sayi 15 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 15 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 2 Sayı: 15 • MART 2013 EsasMedya Ltd. Şti. adına Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Bülent AKARCALI Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü M. Esat GÜZELGÖZ Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Yayın Koordinatörü Ayşe GÜZELGÖZ Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Elif DAĞLI Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Kurumsal İletişim ve Reklam M. Suat GÜZELGÖZ Prof. Dr. Haydar SUR İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Prof. Dr. İskender PALA Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı Editör Hande AYDEMİR Hukuk Danışmanı Av. Bekir EREN Grafik Tasarım EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 www.saglikveinsandergisi.com [email protected] Yayın Türü Yaygın Süreli Basım Yeri İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi Mart 2013, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. ®EsasMedya - 2013 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. Destek ve katkıları için SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz. /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com “Her Şeyin Başı Sağlık” Sağlığın her şeyin başı olduğu, herkesçe bilinen, kabul edilen ve defalarca tekrarlanan bir gerçek. Bu gerçeğin bütün gereklerini yerine getirebilmek ve sürdürebilmesini sağlamak amacıyla bilimsel disiplinler geliştiren “TIP” bilimi de önemini hiç yitirmeyen, hatta gün geçtikçe daha fazla önem kazanan bir alan olma özelliğine sahip. Tıp bilimine emek verenler de bir o kadar önemli ve değerli. Doktor, tabip veya hekim; önemli olan nasıl adlandırdığımız değil, nasıl anladığımız, nasıl anlamlandırdığımız… Hepimizin, hekimlerimiz başta olmak üzere bütün sağlık çalışanlarımızın değerini bu gerçekler ışığında anlamamız ve buna göre kendimizi konumlandırmamız sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi bakımından vazgeçilmez bir realite. Sağlık ve İnsan Dergisi olarak Mart sayımızda sizlere 14 Mart Tıp bayramı dolayısıyla “Tıp ve Hekimlik” konularında farklı ve dikkat çekici bir dosya sunmak istedik. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıp Eğitimi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Sonsuz “Türkiye’de Tıp Eğitiminin Geçmişten Geleceğe Değişen Koşullar ve Değişmeyen Sorunları” başlıklı bir yazı kaleme aldı. “Kampus” bölümümüzde, ülkemizde tıp eğitiminin ilk ocaklarından birisi olan “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi”nin geçmişten geleceğe doğru seyrini bulacaksınız. Yayın Koordinatörümüz Ayşe Güzelgöz, ülkemiz için birçok ilke imza atan, Tıp Dünyamızın Duayenlerinden Prof. Dr. Rıdvan Ege ile samimi bir röportaj gerçekleştirdi. İlgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz. Portre bölümümüz yine Tıp Dünyamıza ve sağlımıza emek verenlere ayrıldı. Sizler için bu sayımızda özel bir çalışma başlattık. Sonraki sayılarımızda da devam edeceğimiz bu çalışmada, Tıp alanında ülkemizde önemli hizmetler veren hocalarımıza yer verdik. Sağlık ve İnsan Dergisi’nin Mart sayısı Kapak Dosyası dışında da yine dopdolu. Sağlık Bakanımız Sayın Mehmet Müezzinoğlu’nun sağlığın gündemini değerlendirdiği açıklamalarını derleyerek sizler için bir haber çalışması hazırladık. Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurgül Keser de kadınlarda koroner arter hastalığını tüm yönlerini ele alan makalesiyle yazı ailemize katıldı. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Mehmet Ali Torunoğlu “Bulaşıcı Hastalıkların Kontrolünde Aşı Programının Yeri” başlıklı yazısıyla her zaman gündemde olan önemli bir konuya değiniyor. Fatih Acar’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığına atanmasının ardından SGK’da nöbet değişimi yaşandı. Fatih Acar Başkanlık görevini Yardımcılarından Yadigâr Gökalp İlhan’a devretti. Bu nöbet değişiminin kurumlarımız, ülkemiz ve sağlığımız için hayırlı umuyor Sayın Fatih Acar ve Sayın Yadigâr Gökalp İlhan’a yeni görevlerinde başarılar diliyoruz. Farklı çalışmalarıyla dergimize renk katan Arif Avize, bu sayımızda kar yarenleri\kardelenlerin tüm güzelliklerini yine birbirinden anlamlı şiir ve fotoğraflarla sunuyor. Sizlerden gelen ilgi ve destekle yoluna daha emin adımlarla devam eden Sağlık ve İnsan Dergisi her sayısında yeni konular ve farklı çalışmalarla karşınıza çıkıyor. Zevkle okuyacağınızı umuyoruz. Nisan sayımızda yine yepyeni çalışmalar ve daha güzel haberlerle buluşmayı diliyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz… M. Esat GÜZELGÖZ İÇİNDEKİLER Haber: Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’ndan Önemli Açıklamalar 6 Haber: Sosyal Güvenlik Kurumunda Nöbet Değişimi 10 İlaç Endüstrisinde Ar-Ge ve Fikri Mülkiyet Haklarının Önemi 14 Haber: Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Yasalaştı 20 Ülkemizde Bulaşıcı Hastalıkların Kontrolünde Aşı Programının Yeri 24 Haber: Suçiçeği Aşısı da Artık Aşı Takviminde 28 Kadınlarda Koroner Arter Hastalığı Farklı Mıdır? 30 Hayatın İçinden: Kar Yarenler / Kardelenler 34 Tartışma: Anne Sütü Bankacılığı Diyanetten ‘Süt Bankası’ Açıklaması 38 Anne Sütüne Su Katmak 39 Sağlık Bakanlığı Anne Sütü Bankacılığı Tartışmalarına Son Noktayı Koydu 40 42 Kapak Konusu: Türkiye’de Tıp Eğitimi 46 Kampus: Tıp Eğitiminin Dünü, Bugünü ve Geleceğinde İstanbul Üniversitesi 50 Röportaj: Prof. Dr. Rıdvan Ege 56 Portre: Refik Saydam - Siyami Ersek Mazhar Osman Usman - Sami Ulus 60 Kurumlarımız: Türkiye Yeşilay Cemiyeti 64 Rekabet Kurumu, İlaç Sektörü Araştırma Raporunu Hazırlıyor 66 Yan Etkide Antibiyotikler En Önde 68 Haber: Ünlüler “Hayat Ver” Kampanyası için Bir Araya Geldi 70 140 Karakterde Obezite 76 Dijital Hastane Platformu 2. Kez Kapılarını Açıyor! 78 Film: Pi’nin Yaşamı 80 Kitap haber SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU’NDAN ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR: TÜRKİYE, SAĞLIKTA ONUR DUYDUĞUMUZ BİR NOKTADADIR Hekimevi’nde sağlık muhabirleriyle bir araya gelen Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, gündeme ilişkin konuları değerlendirdi. Sağlığın Türkiye’nin önemli dinamiklerinden biri olduğunu belirten Müezzinoğlu, dünyada sağlık hizmetlerinin sürekli takip edilen bir alan olduğunu söyledi. Sağlıktaki teknolojik ve bilimsel gelişmelerin dinamik bir yapıyı gerektirdiğini ifade eden Müezzinoğlu, “Bu anlamda AK Parti hükümetleri döneminde ülke olarak sağlık alanında çok önemli mesafeler aldık. Hekimlik hayatım boyunca bu ülke insanı için hayal edip de inanamadığım birçok hizmeti geçtiğimiz 10 yıl içinde bu ülke insanına sunmayı başarabildik’’ dedi. Bu başarıda en büyük payın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğunu ve bundan ötürü kendisine teşekkürlerini belirterek, ayrıca tüm süreçleri dinamik şekilde sürdüren eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a da teşekkürlerini sundu. İlerleyen süreçte Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetin destekleriyle dinamik yapıyı her geçen gün daha iyi noktaya taşımaya çalışacaklarını ifade eden 6 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Müezzinoğlu, Tamgün, Kamu-özel işbirliği ve süt bankacılığı gibi çeşitli konulara ilişkin çalışmaları yürüttüklerini anlattı. Bakan Müezzinoğlu, bunların önümüzdeki süreçte bir kısmının çözümleneceğini dile getirerek, “Biz ortalama 6 ayda bir, en geç yılda iki defa bu süreci geniş olarak masaya yatırıp, paydaşlarımızla paylaşacağız. Tüm bunları belli periyotlarla ve ilkesel duruşlarla yapmaya çalışacağız’’ dedi. Sağlığın daha iyi bir noktaya gelebilmesi için tüm paydaşlarla birlikte hareket etmenin önemli olduğunu ifade eden Müezzinoğlu, bu paydaşlardan en önemlilerinden birinin üniversiteler olduğunu vurguladı. Müezzinoğlu, şu açıklamaları kaydetti: “Bu yolculuğu, sağlık alanındaki tüm paydaşlarımızla birlikte, Türkiye’deki sağlığın geleceğinin ortak dinamiklerini güçlü hale getirebilirsek daha iyi noktaya taşıyabiliriz. Üniversitelerimizin diğer paydaşlarımıza göre 2 farklı özelliği var. Bir taraftan sağlık hizmeti verirlerken, diğer taraftan da hekim yetiştiriyorlar. Bir taraftan sağlık hizmetlerini dinamik bir şekilde vermelerini arzu ederken diğer taraftan tıp eğitiminin dinamiklerini de çok daha iyi hale getirmemiz lazım. Türkiye sağlık alanında bölgede marka olmalıdır. Bunun olabilmesinin ana kaynağı da tıp öğrencileri, hekimler ve tıp alanında üniversitelerimizin standardının daha iyi noktaya gelmesidir. Bugün dünya çapında bakıldığında kalitesi ve standardı anlamında Türkiye mutlu olduğumuz ve onur duyduğumuz bir noktadadır. Üniversitelerimize eğitimi önceleyen, sağlık hizmetlerini daha iyi yapabilen bir dinamizmi kazandırmamız lazım. Bunu da onları dinleyerek, sıkıntıları varsa azami çözüm gayreti göstererek yapmak istiyoruz. Bu anlamda İstanbul’da bazı hocalarımızla görüştük, yine hocalarımızla ve rektörlerimizle görüşmeye devam edeceğiz. Bunun dışında Türk Tabipleri Birliği ile görüştük, gerekirse tekrar görüşürüz. Özel sektörle görüştük, yine görüşeceğiz. Tüm paydaşlarımız, bu ülkenin sağlık alanında dinamikleri olan paydaşlar. Bunların hepsini birlikte aynı hedefe aynı hizmet anlayışına ve aynı hizmet kalitesinin standardını yükseltme bakışına taşıma gayretindeyiz. Tam Gün Uygulaması Devam Edecek Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “tam gün’’ uygulamasından vazgeçmeyi ya da geri adım atmayı düşünmediklerini belirterek, “Şu anda benim durduğum nokta tam günü üniversitelerde de eğitim hastanelerinde de uygulayabilmek ve geliştirebilmek, tıkanıklıklar varsa bunları aşmak üzerinedir’’ dedi. “Temel Sorun Üniversitelerde’’ “Tam gün ile ilgili Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalışanlar için düzenleme yapılıp yapılmayacağı’’ sorusu üzerine Müezzinoğlu, tam günü masaya yatırırken en temel sorunun üniversitelerde olduğunun görüldüğünü, ancak konunun bütününe bakacaklarını söyledi. Tam gün dinamiklerinin daha verimli, uygulanabilir ve geliştirilebilir olmasını arzu ettiklerini ifade eden Müezzinoğlu, şunları belirtti: “Tam günden vazgeçmeyi ya da geri adım atmayı düşünüyoruz diye bir bakışımız yok. Şu anda benim durduğum nokta tam günü üniversitelerde de eğitim hastanelerinde de uygulayabilmek ve geliştirebilmek ve tıka- nıklıklar varsa bunları aşmak üzerine. Yoksa ‘tam günü kaldıralım, farklı bir şey düşünelim’ demiyoruz. Ama tam günün bütününde yer yer bazı değişiklikler gerekiyorsa da bu yalnız belki üniversite hocaları için gerekecektir, belki bir bölümü için gerekecektir, bunu şu anda söylemem çok doğru değil ama biz tam gün uygulanabilir, geliştirilebilir olsun istiyoruz” şeklinde konuştu. Bu konuda önceki Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile de görüşme yaptığını kaydeden Müezzinoğlu, bir başka soru üzerine, ilkesel olarak üniversite hocasının buradaki azami çalışmayı yapması ve azami verimliliği sunması üzerinde durduklarını belirtti. Öğretim üyesi ile üniversitenin birbirlerine karşı sorumlulukları ve borçları olduğunu dile getiren Müezzinoğlu, üniversite hocasının borcunu bu çatı altında ödemesi, meziyetlerinden de ülkenin ve üniversitenin istifade etmesi gerektiğini kaydetti. Müezzinoğlu, “Marka olacaklarsa birlikte marka olsunlar. Bunun için de kendilerine farklı hoca statüleri verilebilir mi veya farklı zaman dilimlerinde çalışmak istiyorlarsa bunların da yolunu açabilir miyiz, bunların üzerinde çalışıyoruz” dedi. “10 Bin Pratisyen Hekime İhtiyacımız Var’’ Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’de sağlıkta en önemli sorunlarından birinin hekim açığı olduğunu ifade ederek, “Bu alan, gerek Bakanlık, hükümet ve gerekse kamuoyu olarak önümüzdeki yıllarda en çok sıkıntı çekeceğimiz, en çok problemi yaşayacağımız alandır. Bu en çok çözümsüz olduğumuz alan da budur” dedi. Bugün itibarıyla 20 bin uzman hekime ihtiyaç bulunduğunun altını çizen Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “10 bin pratisyen hekime ihtiyacımız var, en az 50 bin hemşireye, ebeye ihtiyacımız var. Bütün bunları yarın bulma şansımız yok. Hekimde bu açığı 15 yıldan önce kapatabilme şansımız da yok ama 15 yıl sonra da muhtemelen bir o kadar daha hekime yine ihtiyacımız olacak. Çünkü bir taraftan nüfusumuz artıyor, bir taraftan tıp ilerliyor. Vatandaşlarımızın da sağlık hizmetlerinden almak istediği standardın yükselme talebini de karşılamamız lazım. Ülke sorunlarımızın başında hekim açığı geliyor. Bu hekim açığını da kapatabilmemiz ‘özel sektörün finansman desteğini alıyoruz, burada kararlıyız’ demek kadar kolay değil. Dünyadan hekim bulmak da çok kolay değil. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 7 Dünyadan bulduğumuz hekimin bu ülke insanına standartları yüksek bir sağlık hizmeti verebiliyor olması çok mümkün değil. Burada dönüp de yapmamız gereken tek şey kalıyor; hizmet veren hekimin verimliliğini artırmak. Bütün hekimlerimizi azami düzeyde bu topluma hizmet sağlayabilecek noktaya taşıyabilmemiz şarttır.” Müezzinoğlu, medyada yer alan “hekimler daha çok çalışacak” haberleri için de; “Biz hekimlerimizin bilgi birikiminden daha çok toplum adına istifade etmek istiyoruz. Bunu onlarla birlikte paylaşarak başaracağımıza inanıyorum” diye konuştu. “Taşeronlaşıyoruz” ifadeleri için de Müezzinoğlu, “Getirin bana 20 bin uzman doktoru yarın kadroya alacağım, getirin 30 bin hemşireyi yarın kadroya alacağım” dedi. “Haklı Olanın Yanında Olmamız Gerekir” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, sağlıkta şiddetle ilgili de Bakanlığın hiçbir zaman “Ne olursa olsun hasta haklıdır’’ görüşünü benimsemediğini vurguladı. Sağlıkta hasta memnuniyetinin yüzde 80’lere ulaşmasında sağlık çalışanlarının özverili çalışmalarının büyük payı olduğuna dikkat çeken Müezzinoğlu, “Haklı olan haklıdır. Uygulamada yanlışlık varsa haklı olanın haklılığının yanında olmak lazım” diye konuştu. 8 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Kamuoyunun bilinçlendirilmesinin önemine işaret eden Müezzinoğlu, sağlık hizmeti sunanın motivasyonunu bu hizmetin kaliteli şekilde alınmasında etkili olduğunu dile getirdi. Müezzinoğlu, kamuoyuna “Hekimlerinize, hemşirelerinize ve sağlık hizmeti sunucularınıza ne olur evladınıza sahip çıktığınız kadar sahip çıkın. Çünkü zor gününüzde size evladınız sahip çıkar ve yine zor gününüzde acılı gününüzde sorunlarınızı hekimleriniz, hemşireleriniz çözebilir” diye seslendi. Hekim ile hasta arasına kanunların, güvenliğin, emniyetin girmesini arzu etmediğini belirten Bakan Müezzinoğlu, ancak süreç gerektirdiğinde bunu da yapmak zorunda kalabileceklerini söyledi. Öldürülen Doktor Ersin Arslan’ı hatırlatan Müezzinoğlu, bu talihsiz olay yaşanmasaydı Arslan’ın binlerce hastayı sağlığına kavuşturacağına işaret etti. Medyanın da sağlık haberlerine karşı duyarlı olmasını isteyen Bakan Müezzinoğlu, “Doğumda bebeğin başını koparttı” gibi haberlerin, binlerce doğum yaptıran bir doktoru cani, katil durumuna düşürdüğünü ifade etti. “Sigarayı Bırakmama Kızımın Tavrı Vesile Oldu’’ Sigaraya karşı olduğunu da vurgulayan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, sağlığa zararlı olan, toplumun fiziksel ve ruhsal sağlığına katkısı olmayan her şey için kampanya düzenlemek, toplumsal bilinç yaratmak için milletçe duyarlı olunması gerektiğini ifade etti. Sigaranın başta akciğer kanseri olmak üzere birçok hastalığın ana nedeni olduğuna dikkat çeken Müezzinoğlu, sigarayla mücadelede, alışkanlığa dönüşmeden gençlerin bilinçlendirilmesinin önemini vurguladı. Müezzinoğlu, “Ben içiyordum ama bugün bıraktım diyen 3 ay sonra gelsin hala içmiyorsa, ona bir takım kıyafet alayım’’ dedi. Müezzinoğlu, bu şekilde kıyafet aldığı ilk kişinin İçişleri Bakanı Muammer Güler olduğunu, yaklaşık 110 kişiye bu sebeple takım elbise hediye ettiğini söyledi. Kendisinin de 25 yıla yakın bir süre günde bir sigara içtiğini anlatan Müezzinoğlu, “Bazen 2-3 ay hiç içmedim. Günde 1’i hiç geçmedim’’ diye konuştu. Sigarayı bırakmasına kızının vesile olduğunu anlatan Müezzinoğlu, “Yaklaşık 7 yıl önce kızlarım yurt dışında eğitim görüyordu, bayramda onları ziyarete gitmiştim. İlk torunum olmuştu. Keyfim yerindeydi, son derece mutlu olduğum bir andı, kahve de geldi. Küçük kızıma ‘Bir sigara bulur musun’ dedim. ‘Baba, burada sigara içilmiyor’ dedi. Öyle bir sert tavırdı ki o gün bıraktım. Kızımın o tavrı sigarayı bırakmama vesile oldu” dedi. C M Y CM MY CY CMY K haber SOSYAL GÜVENLİK KURUMUNDA NÖBET DEĞİŞİMİ YENİ SGK BAŞKANI YADİGÂR GÖKALP İLHAN Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı Fatih Acar’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığına atanmasının ardından, SGK Başkanlığında devir teslim töreni yapıldı. Fatih Acar görevi Yardımcılarından Yadigâr Gökalp İlhan’a devretti. Törende bir veda konuşması yapan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar, 2007 yılı Ekim ayında SGK Başkan Yardımcısı olarak göreve başladığını, göreve başlarken “Acaba bu kurum beni kabul eder mi?” diye düşündüğünü ifade ederek “Siz beni kabul ettiniz, bağrınıza bastınız. Biz de bu sorumluluk duygusu içinde 2008 yılındaki reform sürecinden sonra çok önemli çalışmalara imza attık” dedi. Çalışma arkadaşlarının duygularını kendi duyguları gibi görmeyenlerin başarı elde etmesinin mümkün ol10 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 madığını kaydeden Acar, SGK personeline, “Sizlerin çabalarıyla, bu kurum değişim ve dönüşümü gerçekleştirdi” diye seslendi. Hizmetlerden yararlanma açısından Kamu Kurum ve Kuruluşları arasında birinci Kurumun % 61’le SGK olduğunu vurgulayan Acar, memnuniyet oranlarında yüzde 76’ları yakaladıklarını söyledi. 75 milyona hizmet veren bir kurumda yüzde 76 memnuniyet oranının çok önemli olduğuna vurgu yapan Acar; “Bugün herkes SGK’yı konuşuyor. Bugün iftiharla söyleyebiliriz ki, bütün kamu kurum ve kuruluşlarının örnek aldığı bir SGK oluşturduk. Bürokrasiyi ortadan kaldırdık. 24 bin 500 çalışanımızın alın teriyle, samimi çalışmalarıyla bugünlere geldik. Bu Kurumun buralara gelmesinde tüm personelimizin katkıları var. Bütün çalışma arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum” diye konuştu. Bugün sevinçli bir gün yaşadıklarını belirten Acar, “Arkamızda güvendiğimiz, pırıl pırıl bir kadro var. Gurur duyacağımız pırlanta gibi bir ekip var. Gözümüz arkada değil. Bir başka makama hizmet etmeye gidiyoruz. Bizi yetiştirenler ‘gidin millete, devlete hizmet edin’ diye yetiştirdi” dedi. Başlattıkları projelerin ve çalışmaların aynı hızla devam edeceğinin altını çizen Acar, “5 yıldır birlikte çalıştığımız, Kurumumuzu tanıyan bir arkadaşımıza bu kurumu teslim ederek ayrılacağım” diye konuştu. SGK Başkanı Yadigâr Gökalp İlhan ise, engebeli yollardan oluşan yolculuğun gayret ve çabayla aşılabileceğini söyleyerek, “Hepimiz için hayat bir yolculuk ve aynı zamanda bir imtihandır” dedi. Gökalp İlhan, çizilen istikamette dik durarak gereğini yapabilmek, görev ve sorumlulukları yerine getirerek devam edebilmek için, sabır, şükür ve azmin önemine vurgu yaparak, Konfüçyüs’ün bir sözüne atfen, “Daha üst bir makama atanmadığınız için kaygılanmayın. Bunu düşünmeyin. Asıl o göreve atandığınızda o görevi layıkıyla yerine getirip getiremeyeceğinizden dolayı endişe edin” dedi. 5 yıllık bir süreçte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar ile birlikte SGK’da görev yaptıklarını ifade eden Gökalp İlhan, bu 5 yıllık sürenin sadece SGK açısından değil, Türkiye açısından da son derece önemli olduğunu vurguladı. Gökalp İlhan, gerçekleştirilen reformun hızlı bir şekilde uygulanmasının en az reformun hazırlanması kadar güç bir süreç olduğunu ifade ederek, reform sürecini başarıyla bu günlere kadar getirdiklerini vurguladı. Sahip olunan nimetlerin farkına varmanın başarı için çok önemli olduğunu söyleyen Gökalp İlhan, makamların arkasından iz bırakabilmenin önemine değinerek, “Bizim bulunduğumuz makamlar iz bırakabiliyorsak güzeldir. Ama bu makamlara atanabilmenin bir nimet olduğunu da unutmayalım çünkü bizim bulunduğumuz makamları sahip olacak, hak eden çok kişi var ama bu makamlara sınırlı sayıda kişiler atanabiliyor” dedi. SGK Başkanlığı görevinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar’ın iş odaklı, çözüm odaklı çalıştığını ve başarılı olduğunu ifade eden Gökalp İlhan, “Hizmetlerinden Başarının bir ekip işi olduğuna dikkati çeken Gökalp İlhan, “Ekip olmadan başarı olmaz. Başarılı çalışmalarından dolayı tüm SGK çalışanlarına teşekkür ediyorum” dedi. Konuşmaların ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar, SGK Başkanı Yadigâr Gökalp İlhan’a çiçek verdi. Gökalp İlhan ise, SGK’daki hizmet ve çalışmalarından dolayı Fatih Acar’a teşekkür plaketi takdim etti. Başkan Yadigâr Gökalp İlhan’ın İlk Konuğu Bakan Faruk Çelik Oldu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, SGK Başkanı Yadigâr Gökalp İlhan’ı ziyaret ederek yeni görevinde başarılar diledi. dolayı Kurumumuz ve ülkemiz adına teşekkür ediyorum. Eminim ki bundan sonraki görevine aynı başarıyla devam edecektir” diye konuştu. Başkanlık makamında gerçekleşen ziyarette Çalışma ve Sosyal Güvelik Bakanlığı Müsteşarı Fatih Acar, SGK Yönetim Kurulu Üyeleri Kazım Ergün, Salih Kılıç, Sinan Özkan, Mehmet Açıkel, Halit Ortaköy ve Rahmi Cıbıroğlu hazır bulundu. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 11 YADİGÂR GÖKALP İLHAN KİMDİR? SGK Başkanlığı’na getirilen Yadigâr • Avrupa Ve Orta Asya Sosyal Fonlar Ağı (Ecanet) • Sosyal Yardım Ve Hizmet Programlarının KaGökalp İlhan, 2011 yılından bu yana SGK Başkan Yardımcılığı görevini yürütmekteydi. Gökalp İlhan daha önce de 2007-2011 yılları arasında Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü görevinde bulundu. 1967 Artvin – Yusufeli doğumlu olan Yadigar Gökalp İlhan evli ve 2 çocuk annesi. Özgeçmişi: Öğrenim Durumu Lisans : Ortadoğu Teknik Üniversitesi / Psikolojik Danışmanlık Yüksek Lisans : Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü/ Kadın Çalışmaları Bulunduğu Görevler Başkanı (2003-2005) • Avrupa Birliği Eğitim Ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı (Ulusal Ajans ) Sokrates Programı Proje Teklifleri Bağımsız Değerlendirme Uzmanı (2004-2005) muoyunda Nasıl Algılandığına İlişkin Kamuoyu Araştırmaları • Türkiye’de Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu ve Akdeniz Bölgesi İçin Mikro Proje Geliştirilmesine Yönelik Aştırmalar • Merkezi Finans Ve İhale Birimi(Cfcu) • Shçek Çocuk Koruma Sisteminin Değerlendiril• Doğu Anadolu Kalkınma Projesi Değerlendirme mesi Araştırması Komitesi (20052006) • Özürlülere Sunulan Sosyal Hizmetlerin Değer• T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Ve Daya- lendirilmesi Araştırması nışma Genel Müdürlüğü • Yaşlılara Sunulan Sosyal Hizmetlerin Değerlen• Sosyal Riski Azaltma Projesi Direktörü (2002- dirilmesi Araştırması 2007) • Mikro-Kredi Projelerinin Etki Değerlendirmesi • T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Ve Daya- Araştırması nışma Genel Müdürlüğü • Gelir-Getirici Mikro Projeler • Genel Müdür Yardımcısı V. (2007) • İstihdam Eğitimi Projeleri • Ministry Of Manpower, Youth And Employment • Sosyal Hizmetler Projeleri ve Geçici İstihdam (İnsangücü, Gençlik Ve İstihdam Bakanlığı) Projeleri Gibi Çeşitli Faaliyetlerin Etki Değerlen• Kurumsal Gelişim Uzmanı Accra/Ghana (Batı dirmesi Araştırmaları Afrika) (2007) • Şartlı Nakit Transferi Programı Etki Değerlendir• Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Primsiz mesi Araştırması Ödemeler Genel Müdürü (2007-2011) Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcısı Komite Üyelikleri • Özel Sektör / Dış Ticaret Ve Halkla İlişkiler Uzma- • Sosyal (2011-2013) nı(1988-1994) • UNICEF ve Milli Eğitim Bakanlığı Tarafından Uygulanan “Haydi Kızlar Okula Kampanyası” • Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı (2013-…) • Abd-Kaliforniya Humboldt Kadın Sığınma Evi / Ulusal Komitesi Kriz Yöneticisi Sosyal Çalışmacı (1994-1995) • Özelleştirme Sosyal Destek Projesi Danışma Ku• T.C.Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Ve Daya- Koordine Ettiği Araştırmalar rulu nışma Genel Müdürlüğü/ • Yoksulluk Profili Raporu • Gönüllü Kuruluşlarla İşbirliği ve Dış İlişkiler Grup • Sosyal Hizmetlerin İyileştirilmesi İçin Fayda Sa- • Türkiye’de Mikro-Finans Ulusal Komitesi hibi Değerlendirmesi Başkanı (1996-2000) • SYDGM-Yerel Girişimler Yürütme Kurulu 12 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 13 İLAÇ ENDÜSTRİSİNDE AR-GE VE FİKRİ MÜLKİYET HAKLARININ ÖNEMİ Yaşar TEKDEMİR Rekabet Kurumu III. Denetim ve Uygulama Dairesi Başkanı İlaç Endüstrisi Genel Karakteristiği İlaç endüstrisi kendine has bir takım özellikleri nedeniyle diğer birçok endüstriden ayrılmaktadır. İlaç endüstrisi tüm üretim ve pazarlama süreçleri bakımından en küresel endüstrilerden birisini temsil etmektedir. Endüstrinin önde gelen üreticileri çok uluslu olarak tabir edilen ve üretim ve pazarlama süreçlerini küresel olarak belirleyen ve uygulayan teşebbüslerden oluşmaktadır. Bu noktada endüstriyi sadece yerel faktörler çerçevesinde düşünmek ve değerlendirmek resmin tamamını görmek ve algılamak bakımından yetersiz olacaktır. İlaç endüstrisinin bir diğer önemli özelliği ise hem ekonomik kalkınma ve büyüme hem de kamu sağlığı bakımından kritik bir konuma sahip olmasıdır. Bu noktada söz konusu endüstri sanayi politikası, sağlık politikası, maliye politikası, rekabet poli14 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 tikası gibi çok sayıda politika alanını doğrudan ilgilendirmektedir. İlaç endüstrisinin karşı karşıya olduğu talep yapısı olağanın dışında bir nitelik arz etmektedir. İlaç endüstrisi tarafından üretilen ürünlere yönelik talebi kullanıcı değil, tıp doktorları belirlemekte ve ödemenin tamamını veya çok önemli bir kısmını kullanıcı veya tıp doktorları değil, devlet ve/ veya sigorta şirketleri yapmaktadır. Bu talep yapısı da dikkate alınarak, hem teknik olarak üretilen ilaçların güvenlik, etkililik ve kalitesi açısından hem de en büyük alıcı olarak bütçede ilaç harcamalarının işgal ettiği önemli yeri dikkate alarak devlet, söz konusu endüstriyi ağır bir düzenleyici çerçeve ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu çerçevede ruhsatlandırma (iyi üretim ilkelerine uygunluk dâhil), fiyatlandırma ve geri ödemeye ilişkin düzenlemeler ilaç endüstrisinin muhatap olduğu ana düzenleyici çerçeveyi oluşturmaktadır. İlaç endüstrisinin arz yapısı ise yine farklı bir özelliğe sahiptir. Endüstrinin arz kanadında iki türde üretici bulunmaktadır. Bunlardan ilki araştırmacı/ orijinal/yenilikçi ilaç üreten firmalardır. Esas olarak yeni ilacı geliştiren ve ilk kez piyasaya süren bu firmalardır. Diğer grubu ise jenerik üreticiler oluşturmakta olup, patent koruma süresi dolan ilaçları hukuki sınırlar içinde kopyalayıp, ürettikleri ürünlerin kalite, güvenlik ve etkililik kriterleri çerçevesinde orijinal ilaç ile eşdeğer olduğu kanıtlayan ve sonrasında piyasa süren firmalardır. Bu arz yapısı içinde endüstride yeni bir ilacın piyasa sürülmesi esasen araştırmacı firmaların üzerindeki bir sorumluluktur. Patent süresi boyunca sadece diğer araştırmacı firmalarla rekabet eden araştırmacı firma, patent süresi sonunda bunların yanı sıra ve hatta bazı durumlarda bundan daha önemli düzeyde jenerik firmaların rekabeti ile karşı karşıya kalmaktadır. İlaç Endüstrisinde AR-GE ve Fikri Mülkiyet Haklarına Duyulan İhtiyaç İlaç endüstrisinin arz yapısının bu niteliği bizi hemen endüstride ARGE’nin ve bununla bağlantılı olarak patent ve ilgili diğer fikri mülkiyet hakları korumasının önemine getirmektedir. Her endüstri için fikri mülkiyet hakları önemli olabilir, ama ilaç endüstrisinde yeniliklerin teşviki ve yenilikçi ilaçların piyasaya sunulabilmesi için bu haklar hayati derecede önemlidir. Endüstrinin arz yapısında yenilikçi ilaç firmaları belirli bir hastalığa çözüm olmak üzere bir ilacı geliştirmek için farklı kaynaklara göre değişen rakamlar ifade edilse de, ortalama 300 milyon ila 1 milyar dolar arasında değişen AR-GE harcamaları yapmak durumundadır. Avrupa İlaç Üreticisi Birlikleri Federasyonu (EFPIA) bağımsız kaynaklara dayandırdığı araştırma çerçevesinde bu rakamın ortalama 1,3 milyar Dolar olarak ifade etmektedir. Aynı çalışmada vurgulanan bir diğer önemli husus ise yaklaşık incelenen 10 bin molekülün süreç sonunda en çok iki adedinin başarılı bir ilaca dönüştürülebilme potansiyeline sahip olmasıdır. EFPIA raporuna göre, 2011 yılında Avrupa’da yerleşik ilaç firmalarının toplam AR-GE harcamaları 27,5 milyar Euro olarak gerçekleşirken, bu rakam ABD’de 38,53 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir2. İlk bilimsel araştırmaların başlaması, klinik öncesi araştırmalar ve sonrasında 3 aşamalı klinik test ve deneyler ve bu aşamalar neticesinde ruhsat almak üzere bulunan etkin madde/ molekülün ilgili otoritelere sunulması çok zahmetli ve uzun bir süreçtir. Buradaki en temel sorun ise keşif, klinik çalışmalar ve ruhsatlandırma aşamalarının herhangi birinde ilacın güvenlik, etkililik ve kalite açısından yeterli bulunmayıp, sürecin başarısızlıkla sonuçlanabilme riskidir. Bir başka ifadeyle milyonlarca dolarlık AR-GE harcamaları firmalar için gerçekleşmiş bir maliyet iken, bu maliyet karşılığında bir getiri sağlama garantisi yoktur. Bu durum, hukuki korumanın olmadığı şartlarda ilaç sektöründe yenilikçi ilaçların piyasa çıkmasının önündeki en önemli aksaklık olarak göze çarpmaktadır. Zira, önemli riskleri göze alarak büyük miktarda maliyete katlanan firmalar, bu sürecin sonunda ulaştıkları ilacı belirli bir süre tekel olarak piyasa sürme hak ve ayrıcalığına sahip olmadıkça, jenerik üreticilerin karşılaştırılabilir dahi olmayan düşük düzeylerde katlanacağı maliyetlerle ilgili ilacı daha uygun koşullarda piyasaya sunması mümkün olabilecektir. Bu durum kısa vadede rekabetçi gibi görünse de, orta ve uzun vadede yeni ilaçların piyasa sürülmesinin önündeki en önemli engel olarak değerlendirilmektedir. İlaç endüstrisinde yenilikçi firmalar bakımından fikri mülkiyet hakkı, var olabilmek için en temel hayat kaynağı olarak görülmektedir. Bu noktada, sadece yenilikçi ilaç firmaları değil, jenerik ilaç üreticileri de uygun ve makul fikri mülkiyet hakkı tanınmasını desteklemektedir. TRIPS Anlaşması ve İlaç Endüstrisi: Patent ve Veri Koruma/Veri Münhasırlığı İlaç endüstrisi bakımından küresel anlamda minimum fikri mülkiyet koruması hukuki olarak 1994 yılında Ticaret ile Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPS)’nın imzalanması ve bu anlaşmada öngörülen uygulama takvimi çerçevesinde başlamıştır. Başta Patent, Faydalı Model, Fikir ve Sanat Eserleri hakları olmak üzere tüm fikri ve mülkiyet hakkı türlerini kapsayan TRIPS anlaşması birçok endüstri bakımından yapısal değişim ve dönüşüm miladını temsil etmektedir. Esasen daha önce WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü) bünyesinde yürütülen ve hemen tüm fikri haklarını düzenleyen uluslararası anlaşmalar olmasına rağmen, gerek söz konusu anlaşmalarda ve gerekse WIPO uygulamalarında, WIPO üyesi ülkelerdeki SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 15 uygulama standartlarını ve ilkelerini minimum koruma öngörecek şekilde zorlayan bir mekanizma öngörülmemiştir. Bir başka ifade ile ilgili anlaşmalar çerçevesinde nasıl bir koruma sistemi öngörüleceği konusunda ülkelerin geniş bir serbestileri söz konusudur. Bu nedenle, TRIPS DTÖ üyesi ülkelerde minimum fikri mülkiyet hakkı koruma standardı ön görmesi ve uygulama aksaklıkları olması durumunda anlaşmazlık çözüm mekanizması ve ticari yaptırım mekanizmaları öngörmesi bakımından ayırıcı bir konuma sahiptir ve bilginin üretimini ve bilgiye erişimi düzenleyen en önemli uluslararası metindir. Aslında TRIPS Anlaşmasının vücut bulmasında ilaç endüstrisinin oynadığı rol dahi başlı başına bu endüstri bakımından fikri hakların ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir. Özellikle Pfizer CEO/Yönetim Kurulu Başkanı Edmund Pratt3 TRIPS tarihinde özel bir yere sahiptir. İlaç endüstrisinin TRIPS anlaşmasındaki rolü başlı başına bir inceleme konusu iken, bu çalışma çerçevesinde bunun detay16 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 larına girmek çalışmanın amacını aşmaktadır. TRIPS anlaşması çerçevesinde ilaç Endüstrisi bakımından tanınan en önemli koruma patent korumasıdır. TRIPS anlaşması 27’nci maddesinin ilk fıkrası devam eden iki ve üçüncü fıkralardaki istisnalar hariç olmak üzere yeni ürün ve prosesleri sunan tüm teknolojik gelişmeler için, yenilikçi olması, endüstriyel olarak uygulanabilir olması ve tekniğin bilinen durumunu aşması koşuluyla patent koruması getirilmesini öngörmektedir. Bu madde ile daha önce fikri mülkiyet kurallarının tanısın veya tanımasın ilaç ürünleri ve üretim süreçleri için patent koruması tanımayan ülkelerin de artık bu alanda patent koruması getirmesini zorunlu kılmaktadır. Zira TRIPS anlaşması diğer anlaşmalarla birlikte DTÖ’nün kuruluş sürecinde “ya tümünü kabul et ya da reddet” ilkesi çerçevesinde müzakere edilmiş ve DTÖ’ye taraf olan tüm ülkeler bakımından bağlayıcı bir nitelikte hayata geçmiştir. Öte yandan aynı anlaşmanın 65 ve 66’ncı maddeleri ülkelerin gelişmiş- lik durumlarına ilişkin geçiş süreciyle birlikte ilaç gibi daha önce patent koruması tanınmayan teknolojik alanlar ve ürünler bakımından 10 ve 15 yıllık geçiş süreleri öngörmüştür. Bu çerçevede daha önce ilaç için patent koruması tanımayan gelişmekte olan ülkeler 10 yıllık bir geçiş sürecine tabiyken az gelişmiş ülkeler 15 yıllık bir geçiş sürecine tabidir. TRIPS Anlaşmasının 39’ncu maddesi İlaç sektörü bakımından çok önemli olarak değerlendirilebilecek bir husus olan veri koruması (data protection)/veri münhasırlığı (data exclusivity) konusunda düzenleme getirmektedir. İlaç firmaları yeni bir ilaca ilişkin ruhsat başvurusu yaparken ilacın güvenliği, etkililiği ve kalitesine ilişkin asıl maliyet kalemini oluşturan klinik araştırma verilerini de ilgili otoritelere sunmak zorundadır. Öte yandan, jenerik ilaç üreticilerinin daha önce ruhsatlandırılmış bir ilacın jeneriğine ilişkin bu verileri sunmak yerine sunulmuş verilere dayanarak ve sadece jenerik ilacın orijinal ilaca eşdeğer olduğunu gösteren verileri sunmaları yeterli olabilmektedir. Söz konusu maddenin ilk fıkrası genel olarak üye ülkelere resmi otoritelerle paylaşılan gizli bilgilerin üçüncü tarafların haksız rekabetine karşı korunması konusunda yükümlülük öngörmektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrası4 özel olarak ilaç endüstrisi bakımından, ruhsat almak amacıyla dosyada sunulan klinik araştırma verilerinin veri münhasırlığı çerçevesinde ilgili otoriteler tarafından yine üçüncü tarafların haksız bir şekilde ticarete konu etmesi karşısında korunması yönünde yükümlülük öngörülmektedir. Öte yandan ilgili madde korumanın süresi konusunda sessiz kalmayı tercih etmiştir. Veri münhasırlığı ilaç sektöründe jenerik rekabetin gelişmesi açısından özel bir önemi haizdir. Zira jenerik ilaç üreticileri ruhsatlandırma sürecinde genellikle kısa başvuru olarak adlandırılan, ilaç geliştirmenin en maliyetli kalemi olan klinik test verilerini yinelemek yerine daha önce orijinal üretici tarafından sunulmuş verilere dayanmaktadır ve sadece jenerik ilacın orijinal ilaca eşdeğer olduğunu ispatlayacak çalışmaları sunmakla yetinmektedir. Veri münhasırlığının olduğu koşullarda, bu münhasırlık süresi boyunca jenerik üreticilerin orijinal üretici tarafından sunulan verilere dayanarak veri sahibinin rızası olmaksızın başvuru yapması mümkün değildir. Bunun alternatifi ya yüksek maliyetli kinik araştırmaları tekrar yapmak ya da koruma süresinin bitmesini beklemektir. Jenerik firmalar sürenin bitmesini beklemektedir. Veri münhasırlığı ilaca ilişkin patent koruması olsun ya da olmasın jenerik ürünün girmesi önünde bir engeldir. Türkiye gerek TRIPS’ten kaynaklanan yükümlülüğü ve gerekse Gümrük Birliği Kararı süreci nedeniyle 1995 yılı Haziran ayında 551 Sayılı Patent KHK’sını kabul etmiştir. KHK’nın ilk olarak kabul edilen halinde ilaç ve ilaca ilişkin üretim süreçleri bakımından geçici 4’ncü maddesinde daha önce patent koruması tanınmadığı için TRIPS anlaşmasının tanıdığı 10 yıllık geçiş süreci öngörülmüşken, aynı yılın Eylül ayında kabul edilen yeni bir KHK ile bu süre 5 yıl öne çekilmiştir. Bu kararın ekonomi politik değer- lendirmesi esasen ayrıca uzun uzun değerlendirmeye değer bir konudur. 1999 yılından itibaren ilaçta patent başvurularını kabul etmeye başlayan Türkiye, veri münhasırlığı konusunda ilk gerçekçi adımı 19 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren Beşeri Tıbbi Ürünlerin Ruhsatlandırma Yönetmeliği ile atmıştır. Söz konusu yönetmeliğin Kısaltılmış başvuruyu düzenleyen 9’ncu maddesinin üçüncü fıkrasına göre “Tıbbi ürünün, yürürlükteki mevzuat hükümleri uyarınca ruhsatlandırılmış ve veri imtiyazı süresini doldurmuş bir tıbbi ürüne temelde benzer olması. Bu alt bendin uygulanmasında veri imtiyazı, Gümrük Birliği Alanında yer alan ülkelerden birinde 1/1/2001 tarihinden sonra ilk defa ruhsatlandırılmış orijinal ürünlerden 1/1/2005 tarihine kadar Türkiye’de herhangi bir jenerik ruhsat başvurusu yapılmamış olanlar ile Gümrük Birliği Alanında yer alan ülkelerden birinde 1/1/2005 tarihinden sonra ilk defa ruhsatlandırılacak orijinal ürünler açısından geçerli olup; süresi Gümrük Birliği Alanında ilk defa ruhsatlandırıldığı tarihten başlayarak 6 (altı) yıldır. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 17 Türkiye’deki patent korumasından istifade eden ürünler için 6 (altı) yıllık veri imtiyazı uygulaması, bu patent süresi ile sınırlandırılır.” ermiştir. Paten koruması döneminde söz konusu ilaç Pfizer için yıllık ortalama 11 milyar dolarlık ciro sağlamış ve toplam ciro içinde yaklaşık %1518’lik bir yere sahip olmuştur.5 İlaç Sektörü İçin Ek Koruma Tedbirleri 2012 yılı ilaç endüstrisindeki gelişmeleri değerlendiren bir raporda, bu dönemde patent koruması sona eren ve yakın zamanda sona erecek olan ilaçlar hakkında çarpıcı bilgi ve değerlendirmelere yer verilmektedir. Söz konusu rapora göre 2009-2015 döneminde ilaç firmalarının en önemli gelir kalemini oluşturan en çok satan ilaçların %90’nı patent koruması dışında kalacak ve söz konusu ilaçların bulunduğu ilgili piyasalara jenerik rakipler girebilecektir. Bu dönemde patent süresinin dolması ile ilgili yenilikçi firmaların tahmini kayıplarının 170 milyar dolar civarında olacağı değerlendirilmektedir. Söz konusu ilaçların yenilikçi firmaların satışlarındaki ve AR-GE harcamalarının finansmanındaki yeri düşünüldüğünde bu durum ilgili firmalarca çok ciddi bir tehdit olarak algılanabilecektir. Söz konusu rapora göre, 2012 yılı birçok önemli ve en çok satan ilaca ilişkin patent korumasının bitmesi nedeniyle özel bir önemi haizdir. Bu dönemde kimi firmaların yıllık satışlarının %10 ila %50’si arasında değişen yere sahip olan ilaçlarının patent korumaları 2012 yılı içinde sona ermiştir.6 Özellikle AR-GE ve ruhsatlandırma süreçlerinin 10 yıl ve hatta daha uzun sürelerde tamamlanıyor olması, 20 yıl olması gereken patent koruma süresini fiilen 10 yıl ve daha kısa sürelere çekebilmektedir. Patent başvuru tarihi esas alınarak ilaca 20 yıllık koruma süresi tanınmaktadır. Öte yandan bu sürede henüz ruhsatlandırma süreci tamamlanmadığı için, bu 20 yıllık koruma süresi etkili olarak kullanılamamaktadır. Bu koruma ancak ilacın piyasa sunulması için gerekli hukuki süreç tamamlandıktan sonra anlamlıdır. Bu noktada özellikle ABD, ve AB ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde ruhsatlandırma sürecinde kullanılamayan patent koruma süresini telafi etmek üzere ek koruma süreleri tanınmaktadır. Bu süre ülkelere göre 5 ila 10 yıl arasında değişebilmektedir. Türkiye ilaç ürünleri bakımından patent koruması ve veri münhasırlığı süresi haricinde ek koruma süresi tanımamaktadır. İlaç Sektöründe Patent Korumasının Sona Ermesinin Etkileri İlaç firmalarının gerek karlılıklarını sürdürmek ve gerekse yeni ilaç yatırımlarına kaynak yaratmak amacıyla en çok önem verdikleri ürün blockbuster (en çok satan) ilaç olarak ifade edilen küresel satış rakamı en az 1 milyar dolar olan ilaç kategorisi oluşturmaktadır. Bu ilaçlar kalite, etkililik ve güvenlik açılarından yüksek standartta olup, genellikle belirli bir tedavi alanında son derece etkili ve yaygın kullanım alanına ve bilinirliğe sahiptir. Sadece doktorlar bakımından değil, hastalar da bu ilaçların daha fazla farkında olabilmektedir. Sahip olduğu bu başarılı pazar konumlamasının sonucu olarak, bu türde ilaçlar üretici firmanın toplam cirosu içinde çok önemli bir yere sahiptir. Örneğin Pfizer ilaç şirketi tarafından üretilen ve tüm zamanların en çok satan ilacı olarak değerlendirilen kolesterol düşürücü Lipitor’un patent koruması 2011 yılında sona 18 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 En çok satan ilaçların patent sürelerinin dolması sorununun özellikle son yıllarda daha az yenilikçi ilacın piyasa sürülebildiği ve yenilikçi firmaların yükselen AR-GE harcamalarına karşın gerek bu harcamaları karşılayacak, gerek firmanın karlılığına katkıda bulunacak ve gerekse gelecek ARGE harcamaları için finans kaynağı oluşturacak nitelikte yenilikçi ilaç üretmede zorlandıkları gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde, küresel ilaç endüstrisinde gördüğümüz ve göreceğimiz birçok yapısal ve davranışsal değişimin arkasında yatan gerekçeler daha rahat anlaşılabilir. Sonuç Yerine Sonuç olarak başta patent olmak üzere fikri mülkiyet hakları ilaç endüstrisindeki rekabetçi dinamikleri ve firma stratejilerini belirleyen hayati derecede önemli bir hukuki çer- çeveyi temsil etmektedir. Tek başına bu gerçek 1980’li yıllarda küresel boyutta çokuluslu ilaç firmalarının bir araya gelerek fikri mülkiyet haklarının uluslararası ve yaptırım gücü olan bir hukuki çerçeveye dayanması için uluslararası bir harekete öncülük etmelerine ve 1994 yılında DTÖ kurucu anlaşmasının en önemli parçalarından birisi olan TRIPS anlaşmasına giden süreçte belirleyici bir rol üstlenmelerine neden olmuştur. Nitekim block-buster olarak tabir edilen en çok satan (1 milyar dolar ve üstü) ve ilaç firmalarının cirolarında en belirleyici konuma sahip olan ilaçlarla ilgili patent korumasının sona ermesinin sonuçları hem ilgili firma açısından hem de ilgili ilaç piyasası bakımından son derece çarpıcı ve önemlidir. Bu çerçevede ilaç endüstrisinin arz tarafında yenilikçi ilaçların piyasaya sürülmesi için gerekli sermaye birikiminin tesisi ve AR-GE harcamalarının yapılabilmesi açısından patent koruması en hayati enstrümanı temsil ederken, bu aynı zamanda orijinal ilaç üreticilerinin kendi aralarındaki rekabet ve daha önemlisi orijinal ve jenerik üreticiler arasındaki rekabetin niteliğini belirleyen temel bir unsurdur. 1 Yazıda yazar tarafından yer verilen görüşler Rekabet Kurumu açısından bağlayıcı değildir. Yazıya ilişkin görüş ve eleştiriler [email protected] adresine iletilebilir. 2 EFPIA, The Pharmaceutical Industry in figures - Edition 2012, http://www.efpia. eu/sites/www.efpia.eu/files/EFPIA_Figures_2012_Final-20120622-003-EN-v1.pdf s.4-5 3http://www.pfizer.com/about/history/edmund_pratt.jsp 4 “Members, when requiring, as a condition of approving the marketing of pharmaceutical or of agricultural chemical products which utilize new chemical entities, the submission of undisclosed test or other data, the origination of which involves a considerable effort, shall protect such data against unfair commercial use. In addition, Members shall protect such data against disclosure, except where necessary to protect the public, or unless steps are taken to ensure that the data are protected against unfair commercial use.” 5http://business.time.com/2011/12/01/ lipitor-patent-expiration-wont-meancheaper-generics-yet/ 6 “2012: Winners & Losers of the Pharmaceutical Industry”, Bioassociate Consulting & Management Ltd. December 2012, s.19-20 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 19 haber SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI YASALAŞTI Sağlıkta kamu özel ortaklığını öngören tasarı, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun; Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarınca yapılmasına ihtiyaç duyulan tesislerin ön fizibilite raporu ve belirlenecek standartlar çerçevesinde Hazine’nin özel mülkiyetindeki taşınmazlar üzerinde, 30 yılı geçmemek üzere bağımsız ve sürekli nitelikte üst hakkı tesis edilmesi suretiyle yaptırılması, mevcut tesislerin yenilenmesinin sağlanması ve bu projeler için alınacak danışmanlık, araş- 20 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 tırma ve geliştirme hizmetleriyle ileri teknoloji ya da yüksek mali kaynak gerektiren bazı hizmetlerin gördürülmesine ilişkin usul ve esasları belirliyor. Kanuna göre, Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşları, Maliye Bakanlığınca yükleniciye bedelsiz olarak tesis edilecek, Hazine’nin özel mülkiyetindeki taşınmazlar üzerinde, sözleşmede belirlenecek bedel karşılığında tesis yaptırabilecek. Yapım işlerine ilişkin ön fizibilite raporu ile belgeler, Sağlık Bakanının imzasıyla Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulacak. Yapım işlerinin ihalesi, Yüksek Planlama Kurulundan yetkilendirme kararı alındıktan sonra gerçekleştirilecek. Hastane yerleşkeleri, sağlık tesisi ve ticari hizmet alanlarından oluşacak. Bakanlık, kullanımında olan tesislerin yenilenmesi işlerini, tesislerdeki belli hizmetlerin sunulması, ticari hizmet alanlarının işletilmesi ya da bedelinin ödenmesi karşılığında yaptırabilecek. Bakanlık merkez teşkilatında ilgili birimin, Bakanlık onayıyla taşra birimlerince yapılmasına karar verilen işlerde ise ilgili taşra biriminin en üst yöneticisi ihale yetkilisi olacak. İhalelerde saydamlığı, rekabeti, eşit muameleyi, güvenilirliği, gizliliği, kamuoyu denetimini ve kaynakların verimli kullanılmasını, ihtiyaçların uygun şartlarda ve zamanında karşılanmasını sağlamak esas olacak. Her proje için, ihale iş ve işlemlerinde kullanılmak üzere, ön proje, ön fizibilite raporu, fizibilite raporu, temel standartlar dokümanı ve ihale dokümanı hazırlanacak. İhalelerde, proje bazında işin niteliğine göre en az maliyetle en yüksek fayda sağlayan teklif, ekonomik açıdan en avantajlı teklif kabul edilecek. Kanun kapsamındaki tesislerin yenileme veya yapım işlerinde açık ihale usulü, belli istekliler arasında ihale usulü veya pazarlık usullerinden biri uygulanabilecek. Açık veya belli istekliler arasında yapılan ihale sonucunda teklif çıkmaması, doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen olayların ortaya çıkması sebebiyle ivedi ihale zorunluluğu olması durumu ile işin özgün nitelikte ve karmaşık olması nedeniyle teknik ve mali özelliklerinin belirlenememesi işlerinde pazarlık usulüyle ihale yapılabilecek. İdare, teklif edilen fiyatı fizibilitesine uygun bulmazsa ihaleyi iptal edebilecek. İhalenin iptalinden dolayı isteklilere karşı idarenin herhangi bir sorumluluğu doğmayacak. Yaptırılacak işlerdeki sabit yatırım içerisinde yer alan tıbbi donanımın en az yüzde 20’si yerli üretim olacak. Kamu İhale Kanunu’na göre ihalelere katılamayacak olanlar, bu düzenleme kapsamındaki ihalelere de katılamayacak. Sözleşme özel hukuk hükümlerine tabi olacak ve süresi, tesisin özelliklerine ve fizibilite raporuna bağlı olarak sözleşmede belirtilen sabit yatırım dönemi hariç 30 yılı geçmemek üzere idarece belirlenecek. Tesisin ve ticari hizmet alanlarının yapım işlerinin projelendirilmesinden ve finansmanının sağlanmasından, yapımından, bakım ve onarımından, yükleniciye bırakılan hizmetlerin yerine getirilmesiyle ticari hizmet alanlarının işletilmesinden, sözleşme süresi sonunda yerleşkenin her türlü borç ve taahhütten ari, bakımlı, çalışır ve kullanılabilir durumda bakanlığa devredilmesinden yüklenici sorumlu olacak. İdare, yapım sözleşmesi imzalandıktan sonra yüklenicinin taahhütlerini yerine getirememesi halinde yükleniciye gereğinin yapılması için süre verecek. Süre sonunda taahhüdün yerine getirilmemesi halinde, finans sağlayıcılar idareyle anlaşarak yüklenicinin ortaklık yapısında değişikliğe gitmek suretiyle işin yapılmasını sağlayabilecek. Bunun sağlanamaması halinde, idare tarafından sözleşme feshedilecek. Yüklenicinin işletme döneminde taahhütlerini yerine getirememesi halinde sağlık hizmetlerinin sürdürülemez hale gelmesi durumu hariç olmak üzere, idarenin noter aracılığıyla yapacağı yazılı ihtarla keyfiyet açıkça belirtilerek, yükleniciye gereğinin yapılması için uygun süre verilecek. Yüklenicinin süre içinde ihtardaki talimata uymaması halinde iş, idare tarafından pazarlık usulüyle yüklenicinin namına yaptırılacak ve yükleniciye ödenecek bedelden mahsup edilecek. Sağlık hizmetlerinin sürdürülemez hale gelmesi durumunda ise keyfiyet yükleniciye en hızlı vasıtalarla bildirilerek iş, idare tarafından yüklenici namına yaptırılacak. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 21 Sözleşmenin feshi halinde, Maliye Bakanlığınca, Hazine’nin özel mülkiyetindeki taşınmaz üzerinde yüklenici lehine tesis edilen üst hakkı, herhangi bir yargı kararı aranmaksızın iptal edilecek. Taşınmaz üzerindeki tüm yapı ve tesisler sağlam ve işler durumda Hazine’ye intikal edecek. Taşınmaza veya üzerinde bulunan yapı, tesis ve müştemilata yüklenici tarafından zarar verilmesi halinde, zarar bedeli de yükleniciden alınacak. Bedel ve sözleşme süresinin tespitinde; yatırımın maliyeti ve projenin mahiyeti, ekipman ve tıbbi donanımın yüklenici tarafından sağlanıp sağlanmayacağı, yüklenicinin karı, yatırım konusu taşınmaz ve tesisteki hizmetlerin ve ticari hizmet alanlarının işletilmesinin yükleniciye verilip verilmeyeceği hususları dikkate alınacak. Yapım işinin tamamlanmasından önce hiçbir şekilde bedel ödemesi yapılmayacak. Bedel, bakanlığa veya bağlı kuruluşlara ait döner sermaye bütçesinden veya merkezi yönetim bütçesinden ödenecek. Yerleşke sözleşme süresi sonunda çalışır ve kullanılabilir durumda bedelsiz olarak kendiliğinden idareye 22 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 geçecek. Kanun kapsamında yatırımlarla ilgili yapılacak iş ve işlemler, damga vergisi ile harçlardan muaf olacak. Kamu özel ortaklığıyla yapılacak iş ve işlemler, Devlet İhale Kanunu ve Kamu İhale Kanunu’na tabi olmayacak. Kanun, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da değişiklik yapıyor. Buna göre, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idareler tarafından yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilmesi planlanan ve tutarı asgari 1 milyar lira olması öngörülen yatırım ve hizmetlere ilişkin uygulama sözleşmeleri ve yap-kiraladevret modeliyle gerçekleştirilmesi planlanan, tutarı asgari 500 milyon lira olan sözleşmelerde; sözleşmelerin süresinden önce feshedilerek tesisin ilgili idareler tarafından devralınması hükmünün bulunması halinde, söz konusu yatırım ve hizmetler için yurt dışından sağlanan finansman ve bu finansmana ilişkin mali yükümlülüklerin Hazine Müsteşarlığı tarafından üstlenilmesine karar vermeye, üstlenime konu mali yükümlülüklerin kapsam, unsur ve ödeme koşullarını belirlemeye ilişkin usul ve esasları düzenlemeye Bakanlar Kurulu yetkili olacak. Dış borcun tahsisi yapılabilen idareler dışında kalan idarelerin yürüttüğü projelerden kaynaklanan borç üstlenimlerinde, ilgili idare Hazine Müsteşarlığı’na üstlenilen tutarda borçlandırılacak. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna bağlı 2. ve 3. basamak sağlık tesislerinin bağış, faiz ve kira gelirleri ek ödeme dağıtımında kullanılamayacak. Bu birimlerde görevli personele yapılacak ek ödeme toplamı, ilgili birimin cari yıldaki hizmet bedelinden ayrı olarak faturalandırılan ilaç ve her türlü tıbbi sarf malzemesi gelirlerinin yüzde 45’ini, döner sermaye gelirlerinin yüzde 50’sini aşamayacak. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ilana çıkılarak ihale süreci başlatılmış işler, mevcut ihale şartnamelerine göre sonuçlandırılacak. Ayrıca, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ihale süreci tamamlanmış olan veya devam eden işlere ait şartnamelerdeki, yüklenici tarafından yapılacak sağlık yerleşkesinin dışındaki taşınmazların ticari alan olarak işletilmek üzere yükleniciye verilebileceğine dair hükümler uygulanmayacak ve sağlık yerleşkesi dışındaki taşınmazlar yükleniciye verilmeyecek, ihale iş ve işlemleri ile yapılmış olan sözleşmeler bu hükümler geçerli olmaksızın yürütülecek. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 23 ÜLKEMİZDE BULAŞICI HASTALIKLARIN KONTROLÜNDE AŞI PROGRAMININ YERİ Dr. Mehmet Ali TORUNOĞLU Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Sağlık, yalnızca hastalıkların olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik durumudur. Irk, din, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum farkı gözetmeksizin herkesin erişilebilecek en yüksek sağlık düzeyine erişmesi, temel insan haklarından biridir. Bulaşıcı hastalıklar tarih boyunca insanların sağlığını etkilemiş, veba, çiçek gibi bazı hastalıklar medeniyetlerin yok olmasında önemli rol oynamıştır. Bulaşıcı hastalıkların kontrolünde mikropların keşfi, aşıların geliştirilmesi ve sonrasında da antibiyotiklerin keşfi büyük katkı sağlamıştır. 24 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Aşılar; insan ve hayvanlarda hastalık yapma yeteneğinde olan virüs, bakteri vb. mikropların öldürülerek, hastalık yapma karakterlerinden arındırılarak ya da bazı mikropların salgıladığı zehirlerin (toksinlerin) etkileri ortadan kaldırılarak sağlam kişilere hastalık oluşmaması için verilen biyolojik maddelerdir. Aşılama, ölü ya da etkisi azaltılmış bu maddenin vücuda uygun miktarlarda verilmesi ile gerçekleştirilir. Aşılar sağlıklı içme suyu temininden sonra bir toplumun sağlık düzeyini yükseltmede kullanılan en önemli araçtır. Aşılar ucuz, etkili ve uygulanması kolaydır. Aşılama için harcanan paranın çok fazlası; hastalanma, sakatlanma ve ölümlerin engellenmesinden dolayı tasarruf edilir. Aşılama hizmetlerine harcanan her 1 dolar sağlık harcamalarında 26 dolarlık tasarruf sağlar. Aşılar sayesinde çiçek hastalığının kökü kazınmış, çocuk fel- ci hastalığının da çiçek hastalığında olduğu gibi dünyada tarihe gömülmesi an meselesidir. İnsanlık, şimdi kızamık hastalığının çocuklarımıza verdiği zararı en aza indirmeyi hedeflemektedir. Türklerin aşılama tarihinde önemli bir yeri vardır. Türkler Orta Asya’da Çinlilerden öğrendikleri variolasyon yöntemini, yani çiçek hastalığı geçirmekte olan insanların veziküllerinden aldıkları sıvıyı güneşte kurutarak diğer insanların derisine inoküle etmeyi Osmanlı döneminde İstanbul’da da uygulamaya devam etmiş, o yıllarda çok sayıda insanı öldüren çiçek hastalığından kısmen korunmuşlardır. 1718 yılında, o dönemde İstanbul’daki İngiltere başkonsolosunun eşi olan Lady Montague çiçeğe karşı aşılanan çocuğunun hastalıktan korunduğunu gördükten sonra, İngiltere’deki arkadaşlarına variolasyon yöntemini mektuplarla anlatmış ve çok sayıda İngiliz bu yöntemle aşılanarak ölümden kurtulmuştur. Hayvandan alınan bir mikroorganizmanın insana verilmesi ile yapılan aşılamanın ilk uygulayıcısı ise 1774 yılında Benjamin Jesty adlı bir İngiliz çiftçidir. Edward Jenner 1796 yılında aşılamayı bilimsel anlamda ilk uygulayan ve tıp dünyasına tanıtan bilim adamı olmuştur. da devam etmiştir. Bundan yaklaşık 70 yıl önce Ankara’da Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde 17 farklı aşının üretildiği bilinmektedir. Ancak sonraki yıllarda gelişen teknolojiye ayak uyduramamış olmamız sebebi ile maalesef ülkemizde bazı antiserumlar dışında aşı üretimine 1990’lı yıllarda son verilmiştir. Aşı tarihinde ikinci önemli bilim adamı olan Louis Pasteur, kuduz aşısını geliştirirken birçok kral ve kraliçe yanında Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’den de yardım istemiştir. Padişah bu isteği karşılıksız bırakmamış, 800 altın ile birlikte bir nişan gönderirken, Paris’e göndereceği bir grup hekime bu aşının üretiminin öğretilmesini talep etmiştir. Nitekim Zoeros Paşa başkanlığında Pasteur’ün laboratuvarına giden 7 kişilik ekip bir yıl sonra yurda dönmüş ve Pasteur’ün kuduz aşısını kullanıma sunmasından bir yıl sonra, 1886’da İstanbul’da kuduz aşısı üretmeye başlamıştır. Aşı üretim faaliyetleri savaş yıllarında Aşıyla önlenebilir hastalıklar çoğu kez bulaşıcı olduklarından; bireyin, ailenin veya bir toplumun sorunu olmaktan çok insanlığın sorunu olarak algılanmak zorundadır. Hasta kişiler, sağlıklı olup halen hastalanmaya duyarlı olanlar için bulaşma kaynağıdır. Bağışıklama hizmetleri temel sağlık hizmetleri için lokomotif işlevi görebilecek hizmetlerdendir. Çocukların bağışık duruma getirilmesi için aile hekimleri ile en az 8 kez buluşması gereklidir. Bu durum, özellikle risk yaklaşımı gereği öncelikli hizmet alması gereken çocuk ve annelere diğer temel sağlık hizmetlerini sunmada da fırsat oluşturmaktadır. Bunu yanı sıra: • Bağışıklama acildir. Her çocuğun yaşamında ulusal bir programa göre birçok aşı ile aşılanması gereklidir. Aşılama programı tamamlanmazsa aşılar yeterince korumaz. • Bağışıklama, birçok tehlikeli has- talıktan korur. Aşılanmayan çocukların aşılananlara göre daha çok hastalanma riski, kalıcı sakatlık, beslenme bozukluğu/zayıflık/ kavrukluk (malnutrisyon) ve ölüm riski vardır. • Aşılar, aşılanan kişide savunma mekanizmaları oluşturarak koruma sağlar. Koruma sağlanabilmesi için aşılama, hastalanmadan önce yapılmış olmalıdır. • Ülkemizde çocukluk dönemi aşı takviminde yer alan aşılar ücretsiz olarak uygulanmaktadır. Genişletilmiş Bağışıklama Programı (GBP), Boğmaca, Difteri, Tetanoz, Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak, Tüberküloz, ÇOCUKLUK DÖNEMİ AŞILAMA TAKVİMİ (2013) Hep-B İlköğretim 8.sınıf İlköğretim 1.sınıf 24. ay 18. ay 12. ay 6.ayın sonu II 4.ayın sonu I 2.ayın sonu 1.ayın sonu AŞILAR Doğumda Aşıların Uygulanma Zamanları III BCG I DaBT-İPA-Hib I II III KPA I II III KKK R R I R DaBT-İPA R OPA I Suçiçeği I I Hep-A I R Td Hep B BCG DaBT-İPA-Hib KKK II : Hepatit B aşısı : Bacille Calmette-Guerin aşısı : Difteri, aselüler Boğmaca, Tetanoz, İnaktif Polio, Hemofilus influenza tip b aşısı (Beşli Karma aşı) : Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak aşısı OPA : Oral Polio Aşısı Td: Erişkin tipi difteri-tetanoz aşısı KPA : 13 Bileşenli konjuge pnömokok aşısı Hep-A : Hepatit A aşısı R : Rapel (Pekiştirme) SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 25 Poliomyelit, Hepatit B, Hepatit A, Suçiçeği, Pnömokok ve Hemofilus influenza tip b’ye bağlı hastalıkları kontrol altına almak ve hatta tamamen ortadan kaldırmak amacı ile hassas yaş gruplarına enfeksiyona yakalanmalarından önce ulaşıp bağışıklanmalarını sağlamak için yapılan aşılama hizmetlerini içerir. Ülkemizde bildiğimiz anlamda yaygın rutin aşılama programı 1985 yılı Türkiye Aşı Kampanyası ile başlamıştır. Yapılan hesaplamalara göre bu kampanya ile 30 ila 40 bin bebeğin ölümü engellenmiş ve binlerce çocuğumuzun sakat kalması önlenmiştir. Aşılama programımızda son on yılda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Aşısı uygulanan hastalık sayısı bu on yıllık dönemde yediden on üçe çıkmıştır. Aşılama oranları, bu dönemde yüzde 80 ve altındaki oranlardan yüzde doksan beş ve üzeri oranlara 26 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 ulaştırılmıştır. Böylelikle aşı ile korunulabilir bir çok hastalık kontrol altına alınmış ve kızamıkta olduğu gibi eliminasyon aşamasına yaklaşılmıştır. Bu başarıda sağlık çalışanlarının büyük katkısı yanında anne ve babaların aşı programına duydukları güven ve aynı zamanda aşıya ayrılan bütçenin yaklaşık 22 kat artırılması da önemli rol oynamıştır. Aşı üretiminden tüketimine kadar belirli ısı aralığında muhafaza edilmesi gereken biyolojik ürünlerdir. Soğuk zincir diye adlandırılan bu sistem etkinliği korunmuş güvenli aşıların uygulanmasında büyük öneme haizdir. Bu konuya Bakanlığımız birinci derecede önem vermekte ve her düzeyde soğuk zincirin kırılmaması için gereken tedbirler titizlikle alınmaktadır. Ülkemiz 2005 yılından bu tarafa Dünya Sağlık Örgütü tarafında diğer ülkelerden gelen ülke aşı sorumluları için eğitim merkezi olarak akredite edilmiş ve her yıl bu eğitimler ülkemizde düzenlenmektedir. Ayrıca merkezdeki ana depodan, illerimizdeki il depolarına, aile hekimliği merkezleri buzdolaplarına ve sahaya götürülen aşı kaplarına kadar tüm sistem yenilenmiştir. Bütün bu gayretlerimiz sonucu 1998 yılındaki son vakadan bu tarafa yeni çocuk felci vakası görülmemiştir. Avrupa’da birçok ülkede kızamık salgını yaşanmasına rağmen kızamık vaka sayısı 2001 yılında yaklaşık 31 bin iken son altı yıllık dönemde yurt dışı orjinli vakalar ve bu vakalar ile ilişkili vakalar dışında vaka görülmemiştir. Yeni doğan tetanozu elimine edilmiştir. Aşı üretimine yönelik önemli adımlar atılmış, beşli karma aşı ve pnömokok aşısının belli bir aşamadan sonra ülkemizde üretimi sağlanmıştır. Gele- cek yıllarda hedefimiz aşı üretiminin bütün aşamaları ile ülkemizde gerçekleşmesini sağlamaktır. Bulaşıcı hastalıklar ve bu çerçevede aşı programı Bakanımızın yeniden yapılanma sürecinde de önemini ve önceliğini devam ettirmiş, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı bünyesinde Bulaşıcı Hastalıklardan Sorumlu Başkan Yardımcılığı altında Aşı İle Önlenebilir Hastalıklar Dairesi kurulmuştur. Bu Dairenin görevleri aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: • Aşı ile önlenebilen hastalıklara yönelik olarak programlar geliştirmek ve yürütmek. • Aşı sonrası istenmeyen etki izleme sisteminin yürütülmesi faaliyetlerini gerçekleştirmek. • Aşılama hızlarının izlenmesi, değerlendirilmesi ve raporlanması faaliyetlerini yürütmek. • GBP kapsamındaki hastalıkların sürveyansını yürütmek. • GBP kapsamındaki hastalık salgınlarının kontrolüne yönelik faaliyetleri yürütmek. • GBP kapsamındaki programlara yönelik eğitim faaliyetlerini yürütmek. Sonuç olarak; aşılama bulaşıcı hastalıkların kontrol altına alınmasında ve hatta tamamen yok edilmesinde en önemli araçlardan bir tanesidir. Ülkemizde başarı ile yürütülen aşı programı sayesinde ölüme ve sakatlığa yol açan birçok bulaşıcı hastalık kontrol altına alınmıştır. Bu başarıda sağlık çalışanlarının gayretleri yanısıra en önemli katkıyı çocuklarını zamanında aşılatan anne ve babalar vermektedir. ÜLKEMİZDE AŞILAMADA ÖNEMLİ TARİHLER 1930’lar Çiçek aşısı 1937 Difteri, boğmaca aşıları 1952 BCG aşısının programa eklenmesi 1963 Oral polio aşısının programa eklenmesi 1968 DBT (Difteri, Boğmaca, Tetanoz) aşısının programa eklenmesi 1970 Kızamık aşısının programa eklenmesi 1981 Genişletilmiş Bağışıklama Programı 1985 Türkiye Aşı Kampanyası 1995 Polio Ulusal Aşı Günleri 1996 Kızamık Hızlandırma Kampanyası 1997 Polio mop-up kampanyası 1998 Hepatit B aşısının programa eklenmesi 1998 Son çocuk felci (poliomyelit) vakası 2003 Kızamık Okul Aşı Günleri 2005 Kızamık Aşı Günleri 2006 KKK (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak) aşısının programa eklenmesi 2006 Hib (Hemofilus influenza tip b) aşısının programa eklenmesi 2007-2008 İlköğretim kohortu Hepatit B ve kızamıkçık aşılarının tamamlanması 2008 Beşli karma aşının (DaBT-IPA-Hib) programa eklenmesi 2008 7 bileşenli konjuge pnömokok aşısının programa eklenmesi 2009 Maternal ve Neonatal Tetanozun Eliminasyonu 2010 İlköğretim 1. sınıfta Td ve OPA yerine DaBT-İPA uygulamasına geçilmesi 2011 13 bileşenli konjuge pnömokok aşısı uygulamasına geçilmesi 2012 Hepatit A aşısının programa eklenmesi 2013 Suçiçeği aşısının programa eklenmesi SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 27 Sağlık Bakanlığı Çocukluk Dönemi Aşı Takvimine Suçiçeği aşısının da eklendiğini duyurdu. Bakanlıktan yapılan açıklamada aşısı yapılan hastalık sayısının 13’e yükseldiği belirtildi. Sağlık Bakanlığı tarafından aşı ile ilgili yapılan açıklamada şu hususlara yer verildi: Aşı yapılarak korunmanın mümkün olduğu hastalıklarda, bu hastalıklara bağlı sakatlık ve ölümlerin önlenebilmesi için çocuklara verilebilecek en önemli toplum sağlığı hizmeti aşılamadır. Ülkemizde yürütülmekte olan Genişletilmiş Bağışıklama Programı’nın amacı; difteri, boğmaca, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, verem, çocuk felci, hepatit B, hemofilus influenza tip b, hepatit A, suçiçeği’ ne bağlı hastalıkların ve invaziv pnömokokal hastalığın yayılım, sakatlık ve ölüm oranlarının azaltılarak bu hastalıkların kontrol altına alınması, hatta tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu amaca ulaşabilmek için Sağlıkta Dönüşüm Programıyla koruyucu ve temel sağlık hizmetleri alanında önemli gelişmeler sağlanmış ve rutin bağışıklama çalışmaları Bakanlığımız tarafından en üst düzeyde önem verilen hususlardan biri haline gelmiştir. Aşılama hızı, 2007 yılından itibaren % 96-97 düzeyinde seyretmektedir. Ulaşılan bu başarıyla birlikte ülkemizde, aşı ile korunulabilir hastalıkların sayılarında ciddi düşüşler sağlanmıştır. Bu başarıya ulaşılmasında, bu konuda gösterilen politik kararlılıkla birlikte genel anlamda koruyucu sağlık hizmetlerine verilen önem ile aşıya ayrılan bütçenin artırılması da önemli bir etken olmuştur. 2002 yılında 22 milyon TL olan aşılama bütçemiz, 2012 yılında yaklaşık 400 milyon TL’ye ulaşmıştır. Ayrıca başarıyı getiren en önemli hususlardan biri de aşı uygulaması hizmetlerinin ülkemizde ücretsiz olarak bütün sağlık kuruluşlarında verilmesidir. 28 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 % 90’nı 15 yaş altı çocuklarda kış ve ilkbahar aylarında görülen suçiçeği hastalığı, genellikle hafif seyirli bir çocukluk çağı hastalığı olarak bilinse de özellikle bebeklerde ve erişkinlerde şiddetli seyredebilmektedir. Bazen şiddetli deri enfeksiyonları, deride kalıcı izler, zatürre, beyin iltihabı (ensefalit) gibi ciddi sekel bırakan komplikasyonlara, hatta ölümlere sebep olabilmektedir. Suçiçeği aşısının, bütün suçiçeği vaka sayılarında % 85’lik bir azalma sağladığı, ağır seyreden suçiçeği vakalarını ise % 95-100 oranında önlediği bilinmektedir. Ayrıca suçiçeği aşısı, suçiçeği hastalığının geçirilmesinin ardından yıllar sonra bile ortaya çıkabilecek zona zoster (gece yanığı) Aş orunu SUÇİÇEĞİ AŞISI DA ARTIK AŞI TAKVİMİNDE ı ile K yoruz haber hastalığının önlenmesi açından da önemlidir. Suçiçeği aşısı ilk defa1974’te Japonya’ da Takahashi ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş ve 1986’da Japonya’da, 1988’de Güney Kore’de,1995’te ise Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanım lisansı almıştır. Aşı bugün Japonya, Güney Kore, ABD, Kanada, Kosta Rika, Ekvator, Uruguay, Brezilya, Finlandiya, Almanya, Yunanistan, İtalya, Litvanya, İspanya ve Avustralya’ da rutin aşı takviminde yer almaktadır. Bağışıklama Bilimsel Danışma Kurulu tarafından Ülkemizde de suçiçeği aşısına geçilmesi tavsiye edilmiş ve suçiçeği aşısı, rutin bağışıklama programına eklenmiştir. Aşı, Ulusal Aşı Takvimimize göre 12. aydaki tüm çocuklara tek doz olarak uygulanacaktır. Uygulama 1 Ocak 2012 ve sonrasında doğan bütün çocukları kapsamaktadır. Aşı uygulaması tüm aile sağlığı merkezlerinde ücretsiz olarak verilmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 29 KADINLARDA KORONER ARTER HASTALIĞI FARKLI MIDIR? Prof. Dr. Nurgül KESER Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anabilim Dalı Koroner arter hastalığı (KAH) tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunudur. Önceleri bir erkek hastalığı olarak bilinen KAH günümüzde kadınlarda da giderek artan bir oranda karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki kadınlarda tüm ölümlerin %22’si kanserlere bağlı iken %38’i KAH’a bağlıdır. 50- 80 yaş arası kadınların %2764’ünde KAH mevcuttur. Bu oran 3544 yaş arası %14; 45- 54 yaş arası %29; 55-64 yaş arası %48’dir. Menopoz ile birlikte tıkayıcı KAH oranı kadınlarda artmaktadır. Menopoz öncesi dönemde ise östrojenin kadınlarda KAH 30 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 klinik bulgularının ortaya çıkışını geciktirdiği düşünülmektedir. (1,2) Buna karşın son yıllarda 35-54 yaş arası erkeklerde miyokard infarktüsü prevelansında azalma, ancak aynı yaş grubu kadınlarda artış olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur. (3) Cinsler arasında koroner arter hastalığındaki farklılıklar, koroner arterlerin anatomik ve fonksiyonel yapısından; semptomlar, patofizyoloji ve tedavi yaklaşımlarına kadar pek çok konuda karşımıza çıkabilir. Kadın ve erkeklerin koroner arterleri karşılaştırıldığında yapısal ve fonksiyonel farklılıklar göze çarpar. Örneğin kadınlarda koroner arterlerin daha küçük olduğu, endotel-düz kas disfonksiyonunun ve mikrovasküler disfonksiyonun, yani intramiyokardial mikrovasküler arterlerde anormal reaktivitenin daha belirgin olduğu saptanmıştır. (4) Koroner arter hastalığının en sık görülen şeklinde koroner arterler aterosklerotik plaklarla tıkanır. Ancak tıkayıcı olmayan koroner arter hastalığına kadınlarda erkeklere göre daha sık rastlanmaktadır. Burada öne sürülen hipotezlerden birisi östrojene bağlı koroner vasküler yapıda pozitif remodelling ile aterosklerotik plağın lümen içerisine ilerlemesinin engellenmiş olabileceğidir. (5) Kadınlarda tıkayıcı olmayan koroner arter hastalığının varlığı yanlış teşhis ve tedaviye yol açabilmektedir. Koroner anjiyografi uygulanan ve koroner arterlerde nonkritik lezyonlar tespit edilen kadınlarda ya da anjiyografisi normal olan ancak miyokard perfüzyon sintigrafileri iskemiyi gösteren ve semptom tarif eden kadınlara KAH tanısı konulurken yanlışlıklar olabilmektedir. Miyokard iskemisi ile refere edilen kadınların %50’sinde tıkayıcı KAH (anlamlı darlık) bulunmamaktadır ancak bu hastalarda koroner mikrovasküler disfonksiyon mevcut olabilir. Normal koroner anjiyografi denilerek bu kadınlara yetersiz tedavi uygulanabilmekte ve buda ölüm oranlarını artırabilmektedir. Dolayısı ile darlık bulunmayan KAG ihmal edilmemeli ve küçük damar hastalığı, mikrovasküler disfonksiyonun kadınlarda sık görülebildiği ve normal koroner anjiyografi tanımında kadınlarda güçlük olduğu unutulmamalıdır. (6) Koroner arter hastalığının semptomlarında da farklılıklar mevcut olabilir. Erkekler daha çok tipik angına pektoris ile müracaat etmektedir. Göğüste, boyun sırt çeneye yayılım gösterebilen baskı, sıkışma hissi, yanma gibi semptomlar,ritm bozuklukları,nefes darlığı, terleme ve baş dönmesi ,her iki cinste görülebilen klasik semptomlar olurken, kadınlarda bazen sadece hafif göğüs ağrısı, efor toleransında belirgin azalma, halsizlik gibi klasik semptomlardan farklı bulgularda ortaya çıkabilir. Bu da kadınlarda tipik angina tanısı konmasını güçleştirebilir. Yine ST segment yükselmeli MI erkeklerde daha sık görülürken, kadınlarda nonST MI daha sık görülmektedir.(1,2) % 46,6’dır ve 2/3’ü ya çok az ya da az fiziksel aktivite yapmaktadır. (11) Kısmen bu farklılıklar yüzünden, kadınlarda fonksiyonel tetkik, tanısal anjiografi ve girişimsel işlemlerin erkeklere göre daha düşük oranda uygulandığını bildiren çalışmalar mevcuttur.(7) Yine TEKHARF çalışmasına göre Türkiye’de her yaş grubunda hipertansiyon prevelansı kadınlarda daha fazladır. Kadın ve erkekler arasında koroner arter hastalığı risk faktörleri açısından da farklılıklar vardır. Örneğin: Yaş bakımından; erkekte 45 yaş ve üzeri, kadında 55 yaş ve üzeri yaşlar, HD-K düzeyleri bakımından; erkekte< 40mgdl olması, kadında ise < 50mg olması risk faktörüdür. Trigliserid yüksekliği, DM, obezite ve santral obezite kadınlarda daha önemli risk faktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. (1, 8, 9) Diyabet kadınlarda koroner arter hastalığı riskini artırdığı gibi, KAH’a bağlı ölüm oranlarını da diyabetik erkeklere göre daha fazla artırmaktadır.(10) Ülkemizde kadınlarda obezite oranları oldukça yüksektir. Örneğin; TEKHARF çalışması sonuçlarına göre 40 yaş ve üzeri kadınlarda obezite oranı METSAR çalışması sonuçlarına göre, Türkiye’de kadınlarda % 39,6 erkeklerde % 28 oranında Metabolik Sendrom görülmektedir. 70 yaş üstünde bu oran kadınlarda %70 erkelerde %49 dur. (12) Kadınlarda sigara içme oranı da giderek artmaktadır. Sigara içen kadınlarda KAH mortalitesi diğer risk faktörlerine göre ayarlama yapıldıktan sonra bile sigara içen erkeklere göre daha yüksektir. Miyokard infarktüsü geçirmiş kişilerde sigaranın kesilmesi hem erkek hem de kadınlarda mortaliteyi %46 oranında azaltmaktadır. (13) Kadınlardaki tüm bu risk faktörleri özellikle menopoz sonrası daha yüksek prevelansta ve daha sık birliktelikle ortaya çıkmaktadır. Gebelik hipertansiyonu, gestasyonel DM, polikistik over sendromu gibi sadece kadınlara özel KAH risk faktörleri de mevcuttur. (4) SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 31 Yapılması Gerekenler/Yol Haritamız • Kadınlarda KAH açısından farkın- dalık artırılmalı, eğitim ve korunmaya yönelik ve daha etkin yaşam tarzı değişikliğini sağlayacak girişimler desteklenmelidir. • Kadınların tarama programlarına katılımı artırılmalıdır. • Genç kadınların sigaraya başlaması engellenmelidir. • Obezite, DM ve Metabolik send- rom bileşenleri hesaba katılarak mevcut bütün risk faktörleri iyileştirilmelidir. Menapoz sonrası yaşam tarzı, beslenme, egzersiz ve KAH gelişimi arasındaki etkileşimlerin iyi anlaşılması ve anlatılması gerekmektedir. Menopoz sonrası östrojen tedavisinin kardiovasküler korunma için önerilmediği unutulmamalıdır. (14) Özellikle AMI sonrası klasik faydası kanıtlanmış aspirin, betabloker ve statin tedavilerinin kadınlarda daha düşük uygulandığı unutulmamalı(15); ilaç tedavisi ve korunma stratejisinde eksiklikler olduğu göz önüne alınmalıdır. • KAH tanısı almış kadınların rehabi- litasyon programlarına yönlendirilmesi artırılmalıdır. • Cinsiyete özgü tanı ve tedavi stra- 5) Quyyumi A.WISE study: J Am Coll Cardiol 2006; 47;66-71 6) Lerman A. WISE study: J Am Coll Cardiol 2006; 47;59-62 7)Daly CA et al.The clinical characteristics and investigations planned in patients with stable angina presenting to cardiologists in Europe:from the EuroHeart survey of Stable Angina.Eur Heart J 2005; 2 6:996-1010 8) Gierach GL WISE study: J Am Coll Cardiol 2006; 47;50-58 9) Yusuf S, The Interheart Study Lancet 2004;364:937-52 10)Kanaya AM et al.Explaining the sex difference in coronary heart disease mortality among patients with type II DM:a metaanalysis.Arch Intern Med 2002;162:1737-45 KAYNAKLAR 11)Onat A,Fiziksel etkinlik, metabolik bozukluklardan korunma ve koroner mortalite. In: Onat A(ed) Türk Halkının Kalp Sağlığı. Argos-cortex iletişim hizmetleri, Istanbul,2007 sf: 140-145 1) BaireyMerz WISE study: J Am Coll Cardiol 2006; 47;21-29 12)Ö.Kozan, et al. Eur J Clin. Nutr 2007; 31: 54853 hastada normal koroner arterler benign (zararsız) kabul edilerek koruyucu önlemler eksik bırakılmamalıdır. 2) Shaw LJ WISE study J Am Coll Cardiol 2006; 47;4-20 13)Graham I et al. Eur J Cardıovasc Prev Rehabil 2007;14(Suppl.2):S1-S113 3) Towfighi A etal.Sex specific trends in midlife coronary heart disease risk and prevalance.Arch Intern Med 2009;169:1762-6 14)Hulley S et al.The Heart Estrogen-progestin Replacement Study JAMA 1998; 280:605-13 rında lokalize kaldığı ve lümene 4) Pepine CJ.WISE study: J Am Col lCardiol 2006; 47;30-35 • Semptomatik • Hastalığın uzun süre damar duva- 32 geç ilerlediği göz önüne alınmalı ve tıkayıcı KAH olmasa bile küçük damar hastalığı olabileceği için risk faktörlerini azaltma yoluna gidilmelidir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 tejileri geliştirilmelidir. 15)Gan SC et al.Treatment of acute myocardial infarction and 30 day mortality among women and men N Engl J Med 2000;343:8-15 hayatıniçinden KAR YARENLER/ KARDELENLER Yazı ve Fotoğraf lar : Arif AVİZE Üzülme! Tasa ettiğin ne ki Sabahı özleyen bir çocuk düşün olsun Kirli ellerine oyuncağını kıstırıp Kendi masalını çekip üstüne Kaf dağında uyusun. Tasa ettiğin ne ki? Üşüdüğünde bir çiçeğin olsun karlarda Sen üzülme büyüsün, çiçek açsın yürüsün. Alnında çizgileri örten bir gülümsemen olsun Önüne düşürmediğin bir dik başın Boğazına düğümlenmeyen aşın olsun Aradığını bulan bir gözün Selam ile ağzından çıkan sözün Kendini karşına alacağın yüzün olsun Tasa etme Üzüldüğün ne ki? Isındı ısınacak derken, geldi gelecek derken, kışın ilk cemre sancısının ardından bahar müjdecileri kar çiçekleri şimdiden merhaba dediler bile. Karlarla yarenlik eden bu çiçekler vakit tamam diyerek çıktılar topraktan. Üzerlerine yağan karlara bile aldırmadan, bazen poyrazın ıslık çalan soğuğunda bile rengârenk açıverdiler. Çünkü sabır ve sükût içinde geçirilen bir kışın arkasından vakit gelmişti artık. Belki soğuktu, toprak bile üşüyordu henüz. Topraktan gökyüzüne doğru filizlenmek kolaydı, oysa dışarısı sürprizlerle doluydu belki. İnsanoğlunun gündelik kaygılarından arındırılmış bu çiçekler, yüksek dağların serin yaylalarında şartlara meydan okurcasına açıverdiler. Serde aşk vardı, dirilmek uyanmak vardı, en güzele ışığa, güneşe kavuşmak vardı. Bazıları karları delerek çıktılar, bazılarının cazibeli renklerinin üzerine karlar yağdı, yılmadılar. Azmin, cesaretin, mücadelenin ve dirilişin 34 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 sembolü olan bu çiçekler, insanoğluna ilham kaynağı oldular, ders verdiler, güç verdiler, örnek oldular. Bazen isimlerimiz oldu bu çiçekler, bazen romanlara hikâyelere konu oldular, destan oldular yıllar yılı dillerden düşmediler. Öyle ya: “Kardelen ve hercai birbirini seven iki çiçektir. Bir gün bu iki çiçek aralarında kavilleşirler. Birbirlerine olan sevgilerini doyasıya yaşayabilmek için hiçbir çiçeğin açmaya cesaret edemediği kış ve karlı bir mevsimde açacaklardır. Söz verirler birbirlerine. Kış mevsimi gelir. Kardelen karlı bir kış mevsiminde karları delip çıkar. Ancak etrafta hercai yoktur. Hercai ahde vefa göstermeyip kardeleni yarı yolda bırakmıştır. Bu duruma çok üzülür kardelen ve boynunu eğer. O gündür bu gündür, bu asil çiçek, kış aylarının sona yaklaştığı mevsimde karların erimeye yüz tuttuğu dönemlerde açar ve eriyen karlarla arkadaşlık eder.” Kardelenler eksi 15 derece soğukta yaşayabilen ve çiçek açabilen en dayanıklı çiçeklerdendir ve ilaç yapımında son derece değerli bir hammadde kaynağıdır. “Kardelene sormuşlar bütün çiçekler sıradan yerlerde açıp insanlara yakın dururken, Sen neden böyle yüksek dağlarda ve özellikle uçurum kenarlarında açarsın demişler. Kardelen şöyle cevap vermiş; “gülü seven dikenine, menekşeyi seven rengine katlanır; beni seven ölümü göze alır demiş.” Kardelenler, toprağın dahi ısınmadığı çok düşük ısılarda ve kar örtüsü erimeden çiçek açmalarından dolayı, insanoğlunun dikkatini çekmeyi başarmış, dirilişin ve azmin sembolü olmuşlardır. Dünyanın en değerli çiçekleri arasında yer alır. Ansiklopedik bilgilere göre Anadolu’da bilinen 14 tür kardelen mevcuttur. Ortak Latince adı “Galanthus” tur. Kardelenler dışında henüz kar örtüsü kalkmadan açan çiçek türlerimiz; Kar Çiçeği, Acı Çiğdem, Sarı Çiğdem, Anemonlar, Dağ laleleri, Dağ menekşeleri ve Nevruz çiçekleridir. Karların erimeye yüz tuttuğu yerlerde açmayan başlayan bu çiçekler üzerlerine yağacak sürpriz karlara çok da uzak değillerdir. Mart ayının ortalarına kadar çoğu zaman yüksek ve yaylalık bölgelerde rengârenk açan bu çiçekler üzerine kar yağar. Kahramanmaraş Toros-Amanos dağlarının 1600 metre rakımlı birçok lokasyonunda bu çiçeklere rastladık ve fotoğraflama imkânı bulduk. Son 3 yılın Şubat- Mart aralığında çekilen bu fotoğraflar bizlere doğadaki dirilişin resitalini sunuyor adeta. Onları fotoğraf karesine dökerken yaşadığım hazzı ve aldığım lezzeti anlatmam mümkün değil. Sizlere de bu güzellikleri bir nebze olsun fotoğraflarla yaşatmak istedim, elimden geldiğince bir kolaj yapmaya çalıştım. Sizler de eğer vaktiniz olursa ve yolunuz bahar aylarında düşerse dağlara, unutmayın ki o dağlarda her zaman sizin için açan bir çiçek vardır. Ömrünüz bahar bahar çiçek olsun… Tasadır gelir geçer Kederi derdi unut Kıştır bahara gider Gönlünde bir çiçek tut. Türküm sensin, Islıkla kovaladığım titrek kelimelerde Kışında üşüdüğüm baharında eridiğim, Umutla beklediğim yazım sensin. Zaman buruk, zaman hüzün Ne varsa koca bir yalan! Sevincim gözüme düşen yüzün. Sen giderken arta kalan. Sonbaharda yaprak yaprak savrulan sensin. Gün gelir dizgin tutmaz duygular, Dağlardan muştularla, garbi olup esensin. Gönlüm sana sevgili, sen ki bir bahar yeli Kardelenin, çiğdemin, lalelerin elisin. Sen üşümüş yüreğime cemre olup düşensin. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 35 Vakit geldi, Zaman usul usul eriyor ağlayarak, Zemheri küheylanları en dingin sükûta mahkûm Ve sehpasında duruyor el bağlayarak. Vakit geldi, Fırtına kovalıyor küçücük garbi yeli Yüreğin yüreğimedir, yönün yönüme bilirim Vakit geldi, uyan kar çiçeği Şimdi bizim türkülerin zamanı geldi. Zemheri çoktan göçtü buralardan, Havada ilk cemre sancısı var Bir esinti koptu şu giden fırtınadan Bahar gözlerinde açacak yar. Soğuk camların puslu yalnızlığına düşer hayalin Bu naylon kokulu kentin akşamlarına tutsak Kutup iklimlerine mi hazırlıktır bu çöken hava Ya da peşine düştüğüm hüzün katarına tutunmak Ruhuma mı tevdi ettin kara kışı Nisandan bir esintiye ısmarlansan n’olur Bakma, gözlerim düşer yollarına Ellerim gecelerin boşluğunda kaybolur Ağlayamam, gözlerim bitap şimdi İçime çektiğim ağır bir nem kokusu Fütursuz silinişin önümde kitap şimdi Düşüyor kardelenlere kırılgan buz taneleri Sen orada, sen burada, hep varsın ya da yoksun Ağır ağır işleniyor mevsimin her dokusu. 36 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 37 tartışma DİYANETTEN ‘SÜT BANKASI’ AÇIKLAMASI Diyanet İşleri Başkanlığı son günlerde tartışılan ’Anne Sütü Bankası’ konusunda yazılı bir açıklama yaptı. Kurumun web sitesinde duyurular kısmında yer alan açıklamada Din İşleri Yüksek Kurulunun konuya ilişkin 2012 yılındaki mütalaası yayınlandı. Geçtiğimiz yılın 12 Nisan tarihinde Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Raşit Küçük’ün başkanlığında Kurul toplanmış ve ’İnsan Sütünün Saklanması ve Bebeklere Verilmesi’ konusunda müzakerelerde bulunmuştu. Son zamanlarda ihtiyaç sahibi bebeklere verilmek üzere süt bankası kurularak, kadınlardan alınan sütlerin muhafaza edilmesi şeklindeki uygulamanın ortaya çıktığı ve bazı Batı ülkelerinde yaygınlaştığı ifade edilen açıklamada, şu hususun altı çizildi: «Bu hüküm meselenin özüne yönelik olmayıp, kendilerinden süt alınan anneler ile süt verilen bebekler arasında oluşacak süt akrabalığı konusunda hassasiyet gösterilmeyerek, sütlerin ve süt akrabalıklarının karışması 38 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 sonucu dinin yasakladığı evliliklere götürebileceği endişesinden kaynaklanmaktadır. Prensip olarak, ihtiyaç duyulması halinde çocuklara annelerinden başka kadınların sütlerinin emzirme yoluyla verilmesinde bir sakınca olmadığı gibi, kadınlardan alınan sütlerin bekletilerek daha sonra ihtiyaç duyan bebeklere verilmesinde de sakınca yoktur. Ancak, süt akrabalığının getireceği evlilik yasaklarının ihlal edilmemesi için her türlü tedbirin alınması ve bu tedbirlerin hassasiyetle uygulanması gerekir.” Kurul müzakereler sonucunda insan sütünün saklanmasının ve ihtiyacı olan bebeklere verilmesinin dini açıdan sakıncası olmamasının aşağıda belirtilen şartların dikkate alınması kaydıyla uygulanabileceği sonucuna vardı. Bu şartlar: 1. Süt verecek kadının kendi çocuğunu sütten mahrum bırakmaması, 2. Başka kadının sütünü içen çocuklar arasında oluşacak mahremlik dairesini olabildiğince daraltmak için, pratik bir tedbir olarak, bir kadından alınan sütün sadece erkek veya sadece kız çocuklara verilmesi, 3. Süt veren kadın ile süt verilen çocuğun kimliklerinin, kayıt altına alınması ve bu bilginin her iki tarafa da verilmesi, 4. Bu hususun yasal düzenleme ile güvence altına alınması, 5. Evliliğe engel teşkil eden süt akrabalığı dairesinin daha da genişlememesi için, birden fazla anneye ait sütlerin karıştırılmaması, 6. Süt veren anneye, masrafları dışında bir ücret verilmemesi, alınan sütlerin para karşılığı satılmaması, 7. Kendi annesinin sütü ile beslenme imkânı bulunan çocukların bu sistemden yararlandırılmaması. ANNE SÜTÜNE SU KATMAK Halime KÖKÇE 07.03.2013 / Star Gazetesi Siyasetin hay huyu içinde korkarım gözden düşecek “süt bankası projesi”. Din adamları ve STK’lardan gelen tepkilere rağmen Sağlık Bakanlığı, uygulamaya koymak için hazırlık yaptığı ‘süt bankası projesi’nden geri adım atmadı. Bakan Müezzinoğlu, ilahiyatçıların endişelerini ortadan kaldırmak adına “kayıtta en ufak bir hata olmamasını” temin edecek bir sistem kuracaklarını ifade etti. “Süt kardeşlerin” cinsiyetini eşitlemek suretiyle itirazların önünün alınabileceği ve böylece endişelerin de ortadan kaldırılabileceğine dair bir kanaat ağırlık kazanmış gibi. Nitekim kayıtta azami dikkat gösterilmesi durumunda zararlı değil faydalı olacağına dair fetva da alınmış, öyle gözüküyor. Peki, süt bankasına neden ihtiyaç duyuldu? Bakanlığın açıklamasında “çocuk ölümlerini önlemek için” deniliyor. “Anne sütü yoksunluğu” şeklinde bir ölüm sebebi bilmiyorum ben. Ancak Bakanlık verilerine göre yılda 6 bin prematüre bebek dünyaya geliyor ve bunların 150 tanesi anne sütünden mahrum kaldığı için ölüyor. Bir de hayata annesiz başlayan yetimhane bebekleri var ki, belki bu projede en çok onlar düşünülmeliydi, fakat şimdiye kadar onlardan bahseden olmadı. Bebeğin rızkıyla birlikte dünyaya gelmesi gibi bir mucizeden söz ediyoruz, anne sütü derken. Muhtevasının bağışıklık sistemini güçlendirmesi, yerini doldurabilecek değerde hiçbir besinin olmaması gibi hususiyetleri bir yana, anne sütü yeni doğan bebek için bir “hayat suyu”dur. Hz. İsmail’i çölün ortasında yaşatan rızkıdır yani. Test edilmiş kardeşlik! Her ne kadar “bebek ölümleri” gibi akan suları durduracak bir neden öne sürülse de “süt bankası” daha çok çalışan anneleri ilgilendiren bir konu olarak tartışılıyor. İşe dönüşle birlikte çocuklarını anne sütünden mahrum etmek istemeyen kadınlar için bir çare olabilir mi, deniliyor. Neden olmasın? Nitekim iş yeri tarla olan kadın da bunu yapagelmiştir. Karadeniz’de süt anneliği son derece yaygın bir kurumdur. Üstelik süt anneliği, sadece beslenme ihtiyacının karşılanmasıyla sonuçlanmaz, bir kardeşlik bağı oluşturur ki bu bağ zaman zaman kan bağından bile güçlü hissedilir. Ancak, annesiz çocuklar ya da prematüre doğumlarda kullanımını tartışma dışı tutmakla birlikte, süt bankası aracılığıyla oluşacak ilişkinin “süt kardeşliği” ve “süt anneliği” kavramlarıyla tanımlanamayacağını, bunun anonim bir ilişki olacağını belirtmek gerekir. Testlerden geçirilmek suretiyle en hijyenik laboratuvarlarda kayıt altına alınan bu ilişki gerçek- te anonim bir ilişkidir. Son tahlilde insan eseri bir sistemden bahsettiğimiz müddetçe telafisi imkânsız riskleri de göze almayı gerektirir. Hedef üç çocuk mu? Bunun yanı sıra uygulanabilirliğiyle ilgili de çok daha temel sıkıntılar söz konusu. Bir kere anne sütü dediğimiz şey bir çocuktan artıp başka çocuğa kalacak kadar bol değil artık. Buna ahir zaman kısırlığı, kadınların fıtratlarından uzaklaşmalarının doğurduğu bir sonuç olarak bakanlar da olacaktır, ama gerçek bu. Bir yaşına gelene kadar çocuğunu emzirebilen kadın kendini şanslı sayıyor. Ayrıca anne sütü annenin beslenmesiyle doğrudan ilişkili bir ürün. Hamile kadınların aldığı gıdanın bile çocuğun zekâsını belirlediğine dair deterministik bir bilimsellikle çocukların üzerine titrendiği bir dönemde yaşıyoruz. Süt veren annenin yeterli ve kaliteli beslenmesi nasıl temin edilecek? Ayrıca anne ile çocuk arasındaki bağın en güçlü ifadesidir süt emzirme hadisesi. Anne sütü çocuğun ruhu için de bir gıdadır. Varsa bu projenin çalışan annelerle ilgili bir tarafı, bence çözüm doğum ve süt iznini artırmak, işverene de çalışana da bu konuda kolaylıklar sağlamak olmalı. Şayet bu proje “3 çocuk”a bağlanacaksa anne sütüne su katmaktan öteye gitmeyecektir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 39 tartışma SAĞLIK BAKANLIĞI ANNE SÜTÜ BANKACILIĞI TARTIŞMALARINA SON NOKTAYI KOYDU Sağlık Bakanlığı yaptığı yazılı basın açıklaması ile Anne Sütü Bankacılığı tartışmalarına son noktayı koydu. Bakanlık konu ile ilgili teredüütlerin giderilmesinden sonra uygulamanın başlatılacağını duyurdu. Sağlık Bakanlığının Anne Sütü Bankacılığı ile ilgili açıklaması şöyle: Son günlerde ülke gündeminde yer alan “Anne Sütü Bankası” konusunda kamuoyunu aydınlatmak adına aşağıdaki hususların paylaşılması uygun görülmüştür: Anne sütü, erken doğmuş ve hasta yeni doğan bebekler için hayat kurtarıcıdır. Hastanelerde, bu bebeklerin yalnızca anne sütü ile beslenmesi yeni doğan ölümlerini azaltacak ve sağlıklı nesillerin yetişmesine katkı sağlayacaktır. Bu bebekler için öncelikle kullanılacak olan kendi annelerinin sütüdür. Anne sütünün yeterli düzeyde veya hiç olmaması durumunda, bebeklerin anne sütünden yararlanabilmeleri için “Anne Sütü Bağışı” sisteminin kurulması düşünülmüştür. Bu husustan hareketle ülkemizde Anne Sütü Bankalarının kurulması ve Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitelerine entegre edil- 40 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 mesi konusunda çalışmalar yapılması kararlaştırılmıştır. Anne Sütü Bankası, gönüllü annelerin bağışladıkları anne sütünü; uluslararası standartlarda toplayacak, saklayacak, testlerden geçirecek, işleyerek güvenliğini sağlayacak ve gereksinimi olan bebeklere, hekim kararıyla dağıtacak bir yapıdır. Konuyla ilgili uluslararası uygulamalar da incelenmiştir. Yüz yıldan fazla geçmişi olan bu sistem gelişmiş ülkelerde bebek sağlığını iyileştirmeye yönelik ulusal stratejilere entegre edilmiştir. Ülkemizde ise Anne Sütü Bankacılığı ile asırlar öncesine dayanan “Süt anneliği” geleneğimizin etkin ve güvenli şekilde sisteme kavuşturulması amaçlanmıştır. Ülkemizde Avrupa ülkelerinden farklı olarak süt kardeşliği hukukunu güvence altına alacak bir sistem oluşturması hususu göz önünde tutulmuştur. Bu anlamda Anne Sütü Bankacılığı sisteminin sağlıklı ve güvenli şekilde hayata geçirilebilmesi noktasında şu esaslar öne çıkmaktadır: • Süt bağışlayan annelerin sütleri karıştırılmayacak, her bebek için tek donörden süt alınacaktır. • Bağış yapan bir annenin bir süt bebeği olacaktır. • Güvenli bir kayıt sistemi kullanıla- cak, süt bağışı yapanın ve alıcının kimlikleri kayıt altına alınacak, bu bilgiler her iki nüfus kütüğüne gönderilecek ve her iki tarafa da verilecektir. • Hem bağışçı hem de alıcıdan yazılı onam formu istenecektir. • Bağışçı annenin bebeği ile alıcı annenin bebeği aynı cinsiyetten olacaktır. • Süt alan bebekler 5 yıldan sonra ve her 5 yıllık periyodda en az 5 defa bilgilendirilecektir. “Anne Sütü Bankası” sistemi konusunda, yukarıdaki esaslar çerçevesinde, tüm ilgili paydaşlarla çalışmalar devam etmektedir. Kamuoyunda tereddüde neden olabilecek riskleri ortadan kaldıracak düzenlemelerin hayata geçirilmesinin ardından Anne Sütü Bağışı uygulamasına başlanacaktır. Kamuoyunun bilgisine saygı ile sunulur. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 41 kapakkonusu TÜRKİYE’DE TIP EĞİTİMİ: GEÇMİŞTEN GELECEĞE DEĞİŞEN KOŞULLAR VE DEĞİŞMEYEN SORUNLAR “Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı savaşın gereği düşünülürken akla sıhhi önlemlerin uygulamasını yapan doktor ve sağlık memurları gelir. Geçen yıl ülke içinde memur olarak çalıştırılan doktor sayısı 337 ve sağlık memuru sayısı ise 434 idi. Ülkenin ihtiyacını karşılamaktan uzak olan bu sayıların……” kımından günümüzde dahi devam eden sayısal yetersizliğin uzun geçmişi hakkında fikir verici olması bakımından önemlidir. Kuruluş yıllarının kendine özgü şartlarını, o dönemdeki sağlık eğitimi ve çalışma koşullarını irdelemek bu yazının kapsamı dışında kalmakla birlikte çok sınırlı olanaklar içerisinde başarılanların aslında ne denli önemli olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Üzücü olan bu gün hala aynı sayısal eksikliği konuşmaya devam ediyor olmamızdır. Yukarıdaki cümleler 1 Mart 1923 tarihindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1. Dönem 4. Yasama yılı açılış konuşmasından alınmıştır. Doktor ve diğer sağlık personeli ba- 2023, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Kuruluş yıldönümü; birçok sahada ulusal hedeflerin belirlendiği, tüm kurumlarının kendini buna göre hazırlamaya başladığı, 100 yıl önce Prof. Dr. Abdullah SONSUZ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı 42 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 ateşle imtihanını başaran bir milletin, bu defa uygar dünyayı temsil eden değer ve standartlara ulaşma yolundaki mücadelesini ifade eden özel bir anlam kazanmış bulunmaktadır. Bizler de bu günlerde tıp bayramı olarak kutladığımız 14 Mart 2013’e bu gözle bakmalı, gerçekçi bir değerlendirme ile mevcut durumu ortaya koyup geleceğin planlanmasına katkı sağlamayı öncelikli bir görev olarak görmeliyiz. Konuyu “Tıp Eğitimi” bakımından ele aldığımızda sorunun iki farklı boyutu olduğu dikkati çekmektedir. Bunlardan ilki sayısal olarak belirlenmiş hedeflere ulaşılması, diğeri ise nitelik olarak amaçlanan bilgi ve beceri ile donatılmış doktorların yetiştirilmesidir. Sayısal hedefler, tanımlanması ve gerçekleştirilmesi bakımından nispeten daha kolay olanıdır. Nitelik ile ilgili hedeflerin belirlenmesi, eğitimdeki ortak standartların ortaya konulması ve hayata geçirilmesi ise zor, ama bir o kadar da önem taşıyan bir konudur. Günümüzde aktif olarak çalışan doktor sayısının 120.000 civarında olduğu bilinmektedir. 2010 Yılında yayınlanmış olan “Türkiye’de Sağlık Eğitimi ve Sağlıkta İnsan gücü Durum Raporu” verilerine göre ülkemizde 100.000 kişiye düşen doktor sayısı 153 olup, bu oran 322 olan Avrupa Birliği (AB) ortalamasının bir hayli gerisindedir. Tıp Fakültesi kontenjanlarının artırılmasına yönelik çabaları bu gerçeğe dayandırmak mümkündür. Bu raporun yayınlandığı dönemde (2009 yılı verisi) 61 olan aktif olarak eğitim yapılan Tıp Fakültesi sayısı 2012 yılı sonunda 74’e, 7.536 olan öğrenci kontenjanı ise 9.560’a çıkmış bulunmaktadır. Geçtiğimiz 3 yıl içerisinde eğitim kurumu sayısında % 21, eğitim için ayrılan kontenjanda ise % 26 artış sağlanmış olması oldukça dikkat çekicidir. Henüz eğitime başlamayan Tıp fakültelerinin varlığı ve yeni kurulan fakültelerin bir miktar daha kontenjan artırımına gidebileceği dikkate alınırsa sürdürülen eğitim politikası içerisinde 2023 için belirlenmiş olan 200.633 doktor hedefine ulaşılabileceği öngörülebilir. Tıp fakültelerinin ve eğitimcilerin asıl görev ve sorumluluğu da bu noktada başlamaktadır. Bu görev tıp eğitiminin nitelikleri bakımından da öngörülen hedeflere ulaşmış olmasını sağlamaktır. Tıp Eğitimi için niteliklere dayalı hedeflerin belirlenmesi, uygulamaya konulması ve neticelerinin takibi, niceliksel hedeflerden çok daha zor ve karmaşık bir meseledir. Tıp Fakülteleri’nin her birinin web sayfalarında görebileceğimiz ve neticede birbirinden çok da farklı olmayan misyon ve vizyon tanımlamaları bu nitelikleri ortaya koymak bakımından fazla bir anlam ifade etmemektedir. Bu kavramları “ulusal çekirdek eğitim müfredatı” ile birlikte düşünmek daha doğru olabilir. Ulusal çekirdek eğitim müfredatında mezuniyet öncesi eğitim amaçları aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır: • Türkiye’nin sağlık sorunlarını bilen ve birinci basamakta bu sorunların üstesinden gelebilecek bilgi, beceri ve tutumlarla donanmış, • Birinci basamak sağlık kuruluşla- rında hekimlik ve yöneticilik yapabilecek, • Mesleğin etik kurallarını gözeterek uygulayabilecek, • Araştırıcı ve sorgulayıcı olan, • Kendisini sürekli olarak yenileyip geliştiren, • Uluslararası düzeyde kabul edilen ölçütlerde pratisyen hekimler yetiştirmektir Dikkat edilirse mezuniyet öncesi eğitimin niteliği ile ilgili değerlendirmeler neredeyse tümüyle birinci basamak hekimlik için biçimlendirilmiştir. Doğru olan da budur. Diğer taraftan bu hedef ülkemizde devam etmekte olan sağlıkta yeniden yapılanma sürecinin, özellikle de uygulamaya konulan aile hekimliği sisteminin ihtiyaçları ile de uyumludur. Sorun Tıp Fakültelerinin bu hedefi ne ölçüde benimsediği ve ne ölçüde uygulamaya koyabildiğinin belirsizliğidir. Günümüzde tıp fakülteleri başarılarının ölçütü olarak “Tıpta Uzmanlık Sınavı”nda başarılı olan öğrencilerinin sayısını veya üniversite giriş sınavlarında yüksek puan almış öğrenciler tarafından ne ölçüde tercih edildiklerini görmeye devam etmektedirler. Birinci basamak hekimlik için gereken nitelikleri daha iyi kazandırdığını veya pratisyen hekim yetiştirmek konusunda diğerlerinden daha başarılı olduğunu dile getirip, farklılığını bununla ön plana çıkarmaya çalışan bir tıp fakültesinin var olmadığını söyleyebiliriz. Esasen böyle bir değerlendirmenin objektif ölçütlerinin neler olacağı da belirlenebilmiş değildir. Benzer şekilde sağlıkta dönüşüm ve aile hekimliği sisteminin hayata geçirilmesini takiben bir süre sonra başlaması muhtemel sevk zincirini de dikkate alarak eğitim sisteminde buna göre bazı düzenlemelerin yapılması tıp eğiticilerinin karşısında öncelik taşıyan bir görev olarak durmaktadır. Bu noktada bazı çatışmaların ortaya çıkacağı ve öngörülemeyen bazı sorunların yaşanacağına hazırlıklı olmak gerekir. Sorun sadece tıp fakültesi yönetimlerinin birinci basamak için hekim yetiştirmeyi ön planda tutmayan yaklaşımlarında değildir. Aynı bakış açısı öğrencilerde ve onların ailelerinde de mevcuttur. Hiçbir öğrenci tıp fakültesine “pratisyen hekim” olmakla sınırlı bir hedef ile gelmemektedir. Bu paradoksun ortaya çıkardığı olumsuzluklar özellikle “intörnlük” olarak adlandırılan 6.sınıfta ortaya çıkmaktadır. Eğitim planlamasında bir öğrenciyi çalışma hayatına hazırlamak bakımından son derece önemli bir dönem olan bu aşamada ne yapılırsa yapılsın öğrencinin TUS’a hazırlıklarını öne alması gerçeği değişmeyecektir. Toplumsal davranış modelimiz sınavla denetlenmeyen bir eğitimi yaptırmayı zorlaştırmakta, öğrenci bir yanda sınavı olmayan bir eğitim, diğer yanda bütün geleceğini belirleyecek bir sınavın varlığı karşısında büyük bir ikilem yaşamaktadır. Uzun yıllardan beri var olan bu sorunun yeterince önemsendiğini söylemek mümkün değildir. Daha da ötesinde öğrencilerin kliniklere devamsızlığı TUS sınavına çalışma gerekçesi altında hoş görülebilmektedir. Bu yanlış, önümüzdeki yılarda eskisinden çok daha ciddi sonuçların kaynağını teşkil edebilir. Eğer nitelikli ve birinci basamak sağlık hizmetleri için yeterli (en doğru ifadesi ile ulusal çekirdek eğitim müfredatına uygun) hekim yetiştirmeyi başaramaz isek zaten ciddi bir güven sorunu yaşayan hasta hekim ilişkileri daha büyük bir problem haline gelecek ve uygulamaya konulmaya çalışılan sistemi bütünüyle tehdit edebilecektir. Toplumda oluşmaya başlayan, sağlık alanında sınırsız ve kural tanımayan hizmet beklentisi de bu güven bunalımını artıran diğer bir tehdit olarak dikkate alınmalıdır. Tıp eğitiminde var olan imkânlar yeterince değerlendirilememektedir. Konuyla ilgili bazı kişilerin dahi haberdar olmadığı bir gerçek Türkiye’nin öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı bakımından birçok Avrupa ülkesinden daha ileride olduğudur. “Türkiye’de Sağlık Eğitimi ve Sağlıkta İnsan gücü Durum Raporu(2010)” verilerine göre Türkiye’de öğretim üyesi başına 3.9 öğrenci düşmekte iken bu sayı Avusturya’da SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 43 6.3, İspanya’da 6.7, Fransa’da 10.8 İtalya’da 15.0 Almanya’da ise 19.8 olarak bildirilmektedir. Sorun bu sayısal avantajın eğitim gücüne ne ölçüde yansıdığındadır. Bu konuyu sadece son yıllarda yapılan bazı yasal düzenlemelerle ortaya çıkan problemlere bağlamak yanıltıcı olacaktır. Mevcut durum hiçbir önyargının tesiri altında kalmaksızın açık yüreklilikle ortaya konulmalı ve çözüm yolları araştırılmalıdır. 1933 Üniversite reformuna giden yoldaki Malche Raporu’nda dile getirilen: «Profesörlere düşük ücret ödenmesi, onları yan görevler almaya zorunlu kılmaktadır. Öğretim üyeleri dışarıdaki işlerini birinci, esas görevlerini ise ikinci planda tutmaktadırlar” ifadesi bazı yönleri ile 80 yıl sonra da geçerliliğini korumaktadır. Sorun bununla da sınırlı değildir ve başka bazı problemlerin var olduğu da muhakkaktır. Doktorluğun bir meslek olarak da ciddi sorunlar yaşadığı bir dönemden geçmekteyiz. Tıp eğitimi bir yönüyle usta çırak ilişkisi içerisinde biçimlenen bir meslektir. 44 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Bununla birlikte yetiştirdiğimiz insanların bizden farklı koşullarda, farklı sorumluluklar altında ve farklı hasta hekim ilişkileri içerisinde çalışacağını unutmamamız gerekmektedir. Bizim kuşağımızın belki de son dönemlerini yaşadığı fedakârlık, saygı ve güven temeline dayalı hasta hekim ilişkisi gelecekte var olmayacaktır. Bunun yerine geçmekte olan ise özel çalışma koşullarında profesyonellik temeline dayalı hasta hekim ilişkisi, kamu hizmetinde olanlar için ise mecburiyetler ve hastaların tek yönlü beklentilerinin ön plana çıktığı yeni bir çalışma düzenidir. Bir hoca için öğrencilerini belirsizliklerle dolu bir geleceğe hazırlıyor olduğunu bilmek üzücü bir durumdur. Her şeye rağmen geleceği doktorlarını yetiştirmeyi bu günden planlamaya mecburuz. Gelecekte farklı olacak olan sadece hasta hekim ilişkileri değildir. Bilginin daha hızla değiştiği, uzmanlık kavramının yeniden tanımlanacağı, uzmanlık, hatta yan dal uzmanlığı ötesinde özel bazı uygulamaları yapma yeterliliği verecek eğitimlerle biçimlenen yeni bir çalışma dünyasına doğru gidiyoruz. Tıp eğitiminin problem çözme yeterliliğini artıran, karar verme süreçlerini daha nesnel kriterlerle tanımlayan tanı ve tedavi aşamalarındaki her yaklaşım modeli için risk analizlerini yapabilen ve bunları paylaşabilen, iletişim becerileri gelişmiş doktorlar yetiştirmeye odaklanması gerekmektedir. Değiştirmeyi düşünenlerin değişmeyi bilmesi de zorunludur. Bu anlamda öğretim üyelerinin geleceği koşullarına uygun doktor yetiştirmek için yeni eğitim ve davranış modelleri geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu dönüşüm sürecinin başarıyla tamamlanmasının en temel koşulu öğretim üyelerinin hizmet yükünün azaltılıp eğitimin öncelikli görevleri haline getirildiği, belirsizlikleri ortadan kaldıracak yasal düzenlemelerin yapılmış olduğu yeni bir çalışma düzeninin kurulmasıdır. kampus İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ 18 Kasım 1833’de Türkiye’nin ilk ve tek üniversitesi olarak öğrenim hayatına başlamış olan İstanbul Üniversitesi, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk Avrupa tarzı üniversite olarak kabul edilen Darülfünun’un doğrudan devamıdır. Ayrıca okulun bazı birimleri temelleri İstanbul’u fethinin ertesi günü 30 Mayıs 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in emriyle kurulan Sahn-ı Seman medreselerine kadar dayandığından okulun kuruluşu bu tarihe kadar uzanır. Bugünkü hali ise 1933 yılında kurulmuştur. 2011 yılında, “Dünyanın en iyi 500 üniversitesi” sıralamasına Türkiye’den giren tek üniversite olan 46 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 İstanbul Üniversitesi aynı zamanda Asya Pasifik bölgesinin de en iyi 100 üniversitesi arasındadır. Üniversitede yaklaşık 73.000 lisansüstü, lisans ve ön lisans öğrencisi öğrenim görmektedir. Bu yükseköğretim işlemi 12000 öğretim üyesi ve öğretim elemanı tarafından gerçekleştirilmektedir. İstanbul Tıp Fakültesi, Türkiye’de Üniversite reformuyla kurulmuş ilk tıp fakültesidir. Türkiye’de modern tıbbın gelişimine öncülük etmiş, sayısız hekim ve bilim adamı yetiştirmiştir. Efsanevi profesörleriyle tarihe tanıklık etmiş bir kurum olan İstanbul Tıp Fakültesi, Fatih ilçesinin Çapa semtin- de yer almasından dolayı halk arasında daha çok Çapa Tıp Fakültesi olarak bilinir. 1967 yılı, İstanbul Üniversitesinde tıp eğitimi için gerçekleştirilen yeni bir atılımı temsil etmektedir. O tarihe kadar İstanbul Tıp Fakültesi birçok farklı hastaneden oluşan bir yapı olarak faaliyet göstermekteyken, bunlardan birisi olan Cerrahpaşa kampüsü yeni bir fakülteye dönüştürülerek “Cerrahpaşa Tıp Fakültesi” adıyla İstanbul Üniversitesinin ikinci Tıp fakültesi olarak eğitim vermeye başlamıştır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ismini semte adını veren Cerrah Mehmet Paşadan almıştır. TIP EĞİTİMİNİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİNDE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ Ülkemizde, modern tıp eğitiminin geçmişi, 200 yıla yaklaşmaktadır. İstanbul Üniversitesi değişik ad ve yapılanmalar şeklinde dahi olsa ilk yıllarından itibaren bu sürecin içerisinde yer almış olup günümüzde de «Tıp Eğitimi” alanında da öncü olma misyonunu sürdürmeye devam etmektedir. İstanbul Üniversitesinin eğitimde yüklenmiş olduğu misyonunu tanımlarken sadece öncü olmaktan bahsetmek konuya dar bir açıdan bakmak olacaktır. İstanbul Üniversitesinin gerçekleştirdiği, öncülüğün de ötesinde bir anlam taşımaktadır. Osmanlı döneminde başlayan Tıp Eğitiminin, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş kurumlarına dönüşerek devam eden süreci büyük ölçüde İstanbul Üniversitesinin kuruluş ve kadrosu içerisinde gerçekleştirilmiştir. 1846’da kurulan Darülfünun, Osmanlı imparatorluğunun çağı yakalamak için başlatmış olduğu muazzam, ancak geç kalmış atılımın eğitim sahasındaki bir ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Takip eden dönem içerisinde bazı yapısal değişiklikler ile birlikte varlığını sürdüren bu kuruluş 2.Meşrutiyet döneminde Darülfünun-ı Os- mani, 1913 den sonra ise “İstanbul darülfünunu” olarak adlandırılmıştır. Darülfünunun görevi Osmanlı döneminin sona ermesi ile bitmemiştir. Yeniden yapılandırılan İstanbul Darülfünunu, 10 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst düzeydeki eğitim kurumu olarak genç cumhuriyete hizmete devam ettikten sonra İstanbul Üniversitesine dönüşerek misyonunu bu kuruma devretmiştir. Osmanlı döneminde modern tıp eğitimin başlangıcı olarak kabul edilen 14 Mart 1827, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin kuruluşudur. Sivil tıp eğitimi ise bundan yaklaşık 40 yıl sonra kurulmuş olan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye ile başlamış olup, 1903 yılında askeri ve mülki tıbbiyelerin birleştirilmesinden sonra tıp eğitimi tek çatı altında devam etmiştir. Aynı yıllar içerisinde eğitime başlayan “Şam Tıp Fakültesi”ni de Darülfünun ’un bir kuruluşu olarak değerlendirmek doğru olacaktır. Bütün bu kurumların manevi mirası günümüzde İstanbul Üniversitesince temsil edilmektedir. İstanbul Üniversitesi 1945 yılına kadar ülkemizde tıp eğitimi yapılan tek kurum olma özelliğini korumuştur. 1967 yılı, İstanbul Üniversitesinde tıp eğitimi için gerçekleştirilen yeni bir atılımı temsil etmektedir. O tarihe kadar İstanbul Tıp Fakültesi birçok farklı hastaneden oluşan bir yapı olarak faaliyet göstermekteyken, bunlardan birisi olan Cerrahpaşa kampüsü yeni bir fakülteye dönüştürülerek “Cerrahpaşa Tıp Fakültesi” adıyla İstanbul Üniversitesinin ikinci Tıp fakültesi olarak eğitim vermeye başlamıştır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde yer alan İngilizce tıp eğitimi yapılan bölüm ise 1987 yılında eğitime başlamıştır. Bu yapılanma içerisinde 2012 ÖSYM kontenjanları dikkate alındığında, İstanbul Üniversitesi bünyesinde tıp eğitimi veren kurumların toplam kontenjanının 791’e ulaşmış olduğu görülebilir. Bu sayı 2012 yılında tıp fakülteleri için ayrılmış olan 9560 kontenjanın % 8,2’sini, devlet üniversitelerine ait kontenjanın ise % 9,4’ünü temsil etmektedir. Tıp Eğitimi yapılan devlet üniversitesi sayısının 60 civarında olduğu düşünülürse İstanbul Üniversitesinin tek başına temsil ettiği % 10’a yakın (%9.4) öğrenci kontenjanının ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 47 İstanbul Üniversitesi geçmişinden gelen gücünü ve ayrıcalıklı konumunu mevcut durumu ile de korumakta olup bunu geleceğe taşımak için gereken projeleri hayata geçirmeye başlamıştır. Yüksek Öğrenim Kurumunun 2011-2012 Eğitim yılı yükseköğrenim istatistikleri dikkate alındığında İstanbul Üniversitesine bağlı eğitim kurumları eğitici kadro bakımından en avantajlı durumdaki tıp fakülteleri arasında yer almaktadırlar. Sadece Profesör, Doçent ve Yardımcı doçent sayıları dikkate alındığı takdirde dahi İstanbul Tıp Fakültesinde 433, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 483 öğretim üyesi olduğu görülebilir. Bu tablo içerisinde İstanbul Üniversitesinde görevli öğretim üyesi sayısı 916 ya ulaşmaktadır. Diğer öğretim üyeleri ve öğretim üye yardımcıları da dâhil edildiğinde bu sayı 2060’a ulaşmaktadır. 2010 Türkiye’de Sağlık Eğitimi ve sağlıkta İnsan Gücü Durum Raporu’nda yer alan şekliye Türkiye’de üniversite hastanelerinin toplam 34.042 hasta yatağı mevcut olup bunların 3000’i İstanbul Üniversitesine bağlı tıp fakülteleri hastanelerinde bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesinin, Tıp Eğitimi alanındaki köklü geçmişinin izlerini her alanda görmek mümkündür. 1916 yılında “Darülfünun Tıp Fakültesi Mecmuası” adıyla yayınına başlanılan dergi, 1938 yılında yeniden yayın hayatına başlarken “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası” adını almış olup bu gün ise “İstanbul Tıp Fakültesi Dergisi” adı altında yayın hayatına devam etmektedir. Gü- nümüzde halen kullanılmakta olan İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi kampüsleri birçok yönüyle ülkemizdeki tıp eğitimi ve sağlık hizmetinin geçmişe ait önemli izlerini taşımaktadır. Her iki fakülte de geçtiğimiz yüzyılın başlarında inşa edilmiş olup halen kullanılmaya devam edilen binalar, Türkiye’de tıp eğitiminin öncülerinin isimlerini taşıyan amfiler, geçmişten geleceğe uzanan birer köprü, tarihin birer tanığı olarak durmaktadırlar. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde halen “Tıp Kültür Birimi” olarak kullanılan bina 1912 yılında inşa edilmiş olup, o tarihlerde 150 yataklı bir hastane olarak hizmet vermiştir. İstanbul Tıp Fakültesinde dekanlık binasının yanında dermatoloji anabilim dalı tarafından kullanılan binanın geçmişi ise 1910 yılına kadar uzanmaktadır. Bu gün için Cerrahpaşa Yerleşkesi 170 dönüm, Çapa Yerleşkesi 110 dönümlük bir alana sahip olup, Cerrahpaşa Yerleşkesinde 4, Çapa Yerleşkesinde ise 8 adet tarihi bina bulunmaktadır. Başlatılmış olan “Yeni Çapa” ve “Yeni Cerrahpaşa” projeleri ile yakın bir gelecekte yaşadığımız dönemin en modern ve ileri eğitim ve sağlık kurumları olarak uzun yıllar boyunca hizmet verebilecek imkânlara kavuşmuş olacağız. Bu yenilenme ve günümüzde başlamış olup yeni yerleşimle birlikte ivme kazanacak olan yeniden yapılanma süreci ile İstanbul Üniversitesi bir kez daha geçmişten geleceğe köprü olma görevini başarıyla yerine getirmiş olacaktır. Bu proje ile her iki tıp fakültesinin İstanbul Üniversitesi’nin tarihsel önemine, gücüne ve hedeflerine destek veren nitelikleri en üst düzeyde taşıması amaçlanmıştır. Projede yenilenmenin tarihi yarımadanın mevcut ve gelecekte ortaya çıkarılacak tarihi dokusu ile uyumlu, güneş enerjisi gibi çevre dostu teknolojileri kullanabilen, yağmursuyu drenaj ve depolama ile suyun tekrar kullanımı gibi doğal enerji kaynaklarını en verimli şekilde kullanımını gözeten örnek binalar olması hedeflenmektedir. İstanbul Üniversitesinin tıp eğitimi sahasındaki değişimi ve yeniden yapılanması eğitim ve hastane ortamlarının yenilenmesi ile sınırlı bir konu olarak görülmemiştir. Tıp Eğitimi ve 48 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 sağlık Hizmeti sunumu konularında günümüzün ihtiyaçlarını karşılamak daha da önemlisi geleceğin doktorlarını yetiştirmek için başlatılan yapısal değişim süreci bütün hızıyla devam etmektedir. 2008-2009 Eğitim yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde başlatılan entegre eğitim modeli ilk mezunlarını 2014 yılı sonunda verecektir. İstanbul Tıp Fakültesi’nde de benzer bir çalışma yürütülmekte olup yeni eğitim modeli için hazırlıklar son aşamaya ulaşmış bulunmaktadır. Eğitimdeki yeniden yapılanma basit bir sistem değişikliği olarak kalmayacak, mezuniyet sonrası eğitimi de içine alacak şekilde günün gereksinimlerine en iyi şekilde cevap verebilecek doktorları yetiştirmeye yönelik bütünleşik bir faaliyet olarak devam edecektir. Doğrudan eğitim ile ilgili görünmese bile yeniden yapılanmanın diğer bir uygulaması da İstanbul Üniversitesi hastanelerinin yönetim bakımından tek bir çatı altında toplanması olmuştur. İstanbul Tıp Fakültesi hastanesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi, Kardiyoloji Enstitüsü, Onkoloji Enstitüsü ve Diş Hekimliği Fakültesi hizmet üniteleri “İstanbul Üniversitesi Hastaneleri Genel Direktörlüğü” (HAGED) çatısı altında bir ortak yönetim planına dâhil edilmişlerdir. Bu yapılanma ile: Eğitim, araştırma ve hizmet faaliyetlerine bütünleşik bir yapı içinde olanak sağlanması, verimlilik, mali disiplin, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve katılımcılık gibi çağdaş yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi amaçlanmıştır. Gelecekte İstanbul Üniversitesine düşen görevin çok daha zor ve sorumluluklarla dolu olacağı düşünülmekte ve buna göre hazırlanılmaktadır. Bu gün için öncelik taşıyan konu sağlık hizmetleri için yetişmiş nitelikli insan gücünün temini olsa bile üniversitelerin temel görevinin “ bilgi üretimi” olduğu hiçbir zaman unutulmamıştır. Bilgi üretimi kavramını “yayın yapma kavramının” ötesinde bir yerlere konumlandırmamız gereken günler uzağımızda değildir. İstanbul Üniversitesindeki tıp eğitiminin gelecekteki önceliği de bu doğrultuda olacaktır. Dileğimiz 14 Mart 2027’ye Tıp Eğitimin başlayışının 200. yılına bütün bunları başarmış olarak girebilmektir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 49 röportaj TIP DÜNYAMIZIN DUAYENLERİNDEN PROF. DR. RIDVAN EGE: Hocam, Tıp Bayramı dolayısıyla Mart sayımızın kapak dosyasını tıp eğitimi ve hekimlik olarak belirledik. Hekimlik deyince aklımıza duayen bir isim olarak siz geldiniz. Rıdvan Ege denilince sizin aklınıza neler geliyor? Bize biraz kendinizden kendinizce bahseder misiniz? Prof. Dr. Rıdvan EGE: Efendim ben 1925’te Denizli’de doğmuşum. Babam eski adıyla baytar, şimdiki adıyla veterinerdi. Annem ev kadınıydı, o da o zamanın şartlarıyla ilkokulu bitirmişti. 4 kardeştik, hepsini kaybettim. Büyük ağabeyim doktordu. İkincisi avukattı. Biz Atatürk heyecanı, İsmet Paşa heyecanıyla büyüyen kuşağız. Bunların ismi bile duyulunca hala yüreğim hoplar. Çünkü o zamanlar çok kötü şartlarda bir yerden bir yere gelmiştik, şimdiki gibi her şey modern değildi. Hastane vardı Denizli’de, hasbelkader birkaç da hekim vardı. O heyecanlarla Ağabeyim de tıbbiyeye 50 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 girmişti. Hani bir şey vardır ya insan daima imrenir gözünün önündeki birine, ben niye olmayayım dedim. Babam zaten karışmazdı eksik olmasın, ne isterseniz onu olun derdi. Tabi bir veteriner müdürünün maaşıyla İstanbul’da talebe okutmak muazzam bir mesele… 130 lira maaşı vardı baytar müdürünün o zaman. Ben askeri tıbbiyeye gireceğim dedim, askeri tıbbiyeye girdim. Oranın bedava olduğunu öğrendiğim için gittim. İstanbul Tıp Fakültesinde okuyorduk fakat yatakhanemiz, yemekhanemiz Beyazıt’taydı tam üniversitenin yanındaydı o zaman. Elhamdülillah hep birincilikle bitirdim. 1948’de mezun oldum. Büyük ihtişamla diploma töreni yapıldı, Kazım Karabekir Paşa Meclis Başkanı, İsmet Paşa Devlet Başkanı. Ben nutuk veriyorum birinciyim diye, “hizmet neredeyse oraya gideceğiz” diye bangır bangır bağırıyorum. Sağlık Bakanı da orada, Refik Saydam; “sı- nıf 1. ve 2.’lerine kura yok, istediğiniz yere göndereceğiz.” dedi. Ben özellikle kura çekmek istedim. Erzincan 8. Hava Üssü Hekimliğini çektim. Eyvallah dedik, hanıma söyledim hiç gık demedi kızcağız, İstanbul kızıydı ama kalktı benimle geldi oraya. O zaman depremden yeni çıkmıştı Erzincan. Gittik orada muayenehane açtım ve oraya yazdım: “muayene 5 lira, parası olmayana bedava” Erzincan halkı çok iyi insanlardı, deprem onları perişan etmişti. Üsteğmendim ama orada 3 sene paşalar gibi yaşadım. Sonra ihtisas için Gülhane’ye geldim. Şimdi Kara Kuvvetlerinin olduğu yerde GATA vardı o zaman. Cerrah olmak istiyordum. Recai Ergüder gibi çok değerli bir hoca vardı Gülhane’de, onun yanında çalıştım. Sonraları Amerika’da, Avrupa’da hastanelerde çalıştım yıllarca ama onun kadar iyi, onun kadar becerikli az konuşur ve çok öğretir bir Hoca görmedim. Doçent olur olmaz Amerika’ya gittim, ilk gidişim o oldu. Columbia Üniversitesine gittim, orada bir sene genel cerrahide kaldım. O dönemde Tekin Arıburun Hava Kuvvetleri Komutanıydı, ona yazdım; “Paşam ben genel cerrahi olarak burada tatmin edildim, kendimi aşağı yukarı yetiştirdim sayılır ama bizde ortopedi dalı yok, ben bu dalda çalışmak istiyorum” dedim. 6 ay yurt dışı iznimi uzattılar, araştırmam için. Sonra buraya geldim, ortopedinin adı “çocuk cerrahisi ve ortopedi” idi… Kırık çıkık katiyen ele almazlardı yani. Cerrahlar zaten çok yoğundu, bu tedavileri yapmazlardı. Kırık çıkıkçılar yapardı bu işleri. Ben başladım kırık, çıkık tedavisine. Ondan sonra herkes şaşırdı. Her türlü kırıkta tedaviler yaptım, bir çalkantı oldu tıpta. Onun üzerine bir daha Amerika’ya gittim ikinci defa, 3 sene daha kaldım. Yani bugün bildiğimiz anlamdaki ortopedinin zeminini siz mi hazırladınız? Öyle tabi… Türkiye’de hakikaten ortopediyi modernize ettik. El yaralanması da oluyordu mesela, hiç bakamıyorduk, bilemiyorduk yani. Ya eli kesiyorlardı, ya parmağı kesiyorlardı. Sonra el cerrahisini kurduk, ortopedinin cemiyetini kurduk. Eskiden çocuk cerrahisi ve ortopediydi, onu ortopedi ve travmatoloji olarak ayırdık. İlk ameliyatı ne zaman, nasıl yaptınız? İlk ameliyatımı ikinci sınıfta yapmışımdır. Ben birinci sınıftan itibaren yaz tatilinde memleketime gitmezdim, hep hastaneye gitmişimdir, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne. İlk ameliyatımı anlatayım; 2’den 3’e geçeceğim, yine yazın oradaydım. Yukarıdan bir hoparlör anonsu, diyor ki, örfi idare komutanı falanca paşa hazretleri hastanemizi denetlemeye gelmişlerdir, derhal geliniz. Ameliyatı yapan operatörü çağırıyor başhekim. Hastanın karnını açmış ama daha apandisti almamış. Sen devam et dedi, efendim ben nasıl devam ederim dedim, yaparsın yaparsın dedi kalktı gitti. Böylelikle başladım yani ikinci sınıfta ilk ameliyatı yaptım ondan sonra böyle gitti. Doktor olduktan sonra Erzincan’da da ameliyat yaptım. Operatör yoktu çünkü. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 51 O zaman tıp eğitim nasıldı Hocam? Çok iyiydi. Darülfünundu o zaman üniversitenin adı, bütün hocalarımız Almandı. Türk hocaları birkaç taneydi, onların yardımcılarıydı. Süper bir eğitim yaptık yani çok sert adamlardı ama çok dürüst insanlardı. Peki, şimdi nasıl tıp eğitimi size göre? Bana göre yine iyi. Ama eleman olmayan yerlerde, alet edevat olmayan yerlerde de üniversiteler açtık. Devletin sistemini eleştirmek bizim hakkımız değil tabi ama tıbbiye gibi, mühendislik gibi, hukuk gibi böyle toplumun tümünü ilgilendiren konularda seçkin hocalarla, seçkin yerlerde fakülteler açması bence daha uygun olur gibi geliyor. Hocam 1950’li yıllarda imkânlar nasıldı, insanlar sağlık hizmetini nasıl alıyorlardı? Yine Sağlık Bakanlığı iyi kötü bir organize olmuştu. Refik Saydam çok büyük adamdır, o bu reformu sağlamıştır Sağlık Bakanıyken. Son dönemlerde hekimlik ve para meseleleri çok ön planda... Sizin hayatınızda nasıldı ve sizce hekimle paranın ilişkisi nasıl olmalı? Efendim bütün dünyada hekimler ve hukukçular serbest meslek yaparak para kazanan insanlardır. Yani hastanelerden, şuradan buradan değil de serbest meslek olarak. Özel hastaneler vardır. Biz de özel hastane çok azdır, iyi ki öyledir. Çünkü biz fakir memleketiz. Ben hayatımda hastanın haline bakıp da para ver dediğimi hatırlamam, sen onu harçlık yap git derim. Ne olacak? 5 lira almakla, 10 lira almakla ben zengin mi olacağım? Ama insanlar şimdi çok hırslı. Benim şimdi bir tane evim var, bir dairem var işte üstünde de kızım oturuyor. Her şeyi buraya (Üniversiteye, Vakfa) vermişim ben buralara vermişim. Bakın Ankara’da bir Anadolu Lisesi vardır 1.100 kişilik, anaokulu vardır, ilkokul vardır ondan sonra başka illerde de yaptırdığımız okullar vardır. Ne kaybedeceğim yani? Bazen gelir sorarlar Hocam siz kim bilir kaç paradır maaşınız diye. Ben daha buradan 52 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 10 kuruş almamışımdır, almam da. Çünkü almak için değil, ben vermek ve burayı canlandırmak için kurmuşum. Şimdi 13 katlı binayı bitirdim, gelecek sene açacağım. Aşağı yukarı 55 milyon lira sarf ettim, 30 milyon daha inşaata, 15 milyon da mefruşata gidecek. Uykularım kaçıyor nereden para bulacağım diye. İşte benim 3-5 kuruşum daha var ama yetmez. Kredi alırız şu bu... Yani bir işi almak için değil de, vermek için gireceksiniz, paylaşacaksınız. Aç mı kaldım ben? Bir tane kızım var, işte İngilizce dili edebiyatı profesörü, bir eşim var o da profesör doktordu. Ben 90 yaşındayım, eşim 88 yaşında, hayatımız gidiyor... Onun için tok olacaksın, hekim olan insanın mutlaka özverili olması lazım, paylaşımcı, sevecen olması, sevgisini ve himayesini belli etmesi lazım. Eşiniz Binnaz Hanımla nasıl tanıştınız? Nasıl karar verdiniz evlenmeye? Sınıf arkadaşımdı. Baktım, huyuna, suyuna baktım, bir zabit çocuğuydu, yani subay çocuğu. Terbiyeli, hala öyledir, karışmaz herkesin işine. Çok iyidir, dünya meleğidir. Daha hayatta bir gün bağırdığımı veya onun bana bağırdığını görmemişimdir. Ben 1949’da evlendim, 64 yıllık eşimdir. Ben hayatta kimseye bağırmamışımdır. Askerimdir, yani zıt olmam lazım ama katiyen bağırmazdım. Bağırarak gücünüzü ispat edemezsiniz. Benim karikatürümü yaparlardı, Rıdvan Ege Hocanın kızdığını şekerim kelimesinin tonundan anlarız demişler. Şekerim, bu böyle mi yapılır falan derim ben. Hoca kızdı derler… Hocam çalışma düzeniniz nasıldı, ailenize vakit ayırabiliyor muydunuz? Nasıl ayırmam, hanımım da doktordu benim ve ona göre ayarlardım. Gitmediğim yer yoktu işte Güney Afrika, Japonya’da, ondan sonra Pakistan’da, Hindistan’da konferanslar vermişimdir. İnsanın içinde bir kıpırtı olacak. Bence insanı sevmeyen, fedakâr olmayan, paylaşmasını bilmeyen insanın doktor olmaması lazım… Sizin zamanında doktor azdı, önünüzde de uzmanlar yoktu ve siz çok çalışıyordunuz. Şimdi de doktor eksiği var deniliyor Türkiye’de ve bu nedenle doktorlar ve özellikle asistanlar çok çalıştırıldıklarını söylüyorlar. Sizce durum nasıl? Biz gün aşırı nöbet tutardık ve neredeyse hiç uyumazdık. Oldukça fazla hasta gelirdi Cebeci’de veyahut da Gülhane’de, en merkezi yerdeydik. Hiç uyumazdık fakat ertesi gün de işe giderdik. Hekim olan fedakâr olacak, hep bana değil de hep bize diyecek. Yani toplumla paylaşacak. Evvela insani duyguları olanın hekim olması lazım, yani insani sevgileri, anlayışı olan… Bunu bilerek seçecek mesleğini. Hekimlik bence bir manevi feragattir, yani paylaşacaksınız. Ondan zevk almazsanız zaten yapmayın hekimliği. Pek aklım ermemekle beraber, hekimi zorlamamak lazım bence… Belli bir saat koyacaksınız, saat 3 mü, 2 mi, 4 mü, neyse, hekimi serbest bırakacaksınız. Halk da istediği doktora gidecek. Hekime itibar edeceksiniz ve hizmet bekleyeceksiniz. Sizin doktorluk yaptığınız yıllarda halkın hekimlere, doktorlara bakış açısı nasıldı ve şimdi nasıl? Bunu karşılaştırır mısınız? Bir de Aile Hekimliğini var Hocam, son dönemde gündemde olan. Bu çalışmayı nasıl buluyorsunuz? Efendim, gene halk hekime saygı duyuyor. Fakat bazı hekimler şimdi o saygıya layık olmuyor, yani hep para. Parayla bir şey olmaz. Ben kaç tane okul yaptırmışımdır. Yani Allah daha versin daha yaptıracağım. Eşim şu yandaki büyük binayı 2,5 milyona yaptırdı, bütün varlığını oraya verdi bu sene, hemşirelik okulu, yüksek hemşirelik okulu. Çünkü 4 kişinin omzunda gideceğiz, hiç bilmiyorlar insanlar. Efendim, çok iyi. O çünkü hastanın ayağına kadar da gidebilecek veya hasta kolaylıkla ona gelebilecek. Onun için o çok lazım, çok iyi. Kimler kurdu, kimler sürdürüyorsa hepsinden Allah razı olsun. Sürekli eleştirerek bir yer varılmaz. İyi işleri takdir etmek lazım ki onlar daha iyisini yapsınlar. O zaman mı vatandaş hekime karşı daha saygılıydı ya da daha araları iyiydi, şimdi mi Hocam? Vallahi ben hep saygı görmüşümdür, hiçbir şey diyemem. Hiç daha ben, sen benim paramı aldın, sen benim canımı yaktın diyeni görmemişimdir. Zaten sıkıntılı olana ben yardımcı olurum, ilacını bile veririm. Tam günle ilgili tartışmalar var şu anda gündemde. Bu konuyu nasıl değerlendirirsiniz? Son olarak, doktorlara nasıl tavsiyelerde bulunursunuz? Doktorların sevmesini, vermesini ve paylaşmasını bilmelerini isterim. “Yani ben üstün bir gücüm” değil de, “Allah’ın bana verdiği bir lütuf gereği ben bu mesleği seçmişim” demeleri gerekir. Hocam, vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim. Yüreğinizin ve yüzünüzün güzelliği hayatınıza yansısın her zaman… SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 53 EGE KİMDİR PROF. DR. RIDVAN kültesini İ.Ü. İstanbul Tıp Fa ’de 48 19 . dı la am mi ola’de tam rbakır’da uçuş heki ya öğrenimini Denizli e Di lis ay ve tı al ta a, or , n’d İlk ca zli’de doğdu. iki buçuk sene Erzin 1925 yılında Deni e stajından sonra an lh Gü k llı yı r Bi . birincilikle bitirdi ika’ya Colombia için 1955’te Amer ı lığ ı. pt an m ya uz et i zm oj hi ol rak topedi ve Travmat yurda geri döndü. olduktan sonra Or h rra Ce l ne Ge oji uzmanı olarak ol at m atandı. Anav Türkiye’de Tr ve di ’da Ortope inik Direktörlüğüne 59 Kl i 19 ; oj ol tti gi at e m i’n av es Tr ması üzedi ve Üniversit üyesinin hastalan kez kurulan Ortope tim ilk re öğ ’ta i 60 oj ol 19 e at m e’d av Tr nde Gülhan ki tek Ortopedi ve dirildi. Türkiye’ye dönüşü Ortopedi Kliniğinde kültesinde görevlen si Fa lte Tıp i kü es Fa sit Tıp er i iv es utkara Üniversit l süreyle Ankara Ün ı ile Amerika’ya So lu kararıyla beş yı Fullbrigt Program ’te 68 19 tı. lış ça rine, Bakanlar Kuru i’nde lombia Üniversites yle Harward ve Co re sü n gönderildi. içi ne si se r hi bi rra ’de Üyeliği, Kaza1962 esi’ne El Ce sit er iv Ün a bi siteler arası Kurul m er lo iv Co Ün ve ve a i ni iğ el or lif Üy Ca leri Ortopedi hern i Senato ve Gazi Tıp Fakülte Gazi Üniversiteler lya ve ta ra An ka , ra An ı, ka ığ An nl , si Deka ademisi ğü, Dünya Sağlık Ankara Tıp Fakülte lhane Askeri Tıp Ak lı Teknik Direktörlü Yı Gü r , tla ğü lü ka ür Sa lı üd Yı M 1981 itüsü bulundu ve AnBirleşmiş Milletler ları Araştırma Enst iği gibi görevlerde ı, el lığ üy an lu şk ru Ba Ku lı Da tim abilim anlığı, Kızılay Yöne öncülük etti. ve Travmatoloji An ık Bakanlığı Danışm ın çıkarılmalarına ğl rın Sa la ı, sa lığ ya an ve şm na nı inin sahibi kuruluşu Teşkilatı Da anan iki tıbbi derg i Tıp Fakültelerinin nl er yı el ya sit e er ld iv di ı Ün nc zi ba talya ve Ga bulunmaktadır. Ya aştırma/çalışması ar 6 31 ve p ta ki 1 16’sı İngilizce, 11 SSH ( Avrupa El inin de editörüdür. ri Federasyonu), FE le ın dışında iki derg ek ar rn nl De bu , si rü hi itö rra ed ve u) Yönetim Kurulu rası El Ce ekleri Federasyon y, IFSSH (Uluslara rn er De rg i oj Su l ol at na io m at av rn ve Tr Inte l Üyesidir. MMOT( Halen College of T( Avrupa Ortopedi si Derneği Onursa hi OR EF rra , Ce u) El on n sy po ra Ja de ri Fe lığı yaptı. üyesidir. Cerrahisi Dernekle süreyle de başkan ational Commitee l yı rn te 12 In ve T u CO un SI uğ ve l ul ou n katılımın oji Birliği)’nin kurc veya General Cons 05’te üç bine yakı pedi ve Travmatol to 20 Or ve n ğu ni do si’ ta re Or ng ve Ko boyunca 26 remite Akdeniz ptı. Meslek hayatı nya El ve Üst Ekst ya ı Dü ın 8. lığ ğı an dı şk tıl Ba ka n in ni dar kişin matoloji Kongresi’ 2001’de iki bin ka a Ortopedi ve Trav ny Dü . 23 ki a l’d Hizmet, olduğu İstanbu t edildi. ve Dünya Tıbbına ü ve ül da Öd ak et ar ol zm ı Hi ac k Tübita itesi Kaülkeye konuşm anı Ödülü, 1996’da ’de Olimpiyat Kom şk 98 Ba 19 f kı ü, ül Va ı Öd rıl ı şa an şk rkiye’nin En Ba vanını aldı. En Başarılı Vakıf Ba 1996 ve 2002’de Tü i Bilim Doktorası Un 02’de Türkiye’nin hr 20 . Fa i du es ol sit bi er hi iv sa n Ün k Gerin Madalyası’nı ülü, 2001’de Selçu ırdı ve Milli Eğiadolu Liseleri yapt Bilim Dalı büyük öd ” An ay ve Pl r ul ai ok “F İlk lı, , lu Da ku riyer ra ve İzmir’de Anao i ve kızı adına Anka eş , isi nd ke e Eg ari Bilimler, Dr. Rıdvan kuk, İktisadi ve İd . dı Hu , şla ğı Tıp ba ile a ğı ı’n ılı ığ ac ın ar tkıları ile tim Bakanl Rıdvan Ege’nin ka ları Yardım Vakfı’n rı za la Ka na ik bi af zı Tr ba l iye hi rk ğışı dâ ersitesi’nin ı olduğu Tü ve Ufuk Ege’nin ba rındıran Ufuk Üniv an ba ol Rıdvan Ege, Başkan sü de in itü es st ny en 4 bü külteleri ve ma Hastanesini de Fen ve Edebiyat Fa aştırma ve Uygula Ar ık ğl Sa yeti Başkanıdır. e Eg an inde Mütevelli He es sit kurulan Dr. Rıdv er ve Travmatoloji iv Ün uk Uf ı, Türkiye Ortopedi lük etmiştir. kf cü Va ön nu a yo ın as as lit lm bi ru ku um Kuruluşlarının rın Reha rneği gibi Sivil Topl ve Türkiye Sakatla ı De kf m Va iti Eğ ım rd ve Ya a m rı la Ödülü adıyla baAraştır Türkiye Trafik Kaza . Rıdvan Ege Teşvik rk Modern Cerrahi Dr Tü si i, re eğ ng rn Ko i De oj si ol hi at rra Ortopedi ve Travm Derneği, Türk El Ce an Ege, Ulusal Türk ol ı an şk ba ve su kurucu r. re ödül vermektedi şarılı ortopedistle 54 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 55 portre Kapak dosyamızı “Türkiye’de Hekimlik ve Tıp Eğitimi” olarak belirlediğimiz bu sayımızla birlikte, ülkemize Tıp alanında çok önemli ve kalıcı hizmetler veren değerli isimleri tanımak/hatırlamak adına yeni bir çalışmaya adım atmak istedik. Önümüzdeki sayılarda da devam edeceğimiz bu çalışmaya, farklı alanlarda hizmet veren hastanelerimizin kurulmasına öncülük eden ve isimlerini sıkça duyduğumuz hocalarımızla başlıyoruz. İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Refik Saydam 8 Eylül 1881 günü İstanbul’un Fatih ilçesinde dünyaya gelen Refik Saydam, mahalle mektebinin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi’ne (1892) ve İstanbul Kuleli Askeri İdadisi’ne (1896) girdi. Askeri Tıbbiyeyi Doktor Yüzbaşı olarak 22 Ekim 1905 günü bitiren Refik Bey, üç yıl Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde Embriyoloji ve Histoloji bölümlerinde çalıştı. 1910 yılında eğitim için yurt dışına gitti. Almanya’da Berlin askeri tıp akademisinde Brandenburg, Danzig, Spandou ve Scharite’te eğitim gördü. Balkan Savaşı’nın çıkacağı belli olunca İstanbul’a döndü (1912). Balkan Savaşı’nda Antalya’da ve Çatalca cephesinde Kolera hastalığını önleyici çalışmalar yaptı. 1914’te atandığı sahra genel sağlık müfettiş muavinliği sırasında bakteriyoloji ensti- tüsünü örgütleyerek tifo, dizanteri, veba ve kolera aşılarının, tetanos ve dizanteri serumlarının burada üretilmesini ve I. Dünya Savaşı boyunca ordu ihtiyacının karşılanmasını sağladı. Salgın hastalıklarla mücadelesini Hasankale’de cephe hizmetinde sürdürdü. Tifüse karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti ve I. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda ve Kurtuluş Savaşında kullanıldı. 1919’da 9. Kolordu sağlık müfettişi muavinliği görevi ile Mustafa Kemal’in yanında Samsun’a çıkan Refik Bey Erzurum’da Mustafa Kemal’in karargâhı dağıtıldıktan sonra Erzurum askeri hastanesi bulaşıcı hastalıklar servisi şefliğine atandı. Fakat bu görevi kabul etmeyerek ordudan ayrıldı. Erzurum ve Sivas kongrelerinin çalışmalarına katıldı. 1920’de TBMM’ye Doğubayazıt milletvekili ve Milli Savunma Vekâletine bağlı Sıhhiye Dairesi Başkanı olarak girdi. İkinci dönemden başlayarak üyeliğini İstanbul milletvekili olarak sürdürdü. Aynı yıl Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı (Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili) seçildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık Bakanı olan Refik Bey 14 yıl sürecek olan bu görevinde sağlık hizmetlerinin temellerini attı. 1924’de Ankara’da ve daha sonra Erzurum, Diyarbakır, Sivas ve diğer birçok ilde memleket hastaneleri, doğum ve çocuk bakımevleri açtı. Ayrıca bu konuda eleman yetiştirilmesine önem vererek sağlık kursları, tıp öğrenci yurtları 1928’de Hıfzıssıhha Enstitüsünü ve Mektebini, İstanbul ve Ankara’da verem savaş dispanserlerini kurdu. Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Atatürk kendisine Saydam soyadını verdi. 1931- 1938 yıllarında zaman zaman Eğitim ve Maliye Bakanlıklarına vekâleten bakan Refik Saydam, Atatürk’ün ölümünden sonra İçişleri Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği ve 15 yıl Kızılay Başkanlığı yaptı. 8 Temmuz 1942’de İstanbul’un besin sorununun düzenlenmesi için yaptığı inceleme gezisinde hayatını kaybetti. Mezarı Cebeci Asri Mezarlığındadır. * Sağlık ve İnsan Dergisi’nin ilerleyen sayılarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın daha kapsamlı anlatılacağı bir çalışma yer alacaktır. 56 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Siyami Ersek Bugün kendi adıyla anılan Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin kurucusu olan Prof Dr. Siyami Ersek 6 Haziran 1920’de Uşak’ta doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi birincilikle bitiren Ersek, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini de 1944 yılında birincilikle tamamladı. Parlak bir talebelik dönemi geçiren Siyami Ersek daha talebeyken 1942 – 1944 yılları arasında Anatomi Enstitüsünde asistanlık yaptı. Mezun olduğu yıl İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Hastanesi Cerrahi Kliniğinde Genel Cerrahi İhtisasına başladı. Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Siyami Ersek, 1948 yılında Anesteziyoloji ve Akciğer Cerrahisi dalında staj yapmak için British Consulde Bursu ile İngiltere’ye gitti. 2 yıl sonra İngiltere’den dönen Ersek, 1951’den itibaren sağlık Bakanlığına geçti ve Heybeliada Sanatoryumunda Cerrahi Şefi olarak göreve başladı. Yine aynı yıl Türkiye’ de ilk defa Pnemonektomi ameliyatını yaptı. Dr. Siyami Ersek, 1962 yılında bugün kendi adıyla anılan ve daha önce sanatoryum olan Haydarpaşa Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi’ni kurdu. Bu hastanede 1963 yılında ilk açık kalp cerrahisini uygulayan Ersek, yine 1966 yılında bir ilki gerçekleştirerek, aynı anda üç kalp kapakçığını birden değiştirdi. 1973 yılında Profesör olan Ersek, kuruluş yılından 1977 yılına kadar Haydarpaşa’da Göğüs Cerrahisi Direktörü olarak görev yaptı. 1977-1979 yılları arasında Alman Hastanesinde Başhekim olarak görev yapan Prof. Ersek bu süre içerisinde Alman Hastanesinde Akciğer ve Kalp Cerrahisi Servisi’ni kurdu. 1979’da tekrar Haydarpaşa Göğüs Cerrahisi’ne Başhekim olarak dönen Prof. Ersek 1981-1983 yılları arasında TBMM Danışma Meclisi üyeliği yaptı. Prof. Dr. Siyami Ersek 20 sene Sağlık Bakanlığı Yüksek Sağlık Şurası üyeliğinde bulunarak, bu konuda en uzun süre görev yapan üye unvanını aldı. UNESCO’nun organizasyonu ile Pakistan, Hindistan ve İran’ da seri konferanslar veren Prof. Dr. Siyami Ersek İngilizce, Fransızca ve Rusça biliyordu. TÜBİTAK üyesi olan Ersek’ in yayınlamış 4 kitabı ve 200’ün üzerinde makalesi bulunuyor. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 57 Mazhar Osman Usman Türkiye’de ilk modern ruh sağlığı hastanesini kuran Türk hekimi Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman; psikiyatri, nöroloji ve nöroşirurji/beyin cerrahisinin gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuş; akıl hastalıklarıyla ilgili kavramları, anlayışları değiştirmiş; psikiyatrinin tıbbın içinde bir dal olarak değerlendirilmesi ve ülkemizde tanınmasında, birçok hekimin de ihtisas olarak psikiyatriyi seçmesinde önemli etken olmuştur. Tıp literatürüne çok sayıda eser kazandıran Usman, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde 1940’a kadar başhekimlik görevini sürdürmüştür. 1904 yılında “Askeri Tıbbiye” okulunu, yüzbaşı rütbesiyle bitirerek doktor olan Mazhar Osman, Gülhane Askeri Hastanesi Akliye Servisinde öğretmen yardımcılığına başladı. 1908 yılında Berlin ve Münih’e giderek nöroloji ve psikoloji dallarında uzmanlık eğitimi aldı. Eğitimi sonrasında yeniden Gülhane’ye dönen Usman, 1914’te Haseki’deki Akıl Hastalıkları Müşahedehanesi’nin başhekimi ve müdürü oldu. Daha sonra Haydarpaşa Askeri Hastanesi akliye ve asabiye mütehassıslığına getirildi. Mazhar Osman, Bakırköy’de bulunan ve terk edilmiş bir kışla olan Reşadiye Kışlası’nın bulunduğu araziyi devletten talep etti. Dönemin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, başbakanı İsmet İnönü ve içişleri bakanı Refik Saydam’ın onayı ile 1924 yılında başlayan süreç, 15 Haziran 1927 tarihinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin kurulmasıyla tamamlandı. Mazhar Osman, hastanede uzun süre başhekimlik görevinde bulundu. 1933’te İstanbul Üniversitesi Psikiyatri Kliniğine Ordinaryüs Profesör olarak atanan Usman, emekliye ayrıldığı 1951’e kadar öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürdü. 58 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Türk Nöro-psikiyatri Cemiyeti’nin yanı sıra; “İçki İle Mücadele Cemiyeti” gibi sağlık derneklerinin kurucusu olan Usman, Sinir Hastalıkları (1935-1936, 2 cilt), Keyif Veren Zehirler (1934) gibi çeşitli mesleki eserler yazdı. Hamburg Akıl Hastalıkları Derneği, Fransız Nöroloji Derneği, New York Nöroloji Akademisi gibi yurtdışı sağlık kuruluşlarının onur üyeliklerine seçildi. Türkiye’de ilk kez Seroloji, nöro-patoloji, deneysel psikoloji laboratuvarları oluşturulmasında önemli rol oynadı. 1951 yılında vefat eden Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman’ın mezarı Zincirlikuyu Mezarlığındadır. Sami Ulus 1904 yılında İstanbul’un Üsküdar semtinde doğdu. Ailesi ile birlikte ikamet ettiği Üsküdar semtinde 7 yaşında 1911 yılında başladığı ilk, orta ve lise tahsilinin devamında Tıbbiye eğitimi aldı. Askerlik hizmetini ise Tıbbiye Mektebi son sınıfını okurken Gülhane Askeri Hastanesinde yaptı. 1922 yılında 21 yaşında tıp doktoru oldu. Tıp doktoru olduktan sonra mecburi hizmetini Sinop vilayeti Boyabat kazasında yaptı. Aynı zamanda ihtisas olarak çocuk doktorluğu dalını seçmişti ve bu yönde eğitim gördü. Mecburi hizmet süresini ta- mamlaması sonrasında 1927 yılında İstanbul’a döndü ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde eğitimine devam ederek üçüncü yıl sonunda ihtisasını çocuk doktoru olarak tamamladı. Çocuk Doktoru olduktan sonra 1929 yılında Konya Doğum ve Çocuk Bakım Evi’ne tayin edildi ve 1936 yılına kadar 7 yıl Konya vilayetinde görev yaptı. Konya vilayetindeki görevinden 1936 senesinde “Ankara Doğum ve Çocuk Bakım Evi”ne tayin oldu ve Çocuk doktorluğu görevine burada devam etti. İki tıbbi eser yazdı. İlk eseri 1944 yılında basılan kitap olup bu kitabı Milli Eğitim Bakanlığı satın aldı ve yıllarca orta mekteplerin son sınıflarında ders kitabı olarak okutuldu. Sağlık Bakanlığı tarafından 1954 yılında yapımına başlanan ve 1957 yılında Ankara Hastanesi olarak hizmet vermeye başlayan hastanenin Çocuk doktorluğunu da yaptı. Ankara vilayetine çocuk hekimi olarak atanması ile birlikte 1936 yılından itibaren birçok tıbbiyeli doktor, onun yanında ihtisasını yaptı ve çocuk doktoru yetiştirdi. Dr. Sami Ulus çocuk hekimi olarak Ankara’da iki ayrı hastanede hizmet verdiği 1936 - 1957 yılları arasında, kendi bireysel gözlemleri istatiksel verilerin yanı sıra nüfus artışıyla birlikte ihtiyaç duyulan tedavi edici aynı zamanda ihtisas eğitimleri verilebilen ayrı bir çocuk hastanesi kurulmasına öncülük etmiştir. Kendisini her türlü çaba ve çalışmalarıyla 4 yıl başhekim olarak Ankara Çocuk Hastanesine adayan Dr. Sami Ulus, 6 Mayıs 1965 yılında vazifesi başında 61 yaşında vefat etmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 59 kurumlarımız YEŞİLAY “YAŞAMAYI SEÇ”TİRİYOR Yeşilay, sigara, alkollü içki ve diğer uyuşturucu gibi alışkanlıklar ile mücadele eden ve bütün zararlı alışkanlıklardan halkın ve bilhassa gençlerin korunması için yaptığı çalışmalarla kamuya hizmet veren, bu sebeple de “Kamuya Yararlı Cemiyetler” arasında yer alan bir kurumdur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kısa zamanda içki ve uyuşturucu madde alışkanlığı bir salgın halini almaya yüz tutmuştu. Bu durumdan endişe eden dönemin aydınları (Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Bey ve arkadaşları) Şeyh’ül-İslam Haydarizâde İbrahim Efendi’nin teşvik ve himayesinde halkı ve gençliği uyarmak ve bu yolda mücadele etmek için 5 Mart 1920 tarihinde merkezi İstanbul’da olmak üzere “Hilâl-i Ahdar” adıyla cemiyetin temellerini attılar. Daha sonraları, cemiyet ilkönce “Yeşil Hilal” ve sonra da “Yeşilay” isimlerini kullanmıştır. Cemiyetin şimdiki yasal adı ise “Türkiye Yeşilay Cemiyeti”dir. 60 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman Cemiyetin yol haritası ve amaçlarını şöyle açıklıyor: “Yüzyıla yakın süredir Türkiye Yeşilay Cemiyeti, tüzüğündeki ifadeyle, “gençliğe ve topluma zarar veren bütün zararlı alışkanlıklarla mücadele etmek, millî kültürüne bağlı nesiller yetiştirmek” amacıyla faaliyet göstermektedir. Bu gayeyle toplumun her kesimiyle kucaklaşarak vicdan sahibi herkesin desteğiyle, kanun ve kuralların ötesinde bir gönüllülük ilişkisiyle fertlerin ve milletlerin bedenen ve ahlaken çökmesine neden olan bütün kötülüklerle mücadele etmektedir. Hilâl-i Ahdar ismiyle kurulduğu günden bu yana Türkiye Yeşilay Cemiyeti, toplumumuz ve gençliğimizle buluşmayı ve kucaklaşmayı, onları her türlü zararlı alışkanlıktan ve bağımlılıktan korumayı ve kurtarmayı hedefleyen birçok faaliyete imza atmış, bu yolda birçok başarılar kazan- mıştır. Şimdi bizler, Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin yeni yönetimi olarak, bu asırlık olgunluğu arkamıza alıp, değişen ve dönüşen dünyada daha aktif, daha global ve daha etkin bir anlayışı hayata geçirecek yeni bir sayfa açıyoruz. Hepimiz farkındayız ki kötülük ve bağımlılık bizim gibi gönüllü kuruluşlardan daha hızlı olarak memleketimizin en ücra noktalarına ulaşabilmektedir. Elde edilen istatistikler, her yıl düzenli olarak yayınladığımız raporlar kötülüğün ve bağımlılığın yayılma hızını gözler önüne sermektedir. İdarî ve emniyet tedbirlerinin yanında bir gönüllülük müessesi olan Yeşilay kurumunu daha aktif ve etkin hale getirmek mücadelenin birinci şartıdır. Bunun için bürokratik ve resmî hiyerarşinin daha az ve daha şeffaf olduğu bir teşkilat yapısı, mevcut potansiyelimizi harekete geçirmenin en önemli ayağını teşkil edecektir. Yeşilay olarak birinci gayemiz kötülüğün meydana gelmeden engellenmesidir. Bunun için de en büyük imkânımız bu durumdan şikâyetçi olan ve faaliyete geçmek isteyen birçok insanımızın varlığıdır. Milletimizin hassasiyetlerini ve vicdanını harekete geçirmek için memleket geneline yayılmış teşkilatımız etrafında organize olmuş gönüllülerimizin Yeşilay’a güç ve hareket katacağına inanıyoruz. Bunun için merkez ve taşrada Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin misyon ve vizyonu etrafında kenetlenmiş, ancak aynı zamanda kendi dinamiklerine hakim ve inisiyatif sahibi bir teşkilat yapısı öncelik listemizin başında gelmektedir. Bunun yanında kötülüğün ve bağımlılığın engellenmesinin en önemli koşullarından biri de, bağımlılıkla ve bağımlılığı teşvik eden güç ve odaklarla bilimsel metotlarla mücadele etmektir. Bizler, bağımlılık endüstrisinin gerek illegal gerek legal olarak her gün değişen ve gelişen farklı yollarla insanımıza ve gençlerimize ulaştığını ve daha da yoğun biçimde ulaşmayı hedeflediğini biliyoruz. Bunların bildik sloganlar ve metotlarla önlenmesinin giderek zorlaştığını görüyoruz. Bu sebeple gerek problemlerin ortaya çıkış ve yayılma yollarının, gerek bunlarla mücadele biçiminin ciddi bilimsel çalışmalara tabi tutulması; bu bilimsel verilerin takip edilip kamuoyu ve yetkililerle paylaşılması; ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarla bağımlılık mücadelesinin yol ve yordamlarının irdelenmesi ve uygulama imkânlarının araştırılması yeni dönemin en önemli faaliyetleri arasında olacaktır. Bağımlılıkla ilişkili problemler, sadece kendi toplumsal, idarî ve ahlaki yapımızdan kaynaklanmayıp daha geniş bir yelpazenin etki alanına açıktır. Bugün kitle iletişim araçlarıyla ve global kültürün aracı ve taşıyıcıları vasıtasıyla bütün dünyada olduğu gibi bizde de etki alanı genişleyen bir yapı ortaya çıkmıştır. Yönetim olarak biz, dünyanın geçirmekte olduğu bu tecrübeyle mücadele etme biçimini ve bu alanda ortaya koydukları bilimsel birikimi önemsiyoruz. Yerli dinamiklerimizi de kullanarak bu birikimin sağlıklı kanallara aktarılmasını gerekli görüyoruz. Bütün dünyanın vicdanıyla birlikte hareket etme arzu ve gayesiyle uluslararası alanda daha aktif bir süreci başlatıyoruz. Kötülük sadece kendi içyapımızdan kaynaklanmadığı gibi, çözüm de sadece kendi başımıza altından kalkabileceğimiz bir süreç değildir. Kötülük ve bağımlılığın daha başlamadan engellenmesi hedefimizle, dünya genelinde bu alanda mücadele yürüten kuruluşlarla irtibatlı faaliyetlere hız vermek istiyoruz. Özellikle bağımlılığın ve bağımlılık yapan maddelerin üretiminin yaygın olduğu ülke ve insanları nezdinde de yapılacak çok şey olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple bir asra yakın tecrübesiyle Yeşilay, bu birikimini yeni dönemde uluslararası arenaya taşımak ve bağımlılıkla mücadelede insanlığın ortak vicdanını harekete geçirmek azminde olacaktır. Toplumsal hayatımızın ve sağlıklı aile yapımızın akıl ve beden sağlığı yerinde nesiller eliyle yarınlara taşınması için, gündelik felsefî ve siyasî tartışmaların ötesinde bir anlayış ve azmi benimsiyoruz. Çağımızın değerleri olarak ön plana çıkan birtakım olumsuz anlayışların, özgürlük tarif ve taleplerinin bağımlılığı yaygınlaştıran bir yoruma tabi tutulmasına karşı çıkarak, ilk kurulduğu günkü ideal ve fikirlerle Türkiye Yeşilay Cemiyeti’ni hem milletimizin hem insanlığın hizmetinde daha etkili ve daha aktif bir yapıya büründürmeyi hedeflemekteyiz.” SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 61 Yeşilay Haftası’nda Bisiklet Turu Türkiye Yeşilay Cemiyeti, Yeşilay Haftası etkinlikleri kapsamında 17 ilde eş zamanlı bisiklet turu etkinliği düzenledi. Bağımlılıklardan uzak ve sağlıklı bir yaşama dikkat çekmek için düzenlenen etkinliğe her yaş grubundan çok sayıda katılımcı ilgi gösterdi. İstanbul ayağında Yeşilay Kültür Merkezi Sepetçiler Kasrı’nda başlayan tur Gülhane parkı, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Çatladıkapı, Samatya, Yedikule, Panaroma 1453 Tarih müzesi, Edirnekapı, Kariye Müzesi, Balat, Bulgar Kilisesi, Eminönü’nden geçilerek Sepetçiler Kasrı’nda sona erdi. Sonrasında çekiliş yapılıp kazananlara bisiklet hediye edildi. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’a Fahri Yeşilay Kolu Başkanlığı Yeşilay Başkanı M. İhsan Karaman başkanlığındaki heyet Yeşilay Haftası nedeniyle Ankara’da ziyaretlerde bulundu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek ve Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşen heyet, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’a ‘Yeşilay kolu’ pazubantları hediye etti. Cumhurbaşkanı Gül, Yeşilay’ın toplum sağlığı açısından önemine değinerek, son yıllarda bilinirliği azalan kuruluşu yeniden canlandırmak gerektiğine işaret etti. Yeşilay’ı hak ettiği noktaya yükseltmenin yolunun cezalar koymak yerine toplumu bilinçlendirmeden geçtiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, “Yeşilay’ın misyonunu halka doğru bir şekilde anlatmak gerekiyor. Ayırıcı değil kuşatıcı olmak zorundasınız. Herkesi işin içine çekmelisiniz. Çünkü bu kuruluş bizim çok önemli. Eskisine göre Yeşilay’a daha fazla ihtiyacımız var. Yeşilay’ı tıpkı Kızılay gibi tanınan ve uluslararası bir seviyeye çıkartmalıyız” dedi. Başbakan Erdoğan ise evinden Başbakanlığa gelirken, yol güzergâhında birçok okul gördüğünü, ortaokul öğrencilerinin birer sigara yakıp tüttürdüklerini belirterek, “Buna çok üzüldüm. Benim içim acıyor. Sizin yüklendiğiniz sorumluluk büyük. Gençlere ulaşmanız lazım” dedi. Başbakan Erdoğan, nargile konusunda duyarlı olduğunu, zararlı alışkanlık değilmiş gibi gençler arasında bir sosyalleşme aracı olarak yayıldığını söyledi ve cezai tedbirlerden çok bilinçlendirmenin önemini vurguladı. Erdoğan, tütün ve zararları konusunda gerekli yasal düzenlemelerin yapıldığını hatırlatarak, tütün ürünlerinin sunumuyla ilgili Yeşilay’ın çalışmalarının önemli olduğunu söyledi. Yeşilay Başkanı Karaman ise, bu tavsiyelerin kendileri için yol gösterici olacağını ifade etti. Yeşilay’ın öneminin farkında olduklarını vurgulayan Karaman, Dünya Sağlık Örgütü ile iş birliği içinde olduklarını belirterek, Yeşilay Haftası’nı da fırsat bilerek, kuruluşlarını topluma daha iyi tanıtabilmek için bir dizi reklam çalışması yaptıklarını anlattı. 62 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 haber REKABET KURUMU, İLAÇ SEKTÖRÜ ARAŞTIRMA RAPORUNU HAZIRLIYOR Rekabet Kurumu tarafından, 19 Nisan 2013 tarihinde kamuoyu ile paylaşılacak Sektör Araştırma Raporu hakkında yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: Rekabet Kurulu kararı ile başlatılan sektör araştırmasında, ilaç sektöründeki yapısal sorunların ele alınması ve elde edilen bilgiler ışığında sektördeki rekabet koşullarının ne şekilde geliştirilebileceğine yönelik politika önerileri oluşturulması planlanmıştır. Sektör araştırması yapılması fikri daha önceden düşünülmüş olmakla birlikte, AB Komisyonu tarafından başlatılan ilaç sektörü araştırmasın- 64 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 dan ve bu araştırmanın sonuçlarını ortaya koyan ara ve nihai raporlardan hem yöntemleri hem de sonuçları itibarıyla esinlenilmiştir. Sektör araştırması sürecinde düzenleyici kurum ve kuruluşların yanı sıra üreticiler ve üretici birlikleri ile çeşitli görüş alışverişinde bulunulmuştur. Ayrıca pazarın niteliğini tam olarak anlayabilmek adına en büyük 50 ilaç üreticisine yönelik anket hazırlanmıştır. Mevcut haliyle raporda üretici teşebbüsler ile bu teşebbüslerle dağıtım kanalında yer alan teşebbüsler arasındaki ilişkiler ile orijinal ve jenerik ilaç üreticilerinin, yasal düzen- lemeler çerçevesinde, pazara girişte yaşadıkları zorluklara ve teşebbüsler arasında patent korumasından kaynaklanan pazara giriş engellerine yer verilmesi planlanmaktadır. Ayrıca Türkiye ilaç sektörünün daha rekabetçi olabilmesi için yapılması gereken regülasyonlar ile deregülasyonlar da raporda ele alınacaktır. Söz konusu sektör araştırması raporu 19 Nisan 2013 tarihinde Akdeniz Üniversitesi ile ortaklaşa Antalya’da düzenlenecek 11’inci Rekabet Hukuku ve İktisadında Güncel Gelişmeler Sempozyumu’nda kamuoyuyla paylaşılacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 65 haber Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından gerçekleştirilen Yan Etki Bildirimi Toplanması Projesinde En Çok Antibiyotikler Bildirildi Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman, Türkiye’nin DSÖ tarafından hekimler dışında hastalardan da yan etki bildirimi toplanması projesinde dünyada 2. ülke olarak seçildiğini belirtti. Kerman, projenin ilk olarak Hırvatistan’da başladığını anımsatarak, yan etki bildirimlerinin yaklaşık 28 yıldır hekim, hemşire ve eczacılardan alındığını hatırlattı. Türkiye’de yan etkilerin toplanması, incelenmesi ve değerlendirilmesi çalışmalarının, kurumun bünyesinde yer alan Türkiye Farmakovijilans Merkezi (TÜFAM) tarafından yürütüldüğünü anlatan Saim Kerman, ‘DSÖ ile gerçekleştirilen pilot proje kapsamında, hastaların ilaç kullanımı 66 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 sırasında gözlemledikleri yan etkileri, elektronik olarak TÜFAM’a bildirmelerine olanak sağlayan sistem, 21 Aralık 2012 tarihinde hizmete girdi’ dedi. Her ilacın istenmeyen etkilerinin olduğunu belirten Kerman, bazı yan etkilerin tahmin edilebilir ve doza bağlı olarak geliştiğini söyledi. Dr. Saim Kerman, bazı ilaçların yan etkilerinin ise öngörülemez ya da dozla ilgili olmadığına dikkati çekerek, ‘İlaçların piyasadaki kullanımları sonucunda elde edilen bilgiler ilaçların yararları ve riskleri arasındaki dengeyi sürekli olarak değerlendirmek için kullanılmaktadır. Bu nedenle hastaların kullandıkları ilaçlarla ilgili yan etkileri TÜFAM’a bildirmeleri son derece önem taşımaktadır. Özellikle kullanma talimatında yer almayan yan etkilerin bildirilmesi ayrıca önem arz etmektedir’ diye konuştu. İKİNCİ SIRADA AĞRI KESİCİLER VAR Projeyle özellikle piyasaya yeni çıkan ilaçlarla ilgili yan etki bildirimlerini değerlendirmek istediklerini kaydeden Dr. Saim Kerman, projenin uygulamaya başladığı tarihten bugüne kadar geçen sürede ilk sonuçları aldıklarını söyledi. Kerman, TÜFAM’a bu sistem kullanılarak gönderilen yan etki raporları incelendiğinde, yüzde 57’sinin hastalar, yüzde 31’inin eczacılar, yüzde 9’unun hekimler ve yüzde 3’ünün de diğer sağlık çalışanlarınca bildirildiğini ifade etti. Kerman, şöyle devam etti: “Elektronik sistemle TÜFAM’a ulaşan raporlar içerisinde en fazla bildirim yüzde 16 ile antibakteriyel (antibiyotik) ilaçlarla ilgili olarak yapılmıştır. Yan etkiler döküntü, kızarıklıktan daha ciddi durumlara kadar değişebilen alerjik reaksiyonlar şeklindedir. Antibakteriyel ilaçların ardından en fazla yan etki bildirilen ilaç grupları yüzde 13 ile ağrı kesici özelliği bulunan nonsteroidal antienflamatuvar ilaçlar ve kanser tedavisinde kullanılan antineoplastik ilaçlardır. Ağrı kesici özellikli ilaçlar ile ilgili bildirimlerin yüzde 50’si gastrointestinal sistem rahatsızlıkları, yüzde 50’si ise alerjik reaksiyonlardır. Kanser tedavisinde kullanılan antineoplastik ilaçlarla olan bildirimler daha çok alerjik reaksiyon şeklindedir. Söz konusu yan etkiler ilaçlardan beklenilebilecek ve ilacın kısa ürün bilgisi, kullanma talimatı, prospektüsünde yer alan yan etkilerdir.” rupa ülkeleri, Güney Amerika ve Afrika ülkeleri de dâhil olmak üzere 111 ülkenin farmakovijilans merkezleri üyedir. Veri tabanında 7 milyon yan etki raporu bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yan etki bildirim oranları yüksektir. Bunun nedeni daha sık yan etki görülmesi değil, sağlık mesleği mensupları ve hastaların yan etki ile karşılaştıklarında bunu bildirme alışkanlığı ve bilincine sahip olmalarıdır. Gelişmiş ülkelerde ortalama olarak 1 milyon kişi başına 200 yan etki bildirimi yapılırken ülkemizde bu rakam bir milyon kişi başına üçtür. Farmakovijilans bir halk sağlığı hizmetidir. Sistemin başarısı tüm sağlık mesleği mensupları ve halkımızın katılımı ile sağlanabilir.’ Dr. Saim Kerman, yan etki bildirimlerinin henüz istenilen düzeyde olmadığını bildirerek, vatandaşların çekinmeden bildirimde bulunmalarının önemli olduğunu söyledi. BİLDİRİMLER İNTERNET ÜZERİNDEN Hastalar, yan etki bildirimini Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun ‘www.titck.gov. tr’ ana sayfasındaki linki kullanarak yapabiliyor. Yan etki bildirimi yapacak kişilerin sadece e-posta adreslerinin bulunması yeterli oluyor. Bildirim yapan kişilerin isim ve iletişim adresleri kesinlikle gizli tutuluyor, 3. kişi ve kurumlara izinsiz açıklanamıyor. BİLDİRİMLER DSÖ VERİ TABANINA GİDİYOR Yapılan bildirimlerin TÜFAM’ın 1987 yılından beri üyesi olduğu DSÖ İlaç İzleme İşbirliği Merkezinin (WHOUMC) veri tabanına gönderildiğini anlatan Kerman, şunları kaydetti: ‘WHO-UMC’ye ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Çin, Japonya, Av- Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 67 haber ÜNLÜLER “HAYAT VER” İÇİN BİR ARAYA GELDİ Türkiye’de binlerce kişi, kronik organ yetmezliği nedeniyle “organ” bekliyor. Organ bağışının istenilen düzeyde olmaması nedeniyle, kimileri bu bekleyiş sırasında hayatını kaybediyor ya da sağlıklı olan yakınlarından alınan organlarla hayata tutunuyor. Prof. Dr. Yalçın Polat başkanlığındaki Organ Nakli Bilinçlendirme Platformu tarafından gerçekleştirilen ve “Her Bağış, Yeni Bir Hayattır” sloganından yola çıkılan “Hayat Ver” sosyal sorumluluk projesi, Türkiye’nin ünlü isimlerini bir araya getirdi. Amaç Organ Bağışının Önemine Dikkat Çekmek 27 Şubat 2013 Çarşamba günü The Ritz-Carlton Otel’de kamuoyu ile paylaşılan ve Memorial Sağlık Grubu’nun katkılarıyla gerçekleştirilen “Hayat Ver” projesi kapsamında ünlü isimler, organ nakli bekleyen ve organ nakli olmuş bir hastanın hayat ve ölüm arasındaki ince çizgide yaşadıklarını aynı karede çarpıcı şekilde canlandırıyor. Fotoğraflarda ayrıca mesajlarla organ bağışının önemine dikkat çekiliyor. Ünlüler “Hayat Ver”di “Hayat Ver” sosyal sorumluluk projesinde; Ahu Sungur, Aslı Tandoğan, Bengü, Çolpan İlhan, Derya Büyü68 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 kuncu, Evrim Solmaz, Gökhan Türkmen, Hülya Koçyiğit, İlker İnanoğlu, İsmail Hacıoğlu, Keremcem, Merve Sevi, Murat Başoğlu, Mustafa Ceceli, Naz Elmas, Niran Ünsal, Oya Aydoğan, Rasim Öztekin, Selda Alkor, Sema Keçik, Yeşim Ceren Bozoğlu, Yetkin Dikinciler, Yıldız Kenter, Zeynep Beşerler, Zeyno Günenç fotoğrafları ve mesajları ile yer aldı. Organ Bağışı Konusunda Bilinçlenmeye İhtiyacımız Var Türkiye’de organ bağışının istenilen düzeye ulaşmaması ve toplumda yeterli duyarlılığın oluşmamasında bilgi eksikliği ve önyargıların önemli rol oynadığını belirten Prof. Dr. Yalçın Polat, “Organ bağışı konusunda yeterli ve doğru bilginin aktarılması çok önemli. Ülkemizde kadavradan nakillere göre canlıdan canlıya gerçekleştirilen nakil operasyonları daha sık yapılıyor. Organ bağışının az olması bunun en önemli nedeni. Batılı ülkelerle aynı seviyeye gelmek için Türkiye’de bir yılda 2000 - 3000 arasında kadavra donör bağışının olması gerekiyor. Bu rakam günümüzde yalnızca 300- 400 ile sınırlı. Yani bu şartlar altında 10 kat daha fazla bağışa ihtiyacımız var. Avrupa ülkelerinde organ nakillerinin yüzde 80’i kadavra, yüzde 20’si canlı kaynaklıyken; Türkiye’de ise yeterli organ bağışı olmadığı için nakillerin yüzde 75‘i canlı, yüzde 25’si kadavradan yapılıyor” diye konuştu. “Hayat Ver” Türkiye’yi Gezecek “Hayat Ver” projesi; 28 Şubat - 9 Mart tarihleri arasında Memorial Ataşehir Hastanesinde sergilendikten sonra, 10 – 18 Mart’ta Buyaka AVM ve 19 – 25 Mart’ta ise Palladium AVM’de gezilebilecek. Sergi daha sonra İstanbul’da farklı noktalarda ve Türkiye’nin pek çok ilinde organ bağışına dikkat çekmeye devam edecek. Organ Nakli Bilinçlendirme Platformu Hakkında Organ Nakli Bilinçlendirme Platformu’nun temel amacı, organ bağışı konusunda kamuoyunu bilinçlendirmek ve toplumsal duyarlılık yaratarak organ nakli olmak için bekleyen hastaların sağlığına kavuşmasına katkı sağlamaktır. Organ Nakli Bilinçlendirme Platformu, sağlık profesyonelleri ve toplum genelinde farkındalığı artırarak, organ bağışını temel toplumsal değer yapmak için projeler yürütür. Platformun en önemli hedeflerinden biri de; kamuoyuna yönelik bilgilendirme çalışmaları ile organ bağışını gündemde tutarak, ülkemizde organ nakli sayılarının artırılmasına destek vermektir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 69 140 KARAKTERDE OBEZİTE Sağlık Bakanlığı Twitter hesabı üzerinden gerçekleştirdiği Anında Soru-Cevap Uygulamasında vatandaşlardan gelen sorulara cevap verdi. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Obeziteyle Mücadele Daire Başkanı Doç. Dr. Nazan Yardım, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrinoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Yetkin, Başkent Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Baş, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bölümü Uzmanı Dr. Hamdi Cihan Emeksiz, iki saat boyunca vatandaşlardan gelen soruları cevapladılar. OBEZİTEYLE İLGİLİ MERAK EDİLENLER SORU: Kilo genetik bir sorun mudur? CEVAP: Kilo kaybı genetiğin de % 70 - % 80 etkilediği, ailesel yatkınlıkla ilişkili sağlık sorunudur. SORU: Genel olarak hastalıklar obeziteye neden olabilir mi? CEVAP: Birçok endokrin hastalıkta obezite görülür. Bunlara örnek, chushing hastalığı, polikistik over sendromu gibi hastalıklardır. 70 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 SORU: Obezite ile mücadelede az yemek mi çok hareket etmek mi daha etkilidir? CEVAP: Obezite ile mücadelede her ikisi de son derece önemlidir. Birbirini tamamlayan, yararlı yöntemlerdir. SORU: Kilo vermenin kolay bir yolu yok mu? CEVAP: Kilo vermede bir mucize yoktur. İnsan beyni, iştahın fazla olmasına ayarlanmıştır. SORU: Spora başladım ama açlık hissim oluşuyor. Sürekli bu açlık hissini bastırmak için ne yapmalıyım? SORU: Obezite tehlikeli midir? Yani ölümle sonuçlanabilir mi? CEVAP: Acıkma hissiniz şiddetli ise endokrin bölümüne gitmelisiniz. Uzamış OGTT testi yaptırın. 8-10 arası badem veya 3 adet ceviz içi yenebilir. CEVAP: Obezite yaşam kalitesini ve süresini azaltır. SORU: Sadece tuz ve şekerden uzak durmak yeterli mi? CEVAP: Tek başına yetmez ancak tuz ve şekerden uzak durmak önemli. Düzenli egzersiz ve düzenli küçük porsiyon öğün yemek önemlidir. SORU: Zayıflamak için maydanoz suyu, soğan suyu ne kadar etkili? CEVAP: Doğada hiç bir besinin mucizevi gücü yoktur. Sağlıklı yaşam ve fizik aktivite olmadan sağlıklı kilo olmaz. SORU: Mide balonu hakkında bilgi almak istiyorum. Zararları nedir, Fayda oranı yüzde kaçtır? CEVAP: Bu yöntem, obezite tedavisinde etkinliği çok iyi olmayan bir uygulamadır. Şu an obezite tedavisinde önerilmemektedir. SORU: Kepek ekmeği zayıflamakta ne kadar etkilidir ve sağlıklı mıdır? CEVAP: Kesinlikle sağlıklıdır, doygunluk hissini artırarak sonraki öğünde daha az yemeyi sağlayabilir. SORU: Obezite özellikle çocuklarda nasıl başlar? CEVAP: Günümüzde obezite küçük yaşlara inmiştir. Bel çevresinde artışa dikkat edilmelidir. Çocuğun kilo artışına dikkat etmek gerekir. SORU: İnsülin direnci kilo verimini yavaşlatıyor mu? Tedavi yöntemi var mı ya da ne yapmalı? CEVAP: Şeker ihtiyacınızın kaynağı insülin direnci olabilir, sık aralıklarla tam buğday ekmeği tüketebilirsiniz. SORU: Yürüyüşe çıkıyorum, basenlerim küçülüyor. Kesince hız kaybetmeden devam ediyor. Ne yapabilirim? CEVAP: Günlük önerilen aktivite haftada 150 dakika, günde minimum 30 dakika orta şiddette hareket etmektir. Devam etmeniz önerilir. SORU: Obezite bel fıtığını tetikler mi? CEVAP: Obezite bel fıtığını tetikler ve bel fıtığı olanlarda iyileşmeyi olumsuz etkiler. SORU: Az veya çok yesem de kilo alıyorum. Neden olabilir? CEVAP: Bireylerin bazal metabolizmaları birbirlerinden farklıdır. Bu nedenle, aynı gıdayı alsalar da bazıları kilo alır, bazıları almaz. SORU: Sağlıklı diyet diyorlar. O kadar çok diyet var ki! Tavsiyede bulunabilir misiniz? CEVAP: Popüler diyetler değil sağlıklı beslenme alışkanlıkları üzerine kurulmuş beslenme vazgeçilmeziniz olmalıdır. SORU: Obeziteyi önlemek adına bürolarda spor aleti bulundurma ve kullanma teşvik edilemez mi? CEVAP: Obezitenin önlenmesi için iyi bir öneri olabilir. Çalışma Bakanlığı ile çalışma alanımızda yer alabilir. SORU: Obezite ne tür hastalıkları tetikler? CEVAP: Şeker hastalığı, hipertansiyon, erken damar sertliği, eklem ve uyku bozuklukları, cilt hastalıkları, kanser ve felci tetikler. SORU: Üç beyaz zararlı deniyor. Tuz ve şeker konusunda program yapıldı. Ekmekle ilgili bir program yok. Un obezitede ne kadar etken? CEVAP: Ekmek israfı ve tam buğday ekmeğinin önemi hususunda Tarım Bakanlığı ile çalışmalarımız devam etmektedir. SORU: Etkili bir kilo verme yöntemi yok mudur? CEVAP: Sağlıklı beslenme ve egzersizi ömür boyu sürecek yaşam biçimi haline getirmek gerekir. Şu an çok etkili bir ilaç tedavisi yoktur. SORU: İnsülin direnci ilaçlar ve yaşam tarzı değişikliğinden sonra tamamen kurtulabilecek bir rahatsızlık mıdır? CEVAP: Hayır değildir, tedavi olduğunuz sürece insülin direnci azalır, tedaviler bırakılınca insülin direnci tekrar eski haline gelir. SORU: Obezite nasıl tedavi edilir? SORU: Kilom 78, troid sorunum var ve ilaç kullanıyorum. Sonuçlarım normal fakat hdl 32 çıktı. Neden olabilir? CEVAP: Beslenmenin düzenlenmesi, düzenli egzersiz ve uygun vakalarda ilaç tedavisi veya cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilir. CEVAP: Troid fonksiyonlarınız normalse, kilo almanız buna bağlanamaz. Hdl’nizin 32 çıkması ailesel sorununuz olduğunu gösterir. SORU: Vücut kitle indeksim 29. Orta hareketli bir yaşantım var. Az ve sebze ağırlıklı beslenmeme rağmen neden kilo veremiyorum? SORU: Ailede kilo problemi olan çocuklar için alınacak önlemler nelerdir? CEVAP: Kolay kilo veremiyorsanız, insülin direnci, hormon hastalıkları ve genetik yönden incelenmeniz gerekebilir. CEVAP: Egzersiz ve doğru beslenme alışkanlığının kazandırılması önemlidir. Bu çabada ebeveynler doğru rol model olmalıdır. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 71 SORU: Şişmanlık çocukluktan mı başlar? CEVAP: Evet, ülkemizde 6-10 yaş arası obezite oranı %6,5’dur ve bu çocuklar ergen dönemde de obez kalmaktadırlar. SORU: “Su içsem yarıyor” diyenler ne yapsın? CEVAP: Hormonal ve genetik hastalık yönünden incelenmesi gerekir. Bazal metabolizmanın ölçülmesi yararlıdır. SORU: Az uyumak obezite nedeni midir? CEVAP: Az uyumak obezitenin gelişimine neden olur. SORU: Doğum yapmış bayanların emzirme döneminde iken şişmanlamamak için alabilecekleri önlemler nelerdir? CEVAP: Dengeli beslenme ve düzenli egzersizdir. SORU: Yaşlılarda kilo vermek çok zor. Kilo verme konusunda yaşlılara bir öneriniz var mı? CEVAP: Yaşlılıkta yağ dokusu artar, kas dokusu azalır. Bu nedenle, daha dengeli beslenmeleri (az) ve düzenli egzersiz önemlidir. SORU: İdeal uyku kaç saat uyku olmalıdır? CEVAP: Bireye, yaşa göre değişir ve 6-8 saat uyku yeterli olur. SORU: Reklamlarda gördüğümüz zayıflama hapları ne kadar etkili? CEVAP: Zayıflama haplarının yan etkileri vardır, önerilmez. Önemli olan sağlıklı beslenme ve hareketli bir yaşam biçiminiz olmasıdır. SORU: Çok fazla dondurma yiyorum. Çevremdekiler kilomun temel sebebinin bu ve hızlı yemek olduğunu söylüyorlar. Doğru mu? CEVAP: Evet. Aşırı dondurma yemek, içerdiği kaloriden dolayı kilo almanıza neden olur. Hızlı yemek, doyma hissinizin beyin tarafından algılanmasını önleyebilir. 72 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 SORU: Obezitede vücut kitle endeksinin önemi nedir? CEVAP: Vücut kitle indeksi obezite için en basit göstergedir. Ancak vücut yağ yüzdesi ve dağılımı da önemlidir. SORU: Metabolizmayı nasıl hızlandırabiliriz? CEVAP: Metabolizmayı hızlandırmanın tek ve biricik yolu kaliteli egzersiz yapmaktır SORU: Bitki çayları zayıflamaya iyi gelir mi? CEVAP: Bitki çayları vücuttan su atımı sağlaması dışında yağ yakıcı özelliğe sahip değildir. SORU: Alınan kilolar boya gider denir çocukken. Bu doğru mudur? CEVAP: Hayır, doğru değildir. Boy için genetik faktörler, doğru beslenme ve fizik aktivite önemlidir. SORU: Beslenirken yiyeceklerin glisemik indeksi önemli midir? CEVAP: Evet son derece önemsenmelidir. SORU: Sigara içmek zayıflatır diyorlar. Doğru mu? CEVAP: Sigara katabolizmayı hızlandıran ancak sağlığı bozan bir maddedir. SORU: Yemek yedikten sonra uyumak kilo aldırır mı? CEVAP: Evet aldırır. Hareketsizlikten uzak durulmalıdır. SORU: Gazetelerde gördüğümüz ünlü diyetleri ne kadar sağlıklı? CEVAP: Diyet kişiye özel olmalıdır. Uzmanı tarafından verilmeyen diyetler bireye zarar verebilir. SORU: Obezite için “kilo vermeye yardımcı bantlar” gerçekten işe yarıyor mu? CEVAP: Kilo verdirdiği söylenen bantların, bilimsel olarak hiç bir yararı yoktur. SORU: Yemek esnasında dolu dolu su içmek doğru mu? CEVAP: Mide hacminizi artırarak yemeyi azaltabilir ancak bazı durumlarda sindirim güçlüğü de yapabilir. SORU: Hızlı yemek yemek kilo alma nedeni midir? CEVAP: Evet, doygunluk hissi beyinde 20-30 dakika sonra oluşur. Hızlı yemek sindirim problemleri de yaratabilir. SORU: Obezite aşısı var mı? Genlerle bu işi halledemiyor muyuz? CEVAP: Obezite aşısı yok. Genlerle halletmek için henüz yeterli çalışma yok. SORU: Yemeklerde zeytinyağı kullanılması öneriliyor. Ayçiçek yağını kullanmamız vücutta ne gibi olumsuzluklara neden oluyor? CEVAP: Ayçiçek yağı zararlı değildir. Beslenmede olduğu gibi yağlarda da çeşitlilik gerekir. SORU: Orta yaşta bir kişi günde kaç kalori almalı ve bunun ne kadarını egzersizle harcamalı? CEVAP: Bireyin işine, vücut yapısına ve hastalıklarına göre değişir. Ancak erkek 1800, kadın 1600 kalori alırsa normal beslenebilir. SORU: Çocuklarda özellikle kilo almaya neden etkenler nelerdir? CEVAP: Yanlış beslenme, yetersiz hareket, TV ve bilgisayar başında uzun süre geçirme. SORU: Kilolu olmak boy uzamasını engeller mi? CEVAP: Erken ergenliğe sebep olabilir, bu nedenle boy kısa kalabilir. Kilo başka hastalıkların da belirtisi olabilir. SORU: Obezite ile mücadelede suni tatlandırıcıları öneriyor musunuz? CEVAP: Mümkün olduğunca şekersiz tüketim hareketli yaşam önerilir, zorunlu durumlarda özellikle hamur ve sütlü tatlılarda kullanılabilir. SORU: Obezite son zamanlarda neden bu kadar çoğaldı? CEVAP: Besin kaynaklarına ulaşımın kolaylaşması, hareketsiz yaşam, TV ve bilgisayar gibi teknolojinin gelişmesi, fastfood, önemsememe gibi sebepler söylenebilir. SORU: Kan şekeri düştüğünde ne yenilmeli ki vücutta ki insülin alınımı hızlı bir şekilde olmasın? CEVAP: Meyve ve süt-yoğurt, meyve ve ceviz-badem, tam tahıl ekmek ve 1 dilim peynir gibi seçenekler olabilir. SORU: Çok yiyorum ama doymuyorum. Mesela çikolatasız günüm geçmiyor. Obez değilim ama sağlıksız besleniyorum. Ne yapmalıyım? CEVAP: Açlık-tokluk merkezleri bireye göre algısı farklıdır, bu merkezlerin hassasiyeti bireyseldir. Bu halde iştah hormonlarına bakılmalıdır. SORU: Her gün yemek ile birlikte maden suyu içmenin sakıncası var mıdır? CEVAP: Günde 2 şişeden fazla maden suyu önerilmez. SORU: Meyveli maden suları ne derece etkili? CEVAP: Meyveli maden sularında şeker vardır, tüketiminde dikkat edilmelidir. SORU: Akupunkturun zayıflamada kullanılması tavsiye edilebilir mi, zararı var mıdır? CEVAP: Tavsiye edilen bir yöntem değildir. SORU: Tokluk hissi ne demektir? CEVAP: Tokluk hissi gıda alım isteğinin sonlandığı duygu durumudur. SORU: Çocuk gelişiminde obeziteden korunmak için neler yapmalı? CEVAP: Sağlıklı beslenme ve düzenli hareket alışkanlığı kazandırılmalı, anne baba da rol model olmalı. SORU: Devamlı yemek yeme isteğinin olması diye bir problem var, bu isteğin azaltmak için öneriniz var mı? CEVAP: Devamlı yemek yeme isteği hormonal neden ya da genetik hastalıktan kaynaklanıyor olabilir. Araştırılması gerekir. Endokrin bölümüne gidiniz. SORU: Spor yapmasak ve metabolizma hızlandırıcı ilaçlar kullansak kilo verebilir miyiz? CEVAP: Metabolizma hızlandıran ilaçlar yoktur, kilo kaybı için değil sağlık için günde 30 dakika orta şiddette egzersiz önerilmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 73 haber HER 10 KANSERDEN 9’U BİR ŞEKİLDE ÖNLENEBİLİR KANSERDİR Kanser türlerinin yaklaşık yüzde 10’unun kalıtsal, yüzde 90’ının çevresel faktörlerden kaynaklandığı, tarama testlerinin ise erken tanıda büyük rol oynadığı bildirildi. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feyyaz Özdemir, Türkiye’de her yıl yaklaşık 100 bin kişinin kanser nedeniyle hayatını kaybettiğini söyledi. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kanserden ölüm oranının arttığını, kanserin ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer aldığını belirten Özdemir, “Rakamlar bize her yıl ülkemizde 200 bin civarında yeni kanser olgusunun ortaya çıktığını gösteriyor. Kansere yol açan sebepler arasında sigara ve tütün ürünleri ile obezite ilk sıralarda yer alıyor” dedi. Kanser konusunda yürütülen çalışmalar ile edindikleri tecrübelerin kanserin korunulabilecek bir hastalık olduğunu gösterdiğini ifade eden Özdemir, “Kanserden korunabiliriz, bu mesaj çok önemlidir. Kanser türlerinin yaklaşık yüzde 10’u kalıtsaldır. Yüzde 90’ı ise çevresel faktörlerden kaynaklanmaktadır. Hiçbir şekilde önlenemeyecek olan, her 10 kanserden sadece biridir. Her 10 kanserden 9’u bir şekilde önlenebilir kanserdir. Bu son derece önemlidir” diye konuştu. Çevresel faktörlerden fazla etkilenmemek için alınabilecek tedbirler olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Feyyaz Özdemir, şöyle devam etti: “Artık sigara ve tütün ürünlerinin kullanılmaması gerektiği herkes tarafından bilinen bir gerçek. Aşırı yağlı, proteinli beslenme tarzından uzak durmalı, kızartma ve hayvansal yağlardan yoğun beslenmemeliyiz. Yapılan çalışmalar aşırı yağlı beslenme 74 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 meme kanserinde çok ciddi bir risk artışına sebep olduğunu göstermiştir. Keza bol meyve ve sebze ağırlıklı beslenmenin, kanser için koruyucu bir faktör olduğu da artık biliniyor. Neredeyse pek çok kanserde aşırı hayvansal maddelerden zengin beslenmenin olayı artırdığı ama bol meyve ve sebze ağırlıklı beslenmenin özellikle kolon kanserinden korunmada etkisi olduğu bilimsel olarak gösterilmiş bir faktördür.” TARAMA TESTLERİ HAYAT KURTARIYOR Prof. Dr. Feyyaz Özdemir, dört tür kanserde tarama testleri uygulandığını anlatarak, şunları söyledi: “Meme, rahim ağzı, prostat ve kalın bağırsak kanseri, tarama testleriyle tespit edilebilecek kanserlerdir. Taramalar, Sağlık Bakanlığı’na bağlı Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi’nde (KETEM) yapılıyor. Meme kanseri için her yıl 40 yaş üzerindeki kadınların mamografi çektirmesi gerekiyor. Hastalığın erken aşamada saptanıp tamamen düzeltilmesi için çok önemli imkân sağlayan bir test. 55 yaşın üzerindeki erkekler PSA dediğimiz kan testini yaptırmalı. Bu testle prostat kanseri erken aşamada tespit edilerek, hastanın tamamen sağlığına kavuşturulması mümkün olabiliyor. Kadınlar için seksüel aktif yaştan itibaren çok basit bir işlem olan pap smear testi yapılarak rahim ağzı kanserinin teşhisi konulabiliyor ve yine erken aşamada korunulabiliyor. Yine kalın bağırsak kanseri kadın, erkek olsun gaitada gizli kanın bakıldığı test vasıtasıyla erken dönemde tespit edilebiliyor. Kalın bağırsak kanserleri için 10 yılda bir kolonoskopi yaptırılmalı.” Bu testlerin tamamının sağlıklı insanlara önerildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Özdemir, şöyle devam etti: “Hasta veya şikâyeti olandan bahsetmiyorum. 20 yaşından itibaren her kadının kendi kendine meme muayenesi yapması lazım. Eline gelen bir sertlik, şişlik olursa da mutlaka doktora başvurması gerekiyor. Çalışmalar, tarama testleri yapılırsa toplumda bu kanserlere bağlı ölüm oranlarında ciddi azalma olduğunu göstermiş. Toplumumuzda maalesef bunlara uyma oranı düşük. Avrupa’da, Amerika’da bu testlere riayet oranı yüksek olduğu için hastalar erken aşamada geliyor. Erken aşamada ameliyatla hasta tamamen sağlığına kavuşabiliyor. İleri aşamada maalesef hastayı bazen tamamen sağlığına kavuşturmak mümkün olmuyor. Ancak yaşam süresi uzatılıyor ve kalitesini artırabiliyoruz. Oranlara bakıldığı zaman Avrupa’da, Amerika’da erken aşamada başvuru çok daha yüksek, maalesef bizim hastalarımızın çoğu ileri aşamada geliyor. O yüzden yapılacak şeyler kısıtlanıyor ve böylece de sonuçlarımız istenilen seviyede olmayabiliyor.” Prof. Dr. Feyyaz Özdemir, ayrıca fiziksel aktivitenin de sağlıklı yaşam için vazgeçilmez unsur olduğunu, bu nedenle günlük hayata dâhil edilmesi gerektiğini belirtti. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 75 haber DİJİTAL HASTANE PLATFORMU 2. KEZ KAPILARINI AÇIYOR! Uluslararası Sağlık Bilişim Zirvesi’13 kapsamında dünyanın ilk ve tek Dijital Hastane Platformu 28 -30 Mart 2013 tarihleri arasında İstanbul’da Haliç Kongre Merkezi’nde! Sağlık bilişimi alanında dünyadaki yeni gelişmeleri ve ileri teknolojileri tek bir çatı altında toplayan, 1000 m2’lik alanda gerçek zamanlı çalışan bir hastane kompleksi olan Dijital Hastane Platformu zirve süresince ziyaret edilebilecek. Sağlık alanında hız, güven ve bağımsızlık ve tasarruf devrimi niteliğini taşıyan Dijital Hastane Platformunda ziyaretçiler dünyadaki ileri sağlık bili76 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 şimi uygulamalarını canlı olarak görülüp, test edilebilecekler. Bu alanda ürün geliştiren yaklaşık 50 firmanın işbirliği ile oluşturulan platform, bu anlamda dünyada bir ilki ülkemize taşıyor. Dijital Hastane Geleceğin sağlık hizmetlerinin temelini oluşturan dijital hastane platformu, sağlık hizmeti sunucularına yep- yeni bir dünyanın kapılarını açıyor. Dijital Hastane; hasta bilgilerine her yerden hızlı ulaşım, veri güvenliği, tüm hizmetlerin bilgisayar ortamında yürütülmesi, hastane içindeki ve dışındaki sistemlerin birbirleriyle tam bütünleştirilmesi, minimum hata, düşük maliyet, hasta ve çalışan memnuniyeti, teşhis ve tedavide başarı gibi avantajlar sağlayan dijital hastane sistemi, bileşenleri ve bü- tünleştirilmesi aşamaları olarak ifade ediliyor. Dijital Hastanede dijital hasta takip teknolojileri, akıllı ilaç uygulamaları, hastaların medikal bilgilerini arşivleyen ve hekimlerin karar mekanizmalarına destek vererek tedavi süresini kısaltan ve tüm görüntüleme alanlarında kullanılabilen sistemler, hastane bilgi yönetim sistemleri, e-hemşirelik uygulamaları, güvenlik teknolojileri, veri korunması ve depolama araçları, yönetsel süreç entegrasyon otomasyonları, dijital kurumsal iletişim ve pazarlama teknolojileri, call center ve crm sistemlerinin dünyada kullanılan en ileri modelleri yer alacak. Kronik hasta takip teknolojileri, hologram ile sanal vizit, hastanın iyileşme sürecine katkı sağlayan ışıklandırma sistemleri, ileri teknoloji tanı-tedavi araçları, akıllı yenidoğan bakım üniteleri, robotik cerrahi sistemleri, ileri veri iletişim teknolojileri ve network ürünleri yanında ayrıca akıllı evde bakım cihazları da yine dijital hastane de ziyaretçiler ile buluşacak. Yeşil Hastane/Bulut Hastane Sağlık Bilişim Zirvesi’13 Dijital Hastane Platformunda ayrıca “Yeşil Hastane” ve “Bulut Hastane2 sistem ve teknolojileri de buluyor. Hastaneler, dünyada binalar içerisinde en fazla enerji tüketen yapılar arasında yer aldığı için, enerji verimliliğini sağlayan ve doğanın korunmasını katkı sağlayan yeni nesil teknolojiler büyük önem taşıyor. Hastanede kullanılan altyapı elemanlarının “Yeşil” kavramına uygun olarak seçilerek minimum enerji tüketimi sağlaması, çevreye en az ısıyı vererek soğutma ihtiyacını azaltması, kullanım ömrü sonunda doğaya zarar vermemesi gibi süreçleri ile doğaya katkı sağlayan hastane altyapıları dijital hastane platformunda yer alıyor. Son dönemde teknoloji dünyasının gündeminde bulunan “Bulut Bilişimi” sağlık sektörünü de derinden etkiliyor. Bulut Hastane alt yapısı olan hastaneler, talebe bağlı kendi kendine kullanım özelliği ile sağlık organizasyonları yeni işlem kapasitesi, depolama birimi veya yeni bir programa ihtiyaç duyduklarında, buna bulut sağlayıcısından kolaylıkla ulaşabiliyorlar. Kaynak paylaşımı ve maliyet kontrolü açısından son derece önemli olan bulut bilişimi, birden fazla kurum programları, sunucuları veya veri merkezlerini paylaşıyor ve servis sağlayıcı bu kaynakları talebe bağlı olarak dinamik olarak kullanıcılarına dağıtabiliyor. Bulut Hastane teknolojisine dair en yeni ürün ve sistemlerde yine dijital hastane ziyaretçilerinin incelemelerine sunuluyor. Hizmetin Kalitesi Teknoloji İle Artıyor Sağlık teknolojisi sadece teknik donanım değil, tüm süreçlerin etkisi ile kendini yeniliyor. Sağlık alanında teknolojinin kullanımı hem hizmet kalitesini arttırıyor, hem de sonuca daha etkin ve ekonomik yöntemlerle ulaşmayı sağlıyor. Sağlık bilişimindeki gelişmeler sadece hastaneleri dijitalleştirmekle kalmıyor, evde hasta bakımından kronik hastalık takibine kadar pek çok alanda da hizmeti mobil hale getiriyor. Dünyada kullanılan en ileri teknolojiyi ülkemize getiren Dijital Hastane Platformu 3 gün süresince ziyarete açık olacak. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 77 Pi’nin Yaşamı Bu sayımızda sizlere tanıtacağımız filmimiz Yann Martel’in kitabından uyarlanan sihirli bir macera öyküsü: “Life Of Pi”. Türkçe çevirisi ile “Pi’nin Yaşamı”. Filmin başkahramanı Piscine Monitor Partel, yani kısaca Pi. İsmini Paris’teki bir yüzme havuzundan alıyor. Pi 16 yaşında, Hindinstan’ın güzel bir bölgesinde hayvanat bahçesi işleten bir ailenin oğlu. Çocukluk günlerinde bütün dinlerle yolu kesişiyor Pi’nin. Önce Hint tanrılarıyla tanışıyor. Sonra kilisiyle, camiyle... Ailesi her ne kadar oğullarının rasyonel bir yolda ilerlemesi gerektiğini düşünüp, üç 78 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 dine birden inanılamayacağını söyleseler de Pi hem namaz kılıyor, hem vaftiz olmak istiyor, hem de Vişnu’ya inanıyor. Rahat bir ortamda geçen zamanın ardından, ekonomik şartlar bozuluyor ve Pi’nin babası hayvanat bahçesindeki hayvanları da satmak üzere yanına alıp, bir gemiyle Kanada’ya gitmeye karar veriyor. Nuh’un gemisine benzeyen bu gemide yolculuk başlıyor ve bir gece fırtınayı duyup izlemek için güverteye çıkan Pi, büyük bir fırtınanın gemiyi batırdığına şahit oluyor. Hindistan’dan Kanada’ya gi- den yük gemisi, içindeki hemen hemen tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batıyor. Yalnızca bir cankurtaran filikası, uçsuz bucaksız vahşi Pasifik Okyanusu’nun ortasında yapayalnız kalıyor. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve başkahramanımız Pi… Pi ailesi için ne kadar çırpınsa da hayatlarını kaybetmelerine engel olamıyor. Filmin bundan sonraki kısmında Pi’nin vahşi bir kaplanla 227 gün bo- Künye Yönetmen Oyuncular Tür Yapım Yılı Vizyon Tarihi : Ang Lee : Suraj Sharma, Irrfan Khan, Adil Hussain, Tabu, Gérard Depardieu : Macera, Drama : 2012 (127 dk) : 28 Aralık 2012 Cuma yunca, bir okyanusun ortasında yaşadıklarıyla alakalı gelişiyor. Pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı veriyor ve keskin zekâsı ve zooloji bilgisiyle hayatta kalmayı başarıyor. onca zamandır Tanrısal bağ gibi içinde tutunduğu tek taraflı dostluğun kendisini terk edişi onu yıkıyor. Bundan sonra Pi belki de gerçekten ilk kez “yalnız kalmış” hissediyor ya da egosundan, dünyevi hırslardan özgürleşiyor, aydınlığa ulaşıyor. Pi’nin sandalda birlikte yaşam mücadelesi verdiği kaplanın, aslında kendi egosu olduğu söyleniyor. Bu nedenle filmin kilit noktalarından birisi de, Pi’nin kaplan için “onu evcilleştiremezsiniz ama eğitebilirsiniz” dediği sahne oluyor. Günden güne kaplan da, Pi’nin hayat hırsı da zayıflıyor. Öyle ki kurtulduğunda aslında kurtulmak eskisi kadar umurunda olmuyor Pi’nin. Daha çok aralarında bir bağ olduğuna inandığı kaplanın arkasına bakmadan ormana gidişi, Oscarlı sinemacı Ang Lee’nin yönetmenliğinde sıra dışı bir öykü sunan filmin kadrosu da oldukça renkli. Daha önce oyunculuk deneyimi bulunmayan Suraj Sharma’nın Pi’yi canlandırdığı yapımda, ayrıca Tobey Maguire, Irrfan Khan, Adil Hussain rol alıyor. Filmin masalsı anlatımı, muhteşem görüntüleri de izleyiciyi oldukça etkiliyor. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 79 kitap ŞAHİKA & FERAYE Yazar: Sinan Akyüz “Abla.” Sayfa: 536 “Efendim.” Dil: Türkçe “Biliyor musun?” Yayınevi: Alfa Yayınları “Neyi?” Yayın Tarihi: 2013 “Senin kaderin benimkini de yazmış…” İncir Kuşları, Piruze-Şamda Bir Türk Gelin, İki Kişilik Yalnızlık gibi çok okunan kitapların yazarı Sinan Akyüz “Şahika&Feraye”isimli bu kitabında genç yaşta Ürdün’e gelin giden iki kız kardeşin gerçek yaşam öyküsünü sunuyor. Tarih, kader ve aşkın bir karışımını sunan sürükleyici bir eser… DÜRTME MEDYA KÜLTÜR Yazar: Cass R. Sunstein , VE EDEBİYAT Richard H. Thaler Yazar: Nebi Özdemir Çeviri: Enver Gürsel Sayfa: 440 Sayfa: 336 Dil: Türkçe Dil: Türkçe Yayınevi: Grafiker Yayınları Yayınevi: Pegasus Yayınları Yayın Tarihi: 2012 Yayın Tarihi: 2013 Her gün, bireysel yatırımlardan, çocuklarımızın okullarına, yediğimiz öğünlerden, savunduğumuz davalara kadar değişen çeşitli konularda kararlar alıyoruz. Ne yazık ki, çoğu zaman beceriksizce seçimler yapıyoruz. Bunun sebebi, yazarların da açıkladığı gibi, insan olarak hepimizin, hata yapmamıza sebep olan çeşitli önyargılara teslim olmamız. Hatalarımız bizi, daha yoksul, daha az sağlıklı hale getiriyor; çoğu kez, eğitim, kişisel finansman, sağlık hizmetleri, ipotekli konut finansmanı, kredi kartları, aile ve hatta dünyayı kapsayan konularda kötü kararlar alıyoruz. Thaler ve Sunstein, okuyucuyu farklı bir dünyaya davet ediyor. İnsanların nasıl düşündüklerini bilerek, kendileri için, aileleri ve toplumları için en iyisini seçmelerini kolaylaştıran seçim ortamlarının tasarlanabileceğini gösteriyor. Kitapta, hayatın en önemli kesitlerinden verdikleri birbirinden renkli örneklerle bizi daha kazançlı yönlere dürtecek, özenli bir “seçim mimarisi”nin, seçim özgürlüğünü kısıtlamadan, nasıl oluşturulabileceği ispatlanıyor. 80 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2013 Kültür Bilimi kapsamında hazırlanan bu eserde Türk kültürü ve edebiyatı ile medya arasındaki köklü ve çok yönlü ilişkiler, disiplinler arası yaklaşım ve yöntemlerle çözümlenmeye çalışılmaktadır. Ayrıca bu araştırmada, yazılı medya, radyo, sinema, televizyon ve internet bağlamındaki sözlü - yazılı - sanatsal / dijital kültür dönüşümleri özgün veri ve yorumlarla ortaya konulmaktadır.