Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar...15

Transkript

Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar...15
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Kasım 2015 Sayı: 30
Ayl ı k sürel i yay ı n
Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar...15
Ozan Sağdıç’ın arşivinden yakın siyasi tarihimize dair çarpıcı kareler...44
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü...54
Bir antik çağ metropolü Hattuşa...38
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
30
Parlamento
TPB
Kasım 2015 Sayı: 30
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Enver Uygun
Evren Özesen
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Orhan Gülenay
Özge Aydın
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Ömer Faruk ÖZ
Genel Sayman
23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Ramazan Kerim ÖZKAN
22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 05.11.2015
KASIM 2015
İÇİNDEKİLER
15 ADALET VE KALKINMA PARTISI
TÜRKIYE 1 KASIM’DA SANDIK BAŞINA GITTI
TEK BAŞINA IKTIDAR
32 Demokrasinin dayandığı
Saffet Arıkan Bedük:
en önemli güç olan
siyaset, şahsi ikbal için
değil, millet için yapılır
60 Sanatsal faaliyetleri
Barbaros Turgut Boztepe:
takip eden siyasetçiler
dünyaya daha hoşgörülü
bir pencereden bakar
SANATÇISI OZAN SAĞDIÇ’IN ARŞIVINDEN
44 DEVLET
YAKIN SIYASI TARIHIMIZE DAIR ÇARPICI KARELER
68 Türkiye’nin tek saray vakfı
Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu:
olarak Yıldız Sarayı’nın
gelişmesine, tanıtımına ve
bazı eserlerin restorasyonuna
katkı sağlamayı sürdürüyoruz
54 20 KASIM DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ
64 MECLIS KÜRSÜSÜNDE BIR SPOR ADAMI: SELIM SIRRI TARCAN
76 FARKLILIKLARDAN ZENGINLIĞE: UNESCO
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 HABERLER
11 DÜNYADAN
22 CUMHURIYETIMIZIN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜNÜN 77. YILDÖNÜMÜ
72
TARIH SAHNESI
88
ERBAY KÜCET: BIRLIKTELIĞIN AYKIRI DERGISI
90 KITAP
92 MÜZIK
93 FILM
94
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
96 UNUTMAYACAĞIZ
24 TAM BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR
YÜZLERCE YILIN HASRETI
MACARISTAN
38 HATTUŞA
BIR ANTIK ÇAĞ METROPOLÜ
82
EDEBİYAT VE TİYATRODA
DÖNÜŞÜMÜN ADRESİ
HALDUN TANER
BAŞKAN’IN MESAJI
YENI DÖNEMDE BIRLIKTEYIZ
D
ünyanın her yerinde insanlar geleceklerini özgürce kurmak ister. Yani temel insan haklarına sahip olmak, adil seçimlere katılmak, kendi inancında ibadet etmek, toplumu
ilgilendiren konularda özgürce konuşmak ister.
Eski Yunanca “demos” (halk) ve “kratos” (güç, iktidar) kelimelerinden oluşan demokrasi,
halkın kendi kendisini yönetmesi, başka şekilde söylenirse, halka ait egemenliğin halk tarafından ve halk için kullanılması, yani özetle halkın iktidarı anlamına gelir. Halk, kaynağı kendisinde
bulunan yönetim yetkisini serbest seçimlerle ortaya koyar.
Demokrasilerde iktidar yetkisinin halkın temsilcileri tarafından kullanılması esastır. Bu yetki
kullanılırken iktidarda temsil edilmeyen her türden azınlığın haklarının gözetilmesi, onların
sonraki seçimlerde çoğunluk olabilmesinin yolunun tıkanmaması da demokrasilerde önem
arz eden başlıca unsurlardandır. Vatandaşlar, siyasi partilerin açıkladıkları programlar arasında
tercihte bulunur. Seçim neticesinde ortaya çıkan tabloda, demokratik katılıma gölge düşürecek
etkenlerin olmaması, seçmenlerin temsil edilmesi ve farklılıkların uzlaşma zeminine çekilmesi
aranan özelliklerdir.
1 Kasım 2015 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimi’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
26. Dönem’de görev yapacak milletvekilleri seçilmiştir. Ülke genelinde demokrasi şölenine dönüşen seçimlerde sandıktan istikrarı destekleyen bir netice çıkmıştır. Resmî olmayan sonuçlara
göre halkımızın yüzde 85,18 oranında katılım gösterdiği seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi
yüzde 49,49 oy alarak tek başına iktidara gelmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüzde 25,31 oyla
ana muhalefet partisi olduğu seçimlerde, yüzde 11,90 oyla Milliyetçi Hareket Partisi ve yüzde
10,76 oyla Halkların Demokratik Partisi Meclis’te temsil edilmeye hak kazanmıştır. Halkımızın
teveccühü ile yeni dönemde bir kere daha tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
toplumsal barışımıza önemli katkı sağlayacağını açık yüreklilikle belirtmemiz gerekmektedir.
Önümüzdeki dönemde, geçtiğimiz ağustos ayında anayasal gereklilikten ötürü kurulan seçim
hükümetinin icraatları sona erecek, Cumhurbaşkanımızın görevlendirmesinin ardından yeni bir
hükümet iş başına geçecektir. Demokrasinin tecelligâhı Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 26.
Yasama Dönemi’nde görev yapacak milletvekilleri halkın temsilcileri olarak hem ülkemize hem
de seçim bölgelerine yönelik çalışmalar gerçekleştirecektir.
Bu vesileyle Türk Parlamenterler Birliği’nin milletvekillerimizin her zaman yanında ve hizmetinde olacağının da bilinmesini diliyor, 26. Dönem’in ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
temenni ediyorum.
Saygılarımla.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
22, 23, 24. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili
ÜLKE GENELINDE
DEMOKRASI
ŞÖLENINE
DÖNÜŞEN
SEÇIMLERDE
SANDIKTAN
ISTIKRARI
DESTEKLEYEN BIR
NETICE ÇIKMIŞTIR.
HABERLER
CUMHURİYETİMİZİN 92’NCİ
YILINA COŞKULU KUTLAMA
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, yurdun tüm bölgelerinde,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve yurt dışı temsilciliklerde büyük bir coşkuyla kutlandı.
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları her yıl olduğu gibi bu
yıl da Anıtkabir’de düzenlenen törenle başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki heyet Aslanlı Yol’dan geçerek Atatürk’ün mozolesine çelenk koydu.
Heyette TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, Başbakan Ahmet
Davutoğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar,
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yüksek yargı organlarının başkanları, bakanlar ve
kuvvet komutanları yer aldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının
ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı:
“Aziz Atatürk, milletimizin istiklali ve istikbali için şahlanışının tecelligahı ve
sembolü olan Türkiye Büyük Millet Meclisimizin ilan ettiği Cumhuriyetimizin
92. yıldönümüne ulaşmış olmanın mutluluğu içindeyiz. Bölgemizde tarihî
olayların cereyan ettiği bir dönemde kuruluş yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyetimizi tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet ilkeleri çerçevesinde
ilelebet yaşatmanın azim ve kararlılığı içinde olduğumuzu bu vesileyle bir kez
daha ifade ediyorum. Ülkemizin TBMM tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı
olan zatıalinizin bizlere bıraktığı emanet olan Cumhuriyetimizi doğrudan
halkın oyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı sıfatıyla daha da yükseltmek, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak için tüm gücümüzle çalışmaya
devam edeceğiz. 92 yıl sonra bir kez daha ülkemizin bütünlüğü, milletimizin
birliği, devletimizin bekası için gerektiğinde gözlerini kırpmadan ölüme giden
tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimizi saygıyla yad ediyorum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun, ruhunuz şad olsun.”
Anıtkabir’deki törenin ardından Ankara’daki kutlamaların adresi Atatürk
Kültür Merkezi (AKM) oldu. Bu yıl birçok ilke evsahipliği yapan AKM’deki
tören Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şeref locasındaki yerini almasıyla başladı.
Atlı Tören Kıtası Süvari Takımı’nın Kurtuluş Savaşı’nda kullanılan kıyafetlerle yaptığı geçiş, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehteran Birliği ile Tarihî Osmanlı
Birliği’nin dinletisi, 350 öğrencinin taşıdığı dev Türk Bayrağı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı gösteri takımı Solotürk’ün gösteri uçuşu kutlama
töreninin iz bırakan anlarından oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan AKM’deki törenden sonra Beştepe Külliyesi’ne
geçerek kutlamaları kabul etti. Akşam saatlerinde Külliye’nin kış bahçesi bölümünde bir resepsiyon düzenlendi. Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan resepsiyon boyunca, aralarında TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, bazı bakanlar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan,
yabancı misyon temsilcileri ve sanatçıların olduğu davetlilerle sohbet etti.
5
Yılmaz’dan kutlama mesajı
Cumhuriyet’in ilanının 92. yıldönümü dolayısıyla TBMM Başkanı İsmet Yılmaz,
Başbakan Ahmet Davutoğlu ve siyasi parti genel başkanları birer kutlama
mesajı yayımladı. Yılmaz, millî egemenlik esası üzerine kurulan Cumhuriyet
ile devletin yeniden yapılandırıldığını ve çoğulcu anlayışın benimsenerek
Cumhuriyet’in demokrasi ile taçlandırıldığını vurguladığı mesajında, “Milletimiz, Cumhuriyet ile kazandığı değerleri, toplum hayatının vazgeçilmez unsuru
olarak benimsemiş ve karşılaştığı sorunları birlik ve beraberliğinden ödün
vermeden aşmayı başarmıştır. Millî iradeye dayalı Cumhuriyet ile çok önemli
atılımlar gerçekleştirdik. Anadolu’yu baştan başa imar ederken, yaşadığımız
coğrafyada mazlum milletlerin umudu olduk. Eğitim ve kültürde, sanayi ve
teknoloji alanında yaptığımız yatırımlarla çağdaşımız ülkelerle rekabet edebilecek bir ülke haline geldik. Dünyanın en büyük yirmi ekonomisinden biri olan
devletimizin, Cumhuriyetimizin 100. yılında dünyanın ilk on ekonomisi arasına
girmesi tüm milletimizin ortak arzusudur” ifadelerini kullandı.
6
HABERLER
Başbakan Ahmet Davutoğlu Cumhuriyet Bayramı
mesajında millî irade üzerinde durdu. Davutoğlu, “Bu
Cumhuriyet’i hep birlikte kurmayı, istiklal ruhuna ve
bir millet olma şuuruna sahip olabildiğimizden dolayı
başardık. Bir millet şuuruna sahip olduğumuzu, ortak
istiklal duygu ve idealimizin etrafında kenetlenerek
ispatladık. İstiklal Harbimiz, bugün demokrasinin
kalbi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
bizzat sevk ve idare edilmiştir. Cumhuriyetimiz de
yine Meclisimiz tarafından alınan bir kararla ilan
edilmiştir. Devletimizin temelleri atılırken millî irade
esas alınmıştır. Devletimizin bekası da millî irade ile
sağlanacaktır” dedi.
Öte yandan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
“Yıllar boyunca Ortadoğu’nun kan ve barut kokan coğrafyasından uzak durmayı başarmışsak, Müslüman
ülkelerin örnek aldığı bir çağdaşlaşma yolculuğuna
sahipsek, yüzünü döndüğü Batı medeniyetinin hayranlıkla izlediği bir ülke olduysak, Cumhuriyet sayesindedir” diyerek Cumhuriyet rejiminin erdemlerine dayanan bir kutlama mesajı yayımladı. MHP Genel Başkanı
Devlet Bahçeli’nin mesajındaysa millî birlik vurgusu
öne çıktı. Bahçeli, “Aziz milletimizin birliğinden ve beraberliğinden rahatsızlık duyanlara en anlamlı karşılık
öncelikle, asırlardan beri katıksızlaşan kardeşlik hukukuna sahip çıkmakla gösterilebilecektir. Bu çok anlamlı
tarihin yıldönümünde, büyük ve necip milletimizin
Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyor; başta Gazi Mustafa
Kemal Atatürk olmak üzere bütün kurucu kahramanları ve şehitlerimizi şükran, minnetle anıyor, hepsine
Yüce Allah’tan rahmet diliyorum” dedi.
NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ PROF. DR. AZİZ SANCAR’A
İSVEÇ Kraliyet Bilim Akademisi tarafından her yıl alanlarının en başarılı isimlerine verilen
Nobel Ödülleri sahiplerini buldu. 2015 yılının Nobel Kimya Ödülü DNA onarımı konusundaki
çalışmaları dolayısıyla Tomas Lindahl, Paul Modrich ve Aziz Sancar arasında paylaştırıldı.
Sancar, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Orhan Pamuk’tan sonra Nobel
Ödülü alan ikinci Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu.
Kuzey Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz
Sancar, 1946 yılında Mardin’de dünyaya geldi. 1963 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi’ni 1971’de bitirdi. Doğum yeri olan Savur ilçesinde iki yıl doktor olarak çalışmasının
ardından lisansüstü eğitim için ABD’ye gitti. Eğitimini tamamladıktan sonra bu ülkede kalan
Sancar, biyokimya ve biyofizik alanında 300’e yakın bilimsel makale yayımladı. Bu makalelere
yapılan 12 binden fazla atıfla bilim dünyasında adından söz ettirdi. Sancar, kanser tedavisinde
“ritmik saat” buluşuna imza atarak dünya çapında üne kavuşmuş, Amerikan Ulusal Bilimler
Akademisi’ne kabul edilen üç Türk’ten biri olarak haberlere konu olmuştu. Aziz Sancar ayrıca
eşiyle birlikte kurduğu Aziz ve Gwen Sancar Vakfı’nın hayata geçirdiği “Türk Evi” projesiyle
de tanınıyor. Türk Evi, eğitim veya araştırma amacıyla Amerika’ya giden Türk öğrenciler ve
akademisyenlerin konaklaması amacına hizmet ediyor.
Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel Kimya Ödülü’nü almasından sonra yaptığı açıklamada, “En çok
ülkem için sevindim. Türkiye’ye bilim lazım, güç durumdan çıkıp Avrupa düzeyine varılması
için bilim gerekli. O yönden katkı sunduğum için de çok sevinçliyim” dedi. Tıp ağırlıklı çalışmalara yoğunlaştığı için kimya ödülünü beklemediğini belirten Sancar, ödül gerekçesinde
belirtilen araştırmalarıyla ilgili şunları kaydetti: “DNA onarımı insanı kansere karşı korumada
önemli. Çünkü kanser yapan etkenlerin
çoğu DNA’yı bozuyor ve o yolla kansere
sebep oluyor. Biz, ‘DNA kendini nasıl
onarıyor, hücreler kendini nasıl kansere
karşı müdafaa ediyor’, bunu aydınlattık.
Ayrıca bu DNA onarımının bir de kanser
tedavisi için önemi var. Çünkü kanseri
tedavi etmek için kullanılan ilaçların
çoğu, kanser hücrelerinin DNA’sını tahrip
ediyor ve kanser hücreleri onu tamir etmeye çalışıyor. Biz de orada girişim yapıp
kanser ilaçlarının daha etkili olmasına
çalışıyoruz.”
Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel kapsamında verilen para ödülünü Türk Evi’ne
aktaracağını kaydetti. Sancar verdiği bir
röportajda, “Biz Türk Evi’ni sağlam bir temele koymak istiyoruz. Şimdi biz yönetiyoruz. 69 yaşındayım. Eşim 66 yaşında.
Biz gittikten sonra ne olacak, onun derdindeyiz. Bu parayı o vakfa yatıracağız ki
Türk Evi devam ettirilebilsin” dedi.
7
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURIYETI’NE
CAN SUYU
KUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) uzun yıllardır süren temiz su ihtiyacını gidermek üzere uygulamaya koyulan “Türkiye’den KKTC’ye Su Temin Projesi” Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı törenle faaliyete geçti. Proje ile Mersin’de inşa
edilen Alaköprü Barajı’nda tutulan su, deniz altından KKTC’ye ulaştırılacak. Su kaynakları
hayatı devam ettirmeyi zorlaştıracak derecede kısıtlı olan KKTC için “can suyu” niteliğindeki proje, denizin 250 metre derinine döşenen geçiş sistemiyle yılda 75 milyon metreküp
suyu adaya ulaştırmayı içeriyor. Bu miktarın KKTC’nin 2050 yılına kadarki içme ve sulama
suyu ihtiyacını karşılayacağı öngörülüyor.
KKTC Su Temin Projesi dört bölümden oluşuyor. Türkiye yakasındaki birinci bölüm Alaköprü Barajı, dengeleme deposu, Alaköprü Barajı-dengeleme deposu arası iletim hattı ile
deniz girişi-vana odası arası iletim hattının yapılmasını kapsıyor. Projenin ikinci bölümünü
deniz geçişi meydana getirirken üçüncü ve dördüncü bölümler KKTC yakasına taşınıyor.
Üçüncü bölümde Güzelyalı Pompa İstasyonu, Geçitköy Barajı ve Geçitköy Pompa İstasyonu;
dördüncü bölümde arıtma tesisi ile isale hatlarının yapımı projeye dahil oluyor. “Asrın projesi” olarak nitelenen KKTC Su Temin Projesi 7 Mart 2011 tarihinde Anamur’daki Alaköprü
Barajı’nın temelinin atılmasıyla başladı. 5 yıldan kısa bir sürede iki baraj, deniz geçişi isale
hattı, arıtma tesisi ve iletim hatlarının önemli bir kısmı tamamlandı. Girne, Gazimağusa ve
Dipkarpaz bölgelerindeki içme suyu iletim hatlarının bitirilmesiyle projeye son nokta koyulacak. Türkiye’den KKTC’ye temiz su ulaştırmak için Türkiye tarafında 23, deniz geçişinde
80 ve KKTC tarafında 3 kilometre olmak üzere toplam 106 kilometrelik boru döşendi.
8
HABERLER
Dünyada ilk ve tek olma özelliği taşıyan
“askıda borulu deniz geçiş sistemi”ni de
bünyesinde barındıran KKTC Su Temin
Projesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın katıldığı törenle hizmete
alındı. Mersin ve Girne’de iki program
çerçevesinde gerçekleştirilen törenlere
KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı,
Başbakan Ahmet Davutoğlu, KKTC Başbakanı Ömer Soyer Kalyoncu, TBMM eski
Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı
Yıldırım Tuğrul Türkeş, Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu, Adalet Bakanı Kenan İpek, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Lütfi Elvan, İçişleri Bakanı Selami Altınok, Dışişleri eski Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu, Mersin Valisi Özdemir
Çakacak, DSİ Genel Müdürü Ali Rıza Diniz
de iştirak etti.
Projenin Kıbrıs ayağı, Girne’de düzenlenen törenle başladı. Törende konuşan
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs’a su götürmenin bugüne dek birçok siyasetçinin
rüyasını süslediğini belirtti. 1 milyar 600
milyon liralık bu dev projenin hayırlara
vesile olmasını dileyen Erdoğan şunları
söyledi: “İnşallah bu projeyle Kıbrıslı kardeşlerimize içme ve kullanma suyu temin
edilerek 50 yıllık su ihtiyacı karşılanmış
olacak. Güneydekiler eğer ‘Biz de bu sudan istifade etmek istiyoruz’ derlerse, biz
bunun adını ‘Barış suyu’ koyar, onlara da
buradan su veririz. Çünkü bizim için asıl
olan insandır. Biz hep bana değil hep bize
diyoruz. Güney Rum Kesimi’ne de sesleniyorum. Umudumuz o ki Güney Kesimi
de bu sudan yararlansın. Bu sudan adil
ve kalıcı şekilde tüm Kıbrıs yararlansın.
Anadolu’nun sularından sadece Kıbrıs değil barış umudu da nasibini alsın.”
“Muhteşem bir su köprüsü kuruyoruz”
Başbakan Ahmet Davutoğlu projenin Türkiye’deki açılış törenine
katıldı. Davutoğlu, Anamur İlçe Stadyumu yanındaki alanda düzenlenen etkinlikte, “Anadolu ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, su gibi
aziz projeyle bir kez daha birbirine kavuşuyor, bir kez daha kenetleniyor. Muhteşem bir su köprüsü kuruyoruz, Girne’yi Anadolu’ya bu
kez su ile bağlıyoruz. Bütün dünyaya haykırıyoruz, Türkiye ile Kıbrıs
hiçbir zaman ayrılmayacak şekilde birbirine kenetlenmiştir, Kıbrıs’a
Türkiye’nin suyu bereket ve izzet götürecektir” ifadelerine yer verdiği bir konuşma yaptı. Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Adayı
deniz altından Türkiye’ye bağlayan bu proje, Türkiye’nin iradesinin
ne denli önemli eserler ortaya koyabileceğini bir kez daha dünyaya
göstermiştir. Su temini projesi sayesinde Anamur’daki Dragon
Çayı’ndan Geçitköy’e yılda toplam 75 milyon metreküp içme ve sulama suyu tedarik ediyoruz. Bu proje Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin,
soydaşlarımızın su sorununu ortadan kaldıracak.”
KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da projenin hayati önemde olduğuna dikkat çekerek, “Türkiye’den, Anamur’dan Geçitköy’e
akacak olan bu su Kıbrıs’ın üretimini artıracak. Sarı olan rengimiz
gerçek anlamda bizi yeşil bir adaya döndürecek ve bu sadece
üretimi değil aynı zamanda ekonominin gelişmesini, KKTC’nin
kalkınmasını da getirecek. Böylesi bir gelişme elbette Kıbrıs’ta
kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kendine daha çok yeterli
bir KKTC’nin yaratılması demektir. Böyle bir yapı gelecekte bir çö-
zümde çok daha güçlü olacaktır, gelecekte Avrupa’nın içinde daha
çok yarışabilecektir” dedi.
Doğu Akdeniz’de doğalgaz, su ve elektrik alışverişinin tüm taraflara kazanç sağlayacak şekilde düzenlenmesinin yerinde bir çözüm olacağını vurgulayan Akıncı, “Kıbrıs’ın güneyindeki doğalgaz
yatakları sadece Rumlara ait değil. Orada bizim de hakkımız var.
Bir enerji koridoru ile o doğalgazın muhtemelen İsrail ve Mısır gazıyla da birleştirilerek gelecekte Türkiye üstünden Avrupa’ya kadar
gönderilmesi en akılcı yoldur. Bunu uzmanlar söylüyor. Bu akılcı yol
çerçevesinde Kıbrıs’ın suyunu da gelecekte Güney’le de paylaşabiliriz, belki daha başka yerlere bile uzatabiliriz” ifadelerini kullandı.
KKTC Başbakanı Ömer Soyer Kalyoncu ise konuyla ilgili açıklamasında “Anadolu halkına ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne teşekkür
ederiz, bizimle ekmeğini paylaştığı gibi suyunu da paylaşıyor. Bugün KKTC’de yaşayan yurttaşlarınıza hayat katıyorsunuz. Bizimle
hayatlarını paylaşan Türkiye halkına teşekkürlerimizi iletiriz. Bu su
belki de gün gelecek barış suyu da olacak” dedi.
Açılış töreninde kürsüye çıkan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu, projenin mimarının Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu
ifade ettikten sonra şöyle konuştu: “Bu proje ilk olarak 1996 yılında
gündeme geldi. Aradan geçen 19 sene zarfında pek çok proje denendi. Son olarak da KKTC’ye denizin altından su götürülmesinin
uygunluğu araştırıldı ve olumlu neticenin ardından proje hayata
geçirildi. Çok zorluklarla karşılaştık, kararlılıkla devam ettik ve işte
bugün Alaköprü’den suyu Geçitköy’e ilettik. Bu proje ile KKTC’nin
uzun vadeli içme suyu ve sulama suyu ihtiyacı karşılanmış olacak.
Bu dev proje ile aynı zamanda Anamur’a 83 bin dekar zirai alana
sulama suyu sağlayacak, yıllık 80 milyon lira ilave gelir artışı sağlayacak ve topraklara bereket getireceğiz” dedi.
Konuşmaların ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
temsilî vanayı açmasıyla Alaköprü Barajı’ndan su bırakılma merasimi gerçekleştirildi. Daha sonra Erdoğan ve beraberindeki heyet
törenin ikinci kısmını gerçekleştirmek üzere KKTC’ye geçti.
9
AİHM SOYKIRIM YALANINA GEÇİT VERMEDİ
Cumhuriyet’in ilanından bu yana uluslararası arenada, İttihat ve Terakki Partisi
yöneticilerinin emriyle 1915 yılında Ermenilere yönelik soykırım harekatına girişildiği tezi dillendiriliyordu. Başta Avrupa devletleri olmak üzere birçok ülke örtük veya
açık biçimde Ermeni iddialarının yanında
yer alıyor, Türkiye’nin konuyu bilimsel
platformda tartışma önerisini reddediyordu. 1980’li yıllarda söz konusu iddiaları
dünyaya duyurmak adına silahlı eylemlere
girişen ASALA terör örgütünün Türk diplomatları hedef alan faaliyetleri ancak Avrupalı sivillerin bundan zarar görmesinden
sonra tepki çekti. 1990’lardan itibarense
Avrupa ve Güney Amerika parlamento-
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire, “İsviçre-Perinçek davası” olarak
anılan davada kesin karara vardı. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 2005 yılında
İsviçre’de verdiği bir konferansta “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” demesi üzerine
harekete geçen İsviçre yargısı Perinçek’in “soykırımı inkar” suçundan hüküm giymesine karar vermişti. Bunun üzerine Perinçek avukatları aracılığıyla konuyu AİHM’e taşıdı. Mahkeme
Aralık 2013’te İsviçre’nin verdiği kararın düşünce özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliğine dikkat
çekerek bu ülkeyi haksız buldu. İsviçre hükümetinin karara itiraz etmesi sonucu, konu AİHM
Büyük Daire’ye intikal etti. Büyük Daire’nin dünyanın merakla beklediği kararı 15 Ekim 2015
günü AİHM Başkanı Dean Spielmann tarafından açıklandı. Buna göre, 1915 Olayları ile ilgili
Ermeni iddialarını reddetmek suç teşkil etmeyecek. Böylece Ermeni lobisinin yıllardır sürdürdüğü, 100. yıl bahanesiyle 2015’te yoğunlaşan “soykırım” propagandasına ilk kez bir yüksek
yargı organından tepki geldi.
larında ve ABD’nin eyalet meclislerinde
“1915 yılında Türkler Ermenilere soykırım
yapmıştır” biçiminde kararlar alındı. Ermeni lobisi, Türkiye’ye baskı yaparak önce
bu iftiranın kabulü, ardından Ermenistan’a
tazminat ödenmesi, hatta toprak verilmesini sağlama amacı doğrultusunda en son
İsviçre Ceza Yasası’na “Ermeni soykırımı
yoktur” demenin suç sayılacağı maddesini
ekletmeyi başardı.
AİHM Büyük Daire Ermeni tezlerine
karşı çıkmanın, insanlığın gözü önünde
gerçekleşen ve somut bir acıya dayanan
Yahudi Soykırımı’nın reddi gibi bir suç
teşkil etmeyeceğini, durumun düşünce
özgürlüğü kapsamında değerlendirileceğini bildirdi. Mahkeme Başkanı Spielmann
ayrıca bir uluslararası ceza mahkemesinin
1915’te yaşanan olaylar hakkında herhangi
bir bağlayıcı karar alamayacağını ve Büyük
Daire’nin kararının içtihat kabul edileceğini
duyurdu.
10
HABERLER
DÜNYADAN
AZERBAYCAN’DA ILHAM ALİYEV
İKTİDARINI KORUDU
AZERBAYCAN’DA bağımsızlığın ilanının ardından 5. kez milletvekili seçimleri yapıldı. Azerbaycan Parlamentosu’ndaki 125
sandalye için 767 aday yarıştı. Açıklanan sonuçlara göre Devlet
Başkanı İlham Aliyev liderliğindeki Yeni Azerbaycan Partisi 69 milletvekilliği kazanarak iktidarını korudu. Ülkenin büyük muhalefet
partilerinin, sonuçların adil olmayacağı gerekçesiyle boykot ettiği
seçime Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) gözlemci-
leri de nezaret etti. Gözlemciler, oy kullanma sürecinin uluslararası
standartlara uygun işlediğini kaydetmekle beraber, yetkililere
acilen insan haklarındaki durumlarını geliştirme ve seçim sonrası ülkenin demokratik gelişimini sürdürme çağrısı yaptı. AKPM
gözlemci ekibinden üç üye ise ekibin ortak bildirisinden ayrı olarak
1 Kasım’da gerçekleştirilen seçimleri özgür, adil ve demokratik
seçimlere yönelik bir adım olarak görmediklerini belirtti. Aliyev’in
partisi 2010 yılındaki seçimde 72 milletvekili çıkarmıştı.
11
MISIR TÜNELLERİ YIKMAYA DEVAM EDİYOR
ULUSLARARASI ambargolar ve fiili İsrail işgali nedeniyle dünyayla ilişkisi sınırlanan Gazze’ye başta temel gıda maddeleri ve
ilaç olmak üzere canlı hayvandan otomobile kadar halkın çeşitli
ihtiyaçlarının sokulabildiği tünellerin Mısır ordusu tarafından deniz
suyu pompalanmak suretiyle yıkıldığı bildirildi.
Mısır’ın, Refah Sınır Kapısı’nın güneyindeki Salahaddin, ElBerazil, Selam, Yebna, Zarub ve El-Berahime mahalleleri bölgesinde bulunan tünellerin çoğunu deniz suyu pompalayarak yıktığı
ortaya çıktı. Tünellerin Mısır ordusunun Sina’da düzenlediği operasyonlar nedeniyle uzun zamandan beri çalışmadığı belirtildi.
Hamas’ın Gazze’de seçimle göreve gelmesinin ardından, 2007
yılında Mısır-Gazze arasındaki Refah Sınır Kapısı ticari geçişlere
kapatılmıştı. İsrail ablukası ve sınır kapısının kapatılması nedeniyle
Filistinliler, temel ihtiyaçlarını giderebilmek için tünellere yönelmişti. Mısır’da Temmuz 2013’te darbeyle iktidara gelen askerî yönetim
ise tünelleri yıkma politikası yürütmeye başlamıştı.
Mısır’ın bir süre önce Gazze sınırı boyunca dar bir hendek içine su
boruları döşemeye başladığı bildirilmiş, borularla, sınır hattındaki
tünellerin denizden pompalanan suyla yıkılmasının hedeflendiği
belirtilmişti. Borulardan verilen deniz suyunun yer altı sularına
karışmasının bir çevre felaketine yol açacağı uyarılarına rağmen
Mısır’ın bu faaliyete devam ettiği duyurulmuştu.
SAAKAŞVİLİ VATANDAŞLIKTAN
ÇIKARILIYOR
GUATEMALA’YA
KOMEDYEN BAŞKAN
GÜRCISTAN Adalet Bakanlığı, eski Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin vatandaşlıktan çıkarılması için işlem başlatıldığını bildirdi. Konuyla ilgili bir açıklama yapan
Gürcistan Adalet Bakanı Tea Tsulukiani, 2013’te gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ülkesini terk eden ve hakkındaki tutuklama kararı nedeniyle geri
dönemeyen Saakaşvili’nin Ukrayna vatandaşlığına geçtiğinin doğrulandığını ve Gürcistan anayasasında çifte vatandaşlık hakkı bulunmadığını belirtti. Tsulukiani, eski
cumhurbaşkanına sahip olduğu vatandaşlıklardan birini tercih etmesi için makul bir
sürenin tanınacağını dile getirdi. Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, ülkesinden kaçan Saakaşvili’ye vatandaşlık hakkı tanımış ve onu Odessa Valisi olarak
atamıştı. Gürcistan makamları, eski cumhurbaşkanının resmen Ukrayna vatandaşı
olup olmadığına ilişkin belgelerin ellerine geçmesiyle sürecin başladığını bildirdi.
GUATEMALA’DA eski Devlet Başkanı Otto Perez
Molina’nın yolsuzluk suçlamaları nedeniyle istifa
etmesi üzerine seçime gidildi. İlk turda adaylar
seçilmek için yeterli oy oranına ulaşamayınca yeni
başkanı belirleyecek ikinci tur seçimler gerçekleştirildi. Açıklanan sonuçlara göre oyların yüzde 72’sini
alan Jimmy Morales Guatemala’nın yeni devlet
başkanı oldu. Siyasi geçmişi ve devlet tecrübesi
bulunmayan Morales televizyonda 14 yıl boyunca
sürdürdüğü komedi programıyla tanınıyordu.
12
DÜNYADAN
AVRUPA BİRLİĞİ’NDEN BELARUS’A
GÜZEL HABER
AVRUPA Birliği (AB) Komisyonu, Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko’nun da aralarında bulunduğu 170 kişi hakkındaki
seyahat yasağı ve varlık dondurma kararlarını 4 aylığına askıya
aldığını açıkladı. Ülkedeki yolsuzluk ve siyasi baskı iddialarını gerekçe göstererek uygulanan yaptırımların Belarus’un tüm siyasi
tutukluları serbest bırakması üzerine dondurulduğu bildirildi. AB
Komisyonu’ndan yapılan yazılı açıklamada, AB-Belarus ilişkilerini
geliştirme noktasında, bu ülkeye uygulanan yaptırımlara ilişkin
yeni kararlar alındığı vurgulandı. ‘‘Siyasi tutukluların serbest bırakılması, AB’nin uzun süredir atılmasını istediği bir adımdı. AB, Belarus’taki demokrasi ve insan haklarının durumunu yakından izlemeyi sürdürecek’’ ifadesine yer verilen açıklamada Devlet Başkanı
Lukaşenko dahil 170 kişi hakkındaki seyahat yasağı ve varlık dondurma ile 3 şirket hakkındaki varlık dondurma kararlarının 31 Ekim
2015-29 Şubat 2016 arasında askıya alındığı bildirildi. Açıklamada
ayrıca kararın ‘‘AB-Belarus ilişkilerini geliştirmeyi sağlayacak daha
başka olumlu gelişmeler için cesaret verici’’ olduğu ve ülkedeki
muhalif isimlerin ortadan kaybolmasından sorumlu tutulan dört
kişi hakkındaki yaptırım kararları ile silah ambargosunun devam
edeceği vurgulandı.
GÜNEY KIBRIS’A NEFRET SUÇU UYARISI
AVRUPA Konseyi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) ülkede sığınmacılara, Kıbrıslı
Türklere ve Romanlara yönelik nefret suçlarına karşı mücadele etmesi çağrısında bulundu. Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıklar Komitesi’nin (FCNM) yayımladığı raporda, GKRY’ye
ülkede artan nefret suçlarının önüne geçmek için güvenlik güçlerine insan hakları konusunda eğitim vermesi çağrısı yapıldı. Komite’nin açıklamasında, “Kıbrıs’ta şiddet ve sığın-
macılara yönelik ırkçı karakterdeki nefret
suçunun sürekli olarak işlendiği görülmektedir. Bu şiddet ve nefret suçu sığınmacıların yanı sıra Kıbrıslı Türklere ve Romanlara
da uygulanmaktadır” ifadesi kullanıldı.
Irkçı uygulamalarda mağdur olanların adil
bir soruşturma yapılması konusunda polise güvenmedikleri için sıkıntı yaşadıkları
belirtilen açıklamada polisin ırkçı şiddete
yeteri kadar müdahale etmediği bildirildi.
FCNM raporunda GKRY polisine yönelik
ayrımcılıkla mücadele konusunda insan
hakları normlarına uygun bir eğitim verilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Raporda
ayrıca GKRY’ye günlük hayatta etnik ayrımcılıktan vazgeçilmesi ve çok dilli, açık
bir toplumun kurulmasının sağlanması
çağrısında bulunuldu.
13
PARİS’TE IRKÇILIK KARŞITI YÜRÜYÜŞ
FRANSA’NIN başkenti Paris’teki Barbes Meydanı’nda toplanan
binlerce kişilik topluluk, ırkçılık, İslamofobi ve polis şiddetini protesto amacıyla yürüyüş düzenledi. Yürüyüşe, kadın derneklerinden
Müslüman sivil toplum örgütlerine kadar birçok farklı grup destek
verdi. Etkinlikte, Paris’te 2005’teki banliyö isyanı sırasında polisten
kaçarken elektrik trafosunda yüksek akıma kapılarak hayatını kaybeden 15 yaşındaki Bouna Traore ve 17 yaşındaki Zyed Benna anıldı.
Ellerinde 2 gencin fotoğrafını taşıyan grubun, “Polis şiddetine son”
ve “Eşitlik olmadan barış olmaz” sloganları atması dikkat çekti.
Katılımcılar, Fransız toplumunda dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan
herkesin yürüyüşe destek verdiğini, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının Fransa’nın en büyük sorunu olduğunu, daha eşit toplum için bu
tip yürüyüşlerin sık sık yapılması gerektiğini dile getirdi.
MOLDOVA’DA
HÜKÜMET DÜŞTÜ
ARJANTİN’İN SEÇİMİ İKİNCİ TURA KALDI
MOLDOVA parlamentosunda yapılan oylamadan hükümetin düşürülmesi kararı çıktı. Hükümetin düşürülmesi için 51 oyun yeterli olduğu
güvenoylamasında Başbakan Valeri Strelets
hükümeti aleyhine 64 oy çıktı. Oylamada,
demokrat, sosyalist, komünist parti milletvekillerinden oluşan hükümet karşıtı gruba bir
bağımsız milletvekilinin de destek vermesiyle
toplam 64 oya ulaşıldı. Moldova’nın başkenti
Kişinev, uzun süredir sağ ve sol muhalefetin
protestosuna sahne oluyordu.
14
DÜNYADAN
ARJANTINLILER yeni devlet başkanlarını seçmek üzere 25 Ekim’de sandık başına
gitti. 12 yıldır önce Nestor Kirchner, ardından eşi Cristina Fernandez de Kirchner’in
devlet başkanı olduğu ülkede “Kirchner döneminin sonu”na işaret eden seçimin ilk
turu sonuçsuz kaldı. İlk turda adaylar yeterli oy oranına ulaşamadığı için devlet başkanı seçilemedi. Arjantin anayasasına göre adayların seçimi ilk turda kazanabilmesi
için yüzde 45 oranında oy alması ya da ilk iki aday arasında 10 puan fark bulunması
gerekiyordu. Seçimin ikinci turu 22 Kasım’da yapılacak.
Toplam 6 adayın yarıştığı seçimlerde, mevcut başkan Kirchner’in desteklediği
Buenos Aires Eyalet Valisi Daniel Scioli yüzde 37, radikal değişim sözü veren muhalif
aday Mauricio Macri yüzde 34 ve daha önce Kirchner yönetiminde görev yapan Sergio Massa yüzde 21 oranında oy aldı. 32 milyondan fazla kayıtlı seçmenin bulunduğu
Arjantin’de ilk turda katılım oranının yüzde 81 olduğu açıklandı. Arjantin’de 1973 yılından bu yana ilk kez devlet başkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı.
TÜRKIYE 1 KASIM’DA SANDIK BAŞINA GITTI
ADALET VE KALKINMA PARTISI
TEK BAŞINA IKTIDAR
ZEYNEP YIĞIT
1 KASIM 2015 TARIHINDE GERÇEKLEŞEN SEÇIMLERIN RESMÎ
OLMAYAN SONUÇLARINA GÖRE 26. YASAMA DÖNEMI’NDE ADALET
VE KALKINMA PARTISI’NDEN 317, CUMHURIYET HALK PARTISI’NDEN
134, HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI’NDEN 59, MILLIYETÇI
HAREKET PARTISI’NDEN 40 MILLETVEKILI GÖREV YAPACAK.
15
T
ürkiye 1 Kasım 2015 tarihinde sandık başına giderek 26. Yasama Dönemi’nde görev yapacak milletvekillerini belirledi.
Anadolu Ajansı’nın kamuoyuyla paylaştığı resmî olmayan sonuçlara göre (5 Kasım 2015 tarihi itibarıyla) Adalet ve Kalkınma
Partisi (AK Parti) yüzde 49,49 oy oranıyla seçimden birinci parti
olarak çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yüzde 25,31, Milliyetçi
Hareket Partisi (MHP) yüzde 11,90, Halkların Demokratik Partisi
(HDP) yüzde 10,76 oranında oy alarak TBMM’de temsil edilmeye
hak kazanan diğer partiler oldu. Bu sonuçla AK Parti 317, CHP 134,
HDP 59, MHP ise 40 milletvekiliyle Meclis’te yer alacak. 7 Haziran
2015 tarihinde yapılan bir önceki genel seçimde AK Parti yüzde
40,87 oyla 258; CHP yüzde 24,95 oyla 132; MHP yüzde 16,29, HDP
yüzde 13,12 oyla 80’er milletvekili çıkarmıştı.
1 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen seçimlere Adalet ve Kalkınma Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Doğru
Yol Partisi, Hak ve Özgürlükler Partisi, Halkın Kurtuluş Partisi,
Halkların Demokratik Partisi, Komünist Parti, Liberal Demokrat
Parti, Millet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Saadet Partisi ve
Vatan Partisi olmak üzere 16 siyasi parti ve 21 bağımsız milletvekili adayı katıldı. Resmî olmayan sonuçlara göre seçimlerde 56
milyon 965 bin 99 kayıtlı seçmenden 48 milyon 523 bin 610’u oy
16
kullandı. Seçime katılma oranı yüzde 85,18 olurken 47 milyon 838
bin 711 oy geçerli, 684 bin 899 oy geçersiz sayıldı.
Kadın milletvekili sayısı azaldı
7 Haziran 2015 tarihindeki seçimlerin ardından TBMM’de 98 kadın
milletvekili yer almış ve kadınların parlamentodaki temsil oranı
yüzde 17,82’ye yükselmişti. 1 Kasım’da gerçekleşen son genel
SEÇIMLERE 16 SIYASI PARTI VE 21 BAĞIMSIZ MILLETVEKILI ADAYI
KATILDI. RESMÎ OLMAYAN SONUÇLARA GÖRE 1 KASIM’DA 56
MILYON 965 BIN 99 KAYITLI SEÇMENDEN 48 MILYON 523 BIN 610’U
OY KULLANDI. SEÇIMLERE KATILMA ORANI YÜZDE 85,18 OLDU.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci
Denizli, Gençlik ve Spor Bakanı Akif
Çağatay Kılıç Samsun, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Gaziantep, Millî
Eğitim Bakanı Nabi Avcı Eskişehir,
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu Afyonkarahisar, Sağlık Bakanı
Mehmet Müezzinoğlu ise Bursa’dan
seçilerek 26. Dönem’de görev yapmaya hak kazandı.
“En önemli mesaj, bölücü terör
örgütü ve onun güdümündeki
yapılara yöneliktir”
seçimin resmî olmayan sonuçlarına göre Meclis’teki kadın milletvekili sayısı 81’e düştü. 26.
Yasama Dönemi’nde AK Parti’den 34, HDP’den 23, CHP’den 21, MHP’den 3 kadın milletvekili
görev yapacak.
28 Ağustos 2015 tarihinde açıklanan Geçici Bakanlar Kurulu’nda yer alan Başbakan Ahmet
Davutoğlu ile 11 bakan, 1 Kasım Milletvekili Genel Seçimi’nde aday oldukları AK Parti’den
yeniden milletvekili seçildi. Başbakan Davutoğlu Konya birinci sıra, Başbakan Yardımcıları
Yalçın Akdoğan Ankara 1. Bölge ikinci sıra, Numan Kurtulmuş Ordu birinci sıra, Cevdet Yılmaz
Bingöl birinci sıra, Yıldırım Tuğrul Türkeş Ankara 2. Bölge ikinci sıradan milletvekili seçildi.
Aday listelerinde birinci sırada bulunan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık Kocaeli,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Kasım seçimlerinin ardından
yazılı bir açıklama yaparak sonuçların
ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diledi. Seçimlerin demokratik
bir olgunluk içinde tamamlandığını
belirten Erdoğan, “Bu demokratik
yarışta yer alan tüm partilerimizi,
sandığa gidip oy kullanmak suretiyle
millî iradenin tecellisini sağlayan tüm
vatandaşlarımızı tebrik ediyorum.
Tek başına iktidar olan AK Parti’yi,
Genel Başkanı ve Başbakan Sayın
Ahmet Davutoğlu’nu kutluyorum.
Seçim sonuçları, milletimizin tercihinin, 7 Haziran’da risk altına giren
istikrar ve güven ortamına sahip çıkmaktan yana olduğunu göstermiştir”
dedi. Erdoğan, seçim sonuçlarının
farklı kesimler için farklı anlamlar
içeren çok önemli mesajları bünyesinde barındırdığını ifade ederek şu
değerlendirmelerde bulundu:
17
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU “BALKON KONUŞMASI”NDA
“BU SEÇIMDE TÜRKIYE KAZANMIŞTIR, DEMOKRASIMIZ
KAZANMIŞTIR. SANDIKTAN ÇIKAN SONUÇ, DEMOKRASININ,
BARIŞIN, HUZURUN, ADALETIN VE ISTIKRARIN ZAFERIDIR” DEDI.
“En önemli mesaj, hiç şüphesiz, bölücü terör örgütü ve onun güdümündeki
yapılara yöneliktir. Türkiye’nin üzerine 7
Haziran sonrasında yeniden silahın, bombanın, şiddetin, kanın, gözyaşının, velhasıl terörün karanlık yüzünün gölgesini
düşürmeye çalışan o yapıya, bölge halkı
başta olmak üzere aziz milletimiz güçlü
bir cevap vermiştir. Baskıyla, tehditle,
kan dökmekle, can almakla demokrasinin, millî iradenin, hukukun, kalkınmanın
yan yana olamayacağı, 1 Kasım’da bizzat
milletimiz tarafından söz konusu kesimlere açık ve net bir şekilde belirtilmiştir.
Milletimiz 1 Kasım seçimleriyle ülkemizin
birlik, beraberlik ve bütünlüğüne sahip
çıkma yönünde güçlü bir irade ortaya
koymuştur. Bu iradeye herkesin saygı
göstereceğine inanıyorum. 1 Kasım
seçimlerinin bir diğer önemli mesajı da,
hiç şüphesiz, diğer muhalefet partilerine ve onların liderlerinedir. Sonuçlar,
7 Haziran seçimlerinde ikinci ve üçüncü
olan partilerin, eskiden beri sergiledikleri
uzlaşmaz ve rövanşist tavırlarını koalisyon görüşmelerinde de sürdürmelerinin
milletimiz tarafından tasvip edilmediğini
göstermiştir. Aziz milletimiz, istismar ve
polemik siyasetini değil, hizmet, proje ve
vizyon siyasetini tercih ettiğini 1 Kasım
seçimlerinde açıkça beyan etmiştir.”
“Türkiye kazanmıştır,
demokrasimiz kazanmıştır”
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan
Ahmet Davutoğlu, seçimlerin ardından
AK Parti Genel Merkezi’nde “balkon ko-
18
nuşması” yaparak vatandaşlara hitap etti. Tercihleri ne olursa olsun bütün vatandaşların
1 Kasım’da vakur bir şekilde demokrasi destanı yazdığını ve iradesine sahip çıkarak sandığı,
barışı, birliği, kardeşliği, sağduyuyu seçtiğini vurgulayan Davutoğlu, “Sizler o sandıklara
sadece eski Türkiye’nin partilerini değil, eski Türkiye’nin zihniyetini, kaosu, şiddeti, terörü,
istikrarsızlığı gömdünüz. 81 ilin, 7 bölgenin, 780 bin kilometrekarenin tamamında oylarını
artırarak AK Parti’ye ‘tek başına, iş başına’ dediniz. Milletimizin talimatı başımızın üzerindedir, hiç vakit kaybetmeden seherle birlikte iş başına diyoruz. Allah sizlerden razı olsun”
diye konuştu.
Davutoğlu, Türkiye’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra bir dizi komplonun odağı, hedefi
haline geldiğini ifade ederek, “Türkiye, şu andan itibaren yapılan tartışmaları geride bırakarak gelecek hedeflerine odaklanmalıdır. Bizim büyük hedeflerimiz var, bu ülkeyle ilgili
büyük rüyalarımız var. Büyük hedefler, büyük rüyaları hayata geçirmek için gece gündüz
çalışacağız. Demokrasiden, hukuktan, merhametten, şefkatten, sevgiden geriye bir adım
gidilmeyecektir. Herkesin hukuku güvence altındadır ve herkesin hukuku mutlak suretle
korunacaktır. Bu seçimde Türkiye kazanmıştır, milletimiz kazanmıştır, demokrasimiz
kazanmıştır. Bugün sandıktan çıkan sonuç, demokrasinin, barışın, huzurun, adaletin ve
istikrarın zaferidir. Altını bir kez daha çizerek ifade etmek istiyorum, bugün sadece AK
Parti değil, AK Parti’ye gönül verenler değil, bütün Türkiye kazanmıştır. Bugün geleceğimiz
kazanmıştır, umudumuz kazanmıştır, gelecek nesiller kazanmıştır. Bu aziz millet her türlü
1 KASIM 2015 TARIHINDE GERÇEKLEŞEN SEÇIMLERIN ARDINDAN
SIYASI PARTI GENEL BAŞKANLARI HALKA HITAP EDEREK,
BASIN TOPLANTISI DÜZENLEYEREK VEYA YAZILI AÇIKLAMA
YAPARAK SONUÇLARI DEĞERLENDIRDI.
tartışmaya, gerginliğe, kutuplaşmaya son noktayı koymuş, Türkiye istikbal üzerindeki bütün
soru işaretlerini bir oyla sona erdirmiştir” dedi.
Başbakan Davutoğlu, AK Parti’nin 2002’den bu yana olduğu gibi bugünden sonra da toplumun her kesimini kucaklamaya, 78 milyona hizmet etmeye devam edeceğini belirterek şunları
söyledi: “Siyasi tercihleri ne olursa olsun, etnik mezhebi, kökeni ne olursa olsun, bilinsin ki
önümüzdeki 4 yıl omuzlarımıza aldığımız sorumluluğu bütün vatandaşlarımıza karşı bir an
dahi ayrım yapmadan yerine getireceğiz, herkesi kucaklayacağız. Konya’da da ifade ettim
Hazreti Mevlâna’ya atfen, bu temiz topraklara sadece sevgi tohumları ekmeye geldik, sevgi
çınarları büyüteceğiz, sevgi çınarlarının altında 78 milyonu kardeş kılacağız, dost kılacağız.”
Davutoğlu konuşmasında Meclis’e giren bütün siyasi partilere yerli ve millî bir anayasa yapma çağrısında bulunduğunu da kaydederek, “Darbe anayasalarını bırakarak sivil ve özgürlükçü
bir anayasa için hep beraber el ele verelim diyorum” ifadelerini kullandı.
“Ortaya çıkan tabloya saygılıyız”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlerin ardından CHP Genel Merkezi’nde düzenlediği
basın toplantısında millî iradeye saygı duymanın demokrasinin temel kurallarından biri olduğunu belirterek, “7 Haziran’da nasıl millî iradeye saygılı olduysak, 1 Kasım’da da ortaya çıkan tablo-
ya aynen saygılıyız” dedi. Türkiye’de
güçlü, sağlıklı bir demokrasinin ve iyi
işleyen kuralların olmasını arzu ettiklerini kaydeden Kılıçdaroğlu, “Türkiye
bu seçimlere olağanüstü koşullarda
gitmiştir. 7 Haziran-1 Kasım arası
olağanüstü koşullar olmuştur, gelişmeler yaşanmıştır. 400’e yakın insan
hayatını kaybetmiştir bu süre içinde.
Bunun da çok iyi değerlendirilmesi
gerekiyor. Terör, can ve mal güvenliği
her şeyin önüne geçmiştir” değerlendirmesinde bulundu. Kılıçdaroğlu,
seçimlerin ardından diğer muhalefet
partilerinin oy kaybetmesiyle ortaya
çıkan tabloda sorumluluklarının parlamentoda ve parlamento dışında
çok daha fazla arttığını söyledi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, seçim sonuçlarını yazılı bir açıklamayla değerlendirdi. MHP’nin
ilkelerinden ödün vermeden, inandığı
doğrulardan sapmadan yolunda kararlı ve emin adımlarla yürüyeceğini
ifade eden Bahçeli, “İçimizden veya
dışımızdan hiç kimse boş yere hesap yapmamalı, boş yere Milliyetçi
Hareket’in istikrarsızlık sarmalına
düşeceğini zannetmemelidir. Partimizin tüm kadroları, sabırla, özveriyle, inanmış bir yürekle görevlerinin
başındadır. Vatan ve millet sevdamızda en ufak bir eksilme olmadan,
saflarımızda en küçük bir bozulma
yaşanmadan çelikten bir iradeyle
Türkiye’nin hak, hukuk ve tarihî
çıkarlarını savunmaya samimiyetle
19
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE YENI YASAMA DÖNEMI
IÇIN HAZIRLIKLAR YAPILDI. MAZBATALARINI ALAN
MILLETVEKILLERI 4 KASIM 2015 TARIHINDEN ITIBAREN MECLIS’E
GELEREK KAYIT IŞLEMLERINI TAMAMLADI.
devam edilecektir. Bu hususta azmimiz sınırsızdır. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk-İslam
ülküsünü yılmadan, korkmadan, tereddüt geçirmeden sonuna kadar sahiplenecektir” dedi.
“Ortada HDP’nin büyük bir zaferi vardır”
HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, 1 Kasım seçimlerinin
ardından HDP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi. Seçim sonuçlarını “Ortada
HDP’nin büyük bir zaferi vardır. Evet 1
milyon oy kaybettik, evet 7 Haziran’dan
bu yana seçmen sayımızda azalma oldu,
ama biz tüm katliam politikalarına karşı,
faşizme karşı dimdik durmayı başarmış
bir partiyiz” sözleriyle değerlendiren
Demirtaş, “Bizler, parlamentoda olduğumuz her dönem doğrunun yanında,
yanlışın karşısında olduk. Yeni dönemde
de hükümetin yapacağı her doğrunun
yanında, yapacağı her yanlışın, halklarımıza karşı ortaya koyacağı her baskının
ve zulmün karşısında olacağız” diye
konuştu. Demirtaş, parlamentoda yeni
anayasa, özgürlükçü, sivil, demokratik
reformlar ve barış konusunda ilkeli duruşlarını sürdüreceklerini söyledi. Figen
Yüksekdağ ise HDP’nin Meclis’te üçüncü
parti olarak seçim sürecini tamamladığına işaret ederek, bütün Türkiye halklarına yaptıkları seçimin hayırlı olması
temennisinde bulundu.
Meclis yeni döneme hazırlanıyor
TBMM Genel Kurulu, Milletvekili Genel Seçimi kesin sonuçlarının Yüksek
Seçim Kurulu (YSK) tarafından TRT
kanallarında ilanını takip eden 5. gün
saat 15.00’te çağrısız toplanıyor. Bu
çerçevede TBMM’de yeni yasama dönemi için hazırlıklar yapıldı. Mazbatalarını
alan milletvekillerinin kayıt işlemleri
için Şeref Holü’nde masalar oluşturuldu.
Meclis’e kayıt yaptırmak üzere gelen ilk
milletvekili ise AK Parti Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu oldu.
Meclis personelinin çiçek vererek karşıla-
20
AK PARTI, CHP, HDP VE MHP’LI MILLETVEKILLERI TBMM
26. DÖNEM 1. YASAMA YILI’NIN AÇILIŞINDA YEMIN EDEREK
ÇALIŞMALARINA BAŞLAYACAK.
dığı Akbaşoğlu, rozet takılmasının ardından gazetecilere yaptığı
açıklamada, “Bu aziz millet tarihte olduğu gibi yine insanlığın yüzünü güldürecek büyük işlere inşallah imza atacak” diye konuştu.
TBMM 26. Dönem 1. Yasama Yılı’nın açılışında Genel Kurul’u
“en yaşlı üye” sıfatıyla CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın
yönetmesi bekleniyor. Baykal, 23 Haziran 2015 tarihinde 25.
Dönem’in açılışında da Geçici Başkan sıfatıyla Genel Kurul’u
yönetmişti. Yeni yasama döneminin açılışında en genç 6 milletvekili geçici olarak katip üyelik görevini üstlenirken, milletvekilleri
yemin ederek çalışmalarına başlayacak. Milletvekili yemini şöyle:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez
bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet’e ve
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve
refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan
haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden
ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti
önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
21
10 KASIM 1938
22
CUMHURIYETIMIZIN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK’Ü ÖLÜMÜNÜN 77. YILDÖNÜMÜNDE
SEVGI, SAYGI VE RAHMETLE ANIYORUZ.
YÜZLERCE YILIN HASRETI
TAM BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR
MACARISTAN
24
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
YÜZYILLARCA BAŞKA DEVLETLERIN BOYUNDURUĞU ALTINDA
YAŞAYAN, ANCAK HER ZAMAN ÖZGÜR BIR YURT IÇIN BAŞKALDIRAN
MACARLAR, BUGÜN ISTEKLERINE KAVUŞMUŞ, DEMOKRASI VE
INSAN HAKLARI KONUSUNDA ÖNEMLI GELIŞMELER KAYDETMIŞ, DIŞ
POLITIKA HEDEFLERINI GERÇEKLEŞTIRMIŞ DURUMDA. MACARISTAN
HALKI, DIKTATÖRLÜK REJIMLERINE RAĞMEN HAYALLERINDEN HIÇ
VAZGEÇMEYEN DEMOKRASI SAVAŞÇILARINI ISE ANAYASALARINDA
GEÇEN ŞU CÜMLEYLE ANIYOR: “BAĞIMSIZLIKLARI VE ÖZGÜRLÜKLERI
IÇIN SAVAŞAN ATALARIMIZ ILE GURUR DUYUYORUZ.”
PINAR ÜNSAL
25
T
una Nehri’nin boydan boya sulayarak hayat verdiği Macaristan yalnızca yakın
geçmişte değil, tarih boyunca farklı medeniyetlerin ilgi odağı olmuş ve fethedilmiş. Hem bu nedenle hem de zaman içinde çeşitli yönetim biçimlerinin ülkede hâkim
olmasından ötürü Macaristan’ın karmaşık bir siyasi tarihi var.
Etnologlara göre bugünkü Macarlar; Onogurlar, Ugorlar, Hunlar ve Kavar Hazarları
olmak üzere üçü Türk kökenli, dört kavmin birleşmesinden meydana gelir. Erdel bölgesi,
Avusturya ve Slovakya’da da yayılış gösterirler, ancak son yerleşim yerleri Karpatya
Ovası olur. İlk Macar devleti ise 1000 yılında, Kral I. István tarafından Hıristiyan bir
ülke olarak kurulur. Ülke bu dönemde hem yoğun dış saldırılara karşı güçlü bir şekilde
ayakta durur, hem de topraklarını büyütür. Güçlü Macar devleti, Moğol istilası meydana
gelene kadar Avrupa’da söz sahibi bir ülkedir.
13. yüzyılda Cengiz Han’ın büyük bir imparatorluk hedefinin kurbanı olan Macaristan, düşenin dostu olmaz sözünü doğrularcasına, komşu devletlerin de saldırılarına
maruz kalarak küçülür ve nüfusunun üçte birini kaybeder. 14. yüzyılda Osmanlı’nın
Balkanlar’daki ilerleyişinin Avrupa ülkelerine saldığı korku Macaristan’da da merkezî
otoritenin iyice zayıflaması, derebeyliklerin güçlenmesi sonuçlarını doğurur. Bu derebeyliklerden Árpádlar, Osmanlı’ya duyduğu korkunun etkisiyle kendini geliştirir ve
güçlenir, Macaristan’ın sınırlarını büyütür.
15. yüzyılda Kral Matthias Corvinus tarih sahnesine çıkar. Hukuk, eğitim, bilim ve
sanat alanında gerçekleştirdiği reformların yanı sıra Osmanlılarla mücadelede önemli
adımlar kaydeden kralın döneminde ülke sınırları daha da büyür. Öyle ki Macaristan,
Kral Corvinus zamanında Avrupa’nın güçlü devletlerinden biri olur. Corvinus’un ölümünün ardından ülke iyi yönetilemez ve 1526’da Mohaç’ta Osmanlılara yenilir. Bu yenilgi
Macaristan için bir milattır adeta; zira pek çok bölgesini işgal eden Osmanlı karşısında
ülke büyük bir karışıklığa sürüklenir. Aynı dönemde iki kral seçilmesi (John Zápolya
ve Ferdinand Habsburg), ülkenin iki ayrı orduya sahip olması ve onların da birbiriyle
savaşması sonucu Macaristan iyice güç
kaybeder. 1541’de Budin fethedilerek bir
Osmanlı eyaleti haline gelir.
Macaristan, topraklarını Osmanlı İmparatorluğu’na kaptırdığı halde aynı zamanda
onunla iyi ilişkiler de kurar. Bugün Macaristan ve Türkiye arasındaki diyaloğun olumlu
bir seyir izlemesi o günlere uzanıyor olsa
gerek. Macar Kralı Tökeli İmre’nin Kocaeli’deki mezarı başında her yıl anma etkinliği
düzenlenmesi de bu iyi ilişkilerin bir göstergesi. Mühründe “Kral-ı Orta Macar’ım
ki namım Tökeli İmre, Mûin-i Âli Osman’ım
daim hâzırım emre” yazan Macar Kralı, Avusturya hakimiyetini istemeyip Osmanlı’dan
yardım talep eder. Talep kabul edilir, ancak
Avusturya üzerine sefere çıkan Osmanlı
ordusu başarısızlığa uğrar. Hatta Osmanlı
İmparatorluğu’nun güç kaybettiğini gören
Avrupa, onu tamamen bölgeden atmak için
elinden geleni ardına koymaz. Rusya’nın
da dahil olduğu art arda gelen savaşlarla
Osmanlı’nın bir buçuk asırlık Macaristan
hakimiyeti sona erer.
18. yüzyılda Erdel Prensi II. Frenc Rákóczi
(ki o da sonradan Osmanlı İmparatorluğu’na
sığınır ve Tekirdağ’da vefat eder), Avusturyalılara karşı bir özgürlük savaşı başlatır.
Ancak başarısız olur. Avusturya, Macarlara
ait tüm kaleleri yıkar ve yeni isyanlar için önlemini alır. Bu dönemde 1789 Fransız İhtilali,
tüm dünya halklarını olduğu gibi Macarları
da ulusal bir diriliş hareketi başlatmak üzere
etkiler.
Avrupa komünizmle tanışıyor
1848 Macar Devrimi
26
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
15 Mart 1848 tarihi Macarlar için bir devrim
günüdür. Macaristan, Avusturya Hanedanı’ndan kopmak için ülke genelinde protesto gösterilerine başlayan halk sayesinde,
Batthyány Lajos (sonradan Macaristan
Krallığı Başbakanı olacaktır) ve Lajos Kossuth önderliğinde özerklik ilan eder. Ancak
önceleri özerkliği tanıyan Avusturya’nın
kararlılığı kısa sürer; Macaristan’ın bağımsız
Mohaç Meydan Muharebesi
Batthyány Lajos
1867 YILINA KADAR SÜREN BÜYÜK SAVAŞLARIN ARDINDAN
AVUSTURYA-MACARISTAN İMPARATORLUĞU KURULUR VE
MACARISTAN IÇ IŞLERINDE BAĞIMSIZ, DIŞ IŞLERINDE AVUSTURYA
HANEDANI’NA BAĞLI BIR ÜLKE HALINE GELIR.
olmadığını iddia etmesi üzerine büyük savaşlar başlar. 1867 yılına
kadar süren savaşların ardından Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kurulur ve Macaristan iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde
Avusturya Hanedanı’na bağlı bir ülke haline gelir. Fakat imparatorluğun ömrü yaklaşık elli yıl olacaktır; I. Dünya Savaşı sonunda
imzalanan anlaşmalarla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
tarih sahnesinden silinir.
İmparatorluğun dağılmasının ardından Macaristan bağımsız
bir ülke olduğunu ilan eder, ancak savaşta gösterdiği başarısızlık
nedeniyle hükümet halkın desteğini büyük oranda kaybetmiştir.
Bu duruma çevre ülkelerle yaşanan siyasi sıkıntılar ve toprak kaybı
eklenince Başbakan Mihály Károlyi, göreve gelmesinden kısa bir
süre sonra istifa eder. Macaristan Komünist Partisi’nin iktidara
gelmesiyle Macaristan Sovyet Cumhuriyeti ilan edilir. Béla Kun
başkanlığındaki hükümet, Rusya’daki Büyük Ekim Sosyalist Devrimi hariç tutulursa, Avrupa’da komünist bir politika benimseyen
ilk hükümettir.
Dört ay iktidarda kalan komünistler kısa zamanda pek çok iş
yapar. Aristokrat unvanlarının kaldırılması ve azınlık hakları bunların başında gelir. İcraatlarda laik politika benimsenmesi, arazilerin
kamulaştırılması ve parasız eğitim partinin ülke genelinde yaptığı
önemli reformlardır.
27
1848 Macar Devrimi
1 ŞUBAT 1946’DA KRALLIK KALDIRILIR VE MACARISTAN CUMHURIYETI
ILAN EDILIR. 1949’DA ISE SOVYET RUSYA’NIN 1936 ANAYASASI
MODEL ALINARAK HAZIRLANAN YENI ANAYASA KABUL EDILIR VE
ÜLKENIN ADI MACARISTAN HALK CUMHURIYETI OLUR.
Macaristan Komünist Partisi (MKP), I. Dünya Savaşı sonunda
yapılan anlaşmalarla kaybedilen toprakların geri alınması için
de faaliyete geçer. Aslında “Kırmızılar”ın (komünistler) diğer reformlardan ziyade ülke halkına verdiği söz budur. Başarılı askerî
operasyonlar sonucu Çekoslovak askerler yurttan atılır, Alba Iulia
Anlaşması’yla Romanya’ya bırakılmış Erdel’i geri almak üzere
planlar yapılır. Ancak MKP üzerindeki hem yurt içinden hem de
yurt dışından giderek artan baskı nedeniyle kazanılan topraklar
geri bırakılır. Hükümet eşit paylaşım yapmamakla, sözünü tutmamakla suçlanmaktadır. Ayrıca komünistlerin iktidarıyla mümkün
kılınan demokrasi, yerini kısa bir süre sonra işçi üstünlüğüne
bırakır. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı MKP iktidardan düşürülür; komünistlerin deyimiyle devrim yenilgisi meydana gelir.
28
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Krallıktan Halk Cumhuriyeti’ne
Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’nin yıkılmasından bir süre sonra,
1920 yılının Ocak ayında geçici bir hükümet kurulur. Ülkeyi seçime
götüren bu hükümet kendinden önceki hükümetlerin pek çok
uygulamasını iptal eder; hatta monarşi tekrar benimsenir ve ülkenin adı Macaristan Krallığı olarak anılmaya başlar. Seçimlerde
kadınlar da erkekler de oy kullanabilmiştir; ilk kez gizli oylama
yapıldığından 1920 seçimleri sonraları demokratik bir adım olarak
değerlendirilecektir. Seçim sonrası Hıristiyan Ulusal Birlik Partisi
(KNEP) ve Küçük Toprak Sahipleri Partisi (NKP) koalisyon kurarak
ülke yönetiminde söz sahibi olurlar.
Yeni hükümetin ilk işlerinden biri I. Dünya Savaşı’nda galip
gelen İtilaf Devletleri’nin dayattığı sözde barış antlaşmasını
imzalamak olur. Adeta Macarların Sevr’i olan Trianon Antlaş-
1956 YILINDAKI MACAR DEVRIMI, MACARISTAN PARLAMENTOSU
ÖNÜNDE TOPLANAN YAKLAŞIK 300 BIN KIŞIYLE BAŞLAR.
DEVRIMCILER YALNIZCA ATTIKLARI SLOGANLARLA DEĞIL, DEVLET
KURUMLARINA SALDIRARAK DA TEPKILERINI GÖSTERMEKTEDIR.
ması hem Macar ordusunun asker sayısını kısıtlamakta hem de
Macaristan topraklarının üçte ikilik bir kısmını başka ülkelere
paylaştırmaktadır. Giden topraklarla beraber maden yatakları,
ticari yollar, ormanlar ve ekilebilir araziler de kaybedilmiştir. Bu
durum Macaristan’ı II. Dünya Savaşı patlak vermeden evvel bir
felakete sürükler. Macaristan önceleri savaş dışında kalmayı
tercih ettiyse de eski düşmanlarına karşı mücadele etmek, yeni
topraklar kazanmak için Üçlü Pakt’a katılır ve savaşa dahil olur.
Yıkıcı sonuçlara yol açan II. Dünya Savaşı, Macaristan’ı savaş tazminatı ödemeye mahkum ettiği gibi ülkede üç yüz binden fazla
kayba yol açar. Ayrıca savaşın Sovyet Rusya lehine sonuçlanması
onu dünya siyasetine hâkim bir konuma getirmiş, bu durum
Macaristan üzerinde de etkili olmuştur. Sovyet Rusya, komünist
rejimi Macaristan’a yavaş yavaş yerleştirmeyi planlamaktadır.
Macaristan’da 21 Aralık 1944 tarihinde geçici hükümet kuru-
1956 Macar Devrimi
lur. Demokratik bir seçim olabilmesi için ise Sovyet Rusya Doğu
Avrupa’daki tek serbest seçimlerin Macaristan’da yapılmasına
müsaade eder. Seçimleri kazanan parti Bağımsız Küçük İşletmeciler, Tarım İşçileri ve Şehirliler Partisi (FkgP) olur. Merkez sağda
yer alan ve oyların yüzde 57’sini kazanan bu parti yerine, oyların
yüzde 17’sini alan Macaristan Komünist Partisi’ne hükümeti
kurma görevi verilir.
1 Şubat 1946’da krallık kaldırılır ve Macaristan Cumhuriyeti
ilan edilir. 1949’da ise Sovyet Rusya’nın 1936 Anayasası (Stalin
Anayasası olarak bilinir) model alınarak hazırlanan yeni anayasa
kabul edilir ve ülkenin adı Macaristan Halk Cumhuriyeti olur. Macar
Sovyet Cumhuriyeti’nin bir varisi olarak görülen devletin nişanı
orak-çekiç ve kızıl yıldız içermektedir.
Macar Devrimi başlıyor
Macaristan’da komünist iktidar 1956 yılına kadar sürer. Bu tarihten
önce ülkenin aydınları ve üniversite öğrencileri muhalif örgütler
kurmaya başlamışlardır. Bunlardan Macar şair Sándor Petőfi adına
kurulmuş olanı dikkat çekicidir. Zira Macarların ulusal şairi Petőfi
1848 Macar Devrimi’nin önemli isimlerindendir. Macaristan’daki
işçiler ise henüz sessizliğini korumaktadır, ancak 23 Ekim’den sonra
devrime yön veren onların demir yumruğu olacaktır.
Szeged ve Budapeşte Teknik Üniversitelerindeki öğrenciler
yayımladıkları bildirilerde Sovyet Rusya’nın ülkeyi terk etmesini,
serbest seçimlerin yapılmasını, insanların daha özgür yaşamasını,
demokrasinin benimsenmesi gerekliliğini vurgular. Aynı esnada
Polonya’daki işçilerin ayaklanması ve bu iki ülkenin diktatörlük
rejiminden kurtulma konusunda birbirine verdiği destek kayda
değerdir. Zira Petőfi üyeleri, aydınlar ve öğrenciler Polonya’daki
işçi direnişine destek amacıyla Macaristan Parlamentosu önünde
toplanır. Macar Devrimi, bina önünde toplanan yaklaşık 300 bin
kişiyle başlar.
Devrimciler yalnızca attıkları sloganlarla değil, devlet kurumlarına saldırarak da tepkilerini göstermektedir. Polisin kalabalığa
açtığı ateşle pek çok kişi ölürken, devletin yardım için çağırdığı
askerler halkın yanında yer alarak onlara silah dağıtmış, Sovyet
Rusya ordusunun işin içine girmesi ise olayları iyice büyütmüştür.
29
1956 Macar Devrimi
Halkın diktatör rejime en büyük tepkisi işçilerin greve gitmesi
ve sanayinin durma noktasına gelmesidir. Radyoların basılması, gazetelerin ele geçirilmesi ve tüm devlet kurumlarının işgal
edilmesiyle devlet yıkılma noktasına gelmiştir. Sovyet Rusya’nın
olaylara hazırlıksız yakalanması, alelacele aldığı kararlar devrimi
bastırmak için izlediği yolların başarısızlıkla sonuçlanmasına neden
olur. Devrimin ancak kanla bastırılacağı anlaşılarak Sovyet Rusya
ordusu olaylara müdahale eder. Tankla, tüfekle, bombalarla halka
saldırılır, kentler yakıp yıkılır. Doğu Bloku içinde ilk anti-totaliter
devrim olarak kabul edilen bu olayda maddi kayıplar bir yana,
ölenlerin sayısı on binlerle telaffuz edilir. Macarların ikinci başkaldırışı da felaketle sonuçlanır. Olaylar her ne kadar geç bastırılsa ve
binlerce ölüme neden olsa da ülke içinde tarım reformuna ve ceza
kanununda değişikliğe gidilen yolun önü açılmıştır.
30
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Doğu Bloku’nun çöküşüyle doğan Macaristan
Macaristan 1989 yılına kadar Sovyetler Birliği ve onun Avrupa’daki
müttefiklerini tanımlayan bir ifade olan Doğu Bloku, Winston
Churchill’in deyimiyle Demir Perde içinde yer alan ve Moskova’dan
yönetilen bir ülkedir. Bu dönemde ülkenin bakış açısı komünist
anlayış çerçevesinde şekillenir. Sovyet Rusya’nın önce Doğu Bloku
ülkelerindeki baskıyı azaltması, ardından Blok’un çöküşüyle Bulgaristan, Doğu Almanya, Polonya, Macaristan gibi ülkeler iç ve dış
işlerinde bağımsız birer ülke olurlar.
Doğu Bloku’nun yıkılışının Doğu Avrupa üzerindeki en büyük
etkilerinden biri demokratik seçimlerin yapılabilmesidir. Macar
Sosyalist İşçi Partisi’nin (MSZMP) 1989’da feshedilmesi, yani
tek partili dönemin kapanmasıyla yeni partiler organize olur ve
Siyasi Partiler Kanunu kabul edilir. Ayrıca ülkenin isminden “halk”
ifadesi kaldırılır. İlk serbest seçim olan 1990 seçimlerinde ülkede
BUGÜN BAĞIMSIZ VE DEMOKRATIK BIR DEVLET OLAN MACARISTAN
CUMHURIYETI’NDE HALK EGEMENLIĞI ILKESI GEÇERLIDIR.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE ÇOK PARTILI PARLAMENTER SISTEMI
BENIMSEYEN ÜLKE 2011’DE YENI ANAYASASINI KABUL ETMIŞTIR.
1956 Macar Devrimi
65 parti bulunurken 12’sinin seçime girmesi dahi demokratik bir
adım olarak değerlendirilir. Milliyetçi muhafazakar Macaristan
Demokratik Forumu (MDF) oyların yaklaşık yüzde 43’ünü alarak
seçimden galip çıkar.
Demokratik parlamenter rejime geçen ve Sovyet Rusya’nın baskı
uyguladığı dönemin izlerini yavaş yavaş silmeye başlayan Macaristan siyasi, idari ve ekonomik alanlarda reformlar gerçekleştirmiş,
Avrupa Birliği üyeliği gibi köklü değişimlere kollarını sıvamıştır.
Doğu Bloku’nun yıkılmasından yaklaşık 15 yıl sonra, 2004 yılında (ki
bu siyaset tarihçileri nezdinde kısa bir süredir) AB üyesi bir ülke olur.
Bugün bağımsız ve demokratik bir devlet olan Macaristan
Cumhuriyeti’nde halk egemenliği ilkesi geçerlidir. Hukukun üstünlüğü ve çok partili parlamenter sistemi benimseyen ülke
1949’dan itibaren birçok kez değişikliğe uğrayan, 1989’da ciddi bir
revizyon geçiren anayasa yerine, 18 Nisan 2011’de yeni Macaristan
Béla Kun
Anayasası’nı kabul eder. 1989 Anayasası’nın özgürlükçü ifadeler
içermesi, ancak komünist yönetim döneminde kabul edilen 1949
Anayasası’nın yamalı bir hali olması nedeniyle yeni bir anayasaya
ihtiyaç duyulmuştur. O yıllarda benimsenen komünist çizgiden
hayli uzak olan yeni anayasa “Tanrı Macarları kutsasın” sözleriyle
başlar ve metinde ülkenin “Hıristiyan Avrupa’nın bir parçası” olduğu
belirtilir. Ayrıca 1949 Anayasası’nın tanınmadığı ve geçersiz olduğu
ifade edilmiştir. Anayasa metninde özgürlük, bağımsızlık, refah,
asayiş gibi kavramlar öne çıkmaktadır.
Muhafazakar olduğu gerekçesiyle kabul edildiği dönemde çeşitli
tartışmalara yol açan yeni anayasa parlamentoda sosyalist, yeşil
liberal ve aşırı sağcı partilerin olumsuz oylarına rağmen üçte iki
çoğunlukla kabul edilir. Bu aslında Macaristan’ın tamamen bağımsız koşullarda, demokrasi anlayışını benimseyerek ürettiği ilk
anayasadır.
31
SAFFET ARIKAN BEDÜK:
DEMOKRASININ DAYANDIĞI EN ÖNEMLI GÜÇ
OLAN SIYASET, ŞAHSI IKBAL IÇIN DEĞIL,
MILLET IÇIN YAPILIR
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
VALI, EMNIYET GENEL MÜDÜRÜ VE ANKARA MILLETVEKILI OLARAK
ÜLKEMIZE ÖNEMLI HIZMETLERDE BULUNAN SAFFET ARIKAN
BEDÜK, SIYASETIN UZLAŞMA SANATI OLDUĞUNU BELIRTEREK,
“DEMOKRASIDE HALKIN IRADESI HER ŞEYIN ÜSTÜNDEDIR.
EĞER BU IRADE BIR PARTIYI TEK BAŞINA IKTIDARA GETIRMEMIŞSE
ASGARI MÜŞTEREKLERDE BULUŞARAK BIR KOALISYON HÜKÜMETI
OLUŞTURULMASI SIYASETÇILERIN KAÇINILMAZ GÖREVIDIR” DIYOR.
32
SÖYLEŞI
Özgeçmişinize baktığımızda uzun yıllar mülki idare amiri ve Emniyet Genel Müdürü olarak
görev yaptığınızı, 20. ve 21. Dönemlerde ise TBMM çatısı altında yer aldığınızı görüyoruz.
Söyleşimizin başında siyasete girmeye nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Siyasete neden girdiğimden önce siyasetten ne anladığımı ifade etmek istiyorum. İnsan onuruna en uygun rejimin adı demokrasidir. Siyaset demokrasinin dayandığı en önemli güçtür.
İnsanların huzuru, güvenliği ve refahının sağlanması devletin görevidir. Siyaset devlet işlerini
düzenleme ve yönetme sanatıdır. Milletvekili olmadan önce yürütme organının çeşitli kademelerinde son derece önemli görevlerde bulundum. Bu görevleri yapmamı nasip eden Allah’a
şükrediyor, bana güvenenlere de teşekkür ediyorum. Üstlendiğim görevleri layıkıyla yerine
getirebilmek için gecemi gündüzüme katarak çok ama çok çalıştım. Çünkü beni yetiştiren
devletime ve milletime görev borcum vardı. Bu görevim ölünceye kadar devam edecektir.
Ayrıca yetişmemde ve eğitimimde hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, tüccar-terzi olarak görev
yapmış kıymetli babama ve kadın terzisi sevgili anneme çok şey borçlu olduğumu, onları
rahmetle ve minnetle andığımı belirtmek isterim.
Çeşitli il ve ilçelerimizde vali ve kaymakam olarak verdiğim hizmetler, gerçekleştirdiğim
yatırımlar, Başbakanlık’ta, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde, Yükseköğretim Kurulu’nda
edindiğim bilgi ve tecrübeler herkese nasip olmayacak önem ve ağırlıktadır. Ekonomik
hayatımızda bahsi geçen 24 Ocak Kararları’nın alındığı süreçte, para-maliye politikaları ve
yapılanmalarındaki değişikliklerin hazırlanmasında, serbest piyasa ekonomisine geçiş müzakerelerinde Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürü, bir kısmında da Başbakanlık
Müsteşar Yardımcısı olarak görevliydim. O dönemde, çok sevdiğim kardeşim, dostum Hasan
Celal Güzel’le beraber çalışma zevkine de eriştim. Merhum Süleyman Demirel’in Başbakan,
merhum Turgut Özal’ın ise Başbakanlık ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı olarak görev
yaptıkları zamanda aralarındaki sevgi, saygı ve güveni gördüm. Ülkesine ve milletine sevdalı
iki devlet ve siyaset adamının koordinasyon ve işbirliğini, bilgilerini projelerine yansıtmalarını
zevkle takip ettim. 24 Ocak Kararları’nın dosyalarını Başbakan’a arz ettikten sonra odasına
döndüğünde “Oh, çok şükür, ikna oldu. Allah utandırmasın, Allah yardımcımız olsun” diyen
zamanın müsteşarı Turgut Özal’ın heyecanına ve memnuniyetine şahit oldum. Bu benim için
önemli bir andır. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la gönül bağım ölünceye kadar devam
etti. Her iki büyüğümüze de Allah’tan rahmet diliyorum.
Sayın Turgut Özal siyasete girmem
hususunda teklifte bulunmuştu. “Siyasetten ziyade bürokraside görev almak
istiyorum. Vereceğiniz görevi yapmaya
hazırım” diyerek bu teklifi kabul etmemiştim. Bunu duyan arkadaşlar hayret
etmiş, “Niye teklifi kabul etmedin?”
diye sormuşlardı. O dönemde tercihimi
bürokrasiden yana kullanmıştım. Ancak
1995 tarihinde Kayseri Valisi iken Doğru
Yol Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Tansu
Çiller’in ısrarı üzerine siyasete girmeye
karar verdim. Edindiğim bilgi ve tecrübeleri yasama organında ülkeme ve
milletime hizmetlerimle paylaşmanın
bir borç olduğunu ve zamanın geldiğini
düşündüm.
Sizden önce ailenizde siyasetle ilgilenmiş olanlar var mı?
Evet, ailemde siyasetle ilgilenen kişiler oldu. Annem Demokrat Partili bir
siyasetçiydi. Hatta kendisine belediye
başkanlığı teklifi gelmişti, ama aile kabul
etmedi. Amcam Suat Bedük Demokrat
Parti Siirt Milletvekili olarak görev yaptı.
Maalesef 1960 ihtilaliyle onun da milletvekilliği sona erdi.
Milletvekilliği döneminizde özellikle
üzerinde durduğunuz konular neler
oldu?
20. Dönem’in tamamında, 21. Dönem’in
ise birinci devresinde Doğru Yol Partisi
Grup Başkanvekilliği yaptım. Denilebilir
ki Meclis’te en zor iş grup başkanvekilliğidir. Çeşitli konularda parti adına
görüş beyan edilmesi, partiye yönelik
eleştirilere cevap verilmesi, Meclis çalışmalarına katılımın sağlanması, kanun
tekliflerinin hazırlanması gibi pek çok
görevi iki grup başkanvekili arkadaşımla
birlikte gerçekleştirdik. Çiftçi, köylü,
esnaf gibi toplumun çeşitli kesimlerinin meseleleriyle ilgili kanun teklifleri
33
“28 ŞUBAT SÜRECI TÜRK DEMOKRASISI IÇIN BIR KAYIP VE SIYASI
TARIHIMIZ IÇIN BIR AYIPTIR. MILLÎ IRADEYLE GÖREVE GELMIŞ
HÜKÜMET HEDEF ALINMAK SURETIYLE BIR NEVI DARBE YAPILMIŞTIR.”
verdik, bunların bir kısmı yasalaşma imkanı buldu. Ayrıca eğitim, turizm, güvenlik, gençlerin sorunları gibi pek çok konu üzerinde durduk, yasal düzenleme çalışmalarına önemli
katkılarda bulunduk.
Meclis’te iki dönem Ankara Milletvekilliği yaptım. Seçmenlerimizle her zaman iletişim
halinde olmaya özen gösterdim. Zaten bir milletvekili vatandaşa kapısını daima açık tutmalı, seçmenleri güleryüzle karşılayarak taleplerini dinlemeli ve sorunlarını çözmek için
çaba harcamalıdır. Halkla münasebetleri iyi olmayan siyasetçinin de yöneticinin de başarılı
olması mümkün değildir. Bir milletvekili olarak seçmenin iyi ve kötü gününde yanında olma
mecburiyetiniz vardır. Düğüne, nişana, sünnete, hemşehri gecelerine mutlaka katılmanız
ve maddi katkıda bulunmanız gerekir. Bu özel günlerde vatandaşlarımızla bir arada olma-
ya gayret ettim. Sık sık ilçeleri ve köyleri
dolaştım. Geçmişte Ankara Valisi olarak
görev yaptığım için Ankaralıları yakından
tanıyordum. Valiliğim döneminde “Halk
Günü” yapar ve o gün sadece vatandaşların talep ve sorunlarını dinlerdim. Bize iletilen meselelerin çözümüne yönelik bir irade
ortaya koyardım. “Halk Günü” uygulaması
benden sonra da devam ettirildi. Ankara
Milletvekilliği yapmak büyük bir onurdur.
Üstlendiğim sorumluluğun bilinci içerisinde üzerime düşen görevi en iyi şekilde
yerine getirmeye çalıştım.
1996-2002 arasında milletvekilliği yaptınız. 28 Şubat süreci, 1999 depremi gibi
önemli olayların yaşandığı o yıllara dair
neler söylemek istersiniz?
28 Şubat süreci Türk demokrasisi için bir
kayıp ve siyasi tarihimiz için bir ayıptır.
Millî iradeyle göreve gelmiş koalisyon
hükümeti hedef alınmak suretiyle bir nevi
darbe yapılmıştır. Bu unutulmayacak bir
acıdır. Doğru Yol Partisi (DYP) ile Refah
Partisi (RP) birlikteliğinde kurulan koalisyon hükümeti, program ve icraatlarıyla
esnaf ve sanatkardan köylü ve çiftçiye
kadar toplumun çeşitli kesimleri nezdinde itibarla karşılanmış ve başarılı olarak
nitelenmiştir. Halkımız o dönemi bugün
de çok güzel bir şekilde anıyor ve takdirlerini ifade ediyor. 28 Şubat sürecinde
Refah Partisi’ne yönelik tepki maalesef
Doğru Yol Partisi’ne de yansıdı ve DYP’yi
de hedef alan bir noktaya doğru gitti.
Zamanın başbakanı Prof. Dr. Necmettin
Erbakan -kendisi fevkalade saygın bir insandı, Allah rahmet eylesin- istifa etmek
mecburiyetinde kaldı. O dönemde Refah
34
SÖYLEŞI
Partili ve Doğru Yol Partili 280’e yakın milletvekilinin imzasını
Refah Partisi Grup Başkanvekili Sayın Salih Kapusuz’la birlikte
Cumhurbaşkanlığı’na götürdük ve Sayın Tansu Çiller’e başbakanlık
görevi verildiği takdirde destekleyeceğimize dair beyanda bulunduk. Maalesef bu isteğimiz kabul edilmedi. Çoğunluğu sağlayacak
bir koalisyon hükümeti kurma imkanı varken azınlık hükümetinin
kurulması tercih edildi. Bu ayıplanacak bir husustu, demokrasimiz
yara aldı, daha sonra da bir kısım sıkıntılar yaşandı. 28 Şubat süreci
maalesef siyasi tarihimizde fevkalade kötü bir şekilde anılacaktır.
Meclis’te olduğum dönemde meydana gelen 1999 depremi tüm
milletimizi yasa boğdu. Vefat edenleri bir kez daha rahmetle anıyorum. O dönemde tüm siyasi partiler yaraları sarmak için adeta
anlaştı. Milletimiz seferber oldu. Doğru Yol Partisi olarak bu olağanüstü dönemde hem yaraların sarılmasına yönelik faaliyetlere
destek veren, hem eksikleri ifade eden, hem de Meclis’i ve kamuoyunu bilgilendiren bir çerçevede hareket ettik. Milletimiz bu acılı
günlerde birlik ve beraberlik içinde fevkalade önemli bir sınav verdi.
Koalisyon hükümetlerinin görevde olduğu dönemlerde Meclis’te
yer aldınız. Size göre koalisyonların avantajlı ve dezavantajlı
yönleri neler?
Ülkenin yönetimi, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınması ile
meselelerinin çözümünde tek başına iktidar olmanın avantajı
büyüktür, rahatlığı da vardır, bunu kabul etmek lazım. Ancak
halkın iradesi bir partiyi tek başına iktidara getirmiyorsa ülkenin
hükümetsiz kalması da mümkün değildir. Bu durumda çözüm
demokrasidedir. Asgari müştereklerde bir araya gelip hükümet
kurmak siyasi partilerin kaçınılmaz görevidir. Tek parti iktidarı
kadar, koalisyonu da demokrasinin son derece önemli bir çözüm
aracı olarak görmek mecburiyetimiz vardır. Fayda ve mahsurları
tartışmak yerine sistemi ülkenin istifadesine sunmak gerekir.
Siyasette uzlaşma kültürünün yok olmaya başladığı, siyaset dilinin sertleştiği yönünde yorumlar yapılıyor. Tecrübeli bir siyasetçi
olarak bu konudaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Siyaset bir uzlaşma sanatıdır. Hoşgörülü, nazik, saygılı konuşma
ve değerlendirmeler demokrasinin güçlenmesini sağlar. Hakaret,
nefret, öfke ve kin hiçbir partiye, kişiye veya milletimize fayda
getirmez. Öfke aklın ve yüreğin kaybolmasıdır. Eleştiri siyasetçi
için de yönetici için de bir vitamindir. Eleştiriyi nezaketle yapmak
kadar muhatabının da aynı davranış içerisinde olması önemli ve
gereklidir. Herkes eleştiriden payını almak, hataları varsa düzeltmek, eksik tarafları varsa gidermek mecburiyetindedir. Eleştiri
kişiye konu hakkında tekrar bir açıklama yapma imkanı da doğurmaktadır.
Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri
hangi temel niteliklere sahip olmalıdır?
Siyaset şahsi ikbal için yapılmaz. Şahsi çıkarları için siyaset yapanlar yok olmaya mahkumdur. Bu tip kişileri siyasi tarihimiz de asla
affetmez. Milletvekili donanımlı, bilgili ve kendini iyi yetiştirmiş
olmalıdır. Giyimi kuşamı, konuşması, üslubu ve tavrıyla örnek
teşkil etmelidir. Bilindiği gibi hepimiz her yaşta yeni bir şeyler
öğreniyoruz. Çünkü eğitim sonsuz bir süreç. Bu bakımdan yeni
milletvekili seçilenlerin Meclis’in işleyişi, yasama faaliyetleri gibi
konularda hizmet içi eğitim sürecinden geçmelerinin yararlı olacağını düşünüyorum. Bu, milletvekilini küçültmez, aksine Meclis’te
daha verimli çalışmalar gerçekleştirmesine katkı sağlar.
Size göre ülke gündemindeki en önemli konular ve çözüm bekleyen sorunlar nelerdir? Özellikle terör olayları konusundaki
değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Tabii bu geniş kapsamlı bir soru. Türkiye’nin çok yönlü sorunları
var. Mesela gençlerin iş bulamaması en önemli meselelerden biri.
İyi eğitim almış genç bir nesil var, ama maalesef onlara iş imkanı
sunulamıyor. Yeni mezun olmuş gençlerimize hem kendi işlerini
kurabilecekleri hem de üretici olabilecekleri imkanlar yaratılabilir.
Mesela boş Hazine arazileri gençlerin istifadesine sunulduğu
takdirde ziraat fakültesi veya veterinerlik fakültesi mezunu genç
müteşebbisler bir araya gelerek burada kendi üretim çiftliklerini
kurabilirler. Bu gençlere geri ödemeli olarak kredi desteği de sağlanabilir. Bu sayede genç neslimiz hem üretken hale gelir, hem
sosyal bakımdan sıkıntıya düşmemiş olur, hem de ekonomiye
önemli katkıda bulunur.
Sorunuzda belirttiğiniz gibi terör olayları ülkemizin en önemli
meselelerinden bir tanesidir. Bu vesileyle şehitlerimizi bir kez
daha rahmet ve minnetle anıyorum. Terör örgütünün askerimize,
35
polisimize, kamu hizmetlerini yürüten sivil memurlarımıza yönelik
saldırılarını kabul etmek ve bunları karşılıksız bırakmak mümkün
değildir. Teröristler bilmelidirler ki Türkiye’yi ve Türk milletini hiçbir
surette bölemezler, bayrağımızı gönderden indiremezler, ezanı
susturamazlar. Bu ülke, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin
ortak değeridir ve vatanıdır. Türkiye üzerinde oynanmak istenen
oyunlara alet ve maşa olanlar, birlik ve beraberliğimizi bozamayacak, hak ettikleri cevabı da alacaklardır.
İşin başlangıcını iyi tahlil etmek gerekir. 1984-85 yıllarında
köyler basılıyor, ayrı ayrı köylerde 14, 17, 21 ve son olarak 38 vatandaşımızın öldürülmesi herkesi derinden üzüyordu. Zamanın
başbakanı Turgut Özal ile olay mahalline gitmiştik. Beşikteki 3
günlük bebek, 2, 5, 8 yaşındaki çocuklar, kadınlar, kızlar ve 80
yaşındaki dedenin cansız bedenleriyle karşılaştık. Kürt hakları için
kurulduğunu söyleyen bir örgüt Kürt kardeşlerimizi öldürmüştü.
Bunun üzerine alınan istihbarat ve yapılan değerlendirmeler sonucunda Sayın Özal’ın onayı ile özel harekat birliği ve köy koruculuğu
sistemi kuruldu. Vatandaşların can ve mal güvenliği, yerel halkın
işbirliği ve desteği alınarak sağlanmaya çalışıldı.
Bu vesileyle, son dönemde Diyarbakır, Suruç ve Ankara Garı’nda
gerçekleştirilen patlamalar sonucunda ölen vatandaşlarımıza
Allah’tan rahmet diliyor, yapanları kınıyorum. Bu olayların ülkemiz
üzerinde oynanmak istenen oyunların bir parçası olduğunu herkesin dikkatle değerlendirmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.
2002 yılından bu yana Meclis’te değilsiniz. Türk İdareciler Derneği Genel Başkanlığı başta olmak üzere siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz?
Türk İdareciler Derneği vali, vali muavini ve kaymakamların üye
olduğu yegane dernektir. 1963 yılında kurulmuş olan derneğimizin amacı mesleki konularda faaliyetler gerçekleştirip meslektaşlarımızın ekonomik ve sosyal haklarını takip etmenin yanı
sıra milletimize daha iyi hizmet verilebilmesi için neler yapılması
gerektiği hususunda araştırmalarda bulunmak, konferanslar,
Ruhumda Sensin Efkârım
Kalbimde gül, gönlümde gül, canan bana bir gül
Ruhumda sensin efkârımı dağıtan bir gül
Gel ey gönlümün bahçesinde şakıyan bülbül
Aklımda yalnız sen varsın, hem gül hem de bülbül
Sen olursan olmaz virane bu deli gönül
İçimden yükselen bu feryada bir bak da gül
Heyhat sorsan kim vardır bende, o da sen bir gül
Ruhumda yalnız sen varsın, hem gül hem de bülbül.
36
SÖYLEŞI
sempozyumlar düzenlemek ve buralardan elde ettiğimiz bilgiler
çerçevesinde raporlar hazırlayarak ilgililere yansıtmaktır. İdarecinin
Sesi dergisi fevkalade önemli bir yayın organımızdır. Derneğimiz
merkezi Brüksel’de bulunan Avrupa Devlet Taşra Temsilcileri
Birliği’ne üyedir. 22 ülkenin mülki idare amirlerinin temsilcilerinden
oluşan derneklerin üye olduğu bu birlikte seçimle gelerek başkanlık
görevini üstlendim. Derneğimizin en son İstanbul’da düzenlediği
uluslararası toplantıda meslek mensuplarımızın özellikle staj dönemlerinde kamu idarelerinin yanı sıra özel sektörde de hizmet içi
eğitimden geçmesi ve bir kısım görevler üstlenmesinin faydalı olacağı hususu değerlendirildi. Bu konuyu Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği (TOBB) Başkanı Sayın Rifat Hisarcıklıoğlu’na açtık. Kendisi
çok olumlu karşıladı. Şimdi TOBB’la birlikte bir proje geliştirerek
bakanlığımıza sunmaya hazırlanıyoruz.
Sanatla da ilgili olduğunuzu biliyoruz. Kaleme aldığınız şiirler
var. Bir kısmı da bestelendi...
Şiiri duyguların kelimelerle en güzel şekilde ifade ediliş biçimi
olarak değerlendiriyorum. Şiir, şairin kalbinden kaleme, kalemden
kağıda dökülen duyguların yorumudur, bestesidir, tercümanıdır.
Ahmet Haşim’in dediği gibi, şiir bir hikaye değil, sessiz bir şarkıdır.
Şiiri içten gelerek yazmak ve okumak gerekir diye düşünüyorum.
22 tane şiirim Amir Ateş, Pınar Köksal, Prof. Dr. Yaşar Bedük, Suat
Yıldırım, Erdoğan Tozoğlu ve Kenan Günel tarafından bestelendi.
Bundan memnuniyet duydum. Ağırlıklı olarak sevgiyi işlemeye çalıştığım şiirlerimi Gönül İşte... Böyle Dedi isimli kitapta derledim.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDEN
- ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR.
- BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR.
- BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI
120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR.
- ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR.
TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr
FAX HATTI: 0312 420 66 24
SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI:
ANKARA HOTEL PİNO
BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI
BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA
TEL: 0312 446 36 86
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
37
BIR ANTIK ÇAĞ METROPOLÜ
HATTUŞA
38
KÜLTÜR VARLIKLARI
ANADOLU’NUN EN ZENGIN UYGARLIKLARINDAN HITITLERE
YÜZYILLAR BOYUNCA BAŞKENTLIK YAPAN HATTUŞA, HEM BU
KADIM DEVLETE DAIR ÖNEMLI BILGILER SUNUYOR HEM DE
DÜNYA MEDENIYET TARIHINE IŞIK TUTUYOR. 1986 YILINDAN
BERI UNESCO DÜNYA MIRAS LISTESI’NDE YER ALAN HATTUŞA,
TÜRKIYE’NIN LISTEYE KAYDEDILEN ILK DEĞERLERINDEN BIRI.
ÇAĞLA TAŞKIN
A
nadolu’nun dünya uygarlık tarihine ve kültürel birikimine yaptığı sayısız katkı arasında
Hititlerin ayrı bir yerde durduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Tarih sahnesine
MÖ 3’üncü yüzyılda çıkan, çok unsurlu yapısının da etkisiyle hikayeleri görece yakın zamana
kadar karanlık kalan Hititlerin gizeminin açığa çıkmaya başlamasında dillerinin Bedrich Herozny
tarafından çözümlenmesi bir dönüm noktası olmuş. 19’uncu yüzyıl ortalarında Charles Texier’nin
gezileriyle başlayan, yüzyılın sonlarında Ernest Chantre’ın kazılarıyla devam eden ve 20’nci yüzyıl
başlarında İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile Alman bilim insanlarının ortak çalışmaları sayesinde
hız kazanan keşifler sonucunda Hitit uygarlığıyla ilgili birçok önemli bilgi elde edilmiş. Bunlar
arasında kuşkusuz akla ilk gelen, tarihteki en eski yazılı antlaşma olma niteliği taşıdığı kabul
edilen Kadeş Antlaşması. Mısır Firavunu II. Ramses ve Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanan
bu barış antlaşması, Hititlerin idari ve dinî merkezi Hattuşa’da ortaya çıkarılmış.
1986 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan ve
Türkiye’nin listedeki en eski alanlarından olan Hattuşa’nın önemi hem
Hitit uygarlığına ışık tutmasından
hem de şehirdeki unsurların iyi korunmuşluğundan kaynaklanıyor.
Çorum’un Boğazkale ilçesi yakınlarındaki Hattuşa’nın yerleşim tarihine
baktığımızda ilk izlerin tarihöncesi
döneme kadar uzandığını görüyoruz.
Hititler ise bölgeye MÖ 2000 civarında gelip yüzyıllar içinde giderek güçlenen bir devlet kurmuş. Varlığı devam
ettiği sürece Anadolu coğrafyasının
en etkili devletlerinden olan Hititlere başkentlik yapan Hattuşa veya
bugünkü adıyla Boğazköy’de gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler
sonucunda kentte MÖ 1700’lü yıllar
civarında bir yangın olduğu ortaya
çıkmış. Bu yangını büyük ganimetler
bulma hevesiyle geldiği şehirde hayal
kırıklığına uğraması nedeniyle Kuşşara Kralı Anitta’nın çıkardığı anlaşılmış. Bu bilgiye ise Anitta’nın ardında
bıraktığına inanılan “Gece yaptığım
bir saldırı ile şehri aldım. Yerine yaban
otu ektim. Benden sonra her kim kral
olur ve Hattuşa’yı yeniden iskan eder-
39
KUZEY KISMINA AŞAĞI ŞEHIR, GÜNEY KISMINA YUKARI ŞEHIR
DENILEN HATTUŞA’NIN ASLANLI KAPI, KRAL KAPI VE SFENKSLI
KAPI BAŞTA OLMAK ÜZERE ANITSAL KAPILARI BIZE IŞLEV VE
ESTETIĞIN NASIL HARMANLANDIĞINI GÖSTERIYOR.
se fırtına tanrısının laneti üzerinde olsun” yazılı kitabe sayesinde
ulaşılmış. Anitta’nın laneti Hitit Kralı Labarna’yı çok korkutmamış
olsa gerek, zira buraya gelip şehri yeniden iskan etmiş ve “Hattuşalı” anlamına gelen Hattuşili ismini almış. Hattuşa’da bulunan
oldukça fazla sayıdaki çivi yazılı tablet sayesinde şehirdeki sosyal,
idari ve dinî yaşam hakkında fikir sahibi olmak mümkün. Tabletler
aynı zamanda Hattuşa’nın diğer devletlerle olan yazışmalarına ve
bu devletlerle yapılan antlaşmalara da ışık tutuyor.
Hattuşa’nın hazinesi çivi yazılı tabletlerden ibaret değil elbette.
Şehrin ayakta kalmayı başarmış kısımlarından her biri bize bu çok
40
KÜLTÜR VARLIKLARI
unsurlu, çok dinli merkez hakkında önemli bilgiler sunuyor. Uzunluğu
8 kilometreyi bulan ve üzerinde şehir dışına açılan kapılar olan
surlarla çevrili Hattuşa’nın merkezinde bir kale, kalenin kuzeyinde
ise bir açık hava tapınağı niteliğindeki Yazılıkaya yer alıyor. Şehrin
kuzey kısmı Aşağı Şehir olarak adlandırılırken güneyde kalan kısmına da Yukarı Şehir deniliyor. Hattuşa’nın günümüze ulaşmayı
başaran mimari yapıları ve bu yapılardaki detaylar sayesinde Hitit
uygarlığının karanlıkta kalan kısımları bir bir ortaya çıkıyor.
Tanrılar ve hükümdarların yüceltildiği mabet
Hattuşa’nın en iyi korunmuş ve bizleri aydınlatmaya en mukte-
dir olan mirasları arasında Yazılıkaya açık hava tapınağı ayrı bir
yerde duruyor. Şehre yaklaşık 2 kilometre uzaklıktaki Yazılıkaya,
doğal kayalıklara inşa edilmiş. Hitit halkının bu derece önemli ve
büyük bir mabet için özellikle kayalıklı bir bölgeyi tercih etmesi,
bazı akademisyenlerce taş ve kayanın Hitit dinî inancında özel
bir yeri olduğu şeklinde yorumlanıyor. Hitit halkının her bahar
yeni yılın gelişini kutladığı yer olduğu düşünülen Yazılıkaya, iki
ana odadan oluşuyor. Bu tapınağın en önemli özelliği ise yalnızca Hitit tanrılarının değil, aynı zamanda Hurri kökenli tanrıların
betimlemelerinin de bulunduğu bir yer oluşu. Bu durum, Hitit uygarlığının çok unsurlu yapısının temel göstergeleri arasında kabul
ediliyor. Yazılıkaya’nın ana kısmını oluşturan odanın duvarları iki
yanda tanrı ve tanrıça kabartmalarıyla donatılmış. Bu tanrı ve
tanrıça dizilimi takip edildiği takdirde tapınağın esas unsuruna,
fırtına tanrısı Tesup ile güneş tanrıçası Hepat’ın bir arada tasvir
edildiği noktaya geliniyor. Bu kabartma, karı-kocanın buluşmasından çok daha fazlasını anlatıyor ve önemli simgesel anlamlar
taşıyor. Odanın duvarlarında tasvir edilen tanrıların tanıklık ettiği
bu birleşme, esasen gökyüzü ile yeryüzünün bir araya gelişini,
hayatın doğum-ölüm-yeniden doğum şeklinde ilerleyen sonsuz
döngüsünü sembolize ediyor. Bu odada yer alan bir diğer önemli
kabartma ise Tesup ile Hepat kabartmasının tam karşısına konumlandırılmış. Çalışma, Hitit Kralı IV. Tuthaliya’yı gösteriyor.
Yazılıkaya tapınağındaki diğer ana odaya baktığımızda ise
yine bir önceki odada olduğu gibi sıra halinde tanrı ve tanrıça ka-
41
HITIT HALKININ HER BAHAR YENI YILIN GELIŞINI KUTLADIĞI
YER OLDUĞU DÜŞÜNÜLEN YAZILIKAYA, IKI ANA ODADAN
OLUŞUYOR. BU ODALARDA SIRA HALINDE TANRI VE TANRIÇA
KABARTMALARINA RASTLANIRKEN GÜNLÜK HAYATIN IÇINDEN
BIRÇOK SAHNENIN DE DUVARLARA IŞLENDIĞI GÖRÜLÜYOR.
bartmalarına rastlıyoruz. Bu odanın en
önemli özelliği, mekanın IV. Tuthaliya’ya
adanmış bir mezar odası olduğunun
düşünülmesi. Odadaki kabartmalar
tapınağın diğer bölümlerine kıyasla
çok daha iyi korunmuş. Bu odanın
duvarlarına yer altı tanrısı Nergal’in
başının tasvir edildiği, kabzasını dört
aslanın oluşturduğu büyük bir kılıç ve
IV. Tuthaliya’yı fırtına tanrısı Tesup’un
oğlu Sarruma’yla sarılır halde gösteren
42
KÜLTÜR VARLIKLARI
bir kabartma yapılmış. Odanın girişindeki kireçtaşı blok üzerinde bir zamanlar IV. Tuthaliya’ya
ait bir heykelin yükseldiği tahmin edilirken odadaki nişler buranın bir adak yeri olarak da
kullanıldığını düşündürüyor. Yüzyıllar boyunca çeşitli ekleme ve değişikliklerin yapıldığı,
tanrı ve tanrıça kabartmalarının yanı sıra günlük hayatın içinden birçok sahnenin duvarlarına
işlendiği Yazılıkaya, bugün Hitit dinî yaşantısı ve sanat anlayışının en kıymetli nişanesi olma
niteliği taşıyor.
Şehrin Aslanlı Kapı, Kral Kapı ve Sfenksli Kapı başta olmak üzere anıtsal kapıları ise bize
Hattuşa’da işlev ve estetiğin nasıl harmanlandığını gösteriyor. Aslanlı Kapı’ya adını veren
aslan kabartmaları ve diğer işlemeler, Kral Kapı üzerindeki tanrı tasviri ile Sfenksli Kapı’nın
şehri koruduğuna inanılan sfenksleri Hititlerin sanatsal anlayışını yansıtırken surların altında
açılmış labirenti andıran ve özellikle bir saldırı durumunda şehre giriş-çıkışları sağlaması için
HATTUŞA’NIN AYAKTA KALMAYI BAŞARMIŞ EŞSIZ YAPILARI
VE BU YAPILARDAKI SANATSAL ÖGELER ILE KAZILARDA
GÜN IŞIĞINA ÇIKARILAN ÇIVI YAZILI TABLETLER, ŞEHRIN
DÖNEMIN EN ÖNEMLI METROPOLLERI ARASINDA YER
ALDIĞINI AÇIKÇA ORTAYA KOYUYOR.
tasarlanmış potern adı verilen dar geçitler bu halkın işlevsel mimarideki gelişmişliğini ortaya koyuyor.
Hattuşa’dan bahsederken 2011 yılında ülkemize iade edilen Boğazköy
Sfenksi’ne de değinmek gerekiyor. Bölgede 1915-1917 yıllarında yapılan
kazılarda birçok tabletin yanı sıra iki de sfenks bulunmuş. Restorasyon
çalışmaları için Almanya’ya gönderilen bu eserlerden hemen hepsi zamanla
ülkemize iade edilirken Boğazköy Sfenksi’nin iadesi için aradan neredeyse
yüz yıl geçmesi gerekmiş. Birçok diplomatik girişim sonucu Türkiye’ye dönen
ve bugün Boğazköy Müzesi’nde sergilenen kireçtaşından yapılmış Boğazköy
Sfenksi 2,5 metreyi aşan boyu, 2 metreye yaklaşan eni ve 1700 kiloyu bulan
ağırlığıyla devasa bir eser.
Hattuşa’nın ayakta kalmayı başarmış yapıları ve bu yapılardaki sanatsal
ögeler ile kazılarda çıkarılan ve devasa bir arşiv oluşturan çivi yazılı tabletler
bize bu şehrin döneminin en önemli metropolleri arasında yer aldığını açıkça
gösteriyor. Halkın yerleşimi için kullanılan kısımların yanı sıra saray yapıları
ve dinî yapılardan geriye kalanlar sayesinde Hattuşa’nın dönemin “süper
gücü” Hititlere layık çok yönlü bir başkent olduğu,
dahası buradan önemli ticari ilişkilerin yürütüldüğü
ve devletler arası iletişimin de yine bu merkezden
sürdürüldüğü anlaşılıyor. Hattuşa, yalnızca Hitit
devletine değil, Anadolu tarihine, dolayısıyla uygarlık
tarihine ışık tutuyor.
43
DEVLET SANATÇISI OZAN SAĞDIÇ’IN ARŞIVINDEN
YAKIN SIYASI TARIHIMIZE
DAIR ÇARPICI KARELER
44
RÖPORTAJ
İHTILAL DÖNEMLERI, MECLIS’IN TARIHÎ TOPLANTILARI, ÜLKEMIZIN
GELECEĞINE YÖN VERMIŞ DEVLET ADAMLARININ SIYASET VE
AILE HAYATLARI... BU SAYDIKLARIMIZ FOTOĞRAF ALANINDA ILK
VE TEK DEVLET SANATÇISI UNVANINA SAHIP OZAN SAĞDIÇ’IN
OBJEKTIFINE YANSIYAN ÇARPICI KARELERDEN BAZILARI.
HER BIRI YAKIN SIYASI TARIHIMIZE DAIR BIRER BELGE NITELIĞI
TAŞIYOR, GEÇMIŞTEN BUGÜNE PEK ÇOK ŞEY ANLATIYOR.
RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ
D
ile kolay, tam 62 yıldır fotoğrafla iç içe bir hayat sürüyor Ozan
lıma fotoğrafçı yamaklığı geldi, çünkü o zamanlar yapabileceğim
Sağdıç. “O an”ı yakaladığı öyle fotoğrafları var ki etkileniş oydu. Bir fotoğrafçıya müracaat ettim, karanlık oda işi verdiler,
memek mümkün değil. Yaşama, sanata,
ama pek beceremedim, çünkü acemiydim
siyasete dair nice unutulmaz kareye imza
ve onlar çok hızlı çalışıyorlardı. İşi tam yaatan Sağdıç, fotoğraf alanındaki ilk ve tek
pamamama rağmen beni sevmiş olacaklar
Devlet Sanatçısı unvanını taşıyor. Ulusal
ki İstanbul Umum Fotoğrafçılar Derneği’ne
ve uluslararası pek çok ödüle sahip usta
katip olmamı sağladılar. Bu sayede İssanatçı, “Neşe ve hüznü aynı fotoğrafta
tanbul’daki bütün fotoğrafçıları tanıdım.
buluşturmayı seviyorum” diyor.
Dernek aidatlarını kendileri getirebilirlerdi,
Ozan Sağdıç, fotoğrafla tanışma öyküama ben merakımdan stüdyoları tek tek
sünü şöyle anlatıyor: “İlk fotoğraf makidolaşır, hem aidat toplar hem de çalışmanemi aldığımda 18-19 yaşlarındaydım. Çok
larını gözlemlerdim. O zamanlar bugünkü
basit, oyuncak gibi bir kutu makineydi.
gibi iletişim araçları yoktu; bayram, yılbaşı
1953 senesinde o makineyle ilk önce
gibi günlerde mutlaka tebrik kartı göndeOzan Sağdıç
memleketim Edremit’teki tarihî Kurşunlu
rilirdi. O kartlardan yapabilir miyim diye
Cami’yi cumbalı iki ev arasından çekmişdüşündüm ve emanet bir fotoğraf makitim. Daha sonra Akçay’da bir at arabasının
nesiyle 40 kadar İstanbul fotoğrafı çektim;
siyah-beyaz tabii. Bir gün gazetede ‘Fosuları sıçrata sıçrata ırmaktan geçişini
toğrafçılardan manzara fotoğrafları satın
fotoğraflamıştım. İlk iki fotoğrafım healınacaktır’ diye bir ilan gördüm. İstanbul
men dikkati çekmişti. ‘Bu çocukta iş var’,
fotoğraflarımı alıp ilandaki adrese gittim.
‘İleride fotoğrafları Avrupa dergilerinde
Burası, aylık yayımlanan Hayat mecmuasıyayımlanacak’ sözlerini duymak benim için
nı daha kaliteli bir baskıyla haftalık olarak
manevi destek olmuştu. Lise üçüncü sınıfı
çıkarmaya hazırlanan yayıneviydi. 10 tane
bitirdiğim sene ani bir kararla lise eğitimi
fotoğrafımı aldılar, karşılığında çok iyi
dört seneye çıkarıldı. Fazladan bir sene
bir para verdiler. Bu parayla profesyonel
okumak doğrusu angarya gibi geldi ve işi
fotoğraf çekebilecek ilk makinemi aldım.
biraz haylazlığa vurdum. Neticede, yatılı
Yayınevindeki görüşme sırasında derginin
okuduğum Kabataş Lisesi’nde iki dersten
sahibi Şevket Rado ve neşriyat müdürü
bütünlemeye kaldım. Bir sene beklemem
Hikmet Feridun Es, ‘İki aya kadar bir dergi
gereken o dönemde İstanbul’da bir işte
Ozan Sağdıç’ın 1923-1946 yılları arasında milletvekilliği
yapmış
dedesi
Mehmet
Cavit
Bey
(soldaki)
çıkaracağız. Bâbıâli tecrübesi olmayan,
çalışıp geçimimi sağlamayı düşündüm. Ak-
45
günlük gazete foto muhabirliği alışkanlıkları
edinmemiş, taze bir göz arıyorduk, onu sende
bulduk. Bizimle çalışır mısın?’ dediler. Böylece
1956’da Hayat mecmuasında foto muhabiri
olarak çalışmaya başladım.”
“Memleketim Edremit’e geldiğinde Adnan
Menderes’in fotoğraflarını çekmiştim”
Ozan Sağdıç, İstanbul’da mesleğe adım attıktan sonra Ankara ile yolunun nasıl kesiştiğini
sorduğumuzda “1959 yılında Hayat mecmuasının Ankara bürosunun açılmasına karar verildi.
Hikmet Feridun Es ‘Ankara’ya gider misin?’ diye
sordu. Teklifi kabul ettim ve 29 Nisan 1960’ta
Ankara’ya geldim” yanıtını veriyor. O tarihten
itibaren siyaseti yakından takip eden Sağdıç,
ülkemizin geleceğine yön vermiş pek çok siyasetçinin fotoğrafını çekiyor. Onun usta objektifine ihtilal dönemleri de yansıyor, Meclis’in
tarihî toplantıları da.
Ozan Sağdıç, “Henüz gazeteci olmadan önce
fotoğraflarını çektiğim siyasetçiler var. Mesela
memleketim Edremit’i ziyaret ettiklerinde rahmetli Adnan Menderes ve Osman Bölükbaşı’nın
fotoğraflarını çekmiştim. O zamanlar 19-20
yaşlarındaydım ve amatör olarak fotoğrafla
46
RÖPORTAJ
ilgileniyordum. Kabataş Lisesi’nde öğrenciyken Bâbıâli’ye çok sık giderdim. Bir gün
Dünya gazetesinin önünde Kasım Gülek’i gördüm. Kendisini almaya gelecek arabayı
bekliyordu. Tam o esnada fotoğrafını çektim. Bu kareler hâlâ arşivimdedir” diyor.
Hayat dergisinde foto muhabiri olarak çalışmaya başladıktan sonra siyasetçilerle
sık sık bir araya gelen Sağdıç, renkli bir anısını şöyle anlatıyor: “Hayat mecmuasında işe girdikten kısa bir süre sonra bana önemli bir görev verdiler. Cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın Umurbey’de doğduğu evde fotoğraflarını çekecektim. Daha önce
hiçbir devlet adamının bu kadar yakınında olmadığım için fotoğraf çekerken nasıl
hitap edeceğimi bilmiyordum. Celal Bayar Umurbey’de köy meydanına geldiğinde
yanındaki kalabalıkla birlikte yürümeye başladı. Hemen kalabalığın önüne geçip
fotoğraf çekmek için hazırlık yaptım. O esnada elinde film kamerası ile bir ağabey koşa koşa yanıma geldi. Belli ki gruptan
biriydi ve işinde oldukça tecrübeliydi. Bana da sıcak davranmış
ve ‘Sen neredensin kardeşim?’ diye sormuştu. ‘Hayat mecmuasından’ cevabını verince ‘Oh, çok güzel, bizdensin yani’ demişti.
Onun tecrübeli biri olduğunu görünce bu ağabey nasıl davranırsa
ben de o şekilde davranmalıyım diye düşündüm. Yolda giderken
ağabeyin film kamerasında bir sıkıntı oldu ve Bayar’a seslenerek
‘Baba, bir dakika’ dedi. Bayar ve yanındakiler durdu. Filmci ağabey
sıkıntıyı giderdikten sonra ‘Tamam baba’ dedi ve heyettekiler
tekrar yürümeye başladı. Ben kaç gündür Celal Bayar’a nasıl
hitap edeceğimi düşünürken ağabeyin ‘baba’ diye seslenmesine
hem şaşırmış hem de demek ki devlet adamları muhabirlerle içli
dışlılar, birbirlerine karşı samimi davranıyorlar diye düşünmüştüm. Tam Bayar’ın doğduğu evin kapısından içeri girileceği sırada
makinemde film bitti. O anda hemen ağabey gibi yaptım ve Celal
Bayar’a ‘Baba, bir dakika’ diye seslendim. Bayar ve yanındakiler
şaşırmış bir halde bana baktılar. O anda ağabey imdadıma yetişti,
‘Baba, arkadaş bizden, Hayat mecmuasından’ dedi. Heyettekiler
bir süre film değiştirmemi bekledi ve ‘Tamam’ deyince kapıdan
içeri girdi. Sonrasında ‘baba’ diye seslenerek Bayar’ın pek çok
fotoğrafını çektim. Bu arada filmci ağabey ‘Babayla beraber
ben de bir fotoğraf isterim’ deyip yanına oturdu. O fotoğrafı da
çektim, bu ne samimiyet diye düşünerek. Evde çekim bittikten
sonra Prof. Dr. Kenan Özbel’le sohbet ederken ‘Turgut Bayar’ı ilk
kez tanıyorum, çok beyefendi bir insanmış’ dedi. ‘Turgut Bayar
47
SANAT YAŞAMINDA 62 YILI GERIDE BIRAKAN OZAN SAĞDIÇ,
FOTO MUHABIRI OLARAK SIYASETI YAKINDAN TAKIP ETTIĞI
DÖNEMLERDE İSMET İNÖNÜ’DEN ITIBAREN PEK ÇOK
CUMHURBAŞKANININ FOTOĞRAFLARINI ÇEKTIĞINI BELIRTIYOR.
kim hocam?’ dedim. ‘Bayar’ın oğlu’ dedi. ‘Buradaysa babasıyla
birlikte bir fotoğrafını çekseydik’ dedim. ‘Çektin ya, yukarıda
merdiven başında’ deyince filmci ağabeyin Celal Bayar’ın oğlu
olduğunu anladım. Meğer oldukça profesyonel bir film kamerası ile amatörce çekim yapıyormuş. Bayar’a benim için ‘Bizden’
demesinin de bir nedeni varmış. Hayat mecmuasını çıkaran
anonim şirketin murahhas azasıymış. Bu olaydan sonra ‘ben ne
çamlar devirmişim’ diye düşünürken sevindirici haberi neşriyat
müdürümüz Hikmet Feridun Es verdi. Turgut Bayar İstanbul’a
dönünce sorumlu patronumuz Şevket Rado’yu arayarak ‘Nereden
buldunuz bu çocuğu? Canavar gibi bir muhabiriniz var. Babamın
ağzından girdi burnundan çıktı. Bu kadar medeni cesaret sahibi
bir genç görmedim, helal olsun’ demiş.”
48
RÖPORTAJ
“13 yıl boyunca İsmet İnönü’nün fotoğraflarını çektim”
Ozan Sağdıç’ın objektifine yansıyan fotoğraflar arasında 27
Mayıs askerî darbesi dönemine ait olanlar da önemli bir yer tutuyor. İstanbul’dan Ankara’ya gelmesinden bir ay sonra darbe
olduğunu ve sokakta fotoğraf çektiği sırada askerler tarafından
Harp Okulu’na götürüldüğünü anlatan Sağdıç, “Neyse ki oradan
salıverdiler, az kalsın Yassıada’ya gidecektim!” diyor. 27 Mayıs
döneminde Ankara Kapalı Cezaevi’nde yatan pek çok gazetecinin
çıkar çıkmaz fotoğraflarını çektiğini ifade eden Sağdıç, sözlerini
şöyle sürdürüyor: “Sonradan birçoğuyla arkadaşlık kurduğum bu
gazeteciler arasında İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker de vardı.
Kendisine İnönü’nün fotoğrafını çekip çekemeyeceğimi sordum.
Onun da yardımıyla İnönü ailesinin Ayten Sokak’taki iki katlı evine
gittim. Fotoğraf çekimi için hazırlandığımız sırada İnönü, üst katın
merdivenlerinden inmekte olan eşi Mevhibe Hanım’a seslenerek
‘Gel, seni müstesna bir şahsiyetle tanıştıracağım’ dedi. Sonra
da siyasetin yanı sıra magazin aktüalitesini de iyi takip ettiğini
gösteren şu sözleri söyledi: ‘Bugünlerde en kıymetli meslek fotoğ-
rafçılık. Baksana İngiltere prensesi bile bir fotoğrafçıyla evleniyor.’
O gün çektiğim fotoğraflar Hayat mecmuasında yayımlandı, bir
tanesi de kapakta yer aldı.”
Ozan Sağdıç, 13 yıl boyunca İsmet İnönü’nün sayısız fotoğrafını çektiğini belirterek, “İsmet Paşa, Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası’nın konserlerini kaçırmazdı. Ben de hep orada olurdum.
İnönü’nün konser günlerinde çektiğim pek çok fotoğrafı var.
Hatta ‘En Büyük Dinleyici İnönü’ isimli bir sergi de hazırlamıştım”
diyor. Sağdıç, bir gün bir tören sırasında fotoğraf çekerken İsmet
İnönü’nün yanındaki milletvekiline kendisini göstererek şu espriyi
yaptığını aktarıyor: “Biz protokolde en önde giden insanlarız, fakat
bizim de önümüzde giden iki grup insan var; biri bize eskortluk
yapan trafik polisleri, diğeri ise foto muhabirleri.”
Sanat yaşamında 62 yılı geride bırakan Ozan Sağdıç, foto
muhabiri olarak siyaseti yakından takip ettiği dönemlerde İsmet
İnönü’den itibaren pek çok cumhurbaşkanının fotoğraflarını
çekiyor. “Hayat mecmuası prestiji ve tirajı yüksek bir dergiydi.
Gazeteler 20-30 bin satarken Hayat her hafta 240-250 bin tiraja
49
yakın oturan bu üç kişi çok kısa
huriyet Senatosu sıralarında birbirine
“Cum
r:
üyo
söyl
arı
şunl
ilgili
la
ğraf
bu foto
lük Kontenjan Senatörü olan
Ozan Sağdıç, 1973 yılında çekilmiş
günlük Emekli Orgeneral ve bir gün
iki
üz
Hen
r.
dirle
ersiz
hab
n
nde
Gürler’e verilen
nasıl bir çizgi çizeceği
askerî baskıya direnç gösterecek ve
bir süre içinde kaderin kendilerine
neredeyse emindir. Ancak TBMM,
en
ğind
lece
seçi
nı
aşka
iral ve Kontenjan
hurb
Oram
cum
eski Komutanı Emekli
Faruk Gürler, birkaç gün içinde
ki koltukta oturan Deniz Kuvvetleri
ında
yan
er’in
Gürl
k
Faru
r.
ekti
edec
dan bile geçmemektedir. Ancak
oylar her turda büyük düşüşler kayd
hurbaşkanlığı düşüncesi aklının ucun
cum
elen
tem
muh
a
sırad
i
ldiğ
ğrafın çeki
ndeki sırada oturan eski
Senatörü Fahri Korutürk’ün ise foto
yacaktır. Gürler ve Korutürk’ün önü
taşı
’ya
kaya
Çan
’ü
türk
Koru
lar
işecek ve gelişen olay
edecektir.”
çok kısa bir süre içinde her şey değ
lı bir saldırı sonucunda hayata veda
Nihat Erim ise yedi yıl sonra silah
ü
Başbakan ve Kontenjan Senatör
50
RÖPORTAJ
USTA FOTOĞRAF SANATÇISININ OBJEKTIFINE SIYASETÇILERIN
YANI SIRA TBMM’NIN 1961 YILINDAN BU YANA KULLANDIĞI
BUGÜNKÜ BINASI DA ÇEŞITLI YÖNLERIYLE YANSIYOR.
ulaşıyordu. Biz daha çok cumhurbaşkanlarının ve siyasi parti liderlerinin politika dışındaki hayatlarıyla ilgili haber ve röportajlar
yapıyorduk. Mesela 1960’ı 61’e bağlayan gece politikacıların evlerini
dolaşarak yılbaşını nasıl geçirdikleriyle ilgili haber hazırlamıştık.
1965-66’larda politikacılar ve kızlarını konu alan bir röportaj serisi
yayımladık. Adalet Partisi iktidara geldiği zaman bakan eşlerini
dergi olarak ilk defa biz bir araya getirdik. Kızılay’da bir pastanede
rahmetli Nazmiye Hanım’ın da katıldığı bir organizasyon yapmıştık” diyen Sağdıç, bu tür haber ve fotoğrafların hem siyasetçiler
hem de okurlar tarafından ilgiyle karşılandığını kaydediyor.
“TBMM’nin nasıl çalıştığı ve Meclis binasının
özellikleriyle ilgili bir kitap hazırladım”
Ozan Sağdıç, fotoğrafını çektiği cumhurbaşkanlarından Turgut
Özal’la ilgili bir anısını ise şöyle anlatıyor: “Turgut Özal cumhurbaşkanı seçildikten sonra bir hafta boyunca fotoğraflarını çektim.
Çankaya Köşkü’ne taşınma sürecinde günlük hayatına dair kareleri
tespit ettim. Bunlar arasında spor yaparkenki görüntüleri de vardı;
51
yürüyüş bandında, kondisyon bisikletinde… Bir
dergi için yaptığım bu çalışma çerçevesinde Turgut Özal’ın yemin etmek üzere Meclis’e gitmeden
önceki fotoğraflarını da çekecektim. Yemin günü
Çankaya Köşkü’nün önüne geldiğimizde serin bir
hava vardı. Fotoğraf çekimi yaparken bir ara ‘Hadi
ama üşüttün beni’ dedi. O sırada Sayın Özal’ın
cumhurbaşkanlığıyla ilgili tartışmalar aklıma geldi ve ‘Efendim, Çankaya’nın havası ayazdır’ diye
espri yaptım. Rahmetli Özal, şöyle bir yüzüme
baktı, ama Meclis’e gitmek için acele ettiğinden
hiçbir şey söylemeden Köşk’ten ayrıldı.”
Ozan Sağdıç’ın anıları arasında Bülent Ecevit’le
ilgili olanlar da önemli bir yer tutuyor. Ecevit’le
sıkça görüştüğünü ve pek çok fotoğrafını çektiğini belirten Sağdıç, “Şiirlerimin yer aldığı Çağla
Çağı isimli kitabım 11 Eylül 1980 tarihinde, yani
12 Eylül ihtilalinden bir gün önce basılmıştı. İhtilalin olduğu gün görevli olarak Almanya’daki
bir fuara gitmek üzere havaalanına vardığımda
şiir kitabımı bir zarfa koydum ve üzerine ‘Bülent
Ecevit, Askerî Garnizon, Çanakkale’ yazarak postaya verdim. Ayın 25’inde Ecevit’ten bir mektup
aldım. ‘Bugünlerde en büyük tesellimiz güzel
şiirleriniz oldu’ diyor ve ‘Boğuk Özgürlük’ isimli
şiirime atıfta bulunarak ‘Bu boğuk özgürlüğü
atlatacağız inşallah’ temennisini dile getiriyordu.
Bu mektubu hâlâ saklarım, benim için çok güzel
bir anıdır” diyor.
52
RÖPORTAJ
ARŞIVINDE SERGI VEYA KITAP PROJESI OLABILECEK BIRÇOK
KARE BULUNAN OZAN SAĞDIÇ, “YAKIN SIYASI TARIHIMIZDEKI
BIRBIRINDEN DEĞERLI PEK ÇOK SIYASETÇININ FOTOĞRAFLARINI
ÇEKMIŞ OLMAKTAN DOLAYI MEMNUNIYET DUYUYORUM” DIYOR.
Usta fotoğraf sanatçısının çalışmaları arasında Türkiye Büyük
Millet Meclisi ile ilgili olanlar da özel bir önem taşıyor. TBMM’nin
1961 yılından bu yana kullandığı bugünkü binası hizmete açılmadan
önce dört bir tarafında fotoğraf çekimleri yaptığını ve bunların
Hayat dergisinde yayımlandığını ifade eden Ozan Sağdıç, “Bu
fotoğraflar ve geniş kapsamlı bir röportajla Meclisimizin yeni binasını tüm detaylarıyla Türkiye’ye tanıttık” diyor. Sonraki yıllarda
foto muhabiri olarak yasama faaliyetlerini yakından takip ettiğini
anlatan Sağdıç, “Cahit Karakaş’ın Meclis Başkanlığı döneminde
TBMM’nin nasıl çalıştığı ve Meclis binasının özellikleriyle ilgili bir
kitap hazırladım. Bu çalışma çerçevesinde dört siyasi partinin genel başkanları Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş
ve Necmettin Erbakan’ın da makamlarında fotoğraflarını çektim”
diye konuşuyor.
Ozan Sağdıç, bugün fotoğraf arşivine baktığında neler hissettiğini sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “O kadar çok fotoğraf var
ki… Ne çok koşuşturmuşum, ne çok olaya tanık olmuşum diye
bazen ben bile şaşırıyorum. Yakın siyasi tarihimizdeki birbirinden
değerli pek çok siyasetçinin fotoğraflarını çekmiş olmaktan dolayı
memnuniyet duyuyorum. Fotoğrafları derlerken birçok sergi veya
kitap projesi olabilecek kareler bulunduğunu görüyorum. Bu da
bana ayrı bir mutluluk ve gurur veriyor.”
53
20 KASIM
DÜNYA ÇOCUK
HAKLARI GÜNÜ
54
“ON SEKIZ YAŞINA KADAR HER INSAN ÇOCUK SAYILIR” DIYEREK
EN KIYMETLI VARLIKLARIMIZIN HAKLARINI BIR BIR DÜNYAYA ILAN
EDEN BIRLEŞMIŞ MILLETLER ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESI,
20 KASIM 1989 TARIHINDEN BU YANA BIZ BÜYÜKLERE
ÇOCUKLARA KARŞI GÖREV VE SORUMLULUKLARIMIZI
HATIRLATIYOR. SÖZLEŞMENIN KABUL EDILDIĞI 20 KASIM, HER
YIL “DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ” OLARAK KUTLANIYOR.
ÖZGE AYDIN
Ç
ocuk hakları, evrensel düzeyde bir kavramdır ve dünya
üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip oldukları yaşam,
barınma, sağlık, eğitim ve sömürüye karşı korunma haklarının
bütününü ifade eder. Çocuk haklarının kavramsal tartışmaları
20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlar. Öncesinde, çocuğun korunması
ve yetiştirilmesiyle ilgili
konuların aile sorumluluğunda olduğu görüşü
yaygındır. Bu anlayış çocuk hakları kavramının
ortaya çıkışıyla yerini hak
ve özgürlük temelli bir
bakış açısına bırakır. I.
Dünya Savaşı’nın küresel
düzeyde yarattığı sonuçlar, açlık, yoksulluk, hastalık gibi ciddi sorunlarla
yüzleşen çocukların durumunun hem ülkeler düzeyinde hem de uluslararası
mecralarda tartışmaya
açılmasını sağlar.
Çocukların korunmasına dair ortaya atılan felsefi görüşlerin
kökeni 15. yüzyıla dayanır. Konuyla ilgili ilkeler ilk kez Aydınlanma Çağı filozofları tarafından öne sürülmüştür. Bu ilkelerin çıkış
noktası çocukların yetiştirilmesi ve eğitimleriyle ilgilidir. 18. yüzyıla gelindiğinde ise İsviçreli eğitim reformcusu Johann Heinrich
Pestalozzi, toplumsal ilerlemenin yolunun öncelikle eğitimden
geçtiğini ve çocukların yaşadıkları sorunların eğitimsizlikten
kaynaklandığını söyler. Bu dönemde gerçekleşen Sanayi Devrimi,
ekonomik ve sosyal gelişmelere önayak olmanın yanı sıra çocuk
yoksulluğu ve çocuk işçiliği gibi varlığı eski çağlara dayanan ciddi
sorunların daha da görünür hale gelmesini sağlar. Bu dönemde
kaleme alınan çoğu edebi eserin çocuklarla ilgili
sorunlardan bahsettiği
görülür. Örneğin Charles
Dickens’ın 1838’de yayımlanan ünlü romanı
Oliver Twist, yetimhanede büyüyen bir çocuğun
yaşadıklar ı üzerinden
çocuk yoksulluğunu betimlerken, Émile Zola’nın
Germinal’i çocuk işçiler
sorununa eğilir.
Bu tar z gelişmeler,
çocuk haklarının yasalar
çerçevesinde korunması
ve çocuk refahının geliştirilmesinde kurumların aktif rol üstlenmesi düşüncelerinin
yaygınlaşmasını sağlar. Çocuk haklarının uluslararası düzeyde bir
örgüt tarafından korunması gerektiği düşüncesi, giderek daha
geniş kesimlerce vurgulanmaya başlar. Bu doğrultuda atılan ilk
resmî adım, 1911 ve 1912 yıllarında çocuk, genç ve annelerin korunması için İsviçre ve Belçika’da kurulan merkezlerde başlatılan
55
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN ARDINDAN AKTIVIST EGLANTYNE JEBB
TARAFINDAN İNGILTERE’DE KURULAN “SAVE THE CHILDREN”
ISIMLI SIVIL TOPLUM ÖRGÜTÜ, ÇOCUK HAKLARININ ULUSLARARASI
DÜZEYDE KORUNMASI IÇIN ATILAN ILK SOMUT ADIM OLUR.
çalışmalardır. Ancak I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle bu girişimler
yarıda kalır.
Savaşın ardından aktivist Eglantyne Jebb tarafından İngiltere’de kurulan
“Save the Children” isimli sivil toplum örgütü, çocuk haklarının uluslararası
düzeyde korunması için atılan ilk somut adımın örneği olur. Jebb, savaşın bitmesinden birkaç ay sonra Londra sokaklarında dönemin hükümetini eleştiren el
ilanları dağıtırken tutuklanır. Amacı, savaş nedeniyle Almanya ve Doğu Avrupa
ülkelerine uygulanan ablukanın milyonlarca çocuğu nasıl etkilediğini göstermek
ve yetkili organların bu konu üzerine harekete geçmesini sağlamaktır. Tutuklanmasının ardından hakim karşısına çıkarılan Jebb, protestosunun altında
yatan onurlu düşünce sayesinde hapis cezası yerine para cezasına çarptırılır.
Jebb’in ödediği bu ceza, çocuklar için kurduğu “Save the Children” vakfına yapılan ilk yardım olarak yorumlanmıştır. Vakıf, kuruluşunun hemen ardından pek
çok başarılı yardım kampanyasına imza atar ve “Save the Children”ın öncülüğünü yaptığı ilkeler, çocuk haklarının korunması için ülkeler bazında başlatılan
çalışmaların uluslararası düzeye taşınmasına yardımcı olur.
56
1989’DA BIRLEŞMIŞ MILLETLER GENEL KURULU’NCA 3 KISIMDAN
OLUŞAN “ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESI” YAYIMLANIR. 193 ÜLKENIN
TARAF OLDUĞU 54 MADDELIK BU SÖZLEŞME, KISA SÜREDE “EN
ÇOK KATILIMCIYA SAHIP SÖZLEŞME” UNVANINI KAZANIR.
1920’de “Uluslararası Çocuklara Yardım Birliği” adıyla İsviçre’de kurulan örgüt, 1923 yılında Eglantyne Jebb’in kaleme aldığı “Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi”ni yayımlar. I. Dünya
Savaşı’nın ardından uluslararası barışa katkı sağlamak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti’nin
de 1924’te onayladığı Cenevre Bildirgesi, çocuk haklarının uluslararası alanda korunmasına
yönelik ilk sözleşme olarak tarihe geçer. “İnsanlık, çocuğa sahip olduğu en değerli şeyi vermekle yükümlüdür” düşüncesinden yola çıkan ve beş maddeden oluşan bu bildirge, 1928
yılında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından imzalanarak ülkemizce de kabul
edilir. Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi, çocukların ruhsal ve bedensel gelişimleri için uygun
şartların sağlanması ve istismara karşı korunmasının yanında beslenme, sağlık, eğitim gibi
ihtiyaçlarının karşılanmasının gerekliliğine de değinir.
II. Dünya Savaşı’nın ardından Milletler Cemiyeti’nin dağılması, çocuk hakları üzerine
yürütülen çalışmalara ara verilmesine neden olur ve Cenevre Bildirgesi bir süreliğine kağıt
üzerinde kalır. 1945’te Milletler Cemiyeti’nin devamı niteliğinde kurulan Birleşmiş Milletler,
1948 yılında “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni yayımlar. Söz konusu beyanname,
içeriği gereği çocuk hak ve özgürlüklerine yönelik birtakım ilkelere değinir. Ancak çocukların
yapısal olarak yetişkinlere benzememesi, dolayısıyla farklı ihtiyaçlara sahip olması nedeniyle
onlar için ayrı bir bildirgeye ihtiyaç olduğu vurgulanarak bu alandaki çalışmalar sürdürülür.
Bu çalışmalar doğrultusunda Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Haklar Konseyi İnsan
Hakları Komisyonu’nca 1959’da hazırlanan taslak, aynı yılın ekim ayında Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu Sosyal, İnsani ve Kültürel İşler Komisyonu tarafından kabul edilir. 20 Kasım
günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca onaylanan ve 10 maddeden oluşan “Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi”, Cenevre Bildirgesi’nin daha kapsamlı hale getirilmiş bir
örneği olarak çocukların mutlu bir yaşama sahip olmasını garanti etmek ve bu bildirgenin
içerdiği haklardan yararlanabilmesini
sağlamak amacıyla ilan edilmiştir. Bildirge kapsamında tüm birey, kurum ve
kuruluşlarca çocuk haklarının kabulünün
ve bu doğrultuda koyulan kanunların
uygulanabilmesi için gerekli çabanın
gösterilmesinin gerekliliği ve önemi
vurgulanır.
Bildirgenin yayımlanmasının ardından
çocuk haklarının korunması ve çocuk
refahının geliştirilmesine yönelik siyasi
süreç devam ederken 1979 yılı Birleşmiş
Milletler tarafından “Dünya Çocuk Yılı”
ilan edilir. Daha sonra, Çocuk Hakları
Bildirgesi’nin çocukların korunması
konusunda yetersiz kaldığı düşüncesiyle 1989’da Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nca 3 kısımdan oluşan “Çocuk
Hakları Sözleşmesi” yayımlanır. 193
ülkenin taraf olduğu 54 maddelik bu
sözleşme, kısa sürede “en çok katılımcıya sahip sözleşme” unvanını kazanır.
Türkiye’nin 14 Eylül 1990’da imzaladığı
57
ÇOCUK HAKLARI DENILDIĞINDE AKLA ILK GELEN KURUM
OLAN BIRLEŞMIŞ MILLETLER ÇOCUKLARA YARDIM FONU
(UNICEF), ÇOCUK HAKLARININ UYGULANMASINA DESTEK
VERMEK AMACIYLA 1946 YILINDA KURULMUŞTUR.
sözleşme, 9 Aralık 1994’te TBMM’de kabul edilmiş ve 27 Ocak
1995 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edildiği
gün olan 20 Kasım, çocuk hakları ve özgürlüklerine dair farkındalığı artırmak ve çocuk hakkı ihlallerinin önlenmesi için kamuoyu
oluşturmak amacıyla her yıl tüm dünyada “Çocuk Hakları Günü”
olarak kutlanmaktadır.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olarak da bilinen bu sözleşme,
diğer iki bildirgedeki gibi çocukların yetişkinlerden daha farklı
ihtiyaçlara sahip olduğu ve onları ilgilendiren tüm konularda
çocuğun mutlak yararının önceliği bulunduğu ilkelerinden yola
çıkar. 18 yaşın altında olan her bireyin çocuk kabul edilmesi ilkesi sözleşmenin ilk maddesidir. İkinci madde ise sözleşmenin
içerdiği hakların din, ırk, statü yahut cinsiyet ayırt edilmeksizin
bütün taraf devletlerce taahhüt edildiğini ve taraf devletlerin bu
konuda gerekli önlemlerin alınmasıyla yükümlü olduğunu belirtir.
Çocuk hakları denildiğinde akla ilk gelen kurum olan UNICEF
(Birleşmiş Milletler Çocuklara Acil Yardım Fonu), çocuk haklarının
uygulanmasına destek vermek amacıyla kurulmuştur. Güncel
faaliyetlerini Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kapsamında yürütmekte ve gerek Türkiye gerekse dünya çapında
çocuklara yönelik kapsamlı çalışmalar yapmaktadır. UNICEF’in
küresel öncelikleri arasında bebek ölümlerinin önlenmesi, çocukların bakım, sağlık, beslenme, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının
karşılanması ve çocuklara karşı ayrımcılık, şiddet ve sömürünün
engellenmesi yer almaktadır. Türkiye, dünyanın birçok ülkesinde temsilciliği bulunan UNICEF’in, Millî Komite’yle birlikte Ülke
Ofisi’yle de çalışmalar yürüttüğü tek ülkedir.
TBMM’den örnek çalışmalar
Osmanlı döneminde muhtaç çocukların korunması vakıflarca
sağlanmaktaydı. Çocuk koruma sisteminin temelleri de Tanzimat
döneminde ülke çapında başlayan modernleşme hareketi kapsamında oluşturulan kurumlarla atıldı. Mithat Paşa tarafından
vilayetlerde kurulan çocuk ıslahhaneleri, kimsesiz ve suç işlemiş
çocukların barındırılmasının yanı sıra eğitimlerini de üstlenmekteydi. Osmanlı Devleti’nde çocukların eğitimine yönelik faaliyet
58
TÜRKIYE’DE ÇOCUK HAKLARININ GÖZETILMESI IÇIN DEVLET
TARAFINDAN ATILAN EN ÖNEMLI ADIMLARDAN BIRI, ÇOCUK
HAKLARININ KORUNMASI VE GELIŞTIRILMESI AMACIYLA 2008
YILINDA KURULAN TBMM ÇOCUK HAKLARI İZLEME KOMITESI’DIR.
gösteren bir diğer kurum ise 1863’te padişah fermanı
ile kurulan Darüşşafaka okullarıydı. Darüşşafaka parasız yatılı okulları, kimsesiz ve maddi imkanları yetersiz
çocuklara eğitim hizmeti vermekteydi. Terk edilmiş
çocuklar ise Darülaceze’nin himayesindeydi. Kadın ve
çocuklara hizmet veren Hamidiye Etfal Hastanesi de
II. Abdülhamid’in (1876-1909) talimatıyla 1899 yılında
kurularak ülkenin ilk çocuk hastanesi olmuştur.
Meşrutiyet dönemine gelindiğinde çocuk haklarına
değinen yazılı çalışmaların sayısında dikkat çeken bir
artış olmuş, çocuk hakları konusunda pek çok yayın çıkarılmıştır. Bu yayınlardan en bilineni, Balkan Savaşları’nın yarattığı olumsuz koşullardan
etkilenen çocukların durumunu dile getirmek amacıyla çıkarılan Musavver
Hukuk-i Etfal (Resimli Çocuk Hakları) isimli dergidir.
Cumhuriyet Türkiyesindeki çocuk koruma sistemleri de Osmanlı’daki kurumsal yapıların devamı niteliğinde gelişim göstermiştir.
Cumhuriyet’in ilanının ardından mevcut kurumlarda modernleşme çalışmalarının yanı sıra yasal düzenlemelere ağırlık verilmiştir. Bu doğrultuda
1921’de çocukların maden ocaklarında çalışmalarının önlenmesi için kanun
çıkarılmış, 1926’da kabul edilen “Türk Medenî Kanunu”nda çocukların
korunmasına dair ilkelerden bahsedilmiştir. Aynı yıl kabul edilen “Türk
Ceza Kanunu”nda da bu doğrultuda hükümler yer almıştır.
Türkiye’de çocuk haklarının gözetilmesi için devlet tarafından atılan
en güncel adım ise çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla
2008 yılında kurulan TBMM Çocuk Hakları İzleme Komitesi’dir. Dünyada
bir ilk olan bu komitenin üzerinde çalıştığı temel konular çocuk istismarı,
çocuk işçiliği, çocuk gelinler ve çocuk adaletine yoğunlaşmıştır. TBMM
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu bünyesindeki Çocuk
Hakları İzleme Komitesi, çocuk haklarına yönelik somut bir denetim
mekanizması teşkil etmekte ve bu sayede yasal düzenlemelerin ötesine
geçilmesini mümkün kılmaktadır. Siyasi parti grup temsilcilerinden 8
milletvekilinin oluşturduğu komitenin faaliyetleri başta UNICEF olmak
üzere çocuklar üzerine çalışan sivil toplum kuruluşları ve bu konuda
uzmanlığı bulunan diğer kuruluşlarla işbirliği içinde yürütülmektedir. Çocukların sahip oldukları haklardan yararlanabilmeleri için uygun şartların
sağlanması Çocuk Hakları İzleme Komitesi’nin temel amacı olup, çocukların yasalar nezdinde aile ve devlete yüklenen sorumluluklar aracılığıyla
korunmasının denetlenmesi başlıca görevlerdendir.
Kuruluşunun ardından çeşitli çalışmalara dahil olan komite, 2010
yılında UNICEF Türkiye Temsilciliği’nin de desteğiyle “Çocuk Haklarının
Korunması ve Geliştirilmesinde Parlamentonun Rolü” konulu sempozyum düzenlemiştir. Kasım 2013 tarihli “Çocuk Haklarının Korunmasında
Uluslararası Hukukun Önemi” ve 2014’te gerçekleşen “Çocuk Haklarının
Korunmasında Siyasetçilerin Önderliği” panelleri de Çocuk Hakları İzleme Komitesi’nin himayesinde organize edilmiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi bünyesindeki komite, diğer ülkelerin parlamentolarına da örnek
oluşturmakta ve çocuk hakkı ihlallerinin takibini yapmaktadır.
59
BARBAROS TURGUT BOZTEPE:
SANATSAL FAALIYETLERI TAKIP EDEN
SIYASETÇILER DÜNYAYA DAHA HOŞGÖRÜLÜ
BIR PENCEREDEN BAKAR
RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
1969-73 VE 1977-80 YILLARI ARASINDA SAKARYA MILLETVEKILI
OLARAK MECLIS’TE YER ALAN BARBAROS TURGUT BOZTEPE,
SIYASETIN HALKLA IÇ IÇE YAPILABILMESININ ANCAK ÖN SEÇIMLE
MÜMKÜN OLABILECEĞINI BELIRTEREK, “ÖN SEÇIMLE GELEN
MILLETVEKILI HALKTAN ALDIĞI GÜÇLE FIKIRLERINI HER ORTAMDA
RAHATLIKLA IFADE EDER” DIYOR.
60
RÖPORTAJ
S
anat ve siyaset… Her ikisini de iyi bilen bir isim Barbaros Turgut Boztepe.
Tiyatro, opera, bale ve çoksesli müzik ta
1950’li yıllarda girmiş hayatına. Siyaset
ise 1960’larda. Öyle ilginç ve renkli anıları var ki saatler değil, günler gerekiyor
her birini dinleyebilmek için. Boztepe ile
Meclis’teki buluşmamızda hem sanatı
hem siyaseti konuştuk. Bir de ülke gündemindeki konuları…
Barbaros Turgut Boztepe’nin hayat
yolculuğu 1933 yılında Sakarya Akyazı’da başlıyor. Millî Mücadele’de Kuvayı Milliye’nin Akyazı kolu olarak görev
yapmış dedesi Habipzade Ahmet Hamdi
Efendi’den dinlediği hikayeler, çocukluk
yıllarına dair unutamadığı anılar arasında
yer alıyor. Bir köy çocuğu olarak başladığı
hayatı, özellikle İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okuduğu dönemden
itibaren ilginç ve renkli olaylarla dolu bir
seyir izliyor. “Üniversitede iktisat disiplininin yanında işletme ve maliye disiplinlerinden mezun oldum. Öğrenciyken
İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın
yatılı kısmına okutman ve gece müdürü olarak kadrolu girdim. Bu görevim
1956’dan 1967’ye kadar devam etti. O
yıllarda konservatuvarda birbirinden değerli sanatçılar yetişti. Bugün hepimizin
yakından tanıdığı pek çok usta tiyatrocu,
operacı ve müzisyenle öğrenci oldukları
dönemde birlikte çalıştım, arkadaşlık
ve dostluklar kurdum” diyen Boztepe,
sanatla ilişkisini 1967 yılında İstanbul
Şehir Operası’nda müdür muavini olarak
sürdürüyor. Ülkemizde bugün dünya
standartlarına ulaşmış sanat dallarındaki
gelişim sürecini yaklaşık yarım asırdır yakından takip eden Boztepe, “Tiyatrodan
opera-baleye, senfoni orkestralarından
korolara kadar sanat kurumlarımız yıllar
içinde çok önemli gelişmeler kaydetti
ve dünya çapında başarılara ulaştı. Bu,
ülkemiz adına son derece mutluluk verici
bir durum. Bununla birlikte özellikle çoksesli müzik ve opera-bale sanatlarının Türkiye’de
daha geniş kitlelere ulaştırılması, halk tarafından benimsenip sevilmesi için birtakım
çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorum. Mesela halkın aşina olduğu Anadolu
ezgilerine ve hikayelerine opera-bale eserlerinde daha fazla yer verilebilir. Geçmişte bu
yönde güzel çalışmalar yapıldı. Bunlardan biri, bugün hayatta olmayan değerli besteci
ve orkestra şefi Okan Demiriş’in ‘IV. Murat’ operasıdır. Yıllarca kapalı gişe sahnelenen bir eser olmuştur. Konservatuvarda görev yaptığım dönemde Okan Demiriş de
öğrenciler arasındaydı. Kendisiyle sohbetimizde ‘Ben bir Anadolu çocuğuyum. Opera
besteleri yapılırken Anadolu ezgilerine yer verilirse halkın bu sanat dalını daha kolay
benimseyebileceğini düşünüyorum’ demiştim. Yıllar sonra bu yönde çalışmalar yaptığını
görmekten mutluluk duydum” diyor. Boztepe, günümüzde toplumun kültür erozyonuna
uğradığından şikayet edildiğini belirterek, “Halkımızın çok önemli bir kısmı televizyon
kültürüyle besleniyor. Televizyonun olumlu yanları olmakla birlikte pek çok olumsuz yönü
de var. Bu bakımdan halkı sanatla buluşturarak eğitim ve kültür seviyesini yükseltecek
çalışmalara ağırlık verilmesi gerekiyor. Özellikle belediyelerimiz konservatuvarlar açarak
hem geleceğin sanatçılarının hem de sanat izleyicilerinin yetişmesine katkıda bulunabilirler” diye konuşuyor.
Barbaros Turgut Boztepe büyük bir mutluluk ve heyecanla anlattığı konservatuvar
yıllarına dair önemli bir konunun daha altını çiziyor. O dönemde kurulan İstanbul Belediye
Konservatuvarı Tasnif ve Tespit Heyeti’nin uzun yıllar boyunca Klasik Türk Müziği eserlerinin notalarının tespiti yönünde çalışmalar yaptığını kaydeden Boztepe, şu bilgileri aktarıyor: “Bilindiği gibi kendisi de bir bestekar olan Sultan III. Selim, Türk Müziği eserlerinin
özgün halleriyle gelecek kuşaklara intikal ettirilebilmesi için çevresindeki müzisyenlerden
bir notasyon geliştirmelerini istemiş. Bunun üzerine Hamparsum Limonciyan adlı Ermeni
asıllı bestekar ve müzik hocası, ‘Hamparsum Notası’ olarak bilinen notasyonu geliştirerek
Türk Müziği eserlerinin notaya kaydedilmesine çok önemli bir katkı sağlamış. İstanbul
61
“SIYASETÇILER HOŞGÖRÜLÜ OLMALI, DAVRANIŞLARIYLA ÖRNEK
TEŞKIL ETMELI VE TOPLUMU GERECEK SÖYLEMLERDEN UZAK
DURMALIDIR. AKSI HALDE BIRLIK VE BERABERLIĞIMIZI TEHLIKEYE
DÜŞÜRECEK FELAKETLERLE KARŞI KARŞIYA KALIYORUZ.”
Belediye Konservatuvarı’nda kurulan Tasnif ve Tespit Heyeti, Hamparsum Notası ile
kaydedilmiş eserleri tek tek günümüz notasına aktardı ve böylece birbirinden değerli
eserlerin yeni nesillere ulaşmasını sağladı. Heyet çalışmalarını tamamladıkça hemen
bunları basar, konservatuvarın giriş kapısına asardık. Öğrenciler ve Türk Müziği’ne meraklı kişiler buradan notaları alırlardı. Bu şekilde eserlerin halka yayılmasını sağladık.”
“Siyasetçinin halkla bir arada olabilmesi için ön seçim yapılması şarttır”
Uzun yıllar sanat dünyasıyla iç içe bir hayat süren Barbaros Turgut Boztepe’nin siyasetle yolu 1963 yılında kesişiyor. Babası Mehmet Bey Akyazı’da Cumhuriyet Halk Partisi
(CHP) İlçe Başkanlığı ve belediye başkanlığı yapan Boztepe, “Babam siyasetle yakından
ilgilenen biri olmasına rağmen benim politikaya girmeye pek niyetim yoktu. İstanbul
Belediye Konservatuvarı’nda çalıştığım dönemde babamın arkadaşları 1963’teki yerel
seçimlerde Akyazı belediye başkan adayı olmam konusunda çok ısrar ettiler. ‘İstanbul’da
üniversitede okuyan, kendini iyi yetiştiren gençlerimiz var, ama hiçbiri Akyazı’ya belediye başkanı olarak hizmet etmeyi düşünmüyor. Gel, bu seçimlerde aday ol, ilçemize
faydalı hizmetler yap’ dediler. İtiraz etsem de zorla beni belediye başkan adayı yaptılar.
O sene seçimleri kazanamadım. Babama, ‘Ben sıramı savdım. Bir daha aday olmam için
kimse ısrar etmesin’ dedim, ama 1968 seçimleri öncesinde tekrar kapım çalındı. Babamın arkadaşları ve akrabalarımız ‘Geçen sefer bir hata yapıldı, tekrar aday ol’ dediler.
Neticede beni zorla aday yaptılar. İşin ilginci, yine seçimi kaybettim. Sonradan öğren-
62
RÖPORTAJ
dim ki ‘Turgut disiplinli adamdır, seçilirse
burasını İstanbul’a çevirir, ruhsatsız iş yapamazsınız’ diye halkın gözünü korkutanlar
olmuş, reyler de gitmiş. Seçimi ikinci defa
kazanamayınca hırslandım, babama ‘1969
seçimlerinde milletvekili adayı olacağım’
dedim. O yıl CHP Sakarya Milletvekili olarak
Meclis’e geldim” diyor. Boztepe bu noktada
önemli bir konuya işaret ederek şunları
söylüyor: “Bizim zamanımızda ön seçim
vardı. Milletvekili adayları ve sıralama, siyasi parti delegelerinin hakim nezaretinde
kullandıkları oylarla belirlenirdi. Ön seçimle
gelen milletvekili halktan aldığı güçle kendini hür hisseder, düşüncelerini rahatlıkla
söyler, genel başkanın sözünden çıkmama
gibi bir mecburiyetle karşı karşıya kalmaz.
O nedenle tüm siyasi partiler mutlaka ön
seçime başvurmalıdır. ‘Siyaset halkla iç
içe yapılır’ sözü sıkça dile getirilir. Bu ifade
doğrudur, halktan kopuk bir şekilde siyaset
yapılamaz. Ancak halkla iç içe olabilmenin
şartlarından biri ön seçimdir. Genel merkezin veya genel başkanın kararıyla milletvekili adayı olduğunuzda halkla yakın bir ilişki
kurabilmeniz, seçim bölgenizdeki vatandaşı
yakından tanıyabilmeniz mümkün mü?
Ben milletvekilliği dönemimde olduğu gibi
bugün de Sakarya’nın ilçelerini dolaşırım.
Vatandaşla yaptığım sohbetlerden hangi
partinin ne kadar oy alacağını bilirim. Vatandaşın nabzını iyi tutabilmek, siyasetin
gereklerinden biridir. Bu da ancak halkla
yakın temas kurabilirseniz mümkün olur.”
Barbaros Turgut Boztepe 1969-1973
ve 1977-1980 yılları arasında iki dönem
CHP Sakarya Milletvekili olarak Meclis çatısı altında yer alıyor.
Türkiye’nin siyasi tarihindeki nice önemli olayın yakın tanıklarından
Boztepe, yılların tecrübesine dayanarak “Siyasetçiler hoşgörülü
olmalı ve toplumu gerecek söylemlerden uzak durmalıdır. Aksi
halde birlik ve beraberliğimizi tehlikeye düşürecek felaketlerle karşı
karşıya kalıyoruz” uyarısında bulunuyor. Milletvekilliği yıllarını
konuşurken 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın
idam cezasına çarptırılması konusunda Meclis’te yapılan oylamada
“Hayır” oyu kullandığını hatırlattığımız Boztepe, “Üç gencin idam
cezasına çarptırılması hususu Meclis gündemine geldiğinde üzerimizdeki hiçbir baskıya boyun eğmeyerek ‘Hayır’ oyu verdim. Ancak
maalesef benim ve bazı milletvekili arkadaşlarımın verdiği ‘Hayır’
oyları bu gençleri idamdan kurtarmaya yetmedi. Tabii çok üzüldük.
Günümüzde sadece ‘Hayır’ oyu veren bizler değil, pek çok kişi bu
gençlerin boşu boşuna idam cezasına çarptırıldıklarını, hayatlarının
baharında ölüme gönderildiklerini ifade ediyor. Türkiye’nin yakın
tarihinde ne yazık ki bunun gibi pek çok acı olay yer alıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
“Milletvekilliğim sırasında İsmet
İnönü’den çok şey öğrendim”
Barbaros Turgut Boztepe, milletvekilliği döneminde TBMM Sanayi,
Teknoloji ve Ticaret Komisyonu Başkanlığı yaptığını belirtiyor. Seçim bölgesi Sakarya’ya yönelik önemli hizmetleri olduğunu ifade
eden tecrübeli siyasetçi, Meclis yıllarında özellikle İsmet İnönü’den
pek çok şey öğrendiğini kaydediyor. İnönü’nün kendisi ve diğer milletvekilleri için çok iyi bir örnek olduğunu dile getiren Boztepe, “1969
seçimlerinden sonra Meclis’e geldiğimizde İsmet İnönü ilk grup
toplantısında bir konuşma yaptı. ‘Sizden ricam, parlamentonun
açık olduğu her gün saat üçe beş kala gelip sıranıza oturacaksınız
ve Meclis Başkanı gongu çalıp kürsüden ininceye kadar çalışmalara
katılacaksınız. Bunu hiç aksatmadan ısrarla yapacaksınız. Öyle bir
gün gelir ki, iktidar partisinin devamsızlığında birçok kanunda biz
galebe çalarız’ dedi. Kendisi de parlamento çalışmalarını aksatmaz,
saat üçe beş kala gelip sırasına otururdu. Sadece davranışlarıyla
değil, özenli giyim kuşamıyla da bizlere örnek olurdu. Bilindiği gibi
İsmet İnönü, Cumhuriyet’i kuran kadroda yer alıyordu. Millî Mücadele yıllarında, Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde yaşananlarla
ilgili merak ettiklerimizi kendisine sorardık. Ancak bunu Meclis’te
değil, millî zaferlerin yıldönümü gibi vesilelerle kendisini Pembe
Köşk’te ziyaret ettiğimiz günlerde yapardık. Çünkü kendisi de bu
sohbetlerin yoğun parlamento çalışmaları sırasında yapılmasını
tercih etmezdi. Özellikle genç milletvekilleri olarak Pembe Köşk’te
kendisini ziyaret ettiğimizde bizimle yakından ilgilenir ve geçmişe
dair merak ettiğimiz tüm sorulara yanıt verirdi” diye konuşuyor.
Boztepe 1979’dan itibaren yaklaşık 15 yıl Süleyman Demirel’le de
yakın çalışma fırsatı bulduğunu ifade ediyor. Ailece görüştüklerini,
Demirel’i sık sık Güniz Sokak’taki evinde ziyaret ettiğini belirten
Boztepe, “Türkiye’ye çok önemli hizmetlerde bulunmuş olan rahmetli Demirel, bana göre Türkiye’nin gelmiş geçmiş en hoşgörülü
siyasetçisidir” diyor.
Röportajımız sırasında Barbaros Turgut Boztepe’ye 26.
Dönem’de görev yapacak milletvekillerine bir mesajı veya tavsiyesi olup olmadığını da soruyoruz. Boztepe, günümüzde milletvekillerinin daha iyi eğitim almış, kendilerini daha iyi yetiştirmiş
bireyler olduklarına işaret ederek, “Elbette bizim zamanımızla
bugünün şartları bir değil. Artık gençler daha iyi şartlarda eğitim
görme ve kendilerini geliştirme imkanına sahipler. Bununla birlikte
milletvekili arkadaşlarıma tavsiyem, sanatsal faaliyetlerden uzak
kalmamalarıdır. Tiyatro, opera ve bale eserlerini takip etmek, çoksesli müzik konserlerine gitmek ve kitap okumak insanın ufkunu
genişletir, dünyaya farklı pencerelerden bakabilmeyi ve hoşgörülü
olabilmeyi sağlar. 26. Dönem’de görev yapacak milletvekillerine
çalışmalarında başarı diliyor, yeni yasama döneminin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum” diye konuşuyor.
63
MECLIS KÜRSÜSÜNDE BIR SPOR ADAMI
SELIM SIRRI
TARCAN
64
SELIM SIRRI TARCAN ÖMRÜNÜ SPOR KÜLTÜRÜNÜN YAYILMASI VE
SPORUN BIR YAŞAM BIÇIMI OLARAK BENIMSENMESINE ADAMIŞTIR.
KENDI VÜCUDU VE BEYNINI BIR SPORCU DISIPLINIYLE EĞITMEKLE
KALMAMIŞ, TÜRKIYE’NIN ILK BEDEN EĞITIMI ÖĞRETMENLERINI
YETIŞTIRMIŞTIR. CUMHURIYET ÖNCESI VE SONRASINDAKI
DÖNEMDE VOLEYBOLUN ÜLKEMIZE TANITILMASINDAN TÜRKIYE
MILLÎ OLIMPIYAT KOMITESI’NIN KURULMASINA KADAR BIRÇOK
GIRIŞIMIN BAŞROLÜNDE HEP O VARDIR. TARCAN SPORUN YANI SIRA
SIYASETTE DE ADINDAN SÖZ ETTIRMIŞTIR.
İREM COŞKUNSEVEN
S
elim Sırrı Tarcan, Osmanlı döneminde Yenişehr-i Fener olarak
adlandırılan, bugünkü Yunanistan’ın Mora Yarımadası’nın
Larissa kentinde dünyaya gelir. Babası Yusuf Bey Karadağ
Muharebesi’nde şehit düştüğünde yalnızca
2 yaşındadır. Yetim kalmasının ardından
annesi Zeynep Hanım’la birlikte İstanbul’da
ikamet eden dayısının yanına taşınırlar.
Ancak talihsizlik Tarcan ailesinin peşini
İstanbul’da da bırakmaz. Dayısının sürgüne
gönderilmesinin ardından annesiyle birlikte
kıt kanaat bir hayat sürerler. Varını yoğunu
satan Zeynep Hanım, oğlunu Galatasaray
Lisesi’ne yatılı öğrenci olarak yazdırır. Genç
Selim, kendisine jimnastiği ve sporu sevdiren beden eğitimi öğretmeni Faik Bey ile
işte burada tanışır. “Ben seni okuyup adam
olasın diye mektebe göndermiştim, iplere
tırmanmak için değil!” diyen annesine rağmen jimnastikten asla vazgeçmez ve spor
onun ideali haline gelir.
Galatasaray Lisesi’nden sonra Mühendishane-i Berri Hümayun’da eğitimine
devam eden Selim Sırrı Tarcan, burada da jimnastiğin yanı sıra
güreş, eskrim, atletizm gibi spor dallarıyla yakından ilgilenir.
1897 yılında mezun olduktan sonra İzmir’e tayin edilir. Merkez
Kumandanı Osman Paşa’nın yaveri olarak görev yaptığı bu şehirde birçok aydınla tanışma fırsatı bulur. Edebiyata ilgi duyan
Abdülhalim Memduh, bir gün Tarcan’ı karşısına alır ve şöyle der:
“Herkes senin jimnastikteki maharetinden
bahsediyor, fakat gönlüm ister ki sen aynı
zamanda fikir jimnastiği de yapasın. Yalnız
pazularını şişirmek para etmez. Biraz da
kafan işlemeli. Gazetelere makaleler yazmalısın, diğer taraftan muallimlik etmeli,
adam yetiştirmelisin. İdealini aşılamak, ön
planda gelen vazifelerinden biri olmalıdır.”
Görev icabı 1900 yılında İstanbul’a geri
dönen Selim Sırrı Tarcan, Abdülhalim
Memduh’un sözlerinin de etkisiyle Servet-i
Fünun dergisinde ve İkdam gazetesinde
beden eğitiminin önemi ve gerekliliğiyle
ilgili yazılar yayımlamaya başlar. Daha
sonra mezun olduğu Mühendishane-i Berri
Hümayun’a jimnastik hocası olarak geri
döner. Sporla ilgisi sadece jimnastikle ve yazılarıyla sınırlı kalmaz. Pehlivanlarla güreşe
tutuşur, boks dersleri verir, eskrimde kılıç
savurur ve yüzme yarışlarına katılır.
Selim Sırrı Tarcan, 1905 yılında Hediye Hanım ile hayatını birleştirir. Evliliğinden olan iki kızı, ileride babalarının izinden gidecek
65
SELIM SIRRI TARCAN, SPORUN BIR BILIM OLARAK ALGILANDIĞI
ISVEÇ’TEKI AKADEMIDE SAĞLAM BIR VÜCUDA SAHIP OLMANIN
ANCAK VE ANCAK BEDENLE ZIHNIN BIR BÜTÜN OLARAK
EĞITILMESIYLE MÜMKÜN OLDUĞUNU FARK EDER.
ve tahsillerini Almanya’da beden eğitimi üzerine tamamlayacaklardır. Özel hayatındaki
gelişmeler bir yana Tarcan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir üyesi olmasıyla birlikte siyasete de adım atmış olur. II. Meşrutiyet döneminde İstanbul’da cemiyet üyeleriyle birlikte
dolaşarak nutuk verir. Bir yandan da modern olimpiyat oyunlarının kurucusu kabul edilen
Pierre de Coubertin ile Galatasaray Lisesi’ndeki temasları sayesinde tanışır. 1908’de Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti’nin kurulmasına önayak olur.
İttihat ve Terakki ile bağını koparıp kendini tamamen spora adamak isteyen Selim Sırrı
Tarcan, 1909 yılında İsveç Kraliyet Askerî Beden Eğitimi ve Jimnastik Akademisi’ne başlar.
Sporun bir bilim olarak algılandığı, diğer disiplinlerle arasındaki ilişkilerin öğretildiği bu
akademide sağlam bir vücuda sahip olmanın ancak ve ancak bedenle zihnin bir bütün
olarak eğitilmesiyle mümkün olduğunu görür. Buradaki eğitiminden sonra aklındaki spor
mefhumunun nasıl değiştiğini şöyle anlatır: “Jimnastik aleminde doğru yolu bulabilmek
için kırk senelik bir tecrübe devresi yaşadım. Yanlış ve çıkmaz yollarda kuvve-i bedeniyemi
adeta ifna ettim. Adelâtı, kuvve-i bedeniyeme mîyar sandım. (…) Nihayet günün birinde
fizyoloji ilminin muhtevası karşısında kanatlarım sarsıldı. Senelerce doğru sandığım yoldan
geri döndüm. Senelerce hissiyatım bana rehber olmuştu. İlim bana, şuurun rehberi olması
lazım geleceğini öğretti. Ve nihayet sıhhatle, kuvvetin mümkün olduğuna kaani oldum.”
1911’de yurda dönen Selim Sırrı Tarcan, İsveç’te öğrendiklerini ve gözlemlediklerini ülkede
uygulamak için kolları sıvar. Folkloru yurda tanıtmak için Ege Bölgesi’nin yöresel oyunu
zeybeği İstanbullularla tanıştırmaya başlar. İleride 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’na te-
66
mel teşkil edecek olan İdman Bayramı’nı
1916 ve 1917 yıllarında olmak üzere iki
kez üst üste organize eder. Etkinlikte
kullanılmak üzere bestesi Felix Körling’e
ait olan ve İsveç’te duyduğu “Tre trallande jäntor” isimli marşı “Gençlik Marşı”
olarak Türkçeye uyarlar. 1918 yılında
I. Dünya Savaşı nedeniyle Uluslararası
Olimpiyat Komitesi’nden çıkarılan ülkemizin olimpiyat cemiyeti de dağıtılır.
Ancak bundan tam 4 yıl sonra Tarcan’ın
çabalarıyla Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi yeniden kurulacak ve başkanlığına
kendisi getirilecektir.
Millî Mücadele yıllarında tekrar siyaset sahnesinde görünmeye başlayan
Selim Sırrı Tarcan, aralarında Mehmet
Emin Yurdakul, Fahrettin Hayri Bey
ve Halide Edip Adıvar gibi isimlerin de
bulunduğu bir grupla birlikte yeniden
halka nutuk vermeye başlar. 1919 yılının
Mayıs ayında yaptığı bir konuşmada
şu sözleri sarf eder: “Bizde tecavüz ve
istila emelleri yoktur. Biz yalnız yaşamak istiyoruz. Bu halkı bizden nez’e
kalkışmasınlar. Tarih-i medeniyette her
millet gibi azm-ü irfanla yükselmek ve
Türk kalarak yükselmek istiyoruz. Vakur
vatandaşlar; azm-ü gayreti bırakmayalım, Hak’tan ümidi kesmeyelim. Allah
bizimle beraberdir.”
1923 yılında Galatasaray Lisesi’nde
beden eğitimi öğretmenliği yapan
ve 1925’te Beden Terbiyesi Başmüfettişliği’ne atanan Selim Sırrı Tarcan,
Türkiye’nin ilk beden eğitimi öğretmenlerini yetiştirir. Ankara’da Gazi Eğitim
1935 YILINDA BEDEN TERBIYESI BAŞMÜFETTIŞLIĞI
GÖREVINDEN ISTIFA ETMESININ ARDINDAN SELIM SIRRI
TARCAN, TBMM’NIN V, VI VE VII. DÖNEMLERINDE ORDU
MILLETVEKILI OLARAK SIYASI HAYATINA DEVAM EDER.
Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’nün kurulmasına öncülük eder. Voleybol ve boks sporlarının
temellerini atarak bu spor dallarının Türkiye’de yaygınlaşmasını sağlar. Hem hoca hem sporcu
olarak yaşamını sürdüren Tarcan, eylemlerini fikirleriyle desteklemek amacıyla birçok makale
ve aralarında Terbiye-i Bedeniye Nazariyat ve Usul-i Talim, Prag Spor Pedagojisi Kongresi ve
Seyahat İntibaları, Radyo Konferanslarım ve Beden Terbiyesi’nin de olduğu elliden fazla eser
yayımlar. Çoğu okulda ders olarak okutulmayan beden eğitiminin okul müfredatına alınması,
hatta sporun gayesini bulması için bütün hayatı boyunca çabalar. Bu gayeyi şöyle tanımlar: “Ne
zaman ki gençler, sporun fikrî terbiyelerinin tekâmülüne hadim bir vasıta olduğunu anlayacaklar
ve ondan maada bir menfaat bekleyecekler, ne zaman ki isimlerinin, resimlerinin gazetelere
geçmesine ehemmiyet vermeyecekler, ne zaman ki stadyumları şehirlerin belediyeleri yapacak
ve halkın bu eğlenceli ve faydalı vücut idmanlarını badehu seyretmesini temin edecek, işte o
vakit spor gayesini bulacaktır.”
1935 yılında Beden Terbiyesi Başmüfettişliği görevinden istifa etmesinin ardından Selim
Sırrı Tarcan, TBMM’nin V, VI ve VII. Dönemlerinde Ordu milletvekili olarak siyasi hayatına devam eder. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü üzerine Meclis’te yaptığı konuşma tutanaklarda
şöyle yer bulur: “O müstesna şahsiyetin talakat ve belâgatini, bilmem ki bu aczimle sizlere
anlatmağa muktedir miyim... Onda
kendisini dinleyenleri mıknatıslayan
bir kuvvet vardı, o insanların doğrudan doğruya vicdanlarına hitap eder,
en duygusuz olanları, en hissizleri
bile imana getirirdi. Söz, onun elinde
kuvvetli bir silahtı. (…) O en yüksek
tanınmış alimlerle olduğu gibi 4
yaşında masum çocuklarla da konuşmasını bilirdi, insan onu dinlerken bir
ince sazın tatlı nağmelerini işitiyormuş gibi olurdu. Onun dilindeki Türk
sazı Beethoven musikisi gibi cihanı
alakadar ederdi. Bir Türk kadar, bir
Amerikalı, bazen bir İngiliz, bazen
bir Fransız onun belâgati karşısında
hayranlık duyduğunu itiraf ederdi. O
Büyük Millet Meclisi’nin kürsüsünde
her yıl senelik nutkunu söylerken
mebusların bu sevgili büyüğü tam
bir sükut içinde ne büyük bir alaka ve
dikkatle dinledikleri -ah o görülecek
bir manzara idi- o müessir sözleriyle
bazen düşündürür, bazen sevinç
yaşları döktürürdü. Onda büyük
bir kumandan, müdebbir bir siyasi,
mükemmel bir terbiyeci, emsalsiz
bir mürşit hali vardı. Derin bir nüfuzu
nazara malikti. Dünü bilir, bugünü
görür, yarını düşünürdü.”
1957 yılının Mart ayında hayatını
kaybeden Selim Sırrı Tarcan, ardında kendisini ölümsüz kılacak 2 bin
500’den fazla makale, 50’yi aşkın
eser bıraktı. Beden eğitimini bir ilim
ve yaşam biçimi olarak gençlere aşılama çabasını, altına imzasını attığı
birçok ilkle taçlandırdı.
67
DOÇ. DR. ZEYNEP KARAHAN USLU:
TÜRKIYE’NIN TEK SARAY VAKFI OLARAK YILDIZ
SARAYI’NIN GELIŞMESINE, TANITIMINA VE BAZI ESERLERIN
RESTORASYONUNA KATKI SAĞLAMAYI SÜRDÜRÜYORUZ
SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK
YILDIZ SARAYI VAKFI YÖNETIM KURULU BAŞKANI, AK PARTI AR-GE
BAŞKAN YARDIMCISI DOÇ. DR. ZEYNEP KARAHAN USLU, “SIYASET
KURUMUNUN PARÇASI OLMUŞ ŞAHSIYETLER BELKI HIÇBIR
ALANDA EDINILEMEYECEK FARKLI YAŞAM TECRÜBELERINE, ILIŞKI
VE BIRIKIMLERE SAHIPLER. BU BIRIKIMIN FAYDA ÜRETMEYE DEVAM
ETMESI IÇIN SIVIL TOPLUM FAALIYETLERINE DESTEK VERMENIN
TOPLUMSAL BIR SORUMLULUK OLDUĞU KANAATINDEYIM” DIYOR.
68
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Yönetim Kurulu Başkanlığını üstlendiğiniz Yıldız Sarayı Vakfı; eşsiz konumu, hayranlık uyandıran mimarisi ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun son dönemine ait izler taşıması dolayısıyla
paha biçilemez değerdeki Yıldız Sarayı ile ilgili faaliyetler yürütüyor. Söyleşimizde öncelikle Yıldız Sarayı’na ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Yıldız Sarayı tarihî mirasımızı anlamak ve sahiplenmek adına sadece üstün estetik anlayışın tezahür ettiği bir mimari kompleks
olmakla sınırlı olmayan, 16. yüzyıldan itibaren çeşitli biçimlerde
Osmanlı sultanlarına evsahipliği yapsa da asıl olarak Sultan II.
Abdülhamid Han döneminde merkezin merkezi diyebileceğimiz
bir siyasi odağa dönüşerek tarihimizin izlerini halen hissettiren
bir kültürel miras. Ancak böyle bir mirasın 1926-27 arasında kumarhane olarak kullanılmış olmasını, yakın tarihimizin en kabul
edilemez sayfaları arasında acıyla hatırladığımızı da söylemek
lazım. Yıldız Sarayı, bir dönem de Silahlı Kuvvetler tarafından
idari merkez, askerî okul olarak kullanılan, ancak 1978’de Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na devri sonrasında müze olarak değerlendirilebilen, uzun yıllar ihmal edilmiş bir zenginliğimiz. Şimdilerde
tamamlanmak üzere olan geniş çaplı restorasyonlarla milletimizin ve ülkemizi ziyaret edenlerin hizmetine en görkemli haliyle
sunma imkanı yakalanmış olması ise bugünün gururunu bize
hissettiriyor.
Yıldız Sarayı, Türkiye’nin yanı sıra dünyanın dört bir yanından
ziyaretçileri ağırlıyor. Sarayın ülkemizin tanıtımı ve turizme
katkılarıyla ilgili görüşleriniz nelerdir?
Yıldız Sarayı, Osmanlı’nın son dönemini yansıtan estetik zirve
denebilecek mimarisiyle son büyük sarayımızdır. Doğu ve Batı
medeniyeti mimari anlamda harmanlanmış, bünyesindeki birçok
mimari şaheser bambaşka bir lezzette insanlığa adeta armağan
edilmiştir. Tiyatrodan marangozhaneye, Porselen Fabrikası’ndan
Müzehane’ye dek
hiçbir sarayımızda
bulunmayan çeşitlilikte yapılar kadar
bu yapılarda yaşanan hikayeler de
ilgi çekicidir. Saray
masalsı atmosferinin yanı sıra Cihannüma Köşkü’nden
aynı anda İstanbul
Boğazı, Haliç ve
Marmara Denizi’ni
seyretmenin ayrıcalığını yaşayıp, 80 dönüm gibi devasa büyüklükte bir tabiat senfonisinde doğa, kültür ve tarihle iç içe,
İstanbul’u en güzel biçimde terennüm etme imkanı sunmaktadır.
Bu bağlamda bu eşsiz kültür mücevherimiz nesillerimize ve tüm
dünyaya medeniyetimizin büyük kültür aktarıcısı olma misyonuyla donanmıştır diyebiliriz.
Yıldız Sarayı Vakfı’nın kuruluş öyküsüyle ilgili bilgi aktarabilir
misiniz? 33 yıllık geçmişe sahip vakıf, faaliyetlerini hangi amaçlar doğrultusunda yürütüyor?
Vakıf çalışmalarımız kültür ve sanat faaliyetleri ağırlıklıdır. Faaliyetlerimizi, odağına medeniyet ve tarih bilincinin geniş toplum
kesimleri nezdinde güçlendirilmesini koymak suretiyle gerçekleştiriyoruz. Bu bağlamda özellikle cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han’ın fikriyatı, kimliği ve milletine bağlılığını ortaya koyan
akademik çalışmalar kotarılmaktadır. Türkiye’nin tek Saray Vakfı
olmamız hasebiyle Yıldız Sarayı’nın gelişmesine, tanıtımına ve
bazı eserlerin restorasyonuna da katkı sağlamayı sürdürüyoruz.
Yıldız Sarayı Vakfı sergi, panel, konferans, AB projeleri gibi çeşitli faaliyetler gerçekleştiriyor. Bu faaliyetler arasında ön plana
çıkanları, bu söyleşi çerçevesinde değinmek istediklerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Elbette. Yakın zamanda gerçekleştirdiklerimiz bağlamında ifade
edersek Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahtının restorasyonunu
üstlendik. Yine bu büyük tarihî şahsiyetin vefatının yıldönümü
vesilesiyle bilimsel bir toplantı gerçekleştirdik. 25. Cülus Hediyeleri Sergisi ile çeşitli saraylardan elde ettiğimiz eserleri bir araya
getirerek bir ilke imza attık. Sarayın ziyaretçi trafiğini de artıran
bu büyük kültür etkinliğini, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı
Ömer Çelik ve Sayın Sare Davutoğlu hanımefendinin açılışlarıyla
gerçekleştirip sergi kataloğunu yetkin bilim insanlarımızın makalelerine yer vererek
yayımladık. Bunun
dışında da birçok
sergi ve kültürel
faaliyet gerçekleştirdik. UNESCO
Türkiye Millî Komisyonu gibi uluslararası kuruluşlar
nezdindeki üyeliklerimiz çerçevesinde faaliyetlerimiz
de devam ediyor.
69
“VAKIF ÇALIŞMALARIMIZ KÜLTÜR VE SANAT FAALIYETLERI
AĞIRLIKLIDIR. FAALIYETLERIMIZIN ODAĞINDA MEDENIYET
VE TARIH BILINCININ GENIŞ TOPLUM KESIMLERI NEZDINDE
GÜÇLENDIRILMESI YER ALMAKTADIR.”
Vakfın önümüzdeki dönemde gerçekleştirmeyi planladığı proje
ve faaliyetlerle ilgili bilgi verebilir misiniz?
Şu sıralarda kültür mirasımız açısından çok kıymetli bir zanaat
olan Osmanlı Saray Porselenciliği’nin günümüzdeki tek temsilcisi
Yıldız Porselen Fabrikası bünyesinde bir eğitim programını organize ediyoruz. Böylelikle bu dalda gelişmek ve meslek edinmek
isteyen gençlerimize iş imkanı ve bu zanaatın devamına katkı
sağlamayı hedefliyoruz. Diğer taraftan Türk vatandaşı olmasına
vesile olduğum, yüzyılın müzik dâhisi olarak görülen Suriyeli
mülteci gencimiz Tambi Asaad tarafından verilecek, Sultan
Abdülaziz’in bestelerinin de sanatseverlerle buluşacağı bir piyano
resitali gerçekleştirerek hem bu yeni yeteneğin kültür çevreleriyle
buluşmasını sağlayacak hem de ceddimizin bir büyük değerinin
sanatsal yönünü toplumla paylaşma imkanı bulacağız. Diğer taraftan, şu ana kadar hiç yapılmamış olan Yıldız Sarayı Müzesi Eser
Kataloğu’nun basımını da üstlenmeyi planlıyoruz.
TBMM 22. ve 24. Dönemlerde milletvekilliği yaptınız. Geçmiş
dönemlerde Meclis çatısı altında yer almış milletvekillerinin
bilgi ve tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmelerinin
önemine ilişkin görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Siyaset kurumunun parçası olmuş şahsiyetler belki hiçbir alanda
edinilemeyecek farklı yaşam tecrübelerine, ilişki ve birikimlere
70
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
sahipler. Bu birikimin fayda üretmeye devam etmesi için sivil
toplum faaliyetlerine destek vermenin toplumsal bir sorumluluk
olduğu kanaatindeyim. Keza hem akademisyen hem de siyasetçi
şapkasıyla baktığımda sivil toplum faaliyetlerinin parçası olmak
kişinin iç dünyasını zenginleştirme, iyi ve doğrunun parçası olduğu
hissiyatını güçlendirerek yaşamdan aldığı manevi hazzı yükseltme anlamında da kişisel katkı sağlayan bir alan. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının siyasette olduğu gibi somut iş, katma değer
üretme imkanı sağlayan işleyiş mantığı da bu alanı siyasetçiler
için anlamlı kılıyor.
71
1 Kasım 1993
1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı altında kurulan, sonradan Avrupa
Ekonomik Topluluğu ve daha sonra Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu’yla birleşen Avrupa
Birliği; ekonomik ve parasal birlik, ortak
dışişleri ve güvenlik politikası, adalet ve
içişlerinde işbirliği konularında da mutabakatı sağlayan Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle resmen kurulmuş oldu.
15 Kasım 1983
9 Kasım 1982 -
KASIM
1982 Anayasası yürürlüğe girdi.
12 Eylül darbesinden sonra hazırlanan Anayasa için referandum
yapılmış, sandıktan yüzde 91,37
oranında “Evet” oyu çıkmıştı.
1
6
9
Kıbrıs Türk Federe Devleti
Meclisi oybirliğiyle aldığı
kararla Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni ilan etti.
KKTC’nin Kuruluş Bildirgesi’ni
Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş okudu.
10
15
6 Kasım 1944
Amerika Birleşik Devletleri’nde
yer alan ve II. Dünya Savaşı
yıllarında kurulan Hanford
Nükleer Tesisleri’nde dünyanın ilk plütonyum üretim
reaktörü geliştirildi. Radyoaktivitesi yüksek ve dünyanın en
zehirli elementi plütonyumdan atom bombası üretilerek
Nagazaki’ye atıldı.
72
10 Kasım 1938 -
Millî Mücadele’nin ateşleyicisi ve
yürütücüsü, Kurtuluş Savaşı’nın
büyük komutanı, modern Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk hayata gözlerini yumdu.
10 Kasım 1965 -
Çin Komünist Partisi Başkanı Mao
Zedong, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni
başlattı. Ülkede devrim ruhunu
canlandırmak için hayata geçirilen,
vatandaşların “diktatörce yöneten yerel
ve ulusal liderliğe karşı ayaklanmaya”
çağrıldığı devrim, amacının dışına çıkarak
kanlı olaylara sebebiyet verdi. 1969’da
biten devrimin bilançosu milyonlarca
insanın ölümü oldu.
25 Kasım 1893
Vilhelm Thomsen adlı Danimarkalı dilbilimci, Danimarka
Kraliyet İlimler Akademisi’nde
sunduğu bildiriyle Orhun
Alfabesi’ni çözdüğünü ve
Orhun Yazıtları’nı okuduğunu
bilim dünyasına açıkladı.
22 Kasım 1968 -
Türkiye’de ilk defa kalp nakli yapıldı.
Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde
Dr. Kemal Beyazıt’ın gerçekleştirdiği
ameliyat sonrasında hasta birkaç
saat yaşayabildi.
24 Kasım 1981 -
Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünde
her yıl 24 Kasım’ın Öğretmenler Günü
olarak kutlanması kararlaştırıldı.
19
22
24 25
29
19 Kasım 1994 -
İstanbul’da düzenlenen Dünya Halter
Şampiyonası’nda Halil Mutlu 7 dünya rekoru kırarak
3 altın madalya, Naim Süleymanoğlu 3 dünya rekoru
kırarak 3 altın madalya, Fedail Güler iki dünya
rekoru kırarak 2 altın ve 1 gümüş madalya kazandı.
29 Kasım 1990
Medeni Kanun’un, içeriği “Karı koca mallarını
idare için hangi usulü kabul etmiş olursa olsun
karı, kocanın sarahaten veya zımnen müsaadesi
ile bir iş veya sanat ile iştigal edebilir” olan 159.
maddesi Anayasa Mahkemesi’nce kaldırıldı.
73
24 KASIM 1981
ESERINE DEĞER
BIÇILEMEZ
EMEKÇILER
ÖĞRETMENLER
PINAR ÜNSAL
B
ilmek dünyanın en mutluluk veren hissi olmalı. Hangi enzimin
neyi parçaladığını, elementlerin orbital sayılarını, en uzak
gezegenin neye benzediğini, arıların nasıl gördüğünü, binom
açılımının mantığının neye dayalı olduğunu bilmek… Bir Leonardo da Vinci olmak değil kastedilen; ancak yaşam bilimleri, tarih,
matematik, astronomi, müzik, mimari, kimya, resim gibi konuların biriyle ilgili bile bir
şeyler merak etmek
ve cevap bulmak büyük bir hazineye sahip
olmak aynı zamanda.
Bazı kişiler insan
yetiştirmeye ve “Bilgi
paylaştıkça çoğalır”
sözüne hak verircesine
bildiklerini anlatmaya
hayatını adar; onlara
“öğretmen” diyoruz.
Bu sözcük geçtiğinde çoğu insanın aklına okuma-yazmayı
öğrenme, mevsimleri
sıralama, çarpım tablosunu ezberleme, hatta tek ayak üzerinde durma cezası meselesi gelir. Yani “Öğretmenim canım benim, canım benim” çağları.
Araştırmalara göre en çok ilkokul öğretmenleri hatırlanıyor,
yani bizi hayata hazırlayanlar. Lise ve üniversite öğretmenleri
74
ise tavırları, karakterleri ve ideolojileriyle kişi üzerinde olumlu iz
bırakmışlarsa veya kişinin ilgisini çeken bir konuyla ilgili uzmanlaşmışlarsa aynı güzel hislerle akla geliyorlar.
Öğreten, bilgisini paylaşan, hayata hazırlayan, bazen annebaba olan öğretmenler… Olayın bir de eğitim kısmı var. “Ağaç
yaş iken eğilir” ve “Kalem kılıçtan keskindir”, eğitim-öğretimin
önemine vurgu yapan
iki güzel atasözü. Konuyla ilgili “Eğitim şart”
lafı da güzel, dilimize
ülkemizin en meşhur
şovmeni tarafından kazandırılan. Daha doğrusu bir dönem onun
sayesinde moda olan,
sonradan meğer ne çok
ihtiyaç varmış bu söze
diye düşündüren. “Eğitim” sözcüğü geçiyor
diye bir öğretmen, öğrenci ve dört tarafı duvarla kaplı mekan, yani
okul anlaşılmasın. Her
yer okul olabilir. Bu cümlenin ardından “Hababam Sınıfı Tatilde”
filmi ve idealist öğretmen Mahmut Hoca tezahür ediyor zihinde.
Öğrencilerin “Kel Mahmut” dediği sert müdür yardımcısı öğreten
değil de eğiten kişidir ya çoğunlukla. Anne-babalarının belki de
ÖĞRETMENLER GÜNÜ SADECE TÜRKIYE’DE DEĞIL, NEREDEYSE TÜM
DÜNYADA KUTLANIYOR. UNESCO 5 EKIM’I DÜNYA ÖĞRETMENLER
GÜNÜ ILAN ETMIŞ. 1994 YILINDAN BERI YAKLAŞIK YIRMI ÜLKEDE
KUTLANAN BU GÜNÜN 2015 SLOGANI “ÖĞRETMENLERI DESTEKLEMEK,
SÜRDÜRÜLEBILIR TOPLUMLAR INŞA ETMEKTIR” OLMUŞ.
başından savdığı, ama her biri üzerinde
emek harcamaya değer pırıl pırıl insanlara
adam olmayı öğretmek için paralar kendini.
Okulun dört tarafı duvarlarla çevrili derslik
olmadığını da Mahmut Hoca söyler. “Hababam Sınıfı Tatilde” filminde kampa giden
öğrenciler doğada pek çok şey öğrenir; bitki
değil alfabe mübarek, içinde A, B, C, Ç, D, E,
F… vitaminleri bulunan otla bile tanışırlar.
Bu konuda Mahmut Hoca, tüm zamanların
en iyi yazılmış öğretmen tiplemesi olsa
gerektir.
Yeni neslin mimarları
Bir ülkenin gelişmesi ve varlığını devam
ettirebilmesi için eğitim işini çok daha fazla
ciddiye almak gerek. Çok uzak geçmiş sayılmayan 18. yüzyılda Avrupa’da kadınların
eğitim alması yasaktı. Yine o yüzyılda buna
karşı çıkanlar oldu. Çünkü eğitimli kadın ileride topluma faydalı olacak erkek evlatlar
yetiştirecekti. Aslında erkek merkezli bu
düşünce o yüzyılda kadına eğitim imkanı
verilmesini de sağladı. Bu laf kalabalığının
nedeni kişinin eğitiminde ebeveynlerin ne
kadar önemli olduğunu söylemek. Anne
mutlaka ilk öğretmendir, ancak bir cisme
ses hızını kazandırmak için deneyler yapan
bilim adamının annesinin de fizik profesörü
olma ihtimali çok yüksek değil. Kısaca okul
eğitimi de çok önemli. Okullarda nitelikli insan yetişince ülke kalkınacak, kişi iyi eğitilince toplumda huzur ve barış sağlanacak…
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” sözü
öğretmenlerin neden bu kadar önemsen-
mesi gerektiğini de açıklıyor. 24 Kasım’ın bir nesli şekillendiren öğretmenlere adanması da Atatürk’le ilişkili bir durum. Okunması, öğrenmesi, yazması zor Arap harflerinin
yerine yeni Türk alfabesini getirmesi, ülke genelinde okuma-yazma kursları açtırması,
hatta Millet Mektepleri’nde kara tahtanın başına geçip kendisinin okuma-yazma
öğretmesi onun eğitim-öğretimin ülke genelinde yaygınlaşmasına ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Bu yüzden Türkiye Büyük Millet Meclisi 24 Kasım 1928’de Atatürk’e
“Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanını vermiş. Atatürk’ün doğumunun 100. yılı
1981’de ise her yıl 24 Kasım’ın Öğretmenler Günü olarak kutlanması kararlaştırılmış.
Öğretmenler Günü sadece Türkiye’de değil, neredeyse tüm dünyada kutlanıyor.
UNESCO 5 Ekim’i Dünya Öğretmenler Günü ilan etmiş. 1994 yılından beri yaklaşık yirmi
ülkede kutlanan bu günün 2015 sloganı “Öğretmenleri desteklemek, sürdürülebilir
toplumlar inşa etmektir” olmuş.
Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman gibi ülkeler ise öğretmenlere minnetini 28 Şubat’ta
gösteriyor. Çin, Öğretmenler Günü’nü Konfüçyüs’ün doğum tarihi olan 27 Ağustos’ta
kutluyor. Hindistan’da ikinci başkan Sarvepalli Radhakrishnan’ın isteğiyle 5 Eylül;
Tayland’da 16 Ocak; İran’da 2 Mayıs; ABD’de mayıs ayının ilk haftasının salı günü;
Arjantin’de eğitim alanında pek çok reforma imza atmış, ülkenin eski başkanlarından
Domingo Faustino Sarmiento’nun ölüm tarihi olan 11 Eylül’de kutlanıyor. Aydınlık geleceklerin ancak eğitimcilere verilen değerle mümkün olacağını keşfetmiş her ülke,
öğretmenlerin el üstünde tutulması gerektiğini biliyor.
75
FARKLILIKLARDAN ZENGİNLİĞE
UNESCO
76
CANLILARIN SOYUNUN TÜKENMESININ DOĞANIN DENGESINDE
CIDDI HASARLARA YOL AÇMASI GIBI YEREL KÜLTÜRLERIN KÜRESEL
EĞILIMLER KARŞISINDA ERIMESI DE INSANLIK IÇIN TEHLIKE ARZ
EDER. 16 KASIM 1946’DA KURULAN UNESCO, KÜLTÜRLERIN
YAŞAMASI IÇIN EĞITIM VE BILIMIN ÖNEMINI GÖZ ÖNÜNDE
TUTARAK DÜNYA ÇAPINDA YÜRÜTTÜĞÜ PROJELERLE INSANLIĞIN
GELECEĞE EMIN ADIMLARLA YÜRÜMESI IÇIN ÇABA SARF EDIYOR.
ORHAN GÜLENAY
F
arklılıklar, kişiler arasında olduğu gibi milletler arasında da ciddi
çatışmaların doğmasına yol açar. Öte yandan hayatın hemen
her alanında verimliliği sağlayan yine farklılıklardır. Herkesin aynı
şekilde düşünüp davrandığı bir dünyada gelişmenin imkanı olmazdı. Çağlar boyunca birileri, o güne kadar düşünülmeyen şeyleri
hayata geçirmeye kalkmasa, yani
farklılığı ortaya koymasa insanlık
tarihi diye bir kavramdan söz
edemezdik.
Toplumsal yaşam söz konusu
olduğunda ortaklıkların birleştirici gücü üzerinde durulur sık sık.
Gerçekten de toplumun bir arada
kalmasını sağlayan en önemli
unsur ortaklaşa oluşturulan değerlerdir. Biraz daha yakından
bakıldığında bu ortaklıkların farklılıkların uygun biçimde bir araya
getirilmesiyle meydana geldiği
görülür. Daha büyük ölçekte bakılırsa aynı gezegenin misafirleri
olan farklı etnik köken, din ve kültürden gelen insanların yine
farklılıklar yüzünden çatıştığı, ama aynı şekilde ortak bir uygarlığa
birlikte imza attıkları ortaya çıkar. Nedeni ne olursa olsun, ötekini
dışlamaya, hatta onu yok etmeye yönelik yaklaşımların en acı
sonucunu II. Dünya Savaşı’nda yaşayan insanlık, refah ve huzur
içinde hayatına devam edebilmek amacıyla bir yandan farklılıkları
koruyan, diğer yandan bunların çatışma gerekçesi olmasını orta-
dan kaldırmak için çabalayan bir fikir geliştirir: Birleşmiş Milletler.
Birleşmiş Milletler’in kurulabilmesi için ne yazık ki atom bombasının kullanıldığı bir büyük felaketin gerçekleşmesi gerekti.
Bundan önce I. Dünya Savaşı’nın ardından Milletler Cemiyeti
adıyla uluslararası sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesine
aracılık edecek bir teşkilat kurulmuştu. Ancak dünyanın siyasi
durumu, özellikle sömürgecilik
fikrinin henüz meşru kabul edilişi bu örgütün verimli bir şekilde
çalışmasını engelledi. Nitekim
1939’da yeniden ateşlenen savaş
fitili bu kurumu fiilen ortadan
kaldırdı. II. Dünya Savaşı’nın acıları ve kayıpları o kadar fazlaydı
ki, bir ortak akıl geliştirerek farklılıkları zenginliğe dönüştürmek
neredeyse zorunlu hale geldi.
Birleşmiş Milletler fikri, her ne
kadar savaşın galiplerini ilelebet dünyanın yöneticileri konumuna
oturtan bir yapıyla şekillense de insanlık idealleri bakımından
olumlu bir adımdı.
24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler, hem Milletler Cemiyeti tecrübesine hem de dünya sorunlarının yalnız diplomatik
düzlemde çözülemeyeceği düşüncesine dayanıyordu. Uluslararası toplumu ilgilendiren meselelerin yanı sıra yerel ve bölgesel
konulara da eğilmenin önemi daha kuruluş aşamasında ortaya
77
çıktı. “Adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği
tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş” olarak
tanımlanan Birleşmiş Milletler; Genel Kurul, Güvenlik Konseyi,
Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı şeklinde idari bölümlere ayrılır.
Bunların dışında teşkilata bağlı özel kurum niteliğinde, her biri
belli alanlarda faaliyet gösteren yapılar Birleşmiş Milletler’deki
yerini alır. Bu kurumların başlıcaları Gıda ve Tarım Örgütü (FAO),
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO),
Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ve Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) olarak sıralanabilir.
Eğitim, bilim, kültür
UNESCO, dünyadaki çatışmaların en belirgin nedenlerinden kültürel farklılığa tahammülsüzlüğü ortadan kaldırmak üzere politikalar
geliştirmesiyle öne çıkar. Eğitimin tüm yönlerini kapsayan tek
Birleşmiş Milletler birimi olan UNESCO’nun eğitim hedeflerinin
başında “herkes için eğitim” gelir. Eğitimde evrensel ve bölgesel
öncülük sağlamak, çocukluk döneminden yetişkinlik çağlarına
kadar dünya çapında eğitim sistemlerini güçlendirmek, eğitim
78
yoluyla çağdaş ve evrensel sorunlara cevap vermek UNESCO’nun
öncelikli amaçlarındandır. Bu kapsamda bölgesel ve evrensel
sözleşmeler hazırlayarak üye devletlerin eğitim alanında atacağı
adımlara kılavuzluk eden UNESCO, özellikle kız çocuklarının okutulması için projeler geliştirir. Kurum, kendi görevleri arasında “Adalet, özgürlük, insan hakları ve barışın geliştirilmesi adına herkesin
eğitimini garanti etmek için düzenlenen herhangi bir aktiviteyi
cesaretlendirmek ve desteklemek” ilkesini de sayar. Kardeş Okullar
Ağı (ASPnet), Uluslararası Teknik ve Mesleki Eğitim Merkezi ve
Üniversite Eşleştirme Ağları (UNITWIN) gibi geniş çaplı projeler,
UNESCO’nun eğitimde fırsat eşitliğini gözeterek yürüttüğü başarılı programlardır.
Bilim söz konusu olduğunda UNESCO’nun “doğa bilimleri” ile
“sosyal ve beşerî bilimler” ayrımı yaptığı görülür. Bu ayrımın ulusal
ölçekte çalışan bilim kurumlarının büyük çoğunluğunda ihmal edildiği düşünüldüğünde UNESCO’nun önemi bir kez daha ortaya çıkar.
Askerlik ve tıp teknolojileri başta olmak üzere, bilimsel çalışmaların
somut ve yüksek kârlı faydaya dönüştürülmesi düşüncesiyle hareket eden bilim kurumlarının aksine UNESCO bilimi insanoğlunun
kendini gerçekleştirmesi çerçevesinde değerlendirir. Bilimsel etkin-
UNESCO’NUN EĞITIM HEDEFLERININ BAŞINDA “HERKES IÇIN
EĞITIM” GELIR. EĞITIMDE EVRENSEL VE BÖLGESEL ÖNCÜLÜK
SAĞLAMAK, ÇOCUKLUK DÖNEMINDEN YETIŞKINLIK ÇAĞLARINA
KADAR DÜNYA ÇAPINDA EĞITIM SISTEMLERINI GÜÇLENDIRMEK
KURULUŞUN ÖNCELIKLI AMAÇLARINDANDIR.
liklerin daha sağlıklı desteklenmesi amacıyla her disipline uygun
uzmanlık komiteleri oluşturmayı esas alır. Çalışmalara uygun fonlar sağlamak için bilim dalının kendine özgü niteliklerini göz önünde
bulundurur. Bilimin sürdürülebilir kalkınmaya hizmet etmesi adına,
tatlı su, deniz, ekoloji, yer bilimleri ve temel bilimler gibi alanlarda
uluslararası projeler yürütür. Yüksek katılımlı ve günümüzün iklim
değişikliği, çevre kirliliği ve işsizlik gibi sorunlarına da çözümler
üretmeyi görev edinmiş doğa bilimi programları şunlardır: Uluslararası Hidroloji Programı, İnsan ve Biyoküre Programı, Uluslararası
Yer Bilimleri Programı, Uluslararası Temel Bilimler Programı, Dünya
Su Değerlendirme Programı.
UNESCO, kalkınmanın yalnız ekonomik düzlemde olmayacağına
inanır. Toplumsal ve kültürel kalkınmanın sağlanması için sosyal
ve beşerî bilimleri destekler. İnsan hakları ve felsefe alanları başta
olmak üzere evrensel norm belirleyici çalışmalara imza atar. Çağımızın önemli sorunlarından toplumsal eşitliğin sağlanması da
UNESCO’nun bu başlık altında yürüttüğü çalışmaların kapsamına
girer.
Kültürel miras kavramının UNESCO sayesinde dile yerleştiğini
söylemek yanlış olmaz. UNESCO, tarihî anıtlardan müzelere, ge-
leneksel uygulamalardan çağdaş sanata kadar birçok cepheden
insan hayatını zenginleştiren kültürün yaşatılması için yoğun
çaba harcar. Kültürel mirasın yanı sıra kültürel çeşitlilik kavramına
da vurgu yapan kurum, farklılıkların bir arada yaşamasına olanak
sağlayacak zemini kurmaya çabalar. UNESCO’nun taraf ülkelerin
imzasına açtığı Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve
Geliştirilmesi Sözleşmesi, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi, Su Altı Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme,
Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç ve Mülkiyet Transferinin
Önlenmesi ve Yasaklanması İçin Alınacak Tedbirlerle İlgili Sözleşme, Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına
Dair Sözleşme başlıklı belgeler insanlığın geçmişten beslenerek
geleceğe güvenle bakmasını sağlama amacı taşır.
Türkiye ve UNESCO
Türkiye, Birleşmiş Milletler’e üye olmasının ardından, Kasım
1945’te Londra’da 44 ülkenin temsilcileriyle yapılan toplantıda
UNESCO’nun kuruluşuna ilişkin metni imzalayan devletlerden
biridir. Türkiye’nin UNESCO üyeliği 20 Mayıs 1946 tarih ve 4895
79
Efes Antik Kenti
Divriği Ulu Camii
sayılı kanunla onanır. İşlevi UNESCO Genel Direktörlüğü’nün
ülkedeki temsilciliği olan UNESCO Türkiye Millî Komisyonu da
25 Ağustos 1949 tarihinde kurulur. Millî Komisyon’un başına Ord.
Prof. Dr. Tevfik Sağlam geçer. Sağlam’dan sonra bu görevi sırasıyla
Prof. Dr. Bedrettin Tuncel, Prof. Dr. Suat Sinanoğlu, Prof. Dr. Oluş
Arık, Prof. Dr. Arsin Aydınuraz ve Prof. Dr. Nabi Avcı üstlenir. 2011
yılından bu yana UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanlığı’nı
Prof. Dr. Öcal Oğuz yürütmektedir.
80
Türkiye bugüne dek UNESCO Yürütme Konseyi’nde Reşat Nuri
Güntekin, Ahmet Kutsi Tecer, Prof. Dr. Bedrettin Tuncel, Prof. Dr.
Erdal İnönü, Prof. Dr. Talat Sait Halman ve Prof. Dr. Orhan Güvenen
gibi saygın sanat ve bilim insanları tarafından temsil edilmiştir.
Bedrettin Tuncel ayrıca, UNESCO Yürütme Konseyi Başkan
Vekilliği ve UNESCO Genel Konferansı Başkanlığı görevlerini de
üstlenmiştir.
Zengin tarihî ve kültürel mirasa sahip olan Türkiye’nin
UNESCO’nun Dünya Miras Listesi başta olmak üzere çeşitli listelerde hak ettiği yeri alması ve Türkiye’nin değerleri adına anma
yıldönümleri düzenlenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ciddi çabalar harcar. UNESCO
Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme
kapsamında hazırlanan Dünya Miras Geçici Listesi’ne Dünya Miras
Konseyi’nin belirlediği ölçütlere uyan doğal, kültürel ve karma statüsündeki kültür varlıkları kaydedilir. Kasım 2015 itibarıyla Türkiye
2 karma (kültürel/doğal), 1 doğal ve 57 kültürel varlık olmak üzere
toplam 60 kültür varlığıyla bu listede temsil ediliyor. Bu kültür
varlıkları şöyle sıralanıyor:
miras olmak üzere 15 kültür varlığı yer
alır: İstanbul’un Tarihî Alanları, Divriği
Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas), Hattuşa: Hitit Başkenti (Çorum), Nemrut Dağı
(Adıyaman), Xanthos-Letoon (AntalyaMuğla), Safranbolu Şehri (Karabük),
Troya Antik Kenti (Çanakkale), Selimiye
Camii ve Külliyesi (Edirne), Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya), Bergama
Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı
(İzmir), Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı
İmparatorluğu’nun Doğuşu, Diyarbakır
Kalesi ve Hevsel Bahçeleri, Efes (İzmir),
Pamukkale
Karain Mağarası (Antalya), Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları (Bitlis), Alahan Manastırı
(Mersin), Alanya (Antalya), Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri, İshakpaşa Sarayı (Ağrı), Konya:
Selçuklu Başkenti, Mardin Kültürel Peyzaj Alanı, Selçuklu Kervansarayları: Denizli-Doğubayazıt Güzergâhı, St. Nicholas Kilisesi (Antalya), St. Paul Kilisesi-St. Paul Kuyusu ve Çevresi
(Mersin), Sümela Manastırı (Trabzon), Afrodisias Antik Kenti (Aydın), Likya Uygarlığı Antik
Kentleri (Antalya ve Muğla), Perge Antik Kenti (Antalya), Sagalassos Antik Kenti (Burdur),
Göbeklitepe Arkeolojik Alanı (Şanlıurfa), Beyşehir ve Eşrefoğlu Camii (Konya), St. Pierre
Kilisesi (Hatay), Ani Tarihî Kenti (Kars), Aizanoi Antik Kenti (Kütahya), Beçin Ortaçağ Kenti
(Muğla), Birgi Tarihî Kenti (İzmir), Gordion (Ankara), Hacı Bektaş Veli Külliyesi (Nevşehir),
Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı (Muğla), Niğde’nin Tarihî Anıtları, Mamure Kalesi
(Mersin), Odunpazarı Tarihî Kent Merkezi (Eskişehir), Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi
(Gaziantep), Zeugma Arkeolojik Siti (Gaziantep), Laodikeia Antik Kenti (Denizli), Sardes
Antik Kenti ve Bintepeler Lidya Tümülüsleri (Manisa), Ceneviz Ticaret Yolu’nda Akdeniz’den
Karadeniz’e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri, Anavarza Antik Kenti (Adana), Kaunos Antik
Kenti (Muğla), Korykos Antik Kenti (Mersin), Arslantepe Arkeolojik Alanı (Malatya), Kültepe
Arkeolojik Alanı (Kayseri), Çanakkale ve Gelibolu I. Dünya Savaşı Alanları, Eflatunpınar: Hitit
Su Anıtı (Konya), İznik (Bursa), Mahmutbey Camii (Kastamonu), Ahi Evran Türbesi (Kırşehir),
Vespasianus-Titus Tüneli (Hatay), Zeynel Abidin Camii ve Mor Yakup Kilisesi (Mardin), Anadolu Selçuklu Medreseleri (Erzurum, Sivas, Kayseri, Konya ve Kırşehir), Akdamar Anıt Müzesi
(Van), Dağlık Frigya Vadisi (Kütahya, Afyon ve Eskişehir), Antik Aspendos Kenti Tiyatrosu ve
Su Kemerleri (Antalya), Harşena Dağı ve Pontus Kral Kaya Mezarları (Amasya), Yıldız Saray
Kompleksi (İstanbul), Stratonikeia Antik Kenti (Muğla), Uzunköprü (Edirne), Eshab-ı Kehf
(Kahramanmaraş), Mudurnu Tarihî Ahi Kenti (Bolu), İsmail Fakirullah Türbesi (Siirt), Güllük
Dağı-Termessos Millî Parkı (Antalya), Kekova (Antalya) ve Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Alanı.
Göreme Millî Parkı ve Kapadokya (Nevşehir) ve Pamukkale-Hierapolis (Denizli).
UNESCO, insanlığın somut olmayan
kültürel mirasını korumayı da misyon
edinir. Bu kapsamda, İnsanlığın Somut
Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi, Acil Koruma Gerektiren Somut
Olmayan Kültürel Miras Listesi ve En
İyi Uygulama Örnekleri Listesi adlı üç
liste hazırlanmıştır. Türkiye, İnsanlığın
Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili
Listesi’nde 12 maddeyle yer bulur: Meddahlık Geleneği, Mevlevi Sema Törenleri, Âşıklık Geleneği, Karagöz, Nevruz,
Geleneksel Sohbet Toplantıları (Yaren,
Barana, Sıra Geceleri ve diğerleri), Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah, Kırkpınar
Yağlı Güreş Festivali, Geleneksel Tören
Keşkeği, Mesir Macunu Festivali, Türk
Kahvesi ve Geleneği, Ebru: Türk Kağıt
Süsleme Sanatı.
Türkiye, UNESCO’nun listelere aldığı
kültür unsurlarıyla dünyada her geçen
gün bir kat daha saygınlık kazanıyor.
Ayrıca ulusal ölçekte oluşan bilinç,
Türkiye’nin kültürüne sahip çıkması yö-
Dünya mirası 15 kültür varlığı
nünde olumlu bir etki bırakıyor. Bugüne
Geçici Liste’de yer aldıktan sonra gerekli şartları sağladığı UNESCO Miras Komitesi tarafından tescillenen kültür varlıkları UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınır. Ülkelerin her yıl iki
dosyayla başvurabildikleri bu listede Türkiye’den 13’ü kültürel, 2’si hem kültürel hem doğal
kadarki süreç UNESCO’nun Türkiye’ye,
Türkiye’nin UNESCO’ya katacak çok şeyi
olduğunu da gösteriyor.
81
EDEBİYAT VE TİYATRODA DÖNÜŞÜMÜN ADRESİ
HALDUN
TANER
82
2015’TE DOĞUMUNUN 100. YILINI KUTLADIĞIMIZ HALDUN TANER,
TÜRKÇEYI DANTEL GIBI IŞLEYEN, GELECEK KUŞAKLARA YOL
GÖSTEREN BIR YAZAR. TÜRKIYE’DEKI TIYATRO ANLAYIŞINDA
GERÇEKLEŞTIRDIĞI DÖNÜŞÜMLE TÜRK TIYATROSU’NU ÇAĞDAŞ
DÜNYA TIYATROSU IÇINDE ÖNEMLI BIR YERE OTURTAN TANER,
ÖYKÜDE DE ÖNEMLI BAŞARILARA IMZA ATAR. HALDUN TANER
AYRICA GAZETE YAZARLIĞI VE ÜNIVERSITE HOCALIĞIYLA DA
GENIŞ KITLELER ÜZERINDE EMEK SAHIBIDIR.
ENVER UYGUN
Y
üz yıl, ortalama insan ömrüne oranla oldukça uzun bir zaman dilimi. Ancak tarih
açısından bakıldığında bu sürenin döneme göre anlam kazandığı görülür. Sözgelimi
İlber Ortaylı 19. yüzyıl için “İmparatorluğun en uzun yüzyılı” ifadesini kullanır. Yüz takvim
yılından oluşan bir zaman birimi, koşullara göre uzun veya kısa olarak adlandırılabilir.
Ortaylı, bir kitabına da ad olan bu anlatımıyla, Osmanlı Devleti’nin çöküşten kurtulma ve
modernleşme çabalarının sancılarını dile getirir. Bununla birlikte modernleşme çabaları
Osmanlı’nın son dönemiyle sınırlı kalmayacak, Cumhuriyet döneminin de başlıca konularından biri olacaktır. 20. yüzyıl ise hem Türkiye hem de dünya için belki de tarihin en
uzun yüzyılı olma özelliği taşıyacaktır.
1914 yılında Balkanlar’da tutuşan ateşle büyük felaketlerin önünü açan I. Dünya Savaşı,
Osmanlı Devleti’nin de sonunu getirir. Üç yüzyıldır süren toprak ve insan kayıplarından
sonra Millî Mücadele’nin sonunda bağımsız yeni Türk devleti kurulur. Türkiye Cumhuriyeti,
ekonomik kaynaklar ve yetişmiş insan
gücü bakımından içinde bulunduğu zorluğu aşmayı başaracak, tarihi boyunca
kimi sıkıntılar yaşasa da ayakta kalmayı
bilecektir. Osmanlı’dan devraldığı modernleşme çabalarıysa kültür alanında
daha fazla öne çıkacaktır bu dönemde.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyaya
gelmiş, aile ve okul çevresi dolayısıyla
klasik kültürün içinde yetişmiş, en az bir
yabancı dil bilen ve Avrupa görmüş bir
sanatçı kuşağı Türkiye’nin kültürel atılımında başrol oynayacaktır. Bu kuşağın
önemli isimlerinden biri de özellikle Türk
Tiyatrosu’na getirdiği yenilikle hafızalara kazınan Haldun Taner’dir. Taner böyle
bir ortamda başlar sanat hayatına. Modern Türk Edebiyatı’nın kuruluşundan
hemen sonraki nesildendir. Hatta kurucuların çoğuyla aynı dönemde yaşama
şansını yakalamıştır. Sait Faik’le dönüşen hikaye anlayışına yakından tanık
olur. Avrupa sanatını takip eder. Bunlar
yetmez, her büyük sanatçı gibi hangi
durumlardan ne derece etkilenmesi
gerektiğini bilir. Edindiği deneyimlere
özgün dokunuşunu katarak yeni bir dil
evreni kurmayı başarır.
83
Haldun Taner 16 Mart 1915’te İstanbul’da doğar. 1935 yılında
Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra devlet tarafından sağlanan
bursla ekonomi ve siyaset bilimi eğitimi almak üzere Almanya’ya
gider. Heidelberg Üniversitesi’nde başladığı eğitimine sağlık şartları nedeniyle ara vermek zorunda kalarak 1938’de yurda döner.
Ağır bir tüberküloza yakalanan Taner, ömrü boyunca bu hastalığın
izlerini taşıyacak, okul ve meslek hayatını buna göre düzenlemek zorunda kalacaktır. Nitekim İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nden Alman Filolojisi ve Sanat Tarihi diplomasını aldığında 35 yaşındadır. İlk öykü kitabı Yaşasın Demokrasi’yi bundan
bir yıl önce, 1949 yılında çıkaracaktır. Öykünün kısa bir anlatı türü
olmaktan çok başlı başına bir edebi tür haline geldiği, kendi özel
kuralları ve söyleyişinin oluştuğu bu yıllarda Haldun Taner de ironik
diliyle dikkat çeken genç bir yazar olarak belirir. 1951’de Tuş, 1953’te
Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu kitaplarını yayımladıktan sonra artık
adından sıkça söz edilen, öyküye yeni imkanlar getirdiği söylenen
bir öykücüdür. 1954’te okuyucuyla buluşan On İkiye Bir Var, 1955’te,
o yıl ilk kez verilen Sait Faik Hikaye Armağanı’na layık görülür.
Taner, ödülü bugün yine saygıyla andığımız başka bir yazarla,
Sabahattin Kudret Aksal’la paylaşır.
84
Haldun Taner’in öykü, oyun, gezi yazısı, portre ve fıkralarında
en çok dikkat çeken dil özelliği, mizahın ustaca kullanılmasıdır.
Taner, mizahı ve ironiyi sadece içerikte değil, biçimde de maharetle metne dahil ettiğini 1954 tarihli Ayışığında “Çalışkur” kitabında gösterir. Türkiye’ye daha çok batılı örneklerin taklitleriyle
girmeye çalışmış, “üst kurmaca” olarak adlandırılan türdeki bu
eser, yazarın tiyatroda benimseyeceği göstermeci üslubun da
habercisidir. Hikaye anlatma üzerine bir hikaye şeklinde ele alınacak bu kitapta Taner’in ortaya koyduğu tavır, edebiyatımızda
yeni bir çağın başlangıcına işaret edecek, yazının kendisi, hayat
ve hayalle birlikte doğrudan yazı konusu olacaktır.
1930’larda filizlenip II. Dünya Savaşı’ndan 1970’lerin ortasına
dek süren dönem, dünyanın aldığı hâl karşısında sanatçıları yeniliğe zorlayan özellikler taşır. 50 milyona yakın insanın 6 yıl gibi
bir süre içinde ölmesi, atom bombasının kullanılması, devletler
arasındaki gerilimin insanların geleceğe güvenle bakmasını engellemesi gibi etkenler, mevcut durumun bir umutsuzluk kaynağı
olmasına yol açar. Bunu aşmanın yollarından biri de verili biçimleri bozmak, yeni ve önceki dönemlerde kullanılan kavramlarla
açıklanamayacak sanat yaklaşımları geliştirmek olur. Mimaride,
HALDUN TANER “KEŞANLI ALI DESTANI”NI 1963 YILININ
SONLARINA DOĞRU TAMAMLAR. OYUN ILK KEZ 31 MART
1964 GECESI GÜLRIZ SURURI-ENGIN CEZZAR TIYATROSU’NDA
GENCO ERKAL REJISIYLE SEYIRCI KARŞISINA ÇIKAR.
resimde, heykelde, tiyatroda ve edebiyatta biçimler üzerinden
dünyayı dönüştürmeye çabalayacak öncü akımlar ve isimler
de birbiri ardına ortaya çıkmaya başlar. Almanya’da Bertholt
Brecht tarafından geliştirilen epik tiyatro kuramı bunların başlıcalarındandır. Epik tiyatronun Türkiye’de tanınmasında ve kabul
görmesindeyse Haldun Taner’in büyük emeği vardır.
Dünya çapında bir oyun yazarı
Ülkemizin en önemli tiyatro insanlarından Prof. Dr. Sevda Şener
Gelişim Sürecinde Türk Tiyatrosu adlı kitabında epik tiyatro hakkında şunları yazar: “Bu oyunlarda klasik aksiyon birliği, organik
bütünlük, baş-orta-son ilkelerine uyulmamış, oyunun öyküsü
yan yana sıralanan ve her biri kendi içinde birer bütün olan episodlar biçiminde düzenlenmiştir. Her episod seyirciye aktarılmak
istenen düşünceyi bir başka yanından kanıtlar. Oyun yazarlarımız bu episodları seçerken toplum yaşamından kesitler alır, her
kesit içinde renkli tiplerden oluşan bir toplum resmi sunarlar. Bu
tiplerin gösterilişinde çelişkilerin ortaya çıkmasına, çelişkiler gösterilirken ayrıntıların lezzetine varılmasına dikkat edilmiştir. Bu
oyunların bir özelliği; gündeme getirilen sorunu baş oyun kişisinin
yaşamından aldığı örneklerle yansıtması, o oyun kişisinin yaşam
öyküsünü soruna ışık tutacak biçimde görüntüye getirmesidir.
Bir anlatıcı, öykücükler arasında olup bitenleri seyirciye aktarır.
Bu anlatıcı oyun kişilerinden biri de olabilir. Bu oyunlar müzikli
olarak sahnelenmeye, anlatıcının şarkı söylemesine elverişlidir.”
Haldun Taner’in, bugün artık klasik mertebesine ulaşmış “Keşanlı
Ali Destanı” oyunu Şener’in tarifine tıpatıp uyar. Taner’in 1949
yılında başladığı oyun yazarlığı kariyerinin ikinci ve en etkili dönemini açan oyun, Türk Tiyatrosu açısından bir dönüm noktası
olduğu gibi yurt dışında da büyük ilgi uyandırmış, birçok dile
çevrilerek dünyanın çeşitli şehirlerinde sahnelenme başarısına
erişmiştir.
Haldun Taner “Keşanlı Ali Destanı”nı 1963 yılının sonlarına
doğru tamamlar. Oyun ilk kez 31 Mart 1964 gecesi Gülriz SururiEngin Cezzar Tiyatrosu’nda Genco Erkal rejisiyle seyirci karşısına
çıkar. Taner, oyunu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde misafir
öğretim elemanı olduğu dönemde Ankara seyahatleri sırasında
tasarladığını belirtir. Köy-kent dengesinin değiştiği, gecekondu
kavramının iyiden iyiye hayatın bir parçası olduğu bir süreçte,
Altındağ ilçesindeki gecekondulardan ilham aldığını söyler.
85
GELENEKSEL TÜRK TIYATROSU’NUN, AVRUPA’NIN YENILIK
OLARAK HAYRANLIKLA KARŞILADIĞI UNSURLARI BARINDIRDIĞINI
BILEN HALDUN TANER HEM YERLI TEKNIKLERI HEM DE EPIK
TIYATROYLA ORTAYA ÇIKMIŞ YAKLAŞIMLARI OYUNUNA TAŞIR.
“Gecekondu dünyasında geçecek bir oyun tasarlamaya da işte
o tarihte başladım. Konu ne kadar bizdense, oyunun üslubu da
o kadar bizden olsun istiyordum” diyen Haldun Taner, bu oyunla
epik tiyatronun Avrupa’da yakaladığı başarının da üstüne çıkar.
Brecht ve ardılları klasik Avrupa Tiyatrosu’na yeni bir soluk getirmek üzere araştırmalar yaparken özellikle Çin Tiyatrosu’ndan
etkilenmiş, sahnede olanın hayatın bir gösterimi olduğunu
vurgulamak için bütünlüğü bozan, izleyiciyi uyaran, “yabancılaştırma efekti” adlı uygulamalardan yararlanmışlardı. Geleneksel
Türk Tiyatrosu’nun, Avrupa’nın yenilik olarak hayranlıkla karşıladığı
unsurları barındırdığını bilen Haldun Taner hem yerli teknikleri
hem de epik tiyatroyla ortaya çıkmış yaklaşımları oyununa taşır.
Taner’in bu başarısını anlatmak için ünlü Amerikalı yazar William
Saroyan’ın şu cümlelerine bakmak yeterlidir: “Bir Türk epik tiyatrosu seyrettiğimi, Türkçe bilmediğim halde hemen anladım. Kendi
mazinizdeki tiyatro çeşitlerinden çok iyi faydalanmışsınız. Çok
fazla duygulandım. Türk halkını bu eserde hem sahne hem seyirci
reaksiyonunun candanlığı bakımından tanımak fırsatını buldum.
Bu eser, dünyanın her yerinde temsil edilebilecek değerdedir.
Türk Tiyatrosu ancak böyle kendi özelliklerinizden hareket eden
eserlerle dünya sahnelerinde kendine yer yapar.”
Haldun Taner’in “Günün Adamı”, “Dışarıdakiler”, “Ve Değirmen
Dönerdi”, “Fazilet Eczanesi”, “Lütfen Dokunmayın” ve “Huzur
Çıkmazı” oyunlarıyla başlayıp “Keşanlı Ali Destanı”, “Gözlerimi
Kaparım Vazifemi Yaparım”, “Eşeğin Gölgesi”, “Sersem Kocanın
Kurnaz Karısı” ve “Ayışığında Şamata” ile yetkin örneklerini
verdiği tiyatro yazarlığının farklı bir başlıkta toplanacak üçüncü
bir dönemi bulunur. 1962 yılında yazdığı “Bu Şehr-i Stanbul ki”
ile Türkiye’de kabare tiyatrosunun başlatıcısı olur. 1967’de kurulmasına öncülük ettiği Devekuşu Kabare Tiyatrosu, bu alanda
izleyicilerden ve eleştirmenlerden tam not alarak Türk tiyatro
tarihi içinde özel bir yer edinir. Taner, Devekuşu Kabare için
yazdığı “Vatan Kurtaran Şaban”, “Astronot Niyazi”, “Haneler”,
“Aşk u Sevda” gibi oyunlarla eğlenmenin düşünmekten bağımsız
olmadığını gösterir.
Öykü ve oyun yazarlığının dışında çok uzun yıllar sürdürdüğü
gazete yazarlığı ve üniversite hocalığı da Haldun Taner’in öne
86
çıkan özelliklerindendir. Meslek hayatı boyunca Türkiye’de ve
dünyada saygın ödüllere layık görülen Taner, yazdıklarıyla olduğu kadar çeşitli üniversite ve kurumlarda verdiği derslerle de
Türk entelektüel hayatına yeni simalar kazandırmıştır. Taner,
1986’daki ölümüne dek üretkenliğini sürdürmüş, arkasında onlarca kitap ve Türk Edebiyatı’nın gelişimi için tekrar tekrar bakılması
gereken bir yol haritası bırakmıştır.
Fotoğraflar, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ve Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür
Merkezi Sanat Galerisi işbirliğiyle hazırlanan “Bir Güçlü Yazar, Bir Güzel İnsan: Haldun Taner 100
Yaşında” isimli sergiden alınmıştır.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI
SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI
GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91
HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63
ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03
EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06
AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91
GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05
MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86,
0212 631 20 50/4029,
0212 440 10 00/1212
İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27
İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54
KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70
KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22
KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79
YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01
AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36
İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58
MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16
YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16
SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ
BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
87
BİRLİKTELİĞİN
AYKIRI DERGİSİ
ERBAY KÜCET
B
ilginin geniş kitlelere ulaştırılması ve gelecek nesillere aktarılmasında gazete ve dergilerin
önemli bir yeri vardır. Yayımlandıkları dönemde topluma yön veren yayın organlarının gü-
nümüze ışık tutacak niteliklere sahip olduklarını yakinen gözlemlemekteyiz.
Eşref Edip Fergan ve Ebu’l-Ulâ Zeyne’l Âbidin’in 1908 senesinde çıkarmaya başladıkları Sırât-ı
Müstakîm, 1912’den sonraki adıyla Sebîlü’r-Reşad, zengin yayın kadrosu, temsil ettiği fikirler ve
uzun yayın periyodundan dolayı düşünce tarihimizde önemli izler bırakmıştır.
183. sayısından sonra Sebîlü’r-Reşad adıyla yayın hayatına devam eden Sırât-ı Müstakîm’de
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Âkif Ersoy başyazardır. Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük görevler üstlenen mecmuada Mehmet Âkif’in -başta Balıkesir Zağanos Paşa Camii ve Kastamonu
Nasrullah Camii’nde olmak üzere- halkın desteğini almak için verdiği vaazların yayımlanmasının insanımızın moral değerlerini perçinlediğine tanıklık etmekteyiz. Dergide, “İslam dünyası
niçin geriledi?”, “İslam gelişmeye engel midir?”, “Müslümanları birleştirmek için ne yapılabilir?”,
“Bilimle İslam arasında çatışma var mıdır?”, “İslam toplumunun ilerlemesi için gerekli usul ve
esaslar nelerdir?”, “Din-dünya, din-devlet ilişkisi ve bunlar etrafındaki problemler nasıl çözülebilir?”, “İslamiyet ile Batı medeniyeti birleştirilebilir mi?” gibi başlıkların yer aldığını söyleyebiliriz.
Sırat-ı Müstakim Mecmuası isimli çalışmaya imza atan M. Suat Mertoğlu’nun ifade ettiği
gibi, mecmua fikrî açıdan en genel anlamıyla İslam yenilikçiliğinin savunucusudur. Yani modern
dönemde İslam dünyasının sorunları
konusunda hassasiyetleri olan, bu
sorunların çözümü için İslami kimliğinden vazgeçmek istemeyen, ancak
İslam’ın yeni yorumlarına, bu arada
Batı medeniyetine ait bazı unsurlara
da açık olan bir çizgidedir. İlk çıktığı
yıllarda siyasi açıdan Abdülhamid
yönetimine muhalif, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakınken ve istibdat
yönetimine karşı parlamenter rejimi
öncelerken İslam birliğini savunmaktadır. Ancak Balkan Savaşı’ndan
sonra derginin İttihatçı ve Türkçü
politikalarla mücadele içine girdiği
ve seküler politikaları eleştirdiği, bu
yüzden İttihatçılar tarafından kapatıldığı görülüyor.
Eşref Edip Fergan
88
DERGININ OSMANLICA OLARAK YAYIMLANDIĞI GÜNLERDEN
1925 SENESINE KADARKI DÖNEMININ YENI YAZIYA
AKTARILMASI VE BASILMASI KONUSUNDA İSTANBUL
BAĞCILAR BELEDIYESI GÜZEL BIR ÇALIŞMAYA IMZA ATTI.
“Manevi cephemizin kuvvetlenmesine
büyük hizmeti vardır”
Hilafetin kaldırılması, medreselerin Tevhid-i Tedrisat Kanunu çerçevesinde Maarif Vekâleti’ne bağlanmayıp kapatılması, Şer’iyye
ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması sürecinde ülke-millet varlığı ve
birliğini korumada titiz davrandığı dikkatlerden kaçmayan mecmuayla alakalı olarak Gazi Mustafa Kemal’in “Sevr Muahedesi’nin
memleket için ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebîlü’rReşad kadar hiçbir gazete memlekete
neşredemedi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebîlü’r-Reşad’ın büyük hizmeti
vardır” dediğini ve Eşref Edip ile Mehmet
Âkif’e teşekkür ettiğini de hatırlatmak lazım.
İlk sayısında ilk yazı olarak “Hürriyet
Müsavat”a yer veren Sırât-ı Müstakîm’in
her sayısında Mehmet Âkif’in “Fatih Camii”,
“Tevhit”, “Küfe”, “Hasta” gibi şiirleri yayımlanır. Ali Fuat Başgil, Sırât-ı Müstakîm’den
şöyle bahsetmektedir: “Pek gençtim, fakat
çok iyi hatırlıyorum. Îlan-ı hürriyetin hararetli fikir hareketlerine sahne olan ilk senesi
yazı idi. Küçük kasabam Çarşamba’nın Camiikebir Kahvesi bahçesinde, asırlık çınarın
koyu gölgesi altında, genç ve yaşlı grup grup
halk toplanır, Sırât-ı Müstakîm okunur, izah
ve münakaşa edilirdi. İzmirli İsmail Hakkı
ve Naim Beyler, Manastırlı İsmail Hakkı ve
Musa Kazım Efendiler gibi o devrin İslam mütefekkirlerinin yazıları adeta satır satır ezberlenirdi; hele Âkif merhumun İslami
iman saçan şiirlerine doyulmazdı.”
Sebîlü’r-Reşad’ın yazar kadrosunda Eşref Edip’ten başka Ahmet Hamdi Akseki, Cevat Rıfat Atilhan, Ali Fuat Başgil, Ömer
Nasuhi Bilmen, Yusuf Ziya Çağlı, Kâmil Miras, Ömer Rıza Doğrul,
Hasan Basri Çantay, Tahir Harimi Balcıoğlu, Mehmet Râif Ogan,
Kemal Kuşçu gibi devrin tanınmış yazarlarının yanı sıra Peyami
Safa, Fethi Tevetoğlu, Mümtaz Turhan, Ali Nihad Tarlan, Nihad
Sâmi Banarlı, Yusuf Ziya Yörükân ve Nurettin Topçu gibi isimler
de vardır.
Bir ara işgal altındaki İstanbul yerine Anadolu’nun muhtelif
yerlerinde basılan Sebîlü’r-Reşad’la ve Mehmet Âkif’le ilgili olarak
Kastamonu’da yayımlanan Açıksöz gazetesinde şu ifadelere yer
verilir: “Büyük İslam şairi edib-i a’zam Mehmet Âkif Beyefendi iki
gün evvel şehrimize gelmiştir. Sebîlü’r-Reşad’daki yazıları ve sair
asarı bergüzidesiyle İslam aleminin yegane şairi tanınan Mehmet
Âkif Beyefendi’ye, gazetemiz namına beyanı hoş-amedî eyleriz.”
Sırât-ı Müstakîm’de yayımlanan yazılarda İslam dünyasının o dönemde yaşadığı
çeşitli fikrî, siyasi ve toplumsal meseleler
hakkında aydınlatıcı tahliller ve çözüm önerileri sunulması günümüz sorunlarına nasıl
çözüm üretmemiz gerektiğini göstermesi
bakımından da önemlidir. Dolayısıyla İslami
yenilikçi düşüncenin güçlü seslerinden biri
olan bu mecmuanın güncelliği ve önemi
bugün de devam etmektedir.
1966 yılına kadar önce Sırât-ı Müstakîm,
daha sonra Sebîlü’r-Reşad adıyla okuyucuyla
buluşan ve Kurtuluş Savaşı’nda oynadığı
aktif rolle değer kazanan derginin Osmanlıca olarak yayımlandığı günlerden 1925
senesine kadarki döneminin yeni yazıya
aktarılması ve basılması konusunda İstanbul Bağcılar Belediyesi
güzel bir çalışmaya imza atmış. M. Ertuğrul Düzdağ’ın titiz yönetiminde bir grup akademisyen ve araştırmacının katkılarıyla
yürütülen proje sayesinde, din, felsefe, edebiyat, hukuk konularında haftalık olarak yayımlanan mecmuanın günümüz Türkçesiyle basılmasıyla pek çok hadisenin arka planını tarihsel süreçle
birlikte öğrenme imkanımız oluyor. Bu çalışma aynı zamanda
düşünce tarihimizde önemli izler bırakmış Sırât-ı Müstakîm’i yeni
nesille buluşturuyor.
89
ÇIÇEK AÇMIŞ GENÇ KIZLARIN GÖLGESINDE – I
MARCEL PROUST
YAPI KREDI YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
48 S.
Marcel Proust’un, annesinin 1905 yılındaki ölümünün ardından kaleme almaya başladığı yedi ciltlik romanı Kayıp Zamanın İzinde’nin ikinci cildi Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, çizgi roman halinde
okuyucuya sunuluyor. Fransızcadan Türkçeye Roza Hakmen tarafından çevrilen eserdeki illüstrasyonlar
Stéphane Heuet imzası taşıyor. Seyahat etme hayalleriyle yanıp tutuşan Anlatıcı için yeni bir yer ismi
bile keşif anlamına gelmektedir. Hayalindeki Balbec ile gerçek Balbec’i karşılaştırmak için büyükannesiyle birlikte buradaki Grand-Hotel’e yerleşen Anlatıcı’nın seyahati, sahile yaptığı yürüyüşler ve arabayla
çıktığı gezintiler sırasında tanıştığı insanlarla kurduğu ilişkiler ekseninde hareketlenecektir.
DR. JEKYLL ILE BAY HYDE
ROBERT LOUIS STEVENSON
TÜRKIYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
104 S.
İskoçyalı yazar Robert Louis Stevenson’ın ilk defa 1886 yılında yayımladığı Dr. Jekyll ile Bay Hyde, birçok kez sinemaya, tiyatroya, televizyon dizilerine uyarlanmış; çok satanlar listesinden hiç düşmemiş;
bilgisayar oyunları ve müzikaller dahil olmak üzere birçok esere ilham vermiş bir klasiktir. Victoria devri
İngilteresinde gündüzleri saygın bir doktor olarak yaşamını sürdüren, geceleri şehvet düşkünü Bay Hyde’a
dönüşen Dr. Jekyll’in öyküsünü konu edinen eser, ruhla bedenin arzuları arasındaki çelişkileri mercek altına
alıyor. Victoria döneminin ikiyüzlülüğünü yeren Dr. Jekyll ile Bay Hyde, insan doğasındaki iyi ve kötünün
çatışması etrafında şekillenen çok katmanlı bir başyapıt niteliğinde.
KUBBEYI YERE KOYMAMAK
TURGUT CANSEVER
TIMAŞ YAYINLARI
İSTANBUL, 2013
400 S.
“Bilge mimar” olarak da anılan Turgut Cansever’in şehir ve mimari üzerine yaptığı konuşmaların derlemesi olan Kubbeyi Yere Koymamak, mimariye ve mimari felsefesine ilgi duyanların yanı sıra kültür ve
sanat tarihine meraklı okurların da ilgisini çekecek bir çalışma niteliği taşıyor. Konfüçyüs’ten İbn Arabî’ye,
Medine’den Brasilia’ya, Sinan’dan Haussmann’a, musikimizden Barok müziğe kadar pek çok hususa temas
eden kitap, mimari felsefesi, modern mimarinin ve Rönesans’ın yanılgıları, Osmanlı ve İslam şehirciliği,
dünden bugüne İstanbul, Osmanlı mimarisinden postmodern mimariye geçiş gibi konulara odaklanıyor.
90
ANADOLU’DAN HATIRALARLA NURETTIN TOPÇU’NUN MEKTUPLARI
M. ORHAN OKAY
CÜMLE YAYINLARI
ANKARA, 2015
165 S.
Nurettin Topçu’nun M. Orhan Okay’a yazdıkları çerçevesinde çeşitli hatıra ve izlenimlerin yer aldığı kitapta
1950’li yılların Türkiyesinden kesitler buluyorsunuz. Yazarın Artvin’de başlayan öğretmenlik hayatıyla birlikte o günlerin Anadolusunda sosyal yaşamdan düşünce dünyasına uzanan bir yolculuğa çıkıyorsunuz. M.
Orhan Okay, konuşur gibi kaleme aldığı ve şahitlerle pekiştirdiği hatıralarıyla okuyucuyu o yıllara götürüyor. Amasya’dan Diyarbakır’a, Bitlis’ten Erzurum’a farklı illere dair ifadelerle zenginleşen kitap, Fransa’yla
birlikte Batı dünyasının hal-i pür melaline de satır aralarında yer veriyor.
SARI GELIN
ORHAN YENIARAS
PANAMA YAYINCILIK
İSTANBUL, 2015
456 S.
XII. yüzyılın sonlarına doğru Kuzeydoğu Anadolu ve Kafkaslar’da egemenlik mücadelesi veren Kumanların bir kısmı Gregoryen mezhebini kabul ederek çocuklarına Ermenice, bir kısmı da Ortodoks mezhebini
benimseyerek Gürcüce isimler koyuyordu. Etnik kimliklerini korumayı başaran Kumanların bir kısmı ise
İslam’ı seçmişti. Sarı Gelin’de bir yandan Haçlı Seferleri’yle birlikte Kumanların din-mezhep kavgasına düşmelerine, diğer yandan Bağdat erenlerinin piri Şeyh Senan’ın kırk kişilik derviş grubuyla Kuran hükümlerini
anlatmak için Kafkaslar’a doğru yola çıkmasına tanık oluyoruz. Kitap, Bana Kalesi’ne ulaşıldığında Şeyh
Senan’ın Bana Beyi’nin güzel kızı Kuman Hatun’a vurularak kara sevdaya tutulmasının ardından yaşananları ve Bekaa Vadisi’ne kadar uzanan tehlikeli bir yolculuğu okurla buluşturuyor.
BERRAK ÖLÜMLER
SADI DEMIRCI
ARK KITAPLARI
ANKARA, 2010
93 S.
Şiirleriyle gündemi yakalayan Sadi Demirci’nin Berrak Ölümler’inde unutulan hassalarımız hatırlatılırken şiirimizin dinamikleri ile titizlikle seçilmiş kelimeler harmanlanarak dikkat çekici eserler ortaya
konuluyor. Demirci’nin mısraları arasında “Çarmıha gerildi, tüm masumiyet / Asır; yirmi bir güya / Tüm
asırlara zulümde, denk / Yerinden oynadı, ne varsa insanlık adına” da yer alıyor. Mütevazı kişiliğiyle
şiir alanında iddiasız olduğunu ifade eden sanatçının Berrak Ölümler’den önce yayımlanmış Sıla ve
Gurbet ile Yazgı isimli şiir kitapları da bulunuyor.
91
KLASİKLER I-II
BEKİR SIDKI SEZGİN
YENİKAPI MÜZİK
İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyeliği yapan ve
TRT’den emekli olan Klasik Türk Musikisi’nin en değerli temsilcilerinden Bekir Sıdkı Sezgin’in
seslendirdiği birbirinden güzel eserler, Yenikapı Müzik imzasıyla dinleyiciyle buluşuyor. Bekir
Sıdkı Sezgin, toplam 35 şarkıdan oluşan 2 CD’lik albümde Itrî’den Dede Efendi’ye, Abdülkadir
Meragi’den Necdet Yaşar’a kadar birçok ismin eserini yorumluyor. Türk Musikisi’nin unutulmaz
parçaları, 1996 yılında hayata gözlerini yuman sanatçının eşsiz icrasıyla birleşiyor.
HENDRIX IN THE WEST
JIMI HENDRIX
SONY MUSIC
Tüm zamanların en iyi gitaristlerinden biri kabul edilen ve 28 yıllık kısa ömründe bir rock efsanesi
olmayı başaran Jimi Hendrix, ölümünden 45 yıl sonra yayımlanan albümle sevenleriyle buluşuyor.
Sony Music imzasını taşıyan ve 12 parçadan oluşan albüm, “The Queen”, “Blue Suede Shoes”, “I
Don’t Live Today” gibi Hendrix’in unutulmaz şarkılarını bir araya getiriyor. Söz yazarı, gitarist ve
şarkıcı olmasının yanında bir kültür ikonu haline gelen Hendrix’in “Hendrix in the West” albümü,
koleksiyonerler için eşsiz bir parça niteliğinde.
UNUTULMAYAN SİNEMA KLASİKLERİ
VARIOUS ARTISTS
ARTİST MÜZİK
Sinema tarihine adını yazdırmış unutulmaz filmlerde kullanılan klasik müzik eserleri, “Unutulmayan Sinema Klasikleri” albümünde bir araya geliyor. Toplam 30 eserin yer aldığı 2 CD’lik
albüm, “Baba” (The Godfather), “Siyah Kuğu” (Black Swan), “Billy Eliot”, “Kırmızı Değirmen”
(Moulin Rouge), “Titanic” ve “Schindler’in Listesi” (Schindler’s List) gibi kült filmlerde kullanılan
ve Tchaikovsky, Bach, Beethoven, Mozart, Rachmaninoff gibi klasik müziğin öncülerinin imzasını taşıyan bestelerden meydana geliyor.
92
KAFES
YÖNETMEN: MAHMUT KAPTAN
SENARYO: BEKTAŞ TOPALOĞLU
OYUNCULAR: İSMAİL HACIOĞLU, NILAY DURU, BARIŞ KÜÇÜKGÜLER, ERDAL CİNDORUK,
ŞEFİK ONATOĞLU, MELDA ARAT
YAPIM: TÜRKİYE, 2015
TÜR: DRAM
1980 darbesi sonrasında yaşananları konu edinen “Kafes”, olayları ülkücülerin bakış açısından yansıtması nedeniyle bir ilk olma özelliği taşıyor. Başta gençler olmak üzere darbe
sonrasında bazı sağ görüşlü kişilerin cezaevinde maruz kaldığı olayları ve işkenceleri gözler
önüne seren film, oyuncu performansları, duygu yüklü müzikleri, şiir dolu replikleriyle dikkat çekiyor. Filmde, siyasi tarihimizde önemli yere sahip “Eller silah değil, kalem tutmalı”
ve “İnandıklarımız için mücadele ederken ihtilalle düşüncelerimizi kafese tıktılar” gibi sözleri dile getiren Mehmet Sipahi karakterini İsmail Hacıoğlu canlandırıyor.
Bektaş Topaloğlu’nun Lütfi Şehsuvaroğlu’nun hikayesini senaryolaştırdığı “Kafes”, bir 12
Eylül filmi olma özelliği taşıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise Mahmut Kaptan oturuyor.
GİZEMLİ GERÇEK SECRET IN THEIR EYES
YÖNETMEN: BILLY RAY
SENARYO: BILLY RAY, JUAN JOSE CAMPANELLA
OYUNCULAR: CHIWETEL EJIOFOR, NICOLE KIDMAN, JULIA ROBERTS
YAPIM: ABD, 2015
TÜR: GERİLİM, GİZEM
İki FBI ajanı Ray (Chiwetel Ejiofor) ve Jess (Julia Roberts) ile başsavcı danışmanı Claire (Nicole Kidman) birbiriyle oldukça samimi, güçlü bir ekiptir. Jess’in kızı Carolyn’in korkunç bir
cinayete kurban gitmesiyle üç arkadaşın dünyası bir anda altüst olur. Katil zanlısının delil
yetersizliğinden serbest bırakılmasından 13 yıl sonra Ray, yeni bir ipucu bulur. Ancak Jess
kızının intikamını almak için bu kez kendi adaletini sağlamaya kararlıdır. Claire ile Ray ise
şüpheliyi ondan önce bulmak zorundadır.
“Gizemli Gerçek”, 2009 yılında izleyiciyle buluşan Arjantin-İspanya ortak yapımı “Gözlerindeki Sır”dan (El Secreto de Sus Ojos) uyarlanmış. Film, Oscar ödüllü Julia Roberts ve Nicole
Kidman ile Oscar’a aday gösterilmiş Chiwetel Ejiofor’un muhteşem oyunculuk performanslarıyla 2015 sonbaharının en iddialı yapımlarından biri.
93
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
Zeynel Balkız @AvBalkiz
Mustafa Mit @TCMustafaMit
En zor şartlarda dahi esareti kabul etmeyen bilge lider Alia İzzetbegoviç’i vefat
yıldönümünde rahmetle anıyoruz.
Aşure sevginin, kardeşliğin ve birlikteliğin
ifadesi, bolluk ve bereketin simgesidir.
Aşure gününüz mübarek olsun…
Abdulhamit Gül @abdulhamitgul
Elif Doğan Türkmen @Avturkmen
Cahit Bağcı @CahitBagci
Gaziantep’te yaşayan Besnili hemşehrilerimizle beraberdik.
Emek en yüce değerdir diyoruz. Türkiyemizi emeği ile yücelten esnafımızın ellerinden öpüyorum.
Uğurludağ Eski Çeltek Köyümüzde çeltik
üreticilerimizleyiz. Gübre ve yemde KDV
sıfırlanıyor müjdesini verdik.
Ziya Çalışkan @Ziyaroni
Rıdvan Turan @DrRidvanTuran
Feleknas Uca @Feleknasuca
Çocuklarımızın barış kokan gülüşleriyle
1 Kasım’a yürüyoruz.
Karataş pazarında soğanların içinde böyle
bir şey buldum.
Diyarbakır hayvan borsası ziyaretinde.
94
Arzu Erdem @arzuerdem2015
Bugünün özçekimleri. Kızlarımızın bahtı
açık olsun...
İbrahim Ayhan @ibrayhan
Murat Alparslan @Murat_Alparslan
İyi insan, gülüşünü sevdiğiniz kişidir.
“Birçok insan mutlu olduğunu bilmediği
için mutsuzdur.” Dostoyevski
Herkese iyi bir hafta diliyorum.
Ramazan Kerim Özkan
facebook.com/ramazankerim.ozkan
Göller, güller ve gönüller diyarı Burdurumuzdan seçilerek TBMM’de bizleri temsil
edecek üç milletvekilimizi tebrik eder,
başarılar dilerim.
R. Sezer Katırcıoğlu @sezerkatirciogl
Gölcük Hasaneyn Köyü’nde hemşehrilerimizle diyaloğumuz mükemmel.
Ahmet Akın @ahmetakin
Bülent Öz @Bullentoz
Erkan Akçay @erkanakcay45
Gönen İlçe Örgütümüzle birlikte Asmalıdere
Ilıcak mahallelerimizi ziyaret ettik, hemşehrilerimizle bir araya geldik.
Çan’da Kaz Dağları’nda yollar bizi durduramadı. Çamur demedik. Engel tanımadık.
Tehlikeli köprüler vız geldi.
Bugünkü programımızda Salihli’deyiz. Salihli
Pazar pazarını ziyaret ettik.
95
UNUTMAYACAĞIZ
Mehmet Erhan Işıl
Enerji ve Tabii Kaynaklar eski Bakanı Mehmet Erhan Işıl 1927 Ankara doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ni bitirdikten sonra fark derslerini vererek aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi’nden de mezun olan Işıl, serbest
avukatlık, maliye müfettişliği, Hazine Genel Müdürlüğü, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı. 38. Hükümet’e dışarıdan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak atanan Işıl’ın cenazesi 26 Ekim 2015 tarihinde İstanbul Şakirin Camii’nde öğle
namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Çetin Altan
13. Dönem İstanbul Milletvekili Çetin Altan 1927 İstanbul doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten
sonra gazeteciliğe başlayan Altan şiirleri, romanları ve tiyatro oyunlarıyla tanındı. Uzun yıllar çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapan Altan’ın cenazesi 23 Ekim 2015 tarihinde Teşvikiye Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının
ardından toprağa verildi.
EKIM AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.

Benzer belgeler