olaylar, insanlar, anılar, öyküler

Transkript

olaylar, insanlar, anılar, öyküler
HALİL İBAN
OLAYLAR
ANILAR
ÖYKÜLER
İNSANLAR
0
ĠÇĠNDEKĠLER
KonubaĢlıkları
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖNSÖZ
I.OLAYLAR, II.ANILAR
1-KĠLĠS’E ELEKTRĠĞĠN ĠLK GELĠġĠ
2-KĠLĠS KÜLTÜR SĠNEMASI YANGINI
3-KĠLĠS’TE CUMHURĠYETĠN ONUNCU YIL KUTLAMASI
4-KĠLĠS ġEHĠR SĠNEMASI YANGINI
5-KĠLĠS KATOLĠK KĠLĠSESĠ(KENDĠRLĠ KĠLĠSESĠ), (BÜYÜKKĠLĠSE)
6-KĠLĠS PROTESTAN KĠLĠSESĠ (HĠLAL SALONU )
III.ĠNSANLAR
1-DA’VETE
2-KĠLĠS
3-KĠLĠS’TEN ĠNSAN MANZARALARI
4-ARAPLAR
5-BOYACI ANTEP
6-ASLAN CANSIZ
7-HAMAM KÜLHANINDA YATAN LĠSELĠ
8-HAYYUM UÇTU
9-OYLULU HASAN
10-ġAġI ALĠ KARAGÖZ KAHVELERĠ
11-KĠBAR AĞA
12-GARĠPDAYI
13-KĠRLĠOĞLU AHMET
14-CAMBUL
15-TERZĠ NECMETTĠN USTA
16-ALO
17-BÖKE ĠLE ARO HASAN
18-DELĠAHMET
19-KAZAN AHMET
20-GAZETECĠ HACĠ VAKIF
KĠLĠSLĠ OLMAYANLAR
21-BABAESKĠLĠ OSMAN
22-KOKO USTA
23-METĠN KURT
IV.ÖYKÜLER
1-ERSĠN’Ġ ÇARPAN BĠR ÇĠFT YEġĠL GÖZ
2-BĠR UYUMSUZ BULUġMA
3-AĞA KIZI EMĠNE ĠLE ÇOBAN HÜSEYĠN ÖYKÜSÜ
4-KAYIKÇI KANDEMĠR SĠPAHĠPALA (SALACAKCANAVARI)
1
ÖNSÖZ
Bu kitaptaki yazıları dört bölüme ayırmıĢtım:
1-Olaylar, 2-Anılar, 3-Ġnsanlar, 4-Öyküler.
Biçiminde olacaktı. Aslında öyle de oldu. Ama dikkat ederseniz tümü birden
olaylar, yine tümü birden anılar ve tümü birden öyküler bölümüne de girebilir.
Ben de çok ince eleyip, sık dokumadan sürdürdüm gittim.Kimi yerlerde veya
olaylarda anlatılan insanların adlarını değiĢtirdim.Bu da sırf insani duyguyla
olan bir değiĢikliktir.Bu değiĢiklik bu gün yaĢayanlardan çok gelecekte
yaĢayacaklar için oldu. “Senin deden ya da büyük deden iĢte Ģöyle biriymiĢ.”
Demesinler diye bu değiĢikliği yapmak zorunda kaldım. Gelecek o kuĢağın
pırıl, pırıl olması bakımından bu çok gereklidir. Bu biraz da öğretmen
oluĢumdan
kaynaklanmaktadır.
Olaylardan
söz
ederken
de
anıları
canlandırmıyor muyuz?
Sonra kim anılarından söz ederken bu anıların içinde olay
olmasın, insan bulunmasın. Bu nedenle bu notların adına ANILARIM
diyebilirdim. Bu yanlıĢ olmasa da bence doğru olmazdı. Hatta belki biraz da
eksik olurdu. Bu nedenle ilk planladığım gibi bıraktım.
Doğru, yanlıĢ, eksik, tamam bu bana özgüdür. Suçu günahı
varsa benimdir.
Burada adı geçen kiĢiler, daha doğrusu anlatılan kiĢiler
hakkında bir araĢtırma, bir inceleme ya da bir soruĢturma yapmıĢ değilim.
Anlatılanların
hemen
hepsi
çocukluğumdan
beri
duyduğum,
halkın
anlattıklarından anımsaya bildiklerimdir. Kısaca Kilis folklorunun bir
parçasıdır. Yani bu insanlar, ailelerinin kabul etmediği, dıĢladığı, bu insanlar,
kendileri bile farkında olmadan Kilis folkloruna girmiĢlerdir. Bir zamanlar
evlerde sıcak yataklarında yatamayan bu zavallılar, bugün folklorun geniĢ hoĢ
görüsü, sevecen kucağında rahata kavuĢmuĢlardır.
Ne diyelim. Onlar, bu dünyada sağken rahat edemediler.
Ama ikinci yaĢamları onlara huzur ve mutluluk verir umarım.
HALĠL ĠBAN
2
I-OLAYLAR, II- ANILAR,
III-ĠNSANLAR, IV-ÖYKÜLER.
I- OLAYLAR, II-ANILAR
1-KĠLĠSE ELEKTRĠĞĠN ĠLK GELĠġĠ.
Kilis Belediye Meclisi, Belediye Encümeni toplanmıĢ, bir karar
alacaklar. Bu karar günlük, aylık, yıllık Belediye hizmeti için değil, belki elli, belki
yüz yıllık bir hizmet kararı olacak. Doğal olarak bu çok, çok önemli bir karar
olmalı. Bu nedenle, çok doğru hesap yapılmalı. Halk tarafından seçilmiĢ bu kiĢiler
yanlıĢ bir hesap yapmamalılar. Neyin mi hesabını yapıyorlar? Sizi daha fazla
yormamak için hemen söyleyeyim: Bunlar seçilmiĢler demiĢtik ya, ĠĢte bu
seçilmiĢler, bilirler halkın neye gereksinmesi olduğunu. Bu da Kilis‟in elektriğe
kavuĢturulmasıdır. Bin dokuz yüz otuzlu yılların sonu, henüz Kilis‟te elektrik
yoktur. Evler, sokaklar, iĢ yerleri kısaca her yer akĢamları gaz lambası ile
aydınlatılmaktadır. Öyleyse Kilis‟e bir elektrik santrali gerekmektedir. Hazır bir
de jeneratör varken neden almayalım. Evlere elektrik kaç aile alabilir? Yapılan
bunun hesabı. Ġlçe Kaymakamı, Encümen ve Meclis Üyeleri, Kimi Büyük zenginler,
Soylular bunlar da olsa, olsa yüz, yüz elli hadi bilemedin iki yüz kiĢi eder. Sanırım
Mersin‟den sökülmüĢ olan iki yüz elli abonelik jeneratör yeter de artar bile.
Üstelik Elli, altmıĢ abonelik de fazlası var. Zaman içinde halktan isteyenlere de
bunu veririz. Bizi otuz, kırk yıl idare eder Diye düĢünüyorlar, “Ya halk istemez de
fazlası elimizde kalırsa ne yaparız?” Diye de korkuyorlar. ĠĢte günlerdir içinden
çıkamadıkları bunun hesabıdır. Sonunda büyük bir korkuya karĢın üstün bir
cesaretle karar alıyorlar. Söz konusu jeneratörü almaya karar veriyorlar.
Jeneratör alınır, Kilis‟te Kaymakam Necmettin Ergin Parkı düzenlenir Santral
binası bunun içine yapılır. Bu park çok geniĢ bir alana yapılmıĢtı.
Dört Yönden duvarlarla çevrilip duvarlar üzerlerine demir borularla
parmaklıklar yapılarak güzel bir görünüm verilmiĢti.
Bahçenin ana cadde
yönündeki bölümüne belli aralıklarla dört tane havuz yapılmıĢtı. BaĢtaki havuz
yerden bir buçuk iki metre yükseklikte beĢ, altı metre en ve boyda bir kare
görünümünde, su deposu görevindeydi. Su, önce bu havuza gelir, buradan diğer
havuzlara giderdi. Diğer üç havuz yarım metre yüksekliği olan, beĢer, onar metre
eninde ve de boyunda kare biçimindeydiler. Dördü birden fıskiyelerini açınca
görüntünün güzelliğine doyum olmazdı. Parkın kapısından içeri girince sağ tarafta
bir gül bahçesi vardı. Ġki yüzelli, üç yüz metre karelik bu alana çok sık ekilmiĢ
güllerden girmek çok zordu. Hatta olanaksızdı. Gül bahçesinin bitiĢiğinde bir buz
yapım yeri vardı. Burada sıcak yaz günlerinde halkın gereksinimini karĢılayacak
3
ölçüde buz üretilir kentin belli yerlerinde halka parayla satılırdı. Büyük buz
kalıpları testere ile kesilir, terazi ile tartılarak isteğe göre verilirdi. En çok Kadı
Camii önünde Muharrem Sabuncu, Cumhuriyet Caddesinde Eski Halkevi, bu günkü
Öğretmenevi karĢısında Sofu‟nun Oğlu Ahmet Efendi‟nin Tekel Bayiliğinde
satılırdı. Yalnız buralarda değil kentin her mahallesinde, her çarĢısında da
satılırdı. Kısaca Halkın tümüne eriĢebilmek için kentin her yerinde Satılırdı. Halk
da buralardan öğleyin, daha çok da akĢamları gereksinimine göre alır. AkĢam
yemeğinde ayranını, salatasını, suyunu, boyam Ģerbetini soğuturdu. Buz yapım
yerinin arkasında geniĢ bir odun deposu vardı. Burada bir de hızar (elektrikli
testere) vardı. Elektrik santrali odunla çalıĢırdı. Santral, buz yapım yeri, odun
deposu, hızar parkın ortasındaydı. Bunların batısında parkın daha geniĢ bir bölümü
vardı.
Belediye BaĢkan Ali Ziya Güresin Beyden sonra HaĢmet Topaloğlu, Belediye
BaĢkanı olmuĢtu. Kaymakam‟la el ele vererek Kilis‟e çok hizmet ettiler. Bugün
Kilisliler, ikisini de unutamazlar ĠĢte Bu ikili Kilis‟i bakımsız bir köy görünümünden
çıkarıp modern, yaĢanılabilir bir kent görünümüne dönüĢtürmüĢlerdir. Her ikisine
de Tanrıdan rahmet dilerim. Aslında tüm Kilislilerin de bu dilekte bulunmaları bir
değer bilirliktir. Ondan da ötede Kilisli olmanın bir görevidir. Necmettin Ergin,
Kilis‟ten ayrıldıktan sonra, HaĢmet Topaloğlu da Belediye BaĢkanlığından ayrılınca
bu değiĢim durakladı. Ne gelen kaymakamlar, Necmettin Bey‟in ne de Gelen
Belediye BaĢkanları, HaĢmet Bey‟in yerini tutabildiler. Bu nedenle de Kilis‟in
geliĢmesi durakladı. Aradan zaman geçip de Yönetimde, siyasette de Büyük
değiĢiklikler olunca bu Kilis‟i de etkiledi.14 Mayıs 1950 de siyasi iktidar değiĢince
Kilis, bu değiĢimi, sanki bir coĢkulu bayram kabul etti. Ancak dozunu arttırarak
yapılan bu gösteriler zaman, zaman amacını aĢarak halka zarar verdi. Bunlardan
ilki sayılan Belediye‟nin halk tarafından teslim alınması: Pantolon yerine siyah
Ģalvarlarını giyerek paçalarını dizlerine değin sıvamıĢ yüzlerce kiĢi, ellerinde birer
çapa, kürek, bel gibi tarım araçları olduğu halde gelerek:
“ĠĢte biz baldırı çıplaklar geldik. Siz Efendileri kovuyoruz.”
Daha önce yapılan o güzelim parklar birer, birer yok olmaya baĢladı. Önce Halk
Evinin olan, çok güzel bir bahçe bölünerek küçültülüp ikiye ayrıldı. Caddeden yana
olan bölüm kahve yapılarak, DP li bir militana verildi. Sonra içerde kalan bölüm de
Öğretmenlere verilerek Öğretmenler Lokali yapıldı. Böylece kentin en göz alıcı
yerindeki o güzelim bahçe yok olup gitti. Daha sonra sıra baĢkalarına geldi
Kilis‟te Kaymakam Evi yoktur, diyerek bir Kaymakam Evi yapalım
diye Necmettin Ergin Parkına kazmayı vurdular. Arkasından O güzelim parkı
parselleyip sattılar. Bu da yetmedi Kilis sebze hali için yer aranırken baĢka yer
kalmamıĢ gibi o da parkın içine alındı. Doğusu bahçeli evler yapmak Ġçin satılır,
batısı sebze haline verilir. ġu parkı de yok edelim diye düĢünmeye gerek
kalmadan çözüm bulunur.” Onu da halka satalım da bu iĢ bitsin.”Diyerek iĢi
bitirirler. Böylece o güzelim bahçenin yerinde bu gün bir mahalle oluĢmuĢtur.
Bununla iĢ biter mi? Gelelim diğerlerine. Yedi Aralık Parkı: Bu park da çok geniĢ.
4
Kilis‟e yaramaz öyleyse bunu da bir kuĢa benzetelim. Park kuĢa nasıl benzer? Hani
Nasrettin Hoca nasıl benzetmiĢse öyle:
“Önce Ģu kıyısına bir Ziraat Bankası, sonra onun yanına da bir PTT binası yapalım.
Allah Kerim arkasından Ģuraya da bir ADALET PASAJI diktik mi ? “Tamam!”
Denir. Kalan
küçücük bölümüne de bir kahve oluĢturur iĢi bitirirler.
KarĢısındaki AyĢecik Parkına gelince:
Kapatarak açık düğün bahçesi olarak birine verir halka kapatırız.
Kartal Bey Parkına gelince:
Zaten Oraya Ġlkokulu yaptırırken olmuĢtu olan. ġimdi bu durumlara bakarak
düĢünüyorum da:
DP.nin seçim kazanarak iktidara gelmesi özellikle ilk yıllarda Bir Ġnönü
Atatürk sevgisini yok etme giriĢimi ile geçti.çeĢitli kentlerimizde Atatürk anıt ve
büstlerine saldırılar baĢladı.Taksim Alanına dikilecek Ġsmet Ġnönü Anıtı‟nın
kaidesi önce yapılmıĢtı Bu güne değin heykeli konulamadı.Kim bilir hangi
hurdalıkta çürümeye terk edilmiĢtir.O günkü gazeteler incelenirse bu konu daha
iyi anlaĢılır.
Biz yine Kilis‟imize gelelim. Kilis‟te iki giriĢim baĢlatılmıĢtı.Bir ġarap
Fabrikası yapılmıĢ ikinci ya da üçüncü yılında katıldığı Uluslar arası yarıĢmalarda
dünyaca ünlü Ģaraplar arasında altın madalya ile ödüllendirilmiĢti.Önce“ġarap
haramdır.Dinimizde yasaklanmıĢtır.” “Üzümünüzü sakın Ģarap fabrikasına
vermeyin.” Propagandası ile halkı koruskası üzümlerini verdirtmemeye
zorladılar.(Oysa ayni bağcılar urumu üzüm kurularını rakı yapılacağını bile, bile
tekele veriyorlardı.
Yine bu tarihte Kilis Göz Hastanesi yapılmıĢtı.O zaman duyduğumuza göre burası
basit bir hastahane olmayacaktı.Unesco tarafından yönetilecek bir Üst Ġhtisas
Hastahanesi olacaktı.Dünyada yalnız beĢ tane olacak olan bu hastahanelerden
mezun olan doktorlardan üstün yetenekliler gelip burada çeĢitli dallarda
araĢtırma yapacaklardı.Ġlk konu trahom konusu idi.1839 yılından beri Kilis‟in baĢ
belası olan bu hastalık Kilis‟i KÖRLER DĠYARI yapmıĢtı.Bu da CHP zamanında
yapılan bir yenilikti, engellenmeliydi. Ayni bina hemen Devlet Hastahanesine
dönüĢtürüldü.Bütün bunlar,daha sonra da diğerleri olurken Kilis‟e Değil de Kilisli
‟ye ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu yolda bu havada gidersen Sana Allah bile
yardım etmez. Her Ģeye karĢın yine de bunu demek istemiyorum. Benim güzel
Kilis‟ime Allah Yardım etsin Gerçi Necmettin Ergin zamanı, Kilis‟in kent olarak
geliĢip güzelleĢmesi açısından altın çağı olmuĢtur. Yedi Aralık Parkı, KurtuluĢ
(Sonradan AyĢecik) Parkı, Kartal Bey parkı, ġehitler Parkı gibi parklar hep O‟nun
zamanında yapılan eserlerdir O zaman Ali Ziya (Çırazoğlu)Güresin Belediye
BaĢkanıdır. Kaymakam, hem Kaymakamlık görevini yapmakta hem de Belediye
BaĢkanlığı yapmaktadır. Çünkü o zaman Belediye BaĢkanı izin ya da rapor alır da
görevden ayrılırsa yerine Kaymakam vekâlet etmekteydi. Ġzni de Kaymakamdan
alırdı. Bu nedenle sık, sık izne ayrılır yerine Kaymakam bakardı. ĠĢte bu durumdan
yararlanan Kaymakam, bir Belediye BaĢkanı gibi kentin güzelleĢmesine çaba
5
harcamaya baĢladı. Zamanında Kilis çok güzel bir kent görünümü kazandı Ali Ziya
Beyden sonra Belediye BaĢkanlığına HaĢmet Topaloğlu seçildi. HaĢmet Beyle
Necmettin Bey Çok iyi bir ikili oluĢturdular. Her konuda anlaĢabiliyorlardı. Asıl
altın çağ o zaman oldu Sıra elektriğin Aydınlanmasına gelmiĢti. Büyük bir tören
düzenlenerek açılıĢ yapıldı. O gün Kilis‟te genç, yaĢlı, kadın, erkek, çoluk, çocuk
doldurmuĢtu Santral Parkını. Davullar, zurnalar çalıyor, düğün, bayram oluyordu.
DıĢardan gelen konuklar da vardı. Birçok Büyük Adam nutuk attılar. Zaten,
“Orhan Veli‟nin Dediği gibi:
“Neler yapmadık Ģu vatan için
“Kimimiz öldük, kimimiz nutuk attık.
Bugün de baĢka ne yapıyoruz ki Ölenlerimiz çoğaldıkça, nutukçular da
çoğalmaktadır. Sorunlara çözüm aramak isteyenler bulunmamaktadır. Örnek mi
istersiniz, buyurun: Karayolları. Ülkemizde elli beĢ yıldır her gün birçok can
alırken Demiryollarına bir kuruĢ yatırım yapılmamıĢtır. Bir ara hızlı tren sesi
çıkmıĢsa da hemen seri kazalarla gündemden çıkarılmıĢtır.Bu arada bir öküz
getirdiler. Onu elektrik telleri ile bağladılar. Birden öküzden bir sesler çıktı ve
hayvan yere yıkılıp titreyerek öldü. Daha önce konuĢan büyüklerden birisi “Bakın
bu öküz nasıl öldü. Bilmeden dokunursanız siz de böyle ölürsünüz.” DemiĢti.
Özellikle biz çocuklar öylesine korkmuĢtuk ki caddede sokaklarda dikili direklere
bile dokunamazdık. Aradan epeyi bir zaman geçmiĢti. Bir gün Kilis‟te acı bir haber
yayıldı. Tabakhane Camii‟n Güneyindeki o daracık sokakta (Necip Asım Yazıksız
sokağı)
Mazlumoğlu gilin evleri vardı. Sokağın elektrik direği damlarına çok
yakındı teller el yetecek durumdaydı. Genç kızları bu telleri çamaĢır teli olarak
kullanmak istemiĢ, elektriğe çarpılarak ölmüĢtü. Bu olay da duyulunca halkı
büsbütün bir korku sarmıĢtı Kısa zamanda halktaki bu korku kaybolmuĢ, yerini
“Bizde neden yok.” “.Biz de alalım. Biz de isteriz‟ e ” dönüĢmüĢtür. Bu durum
Belediye ‟yi sıkıntıya sokmuĢ. Ġstekler öylesine artmıĢ ki jeneratör artık yetmez
olmuĢtu. Bu da bir takım sorunlara neden olmuĢtur. Örneğin kente elektriğin
verilmesi Bir programa bağlanmıĢ. Abone olmak istekleri sıraya bağlanmıĢ.
Yıllarca sıra gelmesi beklenmiĢ, Kilis‟te her isteyenin zamanında alabilmesi için
yirmi yıl zaman geçmesi gerekmiĢti. Bu da bize Ģunu gösteriyor: Bizim
Politikacılar ancak günü kurtarmayı becerebiliyorlar. Dün de, o günde böyleydi. Bu
gün de böyledir. Ülkemizde elli yıl, yüz yıl ilerisi için yapılmıĢ bir plan, alınmıĢ bir
karar, ya da atılmıĢ bir temel var mıdır? Varsa lütfen bana da gösterin
***
2-KĠLĠS KÜLTÜR SĠNEMASI
YANGINI
Kültür Sineması, Kilis‟te ilk sinemadır. Cumhuriyet Caddesinde bugün
TaĢdemir‟lerin olan,
eskiden Kadir‟in Kahvesi denilen yerin tam karĢısındaki
yapının birinci Katında idi.1935 ya da 36 yıllarında idik Kilis‟e elektrik gelmiĢti. O
güne değin ne radyo ne de sinema vardı Kilis‟te. Ġki ya da üç günde bir toplu
gazeteler gelir, geldiği anda da dağıtılır biterdi 1935 mi yoksa 1936 mıydı Kilis‟ ilk
6
olarak sessiz sinemayla tanıĢmıĢtı. Cumhuriyet Caddesinde Belediye ‟nin malı olan
bir handa gösterime baĢlamıĢtı. Çok geçmeden sesli Sinemayı da gördük ve
tanıdık. ĠĢte Cumhuriyet Caddesindeki iki katlı binanın üst katında gösterime
baĢlayan KÜLTÜR SĠNEMASI, Kilis‟in ilk sinemasıdır. Biz Sinemayı onunla tanıdık.
Ondan öğrendik. Bu gün hala kulağımda o günkü çığırtkanın sesi: “Bu akĢam Kültür
Sinemasında Münire Mehdi, Ahmet Allam aĢk, Ģarkı, dans, ayrılık, göz yaĢı dolu
bir film bu akĢam saat sekiz buçukta. BaĢlıyoooor!”
Diye bağıra çağıra, bütün Kilis‟i dolaĢırdı. Omzunda o gün gösterilecek filmin
tanıtım afiĢleri ile donatılmıĢ bir tabela, elinde saplı bir çan çarĢı, Pazar, cadde,
sokak gezerek bütün Kilis‟e duyururdu. O gün gösterilecek filmi. Çığırtkanın sesini
duyduk muydu mahallenin bütün çocukları koĢup gelir arkasında çocuklar alayı
oluĢtururduk. Onunla mahallemizi dolaĢır sonra evimize dönerdik. O hangi
mahalleye gitmiĢse o mahallenin çocukları gelip sanki görevi teslim alır gibi iĢi
teslim alarak baĢlarlardı çığırtkanla dolaĢmaya. Adeta yeni bir oyun olmuĢtu, biz
çocuklar için. Bu olay, bir süre sonra bitti. Ya bizler anlamıĢtık bu iĢin gereksiz
olduğunu ya da anlatmıĢlardı büyüklerimiz kendi yöntemleri ile. Kültür Sineması
gösterimini sürdürüyordu. Ġlk kovboy filmlerini, Tarzan filmlerini biz, bu
sinemada görüp tanıĢtık. Hele ilk Türk Filmlerinin o,çok ağlatan senaryolarını,
Nezihe Becerikli, NaĢit, Ġsmail Dümbüllü gibi, aktörleri, Münir Nurettin‟in bol
Ģarkılı türkülü filmlerini orada görüp tanıdık. Nezihe Becerikli ile Münir
Nurettin‟in Kahveci Güzeli filmi hala belleğimde. Hele bir Dertli Pınar filmi vardı
ki bütün izleyicileri hıçkıra, hıçkıra ağlatırdı. Çok istememe karĢın görememiĢtim
o filmi. Sinemaya gitmek için ailemden izin almak kolay değildi. O nedenle
göremedim bir türlü. Bir gece Baba annemle yatıyorduk. Henüz uyumamıĢtık.
Birden bire ani bir ıĢık parlaması oldu. Arkasında korkunç insan bağırıĢları silah
sesleri geliyordu. Sinema bizim evden rahat görülürdü. Evle sinema arasında KuĢ
UçuĢ hattı olarak 40-5o metrelik bir uzaklık vardı. Yataktan kalktık. Sinema
binası alevler içinde cayır, cayır yanıyordu O akĢam ArĢın Mal Alan Filmi
oynuyormuĢ. Filmin ilk gecesi olduğu için müĢteri çokmuĢ. Çatı mum gibi yanıyor,
Çatı tahtaları yandıkça üstündeki kiremitler aĢağıya dökülmeye baĢlıyor. Isıya
dayanamayan camlar çatlayarak dökülüyor. Kilis Ġtfaiyesi bu büyük yangınla baĢ
edemiyor. En yakın Yardım Gaziantep‟ten gelebilir. Onun gelmesi de Bir iki saat
sürer. Bu arada rüzgar da çıkmaz mı? Babam, “Dikkat edin! Alevler evlere
gelmesin kapıları pencereleri iyice kapayın!” diyor. Henüz gözleri görmediği için
kendisi bir Ģey yapamıyor. Bu arada yangın da Ģiddetini arttırarak sürüyor.
KomĢular damlarına çıkmıĢlar,ellerinde kovalarla su getirmiĢler.Damların tümü
toprak olduğundan otlar çıkar.Bu otlar tutuĢursa yeni bir yangına neden olabilir.
Bunu önlemek için herkes kendi damındaki otları ıslatmaya çalıĢıyor. Çıkan rüzgar
da yardım ederek uçuĢan çatı tahtalarını birer küçük kuyruklu yıldız gibi avlulara
damlara alevler saçarak taĢıyordu. Bir ara haber geldi. Herkes evlerini boĢaltıp
sokağa çıksın dediler Ben henüz okula baĢlamamıĢtım. Hocaya gidiyordum. Kur‟ana
baĢlamıĢtım. Bizimkiler hiçbir eĢya almadan dıĢarı çıktılar. Bana yeni bir Kur‟an
alınmıĢtı, bez bir çantanın içinde duruyordu. . Onu aldığım gibi bağrıma basıp
7
dıĢarı çıktığımı anımsıyorum. O gece yangın sabaha değin sürdü. Sabahleyin
söndürebilmiĢlerdi
O geceki yangın hem Kilis‟ten Sinemayı alıp götürmüĢ hem de Kilis‟in
Çok Güzel bir TaĢ binasını yok etmiĢti.
***
3-KĠLĠS‟TE CUMHUĠYETĠN
ONUNCU YIL KUTLAMASI
1933 yılı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluĢunun onuncu yılını doldurduğu
yıldır. O yıl, Ülkenin bütün kentlerinde gösteriĢli törenler yapılıyordu.
Ben yaĢta olanlar ne Atatürk‟ü görmüĢ ne de tanımıĢtık. Henüz ilkokula bile
baĢlamamıĢtık. Ama sokakları dolduran halkın coĢkusu biz çocukları da sokağa
dökmüĢtü. O gün Kilis‟te tam bir bayram havası vardı. Havlı (Cumhuriyet Meydanı)
Öylesine dolmuĢtu ki kalabalığı yarıp içeri girmek olanaksızdı. Nutuklar atılıyor,
davullar, zurnalar çalınıyor, silahlar patlıyor, göğe çıkanlar, yıldız dökenler
atılıyor. Halk hep bir ağızdan “YAġAA! BĠN YAġAAA!”diye bağırıyor. Biz
çocuklar da kendimizi bu coĢkuya kaptırmıĢız, Kim için, ne için olduğunu bilmeden
biz de çocuk sesimizin çıktığınca bağırıp duruyorduk. Meydandaki kalabalık
Cumhuriyet Caddesine dağıldı. Oradaki eğlenceler daha da coĢkulu idi. Halk
guruplar halinde toplanmıĢ kendi kendilerine eğleniyorlardı. Kimi sazını almıĢ,
yemen türküsü söylüyor, kimileri bir ut, bir cümbüĢ, bir kemanla, bir de darbuka
ile bir fasıl heyeti kurmuĢlar. Çalıp söyleyip eğleniyorlardı. Bu sokak eğlenceleri
akĢama değin sürmüĢtü. AkĢam öğünü belli öğündür. Kilis‟li, o saatte sokaklarda
değil, evinde sofrasının baĢındadır. Sokaklarda kimseler kalmaz. Ancak o gün için
bu böyle olmadı. AkĢam yemeği için eve gidenler de vardı, gitmeyenler de
Gidenler geri dönünce daha önce gitmeyenler gidiyor. Böylece O gece Kilisli
akĢam yemeğini dönüĢümlü olarak yemiĢ oldu.Gece fener alayı olacaktı. Biz
çocuklar, bunu çok merak ediyorduk Mutlaka görmeliydik. Yatsı Namazı sırasında
bir bölük asker ellerinde birer meĢale ile asker marĢları söyleyerek Kilis‟i
dolaĢtılar. Bu kez halk evlerinden çıkmıĢ meĢale ile geçen askerleri alkıĢlıyordu.
Askerler
önlerinden geçerken onlara “YaĢaaa !!
Bin YaĢaaa
!!!!”.Diye
bağırıyorlardı.Cadde boyunca dükkânların evlerin damları insanlarla dolmuĢtu.
Kadınlar maniler, türkülerle, zılgıtlarla yeri, göğü inletiyordu.Bu arada Patlıoğlu
Emin Ağa‟nın selamlık odasının merdivenleri de insanlarla dolmuĢtu. O günlerde
Ulusal Bayramlar, halk tarafından böylesine coĢkulu katılımla kutlanılırdı. Yalnız
Devlet adamları, okullar, askerler kutlamalara katılmaz, bayramlar milletçe
kutlanır, milletle yapılırdı. O yıllarda bayramlara siyaset karıĢmamıĢtı. Ne zaman
ki siyaset bayramlara da bulaĢtı o zaman halk uzaklaĢtı.ĠĢte o akĢam kalabalık o
kadar artmıĢ ki selamlık merdivenleri çekememiĢ çökmüĢtü. Bu çöküĢte ölen var
mıydı? Anımsamıyorum. Ama kolu bacağı kırılanları duymuĢtum.
(Bu olay, AyĢecik Düğün salonun Cumhuriyet Caddesi yönünde bitiĢiğindeki Kasap
Muhtar Aktürk‟ün Kellecilik yaptığı dükkanın üstüydü.)
8
Fener Alayından sonra Biz Çocuklar için bayram bitmiĢti. Ġstesek de
istemesek de anneler, babalar bizleri evlere sokmuĢlardı. Gündüz çok koĢmuĢ, çok
yorulmuĢtuk.O AkĢam kimse zorlamadan Kendiliğimizden hemencecik yatıp
uyumuĢtuk.Sabahleyin kalktığımızda gece bir Balo olmuĢ. Kentin ileri gelenleri
eĢleri ile birlikte baloya katılmıĢlar. Bizim evin karĢısındaki binada olan baloyu
komĢular hep izlemiĢler. Anlattıklarına göre çok güzel olmuĢ. Gece geç saatlere
değin süren bu danslı eğlence insanları çok eğlendirmiĢ.Sonradan öğrendiğimize
göre:
“YaĢa, bin yaĢa!”çığlıkları. Atatürk,Onun kazandırdığı Cumhuriyet, ve bizi
bağımsızlığımıza
KavuĢturan Ordumuz
içinmiĢ.YaĢasın Atatürk, YaĢasın
Cumhuriyetimiz, YaĢasın OrdumuzMilletimizi de unutmayalım..YaĢasın Türk
Ulusum. YaĢasın bağrından çıkardığı Atatürk‟üm, YaĢasın Cumhuriyetim YaĢasın
dünyada bir benzeri olmayan Ordumuz..
ONUNCU YIL MARġI
“Çıktık açık alınla on yılda her savaĢtan,”
“On yılda on beĢ milyon genç yarattık her yaĢtan”
“BaĢta bütün dünyanın saydığı BaĢ Kumandan”
“Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baĢtan.”
“Türk‟üz cumhuriyetin,göğsümüz tunç siperi,
“Türk‟e durmak yaraĢmaz,Türk önde,Türk ileri!
***
“Çizerek kanımızla Öz Yurdun hartasını”
“ Dindirdik memleketin yıllar süren yasını”
“Bütünledik her yönde özgürlük kavgasını,”
“Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını.”
“Türk‟üz cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,”
“Türk‟e durmak yaraĢmaz, Türk önde,Türk ileri!.”
***
“Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız”.
“Karanlığın üstüne güneĢ gibi doğarız.”
“Türk‟üz bütün baĢlardan üstün olan baĢlarız,”
“Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.”
“Türk‟üz, cumhuriyetingöğsümüz tunçsiperi,”
“Türk‟e durmak yaraĢmaz,Türk önde,Türk ileri.”
***
Bu güzel marĢ bile cezalandırılmıĢ,uzun yıllar söylenmez çalınmaz
olmuĢtu.Son yıllarda sanki ona da bir af geldi gibi.ġimdilerde dillerden düĢmez
oldu.Gençler sanırım birinci dörtlükten gerisini bilmiyorlar.Ben onun için saldım
buraya.Genç ağılarda söylenirken daha da bir anlam ve güzellik kazanıyor
sanki.Sağ olun gençler.
YAġASIN GENÇLĠK.
***
4-KĠLĠS ġEHĠR SĠNEMASI YANGINI
9
Kilis‟te üç tane sinema vardı. Birisi Muhacir HaĢim Efendi‟nin Özyurt
Sineması. Cumhuriyet Caddesinde Öğretmen Evinin karĢısında Kapalı sinema.KıĢın
Bu kapalı salonda çalıĢır yazın binanın damında yazlık olarak çalıĢırdı.Ġkincisi Ebe
‟nin Sineması olarak bilinen yalnız yazın çalıĢan bir sinema idi.Yalnız geceleri
çalıĢırdı.Gündüzleri daha çok düğün salonu olarak kullanılırdı.Kilis‟te hiçbir zaman
kapalı bir düğün salonu olmadığı için var olan sinemalardan yararlanılır.Düğüne
çağrılanlara birer sinema bileti yollanır,belirtilen tarihte,bildirilen saatte
çağrılılar ailece toplu olarak biletleri ellerinde Sinemaya gelirler. O gün ya da o
gece için sinemacı ile düğün sahibi hangi film için anlaĢmıĢlarsa o film, gösterilir.
Film bitince düğün de bitmiĢ olur. Çağrılılar kalkıp evlerine giderler. Yalnız düğün
sahipleri, Gelinin ve Güveyinin yakınları biraz daha beklerler. Bu arada birkaç
“yoh, yoh çağrılır, bir kaç zılgıt atılır. Gençler bir iki dolam göbek atarak” Düğüne
son verirler. Kilis‟te buna Sinema Düğünü denir.
Üçüncü sinema da ġehir Sinemasıdır. Bu üstü açık bir yazlık sinemadır.
Eğer yanlıĢ bilmiyorsam bunu da Ebe Hanım çalıĢtırırdı. Bu sinemanın yeri de BaĢ
Fırının yanında Prof. Dr. Doğu Ergil‟ in babasının ve daha önce de Dedesinin
çalıĢtırdığı Buğday Hanında idi.Yazlık sinemada kolay,kolay yangın olmaz. Olsa bile
bu yangın makine odasının dıĢına çıkmaz. Makine odası tümüyle yansa bile
kendisine ortak yanıcı bir arkadaĢ kesinlikle bulamaz. ĠĢte bu yazlık sinemada bir
düğün oluyor. Kilis‟te özellikle düğün çağrılarında Çocuk getirmeyiniz, Ya da
çağrılanlar dıĢında kimse getirmeyiniz diye not koysanız bile çocuklar dıĢında
yüzde yirmi, otuz fazla kiĢi kesin gelir. Düğüne gelenler öylesine kalabalık ki
sinemaya sığmazlar. Birçoğu hanın çevresindeki toprak damlara doluĢurlar.
Sinema baĢlar. Makine odasının önündeki damda oynayan çocukların toprak damda
çıkardıkları toz bulutu perdeye giden projektör ıĢıklarına karıĢınca perdede sanki
yangın varmıĢ gibi bir görüntü belirir. Bu arada sinemanın kapıları kapanmıĢtır.
“Yangın vaar !!!” çığlığı ile Kapıya yığılmıĢ olan kalabalık kapının açılmasını engeller
Ne yapacağını bilmeden ĢaĢkına döner.BaĢlar birbirlerini ezmeye.Aslında gerçek
olmayan bir yangın düğüne gelenleri paniğe sokmuĢtur . Ancak bu kaç kaçta
ezilerek ölen on kadar genç kadın ve genç kız vardır. Sinemada yerlerinde
oturanlar, az sonra kapılar açılıp da kalabalık dağılınca bir Ģey olmadan kalkıp
evlerine giderler.
***
5-KĠLĠS KATOLĠK (KENDĠRLĠ) KĠLĠSESĠ
Kilis‟te bir zamanlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler de varmıĢ. Bunlar
gayri Müslim oldukları halde tamamı müslüman olan Türk Kilisli halkla iç içe, barıĢ
içinde kardeĢçe yaĢarlarmıĢ. Kimse diğerinin dinine, inancına karıĢmaz, herkes
kendi inancının gerektirdiğini özgürce yerine getirirmiĢ. Bu nedenle her dinin
gerektirdiği ibadet hane yapılmıĢtır. Hıristiyanlığın en büyük mezhebi olan
Katoliklerin, Ortodoksların ayrı, ayrı büyük Kiliseleri olduğu gibi, değiĢik
semtlerde küçük mahalle ya da semt kiliseleri de varmıĢ. Yahudilerin de
kendilerine özgü Havraları vardı. KATOLĠK KĠLĠSESĠ bunların en büyüğü, en
gösteriĢlisi idi. Bu nedenle Kilis‟ li buna BÜYÜK KĠLĠSE de demiĢtir. Bir de
10
Katolik papaz, rahip ve rahibelerinin giyimlerinden dolayı KENDĠRLĠ KĠLĠSESĠ
denmiĢtir. Bunlar, özel dinsel giysilerinin üstüne belden sarılan kalın siyah bir
urgan kuĢak kullanırlardı. Kilisli, bu nedenle bunlara Kendirli, kiliselerine de
kendirli kilisesi derdi. Kiliseden söz etmek isteyen bu üç adı da kullana bilir. Yani
isterse Katolik Kilisesi, isterse Büyük Kilise, yine isterse Kendirli Kilisesi der.
ġimdi bundan söz etmeye çalıĢacağım.
Büyük Kilise: bugün Cumhuriyet Ġlköğretim Okulu önünden geçerek
Odun Pazarına doğru gitmek isterseniz okulu geçince karĢınıza bir cami, bir de
çeĢme çıkar. Camii solunuza alırsanız birkaç adım sonra Odun Pazarından gelen
yola çıkarsınız, sağa, sola dönmeden yolu geçerseniz karĢınıza küçük boĢ bir alan
çıkar. Bu boĢ alan eğer Ģu anda da duruyorsa o kiliseden kalan arsanın bir
parçasıdır. Kilise Cumhuriyetten önce yıkılmıĢ taĢları ile (Doğru mu yanlıĢ mı
bilmem ) (Duyduğuma göre) ilk hükümet konağı ve ortaokul binası yapılmıĢtır. Ben
ne binayı ne de harabesini gördüm. DeğiĢmeden önceki arsasını gördüm. Oldukça
büyük bir arsa idi. Kilis Ortaokulunun üstündeki tarihe bakılırsa Okulun yapılıĢ
tarihi 1915 yılıdır. Eğer gerçekten söylenildiği gibi Yıkılan Kilisenin taĢları ile
yapıldıysa demek ki Kilise 1915 ten önce yıkılmıĢ. Kilis Kültür Derneği arĢivinde
fotoğrafı vardır. Ne zaman yapıldığı, neden nasıl yıkıldığı konusunda ne yazık ki
bir bilgim yoktur. Rumlar ve Ermeniler Kilis‟ten ayrılınca adı da kendisi de yok
olmuĢtur.
***
6 PROTESTAN KĠLĠSESĠ
(HĠLAL SALONU)
Kilis Cumhuriyet Ġlkokulu‟nun içinde idi. Biz ilkokulda okurken tiyatro
salonu olarak kullanılırdı. Birçok okul temsilleri de orada verilirdi. Bu salon
Kilis‟teki Hıristiyanların iki kiliselerinden birisi idi Bir Katolik Kilisesi vardı. Kilisli
buna Büyük Kilise, Kendirli Kilisesi de derdi. Diğeri Ortodoksların Kilisesi idi.
Hıristiyanlar yani Rumlar ve Ermeniler Kilis‟ten ayrılınca adı Hilal Salonu olarak
değiĢen bu Kilise Ermeni Ruhban Okulu içinde okulun bir bölümü olarak yapılmıĢ
çok güzel bir bina idi. Ruhban okulunda okuyan rahibeler, rahipler bu salonda
dinsel görevlerini yaparlarmıĢ. Ermeniler gidince ruhban okulu, Cumhuriyet
Ġlkokuluna dönüĢtürülür. Kilise de okulun salonu olarak kullanılır. Kilis‟te iki salon
vardı. Birisi Halk Evi salonu idi. Cumhuriyet Balosu orada verilirdi. Okul temsilleri,
özel günler, geceler, Kültürel, sanatsal, etkinlikler hep burada olurdu Ayrıca Halk
Evinin kendi düzenledikleri etkinlikler de vardı. Yine bunlardan ayrı olarak yurt
içinde dolaĢıma çıkan müzik, tiyatro, grupları da bu iki salondan yararlanırdı. Bu
iki salonun varlığı sayesinde Kilis ve Kilisli, Lale Oraloğlu, Münir Nurettin Selçuk,
Ġsmail Dümbüllü, Hazım Körmükçü gibi ve daha nice sanatçıları gördü, tanıdı,
tanıĢtı. Bir de Mahfel denilen askeriyenin salonu vardı. Burada da yalnız subay ve
astsubaylar için Gösteriler, eğlenceler düzenlenirdi. Burası sivillere yasaktı.
Bugünkü Ordu Evlerine benzer bir kuruluĢtu onlar, Ordu Evleri gibi geniĢ kapsamlı
değildi. Belki bir askeri lokal denilebilirdi Sonra burası Kız Sanat Okulu oldu.
Daha sonra da Kız Sanat Enstitüsü‟ne dönüĢtürüldü.
GeçmiĢi hakkında
11
duyduklarımıza dayanan bilgilerimizi anlatmaya çalıĢtığımız Hilal Salonunun
bildiğimiz dönemlerine gelince: Ben Ġlkokula baĢladığım zaman görüp tanımaya
baĢladım. Bizim ders yaptığımız sınıfların bulunduğu iki katlı binanın arkasında
çoğu zaman kapalı olan bir bina daha vardı. Beyaz taĢlarla yapılmıĢ bu binanın dört
köĢesi, Kapı, pencere çevreleri iĢlenmiĢ siyah taĢlarla örülmüĢ çok güzel
görünümlü bir yapı idi. Ayrıca taĢlar arasına kireç harçla birlikte eritilmiĢ kurĢun
da döküldüğünden çok sağlam olduğu da söylenirdi. Zaman, zaman kapı açık olurdu.
Böyle zamanlarda içeri girerek yakından incelemeye çalıĢırdık. Salonun giriĢ kapısı
batı yönündeydi. Kapıyı dıĢtan arkanıza alırsanız, sağında yine batı yönünde iki
penceresi vardı. Her iki pencere de çok güzel iĢlenmiĢ demir parmaklıklarla
kapatılmıĢtı. Binanın içine girince kapının karĢısında binanın doğusunda bir sahne
vardı. Yine Binanın kuzey batı köĢesinde dar bir kapı ve dönerli basamaklarla
binanın çatısına çıkılacak bir merdiven vardı. Eskiden bu merdivenlerden. Kilisenin
çan kulesine çıkılırmıĢ. Ermeniler gidip kilise boĢ kalınca çan kulesi yıkılmıĢ. 1937
yılında çan da çan kulesi de yoktu. Ama o kapı ve merdivenler vardı. Kilis Kültür
Sineması Yangınından beĢ on sene sonra bu salon sinema olarak kullanılmak üzere
kiraya verildi. Bir zaman sinema olarak çalıĢtı. Fakat bunun da sonu yangınla bitti.
Çatısı bu yangında yanan binanın kendisi sağlam duvarları sayesinde ayakta kaldı.
Okul içinde olması dolayısı ile mi, nedense uzun zaman bir onarım görmedi. Daha
sonra ruhban okulu da çürüktür, burada okul olamaz diye yeni okul binası
yapılması gerektiğinde salon yıkılarak yerine ilkokul binası yapıldı. Ruhban okulu
ise bugün hala ayaktadır. Kilis il olunca o boĢ bina da değerlendirildi. Ġyi bir
onarımla bugün Kilis‟te okul olarak değilse bile Eski sınıf odaları Kültürel
etkinliklere verilmiĢtir.
***
III-ĠNSANLAR
1- DA‟VETE
(YanlıĢ yazılmıĢ bir sözcük veya bir yazım yanlıĢı değildir. Sakın
düzeltmeye kalkıĢmayın. Asıl o zaman bozarsınız.)
Bu adı aldığında henüz sekiz, on yaĢında bir çocuktu. Annesi, babası
bir de kız kardeĢi ile birlikte yattıkları odaya çekilir, gündüz sabahtan akĢama
değin bu odada oyalanırdı. Sinemayı çok severdi. Nereden bulmuĢsa elinde bir iki
mercek vardı. Bu merceklerle kendine özgü bir sinema oluĢturmuĢtu. Oda, güneye
karĢı idi. Sabahtan akĢama değin pencereden güneĢ eksik olmazdı. O, bu odaya
kapanır, pencerelerin perdelerini kapatır, loĢ bir karanlık oluĢturur, elde ettiği
parça, parça sinema filmleri ile bir Ģeyler yapmaya uğraĢırdı. En çok görüĢüp
konuĢtuğu insan, Kilis‟te radyo tamirciliği yapan, sinema makinisti, Ġstanbullu
Ahmet Ustaydı. Bu eldeki film parçalarını da sanırım ondan alırdı. Yalnız baĢına,
yarı karanlık bir odada sinema oynattığını sanarak uğraĢırken kendine göre bir de
Ģarkı uydurmuĢ mırıldanıp dururdu:
“Da‟vete, tee, tee te”
Güftesi, bestesi, yorumu kendisinin olan bu müzik,. hiç ağzından
düĢmezdi. Hem çalıĢırken O‟na güç verir. Hem de filmlerin fon müziği olurdu. O,
12
yaĢtaki çocukların çoğunda görülen bu özellik çocukluktan gençliğe geçince yavaĢ,
yavaĢ yerini baĢka uğraĢlara bırakıp giderdi.
Bir ara Ġsmet Ġnönü‟ye tutkundu. O‟na mektuplar, Ģiirler yazar,
yollar, tümüne de karĢılık alırdı. Gelen karĢılıkları kutsal bir belge gibi koynunda
saklardı.
PaĢa‟nın bu özelliği çok önemliydi. Kendisine gelen mektuplar kimden
olursa olsun onu yanıtsız bırakmazdı. Bu yüzden de halkın gönlünde taht
kurmuĢtu. O, bu özelliğinden dolayı Halkın Ġsmet PaĢa‟sıydı.
Bizim Davete On yedi, on sekiz yaĢına gelmiĢ tığ gibi bir delikanlı
olmuĢtu. Artık çocukluktan gelen bu takma addan kurtulmuĢ gerçek adına
kavuĢmuĢtu: Fahrettin.
Fahrettin benim öz dayım oğludur. On sekiz yaĢında komĢu
nahalleden bir kıza âĢık olur. Ne yapar? O yaĢtaki bir delikanlı aĢık olunca. Hele
Kilis gibi tutucu, bağnaz bir bölgede. Eğer uygunsa sevgilinin kapısı önünde
dolaĢmak. Evden çıkan sevgiliyi bir süre izlemek. O da evden yalnız çıkamaz ki
zaten. Eğer yanında aileden biri varsa yandı delikanlı. Yoksa kızı ya da oğlanı
tanıyan biri görürse iĢ yine kötüdür. Bu yüzden izlemek büyük ustalık ve deneyim
ister. O yaĢta Kilis‟te olup da ayni çileyi çekenlenler, ayni korkuyu yaĢayanlar
bilirler Ġzleyeceksin, buna engel olamazsın. Bunu izlediğin bilecek. Ancak hem
yanındakiler hem çevredekiler bilmeyecek. Bu da kolay bir iĢ değil. Tanrı yardım
eylesin o yaĢta o bölgede aĢık olan her gence.
Fahrettin de kendini Ģiire Ģarkıya, türküye vurur. Bildiği halk ozanları
ile görüĢür En çok görüĢtüğü iki halk Ozanı ile (Biri Terzi Galip KeleĢ Diğeri de
Terzi Korkmaz Kın) konuĢurdu. Bu arada Bir de senaryo yazar “Kaçırılan Gelin”
Onu Ġstanbul‟a bir stüdyoya yollar.“Sen bunu deneyimli bir senariste düzelttir.
Bize sonra yolla.”Derler. Ne yapsın Garibim. Böyle bir tanıdığı yok. Olsa verecek
parası yok. Daktilo makinesi ile yazılmıĢ olarak bir defterlik bu çalıĢmayı
saklayıverir. Bu arada yaĢı da on dokuzu geçmiĢtir. Askerlik yoklamaları gelmiĢ,
gidip yaptırmıĢtı. Eylül ayında askerliğe çağırılmıĢ, ekimde askere yollanacaktı.
Toplu yollanma iĢlemi Ekimin l0 ya da ll‟ inde olacaktı. Sevki gelmiĢti. Ben o sırada
Rahmetli Muzaffer Özkan‟ın dükkânı (Foto ĠlkıĢık)‟ta oturuyordum. Geldi
konuĢtuk, ĢakalaĢtık, gülüĢtük. Bu arada sevdiğinden söz etti. Kaç gündür
göremediğini söyledi. Gitmeden görebilmeyi çok arzu ettiğini, göremeden giderse
çok üzüleceğini söyledi. Gereken tesellide bulunup onu avutmaya çalıĢtık. Ben ve
Muzaffer de çok dil döktük. Ogünlerde
“Gelse o Ģuh meclise, naz ü tegafül eylese.”
ġarkısı plak halinde yeni çıkmıĢ, Muzafferin dükkânında var. “ġu plağı pikaba
koyun da bir dinleyeyim.”Diye çok ısrar etti. Hatta yalvardı Ben de rahmetli
Muzaffer de o gün O,çok duyguludur. Üzülür ağlar diye mi? Yoksa gençlik
domuzluğu mu? Ya da baĢka birtakım nedenlerden midir? Aradan altmıĢ yıl değin
bir zaman geçti anımsayamıyorum o plağı çalmadık.
Gaziantep Lisesi paralı yatılı öğrencisiydim.29 Ekim‟de üç ya da dört
gün tatil vardı. Bize izin verdiler, Kilis‟e gittik.
13
Eve girdiğimde bir olağan dıĢılık olduğunu anladım. Dayımın Hanımı
Yengem Makbule, Teyzem Fahriye, Dayım kızı Mütia bizdelerdi. Ġçeri girdiğimi
görünce evdekiler hep birden ağlamaya baĢladılar.
Sonra dayımlara gittiğimde anlattılar:
O gün Askerlik ġubesine teslim olmaya gitmiĢ ancak sevk edilecek
asker adayı çok olduğundan yeterli otobüs bulamamıĢlar, o nedenle bunlar bir
hafta sonraya kalmıĢlar. Eve geri dönmüĢ, çantasını bırakıp, yakın arkadaĢı Uzun
Tahir (Tahir Ġpekçioğlu) ile çarĢıya çıkmıĢlar. Eve döndüklerinde ellerinde yeni
almıĢ oldukları bir kilo elma varmıĢ elmalardan birini Tahir‟e vermiĢ, kendisi eve
girmiĢ.Tahir de evlerinden bölünme kahveye girerek elindeki elmayı yıkayıp
yemek ister.Bu sırada yengem evde ekmek piĢirmektedir.Fahrettin “ÜĢüyorum.”
Diye annesinin yanında ona çubuk kırarak yardım etmek ister. Birden oturduğu
küçük kahve iskemlesinden düĢerek o anda ölür. Yengemin çığlığı kahveden
duyulur. KoĢup gelenler, Sevgili Fahrettin‟in ölmüĢ olduğunu görür, ĢaĢırırlar. Bu
arada en çok ĢaĢıran da Tahir olur.Elinde bir ıslak elma vardır. Az önce
Fahrettin‟in vermiĢ olduğu elmadır. Sanırım Tahir, bu olaydan sonra ,uzun süre
elma yemedi.
Ben aradan altmıĢ yıla yakın bir zaman geçmiĢ olmasına karĢın
“GELSE O ġUH” Ģarkısını bugün bile ağlamadan dinleyemem. Artık Fahrettin
yoktu. FAHRETTĠN de DAAVEETEE de ölmüĢtü.
Sanırım O Ģimdi biz bu elden gider olduk
“Kalanlara selam olsun” Ģarkını seviyor ve söylüyor.
SANA da TANRIDAN BOL, BOL RAHMET OLSUN!
***
2- KĠLĠS,
KĠLĠS, Kilis‟im, ülkemin seksen bir Ġl‟2inden biri. YetmiĢ dokuzuncusu.
Coğrafi Bölge olarak Güney Doğu Anadolu Bölgesinde gösterilmekte ise de Ġklim
bakımından Ak Deniz Bölgesinin özelliklerini gösterir. Bu nedenle Akdeniz Bölgesi
bitki örtüsü Kilis‟te de etkin bir örtüdür. Maki, somak, sütleyen, keven, üzüm,
zeytin, incir, Bu bölgenin baĢlıca bitkisi ve ürünleridir. Ayrıca buğday, arpa,
mercimek, tütün, pamuk, susam da bol yetiĢir.1715 yılında Ridaniye SavaĢından
sonra Memluklardan alınarak Osmanlı toprağına katılmıĢ, bir Türk Kentidir. Bir
zamanlar 750 parça köyü olan çok iĢlek, canlı bir kentken Ulusal Sınırlar çizilirken
köylerinin yarısı Suriye‟de kalmıĢtır, Ġlçe olarak Gaziantep‟e bağlanırken de, bir
kısım köyleri Gaziantep‟e bağlanarak, Kilis, habire küçültülmüĢ, Kendisi Ġl olunca
da biraz daha küçültülerek avuç içi büyüklüğünde bırakılmıĢ. Son durumda Kilis Ġl
olmayı isterken bir suç iĢlemiĢ gibi cezalandırılmıĢ sanki.
AKPINAR, ZOPPUN Bu iki pınar Kilis‟in kuzey doğusunda kentten en çok
4 kiliometre uzakta bulunan pınarlardır. Ġkiz kardeĢ gibi yan yana akar
çevrelerindeki sebze bahçelerini suları ile beslerler. Çevrelerindeki sebze
bahçelerine Kilisli atalarımız Ġçeribahçe adını vermiĢler. Onlar bu adı neden
vermiĢler, yanıtını onlar bilir. Bizler atalarımızdan duyduğumuzu biliriz. Nedenini,
niçinini sormak aklımızdan geçmez. Aksi atalarımıza saygısızlık olur. Ne yapalım
14
yani son yıllardaki gibi her iktidar değiĢikliğinde bir kurumun, bir mahallenin, bir
sokağın adını değiĢtirelim de her Ģeyi karma karıĢık mı? Edelim?
GeniĢliği en çok bir, uzunluğu en çok üç kilo metre olan bu alan
Kilisli‟nin alın teri, el, kol ayak, bacak gücü, Akpınar, Zoppunun suyu Kilis‟in o
Ģahane iklimi sayesinde yılda üç kimi zaman dört ürün alır. Buradan aldığı ürünleri
Gaziantep, Ġslahiye, Halep Urfa, MaraĢ gibi yakın il, ilçe pazarlarına taĢıyarak
hem kendi ihtiyacını karĢılar, hem para kazanırdı.
Sadece bu bahçelerin yetiĢtirdiği sebzeler değildi. Kavun, karpuz,
acir, hiyar, pürçüklü (havuç), çükündürük (kırmızı pancar), tarla ürünleri, buğday,
arpa, susam, mercimek, nohut, bakla gibi bu ürünlerin yanında ayrıca ağaç ürünleri
Üzüm, zeytin, incir ve daha Ģu an aklıma gelmeyen onlarca ürün önceleri develerle
daha sonraları kamyonlarla taĢınarak Kilis‟i uzaklara taĢırlardı.
Akpınar, Zoppun sularının yer üstüne çıktığı bölgeler uzun yıllar
boyunca doğal biçimi ile Kilis‟in bir seybana yeri olarak kullanılmıĢ kimsenin bir
Ģikayeti olmamıĢtır. Herkes buraya gelir burada hem seybanasını yapar hem
Ģalını, kilimini, halısını yıkar, Gelin olacak kızlar buraya gelir yün yıkarlar, ilk
düğünü burada yaparlar. Oğlan tarafı da gelir iki aile burada yer, içer, eğlenirler:
Kilis‟te yalnız burada değil Tibil‟de (Öncüpınar) Karpuzatanda, Ansafa‟da;
Körpınar‟da, Karnebi‟de, Afrın‟da daha bir çok yerdeki pınarların baĢında da bu
Seybanalar yapılırdı. Sonraları Seybanalar, piknik olunca Kilis‟lide birden
AvrupalılaĢtı. Her ne kadar 1839 da Ġstanbul‟da BaĢlayan Tanzimat Hareketi
taklitçileri gibi:
-“Legardine de gezerken je suis tombé sırt üstü.”(Ben, bahçede
gezerken sırt üstü düĢtüm.) Adam bahçede dolaĢırken sırt üstü düĢmüĢ, Ama
bunu Fransızca anlatamıyor Ne yapsın? O da Modaya yarım uyuyor.
Ya da
- “Ah! MonĢher, sorma baĢıma gelenleri.
- Je mange le gipt. Ġlrestdans mon Bosfphore, Ihhım je, di, Ihhım je
di, köp oğlusu napa sorti.”
-Ben Mısır yiyorum. O Boğaz içimde kaldı. Ihhım dedim, ıhım dedim
çıkmadı it oğlu.
(Bu da günün modası Fransızcayı bildiğini sanan biri. Mısır, ülkesini
yerken boğazına tıkanmıĢ, ama tıkanan kendi boğazı değil Ġstanbul Boğazı sizin
anlayacağınız ünlü Boğaziçi tıkanmıĢ.ÖksürmüĢ ,öksürmüĢ çıkmamıĢ)
Diyen Tanzimat Züppesi gibi, Ya da Paris‟te geliĢen Exisetansialiste
hareketini yerinde görüp incelemeye giden bir avuç serserinin. Kendilerine doğru
geldiğini gören, Jean Paul Sartre “Kim bunlar?” diye sorar:
Bunların (Sözüm ona)Bir Grup Exisetansialiste”
Derler.
Gelenler, pantolon paçalarından biri sökülmüĢ, ceketlerinin kolları yırtılmıĢ, tüm
giysileri param parça olmuĢ insanlarmıĢ. Sartre, onları alır Var oluĢçu felsefeyi
onlara anlatır. VAROLUġÇULUK BU DEĞĠLDĠR. Lütfen siz de giyiminizi düzeltin
der. Doğrudan doğruya Kurucu Jean Paul Sartre tarafından verilen bu ders,
15
onların aklını baĢına toplar. Utanır özür dilerler. Ama seybana tu kaka piknik Ohh
ne ala olmuĢ. Dün
“Ak pınar Zoppun yolu,”
“YemyeĢil sağı solu,”
ve benzeri halk manileri, türküleri de roc ve pop”a dönüĢür. DönüĢüm yalnız
bununla kalsa ne ala. Kilis‟i kendi zevksizliğine mahkum edenler, Ak pınarı da kendi
doğal güzelliğinden çıkarıp bir beton kanallar durumuna getirmiĢlerdir. Hele Eski
Ġlezi Bahçesinden Akpınar‟a giderken yol boyunca uzanan O güzelim tarlalar,
üzüm bağları, zeytin ağaçları arasından giden yolun yerine Söğütlü dereden sonra
yapılan Akpınar Kapısı Ġçeri Bahçelerin arkasından dolaĢan o, uzun yola ne demeli.
Bir de Ģunu söylemeden edemeyeceğim. Bunu içlerine sindirerek ses çıkarmayan
okumuĢ okumamıĢ, siyasetten söz açıldı mı mangalda kül bırakmayanlara ne oldu?
Hani o kahve masalarında içki masalarında susmak bilmeyen ağızlara ne oldu?
Bunlara? Ya o anlı Ģanlı Belediye baĢkanına ne oldu? Kendinden öncekilerin yaptığı
yanlıĢlıkları düzeltemez miydi bugüne değin? Hiç değilse bir kısmını? Haydi yallah
diyelim.
Halk bugün ne Arap‟ın seybanasını ne de Avrupalının pikniğini
kullanıyor. Kıra gitmek, mangal yakmak sözleri bunların tümünden de güzel,
kapsamlı ve de TÜRKÇE‟
KĠLĠS ĠNSANI, Kilis insanı, çok çalıĢkandır. Çileye, baskıya,
zorluğa, açlığa, yoksulluğa, katlanmasını bilir. Kadercidir, ayrıca kadere de inanır.
***
3-KĠLĠS‟TEN ĠNSAN MANZARALARI
Kilis‟te insanlar, 365 gün çalıĢırlar. Tatil, izin bilmezler. ÇalıĢma saati
yoktur demiĢtik. Haftalık, aylık, yıllık izin de bilmezler.Çünkü çalıĢan her kes
kendi malında çalıĢır.Herkesin kendi malında çalıĢması da iĢçi kullanımını azaltır.
Kilis‟in toprağı verimli, akarsuları cılız da olsa boldur. Bu az olan suyu
toprağa yetirmek için çok çalıĢmak gerekir. Tarla ekini ancak atılan tohumun üç,
beĢ katını verir. Mal sahibi böyle çalıĢmazsa bunu bile alamaz. Kilisli‟nin yıllık
çalıĢma programına bakacak olursanız anlarsınız:
Kasım –Aralık ayları: Zeytin derme zamanıdır. Her gün Kemal Hocanın
er ezanı ile kalkılır, çoğu kez 4–5 kilometrelik yol yaya olarak yürünerek
zeytinliğe gidilir. Ġlk hazırlıklar yapıldıktan sonra sabah namazı kılınır, kahvaltı
yapılır. Artık gün aydınlanmıĢtır. ĠĢe baĢlanır. Ġkindiye değin çalıĢılır. O gün elde
edilen ürün hayvanlara yüklenir. Sabahleyin yaya olarak gelinen o, 4–5
kilometrelik yol, bu kez de yaya olarak evlere dönülürken yürünür. El, yüz
temizliği yapılır. Kadınlar akĢam yemeği hazırlarken erkekler de yarın için
gereken hazırlığı yaparlar. Yemek hazırlanmıĢ, akĢam namazı kaza edilmiĢ, yemek
yenir yatsı namazı kılınır ve yatılır. En geç saat 03 gibi Kemal Hoca Ezana çıkacak
ve yeni bir gün baĢlayacaktır. Bu iki ay boyunca mal sahibi ürününü evine koyarken
çalıĢarak evinin yağını kazanan iĢçiler de kendi kazandığı yağlarını eve koyarlar.
Ocak – Ģubat ayları:
16
Zeytin ağaçlarının, üzüm bağlarının budanma zamanıdır. Bu zamanda
yapılan zeytin budanmasına Ģal kırımı denir. Çok makbul olan bir budamadır. Yine
bu aylarda Kilis pekmezhaneleri çalıĢmaya baĢlar. Toplar kırılır, Tağarlar
doldurulup boĢaltılır, Kilis‟i koyu bir pekmez kokusu ve sinekler istila eder. Yine
bu zaman Kilis‟e Kırlangıçların gelme zamanıdır. Bağlar, budanırken tahra denilen
bir kesici, kırıcı alet kullanılır.Kırlangıçlar için:
“Tahra zamanı gelir, Mahra zamanı giderler.
Denir.
Bu zaman, yeni bağ çubuklarının, zeytin ağaçlarının dikilme zamanıdır.Bağ
tiyeklerinin altının kazılarak temizlenmesi de bu zamanda yapıldığı için KAZMA
ZAMANI da denir.
“Nisan-Mayıs Ayları: gevĢer gönül yayları”.
“Çayır Çimen bekliyor, bayanlarla bayları”
Tüm tarlalar, bin bir renkli çiçeklerle dolmuĢtur. Kilis kırsal alanı çok zengin bir
renk cümbüĢüne bürünmüĢtür.
Bu arada KAYMAK da yetiĢmiĢtir. Artık Kilisli çok sevdiği CENNET
ÇAMURUNA, güzelim katmere kavuĢmuĢtur. Bağdaki Çift süren çiftçiye bağ
sahibi kaymaklı künefe yaptırıp götürür. Çiftçi:
“Bize geldi künefe, verdik öküzleri telefe.”
Der.
ġekerdi, yüksek tansiyondu, Kollestroldü, kalpti kimsenin umurunda değil,
“Zavallının, eline ekmek geçmedi, acından öldü.”
Diyeceklerine
“Yedi de öldü desinler.”
Felsefesini uygular.
“Nisanın 18 inde bağlar baran, baran görünür, yaprak sarması yenilir. Artık
akĢamları damda yatılır.
Çatlaklar “ÇAT !”der. Öküz de kalburu “AT!” der.
Artık herkes tarlasında, bağında, zeytinindedir. Aslında bütün Kilisli Bu
aylarda kırsaldadır. Malı olan malında olmayan ise günlük ücretinin peĢindedir.
Mayıs-Haziran ayları::
Bu aylar Kilsin ekin kaldırma ayıdır. Her taraf sap saman kokar. Herkes
yolma, Ģahra, cercer, harman savurma telaĢındadır. Evlerde de yeni buğday
ürünün hediği, niĢesi, evin yıllık unluğu, dövmesi yapılır. Bulgur dövme, bulgur
çektirme gibi iĢler yapılır.
Temmuz- Ağustos Ayları:
Kilis‟in yönü bağlara çevrilmiĢtir. Artık üzümler olmaya baĢlamıĢtır.
ġimdi bütün Kilis‟i bir sergi, bir bağa çıkma telaĢı sarmıĢtır. Yine bu aylarda
Kilis‟in Ģire aylarıdır. Üzümler kesilir, serilir, niĢeler yapılır. BAĞLARA ÇIKILIR,
Domates, biber salçaları yapılır En önemlisi ġĠRE yapılır, Sucukla, bastıklar,
kesmeler, nuskalar, kuru üzümler, incirler sandıklarda yerlerini alır. Yenmeleri
için ak devenin dama çıkması beklenilir. Böylece Kilisin Yıllılık iĢi biter. Sanmayın.
Kasım ayı gelmiĢtir. Kilisin Yıllık iĢi yeniden yapılırken
17
Eylül-Ekim ayları:
Bu aylara Kilisli ev girimi adını verir. Ekim ayı sonuna değin Kilisli
pek evinde değildir. Ya damda, ya havıĢta, ya tarlada, ya bağdadır. Ekim sonunda
artık evindedir. Kilisli yediği, içtiği, oturup kalktığı, dinlendiği, akĢamları yatıp
uyuduğu Odaya ev der. Bir Ģilte, bir bulgur torbası alıp dama çıkan da evde
değildir.Aylarca askerde zaman geçiren de evde değildir.
Ev giriminde Kilisli artık evindedir. Acaba bu ev girimi, ev çıkımı
sözleri bizlerin Yörüklük zamanımızdan mı kalmadır? Bu sorumun yanıtını birçoğu
liseden öğrencilerim olan genç akademisyenler bulur sanırım.
4-ARAPLAR
Bir ilginç kenttir, bizim Kilis.
Kendisi varsıl, halkı yoksul.
Çok bol akan suları vardır
Çağıl, çağıl çağlayan
Halkı vardır zavallı dudakları
Susuzluktan çatır, çatır çatlayan.
Kilisin toprağı vardır verimli üretken, cömert,
Ġnsanları çalıĢkan, üĢenmez, sabırlı,
Aç gözlü değildir, azla yetinir.
Yemez yedirir, giymez giydirir
ÜĢenmeği bilmez
Gecedir, gündüzdür demeden
ÇalıĢır gece gündüz.
Elinden çapa düĢmez,
Her yıl haziran ayında
Tarladadır.
3
Kalıç elinde savaĢır
Ekinle, dikenle.
Kimi zaman atınca elini ekine
Buğday sapı diye
YapıĢır
Engereğin böğrüne
.
Engerek deyip geçmeyin
Budur en zehirlisi
Yılanların.
Kilis‟li, “abeli”der.
Bu yılana
Sokarsa gölgede,
YetiĢtirmez güneĢe.
*
Haziran ayı Kilis‟te bolluk ayıdır.
Bir yandan yolmalar yolunur,
Harmanlar yapılır.
18
Diğer yandan cer,cerler döner
Harmanların çevresinde
Sonuna doğru haziranın
Yolma yolunmuĢ,
Harman dövülmüĢ olur.
Artık sıra gelmiĢtir savurmaya
Soktu mu evine
Atını, eĢeğini, cercerini,
Alarak yabasını koĢar baĢına
harmanının
Bir gün iki gün
Büyüklüğüne göre harmanın
Gece savurur, gündüz savurur,
Ayırır saptan samandan tahılı
YetiĢir Arablar.
***
ARABLAR,
Elleri kolları döğmeli,
Bafon,bakır,gümüĢ bilezikli,
GümüĢ, bafon,bakır yüzüklü,
GümüĢ küpelidir hanımları.
Erkekleri ile çalıĢırlar,
omuz omuza diz dize.
BağrıĢa, bağrıĢa, ayn‟ları çatlatıp,
Kafları patlatarak konuĢurlar,
*
Çoğu zaman dövüĢüp, kimi zaman da
ġakalaĢırlar,
OynaĢarak.
çekerler
mamelenin evine.
MaĢlahla.
Gündüzleri saman çeker,
Afara temizlerler,
Nafakalarını çıkarırlar.
Harman yerinin toprağından,
Kumundan.
AkĢamları dönünce evine,
BaĢlar evin iĢleri:
Hamur yoğurur, ekmek piĢirir.
Yemek yapar.
Allah ne kısmet ettiyse.
*
Saman
19
Bitti sanmayınız iĢini,
Yapar yapmaz çiĢini
KoĢar erkeğinin koynuna
Kadınlık görevi yapılacak
Her yıl mutlaka
Bir çocuk doğuracak.
Atasından anasından
Duyup öğrenmiĢtir:
Erkekler:
Mutlu olmak için
Kadının
“Sırtından sopayı,
Karnından
Sıpayı
Eksik ettirmezler.”
Kırkı bir yatakta yatarlar,
Bu iĢi nasıl yaparlar?
Akıl, sır ermez.
BoĢuna dememiĢler
“Devletin iĢine,
Askerlerin gidiĢine,
Yoksulların
yatıĢına
Akıl ermez,sır ermez”
Eller,Yüzler toz, toprak,
Topuklar çatlak,
Dudaklar mosmor.
Göz akları sapsarı
Sanki,
Masallardaki cadı karı.
*
Erkeklerin de yoktur onlardan farkı.
O simsiyah derinin üstüne yaptırılmıĢ
Mavi, mavi döğmeler,
Kıllı göğüslerini
Gizleyemez, kapatılmayan
Yakadaki düğmeler.
Yalın ayak dolaĢmaktan
NasırlaĢmıĢ
ayaklar.
Giyecek ayakkabısı yoktur
sanmayın,
Bayramdan bayrama giysinde
20
görün.
Harmanlar baĢlamadan ya da
Bitince sokak aralarında
Duyulur sesleri:
“Kuzu kulak ha! Kuzu kulaha!
“Kömeç geldi, kömeç var,
kömeç
Haydin hanımlar!
“KuĢ ekmeği geldi!”
Eski elbiseler, ayakkabılar
alırım.
Biz Kilisliler bilmeyiz
(yenecek, yenmeyecek)
Otları.
Onlar getirip de satmasalardı
Bize.
“Selle, sepet satmasalardı
AkĢamdan kalan aĢımızı,
Ġki yüz gram kıymanın artanını
Nasıl sarkıtırdık kuyunun
Serinliğine
Ya da
Bağdan keserek,
Evimiz için
hazırladığımız,
Birkaç tane taze hayir(incir)
Ve de
Üç beĢ kilo yaĢ üzümü,
Nasıl götürürdük evimize?
Onlardan aldığımız
KamıĢ sepetlerimiz
olmasa?
***
5- BOYACI ANTEP
Altın sarısı saçları, deniz mavisi
gözleri,
Ak pak, cildi,
geniĢ omuzları, boyu,posu,
her haliyle
Bir erkek güzelidir. Antep.
Gerçek adını bilen yoktur sanırım.
Bir gün:
“Anam Anteplidir de bana,
21
“Bunun için:
“Antep”
“derler.
“DemiĢti”.
“Yirmi beĢ, otuz yaĢlarındaydı.
Kırkını gördüğünü
Sanmıyorum.
Bir akĢam yatmıĢ ertesi sabah
Ölü çıkmıĢ tek odalı harabe
evden
Boyacılık yapardı.
Ayakkabı boyacılığı.
-“Boyarız !
boyarız !
-Para almayız.
“-Ziyk, Ziykı da var.
Ziyk ziyki de çalarız!
Ġsteyene.”
Ama o para vermeden olmaz
Ne demiĢlerdi atalarımız:
“Ancak parayı veren çalar düdüğü.”
*
Bir elde bir fırça,
Ayakkabı fırçası.
Taak!
Taak!
Vurarak boynunda asılı
sandığın kenarına
DolaĢır kahvelerde
masaların arasında.
Sandıkların en güzeli
Bizim Antep‟in
boynunda.
“Ekmek teknesi” derdi adına.
Kimi taĢtan çıkarır ekmeğini,
Kimi bir kurĢuna can verir
kimi,
Bilmeden üstüne bastığı bir
mayına
Kol verir bacak verir.
Kimi de can verir,
Gavur eskisi bir ceket uğruna.
Bir gün boyarken
-Beyler
Çorap boyasından da
Tak!
22
ayakkabılarımı
ÖğretmenlerDerneğinin
bahçesinde
KonuĢuyorduk, kendisiyle:
“Halil Bey !”
dedi
“Bir gün parasız kalmıĢtım.
“Ekmek alamamıĢ, aç yatmıĢtım
Gerçi değildi ilki değildi,
“Aç yatıĢımın.
“AkĢamları ac acınauyumaya.”
“ġu sarı kız olmasa!”
BaĢladı mı?
KonuĢmaya
Susmazdı bitirinceye değin .
Bilirdi neresini anlayıp,neresini anlamadığını
Dinleyenin
“ AlıĢmıĢtım
“Sen bilir misin?”
Dedi.
“Sarı Kızı
“Biz ona “Sarı Bülbül” de
Deriz.
“Ot.” da
“Deriz.!
Ama onun
“Gerçek adına gelince
ESRARdır.
“Dem çekilir onunla.
“Her Ģeysiz uyunur da onsuz uyunmaz yalnız.
“Ben de kalkıp sokağa çıktım.
“Ne demiĢ:
“Rabb-ül Alemin?”
“Dileyin ne dilerseniz,benden dileyin .
“Yalnız benden isteyin.
DememiĢ mi ?
“Bilmez mi ne istediğimi?
“Söyleyip yüzsüzlük etmeye ne gerek var?
“Sokakta kimsesiz sokak ortasında
“Yapa yalnız aç köpekler gibi dolaĢırken
“Bir garip arkadaĢla karĢılaĢtım.
“SelamlaĢıp
“Ġki hanek edince,anlaĢtık
23
“Ġkimiz de ekmeksiz,otsuz
KalmıĢtık o akĢam
“Sarı kızın yokluğu ikimizi de
AtmıĢtı sokaklara
.
“Leyla‟nın Mecnun‟u attığı gibi çöllere”
Birlikte yürürken yolda iki garip çabuk anlaĢtılar.Birkaç gün önce varlıklı
bir
kiĢi ölmüĢtü. Ağzının içi altın diĢ dolu.En az on tane altın diĢ
vardı.Biliyor,tanıyordu adamı
ÖLÜNÜN DĠġLERĠ ÖLÜYA YARAMAZ
ÖlmüĢ adam, mezarda diĢi neylesin
Bırak sen diĢi bir yana ağzı neylesin.
Antep‟le arkadaĢına gerekliydi o altın diĢler
Döndüler evlerine,
Bir kürek aldılar ellerine
Kısa saplı olmalıydı,
Kırdılar,
Küreğin sapını,
Bir uygun yerinden.
Dizine dayadı Antep öyle bir çekiĢ çekti ki kendine
Çat ! çat !Çatır ! Etti.
Kırıldı ağaç.,
Uygundu boyu artık,küreğin,
Daracık bir yerde çalıĢmaya
ġimdi bir de bıçakla kerpeten gerekti.
Buldular onları da evde
Hurdaların arasında..
Kirliydi,
Paslıydı
Olsun !
Zararı Diriye olur,ölüye değil
Siz duydunuz mu hiçbir ölünün
“Tatanoz” olduğunu ?.
Aldılar gerekli araçlarını ellerine
DüĢtüler mezarlığın yoluna.
Önce birer sigara yakıp,
KonuĢa ,
KonuĢa
DüĢtüler mezarlığın yoluna.
UnutulmuĢtu “Sarı kız”.UnutulmuĢtu parasızlık .
Çünkü onlar artık parasız, pulsuz değil
Çok zenginlerdi
Çok!
24
Çok!
Bir gömü bulmuĢlardı
Ġçinden
Sandık, sandık altın
Çok „
Çıkaracaklardı
Birkaç tane çürük diĢ değil.
Bu kurgu ile girdiler gömütlüğe.
Önce, sırtlarında bir soğukluk
Dizlerinde bir titreme duydular.
Sonra bir ses duydular, önce cılız
Sonra güçlü:
Tık! Tak!
Tık! Tak!
Tık! Tak! Tık! Tak! Tak!
Tak! Tak! Tak! Tak! Tak!
Ġkisinin de dili dönmüyordu
Anlatmaya duyduklarını birbirlerine
Bir gömütün baĢucunda durup
BaĢladılar kazmaya
Sonunda açılmıĢtı bir delik
Bir an durdu Antep
Derin bir soluk alıp
Soktu elini içeri
ArkadaĢı çökmüĢtü olduğu yere
Sessiz, soluksuz
Duruyordu öylece.
Neden sonra çekti elini antep
Elinde bir kuru kafa.
Hamlet‟in Mezarcısı gibi
Baktı, baktı da ona
„To be! Or not to be „
Demedi ama baĢka bir Ģeyler
Söyledi,
Söyledi de
.Ancak burada söylenmez.
Sözü biter bitmez ,fırlattı kafa tasını
Bir baĢka gömütün taĢına çarpan
Kuru kafa.
.
Patladı
Bomba gibi.
25
Bizimkilere gelince:
Kürek, bıçak, kerpeten bırakarak orada
Aldılar soluğu Antep‟in kaldığı odada.
IslanmıĢtı çamaĢırı ikisinin de.
Çıkamadılar üç gece, üç gündüz odalarından.
DıĢarıya.
***
6-ASLAN CANSIZ
Onu Ġstanbul‟da Validebağ Prevantoryumun da tanımıĢtım. Daha doğrusu o
beni bulmuĢtu. Bir gün kür saatinde yanıma gelerek:
“Ağabey duydum ki sen KilisliymiĢsin doğru mu? ” Diye sordu.
“ Evet! Kilisliyim.”
Dedim. Sonra aramızda Ģöyle bir konuĢma geçti:
Ben:
- Gel Bakalım, otur Ģuraya. Seninle konuĢalım. Söyle kimsin? Nerelisin?
Adın nedir?
-Ben de Kilisliyim. Adım Aslan, Soyadım Cansız. Deyince içim cız edi verdi.
Cansızlarda çok iyi tanıdığım kimseler vardı.:
- Sen Arif. Cansızı, Hüseyin Cansızı. Tanır mısın? ---Tanırım. Amcam çocuklarıdır. Her biri ayrı, ayrı iki amcamın oğludur. Ben
yetimim. Beni yetiĢtirme yurtları büyüttü. On sekiz yaĢını bitirince Yurtla iliĢiğini
keserler, Erkeklerin. Benim de kestiler. Kilisli bir öğretmen var bilmem tanır
mısın? Mevlide DemirbaĢ, O bana çok yardım etti. Onun yardımı ile bu
Hastahanede kalabiliyorum. Burasının birkısmı da Sanatoryumdur. Siz o bölüme
geçemezsiniz. Oranın hastalarından buraya geçmek için izin alanlar gelebilirler.
Ben de böyle geldim. Ben veremdim. Akciğerimin bir tekini aldılar. Kalan tek
akciğerimin de bir lopunu sonradan aldılar . ġimdi Kalan yarım ciğerle yaĢamaya
çalıĢıyorum . Mevlide öğretmen çok uğraĢtı benim için .Yoksa Ģimdiye değin
çoktan sokağa atılmıĢtım.Bu gün de Hastahane istese beni sokağa atar . Ne
yiyecek ekmeğim ne giyecek gömleğim ne de yatacak yatağım var. Yakın
akrabalarım, tanıdıklarım yardım etmezler. Allah devlete, millete zeval vermesin.
Aslan‟ı dinlerken, hastahane önlerinde polikliniklerde ellerin de rontgen filmi ya
da bir idrar, kan inceleme sonucu bildirme yazısıyla dolaĢan, duygu sömürüsü
yaparak para toplamaya çalıĢan profesyonel dilencilerden biri sandım. Ben de
öğrenciydim, benim de olanaklarım kısıtlıydı. Onu dinlerken hep baĢımdan nasıl
savabilirim diye düĢünüyordum. Ama onu da boĢ göndermeye gönlüm razı
olmuyordu. Kalktım pantolonumun cebinden zaten çok az olan paramın bir
miktarını alarak ona vermek istedim. Öyle bir tepki gösterdi ki ben de ĢaĢırdım.
YaĢamım boyu o çocuğun önünde olduğum gibi küçüldüğümü ezildiğimi
anımsamıyorum. Meğersem Aslan bir Kilisli Ağabey bulmuĢ olmanın rahatlığı ile
içini dökmek istemiĢ. Çoktan beri bir yakın insan bulamamanın üzüntüsü ile ne var,
26
ne yok anlatmak istemiĢ. Oradan çıkınca Kilis‟e gittim. Orada bir yıl değin kaldım.
Artık oldukça düzelmiĢtim. .Derslerime baĢlamıĢtım. Bir gün Kadıköy Ġskele
parkında oturuyordum. Birden Aslan yanıma geldi. Birlikte bir banka oturup uzun,
uzun konuĢtuk Kalan yarım ciğere de hastalık geçmiĢ eğer Ġngiltere‟ye gidebilse
orada sağaltılabilirmiĢ. Oraya gitmek için de para gerekmiĢ. Para bulmak için Refi
Cevat Ulunay‟a gidip kendisine yardımcı olmasını istemiĢ. Filmlerini raporunu
götürüp göstermiĢ. Bunları inceleyen ünlü Gazeteci ona “Evladım, sen zaten
ölmüĢsün. Senin için toplanacak paraya yazık olur. Yapamam demiĢ . Sanırım bunu
sen de istemezsin. Sen bu iĢten vazgeç . Ölün de yollarda kalır. Cesedin yad
ellerde kalır. Hadi Allah yardımcın olsun .” deyip baĢından savmıĢ. Onun yanından
dönüyorken benimle karĢılaĢmıĢ.
Sanki dünyalar baĢıma yıkılmıĢtı. KarĢımda boynuna ölüm fermanı asılmıĢ bir idam
mahkûmu gibi duruyordu. Ne yapmıĢtı bu çocuk? Suçu ya da günahı neydi de böyle
bir sonuca katlanmak, kendi ölümünü ölmeden önce duymak. Son günlerde çalınıp
söylenen bir parçada “Daha onyedi, Onyedi, on yedi. On yediydi .” diye ağlayan
Teoman gibi ağlamak mı gerekiyordu. Bu zavallı da daha ondokuzundaydı.
Ne
yapabilir? Ne diye bilirdim? Onu Hastahanesine”yolladım.
Ben de evime döndüm. Bir iki gün sonra Gazetede küçük bir haber “
Prevantoryumda intihar. Aslan Cansız adlı bir genç Bilek damarlarını keserek
intihar etti”. Kimse bilmedi Aslan‟ın kim olduğunu, neden intihar ettiğini. Bu yalnız
Kilis‟li Aslan Cansız‟ın değil onunla ayni yazgıyı paylaĢanların ölümüydü.
Biz de Allah rahmet eylesin diyelim. Konuyu kapatalım da Kimseyi koltuğunda
rahatsız etmeyelim
***
7-HAMAM KÜLHANINDA
YATAN LĠSELĠ
Kilis Lisesinde Edebiyat öğretmeni, Müdür yardımcısı olarak çalıĢıyorum. Odamda
derse girmeye hazırlanıyordum. Bir öğrenci velisi geldi. Sizinle bir dakika
görüĢmek istiyorum. Dedi. Kendisini tanıyordum.
-Siz Ģurada biraz oturun. Benim bir saat dersim var. Onu yapar gelirim. Ona
bir çay getirmelerini söyledim. Dersime gittim. Dersten sonra odama geldim.
baktın hala oturuyor
-Kusura bakma dersimi atlatamazdım. Sizi bekletmek zorunda kaldığım için özür
dilerim.
-BaĢka dersiniz yok mu?
-Yok, bugün bitti
-Öyleyse beklemem iyi olmuĢ
.Hadi gidiyoruz.
-Nereye?
-Bir Ģey sorma. Gel benimle Yolda her Ģeyi anlatırım.
Çok ısrar ettim. Bir Ģey
söylemedi. Huyunu bildiğim için kırmak istemedim.Tam çıkıyorduk ki Müdür
BaĢyardımcısı Süleyman Argüder,Odaya geldi.Onu da yanımıza alarak yola
koyulduk.Cumhuriyet Meydanına geldik.Hala bir Ģey söylemiyordu.PaĢa Hamamının
27
önüne geldik
-ĠĢte beyler yerimize geldik.Artık benim bir Ģey söylememe
gerek kalmadı.Buyurun Ģu külhanın içine bir girelim.Dedi Koca kapıyı açarak Bizi
içeri aldı.Ne yalan söyleyeyim doğma büyüme Kilisliyim o güne değin bu kapıdan
içeri girmiĢ değildim.Keskin bir gübre kokusu burnumuzun direğini yıkmıĢtı.BeĢ on
adım ilerledik.Sağ Tarafta bir oda desem odaya benzeme.ahır desem ahıra
benzemez bizi oraya soktu.
-ĠĢte asıl yerimize geldik.ġimdi gözleriniz karanlığa alıĢınca kendi
gözlerinizle göreceksiniz.ne olduğunu..
Dedi.ve sustu.Karanlık öylesine fazlaydı ki sol yanımızda adamın
biri oturmuĢ eliyle avuç,avuç gübre atıyordu.alttaki ocağa..Bu ocağı ben baĢka
külhanda görmüĢtüm.Hamamın suyunu ısıtıyordu.Önce onu gördük.Sonra yavaĢ,
yavaĢ gözlerimiz alıĢtı , o anda bize elli, altmıĢ adım uzakta görülen (Belki daha
yakındı.Ama o anda bize öyle uzak görünmüĢü.) Dipte bir çıra yanıyordu.Çıranın
solgun, titrek ıĢığında birisi oturmuĢ bir Ģey okuyordu.Bizi oraya götüren H.Akif
Yıldırım onu (Muhbir Akif) yanımıza çağırarak
-ĠĢte sizi bu çocuğu görmeniz için getirdim. ġimdi benden anlatmamı
isteyeceğiniz bir Ģey var mı? Diye sordu. Her Ģey açıkça anlatılmıĢ, açıkça da
anlaĢılmıĢtı. Kendisine teĢekkür edip o çocuğu da yanımıza alarak dıĢarı çıktık.
Çocuğu dıĢarının aydınlığında görünce tanıdım. Birkaç gün önce bir üst araması
sırasında kokusundan rahatsız olmuĢtum da kendisine kızarak ahır da mı
yatıyorsun be hayvan bu gübre kokusu nedir diye sormuĢtum.
“Ben bunu düĢünürken o anlamıĢ gibi:
-Hocam bana sormuĢtunuz. ġimdi anladınız mı? Kokunun nereden geldiğini.
-Evet anlamıĢtım. Nereden geldiğini. Hemen o akĢam orayı terk etmesini,
üstündeki tüm giysilerini, çamaĢırlarını yenilemesini sağlayarak ona bir yatak,
yorgan, somya alıp bekar kalan arkadaĢlarının yanına yolladık. Gereken parayı,
Akif Yıldırım, Süleyman Argüder, ben sağladık.
***
8-HAYYUM UÇTU
Asıl adı Yasin‟di. Ama herkes O‟na Hayyum uçtu derdi. Aslında Hayyum bir Yahudi
adı. On ‟u bu adla özdeĢleĢtirmenin gerçek nedeni nedir? Onu pek
bilmiyorum.Yalnız 1948 yılında Ġsrail Devleti kurulduktan sonra Türkiye‟deki
Yahudiler hep oraya göçtüler.Bu olaydan sonra da Yasin Piyasada görünmeye
baĢladı .Ġlk yıllarda bu Onun sık kullandığı bir sözdü.Cumhuriyet Caddesinde
yürürken bir Ģeyler söylerdi.Pek ne dediği anlaĢılmazdı.Yalnız bu söz
anlaĢılırdı.Arada bir sözlerinin arasında “Hayyum Uçtu! ” dediği duyulurdu. Bu da
Ona ad oluverdi Onun hakkında halk arasında dolaĢan iki söylenti vardı: Yasin
yoksul bir insandı. Dilenirdi. Her gün dilenerek topladığı paraları kuyumculuk
yapan Yahudi bir kuyumcuya verirdi. Bir gün Bu Yahudi‟nin de Ġsrail‟ e gittiğini
duyunca sapıtır. Çünkü söylendiğine göre Onda çok parası birikmiĢtir.
Diğer bir söylentiye göre de Yasin dilenerek yığdığı parayı hem Hacı hem de
müslüman olan birine kaptırmıĢtır. Bu sözle onu kastetmektedir. Bu söylentilerin
hangisi doğrudur. ĠĢin gerçeği nedir? Bunu bilen birinin olduğunu sanmıyorum Kimi
28
zaman Cumhuriyet Caddesinde hızlı adımlarla yürür. Yürürken de yüksek sesle bir
Ģeyler söyler, ama ne söylediğini kimse anlamazdı. Kimi zamanda kaldırımlarda
dükkânların vitrinine yakın yürürdü. Böyle yürürken çarĢı esnafı onun bir dükkân
önünde durmasını, içeri girip oturmasını uğur sayar. Bazan kendine bir Ģeyler
vermek isterler. Alıp almamak, kabul edip etmemek Yasin‟in gönlüne, havasına
bağlıdır. Bir gün babam onu elinden tutup akĢam yemeğine getirmiĢti. Bir yaz günü
idi. Sofrayı havıĢa, poyraz duvarın önüne kurmuĢtuk. KarĢımızda kuyumuz,
üstümüzde asmamız, bir yanımızda nar ağacımız, Zahr-alCelil,kebbat ağacı. Ve
daha niceleri vardı. Yasin bu çiçek ve meyve ağaçlarının arasında görünce kendini
birdenbire ĢaĢırdı. Bu sırada annem sofrayı hazırlamıĢtı. Bir bekka soyulmuĢ,
temizlenmiĢ taze soğanı, ayranı. Salatayı. ekmeği, kaĢıkları sofraya getirmiĢ; En
sonra da üstü nar gibi kızarmıĢ topak, topak koyun etiyle dolu keĢkek de gelince
Sofra tamam oldu “Hadi buyurun.”Dedi. O ana değin hiç sesi çıkmayan YASĠN ‟in
önce ağaçta sallanan narlara bakarak sanki tapınıyormuĢ gibi kutsal bir duygu
içinde ağaca seslendiğini ağaç, nar, keĢkek üçlüsü içinde bir bağ kurarak
saçmalamaktan, hezeyandan baĢka bir anlamı olmayan, bugün bir tanesi bile
aklıma gelmeyen yarım saate yakın belki daha da fazla süren bir nutuk attı.
Hepimiz donmuĢ kalmıĢtık. Sofranın baĢında kaĢıklar elimizde bekleyip
duruyorduk. Yemek buz gibi olmuĢtu. Sonunda kaĢığı bırakarak sofradan kalkan
Yasin,” Ben KeĢkek duasını bilmiyorum.”Diyerek kalktı, gitti. O akĢam yemeğin
tadına bile bakmamıĢtı. Hepimiz ĢaĢırmıĢtık, Bizim de iĢtahımız kaçmıĢtı .Zorla
bir iki kaĢık
atıĢtırıp,sofradan kalktık. HAYYUM UÇMUġTU!!!!
***
9-OYLUMLU HASAN
Kilis‟in Oylum Köyünden geldiği için adına Oylumlu Hasan denmiĢtir. “Bir
Deli olmaktan çok, iyileĢmez bir hastadır.” Denilebilir. Uzun boylu,iri yarı, yaz kıĢ
üzerinden çıkarmadığı siyah bir pardösü ile dolaĢırdı.Yolda karĢılaĢırsanız
üzerinize doğru geliĢini görürseniz,hele kentin yabancısı ve de onu ilk kez
görüyorsanız korkardınız.Suratında garip tikler oluĢturarak size doğru gelip sanki
bir Ģeyler söyleyecekmiĢ ya da gırtlağınıza sarılacak sanırdınız.Ya küçük bir çığlık
atar ya kaçardınız.Ama daha önce görmüĢseniz,onu biliyor,tanıyorsanız
korkmanıza çığlık atmanıza gerek olmadığını da O nun kimseye zarar
vermeyeceğini de bilirsiniz.O, ne sizi görür ne de baĢkasını. YaĢadığı süre içinde
de hiç kimseye saldırdığı, zarar verdiği de olmamıĢtır. Kimi zamanlar yolda
yürürken sık, sık kendi ekseni çevresinde birkaç kez döndüğü görülür. Bu
durumunun çok kullandığı esrardan dolayı olduğunu söyleyenler çoktu. Onun esrar
almadan dolaĢamadığını söylerlerdi. Esrar mı baĢka bir uyuĢturucu mu alırdı
bilemem ama sağlam kafayla dolaĢtığını da sanmıyorum. O, caddede, kalabalıkta
dolaĢırken karĢısındakini görmemesi için kör olması gerekirdi. Oysa o kör değildi.
Sakin zamanlarında pek ala görür. Tanıdığı insanlarla konuĢurdu
Acaba bunlar gerçek miydi? Yoksa bilinmeyen bir hastalığı mı vardı?
Onu bu duruma getirenin ne olduğunu bilen kimse yoktu. Bir kere Oylumlu Deli
Hasan demiĢlerdi ya kim ne derse desin kurtulamazdı artık. Dama, Tavla
29
oyununda onu kimse yenemezdi. Kendine özgü bir sesi vardı. Canı istediğinde,
söylediğinde beğeniyle dinlene bilird. Oysa bir de Deli Karip vardı o zaman
Kilis‟te. Bu onun yaptıklarını yapmazdı. Karip bir uzun zıbın giyinirdi üstüne. Ġçinde
çamaĢır bulunmazdı az iĢlek bir sokakta sırtını duvara dayar oturur.Sokaktan bir
kız ya da bir bayan geçerse dizlerini diker, zıbının eteklerini yukarı çekerek
cinsel organlarını açıp farkında değilmiĢ gibi dururdu.Ya da yalnız geçen genç
bayanlara sarılmak ister,.söz atardı.Bu nedenlerden dolayı çok dayak
yemiĢtir.Çocuklar onu kızdırmaya çalıĢırlardı.Onlara taĢ atarak kovalardı.Oysa
Hasan‟ın böyle durumları görülmüĢ, duyulmuĢ değildi .Karip Koca Hamamı
Külhanında gübre yığınları içinde yatardı.Hasan, Külhan ‟da yatmazdı.Nerede yatıp
kaldığını da bilmiyorum.Sanırım akĢamları Köyüne gider , geceyi köydeki evinde
geçirir, ertesi sabah yeniden Ģehre gelirdi.Bu iki Zavallı insan Hakkında benim bu
görünümleri dıĢında bir bilgim yok.Yalnız YaĢadıkları dönemde adlarından söz
ettirmiĢ.Kilis‟in Kent YaĢamında bir döneme parmak izi gibi de olsa bir iz
bırakmıĢlardı. Aslında her ikisi de içinde yaĢadıkları toplumun kurbanları olmuĢ
kimselerdi
***
10-ġAġI ALĠ
Ekmeğini taĢtan çıkaran bir ailenin çocuğu idi. Baba çalıĢtığı gün
paraları vardır. Birkaç gün çalıĢmaz ya da çalıĢamazsa iĢ kötü olur. Aile ekmek
bulamayabilir. O nedenle her gün çalıĢmak zorundadır zavallı baba. Artık
yaĢlanmıĢ, Ġki oğlu vardır gerçi kendisini gül gibi geçindire bilirler isteseler.
Küçük oğul,Devlet Memuru olduğundan kenti terk edip gitmiĢbüyük oğla gelince
onda baĢtan beri iĢ yok..Bir deli mi? Yoksa bir serseri mi? Belli değil. Küçük
yaĢtan beri ipte kazıkta durmayan bir yaratılıĢtadır. Babasının iĢinde ona
yardımcı olduğu zamanlar, eĢeğin sırtında dolaĢırken cadde, sokak demez Bağıra,
bağıra karagöz oynatır.Bu oyunda geçen açık,saçık sözleri çarĢı Pazar içinde
utanıp sıkılmadan söylerdi bu sözleri. O sırada o çevrede bulunan genç kızlar,genç
hanımlar da duyarlar..Ġçlerinden “DelirmiĢ bu namussuz” Diyerek kınarlardı onu.
Hatta bir keresinde kente yeni gelmiĢ Kaymakam da ona, polis Karakol ‟unda
polisçe gözdağı verdirir. Bu gözdağları arada bir, birçok kez yinelenir. Ama bizim
Delibozuk anlamaz bu iĢlerden. Git gel polislerle ahbap olur. Bu kez kendisi gider
onları görmeye. Günde değilse gün aĢırı uğramadan duramaz.Polisler de alıĢmıĢlar
ona. “Ulan Delibozuk hadi Ģuradan bir sigara al da gel.”Bir diğeri de “Gitmeye
gidiyorsun bana da BaĢ Fırından iki ekmek al.”Gibi iĢlerini gördürürlerdi ona.O da
bu iĢleri seve, seve yapardı.Sonraları, Sıcak yaz günlerinde buz,gazoz satarak
geçimini sağlamaya çalıĢırdı. O tarihte Kilis‟te Sofdağ Gazozu Yapılırdı.O da
bunun
gezici satıcılığını yapardı.Onun gazoz satması Kilis‟ te bir
olay
olmuĢtu.Özel yaptırdığı Arabaya gazoz ĢiĢelerini doldurur. ġiĢeleri buz kalıpları
arasına gömerek gezerdi. Gezerken avazı çıktığınca bağırarak “Sofdağ Gazozu !
Sofdağ Gazozu! Bu gazozdan bir tane içen rahatlar! Ġki tane içen mahalle
delegesi olur,Üç içen Mahalle Muhtarı olur! Dört tane içen Belediye Meclisi,
Encümen Üyesi olur.BeĢ içen Belediye BaĢkanı, Millet Vekili olur.!Gazoz! DiĢleri
30
titreten,bıyıkları oynatan!!!Bin bir derde devadır bu gazoooz!!!!!”Onunla karĢılaĢıp
da almayanın vay haline.Sürekli bir iĢi yoktu.Bildiği Bir tek iĢ vardı.Oda boĢ
gezmek Ana baba sağken çok kolay olan bu iĢ, onlar olmadan yürümüyor.O yaz
sıcağında iyi iĢleyen “DiĢleri takırdatan, bıyıkları oynatan, Omuzları titreten
gazoooz!!!!!! yaz bitince iĢe yaramıyor. Bizim ġaĢı Ali de iĢsiz kalıyor. Bir zamanlar
iĢlek kahvelere,kulüplere lokallere kendini fahri üye yaptı..YanlıĢ anlaĢılmasın Onu
kimse önerip de yapmıĢ değil, O kendini yaptı.ġehir Kulübü‟ nün,Öğretmenler
Lokalinin kendiliğinden gönüllü üyesidir.Kulüp lokal istemese de olmuĢtur .Kimse
Ona sen buraya gelemezsin demez.O da zaten girip de oturmaz.ġöyle bir dolaĢıp
çıkıverir.Bu arada biri kendine Ali ya da li Bey diye sahip çıkar da “Otur hele bir
çayımızı iç.”Falan diyecek olursa oturur, konuĢur,söyleĢir.Sözü,sohbeti dinlenir.
ġakaları, esprileri beğenilir. Aslında kendisi de sevilen birisidir. Kilis‟te Bar,
pavyon çalıĢtırılmaya baĢlayınca bizim Ali de yer değiĢtirdi. Kulüpler, lokaller
bırakıldı. Pavyonlara alıĢtı. Zamanla bu alıĢkanlık oralarda çalıĢtırılan kadınlara
yaklaĢtırdı onu.Gece programları bitinceye değin bekler, sonra onları alır
otellerine götürür,onlara koruyuculuk ,sahiplik yapardı.Gündüzleri eğer çarĢı
pazarda iĢleri varsa onları alıp götürür. ĠĢleri bitince otellerine getirirdi.
AkĢamları da Otelden alıp iĢlerine yine o götürürdü. Bu iĢleri yaparken sanırım o
kadınlar da kendisine kimi parasal yardımda bulunurlardı. Artık Ali gazoz satmayı
da bırakmıĢ kendini yeni iĢine vermiĢtir. O güne değin bilinen alıĢkanlıklarının
tümünü bırakmıĢ Bu yeni yaĢam biçimine alıĢmaya çalıĢıyordu. Bir duldu ki Ali,
Neden, nasıl, nerede olduğu bilinmeyen bir biçimde ölmüĢtü. Sağlığında değeri
olmayan Ali için ölümünden sonra “Ne yapsın zavallı acından ölecek değildi ya
kimse ona yardım etmeyince: O da böyle yaptı.”
Dediler.
Bu bir toplum yargısı aklaması mıydı ?
Yoksa toplum bağıĢlaması mıydı? AnlaĢılamadı.
Yine ünlü atasözü ekinliğini gösterdi:
Dirisini ateĢe atarlar, ölüsüne kubbe çatarlar.
***
KARAGÖZ KAHVELERĠ:
Her yıl ramazan ayında geceleri erkeklere, her bayram (Ramazan ve
Kurban Bayramlarında) gündüzleri çocuklara Karagöz oynatılır Bu oyunlar
toplumsal içerikli eleĢtirel, özeleĢtirel, nitelikli oldukları için Türk toplumunda
çok tutunmuĢlardır. Anadolu‟nun her kentinde, her kasabasında hatta her
köyünde gösterilen, aranan, beğeniyle izlenilen ulusal bir değer kazanmıĢlardır.
Bir zamanlar Sarayda, konaklarda bile özel gecelerde gösterilen bu oyun zamanla
çok değiĢik yerlerde yerel değiĢikliklere uğrayarak, az ya da çok
değiĢtirilmiĢlerdir. Bizim Kiliste de bu tür değiĢiklikler olmuĢtur. Karagöz‟ün
söylediği kimi sözler, kimi davranıĢlar beğenilmemeye baĢlanmıĢtır. Bizim Ali‟de
özellikle bunları yüksek sesle anlattığı için bazı kimseler tarafından beğenilmez
hatta azarlanırdı. Ama O,bunlara önem vermez, yine canının istediği gibi yapardı.
Çocukluğu ve ilk gençliği çok özgür geçmiĢtir. Bu dönemlerinde çok deliĢmen
31
hatta bazılarına göre çok serserilik yapmıĢtır. Ama ben yaĢadığı sürece kimseyle
kavga ettiğini, kimseye sataĢtığını ne duydum, ne de gördüm. Bir gün mahalleden
birkaç arkadaĢla Dobuoğlu havuzun gitmiĢtik. ArkadaĢlarım arasında yalnız ben, o
güne değin ne havuza gitmiĢtim, ne de suya girmiĢtim. Açık söylemek gerekirse
çok da korkuyordum. Havuzun kenarında peĢtamalla dolaĢıp duruyordum.
ArkadaĢlarımın tümü girmiĢ kendilerine göre yüzüyorlardı. Bu sırada birinin beni
arkamdan havuza yittiğini gördüm. Bu ġaĢı Ali idi.Ben boğulacağım diye korkarken
O dıĢardan halime gülüyordu.Suya batıp,batıp çıkıyordum.Birlikte geldiğimiz
arkadaĢlar o küçücük havuzun içinde oynaĢıyorlardı. Benimle ilgilenen yoktu. O
küçücük dediğim havuz benim için bir okyanus olmuĢtu. Birden yanıma birinin
atladığını beni kollarımdan tutarak havuzdan çıkardığını gördüm. Bu beni iten ġaĢı
Ali idi.“Ya hu ben seni yüzme biliyorsun sandım.O yüzden ittim.Yoksa
itmezdim.Ama yüzmGençliğinde Gazoz satardı.Kilis‟te üretilen Sofdağ gazozlarını
bir çekçek arabasına yükler sıcak yaz günlerinde Cumhuriyet Caddesinde satardı.
“koĢ vatandaĢ koĢ. Aha sofdağ gazozu geldi.YetiĢmezsen alamazsın.Bu kazuzdan
bir tane içen partiye üye olur,iki tane içen delege olur üç tane içen mahalle
muhtarı olur.BeĢ içen Belediye Reisi, altı içen milletvekili olur.”Diye bağıra,çağıra
gazozunu bitirirdi.Sonra Kilis‟te pavyonlar açıldı Ali de gazozu bıraktı.Pavyon
kızlarının koruyuculuğuna baĢladı.ĠĢte bu durum onu tanıyanların gözünden
düĢürdü.Hakkında bir ta
kım söylentiler yayılmaya baĢladı. Çocukluk, ilk gençlik,gençlik dönemi derken sıra
yaĢlılığına gelmiĢken Ali uçtu.YaĢlanmadı ki anlatalım yaĢlılığını.
***
11-KĠBAR AĞA
(Gerçek adı ailesine saygıdan dolayı gizlenmiĢtir.
Bu da bir miras yedinin yaĢamından esintilerdir. Bizim Kibar Ağa, kentin
en zengin mal varlığına Sahip birinin oğludur. Ben kendisini tanıyamadım. Ama
gençliğimde kulaklarım onun hakkında anlatılanlarla doldu. Bir söylentiye göre
babası öldüğünde (Henüz Osmanlı dönemi Medeni Yasası
olan Mecelle
yürürlüktedir.Bu yasaya göre mirastan kız çocuğu erkek kardeĢinin aldığı payın
yarısını alır.Halk bunu kendine göre formüle etmiĢtir.Oğlan iki,kız bir.)bir kıza
yalnız sebze bahçelerine gübre,bahçelerden kente sebze taĢımak için kullanılan
eĢeklerden yüz seksen tane düĢmüĢtür.Bu bir ölçü olsun diye söylenmiĢtir.Bu
zatın yalnız bir oğlu,bir de kızı olduğunu varsayarsak yüz seksen artı üç yüz
altmıĢ eder beĢ yüz kırk eĢek eder.verilen bu sayı doğru ise bu beĢ yüz kırk
eĢekle taĢınan gübre kaç bahçeyi gübreler, yine bu sayıdaki eĢeklerle kaç
bahçenin
sebzesi
taĢınır.Kentin
en
büyük
mahseresi
en
büyük
hanı,kervansarayı,en güzel evi belki de evleri bu kiĢinindir.Kent içindeki mal
varlığının sayısını değerini ben bilemiyorum. Kent dıĢına gelince sanırım bunu bilen
de yoktur. Kibar Ağa berbere gider,tıraĢ olup çıkarken Berbere para vermek için
avucundaki altınlardan birini yere düĢürür. Berber ya da çırağı onu alıp geri Ağaya
vermek için yeltenir. Bizim Kibar Ağa hemen engel olur.”O pis oldu. Getir
Süpürgeyi, süpür de at.”Der.
32
Ağa, bir gün meyhaneden çıkar, o sırada mevsim gereği çalıĢmakta olan
Mahseresine gider. Elde ayakta duramayacak ölçüde sarhoĢtur TaĢta bir varlıklı
kiĢinin zeytini ezilmektedir. Bizim Kibar, silahını çekmiĢ TaĢ‟ a sövüp sayarak
kurĢun sıkmaktadır: “Ulan karataĢ, kafam iyidir, Dönmeyi bırak da sen bana bir
göbek at!”Diye sarhoĢ saçmalıkları yapmaktadır.
Varlıklı kiĢi mahsereyi toptan kapatmıĢ üç taĢta da kendi malı iĢlenmektedir.Bu
iĢleniĢ bir ibadet gibidir.Aslında Mahserelerde çalıĢma zamanı kavga
edilmez,küfür,seksi Ģakalar yapılmaz.Zeytini sıkılan kiĢi,yardımcıları boy abdesti
alarak gelmiĢlerdir.ağızlarından besmele,tehlil salavat, dıĢında zorunlu kalmadıkça
laf çıkmaz..Mahsereyi kapıdan tutmuĢ olan varlıklı kiĢi,bütün çalıĢmaları
durdurarak,gelir
SarhoĢ Ağa‟ya.: “Bak arkadaĢ! KarataĢ göbek atmaz. Sen
göbek attırmak mı istiyorsun? Maksadın bu ise bu iĢ kolay, gel söz dinlemeyen,
göbek atmayan bu taĢları da mahsereyi de sat git parası ile istediğin gibi göbek
attır.” Der Bizim Kibar Ağa da uygun bulur, pazarlık yapılır. Parası verilir mahsere
satın alınır. Kibar Ağa parayı alır, bir araba tutar , bir iki ayrılmaz arkadaĢı ile
doğru Antep‟e giderler.Orada genel evi kapıdan tutarlar.Yerler, içerler, göbek
attırırlar.Birkaç gün
içinde parayı bitirir dönerler.Kilis‟e dönerler. Yolları
mahserenin önünden geçer. Arabayı durdurup mahsereye girer
taĢın
önünde:
“Ulan karataĢ sen atmazsan ben sana nasıl göbek attırırım gördün mü ?”Derken
mahsereyi alan gelir, Onu kolundan tutarak “Sen bilmez misin buraya sarhoĢ,
cenabet olan giremez.Hadi çık dıĢarı.”Der. ĠĢçilerden birkaç kiĢi çağırıp:“Atın Ģu
serseriyi dıĢarı! Size dıĢarı atın diyorum.
Kibar‟ın satacak malı kalmamıĢtır. Bu demektir ki harcayacak parası da
bitmiĢtir. Artık Kilis‟te kalamaz. Dün gece, gündüz yanından ayrılmayan, kendisi
için gerekirse canlarını bile çekinmeden vereceklerine söz verenlerden bir
tanesi bile yanında kalmamıĢtır. Can vermek Ģöyle dursun, bir lokma ekmeği bile
verecek kimse kalmamıĢtır Evsiz, barksız, parasız, iĢsiz, güçsüz kalınca baĢını alıp
Kilis‟ten gitmekten baĢka bir yol bulamaz O zamanlarda Adana‟da iĢ çok iĢçi azdır.
Orada iĢ bulursa hiç değilse karnını doyurabilir. Sonunda Adana‟ya gider. Belediye
çöpçü kadrosunda bir iĢ bulur. Bir elde faraĢ diğerinde uzun saplı bir süpürge
Adana‟nın sokaklarını temizlemeye çalıĢır. Dün evinin bahçesinde baĢına güneĢ
değmesin diye Ģemsiye ile dolaĢtırılan Kibar bugün Adana‟nın sıcak, rutubetli
havasında güneĢ altında dolaĢırken Onu kız kardeĢi görür, içi sızlar, alıp eve
götürür. Banyosunu yaptırır, Giysilerini değiĢtirir, Kibar‟ı azıcık da olsa insan
kılığına sokar. Karnını doyurur. Evine alır. Birkaç gün sonra bizim Kibar kız
kardeĢinin evinde bulunan değerli halılarını, ele geçire bildiği daha birçok değerli
eĢyayı çalarak kaçar. Aradan birkaç ay geçer, bir gün Seyhan Nehri kıyısında bir
ceset bulunur. Kimse tanıyamaz. Adana Belediyesi onu alır kimsesizler mezarlığına
gömer. Bu ceset, olsa, olsa bizim Kibar Ağa‟nın olabilirdi.
***
12-GARĠP DAYI
(Gerçek adı bu değildir. Onu gizlemek için bu adı ben uydurdum.)(H.Ġ:)
33
Kimdir? Necidir? Hani Kimin nesi? Kimin fesi? Diye sorarlar ya, ĠĢte öyle
bir soracak olursanız Onu tanımak da tanıtmak da çok kolaydır. Bilinmeyen
tanınmayan birisi değildir. Hasebi, nesebi belli, Onurlu, gururlu, varlıklı soylu,
soplu, Kilis‟in koskoca EĢraf larından en eĢraf olan bir ailenin tek oğlu, tek varisi
olan bir zattır kendileri. Çocukluğunda evlerinin avlusundaki fıskiyeli havuzun
çevresine evinhizmetkarlarınca Mısır, Kıbrıs ya da Halep‟ten özel olarak
getirtilmiĢ beyaz eĢeğe bindirilerek, baĢına güneĢ değmesin diye Ģemsiye tutulan,
bindirildiği eĢeğin semeri, palanı altın, gümüĢlerle süslenmiĢ bu değerli çocuk
ġahzade gençliğinde de benzeri bir yaĢam sürmüĢ. Vur patlasın, çal oynasın
bitmeyecek, tükenmeyecek sandığı varlığı yiyip bitirerek yaĢamıĢtır. Evlilik çağına
gelince amcası kızı ile evlendirilerek mal varlığının korunmasına çalıĢılmıĢtır. Ama
bizim Garip Dayı almıĢ baĢını gidiyor. Ne söz dinliyor, ne öğüt. Zaten kendisine
akıl verecek olan da yok. Onun çevresini saranlar da kendisi gibi olanlarla
kendisinden yararlananlardır. Bunlar da çevresini öylesine sarmıĢlar ki zaten
bunlar tarafından istenmedik bir kiĢi kim olursa olsun istese de giremez
aralarına.
Bu durum böyle birkaç yıl sürer gider. Garip Dayının bitip tükenmez
sandığı o büyük, o kocaman varlık, Artık dağı kaplayan kar gibi eriyip akmaya
baĢlamıĢtır. Bunu ilk anlayan eĢi olur.BaĢ edemeyince kendisini terk edip
gider.Bizim Garip Dayı koca evin içinde tek baĢına kalır. Kendi baĢına kalıĢından
bir Ģikâyeti olmaz. ArkadaĢları artık onu evde de görebiliyor, âlemlerini,
eğlencelerini evde de yapabiliyorlar. Kumar, içki ve kadın dıĢında bir uğraĢları
yoktur. Bu yaĢam kaç yıl sürebilir. Üç yıl, beĢ yıl, hadi on yıl. Diyelim. On da sizin
gül hatırınız için olsun. Gelin buna yirmi yıl diyelim. Bu demektir ki Gençlik, orta
yaĢlılık bitmiĢtir. Artık yaĢlılık gelmiĢtir. Artık ne soydan, soptan kalan varlıktan
bir Ģey kalmıĢtır. Ne de eski yaĢam biçimini yürütecek güç kalmıĢtır. Gemicilerin
bir sözü vardır.
“Batan gemiyi önce fareler terk ederler.”
Derler.Bizim Dayının da batmakalduğunmu ilkgörenler,çevresindeki fareler
olur.Dün kendisini yeyip bitirenler., bugün yenecek bir Ģeyi kalmadığını anlayınca
çevresinden uzaklaĢırlar.
Zavallı Dayı, kalır mı tek baĢına? Artık ne yedirecek ekmeği, ne
harcayacak parası kalmıĢtır. Öyleyse arkadaĢı, dostu, seveni de yoktur.Geceleri
evinde aç kaldığı gün uykusu da gelmez.Kendini sokağa vurur, kahve meyhane
köĢelerinde gizlenecek yer arar. Eski arkadaĢlarından olup bir zamanlar yanından
ayrılmayanlar, Kendisi için övgüler söyleyip yüceltenlerin çoğu kaybolup
gitmiĢlerdir. Artık onu tanımaz olmuĢlardır. Canlarını seve, seve verebileceklerini
yeminle söyleyenler artık bir selamı bile çok görür olmuĢlardır. Kahvede bir
bardak çayı, bir fincan kahveyi, meyhanede bir bardak Ģarabı ya da bir yudum
rakıyı bugün kendisinden esirgeyenler, dün iyi zamanında tenekelerle gelen Zahle
Rakısını su içer gibi yutanlar. KesilmiĢ koyun, kuzu etlerini lop, lop aĢıranlar bugün
artık kendisinden kaçar ol
34
muĢlardır. Kahve, meyhane, lokal köĢelerinde sürünürken yeni bir takım
arkadaĢlar edinmiĢtir. Bunlar Onun geçmiĢini bilmeyen bilseler bile duyup çok
inanmamıĢ genç kuĢaklardır. Bir çoğu onun torunu yaĢında olan bu Ģımarık
gençlerin artık birer eğlencesi olmuĢtur. Kimi gelir:
“Dayı,sen çok güzelsin, çok yiğitsin”
Der.
Yanına yaklaĢır, masanın üstüne koyduğu, kimin alıp verdiğini bilmediği
sigara paketini yürütür. Kimi de belki birinin elinden almıĢ olduğu bir avuç kurur
yemiĢi kaçırır. Onu akĢama değin bağırtır, sövdürürler Onu eski arkadaĢları çok
iyi tanırlar, kim olduğunu, gelmiĢini, geçmiĢini bilirler. Bunların dıĢındakilerce O
bir Garip kiĢidir.Zavallı, yaĢlı, yoksul garip bir ihtiyardır. Garip Dayı olmuĢtur.
Genç kuĢaklar, yeni tanıyanlar onu sürekli alay edileek,kızdırılıp
küfrettirilecek bir deli,bir alkolik olarak tanımıĢlardır.Küfrün edebiyatını yapacak
ölçüde bilir küfretmeyi.Ama o küfrün öylesini seçer ki hem küfrettiği hem
duyanlar
gülerdi.Kilis
Öğretmenler
Lokaline
gelir,bir
masaya
oturur.cebindensigara paketiniçıkarıp masanın üzerine bırakırÖnce çevreyi
gözden geçirir,takılacağı birisi var mı diye araĢtırır.Bulduysa öyle birini hemen
yakalayarak:
“Yeğenim,bugün harmanım rahat değilimġuradan yarım ĢiĢe rakı ile bir ĢiĢ
kebep söyle de kafam cilalansın.”
Der. Bunu söylediği kiĢi genellikle genç öğretmenlerden biridir.Bu seçtiği kiĢi
eğer isteği kabul edilmezse: beklediği
“Bana bak Ģimdi öğretmen Ģarkısını söylerim ha!”
Mektebin bacaları
Ders verir hocaları
Türküsünü kendine göre değiĢtirerek baĢlar söylemeye.Zaten,isteğini kabul
etmeyi çevirenin de beklediği budur.
“Çeto‟yu, çağırıp:
-Al Ģu parayı, Dayı‟nın istediklerini getir. Derneğin Lokalinde o sırada bulunanların
tümü gülerler, söyletmeye neden olan da hemen isteği yerine getirip Çeto‟ya, Dayı
Ġçin gerekeni ısmarlar. Zavallı Dayı önce sevinir, Hem akĢam yemeğini kurtarmıĢ
hem kafayı demlemiĢ olur. Ama bu uzun sürmez
Çevreden yetiĢen ġakacı gençler yavaĢ, yavaĢ dayının
masasını
kuĢatmıĢlardır. Kimi sigarasını, kimi bardaktaki rakısını, kimi de tabağındaki yarım
ĢiĢ kebabını yürütmüĢtür.
Dayı çoğu kez tadına bile bakamadan bağırır, çağırır. Çaresi yok yine
beklemeye baĢlar. O artık karnını doyuracak buluncaya değin bekler. Sonunda
kesinlikle bulur bir yolunu. Karnı doyup Kafa da demlenince Çeto da ona bir çay ya
da kahve verir. Dayı‟nın o gün iĢi bitmiĢtir. Kalkar elektrik santralindeki kovuğuna
yatmaya gider.
ĠĢte bir zamanların, varlıklı, gösteriĢli yaĢamının sonu böylece
noktalanır. Cenazesini Belediye kaldırır.
***
35
13-KĠRLĠOĞLU AHMET
Zamanının ünlülerindendir.Ondokuzuncu yüzyılın sonunda yirminci yüzyılın
baĢında yaĢamıĢ ve ölmüĢtür. Kilis‟in Büyükkütah
Mahallesinde Hacı DerviĢ Camiinin batısındaki Molla Ali veya Andibentoğlu
Çıkmazında otururmuĢ. Oturdukları ev, Andibent oğlu Abdi Ağa ‟nın yanaĢmaları
için yapılmıĢ iki evden birisidir. Çok Ģakacı oluĢu ile tanınırmıĢ. Yoksul bir kimse
oluĢu dolayısıyla mahalledeki varlıklı kiĢilerin iĢlerini görür, onların yardımı ile
geçimini sağlarmıĢ. Sırası ve yeri geldiğinde sözünü kimseden sakınmaz,
söyleyeceğini yüzüne çekinmeden söylermiĢ. Ama hiçbir zaman zevzekliğe,
saygısızlığa baĢ vurmaz. Söyleyeceğini ince bir espriyle söyler. Herkesin
beğenisini kazanırmıĢ. Bu özelliğinden dolayı yalnız kendi mahallesinde değil,
bütün Kilis‟te tanınır olmuĢ. Sohbet toplantılarının aranman kiĢisi durumuna
gelmiĢ. Mahallesinin iki varsılı var: Birisi Andibentoğlu Abdi Ağa, diğeri Haki
Efendi.Her ikisi de onu çok sever ve korurlarmıĢ. Birisi Ağa diğeri Efendi olan bu
iki kiĢi ona çok yardım ederler. Hanımı ve çocukları abdi Ağanın evinde çalıĢır.
Kendisi Haki Efendi‟nin selamlık dairesinde vakit geçirir. Efendinin Oradaki
misafirlerine hizmet edermiĢ.Bir gün Kilis‟e yeni bir Kadı atanır. Yeni gelen Kadı
Efendi, Sert mizaçlı hatır gönül dinlemez.Efendi,Bey tanımaz hak ne ise onun
gereğini yapar.Bu durum haksız güçlülerle,onlara güç veren Bey,Efendi takımının
iĢine gelmez.ne yapıp etmeli Kadı Efendi‟yi yumuĢatmanın bir yolunu bulmalı Bir
akĢam Haki Efendi‟nin selamlığında toplanılır, bir yol aranır.tartıĢılır.Herkes bir
öneri getirir bunların içinden en kolayı,en zararsızı seçilir.Uygulanmasınakarar
verilir.Uygulamanın
planı yapılır ve dağılırlar.Ertesi gün Haki Efendi Ahmet‟i Yanına çağırır,Ona bir
miktar
parasal
yardımda
bulunur.Efendi,bu
tür
yardımı
sık,sıkyapar.AhmealıĢkındır,bunedenleyadırgamaz.Üstelik teĢekkür eder.Hayırlı
dualarda bulunur.Bu yardımların karĢılığını nasıl ödeyeceğini bilmediğini
söyler.Bunun üzerine Haki Efendi,avını yakalamak isteyen bir kaplan gibi Ahmet‟in
üstüne atılırcasına
Haki Efendi - Kolay be Ahmet, çok kolay.
Senden çok kolay, küçücük bir iĢ istesem yapar mısın? Der.
Ahmet- Sen emret! Efendi, sonunda ölüm de olsa yaparım.
Der.
Haki Efendi -.Beni iyi dinle Ahmet, Bu
KonuĢmalarımız ikimizin arasında kalacak, kimse bilmeyecek, duymayacak.
Söz mü?
Ahmet – Emrin olur. Efendi bizde ser verilir, sır verilmez
Haki Efendi – Öyleyse Ģimdi beni iyi dinle.Hem orada eĢik kenarında
oturma. ġuraya yanıma gel. Yanıma otur. Kulağını aç.
Ahmet yerinden kalkar, çekine, çekine Efendisi‟nin yanına gelir. O anda
büyük bir gurur duymaktadır. Efendi‟nin eliyle dokunarak gösterdiği yere oturur.
Büyük bir dikkatle Efendi‟nin ağzından dökülecek sözleri dinlemeye, hayır, hayır
36
yalnız dinlemeye değil onları tane, tane yutmaya hazırdır.Az bir Ģey midir bu ?
Koskoca Haki Efendi onu dizinin dibine oturtmuĢ, ona kimsenin duymasını,
bilmesini istemediği bir Ģeyler söyleyecek. Onunla çok önemli,çok büyük bir sırrını
paylaĢacak.Efendi Hazretleri ile sırdaĢ olacak.Bunları düĢündükçe Ahmet daha
çok gururlanıyor.Bir kaz tavuğu gibi olduğu yerde ĢiĢkinip kabarıyordu.
Haki Efendi–Bak Ahmet, Ģehrimize yeni bir Kadı geldi. Geldiği günden
beri hiç kimse kendisinden memnun değil. Kendisine yardım etmek isteyen bizleri
dinlemek istemiyor. Bu adamı biraz yola getirmemiz gerek. Bu memleketin de
yetiĢmiĢ insanları var. Onların da kendisi kadar aklı erer, kafaları çalıĢır. Hatta
Ģehri, insanları, insanların örf adetlerini bilmeleri bakımından kendisinden de
daha faydalı olurlar. ġimdi bizler bir karar aldık. Bizi dinlemeyen, bizim
fikirlerimizi almak istemeyen bu kendini beğenmiĢ kiĢiye bir ders vermek
istiyoruz. Bu konuda sen bize yardımcı olacaksın. Senin çok küçük bir görevin
var.Ne dersin yapar mısın ?
Ahmet–Emrinolur Efendi Emrin Kılıçtan keskin. Boynum kıldan incedir.
Emredin Efendim.
Haki Efendi – Peki Ahmet .Bu Kadı Efendi‟nin zevcesi hanım Efendi her
Cuma günü. Hamamına gitmektedir. Onu takibe alacaksın. Uygun, tenha bir yerde
önüne geçip sarılıp öpeceksin. Sonra da doğru bana geleceksin. Sakın ha gerek
takipte gerek öperken, gerek bana gelinceye değin kendini kimseye
göstermeyeceksin, tanıtmayacaksın yoksa ben bu iĢte yokum. Ne seni gördüm ne
de tanıyorum. Oldu mu ?
Ahmet– Sen nasıl buyurdunsa öyle olacak Efendim. Emriniz bittiyse ben
müsaade isteyeyim. Yok, eğer baĢka bir emrin varsa bekleyim.
Haki Efendi – Yok Ahmet. Sen bu iĢi baĢar yeter. O zaman dile bendenden
ne dilersen.
Ahmet – Canının sağlığını dilerim. Hadi kal sağlıcakla.
Haki Efendi – Selametle git.baĢar gel Ahmet.
Ahmet huzurdan ayrılır.
Cuma günü akĢamüzeri Kilis‟e bomba gibi bir haber düĢer. :
“ Kadı Efendi‟nin Hanımı hamamdan çıkmıĢ evine giderken bilinmeyen bir
kiĢinin tecavüzüne uğramıĢ. Mütecaviz Hanımefendi‟yi X sokağında kıstırmıĢ, öpüp
kaçmıĢtır. Zaptiyeler, polisler, harisler zanlıyı yakalamak için uğraĢmaktadırlar.
Aradan günler, haftalar geçer maznun bir türlü bulunamaz. Arama iĢi uzadıkça
olayın etkisi de azalır. Olay üzerinden birkaç ay geçer. Artık olay halk tarafından
tamamen unutulmuĢ, Kadı Efendi ve sevgili eĢleri de ilk günlerdeki etkiden
kurtulmuĢ biraz daha rahat nefes alır olmuĢlardır.
Bu sırada Haki Efendi, Kadı Hazretlerini ziyarete gider. Biraz hoĢ,
beĢten sonra uygun bir anda Kadı Efendi‟yi eĢleri Hanımefendi ile birlikte konakta
bir akĢam yemeğine davet eder. Kadı da bu daveti kabul eder. KararlaĢtırılan gün
ve saatte Muhterem EĢiyle birlikte Kadı Efendi konağı teĢrif ederler. Hanım
Efendi Harem bölümüne, Kadı Efendi selamlığa buyur edilirler. O akĢam selamlık,
37
Ģehrin ne kadar Efendi, Bey, Ağa. Alim, Fazıl, EĢraf takımı varsa Onlarla, harem
bölümü de bunların muhterem eĢleri ile lebalep dolmuĢtur.
Önce yemekler yenilir. Daha sonra sohbete geçilir. Gece geç vakitlerde musiki,
meddah, hikâyeler baĢlar. Bu arada ĢakalaĢmalar, TeĢaür baĢlar. Herkes gecenin
güzellikleri içinde mest olmuĢ gibidir. Bu arada Kirlioğlu girer içeriye.
Öyle Ģakalar yapar ki Haki Efendi‟ye diğer konuklara da Kadı bile katıla, katıla
gülmekten kırılır Bir ara Haki Efendi‟ye takılmaya baĢlar. Ahmet ne söylerse
Efendi güler. Son sözü
Haki Efendi‟nin hanımına getirir. Onun çok güzel, çok kibar bir hanım olduğundan
kendi avradının hem çirkin hem çok kaba olduğundan yakınarak
Ahmet- Allah hem bu güzel, kibar hanımları hem de bu zenginliği yalnız
sizlere mi vermiĢ.
Diye sorar. Sonra da
Ahmet-Gel seninle avratları bir geceliğine değiĢtirelim olmaz mı?
Der.
Haki Efendi - O iĢe ben karıĢamam git ablana söyle kabul ederse ben de ederim al
götür.
Der.
Ahmet doğru selamlığa geçer Durumu Ablasına anlatır. O da kabul eder.Kalk
öyleyse gidelim diyen Ahmet‟e
Bayan Haki - Bak ev misafirlerle dolu, misafirler gitsin, biz sonra gidelim. ġimdi
çok ayıp olur.
Kadı ve hanımı da bu olaya katıla, katıla gülerler. ĠĢte tam bu sırada, Haki Efendi
ve Hanımı, HanımANIM Efendi‟nin baĢından geçen olayın da Ahmet‟in bir Ģakası
olduğunu söyleyerek olayı tatlıya bağlarlar, Ahmet de Kadı‟nın ve Hanım Efendi‟
nin ayrı, ayrı ellerini öperek. Kendini affettirir Kirlioğlu Ahmet‟in hüneri yalnız
bu değil. Daha çok hünerleri var. Bir akĢam bizim mahsereye
gelir.MahsereninçalıĢma zamanıdır.HalilDedem, kardeĢi Mecit ve birkaç kiĢi gece
ağa sekisinde oturmuĢ konuĢuyorlar..Bir ara Mecit Amca söyleĢiye engel olmamak
için olsa gerek elleriyle iĢaret ederek Ģu tütün kaseni çıkar, ver de bir sigara
sarayım diye iĢaret eder. Ahmet bu duruma emen:“Çirtik mi koyduk sigaranın
adını, Ġban‟ın oğlu?.” Diye karĢılık verir. KaĢki onunla ilgili anlatılanları o zaman
not alabilseydim, bu gün hakkında çok daha ayrıntılı bilgi daha da çoğaltmak
olasıdır.Bizim amacımız Kilis ağzı üzerinde bilimsel bir çalıĢma yapmak değil bir
yitkin kiĢi hakkındaki gözlemlerimizi anlatmaktır.
***
14-CAMBUL cumbul
“Ene dalgaci, mod taklit! ”Diye bağırarak gezer. Alkolsüz olduğu
görülmüĢ değildir. Kilis‟in ünlü alkoliklerindendir. Ġçtiği içki rakı, Ģarap gibi
herkesin kullandığı bildiği içkilerden değildir. O kendine göre bir içki yapar, onu
içerdi. Renkli ispirtoyu alır, Onu bir takım ekĢi sıvılarla karıĢtırarak içilir duruma
getirir, onu içerdi. EkĢi sıvıyı da kendisi yapardı. Ya bir iki limon, ya da mevsim
uygunsa bir salkım koruk. O da olmazsa bir avuç koruk kurusu, somak (summak) bu
38
iĢi görmeye yeterdi. Cebinden ispirto ĢiĢesi hiç eksik olmazdı. Uygun bir [(
mezarlıkta bir mezarın arkası, Kilis‟in yakınındaki zeytinliklerde zeytin ağaçlarının
altı, tarlalarda ekinlerin arası, bağlarda incir ağaçlarının altı, KarataĢ‟ta kayaların
duldası, çamlıkta çamların arası) gibi gizlenebileceği dulda, izbe] yer bularak
orada çilingir sofrasını kurar. Cebinde mezesi de hazırdır. Yani bizim akĢamcının
her Ģeyi tamamdır. Hele bir de kafa dengi arkadaĢ bulmuĢsa:
-“gel, keyfim gel! Sofrası kurulur.
Hele Kazan Ahmet, Terzi Necmi usta bir de kendisi bir araya geldi mi
baĢkasına gerek de yoktu. Parası olmadığı zamanlarda su kuyularına dalar, kuyuya
düĢmüĢ kova, ya da baĢka nesneleri suyun dibinden dalarak çıkarır. Bunu kendisi
gibi baĢarı ile yapan bulunmazdı. Kilis evlerinde dalmadığı kuyu yok gibidir. Su
derinliği ne olursa olsun düĢünmeden:
“Allah”
Der. Dalıverirdi.
Suyun dibinde bulduğu nesneleri alıp dıĢarı çıkarırdı. Bu iĢe karĢılık aldığı üç-beĢ
kuruĢ parayla hemen Bir küçük rakı ĢiĢesi renkli ispirto alırdı. Onunla mentesini
hazırlardı.Mente denilen bu kokteyl (Karma içki)
renkli ispirto ve ekĢi ile
yapılırdı.Bu üç ahbabın ölümlerinden yıllar sonra bir gün, Ankara ‟da Keçiören‟de
bir arkadaĢa gidiyorduk. Bir parkın kenarında Onu beklerken parkın içinde bir
adamın davranıĢları ilgimi çekti. Bir manavdan aldığı domates y
a da baĢka bir meyve kasasını ters çevirerek yüzükoyun çimenlerin üstüne
düzgünce ve de sağlamca yerleĢtirdi. Sonra koynundan çıkardığı bir gazete
kâğıdını o meyve kasasının üstüne özenle açtı. Yanında bir karton parçası
duruyordu onu da gazete kâğıdının üstüne yerleĢtirdi. Daha sonra ceplerinden
koynundan çıkardığı kavanoz kapakları ile masanın üstünü donattı. ġimdi sıra bu
kapaklara neler koyacağına gelmiĢti. Birisine cepten çıkardığı küçük bir domates
koydu. Birine bir sivri biberle iki üç dal maydanoz koydu. Daha sonra cebini
koynunu boĢalttı bunlar arasında bir dilim ekmek, bir parça peynir, iki parça
sucuk dikkatimi çeken nesnelerdi.Daha sonra bir alminyum bardak, bir ĢiĢede
ispirto, baĢka bir plastik ĢiĢede su vardı.Bunları da özenle masasına yerleĢtirdi.Bu
iĢleri yaparken sanki kutsal bir görevi yerine getirmenin dinginliğini
duyuyormuĢçasına mutlu görünüyordu. Son olarak cebinden bir gazete yada
gergiden kesilmiĢ renkli bir bayan fotoğrafı çıkardı. Onu da masaya yerleĢtirdi.
Ayağa kalktı çevreden gelincik, papatya gibi kır çiçeklerinden birkaç tane
toplayarak o resmin çevresine koydu. Yerine oturdu. Bizim beklediğimiz arkadaĢ
gelmiĢti:
“Hadi gidelim.” Dediler.
Oradan ayrılıp giderken aklımda bizim ahbap çavuĢlar sanki hep bir ağızdan:
“Ölürsem dostlar, demim yad eyleyin”.
“Kabrimi meyhane enkazı ile bünyad eyleyin,”
“Neyle, meyle, bir alay mahbup ile her dem gelin”
“Bezm-i Cem ayinini kabrimde mutad eyleyin”
39
Gazelini söylüyorlardı.Bu gazel benimle gideceğimiz eve değin gitti. Kapıyı
çalarken ikinci bir ses :
“ENE DALGACĠ MOD TAKLĠD”
Diye bağırıyordu. Çevreye baktım, kimseyi göremedim.
***
15-TERZĠ NECMEDDĠN USTA
Kilis‟te erkek terziciliğin Yunus Nebisi sayılabilirdi. Yunus Nebi Cennete
ilk giren insandır.Öldüğü gün Tanrı Onu cennete yollamıĢ:
“Sen burada kal gelecek cennetlik kullarıma hülle hazırla.”
BuyurmuĢtur. Efsane böyle der. YUNUS EMRE de bunu doğrular.
“Yunus Nebi hülle biçer,”
“Diker Allah deyu, deyu.”
Diyerek hem Yunus Nebi efsanesini
doğrular, hem de Yunus Nebi ‟nin terzilerin piri olduğunu doğrular.
“ġol Cennetin Irmakları” Ģiirinde
Kilis erkek terzilerini dinleyin anlarsınız. Kilis‟e bu meslek kolunu ilk getiren de
o dur. Önce Ġstanbul‟da bir terzinin yanında, mesleği öğrenir.Daha sonra Kilis‟e
gitmeden önce (Benim duyduğuma göre) Ġsmet Ġnönü‟ye (Atatürk de olabilir.) bir
elbise diker.Bu Elbisenin dikiĢinde hiç dikiĢ makinesi kullanmamıĢtır.Yine
söylentiye göre bu elbise çok beğenilir. Kendisi ile birlikte ya da daha sonra Terzi
Ziya KeleĢ vardır. Bunlardan sonra Kilis‟te bu mesleğin geliĢmesi ve usta terzilerin
yetiĢmesi hep bunların yetiĢtirdiği çıraklarca olmuĢtur. O dönem Kilis erkek
terziliği altın çağını yaĢamıĢtır. Kilisin varlıklı aile çocukları Ġstanbul‟da,
Ankara‟da okurlarken gelir elbiselerini Kilis‟te diktirirlerdi. Terzi Ziya, kardeĢi
terzi Saip Bunların yetiĢtirdikleri kalfalar, ustalar Kilis‟i baĢlı baĢına bir terziler
kenti durumuna getirmiĢti. Bu durum 1960 yılına değin sürer. Artık ne ilk ustalar
kalmıĢ ne onların yetiĢtirdiği ustalar kalmıĢtır Terzi Abdi Beyli, Arif KeleĢler,
Küçük Mehmet‟ler, Muslahittin Ġyigünler de çekilince Kilis‟in sosyal yapısı,
ekonomik durumu da değiĢince terziler de değiĢmiĢtir.
Neyse biz Necmettin Ustadan söz edecekken Kilis Terziliğine kaydık.
Ama bu çok doğaldır. Bir mesleğin ilkinden söz ediyoruz. Bir damlacık da olsa
mesleğin kendisinden söz etmesek hem eksik olurdu hem ayıp olurdu
Necmettin Ġpekçi Kilis‟te Terzi Necmettin olarak tanınır. Çok kibar, güzel
konuĢan, herkesi seven, eli, gönlü açık bir insandı. Allah‟a inanır, dinine bağlı
tertemiz bir müslümandı. Yobaz değildi. Hurafelere inanmazdı, Sağlam bir dini
bilgisi vardı. Küçücük dükkânı körler çarĢısına çok yakın bir yerdedir. Bu nedenle
onlarla dostluğu, ahbaplığı iyi geliĢmiĢtir. Kızlarından duyduğuma göre bir bayram
günü sabahleyin yemekleri yapmıĢlar:
“Aile mezarlığına gidip gelir yemeğimizi yeriz
.”DemiĢler GitmiĢ gelmiĢler ama yemekler de gitmiĢ. Necmi usta kapıya gelen bir
yoksula verivermiĢ o yemekleri. Terzilik yaptığı zamanlarda hiç kimseden para
almak istemezdi. Borcum nedir diye soranlara:
“Azizim sen Ģunu giyin hele beğenir bir daha gelirsen o zaman düĢünürüz”.
40
Derdi. Çok ısrar edip mutlaka para vermek isteyen biri çıkarsa: AnlaĢılan seninle
bu konuda anlaĢamayacağız. ġu masanın üstüne üç, beĢ kuruĢ bırak da git”
Der
Az mı bıraktı,-çok mu bıraktı? Bilmez. Çünkü o parayı alıp da saymazdı. gelen
dilencilere de “Ģu masanın üstüne para bırakmıĢlardı. Bak oradan
al” Derdi. Önceleri esrar içerdi. Sonraları esrar yetmemeye baĢlayınca iĢi
menteye döktü
Dükkânına uğrayan herkese sigara sunar alıp da yakan olursa sigarayı sonuna
değin içmeden bırakmazdı. Gitmek isteyene de:
“Azizim böyle olmaz bir kural vardır: Lahanayı nerde yediysen osuruğunu orada
koklatmalısın. Sigarayı nerde yaktıysan dumanını oraya üflemelisin.” Diyerek onu
engellerdi Sonra adı Ģeyhliğe çıktı Kimi kadınlar türlü nedenlerle kendisine gelir,
afsunlanırdı.Sonra üç ahbap çavuĢ oldular.Bunlardan Necmettin Usta ġeyhleri,
Kazan Ahmet Türbedar ‟ları, Cambul da müritleri idi. Bu gün her üçü de dünyayı
terk edip gittiler.Biz onlar için kendileri gitti adları kaldı yadigar.Diyelim ve her
üçü için Tanrıdan bağıĢ dileyelim.
***
16-ALO
Alo, bir telefon baĢlama sözü değildir. Bu Kilis‟te Ali adında olanların adının
bölgesel değiĢikliğe uğramıĢ halidir Kilis‟te çok kimse Ali adına bazen sevgi, bazen
ilgi, bazen da acıma duygusuyla Ġ ile O yu değiĢtirip “Alo” demeyi severler. Bu Alo
da böyle oluĢmuĢtur. Mehmet‟e Memo, Ahmet‟e Ahmo, Hasan‟a Haso, Hüseyin‟e
Hüsso, Ġbrahim‟e Ġbo, Abdullah‟a Abo Örnekleri. Kilis’in halk tarafından
tutunmuĢ, benimsenmiĢ, sevilmiĢ, ünlü yitkinleri vardır. Bunlar hakkında halkın
anlattıklarına bakılırsa kiminin kerameti. Kiminin ermiĢliği anltıla, anlatıla bitmez.
ĠĢte bu da onlardan biridir. AbuĢağa ÇeĢmesi yakınlarında oturur, Her gün
caddeye çıkar, gezinir. Ġnsanlar onu görünce yadırgamazlar, korkup çekinmezler.
O da insanlardan kaçmaz, yanlarına gidip onları izler, konuĢulanları dinler, oradan
ayrılırken bir veya iki kelimelik bir Ģey söyler. Bu söz o insanların sorununu çözer.
Kimi zaman özellikle yaĢlı kadınlar O na yaklaĢarak:
“Bak Alo benim bir kızım var. Çok güzel ama bahtı kapanmıĢ ne yapalım.”
veya “Bir Oğlum var, çok içki içiyor.” ,“ Bir Oğlum var, çok kumar oynuyor.”,“Bir
kocam var, baĢka bir kadınla yaĢıyor.”
Gibi ipe sapa gelmez sorular sorup ondan çare beklerler. Zavallı Alo bu
sözler karĢısında ĢaĢırıp kalır.Her zaman üstü baĢı tertemiz dolaĢır.Bu görümü
ailesinin ona çok iyi baktığını, Onunla ilgilendiklerini gösterir.Anlatılanlara
bakılırsa bir gün Nedim Ökmen‟in Bakanlığı zamanında Kilis‟ten bir Ekip sözde
Kilis‟in sorunlarını görüĢmek için Ankara‟ya gidip Bakanlığında Sayın Bakanla
görüĢürler. Rahmetli Ökmen, öyle sıkılır ki Çünkü konu Kilisin sorunlarından çıkıp
giden kiĢilerin kendi özel sorun ve isteklerine dönmüĢtür. Bir ara“ġu benim
komĢum Ali (Alo) nasıldır? Onun bir sıkıntısı var mıdır? Bana biraz da ondan söz
edin lütfen.” Der. Doğru mu yanlıĢ mı bilmem ama O zamanlar böyle anlatırlardı.
41
Bu gün öleli otuz beĢ yıl değin olmuĢtur. Kilis Asri mezarlığında hala ziyaret
edilmektedir.Nur içinde yatsın.Amin
17-BÖKE ĠLE ARO HASAN
BÖKE ile ARO HASAN
Biri birinden hoĢlanan iki dost kiĢidir. ġakalaĢmaları, takılmaları, küfürleri
hiç bitmez. Onların bu halini bilenler bir tiyatro ya da ortaoyunu gibi durup onları
izlerler. Aro çok ĢiĢman, ağır gövdesi ile fazla hareket edemeyen bir kiĢidir. Kilis
Kasaplar Bedesteninde kasaplık yapardı.
Bökeye gelince O arkadaĢı gibi ĢiĢman, iri yarı biri değildir normal bir
insan yapısındadır. Ġkisini birlikte görseydiniz sanırım Amerikan filmlerinin LorelHardi tiplemesinin canlanmıĢ olduğunu düĢünürdünüz. BaĢka bir deyiĢle iki yüz
kiloluk dev görünümlü bir insanla altmıĢ beĢ kiloluk bir sıskayı yan yana gelmiĢ
düĢünebilirseniz daha iyi anlarsınız. Bökenin belli bir iĢi,mesleği olduğunu
sanmıyorum. BaĢıboĢ dolaĢan, kendi halinde iĢsiz, güçsüz baĢkalarının yardımına
muhtaç bir insandır
Belki yoksuldu ancak kimsede olmayan bir zenginliği vardı ki o zenginlik baĢlı
baĢına bir Allah vergisidir her kesin eline geçmez: Esprili konuĢma.
.Yolda giderken kendisine sataĢan insanların hiçbirine yanıt vermez yalnız canı
isterse canın istediği kiĢiye verdiği yanıtlar hep esprilidir. Söylediği sözler hep
iki anlamlıdır. Birisi takılanın duymayı istediği anlamda Diğeri değiĢik anlamdadır.
ġakaları ile ünlü bu çifti böylesine ünlendiren kimdir? Bilinmez. Birisi dükkânında
oturmuĢ kasaplık yapan, diğeri sabahtan akĢama değin kentin sokaklarında
baĢıboĢ dolaĢan, iĢsiz, güçsüz bir zavallı kiĢidir. Aralarında geçen Ģakalarından bir
ikisini size de duyurmak isterdim. Ne yazık ki anımsamam olanaksızdır.
Anımsasam bile yazmam olanaksıdır.
Bedestenden söz etmiĢtik Nerede olduğunu da söylemek zorundayım. Kilisin tarihi
dokusunu değiĢtirenler onu da yok ettiler. Kadı Camiinden Cumhuriyet Meydanına
doğru giderken solunuzda birinci bina Baytazlar‟ın Hanıdır. Onu Geçtikten sonra
Bu gün T.C.Ziraat Bankası olan bina ile karĢılaĢırsınız. Burası daha önce Emlak
Bankası idi.O kapanınca Ziraat Bankası ile birleĢti.Böylece binaları da bütün
ülkede Ziraat Bankasının oldu. ĠĢte O binanın yerinde bir kapalı Bedesten vardı.
Burası Kasaplar Bed
***
18-DELĠ AHMET
Deli dediysem ki bunu yalnız ben demiyorum. Onu bütün Kilis halkı
böyle bilmiĢ böyle söyler, böyle de tanırdı. Hani atalarımız ne demiĢ:
“Yiğidin alasına deli derler.”
Bizimki de öyle oldu. Neydi Ahmed‟in ala yiğitliği. Ġzin verirseniz birkaç
kelime ondan söz edeyim.
Bir kere çok güçlü idi Ahmet, Kimsenin güç yetiremediği iĢleri hemen
yapıverirdi. Kimsenin kaldıramadığı bir yükü O,çok rahat kaldırırdı.
42
Çok yakıĢıklı bir kiĢi idi.1.95 cm.-200cm.arasında boyu, Ne göbek ne
kalça çıkıntısı olan dümdüz bir yapısı, Omuzdan omuza geniĢliği bir metreyi rahat
bulurdu. Bu düzgün yakıĢıklı gövde üzerine çok usta bir heykeltıraĢın iĢlemiĢ
olduğu bir kocaman baĢı da eklerseniz, karĢınıza çıkana ister Deli Ahmet
isterseniz Apollon deyiniz. Apollon‟u çok Tanrılı dönemde usta sanatçılar taĢtan
yaratmıĢlardı. Deli Ahmet‟i Bütün Evreni yaratan Tanrım yaratmıĢtı.
Ahmet, yapılı, yakıĢıklı ve de güzeldi. Tam bir erkek güzeli idiKafası da
çok sağlamdı.Bir gün arkadaĢları ona Ģaka olsun diye kapıyı açmamıĢlar, O da
kapıya bir kafa vuruyor,kapıyı kırıp açıyor. Bir gün de arkadaĢları onu bir dana ile
toslaĢtırmak istiyorlar:
”Olur.”
Demek zorunda kalıyor.KararlaĢtırılan günde ikisini bir araya getirip:
“Hadi Ahmet, vur kafayı,yık danayı.”
Diye bağırıyorlar.
Ahmet önce danayı sevip okĢuyor.Sonra Danayı iki eliyle boynuzlarından yakalayıp
tam cephesinden:
“Ya Allah!”
Diye bağırıp öyle bir kafa indiriyor ki …Orada olyı izleyenler de dana da insanlar
da ĢaĢırıyorlar.Zavallı dana birkaç saniye sonra oraya yığılıp kalıyor.Bahisçiler
belki bilerek belki ne olur ne olmaz diyerek yanlarında bir de kasap
getirmiĢler.Hayvan ölmeden kasap kesiyor, Galiba etinin yarısını da Ahmet‟e
veriyorlar.
Kendisini1930 lu yılların sonunda tanıdım. Henüz ilkokula
baĢlamamıĢtım. Demek ki 1935-36 yıllarında tanımıĢım O yıl Mahsereyi
çalıĢtırıyorduk iĢçiler arasında O da vardı. Kendisini böylece tanımıĢ
oldum.Küçücük bir çocuk olduğum için beni çok severdi.Ne Yalan söyleyim ben de
onu çok severdim.Ahmet Amca derdim, kendisine. O Beni koltuklarımdan tutarak
havaya kaldırır, baĢının üstünde fırıl, fırıl döndürür, sonra yere indirirdi. ĠĢin
gerçeğini söylememi isterseniz Onu tanıyıncaya değin kimse beni böylesine
sevmemiĢ, kimse beni böylesine sevindirmemiĢti. Ġki dedem vardı biri yaĢlı, diğeri
kuvva-yi milliyeci Ģayet böyle bir Ģey yaparsa Allah korusun sonra mahalleli ne
der? Mahalleliyi bırak Kilis Ne der? En iyisi içten sevmek, Sevdiğini Kimseye belli
ettirmemek. Hele
çocuğa hiç belli ettirmemek. Çocuk bunu anlarsa
Ģımarır.Eskilerin zamanında çocuğu sevmek herhalde ağır suçlardan sayılıyordu.
Hele onu böyle omza almak, sevindirmek, mutlu etmek çok ,çok ağır suçlardan olsa
gerek.Yoksa zavallı Ahmet‟in deliliği de bu yüzden mi? Arada bir ona iĢaret
parmağınızı sallayarak homurdanmalısınız ki çocuk korkuyu öğrensin.Babama
gelince o bir medreseli.O da ayni, görüĢte.Ġki dayım vardı kendilerinden baĢka
kimseyi bilmezlerdi,
ĠĢte ben gerçek çocuk sevgisini Bizim Deli Ahmet Ağa‟da gördüm, tanıdım.
Bir gün ağabeyi onları alıp Ġçeri Bahçelerdeki bahçesine götürür Hafta
sonunu orada geçirirler.Dönecekleri günün öncesi bahçeden bir sarat Loze MiĢmiĢ
toplarlar.
43
(Kilisli kayısıya “miĢmiĢ”, Ģekerpareye de “loze” der. “sarat ”GeniĢ çaplı, büyük
kasnaklı, iri gözlü bir kalbur.Daha çok evlerde beslenilen at, eĢek inek gibi
hayvanlara saman vermekte kullanılır.)
Ertesi sabah erken dönüleceği için gidecek tüm eĢyayı bir ağacın altına koyarlar.
Ahmet de o akĢam onları beklemek için orada yatar. Yalnız tadına bakmak için bir
kaç tane alır:.
“Tadı güzelmiĢ.”
HoĢuna gitmiĢ,
“Birkaç tane daha alayım. Ne güzel bir ĢeymiĢ,oh aman çok güzelmiĢ
Diye,diye yemeğe devam eder.
Hadi bu son olsun.
Diye elini daldırdığında çekirdekleden baĢka bir Ģey bulamaz.
“Aaaaaaaa bitmiĢ.
ġimdi ben ne yapacağım?”
Diye düĢünürken:
“Ağabeyim duyarsa beni öldürür.”
Aklına bir düĢünce takılır.:
“Nasıl olsa sabahleyin öleceğim, Öyleyse ben bu geceden öleyim.”
Der. BaĢlar yediği miĢmiĢlerin
çekirdeklerini bütün, bütün yutmaya onlar da
bitince bari Ġslam olarak öleyim diye salavat,Ģahadet getirerek kendini uykuya
bırakır. Sabahleyin gelecekler, bakacaklar ki Ahmet ölmüĢ. Yediği lozeleri falan
unutacaklar .Oh be YaĢasın ölüm.Diye rahat bir nefes alır. Sabahleyin uyandırılır.
Kalkar. Çevresindekilere ĢaĢkın ĢaĢkın bakar. Hepsini tanıyor, tanımadığı kimse
yok. Ağabeyinin sesini duyar:
Ahmet hani ulan bu saratın içindeki loze miĢmiĢler? Ne yaptın onları?
Ahmet ĢaĢkın, Ahmet periĢan.O ölmüĢtü hani? Ya bu soruları kim soruyor?
Çevresine ĢaĢkın, ĢaĢkın bakınırken Ağabeyinin buyurgan sesini duyarak:
-Kalk lan! Kalksana Sana söylüyorum.
Ne oldu Bu Lozelere?
Anladı ki Ahmet ölmemiĢ, Ağabeyı karĢında hesap soruyor. Birden yerinden ayağa
kalkarak
-Ben bir Ģey yapmadım Ağabey. Önce birkaç tanesinin tadına baktım. Sonra bir
baktım ki bitmiĢ, sarat çekirdekle dolmuĢ. Sabahleyin bana kızacağını bildiğim için
seni üzmek istemedim O çekirdekleri, bütün, bütün yutup intihar ettim. Ben Ģimdi
ölüyüm Ağabey. Eğer karĢınızda durup konuĢuyorsam bu Azrail‟in suçu benim
değil.
Ağabeyisi bunu duyunca bahçıvanı yanına çağırıp:
“ġu saradı topraklı buğdayla doldur da getir bana.!” Dedi.
Bahçıvan söyleneni yaptı.Bu defa Ahmet‟e:
-Bana bak eğer Ģu bir sarat dolusu topraklı buğdayı da yiyebilirsen,hem
söylediklerine inanır hem seni affederim.Aksi halde dile benden ne dilersen .Ceza
olarak.
44
Zavallı Ahmet, ne yapsın ? BaĢlar avuç, avuç buğday yemeğe onu da baĢarır,
bağıĢlanır.
ĠĢte size bizim Deli Ahmet‟in yaĢamından küçük bir örnek.
Burada size benim bir sorum olacak :
Eskiler ne demiĢse demiĢler. Onlara saygımız sonsuzdur. Siz olsaydınız Ahmet‟e
Deli Ahmet der miydiniz
19-KAZAN AHMET
Benim ve kardeĢlerimin öz dayımızdır.Kuvva-yi Milli ‟den Hacıoğlu ġükrü‟nün
oğludur.(Bak.;Kilis‟in GeçmiĢine Duyulan Özlem-H.ĠBAN)Çocukluğunda gazyağı
almaya giderken yüksek sesle “Kazan Kaz” Diye bağıra,bağıra Ģarkı,türkü
söylermiĢ.Bunu duyan mahalleli de “ĠĢte Kazan geldi.Kazan yine bakkala gaz
almaya gidiyor.”DerlermiĢ.Sonunda bu Onun adı olmuĢ
Saçları çok erken ağarmıĢ.Askere gitmeden önce bütün saçları bembeyaz
olmuĢ.Bu yüzden Ona asker ocağında AkbaĢ Ahmet
demiĢler.Yine askerlik
sırasında bir ġeyhle tanıĢır. Ondan Ģerbe ve izin alır.Yılan yakalamaya baĢlar.En
tehlikeli yılanları korkmadan, çekinmeden yakalayarak onu zararsız hale
getirirdi.Bu yüzden de adı Yılancı Ahmet olur. Bunlar arasında en tutunanı Kazan
Ahmet olur.
Kazan Ahmet bir gün çarĢıdan eve dönerken yolu PaĢa Hamımı
önünden
geçer.Burası o zamanlar Kilis‟in en iĢlek en kalabalık çarĢısıdır.Özellikle bayanların
alıĢ veriĢ merkezidir.Fakat alıĢılmamıĢ bir telaĢ,bir korku vardır.Mağazacı
Ġstanbul ‟ lu Ahmet tanıdığı konuĢtuğu birisidir. Mağazası tam Hamamın
karĢısındadır.Ona uğrayıp olayı sormak ister.Bakar ki içerden mağazayı
kapatmıĢ,yalnız baĢına oturur.O nun yanına girer,durumu sorar.O da karĢı
duvardan bir yılan çıktığını Herkesin korktuğunu anlatır.Birkaç yılan tutucu
getirdiklerini hepsinin korkup kaçtığını söyler.Bu sırada dıĢardan yine
bağrıĢmalar,gürültüler gelmeye baĢlar. Mağazacı Ahmet “ĠĢte gene çıktı.”
Der.sesi titreyerek Kazan Ahmet arkasına dönüp baktığında yılanı görür.Birden
Mağazadan çıkarak yılana doğru koĢar: “Dur ya melun! Dur ya kafir!”Diye
bağırır.Fakat yılan deliğe çekilmiĢtir.
Bir Merdiven getirterek tırmanır. parmağını sokarak bir süre
bekler.Sonra merdivenden iner.Yılan da kedisiyle aĢağı iner.Parmağı yılanın
ağzındadırBirlikte Ahmet‟in mağazasına girerler. Orada parmağını yılanın
ağzından kurtarır.Yılanı bir metrelik bez içine sararak eline alıp oradan
uzaklaĢır.Doğru evine gider.Biz o sırada Fahrettinle avluda oynuyoruz. Kapıdan
girince “ Kız Makbule bir leğençe getir de size hıyar aldım.Onu koyalım” Diye
bağırır.Rahmetli Yengem mutfaktan leğençeyi getirir.Dayım elindeki çıkını içine
boĢaltınca, avluda bir çığlık kopar ayni zamanda bir de Ģangırtı olur. Kocasının
getirdiği çıkından hıyar yerine yılan çıktığını gören yengemin
attığı çığlıkla
elinden düĢen bakır leğençenin çıkardığı sestir.Yılan bir süre avluda dolaĢarak
dayımın verdiği komutla talim yaptıktan sonra kapı önünde biriken gençlere
verildi.. Sonra ne mi oldu .Onu biz ve dayım öğrenemezdik.
45
Kazan Ahmet çok içki içerdi.Önceleri rakı içerdi.Sonraları iĢi
azıttı.Eskiden Yalnız bazı akĢamlar aldığı rakı yetmedi.ĠĢi
akĢamcılığa çevirdi
Bu da yetmedi bu defa menteye baĢladı.Mente: renkli ispirtoya verilen
addır.O,artık bir alkoliktir.Oğlu Fahrettin ‟nin Ölümünden sonra mahallesinde
bulunan ġem‟un Nebi Türbesinde bir süre türbe-dar olarak kaldıysa da sonraları
dolaĢamaz oldu. Yürüye bildiği zamanlarda bir ara üçlü bir arkadaĢlık kurmuĢlardı.
Terzi Necmettin Usta, Cambul ve Kendisi Kilis‟in üç ünlü alkoliği..
Son yıllarında yatağa düĢtü. Çok büyük sıkıntılar çekti. Sanırım bu gün
yerinden memnundur.Dilerim bu yeri sıkıntısız ve rahat geçer.
20- GAZETECĠ HACI VAKIF
AKBABA
Kilis‟te Cumhuriyet Caddesi ile Hacı DerviĢ Caddesi ,Dolap Pazarı
Caddeleri arasında kalan üçgen ada içindeki dükkanlardan birinde,üçgenin
tepesindeki dükkanında Gazete,defter,kalem,kitap bunlara benzer, bunlarla
uyuĢan.örtüĢen daha çok okul gereçleri satardı.
Bir dik üçgenin dar açılı tepesindeki yine üçgen biçimindeki dükkanın içinde
nasıl
çalıĢılır,nasıl hareket edilir? Bunu yalnız bir Allah bir de kendisi
bilirdi.Burada bir yanlıĢlık yaptım.BağıĢlayınız lütfen.Bilen bir kiĢi daha vardı .O
da genç
ortağı Abdi ġurupçu idi.Bu iki ortak dükkanın içinde pek birlikte
görülmezlerdi.Abdi çoğu kez dıĢarıda kalır,kendisi içeride otururdu. Abdi yaĢlı
ortağına karĢı çok saygılıydı.Eğer herhangi bir gerekçe ile Hacı gelmeden dükkana
girmiĢ ise O gelince hemen dıĢarı çıkardı.Dükkanın bütün alanı iki buçuk, üç
metreden çok değildi.bir de üç duvarın raflarla dolu olduğunu düĢünün anlarsınız
siz de nasıl hareket edileceğini.Hep dükkandan söz ettik.Oysa biz hacı Vakıf
Akbaba‟ yı anlatacaktık.Kısaca dükkanın yerini de belirteyim de sözü Hacı‟ ya
bağlayalım.Cumhuriyet Caddesinin batısından doğusuna doru yürürken eğer sağ
kaldırımdan yürüyorsanız diyelim ki Kadı Camiinin önünden Öğretmen Evine doğru
gidiyorsunuz.TaĢdemirlerin ticarethanesinin önüne geldiniz.KarĢınıza hemen
kaldırımın kenarında bir trafo çıkar.ĠĢte O trafoda sözünü ettiğimiz üçgen
baĢlar.Önce Hacıının Dükkanı Arkasından Maarif Dükkanları,Sonra Ġbanların
dükkanları,Sora Belediye dükkanları,Tam dolap Pazarı caddesinde Kassabınoğlu
Mehmet Özkanın Kahvesi bulunurdu.1950 yılından sonra Maarif Dükkanları ile
Belediye Dükkanları halka satıldı. Bu dükkanlar çeĢitli kiĢilerin ellerine geçti.En
sonra 1977 genel seçimlerinden sonra Kilis Belediyes Cumhuriyet Caddesini
geniĢleteceğim diye Adayı bütünüyle zor alım yoluyla aldı ve de
yıktı.Yerine
bugünkü dükkanları yaparak Halka sattı.Ne yazık ki caddenin geniĢlemesi,zor alım
yasasının olmazsa olmazları unutuldu gitti.Biz yine de o günkü Millet Vekili daha
önceki ve daha sonraki Belediye BaĢkanı Ekrem Çetin‟ le O günkü Belediye BaĢkanı
Mehmet YeĢilçimen ‟ e Allah „tan Rahmet dileyelim
Hacı Vakıf Akbaba,Yemen „ deki Osmanlı Bozgununda Ġngilizlere esir
düĢmüĢ.Aylarca süren tutsaklıkta nasıl kurtulmuĢsa kurtularak kaçmıĢ.O zamanki
zor koĢullarda Kilise değin yaya olarak gelmiĢ.Daha doğrusu gelmiĢler.Çünkü
kaçan bir kiĢi değil.Benim bildiğim iki kiĢi.Birisi bizim Hacı diğeri Hamukar‟ların
46
Allef Cemil veya kardeĢi Berber Hasan.Yolda gelirken çektikleri sıkıntıyı anlata,
anlata bitiremezlerdi.Köylerde kendilerini misafir eden Bedevi‟ler önce karınlarını
doyurup sonra büyük abdestlerini yapıncaya değin beklerler. Onlar iĢlerini
görünceye değin izlerler.iĢleri
bitince birden üstlerine atılır önce toprağa
bıraktıkları pisliği elleri ile karıĢtırıp arayarak kontrol ettikten sonra gitmelerine
izin verirler.Çünkü bu Arap Bedeviler‟e göre Türklerin karnında altın vardır.Bunu
almak isterler.Kimi Kabilelerde ise durum değiĢiktir.Evlerine aldıkları konuğu
Yedirir,içirir yatıya kalmazsa onu kapıdan uğurladıktan birkaç adım sonra bir
hançerle karnını deĢer midesinde altın ararlar.Bizim Hacı bütün bu zorlukları
atlata, atlata Kilis‟e eriĢir.Bu uzun,çetin yolculukta yolu Mekke‟ye uğradığında
orada Umre yapar.Böylece Umre Hacısı olur.
SavaĢ,tutsaklık,askerlik bitmiĢtir. Artık evine ailesine kavuĢmuĢtur.Bir
iĢ tutması,para kazanması gerekir.O da gazete, kitap satarak ekmek parasını
kazanmak ister.Bunun için daha önce Emekli Öğretmen Osman Vehbi Beyin
çalıĢtırdığı, bu üç metre karelik dükkanı Tutarak orada çalıĢmaya baĢlar.O
zamanlar Kilis‟e her gün gazete gelmezdi. Haftada iki üç defa ancak gelirdi.Onun
da geliĢ saati bilinmezdi. Adana‟ya gelen gazeteler önce Gaziantep‟e oradan da
Kilis‟e gelirdi.Gazete okuyanlar daha önceden adlarını yazdırarak abone
olurlar.Onların gazeteleri geldiği gün ayrılır.gelip alınıncaya değin dükkanda
bekletilirdi.Yeri, iĢi, belli olanlarınki ise verdikleri adrese gönderilirdi.dağıtım iĢi
bitince fazla gelmiĢ olanlar,Hacı‟ nın bildiği,
tanıdığı ya da kendisine güvendiği
kiĢilerce tanıtılmıĢ çocuklara paylaĢtırılarak sattırırdı.Bunların çoğu ilkokulda
okuyan yoksul aile çocukları idi. Bu iĢi yapsınlar da okul giderlerinin bir kısmını
karĢılasınlar.Diye düĢünürdü.Hacı yalnız bunları düĢünmezdi.O bugünkü
çevrecilerin de babası,atası sayılabilir.Daha doğrusu sayılması gerekir.Bin
dokuzyüz otuzlu yıllarda Kilis gibi bir kasabada çevre temizliğinden söz
etmek,doğrusu oldukça yüreklilik isteyen bir cesaret iĢidir.O dönemde her sokak
bir çöplük,her köĢe baĢı ayakyolu durumundaydı.Genç, yaĢlı erkekler bulundukları
sokakta bir duvara dönüp çiĢlerini rahatlıkla yaparlardı.Ne görenler bir Ģeyler
söyler,ne kimseler kınardı.Her erkeğin cebinde bir avuç kuru yemiĢ bulunur yolda
gezerken avuç,avuç çenterek kabuklarını tükrüğü ile çevre saçarak alımlı ,çalımlı
gezerler.Kilis‟in tüm erkeklerinde bu alıĢkanlık vardır.Hacının dükkanı önüne gelip
oradaki gazetelere kitaplara bakarken çekirdek çentenlere kızar,bağırır.
“Efendim, köy burası köy
Buranın Ģehir olması ancak bunların adam olmasına bağlıdır.Tiskit
bunları nasıl
adam etmeli?”Gibi birkaç söz söyler.Sonra abdest ibriğini süpürgesini alarak yine
söylene, söylene dükkandan dıĢarı çıkar.Önce ibrikteki suyla dükkanın önünü
ıslatır,sonra süpürge ile yerdeki çekirdek kabuklarını onu dökenlerin
üstüne,üstüne süpürür.Ġster ki birisi kendisine kızsın ya da kızmasın “Hacı
Efendi,ne yaptın desin.”Hemen ona verecek cevabı hazır:
“Ne yapayım,bunları ben dökmedim.Senin malın gikerken unutmayasın diye
toplayıp cebine dolduracağım.”
47
Kimi zaman bu sözleri olumlu yankı bulur.Kendisinden bağıĢlaması istenir.Kimi
zaman da elinden süpürgesi alınarak dükkanın önü baĢtan ayağa temizlenir.Ama
her zaman Papaz pilav yemiyor.Kimi
zaman da sırf onu kızdırmak için
gelmiĢ olanlar olur ki Hacı Efendiyi iĢte o zaman görmelisiniz.
HACI ASLINDA küçüğe büyüğe karĢı çok saygılı bir insandı.Kimsenin gönlünü
kırmak istemez.O herkesin birbirine karĢı saygılı, sevecen olmasını
ister.çocukların elleri yüzleri temiz olsun üstleri,baĢları bakımlı olsun isterdi.Ne
yazık ki O günkü Kilis‟te bu pek görünmezdi.Çocukların çoğu akĢama değin
yalınayak dolaĢırlar.üstleri, baĢları toz toprak içinde dolaĢırlardı.Hele sekiz on
yaĢındaki çocuklar, AkĢam üstü okuldan gelince çantalar atılır, ellerine bir taĢ
bir de çekiç alınır.AkĢam güneĢ batıncaya değin çat,çat-çata çat gülle yapmaya
çalıĢırlar.Böyle olunca da ne üst kalır ne baĢ.AkĢam ezanı okununca herkes evine
döner.AkĢam öğünü belli öğündür. Her kes sofra baĢında olmak zorundadır.Bu
nedenle büyükler de çocuklar da sofrada yerlerini alırlar.
Bu Gülleci çocuklardan birkaçını Hacının oraya göndermek hiç de zor değil Ama
bundan sonra Hacı Efendi‟yi sakinleĢtirmek hiç kolay değil..
Zaman,zaman dükkana Ġlçe Kaymakamı,Belediye BaĢkanı,Emniyet Amiri, Belediye
Zabıta Amiri gibi biri uğradığında hemen konuya girerek Ģehrin pisliğinden söz
eder buna bir çözüm getirmelerini söyler.Onlar da dinler,kafa sallarlar,hatta kimi
zaman söz de verirler.Birkaç dakika sonra gelen bir müĢteri ya parmağının
arasındaki sigarayı ya d çıt, çıt kırdığı karpuz çekirdeği kabuğunu dudakları
arasından döküverir dükkanın önüne atar.Bu da
yeterdi Hacı Efendiyi
çıldırmaya.ĠĢte o zaman görmeliydiniz.Siz Hacı efendi ‟ yi sözü edilen kiĢi henüz
dükkanın önünden ayrılmamıĢken içerden süpürgeyi alıp da çıkıĢını, adamın
dükkanın önüne dökmüĢ olduğu neyse onu üstüne,üstüne süpürerek “Al Ģunları da
birlikte götür !” DeyiĢini görmeliydiniz
Hacı Efendi, Kilis‟te çok okunan kitapları ciltlettirerek bir halk kitaplığı
oluĢturmuĢ,ya da önceli OSMAN VEHBĠ Beyden kendisine devredilen kitapları
çoğaltarak kitaplığı daha da zenginleĢtirmiĢtir.Bu kitaplıktan isteyen herkes
istediği kitabı alarak geceliği bir KuruĢtan evine götürüp okurdu.Bizim
çocukluğumuzda, gençliğimizde Hacı ‟nın Kitapların dan okumadığımız kalmamıĢtı.
Yalnız ben değil,benden büyükler de küçükler de bu kitaplıktan yararlanmıĢlardır.
Hacı tömbeki içerdi.Ama onu daracık dükkanında tömbeki içerken kimse
görmemiĢtir.Ġlezi Bahçesi (Bugünkü Yatılı Bölge Okulu)‟nun yanında bir bağı
vardı.Ġyi havalarda Nargilesini alır.EĢeğine biner, bağına giderek nargilesini
orada fokurdatırdı. Bu gün bu ehl-i keyiflerden kimse kalmadı.Biz de bu zararsız
keyif ehillerini rahmetle analım.
48
KĠLĠSLĠ OLMAYANLAR
1- BABAESKĠLĠ OSMAN
On bir,on iki yaĢların daydı. Ġlkokulun beĢinci ya da Ortaokulun birinci
sınıfındaydı. Çok .hareketli, çok sevimli biraz da yaramaz bir çocuktu.Bulunduğu
ortamın yasakları,koĢuları onu hiç ilgilendirmiyordu. Oysa onun da benim de
bulunduğumuz yer Ġstanbul ġehremininde AĢağı Gureba Hastahanesi 3.Dahiliye
Servisiydi. Ġkimiz de ayrı, ayrı sayrılıktan dolayı yatıyorduk. .Her duvarda
karĢımıza çıkan melek yüzlü bir hemĢire iĢaret parmağını dudaklarına
götürmüĢ,bize de her kese de “Burada gürültü yapılmaz,yüksek sesle
konuĢulmaz.Yatan hastaları yüksek sesle rahatsız etmeye hakkınız yoktur”. Diyor
gibi.Ama bu sözler , bu yasaklar bizim Osman için geçerli değildir.O gençlik
öncesi yaĢın tüm istemlerini sınırsız bir özgürlükle
kullanır Doktorlar,
HemĢireler, hastabakıcılar bir Ģey diyemezler Bölüm BaĢkanı Prof.. Dr. Müfide
Küley Hanım Efendi Her sabah vizite çıktığında ilk onunla karĢılaĢır.”Bu gün ne
yaramazlık yaptın bakalım.”diye takılır. O da “Vallahi bir Ģey yapmadım.Doktor
Hanım.Azıcık Ģuracıkta koĢtum. Biraz da gürültü yaptım. ”Der .Suçüstü
yakalanmıĢ yaĢıtlarının yaptıkları gibi,bir davranıĢla hem suçunu kendi söyler,hem
de utançla baĢını yere eğip “Ne yapayım ben bir çocuğum ,çocukluğumu yaĢamak
bir suç mu? Yoksa hastayım diye
çocukluğumu da yaĢamayacak mıyım?
”dercesine Hocanın önünde dururbeklerdi.Kendisi de bir anne olan Hoca
da,hocalığın verdiği bilimsel ağır baĢlık, anneliğin verdiği duygusal bir sevgi ile
baĢını okĢar, “Hadi Ģimdi yatağına git beni orada bekle.” Derdi.O da usluca
yatağına giderek orada hocanın gelmesini beklerdi,Bir Üsteğmen Ağabeyi vardı
Osman‟ın.GörüĢ günlerinde onu görmeye gelirdi.Bu geliĢler Osman için bir bayram
sevincine dönüĢürdü.Önce odanın penceresinden onun geliĢini izler,bahçede
geliĢini görünce hemen koĢarak bir yere saklanır . Bu saklanma yerleri hep
Ağabey ‟in, Osman‟ın odasına giderken geçeceği yolun üzerindedir. Bir
masa,sandalye arkasına ya da duvar köĢesine gizlenerek ağabey oradan geçerken
Osman bir serçe gibi zıplayıp sırtına binerdi.Ġki kardeĢin o andaki mutlulukları
tümümüzü etkiler biz de mutlu olurduk.Genç asistanlarla da arası çok iyiydi.
Kısaca servisin hastasından servis baĢkanı Profesöre değin herkesin sevdiği bir
çocuktu. Tümümüzün
göz bebeği olmuĢtu.Onun varlığı tümümüze güç kaynağı
olmuĢtu. Biz hastalar
onun
varlığından aldığımız güçle san ki iyileĢmiĢ
sayrılıklarımızı yenmiĢtik. Sanki hiçbirimiz sayrı değildik Onun
varlığı tüm
sayrılara.yaĢamı sevdirmiĢ, neĢesi ile tümümüze yaĢama sevinci aĢılamıĢtı.
Gazetelerin bulmacalarını
çözmeyi çok severdi.Her sabah bölümü dolaĢır
gazeteleri toplar gelirdi. yatağımın kenarına oturur. “Ne olur Ağabey Yardım et
de Ģunları çözelim . Kıramazdım. Dediğini yapardım. Kaç gazete , kaç bulmaca
varsa tümünü çözmeye çalıĢırdık , çoğunu da çözerdik .Bulmacaları çözünce çok
mutlu olurdu. Bir sabah yine bulmacaları çözüyorduk Benim sağaltımımla ilgilenen
Dr. Ayhan geldi. “Hadi Osman seninle bir muayeneye gideceğiz” dedi. Doktor onun
ensesinden yakalamıĢ sevip, okĢuyordu. “Sakın ben gelmeden hepsini çözüp
49
bitirme, sonra sana küserim ha !” Diye sıkı tembihler yaparak çekip gittiler Öğlen
oldu yemeklerimiz geldi. Osman gelmedi. Saat on beĢte Osman bir sedye içinde
baygın getirildi. Yatağına yatırıldı. Ha bire göğüs masajı yaparak solumasını
sağlamaya uğraĢıyorlardı. Bir saat değin çabaladılar. Olmadı. Sonunda
doktorlardan biri çarĢafı yüzüne çekip Sağ elinin iĢaret ve orta parmakları ile göz
kapaklarını kapatıverdi. Osman ölmüĢtü. Doktor Ayhan doğrulup giderken baktım:
Sessiz ağlıyordu. Ne olmuĢtu Osman‟a? Osman‟ın kalbinde delik varmıĢ Buna halk
arasında mavihastalık derlermiĢ. Bunu anlamak için katater denilen bir yöntem
uygulanırmıĢ. Osman‟a da bu yöntem uygulanmıĢ. Sol kolun dirsek içinden atar
damara giriliyor, oradan kalbe gidecek bir ince tel salınıyor. Bu telin kalp içinde
izlenen görünümü deliğin yerini saptamakta yardımcı oluyor. Kimi zaman da güçsüz
düĢen kalp de duruveriyor Osman‟ınki gibi. Hasta da Biyopsi oluyor Tıpkı Osman
gibi
***
22-KOKO USTA
Ġstanbul Gedik paĢa‟da Ayakkabıcı dükkânı varmıĢ. Orada hem yeni
ayakkabılar yapar, hem de eskileri onarırmıĢ. Dükkanda yeteri kadar kalfası en az
yarım düzine de çırağı varmıĢ. ĠĢleri baĢından aĢkınmıĢ. Bu geniĢ kadroyla bile iĢ
yetiĢtiremiyor, müĢterileri sıraya koyarak onlara belli günler verirmiĢ Böylece
sıraya giren müĢteriler gereğinde aylarca beklermiĢ. Hatta bir seferinde genç bir
delikanlıyla bir kız gelmiĢler kendisine birer ayakkabı yaptırmak istemiĢler , O da
üç ay sonraya gün vermiĢ , “Bay Koko demiĢler, biz evleniyoruz . ġimdi de nikah
memurluğundan geliyoruz . Gün aldık , kırk beĢ gün sonraya gün aldık , ġimdi ne
yapalım ? ” Demelerine karĢın “Ġstanbul‟da Birtek Koko mu var ayakkabıcı ? Gidin
bir baĢkasına , olmazsa alırsınız birer çift hazır ayakkabı giyinip gidersiniz nikaha
.” “Olmadı ben illa Koko yapsın isterim Derseniz Onun da vardır yolu Önce
Benden alırsınız günü sonra nikah memurundan.” Diyerek konuĢmayı bitirir.
Gençler ne yapacaklarını bilmezler. Kendi aralarında Kısa bir konuĢma yaparak
nikah memurluğuna gidip Koko ‟ nun vereceği günden sonraya gün almaya karar
verirler. Bu iĢ Onun da hoĢuna gider. Günü değiĢtirmez ama çocuklara
ayakkabılarını verirken geline de bir kolye armağan eder. Nikâh günü de salona
bir buket çiçek yollar. Bu olayı onun ağzından belki on kez dinledim. Öyle güzel,
öyle sevecen bir anlatıĢı vardı ki daha yüz kere anlatsa doymazdım.Yirmi kiĢilik
bir hastahane koğuĢunda on dokuz numara ile ben, onsekiz numara ile o, yan
yana yatardık.Her sabah saat yedi buçukta Servis HemĢiresi Aytaç Hanım, gelir
yatakları tek, tek dolaĢır herkese “Günaydın , nasılsın ? ”diye sorar. Çok tatlı
kibar bir hanımdı. Ġnsanlara günaydın derken gözlerinin“içi gülerdi. Evli miydi?
Bekâr mıydı? Bilmiyorum. Ama çok güzel olduğu bir gerçekti. Zaman, zaman .
gelip yatağımın kenarına oturur bir süre söyleĢirdik. Aramızda hiçbir duygusal
bağ olmamakla birlikte çok iyi anlaĢan arkadaĢ olmuĢtuk. Koko, bunu da diline
dolamıĢ çok anlattığı olaylardan biri olmuĢtu . Sabahleyin altı buçuk, yedi gibi
servisteki hastaların yataklarını tek, tek dolaĢır;Aytaç HemĢireyi taklit
ederek“Nassın , günaydın ! ” On dokuzuncu yatağa gelince, “Nasılsınız efendim?..
50
Günaydın. Geceyi nasıl geçirdiniz? Hadi Allah Rahatlık versin. HoĢça kal .
GörüĢmek üzere! ”On sekizinci yatağa gelince “Nassın,daha ölmedin mi? ” Diyerek
bütün koğuĢu dolaĢır tümümüzü gülmekten kırar geçirirdi.Bir gün yine sabahleyin
bu oyunu oynarken Aytaç servise giriverdi . Koko ‟nun arkasına saklanarak
hepimize bir sus iĢareti yaptı. Benim yatağımda söyleyeceklerini söyleyip kendi
yatağına gelince bu kez Aytaç kendisi:“ Ya siz Bay Koko , Siz nasılsınız Efendim.?
” Deyince Koko ‟nun yüzünü görmeliydiniz. Ne Yapacağını ĢaĢırmıĢ, bütün vücudu
tir, tir titriyordu. Aytaç HemĢire hiçbir Ģey olmamıĢ gibi o gün görevini sürdürdü.
Ertesi hafta baĢında Üst kata geçmiĢti. Bir daha bizim servise uğramadı Gerçi
Koko da bu Ģakayı bırakmıĢtı. Aradan onlarca yıl geçti. Ne Aytaç ne Koko kaldı.
Tümü bir hayal, buruk birer anı oldular. Koko, siroz hastasıydı, üç günde bir karın
boĢluğundan litrelerle su alınırdı.
Ġnsanın karın boĢluğuna bu ölçüde su
toplanacağını söyleseler kesin inanmazdım. Hele bir insanın göbeğinin dıĢarıya
fırlayıp sekiz, on santimetre çapında yirmi beĢ, otuz santimetre uzunlukta bir
silindir oluĢturabildiğine bu yazıyı okuyanlardan çoğunun inanamayacağını
Ģimdiden biliyorum. Ancak, Allah kimsenin baĢına vermesin, Bir cami ya da hamam
kubbesi gibi ĢiĢmiĢ, gergin pırıl, pırıl parlayan karnın tam ortasından fırlayan
göbek borusu bir minare görüntüsü verirdi. Bu durumdaki karın öyle iç çamaĢırı,
pijama gibi giysilerle örtülemezdi. Bu haliyle gezerdi koğuĢun içinde. Her görüĢ
günü eĢi, çocukları görmeye gelirlerdi. Kendisine yiyecek de getirirlerdi. Bir gün
geldiklerinde, söz arası, sade kahveyi sevdiğimi söylemiĢim.O günden sonra her
geliĢlerinde bir termos dolusu kahve getirirlerdi . EĢi ve çocukları ile de kendisi
ile olduğu gibi arkadaĢ olmuĢtuk.Koko Usta , bu hastalığa yakalanınca iĢi bırakmıĢ,
dükkanı dağıtmıĢ , eskiden kazandığı ile rahat geçinen hatta biraz da varlıklı
sayıla bilen biri olarak bilinmesine karĢın hastalık ilerledikçe artan sağaltım
giderleri aileyi oldukça zor durumlara düĢürmüĢ.Aradan yıllar geçmiĢti. Bir gün
Gedik paĢa‟ dan geçiyordum.ÇarĢıda onu sordum .Tanıyan çoktu . San ki
öğretilmiĢler gibi “Tümü çok iyi insandı. O bir melekti uçtu .” Dediler
***
23-METĠN KURT
Öğretim yılı sonu yaklaĢmıĢtı. Öğrencilerde, velilerde telaĢ baĢlamıĢtı.
Öğretmenler odası dolup taĢıyor. Öğretmenlerin sağlıklı, karar vermeleri oldukça
zorlaĢmıĢtı.
Koca yıl içinde bir kez olsun okula uğramayan veliler okulu
doldurmuĢlardı. BeĢ, on dakikalık teneffüslerde onlarca veliyle, yine bir o
kadar öğrenci ile görüĢmek zorunda kalan öğretmenler, yorgunluk, sinir
bozukluğu yüzünden bitkin düĢüyorlardı. Böyle bir ikinci sınıf öğrencisi
görünümünde birisi girdi. Masaya yaklaĢmıĢ, saygılı bir biçimde duruyordu.
AnlaĢılan benim ona “Ne istiyorsun?” Diye sormamı bekliyordu. Ben de onu yaptım.
Efendim, ben, okulunuzun birinci sınıfındayım. Birinci karne döneminde sınıf
birincisiydim. Ġkinci kanaat döneminde hiçbir dersten not alamadım. Hastaydım.
Hastahanede yatıyordum. Okula gelemedim.
-Hastanede kaç gün yattın?
-Ġki Ay değin
51
-Peki. Hastalığın neymiĢ? (Gayet sakin ,
Umursamaz bir tavırla)
-Lösemi Efendim. Yani Akciğer kanseriymiĢim. Ancak üç aylık yaĢama
sürem kalmıĢ dedi. Bunları söylerken o sakin umursamaz çocuk gitmiĢ yerine
onbeĢ yaĢında duygusal zayıf birisi gelmiĢti. Küçük bir sarsıntı geçirdi. Kalktım,
kolundan yakalayıp oradaki koltuklardan birine oturttum, Ben de karĢısına geçtim.
Ġki Çay getirttim. Birlikte içmeye baĢladık Çay gelinceye değin ikimiz de
konuĢmadık. Bu arada ben ne yapabileceğimizi düĢündüm. Aklıma hiçbir Ģey
gelmiyordu. Çaylar geldi. Ġçerken konuĢmaya da baĢladık . Daha hastahanede
yatıyormuĢ. Benimle görüĢmek için izin almıĢ gelmiĢ. Bu güne değin tahlil, film
çekme, daha bir yığın iĢlemler yapıldı. Hastahanenin yapacağı baĢka bir Ģey
yokmuĢ. Sabahleyin doktor geldi. Bana bunları söyledi. Hafta sonu seni evine
yollayacağız dedi. ġimdi hastahaneden geliyormuĢ bana söylediklerinden daha
ailesinin haberi yokmuĢ. Ailesi de bir yaĢlı anneden baĢkası değilmiĢ. O da
gündüzleri evlere temizliğe gider eve akĢamları gelirmiĢ. Önce hastahanede
ağlamıĢ, ağlamıĢ ne yapacağını bilemeden yalnız ağlamıĢ. BakmıĢ ki ağlamakla bir
Ģey olmuyor, elini yüzünü soğuk suyla yıkayıp Hastahane bahçesinde dolaĢmıĢ.
Yine kendini rahatlatacak bir Ģey bulamamıĢ. Aklına ben gelmiĢim . Çıkıp gelmiĢ .
- Peki! Benden ne istiyorsun Diye sormak aptallığında bulundum.
Verdiği yanıt kısa, kesin hem de açıktı:
-YAġAMAK!..
Çok zor bir durumdaydım. Ne yaptığını, ne söyleyeceğini bilememek
sırası bana gelmiĢti. Bunun da bir yararı olur muydu? Uzun bir süre ikimiz de
sustuk. Metin her Ģeyi bitirmiĢti. YaĢamak onun en doğal hakkı değil miydi? Bir
din adamı gibi onu karĢıma alıp
“Bak Metin:
“Ġnsana ömrü Allah verir. Canı da O alır.” Demem mi gerek bunu ben asla
yapamam. Hele.“En geç üç ay sonra ölecekmiĢim.” diyen onbeĢ yaĢındaki bir
çocuğa bunun ne yararı olur. Bu çocuğun yaĢama hakkı yok mu? Bunu savunacak
kimse yok mu? Söyleyecek hiçbir söz bulamamanın verdiği çaresizlikle Ona:
Bak Metin sen Ģimdi geri Hastahaneye dön. Bana yarın ya da yarından
sonra gene gel. Bu arada ben senin doktorunla görüĢüp hastalığın hakkında biraz
daha bilgi alayım. Öğretmen arkadaĢlarımla görüĢeyim Neler yapabileceğimizi
araĢtıralım. Hadi sen Ģimdi git . Bu iĢ aceleye gelmez.Yalnız Ģunu da unutma her
sorunun kesinlikle bir çözümü vardır .Yeter ki biz aramasını bilelim . Diyerek
Metin‟i yolladım. Ama ben kendimi inandıramamıĢtım. Odada yalnız baĢıma
düĢündükçe daha da karamsar oluyordum. Kalktım Öğretmenler Odasına gittim.
Orada bulunan arkadaĢlarla konuĢur açılırım diye düĢündüm. Odada beĢ, altı
arkadaĢ vardı . Konuyu onlara açtım. Baktım onlar benden çok üzüldüler. Yalnız
onlarla bir karar aldık . Ertesi gün sabahçı ve öğlenci devrelerin değiĢimi
sırasında bir öğretmenler kurulu yaparak bütün öğretmenlere duyuralım. Onların
da görüĢlerini alalım. Dedik. Bu olumlu güzel bir yaklaĢımdı. Hemen bir yazı
çıkarıp öğretmenleri toplantıya çağırdım. Ben de Doktorla görüĢmek üzere dıĢarı
52
çıktım.
- Onu nerede bulabileceğimi biliyordum. Kendisi ile görüĢtüm. Metin‟
e söylediklerini bana da anlattı. Olay doğru idi. Ertesi gün Kurulda öğretmenlerle
görüĢüp neler yapabileceğimizi tartıĢtık. Aldığımız karar gereğince onu önce
Ġstanbul„a Validebağı Prevantoryumu‟na gönderecektik. Malatya Devlet
Hastahanesi„ nden durumunu belirleyen bir Sağlık Kurulu Raporu alacaktık. Onu
ben aldım. Sonra Ġstanbul‟a telefon ederek durumu anlattım. Raporu hasta elden
getirse zaman yitirmesek olmaz mı dedim. Razı oldular Bu iĢler o gün öğleye değin
oldubitti. Öğleden sonra Metin geldi. Bu kez yanında Annesi de vardı.
Öğretmenler kendi aralarında para toplamıĢlardı. Çocuğun yol parası bir de orada
kaldığı süre içinde yetecek harçlığı hazırdı.
Metin ‟i Ġstanbul „a yolcu ettik Birkaç gün sonra annesi geldi. Metin
Hastahaneye yerleĢmiĢ, bir de teĢekkür mektubu yazmıĢtı.. Tümümüz çok
sevindik. Aradan bir yıla değin zaman geçmiĢti. Ben Malatya„dan ayrılmıĢ
Gaziantep‟e gelmiĢtim. Bir sabah okula gitmek için evden çıkarken Postacı elime
bir mektup verdi. Baktım Mektup Metin„nin annesindendi.
METĠN ÖLMÜġTÜ.
***
IV-ÖYKÜLER
1-ERSĠN‟i ÇARPAN BĠR ÇĠFT
YEġĠL GÖZ
Sıcak bir yaz günü haziranın ortaları. Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencileri bir Pedagoji Dersine girmek
üzere gelmiĢler. Koridorda on, onbeĢ kızlı erkekli arkadaĢ, durmuĢ konuĢuyorlar,
bu arada Hocanın gelmesini de bekliyorlar. Henüz zil çalmadığı için sınıfa da
girmiyorlar. Kendi aralarında güzel bir söyleĢi yapıyorlar. Hele Aralarında Fransız
Flolojisinden gelme bir kız var ki ERSĠN Onu ilk kez görüyordu. Boy, pos, endam,
tatlı dil güler yüz konusunda gurubu etkisi altına almıĢtı. Hele kızda bir çift güzel,
yeĢil göz vardı ki tek baĢına bu bile yeterdi birilerini deli etmeye. Yetti de hani.
ERSĠN tutulmuĢtu bile. ERSĠN, öyle her güzele tutulan, her gördüğüne aĢık olan
uçarı çapkınlardan değildi. YaratılıĢı bakımından güzeli severdi. Hele güzel böyle
olursa çekici gücü ile kendisini çekerse dayanmazdı. Kızın çekiciliğine kapılmıĢ,
ondan ayrılmak istemiyordu..Dilinin bağı çözülmüĢ anlatıp duruyordu.YeĢil gözlü de
durumdan memnun gülüyor, konuĢuyor, sorular soruyor, kısaca bu sıcak söyleĢiye
istekle katılıyordu. Kimsenin canı sınıfa girmek istemiyordu. Koridorun Kalın
duvarlarının geçiremediği sınıfın yaz sıcağını düĢündükçe hiçbiri aklına dersi
getiremiyordu. GülüĢüp, konuĢup, ĢakalaĢarak sözde zilin çalmasını bekliyorlardı.
Sonunda zil çalıyor, sınıfa doluĢuyorlar. Hiç de dıĢarısı gibi değil, sınıfın içi. Öğlen
güneĢine karĢı olan geniĢ pencereler, içeriye Özgürce girebilen sıcaklık, sınıfın
içini Cehenneme çevirmiĢ. Kimsenin anlatılacak konuyu dinleyecek gücü yok. Ders
dinlemek Ģöyle dursun,o sıcakta kimsenin ders sonuna değin o sınıfta oturmaya
gücü yoktu.Az sonra Prof. Refia ġemin Uğurluel derse girdiğinde kimsenin ayağa
kalkacak gücü kalmamıĢtı.Ama kalkmak zorundaydılar. Ders baĢladı.
53
”Bugünkü konumuz çocukta kötü alıĢkanlıklar.”Ersin bundan sonrasını
duymadı. O, Ģimdi koridorda gördüğü, aklını baĢından alan bir çift zümrüt yeĢili
gözün büyüsü altında kendiden geçmiĢ, baĢka bir boyutta yaĢamaktadır. Birlikte
geziyor, birlikte yiyor, birlikte uçuyorlar. Dünya ile, Ġstanbul‟la, sınıfla ilgileri
kesilmiĢ, kendi evrenlerinde mutlu bir çift oluĢturmuĢlardı. Sonra kulağına bir ses
çalındı Ersin‟in :
“Çocuk, kendisine yalan söylendiği için yalana alıĢır, yalan söyler.”Bu söz
yeniden aldı götürdü Ersin‟i.
-Ben kimseye yalan söylemedim ki, neden bana karĢı bu kadar yalan
söyleniyor. Ben kimin ya da kimlerin cezasını çekiyorum.
Derste bundan baĢka bir Ģey duymamıĢtı.Birden çalan zil onu tekrar
dünyaya döndürdü .Sınıfın sıcak ağır havasından kurtulmak için kendini dıĢarı atan
Ersin ,koridorda karĢılaĢtığı “YEġĠL GÖZLÜ” ile selamlaĢtı Birlikte konuĢarak
okuldan çıktılar.Birbirlerine „Ġyi günler‟ dileyerek ayrıldılar.Herkes evine gitmek
üzere ayrıldılar.Ama Kasım evine değil YeĢil Gözlü‟ nün ardından yürümeyi
sürdürdü.Fakültenin Vezneciler yönündeki kapısından çıkmıĢlardı.O önde,Kasım
biraz arkada ona görünmemeye özen göstererek yürüyorlardı.Vezneciler, Direkler
Arası, Saraçhane‟yi geçtiler.Fatih Kız taĢına geldiler. YeĢil Gözlü orada bir bakkal
dükkânına girdi. Ersin durur mu? O da girdi. Bir sigara istedi. KarĢılaĢtılar.
-Siz de mi buralarda oturuyorsunuz?
Dedi.YeĢil Gözlü.
-Yok dedi, Ersin. Yukarda, Atik Ali de bir arkadaĢı Görmeye gidiyordum.
Sigaram bitmiĢ. Bir sigara alayım.dedim.Bu arada bir de su içmek istedim..Siz de
ister miydiniz ?
-Yok, teĢekkür ederim. Hadi yeniden hoĢça kalın dedi. Ayrıldı. Dükkanın
bitiĢiğindeki binanın kapısından içeri girdi.
Ersin ‟in amacı, Onu izleyip evini öğrenmek değildi. Acaba onunla bir daha
karĢılaĢa bilir miyim? Onu bir daha görüp konuĢabilir miyim?di.. O da olduğuna
göre artık gideceği yere mutlu gidebilirdi. Öyle de yaptı.
O günden sonra Ersin‟le YeĢil gözlü birbirlerini hiç görmediler.
***
2-BĠR UYUMSUZ BULUġMA
Erdem sınıfından bir gurup arkadaĢla koridorda durmuĢ konuĢuyorlardı.
Aralarında Ġngiliz Filolojisinden de bir arkadaĢları vardı. KonuĢtukları konulara
gelince “Dereden tepeden-ġundan bundan” türü Ģeylerdi. Birbirlerine takılıyor,
gülüyor eğleniyorlardı.Bu sırada yanlarından bir arkadaĢları geçti.ġımarık bir
tavırla yanındaki rüküĢ bayanı göstererek
–sanki- :-Bakın ne kadar güzel. Dercesine
“Annem!” Dedi.Kırıtarak,
sırıtarak,alımlı,çalımlı
bir
odaya
doğru
gidiyorlardı.O,oda,Doç.,Dr.
AbdülkadirKarahan‟ın odasıydı. ArkadaĢlar onu fazla sevmezlerdi. Böyle
durumlarda hep türlü anlamlar vererek gülüĢürlerdi.Yine öyle yaptılar. Ġngilizce
„den Ayla hemen:
54
“Yalnız senin mi annen var.Bu çalım neye? Hepimizin annesi vardır .Hem
seninkinden daha da güzeldir.” Dedi. Bu sözleri herkes duymuĢtu. Erdem de
“Çok doğru.”
Dedi.
- Biraz yüksek sesle.
Ayla bunu duyunca:
“Siz annemi tanıyor musunuz.? Dedi
Erdem – Tanıyorum.
Ayla - Ya öyle mi? Nereden?
-Buradan, .Sizden..Sizin gibi güzel bir kızın annesi de
en az kızı değin
güzel olur da ondan.Hani bilirsiniz “Anasına bak kızını al.” Derler.ya.ġimdi de
kızına bak anasını düĢün dersek olmaz mı?
Ayla - TeĢekkür ederim.
-A!,A!herkes gidi,gidi vermiĢ. Oysa ben Sütlüce‟ye gidecektim.
ArkadaĢların birisi benimle gelir sanıyordum. Oysa kimsecikler kalmamıĢ. ġimdi
ben nasıl gideceğim?
Erdem- Ne yapacaktınız Sütlüce‟ de ?
Ayla -Anneannem oturuyor .Onu görüp eve gidecektim.
Erdem - Sakıncası yoksa ben geleyim sizinle.
Ayla. - Ne sakıncası olacak canım.Yalnız size karĢı çok ayıp olacak. Ġnanın ben
o semte hiç yalnız gidemiyorum.
Erdem Neden ayıp olsun ki.Ben de bu fırsatla o semti görmüĢ
olurum.Hem de çok güzel bir Rehber eĢliğinde..Siz yeter ki olur deyiverin.Birlikte
Fakülteden çıktılar.KonuĢarak otobüs durağına
gittiler .Ayla,yalnız
güzel
değil,ayni zamanda
usta bir rehber olduğunu da ispatlarcasına Erdem‟e
açıklamalar yapıyor .Habire, anlatıyordu. Erdem, bir konserde müzik dinlercesine
kendinden geçmiĢ onu dinliyordu.. Böylece kayık Ġskelesine geldiler. Ayla Siz beni
burada beklerseniz en fazla yirmi dakika sonra gelirim. Döneriz. Dedi ve boĢ
Arazide koĢarak gitti. Erdem, onu arkadan izliyordu. Bu gencecik güzel kız bu boĢ
arazide nereye gidiyordu. Uzaktan gördüğü kadarıyla anneannesinin evi diye
gittiği yer bir kulübeye benziyordu. Giyimine alımına bakılırsa YaĢlı bir kadını
böylesine dağ baĢında yapayalnız bırakacak bir ailenin kızı görünmüyordu. Öyleyse
bu kız buraya niçin gelmiĢti.Birden bire aklına gelenden kendisi de utanç duyarak
Derin bir La havle çekip Ġskeledeki balıkçılarla uğraĢmaya baĢladı.
Ġskeleye bir balıkçı sandalı gelmiĢti. Ġçi yarı canlı balıklarla doluydu. Ġnsanlar
çocuklar toplanmıĢ Balıkların dükkâna taĢınmasını bekliyorlardı. Bu arada
insanların ayakları arasında dolaĢan bir kedi büyükçe bir balığı yakalamıĢ,
bacakları arasında sürükleyerek koĢturuyordu. Kendi ağırlığında bir yükle
koĢmanın zorluğu ile yalpalıyordu. Birden on iki, on üç yaĢlarında bir çocuk kendini
kedinin üzerine atarak yakalayıp balığı ağzından zorla aldı. Birkaç yeri
didiklenmiĢ, yerde sürünerek zedelenmiĢ balığı bir servet elde edinmiĢ korsan
gururu ile sağa sola göstererek evine doğru koĢmaya baĢladı. Erdem bunu
görünce:
55
- Çocuk bunu götürüp annesine verecek. O da sevinecek. AkĢam babası gelecek
yemekte balığı görünce önce ĢaĢıracak. EĢine “ Bu balık nereden? ” diye soracak.
O da “Oğlumuz getirdi.” Deyince Baba da sevinecek. Bu yaĢtaki çocuk böyle bir
balığı nereden bulmuĢ sorusunu düĢünmeden ailenin bir gecelik yemeğini bedavaya
çıkardığı için sevinecek. Oğlunu kutlayacak. Ona “Aferin oğlum !” diyecek.Her
zaman böyle açık göz olmasını söyleyecek .O da babasının sözünü tutup açık gözlü
olmaya çalıĢacak Bütün bunları düĢünürken dikkat etti ki Ayla‟ yı unutmamıĢ.Hala
beyninin büyük bir bölümü onunla uğraĢmakta . Kimdi bu kız? Bu çoban kulübesi
gibi evde yarım saat değin kiminle görüĢtü. Yalnız görüĢtü mü? Yoksa!!! Evet
yoksa! Bu yoksa! ya verilebilecek yanıtı düĢünmek bile istemiyordu. Ama aklından
da atamıyordu.Gerçekten Anneannesi ile görüĢtü geldi ise anneannesinin bu
semtte neden oturduğunu anlayamıyordu. Bu insanların içinde büyümüĢ bir kız
mıydı? Aklından geçenleri ancak onun durumuna düĢmüĢ olanların anlayacağı, bir
çok olumsuzluklar vardı.Örneğin gelir gelmez ona “Doğru söyle bakayım.Sen
orada kiminle görüĢtün ? Ne yaptınız orada? Söyler misin senin anneannen burada
ne yapıyor ?” Eğer bu sorulara kem küm yanıtlar verirse doğruyu söyletinceye
değin dövmek istiyordu? Sonra bir ara kendine gelmiĢ gibi “Ya hu ! Sana ne bütün
bunlardan. Ne yaparsa yapsın? Ne ederse etsin? ġurada gördün burada
ayrılacağın bir kız için bu kadar derin düĢünmeye ne gerek var ki?Ayla kulübeden
çıkmıĢ yolda geliyordu.Pilili skoç eteği, kısa kesilmiĢ perçemi hafif rüzgarda
uçuĢurken uçan bir kelebeğe benziyordu.
-Çok beklettim mi?Ne olursun kızma sakın..Kızmadın değil mi? Hadi
lütfen kızmadım deyiver.Diye çırpınıp, tepinip dururken tıpkı Ģımarık bir çocuğa
benziyordu.
Erdem - kurtuluĢu ancak:
-Hayır kızmadım.Neye kızayım
ki ? Demekte buldu.
Ayla -Sen daha önce bu semte hiç gelmiĢ miydin?
Erdem - Hayır hiç gelmemiĢtim. Ġlk kez gördüm
Ayla- Öyleyse sen Haliç Vapuruna da binmemiĢsindir
Erdem - Hayır binmedim
Ayla - Öyleyse Hadi gel binelim
Erdem‟in bir Ģey söylemesine fırsat vermeden Ġskele giĢesine koĢup iki bilet alıp
döndü. Tam da vapurun kalkma zamanıymıĢ koĢup bindiler. Vapur hareket etti.
Altın Boynuz gerçekten çok güzelmiĢ. Erdem hayran kaldı. Sağında Ayla
oturuyordu. Solunda pırıl,
pırıl altın Boynuz uzanıyordu. Bu iki güzelliğin
karĢısında Erdem ĢaĢkın, ĢaĢkın, hayran, hayran bakınıp duruyordu. Bir ara Ayla:
“Siz çok dalgın görünüyorsunuz.Bir Ģeye canınız mı sıkıldı?.Dedi.
Yok! dedi Erdem Tam tersine çok mutluyum. ġu anda doğanın iki harika
güzelliği arasında kalmıĢ olmanın mutluluğunu yaĢıyorum. KonuĢarak bu güzellikleri
bozmak istemiyorum.
-Peki! NeymiĢ o güzellikler?
-Biri Sensin,Ayla,di…
-Ani,sert bir ses tonu ile
56
-Sus! Lutfen
Sen de benim hayal dünyamın güzelliğini bozma!...
Kızdın mı Ayla? Az önce söylediğim söze? Hani Ģu doğanın iki güzeli demiĢtim ya
ona.
-Anlayamadım, o sözü aynen bir daha söyler misin lutfen?
ġu anda doğanın iki harika güzelliği arasında kalmıĢ olmanın mutluluğunu
yaĢıyorum. KonuĢarak bu güzellikleri bozmak istemiyorum.
-Biri sensin,
-DUR!.Dedi.Ayla.sakın,baĢka bir Ģey söyleme.Bu Mutluluk da bana yeter.
Diyerek vapurdan inip koĢa, koĢa Otobüs durağına gitti. Kalkmak üzere olan
Otobüse bindi.O anda da Otobüs kalktı.
Erdem, kalıvermiĢti. Karaköy Köprü ayağında Cebinde kendisini eve götürecek
parası da kalmamıĢtı. Erdem, o akĢam Aksaray‟daki evine Karaköy „den yürüyerek
gitti. Yolda hep onu düĢünüyor. Yanında o varmıĢ gibi onunla konuĢuyordu. Yol bir
saatten çok sürdü. Sen bu kızı sevdin mi ? Diyor kendi kendisine.
Yoldan gelip geçenlerin kendisine bakıp güldüklerinin ayırdında bile değildi.
Durmadan Ayla‟ ya sorular soruyor. Ne yanıt aldığını söylemiyordu. Kendi
düĢünceleri, soruları sese dönüĢüyor, onları duyabiliyorduk.Ama Ayla‟ nın
yanıtları, düĢündükleri konusunda bir Ģeyler bilemiyorduk. Eve girdiğinde sesi
kesilmiĢti. AnlaĢılan Ayla da ayrılıp gitmiĢti Evde dört arkadaĢ kalıyorlardı.
Onlara Ġyi geceler dileyip odasına çekildi. Ayla‟nın verdiği mutluluk, eve gelirken
uzun yol yürümenin verdiği yorgunlukla hemen yattı. Sabaha değin düĢünde bile
onunla olmanın mutluluğuyla çok rahat, uyudu. Sabahleyin kalktığında kendisini
her günkünden daha mutlu daha sağlıklı buldu. Bu mutlulukla daha da sağlıklı
düĢünebilirdi. Yoksa bu kıza aĢık mı oluyordu? Ama buna hakkı yoktu. kendisi
ayağında yırtık bir pabuçla dolaĢırken o giyimi, kuĢamı yerinde her an cebinde
parası olan birine nasıl aĢık olabilirdi? Dün Vapur biletlerini O almasaydı ne
duruma düĢerdi? Bunları düĢündükçe bu iĢi baĢlamadan bitirmek daha iyi olurdu.
Bu kararı alınca daha çok rahatladı. Kendi kendine “Bu iĢ böylece daha hayırlı
olacak” dedi. Sabah Kahvaltıdan sonra fakülteye giderken kararını vermiĢti bir
ayağını sürüyerek de olsa, rahattı,baĢı dikti. Dünkü gibi ayağını sürürken
utanmıyor,yüzü kızarmıyordu.Öğleden sonra ders yoktu. Eve gidecek, eski
ayakkabısını tamire verecek. Belki de bir yenisini alacaktı. O anda ayağında
bulunan ayakkabının tabanı uçtan topuğa değin tümüyle kopmuĢ yürürken çok
dikkat etmesi gerekiyordu.Yoksa Ayağını kaldırınca taban yerde kalıyor basınca
katlanıyor. DüĢmesine neden olabiliyordu. Bu durumda düĢmemek için o ayağını
yerde sürüyerek gidiyordu.Dersten çıkar çıkmaz eve gidip bu sorunu
çözecekti.Gereken parayı ya arkadaĢlarından ya da ev sahibinden ödünç olarak
isteyecekti.
Fakülteye geldiğinde Ayla daha önce gelmiĢ, bölümden birkaç kız arkadaĢ ile
konuĢuyordu. Erdem onları görmezlikten gelerek sınıfa girdi.Az sonra Ayla da
yanına gelerek bugün öğleden sonra dersiniz yokmuĢ.”Ġster misin Boğaziçi‟ne
57
doğru gidelim.Ben arkadaĢlarla görüĢtüm Sen de aramızda olur musun?” Dedi.
Hemen ekledi. “Ben çok sevinirim. Gelirsin değil mi?”
Erdem - Hayır gelemem.
Ayla - Neden Erdem
Erdem onu Kolundan tuttu, ayağını sürükleyerek koridora çıkardı. Bir KöĢeye
çekip :
Bak Ģu ayağıma. Dedi, Ben dün seninle bu durumda gittim, geldim. Artık
gelemem. Siz güle, güle gidin. Eğlenin. Sizlere iyi geziler, iyi eğlenceler dilerim.
Dedi. “HoĢça kal.”deyip ayağını sürüyerek yeniden sınıfa girdi.
Ayla bir süre o köĢede sessizce kaldı. BozulmuĢ muydu? Yoksa üzülmüĢ müydü?
AnlaĢılamadı. Bu olaydan sonra bir daha buluĢmadılar. Sürekli birbirlerinden
kaçtılar sanki. Bir süre sonra da olay unutulup gitti.
***
3-AĞA KIZI EMĠNE ĠLE
ÇOBAN HÜSEYĠNĠN ÖYKÜSÜ
Avlunun bir köĢesinde çömelmiĢ, sırtını duvara dayamıĢ elleri dizlerinin
üstünde baĢını dizlerinin üzerindeki kollarına koymuĢ sanki ağzı bağlı dolu bir
çuval ya da torba gibi duruyordu. .Ne o, kimsenin umurundaydı ne de kimse, onun.
Sanki tüm insanlardan kaçıyor gibiydi. BaĢını kaldırdığı zaman ancak yüzünü
görebiliyorlardı. Otuz, otuzbeĢ yaĢlarındaydı. Görenler onu elli, altmıĢ yaĢlarında
sanıyorlardı. Daha bir ay olmuĢtu buraya geleli. Geldiği gün, saçları, sakalı
simsiyahtı. Upuzun, kapkara, burulmuĢ bıyıkları vardı. ġalvar siyah, bıyık siyah,
saç sakal simsiyahtı. Bu bir ayda dam onun belini bükmüĢ evini yıkmıĢtı. Arada bir
baĢını kaldırdığında “Asın beni, asın !” diye inliyordu. Kimse buraya neden
geldiğini. bilmiyordu. Bir gün
dama
gazete gelmiĢti.ArkadaĢları
okuyorlardı.Kendisi okuma yazma bilmezd0i.Bilenler yüksek sesle okuyor ,
bilmeyenler de dinliyordu.Bir ara kulağına “Balta cinayeti” diye bir ses
geldi.Okuyordu sesi gelen “ EĢini ve eĢinin dostunu balta ile öldürdü sonra da
parçalara ayırdı.”Gerisini dinlemedi.Zaten biliyordu.Gazetede sözü edilen kiĢi
kendisiydi.Tekrar dizleri üstüne kapandı.Böyle yapınca kimseyi görmüyor.Kimse de
kendisini görmez sanıyordu.Tıpkı devekuĢları gibi. Oysa kendisi bilmezdi bu
kuĢların öyküsünü.
Böyle dururken elinde olmadan Çok eskilere gitti. Henüz ondört, onbeĢ
yaĢlarındaydı. Darende‟nin bir köyünde çobanlık yapıyordu. Bir Ağa ‟nın koyunlarını
otlatıyordu. Her sabah ağanın evine gider, ağılın kapısını ağanın küçük kızı Emine
açardı. Emine henüz sekiz, on yaĢlarındaydı. Sabahleyin sütü sağmıĢ, kuzuları
emdirmiĢ. Kapı arasında çobana vereceği yemek çıkını elinde Çoban Hüseyin i
beklemektedir. Nedense bir türlü geliĢememiĢti. Böylece her gün bir cümbüĢtür,
sürer gider ağanın kapısı önünde. AĢağı yukarı onbeĢ yıldır Ağanın sürüsünü
otlatıyordu. On yıldır da onu kapıda Küçük emine karĢılar, sabahları azığını verir.
AkĢamları koyunların içeri alınmasında Hüseyin‟e yardımcı olurdu. On dört, onbeĢ
yaĢındaki Hüseyin için bu iĢ,bir görevdi.O sırada sekiz,on yaĢındaki Emine için ise
bu bir oyundu.Kapıda durur,girmeye gelen koyunları kovalar,onların dağılmasını
58
sağlar.Bu durum ise Hüseyin‟in iĢini zorlaĢtırır, kızdırır. Kendi aralarında da
boğuĢmaya, taĢlaĢmaya neden olur. Sonunda evdeki büyüklerden biri ya da bir
kaçı yardıma gelir, olay yatıĢır.Koyunlar da içeri alınmıĢ olur.Bu iĢ yıllarca böyle
sürüp gitti.Yine bir gün Emine sürüyü dağıtıp Hüseyin‟in iĢini zolaĢtırınca,onu çok
kızdırmıĢtı.Hüseyin bağırıp çağırıyor. Emine ise çocukça davranıĢından
vazgeçmiyordu. Hüseyin koyunları bırakmıĢ, Emine ile uğraĢıyordu. Onu
yakaladığında Omuzlarından tutup sarsarak sen ne zaman büyüyecek adam
olacaksın. Bu gidiĢle ağamın baĢına kalırsın. Seni kimse almaz. O zaman da ağam
seni zorla bana vermeye kalkar. Ben ne yaparım sonra ? Hadi uslu dur, da Ģu
koyunları içeri alayım. Sen de bir hanım kız ol da, evde kalma. DeyivermiĢti.
Bu olayın üstünden aylar yıllar geçti. Bu Arada çocuklar da birkaç yaĢ
daha büyümüĢ oldular. Hüseyin, onsekiz, on dokuz yaĢlarında bir delikanlı olmuĢ
artık otlakta,köy meydanında yaĢıtları ile güreĢ yapmaya baĢlamıĢtı..Kendisi ile
tutuĢanlardan sırtını yere getirmediği kimse kalmamıĢtı köyde.Önce Yalnız
yaĢıtları ile kapıĢırken gittikçe herkesle açık güreĢmeye baĢlamıĢ.Bu yüzden de
adı Pehlivan Hüseyin olmuĢtur. Emine, artık Hüseyin‟e yardımcı oluyor, akĢamları
otlaktan gelen koyunları daha önceleri yaptığı gibi dağıtmak değil, toparlamak için
uğraĢıyordu. Hüseyin‟e gelince O da ağırbaĢlı. ĠĢini titizlikle yapan bir genç
oluvermiĢti.
Onu görenler “yirmibeĢten aĢağı değil. ” derledi. Hele onu köy
meydanında güreĢ tutarken görenler henüz yirmi yaĢına bile girmediğini duysalar
kesin yalan söylendiğini sanırlardı.
Köyde kendi yaĢındakilerden, kendinden
birkaç yaĢ büyüklerden sırtını yere getirmediği kimse kalmamıĢtı. Güçlü, kuvvetli,
tuttuğunu koparan, vurduğunu yatıran bir delikanlı olmuĢtu. Eline geçen kim olursa
olsun, sırtını yere getirmeden bırakmazdı. Otlakta, Koçla koyunlardan baĢka
kimseyi görmediği için yaĢamı onlarla paylaĢıyor, Kimi yaĢamsal olayları onlarda
görüyor, onlardan öğreniyordu.
Sürüdeki koç gibi, o, sürüye saldırdı mı nasıl darmadağın ederse Hüseyin de,
güreĢe öylesine dalardı.. Aradan aylar, yıllar geçti. Evet bir gün sabahleyin
koyunları almaya gelen Hüseyin, Emine ‟nin:-“Seni Kimse almaz BaĢıma kalırsın.”
diye korkuyordun. Sana geçmiĢ olsun. Artık korkma, baĢına kalmayacağım. AkĢam
geldiler beni babamdan istediler. Babam da onlara birkaç gün sonra tekrar
gelmelerini söyledi. Aslında bizim köyde adettir,
kızı ilk istendiği gece
vermezler. Böyle yaparlar. Ġkinci defada verdiklerini söylerler. Senin anlayacağın
ben artık senin değilim. Demesi ile dünyası alt üst olmuĢtu. O gün yazıda kuzuları
otlatırken , suya götürürken hep Emine yi düĢünüyordu .Kavalı bile bir baĢka türlü
çalıyordu.Bu kapıya çoban durduğu günden bu yana Emine ‟de büyük değiĢiklikler
olmuĢtu.Önce Emine hızla boy atmıĢ bir fidan gibi olmuĢtu.Daha önce varlığı
yokluğu belli olmayan memeleri artık her sabah arkasından taĢ atmaya koĢarken,
taĢ atarken bayağı sallanıyor.Varlıklarını belli ediyordu.Bir baĢka deyiĢle Emine
bir Ģeftali fidanı gibi çiçek açmıĢtı.O gün akĢamı zor etmiĢti. Bir an önce akĢam
olsun da onu bir kez daha göreyim, onunla bir kez daha konuĢayım. diye
çırpınıyordu. Aslında o da farkında olmadan Emine „yi sevmiĢti. Kendisini istemeye
geldiklerini söylediğinde anladı bunu. Bu gün koyunlar otlarken Emine‟ nin de
59
kendisini sevdiğini düĢündü. Yoksa niye söylesindi. AkĢama kesinlikle konuĢmalıydı
onunla. Eğer o da seviyorsa Ağasından istetecekti onu. Ağa vermeye bilirdi Emine‟
yi. O zaman tek bir yol kalıyordu: Kaçırmak. Emine istemese de Hüseyin
kaçıracaktı onu. Bu kararı verince oldukça rahatlamıĢtı. ġimdi iĢ akĢamın olmasına
kalmıĢtı. Sonunda geç de olsa akĢam oldu. Sürüyü toplayıp eve doğru yola koyuldu.
Emine yine onun yolunu bekliyordu. Kapıya yaklaĢınca : -HoĢ geldin Hüseyin diye
karĢıladı.
-Sağ ol Emine.
Dedi Hüseyin de. Koyunların melemelerinin gürültüsü içinde ağıla girerlerken
bunlar yan yana durmuĢ konuĢuyorlardı
-Peki, ne oldu bugün? -Ne olacak. Babamla annem. KonuĢtular. “Kızı bu oğlana
verelim.”Dediler.
-Desene bu iĢ bitti.
-Heya! Onlara göre bitti.
-Peki yasana göre ? Diyesordu.Hüseyin.
-Ya sana göre ne oldu?
-Bana göre mi ?
-Evet, sana göre ne oldu? Sen de Ġstiyor musun ?
Dedi Hüseyin
-Evet. Ama bir baĢkasını
-Kimi? Dedi Hüseyin kekeleyerek. Sen Kimi istiyorsun?Diye yeniden
sordu. Nerdeyse kalbi duracaktı. Bir ara yüzüne baktı Emine‟nin.Öylesine
kızarmıĢtı ki yanakları sanki kan damlıyordu.Dudakları titreyerek:
-Bilmiyor musun?
-Yok, Nerden bileyim. Söylemedin ki. Hadi söylesene!
Hüseyin kalbi durmuĢ gibi onun yanıtını bekliyordu. Bu kiĢi kendisi
olabilir miydi? Eğer bir baĢkası olursa kesin ikisini de öldürebilirdi. Eğer duyduğu
anda kendisi düĢüp ölmezse. Emine‟nin yanakları bir kat daha kızarmıĢ, dudakları
kelebek kanadı gibi titreyip duruyordu. Zorla konuĢmaya çalıĢarak:
- O,O,O sensin. Beni baĢkasına sakın bırakma.
-Peki ya baban vermezse?
-Sakın ha! Annem, Babam duymasın kesin vermezler Üstelik ikimizi de
öldürürler. Biz kaçalım seninle. Beni kaçırırsın değil mi?
-Hemen mi? Ġstiyorsan hemen Ģimdi kaçalım mı?
-Yok Ģimdi değil. Yarın ben de seninle yazıya gelirim
Orda da konuĢur. KararlaĢtırırız.
Hüseyin evine o akĢam çok rahat gitti.Demek ki düĢündüğü doğruymuĢ.Emine de
kendisini seviyormuĢ Sevincinden coĢuyor Hüseyin.Ertesi sabah,koyunları almaya
geldiğinde, Emine kapıda yoktu. Hüseyin, koyunları yalnız çıkardı. Canı sıkılmıĢtı.
Acaba hasta mı olmuĢtu? Aklına bin tülü kötü olasılık geliyordu. “Hani daha dün
kaçmaya karar vermiĢlerdi. Bugün otlağa kendisiyle birlikte gelecekti de
kaçacakları günü belirleyeceklerdi. Yoksa kendisi ile dalga mı geçmiĢti? Bunu
60
yapabilir miydi?” Koyunları Çoban köpeklerinin yönetimine bırakıp kendisi kavalını
aldı baĢladı yanık, yanık üflemeye. Böylece iki ya da üç saat
geçti. Bir ara canı bir yudum su içmek istedi. Arandı su kabını
bulamadı.Sabahleyin Emine gelmediği için yemek çıkınını da su kabını da
alamamıĢtı.Çünkü her sabah O getirir “Hadi afiyet olsun.Suyu gölgeye koymayı
unutma sakın.”derdi.Ne güzel de bir “Güle, güle git .Sağlıcakla dön.” DeyiĢi vardı.
“Bunun tümü bitti mi? Yoksa bir düĢ müydü? Dün akĢam gördükleri.?”Sırtını
gövdesine dayadığı ağacın altından kalkıp aĢağı pınara inip su içmek istiyordu.Nasıl
olsa köpekler koyunları bekliyordu. Kendisinin bulunup bulunmayıĢının bir etkisi
olamazdı.Ağaçtan bayır aĢağı inerken ta uzakta birinin kendisine doğru geldiğini
gördü.Olduğu yerde durup izlemeye baĢladı.Gelen bir kadın ya da kızdı.Tam o
sırada gelen, bir siyeç bitkisinin arkasına girmiĢti.Bir süre bekledi on ,ya da
onbeĢ dakika sonra siyecin arkasından Emine Çıkmaz mı?Yine yanakları kızarmıĢ
yine dudakları titriyor, kalbi küt,küt atıyordu.
Emine: -“Ne duruyorsun orada?” dedi. Hüseyin
Beklemediği bir olayla karĢılaĢmıĢ gibi ĢaĢırıp donakalmıĢtı. Ne Yapacağını ne
Diyeceğini
Bilmiyordu. Birkaç dakika sustu. Onu Seyrediyordu. Yolda bulduğu kır çiçekleri ile
açını, baĢını süslemiĢ, boynuna beĢibirliklerden oluĢan gerdanlığını takmıĢ,
parmağında yüzükler, kolunda bileziklerle karĢısında duruyordu“-Sana
söylüyorum. Ne duruyorsun orada?” diye yeniden sordu. Hüseyin daha çok
ĢaĢırmıĢtı. Birkaç “ Hiç”i bir arada arka, arkaya söyleyip “ġurada ki pınara biraz
su içmeye gidiyordum da” dedi. “Yani beni beklemiyordun. Öyle ya nerden
bilecektin ne zaman geleceğimi. Hadi dön yerine gidelim. Sana yiyecek de
getirdim. Su, ayran da getirdim.Kendimi de getirdim.yetmez mi?”
deyince“BaĢkasına gerek yoktu sen bana yeterdin .Sevgilim” dedi .Kollarını açarak
onu kucakladı.dakikalarca öyle kaldılar.Sonra Hüseyin‟in ağacının altına
gittiler.Daha doğrusu Hüseyin onu kucağında götürdü.Emine‟nin getirdiği yemek
çıkınını açtılar.Önce Ayran güğümünü kafasına dikti Hüseyin.YanmıĢtı susuzluktan.
Sonra Emine sofrayı hazırladı. Türlü, türlü yemekler getirmiĢti. Emine. Lokmaları
hazırlıyor, Hüseyin „in ağzına kendi eliyle koyuyordu. Türlü Ģakalar, türlü
seviĢmelerle yemeklerini yediler. Yan yana oturmuĢ konuĢuyorlardı.
Hüseyin-Ne düĢündün Emine AkĢam konuĢmuĢtuk seninle, bir karara
vardın mı?Emine:
-Kararım. Seninle olmak, senin olmaktır. ĠĢte geldim seninleyim. Senin
olmaya gelince istersen Ģimdi,istersen baĢka zaman, nerede nasıl, ne zaman
istersen ben seninim artık.Senden baĢkasına gönül verirsem Allah canımı
alsın.Seninle Kaçmaya karar vermiĢtik Ġstersen haydi Ģimdi gidelim.Ġstersen
gitmeden önce senin olayım sonra gidelim.Bu dakikadan sonra her iĢe sen karar
vereceksin ben uyacağım.Yalnız sana söylemem gereken bir Ģey daha var onu da
söyleyeyim Bilmende yarar vardır.Hani Ģu Beni isteyenler var ya yarın akĢam bize
geleceklermiĢ ,neye karar verdiğimizi soracaklarmıĢ.Bugün annemle babam
61
konuĢuyorlardı.Duydum.Allah kısmet etmiĢse biz ne diyelim diyeceklermiĢ.Onlar
bize gelmeden biz gidelim.Derim.
Hüseyin -Sen Ģimdi evine git benden haber bekle. Benim de hazırlanmam
gerek. Yarın AkĢam gidiyoruz. Ona göre hazır ol, sürüyü almaya geldiğimde ne
yapacağımızı sana
Söylerim. Hadi Ģimdi evine git. Hazırlığını yap.
Deyip sözünü bitirdi.Emine sofrayı , BulaĢıkları toplayıp çıkına koydu.Evine gitmek
üzere yola koyuldu..Evine giderken yolda düĢünüyor, kendi kendine konuĢmaya
baĢladığının farkında bile değildi.:
-ġu koyunlar benimdi. Artık değil. Aha Ģu tarlalar benimdi. Artık değil.
Aha Ģu köy benimdi, artık değil. Aha Ģu ev de benimdi. Artık o da benim değildir.
Bilir misin ulan Hüseyin Senin için neylerden ayrıldığımı? Hadi canım sen de
babam annem o uyuz oğlanın ana, babasına verelim dediği gün gitmiĢti zaten
bunların tümü. Köyden bunca kız gitti,hangisi ne götürdü ki bunlar benim
olsun.ĠĢte Ģu Ģıngır da mıngır sarı teneke parçaları benimle kalacak.Onlar da
Hüseyin‟in koynuna girdiğim gün benimle birlikte onun olacak.Peki bu dünyada ben
de benim olamadığıma göre benim neyim var? Aptal kız Hüseyin‟im var. Benim
aslan, yiğit, mert, dürüst, pehlivan erkeğim var. Onu Ģimdi daha da çok seviyorum.
Ayağına gitmiĢtim. Sana geldim, kendimi sana getirdim. DemiĢtim. Ġstiyorsan Ģu
anda senin olurum demiĢtim. O yüzüme bile bakmadan Yarın gel seninle gidelim.
Dedi. Böyle kaç Erkek vardır Dünyada. Demek ki O da beni çok seviyor. Karısı
olmadan bana dokunmayacak. Benim aslan, mert erkeğim.
Bu arada Hüseyin de yazıda kendi baĢına kalmıĢ. DüĢünüp duruyordu.
-Hüseyin- Benim en büyük servetim sen olacaksın. Seni buluncaya değin
ne kimim kimsem vardı.Ne eĢim,yoldaĢım vardı ġimdi eĢim de yoldaĢım da
var.Yarın evim, barkım,içinde dolaĢan karım da olacak.. Sabahleyin kalkıp bana
kahvaltımı hazırlayacak. Evden çıkarken “Bana hadi uğurlar olsun”diyecek. Canlı,
sevimli bir evim olacak birkaç yıl sonra o evin içinde cıvıldayan çocuklarımız
olacak. Bundan daha büyük servet mi olur?
ġimdi ben ne yapacağım? Bu köyde hiç yakınım, yoktur. Aydın da ya da Denizli‟de
bir Halası vardı. Üç yıl önce babası öldüğünde gelmiĢ ona adres bırakarak “Ne
zaman baĢın dara düĢerse, ne zaman sıkıĢırsan beni ara, ya da koĢ bana gel. ĠĢte
adresim. Onu yitirme. Hemen atla gel. Ben senin bibinim (halanım) demiĢti. Bunu
düĢününce çok rahatladı. Doğru halasına gidecekti. AkĢam koyunları yine ağıla
soktular. Giderken Hadi hoĢça kal. dedi. YavaĢça yarın sabah bekliyorum unutma
demeyi de kendisi unutmadı. Evine gitti. Bir köĢede biriktirdiği birkaç kuruĢ
parası vardı. Kendisini halasına götürmeye yeterdi. Evinde birlikte götürmeye
değecek hiçbir malı ya da eĢyası yoktu. Olduğu gibi bıraka bilirdi. O akĢam köy
kahvesine de gitmedi. Ne olur ne olmazdı. Belki bir zevzeklik eder ağzından bir
söz kaçırır her iĢi berbat ederdi. Yatmadan önce üç bin beĢ yüz lirayı cebine
indirdi. Bu para çok önemliydi. Kendilerini halaya o ulaĢtıracaktı Bir de unutursa
yolda rezil olurlardı. Halanın adresi yazılı kâğıdı da unutmadı. Onu da cebine
yerleĢtirdi. Artık rahat uyuyabilirdi.
62
ÇH.-Elini Yüzünü yıkadı. Islık çalarak, türkü mırıldanarak Emine‟ sinin
yanına koĢtu. Emine her günkü gibi Onu ağılın önünde bekliyordu “Günaydın Emine
(kısık sesle) sevgilim”dedi.
Emine de ona ayni biçimde
“Günaydın!”.Dedi.
Ağılın kapısını açtılar. Önce üç köpek arkasından koç sonrada koyunlar itiĢe
vuruĢa çıkmaya baĢladılar Koyunlar itiĢe kakıĢa çıkarlarken bunlar da yan yana
durmuĢ konuĢuyorlardı.
Hüseyin:- Bu gün yine dünkü gibi bana gelebilir misin?
Emine:- Neden olmasın? Seninle neresi olsa seve, seve giderim sevgilim.
Hüseyin sürüye katılmıĢ koç gibi görüyordu kendini.
-Hüseyin: Emine Bugün gidiyoruz. Sen de hazırlan bana gel.
Ç.Hüs.-Ahırdaki atı da getire bilir misin?
Emine : -Olur. Getiririm.
Ç.Hüs. Öyleysesenibekleyeceğim.
Gerisini orada konuĢuruz.
Emine : - Olur beni bekle. Sana
Bir gün Emine ‟ye “Korkarım Seni
Kimse almaz. BaĢıma kalırsın.” Dem
iĢti. Ya, o günden sonra Koçların koyunlara karĢı yaptığı davranıĢlarını hiç
beğenmez. “Ben olsam böyle davranmam. Daha çok sevgi ile yaklaĢırım. Daha
yumuĢak davranırım. Ona tos vurup canını acıtmak Yerine öperek, koklayarak, onu
koruyarak severim.”Diye, sanki Emine gerçekten kendisinin olmuĢ gibi düĢünürdü.
Bu düĢünce gitgide ona karĢı sevgiye dönüĢür, her geçen gün de biraz daha artan
bir sevgiye. Bir gün onu kızdırır kaçarken, o güne değin varlığını bile düĢünmediği
memelerinin nasıl büyümüĢ olduğunu giysinin içinde nasıl oynadıklarını görür. Onun
için Emine artık sümüklü, pasaklı bir çocuk değil, geliĢmiĢ, güzelleĢmiĢ bir genç
kızdır. Artık onu gerçekten çok sevmeye baĢlamıĢ olduğunu kendisi de anlamıĢ,
artık Emin‟siz bir yaĢam düĢünemiyordu.
Emine‟ye gelince o kümesteki tavukları bilirdi. Onları çok izlemiĢti. Çoğu kez
onları yemlerken durur izlerdi. Horozun çılgın, saldırgan halini görür,hep
düĢünürdü. “Tüm erkekler böyle hırçın mı? Yoksa diĢiler mi onları böyle yapmaya
zorluyorlardı.”Eğer derdi kendi kendine “Ben de büyür de bir erkeğim olursa onu
böyle bir çılgınlık yapmaya mecbur etmem.Hemen teslim olurum.” Diye
düĢünür,sonra da düĢündüğünü kendinden baĢkaları da anlamıĢ gibi
utanır,Yanakları kızarırdı.Aslında bu insanın düĢündüğünden
kendi utanıĢı
idi.Zaman, zaman köy meydanında oynayan gençlere bakar, onlar içinden kendi
horozunu seçmeye çalıĢır,ancak hiç birini beğenmezdi.Bir gün Hüseyin „in ona
“Korkarım baĢıma kalırsın.” Demesi aklını baĢına getirmiĢ iĢte o gün Hüseyin‟i iyi
bir horoz olarak görmüĢtü. “Olsa, olsa bu benim horozum olabilir.”diye
düĢünmüĢ.Bu düĢünüĢ bir süre sonra horoz tavuk iliĢkisinden çıkarak gerçek bir
sevgiye dönüĢmüĢtü.Öyle bir sevgiydi ki bu küçük Emine‟ yi yakıp kavuruyordu.
Yanıp, kavruldukça da kendinde
bir takım değiĢiklikler olduğunu
63
,Bilmediği,tanımadığı duyguların geliĢtiğini anlıyor,bu anlayıĢ onu Hüseyin‟e her
gün,her saat,her dakika biraz daha yaklaĢtırıyordu.
Sürüyü alıp otlağa doğru yola çıktı..Oraya geldiklerinde. Köpekleri koyunların
yanına yolladı.Kendisi de kavalını alarak sırtını ağacına dayayıp baĢladı Ģen
türküler çalmaya..Hiç yerinden kalkmadan gözü yolda Emine‟ sinin gelmesini
bekliyordu.Ġki,üç saat sonra Emine atla göründü.Hüseyin yerinden kalkmadan onun
yaklaĢmasını bekledi.Onu Çıkarabildiği en güzel türkülerle karĢılıyordu.Tepedeki
Ağacın altına gelince kalktı Onun attan inmesine yardım etti.Emine yemekle
birlikte Bir Ģeyler daha getirmiĢti.Önce yemeklerini yiyip karınlarını
doyurdular.Emine köpeklere de yiyecek bir Ģeyler getirmiĢti.Onları da
doyurdular.Sıra Emine‟ nin getirdiklerine bakmaya gelmiĢti.Bir bohça vardı.Önce
onu açtılar.Ġçinde Bir erkek kazağı.,çamaĢır çorap Ģapka,ayakkabı , tıraĢ için
gerekli araçlar ve daha erkek için çamaĢır çorap v.b.Ģeyler.Bir de cüzdan
vardı.Emine bunu alıp bezden yapılmıĢ boyna asılabilecek bir çantaya
koydu.Hüseyin‟e “ġunu al gömleğini çıkar göğsüne as.” Dedi. “Ġçinde para var.
Sakın aklına kötü bir Ģey getirme.Benim Paramdır.Benim göğsümde de altınlarım
var.Onlar da benimdir.Kimsenin hakkı yoktur.Evden ailemden bir Ģey çalmıĢ
değilim.ġimdi bunların tümü de, benim gibi , senindir.Ama sen de sakın unutma
benimsin
Hüseyin:- ġimdi sende ne kadar altın var. Bu cüzdanda kaç para var?
Emine: -Cüzdanda altı bin lira var.Bende de dokuz beĢibiryerde altı çift
bilezik,ayrıca birkaç yüzük,birkaç da küpe var.
Hüseyin-Desene biz artık zengin
sayılırız
EMĠNE- Onu Bilmem.Bildiğim bir Ģey
var, O da benim asıl zenginliğim sensin. Benim aslan kocacığım. Yiğit sevgilim.
HÜSEYĠN-Koyunları eve ben yalnız götürürüm. Sen burada kal, beni bekle.
EMĠNE-Öyleyse seni bekleyeceği
HÜSEYĠN:Bekle.Onlarıağılakoyar,dönerim.Sen Ģimdi yapacaklarımızı iyibelle.
Sakın buradan ayrılma.Gelince EĢyamızı da alır gece karanlıkta seninle Ģehre
ineriz.Oradan da bir otobüsle Ankara‟ya gider oradan da bir baĢka yere .
“-Hadi hoĢça kal
-Güle, güle! Çabuk gel!
-Dedi. Emine de beğenmiĢti bu planı
AkĢam olmuĢtu Hüseyin koyunları alıp yola koyuldu. Onları ağıla kendi soktu.
KoĢup otlağa geri döndü. Emine orada durmuĢ kendisini
Bekliyordu.
Hüseyin:-ĠĢte geldim Sevgilim bilmem geç kaldım mı?
Emine:-Hayır sevgilim. Çabuk geldin. Ama bir daha asla ayrılmayalım olur
mu?
ġu anda birleĢen ikimiz asla ayrılmayacağımıza söz veriyor, yemin ediyoruz.
Diyerek birbirlerine bir daha sarıldılar. Atlarına binerek yola koyuldular.
Hüseyin:-Hadi uğurlar olsun
Emine: Uğrumuz hayırlı, yolumuz açık olsun.
64
Diyerek atlarına “deh” Dediler.
ġehre geldiklerinde doğru Otobüs garajına gidip Ankara‟ya iki bilet aldılar.
Otobüs bir saat sonra kalkıyormuĢ. Bir kahvenin önünde Emine‟ nin getirdiği
yiyecek çıkınını açtılar birer de çay söylediler. O kahve Masasında birlikte ilk
kahvaltılarını yaptılar. Sonra Hüseyin atı alıp ilerdeki bir meydana doğru götürdü.
Orada biraz bekleyip bir çocuğu kolundan tutup “ġu atı al Oradaki adamlardan
birine ver. Bu at sizin köyün ağasının atıymıĢ. De”Diyerek çocuğa verdi çocuk atı
götürürken Hüseyin yer değiĢtirip onu izledi. Adamlar atı aldılar. Çocuğa bir
Ģeyler söylediler. Çocuk atı aldığı yeri gösterdi. Hüseyin KoĢup Otobüse gitti.
Emine‟yi de yanına çağırdı. Süre dolunca otobüs de hareket etti. Uzun yolculuk
sırasında ikisi de uyumuĢlardı. Uyandıklarında Ankara‟ya gelmiĢlerdi. Hüseyin
cebinden halasının adresi yazılı kâğıdı çıkarıp birine okuttu. Halası Denizli‟de
oturuyormuĢ. Hemen denizli için iki bilet alarak otobüse bindiler. Denizli‟ye
vardıklarında halası onları çok güzel karĢıladı. EniĢte onları tanıdığı bir avukata
götürüp onun yardımını istedi. ĠĢin kovuĢturulmasını da ona verdiler. Hüseyin „le
avukat gidip Hâkimle görüĢtüler. Hâkim onlara ne yapmaları gerektiğini anlattı.
Hâkimin yanından çıkınca Emine„yi de alıp hastaneye gittiler. Oradan Bir hasta
raporu alarak yeniden hâkimin yanına gittiler. Hâkim Orada nikâhlarını kıyıp iĢi
bitirdi. Artık karı kocaydılar. Halasının evine geldiler. EniĢte gelirken yanında bir
de imam getirdi. Evde Ġmam nikâhı da yapıldı. Artık aralarında hiçbir engel
kalmamıĢtı. Hem yasal açıdan hem din açısından karı-kocaydılar. Halası onlara
PerĢembe akĢamı bir de düğün hazırlamıĢtı. Düğünden sonra halanın düzenlediği
bir odada gerdeğe girdiler.
Evlenmelerinin üzerinden onbeĢ yıl geçmiĢti. Hala birbirlerini çok
seviyorlardı Yalnız ikisinin de içini kemiren bir kurt vardı.Neden çocuğumuz
olmuyor.? Bu soruyu birbirlerine soramıyorlardı..Emine otuz üç yaĢına gelmiĢ
yakında kadınlık yeteneğinin bir çoğunu yitireceğini biliyor, buna çok
üzülüyordu.Hüseyin kırk yaĢına gelmiĢ,hatta biraz da geçmiĢ, çocuksuzluktan ne
yapacağını bilmiyor,acaba bir daha mı evlensem ? Diye düĢünüyor. Emine‟ den
baĢkası ile yata bileceğini aklı alamıyordu
Halası ölmeden önce onlara Kocasının
sağlığında çalıĢtırdıkları dükkanı
bırakmıĢ,onlar da Emine‟ nin getirdiği parayla dükkanı geniĢletmiĢlerdi. ġimdi
dükkân koca bir mağaza olmuĢ iĢleri bir hayli ilerlemiĢti. Kocasından sonra halası
da ölünce ev de kendilerine kalmıĢtı. Halanın da çocukları olmamıĢtı Durumları hiç
de kötü değildi. Dünkü Darendeli Hüseyin bu gün Denizli‟ nin saygın bir iĢ adamı
olmuĢtu. “Bir eli yağda, bir eli balda.” YaĢıyorlardı. Son bir, iki yıldır. Hüseyin: Ne
olaydı bir çocuğumuz olaydı. Ben yine dağlarda çobanlık yapaydım. Yeter ki o
koyuların arasında, kuzular gibi çevremde dolaĢaydı. BaĢlangıçta bunu sadece
düĢünürdü. Emine duymasın diye seslendirmezdi. Ama son zamanlarda. Mağazada
gelip giden tanıdık, eĢ, dostla söyleĢirlerken, Emine‟nin varlığını yokluğunu
düĢünmeden, açık, açık konuĢur olmuĢtu. Hele bir gün Emine orada yokken gelen
bir dostla konuĢuyorlarken Ona: Darende‟ye git. Köyünden bildiğin tanıdığın genç
bir kız al getir. Seninkinde zaten iĢ kalmamıĢ. Olsaydı bu güne değin sana bir döl
65
verirdi elbet.Bu kısır karıdan artık kurtul,sen daha gençsin, en verimli, en doğurt
kan çağını yaĢıyorsun.Ġstersen Kısır karını da götür .Oraları O da özlemiĢtir.Bu
arada sen kendine birini bul ayarla .Eskiyi bırak orada, yeniyi al gel..Çocuk
doğunca istiyorsan onu geri getirir birlikte yaĢarsınız.Dünyada iki karılı bir sen mi
varsın.? Sen bunu bir düĢün. Sözümü yabana atma Ne DemiĢ dinimiz Yiğide dört
avrat helaldir. Bu Allah‟ın emridir. ArkadaĢ. Sen Müslüman değil misin? Der ve
kalkıp gider. Haber Emine‟ nin Kulağına çabuk eriĢti. Daha Hüseyin dükkanda iken
O sırada alıĢ veriĢ yapan kadının duyduğu bu sözler. Onu doğruca Emine „nin
yanına koĢturur. Duyduklarını ona bir, bir anlatır. BoĢuna dememiĢler Ona
ĠĢbitiren Zekiye diye. Onu Denizli‟de tanımayan yok gibidir. Kendi iĢinde gücünde
olan Zavallı Emine, onu tanıyamamıĢtır.
.
-Bak kardeĢim. Benim de baĢımdan geçti, bilirim Kumanın ne
olduğunu. Benden sana dost sözü, yazıktır yıktırma yuvanı. Elinden ne gelirse
Yapmaktan çekinme. Ya kocana bir çocuk ver.Ya da öldür kendini.Sakın evine
-Peki, ben ne yapayım? Çocuğum olsun ben de istiyorum, ama olmuyor iĢte
Elimden gelmiyor, Allah vermiyor iĢte. Bu iĢ dua ile adakla olmuyor. BaĢka yolunu
da ben bulamıyorum. Ben istemez miyim? OnbeĢ yıldır olmadı. Kumayı ben de
sevmem, istemem. Zaten Hüseyini de kimse ile paylaĢamam. Gerçekten öldürürüm
kendimi. Bana iyi bir yol gösterin ne yapalım. Burada yalnızım kimim kimsem yok.
Köyümde olsam annemle görüĢür bir yolunu bulurduk. Burada kime açılabilirim.
Bana kim yardım eder.
-Bak arkadaĢ ben sana yardım edebilirim. Yalnız ben de sana güvenmeliyim. Bir de
dediğimi kesin yapmalısın. Bana söz verir misin? Sözümü tutacağına, sırrımızı
saklayacağına yemin eder misin?
-Ne dersen, yapacağıma, ne istersen uyacağıma söz veririm. Yemin de ederim.
Oldu mu?
-Evet oldu. Söyleyeceğim çözüm yolu hem zor, hem de çok ayıp çok da tehlikeli,
yapabilecek misin?
-Ne olduğunu bilmiyorum ki. Nasıl bileyim. Peki, ne yapmam gerekir.
-ġimdi senin kocan kesin çocuk istiyor mu?
-Evet. Ġstiyor.
-Peki, çocuk olmazsa ne yapacağını biliyor musun?
-Sen söyleyinceye değin bilmiyordum. ġimdi sen söyledin biliyorum-peki bir çocuk
sahibi olmak ister misin?
-Ġsterim ya istemez miyim? Gerekirse canımı bile verebilirim.
-Ya senin değil de kocayın olmuyorsa?
-Öyle olur mu canım? Çocuğu erkek değil kadın doğurur.
-Sen böyle mi biliyorsun.
-Hı, hı
-Bak kardeĢim. YanlıĢ biliyorsun. Daha doğrusu hiçbir Ģey bilmiyorsun. Benden
söylemesi. Bazen erkeklerin de çocuğu olmaz. Bunun da bir yolu vardır. O da bir
baĢka erkekle bir kez birlikte olmak. Önce o yabancı ile ol eve gel bir de eĢinle ol.
Eyer gebe kalırsan bil ki senin erkekten değil ama erkeğin bunu kendinden
66
bilecektir. Yalnız bu erkeğin seni görmesi doğru olmaz. Seni görmemesi,
tanımaması için kör bir adam olması gerekir. Ben böyle birini biliyorum.Ġstersen
birkaç kuruĢa Ona bu iĢi yaptıra biliriz. Böylece hem yuvan kurtulur hem kocan
da sen de çocuğa kavuĢursunuz. Bu arada zavallı kör de birkaç kuruĢ para kazanır.
Sen razı olursan gerisini ben hallederim. Sen Yeter ki EVET de.
Zavallı Emine çok ĢaĢırmıĢtır. Ne diyeceğini bilemez duruma gelmiĢti. Adeta eli,
kolu bağlanmıĢ, dili tutulmuĢtu.
ĠĢ bitiren-Sen istersen birkaç gün düĢün. Bu iĢ kolay değil. Bir yanda yıkılmak
üzere olan bir yuva çok sevilen bir koca var. Öbür yanda da bir kör adamla bir kez
yatıp çocuk sahibi olmak var. Her ikisi de senin vereceğin karara bağlı. Yok
yapamam dersen sen bilirsin. Yalnız bilmiĢ ol ki kocan seni baĢından atacak. Hadi
bana müsaade bir hafta sonra yine görüĢürüz. Kal sağlıcakla. Der, gider Kadın
kalkıp gider. Emine ĢaĢkına dönmüĢtür. Ne yapacağını bilmeden korkunç bir baĢ
ağrısı ile orada bir Ģiltenin üstüne uzanır. Evlendiğinden bu yana ilk kez kocasının
eve geldiğini duymaz.Hüseyin her gün geliĢinde kapıda karĢılanıp karısını
yanaklarından öperek içeri alınmaya alıĢmıĢtır. O gün onu bir Ģiltenin üstünde
uyuyakalmıĢ görünce çok ĢaĢırmıĢtır. Onuuyandırır, .ilgilenir. Öper, sever “Ne oldu
sana güzelim? Yoksa hasta mısın? Seni hiç böyle görmemiĢtim. ġaĢırdım.
Korktum.” Deyince Emine birden canlanmıĢ gibi
Yok, be Hüseyin bir Ģeyim yok. Biraz canım sıkılıyor. Bugün bizim köyü
düĢündüm. Annemi, babamı anımsadım. Aslında birlikteyken ilk kez böyle oluyor.
Hiç aklıma gelmiyorlardı Sen her iĢ için bana yetiyorsun Hüseyin -Çok mu özledin.
Ġstersen seni götüreyim. GörüĢün. Birkaç gün kal yanlarında sonra gelir seni
alırım. Anne babadır nasıl olsa. Özlenir elbet.
Emine - Öyle bir Ģey olursa sana söylerim. ġimdilik gerek yok.Ben senden bir
dakika olsun ayrılamam.Deyince
sustular.Bir süre ikisi de konuĢmadan öylece
kala kaldılar.
Emine-Kadının söyledikleri doğruymuĢ. Demek
Artık benden
bıktı.Hayır,hayır O,benden bıkamaz..Olsa,olsa o bir çocuk istiyor.Acaba kadının
dedikleri gibi ona bunu vermenin yollarını mı arasam.Bu bir ahlaksızlık olmaz mı?
Aslan gibi, sevdiğim, daha da ötesi taptığım erkeğim varken benim bir
baĢkasından çocuk edinmem doğru olur mu? Ben tanımadığım bir erkeğin koynuna
nasıl girebilirim. Onu nasıl sevebilirim. Ya da severmiĢ gibi nasıl davranabilirim.
Yok, yok ben bunu yapamam. Peki, ama ya o yaparsa? O da beni çok seviyor, o da
beni taparcasına seviyor. O nasıl girecek baĢka bir kadının koynuna.? Ya ben nasıl
dayanabilirim buna? Benim sevgilim, benim koçum, benim biricik erkeğim Bir baĢka
kızın ya da kadının koynunda onunla seviĢerek, oynaĢarak yatarken ben evimde
yalnız, yatağımda yorgan ve çarĢafa sarılmıĢ yatabilir miyim? Yatsam uyuyabilir
miyim? Hayır, hayır bunların hiçbirini yapamam. Peki, ya gerçekten suç bende
değil de ĠĢbitiren‟in dediği gibi suç Hüseyin‟in kendisinde ise. Yine olmayacak. O
zaman ne olacak? Olmadı baĢtan hadi bir daha! Bunun ardı arkası alınmaz. Bu
düĢüncelerle bu hesaplarla sabaha değin uyuyamadı. Bu iĢe bir çözüm bulamadı.
BoĢa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyordu. Ne yapacağını, ne edeceğini
67
bilemiyordu. Bu düĢünceyi de kafasından atamıyordu. Kendini sokağa vuruyordu.
Hiç değilse dikkatini dağıtacak bir olay, bir konu, bir nesne bulabileceğini
düĢünüyor, bulamadan akĢamları yine ayni düĢüncelerle eve dönüyordu. Bu durum,
günlerce sürdü gitti.
Bu arada kendisinde de kimi değiĢiklikler olmuĢtu. Artık Hüseyin‟e karĢı
ilgisi de değiĢmiĢti. Ona daha çok sokuluyor, onu daha çok seviyor, AkĢam onunla
yatarken, o uyuyunca sessizce ağlıyordu. Tıpkı insanın elinde bulunan çok değerli,
çok sevdiği bir malı ya da bir nesneyi elinden alınacağını bilerek ayrılmadan ona
sarılması, onu okĢaması gibi davranıyordu.
Hüseyin bunu bilmiyor, ancak sevgili karısının davranıĢlarına da bir anlam
veremiyordu. Onasık, sık köyünü, anasını, babasını soruyor,onu rahatlatmaya
çalıĢıyordu. Oysa Emine bütün bu olanları Hüseyin‟in kendisini köye götürmek
için uydurduğu oyun sanıyordu.Ona kızmıyor sevgi ile karıĢık bir duyguyla “Ne
yapsın zavallı,gerçeği söyleyip beni üzmek istemiyor.Benim canım sevgilim,mert
kocacığım..Benim üzülmemem için nelere katlanıyor? Canım sevgilim benim, sana
her Ģeyim kurban olsun”.Diye düĢünüyor. ĠĢbitiren‟in önerisinin Hüseyin‟e karĢı
yapılması gereken bir görev daha da ileri giderek ödenmesi gereken bir borç
olarak üstleniyor, yükümleniyordu.
Oysa Hüseyin hiç de böyle düĢünmüyordu. O yalnız Emine‟sinin sağlığını
düĢünüyor, ona düzelmesi için ne yapması gerektiğini arıyordu.
Bir gün dükkânına sık, sık gelen bir arkadaĢı geldi. KonuĢup söyleĢirken söz döndü
dolaĢtı Emine‟nin son günlerdeki durumuna geldi. ArkadaĢı Ona:
“Bak Hüseyin Efendi ben de sana bunu söylemeye gelmiĢtim.Kusura bakma Nasıl
baĢlayacağım diye düĢünüp duruyordum.Bizim burada ĠĢbitiren adında bir kadın
var.Kendisini kimse sevmez.Yalnız sevmemek değil kendisiyle kimse görüĢüp
konuĢmaz .Falcılık, büyücülük hatta uygun bulursa pezevenklik bile yapar.Ġki gözü
kör bir de ortağı var.Çocuğu olmayan kadınları baĢtan çıkarıp ona götürdüğü
söylenmektedir.Kimi kadınların da buna inanarak,sırf yuvam yıkılmasın diye körün
yatağına girdikleri de söylenir.Hatta bunlardan birkaçının gebe kaldıkları da
olmuĢtur.Vebali söyleyenlerin boynuna ama ,nasıl söyleyeyim bilmem ki sizin
hanımın da bununla sık, sık buluĢtukları da söylenmektedir..Onları birlikte
dolaĢırken görmüĢler.Hatta bir keresinde ikisi birlikte körün Yukarı Mahalledeki
evine gitmiĢler.
Ben sana açıkça ve de dostça söyleyeyim. Seni de karını da çok
severiz, ikiniz de aklı baĢında dürüst, namuslu insanlarsınız hanımına söyle bu
kadınla bir daha görüĢmesin. Sinek pis değil ama mide bulandırır, derler. Sakın
gücenme, kızma, darılma ama Ģunu da bil ki kimi olaylar var ki Ģuyuu vukuundan
daha kötüdür .(duyulup yayılması oluĢundan daha kötüdür).Betan ıĢıklığımız,
arkadaĢlığımız için geldim. Bunları sana söylemem gerekirdi. Ben üstüme düĢeni
yaptım. Bundan sonrası senin bileceğin iĢtir. Hadi kal sağlıcakla”.Der, çıkıp gider.
Bu ziyaret, bu sohbet Hüseyin‟in dünyasını alt üst etmiĢtir. Ne diyeceğini, ne
yapacağını ĢaĢırır, kalır. Bir an önce akĢamın olmasını bekler. Dükkanı
kapatır,evine gider.Emine kendisini kapıda karĢılar.
-HoĢ geldin kocacığım. Der. Onu sevgiyle
68
KarĢılar. Giyinip, kuĢanmıĢ O akĢam
Güzel bir sofra hazırlamıĢtır Bakkal Hüseyin Efendi. Bozuntuya vermeden
sofraya oturur. Karısının kurduğu sofranın baĢında yemeklerini yerken,
birbirlerine iltifatlar ederek, söyleĢirlerken
Hüseyin Emine son birkaç aydır sende büyük değiĢiklikler oldu.
Anlamıyorum ne oldu sana?
Emine-Ne olacak? Hiçbir Ģey yok. Biraz gezip eğleniyorum. Suç mu
iĢliyorum? Çok mu gördün Dedi ağlayarak yatak odasına koĢtu.Kapıyı içerden
kilitledi.Hüseyin geceyi bir divanın üstünde geçirmiĢti.Emine „nin sözlerine bir
anlam verememiĢti.Hatta ona hak bile veriyordu.Ertesi gün iĢe giderken Emine
onu uğurlamamıĢtı.Odasının kapısı açıktı.Emine içerde idi..
Hüseyin ona“Hadi Allah‟a ısmarladık.” Dedi.
O da dönüp yüzüne bile bakmadan “Ihı. Güle güle” Dedi.
Hüseyin çok bozulmuĢtu bu duruma. Bir Ģey belli etmeden çıktı gitti.
Dükkânın çıraklarından Birini onu izlemek için görevlendirdi. “Dikkat et, sakın
kendini gösterme nereye giderse gel bana anlat.”Öğlenden sonra çırak gelip,
Emine „nin Nerelere gittiğini Ona söyledi.Hüseyin eve koĢtu baltasını alıp Oraya
gitti.Denizliye ilk geldiklerinde baĢlangıçta balta ile sokak aralarında odun kırarak
para kazanırdı.Sonra evde saklamıĢ dururdu.Çırağın söylediği evin kapısını tekme
ile vurarak açtı.Ġçeri girdi.Karısı bir adamla yatakta çırılçıplak yatıyorlardı.
Hüseyin‟in baltası inip, inip kalkıyordu. Kaç kez indi, indi kalktı “Siz deyin yüz kez,
ben diyeyim bin kez”indi kalktı. Ortada bir yığın et,göl gibi kan, parçalanmıĢ
yatak,yorgan ,döĢek yığını kalmıĢtı.Oradan çıkıp elinde kanlı baltasıyla polis
Karakoluna girmiĢti Bir yığın sorgudan, duruĢmalardan sonra bu dama atılmıĢtı.Bir
ay olmuĢtu geleli.Burada nence kalacağını bilmiyordu.Aradan onlarca ay gelip
geçti.Kaç yıl sonra bir gün gazetelerde küçük önemsiz bir haber çıktı. “Balta
cinayeti sanığı bugün sabaha karĢı yatmakta olduğu ceza evinde idam edildi.
Çoban Hüseyin adındaki hükümlü, karısı ile karısının dostunu balta ile doğramıĢtı.”
***
4-KAYIKÇI KANDEMĠR SĠPAHĠPALA
(SALACAK CANAVARI)
Çok güzel bir yaz akĢamı, mehtaplı bir gece genç, güzel, dul bir kadın kendisinden
de güzel ondört, onaltı yaĢlarında iki kızı ile evlerinde akĢam yemeklerini yedikten
sonra kıyıda dolaĢıp hava almak isterler. Gündüzün sıcağı onları yeterince
sıkıntıya sokmuĢtu. Hem bu sıkıntıdan kurtulmak hem kendileri gibi sıkıntıdan
kurtulma isteyip açılmak için sokağa çıkmıĢ olan komĢuları ile söyleĢip ĢakalaĢarak
az da olsa açılmak isterler. Salacak küçük bir yerdir Orada oturanların tümü
değilse bile çoğu birbirlerini tanırlar. Bu tanıĢıklığın verdiği rahatlıkla sanki bir
aile olmuĢçasına birbirlerine yaklaĢmıĢlardır. Tıpkı Nazımın dediği gibi “Bir ağaç
gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeĢçesine.”Bu nedenle giyinmeleri,
konuĢmaları, oyunları, gezmeleri, koĢmaları oldukça özgürdür. Yolda kızların
arkadaĢı, komĢularının kızı da aralarına karıĢır. Bir ara bakarlar ki kıyıda hemen,
69
hemen kimseler kalmamıĢ. YürüyüĢe çıkmıĢ Salacaklılar Sandallara dolmuĢ denizin
ve mehtabın keyfini çıkarıyorlar. Kızlar, annelerine yalvararak “Ne olur anneciğim
biz de bir sandala binip dolaĢalım.” Diye tuttururlar Kıyıda boĢ sandal
kalmamıĢtır. Sonunda Kandemir ‟in sandalının bir köĢede bağlı, kendisinin de
sandalda olduğunu görürler hemen kendilerini
biraz gezdirmesini isterler.
Kandemir o akĢam sandalda mangal yakmıĢ, balık temizlemiĢ, kendi baĢına bir
güzel gece geçirecekti. ġimdine yapacaktı. Bütün planları suya düĢmüĢtü. ĠĢte bu
kadınla bu kızlar bozmuĢtu planlarını. Ġster istemez boyun eğdi Sandalı hareket
ettirdi deniz teremiz rüzgâr uyumuĢ, ay dalıyor, kızlar kıpır, kıpır kaynıyor. ġuh
Ģarkılar, oynak türküler derken sıra oynamaya geldi. Önce dul anne baĢladı
oynamaya. Sonra kızlar sırayla oynadılar. Bu sırada kandemir hala canlı olan
mangalını çıkardı, daha önce hazırlamıĢ olduğu ızgarayı mangalın üstüne
yerleĢtirdi. Okadar neĢeli bir ortam yaratılmıĢtı ki anne ve kızlardan izin alarak,
bu güzel gecede, bu neĢeli hava içinde bir bardak Ģarap içmeye izin istedi. Onlar
da olur dedi. Izgarada piĢen balıklar, kadına ve kızlarına birer, birer sunulunca
kendisi de bardak, bardak üstüne Ģarabı götürüyordu. Sonunda kızlar gecenin
tadını çıkarmıĢ, Kandemir de iyice kafayı bulmuĢtu.Artık Ģakaları çok adileĢmiĢ,
sözlerine elleri de karıĢmaya baĢlamıĢtı.Çevrede kimseler kalmamıĢtı.Ne
yapacaklarını ĢaĢıran bayanlar bir panik içinde ne yapmaların gerektiğini bilmeden
çırpınıp,çığlık atıyorlardı.Sandalın küreği ile baĢına vurup bayıltığı kızı diğerlerinin
önünde iĢini bitirerek denize yollamıĢ,sıra kadına gelince kalan kızları da gürültü
yapıyorlar diyerek birer kürek darbesi ile susturmuĢ sonra da kadına
dönmüĢ.Onunla sandalda sessizce kendini tatmin edip baĢına bir kürek hop
denize.Kalan iki kızı da cinsel organlarına birer nesne soktuktan sonra denize
yollamıĢ..Bu insan canavarı iĢi bitince sandalını kıyıya çekip hiçbir Ģey olmamıĢ gibi
sabaha değin uyumuĢ.Aslında burası onun gerçek eviydi Gündüz iĢ bulursa çalıĢır,
kazandığı parayla Ģarabını alır,sandalına girer
orada bir mangalı vardır.Onu
ateĢler.bazan balık,bazan köfte ızgaralar. Izgara türleri her gün değiĢir,ama her
akĢam Ģarabı değiĢmezdi.Yaz boyunca bu iskelede görülürdü.Gece geç saatlere
değin ızgarasının baĢında Ģarap içerek zaman geçirir Uykusu gelince gece geç
saatlerde sandalında sakladığı yorganı çıkarıp sandalda yatardı.Kimse onun kimin
nesi kimin fesi olduğunu bilmezdi.KıĢ gelince ortalıktan yok olur,yaz gelince
ortaya çıkardı.Eğer o gece de iskeleye dönüp geldiğinde sandalını yıkayıp
düzenleseydi, kimse hiç bir Ģey bilemeyecekti.Hani “Kan yitmez.”Derler ya öyle
oldu sanki, Sandala kan izleri bulaĢmıĢtı.Ertesi gün gelen Polisler sandaldaki kan
izlerinden kuĢkulanarak sorguya çekince her Ģey ortaya çıkar. Yargılanması aĢağı
yukarı bir yıl sürer. Bir yıl sonra Ġstanbul Gazetelerinde bir haber çıkar. Salacak
Canavarı Kandemir Sipahi Pala Ġdam edildi. Adı geçen kiĢi üç kızla bir kadına önce
tecavüz edip sonra da öldürerek denize atmıĢtı.**********************
70