makine teçhizat alıyorsak, bu faaliyetlerin sonuçlar ile ilişkisinin kurulmasını görmesi ve bunu istemesi gerekmekte. Dolayısı ile kurumsal plan ve program metinleri ile diğer bütçe dokümanları artık sadece Maliye ve DPT’ye belli dönemlerde zorunlu bilgi üreten kurumsal yapılar değil üst yönetime bilgi üreten kurumsal yapılar niteliğinde olduğu öncelikle kurum içinde Strateji geliştirme Başkanlıklarında anlaşılmalıdır. Ankara üniversitesi yaşadığımız deneyimin sonucunda gördüğümüz süreçler üzerine kontrol gücümüz arttı, özellikle hizmet üreten birimlerin politika ve bütçe farkındalığı ile sahiplenmesi arttı, her şeyi yapabildik mi hayır çok ciddi bir direnç ile karşı karşıyayız. Nasıl bir direnç bu paradigma değişti ve birileri yürüttükleri faaliyetleri daha objektif ve amaca yönelik yönetim sistematiği içinde açıklamak durumunda kalıyor. Maliye Bakanlığı ve DPT’nin bütçe görüşmelerinde mutlaka ve mutlaka performans programını bütçe müzakerelerinin yürütüldüğü masada gündeme almasında sonsuz fayda var, bu sadece bizin yaptığımız bir egzersiz olmasın 5018 in ) uncu maddesindeki hükümleri de hatırlayıp kendi sorumluluklarını da yerine getirererek bizi desteklesinler. Ben sabrınız için ilginiz için çok teşekkür ediyorum. 129 Ertan ERÜZ Maliye Bakanlığı BÜMKO Genel Müdür Yardımcısı PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEME ve ZORLUKLAR Sayın Başkanım, Sayın Rektörüm, sayın hocalarım, sayın üstatlarım, değerli katılımcılar öncelikle oturumumuza hoş geldiniz. Gündem • Kamu Mali Yönetiminde Değişim, • Orta Vadeli Bütçeleme, • Performans Esaslı Bütçeleme, • Kazanımlar, • Yapılması Gerekenler. Mali Yönetim Anlayışında Değişim • Katılımcılık, • Hesap verebilirlik, • Mali saydamlık, • Mali disiplin, • Stratejik yönetim, • Performans yönetimi, • Sonuç odaklılık, • Vatandaş/Müşteri odaklılık, • Bilgiye dayalı yönetim. 5018 sayılı Kanunun Getirdikleri (1) • Hesap verebilirlik, • Mali saydamlık, • Mali disiplin, • Kamu mali yönetiminin yeniden yapılanması, • İç kontrol- iç denetim ve dış denetim, • Yetki ve sorumlulukların belirlenmesi, 5018 sayılı Kanunun Getirdikleri (2) • Bütçeleme anlayışı ve sürecinin değişmesi, • Yeni bütçe tanımları ve kapsam, • Makroekonomik çerçeve, • Ödenek teklif tavanları, • Çok yıllı bütçeleme, • Performans esaslı bütçeleme, • Harcama sürecinin değişmesi, • Orta Vadeli Bütçeleme ve Mali Disiplin. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 6 ‘da yer almaktadır. syf: 269-270 130 Kazanımlar • Kamu Mali Yönetiminde Kurumsal Dönüşüm, • Merkezi Uyumlaştırma Birimlerinin Oluşturulması, • Orta Vadeli Bakış Açısı, • Rol ve Sorumlulukların Benimsenmesi, • Plan, Program ve Raporların Hazırlanması, • Farkındalık -Katılımcılık ve Tecrübe, • Eğitimli Personel. Zorluklar ve Yapılması Gerekenler • Bütçe Sürecinin Entegrasyonu, • Mali ve İdari Esneklikler ve Yönetim Sorumluluğu, • İdari Kapasitenin Güçlendirilmesi, • İçselleştirme (Kültürel Değişim) , • Program Bütçe Sınıflandırması, • Performans Yönetimi, • Performans Denetimi, • Performansa Dayalı Ödül-Yaptırımlar, • Kamuoyu Denetimi, Oturuma ve Sempozyuma katkılarından dolayı Ege Üniversitesi’ne teşekkür ediyorum, hocalarıma teşekkür ediyorum ve tüm katılımcılara teşekkür ediyorum. 131 132 PANEL STRATEJİK PLANLAMA VE PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEMEDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 26 Mart 2011 Cumartesi Oturum Başkanı Prof. Dr. Fazıl TEKİN Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eski Rektörü Konuşmacılar Prof. Dr. Mehmet DURMAN Sakarya Üniversitesi Eski Rektörü Stratejik Planlama ve Performans Esaslı Bütçelemede Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri: Yükseköğretimde Stratejik Planlama ve Kalite Güvencesi Prof. Dr. Engin ATAÇ Anadolu Üniversitesi Önceki Rektörü Prof. Dr. Ömer Faruk BATIREL İstanbul Ticaret Üniversitesi, Marmara Üniversitesi Eski Rektörü Türkiye’de Performans Bütçe Sistemi: Sorunlar ve Öneriler 133 134 Prof. Dr. Fazıl TEKİN Eskişehir Osmangazi üniversitesi Eski Rektörü Sayın Başkan, Sayın Müsteşar, Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı’nın çok değerli mensupları, Devlet Planlama Teşkilatı’nın kıymetli mensupları, Sayıştay’ımızın değerli mensupları ve çok değerli hazirun, bugün öğleden sonraki oturumu açıyorum. Hepinizi şahsım ve arkadaşlarım adına saygıyla selamlarım. Sözlerime başlarken Ege Üniversitemizin Rektörünü bir kez daha teşekkürlerimle selamlamak istiyorum. Çünkü Türkiye’nin yaşamında çok önemli bir konu olan 5018 sayılı yasanın uygulanmasıyla ilgili düzenlemiş oldukları bu toplantı çok anlamlı, çünkü bu sadece üniversiteleri değil, bir çok kurumları da ilgilendiren bir uygulama, yani dolayısıyla bu sempozyumun düzenlemesinde emeği geçen başta sayın rektörümüz olmak üzere değerli arkadaşlarına şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca sıcak konuk severliği de her türlü takdirin üzerindedir. Değerli izleyenler, öğleden sonra bir rektörler oturumu ile karşı karşıyasınız. Üç değerli ve büyük üniversitemizin rektörlük görevini büyük bir başarı ile yerine getirmiş olan üç değerli hocamızla birlikteyiz ve özel bütçeli kurumlar olan üniversitelerimizin birinci derecede ilgili oldukları bir konu bu, kamu mali yönetimi ile ilgili olan yasamız. Şimdi kendilerinin bu konulardaki değerlendirmelerini dinleyeceğiz. Burada panelimizin ana konusu stratejik planlama ve performans esaslı bütçelemede karşılaşılan sorunlar ve çözüm önerileri olacak. Ben değerli konuşmacılarımıza 15’er dakikalık konuşma süresi vereceğim ve daha sonra da 15 dakikayı da soru ve cevaba ayırmak istiyoruz. Bu konuda değerli konuşmacılarımızın zamanı en iyi şekilde kullanacak deneyime sahip olduklarına inanıyorum ve ilk sözü değerli rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Durman’ a veriyorum. 135 Prof. Dr. Mehmet DURMAN Sakarya Üniversitesi Eski Rektörü STRATEJİK PLANLAMA VE PERFORMANS ESASLI BÜTÇELEMEDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: YÜKSEKÖĞRETİMDE STRATEJİK PLANLAMA VE KALİTE GÜVENCESİ STRATEJİK FIRSATLAR: AVRUPA ‘DA VE TÜRKİYE’DE YÜKSEKÖĞRETİMİ ETKİLEYEN SÜREÇLER Sayın Başkan’a teşekkür ediyorum. Sayın rektörler ve çok değerli katılımcılar, bende bugün sizlerle bu güzel sempozyumda bu güzel atmosferde birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Bilgim ve deneyimlerim ölçüsünde bilgilerimi sizlerle paylaşmak ayrıca beni mutlu ediyor. Bu fırsatı tanıdıkları için sayın rektörümüz eve organizasyon komisyonuna teşekkürlerimi sunuyorum. Avrupa: • Lisbon Tanıma Sözleşmesi (1997) –Yükseköğretimde Tanınma • Bologna Süreci (1999) – Yükseköğretimin Reformu • Lisbon Stratejisi (2000) – Araştırma, Rekabet ve Yaşamboyu Öğrenme • Kopenhag Süreci (2002) –Mesleki Eğitimin Güçlendirilmesi Türkiye: • YÖK’ün Bologna Süreci Kapsamındaki Çalışmaları (2003-) • Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (2003), Stratejik Planlama (2006-) • Hayat Boyu Öğrenme Stratejisi Belgesi ve Eylem Planı (MEB, 2009) • İstihdam ve Mesleki Eğitim İlişkisinin Güçlendirilmesi Eylem Planı (Bakanlar Kurulu, 2010) BOLOGNA SÜRECİ’NİN ÇALIŞMA KONULARI 1. Kolay anlaşılabilir ve karşılaştırılabilir bir akademik derece sistemi: • 2/3 kademeli (Lisans, Yüksek Lisans, Doktora) yükseköğretim sistemi, • Kademeler arası geçiş, • Ulusal yeterlilikler Çerçevesi. 2. Kalite güvencesi • Avrupa ilke ve standartları ile uyumlu Ulusal Kalite Güvence Sistemi, • Öğrenci Katılımı, • Uluslararası Katılım. 3. Diplomaların ve öğrenim sürelerinin tanınması • Diploma eki, • Lisbon Tanıma Sözleşmesi, • AKTS. 4. Yaşam Boyu Öğrenme • Tecrübeye dayalı yeterliliklerin tanınması. 5. Ortak Dereceler • Ortak derecelerin oluşturulması ve tanınması. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 7 ‘da yer almaktadır. syf: 271-275 136 YÜKSEKÖĞRETİMDE KALİTE GÜVENCESİNİN TEMEL UNSURLARI 4 BASAMAKLI MODEL (Avrupa Komisyonu,1998) • Kalite Güvencesi Konusunda bağımsız kuruluşların (ajansların) kurulması, • Kalite güvencesinde iç ve dış değerlendirme unsurlarının oluşturulması, • Konuyla ilgili paydaşların çalışmalara katılımı, • Sonuçların yayınlanması (raporlanması) . AVRUPA YÜKSEKÖĞRETİM ALANINDA KALİTE GÜVENCESİ İÇİN STANDARTLAR VE TEMEL İLKELER (ENQA Raporu, 2005, 2009) İç Kalite Güvencesinin Avrupa Standartları ve Temel İlkeleri • Kalite Güvencesi için Politika ve Prosedürler, • Program ve Kazanımların Onaylanması, izlenmesi ve Düzenli Olarak Gözden Geçirilmesi, • Öğrencilerin Değerlendirilmesi, • Öğretim Elemanının Kalite Güvencesi, • Öğrenme Kaynakları ve Öğrencilere Sağlanan Destek, • İletişim ve Bilgi Sistemleri, • Kamunun Bilgilendirilmesi. Dış Kalite Güvencesinin Avrupa Standartları ve Temel İlkeleri • İç Kalite Güvencesi Prosedürlerinin Kullanımı, • Dış Kalite Güvencesi Süreçlerinin Gelişimi, • Karar Kriterleri, • Amaca Uygun Süreçler, • Raporlama, • İzleme Prosedürleri, • Periyodik Gözden Geçirmeler, • Sistem Çapında Analizler. Dış Kalite Güvence Ajansları İçin Avrupa Standartları • Yükseköğretim için Dış Kalite Güvencesi Yöntemlerinin Kullanımı, • Resmi Statü, • Etkinlikler, • Kaynaklar, • Görev Bildirisi, • Bağımsızlık, • Kuruluşlar Tarafından Kullanılan Dış Kalite Güvencesi Kriterleri ve Süreçleri, • Güvenirlik Sağlama Yöntemleri. Yükseköğretim Kurumlarında Stratejik Planlama Çalışmaları • 5018 Sayılı Kamu Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununu- 24.12.2003 • Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yöenetmelik- 26.05.2006 • Yükseköğretim Kurumlarında Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme” Yönetmeliği- 20.09.2005 137 5018 Sayılı Kamu Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununu Kanunun Amacı: • Kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütcelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir. 1. • Madde 9- Stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme. • Stratejik Planlama (SP Yönetmeliği ve SP Hazırlama Kılavuzu-2006, Performans Programı Hazırlama Rehberi-2009) • Performans göstergeleri Yükseköğretim Kurumlarında “Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme” Yönetmeliği- 20 Eylül 2005 • Yükseköğretim kurumlarının eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetleri ile idari hizmetlerinin değerlendirilmesi, kalitelerinin geliştirilmesi, bağımsız “dış değerlendirme” süreciyle, kalite düzeylerinin onaylanması ve tanınması konusundaki çalışmalara ilişkin esasları düzenlemektedir. Yükseköğretim Kurumlarında Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Rehberi, YÖDEK, Mayıs-2006 • Yükseköğretimde Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Ana Süreç Haritası • Yükseköğretim Kurumlarında Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Süreci • Stratejik Planlama Süreci, • Kurumsal (Öz- ve Çevre-) Değerlendirme Süreci, • Periyodik İzleme ve İyileştirme Süreci, • Performans Göstergeleri. Yükseköğretim Kurumlarında Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Yönetmeliği – 20 Eylül 2005 Ulusal Boyutta: Yükseköğretim Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Komisyonu (YÖDEK) Yükseköğretim Kurumlarında: Yükseköğretim Kurumu Akademik Değerlendirme ve Kalite Geliştirme Kurulları (ADEK) çalışmaların yürütülmesi ve koordinasyonundan sorumludur. YÖDEK’İN KURUMSAL OLARAK YAPILANMASINDA ÇALIŞILAN MODELLER Tüzel kişiliğe haiz, idari ve mali özerkliğe sahip kurum/kuruluşun kurulması gerekmektedir. Kurumun kurulma şekline yönelik öneriler ve çalışılan modeller: 1. Kanun ile bir kamu tüzel kişiliğine sahip bir bağımsız kurumun kurulması, 2. 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na eklenecek bir Ek Madde ile oluşturulacak bir kurum yapılanması, 3. Üniversiteler ve diğer ilgili paydaşların oluşturacakları bir dernek yapısı içerisinde bağımsız bir kuruluşun kurulması, 4. Tamamen bağımsız kuruluşların yetkilendirilmesi. 138 Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum, sayın başkan izniniz için. Şunu tekrarlamak istiyorum, bu çalışmaların hem üniversite düzeyinde hem kamu içerisinde mutlaka bir şekilde o yapıyı temsil eden o yapı içerinde var olan organizasyonel yapıyla da ilişkilendirilmesini çok önemli olduğunu düşünüyorum. Rektörlük yapmış bir kişi olarak önce bu çalışmaların rektör, rektör yardımcıları, akademik birimlerde birim amirleri, yardımcıları ile mutlaka ilişkilendirilmesi lazım, performans ilişkisi de aynı şekilde ilişkilendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun uygulamasını Sakarya Üniversitesi’nde uygulamalarımız oldu fakat zaman olmadığından sizinle paylaşamıyorum. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Çok teşekkürler. 139 Prof. Dr. Engin ATAÇ Anadolu Üniversitesi Önceki Rektörü Sayın Başkan, çok değerli hocalarım, çok değerli meslektaşlarım öncelikle başta Ege Üniversitesi’nin çok değerli Rektörü olmak üzere Ege Üniversitesi’nde bu işi, bu organizasyonu düzenleyen bütün katılımcılara çok teşekkür ediyorum, ben bu sabah geldim, dünkü oturumlarınızı izleyemedim, ama şurada sabah üçdört saat oturunca herhalde bundan sonra bütün izleyicilerin iki-üç gün geceleri performans, strateji, ölçü, kıstas diye sayıklayacak herhalde, bu bir-iki gün devam edecek gibime geliyor, gerçekten de bazı temel kavramlar var bu temel kavramları bugün çok rahatlıkla kullanabiliyoruz. 1966 yılında, Uluslararası Teknik Yardım adlı bir teşkilat, Amerika ağırlıklı olmak üzere, bütçe reformu ile bütün ülkeleri teknik yardım olarak destekliyor. O dönemde, bütçe reformlarına geçmek amacıyla öyle bir proje oluşturuldu ve Maliye Bakanlığı bütçe reform grubu ismini koyarak, Maliye Bakanlığı içinde yeni bir grup oluşturuldu. O dönemin ismiyle planlama, programlama ve bütçeleme sistemine geçiş ülkemizde nasıl olur? Amerika Birleşik Devletleri birçok ülkede büyük teknik yardım veriyor, bir proje oluşturuluyor, bu projenin başına bir yabancı uzman atıyor, aynı zamanda kitap, materyal ve broşür gibi metinler getiriliyor. Yurtdışında, özellikle de Amerika’da o dönemde New York eyaletinde bu sistem kullanılıyor, oraya meslek içi eğitime gönderilmesi bir proje idi. Ben de okulu bitirdikten sonra bu projeye katıldım. Bu projede 40’a yakın arkadaşımız vardı, hepsi farklı üniversitelerden yeni mezunlar ve genellikle de ücretler de projenin ismi altında ödeniyordu ve bu grup Maliye Bakanlığı’nın içinde de konuşlandırılmamıştı. Bu grup Sıhhiye’de, ayrı bir yerde bulunuyordu. Burada asıl yapılmak istenen şu idi: Türkiye’de bütçe reformu nasıl yapılır? Çok ilginçtir ki o dönemde hepimiz yeni üniversite mezunuyuz ve üniversitelerimizde hiç Türkçe yayın yok. Bütçe reformu, program bütçe ile ilgili hiçbir kaynak yok, sadece yabancı kaynaklar var, klasik bütçeden başka kimse hiçbir şey bilmiyor. Şu anda çok rahat bir şekilde telaffuz ettiğimiz verimlilik, etkinlik, fayda maliyet analizi, performans ölçüsü gibi kavramların hiçbiri yok, konuşulmuyor bile bu kavramlar. Türkiye’de bütçe reformu nasıl yapılır sorusundan hareketle, ilk önce çok ciddi bir şekilde tercüme yaparak, etrafı tanıyarak, bu konudaki yayınları inceleyerek çalışmalar yürütüldü. Daha sonra bu tercümelerle birçok doktora, doçentlik tezleri yazıldı. Daha sonra bu kaynakların akademik kariyerimizde çok katkısı oldu. Bu dönemden sonra Türkiye’de bütçe kitaplarında, maliye kitaplarında bu konu işlenmeye başlandı. Bu konular, konuşulmaya başlandı. Tabi bu çalışmalar çok yoğun bir şekilde devam ediyor. Bütçeleme sistemi nasıl olacak, Maliye Bakanlığı nasıl olacak, devlet bürokrasisi nasıl olacak, idari yapılanma nasıl olacak, fonksiyonel sınıflandırma olacak mı olmayacak mı, nihai ürün nedir, program gerekçesi nedir, kodlama nedir, faaliyet nedir, proje nedir, bunun dayanacağı muhasebe sistemi ne olacaktır? Tabi bugünkü gibi bilgisayar sistemi yok, tümü kamu bürokrasisi içinde çözülecektir. Bunlar ciddi problemlerdir. Bütün bunlara rağmen tercümeler yapıldı. Büyük ölçüde bazı konular oturmaya başladı. Yoğun bir şekilde eğitim çalışmaları başladı. Önce kendi içimizde çalışmalar, sonra Maliye Bakanlığında çalışmalar ve daha sonra taşra teşkilatlarında bu çalışmalar devam etti. Program sınıflandırması nasıl yapılacak sorusunun cevabı bugün hala çözülememiş, idari yapılanmanın tamamen hizmet ve malları üretecek şekilde devletin hepsinin baştan aşağı sıralanması lazım. İdari yapılanmanızı ona göre yapmanız lazım. Fonksiyonel sınıflandırmanız sizin idari yapılanmanızı yansıtmayacak, idari yapılanmanız da fonksiyonel sınıflandırmayı yansıtmayacak, fonksiyonel sınıflandırma esasında idari yapılanmanız olacaktır. Personel rejiminiz tamamen değişecek. Bu konuda ciddi çalışmalar * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 140 yapılırken, 12 mart 1971 geldi. Reform kabilesi kuruldu. Maliye reformundan yararlanılacak denildi.1973’de program bütçeye geçiş hızlandırıldı. O dönem uygulanmış olan program sınıflandırılması yapıldı ve program bütçeye geçiş tamamlandı. Karar verildi ve program bütçeye geçiş oldu. O dönemde TBMM’de de eğitim yapıldı. Milletvekillerine eğitim verildi, bütçe komisyonlarına eğitim verildi ve bu konuda ciddi gelişmeler oldu ve bütçe o kadar genişlemişti ki bütçeyle beraber uygulama cetveli dediğimiz cetvel parlamentoya sunuldu, fakat bu yasalaşmadı. Çünkü bunların hepsini bütçeye koymak mümkün değildi. Hem harcama kalemi sınıflandırması hem hizmet sınıflandırması çünkü birçok kuruluş kendi ürettiğinin farkında değildi. Bunlar teker teker yapıldı. Zaten program bütçe sisteminin uygulamasının sonunda en başarılı olan hizmet sınıflandırılması olmuştur, tabi sonrasında çok değiştirildi. Fakat geçildikten sonra o heyecan kayboldu. Çünkü sistemin sürekli yenilenmesi, geliştirilmesi gerekiyordu. Çünkü o dönemde, fonksiyonel sınıflandırmaya geçilmesi gerekiyordu. Bunun mutlaka kurumlar arası bilgi veri bankalarının ciddi bir şekilde kurulması gerekiyordu. Çünkü bu tip bütün sistemler çok ciddi sağlıklı, yaşayan verilere dayanır ve bunlar elinizde varsa bunları kullanmanız mümkündür ama maalesef o dönemde böyle bir şey yoktu, gerçi şu anda da olduğunu da zannetmiyorum. Konuşmamın bir bölümünde sizlere Türkiye’de bu konu ile ilgili olarak yapılmış olan bir pilot çalışmadan bilgi vereceğim. Performans esaslı bütçeye geçmesi düşünülen bir kuruluş tarafından yapılmış olan bir araştırmanın sonuçlarını da vereceğim. Fakat hiçbir şey yapılmadı. Tabi burada hiçbir zaman eğer siz bir bütçe reformu yapıyorsanız, bu kesinlikle bitmez. Bunun süreklilik taşıması gerekir. O dönemde, eksik olarak yapılan birçok konu sonradan bırakıldı. Çok ilginçtir, o dönemin bütçe mali kontrol genel müdürlüğü üst yönetimde akardiyonu daraltalım lafları dolaşmaya başlamıştı. Bu şu demektir: Harcama kalemlerini birleştirelim, bütün hizmet programlarını birleştirelim. Çünkü çok aktarma talebi geliyor, çok ufak ufak rakamlar ortaya çıktı. Bunları birleştirmemiz gerekir.Bunlar birleşe birleşe kuşa döndü. Bu işle uğraşan kişiler olarak işin en moral kırıcı tarafı oturduk pazarlık yapmaya başladık. Arttırmacılık eşit yaklaşımı ile maalesef Türkiye ‘de bu hiç değişmemiştir. Bugün hala eşit yaklaşımcı anlayış performans esaslı bütçe sistemine de geçin, nereye geçerseniz geçin, eğer eşit yaklaşımcı sistemi benimsediğiniz taktirde bunları tamamen kağıt üzerinde kalacak çalışmalar olarak söyleyebiliriz. Bütün bu bütçe sistemlerine baktığımız zaman bunların temelinde yatan mantık, kamu kaynaklarının rasyonel kullanılmasıdır. Hangi sistemi kullanırsanız kullanın sistemin mantığında kamu kaynağını rasyonel kullanmaktır. Bunun savurganlığını önlemektir. Bunlar açık ve şeffaf görünmesi gerekir, şeffaflıkta yeni bir kavram değil, esasında bütçenin açıklık kavramından gelmektedir. Bazı şeyleri Amerika’yı yeniden keşfediyor gibi sunuyoruz ama değil, bunların hepsi bütçe teorisi içinde belli bu kavramların, hesap verilebilirlikte aynı şekilde. Bugün ne oldu bilgisayar teknolojisi bunlar biraz daha genişledi, biraz daha açık oldu, ne kadar açık yaparsanız ne kadar şeffaf olursa hesap verilebilirlik o kadar kolay olacaktır ve bürokratlar, siyasetçiler üzerinde daha etkili olacaksınız. Ne kadar kapalı olursa siyasetçi, bürokrat kendini daha rahat hissedecektir. Bürokrata ve siyasetçiye kendini rahat hissettirmemiz gerekiyor. Bunun hissettirilmemesi de her zaman hesap verilebilecek olacak, her zaman ne yaptığı konusunda herkesin gözü önünde olması gerektiği takdirde kamu kaynaklarını mümkün olduğu kadar en iyi şekilde kullanabilir. Performans esaslı bütçeye geçiş çalışmalarımız ile ilgili birkaç şey söyleyeceğim. Dünyada yapılmış 4-5 tane çalışma var. Bunların sonuçları şu şekildedir: Bir tanesi 2005 yılında Norveç’te yapılmış, kamu kuruluşlarında performans yönetimi kurulmasının çok zor olduğu anlaşılmış, hedeflerle performans göstergeleri arasındaki bağ tam olarak kurulamamıştır. Performans göstergelerinin kurum faaliyetleri sadece bazı açılardan ölçtüğü. Sonuçlardan çok faaliyete ve girdiler üzerinde odaklandığı, performans ölçüm sistemi için çok harcama yapılmasına karşın performans bilgilerinin tam olarak kullanılamadığıdır. Başka bir çalışma 1997’de yapılmış, bu da yine performans ölçümü ile ilgili bir şey, performans ölçüm sisteminin istenmeyen etik sonuçlara yol açtığı, personel performans ölçümleri ile oynamaları gibi, bu sistemin en tehlikeli yönlerinden bir tanesidir. Onun için bu denetim mekanizmasının performans ölçümü denetiminin çok doğru yapılması gerekiyor. 141 Çünkü sonuçta başka yönlere kayabiliyor bu. Amaç ve hedeflerin açıkça belirlenmediği, performans ölçümlerinin amaçlarla bağlanmadığıdır. Başka bir çalışma 2003 yılında yapılmış, eğitim ve sağlık alanında yapılmış, ampirik çalışmaların bazılarında kamu kuruluşlarında kullanılan performans ölçülerinin etkinliğini arttırırken bazı kuruluşlarda sonuçlarda performans ölçümleri ile oynandığı belirtilmiştir. Burada aynı sıkıntı performans ölçümleri ile oynanma sıkıntısı yine ortaya çıkıyor. 2003 yılında yapılmış, başka bir çalışma bürokratların verilecek cezalardan kaçınmak için performansları kendi lehlerine olacak şekilde sundukları belirtilmiştir.Diğer bir çalışma performans ölçümün iletişimi geliştirmede, sonuçlar hakkında farkındalığı arttırmada, hizmet kalitesini iyileştirmede ve belirli sonuçlara ulaşmada stratejilerinin değiştirilmesi gibi konularda etkili olduğu ortaya konulmuştur. Sistemi doğru çalıştırdığınız zaman, bunları elde etmemeniz mümkün değil, ancak performans bilgisinin kullanımı performans bilgilerinde veya harcama düzeyinin belirlenmesinde çok etkili olmadığı saplanmıştır. Harcama düzeyinin belirlenmesinde ve kesintilerde, eğer performans ölçülerini dikkate almazsanız, normal eşit artırım ilkesine dayanarak yaparsanız, o zaman hazırlatmış olduğunuz bütçenin hiçbir önemi kalmayacaktır. Kağıt üzerinde kalmıştır, bir süre sonrada o bütçeler yapılmaz hale gelir. Bir arkadaşımızın doktora tezi olarak yapmış olduğu çalışmada biraz önce de söylemiş olduğum bir kuruluşu performans esaslı bütçeleme pilot uygulamasını yapan kuruluşta yapılan şey de şu Delphi çalışması, önce görüşme yapılıyor, kuruluşlardaki kişilerle çok derinlemesine görüşme yapılıyor, arkasından doküman analizi yapılıyor, burada da stratejik plan, performans programları, faaliyet raporları üzerinde çok ciddi incelemeler yapılıyor, daha sonra da Delphi çalışması, burada bütçe uzmanı, stratejik planlama uzmanı, Sayıştay denetçilerinden oluşan uzman gruptan belli görüşler alınıyor, bunlar kaydediliyor ve bunlardan bir sonuca ulaşılıyor. Buna göre, özellikle kaynak tahsili ve kullanım üzerinde etkilerine ilişkin şu sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu 4-5 senelik bir uygulama sonucudur. Araştırmaya göre, bu kuruluşun amaç ve hedefleri doğru bir şekilde ortaya konulmuş. Ancak bundan sonraki aşamada başarılı bir performans programı hazırlanmadığı ortaya çıkıyor. Stratejik hedeflerimi belirledikten sonra bunlara uygun performans programı hazırlanamıyor. Diğer bir anlatımla, bütçe hazırlık süreci stratejik planla analitik bütçenin birleştirilmeye çalışıldığı, performans programlarının şeklen hazırlandığı belirtilmiştir. Başarılı sayılabilecek bir stratejik plan hazırlansa da performans programının aynı şekilde hazırlanmaması nedeniyle, bütçe bağının tam kurulamadı ve kaynak tahsilinin doğrudan stratejik planlara göre yapılmadığı saplanmıştır. Dolayısıyla kaynak tahsilinde beklenenin tam olarak saplanamadığı görülmüştür. Şimdi stratejik planların hazırlanması Devlet Planlama Teşkilatı, performans programlarının hazırlanması da Maliye Bakanlığı etkili, bunlarla birlikte çalışıyorlar. Stratejik planın hazırlamasında DPT’nin katkısı ile başarılı olmuştur. Araştırma bulgularına göre ise Maliye Bakanlığı bu süreçte kuruma gerekli eğitimleri vererek, iyi bir rehberlik yapamadığı ve başarılı bir sonuç elde edemediği ortaya çıkmıştır. İlk 3 yıl, Maliye Bakanlığı’nın kurumdan aldığı sübjektif nitelikli verilerle performans programını hazırlamıştır. Kurum Maliye Bakanlığı’na sadece verileri vermiştir. Maliye Bakanlığı kuruma şablonları vermiş ve bu kurumda bu şablonları doldurmuştur. Böylece performans programı hazırlanmıştır ve burada tabi bütçe ile plan arasındaki bir ilişkinin koptuğu görülüyor. Burada üst düzey yöneticilerin stratejik plan hazırlanması sürecinde ciddi desteklerinin olduğu ancak genel olarak program esaslı performans çalışmalarını çok sahiplenmediği görülmüş ve çalışmalar sadece 3-5 kişinin bireysel gayretleri ile sürdürülmüştür. Sistem için gerekli olan sağlıklı, yaşayan doğru veri sistemi eksikliği önemli olarak karşımıza çıkmıştır.2005 yılından beri geçen bu sürede çözümlenememiş, yeterli ve doğru performans verilerini tam olarak oluşturulamadığı ve sağlıklı bir performans ölçümü yapılması engellendiği ortaya çıkmıştır. Bu kurumda veri toplayacak, analiz edecek ve raporlayacak bir performans bilgi sistemi hala kurulamamıştır. Sürekli eğitilecek nitelikli personel eksikliği önemli sorunlardan bir tanesidir. Maliye Bakanlığı, bu konuda herhangi bir girişimde bulunmamış, eğitim girişimleri de zamanla azaltılmıştır. Bu kuruluşta program, esaslı bütçelemeye ilişkin hazırlanan belgeler meclise bilgi notu olarak 142 gittiği ve eski sistemin aynen devam ettiği aynen saplanmıştır. Program esaslı bütçeleme, kaynak tahsisinde kullanılmamaktadır. Bu hazırlayanlar üstünde olumsuz etki yaratmakta ve yapılan iş angarya olarak görülmektedir. İç denetim performans esaslı bütçe sisteminin kurumda oturması için önemlidir. İç denetim, yeni kurulmuş ama bu kuruluşlar amacı doğrultusunda çalışmamaktadır. Sayıştay yasası ise; daha yeni yürürlüğe girmiştir. Sayıştay’ın performans denetimine ilişkin belli standartları oluşturması, rehber oluşturması ve performans denetimine bir an önce başlaması gerektiği görüşü hâkimdir. İç ve dış denetim, şu ana kadar sistemin gerekleri konusunda etkili olamamıştır. Bu sistemin çalışabilmesi için neler yapılması gerekir? Çok kısa olarak bunlara değinirsem: Bir defa istikrarın sağlanması gerekir. Bunu siyasi otoritenin, kamu kuruluşlarının üst yöneticilerin sahip çıkması, bunu desteklemesi ve bunun karşılığında yapmış olduğu strateji ve de performans esaslı bütçelemenin sonuçlarını görmeleri lazım. Buradan somut veriler ve para almaları gerekir. En başta herkesin, bu işe özellikle de üst yöneticilerin ciddi şekilde sahip çıkması gerekir. Mevzuat ve teknoloji ve veri bankaları açısından mutlak suretle bunun kurulması gerekir. Maliye Bakanlığı ile Devlet Planlama Teşkilatı arasındaki ilişkinin çok sağlıklı bir şekilde yürümesi gerekir. Maalesef bu 1962’den bu yana Maliye Bakanlığı ve Devlet Planlama plan program bütçenin de en büyük sıkıntısı budur, Maliye Bakanlığı ile DPT arsından ilişkinin olmaması idi. Hatta biz bu planlama, programlama, bütçeleme sistemi daha planlamayı benimsememiş ülkeler için geldiği düşünülerek bizde nasıl olsa var diye düşünülerek rahat olunacağı düşünülmüştür. Maalesef o dönemde olduğu gibi bu dönemde de aynı şikâyet Maliye Bakanlığı ile DPT arasında gerekli olan koordinasyonun olmamasıdır. Kurumsal kültür değişimi mutlaka sağlanması gerekiyor, program bütçe sistemi doğru kullanılsaydı geçmiş olan, 1973’den bu yana bugüne kadar geçen bu 30 senede kültür ciddi bir şekilde oluşurdu. Ancak belli konuda bu kültür belli ölçüde gelişti diye düşünüyorum. En azından burada böyle toplantılar yapıldığına göre burada belli bir iğbe oldu demektir. Veri toplayacak. İç denetimin çok işlevsel hala getirilmesi, kurum içinde sistematik performans değerlendirmesinin ve yasal uygunluk denetiminin mutlaka gerçekleşmesi gerekir. Sayıştay sürece mutlak suretle etkin bir şekilde katılmalı, ücret sistemi performansa dayalı ödül ve yaptırım uygulamalarına olanak sağlamalıdır. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nde 657 sayılı yasa 1970’lerde yapıldı. O zaman ben Maliye Bakanlığında çalışıyordum ve nasıl yapıldığını biliyorum. Milli Savunmanın kadroları için 3 ay uğraştık ve askerlerin kadrolarını alamadık. Ondan sonra bütçe genel müdürün odasındaki kasaya kilitlendi ve bilgiler oradan alınmıştı. Mutlaka plan bütçe komisyonunda program esaslı bütçe görüşülmeli ve bunun mutlaka bunun sonuçlarının görülmesi ve bu konuda da plan bütçe komisyonun üyelerinin ve en başta siyasi otoritenin de bilgilendirilmesi, bu konuda istekli olması zaten bunu getiren siyasi iktidardır. Bunu siyasi iktidar getirmeseydi 5018 sayılı yasa çıkmazdı. Siyasi iktidar kendi getirmiş olduğu sisteme sahip çıkması lazım. Bunu geliştirmek için çok daha ilerilere götürmesi lazım. Çünkü sonuçta bunun faydası siyasi iktidara, kurumlara ve ülkemize yarayacaktır. Bu getirilen sistem hakkında, biz getirdik ve bitti düşüncesi olduğu takdirde, bu da 1973 yılında getirilen mali reform program bütçenin akıbetine döner. Bunun için mutlak suretli program bütçe sisteminde ödeneklerin mutlaka buna göre verilmesi ve kısıntı yapılacaksa da bu sistem içinde kısıntı yapıp herkese %5 verdim, herkese %10 verdim, senin bütçeni %1 kestim, seninkini %3 kestim düşüncesiyle performans esaslı bütçeleme sistemine geçmek mümkün olmayacaktır. Çok teşekkür ederim. 143 Prof. Dr. Ömer Faruk BATIREL İstanbul Ticaret Üniversitesi, Marmara Üniversitesi Önceki Rektörü TÜRKİYE’DE PERFORMANS BÜTÇE SİSTEMİ: SORUNLAR VE ÖNERİLER Sayın Rektör, değerli konuklar, öncelikle bende sayın rektöre nazik daveti ve de misafirperverliği için şükranlarımı arz ediyorum. Gerçekten çok kapsamlı ve başarılı bir kongre düzenlemişler, bende süre sınırlaması içinde arkadaşlarımı tamamlamaya çalışacağım. Tebliğin Amacı Türkiye’de Uygulanan Performans Bütçe Sisteminin Tıkanıklarını OECD Tecrübesi ile Karşılaştırarak İrdelemek ve 2011 Başında Kamu İdarelerinin Sisteme Uyum Düzeyini ve Sorunlarını Araştırarak Öneriler de bulunmaktır. Performans Bütçe Modelleri Performans bütçe sistemi, dört türlü uygulanabilmektedir. Performans bilgili (performance informed) olanda, performans bilgileri bütçe tasarısına eklenmekte, ancak ödenek dağıtımında kullanılmamaktadır. Performans raporlamalı (performance reported) olan da ise, hizmet performansı ödenek tahsisinde çok sınırlı ölçüde dikkate alınmaktadır. Raporlamalıya sunumlu (presentational) bütçe sistemi de denilmektedir. Performans esaslı (performance based) denilebilecek sistemde ise, performans göstergeleri idarelere ödenek verilmesinde önemli bir rol oynamaktaysa da gene de tek ölçü olarak alınmamaktadır. Tam ve gerçek anlamıyla performans bütçe sistemi, performansa dayalı (performance determined) ya da doğrudan (direct) performans bütçe modeli denilen modeldir. Sistemin Yararları Sistem kamu hizmet sonuçlarına daha fazla odaklanmayı sağlamaktadır. Orta vadeli olarak düşünüldüğünde planlamayı geliştirmektedir. Devletin, hedef ve önceliklerinin kamu hizmet programlarının hedef ve öncelikleriyle ne ölçüde uyuştuğunu ortaya koymaktadır. Hizmet programlarının fiili sonuçları ve performans hakkında bilgi vermektedir. Saydamlığı artırmaktadır. Kamu hizmet program ve politikalarından işe yarayan ve yaramayanları ayırmaya yardımcı olmaktadır. Kamu yönetiminin etkinliğini iyileştirmektedir. Sistemin Sakıncaları Sistem kamu bütçe sürecine, zor entegre edilebilmektedir. Kamu hizmet ve programlarının çıktı ve sonuçların ölçülmesi, sistemin kalite, güvenirlik ve kamu yönetimine sağlayacağı yararlar konusundaki endişeler devam etmektedir. Kamu yönetici ve görevlileri sisteme direnmektedir. Siyasetçiler siyasal karar alma mekanizmalarında sistem verilerinden yararlanma konusunda henüz tam ikna edilememiştir. Türkiye’de Performans Bütçe Sistemi Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Yasasında en gelişmiş performansa dayalı (performans esaslı dense de) bütçe sistem modeli benimsenmiştir. Bütçe ödenek tahsisi performansa bağlanmıştır. Sekiz yıldır, ikincil mevzuat ve uyum çalışmaları devam etmektedir. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 8 ‘de yer almaktadır. syf: 276-277 144 Stratejik plan temelinde asli yetkili kamu idaresi, DPT olarak kabul edilmiştir. Performans Programı ve Nihai Stratejik Plan Hazırlayan İdareler Performans programı ile birlikte stratejik planlarını tam olarak hazırlayan ve DPT ’na gönderen kamu idareleri; Sayıştay, Ulaştırma Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Dış Ticaret ve Denizcilik Müsteşarlıkları, Gelir İdaresi Başkanlığı, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Devlet Personel Dairesi Başkanlığı, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu, KOSGEB, GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Türkiye İş Kurumu, TODAİE, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Özel Çevre Koruma Kurumu, Türk Patent Enstitüsü, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, TÜİK, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Dokuz Eylül, Yıldız Teknik, Balıkesir, Ege, Adnan Menderes, Celal Bayar, Dumlupınar, Kahraman Maraş Sütçü İmam, Mersin, Zonguldak Karaelmas, İstanbul, Atatürk, Fırat, Gazi, Marmara, Gaziantep, Afyon Kocatepe, Gaziosmanpaşa, Kırıkkale, Kocaeli, Niğde, Sakarya üniversiteleri ile Gebze Yüksek Teknolojisi (Kaynak DPT). Stratejik Plan ve Performans Programlarını Hazırlayamayan İdareler Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yükseköğretim Kurulu, ÖSYM, Danıştay, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Mesleki Yeterlik Kurumu,Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu,Türkiye Atom Enerjisi Kurumu,Özel Çevre Kurumu ile Boğaziçi, Aksaray, Karamanoğlu Mehmet Bey, Ağrı İbrahim Çeçen, Sinop, Siirt, Nevşehir, Kilis 7 Aralık, Çankırı Karatekin, Artvin Çoruh, Bilecik, Bitlis Eren, Kırklareli, Osmaniye Korkut Ata, Bingöl, Muş Alparslan, Mardin Artuklu, Batman, Ardahan, Bayburt, Gümüşhane, Hakkari, Şırnak, Tunceli ve Yalova üniversiteleri taslak planlarını dahi göndermemişlerdir. (kaynak DPT) Sonuçlar OECD üyesi ülkelerinde performans bütçe sistemi genelde performans bilgili ve raporlu şekilde uygulanmaktadır. Yapılan çalışmaya göre, bileşik endekste tam anlamıyla performansa dayalı bütçe sistemini uygulayan ülke yoktur. Ülkemiz performans bütçe sisteminin en gelişmiş türü olan performansa doğrudan dayalı sistemi yasal olarak iddialı biçimde kabul etmiş ikincil mevzuatı çıkarmış, ancak kamu idarelerinin tamamı stratejik plan ve performans programlarını nihai olarak yetkili Devlet Planlama Teşkilatına gönderememiş bulunmamaktadır. İkincil mevzuatı güncelleştirme çalışmaları ise, hala devam etmektedir. 1973-2003 arasında çok gelişmiş bir bütçe sistemi olan program bütçesinin uygulamasında başarılı olamayan ülkemiz, sekiz yıldır uygulamaya gayret ettiği performans bütçe sistemini hazırlık çalışmaları dışında henüz gerçek anlamda bütçe sürecine alabilmiş değildir. Sistemin uygulanması tüm kamu idarelerinin performans programının tamamlanması ve bunların denetimi ile sağlanacaktır. Öneriler Sistemin uygulanabilirliği konusundaki OECD önerileri ülkemiz için de geçerlidir. Şöyleki; Performans esaslı olarak benimsenen sistemimiz, modeller içinde en iyi olarak nitelenmemektedir. Performans bilgilerinin mutlaka bütçe süreci ile bütünleşmesi gerekmektedir. Performans sonuçları ile ödenek tahsisi doğrudan ilişkilendirilmemelidir. Kamu idarelerinin performans sonuçları bağımsız kuruluşlarca değerlendirilmelidir. Siyasetçilere ve kamu yöneticilerine bu sistem konusunda bilgi ve destek vermek hayati önem taşımaktadır. Teşekkür ederim, dinlediğiniz için. 145 146 4. OTURUM KAMUDA İÇ DENETİM VE İÇ KONTROL SİSTEMİ 26 Mart 2011 Cumartesi Oturum Başkanı Prof. Dr. Semra ÖNCÜ Celal Bayar Üniversitesi E. Rektörü Konuşmacılar Yrd. Doç. Dr. Semih BİLGE Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Doç.Dr. Murat KİRACI Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Kamuda İç Denetime Geçiş Sürecinde İç Denetimin Başarıyla Uygulanmasında Rol Oynayan Faktörler: Kamu İç Denetçileri Üzerine Bir Araştırma Mehmet BÜLBÜL Maliye Bakanlığı BÜMKO Daire Başkanı Kamuda İç Kontrol Sistemi Cüneyt GÜLER Maliye Bakanlığı Daire Başkanı Kamuda İç Denetim 147 148 Prof. Dr. Semra ÖNCÜ Celal Bayar Üniversitesi E. Rektörü Değerli Rektörlerim, değerli hocalarım, kamunun değerli temsilcileri, değerli katılımcılar sempozyumun 4.oturumunu açarken bu sempozyumu düzenleyen, başarıyla yürüten Ege Üniversitesi başta olmak üzere Ege Üniversitesi Rektörü Candeğer Hanım ve bu sempozyumu yine başarıyla yürüten düzenleme komitesi üyelerine teşekkürlerimi, sevgilerimi sunuyorum. Kamu yönetimindeki saydamlaşma, hesap verebilirlik, kaynakların hedefli kullanımı yönündeki gelişmeler ve değişmeler yine kamu yönetiminde iç denetim anlayışının farklılaşmasına ve esnemesine yol açmıştır. 1950 yıllarında varlıkların korunmasını amaçlayan iç deetim, zamanla daha sonraki yıllarda verilerin güvenirliğini sağlama, uygunluk denetimi, etkinlik denetimi ve 2000’li yıllarda da değer yaratma fonksiyonunu üstlenmiştir. Bugün bu sempozyumda üç değerli katılımcı tebliğ sunacaktır. Sayın Mehmet BÜLBÜL ve Sayın Cüneyt GÜLER Maiye Bakanlığından değerli ve deneyimli temsilciler. Üniversiten ise Osmangazi Üniversitesinden genç bilim adamı Sayın Semih BİLGE’de bize yapmış olduğu bir anket araştırmasıyla beraber tebliğini sunacak ve yorumlarımıza açacaktır. 149 Yrd. Doç. Dr. Semih BİLGE ve Doç. Dr. Murat KİRACI Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İİBF İşletme Bölümü Öğretim Üyesi KAMUDA İÇ DENETİME GEÇİŞ SÜRECİNDE İÇ DENETİMİN BAŞARIYLA UYGULANMASINDA ROL OYNAYAN FAKTÖRLER: KAMU İÇ DENETÇİLERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA* Sayın Başkan, değerli konuklar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben uygulamaya yönelik yaptığımız bir araştırmayı Doç. Dr. Murat KİRACI ile beraber gerçekleştirdiğimiz bir araştırmanın sonuçlarını sizlerle paylaşacağım. Giriş Kurumsal yönetim ilkelerine göre yönetilen örgütlerin, içinde bulundukları topluma katkıları yadsınamaz bir boyuta gelmiştir. Özellikle, 1990’lı yıllar ile birlikte özel sektördeki halka açık işletmelerde, önemli bir yönetim anlayışı farklılığı ortaya çıkmış ve işletmeler paydaşlarına ve kamuoyuna fayda sağlamayı, müşteri odaklı olmayı ve şeffaflığı ön plana çıkartacak uygulamalara yönelmiştir. Kurumsal yönetim anlayışı ve ilkelerinden kamu sektörü de etkilenmiş ve dünyada birçok ülkede kurumsal yönetim ilkelerine uygun bir şekilde kamu yönetim anlayışı değişmeye başlamıştır. Bu süreç içerisinde kamu sektöründe de vatandaş odaklı kamu hizmetinin sunumu için kurumsal yönetim ilkeleri kamu kuruluşlarında oluşturulmak istenmektedir. Bu değişim rüzgârı, Türkiye’de 5018 sayılı Kanun ile birlikte kamu mali yönetim sistemimize girmiş ve iç kontrol ve iç denetim gibi konular, Türk kamu sektöründe uygulanmaya başlanmıştır. İç denetim ve iç kontrol sistemlerinin kamu kuruluşlarında uygulanmaya başlamasının, kamu kaynaklarının verimli, etkin ve tutumlu bir şekilde kullanımına yardımcı olacağı öngörülmektedir. Çalışmanın sonraki bölümlerinde kamu sektöründeki bu değişim ana hatlarıyla kısaca açıklanacak ve iç denetimin başarıyla uygulanmasında rol oynayan faktörler belirlenecektir. 1.Kamu Sektöründeki Değişim ve İç Denetim Kamu yönetimi anlayışında meydana gelen değişmeler sonucu, hesap verme sorumluluğu ve şeffaflık, kamu yönetimlerinin temel ilkesi haline gelmiştir. Kamu sektörünün muhasebe, bütçe, iç kontrol ve iç denetim sistemleri, hesap verme sorumluluğuna ve şeffaflığa uygun hale getirilmeye başlanmıştır. Kamu sektöründe hizmet standartları yükselmeye, vergi ödeyen vatandaşların, hizmetlerden yararlananların görüşleri dikkate alınmaya, vatandaşların beklentilerine uygun hizmet standartları oluşturulmaya, kıyaslama ve performans ölçümü yapılmaya başlamıştır (Bilge, 2006: 42). Bu doğrultuda birçok gelişmiş ülke, kamu mali yönetim ve bütçeleme sistemlerinde önemli yapısal değişikliklere gitmiştir. 1980’li yılların sonlarında Yeni Zelanda ve Avustralya, 1990’larda İsveç, Amerika Birleşik Devletleri, Finlandiya, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Kanada ve Fransa, 1990’ların sonu ve 2000’li yılların başlarında ise Avusturya, İsviçre ve Almanya performans esaslı yönetim felsefesine geçiş yönünde düzenlemeler yapmışlardır (OECD, 2004a: 4). Performans bütçeleme, tahakkuk esaslı muhasebe ve hesap verebilirlik gibi yeni uygulamalar, geçmişte kullanılandan daha farklı bir kontrol ve denetim türünün varlığını gerekli kılmıştır (Sterck ve Bouckaert, 2006: 49). * Bu tebliğde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu tarafından desteklenen “İç Denetim Sisteminin Türk Kamu Sektöründe Başarıyla Uygulanmasında Rol Oynayan Faktörlerin Tespiti ve Kamu İç Denetçileri Üzerinde Bir Araştırma” adlı projedeki bulgulardan yararlanılmıştır. 150 Kamu yönetimlerine egemen olan anlayışlardaki değişim, denetim alanında da yeni yaklaşımlara duyulan ihtiyacı arttırmıştır. Modern yönetim anlayışı, teftiş temeline dayanan denetimden ziyade risk esaslı, kuruma katkı sağlayan, rehberlik ve danışmanlık rolleri ile kurumun etkin yönetilmesine yardımcı olan iç denetim uygulamalarını gerekli kılmaktadır. Kamuoyunun, devletin faaliyetleri hakkında daha çok bilgi edinme ihtiyacını hissetmesinin yanı sıra saydamlık ve hesap verme sorumluluğu yaklaşımlarının da öne çıkmasıyla beraber, ülke kaynaklarının belirlenen politika ve önceliklere uygun olarak tahsis edilmesi, kamu kaynaklarının ekonomik, etkin ve verimli bir şekilde harcanmasını sağlamaya yönelik kontrol ve denetim mekanizmalarının kurulmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu zorunluluk, geleneksel denetim sistemlerinin yanında özel sektörce uygulanan modern denetim sistemlerinin, kamuya entegrasyonunu hızlandırmıştır. Bu durumda, iç denetime olan ilgiyi oldukça artırmıştır. Yeni Kamu Yönetimi anlayışı ile öncelikle Anglo-Sakson ülkelerde uygulama alanı bulan iç denetim, daha sonra başta OECD ülkeleri olmak üzere birçok ülkeye yayılmıştır. İç denetimin, kamu sektöründe uygulanmaya başlaması, daha yakın bir geçmişte gerçekleşmiştir. 1940’li yıllardan itibaren özel sektörde önemli bir yer teşkil eden iç denetim olgusu, gelişimini kamu sektöründen ziyade özel sektöre borçludur. Özel sektör alanında gerçekleştirilen iç denetim faaliyetlerinden elde edilen başarılara, kamu denetim alanında yeni uygulamalara ihtiyaç duyulması ve kamu kaynaklarının verimli, ekonomik ve etkin kullanımı konuları da eklenince iç denetimin kamu sektöründe uygulanabilirliği tartışmaları da kaçınılmaz olmuştur. 2. Kamu Sektöründe İç Denetimin Rolü ve Önemi Denetim fonksiyonu, her zaman kamu mali yönetiminin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüş ve giderek artan bir şekilde kamu sektörü performansının geliştirilmesi için bir araç olarak algılanmaya başlamıştır. Son zamanlarda iç denetim fonksiyonuna gösterilen ilgi ve yapılan vurguda bir artış gözlenmektedir. Özellikle OECD’ye üye ülkelerde, hükümet içinde daha gelişmiş hesap verebilirlik ve daha çok saydamlık talepleri, hükümet programları ve hizmetleri ile ilgili daha çok bilgi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Hesap verebilirliğin ve kamu kesimi performansının geliştirilmesine yönelik artan önem, kamu yöneticilerini kendilerine güvence sağlayan bir araç olan gelişmiş iç denetim yöntemlerine yöneltmiştir (Diamond, 2002: 4). İç denetim, günümüz kamu idarelerinin ihtiyaçları dikkate alındığında geriye dönük klasik denetimi kapsamakla birlikte, mutlaka ileriye dönük, daha iyiye ve yeniliğe dayalı değişimi hedeflemektedir. Maliyet düşürücü, yenilik getirici, sistemleri sorgulayıcı, iş ve hizmetlerin kalitesini yükseltici, eğitici, etkin, ekonomik ve verimliliği artırıcıdır. Değişime ve yeniliklere açık ve dinamik, idarenin iş ve işlem akışlarına, iç kontrol mekanizmalarının ve idari sistemlerin çalışmalarına bağlı olarak doğabilecek riskleri pro-aktif biçimde önceden öngörebilecek yapıdadır. Doğabilecek risklere ilişkin pro-aktif tedbirler almayı amaçlayan, çağdaş ve uluslararası standartlara uygun, makro, mikro çok çeşitli açılardan bakabilen kaliteli ve üstün vasıflı objektif bir denetim niteliği taşımaktadır (Gürkan, 2009: 71). İç denetimin kamudaki işlevi, her zaman kamu mali yönetiminin ayrılmaz bir parçası ve giderek artan bir şekilde kamu sektörünün performansını geliştiren bir araç olarak görülmüştür (Diamond, 2002: 4). İç denetim, kamu idaresinin performansı hakkında yönetime rapor vermekte ve bir sorun varsa yönetimin gerekli önlemleri almasına imkân tanımaktadır. Aynı zamanda iç denetim, uyguladığı denetim teknikleri ile mali disiplini sağlamanın da bir güvencesi olarak görülmektedir (Kesik, 2005:100). İç denetim sistemlerinin modernizasyonu, kamu yöneticilerinin sonuçlara erişmeleri ve hükümetleri daha verimli ve etkili yapma konusunda hayati öneme sahiptir (Sterck ve Bouckaert, 2006: 49). Amaçlara ve stratejik hedeflere uygun, tutarlı kararlar verebilmek ve doğru adımlar atabilmek için başvurulan bilgilerin geçerli ve güvenilir olması gerekmektedir. İdareler, stratejik planlarında öngörülen hedeflere ulaşmak ve elindeki kaynakları, bu hedefler doğrultusunda yönetmek üzere faaliyet 151 göstermektedirler. Bu faaliyetlerin tarafsız ve bağımsız bir şekilde ve uluslararası standartlara uygun olarak değerlendirilmesi, etkin ve etkili çalışan bir iç denetim sisteminin varlığına bağlıdır (DPT, 2006a: 22). Uluslararası İç Denetçiler Enstitüsü (IIA), hem özel hem de kamu sektörü için uluslararası iç denetim standartlarını belirlemiş ve iç denetimin rolünü iki başlıkta özetlemiştir (Diamond, 2002: 6): • İdarenin her türlü faaliyetini geliştirmek, iyileştirmek ve idareye değer katmak amacıyla, bağımsız ve tarafsız bir şekilde güvence ve danışmanlık hizmeti vermek, • Risk yönetimi, iç kontrol ve yönetişim süreçlerinin etkinliği ve verimliliğinin değerlendirilmesi ve geliştirilmesi için sistematik yaklaşımlar geliştirerek idarenin hedeflerinin gerçekleştirilmesine yardımcı olmak. Yapılan bu tanım ve getirilen yeni uygulama yaklaşımıyla, gelinen noktada iç denetimden beklentiler de değişmiştir. Bu çerçevede; geçmişin, olmuşun, bitmişin tespiti şeklinde yürütülmekte olan denetim anlayışı terk edilmiştir. Bunun yerine, faaliyetlerin daha etkili ve verimli ya da ekonomik sürdürülebilmesine yönelik öngörüler geliştirmek, hedeflerden sapmamalara neden olabilecek riskleri belirlemek, risklerin yönetilebilir olmasına, hatta risklerin fırsatlara dönüştürülebilmesine imkân verecek yaklaşımları ortaya koyması beklenmektedir. İç denetimin bu yaklaşımı, diğer denetim ve teftiş yaklaşımlarından ayrılan en önemli farklarından birisidir. Mevcudu incelemek ve değerlendirmekten ziyade değer katma ve faaliyetleri geliştirmeye yönelik öneriler sunma fonksiyonu öne çıkmıştır (Gökmen, 2009: 14). Kamu sektöründe oluşturulacak iç denetim sistemlerinin de bu amaçları gerçekleştirecek yapıda tasarlanması büyük önem taşımaktadır. 3. Kamu Sektöründe İç Denetimden Beklenen Faydalar Başlangıçta, özel sektörde uygulanan ve kamu yönetimi anlayışındaki değişimle beraber kamu sektöründe de uygulama imkânı bulan iç denetimden elde edilmesi beklenen faydalar, oldukça fazladır. İç denetimin kamu sektörü içindeki öneminin anlaşılmasıyla iç denetim, kamu alanında daha önemli roller üstlenmiştir. Kamu sektöründe iç denetimden beklenen faydalar, yukarıda ayrıntıları ile dile getirdiğimiz bu rollerin üstlenilmesiyle arttırılabilecektir. Kamu sektöründe iç denetim faaliyetinin yerine getirilmesi ile ortaya çıkması beklenen olası faydalar, şu şekilde özetlenebilir. İç denetim (Aktaran Uyar, 2009, 64–65; European Commission, 2004: 12; Kesik, 2005: 100–102; Şensoy, 2006: 255; PIFC Expert Group, 2004: 12): • İdarenin faaliyetlerini yıl boyunca izler, üst yönetime değerlendirmeler yapar ve tavsiyelerde bulunur, yönetimin gerekli önlemleri almasına yardımcı olur. • İdarenin faaliyetlerinin etkinliği ve verimliliği hakkında ilk elden bilgiler elde eder ve belirlenmiş amaç ve hedeflerin gerçekleşmesi konusunda değerlendirmelerde bulunur. • İç denetim, izleme sürecinde süreklilik sağlar. İç denetimin değerleme tavsiye ve raporlarının tüm yıl boyunca süreklilik arz etmesi, kurumsal paydaşlara ek değer sağlar. Ayrıca, süreklilik sayesinde yönetim zamanında iyileştirmeler ve ıslah edici düzenlemeler uygulayabilmektedir. • İdarenin kalite güvencesine katkıda bulunur. • Belirlenmiş politikalara, esas ve usullere, ilke ve standartlara uyulup uyulmadığı konusunda güvence sağlar. • Yapılan analizler, değerlendirmeler ve tavsiyeler ile yönetime katkılarda bulunur ve dolayısıyla idarenin faaliyetlerine değer katar. • Oluşturulan raporların güvenilirliğini artırır. • Mali disiplinin sağlanması konusunda güvence olarak görülebilir. Ayrıca iç denetimin kalitesinin artmasının, yüksek denetim kurumlarınca yapılacak dış denetimi kolaylaştıracağı unutulmamalıdır. Yönetime sağladığı bu faydalardan dolayı kamu kurumlarında iç denetime yoğun bir şekilde ihtiyaç duyulmakta ve iç denetim kamu sektöründe her geçen gün geniş bir uygulama alanı bulmaktadır. 152 4. Türk Kamu Yönetimindeki Değişim ve 5018 Sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu Dünyada yaşanan gelişmeler ve Türkiye’ye özgü dinamikler, uzun bir zamandır kamu yönetiminde yeniden yapılanma ihtiyacını ortaya koymuştur. Küreselleşen ve bilgi toplumu olma yönünde dönüşen bir dünyada, hiç bir ülkenin geçmiş kalıplar içinde kalmaya devam ederek kamu yönetimini geliştirmesi ve halkın beklentilerini karşılayacak hizmetleri üretmesi söz konusu değildir. Bu açıdan bakıldığında, ülkemiz de, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması ihtiyacı ve tartışmaları ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’nin gündemine kamu yönetiminde yeniden yapılanmayı getiren faktörleri çevreden ve içeriden kaynaklanan olmak üzere iki ana grupta incelemek mümkündür. Türkiye’nin etkilendiği ‘‘dış faktörler” arasında; ekonomik serbestleşmeyi, uluslararası finans kuruluşlarının etkilerini, dünya ölçeğinde ekonomik durgunluk ve bölgesel krizleri ve ulaşımda, bilgi ve iletişimdeki değişmeleri gösterebiliriz (Başbakanlık, 2003: 53–64): Dünyada ve ülkemizde yaşanan ve ana hatları ile ortaya konan değişimler ve eğilimler, ülkemizin kamu yönetimi alanına yansıtılamamış ve bunun sonucunda, gün geçtikçe daha belirgin hale gelen bir yeniden yapılanma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Dünyada ve ülkemizde yaşanan değişmeler sonucunda, Türkiye’de kamu yönetiminde yeniden yapılanmayı gerekli kılan dört temel açık oluşmuştur. Bunlar; stratejik açık, bütçe açığı, performans açığı ve güven açığıdır. Bu dört açık, yönetimde değişim çabalarının temelinde yatan sorunlara kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. Stratejik bir bakış açısından ve uzun vadeli planlamadan yoksun bir çerçevede aşırı büyüyen ve merkezileşen kamu idaresi, gelirlerini aşan harcamalara yönelmekte ve kaynakları verimli kullanamayarak bütçe açığı oluşturmakta; halkın beklentilerini karşılamayarak performans açığı vermekte; bu verimsiz yönetim süreci çeşitli yozlaşma ve yolsuzluk olayları ile birleştiğinde ise, halkın yönetime olan güvenini eritmektedir (Başbakanlık, 2003: 65). Kamu yönetiminde yaşanan bu açıklara; özellikle 90’lı yıllardan sonra yaşanan krizler, siyasi istikrarsızlıklar ve koalisyonların varlığı, kamu denetim sisteminin etkisizleşmesi, israf ve yolsuzluklar, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi doğrultusunda yönetim yapısını katılmayı hedeflediği topluluk standartlarına kavuşturma çabası ve kamu maliyesi ve borç yönetimi alanlarında yaşanan krizler gibi önemli iç faktörlerde değişim yönünde baskı oluşturmaya başlamıştır. Bu bağlamda Türkiye’de, kamu mali yönetimi ve kontrolü alanında son yıllarda önemli bir değişim süreci yaşanmıştır. Bu değişimin en önemli unsuru, 1927 yılından bu yana uygulanan 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun yürürlükten kaldırılarak, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun yürürlüğe konulmasıdır. Çok küçük değişikliklerle yaklaşık seksen yıl uygulamada kalan 1050 sayılı Genel Muhasebe Kanunu (Muhasebe-i Umumiye Kanunu), bugünün ihtiyaçlarına cevap veremediği için kaldırılmış ve yerine yeni kamu mali yönetimi anlayışı kapsamında hazırlanan ve mali yönetim ve kontrol sistemimizi uluslararası standartlar ve AB müktesebatı ile uyumlu hale getirecek 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çıkartılmıştır. Kanunun amacı, kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemek (5018 KMYKK, m. 1) olarak ifade edilmiştir. Etkin bir iç kontrol ve iç denetim sisteminin oluşturulması ve hayata geçirilmesi, bu kanunun temel hedefleri arasındadır. 5018 sayılı Kanun’un 55. ve 67. maddeleri arasında iç kontrol ve iç denetim ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.Etkin bir iç kontrol ve iç denetim sistemiyle, çağdaş gelişmelere uygun, yeni bir kamu malî yönetim sisteminin oluşturulması öngörülmüştür. 153 4.1. İç Denetim Faaliyetinin Amacı ve Kapsamı 5018 sayılı KMYKK 65. maddesine dayanılarak hazırlanan İç Denetçilerin Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmelikte (madde 5) iç denetimin amacı, üç maddede sayılmıştır: 1. “İç denetim faaliyeti; kamu idarelerinin faaliyetlerinin amaç ve politikalara, kalkınma planına, programlara, stratejik planlara, performans programlarına ve mevzuata uygun olarak planlanmasını ve yürütülmesini; kaynakların etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasını; bilgilerin güvenilirliğini, bütünlüğünü ve zamanında elde edilebilirliğini sağlamayı amaçlar. İç denetim faaliyeti sonucunda, kamu idarelerinin varlıklarının güvence altına alınması, iç kontrol sisteminin etkinliği ve risklerin asgarîye indirilmesi için kamu idaresinin faaliyetlerini olumsuz etkileyebilecek risklerin tanımlanması, gerekli önlemlerin alınması, sürekli gözden geçirilmesi ve mümkünse sayısallaştırılması konularında yönetime önerilerde bulunulur. 2. İç denetim, nesnel güvence sağlamanın yanında, özellikle risk yönetimi, kontrol ve yönetim süreçlerini geliştirmede idarelere yardımcı olmak üzere bağımsız ve tarafsız bir danışmanlık hizmeti sağlar. Danışmanlık hizmeti, idarenin hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerinin ve işlem süreçlerinin sistemli ve düzenli bir biçimde değerlendirilmesi ve geliştirilmesine yönelik önerilerde bulunulmasıdır. 3. Nesnel güvence sağlama, kurum içerisinde etkin bir iç denetim sisteminin var olduğuna; kurumun risk yönetimi, iç kontrol sistemi ve işlem süreçlerinin etkin bir şekilde işlediğine; üretilen bilgilerin doğruluğuna ve tamlığına; varlıklarının korunduğuna; faaliyetlerin etkili, ekonomik, verimli ve mevzuata uygun bir şekilde gerçekleştirildiğine dair, kurum içine ve kurum dışına yeterli güvencenin verilmesidir.” Aynı yönetmeliğin 6. maddesinde, “Kamu idarelerinin yurt dışı ve taşra dâhil tüm birimlerinin işlem ve faaliyetleri, risk esaslı denetim plan ve programları kapsamında sistematik, sürekli ve disiplinli bir yaklaşımla denetim standartlarına uygun olarak iç denetime tabi tutulur.” denilerek iç denetimin faaliyetinin kapsamı belirtilmiştir. 4.2.İç Denetimin Kamu İdarelerindeki Konumu 5018 sayılı Kanunun iç denetimle ilgili hükümlerine tabi olan kamu idarelerinde, doğrudan üst yöneticiye bağlı iç denetçiler görev yap-maktadırlar. İç denetçiler, sertifika eğitimlerinin alınması, iç denetim alanında hazırlanan mevzuata uyum ve iç denetim raporlarının bir örneğinin gönderilmesi bakımından İDKK ile de iletişim halindedirler. 5. Kamu Sektöründe İç Denetimin Başarıyla Uygulanmasında Rol Oynayan Faktörlerin Tespiti ve Kamu İç Denetçileri Üzerinde Bir Araştırma Çalışmanın bundan sonraki kısmında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu tarafından desteklenen“İç Denetim Sisteminin Türk Kamu Sektöründe Başarıyla Uygulanmasında Rol Oynayan Faktörlerin Tespiti ve Kamu İç Denetçileri Üzerinde Bir Araştırma” adlı proje kapsamında yapılan araştırma sonuçlarının bir kısmına yer verilecektir. 5.1. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı Araştırmanın temel amacı, kamu sektöründe iç denetime geçiş sürecinde, iç denetimden beklenen faydayı sağlamasına yönelik hangi faktörlerin etkili olduğunu belirlemek ve buna bağlı ortaya çıkan kısıtları ortaya koymaktır. Ayrıca iç denetçilerin profilini çıkartmak, yeni atanan kamu iç denetçilerinin iç denetime verdiği önemi ve iç denetime bakışlarını ortaya koymaktır. Araştırma, 5018 sayılı kanun çerçevesinde kamu kurum ve kuruluşlarına “iç denetçi” olarak atanan denetçiler içerisinden, 07.12.2009 tarihi itibariyle kamuda iç denetçilerin tek meslek örgütü olan KİDDER’e (Kamu İç Denetçileri Derneği) üye olan 519 kamu iç denetçisini kapsamaktadır. 154 Halen kamuda, KİDDER’e üye olmayan fakat iç denetçi pozisyonunda olan kişiler de bulunmaktadır. Bu durum araştırmamızın bir kısıtıdır. Araştırma dönemindeki toplam iç denetçi sayısı 768’dir. Tüm iç denetçilerin isim ve adreslerine ulaşmak kolay olmadığından KİDDER’e üye olan iç denetçilerin bulunduğu evren, araştırma kapsamına alınarak daha çok veriye ulaşılması hedeflenmiştir. Ayrıca araştırma döneminde Türkiye’de atanan iç denetçilerin çok büyük bir bölümünün de KİDDER’e üye olması kısıtın doğurabileceği olumsuzlukları giderici bir durumdur. KİDDER, kamu iç denetimi alanında ülkemizde faaliyette bulunan ilk ve tek meslek örgütüdür. KİDDER yönetiminin, çalışmanın yürütülmesine açık desteğini vermiş olması, derneğe üye olan iç denetçilere daha kolay ulaşılabilme imkânına sahip olunması ve elde edilecek verilerin daha sağlıklı olabileceği düşünülerek çalışma grubumuzun KİDDER üyeleriyle sınırlandırılması uygun görülmüştür. Bunun yanı sıra ilgili tarihte ataması yapılan kamu iç denetçilerinin %67,5’inin bu derneğe üye olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Araştırmaya katılan iç denetçilerin, Türk kamu mali sisteminde yeni bir yaklaşım olan ve 2008 yılından bu yana aktif olarak uygulanmaya başlanan bir iç denetim sisteminin parçası olmaları, araştırmanın başka bir kısıtı olarak değerlendirilebilir. Geçiş dönemi olarak adlandırılan bu dönemde, iç denetim sistemimizin kuruluş aşamasında olduğu ve gerek mevzuat gerekse kurumsal alt yapısının yeni oluşturulmaya başlandığı, sonuçların yorumlanmasında dikkate alınması gereken bir unsurdur. 5.2.Araştırmanım Yöntemi Araştırmada çalışma evrenimizi, 07.12.2009 tarihi itibariyle kamuda iç denetçilerin tek meslek örgütü olan KİDDER’e üye 519 kamu iç denetçisi oluşturmaktadır. İç denetim mesleğine sürekli alımların olmasına ve derneğe üye olan iç denetçilerin zaman içerisinde değişim göstermesine binaen KİDDER üyelerinin bulunduğu çalışma evrenimiz aynı zamanda soyut evren özelliği göstermektedir. Derneğe üye her bir iç denetçi, hem istatistik birimimiz hem de gözlem birimimizi oluşturmaktadır. Kamuda iç denetime geçiş sürecinde iç denetimin başarılı bir şekilde uygulanmasındaki faktörleri ortaya koymaya çalışan bu araştırmanın, tanımlayıcı bir araştırma olmasının yanında açıklayıcı, ilişki arayıcı ve durum saptayıcı bir özelliği de bulunmaktadır. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak anket yöntemi tercih edilmiştir. Bu şekilde iç denetçilerden kısa zamanda veri toplamak mümkün olabilmiştir. Hızlı ve kolay veri alma, birçok birime ulaşabilme gibi üstünlükleri nedeniyle, anket yöntemi tercih edilmiştir. Anketlerin büyük bir bölümü kargo firmasıyla iç denetçilere gönderilmiştir. Anketlerin bir kısmı da yüz yüze görüşme metodu kullanılarak uygulanmış ve bu şekilde veri sağlanmıştır. Kamuda iç denetimin başarıyla uygulanmasında rol oynayan faktörleri ortaya çıkartmak için hazırlanan anket formu toplam 49 sorudan oluşmaktadır. Bu anket soruları, hazırlanmadan önce literatür taranarak yaklaşık 100 sorudan oluşan bir soru havuzu oluşturulmuştur. Bu havuzdan çalışmanın amaçları ile uyumlu belirli sayıda soru seçilmiş ve iç denetim alanında uzman bir akademisyenin ve iç denetçilerin görüşleri doğrultusunda bu sorular geliştirilmiştir. Hazırlanan ön anket formu, Eskişehir’deki iç denetçiler üzerinde (12 kişi) pilot bir uygulamaya tabi tutularak test edilmiştir. Pilot uygulama sonrasında yanlış anlaşılma olasılığı yüksek sorular değiştirilmiş, bazı sorular çıkartılmış ve ankete son şekli verilmiştir. Araştırmada yapılan tüm istatistiksel analizlerde anlam düzeyi %5 olarak alınmış ve SPSS 11.0 paket programından yararlanılmıştır. Araştırma bulgularına dayanarak oluşturulan tablolar bu programdan yararlanarak hazırlanmıştır. 155 5.3. Araştırmadan Elde Edilen Bulgular ve Yorumları Araştırmada hazırlanan ankete katılan 361 adet iç denetçi (n=361 iç denetçi), çalışma evrenimizden çıkarmış olduğumuz yanıt grubumuzu oluşturmaktadır. Anketin normal geri dönüşüm oranı %69,5’dur. Bulgular, genel olarak tanımlayıcı istatistik kapsamında aşağıdaki Tablo 1.’de sunulmuş ve değerlendirilmiştir. Tablo 1: Araştırmaya Katılanların Demografik ve Temel Özellikleri Araştırmaya Katılanların Cinsiyeti Sayı Erkek 317 88 Kadın 43 12 Sayı Yüzde (%) 2 0,6 Araştırmaya Katılanların Yaş Aralığı 25-30 Yüzde (%) 31-35 56 15,5 36-40 65 18 41-45 112 31 46-50 60 16,6 50 ve yukarısı 35 9,7 Araştırmaya Katılanların Eğitim Durumu Sayı Yüzde (%) Lisans 297 82,9 Yüksek Lisans 57 16 Doktora 4 1,1 Sayı Yüzde (%) 6 – 10 Yıl 66 18,3 11 – 15 Yıl 55 15,3 16 – 20 Yıl 116 32,3 Araştırmaya Katılanların Toplam Kamuda Denetim Tecrübesi 21 Yıl ve Üzeri 122 33,1 Araştırmaya Katılanların İç Denetçi Olmadan Önceki Görev Unvanları Sayı Yüzde (%) Müfettiş 83 23,1 Kontrolör 31 8,6 Denetmen 237 65,8 9 2,5 Sayı Yüzde (%) 78 21,7 Diğer Araştırmaya Katılanların Şu anki Çalıştığı Kamu Tüzel Kişiliği Genel Bütçe SGK 8 2,2 Özel Bütçe 144 40,2 Mahalli İdare 123 34,3 5 1,3 Diğer Araştırmaya Katılanların Şu an Çalıştığı İdari Birimin Türü Sayı Yüzde (%) Bakanlık 34 9,4 Müsteşarlık 12 3,3 Başkanlık 29 8 Genel Müdürlük 59 16,3 Yüksek Öğretim Kurumu 101 28,3 Belediye 70 19,6 Büyükşehir Belediyesi 22 6,1 İl Özel İdaresi 30 8,3 156 5.3.1. İç Denetçilerin Demografik ve Temel Özellikleri Araştırmaya katılan iç denetçilerin çok büyük bir bölümünün, erkek iç denetçilerden oluştuğu (%88) ve büyük bir kısmının 41 yaş ve üzerinde olduğu (%65,6) tespit edilmiştir. İç denetçilerin %82,9’luk kısmının sadece lisans eğitimi aldığı ve lisansüstü eğitim alanların oranının düşük olduğu görülmüştür. Araştırmaya katılanların % 32,3’ü, 16–20 yıl ve %33,1’i ise 21 yıl ve üzeri bir denetim tecrübesine sahiptir. 16 yıl ve üzeri denetim tecrübesine sahip iç denetçilerin oranı, %65,4’dür. Bu oran, iç denetçilerin büyük bir bölümünün, yüksek mesleki deneyime sahip olduğunun göstergesidir. Denetim mesleğinde tecrübenin büyük rol oynadığı yadsınamaz bir gerçektir. Mesleğe ilk atamaların yapıldığı dönem ve daha sonraki dönemde getirilen iç denetçi aday belirleme başvuru koşulları arasında, en az 5 yıllık mesleki tecrübenin zorunlu koşulması, bu tecrübeden yararlanmak istendiğini gösteren bir düzenlemedir. Denetim kültürüne ve alt yapısına sahip kişilere, Türk kamu iç denetim sisteminin kuruluşu aşamasında aktif rol verilerek, sistemin kurulması ve işletilmesi aşamasında ortaya çıkabilecek kurumsal risklerin azaltılması hedeflenmiş olabilir. Fakat tecrübesi ve yaşı yüksek kişilerin, iç denetim birimlerine geçmesinin başka nedenleri ve bunun beraberinde getirebileceği bir takım olumsuzların olabileceği unutulmamalıdır. İç denetçilik kadrosunun özlük haklarının, diğer denetim kadrolarının geneline göre daha iyi olması, yaşı yüksek kişilerin bu kadrolara geçişini artırmış ve bu durum da araştırmadan elde edilen yaş ve tecrübe bulgularına yansımış olabilir. Mesleğe ilk atamalarda izlenen, üst yönetici odaklı atama politikaları kapsamında, yaş ve kıdemce tecrübeli kişilerin sosyal bağlantılarının daha yüksek olması, bu kadrolara atanmalarını kolaylaştıran bir unsur olmuş olabilir. Ayrıca mevcut iç denetim kadrolarının önemli bir kısmının, emekliliği yakın denetçilerden oluşması, kamu iç denetim sisteminden beklenen faydalarının kısa süre sonra azalmasına ve kurum içinde iç denetim sisteminin / kültürünün yerleşmesi noktasında umulan sonuçların alınamamasına yol açabilecektir. 31.12.2007 tarihine kadar uygulanan iç denetçiliğe atanma şartları arasına, yaş ve tecrübe ile ilgili sınırlayıcı bir kriter konulmaması böyle bir riski de beraberinde getirmiştir. Fakat bu tarihten sonra iç denetçi olarak atanmak isteyen adayları belirleme sınavının şartları arasına “son başvuru tarihi itibarıyla 45 yaşından büyük olmamak” kuralı konularak bu risk ortadan kaldırılmıştır. Kamuda hangi unvanlara sahip kişilerin iç denetçilik kadrolarına geçtiğine yönelik bulgulara bakıldığında; araştırmaya katılan iç denetçilerin % 65,8’i “denetmen”’likten iç denetçiliğe geçmiş iken bunu % 23,1 ile müfettişlik, % 8,6 ile kontrolörlük ve % 2,5 ile diğer unvanların takip ettiği görülmüştür. İDKK 2009 faaliyet raporuna göre, mevcut 768 iç denetçinin 419’u, denetmen kökenlidir ve “247’si vergi denetmeni, 145’i muhasebe denetmeni, 26’sı milli emlak denetmenidir”. Bu veri, araştırma bulgularımızla paralellik arz etmekte ve bulgularımıza yansımaktadır. Denetmenlik kadrolarından iç denetçiliğe geçişin çok olmasının nedenleri arasında; Türkiye genelinde denetim kadroları içerisinde “denetmenlik” kadrolarının zaten sayıca çok olması, iç denetçilerin özlük haklarının göreli olarak daha iyi olması ve denetmenlik kadrolarında yasal olarak zorunlu olan rotasyon uygulamasının varlığı sayılabilir. Sayı ve özlük haklarının yanı sıra özellikle vergi ve muhasebe denetmenlerinin rotasyon uygulamasından kurtulma isteğinin, iç denetim kadrolarına geçme noktasında güdüleyici bir faktör olduğu düşünülmektedir. İç denetçilerin çalıştıkları kamu tüzel kişiliğini belirlemeye yönelik bulgulara göre, iç denetçilerin %40,2’si özel bütçeli idarelerde, %34,3’ü mahalli idarelerde, %21,7’si ise genel bütçeli bir kamu kurumunda çalışırken, %2,2’si, sosyal güvenlik kurumlarında görev yapmaktadır. 5018 sayılı kanunun geçici 5. maddesinin “e” fıkrasına göre, muhasebe, milli emlak ve vergi denetmenlikleri kadrolarında bulunanlar, 31.12.2007 tarihine kadar sadece özel bütçeli idareler ile mahalli idarelere atanabilmekteydi. Faal iç denetçilerin içerisinde denetmen kökenli iç denetçilerin ağırlığının %55 olması (419/768), anket bulgularında özel bütçeli idarelerle, 157 mahalli idarelerde görev yapanların oranının yükselmesinin nedeni olarak gösterilebilir. Bulgularda SGK’da çalışan iç denetçilerin oranının %2,2’de kalmasının nedeni ise, bu alandaki kamu tüzel kişiliğini Türkiye’de sadece Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğünün oluşturması ve bu birimlere sınırlı sayıda kadronun (35 kişi) tahsis edilmesidir. Araştırmaya katılan iç denetçilerin çalıştıkları kamu idari birimlerine yönelik elde edilen bulgulara göre, iç denetçilerin %28,3’ü, yüksek öğretim kurumunda, %19,6’sı, belediyelerde, %8,3’ü, il özel idarelerinde, %6,1 Büyükşehir belediyelerinde (mahalli idareler toplamı %34’dür.), % 16,3’ü, genel müdürlüklerde görev yapmaktadır. Yüksek öğretim kurumlarında çalışan iç denetçilerin oranının fazla olmasının nedenleri arasında, üniversitelerin değişime çabuk ayak uyduran kamu birimleri olmaları, bu kurumlardaki siyasi etkilerin/baskıların daha az olması, işe alımda objektifliğin biraz daha fazla olması ve çalışma ortamlarının rahat olması sayılabilir. Belediyelerin sayı olarak fazla olmaları, verilen kadroların diğer birimlere göre yüksek olması ve belediyelerin siyasi etkilere daha açık birimler olmaları, bu kadrolara yapılan atamaların oranını yükseltmiştir. Bu durum, araştırmamıza da yansımıştır. Bunun yanı sıra il özel idarelerinin oranının yüksek çıkmasının bir sebebi olarak, mahalli idare birimleri içerisinde siyasi etkilerin bu birimlerde daha az olması gösterilebilir. Büyükşehir belediyelerinde görev yapan iç denetçilerinin oranının düşük çıkmasının sebebi ise, ülkemizde sadece 16 büyükşehir belediyesinin bulunmasıdır. 5.3.2. İç Denetim Olgusuna Yönelik Algılar Anket bulguları, araştırmaya katılan iç denetçilerin, iç denetim olgusunun temel unsurlarını (güvence sağlama, danışmanlık, saydamlığa katkı, bağımsızlık, tarafsızlık, iç kontrol sistemine katkı, mali disipline yardımcı olma, kurumsal kültüre katkı) tüm boyutları ile doğru bir şekilde algıladıklarını ortaya koymuştur. Kamu da iç denetim sistemine geçiş sürecinde iç denetim olgusunun, tüm boyutlarıyla iç denetçiler tarafından benimsenmesi ve kavranması iç denetimden beklenen faydaların elde edilmesi ve iç denetim faaliyetlerinin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için temel şarttır. Türkiye’deki kamu iç denetçilerinin, bu teorik alt yapıya sahip olmaları, iç denetimin uygulanabilirliği noktasında önemli bir göstergedir. İç denetimin teorik yapısını oluşturan bir başka olumlu unsur da, iç denetim standartlarıdır. Kamu İç Denetim Standartlarının (Maliye Bakanlığı, Kamu İç Kontrol Standartları Tebliği, 2007) belirlenmesinde, Uluslararası İç Denetçiler Enstitüsünün (IIA) “Uluslararası İç Denetim Mesleki Uygulama Standartları” esas alınmış, bunun yanı sıra diğer uluslararası standartlardan da yararlanılmıştır. Standartlar, iç denetçilerin niteliklerini ve iç denetim faaliyetinde uygulanması gereken süreçleri belirlemektedir. Araştırma bulgularına göre, kamu iç denetim standartları konusunda iç denetçiler arasında kararsızların çokluğu ve bu görüşe katılmayanların oranının yüksekliği, mevcut denetim standartlarının beklentileri karşılamadığının bir göstergesi olabilir. Kamu iç denetim standartlarının zamanla benimseneceği ve iç denetim faaliyetlerinde uygulanabileceği düşünülebilir. Fakat yine de bu standartların iç denetçiler tarafından tam bir kabul görmemesinin nedenlerinin araştırılması gerekmektedir. Uluslararası uygulamalardan aynen çevrilerek alınan mevcut kamu iç denetim standartlarının, Türkiye’nin idari yapısı ve kamu denetim kültürüne uygunluğu bu çerçevede tartışmaya açılmalı, gerekirse bu standartlar revize edilmeli ve sadeleştirilmelidir. Araştırmaya katılan iç denetçilerin %92’si kamu sektörünün risk-süreç değerlendirmesindeki tecrübesizliğinin iç denetimi olumsuz etkileyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca, iç denetçilerin %92’si kurumsal risklerin azaltılmasında iç denetimin rol oynayacağını düşündüklerini belirtmişlerdir. Kamu da modern anlamda iç denetimin (risk ve süreç odaklı iç denetimin) geçmişinin yeni olması, böyle bir sonucun ortaya çıkmasında ana etken olabilir. Eski teftişdenetim yaklaşımlarında risk odaklı bir denetim metodunun kullanılmamasının doğurduğu bu tecrübesizliği ortadan kaldırmak için risk-süreç analizine yönelik mesleki eğitimlerin artırılması, iyi uygulama örneklerinin paylaşılması ve bu konudaki farkındalığın artırılması gerekmektedir. Risk-süreç odaklı iç denetim anlayışı benimsendikçe, kamu idarelerindeki kurumsal riskleri ortaya çıkartmak ve azaltmak mümkün olabilecek ve bu durumun doğal sonucu olarak da iç denetimin etkinliği artabilecektir. 158 5.3.3. İç Denetçilerin Görev, Yetki ve Sorumlulukları İç denetçilerin görevleri, 5018 Sayılı Kanunun 64. maddesinde ve İç Denetçilerin Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmeliğin 15. maddesi ile düzenlenmiştir. Araştırma bulguları iç denetçilerin, kendilerine verilen bu görevlerin fazla olmadığını düşündüğünü (%72,5) göstermektedir. İç denetim sisteminin, 2008 yılından itibaren kamu idarelerinde aktif bir şekilde uygulamaya konulması ve iç denetçilerin tam kapasiteyle görev yapmamaları, böyle bir sonucu ortaya çıkartmış olabilir. Bunun yanı sıra büyük çoğunluğu müfettiş ve denetmen kökenli olan iç denetçilerin, eski görevleri ile şu anki görevlerini kıyaslayarak bu yanıtı vermiş olmaları muhtemeldir. Eski mesleklerinde birbirinden çok farklı görevleri yerine getiren iç denetçiler, kurumun faaliyetleri ile sınırlı olan ve değişkenlik göstermeyen iç denetim görevlerini az bulmuş olabilirler. Buna karşın araştırmaya katılan iç denetçilerin yarısı (%50,9), mevzuatla verilen bu görevleri yerine getirmede verilen yetkileri yetersiz bulmaktadır. Yetkilerin yeterli olduğunu düşünen büyük bir iç denetçi grubunun varlığı da dikkat çekicidir. Yetkilerin yetersiz görülmesinin bir nedeni, iç denetçilerin büyük çoğunluğunun denetmen-müfettiş kökenli olmaları ve geçmişteki yetkileriyle şu anki yetkilerini karşılaştırmalarıdır. İç denetçilerin yetkilerinin yetersiz olduğunu düşünmelerinin diğer bir sebebi de, düzenlenen raporların yaptırımı ile ilgili belirsizliklerdir. Düzenledikleri raporların gereğinin idarelerce yerine getirilip getirilmemesi konusundaki belirsizlikler, böyle bir düşünceyi doğurmuş olabilir. İç denetçiler, hazırladıkları raporların gereği yerine getirilmediğinde üst yönetim ile karşı karşıya kalabilmektedirler. İç denetçiler ile üst yöneticiler arasında görüş ayrılığı bulunması halinde anlaşmazlığın giderilmesine yardımcı olacak makam, İDKK’dır. İç denetçiler, üst yöneticileri ile görüş ayrılığına düşmemek adına raporlarında çeşitli sınırlamalara gidebilirler. Yani konu iç denetçilerin, üst yönetimle ilişkileriyle ilgilidir. Düzenlenen raporların gereği yerine getirilmediğinde, uygulanacak müeyyidelerin netleştirilmesi, doğabilecek yetkisel uyuşmazlıkları önleyebilecektir. Kamu iç denetim sistemi, tüm unsurlarıyla uygulanmaya başladığı zaman, iç denetçilerin yetki/görev konularındaki yaklaşımlarının daha da netleşeceğini düşünmekteyiz. Kamu idarelerinde yapılacak iç denetim, mali denetim uygulamaları dışında uygunluk, performans, bilgi teknolojisi ve sistem denetimi uygulamalarını da kapsayan bir süreçtir. Bir başka ifadeyle iç denetim, idarenin mali ve mali olmayan tüm faaliyet, süreç ve işlemlerini kapsamaktadır. İç denetim birimlerinin kuruluş aşamasında atanan iç denetçilerin büyük bir çoğunluğunun mali denetim kökenli olması, iç denetimin tam ve etkin bir şekilde uygulanmasını engelleyecek bir unsur olarak gözükmektedir. Fakat araştırma bulguları, mali denetim kökenli olsalar da iç denetçilerin büyük bir çoğunluğunun, görev ve sorumluluklarının mali denetimle sınırlı olmadığını düşündüklerini ortaya koymuştur. Bu durum iç denetçilerin, kamu da iç denetimin misyonunu algıladığını gösteren çarpıcı bir bulgudur. 5.3.4. İç Denetim Birimi ve İç Denetçilerin Nitelikleri, Atama ve Yükseltme Kriterleri İç denetimin sağlıklı ve kendisinden beklenen katma değeri yaratacak şekilde uygulanabilmesi için kurum içi ve kurum dışı paydaşların desteğinin alınması ve algılamalarının artırılması önem arz etmektedir. Bunun için, iç denetim sisteminin tüm yönleri ile bu paydaşlara anlatılması ve tanıtılması gerekmektedir. İç denetim biriminin tanıtımına yönelik bilgilendirme çalışmaları için, araştırmaya katılan iç denetçilerin önemli bir kısmı %44’ü, kurumlarında iç denetim birimini tanıtıcı yeteri düzeyde bilgilendirme faaliyetinin yapılmadığını ifade etmiştir. Buna karşın, böyle bir faaliyetin yapıldığını belirtenlerin ve kararsızların oranının yüksek olması da dikkat çekicidir. İç denetim biriminin, kurum içi paydaşlara yeterince tanıtımının yapılmaması, bu faaliyetin algılanması ve ulaşmak istediği amaçların benimsenmesini geciktirebilecektir. Bunun için, gerek İç Denetim Koordinasyon Kurulu gerekse iç denetim birimleri koordineli olarak özellikle üst yöneticiler olmak üzere idare personeline iç denetim faaliyeti ve katma değeri hakkında bilgilendirme faaliyetlerini konferans, seminer ve toplantılar aracılığıyla sürdürmelidirler. Bu süreçte özellikle üst yöneticilerin, iç denetim birimlerinin kurum içinde tanıtılması konusunda teşvik edici ve imkân sağlayıcı bir rol üstlenmeleri önem arz etmektedir. 159 İç denetim, kamu idarelerinin faaliyetlerine değer katmayı ve geliştirmeyi amaçlayan bir yaklaşımdır. Kamu da denetim elemanlarına, geçmişten gelen anlayış çerçevesinde hata ve düzensizlikleri tespit eden ve değerlendiren kişiler olarak bakılmaktadır. Araştırmaya katılan iç denetçiler de, kurumlarında kendilerine hata ve düzensizlikleri tespit eden uzmanlar olarak bakıldığını düşünmektedirler. Bunun sebebi, mevcut iç denetçilerin mesleki kökenleri olabilir. Kurum çalışanları, iç denetçilerin mesleki geçmişlerini göz önünde bulundurarak, iç denetim olgusuna eski kamu yönetimi anlayışıyla bakmayı sürdürmektedirler. Ayrıca, iç denetimin kurumlarda iyi tanıtılmaması da kurum çalışanlarında bu anlayışın devam etmesine sebep olmuş olabilir. Bu süreçte, iç denetim olgusunun sadece hata ve düzensizleri tespit etmeye yönelik bir yaklaşım olmadığının, yapılacak faaliyetler ve tanıtım çalışmaları ile anlatılması yararlı olacaktır. İç denetçiler, geçici 5. madde ile belirtilen kıstaslar çerçevesinde 31.12.2007 tarihine kadar, üst yöneticilerin onayı ile atanmışlardır. Üst yöneticilere ilk atama sürecinde eğitim, sınav, yeterlilik vb. şartları aramadan, atama yapmalarına olanak tanınmıştır. Başlangıç aşamasında atanan bu kişilerin denetim tecrübelerinden yararlanmak, mantıklı ve zorunlu bir yol olarak gözükse de, araştırmaya katılan iç denetçiler geçiş sürecinde izlenen atama politikalarının sonraki dönem iç denetim faaliyetlerini etkileyeceğini düşünmektedirler. Geçiş sonrası dönem için atanacak denetçilere, sınav ve sertifika şartlarının zorunlu hale getirilmesi, bu olumsuz durumu ortadan kaldırabilecektir. Fakat yine de iç denetçiler, geçiş sürecinde izlenen yöntemin olumsuz etkilerinin süreceğini ifade etmişlerdir. İç denetim mesleğine yönelik özlük haklarının belirlenmesinde, kamu idarelerinin tamamında aynı standartlar uygulanmış ve kurumlar arasında ayrıcalıklara yer verilmemiştir. Araştırmaya katılan iç denetçilerin çoğunluğu, kendilerine sağlanan özlük haklarının yüksek performansla çalışmaları noktasında yeterli olduğunu düşünmektedirler. Özlük haklarının tüm iç denetçiler nezdinde aynı seviyede olması ve geliştirilmesi, iç denetim faaliyetinin etkinliğine de olumlu yansıyacaktır. Buna karşın iç denetçiliğe geçtikten sonra ücretleri düşen iç denetçiler ve idareler de mevcuttur. İç denetçi olduktan sonra ücretleri düşen iç denetçi sayıları ve kurumları şu şekildedir: Adalet Bakanlığı (8), Maliye Bakanlığı (13), Sanayi Bakanlığı (13), Ulaştırma Bakanlığı (9), Gümrük Müsteşarlığı (9), Hazine Müsteşarlığı (8), Dış Ticaret Müsteşarlığı (6), Sosyal Güvenlik Kurumu (18), Diyanet İşleri Başkanlığı (10), Karayolları Genel Müdürlüğü (14), Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü (2) (KİDDER Yönetim Kurulu’ndan alınan bilgidir). 5.3.5. İç Denetimin Bağımsızlığı, Tarafsızlığı ve Üst Yönetimle İlişkiler İç denetim faaliyetlerinin bağımsız ve tarafsız bir şekilde yürütülmesi, kritik bir başarı faktörüdür ve denetim için hayati önemdedir. İç denetimin başarısı, iç denetim biriminin/iç denetçilerin, fonksiyonel ve organizasyonel bağımsızlığına bağlıdır. Fonksiyonel bağımsızlık, denetimin kapsam ve yaklaşımının belirlenmesinde, denetim planlarının hazırlanmasında ve denetim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde yönetsel müdahalelerin olmaması anlamına gelmektedir. Fonksiyonel bağımsızlık, iç denetçilerin mevzuat ve standartlarda tanımlanan görev ve yetkileri çerçevesinde kurumun tüm faaliyet ve işlemlerine yönelik olarak, bağımsız ve tarafsız bir yaklaşımla değerlendirme yapabilme gücünü sağlar (Midyat, 2007: 10). Araştırmaya katılan iç denetçiler, kendilerine mevzuatla yeteri kadar bağımsızlık sağlandığı noktasında bir görüş birliği içinde değildirler. İç denetçilerin geneli, mevzuatla kendilerine yeteri kadar bağımsızlık sağlanmadığını düşünürken (%45,7), bir kısmı sağlanan bağımsızlığın yeterli olduğu (%34,6) görüşündedir. Kendilerine mevzuatta yeteri kadar bağımsızlık verilmediğini düşünenlerin oranının yüksek olması, ataması yapılan iç denetçilerin geçmiş mesleki kökenleri ile ilgili olabilir. Soruşturma raporlarından aldıkları yaptırım güçlerini bir kenara bırakıp, sadece görüş bildiren bir konuma geçen iç denetçiler, soruşturma raporlarından gelen yaptırım güçlerini kaybetmelerini bağımsızlıklarının kısıtlanması şeklinde yorumlamış olabilirler. Fakat soruşturma raporları hariç, eskiden de yazılan raporların bağlayıcılığının ve herhangi bir yaptırımının olmadığını vurgulamamız da gerekmektedir. 160 Bağımsızlığın diğer bir boyutu, organizasyonel bağımsızlıktır. Araç, gereç vb. fiziki şartlar, organizasyonel bağımsızlığın sağlanmasının bir parçasıdır. Araştırmaya katılan iç denetçilerin %60’ı, organizasyonel bağımsızlığın bir göstergesi olan fiziki şartların kendilerine sağlandığını ifade etmiştir. Gerekli fiziki şartlara sahip olmadığını belirtenlerin oranı, %40 gibi oldukça yüksek bir orandadır. Bu durum, üst yöneticilerin organizasyonel bağımsızlık noktasında iç denetçilere gerekli desteği, tam olarak vermediğinin bir göstergesi olarak da kabul edilebilir. Ayrıca organizasyonel bağımsızlık, sadece fiziki şartlardan ibaret değildir. Organizasyonel bağımsızlık konusunda çeşitli sorunlar devam etmektedir. Bu durum da denetçilerin üst yöneticilere bağlanmasından çok, denetim birimi yönetiminin düzenleniş biçiminden, denetim faaliyetinin gerektirdiği kaynakların tahsis usulü (bütçe gibi) gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır(Midyat, 2009). Organizasyonel bağımsızlığın sağlanamaması, iç denetim bağımsızlığını doğrudan etkileyeceği için bu bağımsızlığı sağlayıcı ve koruyucu düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Özellikle iç denetim birimlerinin ayrı bütçelerinin bulunmaması, onları çalıştıkları idarelere tamamen bağımlı kılmaktadır. Bu durum ise, iç denetim birimlerinin hareket serbestîsini azaltmaktadır. İç denetim birimlerinin teşkilat kanunlarında yer almaması da, önemli sorun alanlarından bir tanesidir. Organizasyonel statülerinin daha da netleştirilmesi ve yaşanan sıkıntıların giderilmesi için, kamu idarelerindeki iç denetim birimlerinin teşkilat kanunlarında yer almasını sağlamaya yönelik yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekmektedir. Üst yönetimle, iç denetim faaliyetlerinin performansı arasında literatürde önemli bir ilişkinin bulunduğu vurgulanmıştır. Araştırmaya katılan iç denetçilerin yarıdan fazlası (%58,4) üst yönetime bağlı olarak iç denetim faaliyetini sürdürmenin, performanslarını olumsuz etkileyeceğini düşünmektedir. Bu durumun bir nedeni, organizasyonel bağımsızlık konusunda yaşanan sıkıntılar olabilir. İç denetçiler çalışmaları sırasında üst yönetimin bir etkisini/müdahalesini görebileceklerini düşündüklerinden dolayı, bu konuda üst yönetimden mümkün olduğu kadar bağımsız faaliyet göstermek istemektedirler. Elde edilen bu bulgu, iç denetçilerin üst yöneticilere bakışını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Türkiye’de iç denetimin bağlı olacağı birimin neresi olması gerektiği konusunda tartışmaların sürdüğü bir ortamda, iç denetçilerin büyük bir kısmının üst yönetime bağlı olarak çalışmanın performanslarına olumsuz etkileyeceğini düşündüklerinin bilinmesi çok önemlidir. İç denetim sisteminde yeniden yapılandırma çalışmalarının olacağı, resmi dökümanlarda ifade edilmektedir. Bu yapılandırma sürecinde, iç denetçilerin üst yönetime bağlı olarak çalışma konusunda çekincelerinin olduğu dikkate alınmalıdır. Sağlıklı bir iç denetim yapısı kurulmak isteniyorsa, bu işin uygulayıcılarının bu konudaki görüşleri mutlaka alınmalıdır. Yasal düzenlemeler yapılmadan önce, konu iç denetçiler arasında tartışmaya açılmalı ve bu tartışmadan elde edilecek sonuçlar doğrultusunda, iç denetçilerin de isteklerini yansıtacak adımlar atılmalıdır. Bu düzenlemeler yapılıncaya kadar geçecek süre içerisinde, İDKK’nın üst yönetimle ilişkiler noktasında, iç denetçilerin kafalarında oluşan soru işaretlerini giderici çalışmalar yapması da faydalı olacaktır. Araştırmaya katılan iç denetçiler arasında tam bir görüş birliğinin olmadığı konuların başında “üst yönetimin iç denetime gereken önemi” verip-vermediği gelmektedir. Araştırma bulguları, iç denetçilerin bakış açısıyla üst yönetimin “iç denetime gereken önemi” verip, vermediği noktasında (vermektedir-%38,5; vermemektedir-%35,7) net bir eğilim ortaya koymamaktadır. Kararsızların oranının çokluğu (%25,8), bu durumun ortaya çıkmasının temel nedenidir. Kararsızların çok olmasının sebebi ise aktif olarak faaliyete geçmeyen birimlerin çokluğu olabilir. Görüş birliğinin olmaması, iç denetim olgusunun üst yöneticiler tarafından tam olarak kavranamadığının da bir göstergesidir. İç denetime gereken önemi veren üst yöneticilerin varlığının yanında, buna kayıtsız kalan üst yöneticilerin de varlığı böyle bir sonucu çıkartmış olabilir. İç denetim biriminin, kurum içinde yeteri kadar tanıtılıp, tanıtılmadığı konusunda da yaşanan fikir ayrılığı bu görüşümüzü desteklemektedir. 161 Halbuki üst yönetimin, iç denetime önem vermesi ve desteğini sağlaması literatürde sürekli vurgulanan bir başarı faktörü olarak karşımıza çıkmıştır. “Üst yönetimden gereken desteği görmek, çalışmalarımı olumlu etkiler” şeklinde bir soru sorulduğunda araştırmaya katılan iç denetçilerin neredeyse tamamının (%97), böyle bir desteğin performanslarını olumlu etkileyeceğini ifade etmesi, iç denetçilerin üst yönetim desteğinin öneminin farkında olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra iç denetim raporlarının, üst yönetimce kabul görme durumuna yönelik bulgulara göre iç denetçilerin %60’ı, raporlarının üst yönetim tarafından kabul görüp, uygulanacağını belirtirken, %29’u bu konuda kararsız kalmıştır. Bu oranlar, iç denetçilerin genelinin, üst yöneticilerine karşı bir güven duyduğunu göstermektedir. Fakat bu bulguyu değerlendirirken, geçiş dönemi içerisinde sınırlı sayıda iç denetim çalışmasının ve raporlamasının yapıldığını da göz önüne almamız gerekmektedir. Araştırmayla ilgili önemli bir konuda, kurumda iç denetime karşı bir direncin ve önyargının varlığıdır. Bu konuya yönelik anket sorusundan çıkartılan bulgulara göre, iç denetçilerin çoğunluğu (%59) kurumlarında iç denetime karşı, alt kademe birimlerinde bir direncin olduğunu ifade etmişlerdir. Böyle bir direncin oluşması, “iç denetim birimlerinin” kurum içinde gerektiği gibi tanıtılmamasından kaynaklanabilir. Nitekim “iç denetim birimlerinin yeteri düzeyde tanıtımının yapılması” konusuyla ilgili bulgularımız da, bu konuyu açıklamaktadır. Üst yönetimin kurum içinde usulen bir “iç denetim ve iç denetim birimi” tanıtımı yaptığı fakat bunun, oluşabilecek direnci kırma noktasında yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Maalesef kurum içinde iç denetim farkındalığı, çoğu kurumda oluşturulamamıştır. Bu konuda görevli birimler ve üst yönetim kadar iç denetçilere de önemli sorumluluklar düşmektedir. Ayrıca kurumda iç denetime karşı bir önyargının da bulunduğunun düşünülmesi, bu konunun önemini artırmaktadır. Bu önyargının ve direncin neden kaynaklandığı önemlidir. Genel olarak kamuda teftiş kurullarından gelen baskıcı ve korkutucu denetim anlayışının, isim değiştirmiş hali olarak iç denetim algılanmış olabilir. Kurumdaki alt kademelerin böyle bir önyargıya sahip olmaları doğaldır. Çünkü başlangıçta izlenen atama politikalarından dolayı denetmen, kontrolör ve müfettiş kökenli iç denetim elemanları, iç denetim kadrolarına geçiş yapmıştır. Önyargıların kırılmasında, bilgilendirme çalışmalarının sıkça yapılması ve bu konuda iç denetim elemanlarına da faaliyetlerini sürdürürken bu ön yargıyı kırma adına fırsatlar verilmesi gerekmektedir. İç denetçiler, kurum çalışanlarına iç denetimin eski denetim anlayışlarından farklı ve kuruma değer katan, geliştiren bir denetim ve danışmanlık faaliyeti olduğunu yaptıkları/yapacakları çalışmalarla ortaya koymalıdırlar. Son olarak iç denetçilerin disiplin ve ceza soruşturma yetkilerinin olmadığı konusunda kurum çalışanlarının bilgilendirilmesi, bu direncin ve önyargının giderilmesine katkı yapacaktır. İç denetim faaliyetinin bağımsızlığı yanında bu faaliyetin objektif bir yaklaşımla icra edilmesi, standartlar ve yasal düzenlemeler gereğidir. Objektiflik yani tarafsızlık, faaliyetten çok kişiye yöneliktir. Bir başka anlatımla, iç denetçiler iç denetim faaliyetinin yürütülmesi sırasında tarafsız davranmalıdırlar. Tarafsızlığın sağlanmasında denetim bağımsızlığının varlığı da önemli bir işlev görür. Bununla birlikte, faaliyetin bağımsızlığı iç denetçilerin bireysel denetim görevlerinin yürütülmesi sırasında tarafsız bir şekilde davranmalarını garanti etmez. Bu nedenle, tarafsızlığı sağlayacak ve koruyacak mekanizma ve prosedürlerin geliştirilmesi gerekmektedir (Midyat, 2007:9). Araştırmaya katılan iç denetçiler arasında, “aynı kurumda uzun yıllar çalışmanın bağımsızlığı ve tarafsızlığı zedelemesi” konusunda tam bir görüş birliği olmadığı görülmektedir (zedeler: %44,4, zedelemez: %39,9). Uzun yıllar aynı kurumda çalışmanın, her ne kadar organizasyonel ve fonksiyonel bağımsızlık üst yönetim tarafından mükemmel bir şekilde sağlansa da, tarafsızlığı zedeleme noktasında doğuracağı etki, iç denetçiye bağlıdır. Bu açıdan bağımsızlığın ve tarafsızlığın, daha çok iç denetçilerin kendileriyle ilgili olduğu bilinmelidir. İç denetçiler, iç denetim standartlarında dile getirilen, bireysel tarafsızlık standardı, Standart 1120 gereği (MB, Kamu İç Denetim Standartları), denetim görevlerinde tarafsız ve önyargısız bir şekilde davranmalı, her türlü çıkar çatışmasından ve bağımsızlık ve tarafsızlığını bozacak etkenlerden kaçınmalıdır. 162 Burada göz ardı gerekilmemesi gereken bir konu da, uzun yıllar aynı birimde görev yapmanın beraberinde uzmanlaşmayı getireceği ve bunun da iç denetim faaliyetlerinde sağlayacağı avantajdır. Aynı kurumda uzun yıllar çalışmanın bağımsızlığı ve tarafsızlığı zedelemeyeceği söyleyenler, bu avantajları düşünmüş olabilirler. Ayrıca iç denetçilerin çalışma plan ve programlarının üst yöneticilere bağlı olmaması ve iç denetçilerin etkin bir biçimde çalışıp çalışmadıklarının kontrolünün/sorgulanmasının İDKK tarafından veya özel bir birim tarafından yapılması, bağımsızlığı ve tarafsızlığı sürdürme noktasında bir sigorta görevi görecektir. Konu her ne kadar iç denetçilerle ilgili olsa da, siyasal koşulların ve üst yöneticilerin tutumunun, bağımsızlığı ve tarafsızlığı etkileme ihtimali her zaman olacaktır. Özellikle siyasi etkinin göreli olarak yüksek olduğu mahalli idare birimlerinde, belli bir süre sonra iç denetçilerin tarafsızlık ve bağımsızlığını zedeleyici ve onları etkilemeye yönelik eylemlerin olması ihtimal dâhilindedir. Bu yüzden iç denetçilerin tümü için geçerli olabilecek, özellikle mahalli idarelerde görev yapan iç denetçileri daha fazla etkileyebilecek bu gibi durumların önüne geçecek yasal tedbirlerin artırılması ve bu tarz durumların ilgili birimlerce/kurullarca hassasiyetle takip edilmesi gerekmektedir. İç denetim sistemini izleyen birim bünyesinde, mahalli idare birimlerinde görev yapan iç denetçilerin sorunları ile ilgilenen özel bir yapının oluşturulması, bu konuda doğabilecek sorunlara bir çözüm olabilir. 5.3.6. İç Denetçilerin Mesleki Yeterliliği ve Eğitimi İç denetçiler, mevcut bilgi, beceri ve diğer mesleki yetkinliklerini sürekli bir şekilde geliştirmeli ve güçlendirmelidir. İç denetçilik mesleğinin kamuda belli bir standartta yürütülmesi için getirilen sertifikasyon sistemi ve uluslararası geçerliliği olan belgelerin alınması önem arz etmektedir. Türkiye’de kamu iç denetçi sertifikalarının nasıl değerlendirileceği hususu, “Kamu İç Denetçi Sertifikasının Derecelendirilmesine İlişkin Esas ve Usuller Hakkındaki Yönetmelikte” açıklanmıştır. İç denetçi sertifikasının derecelendirilmesindeki temel kriterler; meslek içi eğitimler, yazılan rapor ve yapılan çalışmalar, yayınlanmış makale ve kitaplar, sicil notu, başarı ve takdirnameler, eğiticilik faaliyetleri, yabancı dil düzeyi ve yüksek lisans ve doktora eğitimidir. İç denetçilerin sertifikaları, bu alan ve ağırlıklara göre puanlandırılmaktadır (Bkz. İlgili Yönetmelik). Bu bağlamda araştırmaya katılan iç denetçilerin yarıdan fazlası (%52,4), kamu iç denetçi sertifika derecelendirme sisteminin mesleğin gelişimi için objektif bir kriter sağladığını düşünmektedir. Bu görüşe katılmayanların (%28) ve kararsızlarında (%19,7) çokluğu bu sistemin eksik yönlerinin olabileceği kuşkusunu uyandırmaktadır. Bu derecelendirme sisteminin, objektif bir kriter olduğu noktasında iç denetçilerin çekinceleri olabilir. Puanlama kriterlerinin zaman içerisinde gözden geçirilmesi bu çekinceleri azaltabilecektir. Ayrıca araştırmaya katılan iç denetçilerin büyük çoğunluğu (%78), uluslararası geçerliği olan CGAP, CIA, CCSA, CISA sertifikalarının, iç denetçilerin performansına olumlu bir etki yapacağını düşünmektedir. Bu sonuçlar Türkiye’deki iç denetçilerin uluslararası sertifikalara (belgelere) daha fazla itibar ettikleri ve uluslararası kriterleri benimsediklerini göstermektedir. Araştırmada ayrıca iç denetçi adaylarının mesleki eğitiminin Maliye Bakanlığı tarafından verilme durumunun, denetimin bağımsızlığına etkisini ortaya koymayı amaçlamıştır. Araştırmaya katılan iç denetçilerin yaklaşık yarısı (%47,9), böyle bir eğitimin Maliye Bakanlığı tarafından verilmesinin iç denetimin bağımsızlığını zedelemeyeceğini düşünmektedirler. İç denetçilerin bir bölümü, Maliye Bakanlığının “iç denetim sistemi” üzerinde egemen bir güç olduğunu ve kontrolü sağlamak istediğini düşünmektedir. Bu eğitimin bağımsızlığı zedeleyeceğini düşünenlerin ve kararsızların oranının yüksekliği, eğitim süreçlerinin yeniden planlanması ihtiyacının bir göstergesi olabilir. Ayrıca bu sonuç, İDKK’nın yeniden yapılandırılması ve idari konumuyla doğrudan ilgilidir. 163 İç denetçinin denetim tecrübesi ile denetim başarısı arasındaki teorik ilişki, araştırmamız aracılığıyla da sorgulanmıştır. Buna göre araştırmaya katılan iç denetçilerin neredeyse tamamı (%95,3), iç denetçinin denetim tecrübesi ile iç denetimin başarısı arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu düşünmektedir. Elde edilen bulguyu değerlendirirken, araştırmaya katılan iç denetçilerin, toplam kamu denetim tecrübesi, 16 yıl ve üzeri olanların oranın %65,4 olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Her ne kadar iç denetim sisteminde yeni yaklaşımlar (risk/süreç odaklı yaklaşım, performans, bilgi teknolojisi ve sistem denetimi) kullanılsa da kazanılmış denetim tecrübesinin, bu yaklaşımları kavrama ve uygulama noktasında olumlu bir etki yapacağını düşünmekteyiz. İç denetimin başarısında tecrübenin yanında verilen mesleki eğitimler ve etkinliklerin periyodik olarak yenilenmesinin de, olumlu bir etkisinin olacağı açıktır. Bu bağlamda araştırmaya katılan iç denetçilerin neredeyse tamamı (%97,5), mesleki eğitim ve etkinliklerin periyodik olarak yenilenmesinin iç denetimin başarılı bir şekilde uygulanmasına doğrudan bir etkisi olduğunu düşünmektedir. Şu an kamu da yaşanan geçiş sürecinde ilk ataması yapılan iç denetçilere verilecek eğitimler ve bu eğitimlerin yenilenmesi, bu açıdan hayati önem arz etmektedir. İç denetimin kalitesinin, kamu içinde ve dışında kabul görebilmesi için iç denetçiler, görevlerinin gerektirdiği eğitime tabi tutulmalı ve süreklilik gösteren uygun eğitim programlarıyla mesleki yeterliliklerini geliştirmelidirler. Sürekli mesleki gelişimin sağlanması, iç denetçilerin kendilerini yetiştirmek ve geliştirmek adına yapması gereken mesleki yeterliliği sürdürme sorumluluğuna da yardım edecektir. Ayrıca başarılı iç denetçilerin ödüllendirilmesinin, denetim performansını artırma durumu da üzerinde durulması gereken bir konudur. Araştırmaya katılan iç denetçiler de kamu iç denetim sistemine getirilecek bir ödüllendirme mekanizmasının, performanslarına olumlu yansıyacağını düşünmektedirler. En azından geçiş aşamasında, iç denetçiler arasında farkındalığı artırmak ve iç denetim sistemini benimsetmek için iyi uygulama örnekleri gibi başarılı denetim süreç ve faaliyetlerinin ödüllendirilmesi, teşvik edici olacaktır. Fakat ödüllendirme mekanizmasının da adaletli, objektif ve güvenilir olmasına ve kurum içi ilişkilere zarar vermemesine dikkat edilmesi gerekmektedir. 5.3.7. İç Denetim Koordinasyon Kurulu ve Diğer Denetim Birimleriyle İlişkiler İç denetçilerin bağlı olacağı merci konusu, literatürün en çok tartışılan konularından birisidir. Bağlı olunacak merci noktasında farklı görüşler bulunmaktadır (İdarenin en üst yönetim kademesine, merkezi bir otoriteye veya üst yöneticilere). Avrupa Birliğine aday ülke statüsünde olan ülkemizde, AB’ye uyum ve uluslararası standartlara uygunluk için 5018 sayılı KMYKK ile yeni bir mali yönetim ve kontrol sistemi getirilmiştir. Yeni sistemin önemli unsurlarından olan iç kontrol merkezi uyumlaştırma görevi Maliye Bakanlığına, iç denetim merkezi uyumlaştırma görevi de Maliye Bakanlığına bağlı İç Denetim Koordinasyon Kuruluna verilmiştir. 5018 sayılı Kanunun 66 ve 67. maddeleri uyarınca oluşturulan İç Denetim Koordinasyon Kurulu (İDKK), kamu idarelerinde iç denetim sistemlerini izleyen, bağımsız ve tarafsız bir organ olarak çalışmaya başlamıştır. Bu Kurul’un çalışma ve usul esaslarına yönelik bir yönetmelik çıkartılmış ve Kurul bu yönetmelik çerçevesinde faaliyetlerine devam etmektedir. Ayrıca bu kurulun sekretaryasını yapmak üzere Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü bünyesinde daire başkanlığı seviyesinde; “İç Denetim Merkezi Uyumlaştırma Dairesi (İDMUB)” oluşturulmuştur. Araştırmaya katılan iç denetçilerin neredeyse tamamı (%97,6), İDKK’nın tam bağımsız bir şekilde yeniden yapılandırılmasının “iç denetimin” başarısını artıracağını düşünmektedir. Buna göre oluşturulan Kurul’un, iç denetçiler nezdinde tam bağımsız bir kurul olarak gözükmediği sonucu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca iç denetçiler, İDMUB’un, Maliye Bakanlığı içerisinde konumlandırılmış olmasının da bu bağlamda iç denetimden beklenen faydayı azaltacağını düşünmektedirler. İç denetçilerin büyük bir bölümü (%78,8), 164 “İDMUB’un Maliye Bakanlığına bağlı olmasının iç denetimden beklenen faydayı azaltacağını” söyleyerek, Türkiye’de iç denetim sisteminde yer alan bu kurumlara bakış açılarını ortaya koymuşlardır. İç denetçiler verdikleri yanıtlarla, oluşturulan bu iki birimin idari statülerinin gözden geçirilmesine ihtiyaç olduğunu da açık bir şekilde ifade etmişlerdir. İç denetçilerin bu görüşleriyle paralellik arz eden çeşitli saptama ve öneriler de mevcuttur. Hükümet programları, ilerleme raporları ve ulusal program gibi resmi dokümanlarda İDKK’nın, iç denetim sistemini geliştirmek ve koordine etmek üzere, kamu idarelerinin iç denetim sistemlerini düzenlemek, izlemek, geliştirmek, uyumlaştırmak ve koordine etmek üzere bağımsız ve tarafsız bir organ olarak yeniden yapılandırılacağı ifade edilmiştir. Merkezi uyumlaştırma fonksiyonunun etkinliğinin artırılabilmesi için İç Denetim Koordinasyon Kurulunun yeniden yapılandırılmasına duyulan ihtiyaç ortadadır. Fakat son dönemlerde bu konuda herhangi bir adım atılmamıştır. Kamu iç denetim sistemi geliştirilmek ve başarıyla uygulanmak isteniyorsa, bu sistemde rol alan birimlerin statü ve yapıları noktasında bir an önce gerekli düzenlemelerin yapılması ve idari kapasitelerinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Kamu da iç denetim olgusu, daha yeni olduğundan “iyi uygulama örneklerinin” paylaşılması büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda araştırmaya katılan iç denetçilerin neredeyse tamamı (%97,8) iyi uygulama örneklerinin kurumlar arası paylaşımının iç denetimin başarısını artıracağını belirtmiştir. Bu paylaşımlar, iç denetim uygulamalarında yol gösterici, rehberlik edici ve hataları azaltıcı bir görev üstlenecektir. Bu konuyla bağlantılı olarak İDKK’nın iç denetimin paydaşlarına yönelik (üst yönetici, harcama yetkilileri ve iç denetçilere) farkındalığı artırıcı çabalarıyla (tanıtım faaliyetleri, eğitimler, kitaplar, broşür vb.) iç denetimin başarısı arasında bir ilişki incelenmek istenmiştir. Buna göre araştırmaya katılan iç denetçilerin neredeyse tamamı (%95), İDKK’nın üst yönetici, harcama yetkilileri ve iç denetçilere yönelik çabalarının, kamu iç denetim sisteminin başarısını olumlu etkileyeceğini ifade etmiştir. İDKK’nın, rehberlik görevini daha etkili yerine getirmesi halinde iç denetimin başarı oranı ve sistemin etkinliği daha da artabilecektir. Türk kamu denetim sisteminin, en tartışmalı konularından bir tanesi de, geleneksel teftiş ve kontrol birimleri ile iç denetim gibi modern denetim birimlerinin ilişkilerinin nasıl olması gerektiğidir. Araştırmaya katılan iç denetçilerin %96,4’ü, teftiş kurulları ile iç denetim birimleri arasında görev ayrımını sağlayacak düzenlemelerin yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Fakat iç denetçiler, iç denetim sisteminin, teftiş/denetim kurullarının alternatifi olup olmadığına yönelik soruya ilişkin yanıtlarıyla (%72,8), bu iki sistemin birbirinin alternatifi olmadığını söylemişlerdir. Mevzuata yönelik sınırları çizecek düzenlemelerin yapılmasını net bir biçimde ifade eden iç denetçiler, kendilerini teftiş/denetim kurullarının alternatifi olarak görmemektedirler. Yetki-görev çatışmasına/çakışmasına, kurum içi huzursuzluklara yol açmamak için 5018’den sonra teftiş kurullarının misyonları, görevleri ve yetkileri konusunda net olarak sınırlarının çizilmesi gerekmektedir. Türkiye de iç denetim sisteminin kurulması aşamasında, geleneksel mevcut teftiş ve kontrol güçleri ile iç denetim sisteminin aktörleri arasında bir mücadelelerin yaşandığı bilinmektedir. Özellikle hem teftiş/ denetim kurullarının hem de iç denetim birimlerinin birlikte yer aldığı kamu kurumlarında ortaya çıkan bu ikili denetim yapısı, beraberinde çeşitli sorunları da getirmektedir. Bir idarede aynı kapsamdaki işlerin, birbirinden farklı yapılanmış iki birim tarafından yürütülmesi düşünülemez. Fakat iç denetim faaliyetlerinin kapsamına girmeyen konularda, teftiş kurullarına görevler verilebilir. Burada tartışılması gereken konu bir kamu idaresinde her iki birimin aynı anda varlığına gerçekten ihtiyacın olup olmadığıdır. Kamu idarelerinde hem teftiş kurullarının hem de iç denetim birimlerinin varlığı devam ettirilmek isteniyorsa, bu birimler arasında net ve hiçbir tartışmaya yol açmayacak bir şekilde görev ve sorumluluk ayrımlarının yapılması gerekmektedir. 165 Teftiş/denetim kurullarının bugüne kadar kamu idarelerine yaptıkları katkılar ortadadır. Oluşturulan bu yeni iç denetim sisteminin yeni aktörleri ile mevcut yapının aktörlerinin karşı karşıya getirilmemesi gerekir. Her iki denetim biriminde görev alan kişilerin ve ilgililerin, sorun ve sıkıntıların aşılması noktasında sorumluluk üstlenmesi ve kısır çatışmaların sonlandırılması kamu yararına olacaktır. Bu sorunların çözülmesi, hem denetim elemanları, hem denetlenen kurum ve personeli açısından hem de kıt olan kamu kaynaklarının etkin kullanımı açısından büyük önem arz etmektedir. Araştırmaya katılan iç denetçilerin %42,9’u, mevcut teftiş ve denetim birimlerinin varlığının, oluşturulan iç denetim sisteminin başarısını etkilemeyeceği yönünde görüş bildirirken, %37,9’u bu birimlerin varlığının iç denetimin başarısını etkileyeceğini söylemiştir. Kararsızların oranı ise %19,1 olmuştur. Bu oranların dengeli dağılımı, iç denetçilerin bir kısmının, geleneksel teftiş/denetim birimleri ile iç denetim birimlerinin aynı anda sürdürülmesi noktasında çekinceleri olduğunu ortaya koymaktadır. Normalde olması gereken, bir kamu idaresinde aynı görevi yürüten birden fazla denetim biriminin olmamasıdır. Bir idare de aynı anda, iki farklı denetim birimi varlığını sürdürecekse, bu birimler arasında işbirliğini ve koordinasyonunu sağlayacak açık ve net, yasal düzenlemelerinde ortaya konulması gerekmektedir. Bu tür düzenlemeler şu an için Türk denetim sisteminde olmadığından, yukarıdaki gibi farklı fikirlerin ortaya çıkması doğaldır. 5.4. İç Denetimin Başarıyla Uygulanmasına Etki Edebilecek Faktörlerin İç Denetçiler Tarafından Önem Sırasına Göre Seçimi Anketin üçüncü bölümünde, iç denetçilerden iç denetimin başarılı bir şekilde uygulanabilmesine etki edeceği düşünülen 8 başarı faktörünü önem sırasına göre sıralaması istenmiştir. Daha önce yapılan akademik çalışmalardan ve iç denetçilerle yapılan görüşmelerden elde edilen bu 8 faktör; • Fiziki çalışma koşulları, • Özlük hakları, • Üst yönetimin tutumu, • Verilen Mesleki Eğitimin Yeterliliği, • Mevzuatın Yeterliliği, • Denetim Birimin Kurumdaki Bakış, • Diğer Denetim Birimlerinin Kaldırılması, • İç Denetim Sisteminde İDKK’nın Konumu, şeklinde belirlenmiştir. Tablo 2: İç Denetimin Başarı ile Uygulanmasındaki Faktörlerin Sıralanması 1.Olma Frekansı 2.Olma Frekansı 3. Olma Frekansı Toplam (1.-3.) Otalama tercih sıra derecesi Üst Yönetimin Tutumu 182 95 32 309 2,09 İDKK’nın Konumu 123 58 36 217 3,19 Verilen Mesleki Eğitimin Yeterliliği 43 50 65 158 3,83 Mevzuatın Yeterliliği 48 46 48 142 4,23 Denetim Birimlerine Kurumdaki Bakış 34 46 52 132 4,43 Fiziki Koşullar 31 34 52 117 4,59 Özlük Hakları 37 35 41 113 4,70 Diğer Denetim Birimlerinin Kaldırılması 22 16 16 54 6,37 166 Yukarıdaki tablo 2’de iç denetimin başarıyla uygulanmasına etki edebilecek faktörler, en yüksek frekansa sahip ilk üç faktör ve ortalama tercih sıra derecesi baz alınarak sıralanmıştır. Ortalama tercih sıra derecesinin 1’e yakın olması, ilgili faktörün en çok tercih edilen faktör olduğunu göstermektedir. Yukarıdaki tablo 2’de ortalama tercih sıra derecesine göre yapılan sıralama ile en yüksek frekansa sahip ilk üç faktörün toplam frekanslarına göre, yapılan sıralama paralellik arz etmektedir. Her iki sıralamaya göre üst yönetim tutumu, iç denetim sisteminde İDKK’nın konumu ver verilen mesleki eğitimin yeterliliği ilk üç sırayı almıştır. Araştırma bulgularına göre iç denetçiler, iç denetimin başarıyla uygulanmasına etki edecek faktörleri sırasıyla aşağıdaki şekilde önem verdiklerini belirtmişlerdir: 1. Üst yönetimin tutumu, 2. İDKK’nın Konumu, 3. Verilen Mesleki Eğitimin Yeterliliği, 4. Mevzuatın yeterliliği, 5. Denetim Birimlerine Kurumdaki Bakış, 6. Fiziki Koşullar, 7. Özlük Hakları, 8. Diğer denetim birimlerinin kaldırılması. Araştırmaya katılan 361 iç denetçinin çok büyük bir bölümü, iç denetimin başarıyla uygulanmasında en önemli faktörü, “üst yönetimin tutumu” olarak görmektedir. Daha sonra bu faktörü, “iç denetim sisteminde İDKK’nın konumu”, takip etmektedir. Kamu idarelerinde iç denetim sisteminin etkin bir şekilde işletilmesi ve yürütülmesi hedefleniyorsa, üst yöneticilerin izleyeceği politikalar bu noktada belirleyici olacaktır. İç denetçiler de üst yönetim desteğinin öneminin farkına varmışlar ve iç denetim sisteminin başarılı bir şekilde uygulanması için en önemli şartın üst yönetimin tutumu olduğunu belirtmişlerdir. Bir başka ifadeyle aynı önem derecesinde olmasa bile iç denetçiler, İDKK’nın idari konumunu iç denetimin başarıyla uygulanabilme noktasında kritik bir başarı faktörü olarak görmektedirler. Ayrıca bu iki faktör kadar önemli görülmese de “iç denetçilere verilen mesleki eğitimin yeterliliği”, öne çıkan bir başka faktör olmuştur. Bu faktörlerden sonra kalan dört faktör, birbirine yakın sonuçlar göstermiştir. Bunlar “mevzuatın yeterliliği, denetim birimlerine kurumdaki bakış, fiziki koşullar ve özlük haklarıdır.” Diğer denetim birimlerinin kaldırılması faktörü ise, iç denetçilerin en az önem verdiği faktör olarak karşımıza çıkmıştır. 5.5. Yapılan İstatistiksel Analiz ve Yorumlanması Anketin ikinci bölümünde yer alan sorular geniş bir literatür taranarak hazırlanmış ve iç denetimin başarısıyla bağlantılı ölçeklerdir. Araştırmada kamuda iç denetimin başarılı bir şekilde uygulanabilmesine etki eden faktörleri, iç denetçilerin kaç değişik boyutta algıladığını bulmak için faktör analizi uygulamak gerekmektedir. Bu çerçevede anketin ikinci bölümünde yer alan 41 adet değişken, faktör analizine tabi tutulmuştur. Faktör analizi, birbiriyle ilişkili çok sayıda değişkeni az sayıda, anlamlı ve birbirinden bağımsız faktörler haline getiren ve yaygın olarak kullanılan çok değişkenli istatistik tekniklerinden biridir (Kalaycı vd., 2008: 321). Yapılan ilk faktör analizi sonucunda, değişkenlerin sekiz faktör altında toplandığı görülmüştür. Bu faktörlerden iç denetçilerin bağımsızlığıyla ilgili üç sorudan oluşan faktör 5, iç denetimde Maliye Bakanlığı’nın rolünü sorgulayan ve iki soruyu kapsayan faktör 6, teftiş ve denetim kurullarının iç denetimle ilişkisini gösteren iki sorudan oluşan faktör 7 ve sertifika sistemiyle ilişkili iki sorudan oluşan faktör 8 Cronbach alfa değerlerinin düşük olmasından dolayı güvenilirliği düşük faktörler olarak tespit edilmiştir. Bundan dolayı başlangıçta belirlenen sekiz faktör, güvenilirlik analizi sonrasında dörde düşmüştür. 167 Faktörlerin isimlendirilmesi, gruplarda yer alan değişkenlerin (soruların) özelliklerinden yola çıkılarak tarafımızdan yapılmıştır. İç denetçilerin bakış açısıyla iç denetimin Türk kamu sektöründe başarıyla uygulanabilmesinde rol oynayan faktörler şu şekilde tespit edilmiştir: Faktör 1. İç denetim olgusunu kavrama ve önemini algılama. Faktör 2. İç denetim farkındalık faaliyetleri ve iç denetimin idari konumu. Faktör 3. Üst Yönetimin desteği ve tutumu. Faktör 4. Kurum İçi Algılama. İç denetim olgusunu kavrama ve iç denetimin önemini algılama, iç denetim sürecinin en temel gereklerinden biridir. İç denetim faaliyetinin amaçlarının ve kuruma kazandıracaklarının iç denetçiler tarafından doğru algılanması kurulacak sistemin sağlam temeller üzerine inşa edilmesine yardımcı olacaktır. Sadece yapmış olmak için yapılan bir iç denetim faaliyeti, iç denetimi diğer denetim türlerinden farklılaştıran olumlu yönleri ortadan kaldıracaktır. 5018 sayılı KMYK ile çerçevesi çizilen kamu iç denetim sisteminin, bu geçiş döneminde farklı mesleki kökenlerden gelen iç denetçilerle benimsenmesi ve öneminin algılanması kamu iç denetim sistemimiz adına gelecek adına ümit vericidir. İç denetçiler; kamu mali disiplininin sağlanmasında, saydamlığa ulaşılmasında, iç kontrol sisteminin etkin kılınmasında ve 5018 sayılı Kanundan beklenen faydaların elde edilmesinde iç denetimi önemli bir araç olarak görmektedirler. Türk kamu yönetimi ve mali kontrol alanında yaşanan dönüşüm sürecinde iç denetçiler, iç denetime kilit bir rol biçmiş ve önemini kavramışlardır. Kurumsal yönetim anlayışı kamu idarelerimiz için hâkim kılınmak isteniyorsa iç denetçilerin belirttiği bu rol, ilgililer tarafından bir an önce benimsenmelidir. Faktör 2’nin kapsadığı değişkenler, iki temel alanda yoğunlaştığından faktörün isimlendirilmesinde bu durum dikkate alınmıştır. Bu kapsamda faktör, “iç denetim farkındalık faaliyetleri ve iç denetimin idari yapılanması” adı altında gruplandırılmıştır. Kamu mali yönetiminde iç denetime geçiş sürecinde, iç denetimin kurum içinde farkındalığını artırmak, iç denetimin benimsenmesini ve uygulanmasını kolaylaştıracaktır. Bu farkındalığı artırma noktasında, iç denetimden sorumlu olan kurumlara önemli görevler düşmektedir. Araştırmaya katılan iç denetçiler de, Türkiye’de kamu idarelerinde iç denetimin izlenmesi ve koordinasyonundan sorumlu organ olan İDKK’nın, iyi uygulama örneklerini paylaşarak, mesleki eğitimleri ve etkinlikleri arttırarak ve iç denetimi yöneticilere doğru bir şekilde tanıtarak bu farkındalığın sağlanması noktasında ortak bir görüş belirtmişlerdir. Bunun yanı sıra iç denetim birimlerine kamu idarelerinin teşkilat kanunlarında yer verilmesinin bu farkındalığın oluşmasına katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. Ayrıca iç denetçiler, iç denetimin idari yapılanması noktasında mevcut problemlerinde çözümünü beklemektedir. İdari yapılanmada problemler, iki konu üzerinde yoğunlaşmıştır. Birincisi, iç denetim birimleri ile teftiş/denetim kurulları arasındaki görev ayrımı konusu diğeri, İDKK’nın güçlü bir kurumsal yapısı olan bağımsız bir otorite olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Teftiş kurulları ve iç denetim birimleri arasında görev ayrımının net bir şekilde yapılması, doğacak problemleri önleyerek iç denetimin başarıyla uygulanmasına yardımcı olabilecektir. Faktör analizine göre iç denetçiler, İDKK’nın güçlü bir kurumsal yapıya bir an önce kavuşturularak iç denetimin başarıyla uygulanmasında önemli bir aktör olarak üstlendiği misyonu yerine getirmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. İDKK’nın 5018 Sayılı Kanun’la kendisine verilen görev ve fonksiyonları yerine getirebilecek güçlü kurumsal bir yapıya kavuşturulması gerek Avrupa Birliği İlerleme Raporları’nda gerek Ulusal Programlar, Hükümet Programları’nda ele alınan bir konudur. Bu alanda ihtiyaç duyulan düzenlemelerin biran önce yapılması faydalı olacaktır. İç denetimin başarıyla uygulanmasında rol oynayan bir diğer faktörde, “Üst yönetimin desteği ve tutumu” ’dur. Kurum içinde üst yönetime bağlı olarak sürdürülen iç denetim faaliyetlerinin istenilen katma değeri sağlayabilmesi için hayati öneme sahip olan üst yönetim desteği, araştırmamızda da ön plana çıkan başarı faktörleri arasındadır. 168 İç denetimin Türk kamu sektöründe başarıyla uygulanabilmesi isteniyorsa, üst yönetim desteğinin tartışmasız bir şekilde sağlanması gerekmektedir. Üst yöneticilere, iç denetim sisteminin kamu idarelerine ve kendilerine sağlayacağı faydalar ve bu sistemin gerekliliği, iç denetimden sorumlu organlar tarafından anlatılmalıdır. Bu kapsamda üst yöneticilerin benimseyeceği pozitif tutum, iç denetim anlayışının kurumda yerleşmesinde anahtar rol oynayacaktır. Faktör analizi sonuçlarına göre üst yöneticiler, iç denetim faaliyetlerinin tam bağımsız, tarafsız ve etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli fiziki koşulları yerine getirmeli, iç denetim raporlarını dikkate almalı ve iç denetimi kurum içinde tanıtıcı faaliyetlere imkân sağlamalıdır. Analiz sonucunda tespit edilen diğer bir başarı faktörü de, “Kurum içi algılama” olarak isimlendirdiğimiz faktördür. İç denetim faaliyetlerinin etkinliği ancak ilgili kurumda yer alan paydaşların desteği ile mümkün olabilecektir. Kurum içi paydaşlar, iç denetim sistemini ve sağlayacağı yararları kavradığında ve iç denetim süreçlerinin kendileri açısından bir tehdit olmadığını algıladıklarında iç denetim faaliyetleri etkin bir şekilde sürdürülebilecektir. Bu direncin kırılmasında üst yönetimin ve ilgili kurumların izleyeceği politikalar kadar iç denetçilerin kendilerine de sorumluluk düşmektedir. İç denetçiler, yaptıkları/yapacakları çalışmalar ve ortaya koydukları/koyacakları performansla ön yargı ve direncin kırılmasına yardımcı olmalıdırlar. Bu çabalar da, iç denetimin Türk kamu sektöründe başarıyla uygulanmasının önünü açacaktır. Sonuç Kamu iç denetim sisteminin en önemli aktörleri olan iç denetçileri kapsayan araştırmamız; iç denetimin yanlış kavranılması ve öneminin algılanamamasını, üst yönetimin iç denetim birimlerine gereken desteği vermemesini, iç denetimin farkındalığını sağlayacak faaliyetlerin yetersizliğini, kurum içindeki direnç ve önyargıların giderilmemesini ve İDKK’nın iç denetim sistemindeki mevcut konumunu korumasını, iç denetim sistemimizin gelişimini ve yaygınlaşmasını engelleyen en önemli kısıtlar olarak karşımıza çıkarmıştır. Eğer Türk kamu sektöründe iç denetimin başarıyla uygulanması isteniyorsa, belirlenen bu kısıtları giderecek olan hukuki, idari ve kurum içi düzenlemelerin sağlanması gerekmektedir. Sonuç olarak, hem faktör analizi sonuçları hem de iç denetçiler tarafından belirlenen başarı faktörlerinin önem sırasındaki sonuçlar büyük ölçüde paralellik göstermektedir. İç denetimin Türk kamu sektöründe başarıyla uygulanabilmesinde rol oynayacağı düşünülen bu faktörlerin birbirleriyle ilişkili oldukları ve birbirlerini etkiledikleri göz ardı edilmemelidir. 5018 sayılı kanunla oluşturulan, 2008 yılından itibaren aktif bir şekilde uygulamaya konulan kamu iç denetim sistemi, şu an bir geçiş dönemini yaşamaktadır. İç denetim sisteminin, tüm yönleriyle benimsenip uygulamaya geçmesi zaman alacaktır. Bu süreç içerisinde iç denetim sistemine yönelik yapılacak düzenlemelerde, sistemin önemli aktörlerinden olan kamu iç denetçilerinin görüşlerine gereken önemin verilmesi, sağlıklı bir iç denetim sisteminin kurulması ve işletilmesi açısından önem arz etmektedir. 169 KAYNAKLAR Başbakanlık Müsteşarlığı (2003), Değişimin Yönetimi İçin Yönetimde Değişim, Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma:1, Ekim 2003, Ankara. Bilge, Semih (2006), “Yerel Yönetimlerde Performans Ölçümü ve Dışsal Faktörlerin Yerel Yönetimlerin Performansına Etkisi Üzerine Bir Araştırma”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir. Commonwealth Secretariat (2005), Guidelines for Public Expendeture Reform, London, Marlborough House. Diamond, Jack (2002), The Role of Internal Audit in Goverment Financial Management, IMF WorkingPaper: 02/94, Washington. DPT (2006a), “Dokuzuncu Kalkınma Planı, Kamu Harcama ve Kontrol Sistemlerinin İyileştirilmesi, Kamu İhaleleri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, Rapor No: 7, Ankara. European Commission (2004), Compendium of Public Internal Financial Control: Internal Audit Legislation in the New Member States and Applicant Countries, Brussels. Gürkan, Nazmi Zarifi (2009), “Türk Kamu Mali Yönetiminde İç Denetim ve İç Denetim Algısı,” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta. Gökmen, Durmuş (2009), Kamu İdarelerinde İç Denetim, Alp Yayınevi, Yayın No: 67, Ankara. Kalaycı, Ş. (Editör) (2008), SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, 3. Baskı, Asil Yayın Dağıtım, Ankara Kesik, Ahmet (2005a), “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Bağlamında ve AB Sürecinde Türk Kamu İç Mali Kontrol Sistemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 9. Maliye Bakanlığı (2007), Kamu İç Kontrol Standartları Tebliği, Resmi Gazete: 26.12.2007, Sayı: 26738. Midyat C. S., (2007), “Teftiş ve Geleneksel Denetimden İç Denetime: Yapılan Düzenlemeler, Sorunlar ve Tereddütlü Hususlara İlişkin Değerlendirmeler (I)”, Mali Hukuk Dergisi, Sayı:132, Aralık. OECD (2004a), “Public Sector Modernisation: Governing for Performance”, Policy Brief, October, Paris. OECD (2004b), “The Legal Framework for Budget Systems: An International Comparison,” OECD Journal on Budgeting, Special Issue, Volume 4 – No. 3. PIFC Public Internal Financial Control (2006), Welcometothe World of PIFC, EuropeanCommission http://ec.europa.eu/budget/ library/documents/overviews_others/brochure_pifc_en.pdf PIFC Expert Group (2004), Internal Control Systems in CandidateCountries Report toSupremeAuditInstitutions of Central and Eastern European Countries Cyprus, Malta, Turkey and European Court of Auditors, Volume I, II (Annexes), November. Sterck, Miekatrien ve GeertBouckaert (2006), ”International AuditTrends in Public Sector”, Internal Auditor, August. Şensoy, Serap (2006), “Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ve Bütçenin İdari Denetimi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul. Uyar, Süleyman (2009), İç Kontrol ve İç Denetim ”5018 Sayılı Kanun Açısından Değerlendirme” 1.Baskı, Gazi Kitabevi, Ankara Van Gansberghe, C.N. (2005a), Internal Audit: Finding Its Place in Public Financial Management, Public Expendeture and Fiscal Accountability Programme, Washington D.C., World Bank. 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Resmi Gazete, 24/12/2003, Sayı: 25326. 170 Mehmet BÜLBÜL Maliye Bakanlığı BÜMKO Daire Başkanı KAMUDA İÇ KONTROL SİSTEMİ Sayın genel müdürlerim, Sayın rektörlerim, Üniversitelerimizin değerli akademisyenleri, Değerli üstadlarım ve meslektaşlarım, Sevgili öğrenciler. Sunumuma başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Maliye Bakanlığı olarak bu Sempozyumdan beklentimiz, değerli parlamenterlerin, yüksek denetim organı olan Sayıştay temsilcilerinin, üst yöneticilerin, akademisyenlerin, bürokratların, uygulayıcıların 5018 sayılı Kanunla ilgili görüşlerini almak ve düzenleme çalışmalarımızda ve uygulamalarımızda bu görüşlerden yararlanmaktır. O nedenle diğer konuklarımıza daha fazla fırsat tanımak için 5018 sayılı Kanunla çerçevesi çizilen kamu iç kontrol sistemi hakkında kısa ve özet bir bildiri sunmakla yetineceğim. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bildiğiniz üzere kamu mali yönetim sistemine ilişkin kanunlar temelde dört hususu düzenlemektedir. Birincisi, Hükümet politikalarının ve önceliklerinin belirlenmesine yönelik kurumsal yapı ve işleyiş. İkincisi, kıt kamu kaynaklarının bu önceliklere tahsisine ilişkin süreç. Üçüncüsü, tahsis edilen kamu kaynaklarının kullanılmasına yönelik kontrol ve denetim prosedürleri. Son olarak, kaynak kullanma yetkisini kullanan kamu görevlilerinin kamuoyuna ve yetkili mercilere hesap vermesine ilişkin raporlama yöntem ve süreçleri. İşte, bildirimizin konusunu oluşturan kamu iç kontrol sistemi, esas olarak, kamu mali yönetim sisteminin özellikle üçüncü, kısmen de son aşamasını, diğer bir deyişle, kaynak kullanımına ilişkin kontrol ve denetim süreçleri ile hesap verme sürecini ilgilendirmektedir. Değeli katılımcılar, Kamu kaynaklarının kullanılmasına yönelik kontrol ve denetim mekanizmalarının kurulması ve işletilmesi ile ilgili iki farklı yaklaşımdan söz edebiliriz. Birincisi, 20. yüzyılın sonlarına kadar hakim olan klasik kamu yönetimi anlayışının, kamu mali yönetim sistemine bir yansıması olan, kontrol ve denetimin merkezi organların sorumluluğunda olduğu yaklaşımdır. Buna göre Maliye Bakanlığı ve diğer bazı merkezi organlar hem kontrol mekanizmalarının kurulmasından ve işleyişinden hem de harcamacı birimlerin uygulamalarının denetimden sorumlu olacaktır. Genellikle bu yaklaşım, merkezi organların yönetici ve personelinin daha yetkin, etik değerlere ve mesleki kurallara daha bağlı oldukları, buna karşın uygulayıcı birimlerin görece yetkin olmadıkları etik değerlere ve mevzuata o derece bağlı olamayabilecekleri varsayımına dayanmaktadır. Bu anlayışa göre, uygulayıcı birimlerin merkezden belirlenen kurallara tam olarak uydukları ve etik değerlere bağlı kaldıkları takdirde, kamu kaynakları amaca uygun ve etkin kullanılacaktır. Belki de bu nedenle, taşra birimleri bulunmayan idarelerimizde teftiş ve denetim birimlerinin kurulmasına gerek duyulmamıştır. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 9 ‘da yer almaktadır. syf: 278-280 171 5018 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılan 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu da klasik kamu mali yönetim anlayışının bir ürünü olarak kontrol ve denetim mekanizmalarının oluşturulması ve işletilmesi sorumluluğunu merkezi organlara vermişti. 20. yüzyılın sonlarına doğru klasik kamu yönetimi anlayışı, yerini yeni kamu yönetimi anlayışına terk etmeye başlamış, bu değişimden etkilenen kamu mali yönetim sistemi “yönetim sorumluluğu” ilkesini benimsemiştir. Esasen, 5018 sayılı Kanunu da yeni kamu yönetimi anlayışının bir ürünü olarak niteleyebiliriz. Peki, 5018 sayılı Kanunda bir temel ilke olarak benimsenen “yönetim sorumluluğu” ilkesi neyi ifade etmektedir. Kamu mali yönetim sisteminde yönetim sorumluluğu, bir idarede, planlama, programlama, bütçeleme, uygulama, belgelendirme, kontrol etme, muhasebeleştirme, raporlama, izleme ve geliştirme yetki ve sorumluluğunun o idarelerin yöneticilerine ait olduğunu, bu süreçlere idare dışından müdahale edilmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Buna karşılık merkezi organlar tamamen sahneden çekilmemekte, bu faaliyetlerin etkin bir şekilde yürütülmesine yönelik olarak, • Temel standart ve yöntemler belirlemekte, • Uygulamayı güçlendirmek üzere, idarelerde kapasite geliştirmeye yönelik faaliyetler yürütmekte, rehberlik yapmakta, eğitim hizmeti vermekte, • Uygulamayı izleyerek geliştirici tedbirler almaktadır. Bu faaliyetler, uluslararası literatüre uygun olarak, merkezi uyumlaştırma –Central Harmonizationfaaliyeti olarak adlandırılmaktadır. Peki, yönetim sorumluluğunu üstlenen bir kamu idaresinden 5018 sayılı Kanuna göre beklenen nedir. Bir kamu idaresinin yöneticilerinin mali yönetim ve kontrole ilişkin misyonu “kamu kaynaklarını mevzuata uygun, verimli, etkin ve ekonomik bir şekilde kullanmak suretiyle, HEDEFLERİNİ BAŞARMAK ve yetkili mercilere hesap vermek”tir. Bu noktada üç temel soru sorulabilir. • Bir kamu idaresi bu misyonu nasıl gerçekleştirebilir. • Bu misyonu gerçekleştirdiğinden nasıl emin olabilir • Bu misyonu gerçekleştirdiğini yetkili mercilere nasıl kanıtlayabilir. İşte, 5018 sayılı Kanunda çerçevesi çizilen ve bu bildirinin konusunu oluşturan “iç kontrol sistemi”, bu üç soruya birden verilen cevaptır. İç kontrol, kamu kaynaklarının etkili, verimli ve ekonomik kullanılması ve hedeflerin başarılması konusunda kamu idareleri için tutarlı ve kapsamlı yöntem ve standartlar sunan bir yönetim modelidir. Bu yöntem ve standartlar aynı zamanda hesap verilen merciler için de bir değerlendirme kriterleri oluşturmaktadır. Böylece hesap veren merciler ile hesap verilen merciler arasında bir mutabakat metni niteliğini de taşımaktadır. 5018 sayılı Kanunda bu anlayışa paralel bir iç kontrol tanımı yapılmış bulunmaktadır. Buna göre iç kontrol, idarenin amaçlarına belirlenmiş politikalara ve mevzuata uygun olarak, faaliyetlerin etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde yürütülmesi, varlık ve kaynakların korunması, muhasebe kayıtlarının doğru ve tam olarak tutulması ve mali bilgi ve yönetim bilgisinin zamanında ve güvenilir olarak üretilmesini sağlamak üzere idare tarafından oluşturulan organizasyon, yöntem ve süreç ile iç denetimi kapsayan mali ve mali olmayan kontroller bütünüdür. Kanun uluslararası literatürle uyumlu bir iç kontrol tanımı yapmış, bu konuda standart ve yöntemler belirleme görevini ise Maliye Bakanlığına vermiş bulunmaktadır. Maliye Bakanlığı Kanunda aldığı yetkiye dayanarak 2007 yılı sonunda yine uluslararası standartlarla uyumlu bir şekilde 18 standart ve 79 genel şarttan oluşan Kamu İç Kontrol Standartlarını belirlemiş ve Resmi Gazetede yayımlamış bulunmaktadır. 172 Standartların belirlenmesi sırasında, COSO İç Kontrol Modeli, AB İç Kontrol Standartları ve INTOSAI Kamu Kesimi İç Kontrol Standartları Rehberi ile üye ülkelerin benimsediği ve uyguladıkları iç kontrol standartlarından yararlanılmıştır. Kamu İç Kontrol Standartları COSO Modelinden esinlenilerek beş bileşen altında toplanmıştır. • Kontrol ortamı standartları • Risk değerlendirme standartları • Kontrol faaliyetleri standartları • Bilgi ve iletişim standartları • İzleme standartları Bileşenleri ve standartları şöyle özetleyebiliriz. Kontrol ortamı standartları, bir kamu idaresinin faaliyetlerini, görev, yetki ve sorumlulukları ayrışmış ve tanımlanmış uygun bir kurumsal yapı içerisinde, mesleki yetkinliklere sahip ve etik değerleri benimsemiş yönetici ve personel tarafından yürütülmesini öngören standartlardır. Bu amaçla 4 standart belirlenmiş bulunmaktadır. • Etik değerler ve dürüstlük • Misyon organizasyon yapısı ve görevler • Personelin yeterliliği ve performansı • Yetki devri Risk değerlendirme standartları, bir idarenin amaç ve hedeflerini belirlemesi, bu amaç ve hedeflere ulaşmasını olumsuz etkilemesi muhtemel durumların tespit edilmesi, sınıflandırılması, değerlendirilmesi ve kaydedilmesine ilişkin standartlardır. Bu amaçla 2 standart belirlenmiş bulunmaktadır. • Planlama ve programlama • Risklerin belirlenmesi ve değerlendirilmesi Kontrol faaliyetleri standartları, belirlenen risklerin etkilerini azaltmak için kontrol stratejilerinin ve yöntemlerinin belirlenmesi ve uygulanmasına ilişkin standartlardır. Bu amaçla 6 standart belirlenmiştir. • Kontrol stratejileri yöntemleri • Prosedürlerin belirlenmesi ve belgelendirilmesi • Görevler ayrılığı • Hiyerarşik kontroller • Faaliyetlerin sürekliliği • Bilgi sistemleri kontrolleri Bilgi ve iletişim standartları, bir kamu idaresinde, yöneticilerin zamanında ve doğru karar verebilmeleri, çalışanların işlerini belirlenen hedeflere ve mevzuata uygun bir şekilde yürütebilmeleri için ihtiyaç duyacakları bilgilere tam ve zamanında erişebilmelerini sağlamaya yönelik standartlardır. Bu amaçla 4 standart belirlenmiş bulunmaktadır. • Bilgi ve iletişim • Raporlama • Kayıt ve dosyalama sistemi • Hata, usulsüzlük ve yolsuzlukların bildirilmesi 173 İzleme standartları ise, bir idarede iç kontrol sisteminin tasarım ve işleyişinin sürekli ve sistematik olarak izlenmesi ve değerlendirilmesi suretiyle iyileştirmeye yönelik tedbirlerin alınmasına ilişkin standartlardır. Bu amaçla 2 standart belirlenmiştir. • İç kontrolün değerlendirilmesi • İç denetim Bir idarede etkili ve yeterli bir iç kontrol sisteminin oluşturulması ve işletilmesi sorumluluğu idarelere verilmiş olmakla birlikte, tamamen idarelerin inisiyatifine de bırakılmamıştır. 5018 sayılı Kanuna göre her idarenin üst yöneticisinin, hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, dönem sonunda bir faaliyet raporu hazırlaması, kamuoyuna, Sayıştaya ve Maliye Bakanlığına sunulacak olan bu rapora “iç kontrol güvence beyanı” eklemesi öngörülmektedir. Üst yöneticiler bu güvence beyanı aracılığıyla, idarelerine tahsis edilen kamu kaynaklarının mevzuata uygun, etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasını ve bu suretle hedeflere ulaşılmasını destekleyecek bir iç kontrol sisteminin oluşturulduğuna ve işletilmekte olduğuna güvence vermektedirler. Bu konuda varsa çekincelerine ve bu çekinceleri gidermek için öngördükleri tedbirlere de yer vermeleri öngörülmektedir. Bildiğiniz üzere, bütçe hakkı ve yetkisi TBMM ne aittir. İdareler harcama yetkisini TBMM den aldığına göre dönem sonunda yine TBMM ne hesap vermeleri gerekmektedir. 2010 yılı sonunda kabul edilen yeni Sayıştay Kanununda, kamu idarelerinin iç kontrol standartlarına uyumunun Sayıştay tarafından denetlenmesi ve denetim sonuçlarının idarelerin faaliyet raporları ve eki iç kontrol güvence beyanları ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi ve sonuçlarının TBMM ne raporlanması öngörülmektedir. Yine, idarelerin faaliyet raporlarının ve dış denetim değerlendirme sonuçlarının hesap verme sorumluluğu çerçevesinde değerlendirildiği TBMM çalışmalarında ilgili bakanla birlikte idarenin üst yöneticisinin veya görevlendireceği yardımcısının da bulunması zorunluluğu getirilmiş bulunmaktadır. Değerli katılımcılar, 5018 sayılı kanunun yayımlanmasının üzerinden 7 yıl, tüm hükümleriyle yürürlüğe girmesinin üzerinden 5 yıl geçmiş bulunmaktadır. Kanun kamu kaynaklarının belirlenen hedefler doğrultusunda, mevzuata uygun, etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasını sağlamak üzere, yönetim sorumluluğu esasına dayalı, uluslararası standartlarla uyumlu bir iç kontrol çerçevesi belirlemiş, Maliye Bakanlığı Kanundan aldığı yetkiye dayanarak Kamu İç Kontrol Standartlarını belirlemiş, uygulama sonuçlarının denetimi ve değerlendirilmesine ilişkin hesap verme süreçlerini ortaya koymuş bulunmaktadır. Daha sonra kabul edilen Sayıştay Kanunu ise 5018 sayılı Kanunla uyumlu denetim ve raporlama prosedürlerini belirlemiş durumdadır. Bununla birlikte, gerek düzenlemelerde gerekse uygulamada hala geliştirilmesi gereken alanlar bulunmaktadır. Sunumda son olarak bu alanlara değinmek istiyorum. İç kontrolün etkili bir kaynak yönetim modeli olduğuna değinmiştik. O halde aynı zamanda bir hesap verme aracı olan iç kontrol sisteminin, öncelikle kaynak kullanım yetkisini veren TBMM, mahalli idarelerde ise mahalli meclisler tarafından sahiplenilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla TBMM nin ve diğer meclislerin, denetim otoritesi olan Sayıştaydan idarelerin kaynak kullanma yeterliliklerini değerlendirmek üzere iç kontrol sistemlerine ilişkin raporlar talep etmesi ve bu raporlar üzerinden hesap sorması beklenir. Bu nedenle, TBMM’nin çalışma düzeninin ve komisyonlarının bu açıdan yeniden ele alınmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Sayıştay’ın denetim ve raporlama yöntemlerinin de TBMM nin bu beklentisi ve 5018 sayılı Kanunun tasarımı ile uyumlu olması gerekmektedir. 7 yıl gecikmeyle de olsa 2010 yılı sonunda kabul edilen 6085 sayılı Sayıştay Kanununun bu ihtiyacı karşıladığını söyleyebiliriz. Yeni denetim ve raporlama yöntemlerinin uygulanmasına yönelik Sayıştay tarafından yürütülmekte olan çalışmaların kısa sürede tamamlanacağına inanmaktayız. 174 Sayıştayın 6085 sayılı Kanunun öngördüğü denetimlere başlamasıyla birlikte, idarelerin yönetim kademelerinin iç kontrole yönelik farkındalıklarının yükseleceğine, iç kontrol standartlarına uyum çalışmalarına hız vereceklerine inanmaktayız. Değerli katılımcılar, Bir ülkede kamu mali yönetim reformu, idari reform ve personel reformu ile desteklenmedikçe beklenen başarı düzeyi yakalanamayacaktır. Reformlar ise, doğası gereği uzun zaman almaktadır. Bu gerçekten hareketle, siyasi organlara, akademisyenlere, bürokratlara, uygulayıcılara çok iş düşmektedir. Ege Üniversitesi, bu kesimlerin çok sayıda temsilcisini bu Sempozyumda bir araya getirerek önemli bir başarı yakalamıştır, bu vesileyle Rektörümüz Sayın Candeğer Hocamız başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ederim. Toplantı sonuçlarının vatandaşlarımıza daha kaliteli bir kamu hizmeti sunma hedefine katkı sağlamasını diler, hepinize saygılarımı sunarım. 175 Cüneyt GÜLER İç Denetim Merkezi Uyumlaştırma Dairesi Başkanı - Maliye Bakanlığı KAMUDA İÇ DENETİM Kıymetli Rektörlerim, Bakanlığımızın, Sayıştay’ın, DPT Müsteşarlığının kıymetli yöneticileri ve uzmanları, değerli meslektaşlarım ve hocalarım hepinizi saygı ile selamlıyorum. Bu vesileyle sempozyumun organizasyonunu üstlenen Ege Üniversitesi Sayın Rektörü nezdinde bütün yöneticilerine teşekkür ediyorum. İÇ DENETİMİN TANIMI • İç denetim, kamu idaresinin çalışmalarına değer katmak ve geliştirmek için kaynakların ekonomiklik, etkililik ve verimlilik esaslarına göre yönetilip yönetilmediğini değerlendirmek ve rehberlik yapmak amacıyla yapılan bağımsız, nesnel güvence sağlama ve danışmanlık faaliyetidir. AYIRTEDİCİ ÖZELLİKLER • İç denetim faaliyeti, fonksiyonel bağımsızlığa sahiptir. • Bütün sistemi koordine eden bir merkezi uyumlaştırma birimi (İDKK) vardır. • Bir anlamda denetimin de denetimi (kalite güvence programları) söz konusudur. • Sistem, denetim sonuçlarının takibini de içerir. • 3 Yıllık Denetim Planı hazırlanırken göz önünde bulundurulması gereken bir Strateji Belgesi bulunmaktadır. İÇ DENETİMİN KAPSAMI • Kurumun bütün faaliyet, iş, işlem, süreç ve projeleri iç denetim kapsamındadır. • İç denetimin esas rolü, iç kontrol sisteminin değerlendirilmesidir. • İş ve işlemlerin sadece mali yönüyle değil, bütün yönleriyle ilgilidir. • İç denetim faaliyeti esas olarak iki unsurdan oluşur. Bunlar, güvence sağlama ve GÜVENCE HİZMETİ İç denetim; • Üst yöneticiye, • İdarelerin üst yönetimine (bir diğer ifadeyle harcama yetkililerine), • Dış denetim organına (Sayıştay) ve • Kamuoyuna (vergi mükellefleri gibi) makul seviyede bir güvence verir. danışmanlık faaliyetleridir. • Denetimin bütün türlerini (sistem, performans, uygunluk, mali, bilgi teknolojileri) ihtiva eder. DANIŞMANLIK HİZMETİ • İç denetim faaliyetlerinin diğer yönü danışmanlık faaliyetleridir. Bununla, idarenin sorunlu alanları ile süreç ve sistemlerin iyileştirilmesi ve geliştirilmesinde iç denetçilerin bilgi ve tecrübelerinden yararlanılması amaçlanmaktadır. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 10 ‘da yer almaktadır. syf: 281-284 176 DENETİMİN PLANLANMASI • Öncelikle denetlenebilecek alanları ihtiva eden bir denetim evreni çıkarılır. • Belirlenmiş risk kriterleri kullanılarak risk değerlendirmesi yapılır ve sonucunda 3 yıllık denetim planı hazırlanır ve üst yöneticiye onaylatılır. • Denetim alanlarının belirlenmesinde birim yöneticileri ve üst yöneticinin de görüşleri (risk değerlendirmeleri) alınır. BİREYSEL DENETİM • Her bir iç denetçinin, bireysel denetimlerini yürütürken, Kamu İç Denetim Standartlarına, Meslek Ahlak Kurullarına (etik kurallar), Raporlama Standartlarına ve İç Denetim Rehberine uymaları zorunludur. • Denetimlerde, idarelerinin hedeflerini (alt hedefler dahil) mutlaka göz önünde bulundurmalıdırlar. (Hedef-Risk-Kontrol Matrisleri aracılığıyla) • Denetim sonucunda kontrol zaafiyeti tespit edilmişse; bunun nedenini ortaya koymaları ve düzeltilmesi için takip edilecek yolu önermeleri gerekmektedir. İÇ DENETÇİLİK • İç denetçilik bir meslektir. • Uluslararası standart ve etik kurallara sahiptir. • Sertifikasyona tabidir. • Mesleği daha sonra özel sektörde de icra etme imkanı vardır. • Mobiliteye (kurumlararası geçişe) imkan sağlar. KAMUDA İÇ DENETİM • Kamu iç denetim uygulamaları 3 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bir başka deyişle, henüz yolun başındayız. • İdarelerimize (mahalli idareler dahil) toplam 1369 iç denetçi kadrosu tahsis edilmiştir. • İç denetçi kadrosu verilen 261 idareden 210’u bugün itibariyle iç denetçi ataması yapmış durumdadır. • Söz konusu 210 idareye atanan iç denetçi sayısı 774’dür. • Şimdiye kadar toplam 22 kişi iç denetçilik mesleğinden değişik sebeplerle ayrılmıştır. • İç denetçi ataması yapan 210 idareden 194’ü iç denetim birim yönergesini yürürlüğe koymuştur. • Yine iç denetçi ataması yapan 210 idareden 164’ü denetim raporu yazmıştır. • 2010 yılında yazılan toplam denetim raporu sayısı,749’dur. • İç denetim faaliyetleriyle birlikte kamu idarelerimizin merkez teşkilatları ilk defa denetlenmeye başlamıştır. • Geleneksel mevzuata uygunluk denetiminin yanı sıra, bugün itibariyle sistem ve mali denetimler de yapılmaya başlanmıştır. • Kamuda ilk defa, bütün denetim sonuçları konsolide edilerek, İç Denetim Genel Faaliyet Raporu hazırlanmakta ve en geç Haziran ayında da kamuoyuna açıklanmaktadır. İD MUB-İDKK FAALİYETLERİ • 5018 sayılı Kanunla, iç denetim merkezi uyumlaştırma birimi olarak Maliye Bakanlığı’na bağlı ve bakanlıklar arası bir yapıya sahip İç Denetim Koordinasyon Kurulu (İDKK) oluşturulmuştur. • İDKK’nın sekretaryası, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’ndeki bir daire tarafından yürütülmektedir. • İkincil ve üçüncül mevzuatı çıkarmıştır. • Geçiş döneminde atanan yaklaşık 800 iç denetçiye yönelik 3 aylık eğitimler organize etmiştir. • İç denetçi adaylarının seçimine yönelik 2009 ve 2010 yılında iki ayrı sınav açmıştır. 177 • Dünya Bankası ile kamu iç denetiminin kapasitesini artırmak amacıyla bir proje yürütmüştür. • Üst yönetimler nezdinde farkındalık yaratmaya yönelik bir kısım faaliyetlerde bulunmuştur. • Ulusal ve uluslararası konferanslar düzenlemiştir. • Tereddütleri gidermeye yönelik görüşler vermekte ve kararlar almaktadır. İSTENEN SONUÇLARIN ALINMASINI GECİKTİREN SEBEPLER • Üst yönetimlerde farkındalık eksikliği. • Fonksiyonel bağımsızlığın algılanmasında ve sağlanmasındaki sıkıntılar. • Atanan iç denetçilerin, yeni denetim anlayışı ve metodolojisine intibakındaki sorunlar. • İç denetçilerin sadece uygunluk denetimlerine odaklanması. • İç denetçilerin eğitim açığı. • İD MUB-İDKK’nın yeniden yapılandırmasındaki gecikmeler. • Sayıştay’ın devreye girmemiş olması. BAŞARI FAKTÖRLERİ • 5018 sayılı Kanunun iç denetime ilişkin maddelerinin gözden geçirilmesi. • İç denetim-teftiş rol ayrımının yapılması. • İdarelerde, stratejik plan, performans bütçe ve iç kontrol’ün uygulanması sürecinin uzamaması. • İDKK’nın kurumsal kapasitesinin güçlendirilmesi. • İç denetçilerin yetkinliğini artırıcı ve özellikli eğitimlerin planlanması ve uygulanması. • Sayıştay’ın, idarelerin iç kontrol sistemlerini değerlendirerek, üst yöneticilere raporlaması ve ayrıca TBMM’ye raporlaması. • İDKK’nın, dış değerlendirmelere başlaması. • Hesap verme mekanizmalarının etkin bir şekilde çalışması. • İş ve işlemlerin büyük oranda ilgili birimde tamamlanması, üst yöneticinin daha çok, politika belirleme, gözetim ve denetime odaklanacağı bir sistemin tasarlanması. Sözlerime son vermeden önce Eskişehir Osmangazi Üniversitesinin iki öğretim üyesi Doç.Dr Murat hocamla Semih hocamın yürüttüğü çok güzel bir çalışma oldu. Biz kamu iç denetçileri olaraktan kendilerine destek verdik. Bu çalışmayı aynı zamanda kitap haline de getirdiler. Onlara da teşekkür ediyorum. Çünkü çok güzel sonuçlar elde ettiler. Bu vesileyle bizi dinlediğiniz için, vakit ayırdığınız için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. 178 5. OTURUM DIŞ DENETİM, HESAP VERİLEBİLİRLİK, SORUMLULUK VE MALİ SAYDAMLIK 26 Mart 2011 Cumartesi Oturum Başkanı Prof. Dr. Davut AYDIN Anadolu Üniversitesi Rektörü Konuşmacılar Prof. Dr. Süreyya SAKINÇ Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Kamu Yönetimlerinde Saydamlık ve Hesap Verme Sorumluluğu Kavramsal Açıklamalar Doç. Dr. İsa SAĞBAŞ Afyon Kocatepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu’nun Mali Disiplin Üzerinde Etkisi Erol AKBULUT Sayıştay Başkan Yardımcısı Kamu Mali Yönetiminde Sayıştayın Rolü Ömer DUMAN Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürü 5018 Sayılı Kanunda Hesap Verebilirlik 179 180 Prof. Dr. Davut AYDIN Anadolu Üniversitesi Rektörü İyi günler sayın rektörlerim, değerli genelmüdürlerim, çok değerli katılımcılar, günün son oturumunu açıyorum. Öncelikle, bu organizasyon için sayın rektörümüze ve emeği geçen bütün arkadaşlarımıza teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bir gün bir seminerde sunum yaptık, soru faslına geçtik. Bir arkadaşımız kalktı ya hoca dedi bu stratejik yönetimdir, stratejik planlamadır, performans programıdır, hesap verilebilirliktir, saydamlıktır,nerden çıkardınız bunları dedi. Ona verdiğim cevabı sizlerle de paylaşmak isterim. Değerli konuklar, 1960’lıyıllarda rekabeti belirleyen ana unsur üretim miktarıdır, üretimdir. Ne kadar çok üretirseniz o kadar güçlüsünüz, o kadar başarılısınız. 1970’li yıllarda rekabeti belirleyen unsur, üretim yetmedi, yanına maliyet geldi. Önceki oturumda benden önceki Rektörümüz Engin ATAÇ beyin 1973’lü yıllarda program bütçe uygulamalarının başladığını bahsetti. Çünkü aynıdönemlerde artık maliyet, çok önemli rekabeti belirleyen bir unsur olarak devreye girmiştir. Sadece bu suyu üretmeniz yetmez, bunun aynı zamandaucuz olması gerekiyor. Ancak1980’liyıllarda buda yetmedi, bunun yanına kalite geldi. Suyu çok üreteceksiniz, ucuz yapacaksınız, ayrıca bu kaliteli olacak. Ancak o şekilde rekabet edebilirsiniz.1990 yıllarda kalite de yetmedi. Hız geldi. Hem bunu çok üreteceksiniz, hem bunun maliyeti düşük olacak, hem kaliteli olacak, hem de hızlı bir şekilde hizmeti vereceksiniz. Ancak 2000’li yıllarda bunlar da yetmedi. Bunun yanına bilgi geldi. Hem bu suyu çok üreteceksiniz, hem bunu ucuz yapacaksınız, hem bu su kaliteli olacak, hem bunun dağıtımını, servisini hızlı vereceksiniz, hem de bunun üretiminin içerisine bilgiyi koyacaksınız. İşte bütün bunların ortaya çıkış nedeni dünyada yaşanan rekabettir, dünyadaki küreselleşmedir, bilgi teknolojileridir. Bunun getirdiği küresel rekabet koşulları içerisinde kıt kaynaklarınverimli şekilde kullanılması, zaman içerisinde sürekli ve buna ilave olarak da ortaya çıkan şirket krizleri ve ülke krizleri giderek stratejik planlama, performans, saydamlık, hesap verilebilirlik kavramları ve uygulamaları dünyanın gündemine ve Türkiye’nin de gündemine getirmiştir. Bizde zaten krizlerden sonra bunlar üzerine odaklanmaya başladık. İşte bugün bu son oturumda bu kavramlardan en önemlisi olan hesap verilebilirlik, sorumluluk ve mali saydamlık konusunu Celal Bayar Üniversitesi öğretim üyemiz Prof.Dr.SüreyyaSAKINÇ’tan dinleyeceğiz. Buyrun sayın hocam. 181 Prof. Dr. Süreyya SAKINÇ Celal Bayar Üniversitesi KAMU YÖNETİMLERİNDE SAYDAMLIK VE HESAP VERME SORUMLULUĞU KAVRAMSAL AÇIKLAMALAR Son derecede etkin, mükemmel bir organizasyon, değerli katkılarından, nazik davetinden ve organizasyonundan dolayı Rektörümüz Sayın Candeğer Yılmaz Hocama teşekkür ederim. Bunun yanı sıra değerli hocalarım, meslektaşlarım, katılımcılarbugünküprogramın son oturum olmasında yine de böyle bir izleyici kitlesi olması beni heyecanlandırdı. Bu durum, katılımcıların doğrudan bu konuya odaklandığını da gösteriyor. YÖNETİŞİM; • “Bir ülkenin kalkınması için gerekli olan ekonomik ve sosyal kaynakların yönetiminde otoritenin kullanılma biçimi” (World Bank) • “Bir ülkenin güç ve yetkilerini icra etmesi için kullandığı anayasal, yasal ve idari düzenlemeler” (OECD) • “Bir toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal işlerini kamu, özel sektör ve gönüllü sektörle ilişkiler bağlamında yürütmek için kullandığı değerler, politikalar ve kurumların oluşturduğu bir sistem” (UNDP) • “Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hak ve özgürlüklerine önem veren, katılımcılığın, etkinlik ve etkililiğin, denetimin, yerinden yönetimin, açıklık, saydamlık ve hesap verebilirliğin, kalitenin, liyakatin ve etiğin hakim olduğu, sivil toplumu ön plana çıkaran ve sivil toplum kuruluşlarının gelişmesinin önünü açan, bağımsız işleyen bir yargı düzenine sahip olan, teknolojideki gelişmelerle uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzendir.” (DPT Dokuzuncu Kalkınma Planı “Kamuda İyi Yönetişim” Özel İhtisas Komisyonu Raporu) • Yönetişim, “yönetsel erkin kullanılma biçimini etkileyen ilke, süreç ve tutumlar” olarak tanımlanabilir. İYİ YÖNETİŞİM İLKELERİ • İyi yönetişim, açık ve öngörülebilir bir karar alma sürecinin; etkin bir bürokratik yönetimin; eylem ve işlemlerinden sorumlu bir hükümetin; kamusal sürece aktif katılım gösteren sivil toplumu; adalet ve eşitliğin geçerli olduğu bir işleyişi ifade eder. (World Bank) • İyi yönetişim, yürütme (hükümet), sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve bireylerden oluşan paydaşlar topluluğunun sorumluluklarını ve aralarındaki ilişkileri açıklayan bir süreçtir. • Saydamlık • Hesap verebilirlik • Katılımcılık • Adalet ve eşitlik • Etkinlik • Tutarlılık • Yerindelik * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 11 ‘de yer almaktadır. syf: 285-292 182 SAYDAMLIK; • Hükümetin yapısının ve fonksiyonlarının, politika planlarının ve hedeflerinin kamuoyuna açık olmasını, • Hükümetin niyet ve sorumluluklarının açık ve net olmasını, • Kamu görevlilerinin seçimi ve atanması ile ilgili kuralların açıkça ortaya konulmasını, • Mali raporlama ve verilerin doğru şekilde bağımsız denetime açık olmasını, • Kamu görevlilerinin eylemlerinin halkın denetimine açık olmasını ifade eder. Mali Saydamlıkla İlgili Minimum Standartlar (IMF, 1998) • Rollerin ve Sorumlulukların Açık Olması. • Bilginin Kamuya Açık Olması. • Bütçe Hazırlama, Uygulama ve Raporlama Süreçlerinin Açık Olması. • Ulusal Denetim ve İstatistik Organlarının Bağımsız Olması. Mali Saydamlığı Gerçekleştirecek Uygulamalar • Faaliyet Raporları. • İlgili Yıl Gerçekleşmeleri ve Beklenti Raporu. • Kamu Mali İstatistiklerinin Yayımlanması. • Yedek Ödenekten Yapılan Aktarmaların İlanı. • Bütçeden Yardım Yapılan Kamu İdarelerinin Listelenmesi. HESAP VERME SORUMLULUĞU; • Hesap verebilirlik, kamu kaynaklarını kullanma yetkisine sahip kamu görevlilerinin, bu yetkilerini ve kamu kaynaklarını nasıl kullandıklarına ilişkin vatandaşları (kamuoyunu) bilgilendirme sorumluluğudur. • Hesap verebilirlik, kamusal gücün tek elde toplanarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, kamusal kaynakların hukuka uygun ve yerinde kullanılmasının güvence altına alınması, yönetimin vatandaşların istek ve beklentilerine uygun şekilde hareket etmesi için gerekli temel bir ilkedir. Hesap Verme Sorumluluğunun Temel Unsurları • Ölçülebilir hedeflerin belirlenmesi ve sorumlulukların tespiti • Hedeflerin gerçekleştirilmesi için gereksinme duyulanların planlanması • İşlerin gerçekleştirilmesi ve gelişmelerin izlenmesi • Sonuçların raporlanması • Sonuçların değerlendirilmesi ve geri bildirim yapılması Hesap Verme Sorumluluğunun Kapsamı • Siyasal Hesap Verme Sorumluluğu Yürütme ►Parlamento • Yönetsel Hesap Verme Sorumluluğu Kamu Yöneticileri ►Bakanlar • Vatandaşa Yönelik Hesap Verme Sorumluluğu Parlamento ve Devlet ►Vatandaş 183 YOLSUZLUK; • “Kamu gücünün özel çıkarlar amacıyla kötüye kullanılmasıdır.” (World Bank) • “Kamu ve özel kuruluşların karar verme mekanizmalarındaki yozlaşma ve bozulmadır.” (UNICRI) • “...doğrudan doğruya ya da dolaylı yollardan rüşvet ve yasadışı bir menfaat temin eden kişinin yürüttüğü görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan rüşvet veya başka her türlü yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul edilmesidir” (Council of Europe) Yolsuzluk; • Demokrasinin temel ilkelerine ve değerlerine tehdit oluşturur. • Vatandaşların demokrasiye olan inançlarını zayıflatır. • Hukuk devleti ilkesini zedeler. • İnsan haklarına karşı bir reddiye meydana getirir. • Ekonomik sosyal gelişmeyi engeller. Avrupa Konseyi, Bakanlar Komitesi’nin Yolsuzlukla Mücadele İlke Kararlarından; • Kamusal sorumluluk ve hesap verme sorumluluğu sisteminin kamu görevlilerinin yolsuzlukla ilgili davranışlarının sonuçlarını dikkate almasını sağlamak. • Adil rekabeti teşvik eden ve yolsuzluk yapanlar üzerinde caydırıcı olan uygun ve saydam kamu alımları prosedürlerini benimsemek. • Demokratik bir toplumun gerektirdiği ölçüye kadar yolsuzluk suçlarının soruşturulması, kovuşturulması ya da hüküm verilmesinde dokunulmazlığı sınırlandırmak. • Uygun denetim prosedürlerinin kamu yönetiminin ve kamu kesiminin faaliyetlerine uygulanmasını sağlamak. • Kamu yönetiminin örgütlenmesi, işlemesi ve karar alma sürecinin, özellikle etkinliği artırma gereksinimi ile uyumlu bir şekilde mümkün olduğu kadar fazla saydamlığı artırarak, yolsuzluk ile mücadele etme ihtiyacını dikkate almasını sağlamak. Yolsuzluğun Türleri • Rant Kollama • Rüşvet • Akraba ve Eş-Dost Kayırmacılığı (Nepotizm ve Kronizm) • Patronaj • Oy Değişimi (Logrolling) MALİ RAPORLAMA • Mali saydamlığın sağlanmasında, kamu kaynaklarının kullanımı üzerinde kamuoyu denetimini ve yetkili mercilere kamu görevlilerinin hesap verme sorumluluğunu yerine getirmesinde; “Mali Raporlama” esaslı bir unsurdur. • Kamu kaynaklarının ne şekilde kullanıldığının uluslararası genel kabul görmüş muhasebe ve raporlama standartlarına uygun raporlanması ve kamuoyunun bilgisine sunulması “mali saydamlık” ve “hesap verilebilirliğin” temelini oluşturur. 184 KAMU KESİMİNDE SAYDAMLIK VE HESAP VERME SORUMLULUĞU İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER • 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu. • 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu. • Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Stratejisi (2010-2014). • Yolsuzluklarla Mücadelede Uygulamaya Konulan Uluslararası Sözleşmeler. SAYIŞTAY KANUNU • Sayıştay, kamuda hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık esasları çerçevesinde, kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalışması ve kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapar. Sayıştay Denetiminin Niteliği (SK Madde 2) • Mali Denetim: Kamu idarelerinin hesap ve işlemleri ile mali faaliyet, mali yönetim ve kontrol sistemlerinin değerlendirme sonuçları esas alınarak, mali rapor ve tablolarının güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin denetim. • Uygunluk Denetimi: Kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun incelenmesine ilişkin denetim. • Performans Denetimi: Hesap verme sorumluluğu çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesi. Sayıştay’ın Denetim Alanı (SK Madde 4) • “merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarını, mahalli idareleri,sermayesindeki kamu payı doğrudan veya dolaylı olarak % 50’den fazla olan özel kanunlar ile kurulmuş anonim ortaklıkları, diğer kamu idarelerini, • yukarda sayılan idarelere bağlı veya bu idarelerin kurdukları veya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak ortak oldukları her çeşit idare, kuruluş, müessese, birlik, işletme ve şirketleri • Kamu idareleri tarafından yapılan her türlü iç ve dış borçlanma, borç verilmesi, borç geri ödemeleri, yurt dışından alınan hibelerin kullanımı, hibe verilmesi, Hazine garantileri, Hazine alacakları, nakit yönetimi ve bunlarla ilgili diğer hususları; tüm kaynak aktarımları ve kullanımları ile Avrupa Birliği fonları dahil yurt içi ve yurt dışından sağlanan diğer kaynakların ve fonların kullanımını, • Kamu idareleri bütçelerinde yer alıp almadığına bakılmaksızın özel hesaplar dahil tüm kamu hesapları, fonları, kaynakları ve faaliyetlerini,denetler.” Sayıştay’ın Görevleri (SK Madde 5) Sayıştay; • “Kamu idarelerinin mali faaliyet, karar ve işlemlerini hesap verme sorumluluğu çerçevesinde denetler ve sonuçları hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisine doğru, yeterli, zamanlı bilgi ve raporlar sunar. • Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin; gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığını denetler, sorumluların hesap ve işlemlerinden kamu zararına yol açan hususları kesin hükme bağlar.” Sorumlular ve Sorumluluk (SK Madde 7) • “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar; kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden,kullanılmasından,muhasebeleştirilme sinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur. 185 • Bu sorumluluğun yerine getirilip getirilmediği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulacak Sayıştay raporlarında belirtilir. • Kamu zararına sebep olunan durumlar ise bu zararın tazminine ilişkin hükme bağlama işlemi ile sonuçlandırılır.” Hesapların Verilmesi (SK Madde 8) • “Kamu idarelerinin hesapları, muhasebe yetkilileri tarafından hazırlanarak üst yöneticiler veya görevlendirdiği harcama yetkilileri ile muhasebe yetkilileri tarafından denetime hazır bekletilir veya Sayıştay’ın bildireceği yere gönderilir.” • “Hesapların verilmemesinden doğan sorumluluk, hesapların Sayıştay tarafından istendiği tarihte görev başında bulunan muhasebe yetkilisi ile üst yönetici veya görevlendirdiği harcama yetkilisine aittir.” Kamu İdareleri ve Görevlilerinin Sorumluluğu (SK Madde 9) • Sorumlular veya diğer ilgililer, denetçilerin isteyecekleri bilgi, kayıt ve belgeleri vermeye, işlem, faaliyet ve malların fiili ve fiziki durumlarını geciktirmeksizin göstermeye mecburdurlar. • Kamu idareleri ve görevlileri, denetim ve inceleme ile görevlendirilmiş olanlara her türlü hesap, bilgi, belge ve kayıtları ibraz etmek, işlem, faaliyet ve malların fiili ve fiziki durumlarının görülmesini sağlamak, görevin düzenli olarak yapılmasını sağlayacak tedbirleri almak ve her türlü yardım ve kolaylığı göstermek zorundadır. 5018 SAYILI KAMU MALİ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNU • 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun temel amacı, kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir. • Kanun, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri, sosyal güvenlik kurumları ve mahallî idarelerden oluşan genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin malî yönetim ve kontrolünü kapsamaktadır. 5018 Sayılı Kanun (Madde 5) Kamu maliyesinin temel ilkeleri • Kamu maliyesi, kamu görevlilerinin hesap verebilmelerini sağlayacak şekilde uygulanır. • Kamu malî yönetimi ekonomik, malî ve sosyal etkinliği birlikte sağlayacak şekilde kamusal tercihlerin oluşması için gerekli ortamı yaratır. 5018 Sayılı Kanun (Madde 7) Malî Saydamlık Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında denetimin sağlanması amacıyla kamuoyu zamanında bilgilendirilir. Bu amaçla; • Görev, yetki ve sorumlulukların açık olarak tanımlanması, • Hükümet politikaları, kalkınma planları, yıllık programlar, stratejik planlar ile bütçelerin hazırlanması, yetkili organlarda görüşülmesi, uygulanması ve uygulama sonuçları ile raporların kamuoyuna açık ve ulaşılabilir olması, • Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından sağlanan teşvik ve desteklemelerin bir yılı geçmemek üzere belirli dönemler itibarıyla kamuoyuna açıklanması, 186 • Kamu hesaplarının standart bir muhasebe sistemi ve genel kabul görmüş muhasebe prensiplerine uygun bir muhasebe düzenine göre oluşturulması, zorunludur. Malî saydamlığın sağlanması için gerekli düzenlemelerin yapılması ve önlemlerin alınmasından kamu idareleri sorumlu olup, bu hususlar Maliye Bakanlığı tarafından izlenir. 5018 Sayılı Kanun (Madde 8) Hesap Verme Sorumluluğu • Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır. 5018 Sayılı Kanun (Madde 10) Bakanların Hesap Verme Sorumluluğu • Bakanlar, hükümet politikasının uygulanması ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların stratejik planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan sorumludur. • Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı sorumludurlar. 5018 Sayılı Kanun (Madde 11) Üst Yöneticilerin Hesap Verme Sorumluluğu • Üst yöneticiler, idarelerinin stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık programlara, kurumun stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet gereklerine uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, sorumlulukları altındaki kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde elde edilmesi ve kullanımını sağlamaktan, kayıp ve kötüye kullanımının önlenmesinden, malî yönetim ve kontrol sisteminin işleyişinin gözetilmesi, izlenmesi ve bu Kanunda belirtilen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden Bakana; mahallî idarelerde ise meclislerine karşı sorumludurlar. • Üst yöneticiler, bu sorumluluğun gereklerini harcama yetkilileri, malî hizmetler birimi ve iç denetçiler aracılığıyla yerine getirirler. 5018 Sayılı Kanun (Madde 13) Bütçelerin hazırlanması, uygulanması ve kontrolünde aşağıdaki ilkelere uyulur: • Bütçe, kamu malî işlemlerinin kapsamlı ve saydam bir şekilde görünmesini sağlar. • Bütçe gelir ve gider tahminleri ile uygulama sonuçlarının raporlanmasında açıklık, doğruluk ve malî saydamlık esas alınır. 5018 Sayılı Kanun (Madde 17) Gelir ve gider tekliflerinin hazırlanmasında; • Gider ve gelir teklifleri, ekonomik ve malî analiz yapılmasına imkân verecek, hesap verilebilirliği ve saydamlığı sağlayacak şekilde, Maliye Bakanlığı tarafından uluslararası standartlara uyumlu olarak belirlenen sınıflandırma sistemine göre hazırlanır. 187 5018 Sayılı Kanun (Madde 32) Harcama talimatı ve sorumluluk • Harcama yetkilileri, harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden sorumludur. 5018 Sayılı Kanun (Madde 33) Giderin gerçekleştirilmesi • Giderlerin gerçekleştirilmesi; harcama yetkililerince belirlenen görevli tarafından düzenlenen ödeme emri belgesinin harcama yetkilisince imzalanması ve tutarın hak sahibine ödenmesiyle tamamlanır. • Gerçekleştirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler. 5018 Sayılı Kanun (Madde 38) Gelirlerin toplanması sorumluluğu • Kamu gelirlerinin tarh, tahakkuk, tahsiliyle yetkili ve görevli olanlar, ilgili kanunlarda öngörülen tarh, tahakkuk ve tahsil işlemlerinin zamanında ve eksiksiz olarak yapılmasından sorumludur. 5018 Sayılı Kanun (Madde 71) Kamu zararı • Alınmamış para, mal ve değerleri alınmış; sağlanmamış hizmetleri sağlanmış; yapılmamış inşaat, onarım ve üretimi yapılmış veya bitmiş gibi gösteren gerçek dışı belge düzenlemek suretiyle kamu kaynağında bir artışa engel veya bir eksilmeye neden olanlar ile bu gibi kanıtlayıcı belgeleri bilerek düzenlemiş, imzalamış veya onaylamış bulunanlar hakkında Türk Ceza Kanunu veya diğer kanunların bu fiillere ilişkin hükümleri uygulanır. 5018 Sayılı Kanun (Madde 41) Faaliyet raporları • Üst yöneticiler ve bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama yetkililerince, hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, her yıl faaliyet raporu hazırlanır. • Üst yönetici, harcama yetkilileri tarafından hazırlanan birim faaliyet raporlarını esas alarak, idaresinin faaliyet sonuçlarını gösteren idare faaliyet raporunu düzenleyerek kamuoyuna açıklar. • Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri ve sosyal güvenlik kurumları, idare faaliyet raporlarının birer örneğini Sayıştay’a ve Maliye Bakanlığı’na gönderir. 5018 Sayılı Kanun (Madde 53) Malî istatistiklerin hazırlanması ve açıklanması • Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler, Maliye Bakanlığınca derlenir. Merkezî yönetim kapsamı dışındaki kamu idareleri malî istatistiklerini belirlenmiş ilkelere uygun olarak hazırlar ve belirlenen süreler içinde Maliye Bakanlığına gönderir. • Malî istatistiklerin anlaşılabilir ve kullanıcılar için kolayca ulaşılabilir olması esastır. 188 SAYDAMLIĞIN ARTIRILMASI VE YOLSUZLUKLA MÜCADELENİN GÜÇLENDİRİLMESİ STRATEJİSİ (2010-2014) Strateji; • Adil, hesap verebilir,saydam ve güvenilir bir yönetim anlayışının geliştirilmesi, • Yolsuzluğa karşı toplumsal bilincin artırılarak yolsuzluk suçlarına yönelik eğilimlerin engellenmesi, suretiyle sistemin etkinliğini artırmayı amaçlamaktadır. Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukların Önlenmesi Amacıyla Yapılan Başlıca Düzenlemeler • 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu • 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu • 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu • 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu • 5072 sayılı Dernek ve Vakıfların Kamu Kurum ve Kuruluşları ile İlişkilerine Dair Kanun • 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun • 5187 sayılı Basın Kanunu • 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 5355 sayılı Mahallî İdare Birlikleri Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu • 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu • 5253 sayılı Dernekler Kanunu ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu • 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu • 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu • 5411 sayılı Bankacılık Kanunu • 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu • 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu • 5576 sayılı Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun • 5918 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun YOLSUZLUKLARLA MÜCADELEDE UYGULAMAYA KONULAN ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER • Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi (2003) • Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü Uluslararası Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Önlenmesi Sözleşmesi (2003) • Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (2003) • Avrupa Konseyinin Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına İlişkin Sözleşmesi (2004) • Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi (2004) • Hukuki veya Ticari Konularda Yabancı Ülkelerde Delil Sağlanması Hakkında Sözleşme (2004) • Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi (2006) • Yolsuzlukla mücadele alanında faaliyet gösteren Avrupa Konseyinin Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) üyeliği (2004) Ben daha fazla sabrınıza müdahale etmeyeyim. Çok teşekkür ederim. 189 Doç. Dr. İsa SAĞBAŞ Afyon Kocatepe Üniversitesi KAMU MALİ YÖNETİM VE KONTROL KANUNU’NUN MALİ DİSİPLİN ÜZERİNDE ETKİSİ Herkese saygılar sunuyorum. Bundan yaklaşık 2 ay önce Ege Üniversitesi’nden bir mail aldım. 5018 sayılı kanunun değerlendirileceği, sonuçlarının değerlendirileceği bir sempozyum düzenlemek istediklerini, bu konuda katılımınızın olup olmayacağı soruluyordu bu mailde. Benim de, 5018 sayılı kanunun mali disiplin üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna ilişkin süregelen çalışmalarım vardı. Bu konuyla ilgili olarak bir bildirim olduğunu, bir bildiri sunabileceğimi söyledim ve bu bildirimi bugün sizlerle paylaşacağım. • Türkiye’de 2000-2001 yıllarında döviz kuruna dayalı ‘istikrar’ programı uygulanmış ancak başarılı olamamıştır. Mali disipline dayalı istikrar programı ise 2002’de başlayıp günümüzde de sürdürülmektedir. MALİ DİSİPLİN • Bütçe açıklarının azaltılması ve/veya bütçe açıklarının sürdürülebilir hale gelmesi KMYK Kanunu’nun, mali disiplin üzerinde olumlu etkisi beklenir, niçin? • Eski sistemde yönetimlerin uzun vadeli projeksiyon yapmaları mümkün değildi. Ayrıca iktidar değişiklikleri olduğunda da bütçe disiplininden sapmalar kaçınılmazdı. • KMYK Kanunu 3 yıllık bütçe uygulamalarını zorunlu hale getirmiştir. Buna “orta vadeli yaklaşım” denmektedir. • KMYK Kanunu’nun getirdiği yeniliklerden biri de nakit bazlı muhasebe sisteminden tahakkuk bazlı muhasebe sistemine geçiştir. • 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol (KMYK) Kanunu’n en temel amaçlarından birisi şeffaf ve hesap verebilir bir kamu mali yönetimi sağlamaktır. • KMYK Kanunu ile bütçe türleri yenilenmiştir. • KMYK Kanunu ile Genel Yönetim Bütçesi » “Merkezi Yönetim Bütçesi”, » “Sosyal Güvenlik Kurumu Bütçesi” » “Mahalli İdareler Bütçesi” olmak üzere üç ana başlık altında toplanmıştır. • KMYK Kanunu ile ekonomik ve mali analizlere daha uygun bütçe kodlama sistemine geçilmiş ve kamu harcamalarının sınıflandırılmasında yenilikler getirilmiştir. • İdari ve ekonomik sınıflandırmanın yanı sıra fonksiyonel sınıflandırma da kullanılmaya başlanılmıştır. BULGULAR • Faiz harcamalarının azalması mali manevra alanını genişletmiştir. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 12 ‘de yer almaktadır. syf: 293-298 190 SONUÇ • Siyasi istikrar mali istikrar(disiplin) ilişkisi • Diğer kamusal düzenlemelerin (kamu ihale kanunu, personel rejimi) mali disiplin üzerinde olumlu etkisi • Seçmen, bürokrat, politikacı ilişkisinin (kamu tercihi teorisi) mali disiplin üzerinde etkisi • Mali disiplin başarısı(zlığı)nın belirleyicileri (5018 ve diğer faktörler) • Sosyal güvenliğin finansman verileri, borçlanma verileri şeffaf. Bunun mali disiplin üzerinde olumlu etkisi. • Stratejik yönetim mali disiplin ilişkisi? • Mali sürdürülebilirlik mali disiplin ilişkisi? 2006-2010 döneminde uygulanan 5018’in (pozitif/negatif ) gecikmeli etkisi? Ekonometrik çalışmalar? Teşekkür ediyorum. 191 Erol AKBULUT Sayıştay Başkan Yardımcısı KAMU MALİ YÖNETİMİNDE SAYIŞTAYIN ROLÜ Sayın Rektörüm, değerli akademisyenler, değerli bürokratlar, sevgili öğrenciler, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. Ben de sayın Rektörümüze ve değerli arkadaşlarına teşekkür ediyorum bu güzel organizasyon için. Akşamın bu saatinde sizleri fazla yormadan dış denetim konusunda, daha doğrusu 6085 sayılı Sayıştay kanunu ile ilgili olarak genel bilgiler arz etmeye çalışacağım. Tüm detaylarını burada 10-15 dakikalık süre içerisinde görüşmemiz mümkün değil, bunu takdir edersiniz. YÜKSEK DENETİM / DIŞ DENETİM Değişen Kamu Mali Yönetimi Anlayışı Yaşanan ekonomik krizler sonrasında bütün ülkelerin ortak gündem maddeleri; • Kaynak kullanım etkinliğinin artırılması • Vatandaşa sunulan hizmet kalitesinin yükseltilmesi • Kamuda saydamlığın sağlanması • Hesap verme sorumluluğu sisteminin etkin bir biçimde işletilmesi • Etkin denetim mekanizmalarının kurulması gibi hususlar olmuştur. Dış denetimin amacı; • Hesap verebilirliğin ve saydamlığın sağlanmasına ve geliştirilmesine katkı sağlamak. • Kamu kaynaklarının hukuka verimlilik etkinlik ve tutumluluk kurallarına uygun olarak elde edilmesi ve kullanılmasını desteklemek. • Halkın vergilerinin yine halkın yararına kullanılması amacına yönelik olarak Parlamentonun bütçe hakkını kullanımına yardımcı olmak. • Bütçe hakkının Parlamentolara geçmesi. • Bütçenin denetlenmesi ihtiyacı. • Parlamentonun yapısal sınırlılıkları. • Uzman bir kuruluş olarak SAYIŞTAY Dış denetim • Anglo-sakson (ofis) ve yargı (kıta Avrupası) modeli olmak üzere iki biçimde örgütlenmişlerdir. • Ülkemizde yüksek denetim kurumu 1862 yılında Padişah fermanı ile Divan-ı Muhasebat adıyla kurulmuş ve bugün, Sayıştay olarak adlandırılmakta olup Kıta Avrupa’sı modeli benimsenmiştir. • Tüm anayasalarımızda yer almıştır. Değişen denetim anlayışı • Uygunluğun tespitinden performansın değerlendirilmesine yöneliş. • Keyfi uygulama yerine standartlara dayalı denetim. • Denetlenenleri rakip görmektense paydaş görmek. • Sadece yargılamak sorgulamak yerine değer katmak. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 13‘de yer almaktadır. syf: 299-302 192 • Yalnızca girdilere değil çıktılara sonuçlara ve etkilere odaklanmak. • Hesap verebilirliğin ve saydamlığın yerleşmesine ve gelişmesine katkı sağlayarak iyi yönetişimi desteklemek. • Verimli etkin ve ekonomik yönetim uygulamalarını teşvik etmek. Dış Denetime İlişkin Düzenlemeler • Anayasa • Lima Deklarasyonu • INTOSAI Denetim Standartları • Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (5018) • Sayıştay Kanunu (6085) • INTOSAI Denetim Standartlarına İlişkin Avrupa Uygulama Rehberleri • Avrupa Birliğine Aday Ülke Sayıştaylarına İlişkin Tavsiyeler • SIGMA’nın Yüksek Denetim Kurumları Kıyaslama Listesi Anayasa Madde 160: Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. Mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması Sayıştay tarafından yapılır. LİMA DEKLARASYONU • Kamu kaynaklarının yönetimi bir güveni temsil ettiğinden, denetim kavramı ve denetimin kuruluşu kamu mali yönetiminden ayrı düşünülemez. • Denetimin kendisi bir amaç değildir. • Ancak; hesap vermekle yükümlü olanların sorumluluğu kabul etmelerini sağlamak, tazmin ettirebilmek veya benzer ihlalleri engellemek veya en azından güçleştirmek için girişimde bulunmak amacıyla; kabul edilen standartlardan sapmaları ve mali yönetimde kanunilik, verimlilik, etkililik ve tutumluluk ilkelerindeki ihlalleri her bir durum için, düzenleyici eylemleri hayata geçirmeyi mümkün kılacak kadar erken bir zamanda ortaya çıkarmayı amaçlayan düzenleyici bir sistemin vazgeçilmez bir parçasıdır. INTOSAI DENETİM STANDARTLARI • Temel Önermeler • Genel Standartlar • Çalışma Standartları • Raporlama Standartları OECD SIGMA’nın YÜKSEK DENETİM KURUMLARI KIYAS LİSTESİ • Tüm kamu fonları, kaynakları ve faaliyetlerini denetlemek için yasal yetkilere ve araçlara sahip mi? • Sayıştay denetimi düzenlilik ve performans denetimlerini içeriyor mu? • İşlevsel, kurumsal ve mali açıdan bağımsız mı? • Sayıştayın raporları ve yıllık faaliyet raporları zamanında ve gerekli özenle hazırlanıyor mu ve açıklanabiliyor mu? 193 • Parlamentonun bu raporları etkin değerlendireceği komisyonu var mı? • Sayıştay uluslararası genel kabul görmüş denetim standartlarını benimsemiş mi? • Sayıştay görev ve yetkilerini etkin bir biçimde yerine getirebilmek için iyi bir organizasyon yapısına sahip mi? 5018 sayılı Kanunda Dış Denetim Dış Denetimin amacı, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin malî faaliyet, karar ve işlemlerinin kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne raporlanmasıdır. Genel kabul görmüş uluslararası denetim standartlarına uygun olarak; • Kamu idaresi hesapları ve bunlara ilişkin belgeler esas alınarak, malî tabloların güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin malî denetim, • Kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin malî işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti, • Kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımından değerlendirilmesi suretiyle gerçekleştirilir. 6085 sayılı Sayıştay Kanunu Kanunun amacı; • Kamuda hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık esasları çerçevesinde, kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalışması ve kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılacak denetimleri, • Sorumluların hesap ve işlemlerinin kesin hükme bağlanmasını ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak üzere • Sayıştayın kuruluşunu, işleyişini, denetim ve hesap yargılaması usullerini, mensuplarının niteliklerini ve atanmalarını, ödev ve yetkilerini, haklarını ve yükümlülüklerini ve diğer özlük işlerini, Başkan ve üyelerinin seçim ve teminatını düzenlemektir. 6085 sayılı Sayıştay Kanunu Denetimin genel esasları şunlardır: • Denetim; kamu idarelerinin hesap, mali işlem ve faaliyetleri ile iç kontrol sistemlerinin incelenmesi ve kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak kullanılmasının değerlendirilmesidir. Sayıştay tarafından yerindelik denetimi yapılamaz, idarenin takdir yetkisini sınırlayacak ve ortadan kaldıracak karar alınamaz. • Denetim genel kabul görmüş uluslararası denetim standartlarına uygun olarak yürütülür. • Sayıştay ve denetçiler denetim faaliyetini bağımsız ve tarafsız olarak yürütür. Sayıştaya denetim görevinin planlanması, programlanması ve yürütülmesinde talimat verilemez. • Denetimler, güncel denetim metodolojilerinin uygulanmasında gerekli özen gösterilerek gerçekleştirilir. • Denetim görevinin etkin bir biçimde yerine getirilmesi için Kurum mensuplarının teknik ve mesleki yeterlikleri geliştirilir. • Kalite güvencesinin sağlanması için, denetimin her aşaması denetim standartlarına, stratejik planlara, denetim programlarına ve mesleki etik kurallarına uygunluğu açısından sürekli gözden geçirilir. 194 6085 sayılı Sayıştay Kanun Denetim Türleri • Düzenlilik Denetimi - Uygunluk Denetimi - Mali Denetim • Performans Denetimi • Kaynakların etkili ekonomik ve verimli kullanılmasının değerlendirilmesi 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nda Sayıştayın Hazırlayacağı Raporlar • Genel Uygunluk Bildirimi • Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu - Mali Denetim Raporu - Performans Denetim Raporu • Faaliyet Genel Değerlendirme Raporu • Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu • KİT raporları • Diğer raporlar 6085 sayılı Sayıştay Kanunu • Düzenlilik denetimi ve performans denetim tekniklerini eşit ağırlıkta uygulayabilecek, • Tüm kamu fonlarını, kaynaklarını ve faaliyetlerini denetlemek için yasal yetkiye sahip olacak, • İşleyiş ve fonksiyonel açıdan bağımsız olacak, • Uluslararası genel kabul görmüş denetim standartlarına uygun denetim yapabilecek, • Hazırladığı raporları zamanında ve belli bir prosedür dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ve kamuoyuna sunabilecek, • Kamuda hesap verme sorumluluğu bilincinin ve saydamlığın yerleştirilmesine ve geliştirilmesine önemli katkılarda bulunabilecek, • Görev ve yetkilerini daha etkin bir biçimde yerine getirebilmek için iyi bir organizasyon yapısına sahip olacaktır. AB’nin Sayıştayların İşleyişi İle İlgili Tavsiyelerinin 6085 sayılı Sayıştay Kanunundaki Karşılıkları • Tüm kamu fonları, kaynakları ve faaliyetlerini denetlemek için yasal yetkilere ve araçlara sahiptir (Md.4 ve den. ilgili diğ.hük) • Sayıştay denetimi düzenlilik ve performans denetimlerini içeriyor. (Md. 2, 36) • İşlevsel, kurumsal ve mali açıdan bağımsızdır. (Anayasa ve Md.3) • Sayıştayın raporları ve yıllık faaliyet raporları zamanında ve gerekli özenle hazırlanıyor ve kamuya açıklanabiliyor. (Md. 28,31,32,35,36,37,44) • Sayıştay uluslararası genel kabul görmüş denetim standartlarını benimsemiştir. (Md. 2,34,35,36,37) • Sayıştay görev ve yetkilerini etkin bir biçimde yerine getirebilmek için iyi bir organizasyon yapısına sahiptir. (Md. 11,22,28,31) • Parlamentonun bu raporları etkin değerlendireceği komisyonu var mı? Sorusunun karşılığı ise henüz bulunmamaktadır. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. 195 Ömer DUMAN Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürü 5018 SAYILI KANUNDA HESAP VEREBİLİRLİK Sayın Rektörüm, sayın üstadlarım, değerli arkadaşlarım, böyle bir sempozyumu düzenlediği için ve sizlerle bizi bir arada buluşturma fırsatı sağladığı için öncelikle Ege Üniversitesi Rektörü Sayın Candeğer hocama huzurunuzda teşekkür ediyorum. Ayrıca bu ikinci gününü yaşadığımız sempozyumun bu akşam saatinde, son oturumcu olarak da sizleri daha fazla sıkmadan, kısa sürede ve daha öncede değinildiği üzere hesap verilebilirlik üzerine, özelikle 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda hesap verebilirlik nasıl bir pratik bulmuş, onunla ilgili çok kısa, öz bilgiler vermeye gayret edeceğim, çünkü hesap verilebilirlik ve sorumluluk konularına daha önceki konuşmacılarımız, ara ara değindiler. Özellikle Süreyya hocam zaten ayrıntıya yakın teorik ve pratikle ilgili bazı bilgiler verdi. HESAP VEREBİLİRLİK • Hesap Verilebilirlik: Şeffaflık ilkesinin tamamlayıcısı olarak; çeşitli etkinlikleri ve çalışmaları yürütenlerin ve/veya koordine edenlerin yaptıklarını gerekçelere dayandırarak ilgili gruplara açıklaması ve topluma karşı daha duyarlı olmasıdır. • Hesap Verebilirlik: Sorumluların/görevlilerin görevleri ile ilgili yaptıklarının ve yapamadıklarının açıklamak zorunda olmalarıdır. HESAP VEREBİLİRLİKTE AMAÇ • Bütçe hakkının korunması, • Kamusal yetkilerin yanlış kullanımının ve suiistimalinin kontrol edilmesi, • Kamusal kaynakların hukuka ve kamusal değerlere uygun olarak kullanımının güvenceye bağlanmasıdır. HESAP VEREBİLİRLİK ORTAMI • İdari ve mali bir sorumluluk olan hesap verme sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için; • Görev, yetki ve sorumlulukların açık olarak tanımlanması, • Kaynakların elde edilmesi, kullanılması, muhasebeleştirilmesi ve raporlanması süreçlerinin belirlenmesi, • Kamu idarelerince mali ve mali olmayan raporlamaların yapılması, • Diğer bir ifadeyle mali saydamlığın sağlanması, gerekir. KMYKK’DA HESAP VEREBİLİRLİK KMYKK’na göre kamu kaynaklarının elde edilmesi kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların; • Etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesi ve kullanılmasından, • Muhasebeleştirilmesi ve raporlanmasından, • Kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumlu olup; ayrıca, yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadırlar. * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 14 ‘de yer almaktadır. syf: 303-304 196 HESAP VERME SORUMLULUĞU BULUNAN MERCİLER • Mali yönetim ve işleyişte görevli olanlar, • Kamu idareleri, • Hükümet, • Hiyerarşik üstlerine, • İdarenin teftiş ve denetim birimlerine, • Sayıştay’a, • TBMM’ne, yerel meclislere, karar kurullarına ve • Kamuoyuna, hesap vermelidirler. HESAP VERMEYE ESAS DÖKÜMANLAR Kamu İdarelerinin; • Mevzuatı • Stratejik plan - performans programı • Bütçesi • Mali tablo / istatistikleri • Yönetim dönemi hesabı ve eki belgeler • Faaliyet raporu • Kesin hesabı HESAP VERMENİN ARAÇLARI • Teftiş ve iç denetim raporları • Faaliyet raporları - Birim ve idare faaliyet raporu - Genel faaliyet raporu - Mahalli idareler değerlendirme raporu • Mali tablo/istatistikler • Yönetim dönemi hesapları ve eki belgeler • Kesin hesap Bu saate kadar sabrınız ve tahammülümünüz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. 197 198 6. OTURUM MUHASEBE, KESİN HESAP, RAPORLAMA VE KAMU ZARARI 27 Mart 2011 Pazar Oturum Başkanı Prof. Dr. Vedat PAZARLIOĞLU Katip Çelebi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dekanı Konuşmacılar Doç. Dr. Erdoğan ÖNER Ufuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Kesin Hesap Doç. Dr. Türker SUSMUŞ Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Kamu Zararı ve Muhasebe İlişkisi Eyüp KIZILKAYA Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdür Yardımcısı 5018 Sayılı Kanunda (Mali) Raporlama 199 200 Prof. Dr. Vedat PAZARLIOĞLU Katip Çelebi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dekanı Değerli Konuklar, Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumu’nun altıncı oturumunu bugün birlikte gerçekleştireceğiz. Ege Üniversitesi’nde yapılan tüm faaliyetlerde görev alırken şunu söylemeden geçemiyorum, aslında benim kökenim de Egelidir. Her ne kadar özgeçmişimde Dokuz Eylül olsa da ben, Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi ‘nde eğitimime başladım daha sonra 1982 yılında YÖK ile birlikte bir sabah Dokuz Eylül’lü olduk. Dolayısıyla kalbim benim Ege’de açtı ama Dokuz Eylül’e transfer oldum. Bunu da belirtmekte yarar görüyorum. Bugünkü oturumda üç tane değerli konuşmacımız var. Erdoğan Öner Bey, Türker Susmuş Bey ve Eyüp Kızılkaya Bey. Erdoğan Öner Bey ile bizim yolumuz çok kesişmedi ama sol taraftaki Eyüp Bey ile ve Türker Bey ile yolumuz kesişti. Onlarla birlikte, onların asistanı olarak görev yaptım bir dönem. Bu açıdan da bir Dokuz Eylül’lü olarak, asistanlığını yapmış bir kişi olarak değerli arkadaşlarımla aynı kürsüde bulunmak beni her zaman mutlu etmiştir. Konuşma sırasına baktığımızda Sayın Öner’in kesin hesap konulu tebliğini sunması için kendisine söz veriyorum Sayın Hocam buyurun. 201 Doç. Dr. Erdoğan ÖNER Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Maliye Bakanlığı Eski Müsteşarı KESİN HESAP Sayın Rektörüm, değerli hocalarım ve arkadaşlarım, değerli konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bizde genelde bir adet vardır. Bir konuyla ilgili kanun çıkarıldığı ve mevzuatı tamamlandığı zaman her şey bitmiş gibi düşünülür ve normal hayata dönülür. Halbuki 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, personel ve vergi usul kanunu gibi temel mali kanunlarla ilgili gelişmeleri devamlı olarak izlemekte ve değerlendirmekte büyük yarar vardır. Bu tür temel düzenlemeler bir defalık değildir. Ülkede uzun yıllar uygulanmak üzere getirilmektedir. Bu sayededir ki, düzenlemelerde başta öngörülen amaca belirli evrelerden geçtikten sonra ulaşılması mümkün olabilir. İşte bu sempozyumun düzenlenmesi, akademisyenler ve uygulamacıları bir araya getirerek neler yapıldığı ve nelerin yapılması gerektiğini hatasıyla ve sevabıyla ortaya koyma imkanı vermesi nedeniyle kanaatimce son derece isabetli olmuştur. Bu nedenle, bu sempozyumu gerçekleştiren Ege Üniversitesi’nin değerli rektörünü ve çalışma arkadaşlarını kutluyorum. Bugünkü konumuz; ‘’Muhasebe, Kesin Hesap, Raporlama ve Kamu Zararı’’. Bu güne kadar yapılan toplantılarda konu başından sonuna kadar her yönden ele alındı ve değerlendirildi. En sonunda konu her zaman olduğu gibi yapılanların hesabının verilmesine ve parlamento denetimine geliyor. Bilindiği gibi, parlamento denetiminin kaynağı bütçe hakkıdır. Demokratik ülkelerde bütçe yapmak, yani kamu gelirlerinin toplanması ve toplanan gelirlerin kullanılmasına izin vermek, o ülkede yaşayan halkın kendisine aittir. Halk bu hakkını bizzat kendisi kullanamadığı için bütçe yapma hakkını kendi seçtiği kişilere bırakır. Bu bakımdan bütçe hakkı parlamentolar tarafından kullanılır. Bütçe yapmak bu hakkın sadece bir parçasını meydana getirir. Bütçe hakkının kullanılmasının tamamlanması için, sonucunun da Parlamentolarca denetlenmesi gerekir. Bu husus, esasında en az bütçe yapmak kadar önemlidir. 5018 sayılı Kanun (md.42) bu hususu, “TBMM merkezi yönetim bütçe kanununun uygulama sonuçlarını onama yetkisini kesin hesap kanunuyla kullanır” diyerek ifade etmiştir. Genel yönetime dahil mahalli idarelerde onama yetkisi kendi meclislerince kullanılmaktadır. Yine aynı maddede, “Kesin hesap kanun tasarısı muhasebe kayıtları dikkate alınarak, merkezi yönetim bütçe kanununun şekline uygun olarak Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanır.” denilmektedir. Mahalli idarelerde ise kesin hesap belgesi, mali hizmetler birimlerince hazırlanmakta ve belediye ya da il genel meclisince onanmaktadır. Genel yönetime dahil idarelerde uygulanacak muhasebe sisteminin esasları, 5018 sayılı Kanunda (md.49) bu amacı da kavrayacak şekilde şu şekilde belirlenmiştir: “Muhasebe sistemi; karar, kontrol ve hesap verme süreçlerinin etkili çalışmasını sağlayacak ve mali raporların düzenlenmesi ile kesin hesabın çıkarılmasına temel olacak şekilde kurulur ve yürütülür.” Bundan da anlaşılacağı üzere, ülkede uygulanan kamu muhasebe sisteminin ve bu sistemin kapsam ve esaslarının; hazine genel hesabının çıkarılması, kesin hesap kanun tasarısının hazırlanması ve Parlamentonun bütçenin siyasi denetimini gerçekleştirmesinde büyük önemi bulunduğu gibi, iyi bir muhasebe sistemine; karar alma, kontrol ve hesap verme süreçlerinde de büyük ihtiyaç duyulmaktadır. 202 Buna göre, kesin hesap denetimi ile ilgili olarak, aşağıdaki iki hususun cevaplanmasına ve aydınlatılmasına ihtiyaç bulunmaktadır: - Ülkemizde uygulanan bütçe ve muhasebe sistemi 5018 sayılı Kanunla öngörülen amaca uygun şekilde oluşturulmuş mudur? Diğer bir ifade ile kesin hesap Parlamento denetimine elverişli bir şekilde çıkarılabilmekte midir? - Kesin hesabın hazırlanması ve Parlamentonun kesin hesap denetimi, zamanında ve etkili bir şekilde yapılabilmekte midir? Önce genel olarak ifade etmek gerekirse; Ülkemizde batılı anlamda bütçenin 150 yıllık bir geçmişi bulunmaktadır. Parlamento denetimine esas olan kesin hesabın ve bunun çıkarılmasına dayanak olan muhasebe usullerinin de geçmişi de bu süreye oldukça yakındır. Batılı anlamda ilk bütçe 1863 yılında hazırlanmış olmakla birlikte, klasik bütçe ilkelerine uygun bir bütçenin hazırlanması ve devlet muhasebesinin kesin hesabı almaya hazır bir hale gelmesi, adım adım ilerleyen çabaların sonucunda ve ancak yaklaşık 50 yıl sonra İkinci Meşrutiyet döneminde 1910 yılında mümkün olabilmiştir. Ülkemizde batılı anlamda kamu mali yönetimi ile bütçe ve muhasebe esaslarının temelleri de bu dönemde atılmıştır. Bu açıdan, Türk kamu mali yönetiminde iki ayrı tarih ve bu tarihlerde yapılan düzenlemeler önem arz etmektedir. Bunlardan ilki II. Meşrutiyet dönemi düzenlemeleridir. 1910 tarihli Usul-i Muhasebe-i Umumiye Kanun-ı Muvakkatı ile getirilen bu esaslar Cumhuriyet döneminde de 1050 sayılı Muhasebe Umumiye Kanunu ile devam ettirilmiş ve önemli bir değişiklik olmadan 2006 yılına kadar uygulanmıştır. İkincisi ise, 90 yıllık bir uygulamadan sonra, 2003 ve sonrasında 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile yapılan ve genel yönetime dahil tüm idarelerde 2006 yılı başından itibaren uygulamaya konulmuş olan düzenlemelerdir. Aslında her iki düzenleme de, uzun yıllar devam eden uygulamalardan sonra ortaya çıkan bazı zaruretlerden doğmuştur ve temel amaç kamu mali yönetimindeki dağınıklığı gidermek ve kamu maliyesinde disiplini sağlamak olmuştur. 5018 sayılı Kanun bunu; kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılması diye daha uzun bir şekilde ifade etmektedir. Bu nedenle her iki düzenlemenin gerekçelerinde ve amaçlarında benzerlikler yer almaktadır. Bu genel açıklamalardan sonra konuya dönecek olursak soruları şöyle aydınlatabiliriz: 1. Devletin Kesin Hesabının Tam Olarak Elde Edilebilmesi İçin Devlet Muhasebesi ve Kamu Hesapları Alanında Yapılan Düzenlemeler Nelerdir? Bilindiği gibi, Devlet muhasebesi, maliye politikasının şekillendirilmesinde ve uygulanmasında çok önemli bir yere sahiptir ve modern yönetim sisteminin en önemli unsurudur. Ülkemizde kamu hesaplarında halen muzaaf muhasebe yani çift taraflı muhasebe kayıt usulü uygulanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda 19. yüzyılın sonlarına kadar İlhanlılardan alınan merdiban veya merdiven denilen muhasebe sistemi uygulandıktan sonra muzaaf usule geçilmiştir. 1892 yılında da Osmanlı devletinin genel gelir ve giderlerini gösteren 1887 yılına ait ilk sal muhasebesi düzenlenmesi gerçekleştirilmiştir. 1909 yılında genellik ve birlik ilkelerine uygun bütçeler hazırlanmaya başladıktan sonra 1910 yılında ilk defa Hazine genel hesabı elde edilmiş ve merkezi yönetimin tümünü kavrayan kesin hesap kanun tasarısı hazırlanmıştır. Böylece mahalli idareler hariç, tüm kamu kurumlarının gelir ve harcamalarını aynı esaslara göre elde etmek mümkün olmuştur. Ancak Cumhuriyet döneminde 1930’lardan itibaren kamu yönetiminde kuruluş sayısı giderek artmış, nitelik ve teşkilatlanma şekillerinde önemli değişiklikler olmuş ve kamu mali yönetiminde disiplini sağlayan 203 1050 sayılı Kanunun ve dolayısıyla parlamento denetiminin kapsamı daralmıştır. Yeni kurulan kurumlar genellikle 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye, 2514 sayılı Divan-ı Muhasebat (832 sayılı Sayıştay) ve 2490 sayılı Artırma Eksiltme ve İhale Kanunlarını faaliyetlerine engel görerek dışında kalmaya çalışmışlardır. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, kamu kesiminde genel ve katma bütçelerden oluşan konsolide bütçenin yanı sıra, mahalli idare bütçeleri, genel ve katma bütçeli idarelere bağlı sayıları binlere varan döner sermaye bütçeleri, sayıları 100’ü bulan bütçe içi ve bütçe dışı fon bütçeleri ile kamu idare ve kurumları tarafından kurulmuş olan vakıf ve dernekler kamu geliri elde etmekte ve kamu harcaması yapmakta idi. Bu durumun ortaya çıkmasında önem verilen bazı hizmetlere özel gelir tahsisi ya da yeni kaynak yaratma arzusu gibi nedenler de etkili olmuştur. Bu gelişmelerin sonucunda, konsolide bütçe dışındaki bütçelerin harcamaları TBMM’nin bilgisi ve denetimi dışında kalmış ve bütçe dışı harcamalar giderek önemli büyüklüklere ulaşmıştır. Öte yandan, bu kuruluşların her birinin uyguladığı bütçe sınıflandırmaları ve muhasebe esasları da birbirinden farklı idi. Bu durum, mali idare yönünden de kamu kesiminin tüm harcama ve gelirlerinin bilinememesi ve izlenememesi gibi bir sonuç doğurmuştu. Görüldüğü gibi 1910 düzenlemeleri öncesi gibi 2000 öncesinde de kamu mali yönetiminde bir dağınıklık ortaya çıkmış idi. Özetle ifade edilecek olursa, Parlamentonun kesin hesap denetimini yapabilmesi ve yöneticilerin doğru karar alabilmeleri için muhasebesi sistemi; - Tüm kamu kesimini kapsamalı, - Hesaplar, ihtiyaç duyulan bilgileri gösterecek bir ayrıntıda olmalıdır. Bu ihtiyaçlar göz önünde tutularak; kamu mali yönetimindeki bu dağınıklığı gidermek, kamu kaynaklarının daha etkili ve verimli kullanılabilmesi, hesabının verilebilmesi ve Parlamentoca denetlenebilmesi için 5018 sayılı Kanun ile aşağıdaki hususlar gerçekleştirilmiştir: - Bütçe hakkının en iyi şekilde kullanılabilmesi amacıyla, TBMM’ye sunulacak bütçenin kapsamı genişletilmiştir. Genel bütçenin transfer tertibinden yardım alan ancak bütçe dışında harcama yapan çok sayıda kuruluş merkezi yönetim bütçesine alınmıştır. - Birkaçı hariç bütçe dışı fonlar kaldırılmış, gelir ve harcamaları merkezi yönetim bütçesine alınmıştır. Kamu kurumlarının kurduğu dernek ve vakıfların kamu gelir ve giderleri ile bağı kesilmiştir. - Genel yönetime dahil idarelerin tümünün bütçeleri 2006 yılından itibaren uluslar arası uygulamalara paralel olarak, analitik analitik bütçe sınıflandırmasına göre hazırlanmaya başlamıştır. - Bunun yanı sıra devlet muhasebesi ile ilgili esaslar sadece genel ve katma bütçeler ile sınırlı olmaktan çıkarılmış, genel yönetime dahil tüm idarelerde aynı muhasebe ve raporlama esasları ile çerçeve hesap planı uygulanmaya başlanmıştır. Tahakkuk esaslı muhasebe olarak adlandırılan yeni devlet muhasebe sisteminde bütçe odaklı muhasebe sisteminin dışına çıkılarak, genel yönetim kapsamındaki tüm mali işlemlerin muhasebeleştirilmesi öngörülmüş, böylece devlet muhasebesinde süreklilik sağlanmıştır. Tahakkuk muhasebesine geçilmesi ile, sadece gelir giderleri ile değil, devletin genel durumunun aktif ve pasifiyle her yönden tam olarak ortaya konulabilmesi mümkün hale gelmiştir. Bu sistem içinde bütçe gelir ve giderleri, eskiden olduğu gibi, nakit esasına göre bütçe hesaplarına kaydedilmektedir. 5018 sayılı Kanunla, kesin hesap kanun tasarısının da, muhasebe kayıtları dikkate alınarak, merkezi yönetim bütçe kanununun şekline, yani analitik bütçe sınıflandırmasına uygun olarak hazırlanması öngörülmüştür. Böylece genel yönetime dahil idarelerin tümünün bütçelerinin hazırlanmasında, uygulanmasında, denetiminde, hesaplarının tutulması ve raporlanmasında aynı esaslar uygulanmaya başlamıştır. Bunun sonucunda, genel yönetime dahil idarelerin bir bütün halinde mali planlarının ve raporlarının kolay bir şekilde konsolide edilebilmesi ve gelir ve harcamalarının uluslar arası alanda mukayese edilebilmesi mümkün hale gelmiştir. 204 Artık günümüzde 2006 yılından beri Devlet hazinesinin tüm gelir, gider ve varlıkları ile bütçe kesin hesabı yıllık olarak, 2000 yılında Muhasebat Genel Müdürlüğünce uygulamaya konulan say–2000 i projesi ile, alınabilmektedir. Belediyeler gibi bazı daha küçük bütçelerde bazı sorunlar olsa da bu, varılan noktanın değerini azaltmamaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse, yaklaşık 100 yıl sonra devletin kamu gelir ve giderleriyle ilgili tüm rakamlarını elde etmek tekrar mümkün hale gelmiştir. Buna bakarak, birinci sorunun cevabı olumludur ve bu 5018 sayılı Kanunun başarılı bir uygulamasıdır diyebiliriz. 2. Parlamentonun Kesin Hesap Denetimi Nasıl Yapılmaktadır? Konuya genel olarak baktığımızda, geçmişte bütçenin kesin hesap denetiminin ihmal edildiğini ve gerek parlamentoda gerek kamuoyunda gereken önemin gösterilmediğini görmekteyiz. Bu durum, 1050 sayılı Kanunun uygulandığı dönem boyunca devam etmiştir. Bu dönemde; bazen kesin hesabın hazırlanması yıllarca gecikmiş, bazen hazırlanan tasarılar uzun yıllar görüşülemeden mecliste komisyonlarda beklemiş, gündeme alındığında da jet hızıyla ve tartışılmadan kabul edilmesi yoluna gidilmiştir. 1982 anayasasıyla getirilen en son tedbir, kesin hesap kanun tasarılarının, bütçe kanun tasarılarıyla birlikte görüşülmesi zorunluluğu getirilerek geciktirilmeden kanunlaşmasını sağlamak olmuştur. 1983 sonrası dönemde kesin hesap kanun tasarıları her yıl süresinde hazırlanarak kanunlaşmış olmakla birlikte, bu yıllarda da TBMM’de ve kamuoyunda gereken önemi ve ilgiyi görememiş, adeta anayasal bir zorunluluğun yerine getirildiği intiba doğmuştur. İşte bu nedenle olsa gerek, 5018 sayılı Kanunla Parlamentonun kesin hesap denetiminin güçlendirilmesine yönelik bazı düzenlemeler öngörülmüştür. 1050 sayılı Kanundan farklı olarak, 5018 sayılı Kanun Hazine genel hesabı kavramını kullanmamış, hazırlanacak mizan ve belgeleri kesin hesap kanun tasarısının ekleri olarak değerlendirmiştir. 1050 sayılı Kanun döneminde harcama öncesinde Maliye Bakanlığı ve Sayıştayın vize ve tescilleri ve saymanların harcama belgeleri incelemeleri ile gerçekleştirilen sıkı bir girdi denetimi uygulanmaktaydı. 5018 sayılı Kanun ile söz konusu harcama öncesi mali kontroller kaldırılmış ve bu boşluğu gidermek üzere harcama sonrası çıktı denetimine ağırlık verilmiştir. Bu ilke değişikliği nedeniyle de günümüzde kesin hesap denetimi daha da önem kazanmıştır. Bu nedenle TBMM’nin kesin hesap denetimini ve dolayısıyla bütçe hakkını güçlendirmek amacıyla, 1050 sayılı Kanundan farklı olarak, kesin hesabın yanısıra idarelerce faaliyet raporu ve diğer adlar altında çok sayıda belge düzenlenmesi ve TBMM’ne sunulması öngörülmüştür. 5018 sayılı Kanuna (md.42) göre; idarelerin faaliyet raporları, genel faaliyet raporu, dış denetim genel değerlendirme raporu ve kesin hesap kanun tasarısı ile merkezi yönetim bütçe kanunu tasarısı birlikte görüşülür. Ancak bu raporlar ile genel uygunluk bildirimi TBMM komisyonlarında öncelikle görüşülür. Böylece 5018 sayılı Kanunla birlikte, kamu yönetimi ve parlamentonun, kamu maliyesini bir bütün olarak görebilmek ve çeşitli açılardan değerlendirebilmek imkânını elde etmesi istenmiştir. Ancak, 5018 sayılı Kanunla gelinen bu noktaya ve elde mevcut her türlü belge ve bilgiye rağmen, 2006 sonrasında da eski anlayışın ve uygulamanın henüz değişmediği ve kesin hesap denetiminin etkin bir şekilde gerçekleştirilemediği görülmektedir. Bu durumun bazı nedenleri olduğu düşünülmektedir: - Anayasa gereğince bir önceki yıla ait kesin hesap kanun tasarıları gelecek yıl bütçe kanun tasarıları ile birlikte aynı komisyonda, bütçe ve plan komisyonunda, görüşülmektedir. Muhtemelen bu nedenle, kesin hesap kanun tasarıları, iş yükü zaten çok ağır olan bu komisyonda ve daha sonra genel kurulda gelecek yıllar merkezi yönetim bütçe kanun tasarılarının gölgesinde kalmakta ve etkin ve yeterli bir görüşme gerçekleştirilememektedir. Komisyondaki görüşmelerde milletvekillerinin ilgisi, seçmen ve bürokrasiden gelen yoğun talepler nedeniyle gelecek yıl bütçesinden daha fazla ödenek sağlamaya 205 yoğunlaşmaktadır. Bu nedenle, 5018 sayılı Kanunun uygulandığı 2006 yılı sonrasında da kesin hesap kanun tasarıları TBMM’de gerekli ilgiyi görememektedir. - Bundan 100 yıl önce bile Hazine genel hesabı ve kesin hesap kanun tasarıları geniş gerekçeli ve açıklamalı olarak hazırlanır ve mali analizler yapılırken,* günümüzde 5018 sayılı Kanun uygulamasında, mevcut bilgi ve belgelerin yeterince değerlendirilmediği ve TBMM’ne sunulan kesin hesap kanun tasarısına ekli belgelere dahil edilmediği görülmektedir. 2006- 2009 yılları arasındaki döneme ait kesin hesap kanunları incelendiğinde de görüleceği üzere; uygulamada esas itibariyle sadece bilgisayardan alınan mizan ve tabloların tasarıya eklenmesi ile yetinilmekte, Kanunda öngörülmesine rağmen tasarılarda devlet hesapları ve bütçe uygulamalarına ilişkin açıklama olarak bir kaç paragraf kısa bilgiye yer verilmekte, devlet Hazinesinin durumunu ve bütçe uygulamalarını değerlendiren yeterli ve tatminkâr bir mali analiz yapılmaktadır. Bunun yanısıra Sayıştay da idare kesin hesaplarının doğruluğu ve güvenilirliğini genel uygunluk bildirimi ile teyid etmekle yetinmekte, bu hesaplarda ve faaliyet raporlarında yer alan bilgi ve verilerin yorum ve değerlendirmesini TBMM’ne bırakmaktadır. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, 5018 sayılı Kanunla TBMM’ne sunulan belge sayısının artırılmasına rağmen, bütçe kesin hesapları ile ilgili olarak etkin bir meclis denetiminin yapılması henüz sağlanamamış bulunmakta ve bu açıdan bütçe hakkı etkin bir şekilde kullanılamamaktadır. Konuyu toparlayacak olursak; günümüzde artık, uzun yıllardan beri arzulanan devlet hazinesinin hesabı ve genel yönetime dahil idarelerin bütçe uygulama sonuçlarının tam olarak alınması hususu başarılmıştır. Etkin bir meclis denetiminin sağlanması ve hesap verebilirliğin gerçekleştirilebilmesi için ise, bundan sonra kamu idaresi ve yasama organı tarafından aşağıdaki adımların atılmasına da ihtiyaç bulunmaktadır: - Merkezi yönetim bütçesi kesin hesap kanun tasarısında ya da her yıl Maliye Bakanlığınca yayınlanmakta olan bütçe gerekçelerinde, bütçeye dahil idarelerin mizanları ile rakam ve tabloların yanı sıra, geçmiş yıl bütçe uygulamaları ve Hazine hesapları hakkında yeterli açıklamalar yapılmalı, bütçe hedeflerindeki gelişmeler ve sapmalar ayrıntılı olarak analiz edilmelidir. - İdarenin hazırladığı faaliyet raporu ve diğer belgelerde kurumları tanıtıcı bilgilerden ziyade performans göstergelerine ve analizlere yer verilmeli ve faaliyet raporları Sayıştay tarafından denetim sonuçları da dikkate alınarak değerlendirilerek TBMM’ne sunulmalıdır. - Sonraki adım, TBMM’nin komisyonlarında yeni bir düzenlemenin yapılması ve idari teşkilatı ile kadrolarının güçlendirilmesi olmalıdır. Bu çerçevede ilk olarak TBMM’de ayrı bir ‘’Kesin Hesap Komisyonu’’nun kurulmasına ihtiyaç vardır. Mevcut anayasada (md.162) ‘’Bütçe Komisyonu’’nun düzenlemesine yer verilmiş, hükümetin program ve bütçesinin bütünlüğünün bozulmaması için, diğer komisyonlardan farklı olarak, iktidarların komisyonda çoğunlukta olması öngörülmüştür. Bu husus, bütçe kanunları yönünden uygun bir hal tarzı olmakla beraber, eleştiri ve değerlendirmelerin yapılacağı kesin hesap denetimi için uygun bulunmamaktadır. Bu arada, geçen yasama döneminde TBMM iç tüzüğünde yapılacak değişiklikle, bütçe komisyonunda biri bütçe alt komisyonu diğeri kesin hesap alt komisyonu adıyla iki ayrı alt komisyon kurulması öngörülmüşse de, iktidar çoğunluğu nedeniyle bu çözüm tarzı da amacı karşılamaya yeterli bulunmamaktadır. Bu nedenle, genel seçimlerden sonra yapılması muhtemel anayasa düzenlemeleri sırasında kesin hesap komisyonu kurulmasının gerçekleştirilmesi yerinde olacaktır. - TBMM’de bütçe komisyonundan ayrı bir kesin hesap komisyonu kurulması zorunlu görülmekle birlikte, kanaatimce bu da yeterli olmayacaktır. Zira, TBMM’nin mevcut idari yapısı henüz, 5018 sayılı Kanunla öngörülen çok sayıdaki belgeleri tam olarak değerlendirip üyelerinin yararlanmasına sunabilmeye * 1912 yılı Hazine genel hesabı, toplam 401 sahife ve 88 adet tablodan ibarettir. Ayrıca en başında gerekçe olarak 6 sahife mukaddime ile 18 sahife açıklama yer almıştır. 206 elverişli değildir. Öteden beri, gerek bütçe gerek kesin hesap kanun tasarılarının görüşülmesi sırasında komisyon üyeleri daha ziyade şahsi bilgi ve gayretleri ile komisyon çalışmalarına hazırlanmaktadır. Yoğun işleri arasında gereken hazırlıkları yapabilmelerinin ne kadar güç olduğu ise herkes tarafından bilinmektedir. Kesin hesap kanun tasarısını görüşecek komisyon ile genel kurul üyelerine yeterli bilgi desteği sağlanabilmesi ve kesin hesap kanunlarına gereken ilgi ve tartışma ortamı yaratılabilmesi için; - Kısa vadede, mevcut TBMM bütçe müdürlüğü ekonomi, maliye, hukuk, istatistik gibi konularda uzman elemanlarla güçlendirilmeli, - Daha sonra, A.B.D.de olduğu gibi TBMM Başkanlığına bağlı ayrı bir teknik birim kurulmalıdır. Kurulacak bu birim, mali ve ekonomik alanlarda hem bütçe ve kesin hesap komisyonuna hem de genel kurul üyelerine geniş bilgi desteği sağlayacaktır. Günümüzde bu hususları gerçekleştirecek her türlü bilgi, belge ve eleman mevcuttur. Bu hususlar gerçekleştiği ölçüde ülkemizde TBMM tarafından bütçe hakkı daha etkin bir şekilde kullanılabilecek, akademik çevreler bu karmaşık hesaplarda yer alan rakamları daha sağlıklı olarak elde ederek araştırmalarında kullanabilecek ve kamuoyunun bütçe uygulamaları ve Hazinenin genel durumu hakkında yeterince aydınlanması sağlanmış olacaktır. 207 Doç. Dr. Türker SUSMUŞ Ege Üniversitesi İİBF KAMU ZARARI VE MUHASEBE İLİŞKİSİ Sayın Rektörüm, sayın rektörlerim, hocalarım, özellikle Ankara’dan gelen değerli bürokratlar, diğer illerden gelen sevgili konuklar ve değerli öğrencilerim hepiniz hoş geldiniz. Otururken şöyle baktım salonda kaç kişiyiz kabaca diye 100 kişi kadar varız aslında çok daha az gibi görünüyor ama salon çok büyük olduğu için. Öncelikle hepinize çok teşekkür ediyorum burada bizlerle birlikte aramızda olduğunuz için. GİRİŞ 5018 sayılı Yasa ile literatürümüze girmiş olan Kamu Zararı kavramı anılan yasanın en çok tartışılan konularından biri konumundadır. 5018 sayılı yasadan önce kamu zararı; hazine alacağı, kamu alacağı, devlet alacağı adlarıyla bilinirken, uygulamada da 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununa göre şekillendiriliyordu. 5018’den sonra bu kavramlar terk edilip yerini Kamu Zararı kavramı aldı. 5018 sayılı Yasa öncesinde sorumluluk “kusursuz sorumluluk” iken, 5018 sayılı yasada ”kusurlu sorumluluk” benimsenerek sınırlandı ve kasıt, kusur veya ihmalleri çerçevesinde sorumluların sorumlulukları üzerinde olduğu ileri sürülmeye başlandı. Oysa, 5018 sayılı yasada kamu zararı konusunda çizilen sınırlar belirgin olmadığından dolayı 1050 sayılı yasadaki bakış açısı uygulamada büyük ölçüde devam etti. Bu yönüyle, bu çalışmada, gerek literatüre gerekse uygulamaya olumlu katkılar sağlamak amacıyla Kamu Zararı konusuna eleştirisel bir akademik bakış açısı yapılacak ve aydınlanmanın sağlanması için bir özeleştiri getirilecektir. 1. GENEL OLARAK 5018 SAYILI YASA VE KAMU ZARARI KAVRAMI Türkiye’de mali yönetim alanında çıkarılan ilk kanun 1927 tarihli ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu olup bu kanun bazı değişikliklerle 2004 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. 1050 sayılı Kanun mali mevzuatın anayasası olarak da adlandırılmaktadır. Gelişen ve değişen koşullara yeterince uyum sağlayamayan Kanun 24.12.2003 tarihinde tamamen yürürlükten kaldırılmış, yerine 24.12.2003 tarih ve 25329 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu çıkarılmıştır. Ancak 5018 sayılı Kanunun esasa ilişkin maddeleri 01.01.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Muhasebe-i Umumiye kanununda yer alan düzenlemeler genellikle mali usulle ilgilidir. Mali alanda yer alan yetki ve sorumluluklar ise daha çok idari yapıya bağlı görevler şeklinde değerlendirilmiştir. Bir başka deyişle; sayman, tahakkuk memuru, ita amiri ve diğer görevler bu görevleri yürütenlerin memuriyet unvanlarından ayrışık durumda olmuştur.* 5018 sayılı Kanun, özellikle kamu mali yönetim sisteminin kapsamı, hesap verilebilirlik, saydamlık, muhasebede birlik, devlet mali istatistiklerinin oluşturulması ve dış denetim gibi alanlarda başarılı olunabilmesi için önemli düzenlemeler içermektedir.** Bir diğer ifadeyle, hesap verme ile şeffaflığı geliştirme amacına yönelik olarak stratejik planlama, performans ölçümü, iç ve dış denetim gibi kamu yönetimi ilkeleri * Mustafa Lamba, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanununun Türk Bütçe Sistemine Getirdiği Yenilikler Ve Kamu Mali Yönetimine Olası Etkileri”, Afyon 2006, http://tez2.yok.gov.tr * * Baki Kerimoğlu, “Kamu Mali Yönetimi e Kontrol Kanunu Çerçevesinde Harcama Reformu, Kesin Hesap ve Parlamento Denetimi”, Mali Kılavuz, Yıl:2004, Sayı: 24, s. 72 208 üzerine inşa edilmeye çalışılmıştır. 5018 sayılı Kanun’un 1. maddesinde, Kanun’un amaçlarından birinin hesap verebilirliği sağlamak olduğu belirtildikten sonra 8 inci maddede hesap verme sorumluluğu düzenlenerek her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumlu ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorunda oldukları hüküm altına alınmıştır.* 5018 sayılı Kanun’un 49 uncu maddesinde, muhasebe sisteminin; karar, kontrol ve hesap verme süreçlerinin etkili çalışmasını sağlayacak ve mali raporların düzenlenmesi ile kesin hesabın çıkarılmasına temel olacak şekilde kurulacağı ve yürütüleceği belirtilmiştir. Ayrıca kamu hesaplarının, kamu idarelerinin gelir, gider ve varlıkları ile mali sonuç doğuran ve öz kaynağın artmasına veya azalmasına neden olan her türlü işlemlerinin titizlikle tutulması, garantilerin ve yükümlülüklerin belirlenmiş bir düzen içinde hesaplara kaydedilmesi, gerektiğinde ilgili birimlere ve kamuya bilgilerin sağlanması gerekliliği öngörülmüştür. ** Kamu Zararı kavramı ise 5018 sayılı Yasa’nın 71. maddesinde ele alınarak hükme bağlanmış ve Yasa’da “Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca Kamu Zararının belirlenmesinde ise aşağıdaki konuların ele alınacağının da altı çizilmiştir: a) İş, mal veya hizmet karşılığı olarak belirlenen tutardan fazla ödeme yapılması, b) Mal alınmadan, iş veya hizmet yaptırılmadan ödeme yapılması, c) Transfer niteliğindeki giderlerde, fazla veya yersiz ödemede bulunulması, d) İş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek fiyatla alınması veya yaptırılması, e) İdare gelirlerinin tarh, tahakkuk veya tahsil işlemlerinin mevzuata uygun bir şekilde yapılmaması, g) Mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılması Yasa’nın 71. maddesine göre Kamu zararının oluşması halinde, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte ilgililerden tahsil edilecek, daha ağır fiilleri işleyenlere ise her türlü aylık, ödenek, zam, tazminat dahil yapılan bir aylık net ödemelerin iki katı tutarına kadar para cezası verilecektir. 2. 5018 SAYILI YASA ÖNCESİ VE SONRASINDA KAMU ZARARI 5018 sayılı Yasa öncesinde Kamu Zararı kavramı yerine Hazine Alacağı, Kamu alacağı, Devlet alacağı kavramları kullanılmakta ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununa göre sınırsız sorumluluk esasına göre kişi borçları kapsamında değerlendirilmekteydi. İdari süreç veya denetim ya da adli, idari ve Sayıştay ilamları ile tespit edilen her türlü fazla ve yersiz ödeme, noksan tahsilat veya kural dışı eylem veya işlemden kaynaklanan tutarlar kişi borcu olarak ilgilileri ve sorumluları adına hesaplara kaydediliyordu. Sayıştay ilamları gereğince sorumluları adına hesaplara alınan tutarlar ise zarara neden olanlar tarafından kusursuz sorumluluk çerçevesinde sayman, tahakkuk memuru, ilgili ita amirleri gibi sorumlularca ödenmesi gerekmekle birlikte sorumlulardan çok genellikle ilgililerden bir şekilde tahsil yoluna gidilmekteydi. Kişi borçlarında kayıtlı kamu alacakları parasal değerinin ötesinde toplum üzerinde moral değerler açısından daha fazla olumsuzluk içermekteydi. Bu olumsuzlukları gidermeye, takip ve tahsil sürecini etkinleştirip disipline etmeye yönelik olarak konu Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanununda ayrı bir başlık altında düzenlenmiştir.*** * Yılmaz Özkan, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Kapsamında İç Denetimin Değerlendirilmesi ve Öneriler”, Doktora Tezi, İstanbul 2008, s. 34, http://tez2.yok.gov.tr * * Yılmaz Özkan, a.g.e., ss. 80-81 ***Eyüp Kızılkaya, “Kamu Zararı Uygulamalarının Eleştirisi”, Dış Denetim, Temmuz-Ağustos-Eylül 2010, s. 175 209 Yaygın kabul gören görüşe göre ise 5018 sayılı yasa ile getirilen Kamu Zararı kavramında kusurlu sorumluluk esası net bir şekilde vurgulanarak belirsizliğin ortadan kaldırılması ve kamu zararlarının sadece kamu görevlilerinden tahsili yerine ilgililer bağlamında zarara konu tutarı haksız veya sebepsiz iktisap eden gerçek ve tüzel kişilerden tahsilinin yolu açıldığı* genel olarak ifade ediliyordu. Bu yaygın görüşün temeli olarak da 5018 sayılı Kanunun 71. maddesindeki hükümden hareket ederek kamu zararının oluşması için; • Kamu görevlilerinin KASIT, KUSUR VEYA İHMALLERİNDEN BİRİ OLACAK • Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda KAMU KAYNAĞINDA ARTIŞA ENGEL VEYA EKSİLMEYE NEDEN OLUNACAKTIR.” Bu noktada sorulması gereken tek soru şudur: • 1050 ve 5018 sayılı yasalar kıyaslandığında gerçekten bir şey değişmiş midir? • Daha açık bir deyimle, 1050 sayılı Yasa ile kusursuz sorumluluk esası söz konusu iken 5018 sayılı Yasa ile kusurlu sorumluluk esası mı getirilmiştir? Uygulama sürecindeki gözlemlerimin ışığında şahsen bir şeyin değiştiği kanaatinde değilim. Çünkü, denetim elemanlarının kamu zararına olan “bakış açısı” değişmediği sürece 5018 sayılı Yasa ile kusurlu sorumluluk esasının benimsendiğini söylemek çok da gerçekçi olmayacaktır. Kanunlarda yazılı olsa bile uygulama çok önemlidir. Kaldı ki, kanun maddesi irdelendiğinde, Kamu görevlilerinin KASIT, KUSUR VEYA İHMALLERİNDEN BİRİNİN VARLIĞINA İŞARET ETMEKTEDİR. Örneğin, olayda kasıt yoksa bile konu ihmal olarak değerlendirilirse, bu durumda kamu görevlilerinin kamu zararından kaçmaları kanımca mümkün görülmemektedir. Çünkü, ihmal kelimesi son derece geniş bir kelime olup çalışmanın ileri kısmında değinilecektir. 3. MEVCUT YASALARDA SORUMLULUK KAVRAMI 818 sayılı Borçlar Kanununda Sorumluluk; “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur” şeklinde tanımlanmıştır. 1 Temmuz 2012 yürürlüğe girecek Yeni Borçlar Kanununda Sorumluluk ise; “Madde 49- Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür” şeklindedir. Zararın ve kusurun ispatı ise madde 50’de hükme bağlanmıştır. “Madde 50- Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” Mevcut 818 sayılı Borçlar Kanunu ile 1.7.2012 de yürürlüğe girecek 6098 sayılı Borçlar Kanunu kıyaslandığında; • 818 sayılı mevcut Borçlar Kanunu, tıpkı 5018 sayılı Yasa’da olduğu gibi kasıt, kusur veya ihmal üzerinde dururken, • 6098 sayılı Yeni Borçlar Kanunu ise iddia sahibinin ispat yükümlülüğüne daha fazla vurgu yaparak “zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.” hükmünü getirmiştir. Diğer yandan, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 12. maddesine göre; “Devlet memurları, görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek ve kendilerine teslim edilen Devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar. Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır.” * Kızılkaya, a.g.e., s. 176 210 Yukarıda görüldüğü üzere Yeni Borçlar Kanunu zarar verenin varsa kusurunu ispat etme yükümlülüğünün zarar gören tarafından yapılacağını açıkça hükme bağlamış olması yapıcı bir gelişmedir. Ancak, gerek 5018 sayılı Yasanın 71. maddesinde, gerekse 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 12. maddesinde kasıt ve ihmalin aynı maddede yer alması ise kanımca uygun değildir. Çünkü, kusur; kasıt ve ihmal olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. 4. HUKUK LİTERATÜRÜNDE KUSUR KAVRAMI Kusur; hukuk düzeninin kınadığı, bir bakıma hoş görmediği davranış biçimidir. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak gereken tarzdan sapılmış olmasıdır. Kusur yoksa, sorumluluk da yoktur. Aşağıda açıklandığı üzere, kusuru ise kasıt ve ihmal olmak üzere iki açıdan ele almak mümkündür: * a) Kasıt: Kasıt iki unsurdan oluşmaktadır. Bunlar, eylemi tasarlama ve isteme unsurlarıdır. Tasarlama unsuru, hukuka aykırı sonucun, sorumlu tarafından tasarlanmasını, bilinmesini, öngörülmesini ifade eder. İrade ise, bu sonucun sorumlu tarafından istenmesi, kabul edilmesidir. Böylece kasıtta, sorumlu, hem davranışı hem de hukuka aykırı sonucu istemektedir. Buna karşın, hukuka aykırı sonucun mutlaka arzu edilmesi şart değildir. Bunun tasvip ve kabul edilmesi, göze alınması da yeterlidir. Buna karşın, zarar verenin veya sorumlunun davranışının hukuka aykırı bir nitelik taşıdığını bilmemesi de kasıtı ortadan kaldıracaktır. Kasıt; doğrudan doğruya kasıt, dolaylı kasıt olmak üzere ikiye ayrılır. • Doğrudan doğruya kasıtta zarar veren, meydana gelen sonucu doğrudan doğruya istemekte, kabul etmektedir. Örneğin, sorumlu, mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunacağını biliyorsa, bu durumda eylemlerinde “doğrudan doğruya kasıt” vardır. • “Dolaylı kasıt”ta ise zarar veren, ortaya çıkan sonucu doğrudan doğruya istememekle birlikte onu göze almakta, bir bakıma kabul etmektedir. Mal alınmadan, iş veya hizmet yaptırılmadan önce ilgililere ödeme yapılması durumu buna örnek olarak verilebilir. İşte burada sorumlu, mevzuata aykırı olan bu eylemin sonucunda kamu zararının ortaya çıkmasını doğrudan doğruya istememekle birlikte, böyle bir sonucun gerçekleşme ihtimalini kabul etmekte, onu göze almaktadır. Peki sorumlu esasen bu yola niçin başvurmaktadır? Bu tür bir dolaylı kasıtın, aslında ileride açıklanacak Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkeleri çerçevesinde dikkatle incelenmesinde fayda vardır. Kanımca burada incelenmesi ve sorgulanması gereken çok önemli bir konu bulunmaktadır. Bu tür bir dolaylı kasıtta, sorumlu, İhale Yasa’sının getirdiği ağır ve yavaş işleyen süreç nedeniyle ve işin de son derece ivedi olması nedeniyle, yetkilisi bulunduğu kurumdaki işlerin daha hızlı akmasını veya sosyal sorumluluk bilinciyle kamuya verilen hizmetin hızlandırılmasını mı arzu ederek hareket etmiştir veya mevzuata aykırı bu eylemi kendisine veya bir kişi ya da kuruluşa menfaat sağlamak için mi gerçekleştirmiştir? Denetim işini yerine getirenlerin bu sorumluluğu bu yönüyle ve hayatın gerçeklerine göre incelemelerinde kanımca yarar bulunmaktadır. Her arz nasıl kendi arzını yaratırsa, her olay da kendi nedenini ve gerekçesini açıklar. Özetle, olayları düz mantıkla sığ bir biçimde değil, kendi içinde ve öncelikle muhasebenin özün önceliğine ilkesine göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü, Kanun’un 71. maddesine göre kamu zararının kavramının özünde “MEVZUATA AYKIRI KARAR, İŞLEM VEYA EYLEMLERİ SONUCUNDA KAMU KAYNAĞINDA ARTIŞA ENGEL VEYA EKSİLMEYE NEDEN OLUNACAKTIR” hükmü yer almaktadır. Eylem mevzuata aykırı olsa bile kanımca Kanun’un lafzına ve ruhuna uygun davranılarak denetim elemanlarının öncelikle irdelemesi gereken, anılan eylemin gerçekleştirilmesi sonucunda, gerçekten de KAMU KAYNAĞINDA ARTIŞA ENGEL VEYA EKSİLMEYE NEDEN OLUNUP OLUNMADIĞI konusu olmalıdır. Aksi takdirde olaya sadece mevzuata aykırı penceresinden bakarak kamu zararına * Selçuk Sarıyar, “Kusurun Tanımı ve Nesnelliği”, İstanbul 2008, ss. 3-13 http://www.hubyar.eu/SiteFiles/makaleler/kusurun%20 tanimi%20ve%20oznelligi.pdf (Erişim tarihi 20.03.2011) 211 hükmetmek, Kanun’un 71. maddesinde emrettiği “kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye” neden olup olunmadığını araştırmadan ve irdelemeden “kamu zararı vardır bakış açısı gözlüğünü takmak”, Kanun’un 71. maddesinin özüne ne kadar uygundur, kanımca bu noktada özeleştiri yapılmasında fayda vardır. b)İhmal: hukuka aykırı sonuç istememekle birlikte, bu sonucun doğmasını önlemek için gereken özenin gösterilmemesidir. Kısaca ihmal; özen eksikliğidir. Ağırlık derecesine göre ihmal; ağır ihmal ve hafif ihmal olmak üzere ikiye ayrılır: Buna göre; • Ağır ihmal, en basit özenin gösterilmemesi; • Hafif ihmal ise, dikkatli bir kişiden beklenen özenin gösterilmemesidir. Ağır ihmalde olayın sonucu kolayca görülebilir nitelikte olup önemli bir özen eksikliği nedeniyle ortaya çıkarken, hafif ihmalde dikkatli bir kişiden, yani olaylara hakim, mevzuatı da iyi bilen, işi iyi bilen, sisteme hakim birinden beklenen özenin gösterilmemesidir. Kanunun 71. maddesine dikkat edildiğinde, “Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan…” şeklinde bir ibareye yer verilmiştir. Oysa, yukarıda açıklandığı üzere kusur, hem kasıtı hem de ihmali kapsadığı için Kanun’da kasıt, kusur veya ihmal şeklinde üç unsurun bir arada olması kanımca yerinde değildir. Ayrıca, ihmal’in iki açıdan ele alınması nedeniyle, Kanun’da ihmal kelimesinin de daha açık bir şekilde belirtilmesi gerekmektedir. Bu yönüyle, Kanun metninden kusur kelimesinin geniş ve toplayıcı bir kelime olması nedeniyle çıkarılarak “Kamu görevlilerinin kasıtlı davranarak veya ağır ihmallerinden kaynaklanan…” şeklinde olmasında yarar bulunmaktadır. Diğer yandan, hukukta kusur aşağıda açıklanacağı üzere Subjektif ve Okjektif Kusur olmak üzere iki açıdan daha ele alınmaktadır:* a) Subjektif kusur: Burada kusur ilgilinin psikolojik ve moral şartlarına göre değerlendirilmektedir. Yani o anki ruh hali de önem arz etmektedir. Bir davranışın ilgiliye kusur olarak yükletilebilmesi için, onun haksız fiili işlerken içinde bulunduğu psikolojik ve fikri şartları, kişisel yeteneklerini, yetişme, eğitim ve öğrenim düzeyini, fiziki kapasitesini, mesleki becerilerini göz önünde tutmak gerekir. Kusur, zarar verici davranışla değil, sorumlunun, iradi ve zihni yapısıyla ilgilidir. Bir davranış, sorumluya kusur olarak yükletilirken, onun kişisel ve bireysel nitelik ve yeteneklerinden soyutlanamaz. Subjektif teoriye göre kusur, sorumludaki bir irade zayıflığı, bir irade eksikliğidir. b) Objektif Kusur: Türk doktrininde kabul edilen hakim görüş de kusursuzluğun tespitinde objektif kriterlerin kullanılması gerektiği görüşüdür. Burada bir davranışın kusurlu olup olmadığı değerlendirilirken, zarar veren veya sorumlu için objektif bir tip ele alınmaktadır. Bu tip, sorumlunun mensup olduğu sosyal grup içinde, aynı şartlar altında yaşayan normal ve makul bir insan tipidir. Bu noktada sorulması gereken samimi ve içten sorular ise şunlardır? • Hepimiz ne kadar normal ve makul bir insan tipine uygun durumdayız? • Devlet kadrolarında yer alan tüm sorumlular, sosyal grup içinde, aynı şartlar altında yaşayan normal ve makul bir insan tiplerini aynen örnek midirler? • Bu kişiler eğer yetersizse, üst yöneticinin bu kişileri işten çıkarabilmesi veya yerlerine yenilerini istihdam edebilmesi, nitelikli bir kadro ile çalışmak için bir değişiklik yapabilmesi mevcut yasal mevzuat gereği mümkün müdür? Bu konu özellikle şu açıdan önemlidir. İlgili yöneticinin idaresinde çalışanların her eylem ve davranışlarını veya emrinde çalışanlarca düzenlenmiş tüm evraklardaki bilgilerin kesin olarak doğruluğunu bilebilmesi ve kontrol edebilmesi mümkün değildir. Bu durumda, ilgili yönetici mevcut kadro ile işlerini sürdüreceği için Kamu Zararına denetim elemanlarının bakış açısı öncelikle Kanun’un lafzı ve ruhuna uygun olarak ileride açıklanacak ilkeler çerçevesinde olmalıdır. Aksi takdirde gün gelir dürüst ve güvenilir kişiler yöneticilik yapmayabilecektir. Bir bakıma Muhasebat Eski Genel Müdürü ve Sayıştay Başsavcısı Sayın Ömer Duman’ın Ege Üniversitesi’ndeki Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumunda * Selçuk Sarıyar, a.g.e., ss. 9-12 212 ifade ettiği gibi kurumlar deneyimli ve işi bilen yöneticileri bulamayabilecek, bir bakıma taşın altına elini koyacak kişiler görev almak istemeyebilecektir. Sonuç itibariyle objektif ihmal üzerinde yoğunlaşarak subjektif ihmalin göz ardı edilmesinin hayatın gerçeklerine ne kadar uygun olduğu yorumunu ise okuyuculara bırakıyorum. Bu durumda akla şu soru gelebilecektir: Ne yapılmalıdır? Cevap: • 5018 sayılı Yasa’daki Kamu Zararı tanımında yer alan “ihmal” konusu netleştirilerek kanun metninde sadece “ağır ihmal veya kasıt” kelimesinin kanımca eklenmesi, • Ayrıca kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunup olunmadığı araştırıldıktan sonra böyle bir durum gerçekten varsa bu sefer de ilgili kamu görevlisinin bu işten kendisinin ya da yakın çevresinin herhangi bir menfaat sağlayıp sağlamadığı da saptanmalı, yani ihmal derecesi açık ve net bir biçimde belirlenmelidir. Ortada ihmal nedeniyle bir kamu zararı doğmuş olsa bile yöneticilerin hiç hata yapma şansı yok mudur? Devletin en üstündeki yöneticiler hata yapabiliyorlar da biz de insanız hata yapma şansımız hiç yok mudur diye bu durumu elbette ki kamu görevlileri dillendirmektedirler. Ayrıca, gözden kaçırılmaması gereken husus, 5018 sayılı Yasa objektif kusur sorumluluğu getirmiş olmakla birlikte kişinin mali sorumluluğa muhatap kılınabilmesi için mevzuata aykırılığın tek başına hiçbir zaman yeter şart olmadığı*, ihmal sonucu ortaya çıkacak kamu zararının fiilen kamu kaynağında artışa engel ya da eksilmeye neden olup olmadığının tespiti gerektiğidir. 5. DENETİM GÖREVLİLERİN KAMU ZARARINA BAKIŞ AÇISI VE RAPORLARI Bu konu başlığını daha iyi açıklayabilmek için şu soruya cevap aramak yararlı olacaktır: “Denetçinin yazdığı rapor yeterli değilse ve buna ilgili kamu görevlisi uyar, bir başka incelemede bunun hatalı olduğu anlaşılırsa, rapora aynen uyarak hatalı karar veren kamu görevlisi kamu zararı sorunu ile karşılaşabilir mi?” Cevap evet olacaktır. Şöyle ki; • 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 3. maddesinde “Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.” • 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 11. maddesi “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez, yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. Yukarıdaki her iki kanun metni incelendiğinde, gerçek hayatta ve uygulamada, astların üstlerinin emirlerine ne derece karşı çıktıklarını veya uygun olmayan denetim raporlarına karşı ne derece karşı koyabildikleri gerçeğini anlama konusunu yine okuyucuya bırakmak istiyorum. Sonuç olarak, nasıl ki üniversite öğretim üyelerinin yazmış oldukları kitaplarda yanlışlıklar olabilir veya yazdıkları eleştirilebilirse, denetçilerin de raporları doğal olarak eleştirilebilir, hatta raporları hatalı da olabilir. Sonuçta bu Yasa, yöneticilere hiç hata yapma şansı tanımamakta, sıfır hata ile çalışmayı emretmektedir. Aksi takdirde, yöneticiler kişisel hiçbir menfaat bile sağlamadıkları bir tutar için kamu zararının tazmini konusuyla karşı karşıya kalabilmektedirler. Literatürde olan “yöneticileri bırakınız yapsınlar bırakınız yönetsinler” anlayışını düşünürken yöneticilerin hiç hata yapma şansı olmadığını, şahsi ya da 3. şahıslara menfaat bile sağlamasalar bile kamu zararını tazminle karşılaşacaklarını unutmamaları gereklidir. 5018 sayılı Yasa’nın 71. maddesinin sağlıklı işlemesi için en fazla iş kime düşmektedir? Kanımca cevap çok net: DENETİM GÖREVİNİ YERİNE GETİRENLERE… Denetim elemanlarının inceledikleri kurumda “Kamu Zararı vardır, mutlaka bulacağım” anlayışı ile hareket etmelerini değil, Sayıştay Başkan Yardımcısı Sayın Erol Akbulut’un Ege Üniversitesince düzenlenen Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumunda ifade ettiği gibi “kurumlara paydaş gözüyle bakarak, onlara yol göstermesi, rehber olması, öğretici olması” * Salim Demirel ve Cengiz Keleş, “5018 Sayılı KMYK Kanunu’na Göre Kamu Zararı”, Dış Denetim, Temmuz-Ağustos-Eylül 2010, s. 182 213 gereklidir. Çünkü, denetim görevini yerine getirenler, esasında, denetlediği kurumların bir bakıma öğreticileri, yani öğretmenleridir. Burada belirtmeye çalıştığım kamu zararını bulmamaları veya varsa da görmezden gelmeleri yönünde değildir. Belirtmeye çalıştığım konu kurumlara olan denetim elemanının bakış açısıdır. Örneğin, öğretim üyeleri olarak bizler, üniversite öğrencisinin sınav kağıdını okurken “mutlaka hata vardır” anlayışı ile hareket edersek o sınav kağıdında hata bulamamak mümkün değildir. Ama sınav kağıdını okurken “soruya verilen cevapta nereye puan verebilirim” anlayışı ile hareket edersek sonuç çok daha farklı olacaktır. Varsayalım ki öğrenci sınavdaki sorunun cevabına ilişkin sonucu yanlış hesaplamıştır. Ancak cevapta gidiş yolu doğru veya özünde konuyu öğrenci iyi bilmekte olup küçük bir matematiksel bir hata yapmıştır. Bu durumda hepsini yanlış kabul edip öğrenciye hiç puan verilmeyeceği gibi, yaptığı hatasının doğallığını anlayarak belki de tam puan bile verilebilir. Doğal ve gerekli olan öğretim üyesinin sınav kağıdına yapıcı ve olumlu bakış açısı ile ele alması durumudur. Burada belirtilen örnekle açıklamaya çalışılan husus sadece denetim elemanlarının bakış açısının olası sonuçlarıdır. Bu konuda çözüme yönelik önerim ise DENETİM ELEMANLARININ UYGULAMA SÜRECİNDE BELİRLİ BİR SÜRE, ÖRNEĞİN 3 YIL HARCAMA YA DA GERÇEKLEŞTİRME GÖREVLİLİĞİ GİBİ, GÖREV ALDIKTAN SONRA DENETİM GÖREVİNİ ÜSTLENMELERİDİR. Örneğin, biz öğretim üyeleri, öğrencilik yaptıktan sonra (lisans, yüksek lisans, doktora gibi) öğretim üyeliğine geçmekteyiz. Oysa, denetim elemanları belirli bir temel eğitimden geçtikten hemen sonra ve uygulamada görev almaksızın doğrudan denetim elemanı olmaktadırlar. Dolayısıyla da uygulamada yaşanan aksaklık ve süreçleri yaşamamış olmaları denetim mesleği açısından kanımca bir sağlıklı gelişme değildir. 6. KAMU ZARARININ GENEL KABUL GÖRMÜŞ MUHASEBE İLKELERİ BAKIŞ AÇISIYLA SAPTANMASI VE DENETİMİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ Konuyu aşağıda belirtilen ilkeler çerçevesinde açıklamak mümkün olacaktır. Belirtilen hususlar temel ilkeler olup uygulamada denetim elemanlarının aşağıdaki ilkelere aykırı eylemde bulunulduğu yönünde tarafımca bir iddiada bulunulmamakta, aksine etik ve bilimsel ilkelerin özümsenerek “bağcı dövmek değil, üzüm yemek” anlayışı ile bu görüşlerimin oluşturulduğunu ve paylaşıldığını önemle vurgulamaktayım. 1. Sosyal Sorumluluk: Bu ilke, denetim elemanlarının görevlerini yerine getirirken herhangi bir şahıs, kurum veya siyasi parti çıkarlarına yönelik değil toplumun kamu vicdanı ve çıkarlarını, gerçeği, mesleki etik ilkelerini gözeterek denetim görevinin yapılması gerektiğini ifade etmektedir. 2. Kişilik: Kamu zararının belirlenmesinde sorumluların sorumlu olup olmadıkları değerlendirilirken geniş bir bakış açısından bakılarak çalışma içinde açıklanan “ağır ihmal ve kasıt” unsurlarının dikkate alınması, ayrıca burada kişisel ya da 3. şahıslara menfaat sağlama amacı olup olmadığı da irdelenerek kamu zararı saptanmalıdır. 3. Süreklilik: Bu durum özellikle hafif ihmal durumlarında dikkate alınmalıdır. Örneğin, bir kurumda hafif ihmale dayalı hata ortaya çıkmış ve bu durum denetim elemanınca yazılı uyarısı ile dikkatli olunması istenmiş ve o yıl herhangi bir tazmine gidilmemiş, ancak sonraki yıl ya da yıllarda aynı hatalar ilgili yönetici tarafından yapılmaya ısrarla devam edilmişse, yani ihmallerin sayısı yıldan yıla artmışsa, olayın hafif ihmal derecesi ağır ihmal şeklinde dönüştüğü kanısına varılabilecektir. 4. Dönemsellik: Zararın tespiti dönemler bazında incelenmeli ve her olayı kendi şartları içinde değerlendirilmelidir. 5. Para ölçüsü: Kamu zararı parayla ölçülebilmelidir. Örneğin, Hastane bahçesine herhangi bir işletme tarafından asılan duyurulardan dolayı Döner Sermaye İşletme Müdürüne “sen burada sorumlusun, kamu zararı vardır” denilmemelidir. Yani, hastane bahçesine asılan duyurudaki faaliyeti görerek, bir başka işletmenin elde edeceği olası gelirleri niçin döner sermaye yapmamaktadır diye ilgili müdür sanki kamu kaynağındaki artışı engellemiş, ihmalde bulunmuş gibi sorgulamamalı, çalışma inanç ve azmi kırılmamalıdır. 214 Ege Üniversitesince düzenlenen Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Sempozyumunda Muhasebat Genel Müdür Yardımcısı Sayın Eyüp Kızılkaya’nın da ifade ettiği gibi “Harcama yetkililerini bu tarafa da baktınız suç, bu tarafa da baktınız suç, aşağıya neden bakmadınız suç şekline dönüştüren bir durum” a sokulmaması gereklidir. 6. Maliyet İlkesi: Burada, kamu zararı saptanırken maliyet-fayda analizi yapılarak sorumlular ve çevresi şahsi bir menfaat sağlayıp sağlamadıkları incelenmelidir. Çünkü, yöneticilerin olası kontrol dışı, bilinçsiz hataları da söz konusu olabilecektir. 7. İhtiyatlılık: Denetçiler ihtiyatlı davranmalı, kurumlara suçluymuş gibi bakarak kamu zararı vardır anlayışından çok yapıcı, eğitici ve öğretici denetim yapmalı, kurumlara paydaş gözüyle bakarak yol gösterici bir rehber olmalıdırlar. 8. Tutarlılık: Denetçilerin raporları kurumlar arasında farklılık göstermemeli, paralel olmalıdır. Örneğin, aynı konuda, bir kuruma farklı diğer kuruma da bir takım grup ya da siyasi görüşe yakın diye farklı görüş içeren rapor hazırlanmamalıdır. Çünkü bu durum, denetim mesleğinin güveni kesinlikle sarsacak ve gerek kişilerde gerekse kamu vicdanında rahatsızlık yaratacaktır. 9. Tarafsızlık ve Belgelendirme: Kamu zararı objektif belgelerle ve tarafsızca saptanmalıdır. 10.Tam Açıklama: Denetçiler kamu zararını somut ve açık bir şekilde açıklamalı, ayrıca denetim raporuna verilen cevapları, bir bakıma kurumlarca yapılan savunmaları da aynı itina içinde incelemeli ve “anlamaya çalışmalıdır”. 11.Önemlilik: Kamu zararının ortaya çıkmasında sorumluların ilgili eylem ve faaliyetin gerçekleşmesinde önemli bir etkisi var mıdır yok mudur dikkatle incelenmelidir. Bir bakıma davul başkasında, tokmak ise başkasında mıdır bu da incelenmesi ve tartışılması gereken belki de bir başka konudur. 12.Özün Önceliği: Olayın şekline değil, özüne bakılmalıdır. Kamu zararı olduğu ileri sürülen konu bir usul ya da biçim hatası mıdır, yoksa özünde kamu zararı gerçekten var mıdır? Örneğin, kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmuşsa ve sadece yanlış bütçe faslından ödeme yapılmışsa bu durum kamu zararı varlığına kanımca işaret etmemelidir. 5018 sayılı Kanun’un 71. maddesinde belirtildiği gibi, “kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmuş bir durumun var olup olmadığı araştırılmalı, olayın özünden sapılmamalıdır.” Elbette ki usul veya biçim hatası denilirken kamu zararının saptanmasında, hukukun temeli olan delil toplamaya ilişkin usul hatasına veya usulsüz delil toplama konusuna burada kesinlikle değinilmemekte, Kanun’un 71. maddesinin yanlış yorumlanmasının önüne geçilerek olayın özünde kamu zararı olup olmadığının araştırılması gerektiğine tarafımca işaret edilmektedir. Ayrıca, kamu zararı, kurum zararı gibi değerlendirilmemelidir. Örneğin, bir devlet kurumundan bir başka devlet kurumuna ödeme yapılması durumlarında, ödeme yapan kamu kuruluşunun bu tutar gideri, ödeme yapılan diğer kamu kuruluşunun ise geliri olduğu, Kamu Kaynağı genel olarak değerlendirildiğinde ise Yasa’nın 71. maddesindeki kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmadığı ya da olmayabileceği durumlarının da denetim elemanlarınca ortak akıl çerçevesinde kanımca değerlendirilmesi gerekmektedir. 7. KAMU ZARARININ DOĞMASI DURUMUNDA DÖNER SERMAYELİ İŞLETMELERDE MUHASEBE KAYITLARI Bu çalışmanın amacı kamu zararının doğmasında muhasebeleştirme işlemlerinin nasıl yapılacağı değil, kamu zararı ile muhasebe biliminin temel ilişkisini belirleyerek gerek uygulamaya gerekse mevzuata farklı bir bakış açısı ile yaklaşarak konuya katkı vermektir. Bu yönüyle detaylı değil, genel hatlarıyla çerçevesi çizilmiş döner sermayeli işletmelere özgü muhasebe kayıtları aşağıda verilmekte, ancak buradaki muhasebe kayıtlarının da ruhunu veya bakış açısını anlamakta yarar bulunmaktadır. Denetim elemanlarınca kamu zararı saptandığında ve ilgili sorumlularca da bu kabul edildiğinde aşağıdaki muhasebe kaydının yapılması uygun olacaktır. 215 / 134 Kamu Zararından Doğan Alacaklar X İLGİLİ GİDER (659, 770 vb.) VEYA X STOK (15 nolu grup) ya da VARLIK (25 nolu grup vb.) HESABI / Yukarıdaki muhasebe kaydına dikkat edilirse kamu zararı hesap planında açılacak 134 Kamu Zararından Doğan Alacalar adındaki yeni bir alacak hesabında izlerken karşılığında ise gelir hesabı kullanılmamıştır. Kimi yazarlara göre burada 649 Diğer Olağan Gelir veya Karlar veya 679 Diğer Olağan Dışı Gelir ve Karlar hesabının kullanılabileceği ileri sürülse bile, kanımca bu yaklaşım yerinde değildir. Çünkü, Kamu Zararını ilgili kurumun geliriymiş gibi görmek ve bu anlayışla hareket etmek doğru olmayacağı gibi, gelir tablosunun analizinde de ilgili kurumun performansının ölçülmesinde ilgilileri yanıltacaktır. Kamu zararının özü itibariyle bu tür tutarları gelir olarak görmek muhasebe bilimine uygun olmayacaktır. Ayrıca, yukarıda görüleceği üzere, kamu zararının muhasebeleştirilmesinde hesabın alacak kısmında ilgili gider veya stok ya da varlık hesabı yer almıştır. Kamu zararı, örneğin, stok kaleminde ortaya çıkmışsa ilgili stok kalemi bilançonun doğru bilgi vermesi gereğince düzeltilmekte, maddi duran varlıklarda ortaya çıkmışsa ilgili maddi duran varlık kalemi yine bilançonun doğru bilgi vermesi gereğince düzeltilmekte, giderlerde ortaya çıkmışsa da ilgili gider kalemi gelir tablosunun doğru bilgi vermesi gereğince düzeltilmektedir. Belirtilen bu gerekçelere dikkat edilmesinde yarar bulunmaktadır. Bir diğer konu ise kamu zararının kayıtlara alınmasının ardından izlenmesi ve takip edilmesi gerekliliğidir. Kayıtlara alındıktan sonra kamu zararının tahsiline gidilip gidilmediği de gerektiğinde denetim elemanlarınca incelenmelidir. / 134 Kamu Zararından Doğan Alacaklar X 678 Kamu Zararından Tahakkuk Etmiş Faiz Gelirleri X / 216 Kamu zararının tazmini sonucunda ilgili ve sorumlulardan faiz tahsil edilmişse bu durumda anılan tutarlar varlık ya da gider düzeltmesi ile ilgili olmadığından 67 nolu Diğer Olağan Dışı Gelir ve Karlar grubunda yeni bir hesap açılarak bu tutarların “678 Kamu Zararından Tahakkuk Etmiş Faiz Gelirleri” hesabında takip edilmesi yararlı olacaktır. Kamu zararından doğan alacakların tahsil edilememesi durumunda ise ortaya çıkacak zararı 68 nolu grup içinde açılacak yeni bir hesapta izlenmesi doğru olacaktır. / 688 Kamu Zararında Doğan Gider ve Zararlar X X 134 Kamu Zararından Doğan Alacaklar / SONUÇ Kamu zararı 5018 sayılı Yasa içinde tartışılan ve kritik olan konuların başında gelmektedir. Çalışma içinde detaylı açıklanmakla birlikte, bu çalışmanın çıkış noktası kamu zararı konusundaki mevzuat ve uygulamaya akademik açıdan eleştirisel bakarak gerek literatüre gerekse uygulamaya olumlu katkılar sağlamaktır. Çalışmanın özellikle bu yönüyle değerlendirilerek özeleştiri yapılması ülkemizin ve kurumlarımızda çalışanlarımızım gelişmesine yararlı etkiler yapacaktır. YARARLANILAN KAYNAKLAR Baki Kerimoğlu, “Kamu Mali Yönetimi e Kontrol Kanunu Çerçevesinde Harcama Reformu, Kesin Hesap ve Parlamento Denetimi”, Mali Kılavuz, Yıl:2004, Sayı: 24 Eyüp Kızılkaya, “Kamu Zararı Uygulamalarının Eleştirisi”, Dış Denetim, Temmuz-Ağustos-Eylül 2010 Mustafa Lamba, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanununun Türk Bütçe Sistemine Getirdiği Yenilikler Ve Kamu Mali Yönetimine Olası Etkileri”, Afyon 2006, http:// tez2.yok.gov.tr (Erişim tarihi 18.03.2011) Salim Demirel ve Cengiz Keleş, “5018 Sayılı KMYK Kanunu’na Göre Kamu Zararı”, Dış Denetim, Temmuz-Ağustos-Eylül 2010 Selçuk Sarıyar, “Kusurun Tanımı ve Nesnelliği”, İstanbul 2008, http://www.hubyar.eu/SiteFiles/makaleler/kusurun%20 tanimi%20ve%20oznelligi.pdf (Erişim tarihi 20.03.2011) Yılmaz Özkan, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, “5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Kapsamında İç Denetimin Değerlendirilmesi ve Öneriler”, Doktora Tezi, İstanbul 2008, http://tez2.yok.gov.tr (Erişim tarihi 20.03.2011) 217 Eyüp KIZILKAYA Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdür Yardımcısı Sayın Rektörüm, Sayın saygıdeğer hocalarım, kıymetli katılımcılar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca bugün önemli bir gün hepimiz için özellikle benim için de önemli. Bugün üniversite sınavı var, bugün buraların, bu birimlerin var oluş sebebi olan çocuklarımız önemli bir sınavdan geçiyorlar benim kızım da bu sınava katılıyor. Hepsine kolaylıklar diliyorum. Onlar orada terliyorlar bizler burada deyim yerindeyse terlemiyorsak da önemli konulardan konuştuğumuzu belirtmek istiyorum. 5018 SAYILI KANUNDA (MALİ) RAPORLAMA KMYKK’DA RAPORLAMA • Kanunun amaçları arasında sayılmıştır. • Kanunun temel yapılarından birisidir. • 20 madde raporlamaya ilişkin hükümler içermektedir.(Amaç, saydamlık, hesap verme, bütçe, muhasebe, iç kontrol, iç denetim, dış denetim vd.) • İsimlendirilen rapor istisna olup daha çok raporlama yapılması düzenlenmiştir. KMYKK’DE RAPORLAMA • Saydamlığın, • Hesap vermenin, • Performans ölçümünün, • Bütçe hazırlama ve uygulamasının, • Görevlerin yerine getirilme derecesini belirlemenin, • Yetkilerin kullanımını ölçmenin, • Kontrol ve denetimin, • Aracı olarak, raporlar; bütünlük, güvenilirlik, kullanılışlılık, yöntemsel geçerlilik ve ulaşılabilir olmalıdır. KMYKK’NA GÖRE RAPOR ÇEŞİTLERİ MALİ RAPORLAR • Kesin hesap, • Mali raporlar/Mali istatistikler • Yönetim dönemi hesaplar • Kamu Borç Yönetimi Raporu vd. KARMA RAPORLAR (Mali ve mali olmayan bilgiler) • Faaliyet raporları • Denetim raporları (İç, Dış ve Teftiş raporları) • Kamu Yatırım Projeleri Gerçekleşme Raporu * Katılımcının sempozyum sırasında yapmış olduğu power-point sunumdan aktarılmıştır. Sunum Ek 15‘de yer almaktadır. syf: 305-306 218 GYMY’DE MALİ RAPORLAMA MALİ TABLOLAR; • Genel yönetim ve her bir kamu idaresi düzeyinde; • Kamu kaynaklarının dağılımı ve kullanımını, • Faaliyetlerin nasıl finanse edildiği ve nakit ihtiyacının nasıl karşılandığını, • Faaliyetlere ilişkin sorumluluklar ile taahhütlerin yerine getirebilme yeteneğini, • Mali durumunu ve mali durumdaki değişiklikleri, • Maliyet bakımından performansını, etkinliğini ve başarısını, • Sağlanan kaynakları bütçelerine uygun ve yasal şekilde kullanıp kullanmadıklarını, (KMYKK) GYMY’NE GÖRE DÜZENLENEN MALİ TABLOLAR TEMEL MALİ TABLOLAR • Bilanço • Faaliyet Sonuçları Tablosu • Nakit Akım Tablosu • Mali Varlık ve Yükümlülükler Değişim Tablosu • İç Borç Değişim Tablosu • Dış Borç Değişim Tablosu • Şarta Bağlı Varlık ve Yükümlülükler Tablosu FAALİYET SONUÇLARI TABLOLARI • Gelir ve Giderlerin Analitik Sınıflaması Tabloları ( 4 adet) ÖDENEK ve BÜTÇE TABLOLARI • Bütçe Uygulama Sonuçları Tablosu • Bütçe Gelir ve Giderl. Analitik Sınıfl. Tabloları ( 9 adet) • Ödenekler Tablosu MALİ RAPORLARIN YAYINLANMASI BÜLTENLER • Merkezi Yönetim Mali İstatistikleri Bülteni (Aylık) • Genel Yönetim Mali İstatistikleri Bülteni (Üç Aylık) • Mahalli İdareler Mali İstatistikleri Bülteni (Yıllık) WEB SAYFASI (www.muhasebat.gov.tr) BASIN TOPLANTILARI VEYA BÜLTENLERİ (Bütçe gerçekleşmeleri) MALİ RAPORLARIN KONSOLİDASYONU KONSOLİDE MALİ RAPORLAR ULUSLARARASI MALİ RAPORLAMA IMF- Devlet Mali İstatistikleri (GFS) Eurostat- Kamu Net Açığı/Fazlası Tabloları (EDP) Eurostat- ESA Tabloları OECD- (TÜİK) Genel Yönetim Gelirleri, Giderleri ve Giderlerin Fonksiyonel Dağılımı Tabloları Sabrınız için ve dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. 219 220 KAPANIŞ PANELİ SEMPOZYUMUN GENEL DEĞERLENDİRMESİ VE SONUÇLARI 27 Mart 2011 Pazar Oturum Başkanı Prof. Dr. Candeğer YILMAZ Ege Üniversitesi Rektörü Konuşmacılar Prof. Dr. Attila SEZGİN İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektörü Hesap Verilebilirlik ve Özerklik Dengesi’nin Üniversiteler Açısından Değerlendirilmesi Erol AKBULUT Sayıştay Başkan Yardımcısı İlhan HATİPOĞLU Maliye Bakanlığı BÜMKO Genel Müdürü Doç Dr. H. Hakan YILMAZ Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi 221 222 Prof.Dr. Candeğer Yılmaz Ege Üniversitesi Rektörü Saygıdeğer konuklarımız, değerli meslektaşlarım, sayın hocalarım, saygıdeğer bürokratlar, sevgili öğrencilerim. Ege Üniversitesi olarak, Kamu Mali Yönetim ve Denetimi adıyla çıkan ama bizim algıladığımız anlamda Kamu Mali Yönetimi dışında, kamudaki yönetimde gerçekten değişikliği öngören kültürel ve davranışsal değişimi de içinde barındıran anayasa niteliğindeki bir yasanın beşinci yılında hangi noktaya geldiğimizi, pratik yaşamda nerelerde sıkıntı olduğunu kamunun değişik kesimlerinin temsilcileriyle tartışmak istedik. Neden böyle bir konu seçtik…? Yükseköğretimde en önemli anlayışımız “özerklik” ve aynı zamanda “dış ve iç hesap verebilirlik” tir. Şüphesiz ki, yönetişim sürecininde; mali imkanlar ve bu imkanların etkin, verimli ve mevzuata uygun bir şekilde kullanılması, hesap verme sorumluluğu, çok önemlidir. Süreç içerisinde çok çeşitli zorluklarla, kısıtlılıklarla karşılaşmaktayız. Bazen taleplerimizi veya ihtiyaçlarımızı karşılayacak kaynakların yetersizliği sorun olmakta, bazen de yeterli kaynak olsa bile bu kaynakların ilgili ihtiyaçlara sarfedilmesinde kısıtlılıklar veya imkânsızlıklar yaşanabilmekte, önemlice bir sorun da personel kaynağı ve kullanım zorlukları olmaktadır. Mali yönetime ilişkin olarak uygulamada çok sık sorunlar yaşanmaktadır. Üniversitemiz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bünyesinde Maliye Bölümümüz yok. Ancak, bu fakültemizdeki öğretim üyelerimiz, Strateji Geliştirme Daire Başkanımız Sayın Ahmet ACAR ve yönetimdeki diğer çalışma arkadaşlarımla beraber çalışırken, üst yönetici olarak benim onlara sürekli mali sistem ve süreçlerle ilgili soru veya sorunlar iletmemden ve zorluklarımızı sürekli dile getirerek çözüm aramaya zorlamamdan kaynaklanan bir farkındalık ile çözüm yolları üretme konusunda bir sorumluluk bilinci geliştirdik ve arayışa girdik. Bu bağlamda; Sayıştay Başkanlığı, Maliye Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’na yaptığımız ziyaretlerde, sürekli olarak sorunlar ve çözüm yöntemleri ile ilgili önerilerimizi iletme gayreti içerisinde bulunduk. Bu ziyaretlerin dönüşündeki değerlendirmelerimizde de sorun ve çözüm önerilerimizi yetkililere iyi bir aktarabildik mi, yeteri kadar duyarlılık oluşturabildik mi, aktaramadığımız hususlar kaldı mı gibi içsel sorularla duyarlılığımızın ve sorumluk duygumuzun muhasebesini yapmayı sürdürdük. Öğretim üyelerimiz ve bürokratlarımızla çeşitli platformlarda yaptığımız görüşmelerde, 5018 Sayılı Kanunun beş yıllık bir uygulama sürecinden sonra akademik anlamda da değerlendirilmesinin gerektiğini ve bu değerlendirmenin çok yararlı olacağını düşündük. Düşüncemizin; Maliye Bakanlığı, Sayıştay, DPT kurumlarında da kabul görmesi bizi heveslendirdi, güç ve sorumluluk verdi, heyecanlandırdı. Dolayısıyla bu toplantının gerçekleşmesinde Sayıştay Başkanımız Sayın Recai Akyel’ in, Maliye Müşteşarımızın, BÜMKO Genel Müdürümüzün çok katkısı oldu. Ayrıca Sayın Maliye Bakanımızı da davet ettik. Ama programı uymadı. Geçmişte Sayıştay Başkanlığı yapmış olan Milli Savunma Bakanımız Sayın Vecdi Gönül’ün katılma konusunda istekleri oldu. Ancak programları uymadı. Sempozyum düzenleme fikrimizi Sayın Naci Ağbal, Sayın İlhan Hatipoğlu ve Sayın İsa Coşkun, başından itibaren samimiyetle destekleyerek bizi çok yüreklendirdiler. Böylece bu sempozyumu düzenledik. * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 223 Gerçek anlamda hem akademik tarafın hem de bürokratik tarafın da istediği, bu kanunun doğru işletilebilmesi ve reformunun doğru gerçekleşebilmesi için konuya eleştirel bakış açısıyla yaklaşabilecek bir toplantı düzenlenmesiydi. Konu başlıklarını, biraz “obur” diye tarif edebileceğim şekilde, çok geniş tuttuğumuzun farkındayız. Ama ilk kez akademik bir ortamda tüm akademisyenlerle, bütün Türkiye’deki üniversitelerin temsilcileriyle ve bürokratlarla birlikte değerlendirdiğimiz için kanunun önemli başlıklarının hepsine yer vermek istedik. Bu yüzden başlıkları biraz yoğun olan bir sempozyum olduğunun farkındayız. Bu yoğunluk sebebi ile bağışlanmayı diliyorum. Sizi çok yorduğumuzu biliyoruz. Ancak bundan sonraki, toplantıları daha özel başlıklarda yaparak, konuları derinleştirirken yoğunluğu azaltacağımıza da inanıyoruz. Sayın Eyüp Kızılkaya az önce daha özel başlıklarla daha sık toplantı yapılmasının altını çizdi. Biz de, dün akşam arkadaşlarımla yaptığımız değerlendirmede, bu tür toplantıların daha küçük ölçekte farklı konu başlıklarında daha sık toplantılar halinde tekrarlanması için planlama yapmaya başladık bile. Ben bu son oturuma kadar bizimle birlikte olduğunuz için, büyük bir istek ve dikkatle hem akademik anlamda hem de bürokratik anlamda da çok yüksek bir katılım sağladığınız için hepinize çok teşekkür etmek istiyorum. Ege Üniversitesi, 5018 Sayılı Kanunu, metinsel ve şekilsel bir Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Kanunu olarak değil, stratejik bir yönetim anlayışı ile ele alan bir noktaya gelmiştir. Biz bu noktadan bakıyoruz. Gerçekten, yönetim anlamında kültür ve davranış değişikliği için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. 2012’nin sonuna kadar mevcut bir stratejik planımız var. Onu yeniden düzenlemek ve 2012-2016 planlamasını yapmak üzere toplantılarımızı başlattık. Tüm paydaşlarımızla birlikte çalıştaylar yapıyoruz. Buradan aldığımız eleştiri ve sonuçlarla çok daha farklı bir boyuta getirebileceğimize inanıyoruz. Eksik kaldığımız yerlere, bundan sonraki toplantılarla devam etmeye çalışacağız. Bize bu kanunun Üniversitem adına getirdiği nedir diye sorulursa, bütün o mali ve yönetsel ayrıntılar dışında başka bir şey söylemek istiyorum. Tıp dünyasında, bir ilacın bir ürün haline gelmesi için 25 yıl bekleriz. Hammadde, bütün öngörüler, tasarımlar, uygulamalar, denemeler, ürün sonrası denemeler, ülkeler bazındaki denemeler sonucunda ürün “bir ilaç” olarak ruhsat alır. Tüm kurumlar, uluslararası dış denetçiler, çıkar ilişkisi olmayan bir denetleme kurulu tarafından onaylanır ve ürün olarak rafa gelir. Ancak biz onu reçete olarak kullanmaya başladığımızda daha önce çalışılmış olmasına rağmen, öngörülere rağmen, bazı konularda inanılmaz başka etkiler görürüz. Bu etkiler, bir süre sonra -bazı ilaçların altı ay, bir yıl sonra- ya raftan geri çekilmesine ya da kullanılmaması kararlarına veya onun yanına başka ilaçlar eklenmesine, kendi içeriğinde ya da birlikte kullanılmasına sebep olarak başka boyutlara doğru gider. Biz buna “post-marketing” etki diyoruz. 5018 için de sanırım böyle bir etkiyi birlikte tartışmış olduk. Biz bunun içinden kendi adımıza çok şeyler çıkardık ve bu süreç içerisinde Ege Üniversitesi stratejik olarak nerelere odaklanması gerektiği konusunu yeniden ele almış oldu. Akademisyenliğin verdiği özgürlükle, genellikle bilimsel temelli olan enerjilerimizi daha bütüncül, daha toplumsal beklentilere dönük, güncel sorunları çözme odaklı alanlara dönüştürme gayreti içine girdik ve Ege Üniversitesi olarak birikimimizi, deneyimlerimizi dikkate alarak, kamu kaynaklarını daha verimli, yerinde, ekonomik, hesap verebilir ve saydam biçimde gerçekten doğru ve etkin kullanabilmek adına kendimize 5-6 kümelenme başlığı seçtik. O başlıklar içinde güçlü olduğumuz yanları ortaya çıkarttık, ileri tarım uygulamaları, havacılık, yenilenebilir enerji teknolojileri, tekstil, biyomedikal çıktılı sağlık konusu ve Türkiye’de bir ilk olmak üzere, ilaç anlamına gelebilecek bir ürün üretme konusu, bütün Üniversitemizin odaklandığı başlıklar haline gelmeye başladı. Havacılık teknolojisi konusunda, yaptığımız bütün araştırmalarla nitelikli ara eleman geresinimi konusundaki eksiği fark ederek bunu kapatma noktasına odaklandık. Başardığımız noktalardan birisi buydu. Ege Üniversitesi’nin kuruluşundaki ilk fakülte, Ziraat Fakültesi’dir. İyi tarım uygulamaları ve tohumculuk konusunda deneyimi çok yüksektir ve şimdi KKTC, Endonezya ve Gürcistan’dan iyi tarım uygulamaları konusunda ortak projeler ve program önderliği yapmak 224 üzerede protokollerimizi imzalamak üzereyiz. Dolayısıyla, bilgi yönetim sistemlerini kullanarak kendimizi iyi bir noktaya getirmeye çalışıyoruz. 5018 konusundaki son değerlendirmeler için konuşmacılarımızı davet ediyorum. Prof. Dr. Sayın Atilla Sezgin şu anda bir akademisyen ve İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektörü olarak yanımızda. Ama geçmişte, Maliye Bakanlığı’nda ve YÖK’te çalışmış olması nedeniyle bu son oturumda akademik açıdan değerlendirmelerini çok farklı bir noktadan paylaşacağına inanıyorum. Maliye Bakanlığı’ndan en üst düzeyde Genel Müdürümüz Sayın İlhan Hatipoğlu bu konuda son değerlendirmeleri yapacaklar. Sayıştay Başkan Yardımcımız Sayın Erol Akbulut yine hem yasa hem de sempozyum ile ilgili değerlendirmelerini bizimle paylaşacaklar ve Doç. Dr. Sayın Hakan Yılmaz bu sürecin içinde “mutfakta” çalışanlardan birisi olarak, akademinin zorluklarını ve önümüzde açılması gerekenleri başka bir boyutta bizimle paylaşacak. Oturumun sonunda tekrar zaman almamak adına, bu program için emeği geçen ve deneyim paylaşımında bulunan bizi geliştiren herkese sonsuz teşekkürler ediyorum. Tüm konuşmacılar adımla hitap ederek bana teşekkür ettiler. Herkese şahsım adına öncelikle teşekkür ediyorum ama teşekkürleri tüm Ege Üniversitesi Ailesi adına alıyorum. Ben bu teşekkürü İktisadi ve İdari Bilimler Dekanımız Sayın Haluk Soyuer’in şahsında tüm fakülte çalışanlarımız için aldım. Ben bu teşekkürü Strateji Geliştirme Başkanımız Sayın Ahmet Acar’ın şahsında tüm Strateji Geliştirme Daire Başkanlığımız için aldım ve ben bu teşekkürü Halkla İlişkiler Müdürümüz Sayın Özlem Arınık Topuz’un şahsında kongre sekretaryamızdaki tüm çalışanlar adına aldım. Katılım ve katkılarınızla bizi çok onurlandırdınız, çok mutlu ettiniz. Hepinize içtenlikle şükranlarımı sunuyorum. Biliyorum ki bu sonuçların bir rapor halinde yayınlanması gerekir. Biz bu toplantıyı ve sonuçlarını bir kitap haline getireceğiz ve bu kitabı tüm kamuoyu ile paylaşacağız. Böylelikle sempozyumundeğerlerinin ve sonuçlarının bir kitap halinde kurumsallaşmasına katkıda bulunacağız. Bundan sonra daha küçük daha etkin toplantılarla, bu ilişkileri devam ettireceğimizi söylemek istiyorum. Sayın Türker Susmuş, kamu zararı konusunda üniversiteler için çok önemli olan bir konuyu sınav kağıdına benzetti. Sanıyorum bu konuda biraz daha farklı yani bizim hekimlik deyimiyle “empati” yaparak masanın karşısına geçip orda hissederek bir şeyler yaparsak ülkemizin hedeflediğimiz noktalara uçmaması için bir neden yoktur. Hepinize gerçekten tekrar teşekkür ediyorum, saygılarımı ve şükranlarımı sunuyorum ve ilk konuşmayı Sayın Atilla Sezgin’e vermek istiyorum. 225 Prof. Dr. Attila SEZGİN İzmir Ekonomi Üniversitesi Sayın Rektörüm, değerli katılımcılar, böyle bir sempozyum düzenlemiş olduğunuz için ben de size teşekkür ediyorum.Böyle bir sempozyumun İzmir’de köklü bir üniversitemizde düzenlenmiş olması, bize de ayrı bir güç ve onur veriyor. HESAP VERİLEBİLİRLİK VE ÖZERKLİK DENGESİ’nin ÜNİVERSİTELER AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Kanunu’nun beraberinde getirdiği reform niteliğindeki düzenlemeler onlarca kurumun işleyişini etkileyecektir. Görevim ve uzmanlık alanım itibariyle, konuyu üniversitelerin yönetimi açısından incelemeye çalışacağım. Yükseköğretim sisteminde yeni eğilimler ve beklentilerdeki gelişmeler incelendiğinde aşağıdaki trendlerin hem ülkemizde hem de dünyada yüksek öğretime yön verdiği görülür (Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi (2007). • Yükseköğretimde Yığınlaşma (Massification) • Yükseköğretimin Küreselleşmesi (Internationalisation) • Yükseköğretimin Finansmanı • Yükseköğretimde Özelleşme • Üniversite Özerkliği (Autonomy) ve Hesap Verilebilirlik (Accountability) • Yükseköğretimde Kalite Güvencesi ve Akreditasyon • Yükseköğretimin Yönetimi/Yönetişimi (Governance) Yukarıda belirtilen trendler incelendiğinde, yığınlaşmanın gelir düzeyinde yükselme başta olmak üzere pek çok gelişmenin sonucunda, yüksek öğretime olan talep artışıyla birlikte ortaya çıktığı görümektedir. Küreselleşmenin etkisi ise ülkemizdeki üniversitelerde kendini uluslararasılaşma stratejisiyle göstermektedir. Eskiden öğretim üyeleri ile sınırlı olan uluslararası alandaki hareketlilik, günümüzde öğrencileri de kapsamakta ve giderek yaygınlaşmaktadır. Yükseköğretimin finansmanı yukarıda belirtilen konuların arasında belki de en en kritik olanıdır. Tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, kaynakların giderek kıtlaşması nedeniyle, üniversitelere bütçeden ayrılan paylar giderek düşmekte ve üniversiteler finansman ihtiyaçları için farklı alternatifler geliştirmek için çaba sarfetmektedirler. Diğer bir trend olan özelleşme, dünya genelinde, devlet üniversitelerinin hakim olduğu ülkelerde dahi etkisini göstermektedir. Bu ülkelerde öğrenci harçları artmakta, pek çok ülkede devlet ve vakıf üniversiterlerinin yanı sıra kar amacı güden özel üniversiteler de yaygınlaşmaktadır. Ülkemizde de yapılması beklenen anayasa değişikliği ile özel ünviversietelerin açılmasına yakın bir zamanda izin verileceği ön görülmektedir. Yükseköğretimde kalite güvencesi ve akreditasyon giderek önemi artan konular arasında yerini almakta ve ülkemizde pek çok üniversite bağımsız denetim kuruluşları tarafından akreditasyon almaya ve kalitelerini artırmaya yönelik çalışmalar yürütmektedir. Yönetişim de üniversitelerin nasıl bir model ile yönetilmeleri gerektiği sorusunu gündeme getiren, yine önemli bir trend olarak karşımıza çıkmaktadır. Sempozyumun konusu ile doğrudan bağlantılı olan, yükseköğretimi şekillendiren trendler ise; “Özerklik” ve “Hesap Verilebilirlik”’tir. Avrupa Komisyonu 2006 yılında yayınladığı “Delivering on the Modernisation 226 Agenda for Universities: Education, Research and Innovation” isimli raporunda, üniversitelerin daha fazla özerklik ve hesap verilebilirlik ile yapılandırılandırılmasını öncelikleri arasında göstermektedir. Bilindiği üzere, üniversiteden beklenen yaratıcılık, küçük çıkarlara hapsolmamak, uzun erimli bakış açıları geliştirebilme gibi niteliklerin gerçekleşebilmesi, büyük ölçüde bu kuruluşların özerk olmasına bağlıdır. Ülkeler, genellikle üniversitelerinin özerk olduğu iddiasında oldukları için bir üniversitenin gerçekten özerk olup olmadığının değerlendirebilmesi somut özerklik kıstaslarına dayandırılmalıdır. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak, OECD üniversite özerkliğini aşağıda özetlenen 8 ölçütle tanımlamaktadır: • Gayri menkul ve diğer donanımların mülkiyetine sahip olabilmek, • Borçlanarak fon yaratabilmek, • Yaratılan kaynakları, kendi amaçları doğrultusunda bağımsız harcayabilmek, • Akademik program ve ders içeriklerini belirleyebilmek, • Akademik personelin işe alınmasına ve işten çıkarılmasına karar verebilmek, • Çalışanların ücretlerini belirleyebilmek, • Öğrenci kontenjanlarını belirleyebilmek, • Öğrenci harçlarını (tuition fee) belirleyebilmek. Görüldüğü gibi, üniversite özerkliğini tanımlayan bu sekiz ölçütten; beşi mali, ikisi akademik,biri ise idari özerkliğe ilişkindir. Dolayısıyla, üniversite özekliği, büyük oranda, mali özerklik ile ilişkilendirilmektedir. Üniversite özerkliğini hayata geçirmek isteyen kamu; mali konularda desteğini azaltıp, üniversitelerin özerkliklerini genişletmekte, idari ve akademik konularda yönetim ve denetim görevlerini Yükseköğretim Kurumu (YÖK) gibi ara kurullara (buffer bodies) devretmek istemektedir. Bu sistemin hayata geçirilebilmesinde, hesap verilebilirlik (accountability) sistemlerinin uygulanması önem arz etmektedir. Hesap verilebilirlik, bir kurumdaki görevlilerin yetki ve sorumluluklarının kullanılmasına ilişkin olarak ilgili kişilere karşı cevap verebilir olma, bunlara yönelik eleştiri ve talepleri dikkate alarak bu yönde hareket etme ve bir başarısızlık, yetersizlik ya da hilekarlık durumunda sorumluluğu üzerine alma gerekliliğidir. Bu açıdan bakıldığında, hesap verilebilirlik, yöneticilere bazı görev ve vazifelerini yerine getirmeleri ve vazifeleriyle ilgili kural ve standartlara uymaları konusunda bir takım sorumluluklar yükleme anlamına gelmektedir. Hesap verilebilirlik sisteminin uygulanabilmesi bir takım gereklilikleri doğurmaktadır. Bu gereklilikler; iç kontrol sisteminin devam ettirilmesi ve belirli aralıklarla gözden geçirilmesi, iç denetim yoluyla düzenli izleme, belirli aralıklarla şeffaf ve açık bir mali raporlama ve gözden geçirme, bağımsız bir denetim komitesi tarafından denetim yapılması olarak belirtilmektedir (Samsun, 2002). Üniversite yönetimi açısından bakıldığında, hesap verilebilirlik, dekan, rektör gibi yönetim pozisyonlarının kendi istekleri doğrultusunda karar vermelerini sınırlandırmakta ve kararlarının sonuçlarının üniversitenin tüm paydaşları açısından değerlendirilmesi zorunluluğunu getirmektedir. Hesap verilebilirlik, iç ve dış hesap verilebilirlik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Üniversitelerde, iç hesap verilebilirlik; üniversitenin misyonunu gerçekleştirmede kendi kendine sorumlu olması anlamına gelirken, dış hesap verilebilirlik kendi içinde yukarı ve aşağı doğru hesap verilebilirlik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yukarı doğru hesap verilebilirlik; üniversitenin YÖK gibi ara kurumlara ve devlete karşı sorumluluğuna işaret ederken, aşağı doğru hesap verilebilirlik üniversitenin en önemli paydaş grubu olan öğrencilerine karşı sorumluluğunu ifade etmektedir. Uygulamaya bakıldığında, yönetimlerin daha çok yukarı doğru hesap verilebilirliğe odaklandığı görülmektedir. Yukarı doğru hesap verilebilirliğin gereği gibi uygulanabilmesi için uygulamada sıklıkla karşılaşılan miyopluklardan kaçınılması gerekmektedir. Yukarı doğru hesap verilebilirlik uygulamalarında sık karşılaşılan miyopluklar; ayrıntılara gereğinden fazla odaklanarak tüm hesap verilebilirlik sistemini gözden kaçırmak, misyonunu gerçekleştirmek yerine, fon sağlayan kurum ve kuruluşlar ile daha çok dış 227 paydaşlara odaklanmak olarak belirtilmektedir. Üniversiteler açısından konuyu ele aldığımızda, eğitim ve araştırma kalitesini artırmaya zaman ayırmak yerine dış paydaşlar için değerlendirmeler hazırlamaya zaman ayırmak, aksiyon yerine analize odaklanmak, hesap verilebilirliği sadece kurallara dayalı operasyonel bir davranış olarak değerlendirmek ve kısa vadeli çıktılara odaklanmak yukarı doğru hesap verilebilirlik ile ilgili miyopluklar olarak ortaya çıkmaktadır (Ebrahim, 2005). Söz konusu miyopluklar, kalıcı davranış değişiklikleri ile sonuçlanmadığı ve dolayısıyla, örgütsel öğrenme gerçekleşmediği için üniversitelerin toplumsal gelişim ve değişimi gözden kaçırmalarına yol açmaktadır. Halbuki, hesap verilebilirlik sisteminde örgütsel öğrenme, dış ve iç hesap verilebilirlik arasındaki denge ile sürece odaklı değerlendirme büyük önem taşımaktadır. Sonuç itibariyle, özerklik ve hesap verilebilirlik arasındaki dengenin gözetilmesi birbiri ile bağlantılı, cevaplanması gereken birtakım sorular ortaya çıkarmaktadır; • Üniversitenin inisiyatifine bırakılacak yönetim kontrol alanları neler olmalıdır? • Kamu yararının gözetilmesi için hesap verilebilirlik sistemine eklenmesi gereken yeni boyutlar nelerdir? • Üniversitelerin bünyesindeki mevcut yönetim sistemleri, daha fazla özerklik ve daha fazla hesap verilebilirlik taleplerine cevap verebilmek üzere nasıl bir değişim sürecinden geçmelidir? Üniversitelerin yukarıda belirtilen sorulara yönelik çözüm arayışlarında, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Denetimi Kanunu’nun beraberinde getirdiği reform niteliğindeki düzenlemelerin doğru uygulamalarla desteklenerek önemli ölçüde katkı yapacağı düşünülmektedir. Yukarıda değinilen, hesap verilebilirlik ve özerklik ile ilgili hususların hayata geçirilmesinde temel unsur, bu kavramların bütçe yönetimi ile ilgili reformlarla bütünleştirilmesidir. Bu konu, “Kamu Mali Yönetimi Reformunda Strateji Geliştirme Birimleri” isimli makalede Başbakanlık Uzmanı İbrahim Akdeniz tarafından ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir. Akdeniz, makalesinde, 2009 yılı Kamu İdareleri Strateji Geliştirme Birimleri Anketinin sonuçlarını irdelemiştir ve Strateji Geliştirme Birimleri (SGB) ile ilgili birtakım değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu doğrultuda, SGB’lerin stratejik planlama, performans ve yönetim gibi katma değer içeren faaliyetlerden çok rutin işlere mesai harcadıkları tespiti yapılmıştır. Buna ek olarak, SGB’lerin ana işlevleri ile ilgili bir kavram kargaşası yaşadıkları ve aralarında önemli görev çakışmaları oldukları belirtilmiştir. Mevcut durumda, SGB’lerin değişime ve gelişime kapalı, sürdürülebilirlikten uzak bir yapıda hareket ettikleri söylenebilir. Bunun en önemli nedeni, SGB’lerde çalışan personelin eğitimine gereken ağırlık verilmemesi ve sonuç olarak nitelik ve nicelik olarak eksik personelle faaliyetlerine devam etmeleridir. 2009 yılı Kamu İdareleri Strateji Geliştirme Birimleri Anketinde de SGB personelinin özellikle iç kontrol konusunda eğitim alma talepleri olduğu görülmüştür. Ancak, SGB personelinin eğitim ihtiyacını sadece iç kontrol gibi konularla sınırlandırmak hatalı olacaktır. Günümüzde SGB’lerin üstelenmesi beklenen rol ve yapılan reformlar göz önüne alındığında, strateji ve performans geliştirme gibi kavramlarda da eğitim ihtiyaçları olduğu açıkça görülmektedir. Akdeniz (2010) SGB’lerin, Araştırma Planlama Koordinasyon (APK) ve Bütçe Dairesi Başkanlıkları’nın devamı olduğu yönündeki algıya değinmektedir. APK’lar, Kamu’da kızak yeri olarak tabir edilen, hükümet değişimi ile belli kamu kurumlarından gönderilmek istenen personelin görevlendirildiği kurumlardı. SGB’lerin APK’ların devamı olarak algılanması kamu reformları açısından son derece tehlikeli bir durum teşkil etmektedir. Böylesine önemli reformların, kızağa çekilmiş, bilgi becerileri güncel olmayan personel ile yapılmaya çalışılması reformları çıkmaza sokabilecektir. Maliye Bakanlığı’nın bu konuda önlem alması gerekmektedir. Bu noktada, 1968’lerin sonunda, US Agency for International Development (USAID)’nin desteği ile yürütülen, Planning Programing Budgeting System (PPBS) çalışmalarının hatırlatılmasında yarar görmekteyim. Maliye Bakanlığı’nda “Program Bütçe Çalışması” adıyla yürütülen bu çalışmalar, gereken 228 reformlar zamanında uygulanamadığı için 1970’lerde klasik bütçe çalışmalarının içinde kayboldu ve sürdürülebilir bir etki sağlayamadı. Kamu yönetiminde reformların sürdürülebilir bir etki sağlayacak şekilde yapılamamasının en temel nedeninin stratejik yönetim eksikliği olduğu söylenebilir. Bir işletme yönetimi tekniği olan stratejik yönetim kamu yönetimine adapte edilmelidir. Ancak, büyük ve gelişmiş işletmelerin dahi uygulamada zorlandığı bu tekniğin kamuda uygulanması kolay değildir. İç ve dış çevrenin analizi, bunlara bağlı misyon, vizyon, uzun vadeli amaçlar ve temel ilkelerin oluşturulmasıyla başlayan stratejik yönetim süreci, bunları destekleyecek programların, bütçe ve prosedürlerin hayata geçirilmesiyle uygulanır. Değerlendirme sürecinde ise performans sonuçları amaçlarla kıyaslanır ve sürecin ne derece başarılı olduğu görülür. Performans değerlendirmesi sürecin bir sonraki dönemde daha başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için önemli geri bildirimler sağlamaktadır. Stratejik yönetim süreci incelendiğinde, bu tekniğin SGB’ler tarafından uygulanmasının, kamudaki reformların sürdürülebilir olması açısından önemi görülür. Ancak, bunun bir yönetim süreci olduğu ve birbirini izleyen politikalar ile uzun vadeli hedeflere ulaşmak için kullanılması gerektiği unutulmamalıdır. Diğer bir deyişle, sadece bir takım prosedürler çıkararak, reformların uygulanmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Kamuda stratejik yönetim sürecinin uygulanmasında karşılaşılan diğer bir zorluk ise, üretilen çıktıların somut olmaması ile ilgilidir. Genel İdare Kuruluşları gibi, amaçları ve ürettiği hizmetler, somut ve ölçülebilir olmayan kurumlarda bu sürecin uygulanması oldukça zor görünmektedir. Dolayısı ile Maliye Bakanlığı’nın oldukça zor bir sürecin içine girdiğini söyleyebilirim. ÖNERİLER Yukarıda da belirtildiği üzere, kamunun reformları sürdürülebilir kılmasının yolu stratejik yönetimin kamuda başarılı bir şekilde uygulanmasından geçmektedir. Stratejik yönetim sisteminin başarılı bir şekilde yürütülebilmesi için birtakım gereklilikler vardır. Bunlardan ilki, üst yönetimin stratejik yönetim sürecini, misyon, vizyon ve uzun vadeli amaçları benimsemesi ve her bir adımı desteklemesidir. Bunun için ise, o kurumun üst yönetiminin planın uygulanması ile ilgili bütçe ve program kararlarını verebilecek yetkiye sahip olması gerekmektedir. Bu durum bizi torba bütçe uygulamasına götürmektedir. Torba bütçe uygulamasında, o kuruma hedefleri ve faaliyetleri çerçevesinde ihtiyaç duyacağı toplam bütçe verilir ve kurumun üst yönetimi bütçeyi hangi kalemler için kullanacağına kendisi karar verir. Bu uygulama, Dünya Bankası projesi olarak 1999-2000 yılları arasında YÖK tarafından seçilen pilot üniversiteler için uygulanmış ancak sürekliliği sağlanamamıştır. Yasanın belirlediği 1, 2, 3, 4 sayılı cetvellere göre yapılan sınıflamada; 1 sayılı cetvelde genel idare kuruluşları, 2 sayılı cetvelde özel bütçeli idareler (üniversiteler, Savunma Sanayi Müsteşarlığı vb.), 3 sayılı cetvelde düzenleyici kuruluşlar (Radyo Televizyon Kurumu, Kamu İhale Kurumu) ve 4 sayılı cetvelde sosyal güvenlik kurumları yer almaktadır. Hem Maliye Bakanlığı’nın kendi yükünü azaltması hem de kamuda stratejik yönetimin uygulanabilmesi için 1 sayılı cetvel haricindeki tüm kamu kuruluşlarında torba bütçe uygulamasına geçilmelidir. Bu kurumlara gereken eğitimler verilmeli ve sıkı bir şekilde denetlenmeleri sağlanmalıdır. Ancak, bütçeyi nasıl kullanacaklarına kendileri karar verebilmelidir. 1 sayılı cetvelde yer alan genel idare kuruluşlarına ise değişime ve gelişime ayak uydurabilmeleri için düzenli eğitimler verilmelidir. Stratejik yönetimin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için gereken 2. husus ise katılımcılıktır. Stratejik yönetim süreci sadece üst yönetimin katılımı ile sınırlı olmamalı, tüm hiyerarşik kademelerin sürece katılımı sağlanmalıdır. Aksi takdirde, planı sabote ederek ya da gereken desteği göstermeyerek planın doğru bir biçimde uygulanmasını engellerler. 229 Yukarıda da belirtildiği üzere, düzenli verilecek eğitimler bu süreçte oldukça önemlidir. Maliye Bakanlığı’nın bir eğitim birimi kurması ve yurt içi ve yurt dışından uzmanların danışmanlığında eğitim programları hazırlanması ve düzenli olarak uygulanması gerekmektedir. Yukarıda belirtilen; stratejik yönetime geçiş, torba bütçe uygulaması ve eğitim biriminin kurulması önerileri hayata geçirilmediği takdirde, yapılan reformların sürdürülebilir olmayacağı ve önümüzdeki 3-5 yıl gibi kısa bir sürede işlemeyeceği endişesini taşıyorum. Ancak, yapılan reformların önemi göz önüne alındığında, umudum yukarıdaki önerilerin bir an önce uygulanması yönündedir. KAYNAKLAR Akdeniz, İ. 2010. Kamu Mali Yönetimi Reformunda Strateji Geliştirme Birimleri. Maliye Dergisi, 159:463-475. Ebrahim, A. 2005. Accountability Myopia:Losing Sight of Organizational Learning. Nonprofit and Voluntary Sector Quarterly, 34(1): 56-87. Samsun, N. 2002. Hesap verebilirlik ve iyi yönetişim. Yayınlanmamış çalışma. http://www.deu.edu.tr/userweb/hilmi.coban/ hesap%20verebilirlik.pdf Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi. 2007. Yüksek Öğretim Kurumu, Ankara. No: 2007-1. 230 Erol AKBULUT Sayıştay Başkan Yardımcısı Sayın Başkan, çok değerli dinleyiciler hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. Ben değerlendirmeme dün konuşmamı bıraktığım yerden başlamak istiyorum. O konu şuydu; Avrupa Birliği uygulamaları açısından yüksek denetimin gerçek anlamda işlevlerini tam olarak yapabilmesi için uluslararası standartların barındırması gereken unsurların neler olduğunu söylemiştim ve son slaytımı zamanım dolduğu için yarım bırakmak durumunda kaldım. Kanunumuzda karşılığı olan maddeleri vermeye çalışacaktım ama orada kaldı. Aslında bizim 6085 sayılı kanunla birlikte ne uluslararası standartlar anlamında ne de Avrupa Birliği süreci adına herhangi bir eksikliğimiz yok. Ancak bir noktada eksiklik var. Bu, uluslararası standartlar anlamında Sayıştay kanununa atfediliyor ama aslında doğrudan Sayıştay kanununu ilgilendiren bir husus değil. Ben söyledikten sonra siz de bana hak vereceksiniz. Çünkü bizim hukuk yapımız ve sistematiğimiz içerisinde bu doğrudan Sayıştay kanununu ilgilendiren bir husus değil. O da şu, şimdi öncelikle ben Kamu Mali Yönetim Sistemini naçizane bir çembere benzetiyorum. Bu çemberin dört tane ayağı var. Bu ayaklardan her birinin mutlaka en iyi şekilde dizaynedilmesi ve tabi bir araya getirilerek çemberin tamamlanması gerekiyor. Burada herhangi bir eksiklik ister istemez sistemin de eksikliğini beraberinde getiriyor ve dolayısıyla sistemin çalışması da mümkün değil. Bu anlamda baktığımızda, Türk Kamu Mali Yönetim Sistemi’nin öncelikle tamamlanabilmesi için unsurlar şöyledir. Birincisi, sistemin anayasası olarak da ifade ettiğimiz temelde sistemi genel olarak düzenleyen bir kanuna sahip olmamız gerekiyor. Bu husus 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ile dizayn edilmiş durumdadır. İkincisi, kuruldan bu sistemin bağımsız bir denetim organı tarafından denetlenmesi gerekiyor. Bunu da tabi Sayıştay yapacaktır. Bu hususu hem uluslararası standartlar hem de 5018 Sayılı Kanunumuz öngörüyor. Üçüncü aşamada ise hem bütçe hakkının hem de hesap verme sorumluluğunun yerine getirilmesinin doğal bir sonucu olarak parlamentomuzun bu noktada devreye girmesi gerekiyor. Yani Sayıştay’ın ürettiği raporları doğrudan inceleyecek bir özerk komisyonun olması gerekir. Bunun tabi uluslararası standartlar anlamındaki önemini çok iyi biliyoruz. Bununla ilgili olarak, kanunumuzun çıkması aşamasında gerekli girişimlerde bulunduk. Sağ olsunlar plan bütçe komisyonundaki bütün milletvekilleri, muhalefetiyle iktidarıyla, hepsi bu işi kabul ettiler ve kanunumuza geçici bir madde koyduk, o da birinci maddeydi, oy birliği ile kabul edilen madde. Ama genel kurulda görüşülmesi aşamasında maalesef bir önerge ile bu madde de çıkarıldı. Böyle olunca sistemin üçüncü ayağı şimdi boş kalmış durumdadır. Dördüncü ayak, izleme ayağı, bu da tabi çoğunlukla Sayıştay’a düşen görev ama parlamentoyla beraber yöneteceği bir görevdir. Dolayısıyla, sisteme baktığımızda, sistemin bugün için iki ayağı var. Yani 5018 Sayılı Kanun sistemi kuruluyor ama onun denetimini yapacak olan Sayıştay Kanunu yeni çıktı. 2006’dan bu tarafa bakarsak, 5 yıllık bir gecikmeyle bu kanun ancak çıkabildi. 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu’nun kontrol kısmı şu ana kadar yoktu. Kamu mali yönetimi kontrol olmadan çalışıyordu. Dolayısıyla bu kanunun bütün unsurlarıyla çalıştığını, faaliyette olduğunu söylememiz mümkün değildir. Sistem bir bütün olarak çalışmaya başlamadığı için sistemin uygulanmasında da aksaklıkların eksikliklerin olacağı da doğal bir sonuçtur. Bu bakımdan, uygulamada birçok konuda aksamaların olabileceğini baştan biliyoruz ama kanunumuz çıkmadığı için resmi denetimler de yapamadığımız için tabi şu ya da bu konuda doğrudan * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 231 eksiklikleri, yanlışlıkları bilimsel olarak ya da hukuki yetkiye dayalı olarak ifade etmemiz mümkün olmuyor. Ama bunları sizlerle birlikte bizlerin de izlediği, görebildiği kadarıyla bazı eksiklikler var. Ama yönetim ayağı şu ana kadar gerçekten takdire şayan olabilecek bir şekilde çalışmalarını yürüttü. Bu bakımdan aslında bu konudaki aktörlere, yani özellikle Maliye Bakanlığı’na, Devlet Planlama Teşkilatı’na ve diğer kuruluşlara, akademisyenlere teşekkür ediyoruz. Ama sistem tamamlanmadan bu eksiklikler mutlaka devam edecektir. Dolayısıyla bu sistemi tam olarak eleştirebilme şansına da sahip olamayacağız. Çünkü, sistem tam olacak ki o sistemi daha global olarak, makro olarak değerlendirme şansına sahip olabilelim. Şimdi bu noktadan hareketle, açılış konuşmaları ve sonraki değerli konuşmacıların konuşmalarından alabildiğim kadarıyla konuyla ilgili olarak hangi hususlarda eksiklik olabileceğini ve neler yapılması gerektiği hususlarının da aslında doğrudan Sayıştay’a iletilmesi gerekir. Açılış konuşmasında Sayın Ağbal dedi ki “Kamuoyunun sistem ile ilgili tepkileri çok zayıf.” Halbuki onların tepkileri olursa sistem daha güçlenecek, oysa bunun güçlenebilmesi için doğal olarak Sayıştay’ın devreye girmesi, tespit yapması, raporlarını kamuoyuna açıklaması lazım. Hatta bu raporlar içerisinden hangilerinin daha önemli olduğunu zaten kamuoyu kendisi görecektir ve başta basın olmak üzere bu hususlara gerekli tepkileri gösterecektir. Tabi bu raporların kamuoyuna sunuluşu da Sayıştay’ın doğrudan görevleri arasındadır. Yine dendi ki, örneğin “stratejik planlar bugün yapılıyor ama yapıldığı ile kalıyor, uygulanmıyor.“ Bu doğaldır, çünkü biri gelip bu planların neden yapıldığını, neden uygulanmadığını sormuyor. Bilimsel olarak ve dış denetçi gözüyle bunların değerlendirilmesi ve uygulayıcılara sorulması gerekir ki o kişiler de bu planların öyle sıradan planlar olmadığını, kendilerine bir şekilde sorulacağını bilsinler. Bildikleri takdirde, bugüne göre daha fazla bu planların uygulanmasına, yani stratejik yönetime ağırlık verilmesini beklememiz pek hayal gibi görünmüyor. Aynı şeyi faaliyet raporları için de söyleyebiliriz. Yani faaliyet raporları Sayıştay’a da geliyor, biz tabi meclise göndermiyoruz bunları çünkü faaliyet raporlarını doğrudan meclise göndermek zorunda değiliz. Onu kurumlar meclise gönderecekler ama bizim göndereceğimiz esas rapor bu faaliyet raporları hakkındaki görüşleri belirten rapordur. Ama benim bu anlamda rapor üretebilmem için yeni kanunumuzun bize verdiği görev anlamında ve kurumsal anlamda kamu yönetiminin de denetimini içerecek şekilde denetimlerimi yapmış olmam gerekiyor. Bunlara bakabileyim, görebileyim ki faaliyet raporları hakkında görüş belirtebileyim. Aksi takdirde, eski sistemde olduğu gibi, ki halen beş yıldır da öyle devam ediyordu, sadece Sayıştay’ın yargı fonksiyonuna rapor üreten bir Sayıştay olarak, sadece muhasebe yetkilisinin bir diğer adıyla saymanın işlemlerinin denetimiyle uğraşan bir Sayıştay’ın doğal olarak faaliyet raporları hakkında görüş belirtmesi mümkün değildi ve olmadı da. Ümit ediyorum ki, bundan sonra bu anlamda bu raporlar da değerlendirilecektir. Sayın konuşmacıların da belirttiği gibi, faaliyet raporları gerçekten olması gerektiği gibi mi ya da orada olan bilgiler doğru mu, tabi bunlar eleştirilecek, irdelenecek ve gereken yerlere, parlamentoya ve kamuoyuna sunulacaktır. Hesap verme sorumluluğu çok önemli bir sistem tabi ki, 5018’in en önemli getirilerinden birisidir. İlk defa gelmiştir. Mali sorumluluğun üstünde bir kavramdır. Ama bu kavramın da işleyebilmesi için yine parlamentoda bahsettiğimiz anlamda bir komisyonun oluşturulması ve çalışıyor olması gereklidir. Aksi takdirde, bu sistem de çalışmayacaktır. Şu ana kadar da zaten çalışmadı. Tabi bütün bunlar iyi güzel, sistemler, 5018 sayılı kanun mükemmel diyemeyiz ama bugün için görebildiğimiz kadarıyla, gerek dünya uygulamaları gerek bizim uygulamalarımız, gelişmeler 5018 Sayılı Kanun bugün için Türkiye’nin kamu mali yönetimi anlamındaki ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir metin olarak görünüyor. Tabi uygulaması sonuç itibariyle insan unsuruna bağlıdır. Bir metin, bir kanun ne kadar güzel dizaynedilmiş olursa olsun onun uygulayıcısı olan insanlar eğer bunu anlamamışlarsa, inanmamışlarsa ya da bilgisizlerse gayet tabidir ki uygulama yanlış olacaktır. Ama burada tehlikeli olan şey, uygulama yanlış ama uygulamanın yanlış olmasının sorumluluğunu maalesef kanuna yüklüyoruz. Oysa kanunun bir suçu yok, kanun öyle söylemiyor ama uygulayıcılar yanlış uyguluyor. Sonuçta kanunu uygulamadığımız için, eski düşündüğümüz 232 gibi uyguladığımız için 5018 Sayılı Kanun 1050 Sayılı Kanunmuş gibi uygulanmaya devam ediliyor ve 1050 Sayılı Kanun uygulanırken bunun adı 5018 Sayılı Kanun uygulanmış oluyor ve başarısız bir kanun oluyor. Bir diğer önemli hususda, İnsan unsuru bakımından dendi ki performans yönetimi, denetimi ve performansın ölçülmesi özellikle personel bakımından, insan unsuru bakımından, bugünkü personel mevzuatlarımız buna müsait değil. Dolayısıyla bir özel sektördeki gibi insanların performanslarının ölçülerek hem parasal hem de görev verme bakımından değerlendirilmelerin yapılması mümkün değil gibi gözüküyor. Çünkü netice itibariyle bir personeli bir yerden alıp bir yere vermek o kadar kolay değil. Zannediyorum ki, sistem tamamlandıktan sonra kanun uygulandıkça personel mevzuatımızda - yine sizlerin çok iyi bildiği gibi - çok uzun zamandan beri değişiklikler düşünülmekte, üzerinde çalışılmakta ama bir türlü gerçekleştirilememektedir. Bu konuya karşı bakış açısı değişmeden, kanun da ne olursa olsun değişmez. Dolayısıyla bakış açısını değiştirmek konusunda görev Sayıştay olarak bize düşüyor. Çünkü kamu zararı deyince bu konuda tabi en çok ilgilenen kurum Sayıştay’dır. Ama bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor derken, Sayın Eski Başkanımız da burada, Sayıştay’da bir şeyleri değiştirmek o kadar kolay değil, işimiz zor ama buna çalışacağız, gayret edeceğiz. Bir diğer konu, bu soru bir kaç defa soruldu. Kanununuzda performans denetimlerinin sonuçları yani raporlar mali ve hukuki sonuç doğurmaz. Dolayısıyla baştan böyle söyleyince, bu performans denetimlerinin sonuçlarının etkili olmayacağı konusunda bir sav var. İlk bakışta doğrudur. Ama işin özüne indiğimizde, şunu göreceğiz; performans denetimleri, yapıları gereği mali sonuç doğurmaz. Yani kamu zararına gitmez. Sonuçta tavsiyelerdir, kamu yönetimi kalitesine artı değer katacak olan en önemli çalışmalardır. Bu anlamda yanlış bir düşünceye sebep olmaması için - zannediyorum baskılarda geldiği için - sayın milletvekilleri böyle bir cümleyi koymayı uygun gördüler. Ama biz şunu söylüyoruz; eğer zaten orda mali sorumluluk doğuracak bir unsur varsa tabi benim onları performans denetimleri içine almam gerekmiyor. Düzenleyeceğim başka raporlar var, örneğin en önemlisi bu anlamda yargılamaya esas raporlarımız var. Bu raporları almamız her zaman mümkündür. Yani yanlışlık varsa o yanlışlık mutlaka Sayıştay tarafından dile getirilebilecek yeterli unsurlara sahip olduğumuzu belirtmek isterim ama dediğim gibi performans denetimlerinin sonuçları mali sonuç doğurmaz. Doğurmaması gerekir çünkü bunlar tavsiyelerdir; bir nevi danışmanlık hizmetleridir. Bu hizmetin en etkin şekilde yerine getirilebilmesi için performans denetimlerinden yöneticilerimizin korkmamaları, ürkmemeleri tam tersine bunun kendilerine yardımcı olacak, danışmanlık yapacak bir hizmet olduğunun bilincinde olmaları gerekir. Hepinize tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. 233 İlhan HATİPOĞLU Maliye Bakanlığı BÜMKO Genel Müdürü Sayın katılımcılar, sempozyumun bu son gününde, son saatinde, son konuşmacı olarak değerlendirme yapma imkanı verdiği için Hocama ve sizlere de sabrınızdan dolayı teşekkür ediyorum. Bu oturumun ana başlığı Sempozyumun genel değerlendirilmesi ve sonuçları. İlk oturumdaki konuşmamı biraz daha açarak ve 2,5 günlük gözlemlerimden de hareketle bir konuyu değerlendirmek istiyorum. İlk günün birinci oturumda, Sempozyumun konusunun zamanlamasının ve katılımcılarının çok önemli olduğunu ifade etmiştim. Konu her zaman gündemimizde olan Kamu Mali Yönetimi ve Denetim. Eski Sayıştay Başkanımız Sayın Kamil MUTLUER hocamız konuşmasında; “Artık daha çok nasıl vergi alabiliriz değil, nasıl daha iyi harcama yapabiliriz konusuna yoğunlaşacak bir dönemdeyiz” diye ifade ettiler. Ben çok uzun yıllar vergi tarafında denetim elamanı ve yönetici sıfatıyla çalışmış bir kişi olarak vergi alanında da yapılacak daha çok iş olduğunu, özellikle kayıt dışı ekonomi ile mücadelenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama vergi alanında ne kadar çok mesafe alırsak alalım, harcama tarafında rasyonelleşmeyi sağlayamazsak başarılı bir Kamu Mali Yönetimi sağlamış olamayız. Olayın bütüncülüğünü bu şekilde vurgulamak gerekiyor. Topladığımız her bir kuruş verginin daha iyi bir hizmete nasıl dönüşebileceğini sorgulamak ve bu amaca doğru yönelmek aslında tüm Kamu Mali Yönetim Sistemimizin temel amacı. Vatandaşımızdan vergiyi alıyoruz ve bunu bir hizmete dönüştürüyoruz, bu hizmetin daha nitelikli olmasını nasıl sağlayacağız? Bütün bu süreçleri bu bağlamda değerlendirmek lazım. Devlet oldukça, vergi oldukça, kamu harcaması oldukça bu konu önemini hep devam ettirecek. Zamanlamanın önemli olduğunu ifade etmiştim, beş yıllık uygulama süreci yaşandı ve biz artık bazı şeyleri sorgulayıp önümüzdeki döneme yön verme ihtiyacı hissediyoruz. Bir önceki oturum başkanı ekonometrik bir gözle de bakınca beş yıllık sürenin değerlendirmek için iyi bir dönem olduğunu ifade ettiler. Gerçekten de uygulamanın üzerinden geçen beş yılık süreçte önemli tecrübeler edinildi, eksiklikler ortaya çıkmış oldu. Yeni bir yaklaşımla reformu daha zinde tutacak daha güçlü kılacak açılımları yapma ihtiyacımız ve arayışımız canlı bir şekilde devam ediyor. Bu Sempozyumda, öncelikle akademisyenlerimizi dinlemek istemiştik, bu anlamda çok başarılı bir fotoğraf var önümüzde. Beş rektörümüz, oturum başkanı, konuşmacı olarak yer aldı. Ev sahibi Ege Üniversitesi Rektörümüz, ODTÜ Rektörümüz, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörümüz, Anadolu Üniversitesi Rektörümüz, eski Rektörlerimiz akademisyenler aynı zamanda 5018’e göre üst yöneticiler. Dolayısıyla konuya ilişkin farkındalıklarını ve sahiplenmelerini burada bu düzeyde görmekten de çok büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek istiyorum. Hocalarımızla tek tek görüşmelerimizde de bir gözlemim vardı ama konuşmalarının içeriğinin zenginliği ve bu uygulamada bunu nasıl yansıttıklarını ifade etmeleri gerçekten büyük bir memnuniyet kaynağı bizim için. Bunu diğer idarelerimize nasıl yaygınlaştırırız hep birlikte biraz daha çalışacağız. Rektörlerimizle birlikte, eski Rektörlerimiz, Dekanlarımız konuşmacı olarak oturum başkanı olarak söz aldılar ve benim gözlemlediğim kadarıyla söz söyleyebilecek tüm akademisyenlerimiz büyük ölçüde buradaydılar. Uygulamadan gelen arkadaşlarımız, uygulama kökenli akademisyenlerimiz vardı, bunun yanında felsefi ve teorik olarak “retçi” görüş ifade eden hocalarımız da vardı ki bunları da çok önemsiyoruz ve yararlanıyoruz. Dolaysıyla akademik olarak baktığımızda her türlü görüş ifade edilmiş oldu. Başarılı organizasyondan dolayı, Ege Üniversitesi Rektörümüzü ve ekibini bir kez daha kutluyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 234 Doç Dr. H. Hakan YILMAZ Ankara Üniversitesi Sayın Rektörüm, sayın katılımcılar, hepinizi tekrar saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Teoride uzun süren ve kapsamlı dönüşüm yaşan ülkelerde bir reform yorgunluğu sorunu ve riski tartışılmaktadır. Örneğim bizde sadece 5018 değil, sosyal güvenlik sistemiyle, vergi mevzuatıyla, ihale hukukuyla, kamu finansmanı ve borç yönetimi düzenlemeleriyle kamusal müdahale biçimleri ile ilgili ciddi dönüşümler yapan ülkelerde eğer siz süreci yönetemezseniz reform yorgunluğu riski ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Hatta bir makalemde bunu tartıştım ama geldiğim noktada, Türkiye’de böyle bir reform yorgunluğu olduğunu tam düşünmüyorum açıkçası, akademik olarak bunu tartıştım fakat sonuçlar itibariyle baktığımda bunun nedenlerinden bir tanesi de 5018’in alt yapısı oluşturulurken ya da sosyal güvenlik sistemindeki dönüşümler tartışılırken içsel dinamiklerinde değişimde ciddi bir payı olduğudur. Sonuçta biz bu toprakların insanlarıyız ve bu topraklarda bu süreçleri insanların yaşamlarını kolaylaştıracak daha kaliteli kamu hizmetini sunacak, o kaliteli kamu hizmetini daha eşitlikçi gelir ve vergi politikalarına paylaştıracak bir istihdam kurulacaksa özünde bizim sorumluluğumuz bu yapının tasarım ve uygulamasında bilgiye dayanan samimi bir tavır ortaya koymak. Dolayısıyla ben hem Maliye Bakanlığı’nın hem Sayıştay’ın hem DPT’nin, bu anlamda sorumluluk üstlenmiş kurumların, bu süreç içerisinde ellerinden gelenleri yaptıklarını düşünüyorum. Geçmiş dönemlerden temel bir farklılık ise hem Maliye Bakanlığı’nın hem DPT’nin hem Sayıştay’ın kamudaki bir çok aktörde daha samimi bir çaba içinde olma. Bu düzenlemelerin getirdiği, dünkü sunumda tartıştığım, ilkelerin yaşama geçmesi konusunda, bunun önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Ama kaçınılmaz olarak da bu tür süreçlerin iyi yönetilmesi ve iyi uyumlaştırılması gibi konuların da özellikle Maliye ve DPT tarafından geldiğimiz aşama sonrasında dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu oturuma yönelik olarak şöyle bir şey yapmaya çalıştım; 5018’in ve 5018’in çerçevesini belirleyen ikincil ve üçüncül düzenlemelerin getirdiği kurguyu bu 5 sene sonrasındaki uygulama sonuçlarıyla birlikte ele alarak hem önerilerim hem de sürecin daha etkin işlemesine ilişkin düşüncelerimi sizinle paylaşacağım. Öncelikle kamusal müdahalelinin formunu ortaya koyacağımız Hizmet Programlarının olması gereğinden bahsettim. Sonuçta kamu müdahalesi biçiminde kamusal hizmeti toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için sunuyorsak belli fonksiyonları, belli sektörleri ya da alt sektörlüleri ya da alt temaları ele almakta ve bu yapı içinde hizmet programlarını beyan etmek tüm kesimler açısından önemli. Bu, çocuk olur, kadın olur, belli hastalıklarla mücadele olur. Dolayısıyla bu bağlam içinde 5018’in 9’uncu maddesinin getirdiği hüküm çerçevesinde Maliye Bakanlığı ve DPT’nin değişmez üye olduğu, hizmeti üreten birimin bu hizmet programlarının alt yapısını kurgulama ve koordinasyon sorunudur. Bu üçlü yapının, Türkiye’de bu hizmet programı aşağıdan yukarıya belirlemesi gerekir. Bu süreçte alt kurumlar, birimler bazında detaylı çalışacaktır. Bu yapının temel gerekçesi, hizmet programı olmadan bütçe yapmanın amaçlara göre yönetim açısından mümkün olmamasıdır ve biz bunu açıkçası o kurumun bu kurumun organizasyonunda değil kendi iç dinamiklerimizle yapmalıyız. Birinci süreçte önerim şu; hizmet programlarının oluşturması gerekli. Zaten program bütçe uygulamamız vardı. Hizmet programlarımız olması demek, performans esaslı bütçe olması demek değildir. Tam tersine hizmet programlarınız yoksa eğer performans esaslı bütçeyi uygulayamazsınız. * Katılımcı yazılı bir metne bağlı olmadan konuşma yaptığından sempozyum görsel kayıtlarından deşifre edilmiştir. 235 İkinci önerim; hizmet programlarının düzenli olarak, özellikle siyasi sorumluluğa sahip yapıların gözetiminde gözden geçirilmesidir.. Kurum bunu fonksiyonel gözden geçirme şeklinde yapabilir. Bu Başbakanlığın koordinasyonda, Maliye Bakanlığı ya da DPT’nin koordinasyonunda da olabilir. Maliye Bakanlığı, DPT, Hazine ve diğer kurumların katılımıyla fonksiyonel bir gözden geçirme çalışmasının mutlaka yapılması gerekir. Dün de söylediğimiz gibi, örneğin koruyucu sağlıkta değişen önceliklerin plan ve programlara hızlı ve etkin bir şekilde yansıması. Bir diğer konu yükseköğretim, üniversiteler 102 tane olmuşsa, kusura bakmayın her üniversiteye bazı standart hizmet programları koyacağız sonrasında ise farklılaşmayı ortaya koyacak unsurları öncelikler çerçevesinde ortaya koyacağız. Burada önerim, orta vadeli mali plan ve programı açısından şudur: Bütçe tavanlarını belirlenirken kurumsal tavanlar olacaktır ve bu tavanlar programların altında oluşacaktır. Örneğin, koruyucu sağlık hizmeti bir program ise alt programları olan kanser, verem savaş ve benzerleri toplumsal ihtiyaç ve talepler çerçevesinde değişen öncelikler içinde bunun altında yer alacaktır. Hizmet programları bütçe tavanlarını vermeli çünkü bir hizmet programı bir koordinatör kurumu olmakla birlikte, kimi durumlarda birden fazla kurumsal yapının sorumluluğu altında olabilir. O yüzden, orta vadeli mali plan açısından program bazında bir bütçe tavanı koymanın kolay olmadığının farkındayım. Ama kurumsal sorumluluklarla daha doğru ilişkilendirilerek bu geçiş aşamasında daha işlevsel olacağına inanıyorum. Üçüncü önerim, birimlerin stratejik planlarını bu hizmet programları ve hizmet programlarının gözden geçirilmesi sonucu ortaya çıkan önceliklere uygun hazırlayacak şekilde revize etmesidir. Tabi ki kurumlarda Anayasada ya da çeşitli kanunlarda sahip olduğumuz esnekliği verecek bir yapı burada kurulmalı ya da bazı programları kendilerinin belirlemesi konusunda bir yapı önerilebilir. Birim bazında, idare bazında ikinci önerim ise performans programlarını rehberde öngörüldüğü gibi en azından kurum içinde çıkarılmalıdır (teklif sürecinde). Burada sorunlardan bir tanesi performans göstergelerinin ölçümüdür. Performans ölçümü o kadar da kolay bir şey değil, özellikle de belli hizmet alanlarında. Burada Maliye Bakanlığı başta olmak üzere merkezi kurumların standardizasyon değiştirmesi gündeme geliyor. Ankara Üniversitesi deneyiminde; bir program yaptıktan sonra bunun göstergelerini o birimden sorumlu 3-4 hocayı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı’na çağırarak birlikte yaptık. Örneğin, Cebeci Hastanesi’nin performansını nasıl ortaya koyacağım. Problem 1: Cebeci hastanesinin birden fazla kaynağı bütçesi var, bütçe dışı kaynakları var, döner sermayesi var ama diğer taraftan da fiyatlandırılabilir bir kamu sağlık hizmeti sunuyor. Beraber oturarak, yatak kullanımıydı, devir hızıydı vb. gibi 30’a yakın gösterge belirledik. Bunu performans programına taşırken 10’a düşürdük. Bunun nedenini daha sonra açıklayacağım. Performans ölçümü konusunun 4-5 yılda öğrenilecek bir süreç gibi algılanması gerekiyor. Uygulamaya geldiğimizde; hizmet programları gözden geçirmeler, önceliklendirme çünkü siyasi otoritenin o döneme ilişkin bir önceliği olacaktır. Uygulamada harcama talimatları hazırlanırken, ki 5018’in özü odur, kendisine bütçe ile kaynak tahsis edildiğinde kurumsal, yönetsel, idari olanakları, mali sorumluluk bağlamında devam ettireceksem o harcama talimatlarının mutlaka bu hizmet programları ve stratejik plandaki amaç ve hedeflerle performans programındaki performans hedeflerine dayanması gerekiyor. Bunu Türkiye’de uygulamada yapan bir iki kurum vardır. Bunun daha fonksiyonel bir yapı olması gerekiyor. Ödeme belgeleri üzerinden yapılan denetimin sorumlulukları kamusal zarar vs. ama yönetsel açıdan kaynakları etkili ve verimli kullanıyorsam, harcama talimatını mutlaka bu süreç içinde bunu kapsaması ve harcama talimatlarının da düzenli olarak belirli standartlarda üst yönetime, Sayın Rektör Hocaya, raporlanması gerekir. “Geçen sene yapamadığımız işlerden dolayı programımıza bunu aldık. Bu sene tekrar talepler doğrultusunda bu işleri yapıyoruz. Bütçemizi böyle çıkarttık. Programımızı bu şekilde yaptık. Bundan önce de bir ön izin belgesi niteliğinde sizden izin alıyorum.” Tüm bu süreç kurumsal sorumluluk anlamında iyi bir izlemeye, değerlendirmeye ve sürekli gözden geçirmeye mutlaka tabi olmalı. Merkezi birimler asıl yapması gereken işlere fonksiyonları açısından daha fazla zaman ayıracaktır. Günün sonunda bütçemizi almıştık. İş ve işlemlerimizi yaptık ki ne kadar yaptık ne kadar yapamadık bu sonuçları faaliyet raporuyla ortaya koyacağız. 236 Faaliyet raporlarını ise 2 şekilde düşünmeye çalıştık; birinci Sayın Rektör Hocam diyecek ki “benim önceliklerim vardı. Benim birimlerden beklediklerim vardı. Ben bu öncelikler ve beklentiler karşılığında bir sonuç elde ettim.” Dolayısıyla, yönetimsel açıdan bunun mümkün olduğunca alt harcama yetkilisi bazında, alt birimler bazında hocanın önüne gelmesi lazım çünkü ben ne kadar yukarıda toplamaya çalışırsam bilgi o kadar kaybolmaya başlıyor. Peki Parlemanto’nun kamu oyunun bu kadar bilgiye ihtiyacı var mı? Yok, zaten bunun için zamanı da yok. Maliye Bakanlığı’nda ilgili bütçe uzmanı bu bilgiyi bütçe görüşmelerinde öğrenmek isteyebilir. Parlemanto’nun istediği şey: Bütçe hakkının gözetimdiri. “Ben sana bu kaynağı dönemin başında verdim, sen de bana bu taahhütlerde bulundun. Kabul. Bunu ne düzeyde yerine getirdin? Eğitimde ne yaptın? Bilimsel araştırmalarda ne tür işler yaptın? Bu kaynağı daha iyi değerlendir.” Aslında bu tür işleri yapmak çok uzun deneyim ve kurumsal bilgi ve kapasite gerektirir ve de kolay değildir. Bu kurumsallaşma alt yapısını ortaya koyar. Sadece Maliye Bakanlığı uzmanları ile şunları paylaşmak isterim; performans programı yönetmeliğinde değişiklik yapıp da birim bazında performans hazırlanması zorunluluğunun kaldırılması bir vazgeçme değil belki ama idarelerden zorunlu olarak istenen orta dönemde faaliyet raporuyla performans programı arasındaki bağın kopması gibi bir sonuca yol açma riski var. O nedenle daha etkin performans programı tekliflerinin hazırlanması için birim bazında performans programı uygulamasına tekrar dönülmesinin daha iyi olacağını düşünüyorum. Faaliyet raporunun yönetsel sorumluluk ve bütçe hakkından kaynaklanan sorumluluk olarak ayırıp ortaya koymak önemli, çünkü birisi gelecek hesap soracak. Maliye Bakanlığı genel faaliyet raporu hazırlamak suretiyle bir değerlendirme yapacak ama dış denetim, yüksek denetim çerçevesinde ortaya koyduğu çerçevede bir aktör çıkıp bir dakika diyecek, hadi bakalım şu hesaba kitaba sizinle bir bakalım. İki şeye bakacağını düşünüyorum. ‘Ben senin yönetsel sorumluluğuna bakacağım, kurumsal olarak bu idareyi iyi yönetip yönetemediğine bakacağım. Yapacağım şeyin odağında mali sorumluluk olacaktır.” diye düşünüyorum ve böyle bir değerlendirme gündeme gelecektir diye umut ediyorum. O zamanda Sayıştay bu yakın gelecekte iki temel misyon üstlenmiş olacak. Bunlardan bir tanesi diyecek ki “Sayın hocam, baktım iç kontrol sisteminize bu tür süreçleri çok etkin yapmıyorsunuz aslında.” ya da bunun tam tersini söyleyecek, “Hocam siz bu işi gerçekten layıkıyla yapmışsınız, dolayısıyla süreçler ve raporlar uygundur.” Bu geçiş sürecinin Sayıştay açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. İkincisi ise 5018’in öngördüğü kaynakların etkili, ekonomik ve verimli kullanılması anlamında kendisinden beklenen, kendi üstüne düşen sorumluluğu yerine getirecek kurumsal performans değerlendirme raporlarını ortaya koyacaktır. İbrahim Bey’in örnek verdiği çalışma Maliye Bakanlığı İç kontrol Dairesi’nin 2 sene önce yaptığı sonuçlara dayalı bir çalışma yaptı. Bunu kitaplaştırdı da. Bu konuda demek ki iletişim kanallarını açmakta ve daha da fazlalaştırmakda fayda var. Çünkü bu çalışmalardan haberdar olmak hem akademisyenler hem kamu hizmetini talep eden kesimler açısından önemlidir. Bir önceki gün, Naci Bey çok önemli bir konunun altını çizdi. Biz bir şey yapıyoruz ve faaliyet raporlarını ortaya koyuyoruz ama o kamusal hizmeti talep eden toplum ya da toplumun kesimlerinden de bir farkındalık görmek istiyoruz. Bu anlamda iletişimin kurumlar, sivil toplum örgütleri ve toplumsal kesimler arasında önemli olduğunu düşünüyorum. Son olarak bir iki konu var altını çizmek istediğim. Bunlardan bir tanesi, 5018’in 14. maddesi kamu harcamalarını ve sosyal güvenlikle ilgili politikaları etkileyen yasa tasarısı teklifleri ile ilgilidir. Bu maddenin Meclis alt komisyonunda yazılmasında benimde katkım var. 14. maddenin önemli olduğunu düşünüyorum. Orta vadeli program, orta vadeli mali planın zamanında açıklanması ve politikaları içeren bir yapıda bütçeyi ele alması öneml bir konu. Uygulamada 5018’in gerçekleştirme görevlisinin kim olacağı konusu iki açıdan çok önemlidir. Birincisi, hiyerarşik açıdan harcama yetkilisinin altındaki kişi, ikinci olarak siz harcama yetkilisi olabilirsiniz ama orada başka bir şey söylüyor. Çok teknik bir konuyu sizin önünüze getiriyor ve siz 237 de bunu imzalıyorsanız, orda ne kadar sorumlu olacağınız tartışma konusudur. O yüzden de gerçekleşme görevlisinin kim olacağı çok önemlidir. Strateji Geliştirme Daire Başkanlığında normal bir mali hizmetler uzmanının ya da şube müdürünün olması doğru değildir. İşi bilen birisinin yapması gerekir. Bu konuda çok farklı değişik uygulamalarda vardır. Hocam üniversitelerden bahsetti. Bu önemli bir konu. Dolayısıyla, bizim Ankara Üniversitesi olarak yaptığımız ve gelecek hafta web sayfamıza koyacağımız performans programına çok emek harcadık. Göstergelerin belirlenmesi, alt birimlerin bütçe tavanları, 40 sayfaya yakın kılavuz hazırlanması önemli emeklerdi bizim için. Ama sonuçlarını gördük. 4o civarında harcama birimini görüşmeye çağırdık. Bunların içerisinde fakültelerin %85 - %90’nın dekanı geldi görüşmeye. Görüşme öncesinde, daha farklı bir şekilde oluşturulacağına dair izlenimi vermiştik. Bütün bunlardan şunu öğrendik. Gerçekten bu çabaların hayata geçtiğini yönetim olarak göstermek ve takipçisi olmak gerekiyor. Eğer bu yapılırsa bugün süreçlerde sorun olan bir çok konu aslında soruna dönüşmeden kendi iç kurgusunda çözülecektir diye öngörüyorum. İkincisi bu süreçte Stratejik Planımızın eksikliklerini daha iyi gördük. İzleme ve değerlendirme süreci hemen hemen hiç yoktu fakat 2011’den itibaren her 3 ayda bir bütçe sonuçlarımızı, bütçe dışı kaynaklardan kullandığımız varlıkları değerlemede kullandığımız kaynakları bir raporlama standardında ortaya koymaya yönelik tasarımı tamamladık. Yaptığımız aslında kişisel girişimi kurumsallaşma dönüştürüyoruz bir anlamda. Geldiğim döneme kadar ilk dikkatimi çeken konulardan bir tanesi - dünde söyledim, bugün de söyledim - sürekli olarak Maliye Bakanlığı ve DPT’ye rapor veriyoruz. Ama bu raporların daha kurumsal olanlarını aslında kendi yönetim süreçlerimizde çok da üretmiyoruz. Maliye ve DPT’nin bu raporlara ilişkin amaç seti bizden farklı. Benim sorunum kamu hizmetini etkin üretmek için etkin bir yönetim ve bu araçları geliştirme be kullanma becerisi. Bu mali raporların karşılaştırılabilir bir yapıda politikalarımızla ile ilişki kuran sonuçları detaylı olarak belirledik. Burada da gördük ki - bunu da paylaşayım aslında - biz kurum olarak yeterince saydam değiliz. Bu değişim sürecinde merkezi birim olan Maliye Bakanlığı, DPT, Hazine gibi kurumlar hizmet üreten kurumlardan çok daha saydam bir yapıya sahip. Bu biraz kamu idarelerinin iş yapma biçiminden kaynaklanıyor. Bunun çok da korkulacak bir şey olmadığı görülecektir. Bazen beceriksiz idari yapılar ya da yönetim yapıları bu saydamlığı zorlarlar. Tenzih ediyorum herkesi. Benim gördüğüm örneklerde, bazı şeyleri gizleme var. En son Maliye Bakanlığı’ndan ve DPT’den ricam; bu kadar çok çaba, bu kadar çok emek verdiğimiz için bizim de birimler olarak gösterdiğimiz performans programlarının mutlaka bazı kontrol tabloları hazırlamak ve bir rehber eşliğinde bütçe görüşmelerinde dikkate alınması gerektiğidir. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyor saygı ve sevgilerimi sunuyorum. 238 EKLER 239 240 Dr. Hasan GÜL (EK1) 241 242 243 244 Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ (EK2) 245 246 247 248 249 Doç. Dr. Julide KESKEN (EK3) 250 251 Doç. Dr. Birol KOVANCILAR (EK4) 252 253 254 255 Doç. Dr. Hakan YILMAZ (EK5) 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 Ertan ERÜZ (EK6) 269 270 Prof. Dr. Mehmet DURMAN (EK7) 271 272 273 274 275 Prof. Dr. Ömer Faruk BATIREL (EK8) 276 277 Mehmet BÜLBÜL (EK9) 278 279 280 Cüneyt GÜLER (EK 10) 281 282 283 284 Prof. Dr. Süreyya SAKINÇ (EK 11) 285 286 287 288 289 290 291 292 Doç. Dr. İsa SAĞBAŞ (EK 12) 293 294 295 296 297 298 Erol AKBULUT (EK 13) 299 300 301 302 Ömer DUMAN (EK 14) 303 304 Eyüp KIZILKAYA (EK 15) 305 306