1 56“INTEGRATION MACHT SCHULE” IŞIĞINDA HAYAT BOYU
Transkript
1 56“INTEGRATION MACHT SCHULE” IŞIĞINDA HAYAT BOYU
56“INTEGRATION MACHT SCHULE” IŞIĞINDA HAYAT BOYU EĞİTİM Zehra KARAKAYA (Öğretmen) [email protected] “Ne ekersen onu biçersin” bilinci ile bir araya geldiğimiz, Necla Güngörmüş’ün büyük uğraşları ile Bregenz Belediyesi tarafından düzenlenen, Dr. İlhami Atabay’ ın sunduğu “Integration macht Schule” adlı seminerde, Bregenz (Vorarlberg)’ deki okullarda eğitim alan Türk çocuklarının ve ailelerinin durumu hakkında konuştuk. Çocukların akademik başarıları ve ailelere düşen görevler üzerine yoğunlaşılan bu seminerde tartışılan konuları, çocuk gelişiminde ve egitimde sevgi, yalan, zaman, iyi örnek olmak ve gerçekçi sözler vermek olarak beş ana başlık altında toplayabiliriz. Öncelikle “Sevgi” kadar insana güven veren başka duygu yoktur. Çocuklarımızı, anne ve babamızı karşılıksız severiz. Neden? İçten gelen çok temiz bir duygudur bu. Çünkü insan olmanın getirdiği bir yere sığınma, güven hissinin tatminliği ancak sevgi ile mümkündür. Çevremizde kimden sevgi alırız ya da almayız bunu çok kolay anlar insan. İşte çocuk da çevresinde olup biten her şeyin gayet iyi farkında olan bir bireydir. Dr. Atabay’ın açıkladığı gibi “Çocuğunuzu seviyor musunuz? Peki bunu göstermek için neler yapıyorsunuz?” sorularına, “Tabii ki doktor bey, ona son model araba aldım, hiçbir şeyi eksik değil.” diye cevaplar vermek yeterli değildir. Çünkü çocuğun anne babadan beklediği en temel sevgi işaretleri sarılmak, dokunulmak, okşanmak ve birlikte yapılan paylaşımlardır. Mesela, Dr. Atabay bunu soyle örneklendiriyor: Bilimsel araştırmalar sonucunda görülüyor ki, sözü geçen ‘fakındalık’ anne karnında başlıyor. Anne karnındaki bir bebeğe çeşitli sesler dinletiliyor. Çok huzursuz olan ve sürekli hareket eden bebek, bu sesler içinde kendi annesinin sesini duyunca sakinleşiyor. Birçok aile halen “Çocuk o daha bilmez, anlamaz.” düşüncesi ile çocukların dünyasından kendilerine uzaklaştırıyor. Böylece, çocuğun zaman zaman gösterdiği garip davranışları anlamak daha da güçleşiyor. Oysa çocuklar kendilerine gösterilen sevginin, ilginin her zaman farkındadırlar. Çocuklara söylenen ‘beyaz’ yalanların aslında hiç de o kadar masum olmadığı ele alınması gereken ikinci konudur. Çocuk hayatı tanımaya anne karnında iken başlıyor demiştik. Bu demek oluyor ki, çevrenin ona sunduğu her şey onun kişilik, benlik gelişiminde 1 önemli role sahiptir. Diğer bir deyişle, anne babanın söylediği masumane görünen yalanların çocuğun algılamaya çalıştığı dünya içerisinde çok büyük etkisi vardır. Dr. Atabay’ın özellikle üzerinde durduğu nokta, söylenilen her “Bak yemeğini yemezsen polis amcalar gelir” gibi sözlerin çocuğun beynine yerleştirilmiş birer yalan oldugudur. Çünkü polisin görevi, hiçbir zaman, yemek yemeyen çocuklara kızmak olmamıştır ve bunun çocuklar er geç farkına varacaklardır. Bu şekilde söylenen sözler çocuğu yalan söylemeye itmekten başka bir işleve sahip değildirler. Dr. Atabay’ın verdiği diğer bir örnek; bir çocuk babası ile resmi bir daireye girecektir. Ama o kadar çok sıkılır ki arabaya geri dönmek ister ve “Baba yaaa banane ben eve gitcem, araba nerde?!” yakarışları içindedir. Ardından babanın susturucu silahı gelir; “Oğlum, bak arabayı polisler çekmiş yok şimdi, sonra..” Birincisi, polis niye bizim arabayı çeksin, biz kötü ne yaptık ki? İkincisi, madem çekmiş biz niye burdayız, gidip arabayı kurtaralım. Çocuga verilen cevabın en ufak bir mantıklı tarafı yoktur. Halbuki, resmi dairede işin bitmesi ardından zaten aynı park yerinde bulacaktır çocuk arabayı. Böyle bir olayın ardından babaya olan güvenin sarsılması bir yana, çocuğun edindiği ‘beyaz’ yalan fikri bilinçaltına kodlanıp, çok ilerki yıllarda-gençlik ya da yetişkinlik dönemlerinde- kendini ‘yalan söylenir’ düşüncesi olarak gösterecektir. Dr. Atabay’ın belirttiği sey, kandırarak eğitimin olmayacağı, eğer sınır konulmak isteniyorsa bunun çocuğa koyulan kesin ve mantıklı kurallar ile mümkün olabileceğidir. Çocuk eğitiminde ailenin belki de en fazla dikkat etmesi gereken diğer bir konu da çocuk için yeterli zaman ayırmaktır. Psiko-motor gelişimi dediğimiz, çocuğun kas gelişimi ile dogrudan alakalı olan beceriler, ancak ve ancak kağıt kesme, yapıştırma, koşma, top oynama, dans etme vb. aktiviteler ile olur. Dr. Atabay’ın vurguladığı önemli nokta, anne ve babanın çocuğa yeteri kadar zaman ayırabilmesidir. Çalışan anne- babaların her ne kadar bunun için her zaman bahaneleri var ise de, mutlaka çocukları için ayıracakları zamanlar da vardır. Çocuğa zaman ayırmak demek, onu yalnızca dışarıya hava almaya, gezmeye, parka götürmek demek değildir. Bunların da ötesinde çocuk ile bir şeyler yapmaktır. Örneğin, “Bir fare kaç yıl yaşar?” gibi sorularla karşınıza gelen çocuğa vereceğiniz en güzel eğitim, öğrenmeyi öğretmektir. Yani bilgiye ulaşma yöntemlerini göstermektir. Cevabını bilmediğiniz bunun gibi kaçınılmaz birçok soru ile karşılaşıyorsunuz muhtemelen hergün. Hele de çocuğunuz 312 yaş grubu içindeyse dünyaya meraklı bir çift gözle bakan bir canavarın merak ettiklerini yanıtlamak cok güç olsa gerek. İşte o zaman yapılması gereken şey, “Ben bilmiyorum yavrum, fakat gel hadi beraber soralım, araştıralım” düşüncesine sahip olmaktır. Cevabını bilmediğimiz yada bilip de açıklayamadığımız sorularda yapılan bir hata da “Sus oğlum/ kızım bacağını kırarım, o ne biçim soru!” gibi yersiz sözler söylemektir. Yani, insan bu, 2 merak ediyor ne yapsın? Şimdi böyle bir tepkiye ne gerek var... Böyle durumlar çocukta hem güvensizlik yaratmakta hem de öğrenmeyi geciktirmektedir. Onun yerine çocuğa daha fazla zaman ayırıp birlikte araştırmak, oyunlar oynamak, kitap okumak hem çocuğun aile ile olan paylaşımını arttırıp hem de zekasının gelişmesine daha çok imkan yaratmaz mı sizce de? “İyi bir örnek bin nasihattan daha makbuldür.” diyerek sözlerine başlayan Dr. Atabay’ ın değindiği diğer nokta anne ve babanın çocuk eğitiminde en önemli model olduğudur. Belirli olgunluk çağına gelip kendi düşüncelerini oluşturmaya başlayıncaya kadar çocuklar, yalnızca çevrelerini taklit ederler. Örneğin, eğer anne dişlerini fırçalamıyor, baba da boş zamanlarını genelde televizyon başında geçiriyorsa, çocuk için okulda duydugu “Boş zamanlarınızda kitap okuyun” sözleri pek bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü çocuk için en önemli model olan aile, evde bu alışkanlığa sahip değildir. Genç beyinler her zaman çevrelerini gözlem altında tutarlar. Özellikle 0-13 yaş grubu çocuklar kendilerinden büyük insanların ne söylediklerinden çok ne yaptıklarını benimserler. Dr. Atabay’ın söylediği gibi eğer çocuktan kibar, nazik, çevresi ile uyumlu olması bekleniyorsa, büyüklerin de onların duygu ve düşüncelerine saygı duyması, gerektiğinde özür dileyebilmesi gerekmektedir. İlk yıllar çocuğun taklit çağıdır dedik ve biraz önce bahsedilen insan ilişkilerini hedef alan davranışlarda çocuğun bilinçaltına yerleşecek ve temeli oluşturacak davranışlar aileden gelenlerdir. Çocuk için iyi model olma konusunun içinde konuşulan diğer bir nokta da koyulan sınırlar, kurallar ve çocukların bunlara ne ölçüde dikkat ettiğidir. Çocuğunuz her şeye sahip olduğunu düşündüğünüz bir ortamda, halen tatminsiz ve halen istekleri bitmiyor mu? Aksilik bu ya sizin koyduğunuz kuralları da dinlemiyor ve sınırları sürekli aşma çabası içinde mi? Demek ki, ters giden bazı şeyler var. Öncelikle, siz koyduğunuz sınırların ve kuralların anlamlı olduğundan ne kadar eminsiniz? Hayır, o çocuk onu yapamaz. Peki neden hayır? İşte bu sorunun cevabıdır çocuğu hep merak içinde bırakan. Anne-baba yapmamı istemiyor fakat neden? Daha önceki örneğin bir benzerini ele alalım. Bir alışveriş merkezinde bizim çok meraklı ve enerji dolu çocuğumuz bu sefer de elinde şeker olmasına rağmen ikinci bir şeker istemektedir. Annesi ısrarla olmaz demekte ve çocuk daha çok ağlamaktadır. “Bak polis amcayı çağırırım sana kızar!” ise tipik ama pek de anlamı olmayan bir susturucu, korkutucudur. Çünkü polisin görevi bu değildir ve her şeyin farkında olan çocuklar bir gün bunu keşfettiklerinde koyulan sınırları anlamsız bulup uymayacaklardır. Olay bu denli trajik hale gelmeden, çocuğun bir türlü neden istediğim olmuyor yakarışlarına meydan vermeden konulması gereken sınır: Bu gün bir tane şeker yemeye izinli olduğudur. Yoksa daha fazla şekerin kendisine zarar vereceğidir. 3 Başıboşluk ve aşırı kuralcılık uçurumları arasındaki denge unsuru anne-babanın ne yaptığını, neden yaptığını iyi bilmesinden geçer. Dr. Atabay’ ın vurguladığı gibi, çocukla oyunlar oynamak “Çocuğun aman aman sonra tepemize çıkması!” anlamına gelmez. Oyun zamanı farklı, büyüklerin dediğini yapma zamanı farklıdır. Tek ince nokta bu ikisinin ayrımını iyi yapabilmek ve çocuğun güvenini kazanabilmektir. Dr. Atabay’ ın sınırlı süre içinde bahsetmeye çalıştığı diğer bir konu da, çocuğa tutamayacağımız sözlerin verilmemesi gerektiğidir. Bu konuda ne kadar hassas davranılırsa çocugun aile ile olan bağları o denli kuvvet kazanır. Dr. Atabay’ ın verdiği örnekte alışveriş sırasında anne ya da baba çocuğa “Bak çocuğum burda çok pahalı bu oyuncak. Söz bak burdan çıkalım diğer marketten alacağım.” der. Çevresinde olup bitenden gayet haberdar olan birey dediğimiz çocuk isteğinin karşılanacağı umudu ile sakinleşir. Fakat verilen söz sadece çocuk için bu değeri taşıdığı ve anne baba tarafından yerine getirilmediği için çocuğun güveni sarsılır. Belki daha sonraki dönemlerde de anne babanın söylediğine inanmama olarak da karşımıza çıkar. Seminerin ikinci bölümünde tartışılan konular ve ailelerin soruları gösterdi ki daha katedilmesi gereken çok yol var. Diğer taraftan sevindirici olan taraf da, böyle bir seminere katılımın çok olduğunu görmekti. Çocuklarımızın eğitimi için herkesin çaba içinde olup yeni görüşlere açık olması güzel bir bilinç ve deneyim. Bu bölümde sözü geçen konulara öncelikle üzerinde durulanlardan başlamak istiyorum. 1) Kültür ve Eğitim : Şu bir gerçek ki, her iki kültür içinde yetişen çocuklar “yamalı kimlik” diye adlandırılan bir tutum sergilerler. İçinde bulunulan sosyal yaşam gereği kendi kabukları içinde yaşamaktansa, her iki kültürü görmeleri ve her ikisine de açık olmaları en iyisidir. Çocuğun yapmak isteyip de aileden engel görmesi onu gizli yapmaya itecek ve “başka insanlar özgürken ben neden olamıyorum” düşünceleri ile iki kültür arasında bocalamasina neden olacaktır. Bu tutumun da ilerde çocukta çok daha acı sonuçlar doğurma ihtimalini yükseltecektir. Bırakalım gözümüzün önünde yapsınlar ki kontrol etme şansımız olsun. Ama bu demek değil ki kendi kültürümüzden uzaklaşalım, çocukları başıboş bırakalım. Aksine böyle davranmak kişiye özgürlük sağlayarak daha iyi düşünme olanağı sağlayacaktır. Mesele bir şeyleri zorla yaptırmak yerine, savunduğumuz düşüncelerin nedenlerini, kim olduğumuzu, kendi kimliğimizi unutmadan açıklayabilmektir. Bu özgüveni arttırır. Sağlıklı bireylerin yetişmesinde ailenin kendine olan güveni çok önemlidir. Eğer içinde bulunulan toplumun sisteminden kendimizi tamamen soyutlarsak o zaman değişen zaman içinde kaybolup gideriz. 4 Bir çok ailenin hem fikir olduğu nokta, bu gibi seminerlerin sık sık yapılması ve Türk uzmanların kendilerine yardımcı olmalarıydı. Bu dileklere Dr. Atabay’ın verdiği yanıt şuydu: “Niçin Avusturyalı uzmanlara da danışmıyorsunuz? Emin olun daha eğitimli bir çok uzman size yardım edecektir.” Evet. Burda sahip olduğumuz o kadar çok imkan varken bunları değerlendirmemek yanlış olur. Diğer taraftan da, farklı milliyetten geliyoruz diye kendimizi farklı hissedersek, çocuklar da okulda böyle hissedecektir. Dr. Atabay’ın da önerdiği gibi bu tür düşünceleri aşmaya, Avusturyalı uzmanlardan yardım alarak ya da zaten alıyorsak daha sık eğitim ile ilgilenerek başlayabiliriz. “Çocuklar neden kendilerini okulda dışlanmış hissetsinler ki? Eminim ki bir çok Avusturyalı arkadaşları var.” diyor Dr. Atabay. Çocuklara bu korkuyu, çekingenliği farklı milletten olmamızdan ileri gelen “farklılığı” inanın biz kendimiz yansıtıyoruz. Mesela, Avusturyalı arkadaşları var diye cezalar vermek, azarlamak yapılan en büyük hatalardan. Dr. Atabay’ın vurguladığı gibi; “Bırakın olsun Avusturyalı arkadaşları.” Birlikte yaşanılan yerde mutlaka paylaşımlar olacaktır. Önemli olan kişinin korkularından uzaklaşıp, kendini bilip, kendine güvenip, kimliğini taşıyarak başka insanlarla uyum içinde yaşayabilmesidir. Öğretmeni tarafından Türk olduğu için dışlandığını söylüyorsa bir çocuk, yapılması gereken şey bunun açıkça yetkili kişilerle konuşulmasıdır. Çocuk her ne kadar istemese de, bu noktada belirleyici unsur velidir. Yanlış anlaşılır diye halı altı yapılan konular hiçbir zaman açıklık kazanamayacağı gibi, orada birikecek ve daha sonra çok daha büyük sorunlarla karşımıza çıkacaktır. Necla Hanım’ ın da eklediği gibi “Bu tür konuların peşine düşülmeli, gerekirse okul müdürü, hatta üst düzey kişilerle irtibata geçilmelidir.” 2) Evde çocuk ile hangi dilde konuşmak gerek? Gerçek olan şey, iki dille yetişen bir çocuk konuşurken iki dilden de yararlanır. Yani konuştuğu dil ne Almanca ne de Türkçe’ dir. Çevresinde duyduğu dillerin aklında oluşmuş bir sentezi ile iletişim kurmaya başlar. Daha sonraki yıllarda dil uzerine iyi eğitim almazsa ne Almanca’yı ne de Türkçe’ yi ileri seviyede düzgün konuşur. Fakat şu da bir gerçek ve bilimsel olarak açıklanmış ki, böyle iki dil fırsatı içinde yetişmiş çocukların iki dili de aynı anda edinme başarısı daha yüksek ve erken gerçekleşmektedir. 3) Ergenlikte dikkat edilmesi gerekenler: Çok derin ve uzun bir konu olmasına rağmen Dr. Atabay’ ın özetlediği gibi erkek ve kız çocuklar bu geçiş döneminde ne çocuk gibi ne de yetişkin gibi davranırlar. Vücudlarında gördükleri değişim nedeni ile yeni hallerine uyum sağlayabilme ve dışardaki insanların “acaba 5 beni nasıl göruyorlar” düşünceleri ile utangaçlık, içine kapanıklık, kendine güvensizlik, ya da aşırı agresiflik, asilik durumlarına girebilirler. Bunların tek nedeni, bu dönemde yaşanan fiziksel değişimlerle birlikte hormonal farklılıklardır ki zaten 18-20’ li yaşlarda kendi kişiliğini oturtmaya başlayan birey bu tür davranışlardan uzaklaşacaktır. Bu konuda aileye düşen görev, en başta, bunun geçici bir dönem olduğunu bilerek her aşamada gence destek olmaktır. Bu destek de en başta konuşmaktan geçer. Bununla birlikte dikkat edilmesi gereken konu, bu aşamada anne ve babaya eşit görevler düşmektedir. Çocuk ebeveynlerin her ikisinden de sevgi, ilgi, şevkat beklediği için sorunlarını rahatlıkla her ikisine de anlatabilmelidir. Aile icinde rahat konusabilen cocuk, hayatin her asamasinda kendine guvenen kisi olur. 4) Kardeşler arasındaki kıskançlık: İki kardeş için de eşit sevgi ve ilgi gösterdiğinizi düşünmenize rağmen her zaman evde bir kıskançlık, kardeşini çekememe, “Onun kırmızı şapkası var da benim niye yok! Ablam bir saat fazla televizyon izleyebiliyor da ben neden izleyemiyorum!” gibi durumlarla karşılaşıyorsunuz. Bunun nedeni büyük olasılıkla evde koyulan kurallar ve sorumlulukların bilinmemesi ile alakalıdır. Evde herkesin yapmaya izinli olduğu ve olmadığı durumlar vardır. Her ihtiyaç duyulduğunda bunlar çocuklara kesin ve taviz verilmeden, ama gayet kendimizden emin bir şekilde “hayır senin buna iznin yok” şeklinde açıklanırsa, çocuk biraz ağladıktan sonra unutacak ve davranması gerektiği gibi davranacaktır. Böylelikle, çocuk her ağladığında istediğinin olmayacağını, büyüklerin kurallarına uyulması gerektiğini anlayacak, “tahammül etme duygusu” gelişecektir. Çocukta tahammül etme duygusunun gelişmesi çok önemlidir; çünkü daha ilerki yaşamında hayatta sadece kendisi olmadığını, bencilce davranarak diğer insanlarla uyum sağlayamayacağını öğrenir. Bunun temelleri de görüyorsunuz ki aile içi eğitimde çocuğa nasıl davranıldığı ile doğrudan alakalıdır. Çünkü bu tür duygular okuldaki eğitimde de geliştiriliyor; fakat bu daha cok ailedeki insan ilişkileri ile de doğrudan alakalıdır. “Din hususunun eğitimde etkisi, intihar sebepleri, nesiller arası çatışma, çocuklarda zeka ölçümü, uyuşturucu alındığının belirtileri, ayrılan anne babaların çocuk üzerindeki etkisi” konuları da aileler tarafından tartışılması istenen fakat zaman darlığı sebebi ile çok detaya inilmeden tartışılan diğer konulardı. Bu sorunları aslında biraz irdeleyici düşünürsek, zaten seminerin genelinde dinlediğimiz konularla örtüştüğünü anlayacağız. 6 Sonuç olarak, Dr. İlhami Atabay’ a verdiği değerli bilgiler, paylaştığı tecrübeler için teşekkür ediyoruz. Bu seminerin birçok insanın en azından ufkunun açılmasını sağladığından eminiz. Bütün bunların ardından bir eğitimci olarak kişisel düşüncelerim, eğitim sürecinin doğumdan ölüme kadar sürdüğünün hiçbir zaman unutulmaması gerektiğidir. İnsan olarak çevremize karşı bireysel sorumluluğumuz, değişen zamana ayak uydurabilmek, gelişime, yeniliklere, bilime kendimizi açık tutabilmektir. İçinde bulunduğumuz ‘BİLGİ ÇAĞI’nın geregi “okumak, araştırmak, görmek ve tekrardan vurgulamak gerekirse okumaktır.” Emin olun cevabını merak ettiğiniz her soru hakkında yazılmış makaleler, kitaplar, araştırmalar, görüşler var. Gelişmiş diğer toplumlar gibi kim olduğumuzu ve benliğimizi iyi bilerek ayakta kalmak çocuklarımız için vereceğimiz en güzel eğitimdir. “Ben kimim?” sorusuna cevabı en iyi verebildiğimiz zaman çevremiz ile daha uyum içinde yaşarız ve ‘hayat=eğitim’ sürecimizi çok iyi değerlendiririz. Aksi takdirde, en çok bilgiye sahip olanların tutunabildiği bu bilgi çağında, kendine güveni olmayan varlıklar olarak başkalarının düşüncelerini kabul etmek zorunda kalırız. Bunun sonucunda da yok olmak kaçınılmazdır. Her insanın içinde keşfedilmeyi bekleyen ilgileri, yetenekleri vardır. Bunların farkına varmak ve geliştirmek insana çok şey katacak, insanlarla ilişkileri kolaylaştıracaktır. Kısacası, çocuklarımız, gençlerimiz, geleceğimiz için en başta yapmamız gereken şey kendimizi geliştirmektir. Genç beyinler her zaman yenilikleri en çabuk kapanlardır. Eğer gelişmiş modern dünyada söz sahibi olmak istiyorsak, onlar ile öğrenelim ve bu bilgi çağında araştıran, gezen, okuyan insanlar olarak her zaman kendimizi aşma çabasında olalım. Sevgilerle... 7