sunuş - Deniz Demirci

Transkript

sunuş - Deniz Demirci
SUNUŞ
Eylül-Ekim, 2011
Değerli Okurlarımız,
Geride bıraktığımız sıcak yaz aylarının ardından, konser, tiyatro, sergi gibi kültür sanat
etkinliklerinin başladığı yeni sezon açılmış bulunuyor. O arada Vakfımızdaki müzik
kurslarının da kayıtları başladı.
İspanya’da, Granada Manuel De Falla Kültür Merkezinde gerçekleştirilen 2011 MUSMA
çalıştayı başarıyla sonuçlandı. Türkiye ayağı Vakfımızca yürütülen MUSMA projesine
2011 programına katılan besteci Fazlı Orhun Orhon ve piyanist Salih Can Gevrek’in elde
ettiği başarıları bu sayımızda okuyabilirsiniz.
Ayrıca 1995’ten bu yana aralıksız yapılan “Halıcı Bilgisayarla Beste Yarışması”nın
bu yıl onsekizincisi düzenleniyor. Yarışmaya katılmak isteyenlerin bestelerini
17 Ekim 2011 tarihine kadar teslim etmiş olmaları gerekiyor. Daha detaylı bilgiyi
http://beste.halici.com.tr/2011 web adresinden edinebilirsiniz.
Bu sayımızda Koray Ilgar’ın “Antonin Dvorak’ın Besteciliği’’ adlı makalesini, Deniz
Demirci’nin “Marphe Yaylılar Dörtlüsü” başlıklı konser izlenimini ve besteci Hatıra
Ahmedli Cafer’le yapılan söyleşiyi okuyabilirsiniz.
Saygılarımla.
Bahar Gökçeli
Editör
SCA
MÜZİK VAKFI
09-10/01
VAKIFTAN HABERLER
VH 09-10/01
SEVDA-CENAP AND MÜZİK KURSU
Yeni sezon kurs kayıtlarımız başlamıştır...
Çello
Çocuk Korosu
Gitar
Kadınlar Korosu
Keman
Orff
Piyano
Solfej
Şan
Yan Flüt
Tunalı Hilmi Caddesi 114 / 49
06700 Kavaklıdere / Ankara
Tel: (0 312) 466 44 27 * 427 08 55/17
09-10/02
VH 09-10/02
MUSMA Çalıştayı
27-30 Haziran 2011 Granada, İSPANYA
Türkiye ayağı SCA Müzik Vakfı tarafından yürütülen MUSMA (Music Masters on Air;
http://www.musma.eu/) programı çerçevesinde, 27-30 Haziran 2011 tarihleri arasında,
Granada’da bir çalıştay gerçekleştirildi. Çalıştay Manuel de Falla’nın yaşadığı mekan olan ve
sonradan kültür merkezi haline getirilen Manuel de Falla kültür merkezi salonunda yapıldı.
Granada Festival Direktörü Enrique Game’in açılış konuşması ile başlayan toplantıda,
MUSMA koordinatörü Bn. Isaline Claeys tarafından çalıştayın düzeni hakkında bilgi
verildi. Ardından besteciler tarafından, eserlerini bestelediklerken izledikleri amaç, tutum
ve süreçle, eserlerinin içeriği hakkında slaytlar eşliğinde yapılan açıklamalar dinlendi. Her
tanıtımdan sonra, o eserin yorumcusu, eseri baştan sona çaldı.
Sıra Türkiye’ye geldiğinde, SCAMV temsilcisi İbrahim Barışık, bu projeye festival
olarak nasıl dahil olduğumuzu, bestecileri seçme sürecimizi ve proje hakkında neler
düşündüğümüzü konu alan kısa bir konuşma yaptı. Ardından bestecimiz Fazlı Orhun
Orhon, eseri hakkında katılanları bilgilendirdi. Eseri Salih Can Gevrek çaldı ve büyük
alkış aldı. Kendisi çalıştaydaki en genç yorumcuydu (19 yaşında). Bu programda genç
besteci ve genç yorumcu zorunluluğu olmakla birlikte, gençlik tanımı katılan festivallerin
takdirine bırakılmıştı. Diğer yorumcuların yaşları 30-45 arasında değişiyordu.
Çalıştayda yorumcular aşağıdaki eserleri çaldılar.
Piyanist
Besteci
Eser
Alba Ventura
Andrea Padova
Waterscape in motion
Jose Enrique Bagaria
João Godinho
Fogo Posto (Arson)
Salih Can Gevrek
Bozidar Obradinovic
Postman Cheval, conquering time
autonomously
Daan Wadawalle
Thomas Smetryns
On the Nature of Program Music
Janos Paljtay
Marcell Dargay
Légendes No. III.<Le pianiste prêche pour
soi-même>
Joanan Gama
Nana Forte
A broken car
Nina Ğresicek
Iluminada Pérez Frutos Al-Azhar | Aromas de leyenda
Andrea Padova
Fazlı Orhun
Orhon
Music for piano
Malgorzata Walentynowicz Mateusz Ryczek
Sub-deep of The Night (Sub-głębia Nocy)
Salih Can Gevrek
Knots for piano
Vit Zouhar
09-10/03
VH 09-10/03
Besteci Bozidar Obradinovic’in yorumcusu Lidija Bizjak rahatsızlığı nedeniyle toplantılara
katılmamış. Orada bulunan yorumculara, onun eserini çalmak isteyen olup olamadığı
sorulduğunda, diğer yorumcuların pek istekli görünmeyişi üzerine genç piyanistimiz Salih
Can eseri çalmayı kabul etmiştir. Hayli zor olduğu anlaşılan bu eserin icrasında da büyük
başarı kazanmış ve takdir toplamıştır..
MUSMA projesinin bir başka cephesi, çağdaş müziğin radyolarda daha çok yer bulmasını
sağlama girişimleridir. Nitekim bu çalıştaya radyo temsilcileri de katılmışlardı. Bu çerçevede
toplandı da TRT’ den Bn. Elif Gökalp da hazır bulunmuştur. Radyo temsilcileri ile yapılan
toplantıda çağdaş müziğe en fazla yer ayıranın Granada Radyosu olduğu öğrenilmiştir.
Çoğu radyo istasyonu temsilcisi, çağdaş müziğe yeteri kadar yer veremediklerini, zira klasik
müzik dinleyicilerinin bile gün geçtikçe azaldığını, bir takım güçlüklerle karşılaştıklarını
belirtmişlerdir.
Bu toplantıda, radyo istasyonlarının politikaları konusunda şu görüşler öne çıkmıştır:
* Besteciler ile röportajlara daha fazla yer verilmesi, onların ve eserlerinin daha yakından
tanıtılması
* Radyo istasyonları arasında daha bu bağlamda daha fazla alışverişin olması.
* Dünyaca ünlü şeflerin çağdaş müzikte birer elçi olması yönünde çalışmaların yapılması
Bunun dışında Musma projesi için de:
* Musma için genel bir video tanıtımının hazırlanması
* Musma için her etkinlik öncesi kullanılacak kısa bir “jingle” ın hazırlanması
* Festivallerin web sitelerinde özel yer alması.
* Diğer Festivallerin de projeye katılımının sağlanması gerekliliği vurgulanmıştır.
Çalıştayda yer alan radyolar arasında; ES –RNE, BE -VRT | Klara, BE –RTBF | Musiq
3, HU-Magyar Rádió (MR3) Bartok
Radio, PL -Dwojka -Program 2 RS -RadioTelevision of Serbia - Radio Belgrade, SI
-RTV – Ars, TR -TRT Ankara Radio, PT
-Antena 2, IT -Emilia Romagna webradio,
IT -RAI 3 Radyosu temsilcileri vardı.
Özellikle belirtilmesi gereken bir nokta,
bu toplantıda Salih Can Gevrek’in
performansıyla büyük bir takdir toplamış
olmasıdır. Kendisi, tam bursla, Londra
Kraliyet Müzik Akademisi’nde eğitim görme
imkanını kazanmış ve bu Eylül ayında
Akademi’deki öğrenimine başlamıştır.
MUSMA Granada Çalıştayı, besteciler,
yorumcular ve katılımcıların toplu hatıra
fotoğrafı çektirmesi ile etkinlikler son
bulmuştur. Bu konuda daha fazla bilgi
için http://www.musma.eu/ adresi ziyaret
edilebilir.
Solda: Fazlı Orhun Orhon - Sağda: Salih Can Gevrek
09-10/04
MÜZİKSEVERİN KÖŞESİ
MK 09-10/01
Antonin Dvorak’ın Besteciliği
Koray Ilgar
19. yüzyıl, birçok Avrupa ülkesinde ulusal ve kültürel gelişim bakımından en parlak
dönemdir. Polonya’da Chopin, Macaristan’da Liszt ve Norveç’te de Grieg gibi
besteciler, ulusal bestecilik okullarına zemin hazırlamış ve ülkelerinin müziğini dünyaya
tanıtmışlardır. Bedrich Smetana’dan sonra Çek müziğini tüm dünyaya tanıtan besteci
Antonin Dvorak olmuştur. Deniz Kızı operası, Stabat Mater, 9. Yeni Dünya’dan Senfonisi,
Viyolonsel Konçertosu ve Slav Dansları, Dvorak’ı 19. yüzyılın en önemli Romantik
bestecileri arasına koymuştur (Mehtiyeva 2003: 57). Nitekim Wagner ve Liszt’e yakın
olmakla birlikte, Smetana’dan 17 yaş küçük olan Antonin Dvorak (1841 – 1904) bir
mirasçı değilse de Brahms üslubu ve etkisiyle eserler vermiş bir bestecidir. Bu nedenle de
oda müziği dalı Dvorak’ta daha önemli bir yere sahiptir (Sachs 1965: 236). “Dvorak, 19.
Yüzyılda gelişmeye başlayan Çek ulusal müzik akımının büyük temsilcilerinden biridir”
(Yener 2001: 112). Çağdaşı Smetana, Çek ulusal müziğini opera sahnelerine, Dvorak ise
konser salonlarına getirmiş ve üstün yeteneği sayesinde tüm dünyadaki müzikseverlerin
beğendiği örnekler arasına koymuştur (s.113). Smetana’nın ulusal Çek operasının
yaratıcısı olmasının yanında, Dvorak’ın da Çek senfonisinin ve oda müziğinin kurucusu
olduğu söylenebilir (Say 1995: 443). Smetana ile birlikte en önemli Çek senfonik müziği
bestecileri arasındadır. Çek folklorunun öğelerinden yararlanmış ve eserlerinde canlı renk
ve ritimler kullanmıştır (Pamir 1981: 223). Besteci bu özelliğiyle müziğin sadeliğinden
yanadır; bununla birlikte kendi ülkesinin halk müziğine ait yerel dokulardan da ‘renk’
açısından faydalanmıştır (Say 1995: 443). Yaşamının büyük bir kısmını Bohemya’da
geçirmiş, ancak 1892 ve 1895 yılları arasında New York’ta bulunmuş, Amerika’nın uçsuz
bucaksız ovalarını, gürültülü fabrikalarını, zencilerini ve Kızılderililerini betimleyen bir
eserle, bu ülkede geçirdiği yılları önemli kılmıştır. Bu eser, bestecinin sıkça seslendirilen
9. Mi minör “Yeni Dünya’dan” adlı senfonisidir (Sachs 1965: 236). Ancak bu senfoni,
Kızılderili veya Amerikan müziğinin unsurlarını değil, Dvorak’ın bu yerel unsurlarla ilgili
kendisine ait düşüncelerini ifade eder. Eserdeki ezgiler, Amerikan halk müziğine yönelik
kısmen bir ‘atıf ’tan ibarettir. Newyork’ta bulunduğu sırada bu izlenimlerini ifade etmek
isteyen Dvorak, ‘Amerikan halk müziğini belleğine kazımıştır’ (Say 1995: 443).
Smetana 1866 yılında Prag Geçici Tiyatrosu’nun müzik direktörü olduğu zaman,
orkestranın baş viyolacısı kuzeydeki bir köyden gelen genç bir müzisyen olan Antonin
Dvorak’tı (1841-1904). Prag Org Okulu’nda, bir kilise müzisyeninin derinlemesine
eğitimini alan Dvorak, bestecilikteki büyük becerisini 1860’ların sonlarına doğru
göstermeye başlamış, 1875’e gelindiğinde dört opera (librettoların üçü Çekçe, biri
Almanca’ydı), beş senfoni ve yedisi yaylı dörtlü olmak üzere birçok oda müziği eseri
yazmıştı. Ülkesinin dışına çıkmamış diğer Bohemyalı müzisyenlerin aksine, Dvorak önce
yurt dışında küçük de olsa dikkat çekmiş, ardından 1874 yılında Avusturya devlet bursunu
kazanması geniş çevrelerce tanınmasını getirmiş ve en önemlisi, Brahms ve Hanslick’in
kalıcı desteğini kazanmıştır. Brahms kendi yayımcısı Berlin’li Fritz Simrock’a Dvorak’ın
eserlerini basması için baskı yapmış ve Dvorak’ı Avrupa’nın önde gelen müzisyenlerine
09-10/05
MK 09-10/02
takdim etmiştir. Hanslick de genç hemşehrisinin kariyerini babacan öğütleri ve lütufkâr
ikazlarıyla yönlendirmiştir. Kısmen bu güçlü destekçilerin çabaları yoluyla, Dvorak
besteciliğinin ilk olgunluk dönemine kadar kayda değer bir saygınlık kazanmıştır. Daha
sonraki İngiltere ve Rusya seyahatleri ve Birleşik Devletler’deki üç yıllık geçici ikametiyle
birlikte Dvorak, “ikincil” bir ulusa mensup bir sanatçıya göre, o zamana kadar görülmemiş
bir başarıyla elde ederek dünyanın en beğenilen bestecilerinden biri olarak yerini
pekiştirmiştir (Plantinga 1984: 351-52).
Dvorak, Çek ulusal müziği yolundaki çabaları sonucunda elde ettiği büyük başarıyla
birlikte, kendisini yeni ve sıra dışı bir uğraşın içinde buldu. Bu çaba, Amerika Birleşik
Devletleri’nde bir ulusal müzik gelişiminin ortaya konulmasına katkıda bulunmak oldu.
1892 ve 1895 yılları arasındaki kısa süreli eğitmenlik ziyareti esnasında edindiği tecrübeler,
Dvorak’ın Çek ulusal düşüncesinin gerçek hümanizmine; kendi vatanının sıradan
insanlarına karşı duyduğu sevginin bütün sıradan insanları bağrına basacak kadar büyük
oluşunu gözler önüne serer (Finkelstein 1995: 251).
Öncülük ettiği yurttaşları içinde özellikle Antonin Dvorak, ülkesini daha büyük ve
daha başarılı bir şekilde tanıtmış bir bestecidir. Dvorak, yeni ve farklı bir yol bulma
arayışında olmayan, yeni bir ifade aracı yaratmaya çalışmayan, içinden geldiği gibi, sade,
doğal ve duygusal müzik yazmaktan yana olan besteciler arasındadır. Eserlerinde kendi
ülkesinin halk müziğini yansıtmakla birlikte, Amerika’da geçirdiği 3 yıl boyunca Yeni
Dünya’nın halk müziğine de ilgi duymuş, bu sırada “Yeni Dünya’dan” adıyla bilinen
senfonisinde Amerikan folklorunun öğelerinden faydalanmış, bu şekilde de bir milletin
müziğinin ısrarla o milletin ve halkın içinden çıkan besteciler tarafından yazılmak zorunda
olmadığını göstermiştir. Dvorak’ın Amerika’da bulunduğu yıllarda bestelediği eserler, 19.
yüzyıl Amerikan bestecilerinin yazmış olduğu eserlere göre çok daha başarılı ve çok daha
ulusal olan bir Amerikan müziğine örnek oluşturmaktadır (Mimaroğlu 2009: 113).
Dvorak yaşamının çoğunu operalarının ve onların düzeltmeleri üzerinde çalışarak
geçirmiş olmasına karşın, müziğinin büyük bir bölümü klasik çalgı müziği biçimindedir.
Bu, Brahms ile tanışmadan önceki dönemlerinde de bu şekilde olmuştur. Müziğinin akıcı
özelliği, bu biçim ve türlerin besteciye biraz sorun çıkartmış olduğu izlenimini vermektedir.
Bunun başlıca nedeni de, Dvorak’ın onları bir adet olarak benimsemiş olmasındandır.
Benzer şekilde, bestecinin müzikteki ulusal karakterle ilgili kesin görüşlerinin olmasına
rağmen, eserlerinde halk müziğine ait unsurları işleyiş tarzı kendi içinden geldiği doğal
şekliyle oluşmuştur. Slav tarzında bestelediği dans ve şarkıları (özellikle coşku dolu,
hareketli furiant’i ile melankolik ve hüzünlü Dumka’sı), ritmin ve modülasyonun yöresel
vurgularıyla birlikte özümsenerek dile getirilmiştir. Dvorak Yeni Dünya’dan Senfonisi
ile 1893 yılına ait oda müziği yapıtlarını bestelediği sırada (1893, bestecinin Amerika
Birleşik Devletleri’nde geçirtiği tek dolu yılıdır) Amerikan kaynaklarına yöneldiği zaman,
Orta Avrupa halk müziğiyle paylaşılan yeni bir pentatonik müzik geleneği keşfetmiştir.
Dvorak’ın zamanında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Çek,
Slovak ve Ukraynalıların müziklerini dinleyerek yapmış olduğu gibi bu da, bestecinin
Amerika’daki yerel azınlıkların (Zenciler ve Kızılderililer) müziğini tercih etmiş olması
09-10/06
MK 09-10/03
bakımından anlamlı ve önemlidir. Bu göz ardı edilmiş yerel unsurlar, Dvorak’ın müziğinde
ustalıklı bir şekilde aniden uluslararası ve doğal bir hale gelmiştir (Griffiths 2006: 242).
Mücadele, Romantizmin yaşamsal bir öğesidir. Ancak bu kavram, ona böylesi bir vurgu
yükleyen Dvorak’ı keşfetmek adına şaşırtıcı olabilir. Muhtemelen Dvorak, gelecek
kuşakların onun görünürdeki kolay verimliliği ve iyimserliği hakkında bir görüş birliğine
varacaklarını zaten hissetmişti. Bestecinin talihsiz geçmişine ve evliliği sırasında 20. yüzyıl
öncesi aile yaşamının en acıklı yönü olan yüksek oranda çocuk ölümüne ilişkin bir de
tecrübe yaşamış olmasına rağmen Dvorak, her hangi bir kişinin veya kurumun hizmetine
bağlı kalmaksızın kendi emeklerinin ürünleri sayesinde hayatını kazanan istikrarlı ve başarılı
bir burjuva müzik adamının en iyi örneği olarak durmaktadır. Dvorak özellikle Amerika’da
cömert bir himaye bulma konusunda kuşkusuz şanslıydı. Ayrıca bestecinin prensler yerine
bir yayımcıyla yaşadığı çatışmalara karşın o, Slav Dansları’ndan senfonilere ve operalara
kadar bütün türlerde ve uygun bir şekilde de kişisel olan bir dilde piyasanın istediklerini
sağlayabilecek ideal bir konumdaydı. Anlamsız bir şekilde deney yapan bir deneycinin
aksine, Dvorak yeni biçimler yaratmaya veya uyumsuzluğun ya da periyodikliğin mevcut
ölçütlerini reddetmeye çalışmadı. Besteci, mevcut geleneklerin içinde etkili ve bireysel bir
biçimde hareket edebiliyordu. Dvorak’ın farkı, onun çok nadiren rutinleşen akıcı, taze ve
esnek müzik dilinde yatar. Dvorak’ın müziğinde, onu küçük bir usta konumundan çok
daha üstün bir konuma yükselten bir kendiliğinden olma havası ve hissedilir biçimde bir
yaratıcı güç vardır. Dvorak, özellikle Smetana gibi diğer bestecilerle yapılan savaşlardan
yararlanabilme konusunda kuşkusuz çok şanslıydı. Ancak besteci, hayranlarının hoşgörülü
tavrından hiçbir zaman için hoşnut olmadı. Göreceli olarak muhafazakâr bir türden olsa
da, Dvorak’ın yaratıcı canlılığı ve anlamlı görüşü önem taşıyordu ve bestecinin gerçek bir
Romantik olduğunu kanıtlamayı da yeteri kadar sürdürdü (Whithall 1987: 146).
Dvorak, geç 19. yüzyıl Çek müziğinde Smetana’nın mirasçısı, tamamlayıcısı ve bir
dereceye kadar da rakibiydi. Kuşkusuz Dvorak’ın başarısı operaya kıyasla orkestra ve oda
müziği alanlarında daha fazlaydı, ancak bu kesinlikle bestecinin kendi değerlendirmesi
değildir. Dvorak son yıllarını ikinci operası olan Jacobin’i (1887) tekrar gözden geçirerek
operaya adadı. Jacobin’i besteledikten iki yıl sonra, Cert a Kaca (Şeytan ile Katya, 1899) ile
Rusalka’yı (1900) yazmayı sürdürdü. Her üç operası da Çek konularını ele alır, sonraki ikisi
de halk masallarını temel alır. Dvorak’ın Çek efsanelerine olan sevgisi, Erben tarafından
bestelenen meşhur baladlara dayalı bir dizi senfonik şiirde çoktandır gösterilmiştir, ancak
onun tüm müziği bu tarzda açıkça Çek değildir. Dvorak’ın ulusçu taahhütü asla kuşku
götürmez, ancak bir bakıma Rusya’yla olan benzerlikler de özetlenecek olursa, en azından
Çaykovski ile Balakirev’inkilere yakın bir görüş olmuştur. Bestecinin son operaları olan
Dimitri (1882) ile Armida (1904), az da olsa Bohemya’yla belli bir bağa sahiptirler ve onun
çeşitli biçimlerde Schubert’e, Wagner’e ve özellikle de Brahms’a borçlu olduğu senfonileri
ile oda müziği yapıtları, baskın şekilde kozmopolit olan bir dil sisteminin içinde ulusal
özelliklerinin sergilemeye koyulurlar (Samson 1991: 229-30).
Dvorak’ın geleneksel müzik biçimleri içerisine dağılmış oldukça geniş bir yaratıcılık
yelpazesi vardır. Dinleyicilerin vokal eserlerinden çok çalgısal eserlerine ilgi göstermelerine
09-10/07
MK 09-10/04
rağmen, bestecinin azımsanmayacak sayıda şarkısı, koral eserleri ve operaları bulunmaktadır.
Solistler, koro ve orkestra için yazdığı, bir zamanların yaygın eseri “Stabat Mater” (1876-77),
vokal ve çalgısal öğelerin etkin kullanımını hem uluslararası hem de oldukça gelenekçi bir
üslup bağlamında gözler önüne sermiştir: armonik yapı kabaca Mendelssohn stilindedir ve
final fügal bölüm “Amen” dâhil oldukça güçlü bir kontrpuantal yapıya sahiptir. Bestecinin
1886 yılındaki Leeds Müzik Festivali için bestelediği “Azize Ludmilla” adlı oratoryosu
ve “Hayaletin Nişanlısı” (1885) adlı kantatı, bir tür asrileştirilmiş Handel geleneğinin
takipçisidir ve İngiltere, Providence, Rhode Adası ve Milwaukee-Winconsin gibi yerlerdeki
koro müziği topluluklarının en sık seslendirdikleri eserler haline gelmişlerdir (Plantinga
1984: 354).
Besteci olarak Dvorak, “Bohemya halkı ile tam bir özdeşliği korumuş, hatta ‘köylü’
öğelerini tutkuyla ele alışında halkın ‘kendi malı’ olarak tanıyacağı bir niteliği baştan
sona taşımıştır”(Finkelstein 1995: 246). Çek halk müziğinin en köklü müzik formlarının
çoğunun kendini gösterecek bir ifade aracı olarak değerlendirilebileceğini iddia ederek,
Çek kültürünün uluslararası alanda tanınması yolunda uğraş vermiştir (Finkelstein 1995:
247). Ulusçu anlatım ve yaratı alanında halk müziğinden yararlanmayı ilke edinmiş
diğer besteciler gibi, Dvorak’ta da bu müziği tam bir özgürlük ve esneklik içerisinde ve
ne şekilde kullanacağıyla ilgili deneyim, bestecilik sanatında giderek ustalaştıkça meydana
geldi (Finkelstein 1995: 248). Dvorak, kendisine ait keşiflerini notaya dökmeyi öğrenmiş
köylü bir doğaçlamacı gibi halk tarzında düşünmeyi öğrenmiştir. Şevkin ve hayal gücünün
peş peşe geldiği bu yapıtlar (Op.46 Slav Dansları), bir dış dünya ve açık hava hissi ile
doludurlar.(…) Bununla birlikte, Dvorak’ın halka olan bakış açısındaki kendine özgü
eğilimi sergilerler. Halk müziğindeki parlando stilini tercih eden Musorgski’nin tersine,
Dvorak insan hareketliliğinin karmaşık cazibesini içeren ‘dans eden şarkılar’ında, halk
sanatının sıradışı çağrışımlara sahip ritim ağırlıklı özelliğini tercih eder. Bu şekilde elde
edilen ‘yeni halk sesi’, bestecinin 1879 yılında yazdığı iki bölümlü ‘Dumka’sıyla Op.51, Mi
Bemol Majör Yaylı Kuartet ve 1880 yılında bestelediği üç yapıt olan ses için Çigan Ezgileri,
Keman Konçertosu ve Re minör 6. Senfoni gibi müziklerinde açıkça kendisini gösterir.
Bu nitelikler temelini bütünüyle klasik formlardan alan çalgı müziğinde ‘yeni bir ses’i
simgelerler ve bu yapıtlar sağlam bir şekilde işlenmiş bir lirizim şeklinde Çek folkloruna ait
birçok ezgiler sunarlar (Finkelstein 1995: 248-49).
Bir besteci olarak Dvorak her ne kadar farklı olmak istese bile, her yaratıcı sanatçı gibi o da
içinde bulunduğu çağın şartları, beklentileri ve gelenekleri ile bütünleşmiştir. Bu sanatçılar,
yalnızca bu koşulların ışığında anlaşılabilir ve aynı nesildekilerle karşılaştırılabilir. Bu
açıdan ele alındığı zaman, Dvorak’ın bestelediği yapıtlarının sahip olduğu evrensel
özellikler açısından kendisiyle aynı kuşaktaki diğer bestecileri aşmış olduğu söylenebilir.
Bu konuyla ilgili olarak kimse Dvorak ile kıyaslanamaz. Elbette ki bu dönemde bestelenmiş
bazı yapıtların üstünlüğü yadsınamaz. Örnek olarak Bizet’nin Carmen ve Mussorgsky’nin
BorisGodunov adlı operalarını Dvorak’ınkilerle karşılaştırmak doğru olmaz. Piyanist bir
besteci olan Grieg de Dvorak gibi iddialı bir sanatçı olmamasına karşın, Grieg’inDvorak’ı
en iyi olduğu alanda, üstelik de Brahms’la kıyaslandığı senfoni ve oda müziği alanında
aşmış olduğu pek düşünülemez. Ancak evrensel bestecilik daha farklı ve anlaşılması zor
09-10/08
MK 09-10/05
bir olgudur. Brams operaya, Mussorgsky senfoniye, Çaykovski de dinsel müziğe karşı
oldukça uzak bestecilerdi. Fakat onların aksine Dvorak, org müziği hariç müzik sanatının
tüm biçimlerinde geçerli yapıtlar vermiştir. Besteci yazmış olduğu eserlerinde, çalgı ve ses
müziği alanındaki biçimleri stilize ederek sentezlemeye çalışmıştır (Honolka 1998: 107108).
Dvorak’ın sahip olduğu yerinin belirlenebilmesi için müzik kalitesinin ölçüt olarak
alınması normaldir. Bestecinin eserlerindeki kaliteyi ortaya çıkartabilmek için diğer bazı
yaratıcı kişilerde olduğu gibi, mantıksız değerlendirmelerin arkasına saklanmanın bir
anlamı yoktur. Çünkü fikirleri ve ustalıklı işlenişleri bakımından Dvorak’ın başyapıtları,
20.yüzyıl’ın zevk değişimlerinden neredeyse hiç etkilenmeyen klasik ölçütler içerisindedir.
Besteci yeni bir şeyler oluşturmaktan çok, müzik dünyası kapsamında yapmış olduğu
uluslararası derlemeleri ile önem kazanmış ve bu nedenle de Bach ve Mozart gibi dahi
bestecilerin arasında yer almıştır. Ayrıca, Dvorak’ın ulusal ya da uluslararası alanda daha
çok şey ifade edip etmediği tartışılmaktadır. Çek halkının en çok beğenip tercih ettikleri
yapıtlar arasında Dvorak’ın yapıtlarının sayıca fazlalığı dikkat çekmekle birlikte, diğer
ülkelerde bu sayı nispeten düşmektedir. Bugün Dvorak’ın besteci olarak bilinmeyen
yanlarını ortaya çıkartma girişimleri görülmeye başlanmış olmasına karşın, bunu
ikinci dünya savaşından sonra Janacek’in sahip olduğu ilerleyişle kıyaslamak olanaksız
görünmektedir. Dvorak kendi ülkesinin insanlarına, dünyaya verdiğinden daha çok şey
vermiş olması nedeniyle, büyüklüğünü her zaman korumuştur. Yalnızca piyano için müzik
yazan Chopin dışında, ulusal müziğin kurucuları arasında Dvorak’tan başka hiçbir besteci
içinde bulunduğu döneme ve çevresine karşı olan sorumluluklarından sıyrılarak müzik
dünyasında böyle önemli bir konuma ulaşamamıştır (Honolka 1998: 120-21).
Aralarında 14 tanesi yaylı dörtlü olmak üzere toplam 31 tane oda müziği yapıtı, 9 tane
senfoniyle birlikte dramatik uvertürleri de içeren 50 adet senfonik yapıt, Dvorak’ın
yapıtlarının denli zengin olduğunun birer kanıtıdır. Bestecinin kusursuzluğa ulaşmış
eserlerinin sayısı, bilinenden çok daha fazladır. Yeni Dünya’dan Senfonisi, Viyolonsel
Konçertosu ve Amerikan Yaylı Dörtlüsü, bugün Çek ulusu dışında hiçbir ülkede pek kabul
edilmek istenmemelerine karşın, sahip oldukları kalite bakımından dünya çapındaki
türlerinin en iyileri arasında ilk sıralarda bulunmaktadırlar (Honolka 1998: 114-15).
Yararlanılan Kaynaklar
1) FINKELSTEIN, Sidney. Besteci ve Ulus: Müzikte Halk Mirası, (1960), (Çev. M. Halim
Spatar), Birinci Baskı: Ekim 1995, Pencere Yayınları, İstanbul: Doyuran Matbaası, 1995.
2) GRIFFITHS, Paul. The New Penguin Dictionary of Music, Copyright, Paul Griffiths, 2004.
First Published 2004, PenguinBooksLtd, Printed in EnglandbyClaysLtd, St. Ivesplc.
3) HONOLKA, Kurt. AntoninDvorak, (1973), (Çev. Emel Tezcan – Ülkü Akçar), Birinci
Basım: Ekim 1998, Pan Yayıncılık, İstanbul: Yaylacık Matbaası, 1998.
09-10/09
MK 09-10/06
4) MEHTİYEVA, Naile. Konser Kılavuzu: 92 Kompozitörden 267 Senfonik Yapıtın Analizleri,
Birinci Basım: 2003, Ankara: Bilkent Üniversitesi Yayınları, 2003.
5) MİMAROĞLU, İlhan. Müzik Tarihi, Birinci Basım: Ocak 1961, İstanbul: Varlık Yayınları,
2009 (Dokuzuncu Basım).
6) PAMİR, Leyla. Müzikte Geniş Soluklar, Genişletilmiş İkinci Baskı, Birinci Basım: Ada
Yayınları Mayıs 1989, İstanbul: Boyut Yayıncılık, 1998 (İkinci Basım).
7) PLANTINGA, Leon. Romantic Music: A History of Musical Style in Nineteenth-Century
Europe, W. W. NORTON & COMPANY – New York, London. First Edition, 1984 by
W. W. Norton &Company, Inc. Printed in the United States of America.
8) SACHS, Kurt. Kısa Dünya Musikisi Tarihi, (Çev. İlhan Usmanbaş), Birinci Basım:
İstanbul, Mart 1965, İstanbul: Milli Eğitim Yayınevi, 1965 (İkinci Basım).
9) SAMSON, Jim. TheLateRomanticEra: Fromthe mid-19th Century to World War I,
editedbyJimSamson, Granada GroupandTheMacmillianPressLtd, 1991. First published in
the United Kingdom 1991 byTheMacmillianPress Limited. Printed in Hong Kong.
10) SAY, Ahmet. Müzik Tarihi, Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 1995 (Birinci Basım).
11)WHITHALL, Arnold. Romantic Music: A Concise HistoryFrom Schubert toSibelius,
ThamesandHodsonLtd 1987, London. Printed in Great Britain byAldenPress, Oxford.
12)YENER, Faruk. Müzik Kılavuzu, Genişletilmiş 6. Basım, Birinci-Beşinci Basım: Bilgi
Yayınları, 1970-1983. İstanbul: Remzi Kitabevi, Haziran 2001 (Altıncı Basım).
09-10���
/��
10
MK 09-10/07
Marphe Yaylı Çalgılar Dörtlüsü
Apollon Tapınağı’nda
Deniz Demirci
Bu yıl 11.si düzenlenen Side Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali kapsamında 23 Ağustos
akşamı, Marphe Yaylı Çalgılar Dörtlüsü büyüleyici bir ortamda konser verdi. Marphe
Yaylı Çalgılar Dörtlüsü; , “2006 Gülden Turalı Ulusal Keman Yarışması”nda birincilik
kazanmış olup, kariyerini Berlin’de sürdürmekte olan Ankara doğumlu keman sanatçısı
Eren Kuştan, Britanya’nın en iyi yeteneklerinden biri olarak adını dünyada duyuran keman
sanatçısı Martyn Jackson, önemli müzik okullarından birçok burs kazanan 22 yaşındaki
Avusturya kökenli viyolacı Stefanie Farrands ve çello eğitimine dört yaşında başlayan,
sekiz yaşında Merrimack Valley Yaylı Çalgılar Orkestrası’yla Bréval konçertosunu icra
eden A.B.D.’li Marina Warsaw-Fan’dan oluşuyor. Bu dört sanatçının ortak yanı, dünyanın
en önemli müzik okullarından Berlin Hanns Eisler Müzik Yüksekokulu’nda hala eğitim
görüyor olmalarıdır.
Apollon Tapınağı ile deniz arasındaki sahnede, genç müzisyenler geceye W.A.Mozart’ın
No.19 Do Majör Yaylı Dörtlüsü ile başladılar. Mozart’ın ölümünden 220 yıl geçmesine
rağmen, bu tarihi ortamda notalar yine gökyüzüne ve seyircilere ulaştı. Konserin
devamında, A.Piazzolla’nın Melek Süiti’nden iki farklı bölümü, Berlin’li ünlü Artemis
Kuartet’in özel izniyle edindikleri aranjmanları ile dinleyicilere sundular.
09-10���
/��
11
MK 09-10/08
Konserin ikinci kısmında F. Mendelssohn’ın Mi Minör Yaylı Dörtlüsü No.4, Op.44 No.2
eserini çaldılar. Kuartetteki ses eşitliği ve sesin dağılımı gayet başarılıydı. Sayın Kuştan’la
olan kısa konuşmamızda oda müziği çalışmalarının oldukça zorlu olduğunu, herkesin tüm
birikimlerini beraberinde getirdiğini, çok farklı yorumların çıkabileceğini; bunun bazen
çok geliştirici bazense çok yorucu olduğunu vurguladı.
Ufak tefek sayfa uçuşmalarını pratik bir şekilde atlatan Martyn Jackson’ı ve organizasyonda
mandala kadar her ince detayın düşünüldüğünü vurgulamak gerekir. Konserler eskiden
Apollon Tapınağı’nda yapılırken bu sene tam bir konser havasında geçmesi için
organizasyon tarafından ayrı bir platforma taşınmış. Ayrıca konserdeki yerli yabancı
dinleyici oranı oldukça yüksekti ve salonda alkışlar uzun süre kesilmedi.
Festivalin sanat yönetmenliğini üstlenen eski Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel
Müdürü ve Trombon sanatçısı Remzi Buharalı aynı zamanda bu kuartetin isim babasıdır.
Kendisi ‘Marphe’nin anlamını bana konser sırasında şu şekilde anlattı: “Marphe, sadece
Akdeniz’in ortasında bulunan özel bir rengin ismidir.”Ayrıca Buharalı festival kapsamında
genç sanatçılara daha çok yer verdiğini ve onların desteklenmesi gerektiğini söyledi.
Genç Sanatçı Eren Kuştan’ı bu yıl Berlin Virtüözleri ile 30 Ocak 2012’de İzmir Sanat’ da
dinleyebilirsiniz. Konserde R.Schumann, A.Dvorak ve W.A.Mozart’ın eserlerini Hanns
Eisler Müzik Okulu’nun ünlü profesörü Prof. Stephan Picard, Berlin Radyo Orkestrası
solo viyolacısı Andreas Willwohl, Berlin Filarmoni çello sanatçısı Martin Menking ve
ünlü piyanist Björn Lehmann ile birlikte yorumlayacaklar. Ayrıca Kuştan, 15-16 Mart
tarihlerinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile “Sarasate - Carmen Fantasy” ve
“Wieniawski – Polonaise Brilliante” eserlerini seslendirecektir. Marphe Yaylı Çalgılar
Dörtlüsünü de gelecek yıl festivallerde tekrar dinlemek mümkün olabilir.
Festivalin bugünlere gelmesinde emeği geçen kültür ve sanatın destekçisi olan Side
Belediye Başkanı A.Kadir Uçar’ı bu ilerigörüşlü yatırımından dolayı tekrar tebrik ederim.
Akdeniz’in en güzel ve en görkemli yerleşim bölgesi olan Side Antik Kentini bu şekilde
dünyaya tanıtmaya çalışmak takdire şayan bir davranış olmuş doğrusu…
09-10���
/��
12
MK 09-10/09
Besteci Hatıra Ahmedli Cafer’le Bestecilik Üzerine Söyleştik
Bahar Gökçeli
Müzikle olan yolculuğunuz nasıl başladı?
Müziğe 5 yaşımdayken müzik lisesinin piyano
sınıfında okuyan teyzemin kızıyla başladım.
İlkokulda 16 nolu müzik okulunun piyano
sınfına gittim. 7 yaşımda ilk bestemi yazdım
- “Elma” çocuk korosu için şarkı. Bu konuda
gazeteci olan babamın çok büyük katkıları oldu.
Birçok besteciyle beni görüştürüyordu. Bu sayede
onların değerli fikirlerini alma fırsatım oluyordu.
Sürekli beste yazma hevesimi, öğretmenlerim de
destekliyorlardı. Bazen notasını yazamadığımda
bana yardımcı oluyorlardı. Asef Zeynallı
adına müzik lisesinin piyano bölmündeyken,
A. Azizov’da seçmeli ders olarak bestecilikte
okudum. Daha sonralar Arif Melikov’a eserlerimi
gösterdim ve onunla uzun süre bestecilik
çalışmalarım oldu. Onun sayesinde her gün
düzenli beste yazmaya başladım. Bu çalışmalarla
ben Gnesinler adına bağlı Moskova Devlet Müzik
Pedagoji Üniversitesi’ni (şimdiki Rusya Müzik Akademisini) kazandım (bestecilik ve
orkestrasyon G Çernov, kontrpuan G.Litinski’nin sınfı).
Bir bestecinin günlük yaşamı nasıldır? Bir gününüzü anlatır mısınız?
Benim günüm genellikle sabahın dördünde başlar. Sabah çalışmalarını severim. Saat yediye
kadar beste yapmaya çalışırım. Aile bireyleri uyandıktan sonra çalışmalarım zorlaşır. Her
kadın gibi ev işleri, yemek yapma, vs. gibi rutin işlerle zamanım geçiyor. Küçük oğlumu
okuluna bırakıp, saat dokuzda işe yetişmeye çalışırım. Eve döndükten sonra zamanımı
değerlendiririm; müzik dinler veya analiz yaparım. Aile bireyleri eve toplandığında ise yine
rutin işlerime devam ederim. Erken yatarım, çünkü akşam ondan sonra yorgun olurum.
Azerbaycan’da başlayan, bugün birçok klasik müzikle ilgilenen müzisyenin yolunun
kesişmesini istediği; Moskova konservatuarında “bestecilik” üzerine eğitim gördünüz.
Bize biraz oradaki eğitim sisteminden ve hocaların öğrencilere yaklaşımından bahseder
misiniz?
Eski Sovyetler Birliği’nde müzik eğitimi - toplumun müzik kültürünü öğreterek bir
şahsiyetin estetik yönden gelişmesini sağlamaktaydı. Müzik eğitim sistemi, karma
metodların genel ve branşlaşmış müzik pedagojisine dayanır ve müziğin benimsenmesi
kabiliyetinin gelişmesine yönelir. Neden karma diyorum? Çünkü, tek başına Rus sistemi
09-10���
/��
13
MK 09-10/10
denilen bir şey yok aslında. Büyük Petro zamanında, Rusya’ya; Alman, Fransız ve İtalyan
müzisyenler davet ediliyordu. İşte bugünkü Rus sistemini oluşturan alt yapı, o zamanki
müzisyenlerin bütün bu sistemleri birleştirmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu
sistem doğrultusunda müzik literatürü ile tanışma ta yuvadan başlar. Lise yaşına kadar
herkes, okulu ile paralel müzik eğitimi alabilmektedir. Liseden branşlaşma başlar ve ileride
profesyonel müzisyenliğin yolu çizilir. Ayrıca ilkokuldan başlayan müzik kolejleri de
mevcuttu. En yüksek eğitim - konservatuar, müzik pedagoji üniversiteleri, güzel sanatlar
fakülteleriydi.
Hocalara gelince; ben çok şanslıydım. Çünkü birçok meşhur hocalarda okuma imkanı
buldum. Hocalarımız bizlere “siz” diye hitap ediyor, besteci görüp öyle davranıyorlardı.
T. Khrennikov, Kara Karayev, N.Jiganov ve birçok meşhur besteci yetiştiren kontrpuan
hocası G.İ. Litinski benim de hocam olmuştu. Azerbaycan makamlarını iyi derecede
bilen Litinski benim makamsal füg yazmamı destekliyordu. Ayrıca kompozisyon hocam
G. Çernov uzun süre Irak’da müzik eğitimi yaptığı ve doğu kültürünü bildiği için benim
modal müziğime karşı gelmiyor, aksine bunu geliştirmeme yardımcı oluyordu.
Siz sağlam bir Rus ekolü’nden geliyorsunuz. Türkiye’ye geldiğinizde, şüphesiz
“bestecilik eğitimi’nde” şaşırdığınız birtakım çarpıklıklarla karşılaştınız. Sizi ilk
şaşırtan durum ne oldu? Bu konuda, son 20 yılda olumlu yönde bir değişiklik oldu mu?
Müzik eğitimine geç yaşlarda başlanması ve her okulun farklı sisteme sahip olması beni
şaşırtmıştı. Bestecilik ise; çok birikim isteyen bir süreç gerektirmektedir. Besteci hem
kabiliyetli, hem de her şeyden çok sanata çok yönlülüğü olmalı. Bunun için de küçük
yaştan bir enstrüman çalmalı. Bizde de kompozisyon Lisans devresinden başlıyor, ama
lisans devresine gelinceye kadar ilkokuldan itibaren uzun süre profesyonel eğitim alınıyor.
Burada yaşadığım 17 senede çok hızlı bir değişime şahit oldum. Müzik eğitiminin ilkokula
kadar inmesi, bütün Türkiye’de müzik eğitimi veren okullarda aynı program uygulanması
gibi ... Aslında bu da şaşırtıcıdır. Kısa sürede büyük bir şeyler yapılması, Türk sanatçıların
yaratıcı ve çalışkan olduğunun göstergesidir.
Eserleri seslendirilmeyen birçok besteci var. Şüphesiz bu durum yeni kuşak besteci
adaylarını olumsuz bir yönde etkiliyor. Hatta “eserlerim seslendirilmeyecekse
yazmanın ne anlamı var?” düşüncesinin, bir virüs gibi yayıldığını gözlemliyoruz.
Besteci adaylarını, teşvik etmek konusunda neler yapılamalı?
Evet, bu problem olarak kalacak. Besteci zamanın önünde gider, onu anlamak icracılar için
de çok zor oluyor, belki bir sebep bu olsa gerek. Şeflerin tanıdıkları eserleri çıkarmayı tercih
etmeleri, Çagdaş eser, çalınan salonları doldurma problemleri.... Buna birçok şey eklemek
mümkün. Bütün bu sebeplerden Çagdaş besteci çalınamıyor. Benim kişisel fikrim; besteci
bu yola çıktığında bunları göze alarak başlamalı. Bunları bilerek yazmıyorsa o zaten besteci
değildir. Bestecinin umudu bitmez ki... Aslında bestecilik bir “aşktır”. Beste yazma zevkini
tadan kimse teşvik olmaksızın işine devam eder.
09-10���
/��
14
MK 09-10/11
Ama eserleri çalınan besteci, çabuk gelişiyor bu da bir gerçek. Artık Türkiye’de Besteciler
birliği kurulmuş. Yani bu o demektir ki, birçok bestecinin eseri çalınacak. Bu da sevindirici
bir durumdur.
Bestecilik yarışmaları düzenleniyor. Sanatta “ödül” bir ölçü olabilir mi? Bir besteci
olarak bu konuya bakış açınız nedir?
Yarışmalar yetenekli gençleri tanıma ve onları teşvik etme aracıdır. Yarışmalar bilindiği
üzere M.Ö 590 yılında şan, kifar çalgıcıları, müzik eseri yaratıcıları arasında başlamış.
Ve günümüze kadar gelmesi ve birçok müzisyenin bu yolla tanınması, yöntemin doğru
olduğu kanaatına vardırır.
“Ödül”e gelince, ödül bir ölçüt
değil, ama çoğu zaman kendini
tanıma açısından her müzisyen
gibi, besteci de ona ihtiyaç
duyar.
Polonyalı besteci ve şef
Krzysztof PENDERECKİ
verdiği bir röportajda “tüm
bestecilerin mezarda” olduğu
yönünde bir açıklamada
bulunmuştu. Siz bu konuda
ne düşünüyorsunuz?
Ben ona katılmıyorum. Çünkü
kendisi de bestecidir. Ve de
sevdiğim bir bestecidir. Şu anda
yaşayan ve herkesin beğenisini
kazanan birçok besteci de
tanıyorum. Belki Penderecki
düşünür ki, besteci öldükten
sonra meşhurlaşır, o da doğru
değil, kendisi zaten meşhur.
Şostakoviç’i
düşünürsek;
yaşadığı dönemde bile onu
taklit eden, ona hayran olanlar
vardı. Yedinci “Leningrad”
senfonisi - tüm dünyanın
beğenisini, besteci yaşarken
kazanmiştir.
Bunun
gibi
yüzlerce örnek gösterebiliriz.
09-10���
/��
15
MK 09-10/12
Müzik İnsanı Yeniden Yaratır...
Erdal Atabek
22.08.2011, Cumhuriyet Gazetesi
Üç bin kişi ayakta alkışlıyor. Çok heyecan verici bir gece yaşanıyor Ayvalık’ta. Coşkulu
dinleyici kitlesi büyük bir geceyi alkışlarla seslendiriyor. Sabih Kanadoğlu önümde, eşiyle
ayakta alkışlıyor. Önde bir kadın dinleyici bağırıyor: İşte, biz buradayız. Doğuş Çocuk
Senfoni Orkestrası. Ayvalık Konserini bitirmiş. Orkestra şefimiz Rengim Gökmen,
konser solisti Fazıl Say’ın elinden tutmuş geliyor, halkı selamlıyor. İnanılmaz titreşimlerin
gecesi. Konser ilk yarısında eşlik eden ağustosböcekleri susmuş. Hayranlıkla baktıklarını
düşünüyorum. Çeşme Kalesi’nde aynı konser tekrarlanıyor. Bu konserde de bin kişi aynı
heyecanı yaşıyor. Bin kişi, çünkü daha fazlasına yer kalmıyor. Bu “dünya müziği” insanları
birleştiriyor. Yürekleri aynı sıcaklıkla ısıtıyor. “Müzik insanı geliştirir” demiştim. Eksik
söylemişim. “Müzik insanı yeniden yaratıyor.”
El Sistema İstanbul’a geldi. Venezüella’nın bu mucizesi dünyayı dolaşıyor.”Müzik Seni
Çağırıyor” kitabımda yazmıştım. Hiç yoktan yaratılmış bir mucizedir o da. Doğuş Çocuk
Gençlik Orkestrası da bir mucizedir. Bütün orkestralar bizimdir. Hepsi de insanlığın
mucizeleridir. Bu müzik, bu çoksesli evrensel müzik bir mucizedir. Onu dinlediğiniz
zaman artık aynı insan olamazsınız. Tıpkı sizi etkileyen bir kitabı okuduğunuz zamanki
gibi. Sizi değiştiren birisiyle tanıştığınız zaman olduğu gibi. Size kendinizi tanıtan bir
konuşma dinlediğiniz gibi. Aynı insan değilsiniz artık. Müzik, kitaplar, insanlar sizi
yeniden yaratmıştır.
Anneler, babalar, çocuklarınıza müziğin zenginliklerini tanıtınız. Çocuğunuza bir müzik
aleti çalmayı öğretiniz. Çocuklarınıza müziği sevdiriniz. Sevgili öğretmenler müziğe bir
heves, bir eğlence gözüyle bakmayınız. Müziğin zekayı çok yönlü geliştirdiğini biliyorsunuz.
Okullara klasik müziği eğitim aracı olarak sokunuz. Öğrencilerinizi konserlere götürünüz.
Bir müzik aletini çalmayı özendiriniz. Müziğin onu yeniden biçimlendireceğini
biliyorsunuz. Bu gerçeği okullarınızda hayata geçiriniz. Karşılığını mutlaka göreceksiniz.
Volga mahkumları müziğin gücünü anlamışlardı. Küreklere asılırken bağırdıkları
türkülerden güç alıyorlardı. New orleanslı zenci köleler pazara toplandıklarında ayaklarını
vurarak yarattıkları ritimle cazı yaratıyorlardı. Memphis’te hüznün depresyonu blues’la
dile geliyordu. Aynı yerde Elvis Presley roc and roll ile yeni bir tarz yaratıyordu. “Burası
Muş’tur, yolu yokuştur, giden gelmiyor acep ne iştir” türküsü de acıyı nasıl da yansıtıyordu.
Fazıl Say’dan Nazım Baladı’nın dinlerken de acıyı, hasreti, yakıcı duyguları dinliyorsunuz.
Kızına yazdığı Kumru Baladı’nda doğadaki gezintiyi örtük bir özlemin kanadında
duyuyorsunuz. Gershwin’in Rhapsody in Blue yapıtlarını Fazıl Say uçuruyor. Borodin’in
Poloveç danslarıyla başka bir kültürde geziniyorsunuz. Çaykovski’nin İtalyan Kapriçiysu’nu
yeniden dinliyorum. Bu zengin melodiler, bu görkemli yapıt sizi göklere yükseltiyor.
Evet kesinlikle doğru. “Bu müzik insanı yeniden yaratıyor.” Bu müziğin bestecilerine,
bu müziğin icracılarına, yorumcularına, bu müziği yaşatanlara, yayanlara, binlerce kez
teşekkür ediyoruz. Bizi daha insan yaptıkları için. Bizi yeniden, yeniden yarattıkları için…
09-10���
/��
16
MÜZİK HABERLERİ
MH 09-10/01
2. Uluslararası Şefika Kutluer Festivali
Uluslararası Şefika Kutluer Festivali’nin ikincisi 24 Eylül’de başlıyor.
Ankara Resim ve Heykel Müzesi Konser Salonu’nda gerçekleşecek
festivalin son tarihi 27 Ekim. “Doğu ile Batı buluşuyor” temasıyla
yapılacak olan festivalin kültürler arası diyaloğu sanatla geliştirmesi
amaçlanıyor. 30 Eylül konserinin öncesinde saat 18.30’da Prof. İlber
Ortaylı “Osmanlı’da Avrupa’yı Etkileyen Kültür ve Sanat” konulu
bir konferans verecek. Ankara’lı sanatseverlerin ilgisini çekeceğini
düşündüğümüz bu festivalin biletleriyse; Diaposon mağazaları,
biletix, dost kitapevlerinde satışa sunulmaktadır.
24 EYLÜL 2011
Saat:20.00
Le Mans Symphony Orchestra
Şef: Dominique Fanal
Solist:Şefika Kutluer
Açılış konserinde Şefika Kutluer ve Şef Dominique Fanal yönetimindeki Le Mans
Symphony Orchestrası Fransız repertuarının en önemli eserlerini seslendirecekler.Le
Mans Senfoni Orkestrası, Ankara’lı sanatseverlerle ilk kez buluşacak.
Program
C.Chaminade:
Concerto for flüte
Solist: Şefika Kutluer
G.Faure: Fantasie for
flüte& Orchestra
ARA Massenet:Meditation,
extrait de I’opera “Thais”
–Prelüde pour orchestra,
extrait de I’oratorio “La Vierge”
Milhaud:
Le Boeuf sur le Toit,
fantaisie symphonique
30 Eylül 2011
Saat:20.00
Festival Strings Lucerne
Şef Daniel Dodda
Solist:Şefika Kutluer
Festivalin 2.konserinde İsviçre’nin en önemli önemli yaylı çalgılar orkestrası “Festival
Strings Lucerne” Ankara’ya ilk kez gelecek. Şef Daniel Dodda yönetimindeki Luzern
yaylı çalgılar orkestrası ve Şefika Kutluer seslendirecekleri klasik müzik eserleri arasına
bir de sürpriz eser alıyorlar. 30 Eylül’ün Mevlana’nın doğum günü olması dolayısıyla
sanatseverlerin çok iyi bildiği bir Türk eserinin flüt ve yaylı çalgılar versiyonunu ilk kez
seslendirecekler. 3. Murad’ın “ Uyan Ey Gözlerim Uyan” isimli ilahisini flüt ve orkestra
için düzenleten Kutluer o gün Mevlana’nın doğum günü anısına bu eserin dünyadaki ilk
seslendirmesini yapacak.
09-10���
/��
17
MH 09-10/2
Program
Felix Mendelsshon
Bartholdy Sinfonia
for strings No 10 in B
mınor MWV N 10
P.Morlachhi ıl Pastore
Svizzero
Bela Bartok
Roumanian Folk
Dances BB 68, Sz. 56
Uyan Ey Gözlerim Uyan Güfte
Sultan 3. Murad Han beste: Ali
Ufki Bey Düzenleme: Milos
Betko P.A Genin Variations on
Carnival of Venice
ARA
Johann Sebastian Bach
Concerto for 2 violins,
strings and continuo in D
mınor BWV 1043 Vivace
Largo ma non tanto Allegro
Coda pıe presto
04 Ekim 2011 Saat: 20.00
“Somali’ye Yardım Konseri”
Kremlin Chamber Orchestra
Latin ve Popüler Klasikler
Şef: Misha Rachlevsky
Solist: Şefika Kutluer
Rusya’nın önde gelen orkestraları arasında gösterilen Kremlin Oda Orkestrası da
festivalin ilk kez Ankara’ya getirmekte olduğu orkestralardan biri. Şef Misha Rachlevsky
yönetimindeki Kremlin Orkestrası ve Şefika Kutluer, Poüler klasik eserlerle birlikte Latin
besteci Jose Elizondo’nun iki eserinin dünyadaki ilk seslendirmesini yapacaklar.
08 Ekim 2011
Saat:20.00
City Of London Orchestra
Şef: Jonathon Morton
Solist: Şefika Kutluer
Program
Holst st Paul’s Suite
Anonym- Greensleeves
Gluck- Dance of the Blessed Spirits
Villa Lobos- Aria No 5
A.P.Doppler- Hungarian Fantasy
ARA
BRİTTEN Simple Symphony
Tchakovsky- Serenada
19 Ekim 2011
Saat:20.00
Johann Strauss Ensemble- Vienna
Şef: Alfred Pfleger
12 Ekim 2011
Saat:20.00
Jilin Traditional Chinese Orchestra Jubilant
Meoldy of Nort Chinese
Bamboo flute solo
Pipa Solo Sheng solo
Erhu and Guzheng
Galloping Horses with Bronze Bells Dancing of
Leaping
Guzheng solo
Suona solo
Erhu in unison
Rondo Alla Turca Gongs and Drums in
Celebration of Harvest
27 Ekim 2011
Saat:20.00
European Union Chamber Orchestra
Şef:Jerome Akoka
Solist: Şefika Kutluer
Program Haydn Symphony no 26 “Lamentatione”
Mozart- flute concerto in G major K 313 MozartSymphony No 29 in A major K 201 Mozart-Rondo
in Dmajor for flute&orchestra
09-10���
/��
18

Benzer belgeler