sayi 15 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 15 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 2 Sayı: 15 • MART 2013
EsasMedya Ltd. Şti. adına
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Bülent AKARCALI
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
M. Esat GÜZELGÖZ
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Eski Turizm Bakanı
Yayın Koordinatörü
Ayşe GÜZELGÖZ
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Elif DAĞLI
Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Kurumsal İletişim ve Reklam
M. Suat GÜZELGÖZ
Prof. Dr. Haydar SUR
İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Görsel Yönetmen
Mustafa HORUŞ
Prof. Dr. İskender PALA
Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Editör
Hande AYDEMİR
Hukuk Danışmanı
Av. Bekir EREN
Grafik Tasarım
EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi
Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3
Çankaya / Ankara
Tel : 0312 472 44 63
Faks: 0312 472 44 83
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Basım Yeri
İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş.
Macun Mah. 3. cad.
No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km.
Yenimahalle / ANKARA
Tel : 0312 397 91 40
Basım Tarihi
Mart 2013, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas
edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar
yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına
iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir.
®EsasMedya - 2013
®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
Destek ve katkıları için
SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz.
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
“Her Şeyin Başı Sağlık”
Sağlığın her şeyin başı olduğu, herkesçe bilinen, kabul
edilen ve defalarca tekrarlanan bir gerçek. Bu gerçeğin
bütün gereklerini yerine getirebilmek ve sürdürebilmesini
sağlamak amacıyla bilimsel disiplinler geliştiren “TIP”
bilimi de önemini hiç yitirmeyen, hatta gün geçtikçe
daha fazla önem kazanan bir alan olma özelliğine sahip.
Tıp bilimine emek verenler de bir o kadar önemli ve
değerli.
Doktor, tabip veya hekim; önemli olan nasıl
adlandırdığımız değil, nasıl anladığımız, nasıl
anlamlandırdığımız… Hepimizin, hekimlerimiz başta
olmak üzere bütün sağlık çalışanlarımızın değerini bu
gerçekler ışığında anlamamız ve buna göre kendimizi
konumlandırmamız sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi
bakımından vazgeçilmez bir realite.
Sağlık ve İnsan Dergisi olarak Mart sayımızda sizlere
14 Mart Tıp bayramı dolayısıyla “Tıp ve Hekimlik”
konularında farklı ve dikkat çekici bir dosya sunmak
istedik. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıp Eğitimi Ana Bilim
Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Sonsuz “Türkiye’de Tıp
Eğitiminin Geçmişten Geleceğe Değişen Koşullar ve
Değişmeyen Sorunları” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
“Kampus” bölümümüzde, ülkemizde tıp eğitiminin
ilk ocaklarından birisi olan “İstanbul Üniversitesi
Tıp Fakültesi”nin geçmişten geleceğe doğru seyrini
bulacaksınız. Yayın Koordinatörümüz Ayşe Güzelgöz,
ülkemiz için birçok ilke imza atan, Tıp Dünyamızın
Duayenlerinden Prof. Dr. Rıdvan Ege ile samimi
bir röportaj gerçekleştirdi. İlgiyle okuyacağınızı
düşünüyoruz. Portre bölümümüz yine Tıp Dünyamıza ve
sağlımıza emek verenlere ayrıldı. Sizler için bu sayımızda
özel bir çalışma başlattık. Sonraki sayılarımızda da
devam edeceğimiz bu çalışmada, Tıp alanında ülkemizde
önemli hizmetler veren hocalarımıza yer verdik.
Sağlık ve İnsan Dergisi’nin Mart sayısı Kapak Dosyası
dışında da yine dopdolu.
Sağlık Bakanımız Sayın Mehmet Müezzinoğlu’nun
sağlığın gündemini değerlendirdiği açıklamalarını
derleyerek sizler için bir haber çalışması hazırladık.
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Nurgül Keser de kadınlarda koroner arter hastalığını tüm
yönlerini ele alan makalesiyle yazı ailemize katıldı.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan
Yardımcısı Dr. Mehmet Ali Torunoğlu “Bulaşıcı
Hastalıkların Kontrolünde Aşı Programının Yeri” başlıklı
yazısıyla her zaman gündemde olan önemli bir konuya
değiniyor.
Fatih Acar’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Müsteşarlığına atanmasının ardından SGK’da nöbet
değişimi yaşandı. Fatih Acar Başkanlık görevini
Yardımcılarından Yadigâr Gökalp İlhan’a devretti. Bu
nöbet değişiminin kurumlarımız, ülkemiz ve sağlığımız
için hayırlı umuyor Sayın Fatih Acar ve Sayın Yadigâr
Gökalp İlhan’a yeni görevlerinde başarılar diliyoruz.
Farklı çalışmalarıyla dergimize renk katan Arif Avize, bu
sayımızda kar yarenleri\kardelenlerin tüm güzelliklerini
yine birbirinden anlamlı şiir ve fotoğraflarla sunuyor.
Sizlerden gelen ilgi ve destekle yoluna daha emin
adımlarla devam eden Sağlık ve İnsan Dergisi her
sayısında yeni konular ve farklı çalışmalarla karşınıza
çıkıyor. Zevkle okuyacağınızı umuyoruz.
Nisan sayımızda yine yepyeni çalışmalar ve daha güzel
haberlerle buluşmayı diliyor, sevgi ve saygılarımızı
sunuyoruz…
M. Esat GÜZELGÖZ
İÇİNDEKİLER
Haber:
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’ndan
Önemli Açıklamalar
6
Haber:
Sosyal Güvenlik Kurumunda Nöbet Değişimi
10
İlaç Endüstrisinde
Ar-Ge ve Fikri Mülkiyet Haklarının Önemi
14
Haber:
Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Yasalaştı
20
Ülkemizde Bulaşıcı Hastalıkların
Kontrolünde Aşı Programının Yeri
24
Haber:
Suçiçeği Aşısı da Artık Aşı Takviminde
28
Kadınlarda
Koroner Arter Hastalığı Farklı Mıdır?
30
Hayatın İçinden:
Kar Yarenler / Kardelenler
34
Tartışma: Anne Sütü Bankacılığı
Diyanetten ‘Süt Bankası’ Açıklaması
38
Anne Sütüne Su Katmak
39
Sağlık Bakanlığı Anne Sütü Bankacılığı
Tartışmalarına Son Noktayı Koydu
40
42
Kapak Konusu:
Türkiye’de Tıp Eğitimi
46
Kampus:
Tıp Eğitiminin Dünü, Bugünü
ve Geleceğinde İstanbul Üniversitesi
50
Röportaj:
Prof. Dr. Rıdvan Ege
56
Portre:
Refik Saydam - Siyami Ersek
Mazhar Osman Usman - Sami Ulus
60
Kurumlarımız:
Türkiye Yeşilay Cemiyeti
64
Rekabet Kurumu,
İlaç Sektörü Araştırma Raporunu Hazırlıyor
66
Yan Etkide Antibiyotikler En Önde
68
Haber:
Ünlüler “Hayat Ver”
Kampanyası için Bir Araya Geldi
70
140 Karakterde Obezite
76
Dijital Hastane Platformu 2. Kez Kapılarını Açıyor!
78
Film:
Pi’nin Yaşamı
80
Kitap
haber
SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU’NDAN
ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR:
TÜRKİYE,
SAĞLIKTA
ONUR
DUYDUĞUMUZ
BİR NOKTADADIR
Hekimevi’nde sağlık muhabirleriyle bir araya gelen Sağlık Bakanı Dr.
Mehmet Müezzinoğlu, gündeme
ilişkin konuları değerlendirdi. Sağlığın Türkiye’nin önemli dinamiklerinden biri olduğunu belirten Müezzinoğlu, dünyada sağlık hizmetlerinin
sürekli takip edilen bir alan olduğunu söyledi.
Sağlıktaki teknolojik ve bilimsel gelişmelerin dinamik bir yapıyı gerektirdiğini ifade eden Müezzinoğlu,
“Bu anlamda AK Parti hükümetleri
döneminde ülke olarak sağlık alanında çok önemli mesafeler aldık.
Hekimlik hayatım boyunca bu ülke
insanı için hayal edip de inanamadığım birçok hizmeti geçtiğimiz 10
yıl içinde bu ülke insanına sunmayı
başarabildik’’ dedi.
Bu başarıda en büyük payın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğunu ve bundan ötürü kendisine
teşekkürlerini belirterek, ayrıca tüm
süreçleri dinamik şekilde sürdüren
eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a
da teşekkürlerini sundu. İlerleyen
süreçte Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetin destekleriyle dinamik yapıyı her geçen gün daha iyi noktaya
taşımaya çalışacaklarını ifade eden
6
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Müezzinoğlu, Tamgün, Kamu-özel
işbirliği ve süt bankacılığı gibi çeşitli
konulara ilişkin çalışmaları yürüttüklerini anlattı.
Bakan Müezzinoğlu, bunların önümüzdeki süreçte bir kısmının çözümleneceğini dile getirerek, “Biz ortalama 6 ayda bir, en geç yılda iki defa
bu süreci geniş olarak masaya yatırıp,
paydaşlarımızla paylaşacağız. Tüm
bunları belli periyotlarla ve ilkesel
duruşlarla yapmaya çalışacağız’’ dedi.
Sağlığın daha iyi bir noktaya gelebilmesi için tüm paydaşlarla birlikte
hareket etmenin önemli olduğunu
ifade eden Müezzinoğlu, bu paydaşlardan en önemlilerinden birinin üniversiteler olduğunu vurguladı. Müezzinoğlu, şu açıklamaları kaydetti:
“Bu yolculuğu, sağlık alanındaki tüm
paydaşlarımızla birlikte, Türkiye’deki
sağlığın geleceğinin ortak dinamiklerini güçlü hale getirebilirsek daha
iyi noktaya taşıyabiliriz. Üniversitelerimizin diğer paydaşlarımıza göre 2
farklı özelliği var. Bir taraftan sağlık
hizmeti verirlerken, diğer taraftan
da hekim yetiştiriyorlar. Bir taraftan
sağlık hizmetlerini dinamik bir şekilde vermelerini arzu ederken diğer
taraftan tıp eğitiminin dinamiklerini
de çok daha iyi hale getirmemiz lazım. Türkiye sağlık alanında bölgede
marka olmalıdır. Bunun olabilmesinin ana kaynağı da tıp öğrencileri,
hekimler ve tıp alanında üniversitelerimizin standardının daha iyi noktaya
gelmesidir.
Bugün dünya çapında bakıldığında kalitesi ve standardı anlamında
Türkiye mutlu olduğumuz ve onur
duyduğumuz bir noktadadır. Üniversitelerimize eğitimi önceleyen,
sağlık hizmetlerini daha iyi yapabilen
bir dinamizmi kazandırmamız lazım.
Bunu da onları dinleyerek, sıkıntıları
varsa azami çözüm gayreti göstererek yapmak istiyoruz. Bu anlamda
İstanbul’da bazı hocalarımızla görüştük, yine hocalarımızla ve rektörlerimizle görüşmeye devam edeceğiz.
Bunun dışında Türk Tabipleri Birliği
ile görüştük, gerekirse tekrar görüşürüz. Özel sektörle görüştük, yine
görüşeceğiz. Tüm paydaşlarımız, bu
ülkenin sağlık alanında dinamikleri
olan paydaşlar. Bunların hepsini birlikte aynı hedefe aynı hizmet anlayışına ve aynı hizmet kalitesinin standardını yükseltme bakışına taşıma
gayretindeyiz.
Tam Gün Uygulaması Devam Edecek
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “tam gün’’ uygulamasından vazgeçmeyi ya da geri adım atmayı düşünmediklerini belirterek, “Şu anda
benim durduğum nokta tam günü
üniversitelerde de eğitim hastanelerinde de uygulayabilmek ve geliştirebilmek, tıkanıklıklar varsa bunları
aşmak üzerinedir’’ dedi.
“Temel Sorun Üniversitelerde’’
“Tam gün ile ilgili Sağlık Bakanlığı
hastanelerinde çalışanlar için düzenleme yapılıp yapılmayacağı’’ sorusu üzerine Müezzinoğlu, tam günü
masaya yatırırken en temel sorunun
üniversitelerde olduğunun görüldüğünü, ancak konunun bütününe
bakacaklarını söyledi. Tam gün dinamiklerinin daha verimli, uygulanabilir ve geliştirilebilir olmasını arzu
ettiklerini ifade eden Müezzinoğlu,
şunları belirtti:
“Tam günden vazgeçmeyi ya da geri
adım atmayı düşünüyoruz diye bir
bakışımız yok. Şu anda benim durduğum nokta tam günü üniversitelerde
de eğitim hastanelerinde de uygulayabilmek ve geliştirebilmek ve tıka-
nıklıklar varsa bunları aşmak üzerine.
Yoksa ‘tam günü kaldıralım, farklı bir
şey düşünelim’ demiyoruz. Ama tam
günün bütününde yer yer bazı değişiklikler gerekiyorsa da bu yalnız belki üniversite hocaları için gerekecektir, belki bir bölümü için gerekecektir,
bunu şu anda söylemem çok doğru
değil ama biz tam gün uygulanabilir,
geliştirilebilir olsun istiyoruz” şeklinde konuştu. Bu konuda önceki Sağlık
Bakanı Recep Akdağ ile de görüşme
yaptığını kaydeden Müezzinoğlu,
bir başka soru üzerine, ilkesel olarak
üniversite hocasının buradaki azami
çalışmayı yapması ve azami verimliliği sunması üzerinde durduklarını
belirtti.
Öğretim üyesi ile üniversitenin birbirlerine karşı sorumlulukları ve borçları
olduğunu dile getiren Müezzinoğlu,
üniversite hocasının borcunu bu çatı
altında ödemesi, meziyetlerinden
de ülkenin ve üniversitenin istifade
etmesi gerektiğini kaydetti. Müezzinoğlu, “Marka olacaklarsa birlikte
marka olsunlar. Bunun için de kendilerine farklı hoca statüleri verilebilir mi veya farklı zaman dilimlerinde
çalışmak istiyorlarsa bunların da yolunu açabilir miyiz, bunların üzerinde
çalışıyoruz” dedi.
“10 Bin Pratisyen Hekime İhtiyacımız Var’’
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
Türkiye’de sağlıkta en önemli sorunlarından birinin hekim açığı olduğunu ifade ederek, “Bu alan, gerek Bakanlık, hükümet ve gerekse kamuoyu
olarak önümüzdeki yıllarda en çok
sıkıntı çekeceğimiz, en çok problemi
yaşayacağımız alandır. Bu en çok çözümsüz olduğumuz alan da budur”
dedi. Bugün itibarıyla 20 bin uzman
hekime ihtiyaç bulunduğunun altını
çizen Müezzinoğlu, şöyle devam etti:
“10 bin pratisyen hekime ihtiyacımız
var, en az 50 bin hemşireye, ebeye
ihtiyacımız var. Bütün bunları yarın
bulma şansımız yok. Hekimde bu
açığı 15 yıldan önce kapatabilme
şansımız da yok ama 15 yıl sonra da
muhtemelen bir o kadar daha hekime yine ihtiyacımız olacak. Çünkü
bir taraftan nüfusumuz artıyor, bir
taraftan tıp ilerliyor. Vatandaşlarımızın da sağlık hizmetlerinden almak istediği standardın yükselme
talebini de karşılamamız lazım. Ülke
sorunlarımızın başında hekim açığı
geliyor. Bu hekim açığını da kapatabilmemiz ‘özel sektörün finansman
desteğini alıyoruz, burada kararlıyız’
demek kadar kolay değil. Dünyadan
hekim bulmak da çok kolay değil.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
7
Dünyadan bulduğumuz hekimin bu
ülke insanına standartları yüksek bir
sağlık hizmeti verebiliyor olması çok
mümkün değil. Burada dönüp de
yapmamız gereken tek şey kalıyor;
hizmet veren hekimin verimliliğini
artırmak. Bütün hekimlerimizi azami
düzeyde bu topluma hizmet sağlayabilecek noktaya taşıyabilmemiz
şarttır.”
Müezzinoğlu, medyada yer alan “hekimler daha çok çalışacak” haberleri
için de; “Biz hekimlerimizin bilgi birikiminden daha çok toplum adına
istifade etmek istiyoruz. Bunu onlarla
birlikte paylaşarak başaracağımıza
inanıyorum” diye konuştu. “Taşeronlaşıyoruz” ifadeleri için de Müezzinoğlu, “Getirin bana 20 bin uzman
doktoru yarın kadroya alacağım, getirin 30 bin hemşireyi yarın kadroya
alacağım” dedi.
“Haklı Olanın Yanında Olmamız Gerekir”
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
sağlıkta şiddetle ilgili de Bakanlığın
hiçbir zaman “Ne olursa olsun hasta
haklıdır’’ görüşünü benimsemediğini
vurguladı. Sağlıkta hasta memnuniyetinin yüzde 80’lere ulaşmasında
sağlık çalışanlarının özverili çalışmalarının büyük payı olduğuna dikkat
çeken Müezzinoğlu, “Haklı olan haklıdır. Uygulamada yanlışlık varsa haklı
olanın haklılığının yanında olmak lazım” diye konuştu.
8
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Kamuoyunun
bilinçlendirilmesinin
önemine işaret eden Müezzinoğlu,
sağlık hizmeti sunanın motivasyonunu bu hizmetin kaliteli şekilde alınmasında etkili olduğunu dile getirdi.
Müezzinoğlu, kamuoyuna “Hekimlerinize, hemşirelerinize ve sağlık hizmeti
sunucularınıza ne olur evladınıza sahip çıktığınız kadar sahip çıkın. Çünkü
zor gününüzde size evladınız sahip
çıkar ve yine zor gününüzde acılı gününüzde sorunlarınızı hekimleriniz,
hemşireleriniz çözebilir” diye seslendi.
Hekim ile hasta arasına kanunların,
güvenliğin, emniyetin girmesini arzu
etmediğini belirten Bakan Müezzinoğlu, ancak süreç gerektirdiğinde
bunu da yapmak zorunda kalabileceklerini söyledi.
Öldürülen Doktor Ersin Arslan’ı hatırlatan Müezzinoğlu, bu talihsiz olay yaşanmasaydı Arslan’ın binlerce hastayı
sağlığına kavuşturacağına işaret etti.
Medyanın da sağlık haberlerine karşı
duyarlı olmasını isteyen Bakan Müezzinoğlu, “Doğumda bebeğin başını
koparttı” gibi haberlerin, binlerce doğum yaptıran bir doktoru cani, katil
durumuna düşürdüğünü ifade etti.
“Sigarayı Bırakmama
Kızımın Tavrı Vesile Oldu’’
Sigaraya karşı olduğunu da vurgulayan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, sağlığa zararlı olan, toplumun
fiziksel ve ruhsal sağlığına katkısı olmayan her şey için kampanya düzenlemek, toplumsal bilinç yaratmak için
milletçe duyarlı olunması gerektiğini
ifade etti.
Sigaranın başta akciğer kanseri olmak üzere birçok hastalığın ana
nedeni olduğuna dikkat çeken Müezzinoğlu, sigarayla mücadelede,
alışkanlığa dönüşmeden gençlerin
bilinçlendirilmesinin önemini vurguladı. Müezzinoğlu, “Ben içiyordum
ama bugün bıraktım diyen 3 ay sonra
gelsin hala içmiyorsa, ona bir takım
kıyafet alayım’’ dedi. Müezzinoğlu, bu
şekilde kıyafet aldığı ilk kişinin İçişleri
Bakanı Muammer Güler olduğunu,
yaklaşık 110 kişiye bu sebeple takım
elbise hediye ettiğini söyledi.
Kendisinin de 25 yıla yakın bir süre
günde bir sigara içtiğini anlatan Müezzinoğlu, “Bazen 2-3 ay hiç içmedim. Günde 1’i hiç geçmedim’’ diye
konuştu.
Sigarayı bırakmasına kızının vesile olduğunu anlatan Müezzinoğlu, “Yaklaşık 7 yıl önce kızlarım yurt dışında
eğitim görüyordu, bayramda onları
ziyarete gitmiştim. İlk torunum olmuştu. Keyfim yerindeydi, son derece mutlu olduğum bir andı, kahve de
geldi. Küçük kızıma ‘Bir sigara bulur
musun’ dedim. ‘Baba, burada sigara
içilmiyor’ dedi. Öyle bir sert tavırdı ki
o gün bıraktım. Kızımın o tavrı sigarayı bırakmama vesile oldu” dedi.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
haber
SOSYAL GÜVENLİK KURUMUNDA
NÖBET DEĞİŞİMİ
YENİ SGK BAŞKANI YADİGÂR GÖKALP İLHAN
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı Fatih Acar’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığına atanmasının ardından, SGK Başkanlığında
devir teslim töreni yapıldı. Fatih Acar
görevi Yardımcılarından Yadigâr Gökalp İlhan’a devretti.
Törende bir veda konuşması yapan
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Müsteşarı Fatih Acar, 2007 yılı Ekim
ayında SGK Başkan Yardımcısı olarak
göreve başladığını, göreve başlarken
“Acaba bu kurum beni kabul eder
mi?” diye düşündüğünü ifade ederek
“Siz beni kabul ettiniz, bağrınıza bastınız. Biz de bu sorumluluk duygusu
içinde 2008 yılındaki reform sürecinden sonra çok önemli çalışmalara
imza attık” dedi.
Çalışma arkadaşlarının duygularını
kendi duyguları gibi görmeyenlerin
başarı elde etmesinin mümkün ol10
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
madığını kaydeden Acar, SGK personeline, “Sizlerin çabalarıyla, bu kurum
değişim ve dönüşümü gerçekleştirdi”
diye seslendi.
Hizmetlerden yararlanma açısından
Kamu Kurum ve Kuruluşları arasında
birinci Kurumun % 61’le SGK olduğunu vurgulayan Acar, memnuniyet
oranlarında yüzde 76’ları yakaladıklarını söyledi. 75 milyona hizmet veren bir kurumda yüzde 76 memnuniyet oranının çok önemli olduğuna
vurgu yapan Acar; “Bugün herkes
SGK’yı konuşuyor. Bugün iftiharla
söyleyebiliriz ki, bütün kamu kurum
ve kuruluşlarının örnek aldığı bir SGK
oluşturduk. Bürokrasiyi ortadan kaldırdık. 24 bin 500 çalışanımızın alın
teriyle, samimi çalışmalarıyla bugünlere geldik. Bu Kurumun buralara gelmesinde tüm personelimizin katkıları
var. Bütün çalışma arkadaşlarımıza
teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Bugün sevinçli bir gün yaşadıklarını
belirten Acar, “Arkamızda güvendiğimiz, pırıl pırıl bir kadro var. Gurur
duyacağımız pırlanta gibi bir ekip
var. Gözümüz arkada değil. Bir başka
makama hizmet etmeye gidiyoruz.
Bizi yetiştirenler ‘gidin millete, devlete hizmet edin’ diye yetiştirdi” dedi.
Başlattıkları projelerin ve çalışmaların aynı hızla devam edeceğinin altını
çizen Acar, “5 yıldır birlikte çalıştığımız, Kurumumuzu tanıyan bir arkadaşımıza bu kurumu teslim ederek
ayrılacağım” diye konuştu.
SGK Başkanı Yadigâr Gökalp İlhan ise,
engebeli yollardan oluşan yolculuğun gayret ve çabayla aşılabileceğini
söyleyerek, “Hepimiz için hayat bir
yolculuk ve aynı zamanda bir imtihandır” dedi.
Gökalp İlhan, çizilen istikamette dik
durarak gereğini yapabilmek, görev
ve sorumlulukları yerine getirerek
devam edebilmek için, sabır, şükür
ve azmin önemine vurgu yaparak,
Konfüçyüs’ün bir sözüne atfen, “Daha
üst bir makama atanmadığınız için
kaygılanmayın. Bunu düşünmeyin.
Asıl o göreve atandığınızda o görevi
layıkıyla yerine getirip getiremeyeceğinizden dolayı endişe edin” dedi.
5 yıllık bir süreçte Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fatih
Acar ile birlikte SGK’da görev yaptıklarını ifade eden Gökalp İlhan, bu
5 yıllık sürenin sadece SGK açısından değil, Türkiye açısından da
son derece önemli olduğunu
vurguladı. Gökalp İlhan, gerçekleştirilen reformun hızlı
bir şekilde uygulanmasının
en az reformun hazırlanması
kadar güç bir süreç olduğunu
ifade ederek, reform sürecini
başarıyla bu günlere kadar getirdiklerini vurguladı.
Sahip olunan nimetlerin farkına varmanın başarı için çok önemli olduğunu söyleyen Gökalp İlhan, makamların arkasından iz bırakabilmenin
önemine değinerek, “Bizim bulunduğumuz makamlar iz bırakabiliyorsak
güzeldir. Ama bu makamlara atanabilmenin bir nimet olduğunu da
unutmayalım çünkü bizim bulunduğumuz makamları sahip olacak, hak
eden çok kişi var ama bu makamlara
sınırlı sayıda kişiler atanabiliyor” dedi.
SGK Başkanlığı görevinde Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı
Fatih Acar’ın iş odaklı, çözüm odaklı
çalıştığını ve başarılı olduğunu ifade
eden Gökalp İlhan, “Hizmetlerinden
Başarının bir ekip işi olduğuna dikkati çeken Gökalp İlhan, “Ekip olmadan
başarı olmaz. Başarılı çalışmalarından dolayı tüm SGK çalışanlarına teşekkür ediyorum” dedi.
Konuşmaların ardından Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı
Fatih Acar, SGK Başkanı Yadigâr Gökalp İlhan’a çiçek verdi. Gökalp İlhan
ise, SGK’daki hizmet ve çalışmalarından dolayı Fatih Acar’a teşekkür plaketi takdim etti.
Başkan Yadigâr Gökalp İlhan’ın İlk
Konuğu Bakan Faruk Çelik Oldu
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik, SGK Başkanı Yadigâr Gökalp İlhan’ı
ziyaret ederek yeni görevinde
başarılar diledi.
dolayı Kurumumuz ve ülkemiz adına
teşekkür ediyorum. Eminim ki bundan sonraki görevine aynı başarıyla
devam edecektir” diye konuştu.
Başkanlık makamında gerçekleşen
ziyarette Çalışma ve Sosyal Güvelik
Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar, SGK
Yönetim Kurulu Üyeleri Kazım Ergün,
Salih Kılıç, Sinan Özkan, Mehmet Açıkel, Halit Ortaköy ve Rahmi Cıbıroğlu
hazır bulundu.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
11
YADİGÂR GÖKALP İLHAN KİMDİR?
SGK Başkanlığı’na getirilen Yadigâr • Avrupa Ve Orta Asya Sosyal Fonlar Ağı (Ecanet) • Sosyal Yardım Ve Hizmet Programlarının KaGökalp İlhan, 2011 yılından bu yana
SGK Başkan Yardımcılığı görevini yürütmekteydi. Gökalp İlhan daha önce
de 2007-2011 yılları arasında Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz
Ödemeler Genel Müdürlüğü görevinde bulundu.
1967 Artvin – Yusufeli doğumlu olan
Yadigar Gökalp İlhan evli ve 2 çocuk
annesi.
Özgeçmişi:
Öğrenim Durumu
Lisans : Ortadoğu Teknik
Üniversitesi / Psikolojik Danışmanlık
Yüksek Lisans : Ortadoğu Teknik
Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü/ Kadın Çalışmaları
Bulunduğu Görevler
Başkanı (2003-2005)
• Avrupa Birliği Eğitim Ve Gençlik Programları
Merkezi Başkanlığı (Ulusal Ajans ) Sokrates
Programı Proje Teklifleri Bağımsız Değerlendirme Uzmanı (2004-2005)
muoyunda Nasıl Algılandığına İlişkin Kamuoyu
Araştırmaları
• Türkiye’de Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu
ve Akdeniz Bölgesi İçin Mikro Proje Geliştirilmesine Yönelik Aştırmalar
• Merkezi Finans Ve İhale Birimi(Cfcu)
• Shçek Çocuk Koruma Sisteminin Değerlendiril• Doğu Anadolu Kalkınma Projesi Değerlendirme mesi Araştırması
Komitesi (20052006)
• Özürlülere Sunulan Sosyal Hizmetlerin Değer• T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Ve Daya- lendirilmesi Araştırması
nışma Genel Müdürlüğü
• Yaşlılara Sunulan Sosyal Hizmetlerin Değerlen• Sosyal Riski Azaltma Projesi Direktörü (2002- dirilmesi Araştırması
2007)
• Mikro-Kredi Projelerinin Etki Değerlendirmesi
• T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Ve Daya- Araştırması
nışma Genel Müdürlüğü
• Gelir-Getirici Mikro Projeler
• Genel Müdür Yardımcısı V. (2007)
• İstihdam Eğitimi Projeleri
• Ministry Of Manpower, Youth And Employment • Sosyal Hizmetler Projeleri ve Geçici İstihdam
(İnsangücü, Gençlik Ve İstihdam Bakanlığı)
Projeleri Gibi Çeşitli Faaliyetlerin Etki Değerlen• Kurumsal Gelişim Uzmanı Accra/Ghana (Batı dirmesi Araştırmaları
Afrika) (2007)
• Şartlı Nakit Transferi Programı Etki Değerlendir• Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz mesi Araştırması
Ödemeler Genel Müdürü (2007-2011)
Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcısı Komite Üyelikleri
• Özel Sektör / Dış Ticaret Ve Halkla İlişkiler Uzma- • Sosyal
(2011-2013)
nı(1988-1994)
• UNICEF ve Milli Eğitim Bakanlığı Tarafından
Uygulanan “Haydi Kızlar Okula Kampanyası”
•
Sosyal
Güvenlik
Kurumu
Başkanı
(2013-…)
• Abd-Kaliforniya Humboldt Kadın Sığınma Evi /
Ulusal Komitesi
Kriz Yöneticisi Sosyal Çalışmacı (1994-1995)
• Özelleştirme Sosyal Destek Projesi Danışma Ku• T.C.Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Ve Daya- Koordine Ettiği Araştırmalar
rulu
nışma Genel Müdürlüğü/
• Yoksulluk Profili Raporu
• Gönüllü Kuruluşlarla İşbirliği ve Dış İlişkiler Grup • Sosyal Hizmetlerin İyileştirilmesi İçin Fayda Sa- • Türkiye’de Mikro-Finans Ulusal Komitesi
hibi Değerlendirmesi
Başkanı (1996-2000)
• SYDGM-Yerel Girişimler Yürütme Kurulu
12
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
13
İLAÇ ENDÜSTRİSİNDE
AR-GE VE FİKRİ MÜLKİYET
HAKLARININ ÖNEMİ
Yaşar TEKDEMİR
Rekabet Kurumu
III. Denetim ve Uygulama Dairesi Başkanı
İlaç Endüstrisi Genel Karakteristiği
İlaç endüstrisi kendine has bir takım
özellikleri nedeniyle diğer birçok
endüstriden ayrılmaktadır. İlaç endüstrisi tüm üretim ve pazarlama
süreçleri bakımından en küresel endüstrilerden birisini temsil etmektedir. Endüstrinin önde gelen üreticileri çok uluslu olarak tabir edilen
ve üretim ve pazarlama süreçlerini
küresel olarak belirleyen ve uygulayan teşebbüslerden oluşmaktadır.
Bu noktada endüstriyi sadece yerel
faktörler çerçevesinde düşünmek ve
değerlendirmek resmin tamamını
görmek ve algılamak bakımından yetersiz olacaktır.
İlaç endüstrisinin bir diğer önemli
özelliği ise hem ekonomik kalkınma
ve büyüme hem de kamu sağlığı
bakımından kritik bir konuma sahip
olmasıdır. Bu noktada söz konusu
endüstri sanayi politikası, sağlık politikası, maliye politikası, rekabet poli14
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
tikası gibi çok sayıda politika alanını
doğrudan ilgilendirmektedir.
İlaç endüstrisinin karşı karşıya olduğu talep yapısı olağanın dışında bir
nitelik arz etmektedir. İlaç endüstrisi
tarafından üretilen ürünlere yönelik
talebi kullanıcı değil, tıp doktorları
belirlemekte ve ödemenin tamamını
veya çok önemli bir kısmını kullanıcı
veya tıp doktorları değil, devlet ve/
veya sigorta şirketleri yapmaktadır.
Bu talep yapısı da dikkate alınarak,
hem teknik olarak üretilen ilaçların
güvenlik, etkililik ve kalitesi açısından
hem de en büyük alıcı olarak bütçede ilaç harcamalarının işgal ettiği
önemli yeri dikkate alarak devlet, söz
konusu endüstriyi ağır bir düzenleyici çerçeve ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu çerçevede ruhsatlandırma
(iyi üretim ilkelerine uygunluk dâhil),
fiyatlandırma ve geri ödemeye ilişkin
düzenlemeler ilaç endüstrisinin muhatap olduğu ana düzenleyici çerçeveyi oluşturmaktadır.
İlaç endüstrisinin arz yapısı ise yine
farklı bir özelliğe sahiptir. Endüstrinin
arz kanadında iki türde üretici bulunmaktadır. Bunlardan ilki araştırmacı/
orijinal/yenilikçi ilaç üreten firmalardır. Esas olarak yeni ilacı geliştiren
ve ilk kez piyasaya süren bu firmalardır. Diğer grubu ise jenerik üreticiler
oluşturmakta olup, patent koruma
süresi dolan ilaçları hukuki sınırlar
içinde kopyalayıp, ürettikleri ürünlerin kalite, güvenlik ve etkililik kriterleri çerçevesinde orijinal ilaç ile eşdeğer olduğu kanıtlayan ve sonrasında
piyasa süren firmalardır. Bu arz yapısı
içinde endüstride yeni bir ilacın piyasa sürülmesi esasen araştırmacı
firmaların üzerindeki bir sorumluluktur. Patent süresi boyunca sadece
diğer araştırmacı firmalarla rekabet
eden araştırmacı firma, patent süresi sonunda bunların yanı sıra ve
hatta bazı durumlarda bundan daha
önemli düzeyde jenerik firmaların
rekabeti ile karşı karşıya kalmaktadır.
İlaç Endüstrisinde AR-GE ve Fikri Mülkiyet
Haklarına Duyulan İhtiyaç
İlaç endüstrisinin arz yapısının bu
niteliği bizi hemen endüstride ARGE’nin ve bununla bağlantılı olarak
patent ve ilgili diğer fikri mülkiyet
hakları korumasının önemine getirmektedir. Her endüstri için fikri mülkiyet hakları önemli olabilir,
ama ilaç endüstrisinde yeniliklerin
teşviki ve yenilikçi ilaçların piyasaya
sunulabilmesi için bu haklar hayati
derecede önemlidir. Endüstrinin arz
yapısında yenilikçi ilaç firmaları belirli bir hastalığa çözüm olmak üzere
bir ilacı geliştirmek için farklı kaynaklara göre değişen rakamlar ifade
edilse de, ortalama 300 milyon ila 1
milyar dolar arasında değişen AR-GE
harcamaları yapmak durumundadır.
Avrupa İlaç Üreticisi Birlikleri Federasyonu (EFPIA) bağımsız kaynaklara
dayandırdığı araştırma çerçevesinde
bu rakamın ortalama 1,3 milyar Dolar
olarak ifade etmektedir. Aynı çalışmada vurgulanan bir diğer önemli
husus ise yaklaşık incelenen 10 bin
molekülün süreç sonunda en çok iki
adedinin başarılı bir ilaca dönüştürülebilme potansiyeline sahip olmasıdır. EFPIA raporuna göre, 2011 yılında Avrupa’da yerleşik ilaç firmalarının
toplam AR-GE harcamaları 27,5 milyar Euro olarak gerçekleşirken, bu
rakam ABD’de 38,53 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir2.
İlk bilimsel araştırmaların başlaması,
klinik öncesi araştırmalar ve sonrasında 3 aşamalı klinik test ve deneyler ve bu aşamalar neticesinde ruhsat
almak üzere bulunan etkin madde/
molekülün ilgili otoritelere sunulması
çok zahmetli ve uzun bir süreçtir. Buradaki en temel sorun ise keşif, klinik
çalışmalar ve ruhsatlandırma aşamalarının herhangi birinde ilacın güvenlik, etkililik ve kalite açısından yeterli
bulunmayıp, sürecin başarısızlıkla
sonuçlanabilme riskidir. Bir başka ifadeyle milyonlarca dolarlık AR-GE
harcamaları firmalar için gerçekleşmiş bir maliyet iken, bu maliyet karşılığında bir getiri sağlama garantisi
yoktur. Bu durum, hukuki korumanın
olmadığı şartlarda ilaç sektöründe
yenilikçi ilaçların piyasa çıkmasının
önündeki en önemli aksaklık olarak göze çarpmaktadır. Zira, önemli
riskleri göze alarak büyük miktarda
maliyete katlanan firmalar, bu sürecin sonunda ulaştıkları ilacı belirli bir
süre tekel olarak piyasa sürme hak ve
ayrıcalığına sahip olmadıkça, jenerik
üreticilerin karşılaştırılabilir dahi olmayan düşük düzeylerde katlanacağı maliyetlerle ilgili ilacı daha uygun
koşullarda piyasaya sunması mümkün olabilecektir. Bu durum kısa vadede rekabetçi gibi görünse de, orta
ve uzun vadede yeni ilaçların piyasa
sürülmesinin önündeki en önemli
engel olarak değerlendirilmektedir.
İlaç endüstrisinde yenilikçi firmalar
bakımından fikri mülkiyet hakkı, var
olabilmek için en temel hayat kaynağı olarak görülmektedir. Bu noktada,
sadece yenilikçi ilaç firmaları değil,
jenerik ilaç üreticileri de uygun ve
makul fikri mülkiyet hakkı tanınmasını desteklemektedir.
TRIPS Anlaşması ve İlaç Endüstrisi:
Patent ve Veri Koruma/Veri Münhasırlığı
İlaç endüstrisi bakımından küresel anlamda minimum fikri mülkiyet koruması hukuki olarak 1994 yılında Ticaret ile Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları
Anlaşması (TRIPS)’nın imzalanması ve
bu anlaşmada öngörülen uygulama
takvimi çerçevesinde başlamıştır. Başta Patent, Faydalı Model, Fikir ve Sanat
Eserleri hakları olmak üzere tüm fikri
ve mülkiyet hakkı türlerini kapsayan
TRIPS anlaşması birçok endüstri bakımından yapısal değişim ve dönüşüm
miladını temsil etmektedir.
Esasen daha önce WIPO (Dünya Fikri
Mülkiyet Örgütü) bünyesinde yürütülen ve hemen tüm fikri haklarını
düzenleyen uluslararası anlaşmalar
olmasına rağmen, gerek söz konusu
anlaşmalarda ve gerekse WIPO uygulamalarında, WIPO üyesi ülkelerdeki
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
15
uygulama standartlarını ve ilkelerini
minimum koruma öngörecek şekilde zorlayan bir mekanizma öngörülmemiştir. Bir başka ifade ile ilgili
anlaşmalar çerçevesinde nasıl bir
koruma sistemi öngörüleceği konusunda ülkelerin geniş bir serbestileri söz konusudur. Bu nedenle, TRIPS
DTÖ üyesi ülkelerde minimum fikri
mülkiyet hakkı koruma standardı
ön görmesi ve uygulama aksaklıkları
olması durumunda anlaşmazlık çözüm mekanizması ve ticari yaptırım
mekanizmaları öngörmesi bakımından ayırıcı bir konuma sahiptir ve
bilginin üretimini ve bilgiye erişimi
düzenleyen en önemli uluslararası
metindir.
Aslında TRIPS Anlaşmasının vücut
bulmasında ilaç endüstrisinin oynadığı rol dahi başlı başına bu endüstri
bakımından fikri hakların ne kadar
önemli olduğunun bir göstergesidir.
Özellikle Pfizer CEO/Yönetim Kurulu
Başkanı Edmund Pratt3 TRIPS tarihinde özel bir yere sahiptir. İlaç endüstrisinin TRIPS anlaşmasındaki rolü başlı
başına bir inceleme konusu iken, bu
çalışma çerçevesinde bunun detay16
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
larına girmek çalışmanın amacını aşmaktadır.
TRIPS anlaşması çerçevesinde ilaç
Endüstrisi bakımından tanınan en
önemli koruma patent korumasıdır.
TRIPS anlaşması 27’nci maddesinin
ilk fıkrası devam eden iki ve üçüncü fıkralardaki istisnalar hariç olmak
üzere yeni ürün ve prosesleri sunan
tüm teknolojik gelişmeler için, yenilikçi olması, endüstriyel olarak uygulanabilir olması ve tekniğin bilinen
durumunu aşması koşuluyla patent
koruması getirilmesini öngörmektedir. Bu madde ile daha önce fikri
mülkiyet kurallarının tanısın veya
tanımasın ilaç ürünleri ve üretim
süreçleri için patent koruması tanımayan ülkelerin de artık bu alanda
patent koruması getirmesini zorunlu kılmaktadır. Zira TRIPS anlaşması
diğer anlaşmalarla birlikte DTÖ’nün
kuruluş sürecinde “ya tümünü kabul
et ya da reddet” ilkesi çerçevesinde
müzakere edilmiş ve DTÖ’ye taraf
olan tüm ülkeler bakımından bağlayıcı bir nitelikte hayata geçmiştir.
Öte yandan aynı anlaşmanın 65 ve
66’ncı maddeleri ülkelerin gelişmiş-
lik durumlarına ilişkin geçiş süreciyle
birlikte ilaç gibi daha önce patent koruması tanınmayan teknolojik alanlar ve ürünler bakımından 10 ve 15
yıllık geçiş süreleri öngörmüştür. Bu
çerçevede daha önce ilaç için patent
koruması tanımayan gelişmekte olan
ülkeler 10 yıllık bir geçiş sürecine tabiyken az gelişmiş ülkeler 15 yıllık bir
geçiş sürecine tabidir.
TRIPS Anlaşmasının 39’ncu maddesi
İlaç sektörü bakımından çok önemli olarak değerlendirilebilecek bir
husus olan veri koruması (data protection)/veri münhasırlığı (data exclusivity) konusunda düzenleme getirmektedir. İlaç firmaları yeni bir ilaca
ilişkin ruhsat başvurusu yaparken
ilacın güvenliği, etkililiği ve kalitesine ilişkin asıl maliyet kalemini oluşturan klinik araştırma verilerini de
ilgili otoritelere sunmak zorundadır.
Öte yandan, jenerik ilaç üreticilerinin
daha önce ruhsatlandırılmış bir ilacın
jeneriğine ilişkin bu verileri sunmak
yerine sunulmuş verilere dayanarak
ve sadece jenerik ilacın orijinal ilaca
eşdeğer olduğunu gösteren verileri
sunmaları yeterli olabilmektedir.
Söz konusu maddenin ilk fıkrası genel olarak üye ülkelere resmi otoritelerle paylaşılan gizli bilgilerin üçüncü
tarafların haksız rekabetine karşı korunması konusunda yükümlülük öngörmektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrası4 özel olarak ilaç endüstrisi
bakımından, ruhsat almak amacıyla
dosyada sunulan klinik araştırma
verilerinin veri münhasırlığı çerçevesinde ilgili otoriteler tarafından yine
üçüncü tarafların haksız bir şekilde
ticarete konu etmesi karşısında korunması yönünde yükümlülük öngörülmektedir. Öte yandan ilgili madde
korumanın süresi konusunda sessiz
kalmayı tercih etmiştir.
Veri münhasırlığı ilaç sektöründe jenerik rekabetin gelişmesi açısından
özel bir önemi haizdir. Zira jenerik
ilaç üreticileri ruhsatlandırma sürecinde genellikle kısa başvuru olarak
adlandırılan, ilaç geliştirmenin en
maliyetli kalemi olan klinik test verilerini yinelemek yerine daha önce
orijinal üretici tarafından sunulmuş
verilere dayanmaktadır ve sadece
jenerik ilacın orijinal ilaca eşdeğer
olduğunu ispatlayacak çalışmaları
sunmakla yetinmektedir. Veri münhasırlığının olduğu koşullarda, bu
münhasırlık süresi boyunca jenerik
üreticilerin orijinal üretici tarafından sunulan verilere dayanarak veri
sahibinin rızası olmaksızın başvuru
yapması mümkün değildir. Bunun
alternatifi ya yüksek maliyetli kinik
araştırmaları tekrar yapmak ya da koruma süresinin bitmesini beklemektir. Jenerik firmalar sürenin bitmesini
beklemektedir. Veri münhasırlığı ilaca ilişkin patent koruması olsun ya
da olmasın jenerik ürünün girmesi
önünde bir engeldir.
Türkiye gerek TRIPS’ten kaynaklanan
yükümlülüğü ve gerekse Gümrük
Birliği Kararı süreci nedeniyle 1995
yılı Haziran ayında 551 Sayılı Patent
KHK’sını kabul etmiştir. KHK’nın ilk
olarak kabul edilen halinde ilaç ve ilaca ilişkin üretim süreçleri bakımından
geçici 4’ncü maddesinde daha önce
patent koruması tanınmadığı için
TRIPS anlaşmasının tanıdığı 10 yıllık
geçiş süreci öngörülmüşken, aynı yılın Eylül ayında kabul edilen yeni bir
KHK ile bu süre 5 yıl öne çekilmiştir.
Bu kararın ekonomi politik değer-
lendirmesi esasen ayrıca uzun uzun
değerlendirmeye değer bir konudur.
1999 yılından itibaren ilaçta patent
başvurularını kabul etmeye başlayan
Türkiye, veri münhasırlığı konusunda
ilk gerçekçi adımı 19 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren Beşeri Tıbbi
Ürünlerin Ruhsatlandırma Yönetmeliği ile atmıştır. Söz konusu yönetmeliğin Kısaltılmış başvuruyu düzenleyen
9’ncu maddesinin üçüncü fıkrasına
göre “Tıbbi ürünün, yürürlükteki
mevzuat hükümleri uyarınca ruhsatlandırılmış ve veri imtiyazı süresini
doldurmuş bir tıbbi ürüne temelde
benzer olması. Bu alt bendin uygulanmasında veri imtiyazı, Gümrük Birliği
Alanında yer alan ülkelerden birinde
1/1/2001 tarihinden sonra ilk defa
ruhsatlandırılmış orijinal ürünlerden
1/1/2005 tarihine kadar Türkiye’de
herhangi bir jenerik ruhsat başvurusu
yapılmamış olanlar ile Gümrük Birliği
Alanında yer alan ülkelerden birinde
1/1/2005 tarihinden sonra ilk defa
ruhsatlandırılacak orijinal ürünler açısından geçerli olup; süresi Gümrük
Birliği Alanında ilk defa ruhsatlandırıldığı tarihten başlayarak 6 (altı) yıldır.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
17
Türkiye’deki patent korumasından
istifade eden ürünler için 6 (altı) yıllık
veri imtiyazı uygulaması, bu patent
süresi ile sınırlandırılır.”
ermiştir. Paten koruması döneminde
söz konusu ilaç Pfizer için yıllık ortalama 11 milyar dolarlık ciro sağlamış
ve toplam ciro içinde yaklaşık %1518’lik bir yere sahip olmuştur.5
İlaç Sektörü İçin Ek Koruma Tedbirleri
2012 yılı ilaç endüstrisindeki gelişmeleri değerlendiren bir raporda, bu dönemde patent koruması sona eren ve
yakın zamanda sona erecek olan ilaçlar hakkında çarpıcı bilgi ve değerlendirmelere yer verilmektedir. Söz
konusu rapora göre 2009-2015 döneminde ilaç firmalarının en önemli
gelir kalemini oluşturan en çok satan
ilaçların %90’nı patent koruması dışında kalacak ve söz konusu ilaçların
bulunduğu ilgili piyasalara jenerik
rakipler girebilecektir. Bu dönemde
patent süresinin dolması ile ilgili yenilikçi firmaların tahmini kayıplarının
170 milyar dolar civarında olacağı
değerlendirilmektedir. Söz konusu
ilaçların yenilikçi firmaların satışlarındaki ve AR-GE harcamalarının finansmanındaki yeri düşünüldüğünde bu
durum ilgili firmalarca çok ciddi bir
tehdit olarak algılanabilecektir. Söz
konusu rapora göre, 2012 yılı birçok
önemli ve en çok satan ilaca ilişkin
patent korumasının bitmesi nedeniyle özel bir önemi haizdir. Bu dönemde
kimi firmaların yıllık satışlarının %10
ila %50’si arasında değişen yere sahip olan ilaçlarının patent korumaları
2012 yılı içinde sona ermiştir.6
Özellikle AR-GE ve ruhsatlandırma
süreçlerinin 10 yıl ve hatta daha uzun
sürelerde tamamlanıyor olması, 20
yıl olması gereken patent koruma
süresini fiilen 10 yıl ve daha kısa sürelere çekebilmektedir. Patent başvuru
tarihi esas alınarak ilaca 20 yıllık koruma süresi tanınmaktadır. Öte yandan bu sürede henüz ruhsatlandırma
süreci tamamlanmadığı için, bu 20
yıllık koruma süresi etkili olarak kullanılamamaktadır. Bu koruma ancak
ilacın piyasa sunulması için gerekli
hukuki süreç tamamlandıktan sonra
anlamlıdır. Bu noktada özellikle ABD,
ve AB ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde
ruhsatlandırma sürecinde kullanılamayan patent koruma süresini telafi
etmek üzere ek koruma süreleri tanınmaktadır. Bu süre ülkelere göre 5
ila 10 yıl arasında değişebilmektedir.
Türkiye ilaç ürünleri bakımından patent koruması ve veri münhasırlığı
süresi haricinde ek koruma süresi tanımamaktadır.
İlaç Sektöründe Patent Korumasının
Sona Ermesinin Etkileri
İlaç firmalarının gerek karlılıklarını
sürdürmek ve gerekse yeni ilaç yatırımlarına kaynak yaratmak amacıyla
en çok önem verdikleri ürün blockbuster (en çok satan) ilaç olarak ifade edilen küresel satış rakamı en az
1 milyar dolar olan ilaç kategorisi
oluşturmaktadır. Bu ilaçlar kalite, etkililik ve güvenlik açılarından yüksek
standartta olup, genellikle belirli bir
tedavi alanında son derece etkili ve
yaygın kullanım alanına ve bilinirliğe
sahiptir. Sadece doktorlar bakımından değil, hastalar da bu ilaçların
daha fazla farkında olabilmektedir.
Sahip olduğu bu başarılı pazar konumlamasının sonucu olarak, bu
türde ilaçlar üretici firmanın toplam
cirosu içinde çok önemli bir yere sahiptir. Örneğin Pfizer ilaç şirketi tarafından üretilen ve tüm zamanların
en çok satan ilacı olarak değerlendirilen kolesterol düşürücü Lipitor’un
patent koruması 2011 yılında sona
18
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
En çok satan ilaçların patent sürelerinin dolması sorununun özellikle son
yıllarda daha az yenilikçi ilacın piyasa
sürülebildiği ve yenilikçi firmaların
yükselen AR-GE harcamalarına karşın
gerek bu harcamaları karşılayacak,
gerek firmanın karlılığına katkıda
bulunacak ve gerekse gelecek ARGE harcamaları için finans kaynağı
oluşturacak nitelikte yenilikçi ilaç
üretmede zorlandıkları gerçeğiyle
birlikte düşünüldüğünde, küresel ilaç
endüstrisinde gördüğümüz ve göreceğimiz birçok yapısal ve davranışsal
değişimin arkasında yatan gerekçeler daha rahat anlaşılabilir.
Sonuç Yerine
Sonuç olarak başta patent olmak
üzere fikri mülkiyet hakları ilaç endüstrisindeki rekabetçi dinamikleri
ve firma stratejilerini belirleyen hayati derecede önemli bir hukuki çer-
çeveyi temsil etmektedir. Tek başına
bu gerçek 1980’li yıllarda küresel
boyutta çokuluslu ilaç firmalarının
bir araya gelerek fikri mülkiyet haklarının uluslararası ve yaptırım gücü
olan bir hukuki çerçeveye dayanması
için uluslararası bir harekete öncülük
etmelerine ve 1994 yılında DTÖ kurucu anlaşmasının en önemli parçalarından birisi olan TRIPS anlaşmasına
giden süreçte belirleyici bir rol üstlenmelerine neden olmuştur.
Nitekim block-buster olarak tabir
edilen en çok satan (1 milyar dolar ve
üstü) ve ilaç firmalarının cirolarında
en belirleyici konuma sahip olan ilaçlarla ilgili patent korumasının sona
ermesinin sonuçları hem ilgili firma
açısından hem de ilgili ilaç piyasası
bakımından son derece çarpıcı ve
önemlidir. Bu çerçevede ilaç endüstrisinin arz tarafında yenilikçi ilaçların
piyasaya sürülmesi için gerekli sermaye birikiminin tesisi ve AR-GE harcamalarının yapılabilmesi açısından
patent koruması en hayati enstrümanı temsil ederken, bu aynı zamanda
orijinal ilaç üreticilerinin kendi aralarındaki rekabet ve daha önemlisi orijinal ve jenerik üreticiler arasındaki
rekabetin niteliğini belirleyen temel
bir unsurdur.
1 Yazıda yazar tarafından yer verilen görüşler
Rekabet Kurumu açısından bağlayıcı değildir. Yazıya ilişkin görüş ve eleştiriler [email protected] adresine iletilebilir.
2 EFPIA, The Pharmaceutical Industry in figures - Edition 2012, http://www.efpia.
eu/sites/www.efpia.eu/files/EFPIA_Figures_2012_Final-20120622-003-EN-v1.pdf
s.4-5
3http://www.pfizer.com/about/history/edmund_pratt.jsp
4 “Members, when requiring, as a condition
of approving the marketing of pharmaceutical or of agricultural chemical products
which utilize new chemical entities, the
submission of undisclosed test or other
data, the origination of which involves a
considerable effort, shall protect such data
against unfair commercial use. In addition,
Members shall protect such data against
disclosure, except where necessary to protect the public, or unless steps are taken to
ensure that the data are protected against
unfair commercial use.”
5http://business.time.com/2011/12/01/
lipitor-patent-expiration-wont-meancheaper-generics-yet/
6 “2012: Winners & Losers of the Pharmaceutical Industry”, Bioassociate Consulting &
Management Ltd. December 2012, s.19-20
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
19
haber
SAĞLIKTA
KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI
YASALAŞTI
Sağlıkta kamu özel ortaklığını öngören tasarı, TBMM Genel Kurulunda
kabul edilerek yasalaştı.
Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması,
Yenilenmesi ve Hizmet Alınması
Hakkında Kanun; Sağlık Bakanlığı
ve bağlı kuruluşlarınca yapılmasına
ihtiyaç duyulan tesislerin ön fizibilite raporu ve belirlenecek standartlar
çerçevesinde Hazine’nin özel mülkiyetindeki taşınmazlar üzerinde, 30 yılı
geçmemek üzere bağımsız ve sürekli
nitelikte üst hakkı tesis edilmesi suretiyle yaptırılması, mevcut tesislerin
yenilenmesinin sağlanması ve bu projeler için alınacak danışmanlık, araş-
20
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
tırma ve geliştirme hizmetleriyle ileri
teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin gördürülmesine ilişkin usul ve esasları belirliyor.
Kanuna göre, Sağlık Bakanlığı ve
bağlı kuruluşları, Maliye Bakanlığınca
yükleniciye bedelsiz olarak tesis edilecek, Hazine’nin özel mülkiyetindeki
taşınmazlar üzerinde, sözleşmede
belirlenecek bedel karşılığında tesis
yaptırabilecek. Yapım işlerine ilişkin
ön fizibilite raporu ile belgeler, Sağlık
Bakanının imzasıyla Yüksek Planlama
Kurulunun onayına sunulacak. Yapım
işlerinin ihalesi, Yüksek Planlama Kurulundan yetkilendirme kararı alındıktan sonra gerçekleştirilecek.
Hastane yerleşkeleri, sağlık tesisi ve
ticari hizmet alanlarından oluşacak.
Bakanlık, kullanımında olan tesislerin yenilenmesi işlerini, tesislerdeki
belli hizmetlerin sunulması, ticari
hizmet alanlarının işletilmesi ya da
bedelinin ödenmesi karşılığında
yaptırabilecek. Bakanlık merkez teşkilatında ilgili birimin, Bakanlık onayıyla taşra birimlerince yapılmasına
karar verilen işlerde ise ilgili taşra
biriminin en üst yöneticisi ihale yetkilisi olacak.
İhalelerde saydamlığı, rekabeti, eşit
muameleyi, güvenilirliği, gizliliği,
kamuoyu denetimini ve kaynakların
verimli kullanılmasını, ihtiyaçların
uygun şartlarda ve zamanında karşılanmasını sağlamak esas olacak. Her
proje için, ihale iş ve işlemlerinde kullanılmak üzere, ön proje, ön fizibilite
raporu, fizibilite raporu, temel standartlar dokümanı ve ihale dokümanı
hazırlanacak. İhalelerde, proje bazında işin niteliğine göre en az maliyetle
en yüksek fayda sağlayan teklif, ekonomik açıdan en avantajlı teklif kabul
edilecek.
Kanun kapsamındaki tesislerin yenileme veya yapım işlerinde açık ihale
usulü, belli istekliler arasında ihale
usulü veya pazarlık usullerinden biri
uygulanabilecek. Açık veya belli istekliler arasında yapılan ihale sonucunda teklif çıkmaması, doğal afetler,
salgın hastalıklar, can veya mal kaybı
tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen
olayların ortaya çıkması sebebiyle
ivedi ihale zorunluluğu olması durumu ile işin özgün nitelikte ve karmaşık olması nedeniyle teknik ve
mali özelliklerinin belirlenememesi
işlerinde pazarlık usulüyle ihale yapılabilecek. İdare, teklif edilen fiyatı
fizibilitesine uygun bulmazsa ihaleyi
iptal edebilecek. İhalenin iptalinden
dolayı isteklilere karşı idarenin herhangi bir sorumluluğu doğmayacak.
Yaptırılacak işlerdeki sabit yatırım
içerisinde yer alan tıbbi donanımın
en az yüzde 20’si yerli üretim olacak.
Kamu İhale Kanunu’na göre ihalelere
katılamayacak olanlar, bu düzenleme
kapsamındaki ihalelere de katılamayacak.
Sözleşme özel hukuk hükümlerine
tabi olacak ve süresi, tesisin özelliklerine ve fizibilite raporuna bağlı
olarak sözleşmede belirtilen sabit
yatırım dönemi hariç 30 yılı geçmemek üzere idarece belirlenecek. Tesisin ve ticari hizmet alanlarının yapım işlerinin projelendirilmesinden
ve finansmanının sağlanmasından,
yapımından, bakım ve onarımından,
yükleniciye bırakılan hizmetlerin
yerine getirilmesiyle ticari hizmet
alanlarının işletilmesinden, sözleşme
süresi sonunda yerleşkenin her türlü
borç ve taahhütten ari, bakımlı, çalışır
ve kullanılabilir durumda bakanlığa
devredilmesinden yüklenici sorumlu
olacak.
İdare, yapım sözleşmesi imzalandıktan sonra yüklenicinin taahhütlerini
yerine getirememesi halinde yükleniciye gereğinin yapılması için süre
verecek. Süre sonunda taahhüdün
yerine getirilmemesi halinde, finans
sağlayıcılar idareyle anlaşarak yüklenicinin ortaklık yapısında değişikliğe
gitmek suretiyle işin yapılmasını sağlayabilecek. Bunun sağlanamaması
halinde, idare tarafından sözleşme
feshedilecek.
Yüklenicinin işletme döneminde
taahhütlerini yerine getirememesi
halinde sağlık hizmetlerinin sürdürülemez hale gelmesi durumu hariç olmak üzere, idarenin noter aracılığıyla
yapacağı yazılı ihtarla keyfiyet açıkça
belirtilerek, yükleniciye gereğinin yapılması için uygun süre verilecek.
Yüklenicinin süre içinde ihtardaki
talimata uymaması halinde iş, idare
tarafından pazarlık usulüyle yüklenicinin namına yaptırılacak ve yükleniciye ödenecek bedelden mahsup
edilecek. Sağlık hizmetlerinin sürdürülemez hale gelmesi durumunda ise
keyfiyet yükleniciye en hızlı vasıtalarla bildirilerek iş, idare tarafından yüklenici namına yaptırılacak.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
21
Sözleşmenin feshi halinde, Maliye
Bakanlığınca, Hazine’nin özel mülkiyetindeki taşınmaz üzerinde yüklenici lehine tesis edilen üst hakkı, herhangi bir yargı kararı aranmaksızın
iptal edilecek.
Taşınmaz üzerindeki tüm yapı ve
tesisler sağlam ve işler durumda
Hazine’ye intikal edecek. Taşınmaza
veya üzerinde bulunan yapı, tesis ve
müştemilata yüklenici tarafından zarar verilmesi halinde, zarar bedeli de
yükleniciden alınacak.
Bedel ve sözleşme süresinin tespitinde; yatırımın maliyeti ve projenin
mahiyeti, ekipman ve tıbbi donanımın yüklenici tarafından sağlanıp
sağlanmayacağı, yüklenicinin karı,
yatırım konusu taşınmaz ve tesisteki
hizmetlerin ve ticari hizmet alanlarının işletilmesinin yükleniciye verilip
verilmeyeceği hususları dikkate alınacak.
Yapım işinin tamamlanmasından
önce hiçbir şekilde bedel ödemesi
yapılmayacak. Bedel, bakanlığa veya
bağlı kuruluşlara ait döner sermaye
bütçesinden veya merkezi yönetim
bütçesinden ödenecek.
Yerleşke sözleşme süresi sonunda
çalışır ve kullanılabilir durumda bedelsiz olarak kendiliğinden idareye
22
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
geçecek. Kanun kapsamında yatırımlarla ilgili yapılacak iş ve işlemler,
damga vergisi ile harçlardan muaf
olacak. Kamu özel ortaklığıyla yapılacak iş ve işlemler, Devlet İhale Kanunu ve Kamu İhale Kanunu’na tabi
olmayacak.
Kanun, Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da değişiklik yapıyor. Buna
göre, genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri ile özel bütçeli idareler tarafından yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilmesi planlanan ve
tutarı asgari 1 milyar lira olması öngörülen yatırım ve hizmetlere ilişkin
uygulama sözleşmeleri ve yap-kiraladevret modeliyle gerçekleştirilmesi
planlanan, tutarı asgari 500 milyon
lira olan sözleşmelerde; sözleşmelerin süresinden önce feshedilerek tesisin ilgili idareler tarafından devralınması hükmünün bulunması halinde,
söz konusu yatırım ve hizmetler için
yurt dışından sağlanan finansman ve
bu finansmana ilişkin mali yükümlülüklerin Hazine Müsteşarlığı tarafından üstlenilmesine karar vermeye,
üstlenime konu mali yükümlülüklerin kapsam, unsur ve ödeme koşullarını belirlemeye ilişkin usul ve esasları
düzenlemeye Bakanlar Kurulu yetkili
olacak. Dış borcun tahsisi yapılabilen idareler dışında kalan idarelerin
yürüttüğü projelerden kaynaklanan
borç üstlenimlerinde, ilgili idare Hazine Müsteşarlığı’na üstlenilen tutarda
borçlandırılacak.
Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna
bağlı 2. ve 3. basamak sağlık tesislerinin bağış, faiz ve kira gelirleri ek
ödeme dağıtımında kullanılamayacak. Bu birimlerde görevli personele
yapılacak ek ödeme toplamı, ilgili birimin cari yıldaki hizmet bedelinden
ayrı olarak faturalandırılan ilaç ve her
türlü tıbbi sarf malzemesi gelirlerinin
yüzde 45’ini, döner sermaye gelirlerinin yüzde 50’sini aşamayacak.
Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ilana çıkılarak ihale süreci başlatılmış işler, mevcut ihale
şartnamelerine göre sonuçlandırılacak. Ayrıca, düzenlemenin yürürlüğe
girdiği tarihten önce ihale süreci tamamlanmış olan veya devam eden
işlere ait şartnamelerdeki, yüklenici
tarafından yapılacak sağlık yerleşkesinin dışındaki taşınmazların ticari
alan olarak işletilmek üzere yükleniciye verilebileceğine dair hükümler
uygulanmayacak ve sağlık yerleşkesi
dışındaki taşınmazlar yükleniciye verilmeyecek, ihale iş ve işlemleri ile yapılmış olan sözleşmeler bu hükümler
geçerli olmaksızın yürütülecek.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
23
ÜLKEMİZDE BULAŞICI
HASTALIKLARIN KONTROLÜNDE
AŞI PROGRAMININ YERİ
Dr. Mehmet Ali TORUNOĞLU
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Başkan Yardımcısı
Sağlık, yalnızca hastalıkların olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal
yönden tam bir iyilik durumudur. Irk,
din, politik inanç, ekonomik ve sosyal
durum farkı gözetmeksizin herkesin
erişilebilecek en yüksek sağlık düzeyine erişmesi, temel insan haklarından biridir.
Bulaşıcı hastalıklar tarih boyunca
insanların sağlığını etkilemiş, veba,
çiçek gibi bazı hastalıklar medeniyetlerin yok olmasında önemli rol
oynamıştır. Bulaşıcı hastalıkların
kontrolünde mikropların keşfi, aşıların geliştirilmesi ve sonrasında da
antibiyotiklerin keşfi büyük katkı
sağlamıştır.
24
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Aşılar; insan ve hayvanlarda hastalık yapma yeteneğinde olan virüs,
bakteri vb. mikropların öldürülerek,
hastalık yapma karakterlerinden
arındırılarak ya da bazı mikropların
salgıladığı zehirlerin (toksinlerin) etkileri ortadan kaldırılarak sağlam kişilere hastalık oluşmaması için verilen
biyolojik maddelerdir. Aşılama, ölü ya
da etkisi azaltılmış bu maddenin vücuda uygun miktarlarda verilmesi ile
gerçekleştirilir.
Aşılar sağlıklı içme suyu temininden
sonra bir toplumun sağlık düzeyini
yükseltmede kullanılan en önemli
araçtır. Aşılar ucuz, etkili ve uygulanması kolaydır. Aşılama için harcanan
paranın çok fazlası; hastalanma, sakatlanma ve ölümlerin engellenmesinden dolayı tasarruf edilir. Aşılama
hizmetlerine harcanan her 1 dolar
sağlık harcamalarında 26 dolarlık tasarruf sağlar. Aşılar sayesinde çiçek
hastalığının kökü kazınmış, çocuk fel-
ci hastalığının da çiçek hastalığında
olduğu gibi dünyada tarihe gömülmesi an meselesidir. İnsanlık, şimdi
kızamık hastalığının çocuklarımıza
verdiği zararı en aza indirmeyi hedeflemektedir.
Türklerin aşılama tarihinde önemli bir
yeri vardır. Türkler Orta Asya’da Çinlilerden öğrendikleri variolasyon yöntemini, yani çiçek hastalığı geçirmekte olan insanların veziküllerinden
aldıkları sıvıyı güneşte kurutarak diğer insanların derisine inoküle etmeyi Osmanlı döneminde İstanbul’da da
uygulamaya devam etmiş, o yıllarda
çok sayıda insanı öldüren çiçek hastalığından kısmen korunmuşlardır.
1718 yılında, o dönemde İstanbul’daki İngiltere başkonsolosunun eşi olan
Lady Montague çiçeğe karşı aşılanan
çocuğunun hastalıktan korunduğunu gördükten sonra, İngiltere’deki
arkadaşlarına variolasyon yöntemini
mektuplarla anlatmış ve çok sayıda
İngiliz bu yöntemle aşılanarak ölümden kurtulmuştur. Hayvandan alınan
bir mikroorganizmanın insana verilmesi ile yapılan aşılamanın ilk uygulayıcısı ise 1774 yılında Benjamin
Jesty adlı bir İngiliz çiftçidir. Edward
Jenner 1796 yılında aşılamayı bilimsel anlamda ilk uygulayan ve tıp dünyasına tanıtan bilim adamı olmuştur. da devam etmiştir. Bundan yaklaşık
70 yıl önce Ankara’da Refik Saydam
Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde 17 farklı
aşının üretildiği bilinmektedir. Ancak
sonraki yıllarda gelişen teknolojiye
ayak uyduramamış olmamız sebebi
ile maalesef ülkemizde bazı antiserumlar dışında aşı üretimine 1990’lı
yıllarda son verilmiştir.
Aşı tarihinde ikinci önemli bilim
adamı olan Louis Pasteur, kuduz
aşısını geliştirirken birçok kral ve
kraliçe yanında Osmanlı padişahı II.
Abdülhamid’den de yardım istemiştir. Padişah bu isteği karşılıksız bırakmamış, 800 altın ile birlikte bir nişan
gönderirken, Paris’e göndereceği bir
grup hekime bu aşının üretiminin öğretilmesini talep etmiştir. Nitekim Zoeros Paşa başkanlığında Pasteur’ün
laboratuvarına giden 7 kişilik ekip bir
yıl sonra yurda dönmüş ve Pasteur’ün
kuduz aşısını kullanıma sunmasından bir yıl sonra, 1886’da İstanbul’da
kuduz aşısı üretmeye başlamıştır. Aşı
üretim faaliyetleri savaş yıllarında
Aşıyla önlenebilir hastalıklar çoğu
kez bulaşıcı olduklarından; bireyin,
ailenin veya bir toplumun sorunu olmaktan çok insanlığın sorunu olarak
algılanmak zorundadır. Hasta kişiler,
sağlıklı olup halen hastalanmaya duyarlı olanlar için bulaşma kaynağıdır.
Bağışıklama hizmetleri temel sağlık
hizmetleri için lokomotif işlevi görebilecek hizmetlerdendir. Çocukların
bağışık duruma getirilmesi için aile
hekimleri ile en az 8 kez buluşması
gereklidir. Bu durum, özellikle risk yaklaşımı gereği öncelikli hizmet alması
gereken çocuk ve annelere diğer temel sağlık hizmetlerini sunmada da
fırsat oluşturmaktadır.
Bunu yanı sıra:
• Bağışıklama acildir. Her çocuğun
yaşamında ulusal bir programa
göre birçok aşı ile aşılanması
gereklidir. Aşılama programı tamamlanmazsa aşılar yeterince
korumaz.
• Bağışıklama, birçok tehlikeli has-
talıktan korur. Aşılanmayan çocukların aşılananlara göre daha
çok hastalanma riski, kalıcı sakatlık, beslenme bozukluğu/zayıflık/
kavrukluk (malnutrisyon) ve ölüm
riski vardır.
• Aşılar,
aşılanan kişide savunma
mekanizmaları oluşturarak koruma sağlar. Koruma sağlanabilmesi
için aşılama, hastalanmadan önce
yapılmış olmalıdır.
• Ülkemizde
çocukluk dönemi aşı
takviminde yer alan aşılar ücretsiz
olarak uygulanmaktadır.
Genişletilmiş Bağışıklama Programı
(GBP), Boğmaca, Difteri, Tetanoz, Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak, Tüberküloz,
ÇOCUKLUK DÖNEMİ AŞILAMA TAKVİMİ (2013)
Hep-B
İlköğretim
8.sınıf
İlköğretim
1.sınıf
24. ay
18. ay
12. ay
6.ayın sonu
II
4.ayın sonu
I
2.ayın sonu
1.ayın sonu
AŞILAR
Doğumda
Aşıların Uygulanma Zamanları
III
BCG
I
DaBT-İPA-Hib
I
II
III
KPA
I
II
III
KKK
R
R
I
R
DaBT-İPA
R
OPA
I
Suçiçeği
I
I
Hep-A
I
R
Td
Hep B
BCG
DaBT-İPA-Hib
KKK
II
: Hepatit B aşısı
: Bacille Calmette-Guerin aşısı
: Difteri, aselüler Boğmaca, Tetanoz, İnaktif
Polio, Hemofilus influenza tip b aşısı (Beşli
Karma aşı)
: Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak aşısı
OPA
: Oral Polio Aşısı
Td: Erişkin tipi difteri-tetanoz aşısı
KPA
: 13 Bileşenli konjuge pnömokok aşısı
Hep-A
: Hepatit A aşısı
R
: Rapel (Pekiştirme)
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
25
Poliomyelit, Hepatit B, Hepatit A, Suçiçeği, Pnömokok ve Hemofilus influenza tip b’ye bağlı hastalıkları kontrol
altına almak ve hatta tamamen ortadan kaldırmak amacı ile hassas yaş
gruplarına enfeksiyona yakalanmalarından önce ulaşıp bağışıklanmalarını sağlamak için yapılan aşılama
hizmetlerini içerir.
Ülkemizde bildiğimiz anlamda yaygın rutin aşılama programı 1985 yılı
Türkiye Aşı Kampanyası ile başlamıştır. Yapılan hesaplamalara göre bu
kampanya ile 30 ila 40 bin bebeğin
ölümü engellenmiş ve binlerce çocuğumuzun sakat kalması önlenmiştir.
Aşılama programımızda son on yılda önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Aşısı uygulanan hastalık sayısı bu on
yıllık dönemde yediden on üçe çıkmıştır. Aşılama oranları, bu dönemde yüzde 80 ve altındaki oranlardan
yüzde doksan beş ve üzeri oranlara
26
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
ulaştırılmıştır. Böylelikle aşı ile korunulabilir bir çok hastalık kontrol
altına alınmış ve kızamıkta olduğu
gibi eliminasyon aşamasına yaklaşılmıştır. Bu başarıda sağlık çalışanlarının büyük katkısı yanında anne ve
babaların aşı programına duydukları
güven ve aynı zamanda aşıya ayrılan
bütçenin yaklaşık 22 kat artırılması
da önemli rol oynamıştır.
Aşı üretiminden tüketimine kadar
belirli ısı aralığında muhafaza edilmesi gereken biyolojik ürünlerdir.
Soğuk zincir diye adlandırılan bu
sistem etkinliği korunmuş güvenli
aşıların uygulanmasında büyük öneme haizdir. Bu konuya Bakanlığımız
birinci derecede önem vermekte ve
her düzeyde soğuk zincirin kırılmaması için gereken tedbirler titizlikle
alınmaktadır. Ülkemiz 2005 yılından
bu tarafa Dünya Sağlık Örgütü tarafında diğer ülkelerden gelen ülke aşı
sorumluları için eğitim merkezi olarak akredite edilmiş ve her yıl bu eğitimler ülkemizde düzenlenmektedir.
Ayrıca merkezdeki ana depodan, illerimizdeki il depolarına, aile hekimliği
merkezleri buzdolaplarına ve sahaya
götürülen aşı kaplarına kadar tüm
sistem yenilenmiştir.
Bütün bu gayretlerimiz sonucu 1998
yılındaki son vakadan bu tarafa yeni
çocuk felci vakası görülmemiştir.
Avrupa’da birçok ülkede kızamık salgını yaşanmasına rağmen kızamık
vaka sayısı 2001 yılında yaklaşık 31
bin iken son altı yıllık dönemde yurt
dışı orjinli vakalar ve bu vakalar ile
ilişkili vakalar dışında vaka görülmemiştir. Yeni doğan tetanozu elimine
edilmiştir.
Aşı üretimine yönelik önemli adımlar
atılmış, beşli karma aşı ve pnömokok
aşısının belli bir aşamadan sonra ülkemizde üretimi sağlanmıştır. Gele-
cek yıllarda hedefimiz aşı üretiminin
bütün aşamaları ile ülkemizde gerçekleşmesini sağlamaktır.
Bulaşıcı hastalıklar ve bu çerçevede
aşı programı Bakanımızın yeniden
yapılanma sürecinde de önemini
ve önceliğini devam ettirmiş, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı
bünyesinde Bulaşıcı Hastalıklardan
Sorumlu Başkan Yardımcılığı altında
Aşı İle Önlenebilir Hastalıklar Dairesi
kurulmuştur.
Bu Dairenin görevleri aşağıdaki şekilde belirlenmiştir:
• Aşı
ile önlenebilen hastalıklara
yönelik olarak programlar geliştirmek ve yürütmek.
• Aşı sonrası istenmeyen etki izleme
sisteminin yürütülmesi faaliyetlerini gerçekleştirmek.
• Aşılama hızlarının izlenmesi, değerlendirilmesi ve raporlanması
faaliyetlerini yürütmek.
• GBP
kapsamındaki hastalıkların
sürveyansını yürütmek.
• GBP kapsamındaki hastalık salgınlarının kontrolüne yönelik faaliyetleri yürütmek.
• GBP
kapsamındaki programlara
yönelik eğitim faaliyetlerini yürütmek.
Sonuç olarak; aşılama bulaşıcı hastalıkların kontrol altına alınmasında
ve hatta tamamen yok edilmesinde
en önemli araçlardan bir tanesidir.
Ülkemizde başarı ile yürütülen aşı
programı sayesinde ölüme ve sakatlığa yol açan birçok bulaşıcı hastalık
kontrol altına alınmıştır. Bu başarıda
sağlık çalışanlarının gayretleri yanısıra en önemli katkıyı çocuklarını
zamanında aşılatan anne ve babalar
vermektedir.
ÜLKEMİZDE AŞILAMADA ÖNEMLİ TARİHLER
1930’lar Çiçek aşısı
1937 Difteri, boğmaca aşıları
1952 BCG aşısının programa eklenmesi
1963 Oral polio aşısının programa eklenmesi
1968 DBT (Difteri, Boğmaca, Tetanoz) aşısının programa eklenmesi
1970 Kızamık aşısının programa eklenmesi
1981 Genişletilmiş Bağışıklama Programı
1985 Türkiye Aşı Kampanyası
1995
Polio Ulusal Aşı Günleri
1996
Kızamık Hızlandırma Kampanyası
1997
Polio mop-up kampanyası
1998
Hepatit B aşısının programa eklenmesi
1998
Son çocuk felci (poliomyelit) vakası
2003
Kızamık Okul Aşı Günleri
2005
Kızamık Aşı Günleri
2006
KKK (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak) aşısının programa eklenmesi
2006
Hib (Hemofilus influenza tip b) aşısının programa eklenmesi
2007-2008 İlköğretim kohortu Hepatit B ve kızamıkçık aşılarının tamamlanması
2008
Beşli karma aşının (DaBT-IPA-Hib) programa eklenmesi 2008
7 bileşenli konjuge pnömokok aşısının programa eklenmesi
2009 Maternal ve Neonatal Tetanozun Eliminasyonu
2010
İlköğretim 1. sınıfta Td ve OPA yerine DaBT-İPA uygulamasına geçilmesi
2011
13 bileşenli konjuge pnömokok aşısı uygulamasına geçilmesi
2012
Hepatit A aşısının programa eklenmesi
2013
Suçiçeği aşısının programa eklenmesi
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
27
Sağlık Bakanlığı Çocukluk Dönemi
Aşı Takvimine Suçiçeği aşısının da
eklendiğini duyurdu. Bakanlıktan yapılan açıklamada aşısı yapılan hastalık sayısının 13’e yükseldiği belirtildi.
Sağlık Bakanlığı tarafından aşı ile ilgili
yapılan açıklamada şu hususlara yer
verildi:
Aşı yapılarak korunmanın mümkün
olduğu hastalıklarda, bu hastalıklara
bağlı sakatlık ve ölümlerin önlenebilmesi için çocuklara verilebilecek
en önemli toplum sağlığı hizmeti
aşılamadır. Ülkemizde yürütülmekte olan Genişletilmiş Bağışıklama
Programı’nın amacı; difteri, boğmaca, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, verem, çocuk felci, hepatit
B, hemofilus influenza tip b, hepatit
A, suçiçeği’ ne bağlı hastalıkların ve
invaziv pnömokokal hastalığın yayılım, sakatlık ve ölüm oranlarının
azaltılarak bu hastalıkların kontrol
altına alınması, hatta tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu amaca ulaşabilmek için Sağlıkta Dönüşüm Programıyla koruyucu ve temel sağlık
hizmetleri alanında önemli gelişmeler sağlanmış ve rutin bağışıklama
çalışmaları Bakanlığımız tarafından
en üst düzeyde önem verilen hususlardan biri haline gelmiştir.
Aşılama hızı, 2007 yılından itibaren
% 96-97 düzeyinde seyretmektedir.
Ulaşılan bu başarıyla birlikte ülkemizde, aşı ile korunulabilir hastalıkların
sayılarında ciddi düşüşler sağlanmıştır. Bu başarıya ulaşılmasında, bu
konuda gösterilen politik kararlılıkla birlikte genel anlamda koruyucu
sağlık hizmetlerine verilen önem ile
aşıya ayrılan bütçenin artırılması da
önemli bir etken olmuştur. 2002 yılında 22 milyon TL olan aşılama bütçemiz, 2012 yılında yaklaşık 400 milyon
TL’ye ulaşmıştır. Ayrıca başarıyı getiren en önemli hususlardan biri de aşı
uygulaması hizmetlerinin ülkemizde
ücretsiz olarak bütün sağlık kuruluşlarında verilmesidir.
28
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
% 90’nı 15 yaş altı çocuklarda kış ve
ilkbahar aylarında görülen suçiçeği
hastalığı, genellikle hafif seyirli bir
çocukluk çağı hastalığı olarak bilinse
de özellikle bebeklerde ve erişkinlerde şiddetli seyredebilmektedir. Bazen şiddetli deri enfeksiyonları, deride kalıcı izler, zatürre, beyin iltihabı
(ensefalit) gibi ciddi sekel bırakan
komplikasyonlara, hatta ölümlere
sebep olabilmektedir.
Suçiçeği aşısının, bütün suçiçeği vaka sayılarında % 85’lik bir
azalma sağladığı,
ağır
seyreden
suçiçeği vakalarını ise % 95-100
oranında önlediği
bilinmektedir. Ayrıca
suçiçeği aşısı, suçiçeği
hastalığının geçirilmesinin ardından yıllar sonra
bile ortaya çıkabilecek zona
zoster (gece
yanığı)
Aş
orunu
SUÇİÇEĞİ AŞISI DA
ARTIK AŞI TAKVİMİNDE
ı ile K
yoruz
haber
hastalığının önlenmesi açından da
önemlidir.
Suçiçeği aşısı ilk defa1974’te Japonya’ da Takahashi ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş ve
1986’da Japonya’da, 1988’de Güney
Kore’de,1995’te ise Amerika Birleşik
Devletleri’nde kullanım lisansı almıştır. Aşı bugün Japonya, Güney Kore,
ABD, Kanada, Kosta Rika, Ekvator,
Uruguay, Brezilya, Finlandiya, Almanya, Yunanistan, İtalya, Litvanya,
İspanya ve Avustralya’ da rutin aşı
takviminde yer almaktadır. Bağışıklama Bilimsel Danışma Kurulu tarafından Ülkemizde de suçiçeği aşısına
geçilmesi tavsiye edilmiş ve suçiçeği
aşısı, rutin bağışıklama programına
eklenmiştir.
Aşı, Ulusal Aşı Takvimimize göre 12.
aydaki tüm çocuklara tek doz olarak
uygulanacaktır. Uygulama 1 Ocak
2012 ve sonrasında doğan bütün
çocukları kapsamaktadır. Aşı uygulaması tüm aile sağlığı
merkezlerinde ücretsiz olarak verilmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
29
KADINLARDA KORONER ARTER
HASTALIĞI FARKLI MIDIR?
Prof. Dr. Nurgül KESER
Sakarya Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anabilim Dalı
Koroner arter hastalığı (KAH) tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de
önemli bir sağlık sorunudur. Önceleri bir erkek hastalığı olarak bilinen
KAH günümüzde kadınlarda da giderek artan bir oranda karşımıza
çıkmaktadır. Öyle ki kadınlarda tüm
ölümlerin %22’si kanserlere bağlı
iken %38’i KAH’a bağlıdır.
50- 80 yaş arası kadınların %2764’ünde KAH mevcuttur. Bu oran 3544 yaş arası %14; 45- 54 yaş arası %29;
55-64 yaş arası %48’dir. Menopoz ile
birlikte tıkayıcı KAH oranı kadınlarda
artmaktadır. Menopoz öncesi dönemde ise östrojenin kadınlarda KAH
30
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
klinik bulgularının ortaya çıkışını geciktirdiği düşünülmektedir. (1,2)
Buna karşın son yıllarda 35-54 yaş
arası erkeklerde miyokard infarktüsü
prevelansında azalma, ancak aynı yaş
grubu kadınlarda artış olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur. (3)
Cinsler arasında koroner arter hastalığındaki farklılıklar, koroner arterlerin
anatomik ve fonksiyonel yapısından;
semptomlar, patofizyoloji ve tedavi
yaklaşımlarına kadar pek çok konuda
karşımıza çıkabilir.
Kadın ve erkeklerin koroner arterleri
karşılaştırıldığında yapısal ve fonksiyonel farklılıklar göze çarpar. Örneğin kadınlarda koroner arterlerin
daha küçük olduğu, endotel-düz kas
disfonksiyonunun ve mikrovasküler
disfonksiyonun, yani intramiyokardial mikrovasküler arterlerde anormal
reaktivitenin daha belirgin olduğu
saptanmıştır. (4)
Koroner arter hastalığının en sık görülen şeklinde koroner arterler aterosklerotik plaklarla tıkanır. Ancak
tıkayıcı olmayan koroner arter hastalığına kadınlarda erkeklere göre
daha sık rastlanmaktadır. Burada öne
sürülen hipotezlerden birisi östrojene bağlı koroner vasküler yapıda
pozitif remodelling ile aterosklerotik
plağın lümen içerisine ilerlemesinin
engellenmiş olabileceğidir. (5)
Kadınlarda tıkayıcı olmayan koroner
arter hastalığının varlığı yanlış teşhis
ve tedaviye yol açabilmektedir. Koroner anjiyografi uygulanan ve koroner
arterlerde nonkritik lezyonlar tespit
edilen kadınlarda ya da anjiyografisi
normal olan ancak miyokard perfüzyon sintigrafileri iskemiyi gösteren
ve semptom tarif eden kadınlara
KAH tanısı konulurken yanlışlıklar
olabilmektedir. Miyokard iskemisi ile
refere edilen kadınların %50’sinde
tıkayıcı KAH (anlamlı darlık) bulunmamaktadır ancak bu hastalarda
koroner mikrovasküler disfonksiyon
mevcut olabilir. Normal koroner anjiyografi denilerek bu kadınlara yetersiz tedavi uygulanabilmekte ve buda
ölüm oranlarını artırabilmektedir.
Dolayısı ile darlık bulunmayan KAG
ihmal edilmemeli ve küçük damar
hastalığı, mikrovasküler disfonksiyonun kadınlarda sık görülebildiği ve
normal koroner anjiyografi tanımında kadınlarda güçlük olduğu unutulmamalıdır. (6)
Koroner arter hastalığının semptomlarında da farklılıklar mevcut olabilir.
Erkekler daha çok tipik angına pektoris ile müracaat etmektedir. Göğüste,
boyun sırt çeneye yayılım gösterebilen baskı, sıkışma hissi, yanma gibi
semptomlar,ritm bozuklukları,nefes
darlığı, terleme ve baş dönmesi ,her
iki cinste görülebilen klasik semptomlar olurken, kadınlarda bazen
sadece hafif göğüs ağrısı, efor toleransında belirgin azalma, halsizlik gibi klasik semptomlardan farklı
bulgularda ortaya çıkabilir. Bu da
kadınlarda tipik angina tanısı konmasını güçleştirebilir. Yine ST segment yükselmeli MI erkeklerde daha
sık görülürken, kadınlarda nonST MI
daha sık görülmektedir.(1,2)
% 46,6’dır ve 2/3’ü ya çok az ya da az
fiziksel aktivite yapmaktadır. (11)
Kısmen bu farklılıklar yüzünden, kadınlarda fonksiyonel tetkik, tanısal
anjiografi ve girişimsel işlemlerin erkeklere göre daha düşük oranda uygulandığını bildiren çalışmalar mevcuttur.(7)
Yine TEKHARF çalışmasına göre
Türkiye’de her yaş grubunda hipertansiyon prevelansı kadınlarda daha
fazladır.
Kadın ve erkekler arasında koroner
arter hastalığı risk faktörleri açısından da farklılıklar vardır. Örneğin:
Yaş bakımından; erkekte 45 yaş ve
üzeri, kadında 55 yaş ve üzeri yaşlar,
HD-K düzeyleri bakımından; erkekte< 40mgdl olması, kadında ise <
50mg olması risk faktörüdür.
Trigliserid yüksekliği, DM, obezite
ve santral obezite kadınlarda daha
önemli risk faktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. (1, 8, 9)
Diyabet kadınlarda koroner arter hastalığı riskini artırdığı gibi, KAH’a bağlı
ölüm oranlarını da diyabetik erkeklere göre daha fazla artırmaktadır.(10)
Ülkemizde kadınlarda obezite oranları oldukça yüksektir. Örneğin; TEKHARF çalışması sonuçlarına göre 40
yaş ve üzeri kadınlarda obezite oranı
METSAR çalışması sonuçlarına göre,
Türkiye’de kadınlarda % 39,6 erkeklerde % 28 oranında Metabolik Sendrom görülmektedir. 70 yaş üstünde
bu oran kadınlarda %70 erkelerde
%49 dur. (12)
Kadınlarda sigara içme oranı da giderek artmaktadır. Sigara içen kadınlarda KAH mortalitesi diğer risk faktörlerine göre ayarlama yapıldıktan
sonra bile sigara içen erkeklere göre
daha yüksektir. Miyokard infarktüsü
geçirmiş kişilerde sigaranın kesilmesi
hem erkek hem de kadınlarda mortaliteyi %46 oranında azaltmaktadır. (13)
Kadınlardaki tüm bu risk faktörleri
özellikle menopoz sonrası daha yüksek prevelansta ve daha sık birliktelikle ortaya çıkmaktadır. Gebelik
hipertansiyonu, gestasyonel DM,
polikistik over sendromu gibi sadece
kadınlara özel KAH risk faktörleri de
mevcuttur. (4)
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
31
Yapılması Gerekenler/Yol Haritamız
• Kadınlarda KAH açısından farkın-
dalık artırılmalı, eğitim ve korunmaya yönelik ve daha etkin yaşam
tarzı değişikliğini sağlayacak girişimler desteklenmelidir.
• Kadınların tarama programlarına
katılımı artırılmalıdır.
• Genç kadınların sigaraya başlaması engellenmelidir.
• Obezite, DM ve Metabolik send-
rom bileşenleri hesaba katılarak
mevcut bütün risk faktörleri iyileştirilmelidir.
Menapoz sonrası yaşam tarzı, beslenme, egzersiz ve KAH gelişimi arasındaki etkileşimlerin iyi anlaşılması ve
anlatılması gerekmektedir. Menopoz
sonrası östrojen tedavisinin kardiovasküler korunma için önerilmediği
unutulmamalıdır. (14)
Özellikle AMI sonrası klasik faydası
kanıtlanmış aspirin, betabloker ve
statin tedavilerinin kadınlarda daha
düşük uygulandığı unutulmamalı(15);
ilaç tedavisi ve korunma stratejisinde
eksiklikler olduğu göz önüne alınmalıdır.
• KAH tanısı almış kadınların rehabi-
litasyon programlarına yönlendirilmesi artırılmalıdır.
• Cinsiyete özgü tanı ve tedavi stra-
5) Quyyumi A.WISE study: J Am Coll Cardiol
2006; 47;66-71
6) Lerman A. WISE study: J Am Coll Cardiol
2006; 47;59-62
7)Daly CA et al.The clinical characteristics
and investigations planned in patients with
stable angina presenting to cardiologists in
Europe:from the EuroHeart survey of Stable
Angina.Eur Heart J 2005; 2 6:996-1010
8) Gierach GL WISE study: J Am Coll Cardiol
2006; 47;50-58
9) Yusuf S, The Interheart Study Lancet
2004;364:937-52
10)Kanaya AM et al.Explaining the sex difference in coronary heart disease mortality
among patients with type II DM:a metaanalysis.Arch Intern Med 2002;162:1737-45
KAYNAKLAR
11)Onat A,Fiziksel etkinlik, metabolik bozukluklardan korunma ve koroner mortalite.
In: Onat A(ed) Türk Halkının Kalp Sağlığı.
Argos-cortex iletişim hizmetleri, Istanbul,2007 sf: 140-145
1) BaireyMerz WISE study: J Am Coll Cardiol
2006; 47;21-29
12)Ö.Kozan, et al. Eur J Clin. Nutr 2007; 31: 54853
hastada normal
koroner arterler benign (zararsız)
kabul edilerek koruyucu önlemler
eksik bırakılmamalıdır.
2) Shaw LJ WISE study J Am Coll Cardiol 2006;
47;4-20
13)Graham I et al. Eur J Cardıovasc Prev Rehabil 2007;14(Suppl.2):S1-S113
3) Towfighi A etal.Sex specific trends in midlife coronary heart disease risk and prevalance.Arch Intern Med 2009;169:1762-6
14)Hulley S et al.The Heart Estrogen-progestin
Replacement Study JAMA 1998; 280:605-13
rında lokalize kaldığı ve lümene
4) Pepine CJ.WISE study: J Am Col lCardiol
2006; 47;30-35
• Semptomatik
• Hastalığın uzun süre damar duva-
32
geç ilerlediği göz önüne alınmalı
ve tıkayıcı KAH olmasa bile küçük
damar hastalığı olabileceği için
risk faktörlerini azaltma yoluna gidilmelidir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
tejileri geliştirilmelidir.
15)Gan SC et al.Treatment of acute myocardial
infarction and 30 day mortality among women and men N Engl J Med 2000;343:8-15
hayatıniçinden
KAR YARENLER/
KARDELENLER
Yazı ve Fotoğraf lar : Arif AVİZE
Üzülme!
Tasa ettiğin ne ki
Sabahı özleyen bir çocuk düşün olsun
Kirli ellerine oyuncağını kıstırıp
Kendi masalını çekip üstüne
Kaf dağında uyusun.
Tasa ettiğin ne ki?
Üşüdüğünde bir çiçeğin olsun karlarda
Sen üzülme büyüsün, çiçek açsın yürüsün.
Alnında çizgileri örten bir gülümsemen olsun
Önüne düşürmediğin bir dik başın
Boğazına düğümlenmeyen aşın olsun
Aradığını bulan bir gözün
Selam ile ağzından çıkan sözün
Kendini karşına alacağın yüzün olsun
Tasa etme
Üzüldüğün ne ki?
Isındı ısınacak derken, geldi gelecek
derken, kışın ilk cemre sancısının ardından bahar müjdecileri kar çiçekleri şimdiden merhaba dediler bile.
Karlarla yarenlik eden bu çiçekler
vakit tamam diyerek çıktılar topraktan. Üzerlerine yağan karlara bile
aldırmadan, bazen poyrazın ıslık çalan soğuğunda bile rengârenk açıverdiler. Çünkü sabır ve sükût içinde
geçirilen bir kışın arkasından vakit
gelmişti artık. Belki soğuktu, toprak
bile üşüyordu henüz. Topraktan gökyüzüne doğru filizlenmek kolaydı,
oysa dışarısı sürprizlerle doluydu belki. İnsanoğlunun gündelik kaygılarından arındırılmış bu çiçekler, yüksek
dağların serin yaylalarında şartlara
meydan okurcasına açıverdiler. Serde aşk vardı, dirilmek uyanmak vardı,
en güzele ışığa, güneşe kavuşmak
vardı. Bazıları karları delerek çıktılar,
bazılarının cazibeli renklerinin üzerine karlar yağdı, yılmadılar. Azmin,
cesaretin, mücadelenin ve dirilişin
34
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
sembolü olan bu çiçekler, insanoğluna ilham kaynağı oldular, ders verdiler, güç verdiler, örnek oldular. Bazen
isimlerimiz oldu bu çiçekler, bazen
romanlara hikâyelere konu oldular,
destan oldular yıllar yılı dillerden
düşmediler. Öyle ya:
“Kardelen ve hercai birbirini seven
iki çiçektir. Bir gün bu iki çiçek aralarında kavilleşirler. Birbirlerine olan
sevgilerini doyasıya yaşayabilmek
için hiçbir çiçeğin açmaya cesaret
edemediği kış ve karlı bir mevsimde
açacaklardır. Söz verirler birbirlerine.
Kış mevsimi gelir. Kardelen karlı bir
kış mevsiminde karları delip çıkar.
Ancak etrafta hercai yoktur. Hercai
ahde vefa göstermeyip kardeleni
yarı yolda bırakmıştır. Bu duruma çok
üzülür kardelen ve boynunu eğer. O
gündür bu gündür, bu asil çiçek, kış
aylarının sona yaklaştığı mevsimde
karların erimeye yüz tuttuğu dönemlerde açar ve eriyen karlarla arkadaşlık eder.”
Kardelenler eksi 15 derece soğukta yaşayabilen ve çiçek açabilen
en dayanıklı çiçeklerdendir ve ilaç
yapımında son derece değerli bir
hammadde kaynağıdır. “Kardelene
sormuşlar bütün çiçekler sıradan yerlerde açıp insanlara yakın dururken,
Sen neden böyle yüksek dağlarda ve
özellikle uçurum kenarlarında açarsın demişler. Kardelen şöyle cevap
vermiş; “gülü seven dikenine, menekşeyi seven rengine katlanır; beni seven ölümü göze alır demiş.”
Kardelenler, toprağın dahi ısınmadığı çok düşük ısılarda ve kar örtüsü
erimeden çiçek açmalarından dolayı, insanoğlunun dikkatini çekmeyi
başarmış, dirilişin ve azmin sembolü
olmuşlardır. Dünyanın en değerli çiçekleri arasında yer alır. Ansiklopedik
bilgilere göre Anadolu’da bilinen 14
tür kardelen mevcuttur. Ortak Latince adı “Galanthus” tur. Kardelenler
dışında henüz kar örtüsü kalkmadan
açan çiçek türlerimiz; Kar Çiçeği, Acı
Çiğdem, Sarı Çiğdem, Anemonlar, Dağ laleleri, Dağ menekşeleri ve
Nevruz çiçekleridir. Karların erimeye yüz tuttuğu yerlerde açmayan başlayan bu çiçekler üzerlerine yağacak sürpriz karlara çok
da uzak değillerdir. Mart ayının ortalarına kadar çoğu zaman
yüksek ve yaylalık bölgelerde rengârenk açan bu çiçekler üzerine kar yağar.
Kahramanmaraş Toros-Amanos dağlarının 1600 metre rakımlı birçok lokasyonunda bu çiçeklere rastladık ve fotoğraflama
imkânı bulduk. Son 3 yılın Şubat- Mart aralığında çekilen bu
fotoğraflar bizlere doğadaki dirilişin resitalini sunuyor adeta.
Onları fotoğraf karesine dökerken yaşadığım hazzı ve aldığım lezzeti anlatmam mümkün değil. Sizlere de bu güzellikleri bir nebze olsun fotoğraflarla yaşatmak istedim, elimden
geldiğince bir kolaj yapmaya çalıştım. Sizler de eğer vaktiniz
olursa ve yolunuz bahar aylarında düşerse dağlara, unutmayın ki o dağlarda her zaman sizin için açan bir çiçek vardır.
Ömrünüz bahar bahar çiçek olsun…
Tasadır gelir geçer
Kederi derdi unut
Kıştır bahara gider
Gönlünde bir çiçek tut.
Türküm sensin,
Islıkla kovaladığım titrek kelimelerde
Kışında üşüdüğüm baharında eridiğim,
Umutla beklediğim yazım sensin.
Zaman buruk, zaman hüzün
Ne varsa koca bir yalan!
Sevincim gözüme düşen yüzün.
Sen giderken arta kalan.
Sonbaharda yaprak yaprak savrulan sensin.
Gün gelir dizgin tutmaz duygular,
Dağlardan muştularla, garbi olup esensin.
Gönlüm sana sevgili, sen ki bir bahar yeli
Kardelenin, çiğdemin, lalelerin elisin.
Sen üşümüş yüreğime cemre olup düşensin.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
35
Vakit geldi,
Zaman usul usul eriyor ağlayarak,
Zemheri küheylanları en dingin sükûta mahkûm
Ve sehpasında duruyor el bağlayarak.
Vakit geldi,
Fırtına kovalıyor küçücük garbi yeli
Yüreğin yüreğimedir, yönün yönüme bilirim
Vakit geldi, uyan kar çiçeği
Şimdi bizim türkülerin zamanı geldi.
Zemheri çoktan göçtü buralardan,
Havada ilk cemre sancısı var
Bir esinti koptu şu giden fırtınadan
Bahar gözlerinde açacak yar.
Soğuk camların puslu yalnızlığına düşer hayalin
Bu naylon kokulu kentin akşamlarına tutsak
Kutup iklimlerine mi hazırlıktır bu çöken hava
Ya da peşine düştüğüm hüzün katarına tutunmak
Ruhuma mı tevdi ettin kara kışı
Nisandan bir esintiye ısmarlansan n’olur
Bakma, gözlerim düşer yollarına
Ellerim gecelerin boşluğunda kaybolur
Ağlayamam, gözlerim bitap şimdi
İçime çektiğim ağır bir nem kokusu
Fütursuz silinişin önümde kitap şimdi
Düşüyor kardelenlere kırılgan buz taneleri
Sen orada, sen burada, hep varsın ya da yoksun
Ağır ağır işleniyor mevsimin her dokusu.
36
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
37
tartışma
DİYANETTEN
‘SÜT BANKASI’ AÇIKLAMASI
Diyanet İşleri Başkanlığı son günlerde
tartışılan ’Anne Sütü Bankası’
konusunda yazılı bir açıklama yaptı.
Kurumun web sitesinde duyurular
kısmında yer alan açıklamada Din
İşleri Yüksek Kurulunun konuya ilişkin
2012 yılındaki mütalaası yayınlandı.
Geçtiğimiz yılın 12 Nisan tarihinde
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Raşit
Küçük’ün başkanlığında Kurul toplanmış ve ’İnsan Sütünün Saklanması
ve Bebeklere Verilmesi’ konusunda
müzakerelerde bulunmuştu.
Son zamanlarda ihtiyaç sahibi bebeklere verilmek üzere süt bankası
kurularak, kadınlardan alınan sütlerin muhafaza edilmesi şeklindeki uygulamanın ortaya çıktığı ve bazı Batı
ülkelerinde yaygınlaştığı ifade edilen
açıklamada, şu hususun altı çizildi:
«Bu hüküm meselenin özüne yönelik
olmayıp, kendilerinden süt alınan anneler ile süt verilen bebekler arasında
oluşacak süt akrabalığı konusunda
hassasiyet gösterilmeyerek, sütlerin ve süt akrabalıklarının karışması
38
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
sonucu dinin yasakladığı evliliklere
götürebileceği endişesinden kaynaklanmaktadır.
Prensip olarak, ihtiyaç duyulması halinde çocuklara annelerinden başka
kadınların sütlerinin emzirme yoluyla verilmesinde bir sakınca olmadığı
gibi, kadınlardan alınan sütlerin bekletilerek daha sonra ihtiyaç duyan
bebeklere verilmesinde de sakınca
yoktur. Ancak, süt akrabalığının getireceği evlilik yasaklarının ihlal edilmemesi için her türlü tedbirin alınması ve bu tedbirlerin hassasiyetle
uygulanması gerekir.”
Kurul müzakereler sonucunda insan sütünün saklanmasının ve ihtiyacı olan bebeklere verilmesinin
dini açıdan sakıncası olmamasının
aşağıda belirtilen şartların dikkate
alınması kaydıyla uygulanabileceği
sonucuna vardı. Bu şartlar:
1. Süt verecek kadının kendi çocuğunu sütten mahrum bırakmaması,
2. Başka kadının sütünü içen çocuklar arasında oluşacak mahremlik
dairesini olabildiğince daraltmak
için, pratik bir tedbir olarak, bir
kadından alınan sütün sadece
erkek veya sadece kız çocuklara
verilmesi,
3. Süt veren kadın ile süt verilen çocuğun kimliklerinin, kayıt altına
alınması ve bu bilginin her iki tarafa da verilmesi,
4. Bu hususun yasal düzenleme ile
güvence altına alınması,
5. Evliliğe engel teşkil eden süt akrabalığı dairesinin daha da genişlememesi için, birden fazla anneye
ait sütlerin karıştırılmaması,
6. Süt veren anneye, masrafları dışında bir ücret verilmemesi, alınan sütlerin para karşılığı satılmaması,
7. Kendi annesinin sütü ile beslenme imkânı bulunan çocukların bu
sistemden yararlandırılmaması.
ANNE SÜTÜNE SU KATMAK
Halime KÖKÇE
07.03.2013 / Star Gazetesi
Siyasetin hay huyu içinde korkarım
gözden düşecek “süt bankası projesi”. Din adamları ve STK’lardan gelen
tepkilere rağmen Sağlık Bakanlığı,
uygulamaya koymak için hazırlık
yaptığı ‘süt bankası projesi’nden geri
adım atmadı. Bakan Müezzinoğlu,
ilahiyatçıların endişelerini ortadan
kaldırmak adına “kayıtta en ufak bir
hata olmamasını” temin edecek bir
sistem kuracaklarını ifade etti. “Süt
kardeşlerin” cinsiyetini eşitlemek suretiyle itirazların önünün alınabileceği ve böylece endişelerin de ortadan
kaldırılabileceğine dair bir kanaat
ağırlık kazanmış gibi. Nitekim kayıtta
azami dikkat gösterilmesi durumunda zararlı değil faydalı olacağına dair
fetva da alınmış, öyle gözüküyor.
Peki, süt bankasına neden ihtiyaç duyuldu?
Bakanlığın açıklamasında “çocuk
ölümlerini önlemek için” deniliyor.
“Anne sütü yoksunluğu” şeklinde
bir ölüm sebebi bilmiyorum ben.
Ancak Bakanlık verilerine göre yılda 6 bin prematüre bebek dünyaya
geliyor ve bunların 150 tanesi anne
sütünden mahrum kaldığı için ölüyor. Bir de hayata annesiz başlayan
yetimhane bebekleri var ki, belki bu
projede en çok onlar düşünülmeliydi,
fakat şimdiye kadar onlardan
bahseden olmadı.
Bebeğin rızkıyla birlikte dünyaya gelmesi gibi bir mucizeden söz ediyoruz, anne sütü derken. Muhtevasının
bağışıklık sistemini güçlendirmesi,
yerini doldurabilecek değerde hiçbir
besinin olmaması gibi hususiyetleri bir yana, anne sütü yeni doğan
bebek için bir “hayat suyu”dur. Hz.
İsmail’i çölün ortasında yaşatan
rızkıdır yani.
Test edilmiş kardeşlik!
Her ne kadar “bebek ölümleri” gibi
akan suları durduracak bir neden
öne sürülse de “süt bankası” daha çok
çalışan anneleri ilgilendiren bir konu
olarak tartışılıyor. İşe dönüşle birlikte
çocuklarını anne sütünden mahrum
etmek istemeyen kadınlar için bir
çare olabilir mi, deniliyor.
Neden olmasın? Nitekim iş yeri tarla
olan kadın da bunu yapagelmiştir.
Karadeniz’de süt anneliği son derece
yaygın bir kurumdur. Üstelik süt anneliği, sadece beslenme ihtiyacının
karşılanmasıyla sonuçlanmaz, bir
kardeşlik bağı oluşturur ki bu bağ zaman zaman kan bağından bile güçlü
hissedilir.
Ancak, annesiz çocuklar ya da prematüre doğumlarda kullanımını tartışma dışı tutmakla birlikte, süt bankası aracılığıyla oluşacak ilişkinin “süt
kardeşliği” ve “süt anneliği” kavramlarıyla tanımlanamayacağını, bunun
anonim bir ilişki olacağını belirtmek
gerekir. Testlerden geçirilmek suretiyle en hijyenik laboratuvarlarda
kayıt altına alınan bu ilişki gerçek-
te anonim bir ilişkidir. Son tahlilde
insan eseri bir sistemden bahsettiğimiz müddetçe telafisi imkânsız riskleri de göze almayı gerektirir.
Hedef üç çocuk mu?
Bunun yanı sıra uygulanabilirliğiyle
ilgili de çok daha temel sıkıntılar söz
konusu. Bir kere anne sütü dediğimiz
şey bir çocuktan artıp başka çocuğa
kalacak kadar bol değil artık. Buna
ahir zaman kısırlığı, kadınların fıtratlarından uzaklaşmalarının doğurduğu bir sonuç olarak bakanlar
da olacaktır, ama gerçek bu. Bir yaşına
gelene kadar çocuğunu emzirebilen
kadın kendini şanslı sayıyor.
Ayrıca anne sütü annenin beslenmesiyle doğrudan ilişkili bir ürün.
Hamile kadınların aldığı gıdanın bile
çocuğun zekâsını belirlediğine dair
deterministik bir bilimsellikle çocukların üzerine titrendiği bir dönemde
yaşıyoruz. Süt veren annenin yeterli ve kaliteli beslenmesi nasıl temin
edilecek?
Ayrıca anne ile çocuk arasındaki bağın en güçlü ifadesidir süt emzirme
hadisesi. Anne sütü çocuğun ruhu
için de bir gıdadır.
Varsa bu projenin çalışan annelerle
ilgili bir tarafı, bence çözüm doğum
ve süt iznini artırmak, işverene de
çalışana da bu konuda kolaylıklar
sağlamak olmalı. Şayet bu proje “3
çocuk”a bağlanacaksa anne sütüne su katmaktan öteye gitmeyecektir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
39
tartışma
SAĞLIK BAKANLIĞI
ANNE SÜTÜ BANKACILIĞI TARTIŞMALARINA
SON NOKTAYI KOYDU
Sağlık Bakanlığı yaptığı yazılı basın
açıklaması ile Anne Sütü Bankacılığı tartışmalarına son noktayı koydu.
Bakanlık konu ile ilgili teredüütlerin
giderilmesinden sonra uygulamanın
başlatılacağını duyurdu.
Sağlık Bakanlığının Anne Sütü Bankacılığı ile ilgili açıklaması şöyle:
Son günlerde ülke gündeminde yer
alan “Anne Sütü Bankası” konusunda kamuoyunu aydınlatmak adına
aşağıdaki hususların paylaşılması uygun görülmüştür:
Anne sütü, erken doğmuş ve hasta yeni doğan bebekler için hayat kurtarıcıdır. Hastanelerde, bu
bebeklerin yalnızca anne sütü ile
beslenmesi yeni doğan ölümlerini
azaltacak ve sağlıklı nesillerin yetişmesine katkı sağlayacaktır. Bu
bebekler için öncelikle kullanılacak
olan kendi annelerinin sütüdür. Anne
sütünün yeterli düzeyde veya hiç
olmaması durumunda, bebeklerin
anne sütünden yararlanabilmeleri
için “Anne Sütü Bağışı” sisteminin kurulması düşünülmüştür. Bu husustan
hareketle ülkemizde Anne Sütü Bankalarının kurulması ve Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitelerine entegre edil-
40
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
mesi konusunda çalışmalar yapılması
kararlaştırılmıştır.
Anne Sütü Bankası, gönüllü annelerin bağışladıkları anne sütünü; uluslararası standartlarda toplayacak,
saklayacak, testlerden geçirecek,
işleyerek güvenliğini sağlayacak ve
gereksinimi olan bebeklere, hekim
kararıyla dağıtacak bir yapıdır.
Konuyla ilgili uluslararası uygulamalar da incelenmiştir. Yüz yıldan fazla
geçmişi olan bu sistem gelişmiş ülkelerde bebek sağlığını iyileştirmeye yönelik ulusal stratejilere entegre
edilmiştir. Ülkemizde ise Anne Sütü
Bankacılığı ile asırlar öncesine dayanan “Süt anneliği” geleneğimizin etkin ve güvenli şekilde sisteme kavuşturulması amaçlanmıştır.
Ülkemizde Avrupa ülkelerinden farklı
olarak süt kardeşliği hukukunu güvence altına alacak bir sistem oluşturması hususu göz önünde tutulmuştur. Bu anlamda Anne Sütü Bankacılığı
sisteminin sağlıklı ve güvenli şekilde
hayata geçirilebilmesi noktasında şu
esaslar öne çıkmaktadır:
• Süt
bağışlayan annelerin sütleri
karıştırılmayacak, her bebek için
tek donörden süt alınacaktır.
• Bağış yapan bir annenin bir süt
bebeği olacaktır.
• Güvenli bir kayıt sistemi kullanıla-
cak, süt bağışı yapanın ve alıcının
kimlikleri kayıt altına alınacak, bu
bilgiler her iki nüfus kütüğüne
gönderilecek ve her iki tarafa da
verilecektir.
• Hem bağışçı hem de alıcıdan yazılı
onam formu istenecektir.
• Bağışçı
annenin bebeği ile alıcı
annenin bebeği aynı cinsiyetten
olacaktır.
• Süt alan bebekler 5 yıldan sonra
ve her 5 yıllık periyodda en az 5
defa bilgilendirilecektir.
“Anne Sütü Bankası” sistemi konusunda, yukarıdaki esaslar çerçevesinde, tüm ilgili paydaşlarla çalışmalar
devam etmektedir. Kamuoyunda
tereddüde neden olabilecek riskleri
ortadan kaldıracak düzenlemelerin
hayata geçirilmesinin ardından Anne
Sütü Bağışı uygulamasına başlanacaktır.
Kamuoyunun bilgisine saygı ile sunulur.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
41
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE TIP EĞİTİMİ:
GEÇMİŞTEN GELECEĞE DEĞİŞEN KOŞULLAR
VE DEĞİŞMEYEN SORUNLAR
“Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı savaşın gereği
düşünülürken akla sıhhi önlemlerin uygulamasını
yapan doktor ve sağlık memurları gelir. Geçen yıl
ülke içinde memur olarak çalıştırılan doktor sayısı
337 ve sağlık memuru sayısı ise 434 idi. Ülkenin ihtiyacını karşılamaktan uzak olan bu sayıların……”
kımından günümüzde dahi devam
eden sayısal yetersizliğin uzun geçmişi hakkında fikir verici olması bakımından önemlidir. Kuruluş yıllarının
kendine özgü şartlarını, o dönemdeki sağlık eğitimi ve çalışma koşullarını irdelemek bu yazının kapsamı
dışında kalmakla birlikte çok sınırlı
olanaklar içerisinde başarılanların aslında ne denli önemli olduğunu göz
ardı etmemek gerekir. Üzücü olan bu
gün hala aynı sayısal eksikliği konuşmaya devam ediyor olmamızdır.
Yukarıdaki cümleler 1 Mart 1923
tarihindeki Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin 1. Dönem 4. Yasama yılı
açılış konuşmasından alınmıştır.
Doktor ve diğer sağlık personeli ba-
2023, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.
Kuruluş yıldönümü; birçok sahada
ulusal hedeflerin belirlendiği, tüm
kurumlarının kendini buna göre
hazırlamaya başladığı, 100 yıl önce
Prof. Dr. Abdullah SONSUZ
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Tıp Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı
42
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
ateşle imtihanını başaran bir milletin,
bu defa uygar dünyayı temsil eden
değer ve standartlara ulaşma yolundaki mücadelesini ifade eden özel bir
anlam kazanmış bulunmaktadır. Bizler de bu günlerde tıp bayramı olarak
kutladığımız 14 Mart 2013’e bu gözle
bakmalı, gerçekçi bir değerlendirme
ile mevcut durumu ortaya koyup
geleceğin planlanmasına katkı sağlamayı öncelikli bir görev olarak görmeliyiz.
Konuyu “Tıp Eğitimi” bakımından ele
aldığımızda sorunun iki farklı boyutu
olduğu dikkati çekmektedir. Bunlardan ilki sayısal olarak belirlenmiş
hedeflere ulaşılması, diğeri ise nitelik
olarak amaçlanan bilgi ve beceri ile
donatılmış doktorların yetiştirilmesidir. Sayısal hedefler, tanımlanması ve
gerçekleştirilmesi bakımından nispeten daha kolay olanıdır. Nitelik ile ilgili hedeflerin belirlenmesi, eğitimdeki
ortak standartların ortaya konulması
ve hayata geçirilmesi ise zor, ama bir
o kadar da önem taşıyan bir konudur.
Günümüzde aktif olarak çalışan doktor sayısının 120.000 civarında olduğu bilinmektedir. 2010 Yılında yayınlanmış olan “Türkiye’de Sağlık Eğitimi
ve Sağlıkta İnsan gücü Durum Raporu” verilerine göre ülkemizde 100.000
kişiye düşen doktor sayısı 153 olup,
bu oran 322 olan Avrupa Birliği (AB)
ortalamasının bir hayli gerisindedir.
Tıp Fakültesi kontenjanlarının artırılmasına yönelik çabaları bu gerçeğe
dayandırmak mümkündür. Bu raporun yayınlandığı dönemde (2009
yılı verisi) 61 olan aktif olarak eğitim
yapılan Tıp Fakültesi sayısı 2012 yılı
sonunda 74’e, 7.536 olan öğrenci
kontenjanı ise 9.560’a çıkmış bulunmaktadır. Geçtiğimiz 3 yıl içerisinde
eğitim kurumu sayısında % 21, eğitim
için ayrılan kontenjanda ise % 26 artış
sağlanmış olması oldukça dikkat çekicidir. Henüz eğitime başlamayan Tıp
fakültelerinin varlığı ve yeni kurulan
fakültelerin bir miktar daha kontenjan artırımına gidebileceği dikkate
alınırsa sürdürülen eğitim politikası
içerisinde 2023 için belirlenmiş olan
200.633 doktor hedefine ulaşılabileceği öngörülebilir. Tıp fakültelerinin
ve eğitimcilerin asıl görev ve sorumluluğu da bu noktada başlamaktadır.
Bu görev tıp eğitiminin nitelikleri
bakımından da öngörülen hedeflere
ulaşmış olmasını sağlamaktır.
Tıp Eğitimi için niteliklere dayalı hedeflerin belirlenmesi, uygulamaya
konulması ve neticelerinin takibi,
niceliksel hedeflerden çok daha
zor ve karmaşık bir meseledir. Tıp
Fakülteleri’nin her birinin web sayfalarında görebileceğimiz ve neticede
birbirinden çok da farklı olmayan
misyon ve vizyon tanımlamaları bu
nitelikleri ortaya koymak bakımından fazla bir anlam ifade etmemektedir. Bu kavramları “ulusal çekirdek
eğitim müfredatı” ile birlikte düşünmek daha doğru olabilir. Ulusal çekirdek eğitim müfredatında mezuniyet
öncesi eğitim amaçları aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır:
• Türkiye’nin sağlık sorunlarını bilen
ve birinci basamakta bu sorunların
üstesinden gelebilecek bilgi, beceri ve tutumlarla donanmış,
• Birinci basamak sağlık kuruluşla-
rında hekimlik ve yöneticilik yapabilecek,
• Mesleğin etik kurallarını gözeterek
uygulayabilecek,
• Araştırıcı ve sorgulayıcı olan,
• Kendisini sürekli olarak yenileyip
geliştiren,
• Uluslararası düzeyde kabul edilen
ölçütlerde pratisyen hekimler yetiştirmektir
Dikkat edilirse mezuniyet öncesi
eğitimin niteliği ile ilgili değerlendirmeler neredeyse tümüyle birinci
basamak hekimlik için biçimlendirilmiştir. Doğru olan da budur. Diğer
taraftan bu hedef ülkemizde devam
etmekte olan sağlıkta yeniden yapılanma sürecinin, özellikle de uygulamaya konulan aile hekimliği sisteminin ihtiyaçları ile de uyumludur.
Sorun Tıp Fakültelerinin bu hedefi
ne ölçüde benimsediği ve ne ölçüde uygulamaya koyabildiğinin belirsizliğidir. Günümüzde tıp fakülteleri başarılarının ölçütü olarak “Tıpta
Uzmanlık Sınavı”nda başarılı olan
öğrencilerinin sayısını veya üniversite giriş sınavlarında yüksek puan almış öğrenciler tarafından ne ölçüde
tercih edildiklerini görmeye devam
etmektedirler. Birinci basamak hekimlik için gereken nitelikleri daha
iyi kazandırdığını veya pratisyen hekim yetiştirmek konusunda diğerlerinden daha başarılı olduğunu dile
getirip, farklılığını bununla ön plana
çıkarmaya çalışan bir tıp fakültesinin
var olmadığını söyleyebiliriz. Esasen
böyle bir değerlendirmenin objektif
ölçütlerinin neler olacağı da belirlenebilmiş değildir.
Benzer şekilde sağlıkta dönüşüm ve
aile hekimliği sisteminin hayata geçirilmesini takiben bir süre sonra başlaması muhtemel sevk zincirini de dikkate alarak eğitim sisteminde buna
göre bazı düzenlemelerin yapılması
tıp eğiticilerinin karşısında öncelik
taşıyan bir görev olarak durmaktadır.
Bu noktada bazı çatışmaların ortaya çıkacağı ve öngörülemeyen bazı
sorunların yaşanacağına hazırlıklı
olmak gerekir. Sorun sadece tıp fakültesi yönetimlerinin birinci basamak
için hekim yetiştirmeyi ön planda tutmayan yaklaşımlarında değildir. Aynı
bakış açısı öğrencilerde ve onların
ailelerinde de mevcuttur. Hiçbir öğrenci tıp fakültesine “pratisyen hekim” olmakla sınırlı bir hedef ile gelmemektedir. Bu paradoksun ortaya
çıkardığı olumsuzluklar özellikle “intörnlük” olarak adlandırılan 6.sınıfta
ortaya çıkmaktadır. Eğitim planlamasında bir öğrenciyi çalışma hayatına
hazırlamak bakımından son derece
önemli bir dönem olan bu aşamada
ne yapılırsa yapılsın öğrencinin TUS’a
hazırlıklarını öne alması gerçeği değişmeyecektir. Toplumsal davranış
modelimiz sınavla denetlenmeyen
bir eğitimi yaptırmayı zorlaştırmakta, öğrenci bir yanda sınavı olmayan
bir eğitim, diğer yanda bütün geleceğini belirleyecek bir sınavın varlığı
karşısında büyük bir ikilem yaşamaktadır. Uzun yıllardan beri var olan bu
sorunun yeterince önemsendiğini
söylemek mümkün değildir. Daha
da ötesinde öğrencilerin kliniklere
devamsızlığı TUS sınavına çalışma
gerekçesi altında hoş görülebilmektedir. Bu yanlış, önümüzdeki yılarda
eskisinden çok daha ciddi sonuçların
kaynağını teşkil edebilir. Eğer nitelikli
ve birinci basamak sağlık hizmetleri
için yeterli (en doğru ifadesi ile ulusal çekirdek eğitim müfredatına uygun) hekim yetiştirmeyi başaramaz
isek zaten ciddi bir güven sorunu
yaşayan hasta hekim ilişkileri daha
büyük bir problem haline gelecek ve
uygulamaya konulmaya çalışılan sistemi bütünüyle tehdit edebilecektir.
Toplumda oluşmaya başlayan, sağlık
alanında sınırsız ve kural tanımayan
hizmet beklentisi de bu güven bunalımını artıran diğer bir tehdit olarak
dikkate alınmalıdır.
Tıp eğitiminde var olan imkânlar
yeterince
değerlendirilememektedir. Konuyla ilgili bazı kişilerin
dahi haberdar olmadığı bir gerçek
Türkiye’nin öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı bakımından birçok
Avrupa ülkesinden daha ileride olduğudur. “Türkiye’de Sağlık Eğitimi
ve Sağlıkta İnsan gücü Durum Raporu(2010)” verilerine göre Türkiye’de
öğretim üyesi başına 3.9 öğrenci
düşmekte iken bu sayı Avusturya’da
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
43
6.3, İspanya’da 6.7, Fransa’da 10.8
İtalya’da 15.0 Almanya’da ise 19.8 olarak bildirilmektedir. Sorun bu sayısal
avantajın eğitim gücüne ne ölçüde
yansıdığındadır. Bu konuyu sadece
son yıllarda yapılan bazı yasal düzenlemelerle ortaya çıkan problemlere
bağlamak yanıltıcı olacaktır. Mevcut
durum hiçbir önyargının tesiri altında kalmaksızın açık yüreklilikle ortaya konulmalı ve çözüm yolları araştırılmalıdır. 1933 Üniversite reformuna
giden yoldaki Malche Raporu’nda
dile getirilen: «Profesörlere düşük
ücret ödenmesi, onları yan görevler
almaya zorunlu kılmaktadır. Öğretim
üyeleri dışarıdaki işlerini birinci, esas
görevlerini ise ikinci planda tutmaktadırlar” ifadesi bazı yönleri ile 80 yıl
sonra da geçerliliğini korumaktadır.
Sorun bununla da sınırlı değildir ve
başka bazı problemlerin var olduğu da muhakkaktır. Doktorluğun bir
meslek olarak da ciddi sorunlar yaşadığı bir dönemden geçmekteyiz. Tıp
eğitimi bir yönüyle usta çırak ilişkisi
içerisinde biçimlenen bir meslektir.
44
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Bununla birlikte yetiştirdiğimiz insanların bizden farklı koşullarda, farklı sorumluluklar altında ve farklı hasta
hekim ilişkileri içerisinde çalışacağını
unutmamamız gerekmektedir. Bizim
kuşağımızın belki de son dönemlerini yaşadığı fedakârlık, saygı ve
güven temeline dayalı hasta hekim
ilişkisi gelecekte var olmayacaktır.
Bunun yerine geçmekte olan ise özel
çalışma koşullarında profesyonellik
temeline dayalı hasta hekim ilişkisi, kamu hizmetinde olanlar için ise
mecburiyetler ve hastaların tek yönlü
beklentilerinin ön plana çıktığı yeni
bir çalışma düzenidir. Bir hoca için
öğrencilerini belirsizliklerle dolu bir
geleceğe hazırlıyor olduğunu bilmek
üzücü bir durumdur.
Her şeye rağmen geleceği doktorlarını yetiştirmeyi bu günden planlamaya mecburuz. Gelecekte farklı olacak
olan sadece hasta hekim ilişkileri
değildir. Bilginin daha hızla değiştiği, uzmanlık kavramının yeniden tanımlanacağı, uzmanlık, hatta yan dal
uzmanlığı ötesinde özel bazı uygulamaları yapma yeterliliği verecek eğitimlerle biçimlenen yeni bir çalışma
dünyasına doğru gidiyoruz. Tıp eğitiminin problem çözme yeterliliğini
artıran, karar verme süreçlerini daha
nesnel kriterlerle tanımlayan tanı ve
tedavi aşamalarındaki her yaklaşım
modeli için risk analizlerini yapabilen ve bunları paylaşabilen, iletişim
becerileri gelişmiş doktorlar yetiştirmeye odaklanması gerekmektedir.
Değiştirmeyi düşünenlerin değişmeyi bilmesi de zorunludur. Bu anlamda
öğretim üyelerinin geleceği koşullarına uygun doktor yetiştirmek için
yeni eğitim ve davranış modelleri geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Bu dönüşüm sürecinin başarıyla tamamlanmasının en temel koşulu
öğretim üyelerinin hizmet yükünün
azaltılıp eğitimin öncelikli görevleri
haline getirildiği, belirsizlikleri ortadan kaldıracak yasal düzenlemelerin
yapılmış olduğu yeni bir çalışma düzeninin kurulmasıdır.
kampus
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
18 Kasım 1833’de Türkiye’nin ilk ve
tek üniversitesi olarak öğrenim hayatına başlamış olan İstanbul Üniversitesi, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk
Avrupa tarzı üniversite olarak kabul
edilen Darülfünun’un doğrudan devamıdır. Ayrıca okulun bazı birimleri
temelleri İstanbul’u fethinin ertesi
günü 30 Mayıs 1453’te Fatih Sultan
Mehmet’in emriyle kurulan Sahn-ı
Seman medreselerine kadar dayandığından okulun kuruluşu bu tarihe
kadar uzanır. Bugünkü hali ise 1933
yılında kurulmuştur.
2011 yılında, “Dünyanın en iyi
500
üniversitesi”
sıralamasına
Türkiye’den giren tek üniversite olan
46
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
İstanbul Üniversitesi aynı zamanda
Asya Pasifik bölgesinin de en iyi 100
üniversitesi arasındadır. Üniversitede yaklaşık 73.000 lisansüstü, lisans
ve ön lisans öğrencisi öğrenim görmektedir. Bu yükseköğretim işlemi
12000 öğretim üyesi ve öğretim
elemanı tarafından gerçekleştirilmektedir.
İstanbul Tıp Fakültesi, Türkiye’de Üniversite reformuyla kurulmuş ilk tıp
fakültesidir. Türkiye’de modern tıbbın gelişimine öncülük etmiş, sayısız
hekim ve bilim adamı yetiştirmiştir.
Efsanevi profesörleriyle tarihe tanıklık etmiş bir kurum olan İstanbul Tıp
Fakültesi, Fatih ilçesinin Çapa semtin-
de yer almasından dolayı halk arasında daha çok Çapa Tıp Fakültesi olarak
bilinir.
1967 yılı, İstanbul Üniversitesinde tıp
eğitimi için gerçekleştirilen yeni bir
atılımı temsil etmektedir. O tarihe kadar İstanbul Tıp Fakültesi birçok farklı
hastaneden oluşan bir yapı olarak
faaliyet göstermekteyken, bunlardan
birisi olan Cerrahpaşa kampüsü yeni
bir fakülteye dönüştürülerek “Cerrahpaşa Tıp Fakültesi” adıyla İstanbul
Üniversitesinin ikinci Tıp fakültesi
olarak eğitim vermeye başlamıştır.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ismini semte adını veren Cerrah Mehmet Paşadan almıştır.
TIP EĞİTİMİNİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİNDE
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
Ülkemizde, modern tıp eğitiminin
geçmişi, 200 yıla yaklaşmaktadır. İstanbul Üniversitesi değişik ad ve yapılanmalar şeklinde dahi olsa ilk yıllarından itibaren bu sürecin içerisinde
yer almış olup günümüzde de «Tıp
Eğitimi” alanında da öncü olma misyonunu sürdürmeye devam etmektedir. İstanbul Üniversitesinin eğitimde yüklenmiş olduğu misyonunu
tanımlarken sadece öncü olmaktan
bahsetmek konuya dar bir açıdan
bakmak olacaktır. İstanbul Üniversitesinin gerçekleştirdiği, öncülüğün
de ötesinde bir anlam taşımaktadır.
Osmanlı döneminde başlayan Tıp
Eğitiminin, Türkiye Cumhuriyeti’nin
çağdaş kurumlarına dönüşerek devam eden süreci büyük ölçüde İstanbul Üniversitesinin kuruluş ve kadrosu içerisinde gerçekleştirilmiştir.
1846’da kurulan Darülfünun, Osmanlı imparatorluğunun çağı yakalamak
için başlatmış olduğu muazzam, ancak geç kalmış atılımın eğitim sahasındaki bir ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Takip eden dönem içerisinde
bazı yapısal değişiklikler ile birlikte
varlığını sürdüren bu kuruluş 2.Meşrutiyet döneminde Darülfünun-ı Os-
mani, 1913 den sonra ise “İstanbul
darülfünunu” olarak adlandırılmıştır.
Darülfünunun görevi Osmanlı döneminin sona ermesi ile bitmemiştir. Yeniden yapılandırılan İstanbul
Darülfünunu, 10 yıl boyunca Türkiye
Cumhuriyeti’nin en üst düzeydeki
eğitim kurumu olarak genç cumhuriyete hizmete devam ettikten sonra
İstanbul Üniversitesine dönüşerek
misyonunu bu kuruma devretmiştir.
Osmanlı döneminde modern tıp eğitimin başlangıcı olarak kabul edilen
14 Mart 1827, Tıphane-i Amire ve
Cerrahhane-i Amire’nin kuruluşudur.
Sivil tıp eğitimi ise bundan yaklaşık
40 yıl sonra kurulmuş olan Mekteb-i
Tıbbiye-i Mülkiye ile başlamış olup,
1903 yılında askeri ve mülki tıbbiyelerin birleştirilmesinden sonra tıp eğitimi tek çatı altında devam etmiştir. Aynı
yıllar içerisinde eğitime başlayan “Şam
Tıp Fakültesi”ni de Darülfünun ’un
bir kuruluşu olarak değerlendirmek
doğru olacaktır. Bütün bu kurumların
manevi mirası günümüzde İstanbul
Üniversitesince temsil edilmektedir.
İstanbul Üniversitesi 1945 yılına kadar
ülkemizde tıp eğitimi yapılan tek kurum olma özelliğini korumuştur.
1967 yılı, İstanbul Üniversitesinde tıp
eğitimi için gerçekleştirilen yeni bir
atılımı temsil etmektedir. O tarihe kadar İstanbul Tıp Fakültesi birçok farklı
hastaneden oluşan bir yapı olarak
faaliyet göstermekteyken, bunlardan
birisi olan Cerrahpaşa kampüsü yeni
bir fakülteye dönüştürülerek “Cerrahpaşa Tıp Fakültesi” adıyla İstanbul
Üniversitesinin ikinci Tıp fakültesi
olarak eğitim vermeye başlamıştır.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde
yer alan İngilizce tıp eğitimi yapılan
bölüm ise 1987 yılında eğitime başlamıştır. Bu yapılanma içerisinde 2012
ÖSYM kontenjanları dikkate alındığında, İstanbul Üniversitesi bünyesinde tıp eğitimi veren kurumların
toplam kontenjanının 791’e ulaşmış
olduğu görülebilir. Bu sayı 2012 yılında tıp fakülteleri için ayrılmış olan
9560 kontenjanın % 8,2’sini, devlet
üniversitelerine ait kontenjanın ise %
9,4’ünü temsil etmektedir. Tıp Eğitimi
yapılan devlet üniversitesi sayısının
60 civarında olduğu düşünülürse
İstanbul Üniversitesinin tek başına
temsil ettiği % 10’a yakın (%9.4) öğrenci kontenjanının ne denli önemli
olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
47
İstanbul Üniversitesi geçmişinden
gelen gücünü ve ayrıcalıklı konumunu mevcut durumu ile de korumakta olup bunu geleceğe taşımak için
gereken projeleri hayata geçirmeye
başlamıştır. Yüksek Öğrenim Kurumunun 2011-2012 Eğitim yılı yükseköğrenim istatistikleri dikkate alındığında İstanbul Üniversitesine bağlı
eğitim kurumları eğitici kadro bakımından en avantajlı durumdaki tıp
fakülteleri arasında yer almaktadırlar.
Sadece Profesör, Doçent ve Yardımcı
doçent sayıları dikkate alındığı takdirde dahi İstanbul Tıp Fakültesinde
433, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 483
öğretim üyesi olduğu görülebilir. Bu
tablo içerisinde İstanbul Üniversitesinde görevli öğretim üyesi sayısı
916 ya ulaşmaktadır. Diğer öğretim
üyeleri ve öğretim üye yardımcıları
da dâhil edildiğinde bu sayı 2060’a
ulaşmaktadır. 2010 Türkiye’de Sağlık Eğitimi ve sağlıkta İnsan Gücü
Durum Raporu’nda yer alan şekliye
Türkiye’de üniversite hastanelerinin
toplam 34.042 hasta yatağı mevcut
olup bunların 3000’i İstanbul Üniversitesine bağlı tıp fakülteleri hastanelerinde bulunmaktadır.
İstanbul Üniversitesinin, Tıp Eğitimi
alanındaki köklü geçmişinin izlerini her alanda görmek mümkündür.
1916 yılında “Darülfünun Tıp Fakültesi Mecmuası” adıyla yayınına başlanılan dergi, 1938 yılında yeniden
yayın hayatına başlarken “İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası”
adını almış olup bu gün ise “İstanbul
Tıp Fakültesi Dergisi” adı altında yayın hayatına devam etmektedir. Gü-
nümüzde halen kullanılmakta olan
İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi kampüsleri birçok yönüyle ülkemizdeki tıp eğitimi ve sağlık hizmetinin geçmişe ait önemli izlerini taşımaktadır. Her iki fakülte de
geçtiğimiz yüzyılın başlarında inşa
edilmiş olup halen kullanılmaya devam edilen binalar, Türkiye’de tıp eğitiminin öncülerinin isimlerini taşıyan
amfiler, geçmişten geleceğe uzanan
birer köprü, tarihin birer tanığı olarak
durmaktadırlar. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde halen “Tıp Kültür
Birimi” olarak kullanılan bina 1912
yılında inşa edilmiş olup, o tarihlerde
150 yataklı bir hastane olarak hizmet
vermiştir. İstanbul Tıp Fakültesinde
dekanlık binasının yanında dermatoloji anabilim dalı tarafından kullanılan binanın geçmişi ise 1910 yılına
kadar uzanmaktadır. Bu gün için Cerrahpaşa Yerleşkesi 170 dönüm, Çapa
Yerleşkesi 110 dönümlük bir alana
sahip olup, Cerrahpaşa Yerleşkesinde
4, Çapa Yerleşkesinde ise 8 adet tarihi
bina bulunmaktadır.
Başlatılmış olan “Yeni Çapa” ve “Yeni
Cerrahpaşa” projeleri ile yakın bir
gelecekte yaşadığımız dönemin en
modern ve ileri eğitim ve sağlık kurumları olarak uzun yıllar boyunca
hizmet verebilecek imkânlara kavuşmuş olacağız. Bu yenilenme ve
günümüzde başlamış olup yeni yerleşimle birlikte ivme kazanacak olan
yeniden yapılanma süreci ile İstanbul
Üniversitesi bir kez daha geçmişten
geleceğe köprü olma görevini başarıyla yerine getirmiş olacaktır. Bu
proje ile her iki tıp fakültesinin İstanbul Üniversitesi’nin tarihsel önemine,
gücüne ve hedeflerine destek veren
nitelikleri en üst düzeyde taşıması
amaçlanmıştır. Projede yenilenmenin tarihi yarımadanın mevcut ve gelecekte ortaya çıkarılacak tarihi dokusu ile uyumlu, güneş enerjisi gibi
çevre dostu teknolojileri kullanabilen, yağmursuyu drenaj ve depolama
ile suyun tekrar kullanımı gibi doğal
enerji kaynaklarını en verimli şekilde
kullanımını gözeten örnek binalar olması hedeflenmektedir.
İstanbul Üniversitesinin tıp eğitimi
sahasındaki değişimi ve yeniden yapılanması eğitim ve hastane ortamlarının yenilenmesi ile sınırlı bir konu
olarak görülmemiştir. Tıp Eğitimi ve
48
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
sağlık Hizmeti sunumu konularında
günümüzün ihtiyaçlarını karşılamak
daha da önemlisi geleceğin doktorlarını yetiştirmek için başlatılan
yapısal değişim süreci bütün hızıyla
devam etmektedir. 2008-2009 Eğitim
yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde
başlatılan entegre eğitim modeli ilk
mezunlarını 2014 yılı sonunda verecektir. İstanbul Tıp Fakültesi’nde
de benzer bir çalışma yürütülmekte
olup yeni eğitim modeli için hazırlıklar son aşamaya ulaşmış bulunmaktadır. Eğitimdeki yeniden yapılanma
basit bir sistem değişikliği olarak
kalmayacak, mezuniyet sonrası eğitimi de içine alacak şekilde günün
gereksinimlerine en iyi şekilde cevap
verebilecek doktorları yetiştirmeye
yönelik bütünleşik bir faaliyet olarak
devam edecektir. Doğrudan eğitim
ile ilgili görünmese bile yeniden yapılanmanın diğer bir uygulaması da
İstanbul Üniversitesi hastanelerinin
yönetim bakımından tek bir çatı altında toplanması olmuştur. İstanbul
Tıp Fakültesi hastanesi, Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Hastanesi, Kardiyoloji
Enstitüsü, Onkoloji Enstitüsü ve Diş
Hekimliği Fakültesi hizmet üniteleri
“İstanbul Üniversitesi Hastaneleri Genel Direktörlüğü” (HAGED) çatısı altında bir ortak yönetim planına dâhil
edilmişlerdir. Bu yapılanma ile: Eğitim, araştırma ve hizmet faaliyetlerine bütünleşik bir yapı içinde olanak
sağlanması, verimlilik, mali disiplin,
şeffaflık, hesap verilebilirlik ve katılımcılık gibi çağdaş yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi amaçlanmıştır.
Gelecekte İstanbul Üniversitesine
düşen görevin çok daha zor ve sorumluluklarla dolu olacağı düşünülmekte ve buna göre hazırlanılmaktadır. Bu gün için öncelik taşıyan konu
sağlık hizmetleri için yetişmiş nitelikli
insan gücünün temini olsa bile üniversitelerin temel görevinin “ bilgi
üretimi” olduğu hiçbir zaman unutulmamıştır. Bilgi üretimi kavramını “yayın yapma kavramının” ötesinde bir
yerlere konumlandırmamız gereken
günler uzağımızda değildir. İstanbul
Üniversitesindeki tıp eğitiminin gelecekteki önceliği de bu doğrultuda
olacaktır. Dileğimiz 14 Mart 2027’ye
Tıp Eğitimin başlayışının 200. yılına
bütün bunları başarmış olarak girebilmektir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
49
röportaj
TIP DÜNYAMIZIN DUAYENLERİNDEN
PROF. DR. RIDVAN EGE:
Hocam, Tıp Bayramı dolayısıyla Mart
sayımızın kapak dosyasını tıp eğitimi
ve hekimlik olarak belirledik. Hekimlik
deyince aklımıza duayen bir isim olarak
siz geldiniz. Rıdvan Ege denilince
sizin aklınıza neler geliyor? Bize biraz
kendinizden kendinizce bahseder misiniz?
Prof. Dr. Rıdvan EGE: Efendim ben
1925’te Denizli’de doğmuşum. Babam eski adıyla baytar, şimdiki adıyla
veterinerdi. Annem ev kadınıydı, o da
o zamanın şartlarıyla ilkokulu bitirmişti. 4 kardeştik, hepsini kaybettim.
Büyük ağabeyim doktordu. İkincisi
avukattı. Biz Atatürk heyecanı, İsmet
Paşa heyecanıyla büyüyen kuşağız.
Bunların ismi bile duyulunca hala yüreğim hoplar. Çünkü o zamanlar çok
kötü şartlarda bir yerden bir yere gelmiştik, şimdiki gibi her şey modern
değildi.
Hastane vardı Denizli’de, hasbelkader birkaç da hekim vardı. O heyecanlarla Ağabeyim de tıbbiyeye
50
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
girmişti. Hani bir şey vardır ya insan
daima imrenir gözünün önündeki birine, ben niye olmayayım dedim. Babam zaten karışmazdı eksik olmasın,
ne isterseniz onu olun derdi.
Tabi bir veteriner müdürünün maaşıyla İstanbul’da talebe okutmak
muazzam bir mesele… 130 lira maaşı vardı baytar müdürünün o zaman.
Ben askeri tıbbiyeye gireceğim dedim, askeri tıbbiyeye girdim. Oranın
bedava olduğunu öğrendiğim için
gittim. İstanbul Tıp Fakültesinde okuyorduk fakat yatakhanemiz, yemekhanemiz Beyazıt’taydı tam üniversitenin yanındaydı o zaman.
Elhamdülillah hep birincilikle bitirdim. 1948’de mezun oldum. Büyük
ihtişamla diploma töreni yapıldı, Kazım Karabekir Paşa Meclis Başkanı,
İsmet Paşa Devlet Başkanı. Ben nutuk veriyorum birinciyim diye, “hizmet neredeyse oraya gideceğiz” diye
bangır bangır bağırıyorum. Sağlık
Bakanı da orada, Refik Saydam; “sı-
nıf 1. ve 2.’lerine kura yok, istediğiniz
yere göndereceğiz.” dedi. Ben özellikle kura çekmek istedim. Erzincan 8.
Hava Üssü Hekimliğini çektim. Eyvallah dedik, hanıma söyledim hiç gık
demedi kızcağız, İstanbul kızıydı ama
kalktı benimle geldi oraya. O zaman
depremden yeni çıkmıştı Erzincan.
Gittik orada muayenehane açtım ve
oraya yazdım: “muayene 5 lira, parası
olmayana bedava”
Erzincan halkı çok iyi insanlardı, deprem onları perişan etmişti. Üsteğmendim ama orada 3 sene paşalar
gibi yaşadım.
Sonra ihtisas için Gülhane’ye geldim.
Şimdi Kara Kuvvetlerinin olduğu yerde GATA vardı o zaman. Cerrah olmak
istiyordum. Recai Ergüder gibi çok
değerli bir hoca vardı Gülhane’de,
onun yanında çalıştım. Sonraları
Amerika’da, Avrupa’da hastanelerde
çalıştım yıllarca ama onun kadar iyi,
onun kadar becerikli az konuşur ve
çok öğretir bir Hoca görmedim.
Doçent olur olmaz Amerika’ya gittim,
ilk gidişim o oldu. Columbia Üniversitesine gittim, orada bir sene genel
cerrahide kaldım. O dönemde Tekin
Arıburun Hava Kuvvetleri Komutanıydı, ona yazdım; “Paşam ben genel
cerrahi olarak burada tatmin edildim,
kendimi aşağı yukarı yetiştirdim sayılır
ama bizde ortopedi dalı yok, ben bu
dalda çalışmak istiyorum” dedim. 6 ay
yurt dışı iznimi uzattılar, araştırmam
için. Sonra buraya geldim, ortopedinin
adı “çocuk cerrahisi ve ortopedi” idi…
Kırık çıkık katiyen ele almazlardı yani.
Cerrahlar zaten çok yoğundu, bu tedavileri yapmazlardı. Kırık çıkıkçılar yapardı bu işleri. Ben başladım kırık, çıkık
tedavisine. Ondan sonra herkes şaşırdı.
Her türlü kırıkta tedaviler yaptım, bir
çalkantı oldu tıpta. Onun üzerine bir
daha Amerika’ya gittim ikinci defa, 3
sene daha kaldım.
Yani bugün bildiğimiz anlamdaki
ortopedinin zeminini siz mi hazırladınız?
Öyle tabi… Türkiye’de hakikaten ortopediyi modernize ettik. El yaralanması
da oluyordu mesela, hiç bakamıyorduk, bilemiyorduk yani. Ya eli kesiyorlardı, ya parmağı kesiyorlardı. Sonra el
cerrahisini kurduk, ortopedinin cemiyetini kurduk. Eskiden çocuk cerrahisi
ve ortopediydi, onu ortopedi ve travmatoloji olarak ayırdık.
İlk ameliyatı ne zaman, nasıl yaptınız?
İlk ameliyatımı ikinci sınıfta yapmışımdır. Ben birinci sınıftan itibaren yaz tatilinde memleketime gitmezdim, hep
hastaneye gitmişimdir, Gümüşsuyu
Askeri Hastanesi’ne. İlk ameliyatımı
anlatayım; 2’den 3’e geçeceğim, yine
yazın oradaydım. Yukarıdan bir hoparlör anonsu, diyor ki, örfi idare komutanı falanca paşa hazretleri hastanemizi
denetlemeye gelmişlerdir, derhal geliniz. Ameliyatı yapan operatörü çağırıyor başhekim. Hastanın karnını açmış
ama daha apandisti almamış. Sen devam et dedi, efendim ben nasıl devam
ederim dedim, yaparsın yaparsın dedi
kalktı gitti. Böylelikle başladım yani
ikinci sınıfta ilk ameliyatı yaptım ondan sonra böyle gitti. Doktor olduktan
sonra Erzincan’da da ameliyat yaptım.
Operatör yoktu çünkü.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
51
O zaman tıp eğitim nasıldı Hocam?
Çok iyiydi. Darülfünundu o zaman
üniversitenin adı, bütün hocalarımız
Almandı. Türk hocaları birkaç taneydi, onların yardımcılarıydı. Süper bir
eğitim yaptık yani çok sert adamlardı
ama çok dürüst insanlardı.
Peki, şimdi nasıl tıp eğitimi size göre?
Bana göre yine iyi. Ama eleman olmayan yerlerde, alet edevat olmayan yerlerde de üniversiteler açtık.
Devletin sistemini eleştirmek bizim
hakkımız değil tabi ama tıbbiye gibi,
mühendislik gibi, hukuk gibi böyle
toplumun tümünü ilgilendiren konularda seçkin hocalarla, seçkin yerlerde fakülteler açması bence daha
uygun olur gibi geliyor.
Hocam 1950’li yıllarda imkânlar nasıldı,
insanlar sağlık hizmetini nasıl alıyorlardı?
Yine Sağlık Bakanlığı iyi kötü bir organize olmuştu. Refik Saydam çok
büyük adamdır, o bu reformu sağlamıştır Sağlık Bakanıyken.
Son dönemlerde hekimlik ve
para meseleleri çok ön planda...
Sizin hayatınızda nasıldı ve
sizce hekimle paranın ilişkisi nasıl olmalı?
Efendim bütün dünyada hekimler ve
hukukçular serbest meslek yaparak
para kazanan insanlardır. Yani hastanelerden, şuradan buradan değil de
serbest meslek olarak. Özel hastaneler vardır. Biz de özel hastane çok
azdır, iyi ki öyledir. Çünkü biz fakir
memleketiz. Ben hayatımda hastanın
haline bakıp da para ver dediğimi
hatırlamam, sen onu harçlık yap git
derim. Ne olacak? 5 lira almakla, 10
lira almakla ben zengin mi olacağım?
Ama insanlar şimdi çok hırslı. Benim
şimdi bir tane evim var, bir dairem
var işte üstünde de kızım oturuyor.
Her şeyi buraya (Üniversiteye, Vakfa) vermişim ben buralara vermişim.
Bakın Ankara’da bir Anadolu Lisesi
vardır 1.100 kişilik, anaokulu vardır,
ilkokul vardır ondan sonra başka illerde de yaptırdığımız okullar vardır.
Ne kaybedeceğim yani? Bazen gelir
sorarlar Hocam siz kim bilir kaç paradır maaşınız diye. Ben daha buradan
52
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
10 kuruş almamışımdır, almam da.
Çünkü almak için değil, ben vermek
ve burayı canlandırmak için kurmuşum. Şimdi 13 katlı binayı bitirdim,
gelecek sene açacağım. Aşağı yukarı
55 milyon lira sarf ettim, 30 milyon
daha inşaata, 15 milyon da mefruşata
gidecek. Uykularım kaçıyor nereden
para bulacağım diye. İşte benim 3-5
kuruşum daha var ama yetmez. Kredi
alırız şu bu...
Yani bir işi almak için değil de, vermek
için gireceksiniz, paylaşacaksınız. Aç
mı kaldım ben? Bir tane kızım var,
işte İngilizce dili edebiyatı profesörü,
bir eşim var o da profesör doktordu.
Ben 90 yaşındayım, eşim 88 yaşında,
hayatımız gidiyor... Onun için tok olacaksın, hekim olan insanın mutlaka
özverili olması lazım, paylaşımcı, sevecen olması, sevgisini ve himayesini
belli etmesi lazım.
Eşiniz Binnaz Hanımla nasıl tanıştınız?
Nasıl karar verdiniz evlenmeye?
Sınıf arkadaşımdı. Baktım, huyuna,
suyuna baktım, bir zabit çocuğuydu,
yani subay çocuğu. Terbiyeli, hala
öyledir, karışmaz herkesin işine. Çok
iyidir, dünya meleğidir. Daha hayatta
bir gün bağırdığımı veya onun bana
bağırdığını görmemişimdir. Ben
1949’da evlendim, 64 yıllık eşimdir.
Ben hayatta kimseye bağırmamışımdır. Askerimdir, yani zıt olmam lazım
ama katiyen bağırmazdım. Bağırarak
gücünüzü ispat edemezsiniz. Benim
karikatürümü yaparlardı, Rıdvan Ege
Hocanın kızdığını şekerim kelimesinin tonundan anlarız demişler. Şekerim, bu böyle mi yapılır falan derim
ben. Hoca kızdı derler…
Hocam çalışma düzeniniz nasıldı,
ailenize vakit ayırabiliyor muydunuz?
Nasıl ayırmam, hanımım da doktordu
benim ve ona göre ayarlardım. Gitmediğim yer yoktu işte Güney Afrika,
Japonya’da, ondan sonra Pakistan’da,
Hindistan’da konferanslar vermişimdir. İnsanın içinde bir kıpırtı olacak.
Bence insanı sevmeyen, fedakâr olmayan, paylaşmasını bilmeyen insanın doktor olmaması lazım…
Sizin zamanında doktor azdı, önünüzde de
uzmanlar yoktu ve siz çok çalışıyordunuz.
Şimdi de doktor eksiği var deniliyor
Türkiye’de ve bu nedenle doktorlar ve
özellikle asistanlar çok çalıştırıldıklarını
söylüyorlar. Sizce durum nasıl?
Biz gün aşırı nöbet tutardık ve neredeyse hiç uyumazdık. Oldukça fazla
hasta gelirdi Cebeci’de veyahut da
Gülhane’de, en merkezi yerdeydik.
Hiç uyumazdık fakat ertesi gün de işe
giderdik. Hekim olan fedakâr olacak,
hep bana değil de hep bize diyecek.
Yani toplumla paylaşacak. Evvela insani duyguları olanın hekim olması
lazım, yani insani sevgileri, anlayışı
olan… Bunu bilerek seçecek mesleğini. Hekimlik bence bir manevi feragattir, yani paylaşacaksınız. Ondan zevk
almazsanız zaten yapmayın hekimliği.
Pek aklım ermemekle beraber, hekimi zorlamamak lazım bence… Belli
bir saat koyacaksınız, saat 3 mü, 2 mi,
4 mü, neyse, hekimi serbest bırakacaksınız. Halk da istediği doktora gidecek. Hekime itibar edeceksiniz ve
hizmet bekleyeceksiniz.
Sizin doktorluk yaptığınız yıllarda halkın
hekimlere, doktorlara bakış açısı nasıldı
ve şimdi nasıl? Bunu karşılaştırır mısınız?
Bir de Aile Hekimliğini var Hocam,
son dönemde gündemde olan.
Bu çalışmayı nasıl buluyorsunuz?
Efendim, gene halk hekime saygı
duyuyor. Fakat bazı hekimler şimdi o saygıya layık olmuyor, yani hep
para. Parayla bir şey olmaz. Ben kaç
tane okul yaptırmışımdır. Yani Allah
daha versin daha yaptıracağım. Eşim
şu yandaki büyük binayı 2,5 milyona
yaptırdı, bütün varlığını oraya verdi
bu sene, hemşirelik okulu, yüksek
hemşirelik okulu. Çünkü 4 kişinin
omzunda gideceğiz, hiç bilmiyorlar
insanlar.
Efendim, çok iyi. O çünkü hastanın
ayağına kadar da gidebilecek veya
hasta kolaylıkla ona gelebilecek. Onun
için o çok lazım, çok iyi. Kimler kurdu,
kimler sürdürüyorsa hepsinden Allah
razı olsun. Sürekli eleştirerek bir yer
varılmaz. İyi işleri takdir etmek lazım
ki onlar daha iyisini yapsınlar.
O zaman mı vatandaş
hekime karşı daha saygılıydı
ya da daha araları iyiydi, şimdi mi Hocam?
Vallahi ben hep saygı görmüşümdür,
hiçbir şey diyemem. Hiç daha ben,
sen benim paramı aldın, sen benim
canımı yaktın diyeni görmemişimdir. Zaten sıkıntılı olana ben yardımcı
olurum, ilacını bile veririm.
Tam günle ilgili tartışmalar var şu
anda gündemde. Bu konuyu nasıl
değerlendirirsiniz?
Son olarak, doktorlara
nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?
Doktorların sevmesini, vermesini
ve paylaşmasını bilmelerini isterim.
“Yani ben üstün bir gücüm” değil de,
“Allah’ın bana verdiği bir lütuf gereği
ben bu mesleği seçmişim” demeleri
gerekir.
Hocam, vakit ayırdığınız için
çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. Yüreğinizin ve
yüzünüzün güzelliği hayatınıza yansısın her zaman…
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
53
EGE KİMDİR
PROF. DR. RIDVAN
kültesini
İ.Ü. İstanbul Tıp Fa
’de
48
19
.
dı
la
am
mi ola’de tam
rbakır’da uçuş heki
ya
öğrenimini Denizli
e
Di
lis
ay
ve
tı
al
ta
a,
or
,
n’d
İlk
ca
zli’de doğdu.
iki buçuk sene Erzin
1925 yılında Deni
e stajından sonra
an
lh
Gü
k
llı
yı
r
Bi
.
birincilikle bitirdi
ika’ya Colombia
için 1955’te Amer
ı
lığ
ı.
pt
an
m
ya
uz
et
i
zm
oj
hi
ol
rak
topedi ve Travmat
yurda geri döndü.
olduktan sonra Or
h
rra
Ce
l
ne
Ge
oji uzmanı olarak
ol
at
m
atandı. Anav
Türkiye’de
Tr
ve
di
’da Ortope
inik Direktörlüğüne
59
Kl
i
19
;
oj
ol
tti
gi
at
e
m
i’n
av
es
Tr
ması üzedi ve
Üniversit
üyesinin hastalan
kez kurulan Ortope
tim
ilk
re
öğ
’ta
i
60
oj
ol
19
e
at
m
e’d
av
Tr
nde Gülhan
ki tek Ortopedi ve
dirildi.
Türkiye’ye dönüşü
Ortopedi Kliniğinde
kültesinde görevlen
si
Fa
lte
Tıp
i
kü
es
Fa
sit
Tıp
er
i
iv
es
utkara Üniversit
l süreyle Ankara Ün
ı ile Amerika’ya So
lu kararıyla beş yı
Fullbrigt Program
’te
68
19
tı.
lış
ça
rine, Bakanlar Kuru
i’nde
lombia Üniversites
yle Harward ve Co
re
sü
n gönderildi.
içi
ne
si
se
r
hi
bi
rra
’de
Üyeliği, Kaza1962
esi’ne El Ce
sit
er
iv
Ün
a
bi
siteler arası Kurul
m
er
lo
iv
Co
Ün
ve
ve
a
i
ni
iğ
el
or
lif
Üy
Ca
leri Ortopedi
hern
i Senato
ve Gazi Tıp Fakülte
Gazi Üniversiteler
lya
ve
ta
ra
An
ka
,
ra
An
ı,
ka
ığ
An
nl
,
si Deka
ademisi
ğü, Dünya Sağlık
Ankara Tıp Fakülte
lhane Askeri Tıp Ak
lı Teknik Direktörlü
Yı
Gü
r
,
tla
ğü
lü
ka
ür
Sa
lı
üd
Yı
M
1981
itüsü
bulundu ve AnBirleşmiş Milletler
ları Araştırma Enst
iği gibi görevlerde
ı,
el
lığ
üy
an
lu
şk
ru
Ba
Ku
lı
Da
tim
abilim
anlığı, Kızılay Yöne
öncülük etti.
ve Travmatoloji An
ık Bakanlığı Danışm
ın çıkarılmalarına
ğl
rın
Sa
la
ı,
sa
lığ
ya
an
ve
şm
na
nı
inin sahibi
kuruluşu
Teşkilatı Da
anan iki tıbbi derg
i Tıp Fakültelerinin
nl
er
yı
el
ya
sit
e
er
ld
iv
di
ı
Ün
nc
zi
ba
talya ve Ga
bulunmaktadır. Ya
aştırma/çalışması
ar
6
31
ve
p
ta
ki
1
16’sı İngilizce, 11
SSH ( Avrupa El
inin de editörüdür.
ri Federasyonu), FE
le
ın dışında iki derg
ek
ar
rn
nl
De
bu
,
si
rü
hi
itö
rra
ed
ve
u) Yönetim Kurulu
rası El Ce
ekleri Federasyon
y, IFSSH (Uluslara
rn
er
De
rg
i
oj
Su
l
ol
at
na
io
m
at
av
rn
ve Tr
Inte
l Üyesidir. MMOT(
Halen College of
T( Avrupa Ortopedi
si Derneği Onursa
hi
OR
EF
rra
,
Ce
u)
El
on
n
sy
po
ra
Ja
de
ri Fe
lığı yaptı.
üyesidir.
Cerrahisi Dernekle
süreyle de başkan
ational Commitee
l
yı
rn
te
12
In
ve
T
u
CO
un
SI
uğ
ve
l
ul
ou
n katılımın
oji Birliği)’nin kurc
veya General Cons
05’te üç bine yakı
pedi ve Travmatol
to
20
Or
ve
n
ğu
ni
do
si’
ta
re
Or
ng
ve
Ko
boyunca 26
remite
Akdeniz
ptı. Meslek hayatı
nya El ve Üst Ekst
ya
ı
Dü
ın
8.
lığ
ğı
an
dı
şk
tıl
Ba
ka
n
in
ni
dar kişin
matoloji Kongresi’
2001’de iki bin ka
a Ortopedi ve Trav
ny
Dü
.
23
ki
a
l’d
Hizmet,
olduğu İstanbu
t edildi.
ve Dünya Tıbbına
ü
ve
ül
da
Öd
ak
et
ar
ol
zm
ı
Hi
ac
k
Tübita
itesi Kaülkeye konuşm
anı Ödülü, 1996’da
’de Olimpiyat Kom
şk
98
Ba
19
f
kı
ü,
ül
Va
ı
Öd
rıl
ı
şa
an
şk
rkiye’nin En Ba
vanını aldı.
En Başarılı Vakıf Ba
1996 ve 2002’de Tü
i Bilim Doktorası Un
02’de Türkiye’nin
hr
20
.
Fa
i
du
es
ol
sit
bi
er
hi
iv
sa
n
Ün
k
Gerin Madalyası’nı
ülü, 2001’de Selçu
ırdı ve Milli Eğiadolu Liseleri yapt
Bilim Dalı büyük öd
”
An
ay
ve
Pl
r
ul
ai
ok
“F
İlk
lı,
,
lu
Da
ku
riyer
ra ve İzmir’de Anao
i ve kızı adına Anka
eş
,
isi
nd
ke
e
Eg
ari Bilimler,
Dr. Rıdvan
kuk, İktisadi ve İd
.
dı
Hu
,
şla
ğı
Tıp
ba
ile
a
ğı
ı’n
ılı
ığ
ac
ın ar
tkıları ile
tim Bakanl
Rıdvan Ege’nin ka
ları Yardım Vakfı’n
rı
za
la
Ka
na
ik
bi
af
zı
Tr
ba
l
iye
hi
rk
ğışı dâ
ersitesi’nin
ı olduğu Tü
ve Ufuk Ege’nin ba
rındıran Ufuk Üniv
an
ba
ol
Rıdvan Ege, Başkan
sü
de
in
itü
es
st
ny
en
4
bü
külteleri ve
ma Hastanesini de
Fen ve Edebiyat Fa
aştırma ve Uygula
Ar
ık
ğl
Sa
yeti Başkanıdır.
e
Eg
an
inde Mütevelli He
es
sit
kurulan Dr. Rıdv
er
ve Travmatoloji
iv
Ün
uk
Uf
ı, Türkiye Ortopedi
lük etmiştir.
kf
cü
Va
ön
nu
a
yo
ın
as
as
lit
lm
bi
ru
ku
um Kuruluşlarının
rın Reha
rneği gibi Sivil Topl
ve Türkiye Sakatla
ı
De
kf
m
Va
iti
Eğ
ım
rd
ve
Ya
a
m
rı
la
Ödülü adıyla baAraştır
Türkiye Trafik Kaza
. Rıdvan Ege Teşvik
rk Modern Cerrahi
Dr
Tü
si
i,
re
eğ
ng
rn
Ko
i
De
oj
si
ol
hi
at
rra
Ortopedi ve Travm
Derneği, Türk El Ce
an Ege, Ulusal Türk
ol
ı
an
şk
ba
ve
su
kurucu
r.
re ödül vermektedi
şarılı ortopedistle
54
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
55
portre
Kapak dosyamızı “Türkiye’de Hekimlik ve Tıp Eğitimi” olarak belirlediğimiz bu
sayımızla birlikte, ülkemize Tıp alanında çok önemli ve kalıcı hizmetler veren değerli
isimleri tanımak/hatırlamak adına yeni bir çalışmaya adım atmak istedik.
Önümüzdeki sayılarda da devam edeceğimiz bu çalışmaya, farklı alanlarda hizmet
veren hastanelerimizin kurulmasına öncülük eden ve isimlerini sıkça duyduğumuz
hocalarımızla başlıyoruz.
İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
Refik Saydam
8 Eylül 1881 günü İstanbul’un Fatih
ilçesinde dünyaya gelen Refik Saydam, mahalle mektebinin ardından
Fatih Askeri Rüştiyesi’ne (1892) ve İstanbul Kuleli Askeri İdadisi’ne (1896)
girdi.
Askeri Tıbbiyeyi Doktor Yüzbaşı
olarak 22 Ekim 1905 günü bitiren
Refik Bey, üç yıl Gülhane Askerî Tıp
Akademisi’nde Embriyoloji ve Histoloji bölümlerinde çalıştı. 1910
yılında eğitim için yurt dışına gitti.
Almanya’da Berlin askeri tıp akademisinde Brandenburg, Danzig, Spandou ve Scharite’te eğitim gördü. Balkan Savaşı’nın çıkacağı belli
olunca İstanbul’a döndü
(1912).
Balkan
Savaşı’nda
Antalya’da ve Çatalca
cephesinde Kolera
hastalığını
önleyici çalışmalar yaptı.
1914’te atandığı sahra genel sağlık müfettiş
muavinliği
sırasında
bakteriyoloji ensti-
tüsünü örgütleyerek tifo, dizanteri,
veba ve kolera aşılarının, tetanos ve
dizanteri serumlarının burada üretilmesini ve I. Dünya Savaşı boyunca
ordu ihtiyacının karşılanmasını sağladı. Salgın hastalıklarla mücadelesini Hasankale’de cephe hizmetinde
sürdürdü.
Tifüse karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti ve I. Dünya Savaşı’nda
Alman ordusunda ve Kurtuluş Savaşında kullanıldı.
1919’da 9. Kolordu sağlık müfettişi muavinliği görevi ile Mustafa
Kemal’in yanında Samsun’a çıkan Refik Bey Erzurum’da
Mustafa
Kemal’in
karargâhı dağıtıldıktan
sonra Erzurum askeri
hastanesi bulaşıcı hastalıklar servisi şefliğine
atandı. Fakat bu görevi
kabul etmeyerek ordudan ayrıldı. Erzurum ve
Sivas kongrelerinin çalışmalarına katıldı.
1920’de TBMM’ye Doğubayazıt milletvekili ve Milli Savunma Vekâletine
bağlı Sıhhiye Dairesi Başkanı olarak
girdi. İkinci dönemden başlayarak
üyeliğini İstanbul milletvekili olarak
sürdürdü. Aynı yıl Sağlık ve Sosyal
Yardım Bakanı (Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekili) seçildi. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık Bakanı
olan Refik Bey 14 yıl sürecek olan
bu görevinde sağlık hizmetlerinin
temellerini attı. 1924’de Ankara’da
ve daha sonra Erzurum, Diyarbakır,
Sivas ve diğer birçok ilde memleket
hastaneleri, doğum ve çocuk bakımevleri açtı. Ayrıca bu konuda eleman yetiştirilmesine önem vererek
sağlık kursları, tıp öğrenci yurtları
1928’de Hıfzıssıhha Enstitüsünü ve
Mektebini, İstanbul ve Ankara’da verem savaş dispanserlerini kurdu.
Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Atatürk kendisine Saydam soyadını verdi. 1931- 1938 yıllarında zaman zaman Eğitim ve Maliye
Bakanlıklarına vekâleten bakan Refik
Saydam, Atatürk’ün ölümünden sonra İçişleri Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği ve 15 yıl Kızılay Başkanlığı
yaptı.
8 Temmuz 1942’de İstanbul’un besin
sorununun düzenlenmesi için yaptığı
inceleme gezisinde hayatını kaybetti.
Mezarı Cebeci Asri Mezarlığındadır.
* Sağlık ve İnsan Dergisi’nin ilerleyen sayılarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık
Bakanı Refik Saydam’ın daha kapsamlı anlatılacağı bir çalışma yer alacaktır.
56
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Siyami Ersek
Bugün kendi adıyla anılan Göğüs
Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve
Araştırma Hastanesinin kurucusu
olan Prof Dr. Siyami Ersek 6 Haziran
1920’de Uşak’ta doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi birincilikle bitiren Ersek,
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini
de 1944 yılında birincilikle tamamladı. Parlak bir talebelik dönemi geçiren Siyami Ersek daha talebeyken
1942 – 1944 yılları arasında Anatomi
Enstitüsünde asistanlık yaptı. Mezun
olduğu yıl İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Hastanesi Cerrahi Kliniğinde
Genel Cerrahi İhtisasına başladı.
Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Siyami
Ersek, 1948 yılında Anesteziyoloji ve Akciğer Cerrahisi dalında staj
yapmak için British Consulde Bursu ile İngiltere’ye gitti. 2 yıl sonra
İngiltere’den dönen Ersek, 1951’den
itibaren sağlık Bakanlığına geçti ve
Heybeliada Sanatoryumunda Cerrahi Şefi olarak göreve başladı. Yine
aynı yıl Türkiye’ de ilk defa Pnemonektomi ameliyatını yaptı.
Dr. Siyami Ersek, 1962 yılında bugün
kendi adıyla anılan ve daha önce sanatoryum olan Haydarpaşa Göğüs
Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi’ni
kurdu. Bu hastanede 1963 yılında ilk
açık kalp cerrahisini uygulayan Ersek,
yine 1966 yılında bir ilki gerçekleştirerek, aynı anda üç kalp kapakçığını birden değiştirdi. 1973 yılında Profesör
olan Ersek, kuruluş yılından 1977 yılına kadar Haydarpaşa’da Göğüs Cerrahisi Direktörü olarak görev yaptı.
1977-1979 yılları arasında Alman
Hastanesinde Başhekim olarak görev
yapan Prof. Ersek bu süre içerisinde
Alman Hastanesinde Akciğer ve Kalp
Cerrahisi Servisi’ni kurdu.
1979’da tekrar Haydarpaşa Göğüs
Cerrahisi’ne Başhekim olarak dönen
Prof. Ersek 1981-1983 yılları arasında
TBMM Danışma Meclisi üyeliği yaptı.
Prof. Dr. Siyami Ersek 20 sene Sağlık
Bakanlığı Yüksek Sağlık Şurası üyeliğinde bulunarak, bu konuda en uzun
süre görev yapan üye unvanını aldı.
UNESCO’nun organizasyonu ile Pakistan, Hindistan ve İran’ da seri konferanslar veren Prof. Dr. Siyami Ersek
İngilizce, Fransızca ve Rusça biliyordu. TÜBİTAK üyesi olan Ersek’ in yayınlamış 4 kitabı ve 200’ün üzerinde
makalesi bulunuyor.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
57
Mazhar Osman Usman
Türkiye’de ilk modern ruh sağlığı
hastanesini kuran Türk hekimi Ord.
Prof. Dr. Mazhar Osman; psikiyatri,
nöroloji ve nöroşirurji/beyin cerrahisinin gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuş; akıl hastalıklarıyla
ilgili kavramları, anlayışları değiştirmiş; psikiyatrinin tıbbın içinde bir dal
olarak değerlendirilmesi ve ülkemizde tanınmasında, birçok hekimin de
ihtisas olarak psikiyatriyi seçmesinde
önemli etken olmuştur. Tıp literatürüne çok sayıda eser kazandıran
Usman, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde 1940’a kadar
başhekimlik görevini sürdürmüştür.
1904 yılında “Askeri Tıbbiye” okulunu, yüzbaşı rütbesiyle bitirerek doktor olan Mazhar Osman, Gülhane
Askeri Hastanesi Akliye Servisinde
öğretmen yardımcılığına başladı.
1908 yılında Berlin ve Münih’e giderek nöroloji ve psikoloji dallarında
uzmanlık eğitimi aldı. Eğitimi sonrasında yeniden Gülhane’ye dönen
Usman, 1914’te Haseki’deki Akıl Hastalıkları Müşahedehanesi’nin başhekimi ve müdürü oldu.
Daha sonra Haydarpaşa Askeri Hastanesi akliye ve asabiye mütehassıslığına getirildi. Mazhar Osman,
Bakırköy’de bulunan ve terk edilmiş
bir kışla olan Reşadiye Kışlası’nın bulunduğu araziyi devletten talep etti.
Dönemin cumhurbaşkanı Mustafa
Kemal Atatürk, başbakanı İsmet İnönü ve içişleri bakanı Refik Saydam’ın
onayı ile 1924 yılında başlayan süreç,
15 Haziran 1927 tarihinde Bakırköy
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin
kurulmasıyla tamamlandı. Mazhar
Osman, hastanede uzun süre başhekimlik görevinde bulundu.
1933’te İstanbul Üniversitesi Psikiyatri Kliniğine Ordinaryüs Profesör olarak
atanan
Usman,
emekliye ayrıldığı
1951’e kadar öğretim üyesi olarak
çalışmalarını sürdürdü.
58
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Türk Nöro-psikiyatri Cemiyeti’nin
yanı sıra; “İçki İle Mücadele Cemiyeti” gibi sağlık derneklerinin kurucusu olan Usman, Sinir Hastalıkları
(1935-1936, 2 cilt), Keyif Veren Zehirler (1934) gibi çeşitli mesleki eserler
yazdı. Hamburg Akıl Hastalıkları Derneği, Fransız Nöroloji Derneği, New
York Nöroloji Akademisi gibi yurtdışı
sağlık kuruluşlarının onur üyeliklerine seçildi. Türkiye’de
ilk kez Seroloji, nöro-patoloji, deneysel psikoloji laboratuvarları oluşturulmasında önemli rol oynadı. 1951
yılında vefat eden Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman’ın mezarı Zincirlikuyu
Mezarlığındadır.
Sami Ulus
1904 yılında İstanbul’un Üsküdar
semtinde doğdu. Ailesi ile birlikte
ikamet ettiği Üsküdar semtinde 7 yaşında 1911 yılında başladığı ilk, orta
ve lise tahsilinin devamında Tıbbiye
eğitimi aldı. Askerlik hizmetini ise
Tıbbiye Mektebi son sınıfını okurken
Gülhane Askeri Hastanesinde yaptı.
1922 yılında 21 yaşında tıp doktoru
oldu.
Tıp doktoru olduktan sonra mecburi hizmetini Sinop vilayeti Boyabat
kazasında yaptı. Aynı zamanda ihtisas olarak çocuk doktorluğu dalını
seçmişti ve bu yönde eğitim gördü.
Mecburi hizmet süresini ta-
mamlaması sonrasında 1927 yılında
İstanbul’a döndü ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde eğitimine
devam ederek üçüncü yıl sonunda
ihtisasını çocuk doktoru olarak tamamladı.
Çocuk Doktoru olduktan sonra 1929
yılında Konya Doğum ve Çocuk Bakım Evi’ne tayin edildi ve 1936 yılına
kadar 7 yıl Konya vilayetinde görev
yaptı. Konya vilayetindeki görevinden 1936 senesinde “Ankara Doğum
ve Çocuk Bakım Evi”ne tayin oldu ve
Çocuk doktorluğu görevine burada
devam etti.
İki tıbbi eser yazdı. İlk eseri 1944 yılında basılan kitap olup bu kitabı Milli Eğitim Bakanlığı satın aldı ve yıllarca orta mekteplerin son sınıflarında
ders kitabı olarak okutuldu.
Sağlık Bakanlığı tarafından 1954 yılında yapımına başlanan ve 1957 yılında Ankara Hastanesi olarak hizmet
vermeye başlayan hastanenin Çocuk
doktorluğunu da yaptı. Ankara vilayetine çocuk hekimi olarak atanması
ile birlikte 1936 yılından itibaren birçok tıbbiyeli doktor, onun yanında
ihtisasını yaptı ve çocuk doktoru yetiştirdi.
Dr. Sami Ulus çocuk hekimi olarak
Ankara’da iki ayrı hastanede hizmet
verdiği 1936 - 1957 yılları arasında,
kendi bireysel gözlemleri istatiksel
verilerin yanı sıra nüfus artışıyla
birlikte ihtiyaç duyulan tedavi edici aynı zamanda ihtisas eğitimleri verilebilen
ayrı bir çocuk hastanesi kurulmasına öncülük etmiştir.
Kendisini her türlü çaba ve
çalışmalarıyla 4 yıl başhekim olarak Ankara Çocuk
Hastanesine adayan Dr.
Sami Ulus, 6 Mayıs 1965 yılında vazifesi başında 61 yaşında vefat etmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
59
kurumlarımız
YEŞİLAY
“YAŞAMAYI SEÇ”TİRİYOR
Yeşilay, sigara, alkollü içki ve diğer
uyuşturucu gibi alışkanlıklar ile mücadele eden ve bütün zararlı alışkanlıklardan halkın ve bilhassa gençlerin
korunması için yaptığı çalışmalarla
kamuya hizmet veren, bu sebeple de
“Kamuya Yararlı Cemiyetler” arasında
yer alan bir kurumdur.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında kısa
zamanda içki ve uyuşturucu madde
alışkanlığı bir salgın halini almaya
yüz tutmuştu. Bu durumdan endişe
eden dönemin aydınları (Ord. Prof.
Dr. Mazhar Osman Bey ve arkadaşları) Şeyh’ül-İslam Haydarizâde İbrahim
Efendi’nin teşvik ve himayesinde halkı ve gençliği uyarmak ve bu yolda
mücadele etmek için 5 Mart 1920
tarihinde merkezi İstanbul’da olmak
üzere “Hilâl-i Ahdar” adıyla cemiyetin
temellerini attılar. Daha sonraları, cemiyet ilkönce “Yeşil Hilal” ve sonra da
“Yeşilay” isimlerini kullanmıştır. Cemiyetin şimdiki yasal adı ise “Türkiye
Yeşilay Cemiyeti”dir.
60
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı
Prof. Dr. İhsan Karaman Cemiyetin yol
haritası ve amaçlarını şöyle açıklıyor:
“Yüzyıla yakın süredir Türkiye Yeşilay Cemiyeti, tüzüğündeki ifadeyle,
“gençliğe ve topluma zarar veren bütün zararlı alışkanlıklarla mücadele
etmek, millî kültürüne bağlı nesiller
yetiştirmek” amacıyla faaliyet göstermektedir. Bu gayeyle toplumun
her kesimiyle kucaklaşarak vicdan
sahibi herkesin desteğiyle, kanun
ve kuralların ötesinde bir gönüllülük
ilişkisiyle fertlerin ve milletlerin bedenen ve ahlaken çökmesine neden
olan bütün kötülüklerle mücadele
etmektedir.
Hilâl-i Ahdar ismiyle kurulduğu günden bu yana Türkiye Yeşilay Cemiyeti, toplumumuz ve gençliğimizle
buluşmayı ve kucaklaşmayı, onları
her türlü zararlı alışkanlıktan ve bağımlılıktan korumayı ve kurtarmayı
hedefleyen birçok faaliyete imza atmış, bu yolda birçok başarılar kazan-
mıştır. Şimdi bizler, Türkiye Yeşilay
Cemiyeti’nin yeni yönetimi olarak,
bu asırlık olgunluğu arkamıza alıp,
değişen ve dönüşen dünyada daha
aktif, daha global ve daha etkin bir
anlayışı hayata geçirecek yeni bir
sayfa açıyoruz.
Hepimiz farkındayız ki kötülük ve bağımlılık bizim gibi gönüllü kuruluşlardan daha hızlı olarak memleketimizin
en ücra noktalarına ulaşabilmektedir.
Elde edilen istatistikler, her yıl düzenli
olarak yayınladığımız raporlar kötülüğün ve bağımlılığın yayılma hızını
gözler önüne sermektedir. İdarî ve
emniyet tedbirlerinin yanında bir
gönüllülük müessesi olan Yeşilay
kurumunu daha aktif ve etkin hale
getirmek mücadelenin birinci şartıdır. Bunun için bürokratik ve resmî
hiyerarşinin daha az ve daha şeffaf
olduğu bir teşkilat yapısı, mevcut potansiyelimizi harekete geçirmenin en
önemli ayağını teşkil edecektir. Yeşilay olarak birinci gayemiz kötülüğün
meydana gelmeden engellenmesidir.
Bunun için de en büyük imkânımız
bu durumdan şikâyetçi olan ve faaliyete geçmek isteyen birçok insanımızın varlığıdır. Milletimizin hassasiyetlerini ve vicdanını harekete geçirmek
için memleket geneline yayılmış teşkilatımız etrafında organize olmuş
gönüllülerimizin Yeşilay’a güç ve hareket katacağına inanıyoruz. Bunun
için merkez ve taşrada Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin misyon ve vizyonu etrafında kenetlenmiş,
ancak aynı zamanda kendi
dinamiklerine hakim ve
inisiyatif sahibi bir teşkilat
yapısı öncelik listemizin
başında gelmektedir.
Bunun yanında kötülüğün ve bağımlılığın engellenmesinin en önemli koşullarından biri de,
bağımlılıkla ve bağımlılığı
teşvik eden güç ve odaklarla
bilimsel metotlarla mücadele
etmektir. Bizler, bağımlılık endüstrisinin gerek illegal gerek legal
olarak her gün değişen ve gelişen
farklı yollarla insanımıza ve gençlerimize ulaştığını ve daha da yoğun
biçimde ulaşmayı hedeflediğini biliyoruz. Bunların bildik sloganlar ve
metotlarla önlenmesinin giderek zorlaştığını görüyoruz. Bu sebeple gerek
problemlerin ortaya çıkış ve yayılma
yollarının, gerek bunlarla mücadele
biçiminin ciddi bilimsel çalışmalara
tabi tutulması; bu bilimsel verilerin
takip edilip kamuoyu ve yetkililerle
paylaşılması; ulusal ve uluslararası
bilimsel toplantılarla bağımlılık mücadelesinin yol ve yordamlarının irdelenmesi ve uygulama imkânlarının
araştırılması yeni dönemin en önemli
faaliyetleri arasında olacaktır.
Bağımlılıkla ilişkili problemler, sadece kendi toplumsal, idarî ve ahlaki
yapımızdan kaynaklanmayıp daha
geniş bir yelpazenin etki
alanına açıktır. Bugün kitle iletişim
araçlarıyla ve global kültürün aracı
ve taşıyıcıları vasıtasıyla bütün dünyada olduğu gibi bizde de etki alanı
genişleyen bir yapı ortaya çıkmıştır.
Yönetim olarak biz, dünyanın geçirmekte olduğu bu tecrübeyle mücadele etme biçimini ve bu alanda
ortaya koydukları bilimsel birikimi
önemsiyoruz. Yerli dinamiklerimizi
de kullanarak bu birikimin sağlıklı
kanallara aktarılmasını gerekli görüyoruz. Bütün dünyanın vicdanıyla
birlikte hareket etme arzu ve gayesiyle uluslararası alanda daha aktif
bir süreci başlatıyoruz. Kötülük sadece kendi içyapımızdan kaynaklanmadığı gibi, çözüm de sadece kendi
başımıza altından kalkabileceğimiz
bir süreç değildir. Kötülük ve bağımlılığın daha başlamadan engellenmesi hedefimizle, dünya genelinde
bu alanda mücadele yürüten kuruluşlarla irtibatlı faaliyetlere
hız vermek istiyoruz. Özellikle
bağımlılığın ve bağımlılık
yapan maddelerin üretiminin yaygın olduğu ülke
ve insanları nezdinde de
yapılacak çok şey olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple
bir asra yakın tecrübesiyle
Yeşilay, bu birikimini yeni
dönemde uluslararası arenaya taşımak ve bağımlılıkla
mücadelede insanlığın ortak
vicdanını harekete geçirmek
azminde olacaktır.
Toplumsal hayatımızın ve sağlıklı
aile yapımızın akıl ve beden sağlığı
yerinde nesiller eliyle yarınlara taşınması için, gündelik felsefî ve siyasî
tartışmaların ötesinde bir anlayış ve
azmi benimsiyoruz. Çağımızın değerleri olarak ön plana çıkan birtakım olumsuz anlayışların, özgürlük
tarif ve taleplerinin bağımlılığı yaygınlaştıran bir yoruma tabi tutulmasına karşı çıkarak, ilk kurulduğu günkü ideal ve fikirlerle Türkiye Yeşilay
Cemiyeti’ni hem milletimizin hem
insanlığın hizmetinde daha etkili ve
daha aktif bir yapıya büründürmeyi
hedeflemekteyiz.”
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
61
Yeşilay Haftası’nda Bisiklet Turu
Türkiye Yeşilay Cemiyeti, Yeşilay
Haftası etkinlikleri kapsamında 17
ilde eş zamanlı bisiklet turu etkinliği düzenledi. Bağımlılıklardan uzak
ve sağlıklı bir yaşama dikkat çekmek
için düzenlenen etkinliğe her yaş
grubundan çok sayıda katılımcı ilgi
gösterdi.
İstanbul ayağında Yeşilay Kültür Merkezi Sepetçiler Kasrı’nda başlayan tur
Gülhane parkı, Sultanahmet, Topkapı
Sarayı, Çatladıkapı, Samatya, Yedikule, Panaroma 1453 Tarih müzesi,
Edirnekapı, Kariye Müzesi, Balat, Bulgar Kilisesi, Eminönü’nden geçilerek
Sepetçiler Kasrı’nda sona erdi. Sonrasında çekiliş yapılıp kazananlara
bisiklet hediye edildi.
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan
Erdoğan’a Fahri Yeşilay Kolu Başkanlığı
Yeşilay Başkanı M. İhsan Karaman
başkanlığındaki heyet Yeşilay Haftası nedeniyle Ankara’da ziyaretlerde
bulundu. Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek ve
Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşen
heyet, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’a ‘Yeşilay kolu’ pazubantları
hediye etti.
Cumhurbaşkanı Gül, Yeşilay’ın toplum
sağlığı açısından önemine değinerek,
son yıllarda bilinirliği azalan kuruluşu
yeniden canlandırmak gerektiğine
işaret etti. Yeşilay’ı hak ettiği noktaya
yükseltmenin yolunun cezalar koymak yerine toplumu bilinçlendirmeden geçtiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, “Yeşilay’ın misyonunu halka
doğru bir şekilde anlatmak gerekiyor.
Ayırıcı değil kuşatıcı olmak zorundasınız. Herkesi işin içine çekmelisiniz.
Çünkü bu kuruluş bizim çok önemli.
Eskisine göre Yeşilay’a daha fazla ihtiyacımız var. Yeşilay’ı tıpkı Kızılay gibi
tanınan ve uluslararası bir seviyeye
çıkartmalıyız” dedi.
Başbakan Erdoğan ise evinden Başbakanlığa gelirken, yol güzergâhında
birçok okul gördüğünü, ortaokul
öğrencilerinin birer sigara yakıp tüttürdüklerini belirterek, “Buna çok
üzüldüm. Benim içim acıyor. Sizin
yüklendiğiniz sorumluluk büyük.
Gençlere ulaşmanız lazım” dedi.
Başbakan Erdoğan, nargile konusunda duyarlı olduğunu, zararlı alışkanlık değilmiş gibi gençler arasında bir
sosyalleşme aracı olarak yayıldığını
söyledi ve cezai tedbirlerden çok bilinçlendirmenin önemini vurguladı.
Erdoğan, tütün ve zararları konusunda gerekli yasal düzenlemelerin
yapıldığını hatırlatarak, tütün ürünlerinin sunumuyla ilgili Yeşilay’ın çalışmalarının önemli olduğunu söyledi.
Yeşilay Başkanı Karaman ise, bu tavsiyelerin kendileri için yol gösterici
olacağını ifade etti. Yeşilay’ın öneminin farkında olduklarını vurgulayan
Karaman, Dünya Sağlık Örgütü ile iş
birliği içinde olduklarını belirterek,
Yeşilay Haftası’nı da fırsat bilerek,
kuruluşlarını topluma daha iyi tanıtabilmek için bir dizi reklam çalışması
yaptıklarını anlattı.
62
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
haber
REKABET KURUMU,
İLAÇ SEKTÖRÜ ARAŞTIRMA
RAPORUNU HAZIRLIYOR
Rekabet Kurumu tarafından, 19 Nisan 2013 tarihinde kamuoyu ile paylaşılacak Sektör Araştırma Raporu
hakkında yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
Rekabet Kurulu kararı ile başlatılan
sektör araştırmasında, ilaç sektöründeki yapısal sorunların ele alınması
ve elde edilen bilgiler ışığında sektördeki rekabet koşullarının ne şekilde
geliştirilebileceğine yönelik politika
önerileri oluşturulması planlanmıştır. Sektör araştırması yapılması fikri
daha önceden düşünülmüş olmakla
birlikte, AB Komisyonu tarafından
başlatılan ilaç sektörü araştırmasın-
64
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
dan ve bu araştırmanın sonuçlarını
ortaya koyan ara ve nihai raporlardan
hem yöntemleri hem de sonuçları itibarıyla esinlenilmiştir.
Sektör araştırması sürecinde düzenleyici kurum ve kuruluşların yanı sıra
üreticiler ve üretici birlikleri ile çeşitli
görüş alışverişinde bulunulmuştur.
Ayrıca pazarın niteliğini tam olarak
anlayabilmek adına en büyük 50 ilaç
üreticisine yönelik anket hazırlanmıştır. Mevcut haliyle raporda üretici
teşebbüsler ile bu teşebbüslerle dağıtım kanalında yer alan teşebbüsler
arasındaki ilişkiler ile orijinal ve jenerik ilaç üreticilerinin, yasal düzen-
lemeler çerçevesinde, pazara girişte
yaşadıkları zorluklara ve teşebbüsler
arasında patent korumasından kaynaklanan pazara giriş engellerine
yer verilmesi planlanmaktadır. Ayrıca
Türkiye ilaç sektörünün daha rekabetçi olabilmesi için yapılması gereken regülasyonlar ile deregülasyonlar da raporda ele alınacaktır.
Söz konusu sektör araştırması raporu 19 Nisan 2013 tarihinde Akdeniz
Üniversitesi ile ortaklaşa Antalya’da
düzenlenecek 11’inci Rekabet Hukuku ve İktisadında Güncel Gelişmeler
Sempozyumu’nda kamuoyuyla paylaşılacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
65
haber
Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından gerçekleştirilen
Yan Etki Bildirimi Toplanması Projesinde En Çok Antibiyotikler Bildirildi
Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim
Kerman, Türkiye’nin DSÖ tarafından
hekimler dışında hastalardan da yan
etki bildirimi toplanması projesinde
dünyada 2. ülke olarak seçildiğini
belirtti. Kerman, projenin ilk olarak
Hırvatistan’da başladığını anımsatarak, yan etki bildirimlerinin yaklaşık
28 yıldır hekim, hemşire ve eczacılardan alındığını hatırlattı.
Türkiye’de yan etkilerin toplanması,
incelenmesi ve değerlendirilmesi
çalışmalarının, kurumun bünyesinde yer alan Türkiye Farmakovijilans
Merkezi (TÜFAM) tarafından yürütüldüğünü anlatan Saim Kerman,
‘DSÖ ile gerçekleştirilen pilot proje
kapsamında, hastaların ilaç kullanımı
66
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
sırasında gözlemledikleri yan etkileri, elektronik olarak TÜFAM’a bildirmelerine olanak sağlayan sistem, 21
Aralık 2012 tarihinde hizmete girdi’
dedi. Her ilacın istenmeyen etkilerinin olduğunu belirten Kerman, bazı
yan etkilerin tahmin edilebilir ve
doza bağlı olarak geliştiğini söyledi.
Dr. Saim Kerman, bazı ilaçların yan
etkilerinin ise öngörülemez ya da
dozla ilgili olmadığına dikkati çekerek, ‘İlaçların piyasadaki kullanımları
sonucunda elde edilen bilgiler ilaçların yararları ve riskleri arasındaki dengeyi sürekli olarak değerlendirmek
için kullanılmaktadır. Bu nedenle
hastaların kullandıkları ilaçlarla ilgili
yan etkileri TÜFAM’a bildirmeleri son
derece önem taşımaktadır. Özellikle
kullanma talimatında yer almayan
yan etkilerin bildirilmesi ayrıca önem
arz etmektedir’ diye konuştu.
İKİNCİ SIRADA AĞRI KESİCİLER VAR
Projeyle özellikle piyasaya yeni çıkan
ilaçlarla ilgili yan etki bildirimlerini
değerlendirmek istediklerini kaydeden Dr. Saim Kerman, projenin uygulamaya başladığı tarihten bugüne kadar geçen sürede ilk sonuçları
aldıklarını söyledi. Kerman, TÜFAM’a
bu sistem kullanılarak gönderilen
yan etki raporları incelendiğinde,
yüzde 57’sinin hastalar, yüzde 31’inin
eczacılar, yüzde 9’unun hekimler ve
yüzde 3’ünün de diğer sağlık çalışanlarınca bildirildiğini ifade etti.
Kerman, şöyle devam etti:
“Elektronik sistemle TÜFAM’a ulaşan
raporlar içerisinde en fazla bildirim
yüzde 16 ile antibakteriyel (antibiyotik) ilaçlarla ilgili olarak yapılmıştır. Yan
etkiler döküntü, kızarıklıktan daha
ciddi durumlara kadar değişebilen
alerjik reaksiyonlar şeklindedir. Antibakteriyel ilaçların ardından en fazla
yan etki bildirilen ilaç grupları yüzde
13 ile ağrı kesici özelliği bulunan nonsteroidal antienflamatuvar ilaçlar ve
kanser tedavisinde kullanılan antineoplastik ilaçlardır. Ağrı kesici özellikli
ilaçlar ile ilgili bildirimlerin yüzde 50’si
gastrointestinal sistem rahatsızlıkları,
yüzde 50’si ise alerjik reaksiyonlardır.
Kanser tedavisinde kullanılan antineoplastik ilaçlarla olan bildirimler daha
çok alerjik reaksiyon şeklindedir. Söz
konusu yan etkiler ilaçlardan beklenilebilecek ve ilacın kısa ürün bilgisi,
kullanma talimatı, prospektüsünde
yer alan yan etkilerdir.”
rupa ülkeleri, Güney Amerika ve Afrika ülkeleri de dâhil olmak üzere 111
ülkenin farmakovijilans merkezleri
üyedir. Veri tabanında 7 milyon yan
etki raporu bulunmaktadır. Gelişmiş
ülkelerde yan etki bildirim oranları
yüksektir. Bunun nedeni daha sık yan
etki görülmesi değil, sağlık mesleği
mensupları ve hastaların yan etki ile
karşılaştıklarında bunu bildirme alışkanlığı ve bilincine sahip olmalarıdır.
Gelişmiş ülkelerde ortalama olarak 1
milyon kişi başına 200 yan etki bildirimi yapılırken ülkemizde bu rakam
bir milyon kişi başına üçtür. Farmakovijilans bir halk sağlığı hizmetidir.
Sistemin başarısı tüm sağlık mesleği
mensupları ve halkımızın katılımı ile
sağlanabilir.’
Dr. Saim Kerman, yan etki bildirimlerinin henüz istenilen düzeyde olmadığını bildirerek, vatandaşların çekinmeden bildirimde bulunmalarının
önemli olduğunu söyledi.
BİLDİRİMLER İNTERNET ÜZERİNDEN
Hastalar, yan etki bildirimini Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi
Cihaz Kurumu’nun ‘www.titck.gov.
tr’ ana sayfasındaki linki kullanarak yapabiliyor. Yan etki bildirimi
yapacak kişilerin sadece e-posta
adreslerinin bulunması yeterli oluyor. Bildirim yapan kişilerin isim ve
iletişim adresleri kesinlikle gizli tutuluyor, 3. kişi ve kurumlara izinsiz
açıklanamıyor.
BİLDİRİMLER DSÖ VERİ TABANINA GİDİYOR
Yapılan bildirimlerin TÜFAM’ın 1987
yılından beri üyesi olduğu DSÖ İlaç
İzleme İşbirliği Merkezinin (WHOUMC) veri tabanına gönderildiğini
anlatan Kerman, şunları kaydetti:
‘WHO-UMC’ye ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Çin, Japonya, Av-
Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
67
haber
ÜNLÜLER “HAYAT VER”
İÇİN BİR ARAYA GELDİ
Türkiye’de binlerce kişi, kronik organ
yetmezliği nedeniyle “organ” bekliyor. Organ bağışının istenilen düzeyde olmaması nedeniyle, kimileri bu
bekleyiş sırasında hayatını kaybediyor ya da sağlıklı olan yakınlarından
alınan organlarla hayata tutunuyor.
Prof. Dr. Yalçın Polat başkanlığındaki
Organ Nakli Bilinçlendirme Platformu tarafından gerçekleştirilen ve
“Her Bağış, Yeni Bir Hayattır” sloganından yola çıkılan “Hayat Ver” sosyal
sorumluluk projesi, Türkiye’nin ünlü
isimlerini bir araya getirdi.
Amaç Organ Bağışının
Önemine Dikkat Çekmek
27 Şubat 2013 Çarşamba günü The
Ritz-Carlton Otel’de kamuoyu ile paylaşılan ve Memorial Sağlık Grubu’nun
katkılarıyla gerçekleştirilen “Hayat
Ver” projesi kapsamında ünlü isimler,
organ nakli bekleyen ve organ nakli
olmuş bir hastanın hayat ve ölüm
arasındaki ince çizgide yaşadıklarını
aynı karede çarpıcı şekilde canlandırıyor. Fotoğraflarda ayrıca mesajlarla
organ bağışının önemine dikkat çekiliyor.
Ünlüler “Hayat Ver”di
“Hayat Ver” sosyal sorumluluk projesinde; Ahu Sungur, Aslı Tandoğan,
Bengü, Çolpan İlhan, Derya Büyü68
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
kuncu, Evrim Solmaz, Gökhan Türkmen, Hülya Koçyiğit, İlker İnanoğlu,
İsmail Hacıoğlu, Keremcem, Merve
Sevi, Murat Başoğlu, Mustafa Ceceli, Naz Elmas, Niran Ünsal, Oya Aydoğan, Rasim Öztekin, Selda Alkor,
Sema Keçik, Yeşim Ceren Bozoğlu,
Yetkin Dikinciler, Yıldız Kenter, Zeynep Beşerler, Zeyno Günenç fotoğrafları ve mesajları ile yer aldı.
Organ Bağışı Konusunda
Bilinçlenmeye İhtiyacımız Var
Türkiye’de organ bağışının istenilen
düzeye ulaşmaması ve toplumda
yeterli duyarlılığın oluşmamasında
bilgi eksikliği ve önyargıların önemli
rol oynadığını belirten Prof. Dr. Yalçın Polat, “Organ bağışı konusunda
yeterli ve doğru bilginin aktarılması çok önemli. Ülkemizde kadavradan nakillere göre canlıdan canlıya
gerçekleştirilen nakil operasyonları
daha sık yapılıyor. Organ bağışının
az olması bunun en önemli nedeni.
Batılı ülkelerle aynı seviyeye gelmek
için Türkiye’de bir yılda 2000 - 3000
arasında kadavra donör bağışının
olması gerekiyor. Bu rakam günümüzde yalnızca 300- 400 ile sınırlı.
Yani bu şartlar altında 10 kat daha
fazla bağışa ihtiyacımız var. Avrupa
ülkelerinde organ nakillerinin yüzde
80’i kadavra, yüzde 20’si canlı kaynaklıyken; Türkiye’de ise yeterli organ
bağışı olmadığı için nakillerin yüzde
75‘i canlı, yüzde 25’si kadavradan yapılıyor” diye konuştu.
“Hayat Ver” Türkiye’yi Gezecek
“Hayat Ver” projesi; 28 Şubat - 9
Mart tarihleri arasında Memorial
Ataşehir Hastanesinde sergilendikten sonra, 10 – 18 Mart’ta Buyaka
AVM ve 19 – 25 Mart’ta ise Palladium AVM’de gezilebilecek. Sergi daha
sonra İstanbul’da farklı noktalarda ve
Türkiye’nin pek çok ilinde organ bağışına dikkat çekmeye devam edecek.
Organ Nakli Bilinçlendirme
Platformu Hakkında
Organ Nakli Bilinçlendirme Platformu’nun temel amacı, organ bağışı
konusunda kamuoyunu bilinçlendirmek ve toplumsal duyarlılık yaratarak organ nakli olmak için bekleyen
hastaların sağlığına kavuşmasına
katkı sağlamaktır. Organ Nakli Bilinçlendirme Platformu, sağlık profesyonelleri ve toplum genelinde farkındalığı artırarak, organ bağışını temel
toplumsal değer yapmak için projeler yürütür. Platformun en önemli
hedeflerinden biri de; kamuoyuna
yönelik bilgilendirme çalışmaları ile
organ bağışını gündemde tutarak,
ülkemizde organ nakli sayılarının artırılmasına destek vermektir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
69
140 KARAKTERDE OBEZİTE
Sağlık Bakanlığı Twitter hesabı üzerinden gerçekleştirdiği Anında Soru-Cevap Uygulamasında
vatandaşlardan gelen sorulara cevap verdi. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Obeziteyle Mücadele Daire
Başkanı Doç. Dr. Nazan Yardım, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrinoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Yetkin, Başkent Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Murat Baş, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bölümü Uzmanı Dr. Hamdi
Cihan Emeksiz, iki saat boyunca vatandaşlardan gelen soruları cevapladılar.
OBEZİTEYLE İLGİLİ MERAK EDİLENLER
SORU: Kilo genetik bir sorun mudur?
CEVAP: Kilo kaybı genetiğin de % 70 - % 80 etkilediği, ailesel yatkınlıkla ilişkili sağlık sorunudur.
SORU: Genel olarak hastalıklar obeziteye neden olabilir
mi?
CEVAP: Birçok endokrin hastalıkta obezite görülür. Bunlara örnek, chushing hastalığı, polikistik over sendromu
gibi hastalıklardır.
70
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
SORU: Obezite ile mücadelede az yemek mi çok hareket
etmek mi daha etkilidir?
CEVAP: Obezite ile mücadelede her ikisi de son derece
önemlidir. Birbirini tamamlayan, yararlı yöntemlerdir.
SORU: Kilo vermenin kolay bir yolu yok mu?
CEVAP: Kilo vermede bir mucize yoktur. İnsan beyni, iştahın fazla olmasına ayarlanmıştır.
SORU: Spora başladım ama açlık hissim oluşuyor. Sürekli
bu açlık hissini bastırmak için ne yapmalıyım?
SORU: Obezite tehlikeli midir? Yani ölümle sonuçlanabilir
mi?
CEVAP: Acıkma hissiniz şiddetli ise endokrin bölümüne
gitmelisiniz. Uzamış OGTT testi yaptırın. 8-10 arası badem
veya 3 adet ceviz içi yenebilir.
CEVAP: Obezite yaşam kalitesini ve süresini azaltır.
SORU: Sadece tuz ve şekerden uzak durmak yeterli mi?
CEVAP: Tek başına yetmez ancak tuz ve şekerden uzak
durmak önemli. Düzenli egzersiz ve düzenli küçük porsiyon öğün yemek önemlidir.
SORU: Zayıflamak için maydanoz suyu, soğan suyu ne kadar etkili?
CEVAP: Doğada hiç bir besinin mucizevi gücü yoktur.
Sağlıklı yaşam ve fizik aktivite olmadan sağlıklı kilo olmaz.
SORU: Mide balonu hakkında bilgi almak istiyorum. Zararları nedir, Fayda oranı yüzde kaçtır?
CEVAP: Bu yöntem, obezite tedavisinde etkinliği çok iyi
olmayan bir uygulamadır. Şu an obezite tedavisinde önerilmemektedir.
SORU: Kepek ekmeği zayıflamakta ne kadar etkilidir ve
sağlıklı mıdır?
CEVAP: Kesinlikle sağlıklıdır, doygunluk hissini artırarak
sonraki öğünde daha az yemeyi sağlayabilir.
SORU: Obezite özellikle çocuklarda nasıl başlar?
CEVAP: Günümüzde obezite küçük yaşlara inmiştir. Bel
çevresinde artışa dikkat edilmelidir. Çocuğun kilo artışına
dikkat etmek gerekir.
SORU: İnsülin direnci kilo verimini yavaşlatıyor mu? Tedavi yöntemi var mı ya da ne yapmalı?
CEVAP: Şeker ihtiyacınızın kaynağı insülin direnci olabilir,
sık aralıklarla tam buğday ekmeği tüketebilirsiniz.
SORU: Yürüyüşe çıkıyorum, basenlerim küçülüyor. Kesince hız kaybetmeden devam ediyor. Ne yapabilirim?
CEVAP: Günlük önerilen aktivite haftada 150 dakika, günde minimum 30 dakika orta şiddette hareket etmektir.
Devam etmeniz önerilir.
SORU: Obezite bel fıtığını tetikler mi?
CEVAP: Obezite bel fıtığını tetikler ve bel fıtığı olanlarda
iyileşmeyi olumsuz etkiler.
SORU: Az veya çok yesem de kilo alıyorum. Neden olabilir?
CEVAP: Bireylerin bazal metabolizmaları birbirlerinden
farklıdır. Bu nedenle, aynı gıdayı alsalar da bazıları kilo
alır, bazıları almaz.
SORU: Sağlıklı diyet diyorlar. O kadar çok diyet var ki! Tavsiyede bulunabilir misiniz?
CEVAP: Popüler diyetler değil sağlıklı beslenme alışkanlıkları üzerine kurulmuş beslenme vazgeçilmeziniz olmalıdır.
SORU: Obeziteyi önlemek adına bürolarda spor aleti bulundurma ve kullanma teşvik edilemez mi?
CEVAP: Obezitenin önlenmesi için iyi bir öneri olabilir. Çalışma Bakanlığı ile çalışma alanımızda yer alabilir.
SORU: Obezite ne tür hastalıkları tetikler?
CEVAP: Şeker hastalığı, hipertansiyon, erken damar sertliği, eklem ve uyku bozuklukları, cilt hastalıkları, kanser ve
felci tetikler.
SORU: Üç beyaz zararlı deniyor. Tuz ve şeker konusunda
program yapıldı. Ekmekle ilgili bir program yok. Un obezitede ne kadar etken?
CEVAP: Ekmek israfı ve tam buğday ekmeğinin önemi
hususunda Tarım Bakanlığı ile çalışmalarımız devam etmektedir.
SORU: Etkili bir kilo verme yöntemi yok mudur?
CEVAP: Sağlıklı beslenme ve egzersizi ömür boyu sürecek
yaşam biçimi haline getirmek gerekir. Şu an çok etkili bir
ilaç tedavisi yoktur.
SORU: İnsülin direnci ilaçlar ve yaşam tarzı değişikliğinden sonra tamamen kurtulabilecek bir rahatsızlık mıdır?
CEVAP: Hayır değildir, tedavi olduğunuz sürece insülin direnci azalır, tedaviler bırakılınca insülin direnci tekrar eski
haline gelir.
SORU: Obezite nasıl tedavi edilir?
SORU: Kilom 78, troid sorunum var ve ilaç kullanıyorum.
Sonuçlarım normal fakat hdl 32 çıktı. Neden olabilir?
CEVAP: Beslenmenin düzenlenmesi, düzenli egzersiz ve
uygun vakalarda ilaç tedavisi veya cerrahi yöntemlerle
tedavi edilebilir.
CEVAP: Troid fonksiyonlarınız normalse, kilo almanız
buna bağlanamaz. Hdl’nizin 32 çıkması ailesel sorununuz
olduğunu gösterir.
SORU: Vücut kitle indeksim 29. Orta hareketli bir yaşantım var. Az ve sebze ağırlıklı beslenmeme rağmen neden
kilo veremiyorum?
SORU: Ailede kilo problemi olan çocuklar için alınacak
önlemler nelerdir?
CEVAP: Kolay kilo veremiyorsanız, insülin direnci, hormon
hastalıkları ve genetik yönden incelenmeniz gerekebilir.
CEVAP: Egzersiz ve doğru beslenme alışkanlığının kazandırılması önemlidir. Bu çabada ebeveynler doğru rol model olmalıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
71
SORU: Şişmanlık çocukluktan mı başlar?
CEVAP: Evet, ülkemizde 6-10 yaş arası obezite oranı
%6,5’dur ve bu çocuklar ergen dönemde de obez kalmaktadırlar.
SORU: “Su içsem yarıyor” diyenler ne yapsın?
CEVAP: Hormonal ve genetik hastalık yönünden incelenmesi gerekir. Bazal metabolizmanın ölçülmesi yararlıdır.
SORU: Az uyumak obezite nedeni midir?
CEVAP: Az uyumak obezitenin gelişimine neden olur.
SORU: Doğum yapmış bayanların emzirme döneminde
iken şişmanlamamak için alabilecekleri önlemler nelerdir?
CEVAP: Dengeli beslenme ve düzenli egzersizdir.
SORU: Yaşlılarda kilo vermek çok zor. Kilo verme konusunda yaşlılara bir öneriniz var mı?
CEVAP: Yaşlılıkta yağ dokusu artar, kas dokusu azalır. Bu
nedenle, daha dengeli beslenmeleri (az) ve düzenli egzersiz önemlidir.
SORU: İdeal uyku kaç saat uyku olmalıdır?
CEVAP: Bireye, yaşa göre değişir ve 6-8 saat uyku yeterli
olur.
SORU: Reklamlarda gördüğümüz zayıflama hapları ne kadar etkili?
CEVAP: Zayıflama haplarının yan etkileri vardır, önerilmez. Önemli olan sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam biçiminiz olmasıdır.
SORU: Çok fazla dondurma yiyorum. Çevremdekiler kilomun temel sebebinin bu ve hızlı yemek olduğunu söylüyorlar. Doğru mu?
CEVAP: Evet. Aşırı dondurma yemek, içerdiği kaloriden
dolayı kilo almanıza neden olur. Hızlı yemek, doyma hissinizin beyin tarafından algılanmasını önleyebilir.
72
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
SORU: Obezitede vücut kitle endeksinin önemi nedir?
CEVAP: Vücut kitle indeksi obezite için en basit göstergedir. Ancak vücut yağ yüzdesi ve dağılımı da önemlidir.
SORU: Metabolizmayı nasıl hızlandırabiliriz?
CEVAP: Metabolizmayı hızlandırmanın tek ve biricik yolu
kaliteli egzersiz yapmaktır
SORU: Bitki çayları zayıflamaya iyi gelir mi?
CEVAP: Bitki çayları vücuttan su atımı sağlaması dışında
yağ yakıcı özelliğe sahip değildir.
SORU: Alınan kilolar boya gider denir çocukken. Bu doğru
mudur?
CEVAP: Hayır, doğru değildir. Boy için genetik faktörler,
doğru beslenme ve fizik aktivite önemlidir.
SORU: Beslenirken yiyeceklerin glisemik indeksi önemli
midir?
CEVAP: Evet son derece önemsenmelidir.
SORU: Sigara içmek zayıflatır diyorlar. Doğru mu?
CEVAP: Sigara katabolizmayı hızlandıran ancak sağlığı
bozan bir maddedir.
SORU: Yemek yedikten sonra uyumak kilo aldırır mı?
CEVAP: Evet aldırır. Hareketsizlikten uzak durulmalıdır.
SORU: Gazetelerde gördüğümüz ünlü diyetleri ne kadar
sağlıklı?
CEVAP: Diyet kişiye özel olmalıdır. Uzmanı tarafından verilmeyen diyetler bireye zarar verebilir.
SORU: Obezite için “kilo vermeye yardımcı bantlar” gerçekten işe yarıyor mu?
CEVAP: Kilo verdirdiği söylenen bantların, bilimsel olarak
hiç bir yararı yoktur.
SORU: Yemek esnasında dolu dolu su içmek doğru mu?
CEVAP: Mide hacminizi artırarak yemeyi azaltabilir ancak
bazı durumlarda sindirim güçlüğü de yapabilir.
SORU: Hızlı yemek yemek kilo alma nedeni midir?
CEVAP: Evet, doygunluk hissi beyinde 20-30 dakika sonra
oluşur. Hızlı yemek sindirim problemleri de yaratabilir.
SORU: Obezite aşısı var mı? Genlerle bu işi halledemiyor
muyuz?
CEVAP: Obezite aşısı yok. Genlerle halletmek için henüz
yeterli çalışma yok.
SORU: Yemeklerde zeytinyağı kullanılması öneriliyor. Ayçiçek yağını kullanmamız vücutta ne gibi olumsuzluklara
neden oluyor?
CEVAP: Ayçiçek yağı zararlı değildir. Beslenmede olduğu
gibi yağlarda da çeşitlilik gerekir.
SORU: Orta yaşta bir kişi günde kaç kalori almalı ve bunun
ne kadarını egzersizle harcamalı?
CEVAP: Bireyin işine, vücut yapısına ve hastalıklarına göre
değişir. Ancak erkek 1800, kadın 1600 kalori alırsa normal
beslenebilir.
SORU: Çocuklarda özellikle kilo almaya neden etkenler
nelerdir?
CEVAP: Yanlış beslenme, yetersiz hareket, TV ve bilgisayar başında uzun süre geçirme.
SORU: Kilolu olmak boy uzamasını engeller mi?
CEVAP: Erken ergenliğe sebep olabilir, bu nedenle boy
kısa kalabilir. Kilo başka hastalıkların da belirtisi olabilir.
SORU: Obezite ile mücadelede suni tatlandırıcıları öneriyor musunuz?
CEVAP: Mümkün olduğunca şekersiz tüketim hareketli
yaşam önerilir, zorunlu durumlarda özellikle hamur ve
sütlü tatlılarda kullanılabilir.
SORU: Obezite son zamanlarda neden bu kadar çoğaldı?
CEVAP: Besin kaynaklarına ulaşımın kolaylaşması, hareketsiz yaşam, TV ve bilgisayar gibi teknolojinin gelişmesi,
fastfood, önemsememe gibi sebepler söylenebilir.
SORU: Kan şekeri düştüğünde ne yenilmeli ki vücutta ki
insülin alınımı hızlı bir şekilde olmasın?
CEVAP: Meyve ve süt-yoğurt, meyve ve ceviz-badem, tam
tahıl ekmek ve 1 dilim peynir gibi seçenekler olabilir.
SORU: Çok yiyorum ama doymuyorum. Mesela çikolatasız günüm geçmiyor. Obez değilim ama sağlıksız besleniyorum. Ne yapmalıyım?
CEVAP: Açlık-tokluk merkezleri bireye göre algısı farklıdır,
bu merkezlerin hassasiyeti bireyseldir. Bu halde iştah hormonlarına bakılmalıdır.
SORU: Her gün yemek ile birlikte maden suyu içmenin sakıncası var mıdır?
CEVAP: Günde 2 şişeden fazla maden suyu önerilmez.
SORU: Meyveli maden suları ne derece etkili?
CEVAP: Meyveli maden sularında şeker vardır, tüketiminde dikkat edilmelidir.
SORU: Akupunkturun zayıflamada kullanılması tavsiye
edilebilir mi, zararı var mıdır?
CEVAP: Tavsiye edilen bir yöntem değildir.
SORU: Tokluk hissi ne demektir?
CEVAP: Tokluk hissi gıda alım isteğinin sonlandığı duygu
durumudur.
SORU: Çocuk gelişiminde obeziteden korunmak için neler yapmalı?
CEVAP: Sağlıklı beslenme ve düzenli hareket alışkanlığı
kazandırılmalı, anne baba da rol model olmalı.
SORU: Devamlı yemek yeme isteğinin olması diye bir
problem var, bu isteğin azaltmak için öneriniz var mı?
CEVAP: Devamlı yemek yeme isteği hormonal neden ya
da genetik hastalıktan kaynaklanıyor olabilir. Araştırılması gerekir. Endokrin bölümüne gidiniz.
SORU: Spor yapmasak ve metabolizma hızlandırıcı ilaçlar
kullansak kilo verebilir miyiz?
CEVAP: Metabolizma hızlandıran ilaçlar yoktur, kilo kaybı
için değil sağlık için günde 30 dakika orta şiddette egzersiz önerilmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
73
haber
HER 10 KANSERDEN 9’U
BİR ŞEKİLDE
ÖNLENEBİLİR KANSERDİR
Kanser türlerinin yaklaşık yüzde
10’unun kalıtsal, yüzde 90’ının çevresel faktörlerden kaynaklandığı, tarama testlerinin ise erken tanıda büyük
rol oynadığı bildirildi.
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ)
Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feyyaz
Özdemir, Türkiye’de her yıl yaklaşık
100 bin kişinin kanser nedeniyle hayatını kaybettiğini söyledi. Dünyada
olduğu gibi Türkiye’de de kanserden ölüm oranının arttığını, kanserin ölüm nedenleri arasında ikinci
sırada yer aldığını belirten Özdemir,
“Rakamlar bize her yıl ülkemizde 200
bin civarında yeni kanser olgusunun
ortaya çıktığını gösteriyor. Kansere
yol açan sebepler arasında sigara ve
tütün ürünleri ile obezite ilk sıralarda
yer alıyor” dedi.
Kanser konusunda yürütülen çalışmalar ile edindikleri tecrübelerin
kanserin korunulabilecek bir hastalık olduğunu gösterdiğini ifade eden
Özdemir, “Kanserden korunabiliriz,
bu mesaj çok önemlidir. Kanser türlerinin yaklaşık yüzde 10’u kalıtsaldır. Yüzde 90’ı ise çevresel faktörlerden kaynaklanmaktadır. Hiçbir
şekilde önlenemeyecek olan, her
10 kanserden sadece biridir. Her 10
kanserden 9’u bir şekilde önlenebilir
kanserdir. Bu son derece önemlidir”
diye konuştu.
Çevresel faktörlerden fazla etkilenmemek için alınabilecek tedbirler olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Feyyaz
Özdemir, şöyle devam etti:
“Artık sigara ve tütün ürünlerinin
kullanılmaması gerektiği herkes tarafından bilinen bir gerçek. Aşırı yağlı,
proteinli beslenme tarzından uzak
durmalı, kızartma ve hayvansal yağlardan yoğun beslenmemeliyiz. Yapılan çalışmalar aşırı yağlı beslenme
74
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
meme kanserinde çok ciddi bir risk
artışına sebep olduğunu göstermiştir. Keza bol meyve ve sebze ağırlıklı
beslenmenin, kanser için koruyucu
bir faktör olduğu da artık biliniyor.
Neredeyse pek çok kanserde aşırı hayvansal maddelerden zengin
beslenmenin olayı artırdığı ama bol
meyve ve sebze ağırlıklı beslenmenin özellikle kolon kanserinden korunmada etkisi olduğu bilimsel olarak gösterilmiş bir faktördür.”
TARAMA TESTLERİ HAYAT KURTARIYOR
Prof. Dr. Feyyaz Özdemir, dört tür
kanserde tarama testleri uygulandığını anlatarak, şunları söyledi:
“Meme, rahim ağzı, prostat ve kalın
bağırsak kanseri, tarama testleriyle tespit edilebilecek kanserlerdir.
Taramalar, Sağlık Bakanlığı’na bağlı
Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi’nde (KETEM) yapılıyor.
Meme kanseri için her yıl 40 yaş üzerindeki kadınların mamografi çektirmesi gerekiyor. Hastalığın erken
aşamada saptanıp tamamen düzeltilmesi için çok önemli imkân sağlayan
bir test. 55 yaşın üzerindeki erkekler
PSA dediğimiz kan testini yaptırmalı.
Bu testle prostat kanseri erken aşamada tespit edilerek, hastanın tamamen sağlığına kavuşturulması
mümkün olabiliyor. Kadınlar için seksüel aktif yaştan itibaren çok basit bir
işlem olan pap smear testi yapılarak
rahim ağzı kanserinin teşhisi konulabiliyor ve yine erken aşamada korunulabiliyor. Yine kalın bağırsak kanseri kadın, erkek olsun gaitada gizli
kanın bakıldığı test vasıtasıyla erken
dönemde tespit edilebiliyor. Kalın
bağırsak kanserleri için 10 yılda bir
kolonoskopi yaptırılmalı.”
Bu testlerin tamamının sağlıklı insanlara önerildiğine dikkati çeken Prof.
Dr. Özdemir, şöyle devam etti:
“Hasta veya şikâyeti olandan bahsetmiyorum. 20 yaşından itibaren her
kadının kendi kendine meme muayenesi yapması lazım. Eline gelen bir
sertlik, şişlik olursa da mutlaka doktora başvurması gerekiyor. Çalışmalar, tarama testleri yapılırsa toplumda
bu kanserlere bağlı ölüm oranlarında
ciddi azalma olduğunu göstermiş.
Toplumumuzda maalesef bunlara uyma oranı düşük. Avrupa’da,
Amerika’da bu testlere riayet oranı
yüksek olduğu için hastalar erken
aşamada geliyor. Erken aşamada
ameliyatla hasta tamamen sağlığına
kavuşabiliyor. İleri aşamada maalesef
hastayı bazen tamamen sağlığına kavuşturmak mümkün olmuyor. Ancak
yaşam süresi uzatılıyor ve kalitesini
artırabiliyoruz. Oranlara bakıldığı
zaman Avrupa’da, Amerika’da erken
aşamada başvuru çok daha yüksek,
maalesef bizim hastalarımızın çoğu
ileri aşamada geliyor. O yüzden yapılacak şeyler kısıtlanıyor ve böylece
de sonuçlarımız istenilen seviyede
olmayabiliyor.”
Prof. Dr. Feyyaz Özdemir, ayrıca fiziksel aktivitenin de sağlıklı yaşam için
vazgeçilmez unsur olduğunu, bu nedenle günlük hayata dâhil edilmesi
gerektiğini belirtti.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
75
haber
DİJİTAL HASTANE PLATFORMU
2. KEZ KAPILARINI AÇIYOR!
Uluslararası Sağlık Bilişim Zirvesi’13 kapsamında dünyanın ilk ve tek Dijital Hastane
Platformu 28 -30 Mart 2013 tarihleri arasında İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde!
Sağlık bilişimi alanında dünyadaki
yeni gelişmeleri ve ileri teknolojileri tek bir çatı altında toplayan, 1000
m2’lik alanda gerçek zamanlı çalışan
bir hastane kompleksi olan Dijital
Hastane Platformu zirve süresince ziyaret edilebilecek.
Sağlık alanında hız, güven ve bağımsızlık ve tasarruf devrimi niteliğini
taşıyan Dijital Hastane Platformunda
ziyaretçiler dünyadaki ileri sağlık bili76
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
şimi uygulamalarını canlı olarak görülüp, test edilebilecekler. Bu alanda
ürün geliştiren yaklaşık 50 firmanın
işbirliği ile oluşturulan platform, bu
anlamda dünyada bir ilki ülkemize
taşıyor.
Dijital Hastane
Geleceğin sağlık hizmetlerinin temelini oluşturan dijital hastane platformu, sağlık hizmeti sunucularına yep-
yeni bir dünyanın kapılarını açıyor.
Dijital Hastane; hasta bilgilerine her
yerden hızlı ulaşım, veri güvenliği,
tüm hizmetlerin bilgisayar ortamında yürütülmesi, hastane içindeki
ve dışındaki sistemlerin birbirleriyle tam bütünleştirilmesi, minimum
hata, düşük maliyet, hasta ve çalışan
memnuniyeti, teşhis ve tedavide başarı gibi avantajlar sağlayan dijital
hastane sistemi, bileşenleri ve bü-
tünleştirilmesi aşamaları olarak ifade
ediliyor.
Dijital Hastanede dijital hasta takip
teknolojileri, akıllı ilaç uygulamaları,
hastaların medikal bilgilerini arşivleyen ve hekimlerin karar mekanizmalarına destek vererek tedavi süresini kısaltan ve tüm görüntüleme
alanlarında kullanılabilen sistemler,
hastane bilgi yönetim sistemleri,
e-hemşirelik uygulamaları, güvenlik teknolojileri, veri korunması ve
depolama araçları, yönetsel süreç
entegrasyon otomasyonları, dijital
kurumsal iletişim ve pazarlama teknolojileri, call center ve crm sistemlerinin dünyada kullanılan en ileri modelleri yer alacak.
Kronik hasta takip teknolojileri, hologram ile sanal vizit, hastanın iyileşme sürecine katkı sağlayan ışıklandırma sistemleri, ileri teknoloji
tanı-tedavi araçları, akıllı yenidoğan
bakım üniteleri, robotik cerrahi sistemleri, ileri veri iletişim teknolojileri
ve network ürünleri yanında ayrıca
akıllı evde bakım cihazları da yine
dijital hastane de ziyaretçiler ile buluşacak.
Yeşil Hastane/Bulut Hastane
Sağlık Bilişim Zirvesi’13 Dijital Hastane Platformunda ayrıca “Yeşil Hastane” ve “Bulut Hastane2 sistem ve
teknolojileri de buluyor. Hastaneler,
dünyada binalar içerisinde en fazla
enerji tüketen yapılar arasında yer aldığı için, enerji verimliliğini sağlayan
ve doğanın korunmasını katkı sağlayan yeni nesil teknolojiler büyük
önem taşıyor.
Hastanede kullanılan altyapı elemanlarının “Yeşil” kavramına uygun olarak
seçilerek minimum enerji tüketimi
sağlaması, çevreye en az ısıyı vererek
soğutma ihtiyacını azaltması, kullanım ömrü sonunda doğaya zarar
vermemesi gibi süreçleri ile doğaya
katkı sağlayan hastane altyapıları dijital hastane platformunda yer alıyor.
Son dönemde teknoloji dünyasının
gündeminde bulunan “Bulut Bilişimi” sağlık sektörünü de derinden
etkiliyor. Bulut Hastane alt yapısı
olan hastaneler, talebe bağlı kendi
kendine kullanım özelliği ile sağlık
organizasyonları yeni işlem kapasitesi, depolama birimi veya yeni bir
programa ihtiyaç duyduklarında,
buna bulut sağlayıcısından kolaylıkla
ulaşabiliyorlar. Kaynak paylaşımı ve
maliyet kontrolü açısından son derece önemli olan bulut bilişimi, birden
fazla kurum programları, sunucuları
veya veri merkezlerini paylaşıyor ve
servis sağlayıcı bu kaynakları talebe
bağlı olarak dinamik olarak kullanıcılarına dağıtabiliyor. Bulut Hastane
teknolojisine dair en yeni ürün ve sistemlerde yine dijital hastane ziyaretçilerinin incelemelerine sunuluyor.
Hizmetin Kalitesi Teknoloji İle Artıyor
Sağlık teknolojisi sadece teknik donanım değil, tüm süreçlerin etkisi
ile kendini yeniliyor. Sağlık alanında
teknolojinin kullanımı hem hizmet
kalitesini arttırıyor, hem de sonuca
daha etkin ve ekonomik yöntemlerle
ulaşmayı sağlıyor. Sağlık bilişimindeki gelişmeler sadece hastaneleri dijitalleştirmekle kalmıyor, evde hasta
bakımından kronik hastalık takibine
kadar pek çok alanda da hizmeti mobil hale getiriyor. Dünyada kullanılan
en ileri teknolojiyi ülkemize getiren
Dijital Hastane Platformu 3 gün süresince ziyarete açık olacak.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
77
Pi’nin
Yaşamı
Bu sayımızda sizlere tanıtacağımız
filmimiz Yann Martel’in kitabından
uyarlanan sihirli bir macera öyküsü:
“Life Of Pi”. Türkçe çevirisi ile “Pi’nin
Yaşamı”. Filmin başkahramanı Piscine
Monitor Partel, yani kısaca Pi. İsmini
Paris’teki bir yüzme havuzundan alıyor. Pi 16 yaşında, Hindinstan’ın güzel
bir bölgesinde hayvanat bahçesi işleten bir ailenin oğlu. Çocukluk günlerinde bütün dinlerle yolu kesişiyor
Pi’nin. Önce Hint tanrılarıyla tanışıyor.
Sonra kilisiyle, camiyle... Ailesi her ne
kadar oğullarının rasyonel bir yolda
ilerlemesi gerektiğini düşünüp, üç
78
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
dine birden inanılamayacağını söyleseler de Pi hem namaz kılıyor, hem
vaftiz olmak istiyor, hem de Vişnu’ya
inanıyor.
Rahat bir ortamda geçen zamanın
ardından, ekonomik şartlar bozuluyor ve Pi’nin babası hayvanat bahçesindeki hayvanları da satmak üzere
yanına alıp, bir gemiyle Kanada’ya
gitmeye karar veriyor. Nuh’un gemisine benzeyen bu gemide yolculuk
başlıyor ve bir gece fırtınayı duyup izlemek için güverteye çıkan Pi, büyük
bir fırtınanın gemiyi batırdığına şahit
oluyor. Hindistan’dan Kanada’ya gi-
den yük gemisi, içindeki hemen hemen tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batıyor. Yalnızca bir cankurtaran
filikası, uçsuz bucaksız vahşi Pasifik
Okyanusu’nun ortasında yapayalnız
kalıyor. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan,
kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan,
Richard Parker adında üç yüz kiloluk
bir Bengal kaplanı ve başkahramanımız Pi… Pi ailesi için ne kadar çırpınsa da hayatlarını kaybetmelerine
engel olamıyor.
Filmin bundan sonraki kısmında
Pi’nin vahşi bir kaplanla 227 gün bo-
Künye
Yönetmen
Oyuncular
Tür
Yapım Yılı
Vizyon Tarihi
: Ang Lee
: Suraj Sharma, Irrfan Khan,
Adil Hussain, Tabu, Gérard Depardieu
: Macera, Drama
: 2012 (127 dk)
: 28 Aralık 2012 Cuma
yunca, bir okyanusun ortasında yaşadıklarıyla alakalı gelişiyor. Pi, kurtuluş
yok gibi görünen bu okyanusta zayıf
bir sandalda yanındaki hayvanlarla
birlikte hayatta kalma savaşı veriyor
ve keskin zekâsı ve zooloji bilgisiyle
hayatta kalmayı başarıyor.
onca zamandır Tanrısal bağ gibi içinde tutunduğu tek taraflı dostluğun
kendisini terk edişi onu yıkıyor. Bundan sonra Pi belki de gerçekten ilk
kez “yalnız kalmış” hissediyor ya da
egosundan, dünyevi hırslardan özgürleşiyor, aydınlığa ulaşıyor.
Pi’nin sandalda birlikte yaşam mücadelesi verdiği kaplanın, aslında
kendi egosu olduğu söyleniyor. Bu
nedenle filmin kilit noktalarından
birisi de, Pi’nin kaplan için “onu evcilleştiremezsiniz ama eğitebilirsiniz”
dediği sahne oluyor. Günden güne
kaplan da, Pi’nin hayat hırsı da zayıflıyor. Öyle ki kurtulduğunda aslında
kurtulmak eskisi kadar umurunda
olmuyor Pi’nin. Daha çok aralarında
bir bağ olduğuna inandığı kaplanın
arkasına bakmadan ormana gidişi,
Oscarlı sinemacı Ang Lee’nin yönetmenliğinde sıra dışı bir öykü sunan
filmin kadrosu da oldukça renkli.
Daha önce oyunculuk deneyimi
bulunmayan Suraj Sharma’nın Pi’yi
canlandırdığı yapımda, ayrıca Tobey
Maguire, Irrfan Khan, Adil Hussain rol
alıyor.
Filmin masalsı anlatımı, muhteşem
görüntüleri de izleyiciyi oldukça etkiliyor.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
79
kitap
ŞAHİKA & FERAYE
Yazar: Sinan Akyüz
“Abla.”
Sayfa: 536
“Efendim.”
Dil: Türkçe
“Biliyor musun?”
Yayınevi: Alfa Yayınları
“Neyi?”
Yayın Tarihi: 2013
“Senin kaderin benimkini de yazmış…”
İncir Kuşları, Piruze-Şamda Bir Türk Gelin, İki Kişilik Yalnızlık gibi çok okunan
kitapların yazarı Sinan Akyüz “Şahika&Feraye”isimli bu kitabında genç yaşta
Ürdün’e gelin giden iki kız kardeşin gerçek yaşam öyküsünü sunuyor. Tarih,
kader ve aşkın bir karışımını sunan sürükleyici bir eser…
DÜRTME
MEDYA KÜLTÜR
Yazar: Cass R. Sunstein ,
VE EDEBİYAT
Richard H. Thaler
Yazar: Nebi Özdemir
Çeviri: Enver Gürsel
Sayfa: 440
Sayfa: 336
Dil: Türkçe
Dil: Türkçe
Yayınevi: Grafiker Yayınları
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Yayın Tarihi: 2012
Yayın Tarihi: 2013
Her gün, bireysel yatırımlardan, çocuklarımızın okullarına, yediğimiz öğünlerden, savunduğumuz davalara kadar değişen çeşitli konularda kararlar alıyoruz. Ne yazık
ki, çoğu zaman beceriksizce seçimler yapıyoruz. Bunun
sebebi, yazarların da açıkladığı gibi, insan olarak hepimizin, hata yapmamıza sebep olan çeşitli önyargılara teslim
olmamız. Hatalarımız bizi, daha yoksul, daha az sağlıklı
hale getiriyor; çoğu kez, eğitim, kişisel finansman, sağlık
hizmetleri, ipotekli konut finansmanı, kredi kartları, aile ve
hatta dünyayı kapsayan konularda kötü kararlar alıyoruz. Thaler ve Sunstein, okuyucuyu farklı bir dünyaya davet ediyor. İnsanların nasıl düşündüklerini bilerek, kendileri için,
aileleri ve toplumları için en iyisini seçmelerini kolaylaştıran
seçim ortamlarının tasarlanabileceğini gösteriyor.
Kitapta, hayatın en önemli kesitlerinden verdikleri birbirinden renkli örneklerle bizi daha kazançlı yönlere dürtecek,
özenli bir “seçim mimarisi”nin, seçim özgürlüğünü kısıtlamadan, nasıl oluşturulabileceği ispatlanıyor. 80
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013
Kültür Bilimi kapsamında hazırlanan bu eserde Türk kültürü ve edebiyatı ile medya arasındaki köklü ve çok yönlü ilişkiler, disiplinler
arası yaklaşım ve yöntemlerle çözümlenmeye
çalışılmaktadır. Ayrıca bu araştırmada, yazılı
medya, radyo, sinema, televizyon ve internet
bağlamındaki sözlü - yazılı - sanatsal / dijital
kültür dönüşümleri özgün veri ve yorumlarla
ortaya konulmaktadır.

Benzer belgeler